ada athol fugard

37
ADA YAZANLAR : Athol Fugard John Kani Winston Ntshona ÇEVİREN : Yücel Erten

Upload: hatim-sut

Post on 25-Jun-2015

3.136 views

Category:

Documents


17 download

TRANSCRIPT

Page 1: ADA Athol Fugard

ADA

YAZANLAR : Athol Fugard

John Kani

Winston Ntshona

ÇEVİREN : Yücel Erten

Page 2: ADA Athol Fugard

KİŞİLER

JOHN………………………………Mahkum

WİNSTON…………………………Mahkum

I. SAHNE

(Sahnenin ortasına yerleştirilmiş bir yükselti, Robben adasındaki hapishanenin bir hücresini belirler. Yerde düzgün bir biçimde katlanmış ince yer yatağı ve battaniyeler. Bir köşede bir su kovası ve iki teneke kupa.

Karanlıkta uzun bir siren sesi duyulur. Sahne aydınlanınca, ortadaki yükseltinin çevresinde varsayılan bir çukurda iki mahkumu görürüz. John sağda, Winston solda olmak üzere, çukur kazmaktadırlar. Her ikisinde de haki renkli gömlek ve kısa pantolondan oluşan mahkum giysileri vardır. Saçlar kısa kesilmiştir. Abes, anlamsız ve insanın canını burnundan getiren bir çalışma. Her biri kazdığı kumu, toprağı bir el arabasına doldurur; sonra büyük zahmetlerle götürüp, ötekinin kazdığı çukura döker. Böylece kum yığını sürekli kazılmakta ama hiç kazılmamaktadır. Sanki sonsuza uzanan bir Sisyphos olayı. Uzun süre yalnızca mahkumların kazarken hınklamaları; el arabasının ortadaki yükseltinin çevresini dönerken çıkardığı gıcırtı ve yeşil leş sineği Hodoshe’nin vızıltısından başka bir şey duyulmaz. Neden sonra bir düdük sesi. İki mahkum birbirine yaklaşıp yan yana dururlar. El ve ayaklarından birbirine zincirli kelepçeyle bağlanırlar. Yeniden düdük sesi. Mahkumlar üç bacaklı olarak koşar adım harekete geçerler. Jon bir dua mırıldanır, Winston ise üç bacaklı koşuya uygun bir ritm homurdanır.

İki mahkum gereğince hızlı koşmadıkları için kırbaçlanırlar… Winston gözünün üzerine hatırı sayılır bir darbe yer; John ise bileğini burkmuştur. Bu cehennem koşusu bir süre sonra hücre kapısında sona erer. İki mahkumun el ve ayaklarındaki kelepçeler çıkarılır. Üzerleri arandıktan sonra ayaklarını sürüyerek hücreye girerler. Hücre kapısı arkalarından kapanır. İki mahkum oldukları yere yığılırlar.

Bir süre yığıldıkları yerde soluklanıp yeniden güçlerini toparladıklarında ilk iş olarak yaralarını kontrol ederler: Winston gözünü, John ayak bileğini. Winston’un inlemesi üzerine John’un dikkati ona yönelir. John sürünerek Winston’a yaklaşır ve gözündeki yarayı inceler. Yaranın tedavi edilmesi gerekmektedir. Winston’un inlemesi yavaş yavaş, sözcüklerle dile getirilmeyen bir öfke krizine dönüşecektir. John eline işeyerek Winston’un yarasına pansuman yapmak isterse de Winston, gittikçe artan öfkesi içinde onun elinden kurtulur ve hücrede deli gibi bağırarak dört dönmeye başlar. Gürültü, gardiyanın geri dönmesine ve dolayısıyla daha fazla eziyete yol açacağından; John, Winston’u yatıştırmaya çabalamaktadır. Winston sonunda hücrenin kapısına erişir ama kapıya vurmasına fırsat kalmadan John onu geri çekmeyi başarır. )

1

Page 3: ADA Athol Fugard

WINSTON: (Seslenir) Bok sineği!

JOHN: Bırak, Winston. Beni dinle aslanım. Şimdi herif gelirse büsbütün sapa otururuz.

WINSTON: Leş kargasını istiyorum. Hemen gelsin buraya. Birlikte büroya gideceğiz. Mahkeme kararını okusun. Ben müebbet yemişim arkadaş, boktan bir idamlık değilim ben!

JOHN: Bırak Winston, vazgeç! Bizi koşturdu o kadar…

WINSTON: Hodoshe! Gardiyan denen o leş kargasını istiyorum!

JOHN: Bizi koşturdu ya, muradına ermiştir. Sat anasını, boş ver. Belki yarın bizim de taş ocağında çalışmamıza izin verir…

(Winston’un sesi birden kesilir. John bir an için söylediklerinin etkili olduğunu sanır; ama sonra Winston’ın gözlerini dikmiş, kulağına bakmakta olduğunu fark eder. Winston elini uzatıp John’un kulağına dokunur: Kan! John ani bir korku çığlığıyla elini kulağına götürür, parmakları kana bulanır. İkisi bir an bakışırlar.)

WINSTON: Nyana we sizwe!

(Şimdi roller değişmiştir. Winston, kulağına bakmak için John’u zar zor yere yatırır. Bir şeyler görebilmek için kendi gözündeki kan ve ter karışımını silmesi gerekir. John yerde acıyla kıvranır. Winston onu sıkıca tutar.)

(Bir süre sonra) Önemli bir şey değil. (Gömleğinin ucuyla kulağını temizler.)

JOHN: (Acıyla dişlerini sıkarak) Allahın belası! Ons was gemoer vandag! Haberler ve hava durumu! Siyah efendilerin anası, beyaz efendiler tarafından kovalandı. Bu arada siyah efendiler pabuçlarını yitirip, birkaç çizik aldılar. Siyah efendilerin yarın taş ocağına pabuçsuz koşacakları bildiriliyor. Bölgede hava durumu değişmeyecek; yer yer fırtına ve sağanak yağış bekleniyor. Hava sıcaklıkları düşmeye devam edecek. Diğer bölgelerimizde hava açık ve güneşli!

(Winston, John’un kulağını temizlemeyi bitirir ve onun yanına yere serilir. Burnuna, kulaklarına, gözlerine dolmuş olan kumları temizlemeye girişir.)

WİNSTON: Her taraf kum!Küçükken oynadığım deniz kumu gibi. St. George kumsalı. Yılbaşı. Kumdan tepecikler, kumdan kaleler…

JOHN: Hıı, oraya biz de gitmiştik. Geçen… (Susar, sonra cılız bir gülümseyişle başını sallar.) Tutuklanmazdan önceki Noel’i orada geçirdik. Hep birlikte. Benim ufaklık kumda ne oyunlar oynadı. Noel armağanı olarak küçük bir kovayla kürek almıştık ona.

WİNSTON: Hıı.

JOHN: Ama bugün kumda oynama sırası babaya geldi. (Buruk bir ifadeyle kafasını sallar.) Hey gidi Winston, tarihe geçer bugün. Tanrı bilir ya, kendimi adamdan sayarım! Erkek adamım! Ama bugün leş kargası Kodoshe, o el arabası işkencesini beş dakika daha uzatsaydı…! Namussuzun, ada sakinleri bir yavru bebek göreceklerdi. Bir çocuk gibi hüngür hüngür ağlayacaktım az kalsın.

WİNSTON: Hıı.

JOHN: Birimizden biri pes etmedikçe sonu yok işin!

2

Page 4: ADA Athol Fugard

WİNSTON: Doğru.

JOHN: Pislik herif, sabah dedi ya: “Siz ikiniz! Kumsala!”… “Tamam” dedim içimden, “denizin suyunu boşalttıracak bize”. Elekle su taşıtmaya bayılır. Adamın el arabalarını gösterince, ayağım suya erdi… Anladım ne düşündüğünü… (Başını sallar.) Önce güldüm. Sonra gülme-mülme kalmadı tabii. Sonunda seni gırtlaklayasım geldi. Gözüme o kadar kötü göründün birden.

WİNSTON: Onun istediği de buydu zaten.

JOHN: Ulan bitmek bilmeyen bir iş! Senin yüzünden bitmiyor. Tabii seninki de benim yüzümden bitmiyor. Vay be! Herif düşündüğümden de berbatmış yahu.

WİNSTON: Neyse ki o da insan. Yoksa becermişti.

