1. dİl ve dİlİn temel...

28
1. DİL VE DİLİN TEMEL BİLEŞENLERİ

Upload: others

Post on 18-Feb-2021

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • 1. DİL VE DİLİN TEMEL BİLEŞENLERİ

  • Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

    1.1. Dil Nedir?

    1.1.1. Dil, bir kurallar bütünüdür.

    1.1.2. Dil, doğuştan getirilen insana özgü bir sistemdir.

    1.1.3. Dil, evrensel nitelikli bir dil bilgisi temeline dayanır.

    1.1.4. Dil, üretkendir.

    1.1.5. Dil, sürekli değişim ve dönüşüm içerisindedir.

    1.2. Dilin Temel Bileşenleri

    1.2.1. Dilin Anlam Bilimsel Özelliği

    1.2.2. Dilin Söz Dizimsel Özelliği

    1.2.3. Dilin Ses Bilimsel Özelliği

  • Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

    1) Dil nedir ve dilin temel özellikleri nelerdir?

    2) Dili oluşturan temel bileşenler nelerdir?

  • Anahtar Kavramlar

    � Dil

    � Dil edinim düzeneği

    � Kritik Dönem hipotezi

    � Evrensel dil bilgisi

    � Anlambilim

    � Söz dizimi

    � Ses bilgisi

  • Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

    Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde edileceği veya geliştirileceği

    Dil nedir? � Dilin temel özelliklerini kavrar

    � İnsan dili ile hayvan dili arasındaki

    farkları kavrar

    � Kritik Dönem Hipoteni kavrar.

    � Dil edinim sürecinin temel

    özelliklerini kavrar.

    � Dil edinim düzeneği ve dil

    edinimindeki rolünü kavrar.

    � Evrensel Dil bilgisi kavramını

    kavrar.

    Dilin özellikleri

    örneklerle ortaya konur

    ve kavratılır.

    Dilin Temel

    Bileşenleri

    � Dilde genel olarak anlamın nasıl

    oluştuğunu kavrar.

    � Düşünce, gönderge ve dil arasındaki

    ilişkiyi kavrar.

    � Dilin söz dizimsel özelliğinin ne

    anlama geldiğini kavrar.

    � Yazı ile ses arasındaki ayrımı kavrar.

    � Ses bilgisi ile ses bilim arasındaki

    Dilin teme bileşenleri

    somut örneklerle

    kavratılır.

  • farklılığı kavrar.

  • 1.1. Dil Nedir?

    Türkçe Ulusal Derlemde (www.tnc.org.tr) “dil” sözcüğüne ilişkin bir eşdizimlilik1

    taraması yapıldığında, dil sözcüğünün “yabancı” sözcüğü ile 991 kez, “din/Türk/tarih/kültür”

    sözcükleriyle 767 kez, “bilen/öğretim/eğitim/bilgi/öğrenme” sözcükleriyle 475 kez bir arada

    kullanıldığı görülmektedir. Daha az sayıda olmakla birlikte, dil sözcüğünün “resmi”, “ortak”,

    “doğal” “ana”, “felsefesi”, “sürçmesi” gibi pek çok sözcükle de bir arada bulunduğu dikkat

    çekmektedir. Bu birliktelikler bize kavramsal olarak dil sözcüğünün gündelik yaşamımızda

    dâhi ne kadar geniş bir kullanım alanı olduğu gösterir.

    � Almanca gitgide daha çok öğrenilen bir yabancı dil olmuştur.

    � Kıbrıslı Türkler, ırk, din, dil, kültür, örf ve âdetleriyle ve yasama, yürütme ve

    yargı yetkileriyle, bağımsız bir varlık konumundaydılar.

    � 1277’de Türkçe resmî dil olarak ilan ediliyor, Arapça ve Farsça ikinci plana

    düşüyor, insanlar Türklükleriyle övünüyordu.

    � Türkçe için Verimli Bir Cümle Sonu Belirleme Yöntemi: ‘‘Doğal Dil İşleme’’

    (DDİ) çok farklı amaçlarda kullanılan bir araştırma alanıdır ve günümüzde hızla

    yaygınlaşmaktadır.

    � Dil ya da buradaki sınırlı kullanımıyla doğal dil, insanların bir arada

    yaşamalarından doğan, topluluğa, topluma karşılık gelendir.

    � Anadil çocuklara geçerken üçüncü kuşakla birlikte İngilizce ana dil hâline

    gelmekte ve orijinal anadil giderek kaybolmaktadır.

    Türkçe Ulusal Derlemden aktardığımız ve daha da genişletebileceğimiz örnekler, dilin

    tanımının oldukça çeşitlenebileceğini göstermektedir. Dile iletişim eksenli yaklaşırsak onun

    alıcı ile verici arasındaki bildirişimi sağlayan bir kod olduğunu sözleriz. Dili fizyolojik bir

    yapı olarak tanımlamak istersek bu durumda onun Broca, Wernicke gibi özellikle beynin sol

    yarıküresindeki alanları içine alan, anlamlı ve dil bilgisel tümceler üretmemizi sağlayan beyin

    1 Eşdizimlilik/Birliktelik; Sözcüklerin düzenli bir biçimde birlikte kullanılmaları durumudur. Örneğin;

    sigara içmek, yemek yemek, toplantı yapmak, konferans düzenlemek (İmer ve diğ. (2011:60).

  • bölgesi olduğunu söyleriz. Bu nedenle, dili anlamanın en elverişli yol, onu kendi iç

    dinamiklerine bakarak anlamaya çalışmak olacaktır.

  • 1.1.1. Dil, bir kurallar bütünüdür.

