1839-1841 yillarinda sİvas’ta aİle hayati · 2020. 4. 8. · sicillerinden 20 numaralı...

178
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI YAKINÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI 1839-1841 YILLARINDA SİVAS’TA AİLE HAYATI YÜKSEK LİSANS TEZİ DANIŞMAN YRD. DOÇ. DR. HÜSEYİN MUŞMAL HAZIRLAYAN 054202041002 ZEHRA HİZMETLİ KONYA 2008

Upload: others

Post on 04-Feb-2021

5 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

    SOSYAL BİLMLER ENSTİTÜSÜ

    TARİH ANABİLİM DALI

    YAKINÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

    1839-1841 YILLARINDA SİVAS’TA AİLE HAYATI

    YÜKSEK LİSANS TEZİ

    DANIŞMAN

    YRD. DOÇ. DR. HÜSEYİN MUŞMAL

    HAZIRLAYAN

    054202041002

    ZEHRA HİZMETLİ

    KONYA 2008

  • I

    İÇİNDEKİLER

    İÇİNDEKİLER……………….…………….………………………………...I

    ÖNSÖZ……………………………………………………………………....IV

    KISALTMALAR……………………………………………………………VI

    TABLOLAR LİSTESİ……………………………………………………....VII

    GİRİŞ………………………..……………….………………………………...1

    A. Araştırmanın Amacı, Önemi ve Sınırları….……..…………………………1

    B. Araştırmanın Muhtevası ve Metodu………………..………………………2

    C. Şer’iye Sicilleri’ nin Araştırmamız Açısından Önemi……….....…………..3

    BİRİNCİ BÖLÜM

    1839 - 1841 YILLARINDA SİVAS'IN SOSYAL VE EKONOMİK DURUMU

    I. OSMANLI DEVLETİ’NİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUM……………6

    II. SİVAS’IN SOSYAL VE EKONOMİK DURUMU…………………….…15

    A. Yeryüzü Şekilleri ………………………………………………………15

    B. Tarihi……………………………………………………………………16

    C. Yönetimi……………………………………………………….………..23

    D. Ekonomisi………………………………………………………….……27

    E. Eğitimi…………………………………………………………………...30

  • II

    II. BÖLÜM

    SİVAS’TA FİZİKİ VE DEMOGRAFİK YAPI

    I. SİVAS MAHALLELERİ…………………………………………..……34

    II. SİVAS EVLERİ……………………………………………………..….39

    III. SİVAS’IN DEMOGRAFİK YAPISI………………………………..…46

    A. Müslüman Nüfusu………………………………………………… 47

    B. Gayr-i Müslim Nüfusu………………………………………………51

    III. BÖLÜM

    SİVAS’TA AİLE OLUŞUMU

    I. AİLE VE OLUŞUMU………………………………………………………55

    A. Nişan…………………………………………………………………….57

    B. Evlenme…..…………………………………………………………..….59

    II. EVLİLİKTE MEHİR……………………………………………………….62

    III. KADINLARIN AİLE İÇİNDEKİ YERİ………………………………… 66

    IV. ÇOK EŞLİLİK DURUMU…………………………………………..…….710

    V. ÇOCUKLAR VE ÇOCUK SAYISI………………………………………...77

    VI. AİLE FERTLERİNİN KULLANDIĞI İSİMLER VE UNVANLAR …….80

    VII. KÖLE VE CARİYELER………………………………………………….85

  • III

    IV. BÖLÜM

    AİLE’NİN EKONOMİK DURUMU VE SAHİP OLDUĞU EŞYALAR

    I. AİLE’NİN EKONOMİK DURUMU……………………………………889

    II. AİLENİN SAHİP OLDUĞU EŞYALAR…………………………….…93

    A. Ev Eşyaları………………………………………………………...…93

    B. Tarım Aletleri ve Silahlar……………………………………….......1000

    C. Gayr-i Menkuller………………………………………………........1022

    D. Giyim Kuşam ve Ziynet Eşyaları………………………………...….10303

    1. Kullanılan Kumaşlar………………………………………….…..10303

    2. Giyim Kuşam…………………………………………………….10404

    3. Ziynet Eşyaları……………………………………………………10606

    V. BÖLÜM

    AİLE’NİN DAĞILMASI

    I. BOŞANMA……………………………………………………….………108

    II. VASİ VE VESAYET KURUMU………………………………..….……110

    III. AİLEDE ÖLÜMLER……………………….…………………….….…..112

    IV. MİRAS PAYLAŞIMI…………………………………………………...114 V. BORÇ VE ALACAKLAR…….………………………………………….116 SONUÇ…………..…………………………………………………..….…...119

    BİBLİYOGRAFYA……...…………………………………………..……....124

    EKLER ………….………………………………………………..………….137

  • IV

    ÖNSÖZ

    1839-1841 yıllarında Sivas’ta aile hayatı konulu araştırmada Sivas’ta aile

    yapısı, belirtilen tarihler kapsamında aydınlatılmaya çalışılmıştır. Konunun

    seçiminde bahsedilen yıl aralığının tercih edilmesinde, Tanzimat’ın henüz ilan

    edildiği yıllar olması etkili olmuştur. Araştırmamıza kaynak olarak Sivas şer’iye

    sicillerinden 20 numaralı defterden yararlanılmıştır. Bu defter içerisinde bulunan

    tereke kayıtları Sivas’ta aile yapısını ortaya koyacak veriler sunmaktadır. Aynı

    zamanda tereke kayıtlarından başka araştırma konumuzla ilgili yapılmış olan

    bilimsel araştırmalardan da yararlanılmıştır.

    1839-1841 yıllarında Sivas’ta aile yapısı ele alınırken ilk olarak bu yıllarda

    Osmanlı ve Sivas’ın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik durum ortaya

    konulmuştur. Araştırmanın I. Bölümünü oluşturan bu bölümde, belirtilen yıl

    aralığında Sivas’ın tarihi, yönetimi, ekonomisi ve eğitimi ele alınmıştır.

    II. Bölümde Sivas’ın fizikî ve demografik yapısı ele alınarak ilk olarak,

    Sivas’ta dönemin mahalle ve evleri hakkında açıklamalara yer verilmiştir. Ardından

    şehrin demografik yapısı irdelenerek dönemin Müslüman ve gayr-i Müslim nüfusu

    hakkında edinilen bilgiler ve verilen tablolarla çeşitli yorumlamalara gidilmiştir.

    Ailenin oluşumunun açıklandığı III. Bölümde ise Sivas’ta nişan, evlenme ve mihir

    konularına yer verilmiş, çok eşlilik durumunun çocuk sayısı ile ilişkisi ve ailede

    çocukların durumu ortaya konulmaya çalışılmıştır. Yine aynı bölümde aile

    fertlerinin kullandığı isimler ve unvanları belirtilerek ailenin üyesi olarak

  • V

    değerlendirilen köle ve cariyeler, ailedeki konumları ve Sivas’ta cariye sahibi olan

    kimselerin maddi durumları göz önünde tutularak değerlendirilmiştir.

    Ailenin ekonomik durumunun ele alındığı IV. Bölümde Sivas’ta Müslüman

    ve gayr-i Müslimlerin maddi durumları ayrı ayrı ele alınarak tereke kayıtlarından

    seçilen örneklerle aydınlatılmaya çalışılmıştır. Fotoğraf örnekleriyle zenginleştirilen

    bu bölümde terekelerde karşılaşılan ev eşyaları, tarım aletleri, silahlar, kişilerin

    sahip olduğu gayr-i menkuller ele alınmış ailenin giyim kuşamı ve ziynet eşyalarına

    yer verilmiştir.

    Son bölümde ise ailenin dağılması ele alınarak boşanma, ölüm, miras

    paylaşımı ve vasilik kurumu açıklanmaya çalışılmış, borç ve alacak meselelerine

    yer verilmiş, nihayet borç alış verişinin sosyal dayanışma ya da ticarî boyutu

    belirlenmeye çalışılmıştır.

    Araştırmada yardımını ve desteğini benden esirgemeyen danışmanım Yrd.

    Doç. Dr. Hüseyin Muşmal’a teşekkürü bir borç bilirim.

    Zehra Hizmetli

  • VI

    KISALTMALAR

    SŞS Sivas Şer’iye Sicilleri

    Haz. Hazırlayan

    Bkz. Bakınız

    M.S. Milattan Sonra

    M. Miladî

    H. Hicrî

    Nr. Numara

    çev. Çeviren

    (ed) Editör

    S. Sayı

    s. Sayfa

    vs. ve saire

    Yay. Yayımlayan

  • VII

    TABLOLAR LİSTESİ

    Tablo 1: 20 Numaralı Sivas Şer’iye Sicili’nde Rastlanılan Mahalle Adları……..……......37 Tablo 2: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Ev Fiyatları………………………………...……43

    Tablo 3: 1839-1841 yıllarında Yüksek Fiyatlı Evler ve Sahipleri..................................... 45

    Tablo 4: Seyyahlara Göre Sivas Nüfusu .......................................................................... 48

    Tablo 5: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Cinsiyetlerine Göre Tereke Sahipleri ................. 50

    Tablo 6: 1831 Nüfus Sayımında Gayr-i Müslimlerin Yoğun Bulunduğu Mahalleler........ 53

    Tablo 7: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Tereke Sahiplerinin Cinsiyetlerine ve Sosyal

    Durumlarına Göre Sınıflandırılması ................................................................................ 61

    Tablo 8: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Mihir Dağılımı .................................................. 64

    Tablo 9: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta En Yüksek Mihir Sahipleri ................................ 65

    Tablo 10: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Kadın Tereke Sahiplerinin Medeni

    Durumları ....................................................................................................................... 68

    Tablo 11: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Terekesine Göre Zengin Kadınlar .................... 69

    Tablo 12: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Tereke Kayıtlarına Göre Çok Eşlilerin

    Çocuk Sayıları ................................................................................................................ 74

    Tablo 13: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Çok Eşli Evlilerin Sosyal Statüleri ................... 75

    Tablo 14: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Müslüman Ailelerin Sahip Oldukları

    Çocukların Sayı ve Cinsiyetleri....................................................................................... 78

    Tablo 15: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Gayr-ı Müslim Ailelerin Sahip Oldukları

    Çocukların Sayısı ve Cinsiyeti ........................................................................................ 79

  • VIII

    Tablo 16: 1839-1841 Yıllarında Sivas Terekelerine Göre Mirasçılar ............................... 81

    Tablo 17: 1839–1841 Yıllarında Sivas’ta Müslüman Terekelerde Sık Karşılaşılan

    İsimler ............................................................................................................................ 83

    Tablo 18: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Terekelerde Geçen Unvanlar ........................... 84

    Tablo 19: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Müslümanların Gelir Durumu.......................... 89

    Tablo 20: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Gayr-ı Müslimlerin Gelir Durumu ................... 90

    Tablo 21: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Mal Varlığı En Çok Olan Müslüman

    Terekeleri ....................................................................................................................... 91

  • 1

    GİRİŞ

    A. Araştırma’nın Amacı, Önemi Ve Sınırları

    Araştırmamız, yalnızca bulunduğu bölgenin tarihini yansıtmakla kalmayıp, o

    dönem Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu aydınlatması bakımından büyük

    önem taşıyan şer’iye sicillerinden, 20 Numaralı Sivas Şer’iye Sicilinin

    değerlendirilmesinden ibarettir. Böylece adı geçen sicilin değerlendirilmesi neticesinde

    1839–1841 yıllarında Sivas’ ta aile yapısı ele alınacak ve Sivas’ın bu dönemi Aile

    merkezinde aydınlatılmaya çalışılacaktır. Bu vesile ile önemli bir Anadolu şehri olan

    Sivas’ta, oluşumu, dağılması ve kadınların aile içindeki yeri gibi özellikler açısından

    ailenin niteliğini, çok eşlilik durumu ve çocuk sayıları açısından da niceliğini, yani

    Aile yapısını ortaya koyarak, Osmanlı ailesi hakkında yapılan açıklamalara ve

    tespitlere katkı sağlanmış olacaktır.

