İ ı 1 İye’de sik karŞilan psİ sempozyum dizisi no:62 •mart ... · orta asya’daki türk...

24
Giriş Türk tarihi, Doğu Türkistan’dan Avrupa’ya kadar uzanan geniş bir coğrafya ile 5000 yıllık bir tarihe sahiptir. Yer ve zaman içinde Türk psikiyatrisinin geçirdiği değişiklikleri bir yazıyla aktarmak söz konusu değildir. Bu çalışmada Türk psikiyatri tarihinin başlıca gelişmeleri, özellikle de akıl hastasına yaklaşım ve tutumların seyri, tedavi yöntemleri ve kurumları yeri geldikçe örnekleriyle kısaca ele alınacaktır. İslam Dönemi Öncesinde Kam, Otacı ve Efsuncu Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı Türk boylarında kamlara baksı veya baksa ismi verilirdi. Kamların 1 , ataların ruhlarıyla temasa geçebildiğine ve olağanüstü yeteneklere sahip olduklarına inanılırdı. Hasta tedavisi için iyi ruhlarla ilişki kuran ak kam ve kötü ruhlarla temas kuran kara kam olmak üzere iki tür kamdan söz edilir. Kamlar, ruhları yardıma çağırmak veya onlarla savaşmak için ateş yakar, davul çalar, büyülü türküler söyler ve oynardı. 2 Kam, sa- dece bir kâhin değildi, aynı zamanda tabip yetkisini üstlenen kişiydi. 3 Sözle ve davranışla tedavi tıp tarihinin en eski yöntemidir. Telkin ve inanç tedavisinin plasebo etkisinden yararlanılırdı. Tarihte kamların beden ve ruh hastalıklarını ayırdıklarına dair yazılı bilgi bulunmuyor. Dolayısıyla kamların tüm hastalıkları telkinle tedavi ettiğini varsayabiliriz. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri 1 TÜRKİYE’DE SIK KARŞILAŞILAN PSİKİYATRİK HASTALIKLAR Sempozyum Dizisi No:62 Mart 2008 S:1-24 TÜRK TARİHİNDE PSİKİYATRİYE BAKIŞ Prof. Dr. Nil Sarı Dr. Burhan Akgün 1 kam katun, oyun (ak kam/ ayı oyun, kara kam/abası oyun) 2 N. Sarı: “Türk Tıp Tarihinde Sağlık Mensuplarına Kısa Bir Bakış”. Tıp Tarihi Araştırmaları 3. 1989.s.11-33. 3 Uygurlarda ve Çağatay Türklerinde kam bu şekilde değerlendirilmiştir.

Upload: others

Post on 24-Sep-2019

9 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Giriş

Türk tarihi, Doğu Türkistan’dan Avrupa’ya kadar uzanan geniş bir coğrafya ile 5000 yıllık bir tarihe sahiptir. Yer ve zaman içinde Türk psikiyatrisinin geçirdiği değişiklikleri bir yazıyla aktarmak söz konusu değildir. Bu çalışmada Türk psikiyatri tarihinin başlıca gelişmeleri, özellikle de akıl hastasına yaklaşım ve tutumların seyri, tedavi yöntemleri ve kurumları yeri geldikçe örnekleriyle kısaca ele alınacaktır.

İslam Dönemi Öncesinde Kam, Otacı ve Efsuncu

Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı Türk boylarında kamlara baksı veya baksa ismi verilirdi. Kamların1, ataların ruhlarıyla temasa geçebildiğine ve olağanüstü yeteneklere sahip olduklarına inanılırdı. Hasta tedavisi için iyi ruhlarla ilişki kuran ak kam ve kötü ruhlarla temas kuran kara kam olmak üzere iki tür kamdan söz edilir. Kamlar, ruhları yardıma çağırmak veya onlarla savaşmak için ateş yakar, davul çalar, büyülü türküler söyler ve oynardı.2 Kam, sa-dece bir kâhin değildi, aynı zamanda tabip yetkisini üstlenen kişiydi.3 Sözle ve davranışla tedavi tıp tarihinin en eski yöntemidir. Telkin ve inanç tedavisinin plasebo etkisinden yararlanılırdı. Tarihte kamların beden ve ruh hastalıklarını ayırdıklarına dair yazılı bilgi bulunmuyor. Dolayısıyla kamların tüm hastalıkları telkinle tedavi ettiğini varsayabiliriz.

İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri 1 TÜRKİYE’DE SIK KARŞILAŞILAN PSİKİYATRİK HASTALIKLARSempozyum Dizisi No:62 •Mart 2008 S:1-24

TÜRK TARİHİNDE PSİKİYATRİYE BAKIŞ

Prof. Dr. Nil SarıDr. Burhan Akgün

1 kam katun, oyun (ak kam/ ayı oyun, kara kam/abası oyun)2 N. Sarı: “Türk Tıp Tarihinde Sağlık Mensuplarına Kısa Bir Bakış”. Tıp Tarihi Araştırmaları 3. 1989.s.11-33.3 Uygurlarda ve Çağatay Türklerinde kam bu şekilde değerlendirilmiştir.

Page 2: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Türk Tarihinde Psikiyatri Hastasına Kısa Bakış 2

XI. yüzyılda Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig5 adlı eserinin muhtelif kısımlarında “kam” dan söz edilir. Örneği, günümüz Türkçesiyle :

Her hastalığın bir ilacı ve çaresi vardır;bu hastalığı tedavi eden kam da bulunur.6

Bu beyit, kamı tedavi eden kişi olarak tanıtır, ama tedavi yöntemini açıklamaz. İslam öncesi ve sonrası kaynaklarda “otacı” adı verilen ve bitkilerle tedavi edenlere de

rastlıyoruz. Kutadgu Bilig’de “otaçı, odacı, otcı” gibi farklı isimlerle anılan otacı adından da anlaşılacağı üzere bitkilerle tedavi eden, yani maddi tedavi uygulayan kişiydi:

“Etrafına (hastanın) otacılar toplandı, nabzına baktılar; bu hastalık ve rahatsızlığa dair fi kirlerini söylediler. 7

İnsan hastalanırsa bunun ilacını otacı verir; otacı hastalanırsa onu kim tedavi eder?8 “Bunlardan sonra birkaç zümre daha vardır; dikkat edersen birinin bilgisi diğerinden farklıdır.Bunlardan biri otacılardır; bütün hastalıkları ve ağrıları bunlar tedavi eder.Bu kişiler de senin için gereklidir; hayat işi onlarsız sağlanamaz.İnsan hayattayken hastalanabilir; otacıya gider ve otacı o hastalığı ilaçla tedavi eder.İnsan için hastalık ölümün arkadaşıdır; yaşayan her insan için ölüm vardır.Bunlara karşı iyi davran, onları kendine yakın tut; bunlar gerekli kişilerdir, haklarını gözet.” 9

“Mizacı bilen, fi kir ve bilgisi geniş olan otacı da; bu konuda bunu doğrulayan bir söz söylemiştir.” 10

Otacının hastanın nabzını yokladığını, otacıların biri birlerine danıştıklarını, doğaüstü güçlere başvurmadıklarını anlıyoruz. Otacılar günümüz hekiminin bakış açısını, tutum ve davranışlarını anımsatır.

4 http://donsmaps.com/reindeerpeople.html5 Yusuf Has Hacip: Kutadgu Bilig. Çev: R.R. Arat. Yay.Haz.:Ç.Şan-S.Yurteser. Kabalcı Yayınevi. İstanbul, 2006. 1285s (Sonraki dipnotlarda Kutadgu Bilig olarak geçecektir.).6 Kutadgu Bilig, 3873. beyit. 7 Kutadgu Bilig, 1057. beyit.8 Kutadgu Bilig, 2109. beyit.9 Kutadgu Bilig, 4355-4360. beyitler.10 Kutadgu Bilig, 4673. beyit.

Kadın şaman4 Yakut şamanı

Page 3: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Prof. Dr. Nil Sarı – Dr. Burhan Akgün 3

Yusuf Has Hacip’in “efsuncu” (mu’azzim) ünvanıyla tanıttığı kişi ise otacının karşısında yer alır ve görevi onunkiyle çatışır. Mu’azzimin cinleri uzaklaştırarak tedavi yapan kişi olarak tanıtılmasından anlıyoruz ki cinler hastalık sebebi olarak görülüyordu ve cin çarpanları tedavi eden ayrı bir meslek grubu oluşmuştu. Cinlerin neden olduğu düşünülen hastalıklar büyük olasılıkla garip söz ve davranışların sergilendiği psikiyatri ve nöroloji rahatsızlıklarıydı. Otacı ve mu’azzimin tedavi yolları arasındaki fark ve rekabet Kutadgu Bilig’de açıkça ifade edilmiştir:

“Bunlardan sonra efsuncular gelir; cin ve periden gelen hastalıkları tedavi ederler.Bunlarla da görüşmek tanışmak gerekir; cin ve peri çarpmasından gelen hastalıkları

okutmak gerekir.Eğer sana faydaları dokunmasını istersen;ey mert yiğit, onlara karşı iyi davran.Otacı efsuncunun sözünü beğenmez; efsuncu da otacıya değer vermezBirinin sözüne göre, ilaç alınırsa hastalığa iyi gelir; diğerinin sözüne göre, muska

taşırsan cinler senden uzaklaşır.” 11

Doğu Türkistan’da, Turfan’da bulunan Uygur el yazmalarında baş ağrısı, uykusuzluk, yüz felci (soğuk havaya bağlı), ajitasyon, cinnet atakları, şaraptan kaynaklanan hastalıklar için çeşitli ilaç tedavileri önerilir12. Bu reçeteler, sinir ve ruh hastalıklarının maddi yoldan tedavi edildiğini gösterir. Örneği, ajitasyon hallerinde kullanılmak üzere aşağıdaki terkip önerilir:

Sükerslek 13 ve kakulenin (Elettaria cardamomum) her birinden 3 Bkr uzun biber (Piper longum) 1 Bkr 14

kimyon (Cuminum cyminum)yerbademi (Cyperus esculentus, çufa, topalak)VIII. ve IX. yüzyıllarda Doğu Türkistan’da, Uygur

kağanlıklarının topraklarında yaşayan Budist Türklerde hek-imler, otacı baksı adı verilen yüksek rütbeli Budist rahiplerdi. Rahip hekimin de kam gibi doğaüstü güçlerden yardım alması beklenirdi. Ruhu ve bedeni iyileştirmenin Budalığa giden yolu rahibe açtığına inanılırdı. Türkçe igli yatgu ev adı verilen hastaneler de ilk olarak Budist mabetlerinde ortaya çıkmıştır. 15

İslam Dönemi

VIII. yüzyıldan itibaren İslam diniyle tanışan Türkler ‘in çoğu eski inançlarını bırakarak İslam düşüncesini ve bilimini benimsediler. İslam döneminde Hipokrat, Galen gibi antik dönem hekimlerinin Arapça’ya çevirilen tıp kitapları Türk tıbbını etkiledi. İbn Sina ve

11 Kutadgu Bilig, 4361-4365. Beyitler. 12 Bu yazmaların tıp ile ilgili kısımlarının tercümelerini gözden geçiren ve tıp dünyasına tanıtan A.Süheyl Ünver’dir. A.S.Ünver: Uygurlarda

Tababet. Yeni Laboratuvar Yayımlarından. İst.1936. s.58-61.13 Uygurca olan bu kelimenin karşılığı bilinmemektedir. Bkz. A.S.Ünver: Uygurlarda Tababet. s 42.14 1 Bakır = 1/10 Ons =3,1gram15 N. Sarı: “Türk Tıp Tarihinde Sağlık Mensuplarına Kısa Bir Bakış”. Tıp Tarihi Araştırmaları 3. 1989. s.21.

Cyperus esculentus

Page 4: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Türk Tarihinde Psikiyatri Hastasına Kısa Bakış 4

Razî gibi büyük Türk hekimleri de tüm İslam hekimleri gibi hastalığı bedendeki unsurların dengesizliğine bağlardı. Hekim, hastalık belirtilerini inceler, nabız ve idrar muayenesi yapardı. Akıl hastalıklarının nedeni de vücutta var olduğu düşünülen unsurların (kan, bal-gam, sarı safra ve sevda) dengesizliği ile açıklanır ve buna göre tedavi edilirdi. Örneği mâl-i hülya hastalığı kara sevda, yani kara safranın fazlalaşması ile açıklanırdı.