JOHN: Neyi?

WİNSTON: İşimizi bitirmeyi. İnsanı yorgunluktan öldürmek de bir yol. Hala yaşıyorsak; leş kargası kendisi yoruldu da ondan.

JOHN: Yarın ne yapacağız?

WİNSTON: Hele yarın olsun.

JOHN: a yine aynı yere götürürse?... Yine doldurup doldurup getirip önüme boşalttığın o arabanın gıcırtısını duymak zorunda kalırsam?… Sonu yok ki.

WİNSTON: (Sakin bir boyun eğişle) Bekleyelim bakalım. (Sessizlik. John gözlerini Winston’a diker.)

JOHN: (Karşısındakinin kendisini tam anlayamadığı düşüncesiyle, sakince) Senden nefret ettim Winston.

WİNSTON: (Gözlerini John’a diker.) Ben senden nefret ettim.

(John elini Winston’un omzuna koyar. Dostlukları yeniden onarılmıştır. John yavaşça ayağa kalkar.)

JOHN: Havlu nerde?

WİNSTON: Bilmem. Orada bir yerdedir.

JOHN: En son sen kullandın oğlum! (Topallayarak hücrede havlu arar.)

WİNSTON: Senin hizmetçin mi var burada? Nereye koydunsa kendin bul.

JOHN: (Bir çaputu andıran havluyu kovanın yanında bulur.) Şuraya bak, nerede! Buraya bırakılır mı bu? Leş kargası Hodoshe içeri girip bunu burada görse; “Kimin bu çaput?” dese; ne cevap vereceksin?

WİNSTON: “Onun havlusu, Sir.”

JOHN: Demek öyle? “Benim havlum, Sir.” Sen de bundan böyle gömleğine kurulanırsın.

WİNSTON: Tamam, tamam! “Bizim havlumuz, Sir.”

JOHN: Anamızı ağlatır namussuzum!

3

Page 5: ADA Athol Fugard

(John yıkanmak için gömleğini çıkarır. Winston su kovasının altındaki zula deliğinden bir sigara kotiği, kibrit ve çakmak taşı çıkarır; sigarayı yakıp içmeye başlar.)

WİNSTON: Canına yandığım, amma uzun gündü be! Paydos sireninin başında oturan adamın saatinin geri kaldığını düşünsene; şu anda hala orada olurduk. (Pantolonundaki gizli cepten üç ya da dört tane psalı çivi çıkarıp Winston’a uzatır.) hey, al!

WİNSTON: Ne olacak?

JOHN: Ötekilerin yanına ekle.

WİNSTON: (Çivileri alır.) Ne işe yarayacak?

JOHN: Gerdanlık için be! Ötekilerin yanına.

WİNSTON: Gerdanlık mı?

JOHN: Evet, Antigone’nin gerdanlığı.

WİNSTON: Sıçayım Antigone’nin içine! (Çivileri yere fırlatır, sigara içmeyi sürdürür.) Antigone’ymiş! Manyak mısın nesin be?!

JOHN: Bana bak, saçmalama şimdi. Söz verdin. (Topallayarak Winston’ın katlanmış yatağına geçer ve ararlına çiviler yerleştirilerek iple örülmüş bir gerdanlık çıkarır.) Bak, az bir şey kaldı. Üç parmak örgü, bir çivi, üç parmak örgü, bir çivi… (Gerdanlığı, meydan okurcasına sigarasını tüttüren ve sürekli başını iki yana sallayarak homurdanan Winston’ın yanına, yere koyar.) Saçmalamanın zamanı değil Winston. Temsile altı gün kaldı. Oynayacağız diye söz verdik. Antigone oyunu da bizim için biçilmiş kaftan. Altı gün daha çalışacağız ve başaracağız bu işi. (Yıkanmayı sürdürür. )

WİNSTON: Lanet olasıca! Bütün gün kumsalda canımız çıktı, üstüne üstlük herif bir de koşturdu bizi; geberdim! Anlamıyor musun?

JOHN: Hadi oradan be! Bütün gün yanı başında çalışan, sonra yanında koşan kimdi? Ben yorulmadım mı? Ben de geberdim. Ama şimdi yan çizemeyiz. Hadi bakalım, üç parmak örgü…

WİNSTON: … bir çivi! Öff be birader, öff!

JOHN: Gel buraya. Oyunun konusunu son kez çizerek açıklayacağım sana. Ama bu sefer de öğrenemezsen; namussuzum gediklilere anlatırım. Gediklilerin eline bir düşersen, gardiyanın falan yaptıkları solda sıfır kalır; bunu da gayet iyi biliyorsun. Ona göre.

WİNSTON: Kader mi bu be, kader mi ha? Sabahtan akşama gardiyan için çukur kaz, sonra gardiyan için ölüm koşusu tuttur, akşam hücreye gelince de Antigone ezberle!

JOHN: Gel buraya. Çeneni de kapa. (Direnen Winston’ı yanına yere oturtur ve Antigone’nin konusunu tebeşirle yere çizim yaparak anlatmaya başlar. Bu arada Winston havluyla yıkanıp temizlenmeyi sürdürecektir.) Sızlanmayı bırakırsan, daha iyi anlarsın. Dinle şimdi.

WİNSTON: Pekala, başla bakalım.

JOHN: Dinle. Antigone’nin sorguya çekilmesi. Tamam mı?

4

Page 6: ADA Athol Fugard

WİNSTON: Tamam.

JOHN: Bu, sorguya çekilen, suçlanan. Kimdi suçlanan?

WİNSTON: Antigone.

JOHN: Bravo ulan! İlerleme var. (Tebeşirle çizmeyi sürdürür.) Burası da devlet. Devlet kim?

WİNSTON: Kreon.

JOHN: Kral Kreon. Kral Kreon da devlet. Şimdi… Antigone ne yapmış?

WİNSTON: Antigone kardeşi Eteokles’in ölüsünü gömmüş.

JOHN: Yok be aslanım be, değil be! Ne zaman öğreneceksin şunu? Antigone Polyneikes’i gömüyor. Haindir diye gömme töreni yapılmasına izin verilmemiş. Antigone de yasağ dinlemeyip gömüyor kardeşini. Hatırla, “Polyneikes” dedik, “bizim tarafımızdandır”dedik. Hatırladın mı?

WİNSTON: Hatırladım.

JOHN: Şimdi sorgulamanın birinci bölümü. (Yere yazar.) Devlet, Antigone’yi suçluyor… ve suç unsurlarını sergiliyor… Bunun nasıl olduğunu biliyorsun. İkinci bölümde ise savunma var. Savunmasında Antigone ne diyor? Suçluyum mu diyor, suçsuzum mu diyor?

WINSTON: Suçsuz.

JOHN: (Hoşgörülü davranmaya çalışarak) Yok Winston, şimdi bu konuyu tartışmayalım. Şu hücrede, kendi aramızda biliyoruz ki, kadın suçsuz. Orası tamam. Ama oyunda? Oyunda kadın suçlu olduğunu kabul ediyor.

WINSTON: Ama suçsuz! Antigone suçsuz…

JOHN: Evet. Ama oyunda…

WINSTON: (Sabrı taşar) Sıçayım öyle oyunun içine. Kızcağız kardeşini gömdü diye suçlu olur mu?

JOHN: Doğru konuş. Oyun böyle işte. Biz de bu oyunu oynuyoruz. Oyunda kız kendi suçunu kabul ediyor. Antigone suçunu…

WINSTON: (Çaresiz) Tamam, tamam, sen nasıl istersen öyle olsun.

JOHN: Oğlum, benim istememle bir ilgisi yok. Oyunda…

WINSTON: Suçlu.

JOHN: Hah şöyle! (Öfkeyle yazar) Suç-lu.

WINSTON: Suçlu.

JOHN: Üçüncü bölüm: Cezanın hafifletilmesi için konuşma. Dördüncü bölüm: Yargı. Devlet son sözü söylüyor. Sonra sen birkaç söz söylüyorsun: Son söz. Veda niyetinde. Şimdi öğren bunları.

WINSTON: Buyur?

JOHN: (Kalkar) Bunları öğren.

WINSTON: Şimdi yaptık ya işte.

5

Page 7: ADA Athol Fugard

JOHN: Ben yaptım. Sen şimdi öğreneceksin.