    Bu çalışmada, yukarıda ifade edildiği gibi H. 1255–1257, M. 1839–1841

    yıllarını kapsayan 20 Numaralı Sivas Şer’iye Sicilinden yararlanılmıştır. Özellikle

    konumuzla yakından ilgili olduğundan defter içerisinde bulunan çok sayıda tereke

    kayıtları kullanılarak, Sivas’ta dönemin aile hayatı ve günlük yaşamı belirlenmeye

    çalışılmıştır.

    Araştırmamızın içinde bulunduğu zaman dilimi Tanzimat’ın ilk üç yılını

    kapsamaktadır. Bu nedenle araştırmamız henüz, Sivas aile hayatında Tanzimat’ın

    etkilerinin pek hissedilmediği bir dönemde yaşanan gelişmelerin, şehir hayatına ne

    kadar yansıdığını göstermesi açısından da önem taşımaktadır.

  • 2

    B. Araştırmanın Muhtevası Ve Metodu

    Araştırmamıza 1839–1841 yıllarında Osmanlı’nın ve Sivas’ın sosyal ve

    ekonomik durumu ile başlanmıştır. Daha sonra Sivas’ın tarihçesi, demografik yapısı,

    yönetimi, mahalle ve evleri hakkında verilen bilgilerle Sivas şehri tanıtılırken, söz

    konusu dönem içerisinde Sivas’ta aile kurumunda evlenme, çok eşlilik, çocuk sayısı

    gibi konulara yer verilerek Sivas’ta aile oluşumu ortaya konulmaya çalışılmıştır.

    Bununla birlikte boşanma ve miras paylaşımı gibi konularla da ailenin dağılması ele

    alınmıştır. Bu çerçevede Osmanlı toplumunun genelinde olduğu gibi temel yapısı aile

    olarak bilinen Sivas toplumunun yaşadığı mekân da araştırılarak, barınma ihtiyacının

    nasıl karşılandığı belirlenmeye çalışılmıştır. Ayrıca sahip olunan eşyaların çeşitliliği ve

    sayısı, ailenin zenginliğini ortaya koyduğu kadar sosyal ve kültürel durumunu

    yansıttığından, konu bu yönüyle de araştırmamız içerisinde yer almıştır.

    Buraya kadar, araştırmamızın amacı hakkında bilgi verilmişti. Bundan sonra, bu

    araştırmanın hazırlanması safhasında kullanılan metotlara değinilebilir. Öncelikle, 20

    numaralı Sivas şer’iye sicili gözden geçirilerek içinde bulunan tereke kayıtları

    günümüz Türkçesine transkript edilmiştir. Bu defterde toplam 123 adet tereke kaydına

    rastlanılmıştır. Tereke kayıtları transkript edildikten sonra, ayrı ayrı fişlenerek

    konularına göre tasnif edilmiştir. Böylece, tereke sahiplerinin kaç eşli oldukları, çocuk

    sayıları, hangi mahallede oturdukları, tereke miktarları, mal varlıkları, borçları,

    alacakları ve bu konudaki muhatapları gibi özelliklerinin de tespit edilmesi mümkün

    olmuştur. Bu verilerin yardımıyla da çeşitli grafikler oluşturulmuş, böylece, söz

    konusu verilerin mukayese edilebilmesine imkân verilmiştir.

  • 3

    C. Şer’iye Sicilleri’ nin Araştırmamız Açısından Önemi

    Şer’iye sicilleri Osmanlı Devleti’nde çeşitli mahkeme tutanaklarının ve merkezî

    hükümetle karşılıklı olarak gerçekleştirilen yazışma suretlerinin kadılar tarafından

    kaydedildiği defterlerdir. Şer’iye sicilleri, şer’i mahkemelerde yargı görevini yerine

    getiren kadılar tarafından tutulur. Kadılar, insanlar arasında meydana gelen

    anlaşmazlıkları şer’i hükümlere göre karara bağlamak için sultanlar veya onların

    yetkili kıldığı şahıslar tarafından görevlendirilen, kendilerine hâkim veya hâkim-üş-şer

    de denilen kimselerdir1.

    Şer’i, hukukî ve idarî yönden önemli vazifeleri olan kadılar, bu geniş vazifeleri

    nedeniyle, kendilerine gelen hüküm ve fermanlarla bunlara verilen cevapları, ayrıca

    gördükleri çeşitli davalara ilişkin vermiş oldukları hükümleri kaydetmek için sicilleri

    tutmuşlardır2. Bu defterlere şer’i mahkemeler tarafından verilen her çeşit ilâm, hüccet

    ve şer’i evrak asıllarına uygun olarak kaydedilmektedir3.

    Şer’iye Sicillerine kaydedilen her türlü belge belli bir usule göre

    düzenlenmiştir. Sakk-ı şer’i usulü denilen bu usulle şer’iye sicilinin belli standartlarda

    tutulması sağlanarak bu kayıtların tanzimi meselesi düzenli ve sağlam bir kaideye

    oturtulmuştur4. Kadılar bazı hukukî meseleleri bu kayıtlara başvurarak çözdüklerinden

    sicil defterlerinin korunmasına5 ve düzenli bir şekilde tutulmasına büyük özen

    göstermişlerdir.

    1 Ahmet Akgündüz, “İslam Hukukunun Osmanlı Devleti’nde Tatbiki: Şer’iye Mahkemeleri ve Şer’iye Sicilleri”,

    Türkler, Ankara 2002, X, s. 54. 2 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Ankara 1988, s. 109. 3 Akgündüz, “Şer’iye Mahkemeleri”, s. 57. 4 Akgündüz, “Şer’iye Mahkemeleri”, s. 58. 5 M. Akif Aydın, “Osmanlıda Hukuk”, Osmanlı Devleti ve Medeniyet Tarihi, İstanbul 1994, s. 418.

  • 4

    Şer’iye sicilleri memleketin çok çeşitli maddi ve kültürel konuları üzerinde

    yapılan mahalli araştırmaların birinci derecede kaynaklarıdır6. Bu kaynaklar toplum

    hayatının durumunu ve bunun karşısında devletin tavrı ve adlî gidişatının ne durumda

    olduğunu görmek bakımından büyük önem taşımaktadır7.

    Şer’iye sicilleri Türk tarihi için önemli olduğu kadar Osmanlı İmparatorluğu’na

    bağlı olan milletler için de çok değerli arşiv malzemelerindendir8. Bugüne kadar

    yazılmış olan Osmanlı tarihlerinde görülen yanlışlıkların düzeltilmesi, Osmanlı tarihi

    ve teşkilatı hakkında daha doğru ve eksiksiz araştırmalar yapılabilmesinde şer’iye

    sicillerinden de faydalanmak mümkündür9.

    Osmanlı sosyal hayatının temel kaynaklarından biri olan şer’iye sicillerinin, ait

    olduğu dönemde yaşanan hayatın bütün yönlerini göstermesi açısından önemi

    büyüktür10. Dolayısıyla bu kayıtlardan eski Türk aile yapısı, nişanlanma, evlenme gibi

    müesseselerin nasıl işlediği, kadın ve erkeğin kullanabildiği boşanma hakkının ne

    şekilde kullanıldığı gibi konularda önemli bilgilere ulaşılabilir11.

    Osmanlı Devleti’nin ekonomik, sosyal ve şehircilik tarihi konusundaki

    araştırmaları için vazgeçilmez kaynaklardan biri olan şer’iye sicillerinde, mahkeme

    kararları, zabıtlar, hüccetler, borç senetleri, emir suretleri, avarız kayıtları, mülk

    6 Feyyaz Gürkan, “Şer’iye Mahkemeleri Sicilleri Üzerinde Bir Araştırma” IX. Türk Tarih Kongresi, Ankara

    1988, s. 765. 7 Feridun M. Emecan, “Osmanlılarda Devlet, Toplum ve Mahkeme” 18. Yüzyıl Kadı Sicilleri Işığında Eyüp’te

    Sosyal Yaşam, İstanbul 1998, s. 79. 8 Komisyon, Şer’iye Sicilleri, İstanbul 1988, s. 12; Gürkan, “Şer’iye Mahkemeleri”, s. 765. 9 Gürkan, “Şer’iye Mahkemeleri”, s. 767. 10 Muhiddin Tuş- Adnan Gürbüz- Ömer Demirel, “Osmanlı Ailesi İle İlgili Şer’iye Sicillerinden Seçilen Örnek

    Belgeler”, Sosyo- Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, Ankara 1992, s. 849. 11 Komisyon, Şer’iye Sicilleri, s. 13.

  • 5

    satışları ve narh fiyatları gibi belgelerin yanında, dağınık olarak tereke kayıtları da

    bulunmaktadır12.

    Terekeler, Osmanlı ekonomik ve sosyal araştırmalarında mühim

    kaynaklardandır. Bu kayıtlar, ölen kimselerin bıraktıkları malların tespit edilip, bu

    malların şeriat esasına göre bölünmesini gösteren belgelerdir13. Vefat eden

    kimselerden miras kalan mallar, kadı’nın bu işlerle görevli memuru kassam’ın14

    önünde sayılır ve bunlar yetkili bilirkişiler aracılığıyla kıymetleri belirlenerek detaylı

    muhallefat listeleri düzenlenirdi15.

    Tereke kayıtlarında Osmanlı aile yapısı ve ailenin çeşitli yönlerine ışık tutan

    pek çok bilgiye ulaşmak mümkündür. Ölenlerin sosyal menşe’leri, medeni halleri, aile

    yapıları, mahalleleri, her türlü giyim ve ev eşyası, mutfak takımları, tarla malzemeleri

    gibi bilgileri sıralayan tereke kayıtları hem içtimaî hem de iktisadî hayat için zengin

    malzemeler taşır. Bununla birlikte bu belgelerde, vefat eden kişinin borçları ve

    alacakları da yer alır. Bu yönleriyle de tereke kayıtları pek çok konuda fikir sahibi

    olmamıza yarayan veriler sunmaktadır. Bu nedenle de konumuz açısından ayrı bir

    öneme sahiptir.

    12 Alpay Bizbirlik, “Tereke Defterleri ve Edirne Tereke Defterleri Üzerini Bir Deneme”, Türkler, X, Ankara

    2002, s. 731. 13 Serap Yılmaz, “İranlı Ermeni Bir Tüccarın Terekesi ve Ticari Etkinliği Üzerine Düşünceler”, Tarih

    İncelemeleri Dergisi, S. VII, İzmir 1992, s. 191. 14 Kassam, sözlükte taksim eden, bölüştüren anlamına gelirken Osmanlı uygulamasında, miras davalarında bizzat

    dava mahalline giderek, gerekli tahkikatı yapıp, ihtilaf hakkında bir neticeye vardıktan sonra, davayı hükme

    bağlayan ve terekeyi varisler arasında taksim eden şer’i memuru ifade etmektedir. Bkz. Sait Öztürk, “kassam”,

    Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, XXIV, İstanbul 2001, s. 579. 15 Bayram Ürekli- Alpay Bizbirlik, “Karaman Valisi Çelik Mehmet Paşa’nın Terekesi” Türkiyat Araştırmaları

    Dergisi, S. 1, Konya 1994, s. 177.

  • 6

    I. BÖLÜM

    1839–1841 YILLARINDA SİVAS’IN SOSYAL VE EKONOMİK

    DURUMU

    I. OSMANLI DEVLETİ’NİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUM

    Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyıl’a gelinceye kadar, yaptığı fetihlerden kârlı

    çıkarken bu yüzyıldan sonra, arka arkaya yenilgiler almaya başlamış, devletin

    merkeziyetçi yapısında farklılıklar oluşmuştu. Osmanlı’nın karşısındaki batı, eskisi

    gibi değildi. Osmanlılara nazaran deniz ticareti ve teknoloji açısından belirli bir

    üstünlük kazanmıştı. Artık Osmanlı Devleti’nin hasımları da kuvvetliydi. Aynı

    zamanda bu hasımlar çıkarları örtüştüğünde birlikte hareket edebiliyorlardı16.

    Tımar sisteminin yerini iltizam usulüne bırakması, eyaletlerde merkezî otoriteyi

    sarsacak sebepler doğuruyordu. XIX. yüzyılda devletin en önemli sorunlarından birisi

    de kuşkusuz bağımsızlık hareketleriydi. Devletten ilk kopmalar bu yüzyılda başladı ve

    devam etti. Bu dönemde ordu’nun durumu da yeterli değildi. Yeniçerilerin sayısı savaş

    şartlarının değişmesinden dolayı artırılmış, bu artış beraberinde sosyal, siyasal ve

    ekonomik bazı sorunları getirmişti17.