Her hastalığın bir çaresi olduğu ve ilacının aranması gerektiği düşüncesi hakimdi. Hz. Muhammed’in sağlık ile ilgili öğütlerini içeren ve “Tıbb-ı Nebevi” başlığı altında toplanan hadisleri de tıp anlayışını etkilemişti. Hz. Peygamberin, hastalığa çare aramayıp tevekkül etmeye kalkışanlara karşı çıktığını anlatan rivayetler vardır. Örneği, “Hak Teâlâ yarattığı her türlü derdin mutlaka şifasını da yaratmıştır. Kim o şifayı bilir ve tedavi olursa kurtulur; kim de onu bilmezse hastalık onda kalır. Ancak ölümün çaresi yoktur.” hadisi tıbbi tedavinin önemini ortaya koyuyordu.16 Tıp yazmalarında sıklıkla vurgulanan, insanın “yaratılmışların en şerefl isi olduğu” anlamındaki ayet-i kerime17de insan sağlığı ile uğraşan tıp mesleği mensubunun şeref ve itibar görmesinde etkiliydi. Ancak hekim hiçbir zaman bir din adamı hüviyetinde olmadı ve ondan mucize tedaviler beklenmedi. Hekim, asıl şifa verici olan Allah’ın vekili olarak değerlendirilir; şayet Allah’ın yardımı olmazsa hekim ne kadar bilgili ve gayretli olsa da hastanın şifa bulamayacağına inanılırdı.

Bir takım tıp yazmalarında, örneği Zahire-i Harzemşahi’de ve XII. yy’da yaşamış olan Semerkantlı Nizamî-i Aruzî’nin Çehar Makale 18 isimli eserinde akıl hastaları ve tedavileri anlatılır. Meşhur hekimlere atfedilen tedavilerden bir kısmı şok tedavisi niteliğindedir. Hastayı kızdırma, utandırma, korkutma yoluyla tedavi geleneği bazı bölgelerde günümüze dek süregelemiştir. Aruzi’nin naklettiği hikayelerden biri ünlü hekim Razî’ye aittir: “Sâ-man devletinin Emiri mafsallarında bir hastalığa tutulur, gelen tabipler çaresini bulamaz ve hastalık kronikleşir. Emir Mansur, Mehmed Zekeriya-i Razî’ye adam gönderir, davet eder. Razî Buhara’ya getirilir ve Emiri görür ancak tüm çabasına rağmen bir rahatla-ma sağlayamaz. Bunun üzerine Emire son bir tedavi denemek için onu hamama götürür ve devamlı ılık su dökerek Emirin mafsallarındaki ahlatta erime peyda oluncaya kadar kaldıktan sonra kendisi giyinip Emirin karşısına geçer ve onu kızdıracak sözler söyler, hakaret eder. Çok hiddetlenen Emir ayaklanır, bıçağını çekip Razî’nin peşine düşer. Razî, hamamın kapısında eğerli bir atla kendisini bekleyen köleyle beraber kaçar yurduna döner. Böylece yine ilac-ı nefsani yardımıyla hasta şifa bulur.”19

Bir diğer hikayede ise tedavisi güç olduğundan halk arasında belâ-yı etibbâ (tabiblerin belâsı) ve ayb-ı etibbâ (tabiblerin ayıbı) 20 gibi sözlerle nitelenen mâl-i hülya hastalığının telkinle nasıl tedavi edildiği anlatılır: “Mâl-i hülya hastalığına tutulan biri kendisinin öküz olduğunu zannederek bütün gün bağırıp önüne gelene ‘beni kesin, etimden iyi keşkek olur’, diye dolaşırmış. Hastalık ilerler ve artık günlerce yemek yemez hale gelir. Hekimler bir türlü devasını bulamayınca dönemin hükümdarı Alâuddevle, veziri olan Ebu Ali’yi (İbn-i 16 N.Sarı Akdeniz: Osmanlılarda Hekim ve Deontolojisi. İst.,1977. s.22-23.17 İsrâ Suresi 70. Ayet.18 Semerkandlı Nizamii Aruzî: Tıb İlmi ve Meşhur Hekimlerin Mahareti. Yayınlayan: A.Süheyl Ünver. İst., 1936. 94s.19 Semerkandlı Nizamii Aruzî: A.g.e., s 19-21.20 Nil Sarı: Doçentlik Tezi. s.56

Page 5: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Prof. Dr. Nil Sarı – Dr. Burhan Akgün 5

Sina’yı) hastaya gönderir. Ebu Ali, ‘kasap seni kesmeye geliyor diye müjde verin’ diyerek gence haber yollar ve yanına iki kişi alıp o gencin evine gider. Genç, koşup gelir avluya yatar. Ebu Ali sanki gerçek kasapmış gibi bıçaklarını birbirine sürter ve ayağı bağlanan genci kesmek için çömelince, ‘Yazık, bu ne zayıf öküz. Bunu kesmek layık değil, yem verin de şişmanlasın’ diyerek ayağa kalkar. Bunu işiten genç kendisine götürülen yiyecekleri ve semirtir diye verilen şerbet ve ilaçları yiyip içerek bir ayda iyileşir.” 21

İbn-i Sina’ya atfedilen bir diğer vaka da “aşk hastalığının” tanısıyla ilgilidir. Uygur, Selçuklu ve Osmanlı tıbbında tanı amacıyla sıklıkla başvurulan nabızla teşhis yöntemi psi-kiyatri hastalarının tanısı için de kullanılıyordu. Hikâyeye göre, “Gürgân hükümdarı Ka-bus Veşemkir’in yeğenine musallat olan ve gelen tabiplerin şifa bulamadığı bir hastalığı nasıl teşhis ettiği ayrıntılarıyla anlatılır. Ebu Ali Sina, hasta genci görür, nabzını tutar, idrarına bakar. Sonra, eliyle hastanın nabzını tutarken bir adama Gürgân’ın mahalleleri-nin adını saydırır, bir mahallenin adı geçince nabızda değişiklik fark eder. Bir başkasına da o mahalledeki sokakları saydırır, yine bir sokak adı geçince gencin nabzında farklılık olur. Nihayet o sokağı iyi bilen birine ev ev o sokakta oturanları saydırırken bir eve gelince ve özellikle ev halkından birinin adı geçince hastanın nabzı yine değişir ve hekim teşhisini koyar: ‘bu genç, fi lan mahallede, fi lan sokakta, fi lan evde ve fi lan adlı bir kıza aşıktır, ilacı da o kızla kavuşmasıdır’ deyince genç utanıp yorganı başına çeker ve teşhis doğrulanır”. 22

21 Semerkandlı Nizamii Aruzî: A.g.e., s 26-27. Ayrıca bkz. Nil Sarı. Doçentlik Tezi. s.45-46.22 Semerkandlı Nizamii Aruzî: A.g.e., s 21-25.23 Nizami Aruzi: Çehar Makale (1431) Türk-İslam Eserleri Müzesi. No.1954. vr.49b

İbn-i Sina’nın aşk hastalığına yakalanmış genci muayenesi 23

Page 6: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Türk Tarihinde Psikiyatri Hastasına Kısa Bakış 6

Akıl Hastasının Toplumdaki Yeri Akıl sağlığı yerinde olmayanlar bunun geçici veya kalıcı olmasına bağlı olarak İslam

dini nazarında birtakım yükümlülüklerden muaf tutulmuştur. Hz. Peygamber’in “Aklı olmayanın dini de yoktur” hadisi bu bakış açısını etkilemiştir. Ne var ki, akıl hastasının ehliyetli sayılmamasının, toplumdan dışlanması ya da hor görülmesi şeklinde gelişmediği, tersine bir veli gibi korunduğu, bakıldığı ve hoş görüldüğüne işaret eden çalışmalar vardır.24 Örneği, Mevlânâ’dan hatıraların ve menkıbelerin yer aldığı Sevâkıb-ı Menâkıb (Menkıbelerin Yıldızları) adlı eserde anlatılan menkıbelerin birinde divanelik ile ermişlik arasında kurulan mecâzî ilişki bulunur: “Sultan Mahmud Sevüktekin (Gazneli Mahmud) kış mevsiminde küffar diyarından bazısını fetih için asker toplamış idi. Ve Hakîm Senâî, Sultan Mahmud’u medheden bir kaside yazmış ve sultana sunmağa gider iken, bir külhan kapısında teklifsiz bir meczubun şarab içmekte olduğunu gördü. Meczup kendisine şarap doldurana (sâkiye) dedi ki: ‘Sultan Mahmud Sevüktekin’in körlüğüne bir kadeh doldur, içeyim.’ Sâkî de ‘Sultan Mahmud, İslama sığınanların padişahı, mert bir gâzîdir. Niçin rağbetsizlik idersin’ deyince divane dedi ki: ‘Allah-ü Teala’nın ihsanlarına şükretmeyi bilmediği için (içmek) isterim. Tasarrufu altındaki memleketlere kanaat etmeyip, ele geçirirken bütün halkına adaletli davranmadan nankörlük eder, bir memleket daha ister.’ Daha sonra sâkiye dedi ki: ‘Bir kadeh de Hakîm Senâî’nin körlüğüne doldur.’ Sâki tekrar sordu: ‘ Hakîm Senâî, yumuşak tabiatlı, alim, fazıl, arif ve şair bir kimsedir. Niçin böyle dersin?’ Divane dedi ki: ‘Eğer o merd bir arif olsaydı, dünyada ve ahirette faydası olan bir işle uğraşırdı. Menfaati için işe yaramaz boş sözlerle kağıtlar doldurup ömrünü boşa harcamazdı. Belki ne için yaratıldığını düşünürdü.’ deyince Hakîm Senâî, divanenin söz-lerini işitip hâli değişerek şarap içen meczubun yol göstermesi ile gafl et sarhoşluğundan ayıldı. Tövbe edip Hak yoluna döndü ve ibadetle meşgul oldu. Külhanda içki içmeye müptela olan divanenin böyle sözler söylemesi onun akıllı olduğuna işaret eder. Lakin Al-lah sevgisi (konusunda) mertçedir.” 25

Hekimlerin dışında tekke ve dergâhlarda şeyhler, hocalar da dua, muska ve benzeri usullerle tedavi yapardı. Nitekim ilm-i ledun 26 adı verilen gizli ilimlerin ele alındığı el yazmalarında hasta tedavisi için yazılan birçok cifr 27 örneği vardır.

Meczup:

Meczup; belli bir etkiye kapılmış, o tesirle kendinden geçmiş kimse demektir. Cezb-eye tutulmuş, demir tozlarının mıknatısa, pervanenin ateşe kapılışı gibi yoğun bir çekimle Hak Aşkında varlığını yitirmiş insan anlamına gelir. Meczup ve deli kelimelerine dair en

24 Michael W. Dols: “Majnun: The Madman in Medieval Islamic Society. jis.oxfordjournals.org/cgi/reprint/7/1/73.pdf25 A.S.Ünver: Sevakıb-ı Menakıb Mevlana’dan Hatıralar. İstanbul, 1973. s.50-52. Minyatür de aynı eserin 51. sayfasındadır.26 Hakk’ın katından gelen bilgi (Kehf suresi, 65). Mutasavvıfl ar bütün ilimlerin Allah katından geldiğine inanırlar. Ancak şer’i ve zahiri

ilimler melek ve resul aracılığıyla gelir. İlham ise aracısız olarak doğrudan Hak’tan gelir. Onun için ilhama ilm-i ledun denilmiştir. Bu ilim kişiye özgü, mahrem ve gizemli bir bilgidir. (Süleyman Uludağ: Tasavvuf Terimleri Sözlüğü.Kabalcı Yayınevi. İst.,2001. s185.)

