abbasİler’İn kuruluŞ dÖnemİnde abbasİyyun talİbİyyun...

126
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İSLAM MEZHEPLERİ TARİHİ ANABİLİM DALI ABBASİLER’İN KURULUŞ DÖNEMİNDE ABBASİYYUN- TALİBİYYUN MÜCADELESİ Yüksek Lisans Tezi Yusuf KOÇAK Ankara-2014

Upload: others

Post on 15-Feb-2020

17 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLAM MEZHEPLERİ TARİHİ ANABİLİM DALI

ABBASİLER’İN KURULUŞ DÖNEMİNDE

ABBASİYYUN- TALİBİYYUN MÜCADELESİ

Yüksek Lisans Tezi

Yusuf KOÇAK

Ankara-2014

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLAM MEZHEPLERİ TARİHİ ANABİLİM DALI

ABBASİLER’İN KURULUŞ DÖNEMİNDE

ABBASİYYUN- TALİBİYYUN MÜCADELESİ

Yüksek Lisans Tezi

Yusuf KOÇAK

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Hasan ONAT

Ankara-2014

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLAM MEZHEPLERİ TARİHİ ANABİLİM DALI

ABBASİLER’İN KURULUŞ DÖNEMİNDE

ABBASİYYUN- TALİBİYYUN MÜCADELESİ

Yüksek Lisans Tezi

Tez Danışmanı:

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası .................................................................... ........................................ .................................................................... ........................................ .................................................................... ........................................ .................................................................... ......................................... .................................................................... .........................................

Tez Sınavı Tarihi ..................................

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış

ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural

ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları

andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan

ederim.(……/……/20…)

Tezi Hazırlayan Öğrencinin

Adı ve Soyadı

………………………………………

İmzası

……………………………………..

I

ÖNSÖZ

Böyle bir konuyu çalışmamızın gerekçesi Şiilikle ilgili pek çok

tartışmada Emevi iktidarına karşı muhalefette olan Haşimoğullarıyla ilgili

gelişmeler Şiilikle özdeş algılanabiliyor. Oysa hicri birinci asırdaki tüm olay ve

olguları doğru anlaya bilmek için önce Emevi-Haşimi çekişmesini ana hatları

ile değerlendirip, ondan sonra bu çekişmenin içerisinde Haşimi kanadın rolünü

ortaya koymaya çalıştık. Haşimi kanat içinde Alioğulları ile Abbasoğullarının

ayrımı ne zaman ortaya çıktı. Bunun tespiti Mezhepler Tarihi açısından hicri

birinci asrın daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Amacımız Alioğulları

ile Abbasoğulları arasındaki farklılaşmanın ne zaman ortaya çıktığının

tespitidir.

Emevilere karşı Haşimi muhalefet Alioğulları veya Abbasoğulları

adına yürütülen bir muhalefet değildir. O, Haşimilerin tümünü kucaklayan bir

muhalefet idi. Burada doğrudan Hz. Ali’nin çocuklarının öne çıkıp çıkmadığı,

belki bir Hz. Hüseyin olabilir, ancak ondan sonra da Muhamme b. Ali el-

Hanefiyye öne çıkması bir tesadüf müdür. Muhamme b. Ali el-Hanefiyye’den

sonra onun oğlu Ebu Haşim’in bir takım haklarını Abbasilere devrettiği ile

ilgili iddialar tesadüf müdür. Yani olup bitenler büyük ölçüde Haşimilerin

kendi iç meselesi mi yoksa gerçekten Şiilik var mı yok mu bu tür bir takım

sorulara karşı Abbasiyyun- Talibiyyun ayrımının ne zaman başladığının tespiti

özel bir önem taşımaktadır.

Bu tez çalışmamda yardımlarını esirgemeyen ve beni teşvik eden

Hocam Prof. Dr. Hasan ONAT’a teşekkürü bir borç bilirim. Tezin proje

aşamasından itibaren değerli katkılarda bulunan Prof. Dr. Sönmez KUTLU’ya

II

teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca kaynak temininde yardımlarını esirgemeyen,

tezin okunması ve tashihlerin yapılmasında emeği geçen Prof. Dr. Mehmet

ATALAN’a müteşekkirim.

Ankara 2014

Yusuf KOÇAK

III

İçindekiler

Önsöz ......................................................................................................................... .I

Kısaltmalar ................................................................................................................ V

Giriş ............................................................................................................................... I

1. METOT VE KAYNAKLAR ............................................................................ 1

1.1.Metot ............................................................................................................... 1

1.2.Kaynaklar ........................................................................................................ 3

2. ARAPLARDA KABİLE ASABİYETİ ............................................................. 6

3. HİLAFET KAVRAMI VE TARİHÇESİ ......................................................... 9

4. EMEVİ-HAŞİMİ İLİŞKİSİ ............................................................................. 14

I. BÖLÜM .................................................................................................................. 20

HİCRİ I. ASIRDA HAŞİMOĞULLARI ............................................................ 20

1.1.HAŞİMOĞULLARINA GENEL BİR BAKIŞ............................................. 20

1.2.KERBELA OLAYINDA HAŞIMOĞULLARI............................................ 24

1.3.ALİOĞULLARININ SİYASİ KARİZMASI: MUHAMMED B. ALİ EL-

HANEFİYYE VE EBÛ HÂŞİM ........................................................................ 29

II.BÖLÜM .................................................................................................................. 38

İHTİLALE GİDEN YOLDA ABBASOĞULLARI-ALİOĞULLARI İLİŞKİSİ

................................................................................................................................ 38

2.1.EBÛ HÂŞİM’İN HİLAFET HAKLARINI MUHAMMED B. ALİ’YE

DEVRETMESİ ................................................................................................... 38

2.2.ABBASÎ PROPAGANDA DÖNEMİ VE ALİOĞULLARININ TUTUMU42

2.3.ZEYD B. ALİ İSYANI ................................................................................. 46

2.4.YAHYA B. ZEYD İSYANI ......................................................................... 52

2.5.İHTİLALDEKİ ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER ................................................. 53

2.5.1.Abdullah b. Muaviye .............................................................................. 53

IV

2.5.2.Ebû Müslim ve Ebu Seleme ................................................................... 56

III. BÖLÜM ............................................................................................................... 65

İHTİLALDEN SONRA ABBASOĞULLARI-ALİOĞULLARI

MÜCADELESİ ..................................................................................................... 65

3.1.ABBASOĞULLARI VE ALİOĞULLARININ HİLAFETİ KENDİ

HAKLARI OLARAK GÖRMESİ ...................................................................... 65

3.2.ALİOĞULLARININ AKTİF MUHALEFET KANADI:

HASANOĞULLARI .......................................................................................... 74

3.2.1.Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye İsyanı ................................................ 74

3.2.2.İbrahim b. Abdullah İsyanı .................................................................... 86

3.3.ALİOĞULLARININ PASİF MUHALEFET KANADI:

HÜSEYİNOĞULLARI ...................................................................................... 89

3.3.1. Ca’fer es-Sadık ...................................................................................... 90

3.3.2. Musa Kâzım .......................................................................................... 93

3.3.3. Ali er-Rızâ ............................................................................................. 96

SONUÇ ...................................................................................................................... 98

KAYNAKÇA ........................................................................................................... 102

V

KISALTMALAR

a. mlf. : Aynı Müellif

ark. : Arkadaşları

AÜİFD. : Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi

AÜSBE : Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

b. : Bin

bkz. : Bakınız

c. : Cilt

CÜİFD : Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

çev. : Çeviren

DEÜİFD : Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

EÜSBE : Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

FÜİFD : Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

Hz. : Hazreti

krş. : Karşılaştırınız

MEBİA : Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi

MÜİFV : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı

OMÜİFD : On dokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

s. : Sahife

sy. : Sayı

TDV : Türkiye Diyanet Vakfı

trz. : Tarihsiz

tsh. : Tashih

thk. : Tahkik

vd. : Ve devamı

1

Giriş

1. METOT VE KAYNAKLAR

1.1.Metot

Mezhepler, belli bir zaman diliminde, belli bir coğrafyada belli bir

toplumda ortaya çıkan, kitlesi, edebiyatı ve farklı bir din anlayışı olan dini ve

siyasi oluşumlardır. Bu farklı oluşumların kurumsallaşması neticesinde oraya

çıkan mezhepler, aslında dinin anlaşılma biçimleridir.1 Yani mezhep, bazı

siyasi, içtimai ve iktisadi olayların neticesinde kurucusu ve taraftarları ile

birlikte tezahür eden dini ve fikri bir harekettir. Böyle bir hareketin

oluşmasında etkili olan sosyo-politik ve içtimai şartlar bulunmaktadır. Bu

şartları bilmeden, bir mezhebin görüşlerini, ona bağlı olan kişilerin

davranışlarını sağlıklı bir şekilde anlamak mümkün değildir. Yani bir kişinin

veya bir mezhebin fikir ve görüşleri siyasi, içtimai ve tarihi olaylardan ayırt

edilemez.2 Her mezhep farklı coğrafyalarda, farklı şartlar altında orta çıktığı

için, onu doğup geliştiği şartlardan bağımsız bir şekilde ele alamayız.

Aldığımız takdirde sağlıklı sonuçlara ulaşamayız.

Her mezhep, ortaya çıktıktan sonra, tarihi akış içerisinde, doğası gereği

bir değişime uğramıştır. Bu nedenle günümüzdeki mezhebi oluşumları iyi

anlayabilmek için, onların tarihi köklerine inmek lazım. Biz de bu

çalışmamızda, Şiiliği daha iyi anlayabilmek için, erken dönem diyebileceğimiz

hicri II. asırda vukuu bulan Abbasiler ile Talibilerin siyasi mücadelesini

1 Hasan Onat, “Türkiye’de İslam Mezhepleri Tarihinin Gelişim Sürecinde Prof. Dr. Ethem Ruhi

Fığlalı’nın Yeri”, Ethem Ruhi Fığlalı’ya Armağan, Vadi yayınları, Ankara 2002, s.236. 2 Abdülkâhir b. Tâhir b. Muhammed el Bağdâdî (429/1037), Mezhepler Arasındaki Farklar, çev.

Ethem Ruhi Fığlalı, TDV Yayınları, Ankara 2011, “Önsöz”, s.XXII.

2

incelemeye çalışacağız. Peki mezhepleri incelerken, onların siyasi olaylar

karşısındaki tutumu neden önemlidir? Yukarıda da değindiğimiz gibi, her

mezhep farklı şartlar altında ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla o şartların bilinmesi

ve iyi analiz edilmesi gerekmektedir.

Bu çalışmamızda genelde Talibilerin özelde ise Alioğullarının, sonraları

ise Şia diye adlandırılan mezhebin teşekkül sürecinin ilk aşamalarını

inceleyeceğiz. Şia ve Haricilik gibi mezhepler siyasi nedenlerden dolayı

meydana gelmiş oluşumlardır. Bunlar zaman içerisinde ise itikadileşmiştir.3 Bu

şekilde dini bir hüviyete bürünmüşlerdir. Dini bir yapıya bürünmek, taraftar

bulmak açısından her zaman etkili bir yöntem olmuştur. Ayrıca kendi

taraftarları açısından da dine dayanmak, onlarda bir manevi huzur

sağlamaktadır.

Mezhepler Tarihi araştırmalarında “Deskriptif (betimleyici) metot” esas

alınmalıdır. Kişi, görüş ve mezheplerin araştırılmasında tarihi materyalleri

anlamaya yönelik erken dönem literatürünün taranması gerekmektedir. Ancak

bunun için önyargılardan uzak ve tarafsız bir bakış açısını yakalamış olmak

lazım. Çünkü sağlıklı bir çalışma ortaya koyabilmek için, “fikirlerin ne zaman,

hangi şartlarda, nerede ortaya çıktıklarını ve kimler tarafından nerelerde

benimsendiğini tarafsız bir gözle ve ilmi araştırma esasları doğrultusunda”4

değerlendirilmesi gerekmektedir.

3 Ahmet Akbulut, “Hariciliğin Siyasi Görüşlerinin İtikadileşmesi”, AÜİFD, XXXI, s.331-348.

4 Sönmez Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, TDV Yayınları, Ankara

2010, s.27.

3

Araştırmamızla ilgili birçok farklı ve bir birine zıt rivayetler vardır.

Tarihi süreç içerisinde bu rivayetleri “fikir-hadise irtibatı”5 çerçevesinde

değerlendirmeye çalıştık. Bu metot sayesinde, rivayetlerde bir iç tenkit yaparak

“menkulde makulü” tercih etme çabası içerisinde olduk.

1.2.Kaynaklar

İslam Mezhepleri Tarihi alanındaki çalışmalarda müracaat edilecek en

önemli kaynaklar Makalat ve Fırak eserleridir. Ayrıca Ensab, genel tarih

kitapları ve edebiyat kitapları da başvurduğumuz belli başlı temel kaynaklardır.

Yine erken dönem Şiilik konusunda bilgi veren Eş’ari’nin Makalatu’l-

İslamiyyin,6 Bağdadi’nin Mezhepler Arasındaki Farklar,

7 Şehristani’nin el-

Milel ve’n-Nihal8 adlı eserlerinden faydalandık.

Mezhepler Tarihinin kaynaklarından biri de tarih kitaplarıdır. Bu tarih

kitaplarının başında hiç şüphesiz en kapsamlı ve detaylı olan Taberî’nin

Târihu’r-Rusul ve’l-Muluk’9u gelmektedir. Tarihî çalışmalarda temel kaynak

olan bu eserin, çalışmamız açısından taşıdığı önem açıktır. Araştırmamız

boyunca birçok olayın özetini, bu kaynağı temel alarak yaptık. Özellikle

Emevî-Hâşimî çekişmesi, Alioğulları ve Abbâsoğulları çekişmesi tespitinde bu

eserdeki bilgilere başvurarak faydalandık. Ayrıca Taberî’nin Târîh’ini esas

5 Bu metot ilk defa Hasan Onat tarafından sistemli bir hale getirilmiştir. Mesela Şîa ve Teşeyyu’

kavramları bu metot sayesinde aydınlatılmıştır. Bunun için bkz. Hasan Onat, Emevîler Devri Şiî

Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, TDV Yayınları, Ankara 1993, s.12-20. 6 Ebu’l-Hasan Ali b. İsmâîl el-Eş’arî (330/941), Makâlatu’l-İslâmiyyîn ve’l-İhtilâfu’l- Mûsâllîn,

thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, I-II Beyrut 1990. 7 Abdülkâhir b. Tâhir b. Muhammed el Bağdâdî (429/1037), Mezhepler Arasındaki Farklar, çev.

Ethem Ruhi Fığlalı, TDV Yayınları, Ankara 2011. 8 Ebû Feth Muhammed b. Abdilkerim eş-Şehristânî (548/1153), el-Milel ve’n-Nihal, I-II, Beyrut

1993. 9 Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî (310/922), Târihu’r-Rusul ve’l-Muluk, thk.

Muhammed Ebû’l-Fazl İbrâhîm, I-XI, Kahire 1119.

4

alan ve onunla büyük benzerlikler taşıyan İbnu’l-Esir’in el-Kâmil fi’t-Târîh’i10

de Taberî’nin eseriyle birlikte mütalaa edilmiş, birçok siyasî ve tarihî olayın

tespitinde kullanılmıştır.

Abbasoğulları ile Alioğulları’nın çekişmesi ile ilgili rivayetler için

Dineveri’nin Ahbaru’t-Tivâl’ı,11

Ya’kubi’nin Tarih’i,12

Ebu’l-Ferec el-

İsfahânî’nin Mekâtilu’t-Tâlibiyyîn13

ve Mes’udi’nin Murucu’z-Zeheb’i14

faydalandığımız diğer eserlerden bazılarıdır. Emevî-Hâşimî çekişmesine, Şiî

düşüncenin Emevîler ve Abbâsîler üzerindeki etkilere yer vermiştir. İbn

Kuteybe’ye atfedilen Kitâbu’l-İmâme ve’s-Siyâse15

adlı eserden, Alioğulları-

Abbâsoğulları çekişmesi ile ilgili bazı rivayetler konusunda önemlidir.

Abbasoğulları ile Alioğulları arasındaki ilişkiler hakkında bilgi veren en

önemli eser, müellifi meçhul olan Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye’dir.16

Eserde

Abbâsoğulları ve Alioğulları ilişkileri ile ilgili orijinal bilgiler mevcuttur ve

Abbâsoğullarını Ebû Hâşim’in vasîyetine bağlılığı açıklanmaktadır.

Hâşimiyye’nin Kûfe’deki Zeyd b. Ali ve Horasan’daki Yahya b. Zeyd

isyanlarına karşı tepkisi hakkında detaylı bilgiler içermektedir.

Emevîler, Abbâsîler ve Alioğulları’nın şecere ve nesilleri hakkında

bilgilerin mevcut olduğu ve dönemi isyanlarından da zaman zaman bahseden

10

Ebû Hasan Ali b. Muhammed Abdülkerim b. el-Esîr(630/1232), el-Kâmil fi’t-Târîh, I-X, Beyrut

1987. 11

Ahmed b. Dâvûd Ebû Hanife ed-Dineverî (282/895), Ahbâru’t-Tivâl, thk. Abdülminim Âmir ve

Celâluddîn eş-Şeyyâl, Kahire 1960. 12

Ahmed b. Ebî Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb el-Ya’kûbî (292/904), Târîhu’l-Ya’kûbî, I-II, Beyrut

1960. 13

Ali b. Hüseyin b. Muhammed Ebu’l-Ferec el-İsfehânî (356/967), Mekâtilu’t-Tâlibiyyîn, thk. es-

Seyyid Ahmed Sakr, Beyrut 1966. 14

Ebû’l-Hasan Ali b. Hüseyin el-Mes’ûdî (346/957), Murucu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-Cevher, thk.

Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, I-IV, Kahire 1964. 15

Ebû Muhammed Abdullah b. Muslim b. Kuteybe(276/889), Kitâbu’l-İmâme ve’s-Siyâse, thk.

Tahâ Muhammed el-Zeyni, I-II, Kahire 1967. 16

Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, Yazarı meçhul (hicri 3. asır), thk. Abdulaziz ed-Dûrî ve

Abdulcebbâr el-Muttalibî, Beyrut 1971.

5

Belâzurî’nin Ensâbu’l-Eşrâf’ı17

tarihî olaylar ve özellikle Abbâsîler hakkında,

diğer kaynaklarda bulunmayan birçok detaylı bilgiyi ihtiva etmektedir.

Hadiseleri inceleyip onlara esas teşkil eden rivayetleri alıp, içtimaî ve iktisâdî

amiller üzerinde duran Belâzurî’nin bu eseri, Peygamber dönemi ve sonrası

dönemlerle ilgili bilgileri ihtiva etmektedir. Ali b. Ebî Tâlib’in nesli, Hasan ve

oğulları, Hüseyin ve oğullarından bahsederken bu eserden geniş bir şekilde

istifade ettik. Eser, bu yönüyle çalışmamız açısından önem taşımaktadır.

Çalışmamızda çağdaş araştırmalardan da faydalanmaya çalıştık.

Bunlardan Hasan Onat’ın Emeviler Devri Şiî Hareketleri,18

Mehmet Ali

Büyükkara’nın İmamet Mücadelesi ve Haşimoğulları,19

Mehmet Atalan’ın

Şiîliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sadık’ın Yeri20

gibi Mezhepler Tarihi

alanında istifade ettiğimiz eserlerdir. Ayrıca Nahide Bozkurt’un Oluşum

Sürecinde Abbasi İhtilali,21

İbrahim Sarıçam’ın Emevi-Haşimi İlişkileri,22

Cem

Zorlu’nun Dini ve Siyasi İsyanlar23

adlı eserlerinden ve Cemil Hakyemez’in,

“Abbasî Devletine Yönelik Ali Oğulları veya Şiî Tehdidi”24

adlı makalesinden

faydalandık.

17

Ahmed b. Yahyâ el-Belâzurî(279/892), Ensâbu’l-Eşrâf, I. Kısım, thk., Muhammed Hamidullah,

Kahire 1959; II. Kısım, thk., Muhammed Bâkır, Beyrut 1974; III. Kısım, thk. Abdulazîz ed-Dûrî,

Beyrut 1978; IV. Kısım, thk., İhsân Abbâs, Beyrut 1979; V. Kısım, thk. S.D.F. Goıtein, Kudüs

1936; VI. Kısım, thk., Süheyl Zekkâr, Riyad ez-Ziriklî, Beyrut 1996. 18

Hasan Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Siîliği, Türkiye Diyanet Vakfı

Yayınları, Ankara 1993. 19

Mehmet Ali Büyükkara, İmamet Mücadelesi ve Hâşimoğulları, Rağbet Yayınları, İstanbul 1999. 20

Mehmet Atalan, Şiîliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sâdık’ın Yeri, Araştırma Yayınları,

Ankara 2005. 21

Nahide Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasî İhtilali, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2000. 22

İbrahim Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri İslam Öncesinden Abbasilere Kadar, TDV Yayınları,

Ankara 2011. 23

Cem Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2001. 24

Cemil Hakyemez, “Abbasî Devletine Yönelik Ali Oğulları Veya Şiî Tehdidi”, AÜSBED (2007),

c. IV, sy. I.

6

2. ARAPLARDA KABİLE ASABİYETİ

İnsanlık tarihinden itibaren, her coğrafyanın ve her milletin kendine

özgü bazı özellikleri vardır. Kimi toplumlar ataerkil, kimi toplumlar ise

anaerkil sistem üzerine kurulmuştur. Arap yarımadasında benimsenen ataerkil

sistem, beraberinde birçok “dogmayı” getirmiştir. Bunlardan biri, belki de en

önemlisi kabilecilik idi. Kabile reisinin söylediğine itiraz edilemezdi, çünkü

onun söylediği ve uyguladığı her şey kanun niteliğindeydi. Başka bir ifadeyle

günümüz siyasi kavramlarıyla konuşacak olursak yasama, yürütme ve yargı

onun elindeydi. Kabile reisinin erkek olma şartı ise, ister istemez o toplumu

savaşçı bir millet yapmaktaydı.

Kabile düzeninin temeli “asabiyete” dayanmaktadır. Asabiyeti doğuran

temel etken ise mahrumiyettir.25

Bedevi hayatın kaçınılmaz bir faktörü olan

mahrumiyet yerleşik olmayan bir hayat sisteminde varlığı zorunludur. Yerleşik

hayat sisteminde bir insanın başına gelebilecek tehlikelere karşı onu koruyan

kanunlar, polis teşkilatı, askerler vs. vardır. Ancak bedevilikte durum bundan

farklıdır. Orada her türlü tehlikelere karşı tek başına mücadele etmen

gerekmektedir. Bu durum da zor olduğu için bedeviler her türlü tehlikeye karşı

birlikte hareket etmek durumunda kalmışlardır. Örneğin İslam öncesinde

Araplarda her bir birey, her meselede kendi kabilesini, ister haklı veya haksız

olsun, korumak ve savunmak zorundaydı. Bu yükümlülük hiç şüphesiz önce

kendine düşmektedir. Ancak kendi gücü yetmediği yerde bütün kabile devreye

25

İbn Haldun, Mukaddime, çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul 2012, I, s.350;

Ayrıca bkz. Akif Kayapınar, “İbn Haldûn’un Asabiyet Kavramı: Siyaset Teorisinde Yeni Bir

Açılım”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. XV (2006), s.92.

7

girmektedir.26

Aynı kabileye mensup kişilerin kendi mal ve mülklerini

korumakta birleştikleri gibi, başkalarının mal ve mülklerini zapt etmekte de

birlik ve beraberliği sağlamak zorundaydılar.27

Görüldüğü gibi, kan akrabalığı,

kabile yapısında birleştirici bir rol oynamaktadır.28

Kabile içi bir çekişmede, nesep bakımından bir birine yakın olan

kabileler, uzak olan kabilelere karşı birleşirlerdi.29

Yani bu insanlar yeri

geldiğinde çerçeveyi daraltıyor, ancak gene kabilecilik zihniyetiyle hareket

ediyorlardı. Rakipler değişebiliyor, ama zihniyet devam ediyordu. Tezimizin

konusunu oluşturan Alioğulları ile Abbasoğullarının Emevilere karşı birlikte

giriştikleri mücadelenin meşruiyetini, bu akrabalık ve kabilecilik anlayışından

almaktaydı.30

Kabile asabiyeti, Hilafet kurumu gibi, dönemin en önemli siyasî

kurumların başında gelen bir mekanizmanın üzerinde ciddi baskı ettiğini

görmekteyiz. Bunun sebebi ise asabiyetin gayesinin mülk olmasıdır.31

Bu

minvalde bakıldığında hilafetin saltanata dönüştürülmesi bunun en somut

örneklerinden biridir. Yönetim kurumlarını ele geçiren bir kabile, bir başka

kabileye mensup olan birini halife olarak görmek istemezdi. Bu mekanizmayı

değiştirmek isteyen kişi veya kişiler, bunun başaramadıkları durumda bedelini

ağır ödemişlerdir.

26

Carl Brockelmann, Geschichte der islamischen Völker und Staaten, R. Oldenbourg Verlag,

Münih ve Berlin 1943, s.4. 27

Ahmet Ateş, "Asabiyet", MEBİA, I, s.663. 28

Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ, MÜİFV Yayınları, İstanbul

1995, I, s.49; İbn Haldun, Mukaddime, I, s.335. 29

Corci Zeydan, Medeniyyet-i İslamiyye Tarihi, çev. Zeki Meğamiz, Dersaadet, 1328-1330 (1910-

1912) VI, s.21-22. 30

Bkz. Kutlu, “Ehl-i Beyt Sembolik Kapitalinin tarihi Süreç İçinde Semerelendirilmesi” İslamiyat

(2000), cilt III, sy.III, s.111. 31

İbn Haldun, Mukaddime, I, s.351.

8

Araplarda, kabileler arasındaki kan davalarının önemli bir yeri vardı.

İntikam konusunda hassastılar. Bir kabileden bir kişi öldürüldüğü takdirde, o

kabile mensupları karşı taraftan, öldürülen kişiye denk birini öldürmeden veya

diyetini almadan huzur bulamazlardı. Hatta intikamını almadığı sürece zırhını

çıkarmamaya, başına koku sürmemeye, şarap içmemeye ve kadınlara

yaklaşmamaya yemin ederlerdi.32

Bütün bunların yanında kabile asabiyetinin “hilf” (antlaşma, ittifak) ve

“civar” (resmi koruma güvencesi) gibi yönleri de vardı.33

Yani hâlif (müttefik

olan kişi veya kişiler) ve car (güven altındaki kişi veya kişiler) statüsünde ki

kişiler, diğer kabilenin bir üyesi gibi muamele görürlerdi.34

Görüldüğü gibi kan

bağı35

ve antlaşmalar mukaddes görüldüğü gibi civar (resmi koruma) hukukuna

da önem gösterilmiştir. Bazen bu hukuka riayet ettikleri için iki yakın

akrabanın arası bile açıla biliyordu. Abdülmuttalib ile Harb b. Ümeyye buna

somut bir örnektir, çünkü Harb b. Ümeyye, Abdülmuttalib’in emanı altındaki

bir Yahudi’yi öldürmüş, bu da bu iki akrabanın arasının açılmasına sebep

olmuştur.36

Kabileler arasında ki mücadelede “Eyyamu’l-Arab”ın37

ayrı bir yeri

vardır. Bu savaşların meydana gelmesinde ki sebeplerin arasında şunları

zikrede biliriz: komşu kabilenin hukukuna riayetsizlik, kan davaları ve

32

Zeydan, Medeniyyet-i İslamiyye Tarihi, V, s.85-86. 33

Cevad Ali, Tarihu’l-Arab Kable’l-İslam, I, s.352 vd.. 34

Muhammed İbn Habîb (245/859), Kitabu’l-Munammak fi Ahbari Kureyş, tah. Hurşid Ahmed

Farık, Haydarâbâod 1964, s.88 vd.. 35

Julius Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, çev. Fikret Işıltan, Ankara Üniversitesi Yayınları,

XLII, Ankara 1963, s.2. 36

Ebû Abdillah Muhammed İbn Sa’d, (230/844), et-Tabakatü’l-Kübra, Beyrut 1985, I, s.87. 37

İslam öncesi Eyyamu’l-Arab için bkz. Ebu Ubeyde, Eyyamu’l-Arab Kable’l İslam, tah. Adil

Casim el-Beyati, I-II, Beyrut 1987.

9

ekonomik hususlar.38

Öyle ki, bazen bir sınır anlaşmazlığı veya birinin

himayesi altındaki bir kişinin hakarete uğraması neticesinde kavga eden iki

kişinin mücadelesine diğer kabile fertleri de katılır ve sonuçta bir kabile savaşı

çıkardı. Savaşan iki kabilenin arasındaki uzlaşmayı, kavgaya iştirak etmeyen

aileler yaparlardı. Az zarar gören kabile, çok zarar gören kabilenin zayiatının

diyetini öderdi.39

Bu insanlarda, “Haklı da olsa, haksız da olsa kardeşine

yardım etmek” zihniyeti hâkimdi. Bu zihniyetin hâkim olduğu toplumlarda,

kardeşlerin bir biri ile olan bağıları güçlenirken, amca çocuklarıyla olan bağlar

daha çabuk bozula biliyordu. Düşmanlık seviyesine ulaşabilen bu bozukluklar,

bazen birbiri ile savaşmaya kadar gidebiliyordu. Nitekim Kusay’ın oğulları

Abdüddar ve Abdümenâf oğulları arasındaki rekabet, Hâşimiler ile Emeviler

arasindaki gerginlik40

ve bu tezimizde inceleyeceğimiz Alioğulları ile

Abbasoğulları arasındaki mücadele birçok örnekten sadece bir kaçıdır.

3. HİLAFET KAVRAMI VE TARİHÇESİ

Araplardaki bu kabile asabiyetinin gelişmesi, muhtemelen İslam’dan

önce köklü bir devlet geleneğine sahip olmadıklarından kaynaklanmaktadır.41

Bu düşüncelerle hareketle burada şöyle bir karşılaştırma yapmayı uygun

gördük; Avrupa’nın devlet yönetme anlayışı ile Müslümanların devlet yönetme

anlayışları birbirinden farklıdır. Batıda Devlet ve Kilise, yani siyasi meseleler

ile dini meseleler birbirinden ayrıdır. Hiç biri bir diğerinin alanına girmez.

Ancak Müslümanlarda böyle bir uygulamanın olmadığını görmekteyiz.

İslam’ın ilk devirlerinde Halife, hem ordu komutanlığı yapar, hem ülkedeki

38

İbn Haldun, Mukaddime, I, s.373. 39

E. Mittwoch, “Eyyamu’l-Arab”, MEBİA, Eskişehir 1997, IV, s.421. 40

Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İlmi Müşavir ve Redaktör Hakkı Dursun Yıldız, Çağ

Yayınları, İstanbul 1992-1993, I, s.185. 41

Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, s.6; Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri, s.8.

10

idari teşkilatı yönetir, hem de camide imamlık yapardı. Bazen minbere çıkar

dini konuda vaaz ederdi, bazen de aynı minberden tamamen siyasi ve maddi

meseleler konuşurdu. Yani halife, hem siyasi meselelerin, hem de dini

meselelerin başındaki kişi idi.42

Halife İslam’ın siyasi tarihinde belki en çok kullanılan ve üzerinde en

çok tartışılan kavramların başında gelmektedir. Hilafet sözlükte, “kendisinden

sonra arkasından gelen”,43

“yerine geçen, birinin ölümü veya acziyeti sebebiyle

onun yerine geçip temsil eden”44

anlamlarına gelmektedir. Terim anlamını ise,

“görevi, İslam’ı hükümlerini uygulamak ve dinî muhafaza etmek olan, din ve

dünya işlerini peygamber adına yönetip, yürüten kimseye halife, bu kişinin

başında bulunduğu, geçerliliğini kaçınılmaz oluşundan alan kamu otoritesine

de hilafet denir”,45

şeklinde özetlenebilir.

Kur’an-ı Kerîm’e baktığımızda, devlet yapısını ve idari teşkilatı tanzim

eden açık hükümlerin olmadığını görmekteyiz.46

Ancak vahiyle bildirilmemiş

meselelerin müşavereye bırakılması,47

emanetlerin ehli olanlara verilmesi,48

insanlar arasında adaletle hükmedilmesi,49

Allah’a ve Peygamber’e ve

ululemre (idarecilere) itaat edilmesi,50

anlaşmazlığa düşüldüğünde Allah’a ve

42

Muhammed Hamidullah, İslam Müesseselerine Giriş, çev. İhsan Süreyya Sırma, Beyan

Yayınları, İstanbul 2007, s.23-24. 43

Ebû’l-Kâsım el-Hüseyn b. Muhammed er-Râğıb el-İsfahânî (502/1108), el-Müfredât fi Garîbi’l-

Kur’ân, Mısır 1452, s.222. 44

Ebu’l-Fazl Cemâluddin Muhammed b. Mükerrem el-Ensâri İbn Manzûr (711/1311), Lisanu’l-

Arab, IX, Beyrut 1955-1956, s.82. 45

Mehmet Azimli, Halifelik Tarihine Giriş Başlangıçtan IX. Asra Kadar, Çizgi Yayınları, Konya

2012, s.3-4. 46

Bu hususta geniş bilgi için bkz., Mehmed Said Hatiboğlu, İslam’da İlk Siyasi Kavmiyetçilik-

Hilafetin Kureyşliliği, OTTO Yayınları, Ankara 2011, s.48 vd. 47

42/Şûrâ, 38. 48

4/Nisâ, 58. 49

4/Nisâ, 58. 50

4/Nisâ, 59.

11

Peygamber’e başvurulmasına,51

bilinmeyenin ardına gitmeme52

gibi siyasi

düstur mahiyetinde emirler mevcuttur.53

Bütün bunlara rağmen Müslümanların,

halifeler için Halifetullah, Emiru’l-Müminin ve İmam gibi sıfatlar

kullandıklarını görmekteyiz.

Kur’an’da belli bir yönetim biçimi ve devlet yapısı ile ilgili hükümlerin

bulunmadığı gibi, bu konuyla alakalı ayrıntılı ve kesin kurallar da

konulmamıştır. Kur’an sadece devlet yapısının temel ilkelerinden bazılarına

işaret etmiştir. Görüldüğü gibi Allah, yönetim işini insanlara bırakmıştır.

İnsanlara bıraktığı için de kesin hükümler koymamıştır. Çünkü insanoğlu

kendini sürekli yenileyen ve geliştiren bir varlıktır. Bu sebeple değişen zaman

ve mekân ile birlikte yönetim biçimleri de değişmektedir. Yani zaman

değişmesiyle birlikte hükümler de değişir.54

Seyyid bey bu konuda şöyle

demektedir: “Hilafet doğrudan doğruya milletin işi olup zaman icâbâtına

bağlıdır”.55

Aslında, bulunduğu çağın ve coğrafyanın ihtiyaçları göz önünde

alındığında herhangi bir siyasî sistem, Müslümanca yaşamanın temel ilkelerine

bağlı kaldığı sürece, bunu hilafet sistemi olarak telakki edebiliriz.56

Hz. Peygamber’in vefatı ile birlikte, ashap bir hilafet kurumu

oluşturmaya başlamıştır. Bu kurumun resmi bir seçim şekli bulunmadığı gibi,

kurumsallaşmasında da sahabiler kendi eski adetlerinden, yani Arap örfünden

faydalanmışlardır.57

51

4/Nisâ, 59. 52

17/İsrâ, 36. 53

Geniş bilgi için bkz. Hatiboğlu, İslam’da İlk Siyasi Kavmiyetçilik- Hilafetin Kureyşliliği, s.48. 54

Ali Haydar Emin Efendi, Düreru’l-Hukkam, Şerhi Mecelletu’l-Ahkâm, İstanbul 1330, 39.