    Bu dönemde Osmanlı Devletinde üretim ve tüketim esnaf loncalarının

    denetimindeyken iç ve dış ticaret devletin denetiminde ve gözetiminde belirli kurallara

    göre yapılıyordu18. Ancak ticarî ayrıcalıklar ve genişletilen kapitülasyonların da

    16 Bu konuda bilgi için bakınız. Cemal Kafadar, “Osmanlı Tarihinde Gerileme Meselesi”, Osmanlı Geriledi mi?,

    İstanbul 2006. 17 Oral Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, Ankara 1987, s. 106. 18 Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, Ankara 1991, s. 6.

  • 7

    etkisiyle Osmanlı endüstrisini geliştirme çabaları sonuçsuz kalıyordu.

    Osmanlı Devleti XIX. yüzyılda toprak ve nüfus bakımından dünyanın en büyük

    devletlerinden birisiydi. Yüzyıla gelininceye kadar büyük badireler atlatmış, haliyle

    yıpranmıştı. Dünya, ekonomik, siyasî, askerî pek çok alanda değişim geçirmiş, bu

    alanlarda ve özellikle savaş tekniklerinde gittikçe ilerleyen ülkelerle komşu olunmuştu.

    Bu nedenle Osmanlı Devleti, gerek teknolojik gelişmeleri gerekse değişen dünya

    düzenini yakalama çabası içerisine daha XIX. yüzyıl öncesinde girmişti19.

    XVIII. yüzyıl’ın sonlarında dünya politika ve dengelerinde önemli bir takım

    değişmeler yaşandı. Rusların, Balkanlar ve Akdeniz Bölgesinde yayılma politikasını

    gütmeleri, 1774’te Ruslarla yapılan Küçük Kaynarca Anlaşması ile sonuçlandı.

    Nitekim bu antlaşma ile Ruslar, Karadeniz ve boğazları kullanarak, Akdeniz

    Bölgesinde yayılma politikasını harekete geçirmeye başlamışlardır. Zira Rusya, bu

    antlaşmayla Osmanlı Devleti’nde serbest ticaret yapma hakkını elde ediyordu. Üstelik

    Rusya, bu hakkı sadece kendisi için değil Rus bayrağı altında olmak kaydıyla istediği

    yabancılar için de elde etmişti20. Küçük Kaynarca Antlaşması, Rusya’ya Hıristiyan

    tebası üzerinde himaye hakkı tanımıştı. Rusya, bu hakkı kullanarak sürekli Osmanlı

    Devletinin iç işlerine müdahale etme fırsatını da yakalamıştır21. Bu antlaşmanın Rus

    çarına “padişah” unvanını vermesi ve Rusya’ya dilediği yerde konsolosluk açabilme

    hakkının tanınması, Rusya’nın Osmanlı Devleti üzerinde baskı kurma çabasında etkili

    19 Osmanlı sanayi gelişimi hakkına bilgi için bakınız. Edward C. Clark, “Osmanlı Sanayi Devrimi”

    Tanzimat,Ankara 2006, s. 499-512. 20 Ali İhsan Bağış, “İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun Toprak Bütünlüğü Politikası ve Türk

    Diplomasisinin Çaresizliği”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara 1999, s. 45. 21 Süleyman Kocabaş, Türkiye ve İngiltere, İstanbul 1985, s. 53.

  • 8

    olmuştur22. Bu antlaşmanın acı sonuçlarından biri de Kırım’ın ilhak edilmesidir. Rusya

    Kırım’ın ilhakıyla Karadeniz’e tam anlamıyla çıkmış, büyük ölçüde genişleme

    politikasını gerçekleştirmiştir23.

    XVIII. yüzyılın sonlarında meydana gelen Fransız İhtilali, devletler üzerinde

    önemli etkiler yaratmış, dünya dengelerini değiştirmiştir. Başlangıçta ihtilalin Osmanlı

    toplumuna doğrudan bir etkisinin olmayacağı, bu hareketlerin, Fransa’nın bir iç

    sorunu, hatta Osmanlı topraklarına giremeyecek bir Hıristiyan sorunu olarak

    düşünülmüştür24.

    Osmanlı Devleti çeşitli uluslardan oluşuyordu. Ancak Fransız ihtilal’in yaymış

    olduğu milliyetçilik akımı, Osmanlı Devleti’nin millet sistemiyle bağdaşmıyordu25. Bu

    nedenle Osmanlı Devleti Avusturya ve Rusya ile savaş halinde olunmasının da

    etkisiyle, ihtilale ilgisiz kalmışsa da26 ihtilal sonucunda Avrupa’da yayılan ulusçuluk,

    hürriyet, eşitlik, prensipleri, XIX. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı

    İmparatorluğu’nu da etkilemeye başladı. Nitekim 4 Şubat 1804’te Sırp İsyanı ve 12

    Şubat 1821’de Mora’da Yunan İsyanı, bu fikirlerin etkisiyle ayrılıkçı düşüncelerle

    çıkarılan isyanlardı27.

    İhtilal’in zararlı etkilerinden korunmak için, uluslar arası zeminde savunma

    durumuna geçen Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyılın sonlarından başlamak üzere XIX.

    yüzyıl boyunca kendi kuvvetine dayanan bir siyasetten uzaklaşarak, devletlerin

    22 Ali İhsan Bağış, Osmanlı Ticaretinde Gayri Müslimler, Ankara 1998, s. 15. 23 Bağış, Türk Diplomasisinin Çaresizliği, s. 45. 24 Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, s. 110. 25 Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu 1839–1914, Ankara 1996. s. 40. 26 İsmail Soysal, Fransız Diplomasisi Münasebetleri (1789–1802), Ankara1999, s. 101. 27 Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, I, Ankara 1985, s. 64.

  • 9

    menfaat çatışmalarından istifade etme temeline dayanan, bir denge politikası

    izlemiştir28. Bu politikayı izlemekteki amaç ise Avrupa’nın büyük devletleri arasında

    çıkar çatışmalarından yararlanarak, devletin siyasal bağımsızlığını ve toprak

    bütünlüğünü sürdürmektir.

    III. Selim padişah olduktan sonra (6 Nisan 1789) Avusturya ve Rusya ile devam

    eden savaşlara, Avusturya ile yapılan Ziştovi (1791) ve Rusya ile yapılan Yaş (1792)

    Antlaşmalarıyla son verilmiştir29. Bu dönemde devletin askeri bakımdan zayıflaması,

    toprak bütünlüğünün ve bağımsızlığının korunmasında diplomasiyi ön plana

    çıkarmıştır. Diplomasinin gerçekleşmesi içinse buna uygun kurumlar geliştirmenin ve

    bu konuda uzman kişiler yetiştirmenin önemli olduğu anlaşılmıştır.30

    III. Selim, devletin içine düştüğü durumdan kurtarılabileceğine inanıyordu. Bu

    nedenle ıslahat girişimlerinde bulundu. Bu dönemde yapılan “Meclis-i Meşveret” adlı

    toplantılarda devlet adamları, devletin gidişatı hakkında neler yapılabileceğini dile

    getirmişlerdir. Bu görüş ve düşünceler rapor halinde hazırlanarak “Islahat Layihaları”

    adıyla padişaha sunulmuştur. Bu raporlar doğrultusunda ve III. Selim’ in önderliğinde

    “Nizâm-ı Cedit” denilen bir takım yeniliklere girişilmiştir. III. Selim’in 1789–1807

    yıllarını kapsayan padişahlığı, Kabakçı Mustafa İsyanıyla tahttan indirilmesi şeklinde

    sonuçlanmıştır31. Osmanlı Devleti, yapılmaya girişilen bu ıslahat girişimleriyle değişen

    dünya düzenine ayak uydurmak ve eksik görünen noktalardaki boşlukları doldurmak

    28 Gül Akyıldız, “ III. Selim’in Dış Politika Anlayışı ve Diplomasi Reformu Çerçevesinde Batılılaşma Siyaseti”

    Türkler, XII, Ankara 2002, s. 664. 29 Vakur Versan, “Osmanlı Devletinde Tanzimat’tan Sonra Batı Devletler Hukukunun Benimsenmesi”, Çağdaş

    Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara 1999, s. 106. 30 Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, s. 113. 31 Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri , s. 5.

  • 10

    için çabalamıştır. Ama getirilmeye çalışılan bu yeni düzen ulema ve bir kısım yönetici

    işbirliğiyle, yeniçeriler tarafından durdurulmuştur.

    Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçek anlamda reformları başlatan kişinin II.

    Mahmut olduğunu söyleyebiliriz. O, reformları gerçekleştirmekle kalmamış, onları

    engelleyen unsurları da bertaraf etmeye çalışmıştır. Bu nedenle imparatorluk üzerinde

    kalıcı etkileri olmuş, girişilen yenilik hareketleri başarılı sonuçlar doğurmuştur. II.

    Mahmut’un reform hareketleri dönemini de aşarak kendisinden sonra da devam

    etmiştir. Bilindiği gibi Tanzimat Fermanı’nın ilanı her ne kadar Abdülmecid dönemine

    rastlasa da hazırlık safhası II. Mahmud dönemindedir32.

    II. Mahmud tahta geçtiği ilk yıl devlet otoritesini sağlamlaştırmak için bazı

    önlemler aldı. Bu önlemlerden birisi de ayanlarla imzalanan Sened-i ittifak’tır33.

    Bilindiği gibi II. Mahmud tahta bir ihtilal sonucunda çıkmıştı. Bu dönemde Alemdar

    Mustafa Paşa ile birlikte Rumeli ve Anadolu âyânları İstanbul’da egemen

    konumdaydı34. İşte bu sözleşme âyânları meşrulaştırıp kurumsallaştırırken; aynı

    zamanda onları baskı alında tutan bir belge özelliğindeydi35.

    Sened-i İttifak’ı XIX. yüzyıl anayasa hareketlerinin bir başlangıç noktası

    sayabiliriz. Bu sözleşmenin imzalanmasındaki asıl amaç, merkezî otoriteye kafa tutan

    âyân ve valilerin bağlılıklarının yeniden sağlanmasıyken, bu belge padişahın mutlak

    32 Enver Ziya Karal, “Gülhane Hatt-ı Hümâyunu’nda Batı’nın Etkisi”, Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı

    İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 78. 33 Mehmet Maksudoğlu, Osmanlı Tarihi 1299-1922, İstanbul 2001, s. 261. 34 Mehmet Seyittanlıoğlu, “Yenileşme Dönemi Osmanlı Devlet Teşkilâtı”, Türkler, XIII, Ankara 2002, s. 563. 35 Sina Akşin, “1839’da Osmanlı Ülkesinde İdeolojik Ortam ve Osmanlı Devletinin Uluslararası Durumu”,

    Mustafa Reşit Paşa ve Dönemi Semineri Bildiriler, Ankara 1994, s. 8.

  • 11

    otoritesine ilk kez hukukî bir sınırlama getirmiştir36. Âyânlar, böylece padişah’ın

    mutlak otoritesi karşısında, kendilerinin durumlarını garanti altına almak

    istemişlerdir37. Sened-i İttifak, bütün bunların yanında bizlere o dönemde âyânların ne

    kadar önemsendiğini de gösterir. Âyânlar artık onlarla aynı masaya oturulacak kadar

    güçlenmiştir. Bu nedenle II. Mahmud ilk olarak çağdaş bir ordu kurup, merkezî

    otoriteyi güçlendirmek istemiştir.

    Sened-i İttifak’ın ardından Sekban-ı Cedid Ocağı kurularak yeniden askerî

    ıslahatlara girişildi. Çok geçmeden bu olay yeniçerilerin isyanıyla sonuçlandı.

    Alemdar Mustafa Paşa’yı öldüren yeniçeriler saraya yöneldiler. Bunun üzerine, II.

    Mahmud sekban-ı cedid’ i dağıtmayı ve ıslahatçıları yok etmeyi kabul etmek zorunda

    kalmıştır. Böylece askerî ıslahat XVIII. yüzyıl boyunca gündemden çıkmıştır. II.