WINSTON: (İsteksizce, havluyu bir yana fırlatır ve öğrenmeye yeltenir.) Koşmayı öğren, okumayı öğren…

JOHN: Havluyu da yere fırlatma. (Havluyu alır ve yerine koyar.) Boş yere işimizi zorlaştırma. Biraz çabalamayla yapabileceğimiz bir şey. Başardığımız zaman, bundan büyük gurur duyacaksın. (Topallayarak yatağına gider, konserve kutusu kapağına geçirilmiş bir ipten oluşan bir “madalyon” çıkarır.) Bak Winston, bak! Kreon’un madalyonu. Pekala, bir fikrim var: (Madalyonu boynuna asar.) Sen öğrenirken, ben de Antigone’nin gerdanlığını tamamlayayım. (Çivileri örgüye takarken) Ta 65 Haziran’ında izlemiştim.

WINSTON: Neyi?

JOHN: Antigone’yi. New Brighton’da, St. Stephen Hall’de. Görülecek şeydi. Tıklım tıklım doluydu salon. Ama ne kocabaşlar, görecktin! Ön sıranın tamamı devlet erkanı. Ulan, ne yıllardı be! Kreon’u Georgie oynuyordu. Georgie’yi tanıyor musun?

WINSTON: Öğretmen olan mı?

JOHN: Ta kendisi. Kreon’u o oynuyordu. Görmeliydin Winston: kısa boylu, şişman, patlak gözlü bir adam. Ama oyunun sonunda nasıl devleşiyordu, görmeliydin. (Ayağa kalkıp Georgie-Kreon’un bir pozunu alarak) “Yurttaşlarım! Tanrılar, çetin fırtınaların kucağına düşmüş olan şehrimizi tekrar selamete çıkardı…” Hele yaşlı Mulligan. Kalıbına bakarsan, o da öyle koca götlü bir öğretmen. Şöyle de bir sakal. Haberciyi oynuyordu. Kraliçe’ye yaklaşıyor… (Taklit eder.) “Aziz hanımım, buraya geldim ve sana hepsini söyleyeceğim. Ağlama…” (Gerdanlığı gösterir.) Az bir şey kaldı… Antigone’yi de Nomhle oynuyordu. Kadın bir dehşetti azizim, tüyler ürpertici. Bak, bugün bile hala tüylerim diken diken oluyor.

WINSTON: (Yerdeki yazıları kastederek) Öğrendim.

JOHN: Emin misin?

WINSTON: (Parmağıyla alnını işaret eder.) Hepsi burada.

JOHN: Dalga geçmiyorsun değil mi? (Yerdeki yazıları siler, hücrede volta atmaya başlar.) Pekala. Antigone’nin sorgulanması. Suçlanan kim?

WINSTON: Antigone.

JOHN: Devlet?

WINSTON: Kral Kreon.

JOHN: Birinci bölüm.

WINSTON: (Güvenli) Antigone suçluyor.

JOHN: Winston!!! Anam avradım olsun…

(Winston, John’u tutup kendine doğru, aşağı çeker ve eliyle ağzını kapatır.)

WINSTON: Tamam! Tamam! John, dinle bak… Tamam. Devlet, Antigone’yi suçluyor.

(Küçük bir sessizlik.)

6

Page 8: ADA Athol Fugard

JOHN: Emin misin?

WINSTON: Devlet, Antigone’yi suçluyor.

JOHN: İkinci bölüm.

WINSTON: Savunma.

JOHN: Antigone suçunu kabul mu ediyor, inkar mı ediyor?

WINSTON: Kabul ediyor.

JOHN: Üçüncü bölüm.

WINSTON: Cezanın hafifletilmesi için konuşma.

JOHN: Dördüncü bölüm.

WINSTON: Devlet son sözü söylüyor. Karar ve vedalaşma.

JOHN: (İyice heyecanlanmıştır.) Öğrendi be! Aferin ulan! Gördün mü Winston, ne kadar kolay. Yarın da sözlerini ezberledin mi, tamam.

(Winston kalkar. John aksesuarları bir kenara koyar. Döşek ve battaniyeleri açıp yatmaya hazırlanırlar.)

WINSTON: Evet, taş ocağına götürseler iyi olur. Ben de Sipho için biraz tütün bulmaya çalışacağım.

JOHN: Sipho mu?

WINSTON: Yine tecride almışlar.

JOHN: Yine mi?

WINSTON: Evet.

JOHN: Allah kahretsin.

WINSTON: Dün duydum.

JOHN: Ne yapmış?

WINSTON: Yemekten şikayet etmiş galiba. Hapishane yönetmeliğini gösterin demiş.

JOHN: Rahat bırakmayacaklar mı şu herifi?

WINSTON: O da rahat durmuyor ki.

JOHN: Doğru. Onunla aynı hücrede yatmayı istemezdim. Bir kişi dik kafalılık ediyor, zararı herkese dokunuyor. (Winston yatağını hazırlamıştır. Uzanır.) Anlıyor musun dediğimi?

WINSTON: Hıı.

JOHN: Nasıl?

WINSTON: Ne “nasıl”?

JOHN: Nasıl diyorum.

WINSTON: Aaaman yahu. Yorgunum. Kes artık…

7

Page 9: ADA Athol Fugard

JOHN: Dikkafalılık etme diyorum. Sana söylüyorum. Yarın gardiyan Hodoshe hücre kapısını açınca, doğru konuş. Adam gibi “baş üstüne Şef” de. Sırf senin inadın tuttu diye, yarın yine o Allahın belası kumsalda kan terlemek istemiyorum.

WINSTON: (Yorgun) Tamam John, okey.

JOHN: Bu hücrede tek başına değilsin. Ben de varım.

WINSTON: Biliyorum.

JOHN: İnsanın başkalarına karşı da bazı görevleri vardır.

WINSTON: Haklısın. Ben de tam onu diyecektim: Bu akşam sıra sende.

JOHN: Ne demek? Hadi lan, daha dün akşam sıra bendeydi be!

WINSTON: (Israrla) Yok ya?! Unuttun mu? Dün akşam ben seni sinemaya götürdüm.

JOHN: Vay anasını, doğru be kıyak filmdi ha. “Batının En Hızlı Silahşörü”. Glenn Ford. (Hayali bir altıpatlar çekip, birkaç haydudu temizler.) Ama bir yerde üfürdün! Glenn Ford silahını çekiyor da, iki bacağının arasından arkadaki adama ateş ediyor! Bugün kumsalda gözümün önüne getirmeye çalıştım; mümkün değil.

(John yatağına oturur. Kısa bir süre düşündükten sonra, boş bir konserve kutusunu alır, telefon ahizesi gibi tutar, hayali bir telefonda numaraları çevirir. Winston şaşkınlıkla izlemektedir.)

Alo, santral. Bir New Brighton görüşmesi rica edecektim… Evet, New Brighton, Port Elisabeth… 414 624… Benim numaram…. Robben Adası… Evet, bekliyorum. Teşekkürler.

WINSTON: (Telefon numarasını hatırlamıştır.) Scott’un dükkanı! “Cennet” (John telefonda konuşmaya başlarken; Winston heyecanla dikilip oturmuştur.)

JOHN: Scott, sen misin? Merhaba aslanım. Bir tahmin et bakalım, kim?... Aferin ulan! Şebek! Ne yapıyorsun?... Nasılsınız?... Yok efendim, nerde, hala içerdeyiz. Ee, anlat biraz, ne var ne yok… Efendim?! Yok oğlum, bizim burada hiçbir şeyden haberimiz yok… Haber sizde… Efendim? İşler kötü mü gidiyor? Ulan sen ne mezarcısın seen. Ne yapalım, insanlar yeteri kadar hızlı ölmüyor. Yoo, burada her şey gayet güzel…

( Bu arada keyiften ve heyecandan yerinde duramayan Winston, boyuna John konuşurken, araya girmeye çabalamıştır. Sonunda John’un dikkatini çekmeyi başarır.)

WINSTON: Başka kim varmış? Dükkanda başka kim var, onu sor!

JOHN: Scott, arkadaşlardan kimseler var mı?... Olamaz!... Çağır şunu telefona…

WINSTON: Kimmiş? Kimmiş?

JOHN: (Winston’ı duymazdan gelir.) Bir dakika oğlum, bir dakika be. Scott… (Telefondaki hayali sesi duyunca, kabına sığamaz olur.) Merhaba, maymunların şahı… Aslanım benim, nasılsın?