Madde. 55

Seyyid Bey, Hilafetin Mahiyeti Şeriyesi, Ankara 1340, s.6. 56

Mümtaz Ahmet, İslamî Siyaset Teorisi ve Sorunları, çev. Halim Sırçancı, İstanbul 1997, s.14. 57

Abdulaziz Dûrî, en-Nuzumu’l-İslâmiyye, Bağdad 1988, s.7-8; Ayrıca bkz. Atalan, “Hz.

Muhammed’in Vefatından Sonraki Hilafet Tartışmaları”, FÜİFD, c. IX, sy. II (2004), s.65.

12

Hz. Ebu Bekir Benî Saide gölgeliklerinde hilafete getirilmesinde onun

öne sürdüğü “Kureyşlilik”58

fikri etkili olmuştur. Çünkü siyasi ve içtimai

anlamda Kureyş kabilesinin Arap yarımadasında ciddi bir ağırlığı vardı. Bunun

bilincinde olan Medineli Ensar, bu argüman karşısında hilafet konusunda fazla

ısrarlı olmamışlardır. Böylelikle İslam tarihinde ilk halife seçilmiş oldu. Bu

aynı zamanda hilafet kurumunun da başlangıcıydı. İkinci halife Hz. Ebu Bekir

tarafından atanan Hz. Ömer olmuştur. Yaptığı uzun istişareler sonucunda Hz.

Ömer’i bu makama layık gören Hz. Ebu Bekir’in bu hareketi ileride hilafeti

saltanata çevirenlerin istismarına uğramıştır. Ancak unutulmamalıdır ki Hz.

Ebu Bekir ashabın çoğunluğunun kabul ettiği birini tayin etmiştir ve tayin

ederken de onun soyuna ve nesebine bakmamıştır.

Hz. Ömer kendisinden sonra ki halifenin belirlenmesini altı kişilik bir

şuraya bırakmıştır. Ancak Hz. Ömer o şura da olan Hz. Ali ve Hz. Osman’a

tavsiyelerde bulunması dikkat çekicidir. Hz. Ömer ikisine de eğer hilafete

gelmeleri halinde kendi akrabalarını yönetime getirmemelerini söylemiştir.

Aslında bu tavsiyeler Hz. Ömer’in bu iki şahsiyetin karakterlerini iyi bildiğini

göstermektedir. Çünkü Hz. Osman hilafete gelmesi ile birlikte akrabalarını üst

düzey mevkilere getirmiştir. Hz. Ömer biri Haşimilerden, biri de Emevilerden

olan bu şahısların finale kalması durumunda, olası bir kabile çekişmesini

önlemek için önceden tedbir alma gereği duymuştur. Hz. Ömer’in şûraya

atadığı kişiler, hilafete Hz. Osman’ı layık görmüştür. Hz. Osman halifelik

sürecinde yaptığı bazı yanlış uygulamalar toplumda huzursuzluğa sebep olmuş

ve bunun neticesinde ayaklanmalar baş göstermiştir. Netice itibari ile Hz.

58

Hilafetin kureyşliliği ile ilgili ayrıntı bilgi için bkz. Mehmed Said Hatiboğlu, İslam’da İlk Siyasi

Kavmiyetçilik- Hilafetin Kureyşliliği, OTTO Yayınları, Ankara 2011.

13

Osman ayaklanan bu isyancılar tarafından öldürülmüştür. Bu aynı zaman da

hilafet makamının da boşaldığı anlamına gelmekteydi. Bunun üzerine orada

bulunan isyancılar Hz. Ali’yi halife seçmiş ve ona biat etmişlerdir. Ancak Şam

valisi olan Muaviye Hz. Ali’ye biat etmeyi reddetmiş ve onun Hz. Osman’ın

katillerini bulmasını istemiştir. Muaviye’nin asıl amacı Hz. Osman’ın katilinin

bulunması değildi. O, onun kanını bahane ederek hilafeti ele geçirmek

istiyordu. Bu uğurda Hz. Ali ile savaşmayı bile göze almıştı. Muaviye ile Hz.

Ali’nin arasında geçen ve Sıffin diye bilinen savaşın neticesinde Tahkime

başvurulmuştur. Burada Muaviye hile yapmış ve kendini halife ilan etmiştir.

Ancak Hz. Ali ve taraftarları bunu kabul etmemiştir. Yani İslam dünyasının iki

halifesi vardı. Hz. Ali öldürülünce yerine Hz. Hasan getirildi. Muaviye Hz.

Hasan’ı bir şekilde ikna edip halifeliği ondan aldı ve artık İslam dünyasının en

güçlü siyasi otoritesi olmuş oldu. Bundan sonra ise halifelik saltanata dönüştü.

Artık her halife kendisinden sonra kendi oğlunu halifeliğe veliaht olarak tayin

etmiştir.59

59

Geniş bilgi için bkz. Adem Apak, Anahatlarıyla İslam Tarihi II, Ensar Yayınları, İstanbul 2012,

s.189-199, s.294-389.

14

4. EMEVİ-HAŞİMİ İLİŞKİSİ

Beni Hâşim ve Benî Ümeyye’nin ortak atası olan Abdümenâf, Kureyş

kabilesini bir araya toplayan, bu kabileyi bedevilikten hadariliğe, yani yerleşik

hayata geçiren ve aynı zamanda bu kabileyi Mekke’ye hâkim kılan Kusay’ın

oğludur.

Abdümenâf oğullarının, Kureyş ticaretini geliştirmesiyle birlikte artan

itibarı ki bu itibar hem çevre devletlerin hükümdarları nezdinde, hem de

Arapların nezdinde ciddi anlamda hissediliyordu, onları, Kureyş’in Hicâbe,

Liva, Nedve, Rifade ve Sikâye gibi önemli işlerine talip olmaya sevk etti.

Ancak bu görevleri elinde bulunduran Abdüddâr oğulları, bunları Abdümenaf

oğullarına vermek gibi bir niyetleri yoktu. İyice ortalığı geren bu çekişme,

Kureyş kabilesini ikiye böldü. Abdümenâf oğulları tarafında olanlar, onların

itibarının yüksek olduğunu, dolayısı ile bu görevleri ifa etmekte Abdüddâr

oğullarından daha layık olduklarını vurgulamaktaydılar. Abdüddar oğulları

tarafında olanlar da, bu görevi onlara Kusay’ın verdiğini ve onun emrinin

çiğnenemeyeceğini, dolayısı ile bu görevlerin onların elinde kalması

gerektiğini söylüyorlardı.60

Hararetli tartışmaların sonunda Hicâbe, Livâ, ve

Nedve Abdüddar oğullarının elinde kalmasına, Kıyâde, Rifâde ve Sikâye’nin

de Abdümenâf oğullarına verilmesine karar verildi. İki tarafın yapmış olduğu

bu antlaşma hiç bozulmadan, İslâm dini ortaya çıkıncaya kadar devam etti.61

Abdümenaf, oğullarının bu görevleri kendi kontrollerine almaların

sebebi, maddi çıkar elde etmek için değildi; tam aksine bu bir şeref ve itibar

60

Geniş bilgi için bkz., Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.61-62. 61

Ebû Muhammed Abdulmelik İbn Hişâm (218/833), es-Sîretu’n-Nebeviyye, tah. Mustafa es-

Sakkâ, Kahire 1955, I, s.131-132. Ayrıca bkz., Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.63; W.

Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. M. Rami Ayas ve Azmi Yüksel, Ankara

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, No: 175, Ankara 1986, s.12.

15

mücadelesi idi. Bilindiği üzere, bu görevleri üslenen ve hakkıyla yerine getiren

kabileler ciddi anlamda itibar sahibi olurlardı.62

Bunun sebebi kabile asabiyeti

anlayışında yatmaktaydı. Çünkü asabiyette asıl olan itibar ve şerefti. Şeref ise

İbn Haldun’un ifadesiyle asabiyettin sırrıydı.63

Abdümenâf’ın ölümünden sonra, Sikâye ve Rifâde’yi oğlu Hâşim,

Kıyâde’yi de diğer oğlu Abdüşems, yani Ümeyye’nin babası almıştır.64

Hâşim,

Kureyş kabilesinin büyüklerinden ve efendilerindendi.65

O, sikâye ve rifâde

yanında bir de Riyâset (başkanlık) görevini yürütüyordu.66

O, Kureyş

kervanlarının yılda iki sefer, yaz ve kış olmak üzere seyahatlerini tertipleyen ve

âdet haline getiren kişiydi.67

O, sürekli ticaretle meşgul idi. Gazze’ye

düzenlenen bir seyahatte vefat edince Riyâset, Rifâde ve Sikâye görevlerini

kardeşi Muttalib üstlenmiştir.68

O aynı zamanda, Hâşim’in oğlu Şeybe’yi

(Abdülmuttalib) de yanına almıştır. Muttalib’in ölümü üzerine, bütün görevler,

yeğeni Abdülmuttalib’e intikal etmiştir.69

Abdülmuttalib, Cürhüm kabilesi tarafından doldurularak yeri belirsiz

hale getirilen zemzem kuyusunu keşfedip yeniden kazarak açması,70

onun

toplumdaki itibarını ciddi anlamda yükseltmiştir. Abdülmuttalib’in itibarının

yüksek olduğunu gösteren bir başka delilde Suriye ve Yemen ile yaptığı

62

Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.66-67. 63

İbn Haldun, Mukaddime, I, s.342. 64

Ebû’l-Velîd Muhammed b. Abdillah b. Muhammed b. Ahmed el-Ezrakî (222/837), Ahbâru

Mekke, Mekke 1352, 1357, I, s.111. 65

İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebî Süfyan, Ankara Okulu Yayınları, Ankara

2010, s.23. 66

Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Mâverdî (450/1058), A’lâmu’n-Nübüvve, thk. Muhammed el-

Mu’tasım, Beyrut 1987, s.253. 67

Şihabuddin Ahmed b. Abdilvehhab en-Nüveyrî (732/1332), Nihâyetu’l-Ereb fi Funûni’l-Ereb,

Kahire 1923-1955, II, s.358. 68

İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, I, s.81. 69

Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.72. 70

İbn Hişâm, es-Sîretu’n-Nebeviyye, I, s.143.

16

ticaretlerdir. Ayrıca sikâye ve rifâde görevlerini yürütmesi de, itibarının

yükselmesine vesile olan sebepler arasındadır.71

Abdümenafoğullarının birbiri ile mücadelesi Emevilerin Haşimilerin

emanı altında birini öldürmesiyle birlikte başlamıştır.72

Ancak İslamiyet’ten

önce Emeviler ile Haşimiler arasındaki çekişme hiç kanlı bitmemiştir. Daha

çok sözlü tartışma boyutunu geçmeyen bu çekişme de genelde bir hakem

müdahalesiyle orta yol bulunuyordu.73

İslamiyet’in doğuşuyla birlikte bu

mücadele farklı bir boyut kazanmıştır. Çünkü son peygamber olan Hz.

Muhammed Haşimoğullarına mensuptu. Bu da Emevilerin hiç hoşuna

gitmemiş ve Haşimilere karşı olan kin ve öfkelerinin artmasına sebep olmuştur.

Mekke’nin fethine kadar ciddi bir mücadelenin içine giren bu iki kabile, yeri

geldiğinde birbiri ile savaşmışlardır. Mekke’nin fethinden sonra bir yumuşama

dönemi başlamıştır. Bunun sebebi ise Emevilerin Mekke’nin fethinde

İslamiyet’i seçmelerinde yatmaktaydı. Ayrıca Hz. Peygamber “Ey insanlar,

sizi, bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve

kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en

çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”74

, ayeti

doğrultusunda hareket edip, kabilecilik anlayışını asgariye indirmiş ve

insanların hepsinin eşit olduğunu vurgulaması da yumuşamaya etki eden

faktörlerden bir tanesidir.

Yumuşama dönemi Hz. Osman’ın hilafete seçilmesiyle birlikte son

bulur. Hz. Osman’ın halifelik döneminde yaptığı bazı yanlışlar ki bunlardan bir

71

W. Montgomery Watt, Abd al-Muttalib, Encyclopedia of Islam (new edition), I, s.80. 72

el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, s.72. 73

Muhammed İbn Habib (245/859), Kitabu’l-Munammak fi Ahbari Kureyş, thk. Hurşid Ahmed

Farık, Haydarâbâod 1964, s.136-137. 74

49/Hucurât, 10.

17

tanesi Emevileri çok kayırmasıydı, Emevi- Haşimi mücadelesinin tekrar

canlanmasına sebep oldu. Aslında canlanma halifelik seçiminde Hz. Osman ile

Hz. Ali’nin finale kalmasıyla birlikte başlamıştır denebilir. Çünkü orada herkes

kendi kabilesine mensup olan birinin halife olmasını istiyordu. Hz. Osman’ın

kazanması ile birlikte Emeviler galip gelmiş oldu.

Hz. Osman’ın yanlış politikaları yüzünden çıkan isyanların neticesinde

Hz. Osman öldürülmüştür. Onun yerine halifelik makamına Haşimilerden Hz.

Ali seçilmiştir. Daha çiçeği burnunda halifeyi bekleyen en büyük sorunlardan

biri hilafetinin meşruiyetiydi. Şöyle ki, Emevilerden olan Şam valisi Muaviye,

Hz. Osman’ın kanını talebi bahanesiyle Hz. Ali’ye biat etmemiştir. Neticede bu

ikisi arasında gerçekleşen ve tarihe Sıffin savaşı olarak geçen savaş vukuu

bulmuştur. Savaşta yenilmek üzere olan Muaviye kurnazca bir manevra

yaparak savaşı durdurmuş ve olayın hakemler tarafından kararlaştırılmasına

karar verilmiştir. Tahkim olayı olarak bilinen bu olayda Muaviye hile yaparak

hilafeti ele geçirmiştir. Ancak Hz. Ali ve taraftarları bunu kabul etmemiştir.

Onlar Hz. Ali’yi halife olarak kabul etmiş ve bu düşüncelerle de Kufe’ye geri

dönmüşlerdir.75

Netice itibariyle İslam coğrafyasında artık iki halife vardı.

Bunlardan biri Emevilerden olan Muaviye, diğer ise Haşimilerden olan Hz.

Ali.

Hz. Ali uzun süre halifelik yapamadan öldürülmüş ve yerine oğlu Hz.

Hasan getirilmiştir. Muaviye uzun uğraşlar sonucunda Hz. Hasan’ı halifelikten

feragat etmesinin sağlamıştır. Artık İslam coğrafyasının tek halifesi vardı, o da

Emevilere mensup olan Muaviye idi. Böylesi bir fırsatı iyi değerlendirmeye

75

Geniş bilgi için bkz. Adem Apak, Anahatlarıyla İslam Tarihi II, Ensar Yayınları, İstanbul 2012,

s.266-283.

18

çalışan Muaviye, bu makamı Haşimilere kaptırmamak için kendinden sonra

oğlu Yezid’i veliaht olarak tayin etti. Bu karar Haşimilerin tepkisi çekmiş,

ancak Muaviye kararından vaz geçmemiştir. Yezid halifelik makamına

oturunca ona ilk isyan eden Hz. Hüseyin olmuştur. Yapılan tüm uyarılara

rağmen isyan eden Hz. Hüseyin, Yezid’in ordusu tarafından Kerbela’da

öldürülmüştür.76

Bu isyandan sonra Haşimiler uzun bir süre sessizliğe

bürünmüştür. Bu sessizlik Abbasi ihtilali ile birlikte bozulmuştur. Abbasi

ihtilali Eemvi- Haşimi mücadelesinin son halkasıydı. İki kabile arasında ki

mücadele Haşimilerin galibiyeti ile son bulmuştur.

Bundan sonraki süreçte Haşimoğullarının kendi içindeki siyasi

mücadele başlamıştır. Tabiat boşluk kabul etmez sözü burada karşımıza

çıkmaktadır. Çünkü kabile asabiyeti ile hareket eden bir topumda kabilelerin

mücadelesi hiç eksik olmaz.

Henüz ciddi bir çekişme içinde bulunmayan Haşimoğulları, iki büyük

kabileyi içinde barındırıyordu. Bunlar Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin

içinde bulunduğu Talibiler ve Hz. Abbas’ın mensubu olduğu Abbasilerdi.

Abbas b. Abdülmuttalib’in nesline Abbâsiyyûn, yani Abbasiler denmektedir.

Bu nesil Abdullah ve Ma’bed’den devam etmektedir.77

Abbasi hanedanlığı

Abdullah’ın neslindendir.78

Ebu Talib’in nesline Talibiyyun, yani Talibiler

denmektedir. Bu nesil üç koldan devam etmektedir. Birincisi Aleviyyûn,

ikincisi Caferiyyûn ve üçüncüsü Akîliyyûn’dur. Hz. Ali’nin nesli, oğulları Hz.

Hasan, Hz. Hüseyin, Muhammed b. Ali el-Hanefiyye, Abbas ve Ömer yolu ile

76

Geniş bilgi için bkz. Ünal Kılıç, “Kerbela Vakası (Tarihi Süreç)”, Çeşitli Yönleriyle Kerbela,

Asitan Yayınları, Sivas 2010, s.15-48. 77

en-Nüveyrî, Nihâyetu’l-Ereb fî Funûni’l-Edeb, II, s.371. 78

en-Nüveyrî, Nihâyetu’l-Ereb fî Funûni’l-Edeb, II, s.371.

19

devam etmektedir. Cafer b. Ebî Talib’in nesli şu kollardan ilerlemektedir;

Abdullah b. Cafer’in oğulları Ali, İsmail ve İshak. Akîl b. Ebi Talib’in nesli,

torunu Abdullah el-Ahvel’in oğulları Muhammed ve Müslim’den devam

etmektedir.79

79

en-Nüveyrî, Nihâyetu’l-Ereb fî Funûni’l-Edeb, II, s.371.

20

I. BÖLÜM

HİCRİ I. ASIRDA HAŞİMOĞULLARI

1.1.HAŞİMOĞULLARINA GENEL BİR BAKIŞ

Kureyş kabilesinin önemli bir kolu olan Haşimoğulları, hicri I. asırda

siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel alanda aktif olan bir kabileydi. Bu

kabilenin en önemli temsilcilerinden biri Alioğulları, diğer ise Abbasoğulları

idi. Bu iki kol birbiri ile uyum içinde geçinir, çıkan bazı çekişmeleri kabile

düzeyine taşımadan bireysel boyutta hallederlerdi.

Alioğullarından olan Hz. Ali İslamiyet’i kabul eden ilk kişilerdendir.

Buna karşılık Abbasilerin en önemli temsilcilerinden biri olan Hz. Abbas

İslamiyet’i Mekke’nin fethinden sonra kabul etmiştir. Mekke’nin fethine kadar

müşrik olarak yaşayan Hz. Abbas, bu zaman zarfında ne Alioğulları ile ne de

Hz. Ali’yle ciddi bir sıkıntı yaşamamıştır. Bu iki kişi arasındaki iyi ilişki, Hz.

Abbas’ın İslamiyet’i seçmesinden sonra daha da pekişmiştir. Bu iki sahabenin

ilişkisinin hangi düzeyde olduğunu şu misal özetlemektedir: Hz. Fâtıma vefat

ettiğinde onu Hz. Ali yıkamış ve fazla kimseye haber etmeden defnetmiştir.

Namazını ise Hz. Abbas kıldırmış ve kabre de Hz. Ali ile birlikte Fadl b. Abbas

indirmiştir.80

Hz. Abbas’ın, Hz. Ali’nin hilafeti için ona biat edilmesi için çaba sarf

etmiş olması, bu iki şahsın arasında bir sorunun olmadığını ve makam mevki

kavgasının da yaşanmadığını gösteren en somut örnektir.81

Şunu açık bir

şekilde söyleyebiliriz ki Hz. Abbas, Hz. Peygamber’in vefatından sonra, hilafet

makamına talip olmamış, hatta kendisine biat etmek isteyen Ebu Sufyan’ın

80

Muhammed b. ahmed ez-Zehebî (748/1374), et-Târîhu’l-İslâm ve Vefayâtu’l-Meşâhîr ve’l-

A’lâm, thk. Ömer Abdusselâm Tedmurî, Beyrut 1994-1998, s.47-48. 81

Sarıçam, Emevi- Hâşimi İlişkileri, s.363.

21

teklifini bile reddetmiştir.82

Şöyle ki, Hz. Ali’nin halife olmasını isteyenlerden

biri de Ebû Sufyan’dı. O, Hz. Ebû Bekir’e biat edildiği günlerde Hz. Ali’nin

yanına gidip ona, “Ey Ebû Hasan, uzat elini sana biat edelim” demiştir. Ancak

Hz. Ali bunu reddetmiş ve ona, “sen sadece fitne çıkartmak istiyorsun, İslam

düşmanlığın hâlâ devam ediyor, senin nasihatlerine ihtiyacımız yok” şeklinde

cevap vermiştir.83

Hz. Ali’den umduğunu bulamayan Ebû Sufyan, bu kez Hz.

Abbas’ın yanına gidip, aynı teklifi ona yapmıştır. Hz. Abbas da, Hz. Ali’nin

kabul etmediği bir şeyi kendisinin de kabul etmeyeceğini bildirerek teklifini

reddetmiştir.84

Ebû Sufyan’ın asıl amacının Hz. Ali’yi veya Hz. Abbas’ı halife

yapmaktan ziyade, Abdülmenaf oğullarını iktidara getirmekti.85

Bundan dolayı

Hz. Ali ile Hz. Abbas’ın arasında ki ilişkinin hangi düzeyde olduğunu bu

örnekten çıkartmamız mümkündür. Ayrıca Hz. Abbas ile Hz. Ali’nin, Hz.

Peygamber’in cenaze işlemlerini birlikte yürütmüş olmaları bu iki sahabenin

ikili ilişkilerinin iyi olduğunu göstermektedir.86

Hz. Abbas vefat ettiği 32/652 yılına kadar Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer,

Hz. Osman ve Hz. Ali ile iyi ilişkiler içinde olmuştur.87

Hz. Abbas’ın oğlu

Abdullah da babasının tavrına benzer şekilde hareket etmiştir. Mesela Hz.

Ömer, Abdullah b. Abbas’a Hıms valiliğini teklif etmiş, ancak o bunu kabul

etmemiştir.88

Bu misalde görüldüğü gibi, Abdullah b. Abbas babası Hz. Abbas

gibi ilk üç halife ile iyi ilişkiler içinde olmuştur. O kadar iyi ilişkiler içinde

82

Bunun için bkz. Abdulhamîd Hibetullah b. Muhammed b. el-Hüseyin İbn Ebi’l-Hadîd

(655/1257), Şerhu Nehci’l-Belâğa, VI, Beyrut 1957, s.18. 83

el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, s.588. 84

İbn Ebi’l-Hadîd, Şerhu Nehci’l-Belâğa, VI, s.18. 85

Numani eş-Şiblî, Asrı Saadet, çev. Ömer Rıza Doğrul, V, İstanbul 1979, s.163. 86

Taberî, Târîh, II, s.202; İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, IV, s.312. 87

Abdülazîz Muhammed el-Lümeylim (98-232), el-Alâkât beyne’l-Aleviyyîn ve’l-Abbâsiyyîn,

Müessesetu’r-Risâle, Beyrut 1993, s.36-37; Sarıçam, Emevi- Hâşimi İlişkileri, s.363. 88

el-Mes’ûdî, Mürûcu’z-Zeheb, II, s.330.

22

olmuşlardır ki, Hz. Ömer Abdullah b. Abbas’a valilik teklifi etmiştir, ancak o

bunu kabul etmemiştir. Ayrıca Abdullah b. Abbas, Hz. Osman tarafından 36/

656 yılında hac emiri olarak tayin edildi.89

Hz. Ali halifeliğini ilan edince, ona

ilk biat edenlerden biri Abdullah b. Abbas olmuştur.90

O, Hz. Ali’nin yanında

Cemel ve Sıffin savaşlarına iştirak edenlerdendi. Ayrıca Hz. Ali, Abdullah b.

Abbas’ı Basra’ya ve Hz. Abbas’ın diğer oğullarını çeşitli vilayetlere vali olarak

atamayı uygun görmüştü.91

Ancak bu iki sahabenin arası Hz. Ali’nin, Abdullah

b. Abbas’ı devlet hazinesinden aldığı bir şey ile ithamda bulunmasıyla birlikte

bozulmuştur. Duruma kızan Abdullah b. Abbas hem Basra valiliğini bırakmış,

hem de siyasetten uzaklaşmıştır. Mekke’ye dönmüş ve kendini ilme

vermiştir.92

Muaviye b. Ebu Sufyan hilafet makamına geçmesiyle birlikte

Abdullah b. Abbas onun yanına geçmiştir. Ayrıca Yezid’in idaresinde

Konstantin seferine katılır (49/669).93

Ancak bütün bunlar Abdullah b.

Abbas’ın Alioğulları ile ilişkisinin kesildiği anlamına gelmemektedir. O,

Alioğulları ile iyi ilişkilerini devam ettirmiştir.

Yukarıda bahsettiğimiz iyi ilişkilerin aslında genel itibariyle bütün

Abbasoğulları ile Alioğulları arasında vardı. Mesela Mekke’de baş gösteren

kıtlık üzerine, Ebu Talib’in yükünü hafifletmek için, Hz. Peygamber ve Hz.

Abbas onun oğullarını yanlarına almışlardır. Hz. Peygamber Hz. Ali’yi, Hz.

Abbas da Cafer’i almıştır. Ca’fer Müslüman olana kadar Hz. Abbas’ın yanında

kalmıştır.94

Ayrıca Hz. Hasan, Muaviye ile giriştiği mücadelede Ubeydullah b.

89

Taberî, Târîh, V, s. 15. 90

Taberî, Târîh, V, s. 15. 91

Taberî, Târîh, V, s. 232. 92

İbn Kesîr, el-Bidaye, VII, s.323; el-Mes’ûdî, Mürûcu’z-Zeheb ve Meâdinu’l-Cevher, II, s.330. 93

Taberî, Târîh, V, s. 232. 94

Fığlalı, İmamiyye Şiası, Ağaç Kitabevi Yayınları, İstanbul 2008, s.73.

23

Abbas’ı komutan olarak tayin etmiştir.95

Alioğullarına mensup olan biri,

Abbasoğullarından birini komutan yapıyor Şunu açıkça söyleye biliriz ki, hicri

birinci asırda bir Abbasiyyun-Talibiyyun farklılaşması söz konusu değildi.

Çünkü bu iki kabile arasında ki ilişki, karşılıklı dostluk ve samimiyet üzerine

inşa edilmişti.96

Bu kabileler Müslüman olmalarına rağmen eski Arap örf ve adetlerini

uygulamaya devam ediyorlardı. Yeri geldiğinde gene kabilecilik ve kan bağı

gibi konular tekrar gün yüzüne çıkabiliyordu. Bir misal vererek konumuzu

daha anlaşılır kılmak istiyoruz. Hz. Abbas’ın, sikâye görevini Ebu Talib’den

devralması97

ve Taif’de bir üzüm bağının olması,98

onun ve kabilesinin hem

ekonomik, hem de sosyal anlamda yüksek itibara sahip olduğu anlamına gelir.

Ayrıca Mekke’nin fethinden sonra, Hz. Peygamber sikâye görevini tekrar

Abbasoğullarına vermiştir. Taliboğullarından Muhammed b. Ali el-Hanefiyye

ise bu görevin tekrar, Ebu Talib’de olduğu gibi kendilerine verilmesini istemiş

ve Abdullah b. Abbas ile görüşmüştür. Ancak Abdullah, Muhammed b. Ali el-

Hanefiyye’nin bu teklifini sert bir şekilde reddetmiştir.99

Bu olay, iki kabile

arasında vuku bulan ilk çekişmelerden görülebilir. Çünkü bundan önce ciddi

bir muhalefetin olduğunu söylemek güçtür. Kaldı ki, bu çekişme şahıslar

düzeyinde kalmıştır. Bir Abbasiyyun, Talibiyyun farklılaşmasına sebep

olmamıştır.

Abbasoğulları, Hz. Ali dönemi hariç, hicri I. yüzyıl boyunca, siyasi ve

askeri alanlarda ciddi rol oynamamışlardır. Ayrıca Abbasoğullarının, Şiî ve

95

İbnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, s.404. 96

Atalan, “Abbasi Daveti Sürecinde Ammâr b. Yezid”, Dini Araştırmalar, cilt 8, sy. 22, s.88. 97

el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, s.64. 98

el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, I, s.57. 99

el-Ezrakî, Ahbâru Mekke, I, s.66.

24

Harici gibi gruplara siyasi mezheplere topluca dahil olduğu ve desteklediği de

görülmemektedir.100

Hz. Ali’nin hilafete seçilmesinden vefatına kadar ki çalkantılar

döneminde, Abbasiler Alioğulları ile birliktelerdi, onların tarafındalardı.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Abbasilerden olan Abdullah b. Abbas

Muaviye’nin hilafet makamına geçmesiyle birlikte onun tarafına geçmiştir.

Ancak bu sadece bireysel düzeyde olmuştur. Yoksa Abbasilerin büyük bir

çoğunluğu Alioğulları tarafındaydı. Haşimoğulları kendi içlerinde genel

itibariyle iyi ilişkiler içinde olmuşlardır. Bir Abbasoğlu-Talipoğlu

farklılaşmasından bahsetmek mümkün gözükmemektedir.

1.2.KERBELA OLAYINDA HAŞIMOĞULLARI

Hulefai Raşidin dönemin son bulmasıyla birlikte Emeviler dönemi

başlamış oldu. Bu devleti kuran Muaviye, halifeliği başka bir kabileye

kaptırmamak için daha önce bir örneği olmayan yola başvurmuştur. O da

veliahtlık idi. Muaviye kendinde sonra halife olarak oğlu Yezid’i seçmişti.

Onun bu kararına çok tepki verilmesine rağmen, o kararından vaz geçmedi ve

bunu adım adım hayata geçirdi. Muaviye oğlu adına halktan biat almaya

başlamıştır. Muaviye bunu hayatta iken ve siyasi anlamda çok güçlü olduğu bir

zamanda yapmıştır.101

Bu sayede Şam ve Irak’ın biatını almayı başaran

Muaviye, Hicaz’ın biatını alamamıştır. Çünkü buranın biatını almak Hz.

Hüseyin, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr gibi

Medine’nin önde gelen şahsiyetlerinin onayını almaktan geçiyordu. Muaviye

uzun uğraşlar sonucunda Abbasilerden olan Abdullah b. Abbas’ı, Yezid’e biat

100

Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.363. 101

Kılıç, “Kerbela Vakası (Tarihi Süreç)”, I, s.16.

25

etmeye ikna etmiş102

, ancak Hz. Hüseyin biat etmeme fikrinden geri

dönmemiştir.

Hz. Hüseyin, Muaviye’nin halifeliği döneminde vukuu bulan olaylara

ses çıkarmamış, vaktin çoğunu ibadetle geçirmiştir. Ancak Muaviye’nin oğlu

Yezid’i veliaht olarak tayin etmesi Hz. Hüseyin tarafından doğru

karşılanmamıştır.103

Bunun bilincinde olan Muaviye, oğlu Yezid’e hilafete

geçtikten sonra Hz. Hüseyin ile ilgili bazı tavsiyelerde bulunmuştur. Bu

tavsiyelerle Muaviye, Hz. Hüseyin’i muhtemel bir düşman olarak gördüğünü

anlıyoruz. Kûfe’liler Hz. Hüseyin’in peşini bırakmayıp onu isyana teşvik

edebileceklerini ve şayet Hz. Hüseyin gerçekten isyan edecekse onu

affetmesini tavsiye etmiştir.104

Muaviye, bu tavsiyelerinde de siyasî dehasını

göstermiştir. Oğluna yaptığı tavsiyelerle hilafetin Ümeyyeoğullarında

kalmasını ve kurduğu Emevî devletinin uzun ömürlü olmasını hedeflemektedir.

Genel olarak Yezid’in veliahtlığına karşı çıkanların ileri sürdükleri

argümanlar şunlardır; Halifenin şûra yoluyla seçilmesi, hilafetin

Ümeyyeoğullarına geçmesi ve Yezid’in İslam’a uymayan yaşantısı. Bütün

bunların ötesinde şu da denebilir ki, aslında Hz. Hüseyin kendisini Yezid’den

daha üstün görüyor ve bu sebeple halifelik makamına geçmesinin gerektiğini

düşünüyordu. Yezid’den hem ilmi bakımdan, hem yaşantı bakımından, hem

soy bakımından ve diğer birçok bakımdan üstün görüyordu.105

Gerçi Hz.

Hüseyin Ehl-i Beyt kavramını çok belirgin bir şekilde siyasî bir malzeme

102

Taberi, Tarih, IV, s.254; İbn Kesir, Bidaye, VIII, s.150. 103

Fığlalı, “İslâm Tarihinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Dönemleri (Mezhepler Tarihi Açısından

Bir Tedkik)”, AÜİFD, XXVI (1983), s.360-361; Bunun için ayrıca bkz. Abdülbâki Gölpınarlı,

Tarih Boyunca İslâm Mezhepleri ve Şiîlik, Derin Yayınları, İstanbul 2011, s.384. 104

Dîneverî, Ahbaru’t-Tivâl, s.209. 105

Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim İbn Kuteybe (276/889), el-İmame ve’s-Siyase, tsh.

Muhammed Mahmud er-Râfiî, Mısır 1904, I, s.161, 163.

26

olarak kullanmamıştır. Bu kavram kendisinden sonra siyasallaşmaya

başlamıştır. Ehl-i Beyt kavramının siyasallaşması makam mevki gözeten

kişilerin işine gelmektedir. Çünkü ancak bu şekilde idareyi ele geçirir,

insanların vicdanlarını hoşnut edebilir ve bu şekilde onları devlete bağlı

kılınabilir.106

Yezid b. Muaviye babasının ölümüyle birlikte hilafet makamına

geçmiştir. Ancak kendisine birçok kişinin biat etmemesi onu rahatsız etmiştir.

O da buna karşı mücadeleye girilmesi gerektiğini düşünmüştür. Çünkü ona biat

edilmemesi onun siyasi otoritesinin meşruiyetinin tartışılmasını beraberinde

getirecektir. Bunun bilincinde olan Yezid, buna karşı her türlü yola

başvuracaktır. Bunu yaparken de en nüfuzlu kişilerden başlamıştır ki Hz.

Hüseyin bunların en önemlilerden biridir. Çünkü onun biat etmesi Yezid’e

büyük bir güç katacaktır. Netice de Hz. Peygamberin torunu ve Mekke ve

Medine halkı tarafından çok sevilen ve sayılan birisiydi. Ancak Hz. Hüseyin

Yezid’e biat etmeme hususunda kararlıydı. Çünkü ona göre hilafet makamına

oturan kişi orayı hak etmiyordu. O makama ondan daha efdal biri olan kendisi

oturması gerekiyordu. Bu düşüncelerle hareket eden Hz. Hüseyin Yezid’e karşı

bir kitle oluşturmaya çalışmıştır. Ona en büyük desteği Kufe vermiştir ve Hz.

Hüseyin bunu kullanmak istemiştir. Onlar her fırsatta Hz. Hüseyin’i Kufe’ye

davet ediyor ve girişilecek olası bir ayaklanmaya Mekke’den ziyade Kufe’de

başlanması daha isabetli olacağına inanıyor ve Hz. Hüseyin’i buna

inandırıyorlardı. Ancak Mekke ahalisi Kufe’liler gibi düşünmüyor ve Hz.