    Mahmud bu olaydan sonra reform hareketlerinin başarılı olabilmesi için reform

    karşıtlarının yok edilmesini ve devlet otoritesini yeniden kurmayı zorunlu görmüştür38.

    Bu bakımdan askerî ıslahatların yapılabilmesi için yeniçerilerin kaldırılması

    gerekiyordu. Üstelik Yanya Âyânı Tepedelenli Ali Paşa’nın harekatında (1820) ve

    Rumların isyanında (1826) yeniçerilerin başarısızlığı gün ışığına çıkmıştı.

    Yeniçerilerin dış devletler karşısındaki durumu da hiç iç açıcı değildi. Onların bu

    başarısızlıkları karşısında II. Mahmud yeniden askerî bir örgütlenmeye giderek Eşkinci

    Ocağını kurdu (1826). Yeniçerilerin çok geçmeden isyan etmesi ocağı kaldırmak için

    uygun bir fırsattı39. Bu fırsatı değerlendiren II. Mahmud yeniçeri ocağını kanlı bir

    36 Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, s. 115. 37 Halil İnalcık, “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu”, Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı

    İmparatorluğu, Ankara, 2006, s. 86. 38 Robert Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, çev. Server Tanilli, II, İstanbul, 1999, s. 30. 39 Akşin, “1839’da Osmanlı Ülkesi”, s. 9.

  • 12

    hareketle bastırdı.

    Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra devlet otoritesi gözle görülür bir

    biçimde yeniden kuruldu40. Zaten amaç merkezî hükümetin hâkimiyetini

    güçlendirmekti. Böylece âyânlara boyun eğdirilebilecek ve dış tecavüzlere karşı

    koyulabilecekti. Bazı âyânlar kendileri açısından tehlikeli olabileceğini

    düşündüklerinden modern bir ordunun kurulmasının karşısında olmuşlardı. 1826

    yılında âyânların korktukları başlarına geldi ve yıllar öncesinden de denenen fakat

    başarısız olunan bir hareket başarıyla sonuçlandı41. Ardından Asâkir-i Mansûre-i

    Muhammediyye adında bir ordu kuruldu. Avrupa orduları örnek alınarak kurulan bu

    yeni orduda, Prusya subayları görevlendirildi. 42

    Osmanlı Devleti Mora’da başlayan ayaklanmayı Mısır valisi Mehmet Ali

    Paşa’nın yardımıyla bastırdı. Ancak 1827 yılında bir İngiliz-Rus-Fransız ortak

    donanmasının Osmanlı donanmasını Navarin’de yakması, Yunanistan’ı bağımsızlığına

    doğru götürdü43. Rusya’nın 1828’de Osmanlı Devletine karşı ilan ettiği savaş

    Osmanlının yenilgisi ve Edirne Antlaşması ile sonuçlandı. Bu savaştan toprak

    kaybederek ve Tazminat ödemeye mahkûm edilerek çıkılmıştı. Ağır şartlar taşıyan bu

    antlaşma ile Yunanistan bağımsızlığına kavuştu. Yunanistan’ın bağımsızlığı Osmanlı

    tebası diğer uluslara örnek olmuş, devletten kopmaların bir başlangıcını oluşturmuştur.

    Doğu Akdeniz’de Mora elden çıkarken, Fransa’nın Cezayir’i işgaliyle (1830) batı

    40 Stefan Yerasimos, “Tanzimat’ın Kent Reformları Üzerine”, Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı

    İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 368. 41 Kemal H. Karpat, “Osmanlı Tarihinin Dönemleri: Yapısal Bir Karşılaştırmalı Yaklaşım”, Osmanlı Geriledi

    mi, İstanbul 2006, s. 245. 42 Maksudoğlu, Osmanlı Tarihi, s. 265. 43 Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), Ankara 1978, s. 19.

  • 13

    Akdeniz’de de Cezayir elden çıkmıştır44.

    1831 yılında en önemli eyaletlerden biri olan Mısır’da Mehmet Ali Paşa isyanı

    söz konusuydu. Kütahya’ya kadar ilerleyen isyancı kuvvetler büyük başarılar elde

    ettiler45. Mehmet Ali Paşa’nın bağımsızlık isteği ve bu amaçla uluslar arası

    girişimlerde bulunması Osmanlı Devletini İngiltere’ye yaklaştırdı. 1839’da İngiltere

    ile yapılan Balta Limanı Antlaşması bu yakınlaşmadan kaynaklandı46. Mısır sorunu,

    Osmanlı ordusunun Mehmet Ali Paşa’ya Nizip’te yenilmesinin ardından II.

    Mahmud’un ölümünden sonra geçici olarak çözümlenebildi. Neticede Mısır’a yarı

    bağımsızlık verildi47.

    Ayrılıkçı isyanların ve devletten kopmaların yaşandığı bu dönemde, devletin bir

    iç sorunu olan Mehmet Ali Paşa İsyanı, Avrupa devletlerinin desteğiyle

    çözümlenebilmişti. Rusya’nın Akdeniz’deki çıkarları doğrultusunda Osmanlı

    Devleti’nin yanında olması, İngiltere ve Fransa’nın doğu Akdeniz’deki çıkarlarını

    tehlikeye sokmuştu. Bu nedenle yaptıkları yardımda amaç, yine kendi çıkarlarına

    hizmet etmekti. Nihayet 1840 yılında Londra’da yapılan bir konferansla Mısır sorunu

    devletlerin çıkarlarına uygun bir şekilde noktalanmıştır.

    II. Mahmut, yoğun iç ve dış sorunların yaşandığı bu dönemde askerlik alanında

    çeşitli düzeyde okullar açmış, donanma ve diğer askerî sınıflarda önemli iyileştirme

    çalışmaları yapmıştır. II. Mahmut döneminde yapılan geniş kapsamlı yenilikler Yunan

    isyanı ve Mısır meselesi gibi devleti uzun süre uğraştıran sıkıntılı bir zamanda

    44 Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, s. 118. 45 Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri, s.5. 46 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 2006, s. 54. 47 Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri, s.5.

  • 14

    gerçekleşmiştir48. Ayrıca askerî reformların yanı sıra, idare ve eğitim alanında da

    düzenlemelere gidilmiştir. Hükümet şurası, Adliye İşleri Yüksek Kurulu, Askerî Şura

    Dairesi bu dönemde oluşturulan idarî meclislerdir. Bunların yanı sıra modern eğitim

    kurumları da açılarak Avrupa’ya eğitim için öğrenci ve subay da gönderilmiştir49.

    Pek çok sıkıntının yaşandığı bu dönemde ülke yönetiminde merkezileşmeye de

    gidilmiş yeni yönetin anlayışının gerektirdiği uzman memurlar ve uzman kurumlar

    birbiri ardına kurulmaya başlamıştır50.

    Yukarıda ifade edildiği gibi Tanzimat dönemi, II. Mahmud’un 1826’da

    başlattığı yenilik hareketlerinin bir devamı niteliğindedir51. Tanzimat fermanında

    hâkim olan düşünce Müslümanlarla gayrimüslimler arasında tam bir eşitlik

    sağlamaktır. Tanzimatçılara göre, bu eşitlik sayesinde imparatorluğa bağlı bütün teba

    birbirine kaynaşarak hep beraber imparatorluğun devamı için hizmet edeceklerdi52.

    Osmanlı temel müesseselerinin batı modeline bürünmesi ve batıyı örnek alarak

    imparatorluğu kurtarma gayreti, Tanzimat hareketinin temelini teşkil etmiştir53. Bu

    durum kendi öz değerlerinden kopuk, batılı modellerin taklidi şeklinde ortaya

    çıkmıştır. Ancak Ferman’ın getirdiği yeniliklerin uygulanması 1840-1856 yılları

    arasındaki sürede büyük ölçüde gerçekleşmiştir. Ne var ki, bu dönemde yapılan

    48 Seyittanlıoğlu, “Yenileşme Dönemi”, s. 564. 49 Ümit Aktaş, Osmanlı Çağı ve Sonrası, İstanbul 1998, s. 184. 50 Seyittanlıoğlu, “Yenileşme Dönemi”, s. 565. 51 Musa Çadırcı, “Tanzimat Döneminde Türkiye’de Yönetim”, Belleten, LII, Ankara 1988, s. 601. 52 Halil İnalcık, “Tanzimat Nedir?”, Tanzimat Değişim Süresinde Osmanlı İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 29. 53 Mehmet Aydın, “Tanzimatla Aranan Hüviyet”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu,

    Ankara 1994, s. 15.

  • 15

    düzenlemelere tepkiler de doğmuştur54. Bu çerçevede Osmanlı Devletinin batılılaşma

    çabaları değişim isteyenler için modası geçmiş olarak değerlendirilirken, geleneksel

    değerlere ve yaşama şekline yapılan saldırılara direnen bir kısım halkla da

    yabancılaşmasına neden olmuştur55.

    Tanzimat’ın ardından yapılan düzenlemeler imparatorluğun bütününde aynı

    anda başlatılmamıştır. Önce hükümet merkezine yakın yörelerde başlamış, daha sonra

    uzak yörelerde uygulamaya geçilmiştir. Uygulama sırasında da yenilikleri benimsemiş

    ve uygulayabilecek bir kadro oluşturulmaması, insanların yüzyıllardan beri

    sürdürdükleri alışkanlıklarını değiştirmenin oldukça güç olmasından dolayı sıkıntılar

    yaşanmıştır56.

    II. SİVAS’IN SOSYAL VE EKONOMİK DURUMU

    A. Yeryüzü Şekilleri

    Sivas şehri, İç Anadolu’nun kuzeydoğu kısmını oluşturan yukarı Kızılırmak

    havzasında yer alan ve tarihi çok eskilere dayanan bir şehirdir57. Doğu Anadolu ve

    Karadeniz Bölgesinde de toprakları bulunan şehrin bir bölümü Kızılırmak, bir bölümü

    Yeşilırmak ve bir bölümü de Fırat havzasına girer. Ortalama yükseltisi 1000 metrenin

    üstünde olan şehirde dağlar, dağlar arasında uzanan vadiler, çukurlarda oluşmuş ovalar

    ve yüksek platolar başlıca yeryüzü şekillerini oluşturur58. Diğer taraftan Sivas şehri,

    54 Musa Çadırcı, “Tanzimat’ın Uygulanmasında Karşılaşılan Bazı Güçlükler”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü

    Uluslar arası Sempozyumu, Ankara 1994, s. 296. 55 Kafadar, “Gerileme Meselesi”, s. 144. 56 Çadırcı, Tanzimat’ın uygulanmasında Güçlükler, 296. 57 İlhan Erdem, “Türkiye Selçuklu-İlhanlı İlişkilerinde Sivas”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyum

    Bildirileri, Sivas 2006, s. 65. 58 Zeki Ekmekçioğlu (ed. ), Cumhuriyetimizin 75. Yılında Sivas, Ankara 1998, s. 17.

  • 16

    Türkiye’nin en uzun akarsuyu olan Kızılırmak’ın kaynak alanı durumundadır. 59

    Kızılırmak Vadisine dik yamaçlar ile Merâkum Yaylası arasından gelen Mısmıl Irmak

    ve Murdar Irmak, şehrin güneyinde Kızıl Irmağa dökülür60.

    Sivas’ın iklimi ve bitki örtüsü, bulunduğu coğrafyanın şartlarına göre

    şekillenmiştir. Sert bir kara iklimine sahip olan Sivas’ın, baharı gayet kısa, az yağışlı,

    kışları çok soğuk ve kar yağışlıdır61. Kar bu şehrin özelliğidir. Bu şehirde yılın on iki

    ayında beş ay kar görmek mümkündür.

    Anadolu’nun doğudaki kilit kapısı olan ve tarihte büyük ticaret yollarının

    üzerinde bulunmasının verdiği avantajıyla, önemli bir şehir olma niteliğini koruyan

    Sivas, zaman zaman bu bölgede kurulan devletlere başkentlik de yapmış ayrıca bu

    devletlerin stratejik ve ticarî açıdan en önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir62

    B. Tarihi

    Sivas şehri, tarihin ilk dönemlerinden beri daima önemli bir yerleşim merkezi

    olmuş, zamanımıza kadar burada pek çok medeniyetler ve devletler hâkimiyetlerini

    sürdürmüşlerdir. Önemli yolların kavşak noktasında bulunmasının yanı sıra,

    hayvancılık ve azda olsa tarım endüstrisi açısından insanlara uygun bir ortam sağlayan

    şehir, Bizans döneminden itibaren siyasî bir öneme de sahip olmuştur63.