WINSTON: Kim yahu?!

JOHN: (Elini ahizeye kapatır.) Sky.

8

Page 10: ADA Athol Fugard

(Winston sevincini daha fazla gizleyemez. Yataltan fırlayıp John’un yanına diz çöker. Konuşma boyunca sorular ve tepkilerle olaya katılır. Her ikisi de bu oyundan olağanüstü hoşlanmışlardır.)

Mangi nasıl? Vusi’yi görüyor musun? Arkadaşlar? Winston iyi. Yanımda. Yok, gayet iyi, gayet iyi. Yalnız bugün küçük bir kaza geçirdi. Gardiyan Hodoshe var, nam-ı diğer Leş Kargası… Bugün yolda onunla çarpıştı. Sağ gözü biraz morardı, başka bir zarar ziyan yok. Merak edişecek bir şey değil. Bana bak, Winston yavruları soruyor. (Kahkahalar) Ulan sen zaten zamparalıktan ihtiyarlayacaksın. Aslanım, hepsini şeyetme, bize de bırak birkaç tane. (John, Winston’ın kendisine yeniden işaretler ettiğini fark eder. Winston’a.) Tamam, tamam. (Telefona) Bana bak, Winston diyor ki, fırsat bulursan karısına bir uğrayıverecekmişsin. İyiymiş dersin… Her şey yolundaymış dersin… Kendine iyi baksın diyor… Hiçbir şey olmamış gibi çocuklarla ilgilensin diyor… Evet…

(Karısından söz edilince Winston’ın sevinç ve heyecanı aniden söner. Birkaç saniye sonra Winston ağır ağır yatağına doğru sürünür ve kıvrılıp yatar. Benzeri bir duygu John’u sarmıştır.)

Bir şey daha Sky: Gratten Sokağı sana yakındır. 38 numaraya bir uğra da, karım Princess’, bir gör. Nasılmış diye soruyor de benim için. Üç aydır hiç mektup almıyorum. Niye yazmıyorlar? Söyle de yazsın, tamam mı? Çocuklar nasıl, bilmek istiyorum. Monde hala okula gidiyor mu? İkizlerim nasıl? Annem, babam nasıllar? Annemin sağlığı yerinde mi? Bana bildirmeye çekinmesinler. Bilmek istiyorum. Biliyorum, mektup yazmak zor gelir ama; burada bizim için çok önemli. Karıma söyle, bugün çok zor bir gündü. Aslında burada günler hep birbirine benzer. Ama bugün kumsalda çalıştık… rüzgar kamçı gibiydi. Kumlar ağzımıza gözümüze doluyordu. Deniz de bayağa kabarmıştı. Bu adadan kara görünür. Ama bugün görünmüyordu. Karıma de ki, yarın belki taş ocağına götürürler. Orası o kadar kötü değildir. Orada daha başka mahkumlarla birlikteyiz. Bir de şeyi söyle… Havalar yavaş yavaş soğumaya başladı. Ama asıl soğuk önümüzde.

(Işık yavaş yavaş kararır.)

II. SAHNE

(Hücre. Birkaç gün sonra. John battaniyenin altına girmiştir. Winston, Antigone’nin perukasını ve uyduruk kadın göğüslerini takmakla meşguldür.)

JOHN: Hazır mısın?

WINSTON: Hayır.

JOHN: Tamam mı?

WINSTON: Hayır!

JOHN: Açıyorum!

WINSTON: Bir dakika yahu!

9

Page 11: ADA Athol Fugard

(Sessizlik)

JOHN: Hazır mısın?

(Winston nihayet hazırdır. John yavaşça battaniyeyi kaldırır ve bakar, gözlerine inanamaz: Winston’ın aşırı komik bir görünüşü vardır. John’un şaşkınlığı, gitgide yükselen bir gülmeye dönüşür. Hücrenin duvarını tıklatarak.)

Heey, Norman. Norman! Vay yavrum, burada neler oluyor bir bilsen.

(John, Winston’ın Antigone kılığı karşısında kendini tutamayıp komiklikler yapmaya başlar: Hayranlıkla çevresinde dolanır, göğüslerini okşar, koluna girip salına salına gezinir ve bu arada da her hareketin sonunda makaraları koyverir. Sonunda matrağın ölçüsünü kaçırır ve pantolonunu indiriverir.)

Speedy Gonzales, uygun adım, marş!

(Winston, bütün bu gösteriye gittikçe artan bir öfkeyle, sıkıntılı bir sessizlikle katlanmıştır. Ama bu son hareket bardağı taşırır. Perukayı ve takma göğüsleri hınçla fırlatır ve su kovasına koşup yıkanmaya başlar.)

WINSTON: Hastir ulan! Yetti be! Al Antigone’ni, münasip bi yerine sok, tamam mı?!

JOHN: (Toparlanmaya çabalar.) Bir dakika, ne oldu yahu? Bir dakika… (Kendini tutamayıp yeniden gülmeye başlar.)

WINSTON: Çok beklersin! İnek arabası! Benden paso!

JOHN: Lütfen, Winston, güldüğüme bakma.

WINSTON: İstediğin kadar gül. Ama şunu da aklının bir köşesine yaz: Ben yokum bu işte. Antigone falan oynamıyorum. Erkeğim ben, karı değilim!

JOHN: Tersini söyleyen oldu mu?

WINSTON: Neye güldün öyleyse?

JOHN: Bir daha gülersem namussuzum. Gülmüyorum.

WINSTON: Ya ne? Ağlıyor musun?

(John kendini tutamayıp yeniden makaraları koyverir.) Bak hala gülüyor yahu! Hadi ordan, yarın akşam o kılıkta ortaya çıkıp da, kendimi maskara mı edeceğim? Ardından neler gelir bilmiyor muyum? Ne zaman taz ocağına insem millete madara olacağım: “Hah hah hah… Bayan Antigone geliyor… Hanımefendi yardımcı olabilir miyim... Kah kih kuh!...” Boşversene sen! Al Antigone’ni, turşusunu kur.

JOHN: Ama ben sana gülmedim ki.

WINSTON: Yok ya! Kime güldün peki? Burada ahmaklık edip karı kılığına giren başka biri mi vardı?

JOHN: (Ciddiyetle Winston’ı yatıştırmaya çalışır.) Tamam Winston, tamam. Gülmem, olur biter.

WINSTON: Pabucuma anlat sen onu.

JOHN: Dinle bak, Winston! Şunu anlamaya çalış: Tiyatro bu.

10

Page 12: ADA Athol Fugard

WINSTON: Oh ne ala! Benimle alay edip güleceksin; neymiş, tiyatroymuş! Pabucuma anlat sen bunları.

JOHN: Lütfen Winston, bir dakika sus da; ne söylediğime kulak ver.

WINSTON: Hayır. Geçmiş olsun. Antigone-mantigone yok! Leş kargası Hodoshe için bütün gün koşuştururum daha iyi. Onun istediği belli hiç olmazsa. Oğlan yapmak istiyor, kız değil.

JOHN: Tamam da, bir dakika…

WINSTON: Ne dersen de, umrumda değil.

JOHN: (Bağırarak Winston’ın sesini bastırır.) Allah kahretsin, dinle bir dakika be!

WINSTON: (Havluyu yere atar.) Tamam, dinliyoruz.

JOHN: Gülmesine güldüm. Evet… güldüm. Ama neden güldüm, onu söyleyeyim mi? Seni sahne heyecanına hazırlamak için güldüm! Ben ne yaptığımı bilmiyor muyum sanıyorsun? Sahne heyecanını yenmen için hazırlık bu. Şu adada yaşayan itlerin ne mal olduğunu bilmez miyim? Tabii ki sen sahneye çıktığında gülecekler. Kah kah gülecekler. Ama unutma ki, gülmenin de bir sonu vardır. Gülecekler, gülecekler ve bir yerde gülmeleri bitecek. İşte o zaman, bizim Antigonemiz, söyledikleriyle onları da yüreğinden kavrayıverecek.

WINSTON: Düşünde gör de, inanma. Anla şunu John, ben oynamıyorum. Bu kadar basit.

JOHN: (Winston’ı ilk kez bu kadar kararlı görmektedir. Dikkatlice) Yahu Winston, aslanım, bir dakika. Şunun surasında önümüzde bir tek gün kaldı. Bizim oyunu programın en iyi yerine yerleştirdiler. En son biz çıkıyoruz. Şimdi tutup vazgeçmek olur mu?