27 Harfl ere verilen sayı değerleri ile geleceğe veya mazideki olaylara tarih düşürmek yahut isme dair işaretler çıkarmak ilmi. Ebced hesabına yakın bir ilmin adıdır. (http://www.sevde.de/islam_Ans/C/cifr_hesabi.htm)

Page 7: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Prof. Dr. Nil Sarı – Dr. Burhan Akgün 7

anlamlı tanım şudur: Akıl adamı terk ederse, “deli”; adam, aklı terk ederse, “meczûb” olur. Örneği içki içip aklını bir kenara bırakanlara meczup ya da divane denir. 28

Mecnun ve cinnet kelimeleri cin sözcüğünden türetilmiştir ve aklı zail olan kişiyi tanımlar. Cin tutması, cin çarpması, tutarık gibi kelimeler sar’a hastalığı anlamına da gelir. Epilepsinin doğaüstü bir güce bağlanmasının izleri antik dönemlere uzanır. 29

Mecazî anlamda mecnun karşı cinse aşık olan, ama sevdiğine kavuşamayanın ilâhî sevgiye yönelmesini de ifade eder. Leyla ile Mecnun, Ferhad ile Şirin ve benzeri hikaye-lerdeki deli velidir (holy fool) anlayışı yaygın olmakla birlikte her aklını yitiren kişi velî mertebesinde görülmez.30

Aklı örten ve sağlam idrake engel olan bir hastalığı olan kişi temyiz gücüne sahip değilse, “mecnûn” hükmünde sayılır ve akıl hastası kendi iradesi ile karar veremeyeceğinden, ehliyete arız olan hallere dahildir. Akıl hastalarının İslam hukukunda cezai sorumluluk-tan muaf tutulması (gayr-ı mümeyyiz), hekimlere bilirkişi olarak önemli bir görev yükler.

28 http://www.kuranikerim.com/islam_ansiklopedisi/M/meczub.htm29 Genel tıp tarihi kitaplarında geçmektedir.30 Fevzi Samuk: Türkiye’de Akıl Hastanelerinin Dünü ve Bugünü. İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği Vakfı Yayınları. İst., 1980.

80s.31 en.wikipedia.org/wiki/Layla_and_Majnun Rozat-ol-Anwar (Khaju’s Collection) Golestan Palace, 1507.

Ormanda ve dağda yaşayan mecnunu anlatan minyatürler 31

Page 8: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Türk Tarihinde Psikiyatri Hastasına Kısa Bakış 8

İnsanın kendi elinde olmadan delirmesi ya da aklını yitirmesinin (bunama vs.) yanı sıra kişinin kendisinin edindiği kötü alışkanlıklar, örneği sarhoşluk (suciye mübtela olmak), tiryakilik (afyona ve berşe mübtela olmak) de kişiyi ehliyetsiz kılar. 32 Cünun, geri dönüşü olan (cünun-ı mutabık), ve olmayan (cünun-ı gayrı mutabık) olarak ayrılmıştır. 33

Osmanlı Dönemi:

Darüşşifalarda Bakım ve Tedavi

Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı zamanında yapılan darüşşifalar birer akıl hastanesi olarak kurulmamış, her türlü hastaya hizmet vermek üzere vakfedilmiştir. Akıl hastanesi anlamında kullanılan Bimârhâne, Bimaristan ve Tımarhane kelimeleri de aslında hasta evi/yeri ve tedavi evi anlamlarına gelir. XIX.yy’da tıp ilerleyip, asepsi-antisepsi, anestezi, tıbbi ve cerrahi girişimler için daha uygun mekanlara ihtiyaç duyulduğunda darüşşifa yapıları ve çalışanları ihtiyacı karşılamaya uygun olmadığından akıl hastanelerine dönüştürülmüştü.

Darüşşifa vakfi yeleri 34 incelendiğinde sağlık çalışanı ve hasta arasındaki iyi iletişime ve etiğe çok önem verildiği görülür. Örneği, Haseki (1550) ve Atik Valide (1582) Darüşşifalarının vakfi yelerinde hastalarla ilişkide tabibin nazik, güleryüzlü, şefkatli, merhametli, bir baba gibi koruyucu olması bir ön koşul olarak belirtilmiştir. Sadece Edirne’de kurulan II. Bayezid (1484-88) ve Süleymaniye Darüşşifasının (1553-59) vak-fi yelerinde akıl hastalarından ve onlarla ilgili koşullardan da ayrıca söz edilir. Örneği, Edirne Darüşşifâsı’nın vakfi yesinde (1484-88) bevvâbın kapıcılık ve bekçilik dışında akıl hastalarını zaptetmekle de görevli olduğu,“…iş adabını gözeterek tam bir himaye ile zamanında gözetip zaptederek saldırgan genç delilere sebat edip, her bakımdan onları dikkatli kollayıp, sorumluluğunda olan hizmeti en yaraşır şekilde yapıp…”diye belirtilir. Bu ifadeden, II. Bayezid darüşşifasının daha kuruluşunda akıl hastalarının yatırılmasının amaç edinildiği anlaşılır. Burada, akıl hastalarını “himaye”, onlara “sebat etme” ve “en yaraşır” hizmetin verilmesi koşulları çok dikkat çekicidir.

II. Bayezid Darüşşifasını gezmiş olan Evliya Çelebi’nin anlattıkları vakfi yenin met-niyle tutarlıdır: “Böyle dikkat ve özenle yapılmış şifa yurdunun anlatılan odalarında çeşitli hastalıklara tutulmuş zengin ve fakir, ihtiyar ve genç doludur”… “Bazı odalarda

32 N.Sarı (Akdeniz): “Osmanlı Tıp Yazmalarında Akıl Hastalıklarının Sınıfl andırması”. s.105-112.33 H. F. Kumanlıoğlu: Şamil İslam Ansiklopedisi. Şamil Yayınları. “Cinnet” bahsi.34Nil Sarı: Osmanlı Darüşşifalarına Tayin Edilecek Görevlilerde Aranan Nitelikler. Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları 1. İst., 1995. S.11-54. Osmanlılar hasta ve âcizlerin bakımını sağlamak için çeşitli kurumlar oluşturmuş ve destekleyici yasalar çıkarmışlardı. Padişahlar kanun-

nâmeler ile vergilerin bir kısmını hastanelere, hasta ve âcizlerin bakımına ayrılmasını sağlamıştı. Bu ilginin belki de en dikkat çekici göstergelerinden biri darüşşifa vakfi yeleridir.

Osmanlı darüşşifalarının vakfi yeleri dikkatlice incelendiğinde bu vakfi yelerde klasik Osmanlı hastanelerinin yönetiminin yanı sıra hekim ve diğer sağlık mensupları ile ilgili değerli bilgiler bulunduğu görülür. Vakfi yelerde darüşşifalardaki görev dağılımı, görevlilerde aranan ni-telikler, sorumlulukları ve beklenen bilgi ve beceri seviyesi ile ilgili olarak bütün hizmetliler için ayrı ayrı teferruatlı şartlar koşulmasının, özellikle 15 ve 16’ıncı yüzyıllarda, bir Osmanlı geleneği olduğu anlaşılmaktadır. Darüşşifa görevlileri tabib, kehhâl, cerrah ve yardımcı sağlık mensupları, aşşâb, edviye-kûb, tabbah, kayyûm, kâse-keş, ferraş, âb-rîzi, came-şûy, dellâk gibi temizlik hizmetlileri ve nazır, vekil-harç, kâtip gibi idari yetkililer ile mahzenci, bevvâb, gassal ve imamdan oluşurdu. Her görevli verdiği hizmete uygun bir isimle anılırdı.

İlk Osmanlı darüşşifası olan Bursa’daki I.Bayezid Maristanı’nın vakfi yesinde hizmetlilerde aranan nitelikler ve görevleriyle ilgili açıklamalara rastlanmazken, Fatih Darüşşifası ile başlayan gelenek giderek gelişmiş ve özellikle Mimar Sinan’ın yapısı olan darüşşifalarda büyük bir zenginlik kazanmıştı.

Page 9: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Prof. Dr. Nil Sarı – Dr. Burhan Akgün 9

ilkbaharda delilik mevsiminde Edirne’nin aşk denizi derinliğine düşmüş sevdalı âşıklar çoğalıp, hekimin emriyle bu tımarhaneye getirilerek altun ve gümüş yaldızlı zincirlerle kerevetlerine takılıp, her biri aslan yatağında yatar gibi kükreyip yatarlar… Kimisi havuz ve şadırvanlara bakıp kalender hülyası kabilinden söz eder, nicesi dahi o kemerli kubbenin etrafında olan gülistan ve bağ ve bostan içindeki binlerce kuşların cıvıltılarını dinleyip, delilerin perdesiz ve ölçüsüz sesleriyle feryada başlarlar”.

Evliya Çelebi, hastanedeki müzik ile tedavi konusunda şunları yazmıştır:“Merhum ve mağfur Bayezid Veli Hazretleri vakfi yesinde, hastalara deva, dertlere şifa, divanelerin ru-huna gıda ve def-i sevda olmak üzere on adet hanende ve sazende gulam tayin etmiş ki, üçü hanende, biri neyzen, biri kemancı, biri musikarcı, biri santurcu, biri çengi, biri çenk santurcu, biri udcu olup, haftada üç kez gelerek hastalara ve delilere musiki faslı ederler. Allahın emriyle, nicesi saz sesinden hoşlanır ve rahat ederler. Doğrusu musiki ilminde neva, rast, dügah, segah, çargah, suzinak makamları onlara mahsustur. Ama zengule makamı ile buselik makamında rast karar kılsa insana hayat verir. Bütün saz ve makam-larda ruha gıda vardır.” 35

Vakfi yelerden anlaşıldığı üzere, darüşşifalarda nöbetleşe çalışarak gece gündüz hasta-lara hizmet eden kayyûmların çalışkan, ahlaklı, güleryüzlü, sözleriyle hastayı rahatlatan kişiler olması şart koşulmuştu. Vakfi yesinde belirtildiği üzere Süleymaniye Darüşşifası’nda görevli kayyumların diğer darüşşifalardakilerden farklı bir başka hizmeti daha vardı: “Güçlü-kuvvetli, edebli ve namuslu, iyi ve dürüst dört yiğit delikanlı darüşşifada kayyum

35 Bugün imaret köprüsü yanında “Deliler Mezarlığı” denen kabristandan taşları yok edildiğinden bir eser bile kalmamıştır. Balkan harbinde müşahidlerin söylediklerine göre Edirne’yi muvakkaten telsim alan düşman bile delileri burada saklayanlara para verirken, Yunanlıların muvakkat işgallerinde bu tahsisatı vermeyerek delileri şehre salıvermişlerdir. ( Edirne’nin Tıp Tarihimiz Noktasından Ehemmiyeti .A.Süheyl Ünver. İstanbul Üni. Yayınlarından üniversite haftasından ayrı baskı. Becid Basımevi 1958. s.12-13.

Nil Sarı’nın fırçasından II. Beyazid Darüşşifasında müzikle tedavi.

Page 10: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Türk Tarihinde Psikiyatri Hastasına Kısa Bakış 10

olup hastalara hizmet edecek ve akıl hastalarını zaptedecek” şartı Süleymaniye Darüşşifası daha kurulurken akıl hastalarının da bakım ve tedavisinin kararlaştırılmış olduğunu gös-terir. Nitekim yine vakfi yede kayyumlar için geçen, “ bazı hoş olmayan olayları ve tu-haf halleri ayıplamayıp, hoş görüyle karşılayıp işlerini yapmaları” ifadeleriyle de akıl hastalarının davranışları kastediliyor olmalıdır. 36

Akıl Hastalıklarının Tanımlanması ve Sınıfl anması

XV. ve XVII. yüzyıllara ait Türkçe tıp yazmalarında akıl ve sinir hastalıkları ayrım yapılmadan baş hastalıkları tasnifi içinde yer alır. Tıp yazmalarında hastalıklar “esbâb” (sebepler), “alâmat” (belirtiler) ve “ilâc” (tedavi) adı altında üç bölümde incelenir. Sebep kısmı nisbeten kısa tutulur, tedavi kısmına ise uzun uzun yer verilir. Hastalıkların eti-yolojisi ve tedavisi hıltlar nazariyesine yani maddi sebeplere bağlanır. Örneği mâl-i hülyanın sebebi, dönemin hıltlar nazariyesi doğrultusunda ele alındığından, dimağda veya bütün bedende “kara sevdâ”nın artması olarak değerlendirildi. Sevdâ “ruh-ı nefsanî”yi bozduğundan organik bozuklukların psişik belirtilere sebep olduğu var sayıldı. Diğer akıl hastalıkları da aynı şekilde hıltlar teorisi esas alınarak incelenir. 37

Belirtileri benzeyen hastalıklar aynı başlık içinde ele alınır. Ancak, histeri (ihtinak-ı rahm), anksiyete (yürek oynaması), obezite (çok iştahlı olma) ve anoreksiya nevroza (iştah kaybı) gibi bazı psikosomatik hastalıklar ile madde bağımlılıklarından alkolikler (sûcîye müptelâ olanlar), opium bağımlıları (afyonkeşler ve berşe müptelâ olanlar) ve tütün bağımlıları (tiryakiler) farklı bahisler içinde anlatılır. 38 Örneği, baş hastalıkları adı altında verilen akıl hastalıklarından “ser-sâm” (menenjit) şuur bulanıklığı, saçma konuşma, ateş, titreme belirtileriyle ayırt edilir. 39

“Enva-ı divanelikler”40 başlığı altında verilen çeşitli hastalıkların yanı sıra çeşitli hastalık belirtileri de birer hastalık olarak ele alınır. Örneği, uyku bozuklukları, aşırı uyku hali (nevm-i müfrit, hipersomnia) ve uykusuzluk (seher, insomnia); birden bire donakal-mak şeklinde kendini gösteren “ahze” (katalepsi veya katatoni); unutkanlık (unutsağuluk, amnezi); eblehlik ya da “gafl et” adı verilen zeka geriliği (kişinin çok küçük bir çocuk veya

36 Hastabakıcılık görevinden öte bugünkü anlamda hemşirelik yapan kayyûmlar; tabibin gösterdiği doğrultuda hareket eden bıkmadan usan-madan hastaya hizmete hazır durumda olan kişiler olarak tanıtılmaktadır. Nil Sarı: Osmanlı Darüşşifalarına Tayin Edilecek Görevlilerde Aranan Nitelikler. Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları 1. İst., 1995. S.42-44.