Hüseyin’in oraya gitmemesini istiyorlardı. Onlar Hz. Hüseyin’in bu şekilde

106

Mehmet Bahaüddin Varol, Siyasallaşma Sürecinde Ehli Beyt, Yediveren Yayınları, Konya

2004, s.157.

27

ayaklanmasının doğru olmadığını, eğer ayaklanırsa ciddi anlamda zarar

göreceğini söylüyorlardı.107

Abdullah b. Abbas, Hz. Ali taraftarlarının ısrarlı daveti üzerine Kufe’ye

doğru yola çıkan Hz. Hüseyin’e engel olmaya çalışmıştır. O, Hz. Hüseyin’e

Kûfe’lilere güvenilemeyeceğini, babasını terk ettikleri gibi kendisini de terk

edeceklerini söyleyerek onu düşüncesinden vazgeçirmek istemiş108

ama ancak

sözünü dinletememiştir. Bunun üzerine Kerbela faciası vukuu bulmuş ve bu

haberi alan Abdullah b. Abbas çok üzülmüştür.109

Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye gitmemesi için uyaranlardan biri de Abdullah b.

Ca’fer’dir. O, Hz. Hüseyin’e, bugün helak olursa yeryüzünün nurunun

söneceğini ve kendisinin doğru yolu gösterilen seçkinlerden olduğunu

söyleyerek onu ikaz etmştir.110

Hz. Hüseyin Kûfe’ye gittiği takdirde helak

olacağı endişesini dile getiriyor. Ancak Abdullah b. Ca’fer ne Hz. Hüseyin’e,

ne de kendi çocuklarına kendini dinletemedi. Yapılan tüm uyarılara aldırış

etmeyen Hz. Hüseyin, Kufe’nin yolunu tutmuştur. Abdullah b. Cafer’in

oğulları da, kadınlı ve çocuklu onunla birlikte giderler. Ancak

Abbasoğullarından kimsenin katılmaması altı çizilmesi gereken bir husustur.111

Hz. Hüseyin kafilesiyle birlikte Kerbela’ya varınca karşısında Hurr b.

Yezid kumandasında bin kişilik bir orduyla karşılaşır. Ardından Ömer b Sa’d

b. Ebî Vakkas dört bin kişilik bir kuvvetle ilave destek sağlar. Hz. Hüseyin’e

Yezid’e biat etmesi için bir teklif götürürler. Ancak Hz. Hüseyin bu teklifi

107

Belazuri, Ensâb, III, s.376-377. 108

Dineverî, Ahbâru’t-Tivâl, s.224. 109

Taberi, Târîh, V, s.383-384. 110

Taberî, Târîh, V, s.387. 111

Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî- Siyasî Muhalefet Partileri, çev. Fikret Işıltan, Türk

Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989, s.104.

28

reddeder. Bunun üzerine savaş başlar. Şiddetli bir çarpışmanın sonucunda, 10

Muharrem 61/ Ekim 680’de Hz. Hüseyin kendisini Kufe’ye davet eden ve

ancak onu yarı yolda bırakanların gözleri önünde hunharca katledilir. Hz.

Hüseyin’in kabilesinde bulunanların çoğu bu savaşta hayatını kaybederler ve

bu şekilde Emeviler bir isyanı daha bastırmışlardır.

Ümeyyeoğullarının, bilhassa Muaviye’den sonra siyasi anlamda bu

kadar hırslanmaları, öyle zannediyoruz ki Hz. Peygamber’den sonra

kaybettikleri eski nüfuslarını tekrar elde etmek içindir.112

Hz. Hüseyin’in ailesinin birçoğu ve taraftarlarından yetmişi aşkın

kişinin öldürüldüğü113

Kerbelâ114

hadisesi kaynaklarımızda ayrıntılı bir şekilde

anlatılmaktadır. İslam tarihinde önemli bir kırılma noktası olan bu “seçilmiş

travma”115

hadisenin, kaynaklarımız da bu kadar geniş yer alması, bu olayın

Müslümanların zihninde ne kadar derin bir iz bıraktığını göstermesi açısından

önemlidir.116

Bu hadise, akabinde gelişen birçok olaya öncülük etmiştir.

Başarısız olunan bu isyan sonucunda Hz. Hüseyin’i Kufe’ye davet

eden, ancak şehit edilmesine seyirci kalarak onu yarı yolda bırakan Kufe’liler,

yaptıklarından dolayı pişman olmuş ve Hz. Hüseyin’e reva görülen

muamelenin intikamını almak için harekete geçmişlerdir. Kaynaklarda bu

112

Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s.29-30. 113

Öldürülenlerin sayısı hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır. Toplam seksen kişinin öldüğünü

söyleyen rivayet için bkz. Mes’ûdî, Murucu’z-Zeheb, III, s.72. 114

Kerbelâ hadisesiyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Çeşitli Yönleriyle Kerbela, Editör Alim Yıldız,

Asitan Yayınları, I-III, Sivas 2010; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi: Hz. Hüseyin ve Kerbelâ

Fâciası, Akçağ Yayınları, Ankara 1984; Fığlalı, “Hüseyin”, DİA, c. 18, s.518-521. 115

Onat, “Kerbela’yı Doğru Okumak”, Akademik Orta Doğu Dergisi, c. 2, sy. 1, s.2. 116

Kerbela vakası, bilgi, belge ve bulgulara tam anlamıyla başvurulmadan veya taraflı okumalar

ve değerlendirmeler sebebiyle hala kanayan bir yaradır. Eleştirel bir bakış açısı olmadığı müddetçe

de bu yara kanamaya devam edecektir. Bunun için bkz. Sönmez Kutlu, Tarihsel Din Söylemleri

Üzerine Zihniyet Çözümlemeleri, OTTO Yayınları, Ankara 2012, s.111-136.

29

hareket “Tevvabun” hareketi olarak geçmektedir.117

Bu hareketi bazı

düşünürler “Şiî” hareketi olarak değerlendirirken,118

bazı düşünürle de “İlk-Şiî”

hareketi olarak değerlendirmişlerdir.119

Bu hareketin “Şiî”mi yoksa “İlk Şiî”mi

olduğunu burada değerlendirip konumuzdan uzaklaşmak istemiyoruz, sadece

şunu diyebiliriz ki, bu hareket “Fikir-Hadise İrtibatı”120

çerçevesinde

incelenmesi durumunda, daha sağlıklı sonuçlar çıkaracağı kanaatindeyiz.121

1.3.ALİOĞULLARININ SİYASİ KARİZMASI: MUHAMMED B. ALİ EL-

HANEFİYYE VE EBÛ HÂŞİM

Muaviye’nin vefatından sonra hilafet makamına gelen Yezid’i bekleyen

işlerin başında, ona yapılması gereken biatlerin tamamlanması idi. Bu biatlerin

en önemlilerinden biri Hz. Peygamberin torunu Hz. Hüseyin’in biatıydı. Bunun

içinde o sırada Medine valisi olan el-Velid b. Utbe b. Ebu Sufyan

görevlendirilmişti.122

Vali Velid, Hz. Hüseyin’i yanına çağırtır ve ondan Yezid adına bey’at

almak ister. Bu arada Muaviye ölmüş, ancak ölüm haberi gizli tutulmaktadır.

117

Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s.62. 118

İbrahim Hasan, Târihu’l-İslâm, I, s.401 119

W. Montgomery Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Sarkaç

Yayınları, Ankara 2010, s.53 vd.; Ethem Ruhi Fığlalı, "İlk Şiî Olaylar”, AÜİFD. Cilt XXVI

(1983), s.335 vd. 120

Fikir-Hadise irtibatı, bir fikrin veya inancın varlığını, sosyal, siyasi, ekonomik ve dini

hadiselerdeki tezahürlerinin tespit edilmesi demektir. Yani herhangi bir mezhebin tarih sahnesine

çıkmasında etkili olan hadiselerle o mezhebi diğer mezheplerden ayıran ilk fikirlerini ve etkilerini

araştırarak bu ikisi arasında bir ilişkinin olup olmadığını ortaya koymak demektir. Yani bir fikrin o

hadisenin sebebi olup olmadığını incelemektir. Bu tek yönlü bir yöntem değildir. Fikirden

hadiseye gidile bildiği gibi, hadiseden de fikre ulaşılabilir. Yani ortada bir fikir varsa, bunun

tezahürleride vardır veya tezahür varsa bunun etkisinde ortaya çıkan fikirlerde vardır. Sönmez

Kutlu, "İslâm Mezhepleri Tarihinde Usûl Sorunu", İslâmî İlimlerde Metodoloji Mes’elesi I, Ensar

Neşriyat, s.435-436; Bu metot ilk defa Hasan Onat tarafından sistemli bir hale getirilmiştir. Mesela

Şîa ve Teşeyyu’ kavramları bu metot sayesinde aydınlatılmıştır. Bunun için bkz. Onat, Emevîler

Devri Şiî Hareketleri, s.12-20; a.mlf. “Şiiliğin Doğuşu Meselesi (Hicri Birnci Asır)”, AÜİFD,

XXXVI (1997), s.79-117. 121

Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s.62. Bu tarihteki olaylar Şiîliğin tanımına uymamaktadır.

Dolayısı ile bu harekete "Şiî" veya "İlk Şiî" demek biraz güçtür. Şia’nın tanımını şu şekilde

yapabiliriz: "Şîa, Ali b. Ebî Talib’in, Hz. Peygamber’den sonra nass ve tayinle halife olduğuna

inanan, imametin kıyamete kadar onun Fatıma’dan olan soyundan çıkmayacağını ileri süren

toplulukların müşterek adıdır" bkz. Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s.15. 122

Ya’kubi, Tarihu’l-Yakubi, II, s.229.

30

Hz. Hüseyin bunun farkına varır ve Velid’e, kendisinin gizlice biat etmesinin

doğru olmayacağını ve ayrıca gizli yapılan biate halkın da razı olmayacağını

söylemiştir.123

Bu sözlerden sonra Velid’in yanından ayrılan Hz. Hüseyin, baba

bir anne ayrı olan kardeşi Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin124

yanına gider

ve ona bu durumdan bahseder. Muhammed b. Ali el-Hanefiyye ona şehirlerden

uzak durmasını, halka elçiler göndererek kendisine biate davet ettirmesini, eğer

kabul etmeyip başkasına giderlerse, bundan dolayı dininin, aklının ve

faziletinin eksilmeyeceğini belirtir. Ayrıca şehirlerden birine gittiği takdirde

halkın kendi hakkında anlaşmazlığa düşerek çarpışabileceğini ve bundan da

onun zarara uğrayabileceğini; bu sebeplerden dolayı Mekke’ye, orada rahat

edemediği takdirde Yemen’e, orada da rahat edemezse dağ başlarına gidip

halkın işlerinin sonucunu beklemesini tavsiye eder. Hz. Hüseyin bu tavsiyelere

uyar ve 28 Recep 60/ 4 Mayıs 680 gecesi, bütün aile fertlerini yanına alarak

Mekke’ye gider.125

Bu örnekte görebildiğimiz gibi Muhammed b. Ali el-

Hanefiyye, Hz. Hüseyin’in gibi topluma mal olmuş kişilerin bile gelip fikir

danıştıkları bir şahsiyettir. Ayrıca bu, Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin

Alioğulları arasında belli bir ağırlığının olduğunu ve aynı zamanda bir liderlik

123

Lût b. Yahya Ebu Mihnef (150/767), Maktelu’l-Hüseyin, Bağdad 1977, s.12-13. 124

Muhammed b. Hanefiyye, asıl adı Muhammed b. Ali b. Ebi Talib, künyeside Ebu’l-Kâsım’dır.

Âlim, fazıl ve cesur bir kimse idi. Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.31; Hz. Ali’nin

Yemen bölgesinde yaşayan ve Beni Hanife kabilesine mensup olan Havle bt. Ca’fer b. Kays’ten

olma oğlu Muhammed b. Hanefiyye, 16/637 yılında doğmuş ve 81/700 yılında vefat etmiştir.

Bunun için bkz. ez-Zehebî, el-’İber fi-Haberi Men Ğaber, thk. Ebû Hacir Muhammed Said, Beyrut

1985, I, s. 93; Hayatı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Atalan,Türk Kültüründe Muhammed Hanefi

Cenknâmeleri, Tarih Bilincinde Buluşanlar Derneği Yayınları, İstanbul 2011, s.53-97 ; Kendisine

annesinin mensup olduğu Beni Hanife kabilesinden dolayı İbnu’l-Hanefiyye denilmiştir ki o da bu

isimle meşhur olmuştur. Bunun için bkz. Ebû Abdillah el-Mus’ab b. Abdillah ez-Zübeyrî

(236/850), Kitâbu Nesebi Kureyş, thk. E. Levi Provençal, Kahire, 1951, s.41; Muhammed b.

Hanefiyye’nin farklı hanımlardan toplam on erkek çocuğu vardı. Bunlar Hasan, Abdullah (Ebû

Hâşim)! Ca’fer el-Ekber, Hamza, Ali, Ca’fer el-Asğar, Avn, Kâsım, Abdurrahman ve İbrahim’dir.

Bunun için bkz. ez-Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb el-Arnavut, Beyrut 1981-1988, IV,

s.129-130. 125

Belazuri, Ensâb, IV, s.13.

31

konumunda olduğunun somut bir göstergesidir. Ayrıca Abdullah b. Zübeyr

Mekke’de halifeliğini ilan edip halkın da kendisini halife olarak tanıdığı

zaman, Abdullah b. Abbas ona biat etmedi ve Muhammed b. Ali el-Hanefiyye

ile birlikte Taif’e sürgüne gönderildi.126

Muhammed b. Ali el-Hanefiyye, Hz.

Hüseyin gibilerinin kendi fikirlerine itibar ettiği biri olmanın yanında,

halifeliğini ilan eden Abdullah b. Zübeyr gibilerinin de bir tehlike olarak

gördükleri biriydi.

Yukarıda da gördüğümüz gibi, Hâşim oğullarının, İslamiyet’ten öncesi

de dahil olmak üzere bir karizması vardı. Bu karizma, İslamiyet’ten önce,

miras yoluyla kabile soyu vasıtasıyla geçmekteydi. İslamiyet’ten sonra buna bir

de tabiatüstü veya ilahi bir boyut eklenmiştir. Bunun somut bir örneği Hz.

Ali’nin oğlu Muhammed b. Ali el-Hanefiyye ve oğlu Ebu Hâşim’dir.

Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin karizması diğer kardeşleri Hz. Hasan ve

Hz. Hüseyin’de yoktu. Hz. Hüseyin’in karizması sonradan, yavaş yavaş,

kademe kademe olmuştur. Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin karizmasında o

kadar ileri gidilmiştir ki, onun ölmediğini, “gâib” (gizli) olduğunu ve bir gün

tekrar geri geleceğini iddia eden kişiler ve topluluklar olmuştur.127

Bu topluluk

Keysaniyye fırkasıdır.128

Bu grup kendini, Ebu Kerb ed-Darîr’den dolayı “el-

Kerbiyye” diye de adlandırmaktadır.129

Bunlara göre Muhammed b. Ali el-

Hanefiyye ölmemiştir. O sağdır ve Radva dağındadır. Yiyeceklerini yanında

126

İbnu’l- Esîr, el-Kamil, VI, s. 253-254. 127

Muhammed b. Hanefiyye’nin kişiliği ve adına oluşan fırkalar için bkz. Sayın Dalkıran,

"Muhammed b. el-Hanefiyye ve Adına Oluşan Fırkalar", Dini Araştırmalar Dergisi, VII, s.19,

Ankara 2004, s.139-158. 128

İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kubrâ, V, s.101; el-Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.40; Sabri

Hizmetli, "İtikadi İslam Mezheplerin Doğuşuna İçtimai Hadiselerin Tesiri Üzerine Bir Deneme",

AÜİFD., XXVI (1983), s.675. 129

Kummî/ Nevbahtî, Şiî Fırkalar, Kitâbu’l-Makâlât ve’l-Fırak- Fıraku’ş-Şia, çev. Hasan Onat,

Sönmez Kutlu, Sabri Hizmetli, Ramazan Şimşek, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2004, s.112.

32

bulunan su ve bal pınarlarından sağlamaktadır. Onu, sağında bir aslan ve

solunda bir panter, ortaya çıkacağı güne kadar koruyacaktır.130

Hatta bu

fırkanın içinde onu Mehdi131

olarak görenlerde vardır132

ki bu fikir açık bir

şekilde ilk defa onun adına kullanılmıştır denebilir.133

Ancak böyle bir iddia,

yani gâib veya Mehdi olduğu, ne Hz. Hasan’da, ne de Hz. Hüseyin’de

mevcuttu.134

Ancak şunu belirtmek istiyoruz ki, toplum tarafından çok sevilen

ve saygı gösterilen, bir karizması olan kişilerin ölümsüzlüğü genel de

vurgulanmıştır. Bulunduğu dönemde ki insanların zihninde de, o kişinin ilahi

bir boyutu olduğu için ölümsüz olması gerekir düşüncesi hâkimdi. İşte bu

düşüncenin Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için oluşmaması, aslında Muhammed b.

Ali el-Hanefiyye’nin statüsünün kardeşler arasında hangi düzeyde olduğunun

somut bir göstergesidir.

İmamiyye’nin ilk dört imam olarak kabul ettiği Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz.

Hüseyin ve Ali b. Hüseyin (Ali Zeynel Abidin) hicri I. asırda yaşamışlardır.

130

el-Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.31-32; Kummî/ Nevbahtî, Şiî Fırkalar, s.112;

Ayrıca bkz. Donaldson, The Shi’ite Religion, s.227; Bunu, Emevi Devletinin ünlü şairi Kuseyyir

(105/723) bir kasidesinde şu şekilde ifade etmiştir: "Doğrusu imamlar Kureyş’tendir; Hakk’ın

dostları birbirine eşit dörttür. Ali ve onun üç oğlu; onlar torunlardır; onlardan gizli bir şey yoktur.

Torunlardan biri imân ve doğruluk torunudur. Bir torunda Kerbela’da kaybetmiştir. Bir torunu ise,

önünde sancakla süvarilere komutanlık edene kadar ölümü tatmayacaktır; O kaybolmuştur; bir

süre halkın arasında görünmez; Radvâ dağındadır; yanında da bal ile su vardır." Bunun için bkz.

el-Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.32-33; Bu şiir için ayrıca bkz. Kummi/Nevbahti, Şiî

Fırkalar, s.114. Ayrıca Kuseyyir’in bu konu ile ilgili bir başka şiiri için bkz. Kummi/Nevbahti, Şiî

Fırkalar, s.114. 131

Mehdi kelime olarak kendisine rehberlik edilen, Allah tarafından yol gösterilen manasına

gelmektedir. İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 15/354; Emevi idaresinden memnun olmayan birçok

Müslüman, bilhassa Kerbela’dan sonra Allah tarafından rehber olarak gönderildiğini düşündükleri

bir lider, yani mehdi fikrine inanmaya başladılar. Bu bağlamda bu ünvan, Hz. Ali’nin oğlu

Muhammed b. Hanefiyye için kullanılmıştır. Özellikle Şiîler bu inancı daima canlı tutmuşlardır.

Mehdi inancı ile ilgili daha geniş bilgi için bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, "Mesih ve Mehdi İnancı

Üzerine (Mezhepler Tarihi Açısından Bir Bakış)”, AÜİFD, XXV (1981), s.196-214; Ayrıca bkz.

Ahmed el-Kâtib, Şiada Siyasal Düşüncenin Gelişimi- Şûrâdan Velâyet-i Fakîhe-, çev. Mehmet

Yolcu, Kitâbiyât Yayınları, Ankara 2005, s.272-302. 132

Kummî/ Nevbahtî, Şiî Fırkalar, s.109. 133

Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s.75; Hizmetli, "İtikadi İslam Mezheplerin Doğuşuna

İçtimai Hadiselerin Tesiri Üzerine Bir Deneme", s.675. 134

Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Dervri, s.73-74.

33

Ancak “ilk Şiî farklılaşmalar”, aynı dönemde yaşamış olan Muhammed b. Ali

el-Hanefiyye’nin adı etrafında oluşmuştur. Mehdilik, vâsilik ve rec’at gibi

kavramlar ilk onun adına kullanılmıştır. Bu aynı zamanda farklılaşmanın ilk

belirtisi olarak görülebilir.135

Ayrıca Hz. Hasan’ın ölümü, Hz. Hüseyin’in

Kerbela’da şehit edilmesi ve Ali b. Hüseyin’in Emevilere karşı pasif olması,

Alioğulları taraftarlarını Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin etrafında

birleştirmiştir.136

Onun adına yapılmış olan bu gibi hareketlerden biri de

Muhtar es-Sakafi hareketidir.

Muhtar es-Sakafi giriştiği isyan hareketini137

Ehl-i Beyt mensubu

birisiyle ilişkilendirmek istiyordu. Bu sayede daha çok taraftar bulabileceğini

ümit ediyordu. O dönemde böyle bir potansiyelin varlığından söz edilebilir.

Bilhassa Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesi, toplumu Ehl-i Beyt’e daha

da yakınlaştırmış ve aynı zamanda Emevî iktidarına karşı olan öfkeleri de

artırmıştı.

Bu düşüncelerle hareket eden Muhtar, Ehl-i Beyt’ten olan, bilhassa Hz.

Hüseyin’in öldürülmesinden sonra Ehl-i Beyt’in en güçlü ve lideri durumunda

olan Muhammed b. Ali el-Hanefiyye adına yola çıktığını söyler.138

Bu durumu

teyit etmek için el-Esved b. Cerad et-Kindi ve bir kaç arkadaşı Muhammed b.

Ali el-Hanefiyye’nin yanına gider ve Muhtar’ın söylediklerini kendisine

aktarırlar. Muhtar’ın Allah’ın kitabına, Hz. Peygamber’in sünnetine ve Ehl-i

135

Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s. 115 vd. Ayrıca bkz., Atalan, Şiîliğin Farklılaşma

Sürecinde Ca’fer es-Sâdık’ın Yeri, s.36. 136

Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî ibn A’sem (314/926), Kitabu’l-Futuh, Beyrut 1986, I-II, s.584. 137

Bu isyan hakkında geniş bilgi için bkz. Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s.93-114. 138

Muhtar’ın başlattığı bu hareketin her aşamasında Muhammed b. Hanefiyye’nin ismini

zikretmesine rağmen, onun imam olduğunu veya onun imameti için hareket ettiğini söylememesi

dikkat çekicidir. Yaninbir Şiî unsur taşımamaktadır. Bunun için bkz. Onat, Emevîler Devri Şiî

Hareketleri, s.113.

34

Beyt’in kanlarını talep etmek için kendilerini Muhammed b. Ali el-Hanefiyye

adına bu harekete davet eder. Kendilerinin bu çağrı karşısında nasıl bir tutum

takınmaları gerektiğini öğrenmek için bizzat Muhammed b. Ali el-

Hanefiyye’nin huzuruna çıkar.139

Ebu Mihnef’in naklettiği bu rivayette,

Muahmmed b. Hanefiyye bu heyete, Allah’ın, Allah düşmanlarına karşı

kendilerine dilediği kimse ile yardım etmesini arzu ettiğini bildirmiştir. Heyet,

bu cevabı Muhtar’a destek verilmesi gerektiği şeklinde yorumlamış ve tekrar

geriye dönmüşlerdir.140

Muhtar, giriştiği bu isyan hareketinde başarılı olabilmek için çok çaba

sarf etmiştir. Örneğin Kufe’nin şöhretli ve büyük bir kabilenin reisi olan

İbrahim b. el-Eşter’i kendi saflarına katmaya çalışır.141

Çünkü bilindiği gibi bir

isyan hareketi başlatmak ciddi anlamda bir ekonomik kaynak ve itibarlı

kişilerin desteğini gerektirir. Muhtar da bu düşüncelerle hareket ederek onun

evine gider ve onu Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin gönderdiği bir

mektupla hareketine davet eder.142

Mektubu okuyan İbrahim b. el-Eşter,

Muhtara biat eder.143

Ancak burada hemen şunu belirtmemiz gerekir ki,

Muhtar’ın el-Eşter’e verdiği mektubu Muhammed b. Ali el-Hanefiyye değil,

Muhtar’ın kendisi kaleme aldığını söyleyen kaynaklar vardır.144

Bu rivayetlerle

Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin nasıl bir siyasi gücünün olduğunu ve aynı

zamanda Muhtar’ın nasıl kurnaz bir siyasetçi olduğunu görmekteyiz. Ancak bu

mektup hangi şartlar altında yazılmış olursa olsun, neticede el-Eşter bu

139

İbnu’l Esîr, el-Kamil, IV, s.214. 140

Taberî, Târîh, VI, s.14. 141

Taberî, Târîh, II, s.609. 142

Mektubun içeriği hakkında detaylı bilgi için bkz. Belazuri, Ensab, V, s.222-223. 143

Dineveri, Ahbarıı’t-Tıvâl, s.289-290. 144

Bu husus için bkz. Dineveri, Ahbarıı’t-Tıvâl, s.290.

35

mektubun Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’den geldiği için Muhtar’a biat

etmiştir. Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin sadece halktan değil, aynı

zamanda aristokratlar nezdinde de yüksek bir itibarı olduğunu göstermektedir.

Muhtar es-Sakafi, isyan hareketi için kendine cemaat oluşturmak için,

Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’den aldığı onayı taraftarlarına ilan etmiştir.

Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin kendisini vezir ve seçilmiş emir olarak

gönderdiğini ve kan dökücülerle savaşıp Ehl-i Beyt’in kanını talep etmesi

istediğini belirtmiştir.145

Bu ifadelerle, Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin

Kufe’de büyük bir kitleye sahip olduğunu ve Muhtar’ın da onun tarafından

gönderildiğini söylemekle bu kitleden faydalanmak istediğinin bir

göstergesidir.

Muhtar, Kufe’ye gidip isyan hareketini başlatmak istediğinde, onlara

kendisinin, el-Mehdi146

Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin veziri sıfatıyla

geldiğini söylemiştir.147

Ancak Muhtar’ın giriştiği bu isyan başarısızlıkla

sonuçlanmış ve Muhtar bunu hayatı ile ödemiştir. Burada dikkatimizi çeken ve

vurgulamak istediğimiz husus Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin durumudur.

Çünkü bu örnekten anlaşılacağı üzere, Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin

İslam toplumunda ciddi bir ağırlığı vardır. İsyan hareketini başlatan bir kişinin,

bir hareketin liderinin onun veziri olduğunu söylemesi, Muhammed b. Ali el-

Hanefiyye’nin statüsünün hangi derecede olduğunu bize açıkça göstermektedir.

Hz. Ali’nin şahsi değerine ve meziyetlerine duyulan inanç, Şiiliğin

temelini oluşturmaktadır. Ancak bu inanışta, sadece Hz. Ali’ye mahsus özel bir

145

Belazuri, Ensab, V, s.218; Fığlalı, İmamiyye Şiası, s.139. 146

Muhammed b. Hanefiyye kendisine Mehdi denmesinden pek hoşlanmazdı. Bunun yerine

kendisine ismi olan Muhammed veya künyesi olan Ebu’l-Kâsım ile hitab edilmesini isterdi. Bunun

için bkz. İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kübrâ, V, s.94. 147

İbnu’l-Esir, el-Kamil, IV, s.163 ve s.172.

36

karizma yok gibidir, çünkü, önderlik de dahil olmak üzere insanüstü vasıfların

insanlarda tezahür ediş fikri anlamına gelen karizma anlayışı, sadece Hz. Hasan

ve Hz. Hüseyin’de değil, aynı zamanda Hz. Ali’nin üçüncü oğlu olan

Muhammed b. Ali el-Hanefiyye ve diğer oğlu Ebu Haşim’e de tahsis

ediliyordu.

Hz. Hüseyin’den sonra Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’ye tâbi olan

Alioğulları ve Ali taraftarları, onun vefatından sonra oğlu Ebu Haşim’e

bağlanmışlardır. Bunun nedeni ise, Emeviler’e düşman olan pek çok Ali

taraftarının onu, babasının halefi ve ondan sonra ki imam olarak kabul

etmelerinden gelmektedir.148

Ebu Haşim’e bağlananlar, ileride oluşacak olan

Haşimiyye fırkasına öncülük edecek olan kişilerdi. Haşimiyye fırkasına göre

Muhammed b. Ali el-Hanefiyye, Ebu Haşim’e ilimlerin sırlarını öğretti, ona

görünenlerin görünmeyenler üzerine uygulaması gereken metotları bildirdi.

Onlara göre her ayetin bir te’vili, her zahirin de bir batını vardır.

Görülenlerdeki hikmet ve sırların bir kişinin şahsında toplanacağına ve o

kimsenin de gerçek imam olacağına inanırlar. Bu bilgilerin Hz. Ali’den

Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’ye ve ondan da oğlu Ebu Haşim’e geçtiğini

iddia ederler.149

Yukarıdaki bilgiler ışığında şunu diye biliriz, Muhammed b. Ali el-

Hanefiyye ve oğlu Ebu Haşim’in toplumda ciddi bir karşılığı vardı. Bu aynı

zamanda Alioğullarının da bir karşılığının olduğu anlamına geliyordu. Dolayısı

ile hicri I. asırda Abbasoğullarından ziyade Alioğulları fenomeni olduğunu

148

Onat, “Ebu Haşim”, DİA, X, s.146; Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.32. 149

Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, I, s.150-151.

37

diye biliriz. Abbasoğullarını da, Alioğulları bünyesinde hareket eden bir kitle

olarak görebiliriz.

Bu bilgi bize hicri I. asırda bir Abbasiyyun- Talibiyyun

farklılaşmasından bahsedilemeyeceğini göstermektedir. Ancak hicri II. asırda

Abbasiler ile Talibilerin birbirine düşman olduklarını söylenebilir.150

Bu

konuyu birazdan daha detaylı bir şekilde inceleyeceğimiz için burada bu kadar

ile yetinip diğer bölüme geçmek istiyoruz.

150

Zeydan, Medeniyyet-i İslamiyye Tarihi, IV, s.22.

38

II.BÖLÜM

İHTİLALE GİDEN YOLDA ABBASOĞULLARI-ALİOĞULLARI İLİŞKİSİ

2.1.EBÛ HÂŞİM’İN HİLAFET HAKLARINI MUHAMMED B. ALİ’YE

DEVRETMESİ

Abbasoğulları, hicri birinci asırda, siyasi anlamda sessiz kalmayı ve

tarafsız gözükmeyi tercih eden bir politika takip etmiştir.151

Ancak hicri II. asır

için aynı şeyi söylemek mümkün gözükmemektedir. Çünkü bu asırda artık

siyasi bir taraf olmaya başlamışlardır. Tabii taraf derken, önce Alioğulları ile

birlikte hareket etmiş, ancak sonradan kendi taraflarını oluşturmuşlardır.

Abbasiler, Alioğulları ile olan ilişkilerini, onların desteğini kaybetmemek için

çok hassas bir zemin üzerine oturtmuştur.152

Bunu yaparken de Alioğullarının

bir bütünlük içinde olmayışlarını kendi aleyhlerine kullanmasını da

bilmişlerdir.

Yukarıda da değindiğimiz gibi, Alioğullarının bir bütünlük içinde

olduklarını söylemek güçtür. Çünkü Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in ailesi ile

Muhammed b. Ali el-Hanefiyye’nin ailesi arasında bazı tartışmaların olduğunu

görmekteyiz. Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’dan olan torunu Zeyd b. Hasan bu kişi o

dönemde kendi neslinin en yaşlısı idi ile Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’dan olmayan

torunu Ebû Hâşim Hz. Ali evladının o dönemde, bütünün içinde en yaşlısı idi,

arasında Hz. Ali’nin mirasını paylaşamama sorunu çıkmıştır. Konu Medine

kadısına intikal etmiş ve kadı Ebû Hâşim lehine karar vermiştir.153

Sonucu

151

Büyükkara, İmamet Mücadelesi ve Hâşimoğulları, s.13. Krş. Ünal Kılıç, “Ebû Seleme el-Hallâl

ve Abbâî Devletinin Kuruluşundaki Rolü”, CÜİFD, Sayı III (1999), s.514. 152

Atalan, “Abbasi Daveti Sürecinde Er-Rizâ Min Âl-i Muhammed Söylemi”, İslami Araştırmalar

Dergisi, cilt 18, sayı 2, s.187. 153

Alioğularının iç çekişmeleri için bkz. Atalan, “Alioğullarının İç Çekişmesi”, FÜİFD (2009),

Cilt 14, Sayı 2, s.63-76.

39

beğenmeyen Zeyd b. Hasan, bu meseleyi hac için 91/710154

yılında Medine’ye

gelen halife Velid b. Abdülmelik’e götürür. Ayrıca halifeye, Ebû Hâşim’in

Muhtar es-Sakafi’nin adamlarında zekât topladığını söyler155

ve bunun üzerine

halife Ebû Hâşim’i tutuklatıp Şam’a götürür ve hapsettirir. O dönemde

Hüseyin oğullarının lideri konumunda ki Zeynelabidin’in bizzat halifeden

yoğun talebi üzerine Ebû Hâşim serbest bırakılır.156

Ancak, beklediği itibarı

alamadığı için Medine’ye geri dönmez. Kendisine büyük sevgi ve saygı

gösteren, aynı zamanda Keysaniyye’nin güçlü olduğu Kufe’ye gitmek istemiş,

ancak hapisten yeni çıktığı için sıkı kontrol altında bulunduğundan dolayı

bundan da vaz geçer. Bu sebeple o Şam’da kalmaya karar verir. Burada,

Muhammed b. Ali ile talebesi olması hasebiyle iyi bir ilişki kurar. Ayrıca, Ebû

Hâşim’in hanımı Fatıma, Muhammed b. Ali’nin babası Ali b. Abdullah ile

amca çocukları olması,157

bu ilişkinin daha da iyi olmasına vesile olan

sebeplerden bir tanesidir. Hac vazifesini eda etmek için yola çıkan Ebû

Hâşim158

, Humeyme’ye uğrar ve hareketin liderliğini Muhammed b. Ali’ye

devreder.159

Ebu Haşim’in bunu yapmakta maksadı, Muhammed b. Ali’de bu

hareketi yönetebilecek kabiliyeti görmesidir.160

Bunu Ebu Haşim’in kendi

söylemlerinden çıkara biliriz. Ona, kendisinden sonra kime biat edecekleri

sorulunca, o, Muhammed b. Ali’yi işaret etmiştir ve ondan daha hayırlı ve

154

Taberî, Târîh, VI, s.467. 155

Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.173-174. 156

Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.174-175. 157

ez-Zübeyrî, Kitâbu Nesebi Kureyş, s.76. 158

Ebu Haşim’in hilafeti Muhammed b. Ali’ye devretmesiyle ilgili farklı rivayetler için bkz.

Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasî İhtilali, s.24-34. Krş. Mehmet Dalkılıç, Horasan’da İktidar

Mücadeleleri (M.705-796), EÜSBE, Kayseri 2009, s.26. 159

el-Eş’arî, Makâlâtu’l-İslamiyyin, II, s.95; Şehristani, el-Milel ve’n-Nihal, I, s.151. 160

İbrahim Hasan, İslam Tarihi, II, s.293-294.

40

bilgili birini bulamadığını ilave etmiştir.161

Ebu Haşim dar bir kabilecilik

zihniyetiyle hareket etmiyor. O, bu ihtilal sürecini duygusal değil, akli olarak

çözmek istiyordu.

Kaynaklarda Muhammed hilafeti oğlu İbrahim’e,162

onun da kardeşi

Ebu’l-Abbas’a,163

onunda kardeşi Mansur’a164

vasiyet ettiğini ve böylece

imametin Abbasoğullarına geçtiğini belirtirler.165

Görüldüğü gibi Abbâsîler,

babadan oğula geçen veliahtlık sistemini Emevîlerden aynen devralmışlardır.