WINSTON: Yapamam sanıyorsun değil mi? Görürsün.

JOHN: Winston, beni kötü duruma düşürmeyi ister misin? Oynamazsan başım belaya girer. Bunu gerçekten ister misin?

WINSTON: Pekala, oynayacağım.

JOHN: (Çabuk kazanılan bu zafer karşısında sevinmiştir.) Bravo! Arkadaş dediğin böyle olur.

WINSTON: (Peruka ile takma göğüsleri yerden kaldırıp John’un eline tutuşturur.) Tak şu balkonları, bunu da kafana oturt; Antigone’yi sen oyna. Ben Kreon’u oynayacağım. Anladın mı? Memeler senin olsun; kampanalarım bana yeter; ben Kreon’u oynuyorum. (Şaşkınlıkla bakakalan John’a sırtını döner. Su kovasının altından bir kotikle kibrit çıkarır, sigarasını yakıp içmeye oturur.)

JOHN: (Uyuşturulmuş gibi geçen bir sessizlikten sonta) Yapamazsın ki. Kaç gün önce düşündüm ben onu. Ama çok geç. Kreon’u ezberleyemezsin.

WINSTON: (Sigarasını tüttürerek) Üzgünüm ama, o zaman yapabileceğim başka bir şey yok. Antigone’yi oynamam.

JOHN: (Öfkeye kapılır. Kısa bir duraklamadan sonra, peruka ile takma göğüsleri takar ve Winston’ın önüne dikilir.) Buyur, gül bakalım. Haydi gül! (Winston gülmek ister. Ama bu kısa sürede yitip giden zorlama bir gülüştür.) Gül, gül, devam et! (Sessizlik) Haydi, gülsene! Devam et. Neden durdun? Söyleyeyim mi sana

11

Page 13: ADA Athol Fugard

neden durdun? Bütün bu tantananın altında benim olduğumu biliyorsun da ondan. Peki seyirciler bunun altındakinin sen olduğunu bilmiyorlar mı sanki? Biliyorlar. Biraz gülecekler, ama sonra susacaklar ve dinleyecekler. Bizim tek istediğimiz de bu: Sonunda dinlemeleri.

WINSTON: İstediğini söyle John; Antigone’yi oynamam.

JOHN: Çok dik kafalısın Winston… Söz verdin…

WINSTON: Çarpmışım sözüne. Daha dün akşam anlatmadın mı, bu Antigone uyduruk bir… şeydir diye… efsanedir diye? Uyduruk, üfürük bir hikaye. Gerçekten olmamış bile. Tarih bile değil! Benim böyle boktan efsanelerle, masallarla uğraşacak halim yok. Kim takar efsaneyi! Ben?... Ben burada yaşıyorum arkadaş. Neden burada olduğumu da biliyorum. İşte bu tarih, efsane değil! Ben Cradock’ta yargıç karşısına çıkarıldım ve şimdi buradayım. Senin Antigonen, bunun yanında çocuk oyunu.

JOHN: Winston! Şurada gardiyan olsa, ancak böyle konuşurdu.

WINSTON: Gardiyana da benden selam söyle!

JOHN: Bunlar ancak gardiyanın ağzına yakışacak sözler, Winston. Bütün istediği, bizim de bir ömür boyu böyle düşünmemiz, öyle konuşmamız. Bütün inançlarımıza, bütün düşüncelerimize bu göle bakıyor: “Çocuk oyunu”! Ne yapsak, ne etsek, “çocuk oyunu”… Gün boyu güneşin altında koşturup el arabasını ordan oraya götürsek de, hüngür hüngür ağlasak da, kenefe gitsek de; hep aynı şeyi söylüyor: Çocuk oyunu! Bana bak arkadaş, bu palavra yetti artık. Antigone’yi yapacağım, buna da kimse engel olamayacak. Anlaşıldı mı!

(Aniden birbirlerinden uzaklaşıp yüzlerini duvara dönerler. Pantolonlarını indirip ellerini yukarı kaldırarak duvara yaslarlar. Hodoshe’nin John’a seslendiği duyulur.)

Baş üstüne, Sir.

(John, pantolonunu toplayıp hücreyi terk eder. John çıkınca, Winston da pantolonunu çeker ve homurdanır.)

WINSTON: Gitti işte. Oh olsun. Zılgıtı yesin de görsün bakalım. Antigone aşağı, Antigone yukarı! Yok Antigone önemli! Çarparım Antigonesine be! Ne uyku kaldı ne durak. Varsa yoksa Eteokles ile Polyneikes. Bir Antigone dalgası çıkardı, koca hapishanenin uykusunu kaçırdı be. Gardiyandan zapartıyı yesin de, anlasın dünyanın kaç bucak olduğunu.

(Hücre kapısına gider, dışarıyı dinler. Sonra yerdeki perukaya yaklaşır ve perukanın çevresinde bir tur atar. Sonunda dayanamayıp perukayı yerden alır. Bir kez daha kapıya yaklaşarak gelen giden var mı diye kontrol eder. Birden perukalı halini su kovasında yansıyan görüntüden görebileceğini akıl eder. Perukayı takat. Biraz çabaladıktan sonra, sudaki aksini görmeyi başarır. Bir kahkaha koparacakken, gülmesi yarıda kesilir. Hücrede dolaşarak Antigone’nin halini tavrını denemeye çalışır. Ancak denediği hareketleri beğenmez; kendi kendine çirkşn ve komik gelmiştir. Sonunda perukayı çıkarır ve iğrenerek bir kıyıya fırlatır.)

Ag voertsek!

12

Page 14: ADA Athol Fugard

(Ellerini cebine sokar, suratsız bir kararlılıkla hücrede volta atmaya başlar.)

Yapmıyorum işte. Gelsin söyleyeceğim. Bu kez o kğrek gibi dilini tutacak ve beni dinleyecek. Bu kez konuşma sırası bende. Öyle tartışmak falan da yok. Kesin olarak söyleyeceğim. Yapmıyorum diyeceğim.

(Yerdeki perukanın üstünde tepinir.)

Canına yandığımın! Canı hücrede karı görmek istiyorsa; kendi karısını getirtsin. Nasıl getirtirse getirtsin, bana ne? Ben bunun için mi insanlarla beraber emniyet müdürlüğüne kadar yürüyüş yaptım? Bunun için mi emniyetin önünde nüfus kağıdımı yaktım? Bunun için mi ömür boyu hapis cezasına çarptırıldım? Beni karı kığlına sokup elaleme maskara etsin diye mi hapishanedeyim? Bütün bunları söyleyeceğim ona. Şu kapıdan içeri girer girmez söyleyeceğim.

(Az sonra John yeniden hücreye döner. Winston, Antigone konusuyla o kadar meşguldür ki; John’un büyük şaşkınlığını ve hayalet gibi bakışını fark etmez.)

Bak arkadaş, şunun şurasında aynı hücreyi paylaşıyoruz, inatçılık etmeyi istemem. Ama bu Antigone dalgasında yokum! Lütfen dinle John! Namussuzum ki yapamam. Gel vazgeç şundan, başka bir şey yapalım. Ne bileyin ben türkü söyleyeyim falan. Sen akıllısın, bir şeyler uydurursun. Ben de türkü söylerim, hatta dans ederim. Ama şu Antigone’yi bırak Allah aşkına.

JOHN: (Sakin) Winston…

WINSTON: (Hala John’daki değişikliğin farkında değildir.) Tartışmak istemiyorum arkadaş. Tartışma yok! Şu hücrede o kadar uzun amandır beraberiz ki, incir çekirdeğini doldurmayan her boka tartışıyoruz. Ne tartışması? Didişiyoruz. Ama beni bilirsin. Hayatta kaldıramadığım tek şey, insanların benimle matrak geçmesi. Yarın akşam oraya o kılıkta çıkınca, hergeleler bana gülmeye başlarsa; ilk elime geçenin gırtlağını sıkar, paralarım namussuzum. Gördün işte, şurda sen gülmeye başlayınca bile ne hale geldim. Seni gırtlaklamak geldi içimden, John. Şakası yok bu işin. İçimden öyle geldi ki, gırtlağına çökeyim… Hey, sen beni dinliyor musun? (Neler olduğunu anlamak için John’a gözlerini diker.)

JOHN: Winston… Sana söylemem gereken bir şey var.