37 ”Sevdaya diğer hıltların karışmasıyla mâl-i hülyanın belirtileri de değişir. Mizaçların mâl-i hülya üzerine farklı tesirleri vardır. Mâl-i hülya sevda’nın dimağda veya bedende toplandığı yere göre de farklı belirtilerle ortaya çıkar.”

“Mâl-i hülyanın ana belirtileri korku, insandan kaçma, yalnızlığı sevme, daima kederli olma, sıkıntı, sabit fi kirler, hezeyanlar, bozuk düşünceler ve hayallerdir. Örnek olarak verilen vakalar ele alındığında mâl-i hülya’yı bugünkü psikiyatrik hastalıklardan birine tıpatıp uydurmak güçtür. Çünkü melankolinin önemli belirtilerinin yanı sıra paranoid ve şizofrenik reaksiyonlar da dikkati çeker. Fobik reaksi-yonlar, çeşitli hezeyanlar, idrak bozuklukları ve bazı absürd vakalar ile bir arada incelendiğinde mâl-i hülya için bugünkü anlamda sadece melankoli karşılığını vermek güçleşmektedir….” Nil Sarı: “Cerrahiyetü’l-haniye’de Dağlama Yoluyla “Mâl-i hülya” Tedavisi ve Akupunk-tur Yöntemi ile Karşılaştırılması.” Tıp Tarihi Araştırmaları 2, İstanbul 1988. S. 86-88.

38 N.Sarı (Akdeniz): “Osmanlı Tıp Yazmalarında Akıl Hastalıklarının Sınıfl andırması”.Tıp Tarihi Araştırmaları 1. İstanbul, 1986. s.105-112.39 “Sersâmın farklı şekilleri vardır: feranitis (sersâm-ı safravî = Menenjit), fl egmoni (demevî verem = ensefalit), subârî (sersam-ı sev-

davî) ve soğuk sersam veya sersam-ı balgamî denilen ateşin olmadığı tiptir ve unutkanlık esas belirtisidir. Bunlardan subarî sersamın en kötü şeklidir ve divânelik ve aşûftelikle kendini gösterir.” N.Sarı (Akdeniz): “Osmanlı Tıp Yazmalarında Akıl Hastalıklarının Sınıfl andırması”.s.106.

40 Enva-ı divanelikler içinde mania, daü’l-kelb, subara ve kutrub yer almaktadır. Bunların ortak özelliği saldırganlıklarıdır. N.Sarı (Akdeniz): “Osmanlı Tıp Yazmalarında Akıl Hastalıklarının Sınıfl andırması” s.108.

Page 11: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Prof. Dr. Nil Sarı – Dr. Burhan Akgün 11

çok yaşlı bir insan gibi davranması; akıl bulanıklığı (ihtilât-ı zihn; ilüzyon ve halüsinasyon-lar görme) ayrı ayrı hastalıklar olarak tanımlanır. “Aşk” da bir hastalıktır. Sevgilisine kavuşamayan insan yatağa düşer ve nihayetinde onda mâl-i hülya gibi bir hastalığın bile gelişebileceği belirtilir. 41

Tedavi YöntemleriXIX. yüzyıl öncesinde Osmanlı hekiminin akıl hastalarını hangi ilaçlarla ve yöntem-

lerle tedavi ettiklerini tıp yazmalarından ve Osmanlı arşivi belgelerinden öğreniyoruz. Besin maddeleri ilk basamak ilaç tedavisi sayıldığından hastaların perhizle tedavisine büyük önem verilirdi. Örneği, sevdavi mizaç kuru olduğundan böyle bir hastanın kuru-yan dimağını rutubetlendirecek nemlendirici yiyecekler tavsiye edilirdi. Hastalığa sebep olduğu var sayılan unsurun/hıltın vücuttan atılması tedavinin esasını teşkil ederdi. Örneği, eğer hastalığın sebebi fazla sevda ise önce sevda hıltını olgunlaştırıcı, dolayısıyla atılımını kolaylaştırıcı terkipler ile tedaviye başlanırdı. 42 Bu arada gerekirse kan alınırdı. 43 Sevdayı olgunlaştırıcı ve mundic adı verilen bir ilaç terkibi örneği aşağıdadır: 44 Eftimun (Cuscuta epithymun, bağboğan) 10 dirhem (1 dirhem= 3,32 gram)Misket elması suyu (Malus communis ) 300 dirhemAltun otu (Scolopendrium vulgare, geyikdili) 5 dirhem

41 N.Sarı (Akdeniz): “Osmanlı Tıp Yazmalarında Akıl Hastalıklarının Sınıfl andırması”.s.108.42 Sadece Sabuncuoğlu’nun Cerrahiyetü’l haniye’sinde mâl-i hülya’nın dağlama ile tedavisine rastlıyoruz. İlaçlar fayda etmediği takdirde

“fâlic” (felç)de uygulanan dağlamanın tatbik edilmesi söylenir ki buna “dağ urmak” denir. Nil Sarı: “Cerrahiyetü’l-haniye’de Dağlama Yoluyla “Mâl-i hülya” Tedavisi ve Akupunktur Yöntemi ile Karşılaştırılması.” Tıp Tarihi Araştırmaları 2, İstanbul 1988. S. 86-88.

43 Hıltın vücuttan atılmasına “istifrağ” yani boşaltma denir. Bu da kusturma, lavman yapma, kan alma ile gerçekleştirilir. Boşaltmada kullanılan çeşitli hap, macun, şerbet, süfüf vs. şeklinde terkipler vardır. Bunların genellikle esasını ilaç olarak kullanılan bitkiler teşkil eder. Nil Sarı: “Cerrahiyetü’l-haniye’de Dağlama Yoluyla “Mâl-i hülya” Tedavisi ve Akupunktur Yöntemi ile Karşılaştırılması.s.87.

44 Nil Sarı: Osmanlıca Tıp Yazmalarında Mâl-i hülya ve Tedavisi (XV.,XVIII. Y.Y.) İÜ. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji Bilim Dalı Doçentlik Tezi. İst.,1982. s.62-63.

45 http://tr.wikipedia.org46 http://commons.wikimedia.org/wiki/Image:William_Curtis,_Scolopendrium_vulgare.jpg

Eftimun (Küsküt) 45 Altun otu (Geyikdili) 46

Page 12: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Türk Tarihinde Psikiyatri Hastasına Kısa Bakış 12

Hıltın vücuttan atılmasına “istifrağ”, yani boşaltma denirdi. İstifrağ; kusturma, lavman (ihtikan), kan alma, hacamat ve terleme gibi yöntemler ile gerçekleştirilirdi. Boşaltmada kullanılan çeşitli hap, macun, şerbet, süfüf (toz) vs. şeklinde terkipler kullanılırdı. Bunların genellikle esasını ilaç olarak kullanılan bitkiler teşkil ederdi. Hastalığa sebep olan sevda hıltının atılması için tavsiye edilen ve hastanın bünyesi kaldırırsa her hafta verilmesi öngörülen bir ilaç terkibi aşağıdadır: 47

Ayarec-i faykara 1 dirhemItrıfi l-i sagir (trifolium,ufak yonca) 2-3 dirhemEftimun (Cuscuta epithymun, bağboğan) ½ dirhemŞahm-ı hanzal (Citrillus colocynthis 48) 1 dank (1/4 dirhem)

Hastayı sakinleştiren, uyutan ya da uyuşturan ilaçlar da kullanılırdı. Örneği, afyon ve lüffah (adamotu, Mandragora offi cinalis) koklatılır; marul ve nilüfer suyu kaynatılıp natul yapılarak içirilirdi. Mâl-i hülya hastasının erken tedavi edilmezse iyi olmayacağı ileri sürülürdü. 49

Hastanın beslenmesi kadar çevresi ve temizliği de tedavide önemliydi. Mukbilzâde Mü’min bunu şöyle belirtir: “Tedavi edenler maraz sahibinin keyifl i, latif, temiz evlerde oturmalarına çalışmalılar ki hastanın gönlü açılıp ferah olsun. Evin içini de süslemeleri gerekir.” 50

Tekke ve Ocak Tedavileri

Anadolu’nun bir çok yerinde bulunan ve halka dini ve sosyal hizmetler sunan tekke-ler, ruh ve sinir hastalıklarının tedavisinde de önemli bir görev üstlenmişti. Bunlardan en çok bilineni XIV.yy’da yaşamış Karacaahmet Sultan’ın adına kurulmuş olan tekke ve ocaklardır. Halk arasında “Karaca Ahmed ulu veli/ Akıllanır gelen deli” ilahisiyle anılan tekkeye hastalar elleri ve ayakları bağlı şekilde getirilirmiş. Karacaahmed’in soyundan gelenler hastayı karşılar ve evlerine alırlar; burada bir çeşit muayeneye tabi tutulan hasta eğer saralı veya bunamış ise “bu bizim hastamız değil, Allah şifasını versin” diyerek ka-bul edilmez; hasta çılgınca bağırıyor ve üstünü başını yırtıyorsa kabul edilirmiş. Kara-caahmed oğlu Eşref’in ve otuzbir yakınının yattığı türbe içindeki bir hücrede bulunan tomruğa hastanın ayakları geçirilir ve bağlanırmış. Bu şekilde türbede yalnız başına bir gece yatan hasta ertesi gün tekrar eve alınır; düzelme belirtisi varsa üç gün daha devam edilir ve hastaya perhiz verilirmiş.51

Isparta’da ise Pir Efendi Sultanın (öl.1545), Senirkent’te Camiü’l-atik (şimdiki İstiklâl)

47 Ayarec-i faykara: ilaç olarak kullanılan ve bal vs. ile yoğrulmuş bir çeşit macun. Nil Sarı: Doçentlik tezi s.66.48 Gastrointestinal sistem üzerine güçlü bir pürgatif olarak uyarıcı etkisi vardır ve çok su kaybettiren diyare yapar. http://www.fao.org/docrep/

x5402e/x5402e16.htm)49 Nil Sarı: Doçentlik tezi s.110.50 Nil Sarı: Doçentlik tezi s.57.51 M. Bayar: Arşiv Vesikalarına Göre Ünlü Halk Hekimi Karaca Ahmet Sultan ve Halk Tababeti. Kebikeç,12/2001. S.113-125. Osmanlı arşivlerindeki kayıtlara göre bu tekke ve ocaklarda verilen hizmetlerden bedel alınmazdı; buna karşılık devlet de bu köyde

yaşayanları vergiden ve askerlikten muaf tutardı. Yine bazı vakfi yelerde bu tekkelerin giderlerini karşılamak için aRazî gelirleri bağışlanmıştı (Bkz. M. Bayar: A.g.m. sayfa 114-115).