    Gündelik hayatta kimi dillerin kurallı olduğunu kimi dillerin ise, kuralının olmadığını

    sıkça duyarız. Hatta diller arasında “çok kurallı”, “az kurallı” dil gibi derecelendirilmelerin de

    yapıldığına şahit oluruz. Benzer durum yazılı dil ve sözlü dil ayrımı için de geçerlidir. Bu

    kanıya göre, yazılı dil kurallara sahipken sözlü dil, kurallı bir yapı göstermez. Bir an için bu

    iddiaların doğru olduğunu varsayalım. Eğer sözlü dil kurala sahip değilse, insanlar konuşarak

    nasıl anlaşabilir? Eğer söylediğimiz her şeyi, anadili edinim sürecinde içselleştirdiğimiz dil

    bilgisi kurallarına göre üretmiyorsak, bu bizim sürekli olarak rastlantısal ifadeler ürettiğimiz

    anlamına gelir. Ancak bugüne kadar sağlıklı hiçbir bireyden “*İçin senin yemek yaptım.” ya

    da “*Ben okula gittin.” gibi bir bozuk bir yapı da duymamışızdır. Kuralsızlığın bir rastgelelik

    olduğu düşünüldüğünde, kuralsız bir iletişimin dolayısıyla kuralsız bir dilin olmasının da

    mümkün olmadığı görülür. Dolayısıyla, dil kurallar bütününden oluşan bir sistemdir. Bu

    durum hem yazılı dil hem sözlü dil için geçerlidir ve dahası diller arasında kurallılık

    sınıflandırması yapmak da bilimsel anlamda pek mümkün gözükmemektedir.

    Dilin kuralları nereden kaynaklanır? Grady (1996) bütün dillerin sözlü olduğunu

    dolayısıyla bir ses bilimsel sistem sahip olduğunu, aynı zamanda bütün dillerin sözcüklere ve

    sözcüklerin birleşmesinden oluşan tümcelere sahip olduğunu bunun da dillerin aynı zamanda

    biçimbilimsel ve söz dizimsel kurallara sahip olduğunu gösterdiğini belirtir. Bunlara ek

    olarak, sözcüklerin ve tümcelerin bir anlam ilettiği dikkate alındığında, dilin aynı zamanda

    anlambilimsel ilkelere de sahip olduğunu kestirebiliriz. Öyle ki, insan eliyle yapılmış yapay

    diller, örneğin C, Java, Matlab gibi programlama dillerin içinde bu türden kurallar söz

    konusudur. Programlama dillerinde yazdığımız her kodun bir söz dizim kuralı, ses bilimsel

    kuralı olmasa da yazım kuralı, bir anlamı ve yerine getirdiği bir işlev vardır. Tabii ki insan dili

    çok daha gelişmiş bir sistemdir ve çok anlamlılığa izin verirken programlama dilleri gibi insan

    eliyle üretilen yapay dillerde, böylesi bir durum söz konusu değildir.

    Aşağıda MATLAB adlı programlama dilindeki çizim yapmak için kullanılan PLOT

    komutuna ilişkin yardım bilgisi bulunmaktadır. Bu bilgi izlendiğinde, Plot komutunun söz

    diziminin PLOT(X,Y) olduğu görülmektedir. Diğer bir deyişle, çizim yapmak için PLOT

    yazıp parantez açıp ilk değişken olan X’i yazmak sonra araya virgül koymak ve ikinci

    değişken olan Y’yi yazmak ve parantezi kapatmak gerekir. Bunlardan herhangi birisi yanlış

    yapıldığında söz dizimsel yapı bozuk olacağından program da hata verecektir. Bu söz dizim

  • içindeki X ve Y tıpkı bir tümcedeki sözcükler gibi anlambilimsel içeriğe sahiptir. X ve Y’nin

    birer vektör olduğu ve birbirine karşı çizdirildiği anlaşılmaktadır. Yardım bilgisinde X ve Y

    değişkenlerinden birinin anlambilimsel içeriği değiştirdiğinde, örneğin bir vektör değil de

    matris olduğunda vektör olan değişkenin matris olan diğer değişkenin satır ya da sütunlarına

    göre sıralanacağı belirtilmektedir. Sonuç olarak, söz dizimsel, anlambilimsel ve ses

    bilimsel/yazımsal kurallar esasen bütün diller için geçerlidir.

    Dolayısıyla, diller hakkında yaptığımız “kurallı”, “kuralsız”, “çok kurallı” “az kurallı”

    gibi tanımlamalar tamamen öznel algılamaları içermektedir. Bütün dillerin dil bilgisi kuralları

    vardır. Kuralsızlık beraberinde öngörülemezliği, anlaşılamazlığı ve öğrenilemezliği de

    getireceği için kuralsız bir dil dendiğinde artık dilden bahsetmek de mümkün olmayacaktır.

    1.1.2. Dil, doğuştan getirilen insana özgü bir sistemdir.

    Dilin nasıl edinildiği, insanın gelişmiş bir dil yeteneğine sahipken böylesi bir sistemin

    diğer canlılarda neden görülmediği dil incelemelerinin temel konularından olmuştur.

    Chomsky (1965) insanın dil yetisinin doğuştan geldiğini öne sürmektedir. Ona göre, insan

    zihni, doğuştan dil edinmesine olanak sağlayan bir alt yapıya sahiptir. Dil edinim düzeneği

    (language acquisition device) adını verdiği bu yapı, bir bebeğin anne ve babasından sınırlı

    sayıda dil girdisi ile karşılaşmasına rağmen, kısa bir süre içerisinde dil edinmesini sağlamakta,

    dahası sınırlı sayıda kuralla sınırsız sayıda üretim yapabilmesine olanak tanımaktadır.

    70’li yıllarda hayvanlar üzerinde yapılan dil çalışmaları da dilin insana özgülüğü

    savını destekleyen bulgular ortaya koymuştur. Nim Projesi bu çalışmalardan biridir. Nim

    Projesinde, bir şempanzeye dil öğretilmeye çalışılarak dilin gerçekten insana özgü olup

  • olmadığı incelenmiş ve bulgular uygun koşular sağlanmasına rağmen diğer memelilerin

    insanın kullandığı dile benzer bir dil edinimi/kullanımı gerçekleştiremediğini göstermiştir.