Hatta daha devlet kurulmadan önce bu müesseseyi başlatmışlardır.166

Vasiyet konusu belli bir zaman sonra farklı bir boyut kazanmaya başlar.

Çünkü Abbasoğulları taraftarı olan Ravendiyye fırkası, Ebu Haşim’in vasiyet

konusunu reddederler. Onlara göre hilafet baştan beri Hz. Abbas yoluyla

Abbasoğullarından gelmiştir. Hatta bizzat Hz. Peygamber’in, hilafeti amcası

Hz. Abbas’a vasiyet ettiğini söylerler.167

Bu söylem ilerleyen yıllarda Abbasi

halifeleri tarafında da dile getirilecek ve bu şekilde artık adeta bir devlet

politikası haline getirilecektir. İlerleyen bölümlerde buna değineceğimiz için

burada bu kadar bilgi ile yetinmek istiyoruz.

Muhammed b. Ali’nin babası Ali b. Abdullah bir defasında hilafetin

kendi oğullarına geçeceğinden bahsetmiştir. Bu bilgi, dönemin halifesi Velid b.

Abdilmelik’in kulağına gitmiş ve onu dövdürtmüştür.168

Acaba Ali b.

Abdullah, hilafetin kendi oğullarına geçeceğini neye dayanarak söylemiştir?

161

Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.173. 162

Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.237. 163

Taberî, Târîh, VII, s.423. 164

İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.461. 165

el-Eş’arî, Makâlâtu’l-İslamiyyin, II, s.21. 166

Azimli, Halifelik Tarihine Giriş, s.152. 167

el-Eş’arî, Makâlâtu’l-İslamiyyin, II, s.21, Kummi/Nevbahti, Şiî Fırkalar, s.171. Ayrıca

Ravendiyye’den imametin Ebu Haşim’den vasiyet ile Muhammed b. Ali’ye geçtiğini

söyleyenlerde vardır. Bkz. Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.32. 168

Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.138-139.

41

Bu sadece bir temennimiydi, yoksa güvendiği sağlam kaynaklarımı vardı?

Kanaatimizce Ali b. Abdullah bu sözü söylerken güvendiği bir yerler vardı.

Muhtemelen, Muhammed b. Ali, Ebu Haşim’in talebesi iken169

onunla sıkı bir

ilişki içinde idi. Ebu Haşim’in oğlu olmadığı için170

yerine Muhammed b.

Ali’yi düşünmüş ve bunu ona iletmiştir.

Ebu Haşim, Muhammed b. Ali’ye sadece imameti değil, aynı zamanda

Haşimiyye diye bilinen kurulu teşkilatını da devretmiştir.171

Yani Muhammed

b. Ali ihtilal hareketine hazır bir teşkilat ile başlamıştır. Bu ona hiç şüphesiz

çok büyük bir avantaj sağlamıştır. Ayrıca Muhammed b. Ali ve oğlu İbrahim,

toplumun Haşimilere gösterdiği yakınlığın gücünü fark edip onu kendi

maksatları için kullanmayı başarmışlardır.172

Netice itibariyle kaynaklarda verilen bilgiler ana hatlarıyla şöyledir. 1.

Ebu Hâşim imamet haklarını Muhammed b. Ali’ye devretmiştir. 2. Ebu Hâşim,

Emevileri devirmek için bir hareket başlatmış ve vefat edeceği zaman hilafet

haklarının yanı sıra kurmuş olduğu teşkilatı da Muhammed b. Ali’ye

devretmiştir.173

Günümüz tarihçileri bu konuyu değişik değerlendirmeler

yaparak ele almışlardır. Farklı bakış açılarının yanı sıra, Hasan İbrahim

Hasan,174

gibi çağdaş tarihçiler, Muhammed b. Ali’nin imameti Ebu Haşim’den

devraldığını kabul etmiş ve Abbasi Davetini Ebu Haşim’in teşkilatı üzerine

169

Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.173-174. 170

Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.177. 171

İsfehânî, Mekâtil, s.123-124; Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.188. 172

Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, s.211. 173

Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasî İhtilali, s.30. 174

İbrahim Hasan, İslam Tarihi, II, s.293-294.

42

bina ettiğini belirtmişlerdir. Ancak Wellhausen,175

gibi bazı tarihçiler ise bu

rivayeti reddetmişlerdir.

2.2.ABBASÎ PROPAGANDA DÖNEMİ VE ALİOĞULLARININ TUTUMU

Değişen zaman ve şartlarla birlikte, İslam toplumun siyasi ve içtimai

yapısı da değişmeye başlamıştır. Bu sebeple Emevî devrinde toplum dört ayrı

tabaka halindeydi. Bunlar, Müslüman Araplar, mevali, zimmiler ve köleler

idi.176

Abbasî ihtilaline mevalinin desteği de olmuştur. Onlar, Müslüman

oldukları halde, diğer Müslümanlar, yani Müslüman Araplar gibi muamele

görmüyorlardı. Çünkü onlar sonradan Müslüman olmuşlardı. Hâlbuki ister

Müslüman Arap olsun isterse gayr-i Arap olsun aynı haklara sahip olmaları

gerekirdi. Teorik olarak böyle idi, ancak pratikte uygulama farklıydı. Bilhassa

vali Haccâc döneminde mevaliden, sanki Müslüman değillermiş gibi vergi

alındı.177

Bu tutum mevaliyi Abbasi propagandayı desteklemeye mecbur

etmiştir. Yani Abbasi propagandaya sadece Abbasiler değil, mevali de ve

Emevi zulmünden bıkmış olan herkes destek vermiştir.

Zeyd b. Ali isyanını devam ettirmeye çalışan ve ancak başarısız olan

oğlu Yahya b. Zeyd’in ölümü ile birlikte bir boşluğa düşen Horasanlıları kendi

tarafına çekmekte zorlanmayan Muhammed b. Ali, onları, kendi içlerinden

olan Ebu Müslim aracılığı ile “Resulullah ailesine itaate” çağırmıştır.178

Daha

sonra bu çağrı, “er-rızâ min âl-i Muhammed” (Muhammed ailesinden razı

175

Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, s.239. 176

Hitti, İslam Tarihi, II, s.363 vd.. 177

Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu, s.132; Ayrıca Emevi devrindeki mevâlinin durumu için

bkz. Ignaz Goldziher, Muhammedanische Studien, Georg Olms Verlag, I-II, Hildesheim- Zürich-

New York 2004, I, s.101 vd.; İbrahim Hasan, Tarih’u-İslâm, I, s.529, Bernard Lewis, Tarihte

Araplar, çev. Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul 1979, s.82 vd.. 178

Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.167.

43

olunan bir şahıs) şeklinde ihtilalin kapsayıcı ve en popüler sloganı haline

gelecektir.179

Bir başka slogan da “Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın sünneti”

iken, bunun yanına bir de “Ali b. Ebî Talib’in sünnetini ilave etmişlerdir.180

Görüldüğü gibi Abbasiler, Emevilere karşı başlattıkları isyan hareketinin

sloganını özenle seçmişlerdir. Geçmişte yapılan isyan hareketlerinde kullanılan

“Ehl-i Beyt’in kanını talep” şeklinde bir agresif slogan yerine, “er-rıza min âl-i

Muhammed” şeklinde daha sakin ve kapsayıcı bir sloganı tercih etmişlerdir. Bu

kurnazca hamle, Abbasîleri ihtilalinin başarılı olmasında etkili olmuştur.

Çünkü bu slogan da, diğer sloganlar gibi, Abbasoğullarının, Alioğullarına, bu

ihtilali “birlikte” yapıyoruz psikolojisi vermiştir.181

Ayrıca bu slogan,

Alioğullarına sempati duyan bütün unsurları da Abbasî Daveti etrafına

toplamıştır.182

Er-rıza min âl-i Muhammed söylemi Alioğulları taraftarlarının

çoğunluğunun kabul ettiği bir slogandır denebilir.183

Zaten Alioğulları varken

imametin Abbasoğullarında olduğunu hiç kimse kabul etmezdi.184

İşte bundan

dolayı bu slogan Abbasiler açısından yerinde bir davranıştı. Görüldüğü gibi

Abbasiler “Ehl-i Beyt” kavramı yerine “Âl-i Beyt” kavramını kullanmışlardır.

Ehl-i Beyt kavramı zihinlerde daha çok Alioğullarını çağrıştırdığı için,

Abbasiler daha kapsayıcı olan ve zihinlerde bir aileyi çağrıştırmayan Âl-i Beyt

179

Celaluddîn Abdurrahman b. Ebî Bekir es-Suyûtî (911/1505), Tarihu’l-Hulefa, thk. Muhammed

Muhyiddîn Abdulhamîd, Beyrut 1995, s.312; Hüseyin Atvan, ed-Da’vetu’l-Abbâsiyye, Mebâdi’ ve

Esâlîb, Beyrut, s.93. 180

Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.284. 181

Hakyemez, “Abbasî Devletine Yönelik Ali Oğulları Veya Şiî Tehdidi”, AÜSBED (2007), c. IV,

sy. I, s.328. 182

Abdulaziz ed-Dûrî, Îslâm İktisat Tarihine Giriş, çev. Sabri Orman, İstanbul 1991, s.76-77. 183

Atalan, “Abbasi Daveti Sürecinde Er-Rizâ Min Âl-i Muhammed Söylemi”, İslami Araştırmalar

Dergisi, cilt XVIII (2005), sayı II, s.191. 184

İsa Doğan, “Hicri I. ve II. Asırlarda Muhtelif Yönleriyle Abbasi Hareketi”, OMÜİFD (1996),

sy.VIII, s.34.

44

kavramını kullanarak kurnazca bir hamle yapmıştır.185

Gerçi her ne kadar da bu

kapsayıcı politikayı takip etseler de, ihtilalin liderliğini hep Abbasoğulları

yapmıştır. Aslında Emevilerden sonra hilafete de kendilerinin geçeceğini,

Muhammed b. Ali’nin liderliği oğlu İbrahim’e vermesi ile bir nevi ilan veya

ima etmişlerdir.186

Yani, yukarıda da değindiğimiz gibi, Abbasiler veliahtlık

sistemini daha devleti kurmadan başlamışlardır.

Abbasoğulları, başarısız olan Alioğulları isyanlarından kendilerine ders

çıkarmışlardır. Onların düştükleri hatalara düşmemek için daha iyi planlanmış

ve gizli187

bir şekilde yürütecekleri bir ihtilal hareketi olması gerektiğini

belirlemişlerdi.188

Ayrıca ihtilal merkezi olarak da bundan önce olmayan farklı

bir bölge seçilecekti.189

Bu düşüncelerle hareket eden Muhammed b. Ali, gizli

bir propaganda stratejisi takip etmiş ve ihtilal merkezi olarak Humeyme’yi

seçmişti. Horasan’ı ise propaganda merkezi ilan etmişti.190

Bu iki şehir

arasında ki bağlantıyı ise Kufe kuracaktı. Propaganda amaçlı Horasan’a

gönderilen dâiler (davetçiler, propagandacı) orada tüccar kılığı altında Abbasi

propagandasını yapıyorlardı.191

Ayrıca dailerin yanı sıra Horasan’a nâkiblerde

(temsilci) gönderildi. Bunlarda dâiler gibi Abbasî propagandası yapıyorlardı.

Ancak nakiblerin imamla bir irtibatı olmazdı. Aslında dailerin de hepsi

185

Namık Kemal Karabiber, Ehl-i Beyt Tasavvuru ve Erken Dönemdeki Yansımaları (Hicri I. ve II.

Asır), Basılmamış Doktora Tezi, AÜSBE, Ankara 2007, s.170. 186

Bozkurt, “Abbasilerde İktidarın Meşruiyeti Üzerine Bir Analiz”, İslamiyat (2000), cilt III,

sy.III, s.149. 187

Abbasiler, Muhammed b. Ali ile birlikte devraldıkları ihtilal hareketinde ki asıl amaçlarını

sürekli gizli tutmuşlardır. Bu sayede Emevilerin dikkatinden uzak kalmışlar ve aynı zamanda

Alioğullarının desteğini almış ve düşmanlık beslememelerini sağlamışlardır. Bunun için bkz.

Atalan, “Abbasi Daveti Sürecinde Er-Rizâ Min Âl-i Muhammed Söylemi”, s.187. 188

Abbasi ihtilali biri gizli (100-127), biri de açık (127-132) propaganda dönemleri olarak

yürütülmüştür. Abbasoğulların gizli ve açık propaganda dönemleri hakkında geniş bilgi için bkz.

Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali, s.41-67. 189

Moshe Sharon, Black Banners From The East, Leiden 1983, s.46-47. 190

Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali, s.34. 191

Dineveri, Ahbarıı’t-Tıvâl, s.333.

45

doğrudan imam ile görüşemezdi. Bilhassa Horasan da bulunan dailer için bu

geçerliydi.192

Çünkü Humeyme ve Horasan arasında ki bağı kuran Kufe şehri

ve burada bulunan Abbasi daileri bu iki şehir arasında mekik dokuyorlardı. Bu

şekilde hem Horasandaki daileri idare ediyorlardı, hem de Humeyme’de

doğrudan imamla görüşebiliyorlardı. İşte böyle bir köprü vazifesi gören

Kufe’nin liderliğini Ebu Seleme yapmıştır. Bu açıdan Ebu Seleme Abbasi

davetinde önemli bir şahsiyettir. Ayrıca, ileride de değineceğimiz üzere, Ebu

Seleme’nin hilafetin Alioğulların hakkı olduğu düşüncesinin oluşması, her

halde doğup ve yetiştiği Kufe şehrinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Kufe şehri

Ali taraftarlarının güçlü olduğu bir şehirdir.193

Böylelikle çocukluğu, gençliği

ve yetişkinliği hep Ali taraftarları içinde geçiren biri, onlardan bir şekilde

etkilenmiştir denebilir.

Her ne kadar bu ihtilal hareketinde Abbasoğulları ile Alioğulları birlikte

hareket etmişlerse de, tam bir birlik içerisinde olmadıklarını görmekteyiz.

Örneğin Halife Mervan bir gün Abbasoğullarına mensup olan İbrahim b. Ali’yi

huzuruna çağırtır ve ona, Hasanoğullarından Abdullah b. Hasan’ın kendisine

gönderdiği bir mektubu verir. Mektupta İbrahim b. Ali ve Abbasoğullarının,

Horasan’da devlete karşı bir isyan hareketinde olduklarını yazıyor. İbrahim b.

Ali bu iddiaların yalan olduğunu, tam aksine Abdullah b. Hasan’ın Emevilere

karşı bir harekette olduğunu ve ayrıca oğlu Muhammed’i Mehdi ilan ettiğini

söyler, ama halife bunu itibar etmez ve İbrahim’i hapsettirir. Nitekim İbrahim

192

Muhammed Abdu’l-Fettah Ulyan, Kıyamu’d-Devleti’l-Abbasiyye, Mısır 1994, s.44. 193

Muhammed b. Ali, nakiblerine Horasan’a gitmelerini söylemiştir. Çünkü Şam Emevilerin,

Basra Osman taraftalarının ve Kufe ise Ali taraftarlarının kontrolünde idi. Aslında Muhammed b.

Ali’nin bu söylemi, Ali taraftarlarına karşı olan tutumunu da göstermektedir. Bunun için bkz.

Muhammed Hudari Bek, Muhadaratü’t-Tarih’u-Ümemi’l-İslamiyye, Beyrut 1986, s.14.

46

de yirmi gün sonra hapiste vefat eder.194

Bu misalde Abbasilerin aslında

Alioğulları ile birlikte çalışmaktan çok da memnun olmadıklarını

görmekteyiz.195

Ancak genel itibariyle bakıldığında bu ikisi arasında bu

dönemde çok ciddi denecek düzeyde bir huzursuzluk da olmamış, çıkan bazı

sorunlar ise şahsi düzeyde kalmıştır. Bu propaganda döneminde Abbasoğulları

ile Alioğulları arasında ciddi bir ayrışmanın olmaması belki de ağırlıklı olarak

Alioğullarının Kufe’de ve Abbasoğullarının da Horasan da bulunmalarından da

kaynaklanıyor olabilir.196

Alioğulları da Abbasoğulları gibi davet döneminde

ciddi anlamda çalışmışlardır.

2.3.ZEYD B. ALİ İSYANI

Hz. Hüseyin’in torunu olan Zeyd b. Ali, 80/699 yılında Medine’de

dünyaya gelmiştir. Annesi, Muhtar es-Sakafi’nin Ali b. Hüseyin’e hediye ettiği

Sindli bir cariyedir.197

Babası Ali, dördüncü imam Zeynelabidin, Kerbela

faciasından kutulan az sayıda insanlardan biridir. Babası vefat ettiğinde Zeyd

on dört yaşındaydı. Bundan sonra onun yetişmesinde ve bakımında ağabeyi

Muhammed Bakır ilgilenmiştir. Babası ve ağabeyi Muhammed Bakır’dan ders

almıştır. Hayatının büyük bir kısmını Medine’de geçirmiştir.198

Zeyd b. Ali, başta Kufe olmak üzere Hicaz ve Irak’ın pek çok şehrine

seyahat etmiştir. Bu sayede, daha genç yaşta İslam dünyasındaki siyasi ve fikri

194

Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.394-395; Ayrıca buna benzer bir rivayet için bkz. İsfehânî,

Mekâtil, s.257. 195

Karabiber, Ehl-i Beyt, s.166. 196

Ulyan, Kıyamu’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.24-28. 197

el-İsfehânî, Mekâtil, s.127. 198

el-Belazüri, Ensab, III, s. 229 vd..

47

hareketleri tanıma fırsatı bulmuştur.199

Ayrıca Zeyd b. Ali, Vasıl b. Ata200

ve

Ebu Hanife ile görüşmüş, bu sayede bilgi ve tecrübesini artırmıştır.201

Kerbela hadisesinden sonra Alioğulları siyasetten uzaklaşmış ve ilme

yönelmişlerdir. Bu sayede Emevi idarecilerinden ve Kufe halkından uzak

durmuşlardır.202

Kerbela hadisesinden sonra Alioğulları uzun süren bir

sessizliğe girmiştir. Bu sessizlik, muhtemelen Alioğullarının büyük bir

kısmının Muhammed b. Ali liderliğindeki Abbasi ihtilal hareketine vermiş

oldukları destekten kaynaklanmaktadır.203

Hz. Hüseyin’den sonra Hz. Ali’nin neslinden Emevi iktidarına karşı ilk

isyan eden ve bu sessizliği bozan kişi Zeyd b. Ali idi.204

Zeyd, Emevilere karşı

isyan etme konusunda babası Ali b. Hüseyin’den farklı düşünüyordu. Babası

Emevilerle uyum içinde yaşamıştır. Ancak Zeyd, Kerbela’da dedesini öldüren,

Harre vakasını gerçekleştiren ve Kâbe’yi mancınıkla taşlayanlara karşı isyan

edilmesi gerektiğini düşünüyordu.205

Bunun üzerine harekete geçen Zeyd b.

Ali, geniş bir halk kitlesi kazanmak için, Müslümanların çoğunluğunun kabul

ettiği Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’i meşru halife olarak gördüğünü açıklamıştır.

Bu, halifelik fikri mehdilik fikrini kullanmaktan daha kurnazca bir işti. Çünkü

mehdilik, halifeliğin idaresini üstlenmek gibi bir faaliyete yer vermiyordu. Bu

199

ez- Zehebî, Nübela, V, s.391. 200

Zeyd b. Ali ve Vasıl b. Ata ilişkisi için bkz. Mehmet Ümit, Zeydiyye-Mu’tezile Etkileşimi Zeyd

b. Ali’den Kâsım er-Ressî^nin Ölümüne Kadar, İSAM Yayınları, İstanbul 2010, s.81-103. 201

Ahmed b. Muhammed el-Endelûsî İbn Abdirabbih (327/939), el-Ikdu’l-Ferîd, tah. Abdülmecid

et-Terhînî, Beyrut 1987, IV, s.482-488; Yusuf Gökalp, Zeydilik ve Yemen’de Yayılışı, AÜSBE,

(Basılmamış Doktora Tezi), Ankara s.36. 202

Muhammed b. Ali b. Tabâtabâ İbnu’t-Tiktakâ (709/1309), el-Fahri fi Adâbi’s-Sultâniyye ve’d-

Duveli’l-İslâmiyye, Beyrut 1966, s.129. 203

Bozkurt, “Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk Mücadelesi:

Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı”, Dinî Araştırmalar Dergisi, Cilt V, Sayı XIII, s.107. 204

Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, s.74. 205

Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.29.

48

bakımdan da gerçekçi değildi.206

Bu düşüncelerle taraftar bulmaya çalışan

Zeyd b. Ali, muhalefet anlayışını Emevi- Hâşimi çekişmesini temel alarak

iktidara karşı çıkmıştır.207

Zeyd b. Ali isyanı, tarihi Emevi- Hâşimi çekişmesi

zemininde ortaya çıkan siyasî bir harekettir.208

Ca’fer es-Sadık, Zeyd b. Ali’yi başlatmak istediği isyan hareketi

dolayısı ile uyarmıştır. O, Zeyd’in bu ayaklanmasının başarısız olacağını ve

sonucunda da öldürüleceğini tahmin etmiştir.209

Ancak Zeyd b. Ali Ca’fer es-

Sadık’ı dinlememiş ve isyan hareketini başlatmıştır.

Zeyd b. Ali isyanı, Alioğullarının Emevi iktidarına karşı en güçlü son

başkaldırışı idi.210

Zeyd b. Ali isyana başladığında, Muhammed b. Ali da’vetçilerine bu

isyana katılmamalarını emretmiştir.211

Onlara evlerinde kalmalarını ve

Zeyd’den uzak durmalarını söylemiştir.212

Böylece o, Alioğullarından çıkan bir

lideri Emeviler karşısında yalnız bırakarak tasfiye etmiş ve böylelikle alan ona

kalmış oldu. Ayrıca Muhammed, Zeyd b. Ali’nin ölümü üzerine oluşan sosyal

tepkiyi de Abbâsî da’vetine kanalize etmeyi başarmıştır.213

Yukarıda da

bahsettiğimiz gibi, Abbasilerin aslında Alioğulları ile birlikte çalışmaktan çok

da memnun olmadıklarını bu örnekte net bir şekilde görmekteyiz. Abbasiler

her fırsatta Alioğullarının zarara uğramasını istercesine onların giriştiği

isyanlara katılmamış ve destek vermemişlerdir.

206

Fığlalı, İmamiyye Şiası, s.162. 207

Taberî, Târîh, VII, s.160. 208

Onat, 99 Soruda İslam Mezhepleri (Basılmamış Ders Notları), s.60. 209

Taberî, Târîh, VII, s.57-58. 210

Zeyd b. Ali’nin neden isyan ettiği konusunda farklı rivayetler vardır. Bunun için bkz. Gökalp,

Zeydilik ve Yemen’de Yayılışı, s.33-36. 211

Nebîle Abdulmunim Dâvûd, Neş’etu’ş-Şîati’l-İmâmiyye, Beyrut 1986, s.178-179. 212

Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.230. 213

Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.216.

49

İsyan hazırlıkları tüm hızıyla devam ederken, Zeyd b. Ali, Kufe’den on

beş bin kişinin biatını almıştır.214

Bu, Zeyd için müthiş bir rakamdı. Ancak

unutulmamalıdır ki isyan ederken sayıdan çok cesur ve vefakâr kişilere ihtiyaç

vardır. Ayrıca bu on beş bin kişinin Kufe’li olması da bir başka dezavantajdır.

Zaten Zeyd bu konuda ikaz edilmektedir. Şöyle ki; Zeyd b. Ali Medine-Şam-

Kadisiye yolculuğuna çıktığında yanında yer alan Dâvud b. Ali (v. 133/750)

tarafından, Kûfe’lilere güvenilemeyeceğini, geçmişte söz verdikleri halde

atalarını nasıl yalnız ve desteksiz bıraktıklarını hatırlatmış ve onu ikaz etmiştir.

İlk Abbasi halifesi Saffah’ın amcası olan Dâvud b. Ali’ye karşılık Kûfe’liler

Zeyd b. Ali’ye, “Dâvud b. Ali senin kendisinden daha başarılı olmanı

istemiyor. O, bu işe kendisini ve ailesinden olanlarını daha layık görüyor”

diyerek Zeyd’i kendi saflarına çekmeyi başardılar. Zeyd’in yanındakilerle

birlikte Kûfe’ye gitmesiyle birlikte Dâvud b. Ali Medine’ye dönmüştür.215

Yapılan uyarılara aldırış etmeyen Zeyd, Kufe’liler ile birlikte Irak valisi

Yusuf b. Ömer es-Sakafi’ye karşı savaşmıştır. Savaş hazırlıkları sürerken Zeyd

b. Ali’nin ordusunun içinden bir grup Zeyd’in yanına gelir ve ona Hz. Ebu

Bekir ve Hz. Ömer hakkında ne düşündüğünü sorarlar. O da ailesinin onlar

hakkında kötü şeyler söylemediğini ve kendisinin de onları tasdik ettiği

mealinde cevap vermiştir.216

Zeyd b. Ali taraftarlarından bir grup ona, hangi

gerekçe ile ailesinin intikamını almak istediğini, yani sadece halifeliği

ellerinden aldılar diye mi isyan edeceğini sordular. Bu soruya Zeyd,

kendilerinin Hz. Peygamber’in hilafet hakkına tüm insanlardan daha çok layık

214

Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.29. 215

Taberî, Târîh, VII, s.167-168. 216

Hüseyin Atay, Ehl-i Sünnet ve Şîa, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara

1983, s.66.

50

olduklarını ve onların bu hakkı onlardan aldıklarını belirtmiştir. Ancak tüm

bunlara rağmen onların Kur’ân ve Sünnetten ayrılmadıkları ve insanlar

arasında adaletle hükmettikleri sürece hilafetin onların elinde olmasında bir

sakınca görmediğini söylemiştir.217

Taraftarlar bu sefer ona bunlar sana

zulmetmedi, sana zulmetmeyen kişileri savaşa çağırmanın manası nedir?

şeklinde yeni bir soru yönelttiler. Bunun üzerine Zeyd b. Ali şu cevabı

vermiştir: “Bunlar bana da, size de ve kendilerine de zulmedenlerdir. Biz sizi

Allah’ın kitabına, Peygamberin sünnetine ve sünnetlerin diriltilmesine,

bid’atlerin kaldırılmasına çağırıyoruz. Çağrımıza icabet ederseniz, mesut

olursunuz, itina ederseniz size karşı sorumlu değilim.” Bu cevaba çok kızan

grup, ona olan biatlerini bozup ona, Ca’fer es-Sadık’ın bu işe ondan daha layık

olduğunu söyleyip onu terk ettiler. Hâlbuki Ca’fer es-Sadık yanına gelenlere

“gidin Zeyd’e biat edin, o bizim en faziletlimiz, en efendimiz ve en

hayırlımızdır” demiştir.218

Yani Ca’fer es-Sadık hiç bir zaman kendini Zeyd b.

Ali’den üstün görmemiştir. Bu ayrılanlara sonradan “Rafıza” denmiştir.219

Bu

ayrılık Zeyd’in ordusunu ciddi anlamda etkilemiş ve neticede savaşı

kaybetmelerine sebep olmuştur. Savaş esnasında Zeyd b. Ali anlına isabet eden

bir okla öldürülür,220

sonra kabrinden çıkarılır idam edilir ve sonra yakılır.221

Kufe’lilerin Zeyd b. Ali’nin ordusunu terk etmeleri aslında yeni bir şey

değildi. Bundan öncede bu tür davranışlarda bulunmuşlardır. Kufe’liler Hz.

Hüseyin’e mektup yazarak, ona Yezid b. Muaviye’ye karşı destek

217

Ebu’l Abbas Şemseddin Ahmed b. Muhammed İbn Hallikân (681/1282), Vefâyatu’l-A’yan ve

enbâu enbâi’z-Zamân, thk. İhsan Abbas, Beyrut 1978, V, s.120; Atalan, Şiîliğin Farklılaşma

Sürecinde Ca’fer es-Sâdık’ın Yeri, s.160. 218

Taberî, Târih, V, s.498-499. 219

Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.29. 220

İbn Tiktakâ, el-Fahrî, s.117 vd.; İsfehânî, Makâtil, s.137. 221

Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.30.

51

vereceklerini, bu sebepten dolayı kendisini Kufe’ye davet ettiklerini bildirirler.

Bunun üzerine Hz. Hüseyin çoğunu kadın ve çocukların oluşturduğu bir grupla

yola çıkar. Ancak Kufe’ye varmadan Kerbela’da Yezid’in ordusu ile karşılaşır.

Hz. Hüseyin ve yanındakiler feci bir şekilde can verirler. İşin ilginç tarafı ise,

Hz. Hüseyin’i Kufe’ye davet edenlerin buna seyirci kalmasıdır. Bu iki husustan

dolayı Kufe’liler vefasızlık ve cimrilikle vasıflandırılmıştır. Hatta “Kufe’liden

daha cimri, Kufe’liden daha hain ve vefasız”, deyimi söylenir olmuştur.222

Hz.

Hasan, Muaviye ile barış yapmak zorunda kaldığında ona bunun sebebi

soruldu. O da Kufe’lilere asla güvenilemeyeceğini, şayet onlara güvenip bir iş

yapmaya çalıştığında sonunda mutlaka mağlup olacağı şeklinde ilginç cevabı

vermiştir.223

Vâli Yusuf b. Ömer es-Sakafî isyanı bastırdıktan sonra Kufe’ye

gider. Mescidde minbere çıkar ve Hz. Ali soyuna ve Kufe halkına çirkin sözler

söyler.224

Zeyd öldürüldükten sonra, ona söz verdikleri halde destek olmayan

Kufe’liler onun için ağıt yakmaya başlamışlardır.225

Kufelilerin bu davranışı

aslında bilindik bir durumdur. Onların dedeleri Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’i terk

ettikleri gibi, kendileri de Zeyd b. Ali’yi terk etmişlerdir. Aslında Kufe’lilerin

Alioğulları adına çıkan isyanlara destek vermelerinin sebebi, onların

taraftarlığından değil, tam aksine Emevilere karşı kendi bağımsızlıklarını

kazanma isteğidir.226

222

Bağdadi, Mezhepler Arasındaki Farklar, s.30. 223

İbnu’l-Esîr, el-Kâmil, III, s.407. 224

İbn A’sem, Kitâbu’l-Futûh, III-IV, s.323. 225

Taber, Tarih, VIII, s.61. 226

Abdulaziz ed-Dûrî, İlk Dönem İslâm Tarihi, çev. Hayrettin Yücesoy, İstanbul 1991, s.106.

52

Netice itibariyle 121/739 yılında Kufe’de isyan hazırlıklarına başlayan

Zeyd b. Ali, bundan bir yıl sonra, 122/740’da isyanı fiilen başlatmıştır.227

Ancak kısa bir süre sonra Irak vâlisi Yusuf b. Ömer es-Sekafi ile giriştiği

savaşta mağlup olmuş ve vali tarafından öldürülmüştür.228

2.4.YAHYA B. ZEYD İSYANI

Zeyd b. Ali’nin oğlu Yahya, babasının öldürülmesi üzerine bir süre

Kufe’de gizlenmiştir. Kendisine Ali taraftarlarının sevildiği yer olan Horasan’a

gitmesi tavsiye edildi. Yahya’da bu tavsiyeye uyarak bir grup ile birlikte oraya

gitmişlerdir. Yahya b. Zeyd’in bu harekette onun çok taraftar bulmasına fayda

etmemiştir. Muhtemelen Horasanlılar Emevi iktidarından korktukları için

Yahya’yı açık bir şekilde destekleyememişlerdir. Ancak, daha çiçeği burnunda

bir imam olan İbrahim’e Yahya b. Zeyd sorulunca, o onlara biraz sabırlı

olmaları gerektiğini, zamanı geldiğinde intikamlarının alınacağını

söylemiştir.229

Ancak bu intikam sözü sadece laf da kalmış, ne Zeyd b. Ali’nin,

ne de Yahya b. Zeyd’in intikamı alınmamıştı. Hatta bir rivayete göre Abbasiler

kendi taraftarlarına Yahya’nın isyanına katılmamalarını, çünkü onun bu isyanı

başarısızlıkla sonuçlanacağını ve onunda öldürüleceğini söylemişlerdir.230

Görüldüğü gibi ne imam Muhammed b. Ali döneminde bir Şiî ayaklanması

olan Zeyd b. Ali’ye, ne de imam İbrahim b. Muhammed döneminde bir başka

Şiî isyanı olan Yahya b. Zeyd’e yardım edilmemiştir. Onun sonu da babası gibi

olmuş ve 125/743’de babasından devraldığı isyan hareketi sonucunda

227

Zeyd b. Ali isyanının hangi tarihlerde başladığı ile ilgili farklı rivayetler vardır. Dineverî’nin

verdiği bilgiye göre bu isyan 118/736’da başlamıştır. Bunun için bkz. Dineverî, el-Ahbaru’t-Tivâl,

s.316; Taberî ve İbnu’l-Esîr’in verdiği bilgiye göre bu isyan 121/739 veya 122/740’da başlamıştır.

Bunun için bkz. Taberî, Tarih, VII, s.181 veya V, s.499; İbnu’l-Esîr, el-Kâmil, V, s.245-256. 228

ez- Zehebî, Nübela, V, s.391. 229

Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.241. 230

Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.242.

53

öldürülmüştür. Ancak Yahya b. Zeyd’in ölümü Horasan’da büyük yankı

uyandırmıştır. Onun öldüğü yıl doğan erkek çocuklara Yahya ve Zeyd

isminden başka isim verilmediği belirtilmektedir.231

Bu örneklerde görebildiğimiz gibi, Abbasiler ile Alioğulları arasında

tam anlamıyla bir birlik yoktu. Aslında Alioğullarının kendi içlerinde de bir

birlik yoktu. Zeyd b. Ali isyanı başlatmadan önce Abbasilerle ve kendi yakın

akrabalarıyla istişare etmiş olsaydı sonuçlar çok farklı olurdu. Ancak bunlar

yapılmadığı için şunu diyebiliriz ki başarısız olan Şiî ayaklanmalarının

meyvesini Abbasîler toplamıştır.232

2.5.İHTİLALDEKİ ÖNEMLİ ŞAHSİYETLER

2.5.1.Abdullah b. Muaviye

Abdullah b. Muaviye’nin doğumu ve hayatıyla ilgili kaynaklarda fazla

bilgi bulunmamaktadır. Onun hakkındaki bilgiler siyasi anlamda aktif olduğu

ömrünün son üç yılı ile ilgilidir. Abdullah b. Muaviye’nin asıl ismi Abdullah b.

Muaviye b. Abdullah b. Ca’fer b. Ebu Talib’dir. Yani Abdullah’ın isyanını bir

Alioğlu’ndan ziyade, bir Taliboğlu isyanı olarak görebiliriz.

Abdullah b. Muaviye, Emevilerin iktidardan uzaklaştırılmasına ve

yerine Haşimilerin getirilmesini istiyor ve bu uğurda bir isyan hareketi

başlatıyordu.233

Mevcut iktidara karşı olan veya onlardan hoşnut olmayanlar

Abdullah b. Muaviye etrafında toplanmıştır. Değişik dini ve siyasi görüşleri

etrafında toplaya bilmesinin sebebi ortak düşmanlarının olmasıdır.234

231

Mes’ûdî, Murûcu’z-Zeheb, III, s.225. 232

Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî- Siyasî Muhalefet Partileri, s.163. 233

Sarıçam, Emevi- Haşimi İlişkileri, s.360. 234

Atalan, “Bir Muahalefet İttifakı –Abdullah b. Mu’âviye (129/746-7) Hareketi-“, DEÜİFD,

XXIII 2006, s.48.