Page 13: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Prof. Dr. Nil Sarı – Dr. Burhan Akgün 13

mahallesinde bulunan tekkesinde, içinde yeşil bir direk olan odada akıl hastaları teda-vi edilirmiş. Pir Efendi Sultan, saldırgan akıl hastalarını bu yeşil direğe zincirle bağlar, sükûnete gelinceye kadar bağı çözmez ve hasta sükûnete geldikten sonra verdiği ilâç (müshil şerbeti) ile takatini büsbütün azalttıktan sonra, okuma suretiyle telkinle hastayı tedavi edermiş.52

Hastayı tomruğa bağlama ve gece türbede yatırma, böylece korkutarak şok teda-visi yapma geleneğinin kabul gören bir yöntem olduğunu söyleyebiliriz. Topkapı sarayı Kütüphanesi’nde bulunan bir minyatürde tomruğa ve zincire bağlı hastalara hekimlerin sabırlı duruşları dikkat çekicidir.

Batılılaşma Dönemi

XVIII.yy’dan itibaren savaşlar, depremler ve salgınlar Osmanlı Devleti’ni ve kurumlarını giderek daha zayıf düşürdü. Darüşşifalar da binaları ve hizmetleriyle gide-rek ihmale uğramaya başladı. Örneği, John Howard 1788 senesinde neşrettiği “Etat des Prisons, des hôpitaux et des maisons de force” adlı eserinde; “Türklerin mecnunlar için yaptığı müesseseler cidden fevkalade takdire şayan surette bina edilmiş, lakin du-rumu günden güne ihmal edilmiş” diyor. Gazeteci Delasiauve ise; “Bu kadar haşmetin inhisafa (çökme) uğramasına teessüf etmemek elden gelmez. Bu güzel binalar tutum ve parasızlıktan harabeye dönmüş ya büsbütün metruk bir halde kalmış, yahut maksattan gayrı işe hasredilmiş”53 diye belirtmişti. Darüşşifalar yalnızca bakımsız kalmadı, darüşşifa

52 Pir Efendi Sultanın ölümünden sonra bu tekke ve tımarhane yanmış, yerine oğlu tarafından tekke yaptırılmayıp üç odalı bir darüşşifa yaptırılıp bu şifa hanenin sağ ve sol cephelerine birer kapı konmuştur. Bu iki kapıdan maksat: Hafi f akıl hastalarını bu kapının birinden girip diğerinden çıkarmak suretiyle, bu şekilde de başka bir telkin tedavisi tabik edilirmiş. Oğulları da babaları gibi bu tedaviyi ücretsiz olarak uzun yıllar ifa etmişlerdir. Bu müessese babadan oğula intikâl ederek 1542 den 1890 yılına kadar devam etmiştir. Akıl hastalarının Üsküdar - Toptaşı Bimarhanesinde tedavisi umumi bir emirle tamim edildikten sonra Isparta’daki bu tımarhane kapatılmıştır.

Nuri Katırcıoğlu: Bütün Isparta–1958. http://www.ispartaya.com/kutuphane/butun_isparta_1958.pdf

(Topkapı Sarayı Kütüphanesi Sultan Ahmed I Albümü No:408 Varak 18a)

Page 14: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Türk Tarihinde Psikiyatri Hastasına Kısa Bakış 14

mimarisi ve sağlık çalışanları, XIX.yy’da hızla ilerleyen tıbbın ihtiyaçlarını karşılayamaz oldu ve darüşşifalar akıl hastanelerine dönüştüler. Akıl hastanesi olarak en çok ün yapan Süleymaniye, Manisa ve Atik Valide darüşşifalarıydı. Resmi akıl hastalıkları hastanesi olan Süleymaniye Bimârhânesi’nde 1873 yılı sonunda salgın bir hastalık çıkınca kapatılmış ve hastalar Toptaşı’na Atik Valide Külliyesi’ne taşınmıştı.54 1873 -1927 yılları arasında akıl hastanesi olan Atik Valide Darüşşifası, Toptaşı Bimârhânesi olarak anıldı.

XIX.yy Türk psikiyatri tarihindeki değişime damgasını vuran, Dr. L. Mongeri’55dir ve 1857 -1882 yılları arası Dr. Mongeri dönemi olarak tanınır. Gazeteci Ritti, akıl hastalarının zincirlerini ve dayağı kaldırdığı için Mongeri’nin Pinel de la Turquie (Türklerin Pinel’i) lakabı ile anıldığını yazmıştır. Mongeri, Bimârhânelerin yönetimini ve akıl hastalarının hastanelere yatırılışını düzenlemek üzere faaliyete girişmiştir. Süleymaniye’den Toptaşı’na taşınmayı öngören Mongeri şöyle demektedir:“Süleymaniye bimârhânesi ancak 100-130 kadar hasta alabilecek kapasitedeydi (İlgi çekicidir ki Süleymaniye Külliyesi Atik Valide Külliyesinden çok daha büyüktür). Bu tarihte 198’i erkek olmak üzere 375 deli barınıyordu. Besin taze sebze ve etten mürekkepti. Geceleri açık havada yatmayı itiyat edinmişlerdi. Soğuk havalarda odalarda izdiham had safhada idi. Su kullanmak için değil içmek için bile kâfi değildi. Hastanın sayısı her geçen gün artıyordu, bimârhânenin havası teneffüs edilemez hale geliyordu. İki hastanın ani ölüm haberini aldım. Ayın 27’sinde 3 vaka, 29’unda 10 vaka görüldü. 8 gün içinde 29’u ölümle neticelenen 39 vaka görülmüştü. Hastaların daha iyi bir yere taşınması gerçekleşti, uzun zamandır istediğim yeri bana tahsis ettiler, bütün delileri yıkatıp temizlettikten sonra Toptaşı’na taşıdık.”56 Atik Valide Külliyesinin imareti hariç önemli bölümleri tamir edilerek külliyenin darüşşifa olan kısmı kadın hastalara, darülhadis kısmı ve onun yakınındaki medrese bölümü ise erkek hastalara ayrılmıştı. Bu dönemde hiç bir ayırım yapmadan her millet ve her dinden kadın ve erkek hastalar Toptaşı Bimârhânesi’ne kabul ediliyordu. 57

Mazhar Osman, “Luigi Monceri Süleymaniye ve Toptaşı bimârhânelerinin organiza-törü ve Sultanın lütuf didesi idi” demektedir.58 Gerçekten de Mongeri, akıl hastalarına

53 Mazhar Osman Uzman: Tababeti Ruhiye. İstanbul Üniversitesi Yayınlarından sayı 140, Kader Matbaası İstanbul 1941.Sayfa 45. Fransız Psikiyatrist Moreau de Tours 1842’de İstanbul’a geldiğinde ziyaret ettiği bimârhâne hakkında geniş bilgi vermiş, burada bulunan

bütün hastaların, herhangi bir sınıf veya servet ayırımı yapılmaksızın kabul edildiğini belirtmişti. Şahap Erkoç: Osmanlı’dan Günümüze İstanbul’da Psikiyatri Kurumları. İstanbul . Sayı:48 Ocak 2004. Sayfa 76-79).

54 Osman Nuri Ergin. “Mecelle-i Umûr-ı Beleddiyye”. Cilt 6. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları No.21. İstanbul 1995. Mazhar Osman Uzman, Tababeti Ruhiye.s.45: Osman Nuri (Ergin) Müessesât-ı Hayriye-i Sıhhıye Müdüriyeti, İstanbul 1327.

55 Toptaşı’na taşınan bimârhânenin sertabibi olan İtalyan Dr. Louis Mongeri (1818-1882) aslen Lombardiyalı olup Avusturyalılara karşı girişilen bir isyanın başarısız olması sonucu 1848’de Osmanlı Devleti’ne sığınmıştı. Önce Girit’te bulunduktan sonra İstanbul’da kolera salgını çıkınca buraya gelmiş ve çalışmıştır. Kendisi 1857 yılında Süleymaniye bimârhânesine tabip olarak tayin edilmiş ve 1860 Salnamesinde bimârhânenin sertabibi olarak görülmektedir (Nimet Taşkıran. Türkiye Hizmetinde Büyük Bir Hekim. Süleymaniye Bimârhânesinin son Toptaşı’nın ilk Başhekimi Louis Mongeri. Haseki Tıp Bülteni. Cilt XI, sayı 1 1973. )

56 Nimet Taşkıran: A.g.m. Mongeri, Süleymeniye Bimarhanesinde çıkan bu hastalığı kolera gibi göstermiş ve hastalar 8 Kasım 1873 günü Toptaşı Bimarhanesi’ne

taşınarak Süleymaniye kapatılmıştı. 57 Osman Nuri (Ergin) Müessesât-ı Hayriye-i Sıhhıye Müdüriyeti, s.44; Mazhar Osman Uzman: “Türkler’de Deliler İçin Neler Yapılmıştır”.

Dr. Faruk Bayülkem. Türkiye’de Psikiyatri-Nöroloji ve Nöroşirurjinin Tarihi Gelişimi. İstanbul 2000.Sayfa 45. 58 Mahzar Osman Uzman, Tababeti Ruhiye. s.76.

Page 15: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Prof. Dr. Nil Sarı – Dr. Burhan Akgün 15

karşı Türk–İslam geleneğindeki tutum ve davranışları değiştiren kişidir. 15 Mart 1876 tarihinde yürürlüğe giren Bîmârhânelere Dâir Nizamnâme akıl hastalarının bimârhâneye yatırılmalarıyla ilgili olarak alışılmamış bir polis disiplini getirmiştir. Bu nizamnameden çok önce de mahalle sakinlerinin başvurusuyla akıl hastaları darüşşifalara yatırılmaktaydı. Ancak, hastanın yakınları ona gereği gibi bakılacağını kadı huzurunda beyan ettikleri tak-tirde hasta evde tutulabiliyordu. Örneği, XVII. yy’da Konya şer’i siciline ait 20 Şubat 1673 tarihli belgeden öğrendiğimize göre, Kemal Garib mahallesi sakinlerinden bir grup kadıya başvurarak Ömer adlı bir kişinin annesi Fatıma’nın “aklına hiffet (hafi fl ik, azalma) olmakla” bimârhâneye yatırılarak şerbet verilip tımar edilmesini istediklerinde; Ömer’in de orada hazır bulunup annesini evde tutup lazım gelen bakımı yapacaklarını beyan etmesi üzerine Fatıma’nın oğluna teslim edildiğine dair bir hüküm verilmişti. 59

II. Mahmud devrine gelinceye kadar bimârhânelerin idaresi hekimbaşılara ve son-rada Mektebi Tıbbiye’ye bağlıydı. Mongeri’nin hazırladığı 1876 tarihli nizamname ile bimârhâneler Umûr-ı Tıbbıye60 ve Zaptiye Nezaretlerine tevdi olunmuştu.61 Böylece polis doğrudan devreye sokulmuştu. Yeni düzenlemenin asıl sebebi “gayrimüslim tebaanın has-tanelerinde eskiden beri ruhanî reisleri tarafından verilen ruhsat üzerine akıl hastalarının kabul edilmesi ve bunun da pek çok istismara neden olmasıydı.”62 Türk ve Müslüman toplumun böyle bir sıkıntısı hiç olmamıştı. Zaten tarih boyunca sağlık konularındaki iki-lemleri hekimbaşılar çözmüş, 1850’de hekimbaşılığın kaldırılmasından sonra da Mekteb-i Tıbbiye devreye girmişti.