    Dilin insana özgülüğüne ilişkin diğer destekleyici bilgiler nöroloji ve genetik alanlarında

    gelmiştir. Paul Broca, Broca adını verdiği insan beyninin sol ön alanının dilsel işlemlerle

    ilintili olduğunu ve bu bölgede meydana gelen bir lezyonun dil bozukluklarının oluşumuna

    neden olduğunu ortaya koymuştur. Broca alanında oluşan hasarlar dil bilgisel açıdan bozuk

    tümceler üretimine sebep olmakla birlikte, konuşmanın motor gerçekleştirilmesini de

    olanaksız kılabilmektedir (Rogalsky ve Hickok, 2011). İlerleyen dönemde Karl Wenicke,

    insan beyninin sol arka kısmının (Wernicke alanı) anlambilimsel süreçlerle ilintili olduğunu,

    bu alanda oluşan bir lezyonun akıcı ve dil bilgisel tümceler üretimini engellememesine karşın,

    anlamsal olarak bozuk ve bağamdan kopuk tümcelerin üretimine sebep olduğunu

    belirtmektedir (Démonet ve diğ., 1992). İnsan beyninde dile özel alanların bulunması dilin

    insana özgülüğünü ortaya koyan önemli bulgulardır. Dilin insana özgülüğüne ilişkin bir diğer

  • Nim Projesi

    Kısa adıyla Nim, uzun adıyla Neam Chimpsky iki haftalıkken bir aileye teslim edilmiş

    ve İşaret Dili Öğretilerek dil gelişimi ve kullanımı Columbia Üniversitesi araştırmalarınca

    gözlemlenmiş bir şempanzedir. Dilin insana özgü olmasının olası nedenlerinden birisi, diğer

    canlıların ses aygıtlarının dil için yeterli olanak sağlamaması olabilir. Ancak işaret dili

    edinmek için ses telleri, dil, damak gibi aygıtlara ihtiyaç duyulmamaktadır. Dolayısıyla, eğer

    dil insana özgü değilse, erken bir dönemden itibaren dile maruz bırakılan Nim’in de işaret

    dilini edinebilmesi ve tıpkı insanda olduğu gibi üretici bir biçimde kullanabilmesi

    beklenmektedir. Nim eğitildiği süre boyunca 125’e yakın işaret öğrenmesine karşın,

    kullandığı dilin insan dilinden oldukça uzak olduğu görülmüştür. Çünkü; Nim öğrendiği

    işaretlerle sınırlı kalmakla, dil kullanımı üretici bir yön taşımamaktadır. Nim’in 4 işaret

    birleşimiyle oluşturduğu yapılara ilişkin şu üretimler örnek verilebilir (Terrace, 1979).

    Dilsel ifadeler Sıklık

    Eat drink eat drink 15

    Eat Nim eat Nim 7

    Banana Nim banana Nim 5

    Drink Nim drink Nim 5

    Nim projesinin bulguları, dilin insana özgü olduğu, insanın diğer memelilerden farklı

    olarak dil edinim düzeneği ile doğduğu görüşünü desteklemiştir.

    kanıt genetik biliminden gelmektedir. İnsanda bulunan FOXP2 geni mutasyona uğraması

    durumunda konuşma ve dil becerilerinde ciddi kayıplar oluşmaktadır (Lai ve diğ. 2001). Bu

    bulgular, söz konusu gen ile dil becerisi arasında güçlü bir ilişki olduğu iddialarının

    oluşmasına sebep olmuştur.

    Dil edinim sürecine ilişkin gözlemler de, dilin doğuştanlığına ilişkin önemli veriler

    ortaya koyar. Aydın (2005) dil edinim sürecinde veri yoksunluğunda, hızlı bir şekilde,

    kolaylıkla gerçekleşen ve düzeltmelerin büyük oranda etkisiz olduğu ve bütün bireylerin aynı

    aşamaları geçirerek edindiği bir süreç olduğunu belirtmektedir.

    Veri yoksunluğu: Anadili edinim sürecinde, çocuklar çevresinden sınırlı bir dil girdisi

    alırlar. Başka bir ifadeyle, dil edinim sürecinde dildeki bütün olasılık kümesine yani dildeki

    bütün tümcelere maruz kalmazlar. Buna karşın, insan dil edinim sürecinde edindiği kuralları

    hiç duymadığı durumlara uygulama becerisine sahiptir. Dil edinim sürecinde sınırlı dil girdisi

    ile karşılaşılsa da, bu girdinin tamamen önemsiz olduğu anlamına gelmez. Çünkü insan

  • zihnindeki dil edinmeyi sağlayan hazır düzenek ancak çevre ile etkileşim sayesinde çalışan bir

    mekanizmaya dönüşür. Bir girdi olmaması durumunda dil ediniminin gerçekleşmesinde ciddi

    sorunlarla karşılaşılır. Lenneberg’in (1967) ortaya attığı Kritik Dönem Hipotezine göre,

    anadili edinim yeteneği belli bir dönemde gelişir ve bu dönemin bitimiyle sonlanır. Doğum ile

    başlayıp erken ergenlik döneminde sona eren bu dönem, dil edinimi için bir fırsat penceresidir

    (window of opportunity). Bu hipoteze göre, kritik dönem içerisinde dil edinimi oldukça kolay

    ve hızlı gelişir, sadece dil girdisinin sağlanması dil edinimi için yeterlidir. Ancak Kritik

    Dönemin geçilmesi durumunda, dil edinimi oldukça güçleşir hatta kimi yapılar asla

    edinilemez hâle gelir. Kritik Dönem Hipotezini destekleyen vahşi çocuk, Amala ve Kamala,

    Genie, Halen Keller, Chelsea, Isabelle gibi kimi ender vakalar da söz konudur. Bu vakalar dil

    ediniminde doğuştan gelen düzenek kadar, bu düzeneğin kritik bir dönem içerisinde yeterli

    şekilde beslenmesinin de dil edinimi için oldukça önemli olduğunu göstermektedir. Diğer bir

    deyişle, insan diğer canlılardan farklı olarak dil edinme kapasitesiyle doğar ancak belirli bir

    dönem içerisinde bu kapasite kullanılmaz ve geliştirilmezse sönümlenir.

  • Genie Vakası (Curtiss, S.,1977)

    Genie, çocuk sesine tahammül edemeyen babası tarafından 13 yaşına kadar

    sandalyeye bağlı olarak oda hapsine maruz bırakılmıştır. Kurtarıldıktan sonra, dilbilimci

    Susan Curtiss tarafından 8 yıl kadar incelenmiş ve eğitilmeye çalışılmıştır. Genie 13 yıl

    boyunca neredeyse hiç dil ile temas etmemiştir. Ses çıkarması yasaktır. Kimseyle etkileşime

    girmemiştir. Odasında radyo ve tv yoktur. Kurtarıldığında rattle, bunny, red gibi birkaç

    kelime bildiği gözlemlenir. Eğitiminin ilk aylarında çok hızlı yol alınır. Özellikle sözcük

    öğrenme hızı çok iyidir. Renkler, şekiller, nesneler, soyut kavramları hızla öğrenir. Ancak söz

    dizim açısından ilerlemesi oldukça yavaştır. İlk dört yılın sonunda Genie’nin geldiği nokta, 3-

    4 yaş civarı bir çocuğun ya da Broca afazisi geçirmiş bir hastanın dil düzeyi kadardır.