    59 Ekmekçioğlu (ed), Sivas, s. 20. 60 Besim Darkot, “Sivas”, İslam Ansiklopedisi, X, s. 579. 61 Ömer Demirel, Osmanlı Vakıf-Şehir İlişkisine Bir Örnek: Sivas Şehir Hayatında Vakıfların Rolü, Ankara

    2000, s. 9. 62 Bahattin Dartma, “Beylikler Devrinin Mümtaz ve Mütevazi Bir Şahsiyeti: Şihabuddin es- Sivasi”, Selçuklular

    Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006; Enver Konukçu, “Moğol Noyanları Kayılar ve Sivas”,

    Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyumu Bildiriler, Sivas 2006; Abdurrahim Tufantoz, “Selçuklular Çağında

    Sivas’ın Stratejik ve Ekonomik Önemi”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyumu Bildiriler, Sivas 2006. 63 İlhan Erdem, Selçuklu- İlhanlı, s. 65.

  • 17

    Tarihi süreçte, Sivas şehrinin bulunduğu bölge hakkında çeşitli bilgiler

    verilmektedir. Araştırmacılar bu şehrin tarihini daha çok Anadolu’nun büyük bir

    bölümünü kapsayan Kapadokya tarihi içerisinde incelemeyi uygun görmüşlerdir. Söz

    konusu dönemde bu şehrin ilk sahiplerinin Hititler olduğu ifade edilir64. Dönemin

    seyyahlarından Adrıen dupre Sivas şehri için “Kapadokya’nın Sebaste’si dir” demekte,

    ve eski isminin “cabira” (kabira) olduğunu ifade etmektedir65. Önceleri Kabira,

    Megolopolis, Diospolis, Talaurs ve Karana gibi isimlerle anılan şehir, Sivas adını ise,

    Roma İmparatoru Ogüst’e sadakat ifade etmek üzere eski Yunancada Ogüst’ün şehri

    anlamına gelen Sebast’tan aldığı kabul edilmektedir66. Sebast şehri uzun müddet Roma

    idaresinde kalmış, sonradan Bizans idaresine geçmiştir. Şehrin önemli ticaret yolları

    üzerinde bulunması, Bizans döneminde mühim bir vilayet merkezi olmasını da

    sağlamıştır. Sivas, önceleri serbest bir vilayetken M.S. VIII. yüzyılda “Tem’a” yani,

    askeri bir valilik merkezi oldu. Zira bu yüzyılda Bizanslılar Anadolu’yu “Tem’a”

    adıyla bir takım eyaletlere ayırmışlardı. Sivas da bu tem’alardan birinin merkeziydi67.

    Bizans Devleti’nin uçlardaki hâkimiyetinin zayıflamasıyla birlikte uzun süre

    mahalli prenslikler tarafından yönetilen şehir, VII. yüzyılın başlarında Sasani

    Orduları’nın işgaline uğramıştır68. Bu işgalden sonra ise Malatya, Sivas ve Amasya’ya

    kadar uzanan Emevi Ordularının akınlarına şahit olmuştur. Hatta bu akınlardan sonra

    64 İsmail Hakkı Uzunçarşılı- Rıdvan Nafiz, Sivas Şehri, Haz. Recep Toparlı, Erzurum 1992, s. 4. 65 Adrıen Dupre’den nakleden Adnan Mahiroğulları, Seyyahların Gözüyle Sivas, İstanbul 2001, s. 51. 66 Hakkı Acun, “Sivas ve Çevresi Tarihi Eserlerinin Listesi ve Turistik Değerleri”, Vakıflar Dergisi, S.XX,

    Ankara 1988, s. 183. 67 Kadri Erdil, Sivas Rehberi, Sivas 1953, s. 22. 68 Acun, Sivas ve Çevresi, s. 184.

  • 18

    Emevi Ordusunun komutanlarından biri olan Abdulvehhab Gazi69 Sivas yönetiminde

    bulunduğu süre içerisinde şehrin imarı ve kalkınması ile halkın Müslüman olması

    konusunda çalışmıştır70. Ancak Emeviler’in yaptığı bu işgaller sürekli olmamıştır.

    Netice de Bizanslılar Sivas’ı tekrar ele geçirmeyi başararak XI. yüzyılın ortalarına

    kadar hâkimiyetlerini sürdürmüşlerdir71.

    Türklerin Sivas’a hâkim olmaları Malazgirt Zaferi’nden sonradır. Bu zaferin

    ardından danişmendiler yönetimindeki Türkler, başta Niksar ve Sivas olmak üzere

    Kayseri, Kastamonu ve Malatya arasındaki memleketleri bir Türk vatanı haline

    getirmeye çalışmışlardır72. Öyle ki, Sivas Danişmentli Devleti’nin Anadolu’da

    Bizans’tan ele geçirdiği ilk büyük şehir olmuştur73. II. Kılıç Arslan’ın hâkimiyetlerine

    son verene kadar Danişmendiler sahip oldukları bölgelerde Türk yapı sanatının

    Anadolu’daki ilk örneklerini vermişler, pek çok mimari eserler meydana

    getirmişlerdir. Battal Gazi Mescidi, Yağıbasan Hangâhı, Zahirü’d-din İli Hanı adlı

    mimari eserlerin yanında bugün hâlâ varlığını sürdüren Sivas Ulu Camii74 bizlere

    Danişmendiler’in bıraktığı onların izlerini taşıyan muhteşem bir eserdir75.

    69 Abdulvehhab Gazi, Sivas’ta şehir merkezinin doğusunda, Akkaya Tepesi üzerinde, yukarı tekke adıyla bilinen

    yerde türbesi bulunan ve Anadolu’nun büyük velilerinden sayılan bir şahsiyettir. Doğum tarihi bilinmemektedir.

    Emeviler döneminde Bizans içerisine yapılan akınlarda bulunduğu, Sivas’ta iki yıla yakın emir olarak kaldığı,

    Bizanslıların Sivas’ı tekrar almaları üzerine yapılan bir savaşta (731) Sivas civarında şehit düştüğü

    bilinmektedir. Bkz. İbrahim Yasak, Sivas Yatırları ve Abdulvehhab Gazi Hazretleri, Sivas 2004. 70 Muammer Tokat- Erdoğan Dursun, Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Sivas’ta Eğitim, Sivas 1998, s. 4. 71 Uzunçarşılı-R. Nafiz, Sivas Şehri, s. 11. 72 Oğuz Ceylan, Sur ve Kaleleri İle Tarihte Sivas, Sivas 1988, s. 16. 73 Hüseyin Kayhan, “Danişmendli- Bizans İlişkileri”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas

    2006, s. 97. 74 Evliya Çelebi, seyahatnamesinde, Ulu Caminin Kılınçarslan tarafından yapıldığını yazmıştır. Bazı mahalli

    rivayetlere göre ise bu eser Alaeddin Keykubat döneminin eseridir. Bir takım kaynaklarda Evliya Çelebi’nin

    görüşü teyit edilmişse de, tarihi tam olarak bilinmeyen bu yapının XII. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiş

  • 19

    Kılıç Arslan’ın Sivas, Niksar ve Tokat’ı ele geçirmesi ile Sivas’ın en parlak

    dönemi başlamıştır. Sivas ve yöresini ele geçiren Selçuklular, buranın coğrafi ve

    stratejik imkânlarından yararlanarak daha da güçlendiler. Bu dönemde uluslar arası

    ticaret ilişkileri içinde önemli bir istasyon olan Sivas, bir vilayet merkezi haline

    geldi76.

    Alaeddin Keykubat dönemi (1219–1237) gerek ilim, gerekse bayındırlık

    yönünden çalışmaların yoğunlaştığı bir dönemdi77. Bu dönemde Sivas şehri, daha da

    büyüyüp gelişerek uluslar arası kozmopolit bir şehir haline geldi.

    Selçuklu Devleti’nin istikrarını bozan gelişme 1240 yılında çıkan ve

    Anadolu’nun büyük bir bölümünü etkileyen Babai İsyanı idi. Ardından 1243 yılında

    Kösedağ Yenilgisi ile başlayan Moğol istilası, Selçukluları her açıdan olumsuz

    etkiledi78. Savaşın ardından Moğollar tarafından üç gün süreyle yağma edilen Sivas

    Anadolu’nun diğer bölgelerinde olduğu gibi İlhanlıların tayin ettiği valiler tarafından

    yönetilmeye başlandı79. Böylece Sivas’a büyük bir kültür merkezi olma özelliğini

    kazandıran Selçuklu dönemi sona ermiş oluyordu. Selçuklu dönemi sona ermişse de,

    olabileceği, dolayısıyla Danişmentli dönemine ait olduğu bazı uzmanlar tarafından savunulmaktadır. Bkz.

    Erdem, “Selçuklu-İlhanlı”, s.69. Adı geçen eserin fotoğrafı için Resim 1’e bkz. 75Muharrem Kesik, “Danişmendliler Zamanında Sivas (1071–1175)”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyum

    Bildirileri, Sivas 2006, s. 119. 76 Erdem, “Selçuklu-İlhanlı”, s. 71. 77 Ekmekçioğlu, Sivas, s. 32. 78 Erdem , “Selçuklu-İlhanlı”, s. 74. 79 Bahattin Dartma, “Beylikler Devrinin Mümtaz ve Mütevazi Bir Şahsiyeti: Şihabuddin es- Sivasi”, Selçuklular

    Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s. 223.

  • 20

    Selçuklular arkalarında Gök Medrese, Çifte Minareli Medrese, Buriciye Medresesi

    adıyla bu gün bile tarihe tanıklık eden ilim merkezlerini bırakmışlardır80.

    Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra Sivas şehri İlhanlıların

    gönderdiği valiler tarafından yönetilmiştir. Bu valilerden biri olan Anadolu Genel

    Valisi Emir Eratna, cesareti, adaleti ve akıllı siyasetiyle Sivas’ta siyasî bir otorite

    haline gelmiş ve giderek Sivas’a kesin olarak hâkim olmuştur81.

    1327-1381 yılları arasında hüküm süren Eratnalılar İlhanlılar’ın varisi

    olmalarından dolayı Anadolu Selçuklu topraklarının büyük bir kısmına sahip

    olmuşlardır. Kurucusunun ölümünden sonra gitgide zayıflayan devlet, Naib

    Burhaneddin Ahmed tarafından yıkılmıştır82.

    Sivas’ta Osmanlı hâkimiyetine kadarki geçen sürede Eratnalı bir vezir olan

    Kadı Burhaddin Ahmet’i görüyoruz. Kadı Burhaneddin, Eratna Beyliğinin zayıflaması

    ile idareyi ele alarak kendi adıyla anılan bir devlet kurmuştur83. 1381’de Sivas’a hâkim

    olan Kadı Burhaneddin, kısa bir süre sonra Anadolu’da baş gösteren Timur tehlikesi

    ile karşı karşıya kalmıştır84. Kadı Burhaneddin 1398 yılında Akkoyunlu beyi Kara

    yülük Osman üzerine açtığı bir seferde öldürülünce, hükümet erkanı şehri Akkoyunlu

    beyine değilde Yıldırım Bayezıd’e teslim etmişlerdir. Buradaki ilk Osmanlı hâkimiyeti

    80 Sivas’ta Selçuklu eserlerinin fotoğrafları için Resim 2, 3, 4 ve 9’a bkz. 81 Göde, “Eratmalılar Devrin”, s. 39. 82Göde, “Eretnalılar Devri”, s. 44; Eratna Devleti’nden günümüze kadar gelen mimari eser Sivas’ta Dabaz

    Tekkesi olarak bilinen Güdük Minare’dir. Bu yapının fotoğrafı için Resim 5’e bakınız. 83 Bilal Kemikli, “Şiir ve İktidar: Hükümdar Şair Kadı Burhaneddin Örneğinde Bir İnceleme” Selçuklular

    Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s. 234. 84 Mustafa Öztürk, “Osmanlılar Döneminde Sivas”, Sivas Kongresi IV. Uluslar arası Sempozyumu, Ankara

    2005, s. 2.