59 Sarı, Nil: Osmanlı Sağlık Hayatında Kadının Yeri (Tamamlayıcı Belgeler). Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları 4. İst. 1998. s.254.60 Meclis-i Umur-u Tıbbiye 1840 yılında padişah Abdülmecid’in emri ile kurulmuş olan üyelerini Mekteb-i Tıbbiye hocaları ile azınlıklara

mensup hekimlerin oluşturduğu başlıca görevleri arasında İmparatorluk sınırları dahilinde tıp alanında çalışan tüm meslek erbabının de-netimi, çalışma belgelerinin düzelenmesi ile halka satılan ilaçların denetlenmesi idi. Bu meclisin başında Hekimbaşı bulunuyordu. 1849’da ise yeni bir düzenlemeyle ikinci kez kurulmuştur. Bu meclise yabancı hekimler ile Hristiyan tebaanın hekimleri dahil edilmemiştir. (A.Altıntaş-H.Hatemi: Türk Tıp Eğitiminin Önemli Adımları. İst., 2006. s.114

61 Osman Nuri Ergin. “Mecelle-i Umûr-ı Beleddiyye”. Cilt 6. S.3372.62 23 Mart 1876 tarihli Zabtiye ve Tıbbiye Nezâret-i Behiyyesine (güzel nazırlıklara) Tastîr Buyurulan (yazılan) Tezkire-i Sâmî (yüce)

Sûretidir başlıklı tezkire ile Tıbbiye ve Zaptiye Nezaretlerine bildirildiğine göre “Dersaadette Toptaşı darüşşifasından başka yerlerde gayrı Müslim milletlerin hastanelerinde eskiden beri reis-i ruhaniyyeleri tarafından verilen ruhsat üzerine mecânin kabul edilmekte ise de bu usul pek çok suiistimallere sebep olmuş; bundan böyle Dersaadette (İstanbul’da) ve taşralarda bulunan veya inşa edilecek olan bilcümle şifahane ve hastanelerin düzeni için bu nizamname Sertabib Mösyö Mongeri tarafından kaleme alınmış, tashih ve tadil olunarak” bu nizamname çıkarılmıştı. Osman Nuri Ergin. “Mecelle-i Umûr-ı Beleddiyye”. Cilt 6. S.3377.

L.Mongeri (İstanbul Tıp Fak. Tıp Tarihi Arşivi)

Page 16: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Türk Tarihinde Psikiyatri Hastasına Kısa Bakış 16

Nizamnâme’nin Türk tarihi bakımından en yararlı tarafı Mekteb-i Tıbbiye Nezareti’nden ruhsat almadan bimârhânelerin açılamayacak ve çalışamayacak olması (madde 1); bimâr-hâne yapılacak yerin mevkisinin, büyüklüğünün sağlığa uygun olarak yapılması (madde 3); ve hasta kayıtlarının cetvellerle düzenlenmesi (madde 19) koşullarının get-irilmesidir. Nizamnamenin, “herhangi bir evde mecnûn görülünce ve bunun bağlanmaya mecbur olduğu durumda bağlanacak ve hükümete haber verilecek; mecnûn, biri zabıta tarafından ve biri de ailesi tarafından iki tabip tayiniyle muayene olunacak” maddesi (madde 2) şikayet olmadan akıl hastasının zorla bimârhâneye getirilebilecek olmasının ifadesidir. Hastaların bimârhânelere kabulü (madde 4) ve cinnete müptela olanların ne şekilde hapsedilecekleri (madde 7) ile taburcu olmalarıyla ilgili kurallar (madde 15, 16 ve 17), bu nizamname ile akıl hastalarına suçlu muamelesinin öngörüldüğünü gösterir.63

Söz konusu nizamnamenin yürürlüğe girmesiyle özellikle taşradan Toptaşı’na gönderilen akıl hastalarının sayısı hızla artmış, Mongeri’nin şikayet konusu ettiği izdihamın daha da artmasına sebep olmuştu. Fransız Débat gazetesi muhabiri Ritti, Monceri’nin müdür olduğu Toptaşı döneminden şikayet eder ve Toptaşındaki hastaların pek fakirâne ve sefi lâne yatırılıp beslendiğini; ne temizliğin ne de tedavinin yapılabildiğini yazar: “Bimârhânede 620 kişi olduğu halde (450 erkek, 170 kadın) hepsi 150 yatakta koyun koyuna yatmaktadır. Bu hastaların 70’i Hristiyan’dır. Hastanede bir başhekim, iki tabip ve 50 hastabakıcı vardır”.64 Mongeri’nin 1882’de ölümünden sonra yardımcısı Castro baştabip olarak görevlendirildi. Mazhar Osman’ın Tababeti Ruhiye kitabından öğreniyoruz ki, Castro’ya göre Toptaşı’ndaki izdihamın sebebi gayrimüslim hastanelerinin akıl hastalarını kabul etmemesiymiş. Castro, “600 hastanın 114’ünün İstanbullu olduğunu, taşraların hastaları hep İstanbul’a gönderdiklerini, Ortodoks Rum ve Ermeni millet hastaneleri son zaman-larda (hasta) almadığından Toptaşı’na dolduklarını, hatta müzmin saralılar ve mecnunların

63 Osman Nuri Ergin. “Mecelle-i Umûr-ı Beleddiyye”. Cilt 6.s.3373.64 Mahzar Osman Uzman, Tababeti Ruhiye. s.78.

Page 17: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Prof. Dr. Nil Sarı – Dr. Burhan Akgün 17

da buraya konduğunu” yazmıştı.65 1893 yılında İstanbul’da görülen kolera salgınında Toptaşı’nda 84 hastanın ölmesi 66 üzerine taşradan hasta kabul edilmesi hükümetçe yasaklandı67. Mongeri’nin hazırladığı nizamname işlemez duruma gelmişti…

Toptaşı Bimârhânesi (1893-1908 yıllarında) adeta bir hapishaneye dönüşmüştü. Zap-tiye Nezareti sokakta başıboş dolaşan delileri topluyor ve onları Hapishane-i Umumi’deki (Sultanahmet’te1831’de açılan ve meydana bakan hapishane) ayrı bir yerde müşahade altında tutuyor, cinnet getirdiği kesinleşenler Toptaşı’na gönderiliyordu 68. Mazhar Os-man o dönemi “yer boşalıncaya kadar aylarca hapishanede kaldıkları çoktu. Zamanla hapishaneye de sığmaz oldular. Polis karakollarında deliler, sabıkalılarla beraber gün-lerce yatarlardı” diye anlatır 69. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanından sonra bimârhânede hapsedilen hastaların durumu gündeme geldi. Mazhar Osman “ İnkilâp senesinde Toptaşı çok tenkit edildi. 35 senedir herkese ve hatta hekimlere, mütehassıslara bile kapalı duran kapısı, esrarengiz bir muamma tarzında yaşayış, hastaların tedavisi ve bakımı hakkında dedikodular, bilhassa halkın cinnet hakkında bir fi kri olmayışından kapananları bir deliden ziyade siyasi mağdur vesaire zannedişleri, nihayet Sultan Hamid’in, zaptiye nazırının emriyle duhul ve huruç oluşu halkı, gazeteleri coşturdu. Kastro tekaüdlüğünü isteyerek çekildi” 70 diye yazmaktadır. Bu durum bir bakıma Bîmârhâne Nizamnâmesinin zaptiyeye tanıdığı yetkinin bir sonucuydu.

1900 yılında devletin resmi akıl hastanesi olan Toptaşı Bimârhânesi dışında İstanbul’da beş akıl hastanesi daha vardı. Bunlar gayr-ı müslim hastaneleriydi. 1834’te kurulan Or-todoks Ermenilere mahsus Surp Pırgiç hastanesi (190 hasta); 1837’de inşa edilen Balıklı Rum Hastanesi (300 hasta); Ermeni Katolik Millet Hastanesi (Surp Agog Hastanesi, 51 hasta); Şişli’de Fransız Hastanesi (125 hasta) ve İtalya Hükümeti Kraliyet Hastanesi. Tıp mektebinin kliniklerinin bulunduğu Gülhane Seririyatında da 15 yataklı bir akliye ve asa-biye koğuşu vardı. 71

Müessesat-ı Hayriye-i Sıhhıyye Dönemi (1909-1912)

Kurumların vakfi yeleri doğrultusunda idare edilmeleri çoktan unutulmuştu. 25 Tem-muz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle Şehremanetine bağlı hastanelerin tek elden yönetilmesi amacıyla 19 Ekim 1909 tarihinde “Müessesat-ı Hayriye-i Sıhhıyye İdaresi” kuruldu. Toptaşı bimârhânesi de bu idareye devredildi. Bu müessese, lağvedildiği 5 Ekim

65 Mahzar Osman Uzman, Tababeti Ruhiye. s.78-79.66 Osman Nuri (Ergin) Müessesât-ı Hayriye-i Sıhhıye Müdüriyeti, İstanbul 1327, sayfa 47.67 Toptaşına 450 den fazla hasta alınmaması kararı alındı (150 inas, 300 zükur). 1894’te bimârhânenin kadınlar kısmı

genişletildi. (Bkz. Osman Nuri (Ergin) Müessesât-ı Hayriye-i Sıhhıye Müdüriyeti, İstanbul 1327, s.48. Ve B.O.A. İrade Şehremaneti no. 1312 hicri 1894 tamirat (1893 salgınından sonra) Toptaşı’nda kain bimârhânenin nisaya mahsus daireye ilaveten yaptırılan koğuş.

68 Nuran Yıldırım: “Meclis-i Vükela’nın Akıl Hastası Musevi Bir Kadın için Aldığı Karar”. Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları 2-3 .İst.1997. s.258-59

69 Mahzar Osman Uzman, Tababeti Ruhiye. s.6670 Mahzar Osman Uzman. “Türkler’de Deliler İçin Neler Yapılmıştır”. Dr. Faruk Bayülkem. Türkiye’de Psikiyatri-Nöroloji ve

Nöroşirurjinin Tarihi Gelişimi. İstanbul 2000. sayfa 45. Dr. Castro’nun yerine muavini Dr. Avni Bey tayin edildi.71 1909’dan sonra Haydarpaşa Tıbbiyesi’ne nakledilmiş ve 50 yataklı hale getirilmiştir.

Page 18: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Türk Tarihinde Psikiyatri Hastasına Kısa Bakış 18

1912 (22 Eylül 1328) tarihine kadar sağlık kurumlarını geliştirdi ve düzenledi. Artık akıl hastaları hemen hastaneye ya da hapishaneye kapatılmayacaktı. Dr. Avni Mahmut Bey, Haseki’de bir müşahadehane kurdu; artık mecnunlar önce müşahedehaneye alınıyor, yatak açıldıkça Toptaşı’na gönderiliyordu.

Bu dönemde Toptaşının kapısı hekimlere ve halka da açıldı; hastalara yiyecek ve giyecekler bağışlandı. İdare binayı tamir ve tefriş etti72. Bir laboratuar kuruldu, fi zik te-davi aletleri getirtildi. Hastaların müzikle tedavisi için gramafon ve plaklar alınmıştı; bu-nun önemi şöyle anlatılmıştı: “Musıki ile tedavinin elyevm mühim bir faide temin ettiği ve hatta işbu tarz-ı mudâvâtın (tedavi şeklinin) eslâf-ı âzâm (daha önceki büyük kişiler) tarafından te’sis olunan bimârhânelerde bile tatbik olunduğu nazâr-ı dikkate alınarak mükemmel bir gramofon ve müteâdil plaklar mubayaası (satın alınması) ile isti’mâl edilmekte bulunmuştur. Gramofon çaldırılması zavallı meccanin arasında o derece mem-

Müessesat-ı Hayriyye-i Sıhhiye Döneminde Toptaşı Bimârhânesi’nden iki görünüm

73 1910 yılında yatak sayısı 480’e çıkarıldı. Yine aynı yıl yeni alınanlarla beraber Toptaşı’ndaki hasta sayısı 685’e ulaştı. Bu dönemde Toptaşına senelik 1 milyon 440 bin kuruş bütçe ayrılmıştı (Dr. Ercümet Baktır. “Prof. Dr. Mahzar Osman’la Konuştum” Dr. Faruk Bayülkem. Türkiye’de Psikiyatri-Nöroloji ve Nöroşirurjinin Tarihi Gelişimi. İstanbul 2000.s.78-81).

73 Osman Nuri (Ergin) Müessesât-ı Hayriye-i Sıhhıye Müdüriyeti. s.46.

(Sıhhat Almanakı 1933’den) Dr. A. Mahmud Bey Haseki’de tamir çalışmalarınanezaret ederken (Müessesat-ı Hayriyye-i Sıhhiye’den)

Page 19: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Prof. Dr. Nil Sarı – Dr. Burhan Akgün 19

nuniyeti mucip olmuştur ki ta’rifi gayri kabildir”73. Yeni banyo ve duş yerleri yaptırılmıştı. Çamaşırhane ve mutfağın yeniden tesisi, yeni

bir ameliyathane kurulması, kışlık teneffüshane oluşturulması; etüv makinaları alımı, po-liklinik binası ve konferans salonu inşası, hastabakıcılık gece dersleri, kadın hastalara hafi f el işleri kurslarının açılması gibi çalışmalar da planlanmıştı. Ancak araya giren savaşlar ve salgın hastalıklar yüzünden gerçekleştirilemediler. Müessesat-ı Hayriye-i Sıhhiye idaresi-nin gayretleri netice vermiş ve 1910 yılında İstanbul’da çıkan ve beş ay devam eden kolera salgınında Toptaşı’ndaki hastalarda ölüm oranı düşmüştü. 74 Ama Süleymaniye Bimârhâne-si binası daha önce nasıl ki yetersiz bulunmuş ise; 1911’de de Toptaşı bimârhânesinin yetersiz olduğu ve hastaların bir başka yere nakli gündeme geldi. O tarihlerde yapının şehrin içinde olmasının sakıncalı olduğu ileri sürülmüştü75. Akıl hastalarının yine tek bir hastanede toplanmaları ve şehrin dışına çıkarılmaları öngörülmüş; hastaların meşguliyetle tedavileri için hastanenin geniş bir arazi içinde bulunması gereği öne sürülmüştü76.