    Helen Keller Vakası

    1880 doğumlu Helen Keller, 20 aylıkken ateşli bir hastalık sonucu sağır, kör ve dilsiz

    kalır. Eğitmeni, Anne Mansfield Sullivan çok uzun yıllar Hallen ile ilgilenir. Kullandığı ilk

    yöntem Helen’in avuç içine parmaklarıyla dokunarak iletişime geçmektir. Helen’e Braille

    alfabesini öğretir. Helen’in en büyük avantajı, hayatının ilk 20 ayında dilsel girdiye maruz

    kalmasıdır. Helen Keller konuşma, duyma ve görme yetisine sahip olmasa bile dil edinir.

    Hatta çok ilgi gören birkaç tane kitap yazar.

    Genie ile Helen Keller vakası birbirine karşıt iki örnek olay olarak düşünülebilir.

    İlkinde herhangi bir fiziksel sorun olmamasına rağmen Kritik Dönemi dilsel veriden yoksun

    geçiren bir çocuk söz konusuyken, ikincisinde Kritik Dönemin en azından bir bölümünde

    dilsel girdiye maruz kalmış ancak henüz 20 aylıkken dokunma ve koku alma dışında başka

    bir duyusu kalmamış bir çocuk söz konusudur. Buna karşın ilk örneği oluşturan Genie’de dil

    edinimi sağlanamazken Helen Keller’de dil edinimi gerçekleşmiştir.

    Aynılık: Anadili edinim sürecinde sağlıklı bütün çocuklar edinim süreci için eşit bir

    potansiyele sahiptir. Dahası, anadili edinim süreci incelendiğinde, kişiden kişiye değişmeyen

    bir aynılık söz konusudur. Örneğin; hiçbir çocuk eylem ile adın bir araya getirilmesi ile

    oluşturulan Eylem Öbeğini (Ör; okula git) Zaman Öbeğinden (Ör; Okula git-ti) ya da Çekim

    Öbeğinden (Okula git-ti-m) önce oluşturamaz. Dolayısıyla, edinim sürecinde doğal bir sıra

    söz konusudur. Hatta bu sıra büyük oranda ikinci dil edinim süreci için de geçerlidir. Söz

    gelimi, İngilizceyi ikinci dil olarak edinen bir yetişkin büyük oranda İngilizceyi anadili olarak

    edinen bir çocukla aynı evreleri geçirerek edinim sürecinde ilerler. Örneğin İngiliz çocuklar

    anadili edinim sürecinde geçmiş zaman yapılarını edinirken öncelikle geçmiş zaman eki –

  • ed’yi edinirler. Daha sonra, bu eki aşırı genelleştirerek bütün eylemlere uygularlar ve “*I goed

    to the kitchen.” gibi bozuk yapılar üretirler. Kimi eylemlerin geçmiş zaman biçimlerinin

    değiştiğini (go-went örneğindeki gibi) edinmek edinimin bir sonraki aşamasıdır. Benzer bir

    süreç İngilizceyi ikinci dil olarak edinen yetişkin bireyler için de söz konusudur. Dolayısıyla,

    dil edinim süreci aynı bütün bireyler için aynı basamakların takip edildiği bir süreçtir (Gass ve

    Selinker, 2001).

    Hız: Dil edinimi oldukça hızlı gelişen bir süreçtir. Çocuklar 2.5-3 yıl gibi bir süre

    içerisinde temel dil yapılarını edinir. 5 yaşında yetişkinlerinki kadar karmaşık tümce yapıları

    kurabilir.

    Kolaylık: Sağlıklı bir bireyin dil edinimini sağlamak için ihtiyacı olan tek şey dilsel

    girdidir. Çevreden dil verisi sağlandığı sürece, bir çocuk dil ediniminde herhangi bir sorun

    yaşanmaz.

    Düzeltme: Dil edinimi süreci, çevreden gelen düzeltmelerin herhangi bir etkisinin

    olmadığı bir süreçtir. Bunda dil edinim sürecinin kendi içerisinde bir aşamalılık içermesi ve

    kuralların bir varsayım-sınama süreci ile içselleştiriliyor olması önemli rol oynamaktadır.

    Örneğin “*Ben parka gitti.” diyen bir çocuğa “gitti değil gittim.” diyerek düzeltme yapmak

    büyük ölçüde faydasız olacaktır. Çünkü Çekim Öbeğini edinebilmesi için öncelikle edinmesi

    gereken başka yapılar söz konusudur. Düzeltmelerden bağımsız olarak her yapı zamanı

    geldiğinde edinilir.

    Sonuç olarak, dili insan dilindeki gibi gelişmiş bir yapı olarak ele aldığımızda, dilin

    insana özgü olduğunu söyleyebiliriz. Peki, hayvanların dili yok mudur? Yoksa nasıl

    haberleşmektedirler? Şüphesiz dile daha geniş bir perspektifte baktığımızda, hayvanların

    haberleşmek için kullandığı sistemi de dil olarak değerlendirebiliriz. Ancak bu dil hiçbir

    zaman çok anlamlılık taşımayan, üretken olmayan, tek yönlü bir iletişime izin veren bir dildir.

    Bu açıdan hayvan dili, insan dilinden tamamen farklılaşır. İnsan dili ile hayvan dili arasındaki

    temel farklılıklar şu şekilde özetlenebilir2:

    2 Bu tablo Başkan, Ö. (2003) ve Günay, D. (2004) temel alınarak hazırlanmıştır.

  • 1.1.3. Dil, evrensel nitelikli bir dil bilgisi temeline dayanır.

    Dünya dillerinin çeşitliliği göz önünde bulundurulduğunda, dil bilgisinin evrensel

    olduğu iddiası ilk bakışta temelsiz bir iddia gibi gözükür. Bu kadar farklı dilin ortak, evrensel

    bir dil bilgisine dayandığı iddiası aşırı gelebilir. Hâlbuki önceki bölümlerde de değindiğimiz

    gibi, dil zihinsel bir ürünse diğer bir deyişle, beyinde şekilleniyorsa dile ilişkin insandan

    insana, toplumdan topluma değişmeyecek birtakım temel ilkelerin geçerli olması gerekir.