WINSTON: (John’daki garipliği nihayet fark etmiştir.) Ne oldu? Gardiyan ne dedi? Bir şey mi oldu? Kötü bir şey mi? Tecrit falan mı?

JOHN: Cezama itiraz etmiştim ya? İtirazı geçen Çarşamba karara bağlamışlar. Hafifletici nedenler geçerli sayılmış. Üç ay daha yatıp çıkacakmışım.

(Uzun bir sessizlik. Winston’ın dili tutulmuş gibidir. Sonunda… )

WINSTON: Üç…

JOHN: Üç ay.

WINSTON: Üç ay…

JOHN: Evet. Müdür Prinsloo söyledi.

WINSTON: John!

13

Page 15: ADA Athol Fugard

(Winston’da bir sevinç patlaması. Kucaklaşırlar. Coşkuyla hücrede bir Jig dansı yaparlar. Sonunda Winston, John’dan kopar ve duvara koşup haberi yan hücrelere iletmek için duvarı yumruklamaya başlar.)

Norman! Norman! John üç ay yatacakmış! Evet! Şimdi öğrendik!

(John, Winston’ın coşkusundan huysuzlanmıştır. Winston’ı duvardan uzaklaştırır.)

JOHN: Winston. Şimdi değil. Sonra. Yarın söyleriz. Yarın taş ocağında söyleriz. Daha benim bile inanacağım gelmiyor. Bırak da biraz kendimi alıştırayım.

WINSTON: Tamam yavrum, okey… Anlat, nasıl oldu?

(John’u tutup yanına yere çöker. Birbirlerine yakın olarak otururlar.)

JOHN: Allahım, neye uğradığımı şaşırdım, birader. İşte, kapı açıldı; baktım leş kargası Hodoshe. “Tamam” dedim kendi kendime, “sıçtık”! Yine bir namussuzluk yapacak bu herif. Senin yüzünden, senin şamatan yüzünden, diye düşündüm. Koridoru geçtik, dört numaraya doğru gidiyoruz… Tecrite koyacaklar, katıksız hücre hapsi. Koridorun sonuna geldik; aa! Sağa döneceğimize sola dönmesin mi? Ana binaya. Sonra da doğru müdürün odasına.

WINSTON: Prinsloo’nun?

JOHN: Aklım durdu. Müdür Prinsloo’nun odasının önüne geldik durduk. Biraz bekledik, ulan bir baktım, gardiyan beni odanın kapısından içeri itelemesin mi? Prinsloo masasında oturmuş; önünde bir takım kağıtlar. Kağıtların arasından bir tanesini çekti, baktı, baktı. Sonra ne dese beğenirsin: “Şansınız varmış. Avukatlarınız yüksek mahkeme nezdinde itiraz etmişler. Hafifletici nedenler geçerli görülmüş. Ve cezanız on yıldan üç yıla indirilmiş.”

WINSTON: Leş kargası ne dedi duyunca?

JOHN: Hiç. Ne diyecek? Mahkeme duvarı gibi astı suratını. (Gülerler) Ha, sonra ne oldu, biliyor musun? Hücreye dönerken leş kargası benimle gelmedi. Ben yalnız başıma döndüm bütün yolu.

WINSTON: Tabii. Özgürsün de ondan.

JOHN: Ah, Winston, daha değil be! Şu üç ay…! Ulan yoksa bir numara mı çeviriyorlar, ha?

WINSTON: Nasıl yani?

JOHN: İnsanın direncini kırmak için ne mümkünse yapar bunlar. Taş ocağıyla, el arabasıyla yapamadıklarını, başka yoldan yaparlar. En son görüşme gününde ne yaptılar, unuttun mu? Herkesin karısı gelmiş; bunlar bizi karşı tarafta sıraya dizdiler de hani, ne dediler? “Karılarınıza iyice bakın! Geriye dön! Hücreye, marş marş!”

WINSTON: E ama müdürü görmüşsün işte oğlum!

JOHN: Evet, Prinsloo, bizatihi. Ben girince ayağa bile kalkmadı köpek. Ha bak, bir de imzamı aldı. Evet, unutuyordum. Kararı bana resmen bildirdiklerine dair, üç ayım kaldığına dair, bir kağıt imzaladım. Evet, imzaladım.

WINSTON: Üç ay dediğin nedir ki, John?

14

Page 16: ADA Athol Fugard

JOHN: (Rahatlamıştır. Bu gerçeği ilk kez gerçekten kavramıştır.) Vay anasını. Winston, üç ay bittiği zaman, seninle bu hücrede üç yılı tamamlamış olacağız. Üç yıl önce Kirkwood’da yargıcın karşısına çıkarılmıştım. Adam, yüzüme bile bakmadı. “On yı” dedi, o kadar. O, iskemlesinde ileri geri kıpırdanıp kıçını kaşırken; ben, hayatımın on yılının sigara dumanı gibi uçup gittiğini görür gibi oldum. Aynı akşam, mahkumlara ait kamyonetle Rooihell’deki hücreye geri gönderildim. Seninle ilk kez o kamyonette karşılaştık.

WINSTON: Evet. Biz de Cradock’taki mahkemeden dönüyorduk.

JOHN: Sen, Temba…

WINSTON: Sipho…

JOHN: Hey yavrum, ne günlerdi be!

WINSTON: Ertesi sabah arabaya bindirmek için avluda sıraya dizdiklerinde de ilk kez yan yana geldik…

JOHN: Mutluluk halkamızı da o zaman taktık. Nişanlandık sanki.

(Kelepçeyi belirtmek için sağ ve sol ellerini birbirine yapıştırırlar.)

WINSTON: Yaşlı bir adam vardı… Hatırlıyor musun?... Köşede duruyordu, Sipho’ya kelepçeliydi.

JOHN: Sipho’ya mı kelepçeliydi?

WINSTON: Evet. Hani şarkıya ilk başlayan.

JOHN: (Hatırlar) Haa, Peter. Tatu Peter.

WINSTON: Hah, yaşa.

JOHN: Bak şimdi yine hatırladım. Unutmuşum yahu. Büyük avlu kapısından hareket edince, herkesin anası, karısı nasıl arabanın ardından koşuşturmuştu. Son kez vedalaşmak için… Biz de içerde, pencereden bir an bakabilmek için cebelleşiyorduk.

WINSTON: (Başını iki yana sallayarak) Rezalet!

JOHN: İhtiyarın söylediği şarkıyı hatırlıyor musun? Bahse girerim unutmuşsundur. (Winston şarkıyı hatırlamaya çalışır. John yavaşça söylemeye başlar. Güney Afrika direniş şarkılarından biri. Winston da şarkıya katılır.)

WINSTON: (Üzgün başını sallar.) Humansdrsop’a vardığımızda, kimsenin şarkı söyleyecek hali kalmamıştı.

JOHN: Şarkısı mı kalmış? Aklımda bir tek şey vardı: İşemek. Allah kahretsin, yol boyu serbest elimle bastırdım durdum, altıma kaçırmayayım diye. Yola çıkarken hata ettim. 800 kilometre yol gideceğiz diye, dört litre su içtim. Hay içmez olaydım. Tamam, kamyonetin köşesinden bir kova vardı ama, kovaya ulaşmak ne mümkün? Balık istifi dolmuşuz arabaya! Bir ara seni o tarafa çekmeye çabaladımsa da para etmedi. Et yığını içinde yerimizden kıpırdayamadık bile. Tuttum kendimi… Humansdrsop, Storms River, Blaaukrantz, hep tuttum… Ama Knysna’ya geldiğimizde… Allah kahretsin! Koyverdim gitti! Tutamadım. (Altını ıslatan bir insanın durumunu gösterir. Winston bunu olağanüstü komik bulmuştur. John da gülmeye başlar.) Ne, sen koyvermedin mi sanki?

15

Page 17: ADA Athol Fugard

WINSTON: Koyverdim tabii.

JOHN: Başlangıçta belki. Ama George kasabasına vardığımızda, kamyonette altını ıslatmayan kimse kalmamıştı. George’da durduğumuzu hatırlıyor musun?

WINSTON: Hatırlamaz mıyım? Biraz dolaşmamıza izin verecekler sanmıştım.