14 Aralık 1913 de yürürlüğe giren “Bîmârhâne ve Müşâhedehâne Talimâtnâme-si” ile bimârhânelerin yatak sayısı, sağlık çalışanlarının ve diğer çalışanların görevleri tanımlandı. Bu yönerge önemli bir gelişmeydi. Ancak 1911 yılından itibaren ardı ardına gelen savaşlar (Trablusgarp, Balkan, I. Dünya ve İstiklal) tüm devlet kurumlarında koşulların kötüleşmesine sebep olmuştu. 1918’deki mütareke ve daha sonra İstanbul’un işgali yıllarında hükümetin el uzatamadığı akıl hastalarının yardımına yine halk koştu. Tarih boyunca olduğu gibi, halk hastalarının beslenme, giyinme, bakım ve tedavilerine yardımcı oldu77.

1920 yılında Mazhar Osman Toptaşı Bimârhânesi baştabipliğine getirildi. Baştabip Avni Mahmut Bey de Zeynep-Kâmil Asabiye ve Akliye hastanesine78 tayin edildi. Bu ta-rihlerde Toptaşında kapılar açıktı, isteyen rahatlıkla hastaları ziyaret edebiliyordu. Genç

74 Osman Nuri (Ergin) Müessesât-ı Hayriye-i Sıhhıye Müdüriyeti. s.47-48.75 Burası şehrin ortasındaydı. Bir medrese bahçesi kadar ortada gökten başka manzarası olmayan bir hava yeri vardı. Hastaların

bağırmasından komşu halk her zaman bizardı. Fen erbabına bile kapıları kapalı bu müessese semtin yaramaz çocuklarıyla temastan geri kalmıyor. Deliler ellerine ne geçerse sabun, kaşık, yatak çarşafı akıllılara atıyor. Akıllılar da delilere duvar üstünden taş, yapı çivisi, bıçak yağdırıyordu. Memleketin son 30 senesinde hükümet iktisadi buhran içinde bocalarken o semti istimlak ederek bu binayı park ortasında bırakamazdı. Zaten müessese 300 hastadan fazla alamazdı. İnkılabı müteakip bu binayı aciz, fakir ve mefl uçlara yani müzmin sinir hastalıklarına tahsis etmek ve asrî bir bimârhâne yapmak zarureti kendini göstermişti (Mahzar Osman Uzman, Tababeti Ruhiye. s 62.).

76 Hakayık-ı fenniyedendir ki meccânin, illetlerinin envâına ve derece-i liyâketlerine göre ufak mikyasta ziraat, doğramacılık, el hünerleri gibi hidemat-ı hafi fe ile uğraştırıldıkları halde bir haylisi şifâyâp olmaktadır. Bu hakikat Avrupa bimârhânelerindeki örnekle müsbettir. İşte bundan dolayıdır ki memâlik-i mütemeddinede son zamanlarda bimârhâneler şehirler haricinde araziî-i vasıa üzerine inşa edilerek bir kısım meccanine bimârhânede bulundukları müddet zarfında isti’dat ve derece-ı sıhhatları nisbetinde ba’zı harf ve sânâyi öğretilmekte ve meccânin bu arazi üzerinde ziraatle iştigal ve fazla olarak güneşten ve saf havadan istifâde ettirilerek bir an evvel iâdei afi yet yerine gayret olunmaktadır. (Osman Nuri (Ergin) Müessesât-ı Hayriye-i Sıhhıye Müdüriyeti, İstanbul 1327, sayfa 49.)

77“ Hükümetin yardım edemediği bu müesseseye İstanbul halkı teveccüh gösterdi. Yer yatağında, içersindeki yünleri pislikle karışmış yırtık yatağa kadit vücutlarını sokmuş, ocağında odun bile olmadığı için çiğ kabağı ısıra ısıra yiyen ve yalnız ekmek diye haykıran delilerin imdadına koşan erbabı hamiyet bir ay içinde o sefalet ocağını şenlendirdi, karyolalar yataklar, çamaşırlar elbiseler temin edildi. Pellagra-dan tüberküloza kadar bin muhlik hastalık içinde mukadderatını bekleyen hastalara bol yemek yetiştirildi, senelerden beri kaşınmaktan kaşarlanmış ciltleri bir hafta içinde asırlık uyuzdan, bitten kurtuldu. Güllabiciler hastabakıcı kıyafetine sokuldu. Hastalara güzel bakmaları için dersler verildi. Poliklinikler dispanserler tesis edildi. Toptaşı bimârhânesinde anatomi, biyoloji, psikoloji laboratuarları açıldı.Büyük bir hızla ilerlemeğe başladı. Birkaç hafta içinde eskiden maktel olan o bir asrî hastane haline girdi (Mahzar Osman Uzman, Tababeti Ruhiye. s.62).

78 Üsküdar Nuhkuyusu’ndaki bu hastane 1862 yılında Yusuf Kamil Paşa ile Zeynep Hanım tarafından dahili ve harici hastalıklar için yaptırılmıştı. I.Dünya Savaşı sırasında ücretli sinir ve akıl hastalarının bakıldığı bir hastaneye dönüştürülmüştü. Bkz. (Mahzar Osman Uz-man, Tababeti Ruhiye. s.65).

Page 20: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Türk Tarihinde Psikiyatri Hastasına Kısa Bakış 20

psikiyatristler Mahzar Osman’ın çevresinde toplanmış ve Toptaşı bir eğitim müessesesine dönüşmüştü79. Fahrettin Kerim Gökay, Mazhar Osman’ın getirdiği yeni düzenlemeyle, “Nöbette artık doktoru da memuru da içeride hastaların yanındaki odalarda yatacaktı. Bu suretle doktor hasta ilgisi sıkı bir disipline sokuluyordu” diye hocasını takdir ile anar80. Mazhar Osman, Toptaşı’nı Darülaceze’ye nakletme talebi geri çevrildikten sonra 1922 yılında baştabiplik görevinden istifa etti. Kendisi ile beraber bulunan genç hekimler de ayrıldı ve Mazhar Osman’ın gayret ve teşebbüsü ile ihtisaslarını tamamlamak üzere Almanya’ya çeşitli klinik ve enstitülere gönderildiler81.

Türkiye’de Psikiyatri Eğitiminin Başlaması:

1893’te Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’den mezun olduktan sonra Almanya’ya gönderilen ve burada akliye (psikiyatri) ve asabiye (nöroloji) ihtisasını alarak 1896’da Türkiye’ye dönen Raşit Tahsin (1870-1936), aynı sene sonunda Askeri Tıbbiye’de Emraz ve Seririyat-ı Akliye ve Asabiye muavinliğine atanmıştır. 1896 yılında Emraz-ı Akliye ve Asabiye, Emraz-ı Dahiliyeden bağımsız bir ders haline getirilmiş ve Raşit Tahsin bu dersi 1898’e kadar haftada iki saat teorik, 1900’e kadar da iki saat teorik, iki saat de poliklinik uygulaması şeklinde devam ettirmiştir82. Mülkiye Tıp Mektebi’nde de akliye ve asabiye dersleri başlayınca fahri muallimliğe Raşit Tahsin getirilmiş; daha sonra iki tıp mektebi-

79 Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay. “Türk Tababet-i Ruhiye Tarihi” Dr. Faruk Bayülkem. Türkiye’de Psikiyatri-Nöroloji ve Nöroşirurjinin Tarihi Gelişimi. İstanbul 2000. sayfa 136.

80 Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay. “Toptaşında Hocam Mahzar Osman” Dr. Faruk Bayülkem. Türkiye’de Psikiyatri-Nöroloji ve Nöroşirurjinin Tarihi Gelişimi. İstanbul 2000. sayfa 68.

81 İhsan Şükrü (Aksel) Münih’te Spielmayer’in yanında nöropatoloji; Fahrettin Kerim (Gökay) Münih’te Kraepelin’in yanında klinik ve deney-sel psikiyatri; Ahmet Şükrü (Emed) yine Münih’te seroloji; Şükrü Hazım (Tiner) Hamburg’a Nonne’nin yanına Nöroloji alanında eğitim yapmaları için gönderilmişti. Bu hekimler memlekete döndükten sonra psikiyatrinin farklı disiplinlerinin Türkiye’deki kurucuları olacaktı.

82 Z. Özaydın: Raşit Tahsin’in Berlin’de Yapılan IV. Uluslar arası Akiye ve Asabiye Kongresinde Sunduğu Bildiri. Yeni Symposium 37 (1-2):29-32, 1999.

1922’de Münih Kongresi sırasında M. Osman ve öğrencileri (Soldan sağa: Ahmet Şükrü, Fahreddin Kerim, İhsan Şükrü ve Necati Kemal.) M.Osman: Sıhhat Almanağı 1933,s.230.

Page 21: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Prof. Dr. Nil Sarı – Dr. Burhan Akgün 21

nin birleştirilerek tıp fakültesi yapıldığı yıl olan 1909’a kadar Mülki Tıbbiyedeki dersleri Lofçalı Derviş Paşa devam ettirmiştir83.

1896-1933 arasında nöroloji ve psikiyatri eğitimi için yurtdışına gönderilen hekim-lerin çoğu Almanya’ya ve özellikle Kraepelin Enstitüsü’ne84 gitmişlerdir. Raşit Tahsin de Kraepelin’in yanında eğitim görmüştür. 1920’de yayınladığı Seririyat-ı Akliye Dersleri adlı kitabının bir kısmında Kraepelin’in son eserinden alıntılara da yer vermiştir.

1924 yılına gelinceye kadar akliye ve asabiye dersleri tek ders olarak verilmekte iken 1924-25 ders yılında ayrılmışlar ve Emraz-ı Asabiye Dersleri’ni muallim olarak kadroya alınan Mustafa Hayrullah Bey (Diker) vermeye başlamıştır85. Raşit Tahsin 1933 reformuna kadar tıp fakültesi emraz-ı akliye müderrisliği görevini sürdürmüştür.

Cumhuriyet Dönemi

Cumhuriyet’in başlangıcında nöroloji ile psikiyatri hastaları ve doktorları bir aradaydı. Psikiyatride organik yaklaşımın kökleşmesi bu dönemde başladı diyebiliriz. İhsan Şükrü Aksel, Türkiye’deki ilk nöropatoloji laboratuarını kurdu ve laboratuara büyük beyin mikro-tomu dahil tüm modern aletler temin edildi86. Rasim Adasal, Toptaşı’ndaki yeni gelişmeleri şöyle anlatmıştı: “Ahmet Şükrü (Emet) laboratuarında akıl hastalarının bel suyu tahlillerini yapıyor ve buna ait bir kitap yazıyordu. İhsan Şükrü Aksel anatomopatoloji laboratuarında durmadan açılan beyinlerde akıl hastalıkları için patolojik lokalizasyon arıyordu”.

Cumhuriyet yönetimi, Bakırköy’de bulunan ve bin dönüm arazi üzerinde kurulu olan, inşaatı yarım kalmış Reşadiye kışlasını 1925 yılında İstanbul Emrazı Akliye ve Asabiye

83 Mine Şehiraltı: 1896-1933 Döneminde Türk Psikiyatri Eğitimi. Tarih ve Toplum. Sayı:184 Nisan 1999. s.226.84 Her akıl hastalığı türünün birbirinden farklı ve ayrı belirtileri olduğunu, her bir hastalığın önceden belirli ve tanımlanabilir bir seyir

gösterdiğini açıklayarak ilk tanımlayıcı (deskriptif) bölümlemeyi yapmıştır. Psikiyatri’de Emil Kraepelin (1855-1926) ile başlayan bu dönem “tanımlayıcı dönem olarak bilinmektedir. Türkiye’de 1950’li yıllara kadar bu ekol etkili olmuştur (Mine Şehiraltı: 1896-1933 Döneminde Türk Psikiyatri Eğitimi. Tarih ve Toplum. Sayı:184 Nisan 1999. S.223.).