    Çünkü dil sistemi, görme ya da işitme sistemimiz gibi girdiyi kendi iç dinamiklerine göre

    işlemleyen bir sistemdir. Nasıl Çinlilerin görme sistemi ile Türklerin görme sistemi,

    Portekizlilerin işitme sistemi ile Japonların işitme sistemi arasında bir farklılık yoksa dil

    sisteminde de bütün diller için geçerli olan yani evrensel nitelikli dil bilgisi ilkelerinin

    bulunması gerekir.

    Peki, yine de diller arasında farklılıklar yok mudur? Anadili Türkçe olan bireyler

    İngilizce öğrenme sürecinde, iki dil arasında pek çok yapısal farklılığın olduğunu hemen

    İnsan Dili Hayvan Dili

    Dilin dolaylılık derecesi yüksektir. Dilin dolaylılık derecesi yoktur.

    Dildeki işaretler oldukça zengindir. Dildeki işaretler sınırlı sayıdadır.

    İşaretlerin kullanımında bilişsel bir süreç

    vardır.

    İşaretlerin kullanımında içgüdüseldir.

    Dil kullanımının amacı; fizyolojik ve

    yaşamsal etmenlerle sınırlı değildir.

    Dil fizyolojik ve yaşamsal etmenler için

    vardır.

    Dil bir iletişim aracıdır. Dil bir haberleşme aracıdır.

    Dilde yapay göstergeler ve soyutlama

    vardır.

    Dilde yapay göstergeler ve soyutlama

    yoktur.

    Tür içinde farklı dil dizgeleri (Türkçe,

    İngilizce gibi) vardır

    Tür içinde (örneğin arılar) tek bir dil dizgesi

    vardır.

  • sezer. Ancak diller arası çeşitlilik diğer bir deyişle, değiştirgenler (settings) evrensel dil

    bilgisi varsayımını yıkan bir durum değildir. Chomsky (1991) insan zihninde var olan

    evrensel dil bilgisinin insanın dili kısa sürede edinmesini sağladığını öne sürer. Diğer bir

    deyişle, insan doğuştan evrensel nitelikli birtakım dil bilgisi ilkelerle doğar. Doğumdan sonra

    bu içsel ilkeler, bulunduğu dil çevresinin kurallarına göre ayarlanır. Örneğin, öbek yapılar

    oluşturma insanın doğuştan getirdiği bir dil yetisidir. Türkçeyi anadili olarak konuşan her

    birey “Ben arkadaşımın arabasını binanın önüne park ettim.” gibi bir tümceyi 1b’deki gibi

    değil 1a’daki gibi parçalara ayırma eğiliminde olacaktır.

    (1) Ben arkadaşımın arabasını binanın önüne park ettim.

    (1a) Ben /arkadaşımın arabasını/ binanın önüne/ park ettim.

    (1b) Ben arkadaşımın/ arabasını binanın/ önüne park ettim.

    Çünkü her anadili konuşucusu “arabasını binanın” gibi bir öbek olmayacağını ancak

    “arkadaşımın arabasını” gibi bir öbeğin olabileceğini sezgisel olarak bilir. Dahası, anadil

    konuşucusu “arkadaşının arabası” öbeğindeki iki sözcükten birisinin (arabası) öbekte daha

    temel rol onadığını, diğer bir deyişle gerek anlambilimsel gerek öbek yapı kuralları açısından

    daha önemli olduğunu da çıkarır. Tamlanan ya da baş (head) olarak adlandırabileceğimiz bu

    sözcükler Türkçede hep tamlayandan ya da tümleçten (complement) daha sonra gelir. Bu

    nedenle, Türkçe tıpkı Japonca, Korece gibi baş-son (head-final) bir dil olarak nitelendirilir.

    İngilizcede ise, aynı öbekleme mekanizması işlemesine karşın tamlayan (tümleç) ile

    tamlanan (baş) arasındaki sıranın değişerek tamlananın tamlayandan daha önce geldiği

    görülür. Bu nedenle de, İngilizce, Almanca, İspanyolca gibi diller Baş-ilk (Head-initial) diller

    olarak adlandırılır. Bu duruma yukarıda verdiğimiz tümcenin İngilizce biçimi üzerinden

    bakalım:

    tümleç (tamlayan) baş (tamlanan)

    arkadaşımın arabası

  • (2) I parked the car of my friend’s in front of the building.

    Görüldüğü gibi, tümceyi oluşturan yapıların öbeklerden oluşması, bir öbeği oluşturan

    iki sözcükten birinin diğerine göre daha önemli bir rol üstlenmesi evrensel nitelikli bir dil

    bilgisi ilkesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu temel rolü oynayan üyenin

    (tamlanan/baş) diğer üyeye göre bulunduğu konum dilden dile değişebilmektedir. Dolayısıyla,

    baş-son ve baş-ilk olmak bir değiştirgen olarak gözükür. Ancak bu değiştirgen de evrensel dil

    bilgisi tarafından belirlenmektedir. Çünkü dünya dillerinde öbek yapı içeresinde baş-son ya

    da baş-ilk olma dışında bir alternatif bulunmamaktadır.

    Sonuç olarak, dile baktığımızda, bütün diller için geçerli olan ilkelerin ve dilden dile

    değişiklik gösteren ayarların bulunduğu bunların bir bütün olarak evrensel dil bilgisini

    oluşturduğu görülmektedir. Bir çocuk doğduğu anda öbekleme ilkesine sahiptir. Ancak bu

    öbeği nasıl ayarlayacağı (baş-ilk mi baş-son mu olacağı) içinde bulunduğu dilin özelliğine

    göre belirlenecektir.

    1.1.4. Dil, üretkendir.

    Dilin üretkenliği denildiğinde, genellikle akla ilk olarak dilin sanatla özellikle de

    edebiyatla ilişkisi gelir. Bu bakış açısına göre, dil bir üretkenliğe, yaratıcılığa sahiptir. Çünkü,

    dil metafor üretimine olanak tanır. Esasen dilin sanat amaçlı kullanımına bakmaksızın

    gündelik kullanımı için de üretkenlikten bahsetmek mümkündür. Dil üretkendir, çünkü dil

    sınırlı sayıda sözcük haznesi ve sınırlı sayıda dil bilgisi kuralına sahip olmasına karşın,

    sınırsız sayıda tümce üretimine olanak tanır. Öyle ki, bir birey daha önce hiç duymadığı bir

    tümceyi üretme kapasitesine sahip olmakla birlikte, ilk kez duyduğu bir tümceyi de

    anlamlandırabilir. Örneğin anadili Türkçe olan sağlıklı her birey aşağıdaki gibi karmaşık bir

    tümce yapısı üretebilir ve ilk kez duyuyor olsa bile anlamlandırabilir. Diğer bir deyişle, dil

    sınırlı sayıda kural ile sınırsız sayıda tümce üretmeyi sağlar.

    in front of the building

    tümleç (tamlayan) baş (tamlanan)

  • (3) Fakülteye giderken gördüğüm öğrencimin yanında oturan çocuğun bu yıl mezun

    olduğunu biraz önce öğrendim.