54

Kufe’liler, Abdullah b. Muaviye’yi isyan etmeye teşvik etmişlerdir.

Onlara göre Haşimiler, Mervanilerden bu işe, hilafete daha layıktır. Bu

düşüncelerle Abdullah b. Muaviye için halktan biat alıyorlardı.235

Ancak

Abdullah b. Muaviye Kufelilerin yoğun teşvik sonucu isyan ettiğini belirtmek,

kanaatimizce doğru değildir. Çünkü sırf teşvik ile bir isyan hareketi

başlatılmaz. Şunu diye biliriz, Abdullah b. Muaviye’nin de zihninde Emevilere

karşı isyan etme gibi bir düşünce vardı. Kufelilerin teşviki onun harekete

geçmesine vesile oldu.

Abdullah b. Muaviye İstahr’da adeta bir bağımsız devlet gibi vergi

toplatıyor ve kendi adına para bastırıyordu.236

Yani bir nevi bağımsız bir devlet

başkanı gibi hareket etmeye başlamıştı.

Abdullah b. Muaviye’yi bu isyan hareketinde destekleyenler şunlardı;

Kufeli mevali, hariciler, Ebu Mansur ve İsa b. Ali gibi Abbasiler.237

Abbasilerin Zeyd b. Ali’nin isyanına katılmamaları, ancak Adullah’ın

başlattığı bu isyana destek vermeleri ilginçtir. Öyle zannediyoruz ki, Zeyd’in

isyan ettiği dönemde Abbasi ihtilalinin lideri Muhammed b. Ali idi. Ancak

Abdullah b. Muaviye’nin isyan ettiği dönemde Abbasilerin lideri İbrahim b.

Muhammed idi.

Muhammed b. Ali kendilerinin kontrolü dışında gerçekleşen hiçbir

isyana katılmamış ve destek vermemiştir. Bu isyanlar ortak düşmanları olan

Emevilere karşı yapılmasına rağmen bu tutumunu değiştirmemiştir. Ancak

oğlu İbrahim babasından farklı düşünüyordu. Ortak düşman olan Emevilere

235

Taberî, Târîh, VII, s.303. 236

Muhammed İbn Habîb (245/859), Esmau’l-Muğtâlîn Mine’l-Eşrâf fi’l-Cahiliyye ve’l-İslâmiyye,

thk. Abdusselâm Hârûn, Kahire 1973, s.189. 237

Ebu Zekeriyya Yezid b. Muhammed b. İlyas b. Kasım el-Ezdî (334/945), Tarihu’l Mavsil, thk.

Ali Habîbe, Kahire 1967, s.107.

55

karşı isyan eden Abdullah b. Muaviye’ye destek vermiştir. İbrahim, siyasi

anlamda babasından farklı düşünüyor ve farklı hareket ediyordu. Ayrıca

Abbasilerin tahminine göre Zeyd ve oğlu Yahya’nın isyanları başarılı olma

ihtimalleri yüksek olan hareketlerdi. Zeyd ve Yahya başarılı olsalardı hilafeti

elde edecek ve bu şekilde Abbasi ihtilali fiili olarak bitmiş olacaktı. Ancak

Abdullah b. Muaviye isyanını çok etkili bulmadıkları için ona kısmi destek

vermişlerdir. Bu şekilde Emevilere isyan edenleri destekliyoruz havası verilmiş

ve aynı zamanda dikkatlerin başka yöne çevrilmesine sebep olmuşlardır.238

Abdullah b. Muaviye, her ne kadar Abbasilerden olan bazı kimselerin

desteğini almış olsa bile, o, “er-rıza min âl-i Muhammed” sloganını

kullanmamıştır diyen bazı rivayetler vardır. Abdullah bunun yerine, yani

Abbasi ihtilalinin sloganı altında biat almaktansa, doğrudan kendi adına biat

almıştır.239

Aynı müellifin bir başka yerde ise “er-rıza min âl-i Muhammed”

adına biat aldığını belirtmektedir.240

Şunu açık bir şekilde diye biliriz ki, hangi

şekilde biat almış olursa olsun netice itibariyle “er-rıza min âl-i Muhammed”

söyleminden bir şekilde faydalanmıştır.241

Merv-i Şazan’da gerçekleşen savaşı kaybeden Abdullah b. Muaviye,

Ebû Müslim’in yanına sığınmak ister.242

Ancak Ebû Müslim bunu kabul

etmemekle birlikte onu yakalatır ve öldürtür.243

Burada ilginç olan husus şudur;

Abbasi ihtilalinin lideri İbrahim b. Muhammed, Abdullah b. Muaviye isyanına

238

Atalan, “Bir Muhalefet İttifakı –Abdullah b. Mu’âviye (129/746-7) Hareketi-“, DEÜİFD, Sayı

XXIII (2006), s.49-50. 239

İsfehânî, Makâtil, s.157. 240

İsfehânî, Makâtil, 155. 241

Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri, s.135. 242

Ali b. Hüseyin b. Muhammed Ebu’l-Ferec el-İsfehânî (356/967), Kitâbû’l- Eğani, thk. Ali

Muhennâ ve Yûsuf Câbir, Beyrut 1995, XII, s.4396. 243

İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.373. Rivayetlerde Abdullah b. Muaviye, Ebu Müslim’in yanına

sığınmak için mektuplaştıkları söylenmektedir. Bu mektuplarla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.

İsfehânî, el-Eğani, XII, s.230-231.

56

destek verirken, İbrahim’in emrindeki bir komutan olan Ebu Müslim,

Abdullah’ı neden ve hangi gerekçe ile öldürür? Acaba İmam Muhammed’in,

Ebu Müslim’in bu hareketinden haberi var mıydı? Cevaplanmayı bekleyen bu

sorulara girip konumuzu dağıtmak istemiyoruz, ancak şu kadarını diye biriz ki

bu sorular cevaplandığı takdirde Ebu Müslim’in neden bu şekilde davrandığını

daha iyi anlaya biliriz.

Abdullah b. Muaviye isyanını bir Şiî hareketi olarak görmek zordur.

Çünkü bu hareket Emevilere karşı düşmanlık besleyen ve onlardan hoşnut

olmayanların oluşturdukları bir güç ittifakıdır.244

Yani sadece Şiî’lerden oluşan

veya Şii motifleri taşıyan bir isyan değildir.

Abdullah b. Muaviye isyanını diğer isyanlardan farkı, açık ve tutarlı bir

fikir sisteminin olmayışıdır.245

Yani yukarıda da değindiğimiz gibi, mevcut

siyasi yapıdan memnun olmayan kişilerin oluşturdukları bir ittifak hareketidir

denebilir.246

Daha önce bir araya gelmemiş ama bu isyan hareketi için bir araya

gelmiş kişilerden oluşan bir hareket. Düşmanımın düşmanı dostumdur

felsefesiyle hareket etmişlerdir. Böyle hareketlerin de ufak bir sarsıntıda hemen

dağılabileceğini görebilmekteyiz.

2.5.2.Ebû Müslim ve Ebu Seleme

Ebu Seleme el-Hallâl247

(127-132/744-750) Kufe’de Abbasî

propagandasının temsilciliğini yapmaktaydı. Ebu Müslim el-Horasani ise

Horasan’da Abbasî propagandasının temsilcisi idi. Bu ikisi Abbasi

244

Atalan, “Bir Muhalefet İttifakı –Abdullah b. Mu’âviye (129/746-7) Hareketi”, s.59-60. 245

Fığlalı, “Abdullah b. Muâviye”, DİA, I, s.119. 246

Atalan, “Bir Muahalefet İttifakı –Abdullah b. Mu’âviye (129/746-7) Hareketi-“, s.59-60. 247

Hakkı Dursun Yıldız, “Ebû Seleme el-Hallâl”, DİA, X, İstanbul 1994, s.228-229; K. V.

Zetterstéen, “Ebû Seleme”, MEBİA, IV, Eskişehir 1997, s.49.

57

davetçilerinin lideri konumundaydı.248

Ayrıca bunlar aynı zamanda Abbasi

ihtilalinin en önemli komutanlarındandı.

İbrahim b. Muhammed’in zamanında Abbasi Davetinin idari yönetimi

Ebu Seleme’ye, askeri yönetim ise Ebu Müslim’e verilmişti. Bu sebepten ötürü

Ebu Seleme’ye “Vezîru Âl-i Muhammed”,249

Ebu Müslim’e de “Emîru Âl-i

Muhammed”250

denmiştir. İslam Tarih’ine baktığımız zaman, vezirliğe atanan

ilk kişi olarak Ebu Seleme karşımıza çıkacaktır.251

Hatta ilk Abbasi halifesi

Ebu’l-Abbas daha halife unvanını almadan önce, Ebu Seleme’nin vezirlik

unvanını alması zikredilmeye değer bir olaydır.252

Daha önce Muhammed b. Ali tarafından Kufe sorumlusu yapılan

Bukeyr b. Mahan geçirdiği ağır bir hastalık sebebiyle253

Kufe liderliğini

127/744-745 yılında254

damadı Ebu Seleme’ye bırakmıştır.255

İbrahim b.

Muhammed’in de onayladığı, bu atama ile birlikte Abbasi ihtilalinin en önemli

komutanlarından olan Ebu Seleme tarih sahnesinde yerini alacaktır.

Muhammed b. Ali etrafındakilere kendisinden sonra imam olarak oğlu

İbrahim’i işaret etmiştir. İbrahim’e de tavsiyelerde bulunmuştur. Bu

tavsiyelerden biri Bukeyr b. Mahan’a ve Ebu Seleme’ye güvenmesi ve bu

davada onlarla birlikte yürümesi olmuştur.256

Babasının tavsiyelerine uyan

İbrahim, Bukeyr b. Mahan’ın Ebu Seleme’yi Kufe’ye tayin etmesini

onaylamıştır. Hatta bu haberi Horasan’a bildirmiş ve Ebu Seleme’yi de biat

248

Gölpınarlı, Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve Şiilik, s.422. 249

İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, II, s.197. 250

Ulyan, Kıyamu’d-Devleti’l-Abbasiyye, s.57. 251

Ya’kubi, Tarihu’l-Yakubi, II, s.287; Taberî, Târîh, IV, s.341. 252

Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, III, s.27. 253

Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.249. 254

Taberî, Târîh, IV, s.291. 255

Ebu Seleme, Bukeyr b. Mahan’ın Hamame adlı kızı ile evli idi. Ahbar, s.247-248; İbnu’l-Esîr,

el-Kamil, V, s.283. 256

Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.237-238.

58

alması için oraya göndermiştir.257

Ayrıca şunu da belirtmek isteriz ki Ebu

Müslim Horasan temsilciliğine atanmadan önce o bölge Abbasi ihtilal

hareketini organize eden de Ebu Seleme idi.258

Abbasi davetin açıktan yapılmaya başlamasıyla birlikte savaşlarında hız

kazanması, Abbasi ordusu ciddi anlamda başarılar elde etmeye başlamıştı.

Devam eden bu süreçte Emevi halifesi II. Mervan, imam İbrahim’i yakalatıp

hapse attırır.259

Burada öldürüleceğini sezen İbrahim, Ebu’l-Abbas’a ailesiyle

birlikte Kufe’ye gitmesini bildirmiştir. Ayrıca onu kendi yerine vasiyet de

etmiştir.260

Yani İbrahim’den sonraki imam kardeşi Ebu’l-Abbas olacaktır.

İbrahim’in dediklerine uyan Ebu’l Abbas, ailesi ve etrafındakilerle Kufe’ye

doğru yola çıktı. Onları Kufe’de Ebu Seleme karşıladı ve yakalanmamaları için

Velid b. Sa’d’ın evinde sakladı.261

Bundan sonra ise Ebu Seleme ilginç bir

siyaset izlemiştir. Kaynaklarda, Ebu Seleme hilafetin Alioğullarına geçmesini

istemiş ve bu yolda da gayret sarf etmiştir diye geçmektedir. O, dönemin

Alioğullarının ileri gelenlerinden üç kişiye birer mektup göndererek onlardan

birinin bu makama geçmeleri için bir teklifte bulundu. Bu üç kişi Ca’fer b.

Muhammed (Ca’fer es-Sadık), Abdullah b. Hasan ve Ömer b. Ali idi. Ancak

üçü de onun bu teklifine olumsuz cevap vermişlerdi.262

Bu üç Alioğlunun ret

cevabı henüz Ebu Seleme’ye ulaşmamıştı. O da, gönderdiği elçiden haber

beklerken, zaman kazanma adına da Abbasi taraftarlarını oyalıyordu. Abbasiler

257

Taberî, Târîh, VII, s.294-295 veya s.329 veya Taberi, Tarih, IV, s.291; İbnu’l-Esîr, el-Kamil,

V, s.283. 258

Yıldız, “Ebu Seleme”, s.229. 259

İmam İbrahim’in nasıl yakalandığı ile ilgili farklı rivayetler vardır. Bunlar için bkz. Bozkurt,

Abbasi İhtilali, s.84-87. 260

Taberî, Târîh, VII, s.423. 261

Belâzurî, Ensâb, IV, s.184. 262

Belâzurî, Ensâb, IV, s.184 veya III, s.139; İbn Tiktakâ, el-Fahri, s.122-123.

59

sürekli Ebu Seleme’ye hilafetin ilanı ile ilgili sorular soruyorlardı. O da bunun

vaktinin henüz gelmediği şeklinde oyalayıcı cevaplar veriyordu.263

Ebu Seleme

elçisinden haber beklerken, Horasanlı bir komutan olan Ebu Humeyd imam

İbrahim’in kölesi Sabık el-Harezmî’ye rastlar ve ona imamı sorar. O da imamın

öldürüldüğünü, yerine de Ebu’l- Abbas’ı vasiyet ettiğini, onun da Kufe’ye

geldiğini bildirir.264

Bunun üzerine harekete geçen Ebu Humeyd Ebu’l-

Abbas’ın kaldığı yeri öğrenir ve Kufe ordusunun ileri gelen komutanlarından

Ebu Cehm ile birlikte onun yanına gider. Ebu’l-Abbas’ı halife olarak selamlar,

elini ve ayağını öper. Haberi alan Ebu Seleme derhal Ebu’l-Abbas’ın

bulunduğu eve intikal ederek elini ve ayağını öperek ona halife olarak biat

eder265

ve ondan kendisini affetmesini diler. Ebu’l-Abbas da kendisini

affettiğini, yaptığı iyilikleri unutmadıklarını söyleyerek ona, fitne çıkmasın

diye ordusunun başına gitmesini söyler. O da buna uyarak ordusunun yanına

gider.266

Göre bildiğimiz gibi Ebu Seleme’nin bu girişimi başarısızlıkla

sonuçlanmış ve Ebu’l-Abbas’a biat etmek durumunda kalmıştır. Burada

dikkatimizi çeken husus, uzun yıllar Abbasi ihtilali için var gücüyle mücadele

eden Ebu Seleme’nin, tam halife ilan edileceği vakit fikir değişikliği yapması

ve hilafete Alioğullarının geçmesini istemesidir. Acaba kendisi “er-Rıza min

Âl-i Muhammed” sloganından Alioğullarının hilafete geçeceğini mi

anlamıştır? Ancak bunu anlaması mümkün gözükmemektedir, çünkü bu

ihtilalin Alioğulları adına yapıldığı ile ilgili hiçbir ipucu bulunmamaktadır.267

Ayrıca neden hilafeti Alioğullarına verme gereği duymuştur? Veya hilafeti

263

Ayrıntılı bilgi için bkz. İbnu’l- Esîr, el-Kamil, V, s.335-337. 264

Belâzurî, Ensâb, IV, 174-175. 265

Belâzurî, Ensâb, III, s.140. 266

Taberî, Târîh, VII, s.423-424. 267

Bozkurt, Abbasi İhtilali, s.90.

60

birine verme yetkisini kendisinde nasıl görmüştür? gibi sorular insanın

zihninde soru işaretleri oluşturuyor. Burada bu sorulara detaylı bir şekilde

cevaplandıracak değiliz, ama şu kadarını diyebiliriz ki Ebu Seleme, Ebu’l-

Abbas’ın halifeliğinin ilanını kasıtlı olarak geciktirmiştir. Ayrıca Ebu

Seleme’nin bu hareketi hem o dönemde halifelik görevini yapa bilecek

yetenekte Alioğullarından kişilerin olduğunu, hem de Alioğulları hilafete bir

alternatif olarak görüldüğünü göstermektedir.

Ebu Seleme başarısız olduğu bu siyasi hareketinin cezasını hayatı ile

ödemiştir.268

Her ne kadar Ebu’l-Abbas onu affettiğini söylemiş ise de, görülen

o ki gerçek anlamda yapmış olduğu ihaneti unutamamış ve öldürülmesi için

emir vermiştir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi Abbasi ihtilalin bir diğer önemli

komutanı ve temsilcisi Ebu Müslim idi. Muhtemelen 100/ 718-719 yılında

dünyaya gelen Ebu Müslim’in doğduğu yer ve kimliği ile ilgili birbirine zıt

birçok rivayet bulunmaktadır.269

Ebu Müslim çok genç yaşta Horasan temsilciliğine atanmıştır. İmam

İbrahim’in 128/ 746 yılında atadığı bu genç adam çok kısa bir sürede bölgenin

kontrolünü tamamen eline almıştır.270

O, son derece başarılı bir komutan idi.

Ayrıca komutanlığının yanında siyasi anlamda da iyi bir liderdi. Öyle ki o, bir

gecede tam altmış köyün kendisine katılmasını sağlamıştır.271

268

Belâzurî, Ensâb, III, s.154. 269

Ebu Müslim hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Yıldız, “Ebû Müslim el- Horosânî”, DİA, X,

s.197-199; W. Barthold, “Ebû Müslim”, MEBİA, Eskişehir 1997, IV, s.39-41; Ebu Müslim’in

kimliği ile ilgili farklı rivayetler için bkz. Bozkurt, Abbasi İhtilali, s.52-57.. 270

Taberi, Tarih, VII, s.344. 271

Taberi, Tarih, VII, s.355.

61

Ebu Müslim’in bu gücü hiç şüphesiz hilafeti düşünen kişileri rahatsız

edecekti ve etti de. Ebu Müslim’in gücünden rahatsız olanlardan biri veliaht

Mansur idi. O, ağabeyi Ebu’l-Abbası, Ebu Müslim’in yaşadığı müddetçe

kendisinin tam anlamıyla halife olamayacağını bildirmesi, onun Ebu Müslime

karşı olan nefretini ve aynı zamanda korkusunu göstermektedir. Çünkü Mansur

bu sözleri Ebu Müslim’in Horasan’daki nüfuzunu gördükten sonra sarf

etmiştir.272

Ancak ne gariptir ki Mansur halife olunca ona ilk biat edenlerden

biri Ebu Müslim oldu. Hac emiri olarak bulunduğu Mekke’de iken Ebu’l-

Abbas’ın ölüm haberini alan Mansur buna çok üzülmüştür. Yanında bulunan

Ebu Müslim üzülmemesini, onun artık yeni halife olduğunu ve kendisinin de

ona biat ettiğini söylemiştir.273

Mansur ise üzüntüsünün asıl sebebinin amcası

Abdullah b. Ali’nin isyan edebilmesinden kaynaklandığını belirtmişti. Çünkü

kendisi başkent Enbar’da değildi. Ebu Müslim ise onu rahatlamasına vesile

olmuş ve Abdullah b. Ali’yi kendisine bırakmasını onun hakkından kendisinin

geleceğini söylemiştir.274

Yukarıda da değindiğimiz gibi, artık yeni halife Ebu Müslim’e kin ve

nefret duyan ve onu ilk fırsatta ortadan kaldırmaya çalışan Mansur olmuştu.

Ebu Müslim’in öldürülmesi için ağabeyi Ebu’l-Abbas’a birçok kez teklifte

bulunmuş, ama her seferinde olumsuz cevap almıştır.275

Ancak artık Ebu

Müslim’i koruyan Ebu’l-Abbas yoktu. Mansur artık istediği gibi hareket

edebilecekti.

272

İbn Kesîr, el-Bidaye, X, s.54. 273

İbnu’l-Esîr, el-Kamil, IV, s.347. 274

Taberi, Tarih, VII, s.473. 275

Taberi, Tarih, VII, s.468-469.

62

Ebu Müslim’in geniş bir kitleye nüfuz etmesi Mansur’u tedirgin ediyor

ve bir an önce ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyordu. Ancak Ebu’l-

Abbas bunu her seferinde reddediyordu. Ancak Mansur’un yoğun talebine

fazla dayanamayan Ebu’l-Abbas, Mansur’a, Ebu Müslim’in öldürülmesi için

onun Horasan’dan uzaklaştırılması gerektiğini, aksi halde başarısız olacağını

söylemiştir. Artık Ebu Müslim’in Horasan’dan çıkartılması için uğraşılıyordu.

Uzun uğraşlar sonucunda onu hac niyetiyle Horasan’dan çıkartmayı

başarmıştır. Ancak Ebu Müslim’in hacca gitmesi demek, onun aynı zamanda

hac emiri olması demekti. Bunu bilen Ebu’l-Abbas, Azerbaycan ve Ermenistan

valisi olan kardeşi Mansur’a bir mektup yazmıştır. Ona, kendisine hacca

gitmek istediğini bildiren bir mektup yazmasını istedi. Çünkü halifenin kardeşi

hacca giderken emirlik bir başkasına verilmez. Ebu Müslim’de bu usulü bilip

emirliği isteyemezdi. Ebu’l-Abbas ve Mansur’un hac emirliği konusuna bu

kadar önem vermelerinin sebebi şöyle açıklana bilir: O dönemde hac emirliği

vazifesini yapan kişi büyük itibar görürdü. Bu nedenle böyle bir vazifenin Ebu

Müslim’e verilmesi onun popülerliğini artırırdı. Bu da Abbasilerin lehine bir

gelişme olurdu. İşte bunu önleme adına o yıl hac emiri Ebu Müslim değil,

Mansur olması gerekiyordu.276

Hac vazifesi için yola çıkan Ebu Müslim önce halifenin yanına gidip

oradan Mekke’ye gidecekti. Bunun için halife, Ebu Müslim’in güzel

karşılanması için şehirde hazırlıklar yaptırdı. Çok görkemli bir şekilde

karşılanan Ebu Müslim’e her türlü ikramda bulunuldu.277

276

Dineveri, Ahbaru’t-Tivâl, s.345-346. 277

Dineveri, Ahbaru’t-Tivâl, s.345.

63

Mansur ve Ebu Müslim birlikte hacca gitmişlerdir. İkisi de insanlara

ikram etme konusunda birbiriyle yarışıyorlardı ve bu Mansur’un hiç hoşuna

gitmiyordu. Çünkü kendisi veliaht idi ve bir başkası onun önüne geçemezdi;

geçtiği taktirde veliahttın itibarı zarar görürdü. Bu şekilde sıkıntılı geçen hac

döneminin dönüşünde Ebu’l-Abbas’ın ölüm haberi geldi. Haber alan Ebu

Müslim, Mansur’a biat etti ve kendisinin emri doğrultusunda isterse

Horasan’da veya merkeze de kendilerine hizmet edebileceğini veya Abdullah

b. Ali’nin üzerine gidebileceğini söylemiştir.278

Mansur da onu Abdullah b. Ali

isyanını bastırması için vazifelendirdi.279

Uzun bir çatışmanın sonunda Ebu

Müslim Abdullah b. Ali’yi yenerek Mansur’un rahat bir nefes almasını

sağlamıştır. Bu durum karşısında Mansur’un Ebu Müslim’i takdir etmesi

beklenirken, o enteresan bir şekilde bu savaşta elde ettiği ganimetleri tespit

etmek için kişiler görevlendirdi. Bu ise Ebu Müslim’i çok sinirlendirdi.

Mansur’un bu hareketi, bu iki kişinin birbirine karşı olan öfkelerini gün yüzüne

çıkartmıştı.280

Olay neticesinde Ebu Müslim Horasan’a doğru yola çıkması

Mansur’u tedirgin etmişti. O, Ebu Müslim’in Horasan’a varmadan

durdurulması ve kendi huzuruna getirilmesi gerekiyordu. Bunun için birçok

girişimde bulunan Mansur hiçbir netice alamadı. Ancak Mansur’un pes etmeye

niyeti yoktu ve kurnazca bir hamlede bulundu. Ebu Müslim’in Horasan’daki

temsilcisi olan Ebu Davud’a, Ebu Müslim’i saraya getirmesi halinde kendisini

bulunduğu bölgeye vali yapacağını vadetmiştir. Teklifi cazip bulan Ebu Davud,

278

Taberi, Tarih, VII, s.470-471. 279

Yakubi, Tarih, II, s.365-366. 280

Yakubi, Tarih, II, s.366.

64

Ebu Müslim’i ikna etmeyi başardı ve Mansur’un huzuruna çıkıp ondan af

dilemeye razı olmuştur.281

Ebu Müslim halifenin huzuruna çıktığında, Mansur derhal bir mahkeme

kurdurdu ve Ebu Müslim’i yargılamaya başladı. İşin ilginç tarafı ise davacı

olan ile mahkemenin başkanı aynı kişinin olması idi. Yargılama başlamış ve

ses tonları gittikçe artıyordu. Sonra halifenin daha önce planladığı bir şekilde

ellerini çırptığı an gizlendikleri yerden çıkan Mansur’un adamları Ebu

Müslim’i orada öldürdüler.282

Bu şekilde halife Mansur Ebu Müslim’in eliyle Abdullah b. Ali’den,

sonrada kendi planladığı bir suikast ile Ebu Müslim’den kurtulmuş oldu ve bu

sayede rahat bir nefes almıştı. Gerçi Ebu Müslim’in katledilmesi Horasan’da

ciddi ayaklanmalara sebep olmuştu, ama halife Mansur bu isyanları bir şekilde

bastırmayı başarmıştır.283

281

Taberi, Tarih, VII, s.482-488. 282

Taberi, Tarih, VII, s.488-489. 283

Bu isyanlarla ilgi ayrıntılı bilgi için bkz. Zorlu, Abbasilere Yönelik Dini ve Siyasi İsyanlar,

s.128-159.

65

III. BÖLÜM

İHTİLALDEN SONRA ABBASOĞULLARI-ALİOĞULLARI MÜCADELESİ

Şu muhtemeldir ki, Alioğulları ile Abbasoğulları arasındaki ilişki genel

itibariyle karşılıklı dostluk ve samimiyet üzerine inşa edilmiştir.284

Bazen ufak

sıkıntılar çıkmış olabilir, ama bunlar ilişkilerin bozulması için birer sebep

değillerdi. Ancak Abbasî ihtilali gerçekleştikten sonra, o dostluk ve samimiyet

üzerine kurulmuş olan ilişki bozulmuş ve yerini nefret, kin ve intikam

duygularına bırakmıştır.

Nitekim Abbasoğulları ile Alioğulları birlikte hareket ederek 132/749

yılında285

Emevileri devirmiş ve bu sayede artık yeni bir dönem başlamış oldu.

Bu dönem kaynaklarımızda Abbasiler dönemi olarak yer almaktadır. Yani artık

iktidarda Abbasoğulları vardı ve en başta bu Alioğullarını rahatsız

etmemekteydi. Çünkü daha henüz nasıl bir muameleye tabi tutulacaklarının

farkında değillerdi. Aslında Ebu’l-Abbas’ın ihtilalden sonraki ilk Cuma

hutbesinde286

nasıl bir politika izleyeceklerini ve hilafet hakkındaki

düşüncelerini satır aralarında okumak mümkün. Ancak asıl tartışmalar halife

Mansur devrinde başlayacaktı. Bu bölümümüzde bu iki kabilenin mücadelesini

incelemeye çalışacağız.

3.1.ABBASOĞULLARI VE ALİOĞULLARININ HİLAFETİ KENDİ

HAKLARI OLARAK GÖRMESİ

Her dönemde olduğu gibi, bu dönemde de hadisler istismar edilmiştir.

Çünkü hadisler çok güçlü bir meşruiyet kaynağıdır. Ne yazık ki, kendi gücünü

veya iktidarını meşrulaştırma yolunda siyasi bir malzeme haline getirilmiştir.

284

Atalan, Şiîliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sadık’ın Yeri, s.61. 285

Taberi, Tarih, VII, s.420. 286

Hutbenin detayları için bkz. Bozkurt, Oluşum Sürecinde Abbasi İhtilali, s.91-92.

66

Bu şekilde hadisler, kasıtlı veya kasıtsız bir şekilde basitleştirilmiştir.

Abbasoğullarının ve Alioğullarının her biri hilafetin kendi hakkı olduğunu

iddia etmeye başlamışlardı. Abbasilerin söylemlerine göre Hz. Peygamber’den

sonra hilafetin Hz. Abbas’a geçtiği şeklinde iken, Alioğullarına göre hilafetin

Hz. Peygamber’den sonra Hz. Ali’ye geçtiği şeklindeydi. İki tarafta kendi

iddialarını meşrulaştırma yolunda Kur’an ve Hadisi kullanmaktan geri

durmamıştır. Kur’an sabit olduğu için orada sadece yoruma gidilmiştir. Ancak

Hadiste durum farklı idi. Orada kendini haklı göstermek için, Hz.

Peygamber’in ağzından bir çok Hadis uydurulmuştur.

Siyasi bir malzeme olarak kullanılan hadislerden en ilgi çekicileri,

bizzat Hz. Peygamber’in Hz. Ali’ye, imametin Abbasoğullarının olacağını

söyleyen hadislerdir. Mesela bir gün Hz. Peygamber Hz. Ali’ye şöyle demiştir:

“Ey Ali! Kim babamın, amcamın, soyumun ve Abbas b. Abdülmuttalib’in

soyunun haklarını ve amcamın Allah ve Resulü katında (üstün) yerini tanımaz

ise benim hakkımı tanımamış olur”.287

Ayrıca Hz. Peygamber, Hz. Abbas’ın

yolunda mücadele edenlerin siyah bayrakları ile birlikte Horasan’a gidip zulmü

ortadan kaldıracaklarını ve adalet ile hükmedip İslam’ı yücelteceklerini

bildirmektedir.288

Hz. Peygamber’in söylediği iddia edilen bu hadiste, Horasan

ve siyah bayraklar gibi Abbasî ihtilalinin önemli siyasi sembollerine atıfta

bulunulmaktadır. Hatta Hz. Peygamber’in Abbasîlerin ilk üç halifelerinin

ismini bile zikretmiş289

ve ayrıca bu halifelerin çocuklarının dünyanın sonuna

287

Ebû’l-Kâsım Ali b. Hasan İbn Asâkir, Tehzîbu Târihi Dimeşki’l-Kebîr, thk. A. Bedrân, Beyrut

1399/1979, VII, s.246. 288

Bu mealdeki hadisler için bkz. Sadık Cihan, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik

Olaylarla İlgisi, Samsun 1997, s.155-164. 289

Ebû Bekr Ahmed b. Ali el-Hatîb el-Bağdâdî (463/1071), Târîhu Bağdâd (Medînetu’s-Selâm),

Beyrut 2001, V, s.391-392.

67

kadar yönetimde kalacaklarını ve kıyamete yakın bir zamanda bu makamı

semadan ineceğine inanılan İsa peygambere teslim edeceklerini

bildirmektedir.290

Abbasoğullarının, Alioğullarına karşı giriştikleri bu mücadelede, Hz.

Peygamber’i ve onun sözlerini propaganda malzemesi olarak kullandıklarına

yukarıda değinmiştik. Burada Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye de geçen ve

Abbasoğullarının hilafeti ile ilgili olan bir hadisi aktarıp konumuzu daha

anlaşılır kılmak istiyoruz. Nakledilen bu hadiste, Hz. Abbas bir gün Hz.

Peygamber’i ziyarete gider. Gittiğinde Hz. Peygamberin yanında Hz. Ali

oturuyordu. Hz. Peygamber, Hz. Abbas’ı yanına oturmasın söyler ve Hz.

Ali’nin duymayacağı bir şekilde kulağına bir şeyler fısıldar. Hz. Abbas da

kalkar ve oradan ayrılır. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye dönerek

üzülmemesi gerektiğini ve hilafetin Hz. Abbas ve onun çocuklarının olacağını

bildirmiştir. Bu işin, yani halifeliğin çalışarak değil de, bir lütuf olarak elde

edildiğini de söylemiştir.291

Alioğulları buna karşılık kaynaklarda “Kisâ” hadisi

diye meşhur olmuş olan hadisi kullanmışlardır.292

Şöyle ki, bir seferinde Hz.

Peygamber önce Hz. Hasan’ı, sonra Hz. Hüseyin’i, sonra Hz. Ali’yi ve en

sonda kızı Hz. Fatıma’yı bir örtünün altına toplayarak onlara: “Ey Ehl-i Beyt!

Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister”293

ayetini

okumuştur.294

Görüldüğü Hz. Peygamber ve onun hadisleri sürekli bir

meşruiyet kaynağı olarak kullanılmıştır.

290

Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.168. 291

Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.187. 292

Hadisin içinde geçen Kisâ kelimesinden dolayı Kisâ hadisi diye adlandırılmıştır. 293

33/Ahzâb, 33. 294

Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc el-Müslim (261/874), el-Câmiu’s-Sahîh (Fedâilu’s-Sahâbe),

İstanbul trz., s.61.

68

Hz. Peygamber’in erkek çocuklarının erken yaşlarda ve Hz.

Peygamber’den önce vefat etmeleri, geriye kalan tek çocuğunun kızı Fatıma

olması Abbasilerin veraset iddialarını güçlendirmekteydi. Çünkü kızlar miras

konusunda İslam hukukuna göre birinci derecede hak sahibi değillerdi.

Dolayısı ile Hz. Peygamber’in amcasının oğlu olan Hz. Ali ve kızından olan

torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de mirasçı olamazlardı, çünkü Hz.

Peygamber vefat ettiğinde amcası Hz. Abbas hayattaydı. Amca, baba yerine

geçmekteydi ve bunun Kur’an’da bir örneği de bulunmaktaydı. “Ya’kûb

oğullarına, “benden sonra kime kulluk edeceksiniz?” diye sordu. Onlar da

“senin ilahına ve babaların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek Allah’a

kulluk edeceğiz” dediler”.295

Görüldüğü gibi Kur’an, amca İbrahim’i baba

yerine koymuştur.296

Ayrıca halife Mansur’un, Nefsu’z-Zekiyye’ye yazdığı

mektubunda da bunu dile getirdiğini görmekteyiz; “...Allah, kadınları amcalar

ve babalar gibi saymamıştır; akrabalar gibi de saymamıştır. Çünkü Allah,

amcayı baba mertebesinde saymış ve kitabında daha yakın olan anneden önce

onun ismiyle başlamıştır”. Mektubun devamında da şunlardan bahsetmektedir:

“...Yine sen biliyorsun ki Peygamberden sonra Abdülmuttalib oğullarından

Abbas’dan başka hiç kimse kalmamıştı. Böylece amcalık yönünden onun varisi

olmuştur. Daha sonra bunu Hâşimoğullarından birçok kimse talep etmiş, ancak

onu Abbas’ın oğlundan başkası alamamıştır. O halde hacılara su verme işi

onundu, Peygamberin mirası ona aittir, hilafet onun evladındadır. Artık

295

2/Bakara, 133. 296

Bu delil için bkz. Ebu’l-Abbas Muhammed b. Yezîd el-Müberred (285/898), el-Kâmil fi’l-Luga

ve’l-Edeb, Mısır trz., s.619-620.