85 Mine Şehiraltı: 1896-1933 Döneminde Türk Psikiyatri Eğitimi. Tarih ve Toplum. Sayı:184 Nisan 1999. S.224.86 Prof. Dr. Rasim Adasal. “Toptaşından Bakırköy’e” Bakırköy’de 40 yıl kitabından Ankara Üniv. Tıp Fak. Psikiyatri kliniği. Dr. Faruk

Bayülkem. Türkiye’de Psikiyatri-Nöroloji ve Nöroşirurjinin Tarihi Gelişimi. İstanbul 2000. sayfa 93

Raşit Tahsin (Tuğsavul) Bey (CTF Tıp Tarihi Arşivi)

Page 22: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Türk Tarihinde Psikiyatri Hastasına Kısa Bakış 22

Hastanesi’ne verdi ve baştabipliğe getirilen Mazhar Osman, yardımcılarıyla beraber 1927 yılında akıl hastalarını Toptaşı’ndan Bakırköy’e taşıdı.

Yurtta görülen akıl hastalarının İstanbul’a, Bakırköy Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne kadar sevk edilmesi tehlikeli ve güç bir iş olduğundan 1926 yılında ellişer yataklı Elazığ ve Manisa Hastaneleri açılmıştır87.

1933 Üniversite reformundan sonra Müderris Raşid Tahsin emekli edilmiş, İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği’ne Mazhar Osman ordinaryüs profesör olarak atanmıştı. Mazhar Osman aynı zamanda Bakırköy’deki hastanenin de başhekimi olduğundan, has-tanenin kırk yatağı ve iki de laboratuarı bulunan 30’uncu koğuşu Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği olarak kullanılmaktaydı.

1952 yılında Fransa’da klorpromazin keşfedilene kadar gerçek anlamda psikofarma-kolojiden bahsedilemezdi. Bu tarihe kadar dünyada geçer olan tedavi şekilleri ülkemizde de uygulanmaktaydı. Bunlardan ilki “Ateş Tedavisi” denilen ve frengiye bağlı meningo ensefalit (paralizi jeneral) tedavisi için sıtma mikrobunun kullanılmasıydı. Hastaya sıtmalı kan enjekte edilerek hastada sıtma hastalığı oluşturulur; yüksek ateşin frengi mikrobunu öldürücü tesirinden istifade edilerek ensefalit tablosunun düzeltilmesine çalışılırdı88. İkinci bir tedavi yöntemi de “İnsülin Koma Tedavisi” idi. Bunda da hastaya önce insülin verilir, hastanın hipoglisemik komaya girmesi temin edilir, bir süre sonra ağızdan glukoz çö-

87 Cumhuriyetin ilk yıllarında sağlık kuruluşlarının yurt sathına dağılışını gösteren ve Türkiye Cumhuriyeti Sıhhat ve Muazenet-i İçtimaiyye Vekaleti’nce (Sağlık Bakanlığı) hazırlanan haritada Manisa ve Elazığ illerinde birer Emraz-ı Akliyye ve Asabiyye Hastanesi gösterilmiştir ( Milli Kütüphane HRT 1994- D-1607 SSYB Ankara.).

88 Bu yöntemi bulan Wagner-Jauregg 1927’de Nobel Tıp Ödülü’nü kazanmıştır.89 Ali Babaoğlu: Psikiyatri Tarihi. Okuyanus Yayınları. İst., 2002. s.206-216.

Elazığ Emrazı Akliye ve Asabiye Hastanesi(Mazhar Osman: Sıhhat Almanakı 1933, s.536)

Manisa Emrazı Akliye ve Asabiye Hastanesi

Page 23: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Prof. Dr. Nil Sarı – Dr. Burhan Akgün 23

zeltisi verilerek komadan çıkarılırdı. Bazen ölümle sonuçlanan riskli bir yöntemdi. Daha sonra kardiazol kullanılarak epilepsi nöbetleri oluşturulması yöntemi kullanılmıştır89. En tartışmalı tedavi yöntemlerinden biri de lobotomi idi. İlk kez 1936 yılında Egaz Monis adlı Portekizli beyin cerrahının duyurduğu bu yöntem prefrontal korteksin beynin diğer kısımları ile olan bağlantısının kalıcı olarak kesilmesi esasına dayanıyordu90. ABD’de 1939-1951 yılları arasında 18,000 hastaya yapıldığı bilinmektedir91. Bakırköy’de de bir süre uygulanan bu işlem daha çok oligofrenik, çok saldırgan, ileri safhada epilepsili hasta-lara yapılmıştır. Son olarak 1938’de İtalya’da bulunan elektroşok tedavisi uygulanan te-davi yöntemleri arasına girdi92. Bu dönemde ilaç tedavisi olarak en çok afyon preparatları ile sakinleştirici etkisi olan sodyum bromür ve potasyum bromür kullanılmaktaydı93.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında tüm Türkiye’de görülen yokluk ve sefalet Bakırköy’deki hastaları da çok etkilemiş, yaşam koşulları çok kötüleşmiş, kâh bakımsızlıktan kâh çeşitli hastalıklardan ötürü bir çok hasta ölmüştü (ölüm oranı %33-35)94.

1945 yılında Türkiye’nin ikinci üniversitesi olan Ankara Üniversitesi açıldı ve Prof. Dr. Rasim Adasal, Ankara Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği’nin başına geçti.

1954 yılına gelindiğinde; Tıp Fakültesi Dekanı Ord. Prof. Dr. İhsan Şükrü Aksel’in psikiyatri kliniği başkanlığı zamanında inşa edilen Çapa’daki binasına taşınılmış ve 80 yıl sonra (1873-1954) akıl hastaları İstanbul’a dönebilmişlerdir. 1963 yılında ise İstanbul Tıp Fakültesi’nde yeni bir yapılanmaya gidilerek Psikiyatri ve Nöroloji klinikleri Nöro-psikiyatri adı altında birleştirilmiş ve Cerrahpaşa Hastanesi içinde bir psikiyatri kliniğinin açılması kararlaştırılmıştır. Daha sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin Psikiyatri Kliniği olacak olan yeni kliniği Doç. Dr. Ayhan Songar, Adnan Ziyalar ve Oğuz Arkonaç beraber kurmuşlardı95.

1960’lı yıllardan itibaren koruyucu ruh sağlığı hizmetleri de ele alınarak İstanbul’un çeşitli semtlerinde ruh sağlığı dispanserleri açılmıştır. 1962’de Aksaray, 1963’te Koca-mustafapaşa, Kasımpaşa ve Eyüp, 1964’te Üsküdar ve 1965’te Sağmalcılar dispanserleri hizmete girdi. 1970’te Beşiktaş’ta hizmete giren Ruh Sağlığı Merkezi aynı zamanda Gündüz

90 Egaz Monis bulduğu yeni yöntemle 1949’da Nobel Tıp Ödülü’nü kazanmıştır.91 http://oak.cats.ohiou.edu/~aj226602/info-pub_jaszczuk.htm 92 A.Songar: Psikiyatri; Dünya’da ve Türkiye’de 1850 Yılından Sonra Tıp Dallarındaki İlerlemenin Tarihi (Ed. Ekrem

Kadri Unat). Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Vakfı Yayınları. İst.,1988. s.375. 93 Proje Tasarım ve Danışmanlığını Şahap Erkoç’un yaptığı Maviş adlı belgesel fi lmde Rıdvan Cebiroğlu ve Adil

Üçok’un anlattıklarından alınmıştır.94 Maviş fi lminde Faruk Bayülkem’in anlattıklarından.95 A.Songar: Psikiyatri; Dünya’da ve Türkiye’de 1850 Yılından Sonra Tıp Dallarındaki İlerlemenin Tarihi (Ed. Ekrem

Kadri Unat). s.381.

Page 24: İ ı 1 İYE’DE SIK KARŞILAN PSİ Sempozyum Dizisi No:62 •Mart ... · Orta Asya’daki Türk kavimlerinde tedavi sanatı ile uğraşanlar kam adı verilen şamanlardı. Bazı

Türk Tarihinde Psikiyatri Hastasına Kısa Bakış 24

Hastanesi olarak hizmet vermeye başlamıştı. Böylece hastaneye yatırılmadan hastaların hem tedavileri yapılmış hem de rehabilitasyonuna yönelik faaliyetler gerçekleştirilmişti.

İstanbul’da mevcut yedi dispanserden başka 1963’te Ankara İl Özel İdaresince Yenişehir Ruh Sağlığı ve Araştırma dispanseri açılmıştır. 1967 yılında ise ilk kez Sağlık Bakanlığı bünyesinde Ruh Sağlığı Müdürlüğü kurulmuştur. 1970’te Samsun’da açılan Ruh Hastalıkları Hastanesi’ni Ankara Gölbaşı, Gaziantep ve Adana’da açılan hastaneler takip etmiştir96.

Akıl hastaları, Mongeri ile başlayan dönemde toplumdan soyutlanmaya başlanmış ve ülke koşulları göz önünde tutulduğunda uzun süre üvey evlat muamelesi görmüşlerdi. Her ne kadar 1950’lerde başlayan şehre dönüş akıl hastalarını toplumla iç içe bir konuma getirmiş gibi görünse de halk artık onları uzak durulması gereken tehlikeli kişiler olarak görmeye başlamıştı. Aynı tablo akıl hastanelerinde de izlenebilmektedir. 1967 yılına gelinceye ka-dar Sağlık Bakanlığı bünyesinde bir Ruh Sağlığı Müdürlüğü yoktu. Ruh sağlığı konusuna da ilk kez 1968-72 yıllarını kapsayan II. Beş Yıllık Kalkınma Planında yer verilmiştir97. Yeni kurulan birçok tıp fakültesi psikiyatri kliniğine yıllar sonra sahip olabilmiştir98. 1933 yılında yeni kurulacak hastanelere numune olsun diye açılan Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde bile kuruluşundan ancak 68 yıl sonra psikiyatri kliniğinin açılmış olması bu ihmalin bir örneği sayılabilir. Aynı farklılığı, 1925-1965 yıllarını kapsayan bir dönemde Sağlık Bakanlığı’na ait yataklı tedavi kurumlarının durumunu gösteren bir tabloda çok net görebilmekteyiz99:

Devlet yöneticilerinin, doktorların ve hasta yakınlarının ilgi ve desteği ile akıl hastalarının bakım ve tedavi kurumlarının geliştirileceğini ümit ediyoruz. Çünkü akıl hastaları ile bedensel engeli olanların tedavi ve rehabilitasyonuna yönelik çalışmak; bu işle uğraşan kurumları yurdun dört bir yanında çoğaltmak sosyal devlet olmanın bir gereği olduğu kadar insan olmanın da bir koşuludur.

96 Sağlık Hizmetlerinde 50 Yıl. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Yayınları: No:422. Ankara, 1973. S.173-174. 97 Sağlık Hizmetlerinde 50 Yıl. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Yayınları: No:422. Ankara, 1973. S.173-17498 1955’te kurulan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi 1970 yılında; 1963 yılında modern bir kuruluş olarak tesis edilen Hacettepe Üniversitesi

Tıp Fakültesi 1968 ‘de psikiyatri kliniğine kavuşurken; 1965’te kurulan Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi ile 1967’de kurulan Diyarbakır Tıp Fakültesi ise 1980 yılına gelindiğinde henüz psikiyatri kliniği kurulamamıştı (Fevzi Samuk: Türkiye’de Akıl Hastanelerinin Dünü ve Bugünü. İst., 1980. s.73-76.).

99 Cumhuriyet Dönemi Yataklı Tedavi Hizmetleri 1923-1983 ve 1982 Yılı Çalışmaları. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü. Ankara,1983. s.56.

Yıllar Genel Toplam Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Kurum Sayısı Yatak Sayısı Kurum Sayısı Yatak Sayısı1925 17 2755 1 (%5,8) 650

1965 488 39558 3 (%0,61) 4550