    Dilin bu özelliği dilbilim alanının da temel araştırma sorularından birini oluşturur.

    İnsan zihninin sınırlı sayıda yapı ile sınırsız tümce üretebilmesi, buna olanak tanıyan dilin

    altında yatan kurallar bütününün neler olduğu dilbilimin önemli araştırma sorularındandır.

    Gündelik dilin üretici bir diğer görünümü kavramsallaştırma süreçleriyle karşımıza

    çıkar. Bilişsel dilbilim çerçevesinde bakacak olursak edebiyat dışında gündelik hayattaki

    dilimiz de metaforiktir (Lakoff ve Johnson, 1980). Çünkü insan metaforlarla düşünür.

    Aşağıdaki tümceye bakalım:

    (4) Bayram nedeniyle, dolar fiyatı yükseldi, altın fiyatı düştü.

    Neden dilde doların karşılık geldiği miktardaki artmayı “yükselmek” azalmayı ise,

    “düşmek” eylemleriyle karşılarız? Bilişsel dilbilim bu dilsel metaforların altında insan

    zihninde “çok olan yukarıdadır” ve “az olan aşağıdadır” gibi bir kavramsallaşmanın yattığını

    söyler. İnsanoğlunun çevreyle ve diğer bireylerle yüzyıllar süren etkileşimi, dilde böylesi bir

    bilginin kodlanmasına sebep olmuştur. Böylece dilimiz miktar olarak fazlalığı fiziksel yön

    olarak yukarıda, azlığı ise, aşağıda olma ile karşılayarak somutlaştırmıştır.

    Sonuç olarak, insan dili gerek dil bilgiselleşme gerekse kavramsallaşma açısından

    oldukça üretken ve yaratıcı bir görünüm ortaya koyar.

    1.1.5. Dil, sürekli değişim ve dönüşüm içerisindedir.

    Önceki bölümlerde değindiğimiz, dilin bir mekanizma olduğu, diğer bir deyişle,

    kurallar bütünü olduğu görüşüne ek olarak dil ile güçlü bir anoloji kurulan bir başka kavram

    daha bulunmaktadır: Organizma. Dilin organizma olması onun canlı olması, dolayısıyla

    doğması, gelişmesi hatta ölmesi diğer bir deyişle sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisinde

    olmasıyla ilgilidir. Dahası, bu değişim dile bilgisayar, e-posta gibi sözcüklerin girmesi bazı

    sözcüklerinde kullanımdan kalkmasıyla sınırlı değildir. Sözcüklerin anlamları, sesletimleri

    hatta dil bilgisi kuralları da değişir. Örneğin Bugün İngilizce için olumsuzlaştırma eki olan

  • “not” 1200’lerden önce “ne” biçimindeydi ve bugün olduğu gibi eylemden sonra değil

    eylemden önce yer alırdı. (Grady ve diğ., 1996)

    (5) Ic ne seye not. (I don’t say /Söylemiyorum.)

    (6) He ne speketh nawt (‘He does not speak / Konuşmuyor.)

    Diller neden değişir? Bir an için avcılık ve toplayıcılık dönemindeki insanları

    gözümüzün önüne getirmeye çalışalım. Yaşamını devam ettirmek, büyük oranda daha

    organize avlanmaya, bir yırtıcının saldırısından kendini ve içinde bulunduğun topluluğu daha

    etkili korumaya bağlıdır. Dolayısıyla, dilde bireyin canlılığını sürdürmesi için oldukça

    kullanışlı bir araçtır. Bu dönemin koşulları için dilde gelişmiş bir soyutlama becerisine ihtiyaç

    var mıdır? Büyük ihtimalle yoktur. Ancak çevre değiştikçe, sosyal ilişkiler çeşitlendikçe dil

    de bu değişime ayak uydurmuştur. İnsan dilinin değişebilme ve genişleyebilme özelliği

    hayvanların kullandığı iletişimden de farklılaşan bir yönünü oluşturmaktadır. Örneğin bir

    arının belirli bir komut için vızıldaması her zaman aynı işlevi yerine getirecektir. Hiçbir

    zaman bir anlam genişlemesine uğramayacak, farklı sessel nitelikler kazanmayacak ve farklı

    bir yoruma sebep vermeyecektir. Ancak insan dili tüm bunlara izin verir.

    1.2. Dilin Temel Bileşenleri

    Herhangi bir amaç için dil kullandığımızda bir anlam iletiriz. Bu anlamı bir yapı

    içerisinde sunmamız gerekir ve tüm bu kurgunun ses yoluyla iletilmesi gerekir. Bu durumda

    dilin en temeldeki bilişenleri olarak a) anlam bilgisi, b) söz dizim ve c) ses bilgisi hemen

    karşımızda belirir.