  • 21

    ise çok kısa sürmüş ve Timur’un Sivas’ı kuşatmasıyla son bulmuştur85. Timur Sivas’ı

    zapt ettikten sonra şehri yağmalamış halkına da büyük zulümlerde bulunmuştur.

    Dilden dile anlatılan Timur’un zalimliği bu gün bile unutulmayacak kadar şiddetli

    olmuştur. Evliya Çelebi Timur’un şehirde öldürdüğü insanlar hakkında şunları

    anlatmıştır: “Sivas halkı ve binlerce çocuk boyunlarına Kur’an takarak Timur’u

    karşılamaya çıkmışlarsa da demir yürekli nursuz adam bunları ayakları altında perişan

    etmiştir. Burada yedi gün kalarak yetmiş bin bilgin ve halkı kılıçtan geçirmiştir. Bu

    şekilde kaleyi dahi harap etmiştir.”86

    Timur’un Sivas şehrini zaptı, yönetimin değişmesinin yanında demografik,

    ekonomik ve fiziki açıdan tam bir yıkım olmuştur. Şehir ölen ve göçenlerden dolayı

    önemli bir nüfus kaybına uğramıştır87. Şehrin zaptı sırasında burada bulunan ticarî

    mekânların çoğu büyük ölçüde tahrip edilmiştir. En çok zarar gören ise şehrin fizikî

    yapısı olmuştur88.

    Kadı Burhaneddin’in damadı olduğu düşünülen Mezid Bey, 28 Temmuz 1402

    Ankara bozgununun ardından Sivas’ı ele geçirerek burada beylik kurmuştur. Mezid

    Bey, Çelebi Mehmet’in üzerine gönderdiği Bayezıd Paşa’ya yenilmiş ve teslim

    olmuştur. Mezid Bey’in affedilip Sivas’a vali olarak atanmasıyla Sivas ikinci defa

    Osmanlı hâkimiyetine girmiştir89.

    85 Darkot, “Sivas”, s. 572. 86 Evliya Çelebi, Seyahatname, İstanbul 1993, III-IV, s. 155. 87 Ömer Demirel, “Sivas’ın Timur Tarafından Zaptı ve Yağmalanması”, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri -

    Makaleler- Sivas 2006, s. 17. 88 Demirel, “Sivas’ın Zaptı”, s. 18. 89 Öztürk, “Osmanlılar Döneminde Sivas”, s. 3.

  • 22

    Sivas Akkoyunlu tehlikesi belirene kadar Osmanlı şehzadelerinin oturduğu

    sancak merkezlerinden birisi olmuştur. 1472’de Akkoyunlu Ordusunun Timur’un

    Sivas’a yaptığına benzer bir hareketle şehri yağmalaması karşısında Fatih Sultan

    Mehmet harekete geçmiş, 1473’te Akkoyunlulara karşı Otlukbeli Zaferini kazanmıştır.

    Bu seferin hazırlıklarının Sivas’ta yapılmış olması Sivaslılar üzerinde büyük bir

    memnuniyete de sebep olmuştur 90.

    1533 ve 1548 yıllarında Kanuni Sultan Süleyman İran Seferine giderken, 1634

    yılında ise IV. Murat Revan Seferine giderken Sivas’ta konaklamışlardır. Bu durum

    Sivas’ın doğu seferlerinde bir üs olarak kullanıldığını göstermektedir91.

    XVII. yüzyılda gerek Celali İsyanları ve gerekse merkezî otoritenin zayıflaması

    yüzünden karışıklıklar yaşanmış, yerel güçlerle merkez arasında meydana gelen

    çatışmalardan şehir çok zarar görmüştür92. Osmanlı yönetimi zamanında “Rûmiye’i

    suğra” veya “Eyalet’i Rum” adları ile anılan bir Beylerbeyilik merkezi ve paşa sancağı

    olan Sivas, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasının doğal bir sonucu olarak, ekonomik,

    sosyal ve kültürel yönden eski canlılığını ve zenginliğini kaybetmeye başlamıştır93.

    Sivas’ın Kurtuluş Savaşı yıllarında da Türkiye tarihi açısından önemli bir yeri

    vardır. Sivas, Anadolu’nun kalbi olma özelliğini kurtuluş mücadelesinde de göstermiş,

    4 Eylül 1919’da burada toplanan Sivas Kongresiyle Cumhuriyet’in temellerinin

    atıldığı yer olma şerefine nail olmuştur.

    90 Ömer Demirel, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri ve Esnaf Teşkilatı, Sivas 1998, s. 10. 91 Ekmekçioğlu, Sivas, s. 34. 92 Acun, “ Sivas ve Çevresi”, s. 185. 93 Ceylan, Tarihte Sivas, s. 21.

  • 23

    C. Yönetimi

    Osmanlı Devleti, idarî bakımdan merkez ve taşra teşkilatı olmak üzere iki esas

    yapıdan oluşuyordu. Osmanlı taşra teşkilatında idarî sistemin en üstünde “eyalet” ve

    eyaletlere bağlı “sancaklar” bulunmaktaydı. Sancaklar da “kaza” ve “nahiye” gibi alt

    idarî birimlere ayrılmışlardı94.

    Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan sonra ilk olarak Rumeli ve Anadolu

    eyaletleri oluşturulmuştu. XIV. yüzyılın sonlarında ise Rumiye eyaleti kuruldu.

    Amasya Canik, Çorum, Karahisar-ı Şarkî bölgeleri de bu eyalete dâhil edildi95. XV.

    yüzyılın ilk yarısında eyalet merkezi Amasya idi. XVI. yüzyıldan itibaren Sivas,

    Eyalet-i Rum’un “ paşa sancağı” olarak görülmektedir. Ayni-Ali Efendi’nin H.1018

    (M.1602) tarihli eserinde eyaleti meydana getiren sancaklar ise Amasya, Tokat,

    Bozok, Canik, Çorum, Divriği ve Arapkir olarak belirtilmektedir96. XVI. yüzyılda

    Eyalet-i Rum’a Trabzon ve Malatya sancakları dâhil edilmişse de yüzyılın sonlarında

    Malatya Dulkadir Eyaleti’ne bağlanmış, Trabzon ise müstakil bir eyalet haline gelmiş,

    Karahisar-ı Şarkî, Kemah ve Bayburt kazaları ise Erzurum Eyaletine bağlanmıştır.

    XVIII. yüzyılın sonlarında Eyalet-i Rum’da “kaza” olarak geçen yerleşim

    birimleri şöyle sıralanmaktadır:

    “Sivas, Yıldızeli, Tokat, Şarpare, Niksar, Karakaya, Erak, Sonusa, Taşabad,

    Zile, Karahisar-ı Behramşah, Hüseyinabad, İnallu-ballu, Kazabad, Turhal, Sivasili,

    94 Adnan Gürbüz, “XV-XVI. Yüzyıllarda Sivas Şehrinde İdari ve Ekonomik Yapı”, Vakıflar Dergisi, S. 26,

    Ankara 1997, s. 87. 95 Saim Savaş, “18. Asrın sonlarında Sivas’ta İdari Durum Asayiş ve Ahlak”, Revak, Sivas 1991, s. 40. 96 Aynî Ali Efendi, Osmanlı İmparatorluğunda Eyalet Taksimatı, Toprak Dağıtımı ve Bunların Malî Güçleri,

    çev. Hâdiye Tuncer, Ankara 1964, s. 32.

  • 24

    Gelmüfad (Gelmügat), Yakacık, Artukabat, Tibeğlü, Çepni-Çongar, Amasya, Çorum,

    Canik (Samsun), Bozok, Divriği, Arapkir, Türkmanah-ı Yeniil ve Mamalu”97.

    Osmanlı Devlet’inde taşrada idarî, askerî ve hukukî teşkilatlanmayı sağlamak

    için beylerbeyi ve kadı görevlendiriliyordu. Devletin yürütme gücünü temsil eden

    görevliler eyaletlerde “beylerbeyi”, sancaklarda “sancakbeyi” idi. Yargı gücünü ise

    “kadı” temsil ediyordu98. Osmanlı Devleti’nde yargı yetkisi kadıya, verilen hükmün

    uygulanma yetkisi ise ehl-i örfe aitti. Kadılarla, beylerbeyi, sancak beyi gibi ehl-i örf

    arasındaki ilişki, bir astlık-üstlük ilişkisi değildi. Bunlar, aralarında işbirliği olmakla

    beraber birbirlerinden bağımsız çalışan birer kamu görevlisiydiler99.

    Tanzimat öncesinde şehir idaresi adeta kadı’ların tekelindeydi. Kadı bir şehrin

    her türlü mülkî, beledî ve adlî işlerinden sorumlu olan memurdu. Kadı, Osmanlı taşra

    teşkilatında, Tanzimat’tan önce, birçok hükümet işini ve belediye vazifelerini gören,

    zabıtaya amirlik eden, bütün bunlarla birlikte adaleti tatbik eden bir memurdu100.

    Osmanlı taşra teşkilatının diğer önemli görevlisi ise önceden bahsedilen “Beylerbeyi”

    idi. Beylerbeyi daha çok yürütmeden sorumluydu. Önceleri sancağa gönderilen

    yöneticiye “Sancakbeyi”, eyalete gönderilene ise “beylerbeyi” denilmekteydi.

    Beylerbeyi’nin görev alanı “Beylerbeyilik” iken, zamanla “vilayet” ardından “eyalet”

    olarak adlandırılmıştı. Bu çerçevede Beylerbeyine de zamanla “vali” denilmeye

    başlanmıştır101.

    97 Savaş, “18. Asrın Sonlarında Sivas”, s.40. 98 Gürbüz, “XV-XVI Yüzyıllarda Sivas”, s. 91. 99 Hasan Tahsin Fendoğlu, “Osmanlı’da Kadılık Kurumu ve Yargının Bağımsızlığı”, Osmanlı, VI, Ankara 1999,

    s. 458. 100 Osman Ergin, Türkiyede Şehirciliğin Tarihî İnkişafı, İstanbul 1936, s. 77. 101 Muhittin Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, Konya 2001, s. 33.

  • 25

    Eyaletin merkezi olan sancağa atanan sancakbeyi/vali, hem görevlendirildiği

    sancağın hem de tüm eyaletin yöneticisi konumundaydı. Bölgeden ordu için gerekli

    olan askeri hazır bulundurmak, bunlarla ilgili her türlü problemle ilgilenmek, halkının

    asayiş ve güvenliğini sağlamak gibi sorumluluklara sahipti102.

    Tanzimat’ın ilânı sıralarında atandıkları eyalet merkezinde oturan valiler

    kendilerine bağlı sancaklara da mütesellimlerini göndermişlerdir103. Ayrıca kendileri

    seferde olduklarında, eyalet ve sancakların yönetimi yine “mütesellimler” tarafından

    yapılmıştır. Mütesellimler ise, genellikle bölgelerinde nüfuzlu ailelerden

    atanmaktaydı104. Eyalet yönetiminde “mutasarrıf” ve “muhassıl” adlı yöneticiler de

    bulunmaktadır. Bunlar özel durumun ortaya çıkardığı geçici kurumlardır. Mutasarrıf,

    vali ile aynı yetkilere sahiptir. Vezir rütbesini alan kimselere valilik görevi bazı

    nedenlerle verilmeyince, bu kişilere geçimlerini sağlamaları amacıyla birkaç sancağın

    yönetimi verilmiştir. Tanzimat’ın ilânından önce azda olsa karşılaşılan “muhassıllar”

    ise eyalet ve sancağın hem valiliğini yapan hem de hâsılatını toplayan kimseler olarak

    adlandırılmaktadır105. Bunların yanında şehrin alaybeyi, yeniçeri serdarı, kale

    görevlileri, kadı naibi, müftüsü, nakıbü’l-eşraf kaymakamı ve şehir emini gibi

    görevlileri de bulunmaktadır106.