69

Cahiliyye ve İslam devrinde din ve dünyaya ait şeref ve fazilete dair ne varsa,

Abbas onların hem varisi hem de miras bırakanıdır.”297

Bu iddia, aynı zamanda dönemin edebiyatına yansımış ve şairler

tarafından şiirleştirilmiştir. Müberred’in naklettiği bir şiirde, Abbasiler

Alioğullarına karşı propagandalarını şu şekilde ifade etmekteydiler:

“Dedeniz ile dedemiz keşke burada olsalardı,

Bu husumetten dolayı aralarında tartışsalardı.

Miras, dedenizin değil dedemizin olurdu,

Ona akrabalık ve İslam ile malik olurdu.

Kızın mirastaki hakkı bellidir, muayyendir,

Amca ise amca çocuklarından daha önceliklidir.”298

Görüldüğü gibi Abbasiler, Hz. Abbas’ın asıl varis olduğunu

söylüyorlardı. Dayandıkları temel delil ise Kur’an’daki “Allah’ın kitabına göre,

kan akrabaları birbirine, (vâris) olmaya daha uygundur.”299

ayetidir. Bundan

dolayı onların içinden bazı gruplar, imameti Hz. Ali ve ilk üç halifeden ziyade

Hz. Abbas’ın hakkı olduğunu söylüyorlardı. Bu gruplar, ilk dört halifeyi

hilafete getiren müslümanları, Hz. Abbas’ın hakkını gasp ettikleri için suçlu ve

günahkâr görmekteydiler.300

Varislik konusuyla ilgili şöyle bir rivayet nakletmek kanaatimizce

yerinde olacaktır. Bir gün Hz. Ali ile Hz. Abbas Benî Nadîr ganimetlerinden

297

Taberî, Târîh, VII, s.568-571. 298

el-Müberred, el-Kâmil, s.620. 299

El-Enfâl, 75. 300

Ca’fer b. Harb en-Nâşi el-Ekber, Mesâilu’l-İmâme ve Muktetafât mine’l-Kitâbi’l-Evsât fi’l-

Makâlât, thk. Josef Van Ess, Beyrut 1971, s.31-32, 35; el-Mes’udî, Murûcu’z-Zeheb, III, s.252. Bu

gruplardan biri Ravendiyye’dir. Onlar üç halifeyi meşru kabul etmezler. Ancak Hz. Ali’nin

imametini Hz. Abbas desteklediği için, Hz. Ali’nin hilafetini caiz görmüşlerdir. Bunun için bkz.

el-Mes’udî, III, s. 252.

70

Hz. Peygamber’e kalan arazinin mülkiyetine, onun mirasçıları olarak hak iddia

etmiş ve bu yüzden aralarında tartışma çıkmıştır. Hz. Abbas, Hz. Peygamber’in

kendi öz yeğeni olduğunu söylerken, Hz. Ali’de eşi Hz. Fatıma’nın gerçek

varisi olduğunu iddia etmekteydi. Bu olaya bakan dönemin halifesi Hz. Ömer

ise, Hz. Peygamber’in mirası hususunda Hz. Ebu Bekir’in uygulamasını esas

almış ve söz konusu arazinin mülkiyetini ne Hz. Ali’ye, ne de Hz. Abbas’a

vermemiştir.301

Aslında bu olay, bize varislik konusunun ne kadar erken

dönemlere dayandığını göstermektedir.

Netice olarak Abbasilerin hilafet iddialarında ki argümanlarını şu

şekilde sıralayabiliriz. Birincisi, Abbasoğullari hilafet haklarını Ebu Haşim’in

vasiyetine dayandırmaktadırlar.302

İkincisi, Şeriata göre amca, yani bu

durumda Hz. Abbas, yeğenin, yani Hz. Peygamber’in varisidir.303

Üçüncüsü,

Abbasiler, şairleri ve yazarları kendi iddialarını destekleyen yazılar ve şiirler

yazmaya teşvik etmişlerdir.304

Dördüncüsü Halife Mansur’un kendi oğluna

“Mehdi” ismini vermesidir ki o dönemki toplumun zihninde bu kavram,

beklenen kurtarıcı manasına gelmekteydi.305

Bazı rivayetlere göre Hz. Ali hilafeti başından beri hep kendi hakkı

olarak görüyordu. Belazuri’nin naklettiği bir rivayette bunu açıkça görmemiz

mümkündür. Hz. Ebû Bekir’e topluca biat edildiğini duyunca onun yanına

gidip, “Ey Ebû Bekir, bu işte bizimde hakkımı yok muydu?” deyince, Hz. Ebû

Bekir’de, “Evet vardı, ama fitne çıkmasından korktum” cevabını vermiştir.

301

Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail el-Buhârî (256/870), Cami’u’s-Sahîh, Farzu’l-Humus, 1.,

İstanbul 1981 302

Ulyân, Kıyâmu’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.32. 303

Ulyân, Kıyâmu’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.32-33. 304

Abdülmünim Dâvûd, Neş’etu’ş-Şiati’l-İmamiyye, Bağdad 1968, s.181. 305

Ahmed Emîn, Mehdî ve’l-Mehdeviyye, Kahire 1951, s.12.

71

Bunun üzerine Hz. Ali, Hz. Peygamber’in namaz kıldırmak için kendisini

görevlendirdiğini, kendisinin mağarada bulunan iki kişiden ikincisi olduğunu,

ancak hilafet konusunda kendisinin de hakkı olduğunu ve kendisiyle istişare

edilmemesini eleştirmiş ve Hz. Ebû Bekir’e biat ederek oradan ayrılmıştır.306

Taberî’nin naklettiği bir rivayette ise, Cemel vak’ası sonrasında Hz. Ali

ile oğlu Hz. Hasan arasında geçen bir diyalogdan bahsedilir. Bu diyalogda Hz.

Hasan, babasına kendi tavsiyelerine uymadığı için bu hadiselerin ortaya

çıktığını söylemiştir. Hz. Ali’de kendisine şu şekilde cevap vermiştir: “ey

oğlum, ben olayların bu duruma gelmesini istemedim. Resulullah vefat ettikten

sonra, hilafet konusunda benden daha layık biri olmadığı halde herkes Ebû

Bekir’e biat etti. Onlar gibi bende ettim. Ebû Bekir vefat ettikten sonra hilafete

gene en layık kişi ben olmama rağmen, insanlar Ömer’e biat ettiler. Onlar gibi

bende ettim. Ömer vefat ettikten sonra yine benden daha layıkı yoktu, ama bu

seferde Osman’a biat ettiler. Onlar gibi bende ettim. Sonra onlar Osman’a

isyan edip onu öldürdüler ve kendi istekleriyle bana gelip biat ettiler. Bundan

dolayı da bana muhalefet edenlerle, Allah’ın benimle onlar arasında hüküm

vermesine kadar mücadele edeceğim.307

Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin halife Mansur’a yazdığı şu

mektup, Alioğullarının da hilafet konusunda Hz. Ali’den farklı

düşünmediklerini göstermektedir. “..Şüphe yok ki babamız Ali vasi ve imamdı.

O halde onun çocukları sağ iken siz ona nasıl varis oldunuz? Sen kesin olarak

bilirsin ki, bu işe talip olanların hiç biri şeref, nesep, hal ve babalarının şerefi

bakımından bize denk değildir. Biz ne lanetlenmiş ne de kovulmuş ve ne de

306

Belâzurî, Ensâb, II, s.263. 307

Taberî, Târîh, IV, s.458.

72

esir alınıp serbest bırakılmış kimselerin çocuklarındanız. Hâşimoğullarından

hiçbirinin, Peygamber’e akrabalık, İslam’a girmeden öncelik ve fazileti bizim

kadar vesile edinme hakkı yoktur. Cahiliyye devrinde Resulullah’ın annesi

Fatıma bt. Amr’ın; İslam’da Resulullah’ın kızı Fatıma’nın çocukları siz değil,

biziz. Muhakkak ki Allah bizi seçti. Babamız Peygamberden Muhammed’dir.

İslâm’a ilk giren Ali’dir...”308

Siyasi bir mesele olan bu konuda kimin haklı veya haksız olduğu

dönemin siyasi, sosyal ve kültürel şartlarının detaylı bir şekilde incelendiğine

ortaya çıkabilecektir. Ancak siyasi olan bu konuyu dönemin insanları adeta

dinin bir rüknü gibi değerlendirmiş ve sonucunda kavgalar kaçınılmaz

olmuştur. Aslında şimdi vereceğimiz örnek bize bu işin ne kadar ne dini veya

ne kadar siyasi olduğunu açıkça gösterecektir. Hz. Abbas, Hz. Peygamber’in

sağlık durumunun ağırlaşması üzerine Hz. Ali’ye şöyle bir teklifte

bulunmuştur: “Resûlullah’a gidelim, bu işi (hilafeti) kendisinden sonra bize

vermesini isteyelim. Eğer bize verecekse bunu bilelim. Bizden başkasına

verecekse de bizim için ona vasiyette bulunsun”. Bunun üzerine Hz. Ali’nin

cevabı şöyle olmuştur: “Bunu istersek ve Resûlullah da bize vermezse, ondan

sonra gelecek olanlar bizi onu hiç vermezler. Vallahi hiç bir zaman böyle bir

talepte bulunmam”.309

Bu iki sahabenin arasında geçen bu diyalogda

anlaşılacağı üzere, Hz. Peygamber siyasi anlamda her hangi bir vasiyet

308

Taberî, Târîh, VII, s.566-568; Zehebî, Tarih, s.24; Bozkurt, “Alioğullarının Siyasal İktidar

İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk Mücadelesi: Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye İsyanı”, s.116. 309

İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kubrâ, II, s.246-247; Takiyuddîn Ebu’l-’Abbas Agmed b. Ali el-Makrîzî

(845/1441), Kitâbu’n-Nizâ ve’t-Tehâsum fîmâ beyne Benî Umeyye ve Benî Hâşim, thk. Hüseyin

Munis, Kahire 1988, s.75.

73

bırakmamıştır.310

Sadece siyasi değil, dini anlamda da bir vasiyeti

bulunmamaktadır.311

Aslında Hz. Ali’de, Hz. Peygamber gibi kendinden sonra ne bir dinî, ne

de siyasî bir halef bırakmamıştır ki bunu kendi söylediklerinden anlıyoruz. Hz.

Ali, sabah namazı için gitti mescidden, bir harici olan İbn Mülcem tarafından

başına aldığı kılıç darbesiyle ağır yaralanmış312

ve üç gün sonra da vefat

etmiştir.313

İşte bu üç gün içerisinde insanlar Hz. Ali’nin yanına gelip

kendisinden sonra bir halife tayin etmesini istemişlerdir. Hz. Ali de kendilerini

“sizi Resulullah’ın bıraktığı gibi bırakıyorum” demiştir.314

Bu işi

Müslümanların kendi aralarında çözmesini istemiştir. Başka bir rivayette de

Cündeb b. Abdullah adlı kişinin onun yanına gelip, “senden sonra Hasan’a biat

edelim mi?” diye sorduğunu ve Hz. Ali’nin de bunun üzerine “size bunu ne

emrederim, ne de nehyederim” şeklimde cevap vermiştir.315

Yukarıda da ifade

ettiğimiz gibi, Hz. Ali kendinden sonra kimseyi bırakmamıştır. Bu iki örnek

buna en güzel delil olacağı kanaatindeyiz.

Bütün bunlara rağmen Abbasoğulları hilafeti hem dini, hem de siyasi

anlamda artık kendi hakları olarak görmeye başlamışlardır. Abbasiler iktidarı

ele geçirince, amcaoğulları olan Alioğullarına sırt çevirmişlerdir.316

Abbasoğullarının bu tutumu hiç şüphesiz Alioğullarını öfkelendirmiş ve

310

Muslim, Fedai’l, 4, Vesâyâ, 25. 311

İbn Sa’d, Tabakatu’l-Kubrâ, II, s.261. 312

Taberî, Târîh, V, s.145; Dineveri, Ahbaru’t-Tivâl, s.198. 313

Belâzurî, Ensâb, III, s.256. 314

İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, s.13; Vecdi Akyüz, Hilafetin Saltanata Dönüşmesi, İstanbul 1991,

s.140. 315

Mes’udî, Murucu’z-Zeheb, II, s.425; es-Suyûtî, Tarihu’l-Hulefâ, s.9. 316

Adem Apak, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, Ensar Yayınları, İstanbul 2006, IV, s.36

74

iktidarı ele geçirebilmek için tekrar uzun bir dönemi kapsayacak olan

mücadeleye girişmişlerdir.

3.2.ALİOĞULLARININ AKTİF MUHALEFET KANADI:

HASANOĞULLARI

3.2.1.Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye İsyanı

Künyesi Muhammed b. Abdullah b. el-Hasan b. el-Hasan b. Ali b. Ebî

Tâlib’dir. 100/718’de317

Medine’de doğan ve büyüyen Muhammed b.

Abdullah318

âlim, cömert, güçlü ve cesur biri idi.319

Kendisine el-Erkat, el-

Mehdî ve en-Nefsu’z-Zekiyye (Arınmış Ruh) lakapları verilmiştir.320

Abbâsî devleti kurulduğu dönemde, Alioğulları içerisinden iki kişi göze

çarpmaktadır. Bunların biri Ca’fer es-Sadık, diğeri ise Abdullah b. Hasan’dır.

Ca’fer es-Sadık, siyasî haklarının talebi için şartların uygun olmadığı

düşüncesinde olup, kendini ilme vermiş ve Abbâsî devletine karşı hiç bir

harekette bulunmamış, bulunanlarında hareketlerine katılmamıştır. Onun bu

tutumu, Abdullah b. Hasan’ın önünü siyasî arenada tamamen açmıştır.321

Abdullah b. Hasan siyasi anlamda Abbasilere muhalif biri değildi.

Ebu’l-Abbâs, Abbâsilerin ilk halifesi olunca, bir grup Alioğulları başkent

Enbâr’a giderek halifeye biat etmişlerdir ki Abdullah b. Hasan’da bu grubun

içerisinde yer alanlardan birisi idi.322

Ancak Abdullah’ın oğulları Muhammed

ve İbrahim, babalarından farklı hareket etmişlerdir. Onlar halifeye biat

317

İsfehânî, Makâtil, s.210; Bir başka rivayete göre 93/712 yılında doğmuştur. Bunun için bkz.

Taberî, Târîh, III, s.190. 318

Hayreddin ez-Ziriklî, el-A’lâm, Kâmûs’u Terâcim, Kahire 1954-1959, VI, s.220. 319

İsfehânî, Makatil, s.233. 320

Ziriklî, el-A’lâm, VI, s.284; Mesûdî, dindarlık ve zahitliğinden dolayı ona en-Nefsu’z-Zekiyye

denildiğini belirtmektedir. Bunun için bkz. Mesûdî, Murûc, III, s.306. 321

Muhammed Hüseyn Muzaffer, Târîhu’ş-Şîa, Beyrut 1979, s.52. 322

İsfehânî, Makâtil, s.173-175.

75

etmeyerek gizlenmişler ve başlatacakları isyan hareketinin hazırlıklarına o

zamandan başlamışlardır.323

Muhammed’in hilafet iddiası Emeviler döneminde başlamış ve

Abbasiler döneminde de devam etmiştir. Ebu’l-Abbas’a biat etmemesi de

bundan olsa gerek. Fakat yeni kurulmuş bir devletin getirdiği sorunlarla

ilgilenen Ebu’l-Abbas, Muhammed’in biatı konusunda fazla ısrarcı olmamış,

hatta Alioğullarına karşı ılımlı bir politika izlemiştir.324

Ancak bu ılımlı

politika Mansur ile birlikte daha sert bir politikaya dönüşmüştür. Aslında

Mansur’un daha sert bir politika izleyeceğini halife olmadan önce sinyallerini

vermiştir. 136/754 yılında hacc vazifesini yerine getirmek için gittiği

Mekke’de, vali Ziyâd b. Ubeydullah el-Harisî’ye Muhammed ve İbrahim’in

nerede olduklarını sorması bunun en belirgin özelliğidir.325

Mansur, çıktığı hac yolculuğundan Irak’a geri dönerken yolda Ebu’l-

Abbas’ın vefat haberini alır. Yanındakiler, Medine ve Mekke halkı ona biat

ederler,326

ancak Muhammed ve İbrahim’in Mansur’a biat ettiklerine dair bilgi

kaynaklarda geçmemektedir.

Muhammed ve İbrahim’in iddialarını daha iyi analiz edebilmek için

önceki yıllara bakmak gerektiği kanaatindeyiz. Emevilerin son dönemlerinde

içine düştükleri siyasî ve sosyal sıkıntılar üzerine Haşimoğulları bir

değerlendirme327

yapmak için Ebvâ’da328

bir araya gelirler. 127/744 yılında

323

İsfehânî, Makatil, s.175-176; a. mlf. aynı eserin bir başka yerinde Muhammed’in faaliyetlerine,

Velîd b. Yezid’in 126/743’de öldürülmesinin akabinde başladığını belirtmektedir. Makatil, s.257-

258. 324

Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.225. 325

Taberî, Târîh, VII, s.517-518. 326

Taberî, Târîh, VII, s.471-472. 327

Bozkurt, "Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk Mücadelesi:

Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı", s.111.

76

vukuu bulan bu toplantı, kaynaklarda genişçe yer bulmakta ve birçok

tartışmayı da beraberinde getirmektedir. İddiaya göre bu toplantıda Nefsu’z-

Zekiyye’ye halife olarak biat edilmiştir. Bir kısım yazar bunu kabul etmekle

beraber, bir kısım yazar da bunu reddetmektedir. Ebu’l-Ferec, Ebvâ’da ki bu

toplantıya imam İbrahim, Ebu’l-Abbas, Mansur ve Sâlih b. Ali gibi

Abbasoğullarının ileri gelenleri ile Abdullah b. Hasan, Muhammed (Nefsu’z-

Zekiyye) ve kardeşi İbrahim ve Muhammed b. Abdullah b. Amr gibi

Alioğullarının ileri gelenleri katılmıştır. Sâlih b. Ali bir konuşma yaparak, artık

birine biat edilmesi gerektiğini belirtmiş ve Abdullah b. Hasan’da mehdi olarak

bilinen oğlu Muhammed’i aday göstermiştir. Bunun üzerine orada bulunan

herkes, imam İbrahim, Ebu’l-Abbas ve Mansur da dahil olmak üzere

Muhammed’e biat etmişlerdir. Bu biatten sonra, toplantı henüz dağılmadan

yetişen Ca’fer es-Sadık, hilafetin Abbasoğullarına geçeceğini ve Muhammed

ve İbrahim’in öldürüleceğini söyleyerek bu biate karşı çıkmıştır.329

Ebu’l-Ferec’in ayrıntılı olarak naklettiği bu rivayete, diğer tarihçilerde

eserlerinde yer vermiştir. Mesela Taberi, toplantının Mekke’de yapıldığını ve

Ebu’l-Abbas ve Mansur’unda Muhammed’e biat ettiklerini belirtmektedir.330

İbn Tiktakâ’da fazla detaya girmeden benzer bir rivayet nakletmektedir.331

127/744 yılında vukuu bulduğu kabul edilen Ebvâ toplantısında Nefsu’z-

Zekiyye’ye biat edildiğini tarihi gerçeklere ters düşmektedir. Çünkü Abbasi

da’veti, yaklaşık 20 yıldır sosyal ve askerî taban bularak büyük aşamalar kat

328

Medine’ye bağlı bir köy. Bunun için bkz. Şihabuddin Ebû Abdillah b. Abdillah Yâkût el-

Hamevî (626/897), Mu’cemu’l-Büldân, Beyrut 1979, I, s.102; Kaynaklarda Ebvâ Kongresi veya

Ebvâ Toplantısı olarak geçmektedir. 329

İsfehânî, Makâtil, s.206-208, 253-257. 330

Taberî, Târîh, VII, s.517. 331

İbnu’t-Tiktakâ, el-Fahrî, s.164-165 veya s.130-131.

77

etmiştir. Bunun üzerine birde İbrahim’e de biat alınmışken, Abbasoğullarının

her şeyden feragat ederek bütün yetkileri Muhammed’e vererek ona biat

etmeleri aklen mümkün değildir.332

Ayrıca Nefsu’z-Zekiyye’nin isyanından

önce, Muhammed ile Mansur’un birbirlerine yazdıkları mektuplarda hiç bu

biatten bahsedilmemiştir. Eğer gerçekten böyle bir biat olmuş olsaydı

Muhammed bunu kendi aleyhine bir ispat olarak kullanırdı. Şunu da belirtmek

isteriz ki, bu rivayetlerde bir takım sıkıntılar vardır. Rivayetin bir yerinde

Muhammed’e biat edildiğinden bahsedilirken, diğer yerinde de Ca’fer es-

Sadık’ın toplantıya gelip, hilafetin Muhammed’e değil de Abbasoğullarına

geçeceğini ve Muhammed ve İbrahim’in öldürüleceğinden bahseder. Bu

rivayet Kur’an’ın; “Gaybın anahtarı Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası

bilmez”,333

ayetine terstir. Sadece Ca’fer es-Sadık değil, Peygamberler bile

geleceği bilmemektedir. Geleceği sadece ve sadece Allah bilmektedir. Bu olayı

naklettikten sonra, şimdi Mansur’un halifelik dönemine gelmek istiyoruz.

Mansur halife olunca, art arda gelişen büyük problemlerle uğraşmak

zorunda kalmıştı. Abdullah b. Ali, Ebu Müslim ve diğer vali ve komutanlarının

oluşturduğu sorunlar; Ebu Müslim’in öldürülmesinden sonra Horasan’da

vukuu bulan ayaklanmalar ve Harici isyanlar gibi Abbasi devletini derinden

sarsa bilecek kitlesel hareketlerle meşguldü. Dolayısı ile Muhammed b.

Abdullah ve kardeşinin faaliyetleri ile fazla ilgilenemiyordu. Ancak onlarla

ilgili istihbarat almayı da ihmal etmiyordu. Kufe, Basra ve Horasan’da

yayıldıklarına dair bilgileri ona sürekli ulaşıyordu. Mesela Horasan valisi Ebu

Avn Abdulmelik b. Zeyd el-Ezdî, Muhammed’in Horasan’da gün geçtikçe

332

Ömer, el-Abbasiyunu’l-evail, s.170-171. 333

6/En’am, 59.

78

daha da güçlendiğini halife Mansur’a bildirmiştir.334

Ayrıca, halife Mansur

138/755 yılında Fadl b. Sâlih b. Ali’yi hac emiri yapmış ve ona “Muhammed

ve İbrahim’i görürsen kaçmalarına izin verme. Görmezsen de sorma”, şeklinde

tembih etmiştir. Bu şekilde Muhammed ve İbrahim’i şüphelendirmemek

istiyordu. Fadl Medine’ye vardığında halk onu karşıladı, ama Nefsu’z-Zekiyye

ve İbrahim yine aralarında yoktu. Mansur’un tembihlerine rağmen Fadl,

Nefsu’z-Zekiyye’nin babası Abdullah b. Hasan’a oğullarının nerede olduklarını

sormuş, Abdullah da onların ava gittiklerini söyleyerek işi geçiştirdi.335

Nefsu’z-Zekiyye ve İbrahim’in sürekli gizlenmeleri ve biat etmemeleri

Mansur’un, onların isyan başlatacakları endişesini güçlendirmeye başlamıştı.

Halifenin, Nefsu’z-Zekiyye ve İbrahim’in akrabaları ile yaptığı

görüşmelerden336

bir sonuç elde edemeyeceğini anlayınca farklı bir strateji

izlemeye karar verdi. O, göçebe Araplardan köleler satın alarak onları değişik

kılık kıyafete büründürüp Muhammed’in olduğu bölgelere göndererek

istihbarat toplamaya çalışmıştır.337

Mansur, ayrıca Ukbe b. Selim adında bir

casusu Abdullah’dan bilgi almak için onu yanına gönderir. Abdullah’ın

güvenini kazanan Ukbe, bu sayede Muhammed’in ne zaman isyan edeceğini338

ve nerede olduğunu öğrendi. Muhammed Yenbu’ bölgesindeki Cuheyne

dağında gizlenmekteydi ve bu bilgi hemen Mansur’a ulaştırıldı,339

ancak

Muhammed, Mansur’un kendisinin nerede olduğunu öğrendiğini duyunca

hemen oradan uzaklaştı.

334

Taberî, Târîh, VII, s.547. 335

Taberî, Târîh, VII, s.520-521. 336

Bu görüşmeler için bkz. Taberî, Târîh, VII, s.518; İsfehânî, Makâtil, s.210. 337

İbn Abdirabbih, el-’Ikdu’l-Ferîd, V, s.334. 338

Taberî, Târîh, VII, s.519-520; İsfehânî, Makâtil, s.211-212. 339

İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.138-139.

79

Halife Mansur 140/757 yılında hac niyetiyle Mekke’ye gitti. Halka bol

miktarda para ve mal dağıttı. Bilhassa Alioğllarına bolca para ve mal vererek,

Muhammed ve İbrahim hakkında bilgi elde etmeyi hedeflemişti. Ancak

umduğunu bulamamıştı. Bunun üzerine Mansur, Abdullah b. Hasan’ı huzuruna

çağırtarak, oğullarını kendisine getirmesini söyledi. Aralarında çok sert bir

tartışma geçti.340

Ancak Abdullah yerlerini söylememekte kararlıydı. Uzun

tartışmaların sonunda Mansur, Abdullah’ı tutuklatıp hapse attırdı.341

Bunun

üzerine teslim olmayı düşünen Nefsu’z-Zekiyye, annesini bir şekilde babasının

yanına gönderip bu konu hakkında fikrini ister. Ancak babası, teslim olmasını

reddederek, sabırlı olmasını, davasından dönmemesini, sonunda Allah’ın onu

başarıya ulaştıracağını söylemiştir.342

Babasından aldığı bu cevap ile

Muhammed daha çok gayret göstererek yoluna devam etmiştir. Ancak babası

Abdullah b. Hasan, oğlunun isyanını göremeden 145/762 yılında vefat

etmiştir.343

Nefsu’z-Zekiyye, gizlenmesine rağmen Abbasilere ve halife Mansur’a

karşı tavrını açık bir dille ifade etmekten de geri durmuyordu. Emevilerin,

Abbasilerden daha kötü olduklarını ve onlara karşı bir isyan hareketinin

başlatılmasının artık kaçınılmaz olduğunu344

şeklinde ki açıklamaları buna

somut örnek teşkil etmektedir.

Nefsu’z-Zekiyye isyanı başlattığını ilan ettiğinde, halife Mansur Bağdat

şehrinin inşası ile meşguldü ve bundan dolayı bunun haberini dokuz gün sonra

340

Taberî, Târîh, VII, s.522-523. 341

İsfehânî, Makâtil, s.213-214. 342

Taberî, Târîh, VII, s.538-539; Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.233. 343

İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.146. 344

İsfehânî, Eğânî, XI, s.301; Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.227.

80

alabildi.345

Haberi alır almaz hemen Küfe’ye, oradan da Başkente geçerek,

izleyeceği sert politikayı istişare etmeye başladı346

ve Nefsu’z-Zekiyye’ye

şöyle bir mektup yazmaya karar verdi: “Allah ve Resûlüne karşı savaşanların

ve yeryüzünde düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri, ya

asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları

yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette

de büyük bir azap vardır. Ancak, siz kendilerini yenip ele geçirmeden önce

tövbe edenler müstesna; biliniz ki Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”,347

ayetiyle başladığı mektubuna Mansur, tövbe ettiği takdirde kendisini ve

kendisine uyan herkesi affedeceğini, ayrıca ona bir milyon dirhem vereceğini

ve her türlü ihtiyacını karşılayacağını bildirmiştir.348

Bu mektupla birlik

Mansur, Nefsu’z-Zekiyye’nin isyandan vazgeçmesini istemektedir.

Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye, Mansur’a şu mektupla cevap vermiş

ve onun gibi, o da bir ayet ile başlamıştır sözlerine: “Tâ. Sîn. Mîm. Bunlar,

apaçık Kitab’ın âyetleridir. İman eden bir kavim için (faydalı olmak üzere)

Musa ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana gerçek şekliyle

nakledeceğiz. Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli

zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını

boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı. Biz ise, o

yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları

(mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk. O yerde onları hâkim kılmak;

345

İbnu’t-Tiktakâ, el-Fahri, s.166; Ya’kubi, II, s.315. 346

Taberî, Târîh, VII, s.564-565. 347

5/ Mâide, 33-34. 348

İbn Abdirabbih, ‘Ikdu’l-Ferid, V, s.79 veya s.338; Bozkurt, “Alioğullarının Siyasal İktidar

İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk Mücadelesi: Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı”,

s.115.

81

Firavun ile Hâmân’a ve ordularına, onlardan (İsrailoğullarından gelecek diye)

korktukları şeyi göstermek (istiyorduk).”349

Bu ayetten sonra Nefsu’z-Zekiyye,

Mansur’a aynı eman teklifini, yani tövbe ettiği takdirde kendisini affedeceğini

bildirmiştir. Çünkü halifelik hakkı kendilerinin hakkı idi. Ayrıca onların bu

makamı kendileriyle birlikte iddia ettiler. Vasi ve imam olan Hz. Ali’nin

çocukları sağ iken kendisinin varis olamayacağını, ayrıca bu işe talip olanların

hiç birinin şeref, nesep ve hal bakımından kendilerinin dengi olmadığını

belirtmiştir. Ayrıca akrabalık bakımından Hz. Peygamber’e en yakın kişilerin

kendilerinin olduğunu ve İslam’a ilk giren kişinin de Hz. Ali olduğunu

söyleyerek, Allah’ın kendilerini seçtiğini vurgulamaktadır.350

Görüldüğü gibi Nefsu’z-Zekiyye, Abbasilerin hilafeti kendileriyle

birlikte iddia ettiklerin ve kendileri sayesinde başarıya ulaştıklarını belirterek,

hilafetin asıl sahiplerinin kendilerinin olması gerekirken, bu göreve

getirilmediklerini söylemektedir. Görüldüğü gibi Nefsu’z-Zekiyye kendilerini

hilafete Abbasoğullarından daha layık görüyordu. Hz. Ali’nin varis ve imam

oluşundan dolayı, yani akrabalık açısından hilafetin kendi haklarının olduğunu

ve bu işe daha layık olduğunu söylüyor. Bu argümanlara baktığımız zaman

şunu çok net bir şekilde söyleye biliriz ki, bu mesele dinî bir mesele olmaktan

ziyade bir siyasî meseledir. Muhammed, hilafete kendilerinin daha layık

olduğunu söylerken, Hz. Ali’nin kendilerini imam veya halife olarak tayin

ettiğinden bahsetmez. Eğer bir takım Şiî’lerin iddia ettikleri gibi, “Hz. Ali’nin

neslinin nass ve tayinle imam oldukları” şeklinde bir şey olsaydı, Nefsu’z-

Zekiyye bunu, bir haklı gerekçe olarak dile getirirdi diye düşünüyoruz.

349

28/Kasas, 1-6. 350

Taberî, Târîh, VII, s.566-568.

82

Bunun üzerine Mansur, Nefsu’z-Zekiyye’ye uzunca bir cevap

yazmıştır. Mektubunda Mansur, Hz. Peygamber’den sonra

Abdulmuttaliboğullarından Hz. Abbas’dan başka kimsenin kalmadığını ve

onun amcası olması hasebiyle varisi olduğu belirtmekteydi. Yani Hz.

Peygamberin mirası Hz. Abbas’a aitti ve dolayısı ile hilafet de onun evladının

hakki idi. Ayrıca din ve dünyaya ait şeref ve fazilete dair ne varsa, Hz. Abbas

onların hem varisi hem de mirasçısıydı.351

Mektuplaşmalarda gördüğümüz gibi, hilafet konusunun din ile bir ilgisi

gözükmemektedir. Bu tamamen siyasi bir meseledir ki bunu bizzat hem

Mansur’un, hem de Nefsu’z-Zekiyye’nin mektuplarında görebilmemiz

mümkün. Bu mektuplaşmalarda aslına şunu da görmekteyiz ki, ne Mansur, ne

de Nefsu’z-Zekiyye birbirini ikna etme derdinde değiller. Onlar, kanaatimizce,

bunu tamamen kamuoyunu ikna etmek için bir propaganda malzemesi olarak

kullanmanın derdindeydiler. Çünkü ikna etmek isteyen biri, karşısında ki kişiyi

küçük düşürecek ithamlarda bulunmaz. Şunu da belirtmek isteriz ki, bu iki

şahsiyetin, Hz. Peygamber’e olan yakınlıklarını temel alarak giriştikleri bu

mücadele, aslında İslam öncesi geleneksel kültürünün bir devam olarak

görebileceğimiz kan bağını352

temel alış fikridir.353

Yapılan tüm yazışmalara rağmen bir sonuç çıkmayınca, savaş

kaçınılmaz oldu. Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye Reveb 145/Eylül 762’de

Medine’de 150 kişilik354

bir grupla isyan hareketini başlattığını açıkça ilan

351

İbn Abdirabbih, ‘Ikdu’l-Ferid, V, s.81-81 veya 339-342. 352

İbn Haldun, Mukaddime, I, s.335. 353

Bozkurt, “Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk Mücadelesi:

Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı”, s.117; Ayrıca bkz. Karabiber, Ehl-i Beyt, s.181. 354

Taberî, Târîh, VII, s.554; İbn Kesir bu sayıyı 250 olarak vermektedir, bunun için bkz. Ebu’l-

Fidâ İbn Kesir (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut 1974, X, s.86.

83

etmeye başlar.355

Yapmış olduğu ilk icraatlardan biri, Medine’de ki

hapishaneye gidip oradaki tutukluları çıkartmak ve vali Riyah’ı tutuklatmak

oldu.356

Ertesi gün Medinelilerden biat aldı ve Mescid-i Nebevî’nin minberine

çıkarak, Abbasilerin helali haram, haramı da helal kıldıklarını ve hilafet

haklarını gasp ettiklerini bildiren bir hutbe okumuştur.357

Medine halkının

hemen hemen tamamı Muhammed’e biat etmiştir.358

Nefsu’z-Zekiyye ve

taraftarları, manevi bir güç oluşturmak için imam Mâlik’den isyana cevaz

vermesi için bir fetva istediler ve imam Malik de halife Mansur’a zorla biat

edildiğini ve zorla edilen biatın da geçerli olmadığı şeklinde onları onaylayan

bir fetva vermiştir.359

Şehirde kontrolü ele geçiren Nefsu’z-Zekiyye, adeta bir devlet başkanı

gibi bürokratlar atamaya başlamıştır. Medine valiliğine Osman b. Muhammed

b. Hâlid b. Zübeyr’i, kadılığa Abdulaziz b. Muttalib b. el-Mahzûmî’yi,

cephaneliğin başına Abdulaziz b. Muhammed ed-Derâverdî’yi, güvenlik

teşkilatının başına Ebu’l-Kalemmes Osman b. Ubeydullah b. Ömer b. Hattab’ı

ve divanu’l-Atâ’nın başına da Abdullah b. Ca’fer’i atadı.360

Mansur, iktidar

mücadelesinden vaz geçmeyen Nefsu’z-Zekiyye ile savaşmak için kardeşinin

oğlu İsa b. Musa’yı görevlendirmişti.361

İsa, dört bin süvari362

ve iki bin

355

Ya’kubi, Tarih, II, s.376. 356

İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.148. 357

Taberî, Târîh, VII, s.558. 358

İbnu’t-Tiktakâ, el-Fahri, s.166. 359

Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali İbnu’l-Cevzi (597/1200), el-Muntazam fi Tarihu’l-Umem ve’l-

Muluk, thk. Muhammed Abdulkâdir, Beyrut 1992, VIII, s.64; Mektuplaşmalarla ilgili ayrıntılı

bilgi için bkz. Bozkurt, “Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemi- İlk

Mücadelesi: Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı”, s.115-117. 360

İsfehânî, Makâtil, s.282; İbnu’l-Cevzî, el-Muntazam, VIII, s.64. 361

İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.543. 362

Mes’udi, Muruc, III, s.307; İsfehânî, Makâtil, s.267.