    1.2.1. Dilin Anlam Bilimsel Özelliği

    Riemer (2010) anlamdan bahsettiğimizde temel olarak üç kavramla iç içe olduğumuzu

    belirtmektedir: dil, dünya ve insan zihni. Bir anlam oluştururken öncelikle nesnelerin

    dünyada karşılık geldiği gerçeklik temel hareket noktalarımızı oluşturur. Ancak bu gerçeklik,

    insan zihninde yorumlanarak yeniden oluşturulur. Çevremizdeki gerçekliğin şematize edilmiş

    özellikleri kişiden kişiye değişmeyecekken, detaylandırılmış özellikleri daha bireysel bir

    anlam taşıyacaktır. Bu, bizi çevreleyen doğanın çok temel elementleri olan “güneş”, “ay” için

  • bile böyledir. “Güneş” denildiğinde, herkesin zihninde ısı kaynağı olma, ışık kaynağı olma,

    gök cismi olma (büyük bir kütleye sahip olma) anlam birimleri hemen belirecektir. Güneşin

    %97’sinin hidrojenden oluşması gibi diğer pek çok özelliğine rağmen ısı, ışık, kütle

    özelliklerinin belirginleşmesi bile güneşin anlamını oluştururken insan zihninin ve zihnin

    çevreyle etkileşiminin ne kadar temel rol oynadığını göstermektedir. Bununla birlikte, güneş

    dendiğinde herkesin zihninde farklı bir güneşin (doğan güneş, batan güneş, su kaynaklarını

    kurutan, bronz bir tene kavuşmamızı sağlayan) belirginleşmesi de bu durumun bir

    yansımasıdır. Üçüncü olarak, gerçekliğin zihnimde üretilmesinin çıktı olarak sunulması

    gerekir. Dil de bu aşamada devreye girmektedir. Sözcükler, tümceler çok çeşitli yollarla bir

    anlamın iletilmesini sağlar. Bu üç kavramı Ogden and Richards (1949) gösterge bilimsel

    üçgen (semiotic triangle) ile temsil etmektedir:

    Şekil 1: Gösterge bilimsel üçgen

    Gönderge; bir dünya gerçekliğini ifade etmektedir. Bu bir nesne, olay ya da durum

    olabilir. Düşünce; göndergelerin diğer deyişle, nesnelerin ve olayların zihnimizdeki sunuluş

    biçimidir. Zihinsel temsilde göndergenin nesnel özellikleriyle birlikte bireysel algılamada

    etkin rol oynar.

    Sembol ise, dili karşılamaktır. Düşüncelerimizi bir sembolle, yani konuşma sesleriyle,

    yazıyla ya da işaretlerle aktarırız.

  • Bu üç ana kavramın birbiri ile olan ilişkisine baktığımızda gönderge ile sembol

    arasında bir nedensellik ilişkisinin bulunmadığı görülmektedir. Örneğin dünya gerçekliliği

    olan ağaç ile bunun dil de karşılığı olan /a/, /ğ/, /a/,/ç/ harflerinin bir araya gelmesi arasında

    herhangi bir nedensel ilişkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle, bu ilişkiye göstergenin (yani

    dilin) nedensizliği ilkesi denilmektedir. Buna karşın, gönderge ile bunun zihinsel temsili

    arasında bir nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Biz güneş nesnesini zihnimizde sıcaklık

    verme, ışık verme özellikleriyle kodlarız çünkü gerçekten de güneş ısı ve ışık kaynağıdır.

    Benzer bir biçimde, zihnimizde oluşan düşünce ile onun dile getirilişi arasında da bir

    nedensellik ilişkisi söz konusudur. Diğer bir deyişle, güneşin ısı ve ışık verdiğini söylerim

    çünkü zihnimde böyle bir güneş imgesi bulunmaktadır.

    Sonuç olarak, dil üretimimizin temel amacı; bir anlam üretmektir. Anlam üretim

    sürecinde de gerek çevremiz gerek çevremizin zihnimizde yorumlanması gerekse bu durumun

    dile dökülüşü temel rol oynamaktadır.

    1.2.2. Dilin Söz Dizimsel Özelliği

    Anlamı ifade etmek için sözcükleri bir yapı içerisinde bir araya getirmek gerekir.

    Ancak bu, sözcüklerin bir zincirin halkaları gibi peş peşe sıralanması anlamına gelmez.

    Örneğin “Ben okula gittim.” gibi bir tümce, önce “ben” ile “okula” sözcüklerinin sonra da

    “okula” ile “gittim” sözcüklerinin birbirine bağlanması ile kurulmaz. Sözgelimi “git-ti-m” ile

    “ben” arasında da bir ilişki bulunmaktadır. Dahası, bu ilişki “gittim” ile “okula” sözcüklerinin

    arasındaki ilişkiden de farklı niteliktedir. Çünkü “git-ti-m” eylemi “okul” sözcüğüne yönelme

    durumunu (-A) yükler ancak “ben” ile bir uyum ilişkisine girer (Bkz. Şekil 2). Görüldüğü

    gibi, dilde sözcüklerin bir araya getirilmesi sürecinde söz dizim kuralları etkili olmaktadır.

    Ben Ç’

    ÇÖ

  • Şekil 2: Durum yükleme ve uyum ilişkisi

    Bütün sağlıklı anadili konuşucusu, kusursuz bir içsel dil bilgisine sahiptir. Örneğin

    eğitim düzeyi, cinsiyeti, sosyoekonomik statüsü ne olursa olsun anadili Türkçe olan her birey,

    nedenini söyleyemese de aşağıdaki tümcelerden 1 ve 2’nin dil bilgisel 3, 4 ve 5’in dil bilgisi

    dışı olduğunu belirleyebilir.

    1) Ben okula gittim.

    2) Ali’nin okula gittiğini biliyorum.

    3) *Ben okula gittin.

    4) *İçin benim Ali bakkala gitti.

    5) *Ali okulu gidiyor.

    Söz dizim çalışmaları da neden 1 ve 2’deki tümceler dil bilgiselken 3 ve 5 tümceleri

    dil bilgisi dışı olduğu sorusuna yanıt arar. Diğer bir deyişle, zihnimizde söz dizime ilişkin

    nasıl kurallar var ki, anadili Türkçe olan hiçbir birey 3 ve 5’teki gibi tümceler üretmezken 1

    git okul-a

    -m

    -ti EÖ

    durum yükleme

    uyum

  • ve 2’deki gibi tümceleri sıklıkla üretiriz? Bir dilde tümce kurmak için gerekli olan bütün

    kurallar, anadili konuşucularının zihinlerinde var olduğuna, diğer bir deyişle bu kurallar

    oldukça erken bir dönemde edinildiğine göre dil bilgisi çalışmaları da kuralcı (perscriptive)

    bir bakış açısı yerine betimleyici (descriptive) bir yöntem izlemelidir. Diğer bir deyişle, dil

    bilgisi incelemelerinin amacı; iyi, doğru-kötü, yanlış kullanımları belirlemek, anadil

    konuşucularının nasıl konuşması gerektiğini ortaya koymak değildir. Dil bilgisinin amacı;

    sesleri, sözcükleri bir araya getirirken anadili konuşucularının uyguladıkları kuralları, içsel dil

    bilgilerinin ilkelerini ortaya koymaktır.