    102 Hayri Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri Işığında Ailenin Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapısı (XVII. Y. Y. İlk

    Yarısı), Ankara 2001, s. 25. 103 Musa Çadırcı, “Tanzimat’ın İlânı Sıralarında Türkiye’de Yönetim (1826-1839)”, Belleten, LI, Ankara 1988,

    s. 1222. 104 Saim Savaş araştırmasında XVIII. Yüzyılın sonlarında Sivas’ı idare eden mütesellimlerin genellikle

    Zaralızade, Sarızade ve Kenanzade ailelerine mensup olduğunu belirtiyor. Savaş, “18. Asrın Sonlarında Sivas”,

    s. 42. 105 Çadırcı, “Türkiye’de Yönetim 1826-1839”, s. 1227. 106 Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri, s. 25.

  • 26

    Tanzimat reformlarına kadar Osmanlı taşra idaresinin ana birimi sancak iken

    reformlar sonrasında eyaletlerin yerini vilayet teşkilatı almıştır. Sivas, Tanzimat’tan

    sonra vilâyet statüsüne geçmiş Amasya, Çorum, Şebinkarahisar, Tokat sancaklarını da

    bünyesinde barındırmaya devam etmiştir107.

    XVI. yüzyılın ikinci yarısından, Tanzimat’ın ilânına kadar varlığını sürdüren

    mütesellimler, sancakları ya bir vali ya da devlet hazineleri adına yöneten memurlar

    olarak karşımıza çıkmaktadır108. Sivas II. Mahmud döneminde Mukataat Hazinesi’nce

    atanan görevliler tarafından yönetilirdi. Sivas’ın vali, mutasarrıf ve mütesellimleri

    Mukataat Hazinesi tarafından padişaha öneriliyor ve böylece atamaları yapılıyordu109.

    Tımar sisteminin giderek değişikliğe uğraması, iltizam ve mukataa usulünün

    yaygınlaşması, Tanzimat öncesi en küçük yönetim birimi diyebileceğimiz

    “voyvodalık” kurumunun gelişme ve yayılmasına neden olmuştur. Voyvodalar,

    bölgelerinin vergilerini bizzat toplayarak hazineye veya ilgiliye ödemekle yükümlü

    ayrıca bazı askeri görevleri de olan kimselerdir110.

    Osmanlı şehir toplumunda devlet ile reaya arasında, hem ahalinin temsilcisi,

    hem de emirlerinin reayaya ulaşmasında ve uygulanmasında resmî görevlilerin

    yardımcısı olan ayanlar vardır111. Ayrıca imamla birlikte ihtiyar heyetini teşkil eden,

    107 Bayram Kodaman, “XX. Yüzyıl Başında Sivas Vilâyeti (1901)”, Türk Tarihinde ve Türk Kültüründe Tokat

    Sempozyumu, Ankara 1987, s. 170. 108 Çadırcı, “Türkiye’de Yönetim 1826-1839”, s. 1231. 109 Çadırcı, “Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri”, s. 15. 110 Çadırcı, “Türkiye’de Yönetim 1826-1839”, s. 1233. 111 Özer Ergenç, “Osmanlı Şehirlerindeki Yönetim Kurumlarının Niteliği Üzerinde Bazı Düşünceler”, VIII. Türk

    Tarih Kongresi, II, Ankara 1981, s. 1269.

  • 27

    halk tarafından seçilen mahalle mümessilleri hüviyetinde olan muhtarlara da 1834

    yılından itibaren rastlanmaktadır112.

    D. Ekonomisi

    Önemli ticaret yollarının üzerinde yer alan Sivas şehri, bu özelliğini çok eski

    tarihlerden beri korumuştur. Bu ticaret yollarının birinin kuzey-güney, diğerinin ise

    doğu-batı doğrultusunda, Anadolu’yu bir baştın bir başa kat ederek uzanması, Sivas’ın

    ticaret ağını fazlasıyla genişletmiştir. Bu özelliği ile Sivas’ın, kuzeyde ve güneyde

    önemli liman ve ticaret şehirlerini, batıda İstanbul, İzmir ve bu şehirler aracılığıyla

    Avrupa’nın önemli merkezlerini birbirine bağlayan güzergâh üzerinde bulunduğu

    görülmektedir113.

    Sivas şehir merkezinin genel ekonomik yapısında ticaret, küçük el zanaatları ve

    ziraat önemli bir yer tutmaktadır. XV. ve XVI. yüzyıllarda ticaret ve tarımın yanı sıra

    boyahane ve tuzla gelirleri de şehir ekonomisi üzerinde oldukça etkilidir114.

    Diğer Osmanlı şehirlerinde olduğu gibi Sivas şehrinde de, şehrin iskân

    bölgesini oluşturan mahalleler ile iş sahası durumundaki ticaret ve sanayi bölgeleri,

    bazı istisnalar dışında, birbirinden ayrıdırlar115. Şehirde ticaret ve sanayi bölgeleri;

    kentin asıl kapalı alış veriş merkezi özelliğindeki, büyük tüccarların bulunduğu, transit

    ticarete konu olan malların alınıp satıldığı “Bedestenler”116, bedesten’in çevresinde

    112 Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lûgatı, İstanbul 1986, s. 228. 113 Muhiddin Tuş, “XIX. Asır Ortaların Doğru Sivas’ın İktisadî Yapısı”, Revak, Sivas 1995, s. 40. 114 Galip Eken, “Tanzimat Döneminde Sivas’ın Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bazı Bilgiler”, Revak, Sivas

    1999, s. 17. 115 Ömer Demirel, “XIX. Yüzyıl Osmanlı Şehir Ekonomisi (Sivas Örneği)”, Osmanlı, III, Ankara 1999, s. 504. 116 Halime Doğru, XVIII. Yüzyıla Kadar Osmanlı Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Görüntüsü, Eskişehir 1995, s.

    116.

  • 28

    geceleme yeri ve ticaret yapılan konaklama yerleri niteliğindeki “Hanlar”117, genel

    olarak zanaat ürünlerinin üretim ve alışverişinin yapıldığı üstü kapalı pazar

    özelliğindeki “Çarşılar”118 ve pazaryerleridir. Ayrıca debbağhâneler, tahmishâneler,

    boyahâneler, değirmenler, mumhâneler de sanayi ve ticarî özellikler gösteren

    yapılardır119.

    Ömer Demirel XIX. yüzyılda Sivas çarşılarında toplam 26 çarşı, 4 pazar, 14

    han, 2 debbağhâne, 3 mumhâne, 5 boyahâne ve 82 değirmen, ayrıca bu çarşılarda 932

    civarında da dükkân olduğunu belirtmiştir120. Bu yüzyılda Sivas, ticarî şehir özelliğini

    kısmen korumaktadır. Sivas üzerinde hâlâ devam etmekte olan transit ticarette, Sivaslı

    tüccarlarla birlikte Beyrutlu, Ankaralı ve İstanbullu tüccarlara da rastlanmaktadır.

    Genel olarak Sivas’ın ticarî dengesini sağlayan gelir kaynaklarını ise şöyle

    sıralayabiliriz:

    a. Sivaslı tüccarların elde ettikleri gelir

    b. Devlet personeline hizmetleri karşılığında ödenen ücret

    c. Çıkarılan madenlerden elde edilen gelir

    d. Geniş bir araziye sahip olması nedeniyle, ziraattan elde ettiği ihtiyaç fazlası

    ürünlerin geliridir.

    Sivas şehrinde arazi ve iklim, ziraat ve hayvancılık için elverişli olduğundan en

    çok hububat ekimi yapılıyordu. İhtiyaç fazlası olan hububat İstanbul veya kuraklık

    117 Doğru, Osmanlı Kentleri, s. 117. 118 Demirel, “ Şehir Ekonomisi ”, s. 504. 119 Demirel, “Şehir Ekonomisi”, s.504. 120 Demirel, “Şehir Ekonomisi”, s. 506.

  • 29

    yıllarında yeterli üretim yapılamayan bölgelere gönderiliyordu121. Zaten Osmanlı

    şehirlerinde halk kitlelerinin ihtiyaç duyduğu en önemli yiyecek maddesi hububattı.

    Bu nedenle yöneticiler hububat iaşesi konusuna büyük bir önem vermiş ve bu konuda

    gerekli gördüklerinde her türlü tedbiri almışlardır122.

    Osmanlı şehirlerinde, halkın ihtiyaçlarını giderecek her türlü malı üreten esnaf

    grupları vardı. Sivas esnafının %46’sı mal üretimi yapmaktaydı. Bunlar aynı zamanda

    alım-satım ile de uğraşıyorlardı. Bu üretim faaliyetlerine rağmen birçok hammadde ve

    mamul mal Sivas dışından getiriliyordu. Gıda, dokuma, deri, maden ve küçük el

    ürünleri, Sivas içinde üretilen mal çeşitleri arasında yer almaktaydı. Uzun kış

    mevsimleri ve sahip olduğu sert iklim Sivas’ta zirai üretimi olumsuz yönde

    etkilemekteydi123. Sivas’ta hayvancılık ise ailelerin kendi ihtiyaçlarını karşılamaya

    yönelik olarak yapılıyordu. İncelediğimiz terekelerde, kişilerin malları arasında,

    hayvan sahibi olanların az olması, çoğunlukla az sayıda inek, koyun, davar ve keçi

    beslemeleri, kendi süt, yoğurt, peynir gibi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla hayvan

    besledikleri tezini desteklemektedir.

    Sivas’ta pek çok malın üretimi yapılmasına rağmen, üretim miktarı şehir

    ihtiyacının tamamına cevap verememiştir. Şehir ihtiyacının karşılanabilmesi için şehir

    dışından eşya ve erzak getirilerek, problem giderilmeye çalışılmıştır. İncelediğimiz

    tereke kayıtlarında Anadolu’dan: İslambol, Diyarbakır, Erzurum, Zile, Kütahya,

    Karahisar, Kayseri, Tokat, Trabzon; Arap yarımadasından: Haleb, Şam, Trablus,

    121 Tuş, “Sivas’ın İktisadî Yapısı”, s. 42. 122 Ahmet Uzun, “Osmanlı Devleti’nde Şehir Ekonomisi ve İaşe”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, III, S.

    6, İstanbul 2005, s. 213. 123 Demirel, Sivas Şehri, s. 92.

  • 30

    Bağdat, Hama; Asya’dan: Acem, Tebriz; Rumeliden: Selanik ve Osmanlı haricinden:

    Amelikan, İngiliz, Fransız menşe’li mallara rastlanılmıştır.

    II. Mahmud döneminde Sivas’ta pek çok mesleki dalda üretim yapılıyorsa da

    genel bir iktisadi kriz söz konusuydu. Hammadde kıtlığı, satışlarda narhın düşük

    olması, vergi artışları ve özellikle de dışardan gelen yabancı malların imparatorluğu

    istilası ile bu dönemde Sivas esnaf gruplarında hızlı bir çöküş başlamıştır124.

    E. Eğitimi

    İnsan kültürünün yeni nesillere aktarıldığı yegâne sistem olan eğitim, toplumun

    kendini savunma mekanizmasıdır. Bir toplum eğitimle, hem kendini koruyacak yeni

    nesiller hazırlar, hem de kendini geliştirecek bir ortam yaratır. Bu yüzden eğitim, her

    toplumda ilk ele alınan, temel müesseseler arasında yer almaktadır125. Anadolu ve

    Büyük Selçuklu devletleri gibi, Osmanlı Devleti de eğitimin bir devletin

    yükselmesinde ve geri kalmasında önemli bir etkiye sahip olduğunun idrakine vararak,

    eğitim ve öğretime gereği kadar önem vermişlerdir. Devlet yöneticilerini yetiştirmek

    üzere okullar kurmuş, halk için sıbyan mektepleri ve medreseler tesis etmiştir126.

    Mektepler; padişahlar, valide sultanlar, büyük devlet adamları, zenginler ve

    diğer hayır sahipleri tarafından yaptırılır, kurucuları tarafından bağışlanan vakıflarla,

    çocuklardan alınan haftalıklarla ve halkın yardımıyla desteklenirdi. Hemen hemen her

    camide yapılmış olduğundan ve genellikle de camisiz köy ve mahalle

    124 Demirel, Sivas Şehri, s. 105. 125 Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, s. 148. 126 Ömer Demirel, “1876–1909 Yıllarında Sivas’ta Egitim”, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri –Makaleler-, Sivas

    2006, s. 160.