JOHN: Nerde? Mazot aldılar, yola devam’ ama oradaki zenci mahkumlar nasıldı? Pencerenin demir kafesine yaklaşıp nasıl bağırdılar? “Dayanın arkadaşlar, cesaret!”… Sonra yine yol. Ulan ne bitmez yolmuş. Yorgunluktan gebereceğim sandım. Öyle ayakta dikilirken biraz da uyuduk galiba, ha?

WINSTON: Ayakta dikilmek ne demek? Düşmeye imkan yoktu ki!

JOHN: Sonra liman, gemiler… Ömrümde ilk kez gemiye biniyordum. Midem çok bulandı. Kusmak istedim ama, midemde bir şey yoktu ki çıkarayım.

WINSTON: Off, ben de çok kötü oldum gemide. İçim dışıma çıktı.

JOHN: Sonra bu ada göründü. Puslu havada uzaktan görünüşü nerdeyse güzeldi be, ha?

WINSTON: Vallaha ben burnumun ucunu görecek halde değildim arkadaş.

JOHN: Adaya ayak bastığımızda ne dedin, hatırlıyor musun?

(Sessizlik. Bakışırlar.)

Bana çok dokunmuştu Winston. Dönüp Afrika’nın dağlarına baktın, baktın, “Elveda Afrika!” dedin. Hiç unutmayacağım. Üç yıl önceydi.

WINSTON: Ve şimdi, senin, üç ayın kaldı.

(Sessizlik. O masum, coşkulu sevinç havası yok olmuştur. John, bu mutlu haberin arkadaşı için ne anlama geldiğini, ancak şimdi fark eder.)

JOHN: Neyse, boş ver, abuk subuk konuşuyorum işte. Haydi yatalım. (Winston kıpırdamaz, John, Antigone’nin perukasını görür.) Antigone konusunu yarın konuşuruz. (John yatmaya hazırlanır.) Winston, bak şimdi aklıma geldi. Aileme de bildirmişler midir acaba? Princess ile çocukların haberi var mıdır yani?... Kim bilir belki şu anda onlar da “üç ay, üç ay” diye sayıklayıp duruyorlardır, ha? Bu üç ay bana üç yıl gibi uzun gelecek. İnsanın beklediği bir şey olunca, zaman geçmek bilmiyor… (Sessizlik. Winston hala kıpırdısız durmaktadır. John’un sesi değişir.) Pekala, şu üç ay lafını bu hücreden kovalım gitsin. Zaten bütün bu hikaye, boktan bir numaraya benziyor. Besbelli yalan. Unutalım gitsin. Yarın taş ocağına gideceğiz. Birlikte. Onun için uyuyalım haydi.

III. SAHNE

(Aynı gece, daha geç saatler. Winston ve John yataklarında yatmaktadırlar. Winston uyur gibidir. John ise huzursuz bir biçimde, yatakta dönüp durmaktadır. Sonunda kalkar, kovaya gidip su içer, sonra dönüp yatağına gelir, ama yatmaz. Battaniyesini omzuna alıp, önündeki üç ayı düşünmeye başlar.

16

Page 18: ADA Athol Fugard

Günleri parmaklarıyla sayar. Bu arada Winston’a arkası dönüktür. Winston sessizce kalkıp oturur ve John’u bir süre izler.)

WINSTON: (Tuhaf bir gülmeyle) Saymaya başladın.

JOHN: (Korkmuştur) Ha?! Ulan, ödümü patlattın be! Ben seni uyudun sanmıştım. Ne oldu? Uyuyamadın mı?

WINSTON: (Hala gülmektedir. Soruyu duymazdan gelir.) Ohooi sen daha ilk geceden, gün saymaya başladın birader.

JOHN: (Belli ki canı konuşmak istiyordur. Winston’ın yatağına gider.) Evet.

WINSTON: Kaç gün?

JOHN: Doksaniki.

WINSTON: Gördün mü?

JOHN: (Heyecanla) Hesap ortada. Bak şimdi: Bugün ayın onbiri. Yürmi gün bu aydan var; Haziran otuz, Temmuz otuzbir, Ağustos’un onbirinde çıkarım… Demek ki doksaniki gün eder.

WINSTON: (Hala gülümsemesini sürdürür, ama bir yandan da John’u dikkatle incelemektedir.) Yarın?

JOHN: Doksanbir.

WINSTON: Öbür gün?

JOHN: Doksan.

WINSTON: Bir süre sonra seksen.

JOHN: Evet.

WINSTON: Sonra yetmiş.

JOHN: Yok oğlum, o kadar da çabuk geçme bu zaman.

WINSTON: Derken altmış günün kalacak.

JOHN: Altmışa varınca, şu adada yalnızca iki ayım kalmış demektir.

WINSTON: Taş ocağına git gel, derken elli gün, kırk gün.

JOHN: Allah!

WINSTON: Otuz gün.

JOHN: Bir ay! Hepsi topu bir ay!

WINSTON: Sonra yirmi gün… (İki elinin parmaklarıyla göstererek) Sonra on, sonra beş, dört, üç, iki… ve yarın!

(Bu anı tasarlamak John’u aşırı derecede heyecanlandırmıştır.)

JOHN: Yok arkadaş, bırak Allahını seversen! Düşünmesi bile insanın canını acıtıyor. Bırak unutalım şu üç ayı. Ben yatıyorum. (Yatağına dönüp uzanır, uyumaya kararlı bir edayla tespih böceği gibi kıvrılıp battaniyesine sarınır. Winston ise sırt üstü uzanıp gözlerini tavana diker. Bir süre sessizlik. Sonra Winston yavaş sesle konuşmaya başlar.)

17

Page 19: ADA Athol Fugard

WINSTON: Üç ay buarada tutmazlar seni. Yalnız iki ay. Sonra alıp limana götürürler, feribıta bindirirler… Elveda hapishane adası… Feribotla anakaraya… Anakaraya varınca da… Viktor Verster hapishanesine. (John elinde olmadan bunları dinlemiştir. Daha fazla dayanamaz; kalkıp oturur ve kendini tümüyle Winston’ın anlattıklarına bırakır.) Orada yaşamın hemen değişecek tabii. Her şey daha kolay katlanılır olacak. Çünkü Hodoshe, o leş kargası seninle gelmeyecek. O burada kalacak. Benimle. Victor Verster hapishanesinde seni, bağlara, çalışmaya gönderecekle John. Orada taş ocağı yok. Üzüm ve elma yiyebileceksin… Tayının da değişecek… O tipi tayın ve spor; tahliye olduğun zaman iyi görünesin diye. Akşamları oyun oynayabileceksin… Dama, beştaş, kızma birader… Sonra günün birinde müdüriyetten çağıracaklar. Kapının önünde seni geri götürecek bir araba olacak. O sekizyüz kilometreyi gerisin geri götürecekler. Ama bu kez oturabilirsin. Gelirken olduğu gibi, sekizyüz kilometre boyunca ayakta durmak zorunda değilsin. Kelepçelerin de olmayacak. Hatta kim bilir, belki yolda çişini yapman için mola bile verirler. Evet, mutlaka ihtiyaç molasıverirler. Belki yolda bir yerde gecelersiniz bile. Ve sonunda Port Elisabeth’e varacaksınız. Önce Rooihell hapishanesine götürecekler seni. Orası neredeyse evine komşu sayılır. New Prighton’ın yanı başındasın artık. Pencerendeki demir parmaklıkların arasından, yoldan gelip geçenleri görüyorsun. Otobüslerin sesini işitebiliyorsun. Sonra bir gece, yine gözünü uyku tutmayacak. Çünkü yine sayıyor olacaksın. Bu kez günleri değil, saatleri. Ve ertesi sabah John, o güzelim ertesi sabah, seni alıp tahliye bürosuna götürecekler. Orada sana yeni bir haki gömlek, yeni bir haki pantolon ve bir çift kahverengi pabuç verecekler. Ha bir de özel eşyanı. Bak onu az kalsın unutuyordum. Özel eşyanı.

JOHN: Evet, ben de unutmuşum. Beyaz bir gömleğim, siyah kravatım ve gri flanel pantolonum vardı… Sonra kahverengi crockett ayakkabılarım. Çoraplarım? (Küçük bir gülüş.) Bak çoraplarımı hatırlamıyorum. Kareli ceketim… Ha, bir de kol saatim. Kol saatim vardı.