84

piyade363

ile Medine’ye doğru hareket eder. Haberi alan Nefsu’z-Zekiyye,

ekibiyle birlikte nasıl bir strateji izleyeceklerini belirlemek için toplanır.

Yapılan istişareler sonucunda, şehirde kalınmasına364

ve hendek kazılmasına

karar verilmiştir.365

Bu şekilde Hz. Peygamber’in yolunun takip edildiği imajı

verilmiştir.

İsa b. Musa, ordusuyla birlikte A’ves’e366

varınca, Nefsu’z-Zekiyye

taraftarlarını toplayarak onlara İsa’nın ordusunun kendilerinden sayıca çok

olduğunu, ancak gücün, Allah’ın elinde bulunduğunu söylemiş ve gitmek

isteyenin gidebileceğini, kalmak isteyenin de kala bileceğini bildirmiştir. Bu

konuşma üzerine Nefsu’z-Zekiyye çok taraftar kaybeder, yanında ise çok az

kişi kalır.367

Yapılan bu konuşmadan önce 100 bini368

bulan Nefsu’z-Zekiyye’nin

taraftarları, konuşmadan sonra 313 kişiye369

düşmesi, onun saflarında nasıl bir

çözülme olduğunun en somut göstergesidir.

Netice itibariyle 313 kişiyle giriştiği mücadeleyi kaybeden Nefsu’z-

Zekiyye, 14 Ramazan 145/ 6 Aralık 762’de,370

göğsüne aldığı darbeyle,371

kırk

beş yaşında372

hayatını kaybetmiştir.

Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin isyan etmesinin temel sebebi,

hilafete, kendini halife Mansur’dan daha layık görmesidir diyebiliriz. Bir başka

363

Mes’udi, Muruc, III, s.307. 364

İsfehânî, Makâtil, s.268. 365

Taberî, Târîh, VII, s.581. 366

Medine’nin yakınlarında bir yer. Bunun için bkz. el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, I, s.264. 367

Taberî, Târîh, VII, s.582-583; Geniş bilgi için bkz. Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî

İsyanlar, s.248. 368

İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.90. 369

Zehebî, Tarih, s.28. 370

İsfehânî, Makâtil, 275. 371

Taberî, Târîh, VII, s.595. 372

Mes’udi, Muruc, III, s.307.

85

ifadeyle hilafetin Alioğullarının hakkı olduğunu ve Abbasoğulların bu hakkı

gasp ettiklerini düşünüyordu.373

Bunu, Nefsu’z-Zekiyye’nin halife Mansur’a

yazdığı mektupta, Vasi ve imam olan Hz. Ali’nin çocukları sağ iken kendisinin

varis olamayacağını, dolayısı ile hilafetin kendi hakları olduğunu söylemesinde

görebiliyoruz.374

Nefsu’z-Zekiyye’nin neden isyan etmek için bu zamanı

seçtiği ile ilgili tarihçiler farklı düşünmektedir. Taberi ve Ebu’l-Ferec’e göre,

Medine valisi Riyâh’ın, kardeşi Mûsa b. Abdullah’ı bir komplo ile öldürmeye

çalışmasından dolayı isyan etmiştir.375

Ayrıca Muhammed’in yakın çevresinin,

ona isyanı açığa çıkartması için baskı yaptığını da kaydetmektedirler.376

Ezdî,

isyan hareketini Nefsu’z-Zekiyye’nin babasının ölümüne bağlamaktadır.377

Mes’udî ise, akrabalarının öldürülmesininden dolayı isyan ettiğini

belirtmektedir.378

Bu arada Mansur’un izlediği kurnaz strateji sayesinde, Nefsu’z-Zekiyye

hazırlıklarını tamamlayamadan isyanını ilan etmiştir. Mansur, komutanlarının

ağzından Muhammed’e mektuplar yazarak, isyan etmesi durumunda kendisinin

safına geçeceklerini bildirmiştir.379

Muhammed, yüz yüze gelindiğinde bütün

komutanlar onun safına geçeceğini380

söyleyerek Mansur’un tuzağına farkında

olmadan düşmüştür.

Nefsu’z-Zekiyye, isyanı için Medine’yi seçmişti. Askerî bir alt yapısı

olmamasına rağmen bu şehri seçmesinde ki maksat, akrabalık ilişkileri ve ona

373

İbrahim Hasan, İslam Tarihi, II, s.427. 374

İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.152. 375

İsfehânî, Makâtil, s.224. 376

Taberî, Târîh, VII, s.553; Zehebî, Tarih, VI, s.214. 377

el-Ezdî, Tarihu’l-Mevsıl, s.181. 378

Mes’udi, Muruc, III, s.306. 379

Taberî, Târîh, VII, s.559. 380

İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.148; Zorlu, Abbasilere Yönelik, Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.236.

86

gönül vermiş kişilerin çok olmasından kaynaklandığını söyleye biliriz.381

Ancak Nefsu’z-Zekiyye’nin bu tercihi, isyan hareketinin başarısızlığa

uğramasında ki en önemli etkenlerden biri olduğu düşüncesini taşımaktayız.

Çünkü Medine, o dönemlerde dinî, ilmi ve kültürel bir merkez idi. Hz. Ali’nin

başkenti Kûfe’ye taşımasıyla birlikte bu şehir, siyasî ve askerî özelliklerini

yitirmiştir. Nitekim Abdullah b. Zübeyr gibi Medine merkezli isyanların

başarısız olmalarının sebebi de bu idi.382

Kanaatimizce, isyan hareketinin başarısız olmasının diğer bir etkeni de,

Nefsu’z-Zekiyye’nin savaştan önce yaptı konuşmadır. Onlar sayıca bizden

fazladır, isteyen gidebilir isteyen kalabilir, şeklinde ki açıklamalar, azimsiz ve

kararsız bir lider portesi çizmektedir. Davasından bıkmış ve usanmış bir hava

veren bu konuşma, hiç şüphesiz bu sonucu doğurur. Bir lider olarak siz,

davanıza sımsıkı sarılmazsanız, etrafınızdakilerin nezdinde inandırıcılığınızı

kaybedersiniz.

3.2.2.İbrahim b. Abdullah İsyanı

Nefsu’z-Zekiyye’nin kardeşi olan İbrahim b. Abdullah, abisi gibi âlim,

şair ve cesur biri idi.383

İbrahim, abisinin başlatmış olduğu isyan hareketinin

hem davetçisi,384

hem de veliahdı385

idi. O, davetin merkezi olarak Basra’yı

seçmişti.386

Aslında Basra, isyan etmek için Medine’den uygun bir yerdi.

381

Taberî, Târîh, VII, s.558. 382

Muhammed Takî el-Medresî, et-Târîhu’l-İslâmî: Durûs ve ‘Iber, Beyrut 1984, s.199. 383

İsfehânî, Makâtil, s.315-316. 384

İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.94. 385

İbn Abdirabbih, ‘Ikdu’l-Ferid, V, s.336. 386

İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.93.

87

Önemli bir ticaret merkezi olan Basra, aynı zamanda bir askerî üs olarak

kurulmuştur.387

Nefsu’z-Zekiyye ve kardeşi İbrahim, aslında biri Medine’de biri de

Basra’da olmak üzere aynı zamanda ayaklanmaya başlayacaklardı.388

Ancak

İbrahim, Nefsu’z-Zekiyye’den iki ay sonra389

isyan bayrağını çekmiştir. Eğer

ikisi de aynı anda isyan etselerdi, belki sonuç çok farklı olabilirdi. Peki,

İbrahim neden daha sonra isyan etmiştir? Kaynaklarda üç farklı rivayet vardır.

Birincisi, Muhammed’in hareket alanı gittikçe daraldığı için isyana karar

vermiştir. Buna binaen İbrahim’den ayrı hareket ederek, vaktinden önce isyan

etmiştir. Yani Mansur’un baskı politikaları, Nefsu’z-Zekiyye’yi erken

davranmasına sebep olmuştu.390

İkincisi, İbrahim, yakalandığı geçici bir

hastalığı sebebiyle isyan etmekte gecikmişti.391

Üçüncüsü, İbrahim Basra’ya

geldikten sonra, Behkene bt. Ömer b. Seleme adlı biri ile evleniyor. Eşi şık

elbiselerle yanına gelerek ona cilve yapıyor. Bu şekilde onu yapacağı işlerden

alıkoyuyordu.392

Bize, bu rivayetlerin ilki daha makul gelmektedir. Çünkü

Mansur’un sürekli Nefsu’z-Zekiyye’yi sıkıştırdığını ve onun isyanı

planlamadığı bir vakitte başlatmasını istiyordu. İkinci rivayette geçişi

hastalığın ağabeyinden geç hareket etmesine bir engel değildi. Neticede

güvendiği birçok komutan ve askeri vardı, onun bir emriyle hemen hareket

edebilecek. Son rivayette eşinin onu alıkoyması mantıklı gelmemektedir. Eğer

gerçekten böyle bir şey söz konusu olmuş olsaydı hem ağabeyi Nefsu’z-

387

Ömer, el-’Abbâsiyyûne’l-Evâil, Beyrut 1930, s.204-205. 388

İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.85. 389

Ya’kubi, Tarih, I, s.377. 390

Taberî, Târîh, VII, s.552. 391

İbnu’z-Cevzi, el-Muntazam, VIII, s.63. 392

Taberî, Târîh, VII, s.641; Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.264.

88

Zekiyye’den hem de etrafında ki komutanlarından uyarılar alırdı. Netice olarak

şunu diyebiliriz ki isyan hareketini önce başlatan İbrahim değil, Nefsu’z-

Zekiyye’dir.

İbrahim, Nefsu’z-Zekiyye ölmeden önce onun adına biat alırken, o

öldükten sonra artık kendi adına biat almaya başlamıştır.393

Kısa bir sürede dört

bin taraftar bulan İbrahim, bir grup adamıyla birlikte vali konağına gider ve

vali Sufyan b. Muaviye’yi tutuklattırır. Bunu duyan 600 kişilik Abbasi taraftarı

bir grup vali konağına hareket eder. Ancak, İbrahim’in askeri birlikleri onları

mağlup etmiştir394

ki bu aynı zamanda İbrahim’in ilk zaferi olmuştur. Basra’da

kontrolü ele geçiren İbrahim, hazinede ki iki milyon, diğer bir rivayete göre

600 bin dirheme395

el koymuş ve bu sayede hem ekonomik, hem de askeri bir

güce ulaşmış oldu.

İsyan hareketini daha da genişletmek için diğer şehirleri de ele

geçirmek istiyordu. Bunun için Ahvâz’a Muğire b. Fez’i, Fars’a Amr b.

Şeddâd’ı ve Vâsıt’a Harun b. Sa’d el-Iclî’yi göndererek oraları ele geçirdi. Bu

sayede İbrahim yüz bin kişilik396

devasa orduya sahip oldu. Bu rakam

Mansur’u ciddi anlamda sıkıntıya sokabilecekti ve bunu da kendisi çok iyi

biliyordu. Çünkü bir keresinde ordusunu devletin diğer yerlerine dağıttığını ve

yanında az kişinin kaldığını söylemişti ve eğer bu sıkıntıyı atlatırsa yanından

otuz bin kişilik bir birliği eksik etmeyeceğini belirtmişti.397

Mansur’un sabırlı

393

İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.94. 394

İbnu’l-Esîr, el-Kamil, V, s.170. 395

İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.94. 396

Taberî, Târîh, VII, s.643; Ya’kûbî bu sayıyı 60 bin olarak vermektedir, bunun için bkz. Yakûbî,

Tarih, II, s.377. 397

İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.95; Zehebî, Tarih, 38-39.

89

ve soğukkanlı oluşu398

onun için çok büyük bir avantajdı. Paniğe kapılmadan

hareket eden Mansur, kısa bir süre sonra kaybettiği şehirleri tekrar ele

geçirmeyi başardı.

İbrahim, 1 Zilkade 145/ 21 Ocak 763 Cuma günü yüz bin kişilik

ordusuyla Kûfe’ye doğru yola çıktı.399

Kûfe’ye 90 km mesafede olan

Bâhamrâ400

mevkiine karargâhını kurdu. Buna karşılık İsa b. Mûsa’da

İbrahim’in yakınına karargâhını kurdu. Bu iki ordu 25 Zilkade 145/ 14 Şubat

763 karşı karşıya geldiler. İbrahim’in ordusu önce İsa b. Musa’nın ordusuna

üstünlük sağlarken, beklenmedik bir anda arkalarından gelen diğer Mansur

güçleri onları iki arada bırakarak feci şekilde can vermelerine ve neticede

İbrahim b. Abdullah’ın savaşı kaybetmesine sebep olmuştur. Öldürüldüğünde

kırk sekiz yaşında olan İbrahim401

Bâhamrâ’ya defnedildi.

Savaşı kazanan Mansur, Kûfe’lilere çok sert ve tehditlerle dolu bir

hutbe okudu.402

Bu hutbe Kûfe’liler üzerinde ciddi bir etki bıraktı ve şehirde

sükûnet sağlanmış oldu. İbrahim’in merkez konumunda ki Basra ise, bunun

bedelini daha ağır bir şekilde ödedi. Basra’ya yeni atanan vali Muhammed b.

Süleyman, birçok kişiyi tutuklatıp öldürmüş, kimilerini hapise attırmış,

kimilerini ise evlerini ve hurma bahçelerini yaktırmıştır.403

3.3.ALİOĞULLARININ PASİF MUHALEFET KANADI:

HÜSEYİNOĞULLARI

Abbasi devletinin kurulduğu yıllarda, Hz. Hüseyin’in soyundan birinin

imam olarak tanınması, oldukça umumileşmişti. Ancak, Hz. Hüseyin’den sonra

398

Zorlu, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, s.252. 399

Yakûbî, Tarih, II, s.377. 400

M. Streck, “Bâhamrâ”, İA (MEB), II, Eskişehir 1997, s.221. 401

Taberî, Târîh, VII, s.647. 402

Hutbenin tam metni için bkz. Belâzurî, Ensâb, III, s.269. 403

Ali Zarîf el-A’zamî, Muhtasar Târîhi Basra, Bağdat 1927, s.64-65.

90

gelen imamların hiç biri, onun gibi aktif muhalefeti benimsememişlerdir.

Bunun nedeni belki de Kerbela olayıydı denebilir.404

Ancak, yukarıda uzunca

anlattığımız Zeyd b. Ali hariç. Zeyd on iki imamdan biri olarak

zikredilmemektedir, ancak o, dedesi Hz. Hüseyin gibi imam olduğu iddiasında

bulunmuş ve aktif bir muhalefet anlayışını takip etmiştir.

Nitekim Hz. Hüseyin’den sonra imam olarak kabul edilen Ali Zeyne’l-

Abidin (95/713), Muhammed el-Bakır (114/733), Cafer es-Sadık (148/765),

Musa el-Kazım (183/799) ve Ali er-Rıza’dan (203/818) hiç biri ciddi anlamda

siyasete bulaşmamıştır.405

İlerleyen asırlarda en büyük Şiî mezhebi olacak olan

İmamiyye Şia’sı, bu dönemde en pasifiydi.406

Burada sadece ilk sekiz imamı

pasif muhalefet kanadında zikretmemiz, diğer dört imamın aktif muhalefet

ettikleri anlamına gelmez. Tam aksine, onlarda pasif muhalefeti tercih

etmişlerdir. Ancak biz tezimizi hicri ikinci asırla sınırlı tuttuğumuz için, Ali er-

Rıza’dan sonrasına değinmeyi uygun görmedik.

3.3.1. Ca’fer es-Sadık

Ca’fer b. Muhammed es-Sadık, Muhammed Bakır (114/733)’ın en

büyük oğlu olup 80/699-700’de Rebiulevvel ayının on yedinci gününde

Medine’de doğmuştur.407

Sözlerinin doğruluğundan ve yalan söz

söylemediğinden dolayı kendisine Sadık lakabı verilmiştir.408

404

Metin Bozan, İmâmiyye’nin İmâmet Nazariyesinin Teşekkül Süreci, İSAM Yayınları, İstanbul

2009, s.62. 405

Fığlalı, İmamiyye Şiası s.167. 406

Etan Kohlberg, “Şiî Hadis”, çev. M. Ali Büyükkara, EKEV Akademi Dergisi, c. 2, sy. 2, Mayıs

2000, s.48. 407

Taberî, Târîh, V, s.138; İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, I, s.327. 408

İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, I, s.185; Bu lakabın Halife Mansur tarafından verildiğine dair

rivayetler için bkz. İsfehânî, Mekâtil, s.256.

91

Babası Muhammed Bakır’ın yanında yirmi üç yıl kalan Ca’fer es-Sadık,

babası öldüğünde 37 yaşlarında idi.409

Ca’fer es-Sadık babası gibi geniş bilgi

sahibiydi. Şehristanî onu şöyle anlatmaktadır: “Onun dini ve kültürel bilgisi

ileri seviyede olup, dünyada takva sahibi ve şehvanî arzulardan tamamen

kaçınırdı...”410

Malik b. Enes onun öğrencisi olmuş, Ebu Hanife’de onunla aynı

ilim meclislerinde bulunmuştur.411

Şia’ya göre, Şiî hukukun ve teolojisinin

gelişiminde en önemli kişilerden biri Ca’fer es-Sadık’tır.412

Ca’fer es-Sadık kendini siyasetten tamamen soyutlamıştır.413

Ca’fer

hayatının büyük bir bölümünü Emeviler döneminde, son 16 yılını ise Abbasiler

döneminde geçirmiştir.414

Onun yaşadığı dönemde vukuu bulan hiç bir isyana

katılmamış ve hiç bir isyana da destek vermemiştir.415

Yani bir “hareketsiz

liderlik”416

portresi çizmiştir.

Halife Hişâm, kendi döneminde ki insanların hiç bir isyana

katılmamalarını istemiştir.417

Ancak hiç bir yerde Ca’fer es-Sadık’ın ismi

409

Ebû Ca’fer Muhammed b. Ya’kûb er-Râzî el-Kuleyni, el-Usûl mine’l-Kâfi, Beyrut 1401, I,

s.193. 410

Şehristanî, el-Milel ve’n-Nihal, I, s.166. 411

İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, I, s.105; Ca’fer es-Sadık ve Ebu Hanife aynı dönemde ve yakın

muhitlerde yaşamış iki büyük alimdir. İlmi anlamdaki ilişkileri hoca talebe ilişkisi olarak değil de,

çağdaş iki alim ilişkisi olarak görmek lazım. Ca’fer es-Sadık’ın, Ebu Hanife’ye "Irak Fakihi"

ünvanıyla hitap etmiş ve ona karşı bir alim muamelesinde bulunması buna somut bir örnektir. Ebu

Hanife ve Ca’fer es-Sadık arasındaki ilişki için bkz. Atalan, Cafer-i Sadık, TDV. Yay., III. Baskı,

Ankara 2013, s.57-61. 412

el-Kuleyni, Kâfi, I, s.51-53. 413

Ahmed b. Abdillah b. Ahmed b. İshâk b. Mûsa Ebu Nuaym el-İsfehânî (430/1038), Hilyetu’l-

Evliyâ’ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, Mısır 1932-1938, III, s.194. 414

Ca’fer es-Sadık, Emevi halifeleri Hişam b. Abdilmelik (105-125/724-743), Velid b. Yezid

(125-126/743-744), Yezid b. Velid (126/744), İbrahim b. Velid (126-127/744) ve Mervan b.

Muhammed (127-132/744-749) ile Abbasi halifeleri Ebu’l-Abbas es-Saffah (132-136/749-754) ve

Ebu Cafer el-Mansur (136-158/754-775) dönemlerinde yaşamıştır. 415

Ca’fer es-Sadık döneminde Beyân b. Sem’ân, Muğire b. Saîd, Zeyd b. Ali ve oğlu Yahya b.

Zeyd ve Muhammed b. Abdullah en-Nefsu’z-Zekiyye ve kardeşi İbrahim b. Abdullah gibi Şiî

karakterli isyanlar vukuu bulmuştur. 416

I.K..A. Howard, “Şi’î Kelâm Edebiyâtı”, çev. Mehmed Ali Büyükkara, Kur’an Mesajı İlmî

Araştırmalar Dergisi, XXII (1999), s.208. 417

Ebû Osman ‘Amr b. Bahr el-Cahız (255/868), el-Beyân ve’t-Tebyîn, thk. Abdusselâm

Muhammed Hârûn, Kahire 1975, I, s.311-312.

92

geçmemektedir. Bu bilgi bize Ca’fer es-Sadık’ın aktif muhalefet edenlerin

tarafında olmadığını açıkça göstermektedir.

Siyasetten uzak duran Ca’fer es-Sadık’ı Halife Mansur bir gün Irak’a

çağırır. Ca’fer mazeret bildirerek bu davete icabet etmez. Ancak Halife Mansur

mazereti kabul etmez. Bunun üzerine Ca’fer es-Sadık Mansur’a şöyle demiştir:

“Ben babamdan, o da babasından, o da dedesi Resulullah’dan duyduğuna göre

“Resulullah, kim ki rızık talep etmek için yola çıkarsa Allah onu rızıklandırır,

kim ki ailesinin yanında kalmak isterse onunda ömrünü uzatır”. Mansur’da,

“ben bunu Resulullah’dan gelen hak bir söz olarak kabul ettim. Allah’ı da şahit

tuttum”, şeklinde cevap vermiş ve Ca’fer’in Medine’de kalmasına müsaade

etmiştir.418

Nefsu’z-Zekiyye öldürüldükten sonra, Halife Mansur Ca’fer es-Sadık’ı

bir kez daha huzuruna çağırır. Bu davet Ca’fer’i korkutur. Ancak Ca’fer’in

korktuğu başına gelmez. Halife onu son derece güzel ağırlar ve ikramlarda

bulunarak geri gönderir. Ca’fer’e Nefsu’z-Zekiyye isyanı sorulunca, o şu ayet

ile cevap verir: “Andolsun, eğer onlar çıkarılsalar, onlarla beraber çıkmazlar;

savaşa tutuşmuş olsalar onlara yardım etmezler, yardım etseler bile arkalarını

dönüp kaçarlar, sonra kendilerine de yardım edilmez”.419

Bu cevap Halife

Mansur’u memnun etmiş ve Ca’fer es-Sadık hakkında ki şüphelerinin

azalmasına sebep olmuştur.420

418

İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, II, s. 112. 419

59/Haşr, 12. 420

İbn Hallikan, Vefayatu’l-Ayan, II, s.112.

93

Ca’fer es-Sadık’ın bu tutumu, yani siyasetin dışında kalması ve mevcut

iktidarla ters düşmemeye özen göstermesi, Abbasilerin kendisine iyi

davranmasına sebep olmuştur.421

3.3.2. Musa Kâzım

7 Safer 128/ 8 Kasım 745 veya 17 Safer 128/ 18 Kasım 745’de Ebvâ’da

dünyaya gelmiş422

olan Musa Kâzım, Halife Mansur ile arasında ciddi bir sorun

geçtiğine dair kanyaklarda geçmemektedir.423

Mansur’un 158/775 yılında vefat

etmesi üzerine tahta geçen oğlu Mehdi, zındıklarla mücadelede Musa Kâzım’ı

hapsettirir. Muhtemelen Mehdi’nin zihnindeki zındık kelimesinin karşılığı tüm

siyasi rakipleriydi.424

Ancak, yaptığı bu hareketten dolayı pişman olan Mehdi,

kısa bir süre sonra Musa Kâzım’ı serbest bırakır.425

Muhammed Mehdî b. Mansur halifeliğinin ilk yıllarında, babasının Ali

oğullarına karşı güttüğü sert politikayı takip etmemiş ve onlara karşı ılımlı bir

siyaset izlemiştir. Yani, adeta Alioğulları ile bir uzlaşma çabası içerisindeydi.

Halifeliğin ilk yıllarında genel af ilan edip, siyasî sebeplerden dolayı hapiste

bulunan Alioğulları serbest bırakılmış426

ve mallarına el konanların malları geri

iade edilmiştir.427

Yine hilafetin ilk yıllarında, hac vazifesini yerine getirmek

için gittiği Mekke ve Medine’ye bol ikramda ve bağışlarda bulunmuştur.

421

el-Ezdî, Tarihu’l Mavsil, s.183. Ayrıca bkz. Muhammed Âbid el-Câbirî, Arap-İslam Aklının

Oluşumu, çev. İbrahim Akbaba, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2000, s.236. 422

Kuleyni, el-Kâfî fî ‘İlmi’d-Dîn, I, s.476. 423

M. Ali Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, MÜİFV Yayınları, s.128. 424

Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, s.136. 425

Serbest bırakmasıyla ilgili kaynaklarda iki farklı rivayet vardır. Bunlardan biri: Namazda “Geri

dönerseniz, yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabağlık bağlarını kesmeye dönüş olmaz

mısınız?”, (47/Muhammed, 22) ayetini okur, duygulanır ve Musa Kâzım’ın serbest bırakılmasını

emreder. Bunun için bkz. Taberî, Târîh, III, s.533; diğer bir rivayete göre ise Mehdi, rüyasıdna Hz.

Ali’yi görür. Hz. Ali, Musa Kâzım’a iyi davranmadığı için onu azarlar. Rüyanın etkisidne kalan

Mehdi, derhal Musa Kâzım’ı serbest bırakır. Bunun için bkz. İbn Kesir, el-Bidaye, X, s.183. 426

Taberî, Târîh, VIII, s.117. 427

Taberî, Târîh, VIII, s.112.

94

Bilindiği gibi bu şehirlerde Alioğullarının ciddi bir nüfusu vardı.428

Ayrıca

Alioğullarından birçok kişiyi düzenli bir maaşa bağlamıştır.429

Halife Mehdî, sırasıyla Hz. Ali- Muhammed b. Ali el-Hanefiyye- Ebû

Hâşim- Muhammed b. Ali’den kendisine kadar geldiği iddia edilen imamet

silsilesini iptal edip yerine, Hz. Peygamber- Hz. Abbas- oğlu Abdullah- oğlu

Ali’den bilinen sırasıyla kendisine kadar gelen bir silsile yerleştirmiştir.430

Bu

iddiayı resmi olarak ilk defa Mehdî açıklamıştır.431

Burada dikkatimizi çeken

husus şudur; halife Mehdi’nin Alioğullarına karşı güttüğü ılımlı siyaset, onu

hilafetin kendi hakları olduğu fikrinden alı koymadı. Yani Mehdi, hilafetin

başından beri kendi hakları olduğunu düşünüyor ve bu şekilde de hareket

ediyordu.

Harun Reşid zamanında 179/795’de tutuklanan432

Musa Kâzım,433

5

Recep 183/12 Ağustos 799’yılında vefat eder.434

Musa Kazım döneminde vukuu bulan Hasani isyanlar şunlardır:

Hüseyin b. Ali b. Hasan b. Hasan b. Hasan b. Ali (Sahibu’l-Fah) isyanı435

ve

Yahya b. Abdullah b. Hasan b. Hasan isyanı.436

Hüseyin b. Ali isyanı Mekke

ve Medine civarlarında vukuu bulmuş bir isyandır. Muhammed en- Nefsu’z-

Zekiyye isyanından sonra Abbasilere karşı girişilen ikinci büyük Hasani

isyanıdır. Ayrıca ağır bir şekilde bastırılan bu isyan ikinci bir Kerbela olayı

olarak da anılmıştır. Halife Mehdi döneminde patlak veren bu isyan dokuz ay

428

Taberî, Târîh, VIII, s.133. 429

Ya’kubi, Tarihu’l-Yakubi, III, s.142. 430

Ahbârü’d-Devleti’l-Abbâsiyye, s.165. 431

Büyükkara, İmamet Mücadelesi ve Hâşimoğulları, s.37. 432

Tutuklanmasıyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, s.150-185. 433

İbnu’l-Esîr, el-Kamil, VI, s.112. 434

İbnu’z-Cevzi, el-Muntazam, IX, s.88. 435

Bu isyan için bkz. Mes’udi, Murucu’z-Zeheb, III, s.339-340. 436

Bu isyan için bkz. Taberî, Târîh, VIII, s.242.

95

civarında sürmüştür. Hüseyin b. Ali diğer Alioğulları gibi Abbasi zulmüne

karşı isyan etmiş ve sonu da onlar gibi olmuştur.437

İsyan eden bir diğer Hasani

ise Muhammed en- Nefsu’z-Zekiyye’nin diğer kardeşi Yahya b. Abdullah’dır.

O, Hüseyin b. Ali’nin isyanına iştirak etmiş ve kaçarak hayatını kurtarabilmişti.

Deylem’e yerleşen Yahya b. Abdullah, burada teşkilatlanmış ve halife Harun

Reşid döneminde Abbasilere karşı ayaklanmıştır. Uzun uğraşlar sonucunda

Harun Reşid, Yahya’ı isyan hareketinden vazgeçirdi ve Bağdat’a gelmesini

sağladı. Verdiği birçok sözde durmayan halife Harun Reşid, Yahya b.

Abdullah’ı hapse attırdı. Neticede de Yahya burada ölmüştür. Görüldüğü gibi

bu isyan diğerlerinden biraz farklı olarak bastırılmıştır. Diğerlerinden birçok

ölü ve maddi zarar varken, Yahya b. Abdullah da bunlar yoktu.438

Musa Kâzım, Abbasi iktidarına karşı vukuu bulan hiçbir isyan

hareketine katılmamış ve destek vermemiş439

olmasına rağmen, hapse440

düşmüştür. Ancak, bu bile onu Abbasilere karşı bir isyan etmeye teşvik

etmemiştir. Siyasete uzak olmasına rağmen, mevcut iktidarlar tarafından

sürekli bir tehdit olarak algılanmıştır.

Halife Mehdî’nin düzenli olarak Ali oğullarına bağladığı maaşa,

kendisinden sonra halife olan oğlu Musa el-Hâdî son verdi.441

437

Bu isyan hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Gülgün Uyar, Ehl-i Beyt İslam Tarihinde Ali-Fatıma

Evladı, MÜİF Yayınları, İstanbul 2008, s.281-292. 438

Bu isyan hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Gülgün Uyar, Ehl-i Beyt, MÜİF Yayınları, İstanbul

2008, s.297-303. 439

Krş. İsfehânî, Makatil, s.383. 440

Musa Kâzım’ın tutuklanmasıyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Büyükkara, Ehl-i Beyt ve Ehl-i

Devlet, s.150-185. 441

Ya’kubi, Tarihu’l-Yakubi, III, s.142.

96

3.3.3. Ali er-Rızâ

Ali er-Rıza 148/765 yılında dünyaya gelmiştir.442

Bazı rivayetlere göre

ise 153/770 yılında doğmuştur.443

Ali er-Rıza’da geleneği bozmamış ve kendinden önceki imamlar gibi

siyasetten uzak durmuştur. Ali er-Rıza döneminde vukuu bulan isyanlar

şunlardır. Muhammed b. İbrahim er-Ressî (et-Tabâtâbâ) isyanı.444

Ebu Seraya

adlı kişinin teşvikiyle ayaklanan ibn Tabataba birçok başarı elde etmiş ve bu

sayede gücü artmıştır. Ancak elde ettiği ganimetler yüzünden Ebu Seraya ile

arası açılmış ve Ebu Seraya onu zehirlemiştir. İsyan hareketini devralan Ebu

Seraya, Abbasi ordusuna karşı ayakta duramamış ve savaşı kaybetmiştir.445

Ali er-Rıza kendinden öncekiler gibi hiçbir isyana karışmamış ve

cemaatinden de hiç kimsenin bir isyana karışmasına müsaade etmemiştir.

Ancak yedinci Abbasi halifesi el-Me’mun (198-218/813-833) onu hilafete

veliahd tayin etmesi ile birlikte (201/816),446

artık siyaset sahnesinde isminden

söz edilmeye başlanır. Ayrıca halife Me’mun altın ve gümüş paraların üstüne,

“Mü’minlerin Emiri ve Halifesi el-Me’mun ve Müslümanların İmamı er-Rıza”

yazısını yazdırıp bastırmıştır.447

İmamiyye Şia’sına göre imamlar, dinin tamamlayıcısı448

ve özel sıfatlar

ile donatılmış kimselerdir.449

Bunlar hatadan ve günahtan münezzeh olup,

442

İbnu’l- Esîr, el-Kamil, VI, s.249. 443

Mes’udi, Muruc, III, s.441. 444

Bu isyan için bkz. Taberî, Târîh, VIII, s.528. 445

Bu isyan hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Gülgün Uyar, Ehl-i Beyt, MÜİFY, İstanbul 2008,

s.307-313. 446

Ya’kubi, Tarihu’l-Yakubi, III, s.183. 447

Canon Seli, Ithna Ashariyya (Madras, 1923), p.32’den Donaldson, The Shi’ite Religion, s.166;

Fığlalı, İmamiyye Şiası, s.174. 448

Muhammed b. Ali b. Hüseyin es-Sadûk (381/991), Uyûnu Ahbâr-ı Rızâ, Meşhed, 1413, s.427-

428. 449

Ebû Ca’fer Muhammed b. Hasan et-Tûsî, (460/1067), el-İktisâd fî mâ Yete’allaku bi’l-İtikâd,

Necef 1979, s.297. İmamet hakkında daha geniş bilgi için bkz. Onat, “Şiî İmamet Nazariyesi

97

insanların din ve dünya işlerini düzenlemek ve adaletle hükmetmekle

görevlendirilmiştir.450

Yani onlar insanları yönetmekle görevlendirilmiştir.

Ancak bütün bunlara rağmen iktidarı başka kişiler ele geçirmiş olabilir. Bu

durum karşısında imamlar açıktan veya gizli bir şekilde bunlara karşı mücadele

etmek zorundadır. Şimdi bu inanca bakıldığında Ali er-Rıza’nın Halife

Me’mun’a karşı mücadele etmesi gerekirdi. Çünkü İmamiyye’ye göre halifelik

onun hakkı idi. Ancak Ali er-Rıza, halifeye karşı bir girişimde bulunmamış,

tam aksine halifenin velahtı olmuştur.451

Bu tablodan, genel olarak halifelik

tartışmalarının, özelde ise Abbasoğulları ve Alioğullarının hilafet

mücadelesinin dini bir boyut olmaktan ziya siyasi bir tartışma olduğunu

anlamaktayız.

Görüldüğü gibi Alioğullarının Hüseyni kolundan olan ve sonradan On

iki imam olarak karşımıza çıkan Ca’fer es-Sadık, Musa Kazım ve Ali er-Rıza

hiçbir şekilde aktif muhalefeti uygun bulmamışlardır. Yaşadıkları tüm

olumsuzluklara rağmen isyan etmekten uzak durmuşlardır. Belki böyle yaparak

dönemin iktidarlarını bütün Alioğullarını topyekûn bir rakip olarak görebilir ve

hepsini sıkıntıya sokabilirlerdi. Belki bu tutumları, yani pasif muhalefet etmeli

iktidarı çok da hırslandırmamalarına sebep olmuş olabilir.