  • 31

    bulunmadığından mekteplerin yaygın bir öğretim verdiğini söyleyebiliriz127. Ömer

    Demirel ilkokul düzeyi eğitim öğretim veren mekteplerin Sivas’ta bilinen ilk örneğinin

    1514 tarihli Kerimçavuşzâdeler’in mektebi olduğunu ve bu mektepten itibaren 1850

    tarihine kadar 34 mektep ismine rastladığını ifade etmiştir128. Evliya Çelebi Sivas’ta

    140 adet mektebin bulunduğunu ve kırkının vakfının kuvvetli olduğunu belirtmiştir129.

    Bir eğitim merkezi olan medreselerde eğitimin yanı sıra birer mescit, türbe,

    çeşme, kütüphane ve bir dönem için dârü’z-ziyafe adlı bölümlere sahip olup,

    medreselerin buna göre fonksiyonları farklılık gösterirdi130. Evliya Çelebi,

    seyahatnamesinde Sivas’ta Hamam, Aşağıhisar, Hasanpaşa Medreselerinin varlığından

    söz etmişse de131 günümüze kadar gelebilen 4 medrese vardır. Bunlar: Gökmedrese,

    Çifteminare, Şifaiye ve Buruciye medreseleridir.

    Gökmedrese 1271 yılında yaptırılmıştır. İki minaresindeki mavi çinilerden

    dolayı Gökmedrese olarak bilinir. Zengin ve fonksiyonel bir medresedir. Osmanlı

    dönemi içerisinde en fazla talebe sayısına sahip olan bu medrese bulunduğu mahalleye

    kendi ismini de vermiştir132. Uzun yıllar büyük tahribe uğramış olan bu eser şimdilerde

    restore edilmektedir133. Çifteminare yine 1271 yılında Dârü’l-Hadis olarak

    yapılmıştır134. 1217–1218 yıllarında, Sultan I. İzzeddin Keykavus tarafından yapılan

    127 Cahit Yalçın Bilim, Türkiye’de Çağdaş Eğitim Tarihi (1734–1876), Eskişehir 2002, s. 2. 128 Demirel, Sivas Şehri, s. 46. 129 Evliya Çelebi, Seyahatname, s. 159. 130 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 152. 131 Evliya Çelebi, Seyahatname, s. 159. 132 Demirel, Sivas Şehri, s. 45. 133 Gökmedrese’nin fotoğrafı için Resim 14’e bkz. 134 Demirel, Sivas Şehri, s. 45. Çifte Minare’nin fotoğrafı için Resim 3 ve 4’e bkz.

  • 32

    Şifahiye Medresesi ise Anadolu’nun en büyük şifahanesidir135. İlmiye medresesi

    olarak yapılan Buruciye Medresesi ise yine 1271 yılında Gıyaseddin Keyhüsrev

    zamanında yaptırılmıştır136.

    Mektep ve medreselerin dışında eğitim öğretim yeri olarak camileri ve

    zaviyeleri de sayabiliriz. Camilerde halkın namaz dışındaki bazı ibadet ve eğitimleri de

    gerçekleştirilmektedir. Buralarda devletin halkı kendi istekleri yönünde eğitmesi ve

    kendine bağlaması yönünden vaizlerin halka yaptıkları nasihatler halk eğitimini

    etkilemiştir137. Zaviyeler de önemli ölçüde halk kitlelerini etkilemiş halk eğitimine

    katkı sağlamışlardır. Ayrıca zaviye şeyhleri okul eğitimini destekledikleri gibi çok

    sayıda kitap telif etmişlerdir. Bu da zaviyelerin eğitim faaliyetlerinin farklı bir yönünü

    gösterir138.

    Verilen eğitim hizmetlerinden biri de cami, medrese ve zaviye bünyelerinde ya

    da başlı başına bir müessese olarak ayrı yerlerde inşa edilen kütüphanelerdir. Numan

    Efendi Kütüphanesi, Hayri Efendi, Süleyman Paşa ve Ömer Efendi kitap vakıfları

    Sivas şehrinde kurulan nadir kitap vakıflarıdır139.

    Birçok yönüyle bir medeniyet beşiği olan Sivas, geçmişinden miras kalan

    mimarî eserleriyle, eskiden beri kültüre verdiği değeri göstermektedir. Çünkü

    şimdilerde maalesef yıkık dökük olsa da bizlere kalan bu mimari eserlerin çoğu,

    dönemlerinde eğitim yuvaları olmuşlardır. Sivas’ı gezerken bir kültür eseri görmemek

    135 Acun, “Sivas ve Çevresi”, s. 186. 136 Erdil, Sivas Rehberi, s. 27. Buruciye Medresesi’nin fotoğrafı için Resim 2’ye bkz. 137 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 146. 138 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 150. 139 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 154.

  • 33

    mümkün değildir. Çifte Minare’nin hemen karşısında Şifahiye’yi, Buruciye

    Medresesi’ni görürsünüz. Türk tarihinde büyük önem taşıyan, kongre binası ise bu üç

    mimari eserin karşısında bulunmaktadır.

  • 34

    II. BÖLÜM

    SİVAS’TA FİZİKİ VE DEMOGRAFİK YAPI

    I. SİVAS MAHALLELERİ

    Osmanlı şehirlerinde mahalle genel olarak birbirini tanıyan, belirli ölçüde

    birbirinin davranışlarından sorumlu, sosyo-kültürel, ekonomik, dinî ve hatta siyasî

    dayanışma içinde bulunan kişilerin oluşturduğu topluluğun yaşadığı bölgedir. Her bir

    mahalle şehri/bütünü oluşturan bir parçadır. Başka bir deyişle mahalle, aynı mescide

    ibadet eden cemaatin aileleriyle birlikte yerleştikleri alandır140.

    Mahalleler eski Osmanlı idaresinde mülkî, beledî ve adli teşkilatın ilk

    basamağını oluştururdu. Nahiyeler mahallelerden önce, kazalar da nahiyelerden önce

    gelirdi. Kazaları kadılar, nahiyeleri naibler, mahalleleri de imamlar idare ederdi141.

    Mahallenin hem dinî hem sosyal yöneticisi olan imamlar, XIX. yüzyılın ikinci yarısına

    gelene kadar bu vasfı korumuşlardır. Halkın toplandığı yer olan camiler, onların

    yönlendirilmesinde ve uyarılmasında etkili bir mekândı142. İmamların cemaatlerine beş

    vakit namaz kıldırmak ve ölenler için gerekli dîni hizmetleri yapmanın yanında başka

    sorumlulukları da vardı. Mahalleyi ilgilendiren bütün işlerle yakından ilgilenirlerdi.

    İmamlar halkın birbiriyle olan küçük anlaşmazlıklarının çözümünden, mahallelerin

    güvenliği, temizliği ve düzeninden sorumlu tutulurlardı143.

    140 Ömer Demirel, “Osmanlı Dönemi Sivas Şehrinde Sur, Saray, Mahalleler ve Sosyo-Kültürel Eserler”, Osmanlı

    Dönemi Sivas Şehri -Makaleler-, Sivas 2006, s. 41. 141 Ergin, Türkiyede Şehircilik, s. 103. 142 Doğan Kuban, Türk ve İslam Sanatı Üzerine Denemeler, ? 1995, s. 186. Sivas’ta bulunan tarihî camilerle

    ilgili örnek fotoğraflar için ekler bölümüne bkz. 143 Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri, s. 40.

  • 35

    1839–1841 yıllarını kapsayan 20 numaralı Şer’iye Sicili kayıtlarında

    incelediğimiz terekeler içerisinde mahallelerin farklı nitelikleri nedeniyle

    adlandırıldıkları görülür. Mahallelerin adlandırılmasında esnaf isimleri, çarşı ve pazar

    isimleri, cami, mescit, medrese, zaviye, imaret isimleri, derviş, şeyh, hoca isimleri gibi

    nitelikler etkili olmuştur. Ancak, çoğunlukla medrese, zaviye ve cami ismini aldıkları

    anlaşılmaktadır. Sivas mahallelerinden Şeyh Çoban, Tokmak, Sarı Şeyh, Ali Baba ve

    Abdulvehhab Gazi mahalleleri zaviyelerin isimleriyle adlandırılmıştır. Bu durum

    isimlendirmelerde dîni motifin kullanıldığını gösterdiği gibi aynı zamanda zaviyelerin

    dîni ve sosyal hayattaki fonksiyonlarını göstermekte ayrıca bunların bölgenin imar ve

    iskânında oynadıkları rolü ortaya koymaktadır144.

    Cami’-i Kebir Mahallesi adını Ulu Camiden almıştır. Bu mahalle Kale-i Atik’in

    güneyinde, çarşılara birleşik merkezi bir yerdedir145. Sivas’ın ilk mahallerinden olan

    “Mescid-i Hoca Hüseyin” Cumhuriyet dönemine kadar gelmiş ve Demircilerardı

    Mahallesi ile birleşerek zamanımıza kadar varlığını sürdürmüştür146.

    XVI. yüzyıldan beri varlığı bilinen ve Cumhuriyet dönemine kadar varlığını

    sürdüren mahallelerden birisi de Ganem Mahallesidir. Bu mahalleyi, muhtemelen

    Sivas civarında bulunan Ganem Köyü’nden gelenler kurmuştur147. Günümüzde Ganem

    Mahallesi, Billur Mahallesi sınırlarında kalmıştır. Bir mescit etrafında oluşun Billur

    Mahallesi ise tahminen 1500–1501 yılında kurulmuş olabilir148.

    144 Saim Savas, “Sivas Zaviyeleri”, Toplumsal Tarih, V, S. 28, İstanbul 1996, s. 55. 145 Demirel, “Sur, Saray, Mahalle”, s. 41. 146 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 24. 147 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 28. 148 Demirel, “Sur, Saray, Mahalle”, s. 42.

  • 36

    1553–1554 tarihlerinde kuruduğu muhtemel olan Veled Bey Mahallesi, Paşa

    Hamamı yakınında yer almaktadır. Bu mahalle Cumhuriyet dönemine kadar varlığını

    ve ismini korumuştur149.

    Bu dönemde Üryan-ı Müslim adıyla anılan mahalle günümüzde Murdar Irmak

    yanında olmasından dolayı Sularbaşı Mahallesi adını almıştır150. Murdar Irmak

    boyunda bulunan diğer mahallelerden biri de Kösedere-i Zımmi Mahallesidir. Bu

    mahalle. şehrin kuzeyinde bulunan en dış mahallelerden birisidir151.

    Kösedere-i Zımmi Mahallesi ile birlikte Murdar Irmak boyunda bulunan diğer

    mahalle Kösedere-i Müslim mahallesidir. Bunlarla birlikte şehrin kuzey-batı yönünde

    bulunan Ece, Kurt Mescidi Mahalleleri en dış mahalle özelliğini gösterirler. Merkeze

    yakın, şehrin kuzeyine doğru Bahtiyar Bostan Mahallesi ve onun ilerisinde Gökçe

    Bostanı Mahallesi günümüzde de ismini korumuştur.

    Bu dönemde ismi geçen Ferhat Bostanı, Keçi Bula, Hacı Veli şehrin kuzeydoğu

    yönünde bulunmaktadır152. Ferhat Bostanı, Hamurkesen ve Keçibula Mahalleleri,

    Cumhuriyet’in başlarından itibaren birleşerek Ferhat Bostanı adıyla günümüze kadar

    gelmiştir153. Osman Paşa Mahallesi, 1703 tarihinden itibaren kaynaklarda cami ve

    mektep olarak geçmekte, bu mahalle Kale-i Cedid, Veled Bey ile Örtülüpınar

    Mahalleleri arasında bulunmaktadır 154. Aşağıda Osmanlı döneminde Sivas şehrinde

    149 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 32. 150 Demirel, “Sur, Saray, Mahalle”, s. 43. 151 Demirel, “Sivas Mevlevîhânesi ve Mevlevî Şeyhlerinin Sosyal Hayatlarına Dair Bazı Tespitler”, Türkiyat

    Araştırmaları Dergisi, Konya 1996, s. 217. 152 Demirel, “Sur, Saray, Mahalle”, s. 46. 153 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 44. 154 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 45.

  • 37

    bulunan ve tereke kayıtlarından tespit edilen mahalle isimlerine bir tablo halinde yer

    verilecektir155.

    Tablo 1: 20 Numaralı Sivas Şer’iye Sicili’nde Rastlanılan Mahalle Adları

    Çavuşbaşı