    Sonuç olarak dilin temel bileşenlerinden olan söz dizim, dilin tümce düzeyindeki

    yapılarını ile ilgilidir ve dildeki tümcelerin dil bilgisellik ya da dil bilgisi dışılık durumlarının

    altında yatan kurallar söz dizim kurallarınca belirlenir.

    1.2.3. Dilin Ses Bilimsel Özelliği

    Bugün dilimizi kullanırken sadece sözlü değil yazılı dili de kullanıyoruz. Diğer bir

    deyişle, dil kullanmak için konuşmak zorunda değiliz. Ancak yazı dili ve dolayısıyla harfler

    aslında dile ilişkin doğuştan getirdiğimiz bilgiler değildir. Nasıl insanlık yazıyı bir ihtiyaç

    olarak bundan yaklaşık 5500 yıl önce icat ettiyse, bugün de her toplum kendi yazı sistemini

    okul çağıyla birlikte çocuklarına öğretmektedir. Dolaysıyla, ses ile harf birbiriyle tamamen

    örtüşen olgular değildir. Ses oluşturma ve tanıma becerisini doğuştan getiririz ancak yazı

    tanımayı 6-7 yaşlarımızda öğreniriz.

    Dilbilimde seslerle ilgili iki alandan söz edilebilir: ses bilgisi (phonetics) ve ses bilim

    (phonology). Ses bilgisi; insan dilinin seslerinin nasıl oluştuğunu, ne gibi nitelikler taşıdığını,

    ses dalgalarıyla nasıl aktarıldığını, dinleyiciye nasıl ulaştırıldığını, dinleyicinin bu sesleri

    alışını, kısacası dilin ve bildirişimin ses yönünü incelemektedir. Ses bilim ise, bu genel

    yapının belirli bir dildeki görünümünü inceler. Diğer bir deyişle, ses bilgisi genel olarak

    dildeki seslerin nasıl oluştuğunu incelerken ses bilim; belirli bir dildeki (Örneğin Türkçedeki)

    seslerin özelliklerini inceler. İki kavram arasındaki farklılıklar şu şekilde aktarılabilir:

  • Ses Bilgisi Ses Bilim

    Ses bilgisi; seslerin ve ses birimlerin nasıl

    gerçekleştiği ile ilgilenmektedir.

    Ses bilim; sesleri tek başlarına değil; içinde

    bulundukları dil sistemindeki ayırıcı

    işlevlerine göre inceler.

    Ses bilgisi belirli bir dilden bağımsız bir

    alandır.

    Ses bilim belirli bir dil için geçerlidir.

    Sesi anlamdan bağımsız bir biçimde inceler. Sesi anlamla ilişkili olarak inceler.

    Sesin tözünü inceler. Sesin biçimini inceler.

    “/a/ sesi nasıl oluşuyor?” gibi bir soruya

    yanıt arar.

    “Türkçede /a/ sesinin özellikleri nelerdir?”

    gibi bir soruya yanıt arar.

    Bir dilin ses bilimsel incelemesi o dilin ünlülerini, ünsüzlerini diğer bir deyişle sözcük

    sınırları içinde kalan parçalı ses birimlerini (segmental phonemes) içermekle birlikte süre,

    vurgu, ezgi gibi tümce düzeyinde olan parçalarüstü ses birimleri (suprasegmental phonemes)

    de kapsar. Tüm bu özellikleri bir bütün olarak düşündüğümüzde ses bilimsel özellikler dilin

    gerçekleşme aracı olduğunu görürüz. Zihnimizde oluşan olgular, düşünceler temel olarak ses

    bilimsel özellikler sayesinde çıktıya dönüşür ve gerçeklik kazanır.

  • İleri Okumalar İçin Öneriler

    � Dil, Şu Büyülü Düzen. Doğan Aksan. Bilgi Yayınları.

    � Dilbilim Akımları. Zeynel Kıran. Onur Yayınları.

    � Contemporary Linguistics An Introduction. William O’Grady, Michael

    Dobrovolsky, Francis Katamba. Longmann Press.

  • Kaynakça

    Aydın, Ö. (2005). İkinci Dilde Sözdizimin Edinimi. MS.

    Başkan, Ö. (2003). Lenguistik Metodu. İstanbul: Multilingual Yayınları.

    Chomsky, N.(1965). Aspects of the Theory of Syntax. MIT Yayınları.

    Chomsky, N. 1991a. Lingusitics and adjacent fields: a personal view. The

    Chomskyan Turn. (yay.) A. Kasher, Oxford: Blackwell, 26-53.

    Curtiss, S. (1977). Genie: A Psycholinguistic Study of a Modern-Day Wild Child.

    London: Academic Press.

    Grady, W., Dobrovolsky, M., Katamba, F. (1996). Contemporary Linguistics An

    Introduction. 3. Baskı. Longman Birleşik Krallık

    Günay, D. (2004). Dil ve İletişim. İstanbul: Multilingual Yayınları.

    Lenneberg, E.H. (1967). Biological Foundations of Language. Wiley.

    Ogden, C. and Richards, I. (1949). The meaning of meaning. London: Routledge

    and Kegan Paul.

    Riemer, N. (2010). Introducing Semantics. New York: Cambridge University

    Press .

    İmer, K., Kocaman, A. ve Özsoy, A. S. (2011). Dilbilim Sözlüğü. İstanbul.

    Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.

    Terrace, H. S. (1979). Nim. New York: Knopf.

    Lai CS, Fisher SE, Hurst JA, Vargha-Khadem F, Monaco AP (2001). A forkhead-

    domain gene is mutated in a severe speech and language disorder. Nature. 413 (6855):

    519–23.

  • Corianne R. Ve Gregory H. (2011). The Role of Broca�s Area in Sentence

    Comprehension. Journal of Cognitive Neuroscience 23:7.

    Démonet JF, Chollet F, Ramsay S, Cardebat D, Nespoulous JL, Wise R, Rascol

    A, Frackowiak R (1992). The anatomy of phonological and semantic processing in

    normal subjects. Brain 115.

    Gass, M. S ve Selinker, L. (2001). Second Language Acquisition: An Introductory

    Course. London: Lawrence Erlbaum Associates, Publisher.

    Lakoff, G. ve Johnson, M. (1980). Metaphors We Live By. Chicago: The

    University of Chicago Press.