(Kuleynî, Kummî ve Tûsî Görüşleri Çerçevesinde)”, AÜİFD, XXXII (1992), s.89-110; a.mlf.

“İmâmet Risalesi”, AÜİFD, XXXV (1996), s.179-191. 450

Sadûk, Uyûnu Ahbâr-ı Rızâ, s.429. 451

Metin Bozan, “Ali er-Rıza’nın Veliahtlığı Meselesi (İmamiyye’nin İmamet Nazariyesine

Teorik-Pratik Açısından Eleştirel Bir Yaklaşım)”, Dinî Araştırmalar Dergisi, c. 7, sy.19, s.159-

160.

98

SONUÇ

İslam öncesi dönemde, köklü bir devlet geleneğinden yoksun Arap

yarımadasında kabilecilik anlayışı hakimdi; sosyal hayatta, belirleyici olan

gelenekler ve kabilecilikti. İslam yeni bir insan ve toplum anlayışı ile ortaya

çıktı. Hz. Peygamber, evrensel nitelik taşıyan yüksek İslami değerleri hayata

geçirmek için çaba sarf etti. Artık sosyal hayatta belirleyici olan liyakat oldu.

Ne var ki, toplumda kökleşmiş birtakım alışkanlıkları bütünüyle ortadan

kaldırmak her zaman mümkün olmamaktadır. Nitekim, Hz. Peygamber’in

vefatını müteakip, kabileciliğin tekrar ortaya çıkmaya başladığını görmekteyiz.

Hz. Peygamber’in vefatından sonra halifelik makamına oturan Ebubekir

de, Ömer de, Osman da Haşimoğullarından değildir. Hiç kuşkusuz

Haşimoğullarının halifelikle ilgili beklentileri mevcuttur. Ancak Hz. Ali’nin

hilafeti meselesinin Haşimoğullarının bir iç meselesi olduğunu unutmamak

gerekir. Hz. Peygamber’in vefatından sonraki gelişmeleri dikkatlice takip

ettiğimizde, toplumda Haşimoğullarına yönelik bir antipatinin de mevcut

olduğunu düşündürecek pek çok veri vardır. Hz. Ebu Bekir’in hilafete

gelişinde, onun ehliyeti kadar, kabileler arasındaki denge politikasının da

belirleyici olduğunu görmek mümkündür. Bu süreçte en çok dikkat çeken

husus, Hz. Peygamber’in naşı ortada dururken, Medinelilerin kendi içlerinden

birisini lider olarak belirlemek için toplanmış olmalarıdır. Bu tartışmaların

toplumsal zemini, Ensar-Muhacirun farkı olmuştur. Hz. Ebu Bekir’in hilafete

geliş biçimi, geleneksel tecrübeden yararlanılarak, bir siyasi lider arayışının

sonucu gerçekleşmiştir.

99

Hz. Ömer’in oluşturmuş olduğu hey’ette Ali ile Osman’ın karşı karşıya

gelmesi, kökleri İslam öncesi döneme uzanan Emevi- Haşimli çekişmesini

yeniden canlandırmıştır. Onun vefatı üzerine Hz. Ali hilafet makamına gelmiş,

fakat Müslümanların birliğini sağlayamamıştır. Şam’da Muaviye’nin baş

kaldırısı, hilafet tartışmalarının yeniden Emevi- Haşimi zeminine kaymasına

yol açmıştır. Hz. Ali’nin vefatından sonraki gelişmeler, Hz. Osman ile başlayan

Emevi iktidarının kökleşmesi s ağlamıştır.

Hz. Ali’nin vefatından sonra, bazı kimseler Hasan’ı halife olarak

tanımış ise de, ilk savaşta yalnız bırakılan Hasan, Muaviye’nin teklifini kabul

ederek, siyasi hayattan çekilmiştir. Muaviye’nin ölümünden sonra, Kufelilerin

ısrarlı talepleri Hüseyin’i Kufe’ye yönlendirmiştir. Hüseyin de Kerbela’da

hunharca kataledilmiştir. Kerbela hadisesinin zemini de, tarihi Emevi-Haşimi

çekişmesinini oluşturduğu bir zemindir.

Kerbela hadisesinden sonra, Haşimi muhalefetin önde gelen ismi

Muhammed b. El-Hanefiyye olmuştur. Özellikle Mevali arasında, muhalefetin

sembol ismi, Muhammed b. El-Hanefiyye’dir. Daha sonra onun oğlu Ebu

Haşim’in etrafından kümelenmeler olmuştur. Ebu Haşim de bu hakkı

Abbasilerden olan Muhammed b. Ali’ye devretmiştir. Ebu Haşim’in hilafeti

yanında yetişmiş olan ve kurmuş olduğu teşkilatı bilen Muhammed b. Ali’ye

devretmesi tabiidir. Ancak onun bu tercihinde “Abbasi” olguyu hesaba

katmadığını düşünmekteyiz. Gerçekten de davetin sessiz hazırlık döneminde

uyguladığı başarılı politikalarla zorlu kısmın aşılmasında büyük rolü olan

Muhammed b. Ali’nin “Abbasi” yönünün açığa çıkması, oldukça geç bir

zamana rastlamaktadır. Emevilere karşı birlikte hareket eden bu iki kabile,

100

“Hz. Muhammed’in ailesinden razı olunacak kişi” sloganı altında hareket

ettiler. Bu süreci yöneten Abbasilerin gerçek niyetini ilk halife Ebu’l-Abbas’ın

yaptığı ilk hutbede görmekteyiz. Siyasi bir altyapısı olmayan, siyasetin

inceliklerini henüz kavramamış olan Alioğulları yeniden mağdur duruma

düşmüşlerdir. Bu dönem, yani Abbasilerin iktidara gelmesi, Alioğulları ile olan

ilişkileri açısından önemlidir. Çünkü bu tarihten sonra bu iki kabile bir

mücadelenin içine girmişlerdir. Onurlarıyla oynandığını anlayan

Alioğulları’nın yeni düşmanı artık Abbasilerdi.

Abbasilerin kendilerine alternatif olabilecek bütün kişi ve hareketleri,

özellikle de Ali evladını çok yakından takip ettiklerini görmekteyiz. Nitekim

Zeyd b. Ali ve Abdullah b. Muaviye’nin ayaklanmalarında, yakınlarında bir

Abbasi’nin oluşu dikkate değerdir. Bunda, bu hareketlerin gidişatının kontrol

altına alınma çabası rahatlıkla görülebilir. Zeyd b. Ali örneğinde, imam

Muhammed’in kardeşi Davud b. Ali’nin Zeyd’i ayaklanmadan vazgeçirme

çabasına şahit olurken, Abdullah b. Muaviye örneğinde, aralarında oğlu

Mansur ve yeğeni İsa da olmak üzere bir grup Abbasi’nin Abdullah’a destek

verdiğini görmekteyiz. Böyle ikili bir tavır, şüphesiz hareketlerin mahiyeti

itibariyle farklı olmasından kaynaklanıyordu. Zeyd ve Yahya’nın hareketleri,

henüz Abbasi hareketin çok güçlü olmadığı bir döneme rastlaması sebebiyle

teşkilatı dağıtabilecek bir potansiyele sahipti. Böyle bir ihtimalin farkında olan

Abbasiler için bu hareketin engellenmesinin lüzumu açıktır. Diğer yandan

Abdullah b. Muaviye’nin hareketi, Horasan’da kendisini alenen ortaya

koyabilecek bir güce erişmiş olan Abbasi daveti için ciddi bir tehlike olarak

görülmüyordu. İhtilali yapmaya hazırlanan Abbasiler için böyle bir harekete

101

destek vermek hem bu hareketten gelecek zararı bertaraf etmek, hem de

Emeviler’i zayıflatmak anlamı taşıyordu.

İhtilalin başlamasından kısa bir süre sonra İbrahim b. Ali’nin yakalanıp

öldürülmesi, başarıya giden bir hareketi son aşamasında başarısız bırakmış ve

davetin güçlü isimlerini karşı karşıya getirmiştir. Bunlardan Kufe’nin baş

sorumlusu Ebu Seleme, Kufe’ye kaçan Abbasi ailesini saklayarak, hilafeti

zamanın önde gelen Alioğullarına teklif etmiştir. Ancak olumsuz bir cevap

almış ve bu hareketi hayatına mal olmuştur. Ebu Seleme’nin bunu yapmaktaki

maksadı Ali evladını hilafete en ehil kimseler olarak görmesinden

kaynaklanıyordu. Davetin diğer güçlü ismi olan ve Horasan’dan gelen ordunun

komutanlığını yapan Ebu Müslim ise, tavrını Abbasoğulları lehine koymuş ve

adamlarının çabaları sayesinde saklandığı yeri tespit edilen İbrahim b. Ali’nin

kardeşi Ebu’l- Abbas’ı yeni devletin halifesi sıfatıyla biat edilmiştir.

İhtilal sonrası Ali evladının hayal kırıklığı, ilk Abbasi halifesi Ebu’l-

Abbas’ın izlediği ılımlı politika sayesinde yumuşamıştır. Ancak ikinci halife

Mansur’un sert politikası bir infiale sebep olmuş ve bu infial

Hasanoğullarından olan Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye ve kardeşi İbrahim’in

isyanları şeklinde tezahür etmiştir. Buna karşılık olarak Hüseyinoğulları pasif

mücadele yöntemini izlemişlerdir. Abbasilere karşı yapılan hiçbir isyana destek

vermemişlerdir. Başarısız olan Alioğulları isyanları sonucunda Ali evladı

taraftarlığının kendine has bir inanç sistemi oluşturma yoluna girdiğini

söylemek mümkündür.

102

KAYNAKÇA

Ahbaru’d-Devleti’l-Abbasiyye, Yazarı meçhul (hicri 3. asır), thk.

Abdulaziz ed-Dûrî ve Abdulcebbâr el-Muttalibî, Beyrut 1971

Ahmet, Mümtaz, İslamî Siyaset Teorisi ve Sorunları, çev. Halim

Sırçancı, İstanbul 1997

Akbulut, Ahmet, “Hariciliğin Siyasi Görüşlerinin İtikadileşmesi”,

AÜİFD, XXXI, s.331-348

Akyüz, Vecdi, Hilafetin Saltanata Dönüşmesi, İstanbul 1991

Ali Haydar Emin Efendi, Düreru’l-Hukkam, Şerhi Mecelletu’l-Ahkâm,

İstanbul 1330

Apak, Adem, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, Ensar Yayınları, I-IV,

İstanbul 2013

Apak, Adem, Anahatlarıyla İslam Tarihi II, Ensar Yayınları, İstanbul

2012

Atalan, Mehmet, Şiîliğin Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es-Sâdık’ın

Yeri, Araştırma Yayınları, Ankara 2005.

----------, Cafer-i Sadık, TDV. Yay., III. Baskı, Ankara 2013.

----------, Türk Kültüründe Muhammed Hanefi Cenknâmeleri, Tarih

Bilincinde Buluşanlar Derneği Yayınları, İstanbul 2011.

----------, “Abbasi Daveti Sürecinde Er-Rizâ Min Âl-i Muhammed

Söylemi”, İslami Araştırmalar Dergisi, cilt XVIII (2005), sayı II, s.183-191.

----------, “Abbasi Daveti Sürecinde Ammâr b. Yezid”, Dini

Araştırmalar, cilt 8, sy. 22, s.287-296.

103

----------, “Alioğullarının İç Çekişmesi”, FÜİFD (2009), Cilt 14, Sayı 2,

s.63-76.

----------, “Bir Muahalefet İttifakı –Abdullah b. Mu’âviye (129/746-7)

Hareketi-”, DEÜİFD, XXIII 2006, s.41-63.

----------, Atalan, “Hz. Muhammed’in Vefatından Sonraki Hilafet

Tartışmaları”, FÜİFD, c. IX, sy. II (2004), s.55-68.

Atay, Hüseyin, Ehl-i Sünnet ve Şîa, Ankara Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi Yayınları, Ankara 1983.

Atvan, Hüseyin, ed-Da’vetu’l-Abbâsiyye, Mebâdi’ ve Esâlîb, Beyrut trz.

Ateş, Ahmet, “Asabiyet”, MEBİA, Cilt I, s.663-664

Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebî Süfyan, Ankara

Okulu Yayınları, Ankara 2010.

el-A’zamî, Ali Zarîf, Muhtasar Târîhi Basra, Bağdat 1927.

Azimli, Mehmet, Halifelik Tarihine Giriş Başlangıçtan IX. Asra Kadar,

Çizgi Yayınları, Konya 2012.

el-Bağdâdî, Abdülkahir ibn Tahir ibn Muhammed (429/1037),

Mezhepler Arasındaki Farklar, çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Türkiye Diyanet Vakfı

Yayınları, Ankara 2011

el-Bağdâdî, Ebû Bekr Ahmed b. Ali el-Hatîb (463/1071), Târîhu

Bağdâd (Medînetu’s-Selâm), Beyrut 2001, I-XVII

Barthold, W., “Ebû Müslim”, MEBİA, IV, Eskişehir 1997, s.39-41

el-Belâzurî, Ahmed b. Yahyâ b. Cebir (279/892), Ensâbu’l-Eşrâf, I. Cilt

thk. Muhammed Hamidullah, trz.; II, III, IV ve V Ciltler thk. Süheyl Zekkâr ve

Riyad Ziriklî, Beyrut 1996

104

Bozan, Metin, İmâmiyye’nin İmâmet Nazariyesinin Teşekkül Süreci,

İSAM Yayınları, İstanbul 2009

----------, “Ali er-Rıza’nın Veliahtlığı Meselesi (İmamiyye’nin İmamet

Nazariyesine Teorik-Pratik Açısından Eleştirel Bir Yaklaşım)”, Dinî

Araştırmalar Dergisi, Cilt 7, Sayı 19, s.159-171

Bozkurt, Nahide, Oluşum Sürecinde Abbasî İhtilali, Ankara Okulu

Yayınları, Ankara 2000

----------, “Alioğullarının Siyasal İktidar İstencinde -Abbasiler Dönemi-

İlk Mücadelesi: Muhammed en-Nefsu’z-Zekiyye’nin İsyanı”, Dinî Araştırmalar

Dergisi, Cilt V, Sayı XIII, s.107-118

----------, “Abbasilerde İktidarın Meşruiyeti Üzerine Bir Analiz”,

İslamiyat (2000), cilt III, sy.III, s.147-158

Brockelmann, Carl, Geschichte der Islamischen Völker und Staaten, R.

Oldenbourg Verlag, Münih ve Berlin 1943

el-Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail (256/870), Cami’u’s-

Sahîh, İstanbul 1981

Büyükkara, Mehmet Ali, İmamet Mücadelesi ve Hâşimoğulları, Rağbet

Yayınları, İstanbul 1999

----------, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Devlet, Marmara Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 2010

el-Câbirî, Muhammed Âbid, Arap-İslam Aklının Oluşumu, çev. İbrahim

Akbaba, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2000

el-Cahız, Ebû Osman ‘Amr b. Bahr (255/868), el-Beyân ve’t-Tebyîn,

thk. Abdusselâm Muhammed Hârûn, Kahire 1975, I-IV

105

Cevad Ali, Tarihu’l-Arab Kable’l-İslam, I-VIII, Bağdat 1950

Cihan, Sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla

İlgisi, Samsun 1997

Çeşitli Yönleriyle Kerbela, Editör Alim Yıldız, I-III, Asitan Yayınları,

Sivas 2010

Dalkılıç, Mehmet, Horasan’da İktidar Mücadeleleri (M.705-796),

EÜSBE, Kayseri 2009

Dalkıran, Sayın, “Muhammed b. Ali el-Hanefiyye ve Adına Oluşan

Fırkalar”, Dini Araştırmalar Dergisi, VII, s.19, Ankara 2004, s.139-158

Dâvûd, Nebîle Abdulmunim, Neş’etu’ş-Şîati’l-İmâmiyye, Beyrut 1986

ed-Dineverî, Ahmed b. Dâvûd Ebû Hanife (282/895), Ahbâru’t-Tival,

thk. Abdülminim Âmir ve Celâluddîn eş-Şeyyâl, Kahire 1960

Doğan, İsa, “Hicri I. ve II. Asırlarda Muhtelif Yönleriyle Abbasi

Hareketi”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (1996),

sy.VIII, s.34

Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İlmi Müşavir ve Redaktör

Hakkı Dursun Yıldız, I-XV, Çağ Yayınları, İstanbul 1992-1993

Donaldson, Dwight M., The Shi’ite Religion, Luzac & Company,

London 1933

ed-Dûrî, Abdulaziz, Îslâm İktisat Tarihine Giriş, çev. Sabri Orman,

İstanbul 1991

----------, İlk Dönem İslâm Tarihi, çev. Hayrettin Yücesoy, İstanbul

1991

----------, en-Nuzumu’l-İslâmiyye, Bağdad 1988

106

Ebu Ubeyde, Ma’mer b. Musennâ (209/824), Eyyamu’l-Arab Kable’l

İslam, tah. Âdil Casim el-Beyâtî, I-II, Beyrut 1987

Ebu Mihnef, Lût b. Yahya (150/767), Maktelu’l-Hüseyin, Bağdad 1977

Ebu Nuaym el-İsfehânî, Ahmed b. Abdillah b. Ahmed b. İshâk b. Mûsa

(430/1038), Hilyetu’l-Evliyâ’ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, Mısır 1932-1938, I-X

Ebu’l-Ferec el-İsfehânî, Ali b. Hüseyin b. Muhammed (356/967),

Mekâtilu’t-Tâlibiyyîn, thk. es-Seyyid Ahmed Sakr, Beyrut 1966

----------, Kitâbû’l- Eğani, thk. Ali Muhennâ ve Yûsuf Câbir, I-XXVII,

Beyrut 1995

el-Ekber, Ca’fer b. Harb en-Nâşi, Mesâilu’l-İmâme ve Muktetafât

mine’l-Kitâbi’l-Evsât fi’l-Makâlât, thk. Josef Van Ess, Beyrut 1971

Emîn, Ahmed, Mehdî ve’l-Mehdeviyye, Kahire 1951

el-Eş’arî, Ebu’l-Hasan Ali b. İsmâîl (330/941), Makâlatu’l-İslâmiyyîn

ve’l-İhtilâfu’l- Mûsâllîn, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, I-II, Beyrut

1990

el-Ezdî, Ebu Zekeriyya Yezid b. Muhammed b. İlyas b. Kasım

(334/945), Tarihu’l Mavsil, thk. Ali Habîbe, Kahire 1967

el-Ezrakî, Ebû’l-Velîd Muhammed b. Abdillah b. Muhammed b.

Ahmed (222/837), Ahbâru Mekke, I-II, Mekke 1352, 1357

Fığlalı, Ethem Ruhi, İmamiyye Şiası, Ağaç Kitabevi Yayınları, İstanbul

2008

----------, “İlk Şiî Olaylar”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi

Dergisi, Cilt XXVI (1983)

107

----------, “İslâm Tarihinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Dönemleri

(Mezhepler Tarihi Açısından Bir Tedkik)”, Ankara Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi Dergisi, XXVI (1983), s.353-370

----------, “Hüseyin”, DİA, Cilt XVIII, s.518-521

----------, “Mesih ve Mehdi İnancı Üzerine (Mezhepler Tarihi Açısından

Bir Bakış)”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, XXV (1981),

s.179-214

Gökalp, Yusuf, Zeydilik ve Yemen’de Yayılışı, AÜSBE, (Basılmamış

Doktora Tezi), Ankara

Goldziher, Ignaz, Muhammedanische Studien, Georg Olms Verlag, I-II,

Hildesheim- Zürich- New York 2004

Gölpınarlı, Abdülbâki, Tarih Boyunca İslâm Mezhepleri ve Şiîlik, Derin

Yayınları, İstanbul 2011

Hakyemez, Cemil, “Abbasî Devletine Yönelik Ali Oğulları Veya Şiî

Tehdidi”, AÜSBED (2007), c. IV, sy. I.

Hamidullah, Muhammed, İslâm Müesseselerine Giriş, çev. İhsan

Süreyya Sırma, Beyan Yayınları, İstanbul 2007.

Hatiboğlu, Mehmed Said, İslam’da İlk Siyasi Kavmiyetçilik- Hilafetin

Kureyşliliği, OTTO Yayınları, Ankara 2011

Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, çev. Salih Tuğ,

MÜİFVY, İstanbul 1995 I-IV, İstanbul 1995

Hizmetli, Sabri, “İtikadi İslam Mezheplerin Doğuşuna İçtimai

Hadiselerin Tesiri Üzerine Bir Deneme”, Ankara Üniversitesi İlâhiyat

Fakültesi Dergisi, XXVI (1983), s.653-680

108

Howard, I. K. A., “Şi’î Kelâm Edebiyâtı”, çev. Mehmed Ali

Büyükkara, Kur’an Mesajı İlmî Araştırmalar Dergisi, XXII (1999), s.206-226

Hudari Bek, Muhammed, Muhadaratü’t-Tarih’u-Ümemi’l-İslamiyye,

Beyrut 1986

İbn Abdirabbih, Ahmed b. Muhammed el-Endelûsî (327/939), el-

Ikdu’l-Ferîd, tah. Abdülmecid et-Terhînî, I-IX, Beyrut 1987

İbn Asâkir, Ebû’l-Kâsım Ali b. Hasan, Tehzîbu Târihi Dimeşki’l-Kebîr,

thk. A. Bedrân, Beyrut 1399/1979, VII,

İbn A’sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kûfî (314/926), Kitabu’l-Futuh,

I-VIII, Beyrut 1986

İbnu’l-Esîr, Ebû Hasan Ali b. Muhammed Abdulkerim (630/1233), el-

Kâmil fi’t-Târîh, thk. Ebû’l-Fidâ Abdullah Kâdi, I-X, Beyrut 1987

İbn Habib, Muhammed (245/859), Kitabu’l-Munammak fi Ahbari

Kureyş, thk. Hurşid Ahmed Farık, Haydarâbâod 1964

İbn Habîb, Muhammed (245/859), Esmau’l-Muğtâlîn Mine’l-Eşrâf fi’l-

Cahiliyye ve’l-İslâmiyye, thk. Abdusselâm Hârûn, Kahire 1973

İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XIV, Beyrut

1974

İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim İbn Kuteybe

(276/889), el-İmame ve’s-Siyase, tsh. Muhammed Mahmud er-Râfiî, I-II, Mısır

1904

İbn Ebi’l-Hadîd, Abdulhamîd Hibetullah b. Muhammed b. el-Hüseyin

(655/1257), Şerhu Nehci’l-Belâğa, I-VI, Beyrut 1957

109

İbn Haldun, Mukaddime, çev. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, I-II,

İstanbul 2012

İbn Hallikân, Ebu’l Abbas Şemseddin Ahmed b. Muhammed

(681/1282), Vefâyatu’l-A’yan ve enbâu enbâi’z-Zamân, thk. İhsan Abbas, I-

VIII, Beyrut 1978

İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdulmelik (218/833), es-Sîretu’n-

Nebeviyye, tah. Mustafa es-Sakkâ, I-II, Kahire 1955

İbn Manzûr, Ebu’l-Fazl Cemâluddin Muhammed b. Mükerrem el-

Ensâri (711/1311), Lisanu’l-Arab, I-XV, Beyrut 1955-1956

İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed (230/844), et-Tabakatü’l-Kübra, I-

VIII, Beyrut 1985

İbnu’l-Cevzi, Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (597/1200), el-

Muntazam fi Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, thk. Muhammed Abdulkâdir, Beyrut

1992

İbnu’l-Esîr, Ebû Hasan Ali b. Muhammed Abdulkerim (630/1233), el-

Kâmil fi’t-Târîh, thk. Ebû’l-Fidâ Abdullah Kâdi, I-X, Beyrut 1987

İbnu’t-Tiktakâ, Muhammed b. Ali b. Tabâtabâ (709/1309), el-Fahri fi

Adâbi’s-Sultâniyye ve’d-Duveli’l-İslâmiyye, Beyrut 1966

Karabiber, Namık Kemal, Ehl-i Beyt Tasavvuru ve Erken Dönemdeki

Yansımaları (Hicri I. ve II. Asır), Basılmamış Doktora Tezi, AÜSBE, Ankara

2007

el-Kâtib, Ahmed, Şiada Siyasal Düşüncenin Gelişimi -Şûrâdan Velâyet-

i Fakîhe-, çev. Mehmet Yolcu, Kitâbiyât Yayınları, Ankara 2005

110

Kayapınar, Akif, “İbn Haldûn’un Asabiyet Kavramı: Siyaset Teorisinde

Yeni Bir Açılım”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. XV (2006), s.83-114

Kılıç, Ünal, “Kerbela Vakası (Tarihi Süreç)”, Çeşitli Yönleriyle

Kerbela, Asitan Yayınları, Sivas 2010

Kılıç, Ünal, “Ebû Seleme el-Hallâl ve Abbâî Devletinin Kuruluşundaki

Rolü”, CÜİFD, Sayı III (1999), s.509-534

Kohlberg, Etan, “Şiî Hadis”, çev. Mehmet Ali Büyükkara, EKEV

Akademi Dergisi, c. 2, sy. 2, Mayıs 2000, s.47-56

Köksal, Mustafa Asım, İslâm Tarihi: Hz. Hüseyin ve Kerbelâ Fâciası,

Akçağ Yayınları, Ankara 1984

Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Hazırlayanlar Hayrettin Karaman,

Ali Özek, İbrahim Kâfi Dönmez, Mustafa Çağrıcı, Sadrettin Gümüş ve Ali

Turgut, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2007

el-Kuleyni, Ebû Ca’fer Muhammed b. Ya’kûb er-Râzî, el-Usûl mine’l-

Kâfi, Beyrut 1401

Kutlu, Sönmez, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri,

TDV Yayınları, Ankara 2010

----------, “İslâm Mezhepleri Tarihinde Usûl Sorunu”, İslâmî İlimlerde

Metodoloji Mes’elesi adlı kitabın içinden (s.), I-II, Ensar Neşriyat, İstanbul

2005

----------, “Ehl-i Beyt Sembolik Kapitalinin tarihi Süreç İçinde

Semerelendirilmesi” İslamiyat (2000), cilt III, sy.III, s.99-120

----------, Tarihsel Din Söylemleri Üzerine Zihniyet Çözümlemeleri,

OTTO Yayınları, Ankara 2012

111

Kummî/ Nevbahtî, Şiî Fırkalar, Kitâbu’l-Makâlât ve’l-Fırak- Fıraku’ş-

Şia, çev. Hasan Onat, Sönmez Kutlu, Sabri Hizmetli, Ramazan Şimşek, Ankara

Okulu Yayınları, Ankara 2004

Lewis, Bernard, Tarihte Araplar, çev. Hakkı Dursun Yıldız, İstanbul

1979

el-Lümeylim, Abdülazîz Muhammed (98-232), el-Alâkât beyne’l-

Aleviyyîn ve’l-Abbâsiyyîn, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut 1993

el-Makrîzî, Takiyuddîn Ebu’l-’Abbas Agmed b. Ali (845/1441),

Kitâbu’n-Nizâ ve’t-Tehâsum fîmâ beyne Benî Umeyye ve Benî Hâşim, thk.

Hüseyin Munis, Kahire 1988

el-Mâverdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed (450/1058), A’lâmu’n-

Nübüvve, thk. Muhammed el-Mu’tasım, Beyrut 1987

el-Medresî, Muhammed Takî, et-Târîhu’l-İslâmî: Durûs ve ‘Iber,

Beyrut 1984

el-Mes’ûdî, Ebû’l-Hasan Ali b. Hüseyin (346/957), Murucu’z-Zeheb ve

Meâdinu’l-Cevher, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, I-IV, Kahire

1964

Mittwoch, E., “Eyyamu’l-Arab”, MEBİA, Eskişehir 1997, IV, s.421

el-Müberred, Ebu’l-Abbas Muhammed b. Yezîd (285/898), el-Kâmil

fi’l-Luga ve’l-Edeb, Mısır trz., I-III

el-Müslim, Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc (261/874), el-Câmiu’s-

Sahîh (Fedâilu’s-Sahâbe), İstanbul trz.

Muzaffer, Muhammed Hüseyn, Târîhu’ş-Şîa, Beyrut 1979

112

en-Nüveyrî, Şihabuddin Ahmed b. Abdilvehhab (732/1332),

Nihâyetu’l-Ereb fi Funûni’l-Ereb, I-XVIII, Kahire 1923-1955

Onat, Hasan, Emeviler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Siîliği, TDV

Yayınları, Ankara 1993

----------, “Ebu Haşim”, DİA, Cilt X, s.146

----------, “Şiî İmamet Nazariyesi (Kuleynî, Kummî ve Tûsî Görüşleri

Çerçevesinde)”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXXII (1992),

s.89-110

----------, 99 Soruda İslam Mezhepleri (Basılmamış Ders Notları)

----------, “Kerbela’yı Doğru Okumak”, Akademik Orta Doğu Dergisi,

Cilt 2, Sayı 1, s.1-9

----------, “Şiiliğin Doğuşu Meselesi (Hicri Birnci Asır)”, Ankara

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XXXVI (1997), s.79-117

----------, “İmâmet Risalesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Dergisi, XXXV (1996), s.179-191

----------, “Türkiye’de İslam Mezhepleri Tarihinin Gelişim Sürecinde

Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı’nın Yeri”, Ethem Ruhi Fığlalı’ya Armağan, Vadi

Yayınları, Ankara 2002

Ömer, Faruk, el-’Abbâsiyyûne’l-Evâil, Beyrut 1930

er-Râğıb el-İsfahânî, Ebû’l-Kâsım el-Hüseyn b. Muhammed

(502/1108), el-Müfredât fi Garîbi’l-Kur’ân, Mısır 1452

es-Sadûk, Muhammed b. Ali b. Hüseyin (381/991), Uyûnu Ahbâr-ı

Rızâ, Meşhed, 1413

Sharon, Moshe, Black Banners From The East, Leiden 1983

113

Sarıçam, İbrahim, Emevi- Haşimi İlişkileri İslam Öncesinden

Abbasilere Kadar, TDV Yayınları, Ankara 2011

Seyyid Bey, Hilafetin Mahiyeti Şeriyesi, Ankara 1340

Streck, M., “Bâhamrâ”, MEBİA, II, Eskişehir 1997, s.221

es-Suyûtî, Celaluddîn Abdurrahman b. Ebî Bekir (911/1505), Tarihu’l-

Hulefa, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, Beyrut 1995

eş-Şehristânî, Ebû Feth Muhammed b. Abdilkerim (548/1153), el-Milel

ve’n-Nihal, I-II, Beyrut 1993

eş-Şiblî, Numani, Asrı Saadet, çev. Ömer Rıza Doğrul, V, İstanbul

1979,

et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Târihu’r-Rusul

ve’l-Muluk, thk. Muhammed Ebû’l-Fazl İbrâhîm, I-XI, Kahire 1119.

et-Tûsî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Hasan, (460/1067), el-İktisâd fî mâ

Yete’allaku bi’l-İtikâd, Necef 1979

Uyar, Gülgün, Ehl-i Beyt İslam Tarihinde Ali-Fatıma Evladı, Marmara

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 2008

Ulyan, Muhammed Abdu’l-Fettah, Kıyamu’d-Devleti’l-Abbasiyye,

Mısır 1994

Ümit, Mehmet, Zeydiyye-Mu’tezile Etkileşimi Zeyd b. Ali’den Kâsım

er-Ressî^nin Ölümüne Kadar, İSAM Yayınları, İstanbul 2010

Varol, Mehmet Bahaüddin, Siyasallaşma Sürecinde Ehli Beyt,

Yediveren Yayınları, Konya 2004

114

Watt, W. Montgomery, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. M. Rami Ayas,

Azmi Yüksek, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, No: 175,

Ankara 1986

----------, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. Ethem Ruhi Fığlalı,

Sarkaç Yayınları, Ankara 2010

----------, “Abd al-Muttalib”, Encyclopedia of Islam (new edition), s.80.

Wellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sukutu, çev. Fikret Işıltan, Ankara

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Cilt XLII, Ankara 1963

----------, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî- Siyasî Muhalefet Partileri, çev.

Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989

el-Ya’kûbî, Ahmed b. Ebî Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb (292/904),

Târîhu’l-Ya’kûbî, I-II, Beyrut 1960

Yâkût el-Hamevî, Şihabuddin Ebû Abdillah b. Abdillah (626/897),

Mu’cemu’l-Büldân, I-V, Beyrut 1979

Yıldız, Hakkı Dursun, “Ebû Seleme el-Hallâl”, DİA, X, İstanbul 1994,

s.228-229

----------, “Ebû Müslim el- Horosânî”, DİA, X, İstanbul 1994, s.197-199

ez-Zehebî, Muhammed b. Ahmed (748/1374), et-Târîhu’l-İslâm ve

Vefayâtu’l-Meşâhîr ve’l-A’lâm, thk. Ömer Abdusselâm Tedmurî, Beyrut 1994-

1998

----------, el-’İber fi-Haberi Men Ğaber, thk. Ebû Hacir Muhammed

Said, I-IV, Beyrut 1985

----------, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb el-Arnavut, I-XXV,

Beyrut 1981-1988

115

Zetterstéen, K. V., “Ebû Seleme”, İA, MEB, IV, Eskişehir 1997, s.49

Zeydan, Corci, Medeniyyet-i İslamiyye Tarihi, çev. Zeki Meğamiz, I-V,

Dersaadet, 1328-1330 (1910-1912)

ez-Ziriklî, Hayreddin, el-A’lâm, Kâmûs’u Terâcim, Kahire 1954-1959,

I-X

Zorlu, Cem, Abbasilere Yönelik Dinî ve Siyasî İsyanlar, Ankara Okulu

Yayınları, Ankara 2001

ez-Zübeyrî, Ebû Abdillah el-Mus’ab b. Abdillah (236/850), Kitâbu

Nesebi Kureyş, thk. E. Levi Provençal, Kahire, 1951

116

ÖZET

Koçak, Yusuf, Abbasiler’in Kuruluş Döneminde Abbasiyyun-Talibiyyun

Mücadelesi, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Hasan Onat, 101 s.

Hicri birinci asırda Emevi-Haşimi çekişmesinin ana hatlarının

belirlenmesi, bu çekişme içerisinde Haşimi kanadın rolünün ortaya konulması

ve Haşimi kanat içinde de Alioğulları ile Abbasoğullarının ayrımın ne zaman ve

ne şekilde ortaya çıkışının değerlendirilmesinin amaçlandığı bu çalışmada, hicri

I. Asırda Haşimoğulları, ihtilale giden yolda Abbasoğulları-Alioğulları ilişkisi,

ihtilalden sonra Abbasoğulları-Alioğulları mücadelesi ele alınmıştır. Bu

çalışmanın Mezhepler Tarihi açısından hicri birinci asrın daha iyi anlaşılmasına

katkı sağlayacaktır.

117

ABSTRACT

Koçak, Yusuf, The Conflict between Abbasiyyun and Talibiyyun in the

Establishment Period of Abbasid, Master’s Thesis, Advisor: Prof. Dr. Hasan

Onat, 101 p.

In this thesis, the determination of principal point of conflict between

Umayyad and Hashemi, the revealing the role of Hashemi in this conflict, when

and how the separation of Aliiyyun and Abbasiyyun would be in the hegira first

century are evaluated. The thesis composed of Hashemiyyun in the hegira first

century, the relation of Abbasiyyun and Aliiyyun in the revolution way and the

conflict between Abbasiyyun and Aliiyyun after the revolution. It has

considered that the thesis will be explanatory the situation of the hegira first

century in terms of history of Islamic sects.