WINSTON: Bunları bir şeye paketleyip verecekler. Koltuğunun altında paketinle seni ana kapıya getirecekler. O kapı yok mu John, o kapı! O kapının ardında New Brighton seni beklemektedir. Annen, baban, Princess, çocuklar… Kapıyı açıp da seni dışarı bıraktıkları zaman…

(Özgürlüğe imgelem yoluyla da olsa, bu denli yaklaşmış olmak; John için dayanılmaz olmuştur. Tıkanır gibi havayı değiştirmeye çabalar.)

JOHN: Yeter Winston! Allah aşkına unut şu üç ayı. Uyumak istiyorum.

(John, Winston’dan kurtulmaya çabalar. Ama Winston onu izler. Yüzündeki takma gülümseyiş artık yok olmuştur. Emekleyerek, sürünerek kaçmak isteyen John’u yakalar.)

WINSTON: Ama daha bitmedi John.

JOHN: Bırak beni, rahat bırak!

WINSTON: Yoo, daha bitmedi, kapının önünde seni arkadaşların karşılayacak. Alıp evine götürecekler. Grattan sokağı 38 numara, John. Hatırlıyor musun? Orada herkes seni bekliyor olacak… teyzeler, amcalar, arkadaşlar, komşular. Seni alıp bir köşeye oturtacaklar. Krallar gibi ağırlayacaklar. Canın ne çekerse: Tatlılar, pastalar, soğuk içecekler… Sonra konuşmaya başlayacaksın. Anlatacaksın John.

18

Page 20: ADA Athol Fugard

Düşün: Adayı, Hodoshe’yi, taş ocağını ve arkada bıraktığın yakın arkadaşın Winston’ı anlatıyorsun. Ama aslına bakarsan, keyfin hala tam gıcır değil. Ne dersin, bir eksiklik var? Çünkü önce şöyle bir güzel sevişmek gerek. Düzüşmek gerek!

JOHN: Yeter, Winston.

WINSTON: (Acımasız) İşte bu yüzden akşam saat on oldu mu, arka kapıdan sıvışıveriyorsun. Doğru “Cennet”e. Düşünsene oğlum, bütün arkadaşlar orada, seni bekliyor… Georgie, Mangi, Vusumzi. Gırtlağına kadar içkiyle dolduruyorlar seni. Dertten anlarlar, hapishanenin ne menem bir yer olduğunu bilirler. Sana bir kadın ayarlıyorlar…

JOHN: Yeter!

WINSTON: Bir de yataklı bir dört duvar. Sonra kadınla seni baş bala bırakıp sıvışıyorlar. Bir kadınla baş başa. Kadını soyunurken seyredeceksin. Sonra yaklaşıp dokunacaksın. Okşayacaksın, John. Okşayacak, okşayacak, düzeceksin John!

JOHN: Winston!

WINSTON: Alt alta, üst üste’ hayvanlar gibi! Durmadan!

(John nihayet dönüp Winston’ın yüzüne bakar. İki adam uzun uzun bakışırlar. John, Winston’ın yüzündeki ifadeden irkilmiş, şaşırmıştır.)

JOHN: Winston? Benim bunda ne suçum var? Neden beni cezalandırmak istiyorsun?

WINSTON: (Sakin) Kokuyorsun John. İçki kokuyorsun, insan kokuyorsun, kadın ve özgürlük kokuyorsun… Özgürlüğün kokusu midemi bulandırıyor. Çığrımdan çıkarıyor beni.

JOHN: Hayır, Winston.

WINSTON: Ne var? Yalan mı? Üç ay sonra bu saatlerde, elinin tersiyle ağzındaki bira köpüğünü silip, donunu indirecek ve karşındaki karıya abanacaksın! Yalan mı? Gülecek, içecek, vuruşacak ve unutacaksın. (John’un sessiz itirazı para etmez.) Bırak bu ayakları! Ayak yapmaya zamanımız yok. Önümüzde yalnızca iki aylık bir süremiz var.

(Sessizlik.)

Bu sabah neyin farkına vardım, biliyor musun, John? Taş ocağında. İhtiyar Harry’nin yanında. İhtiyar Harry’yi tanır mısın John?

JOHN: Evet.

WINSTON: Ne eveti? Nesini tanırsın, söyle?

JOHN: İhtiyat Harry, hücre 23, yetmiş yaşında, ömür boyu hapis.

WINSTON: Demek istediğim, başka bir şey. Yarın taş ocağına gidince Harry’ye şöyle bir alıcı gözüyle bak. Gözlerinin içine bak. Onu nasıl değiştirdiklerini görürsün. Ellerine bak. Taşa dönüştürmüşler adamı. Çekiçle, keskiyle çalışmasına dikkatlice bir bak. Allahın günü, yirmi tane, kusursuz taş bloku çıkarıyor adam. Onun gibi yapan bir tane daha bulamazsın. Taşı sevmiş, taş olmuş adam. Onun için iyi davranıyorlar ona. Kendini unutmuş. Kendisi aradan çıkmış, taş olmuş.

19

Page 21: ADA Athol Fugard

Her şeyi unutmuş adam… Buraya nereden geldiğini, neden geldiğini. İşte ben de öyle oldum John. Neden burada olduğumu unuttum.

JOHN: Olamaz.

WINSTON: Neden buradayım?

JOHN: Başkaları için kendini feda ettiğinden.

WINSTON: Sıçayım başkalarının içine.

JOHN: Böyle konuşma, ideallerimizi düşün.

WINSTON: İdeallerin de içine sıçayım…

JOHN: Hayır Winston… Toplumsal amaçlarımız, çocuklarımızın özgürlüğü…

WINSTON: Toplumsal amaçların da, politikanın da… hepsinin! Ben niye buradayım John? Neden senin özgürlüğünü kıskanıyorum John? Ben de gün saymak isterim. Allah baba bana da on parmak vermiş. Ama neyi sayacağım? Ömrümün tamamını mı? Nasıl sayacağım John? Bir, bir, bir” diye mi? Bir gün daha geçti: “Bir!” Bir gün daha yine “bir”… Bir şey söylei bir akıl ver kardeşim, ne olur! “Bir, bir, bir”…

(Winston’ın çaresizliği ve acısı karşısında, John olduğu yere çöküvermiştir. Winston ise, bütün bir ömrü bu adada geçirme düşüncesinin ezici etkisi altında neredeyse küçülmüş gibidir. Birkaç saniye bu ağır yükün altında, suskun ve ezik durakalır. Sonra yavaşça ayağa kalkar, dönüp John’a bakar. Winston yeniden konuşmaya başladığında, yazgısını kabullenmiş bir insanın kararlılığı sesine yansıyacaktır.)

Nyana we sizwe!(John başını kaldırıp Winston’a bakar.) Nyana we sizwe!... Geçti, hepsi geçti. (John’a yaklaşır.) Unut beni… (John umutsuzca, son bir kez direnmeye yeltenir.) Hayır John. Beni unut… Çünkü ben de seni unutacağım. Evet, unutacağım seni. Başkaları da gelecek, günlerini sayıp gidecekler John. Ve ben onları da unutacağım. Senin gibi daha birçokları gelecek, gününü sayıp gidecek ve ben onların hepsini unutacağım. Sonra bir gün gelecek, her şey unutulacak.

(Işık değişimiyle, aradan zaman geçtiği belirtilir. Bir başka gün, bir başka an: Winston Antigone için gerekli aksesuarını toplamaktadır.)

WINSTON: Haydi gidelim, bekliyorlar.

JOHN: Rolünü ezberledin mi?

WINSTON: Evet. Haydi, temsile geç kalıyoruz.

IV. SAHNE

(İki oyuncu hücreyi hapishanedeki temsilin sahnesine dönüştürmüşlerdir. Battaniyeler fon olarak asılmıştır. Winston, oyun için gerekli eşya ile

20

Page 22: ADA Athol Fugard

battaniyenin arkasında kaybolur. John öne, seyirciye doğru çıkar. Henüz Kreon kostümüne bürünmemiştir.)

JOHN: Sayın müdürümüz Prisloo, baş gardiyan Hodoshe, değerli gardaiyanlar… ve arkadaşlar! Labdakos oğullarından iki kardeş, bir savaşta karşı karşıya gelirler. Birisi devlete saldırırken, öteki korumak amacındadır. Ama ikisi de savaş alanında ölürler. Devletin başına geçen Kral Kreon, kenti savunan prensin, ölmüş prenslere yakışan her türlü törenle kutsanarak gömülmesini emreder. Ama diğeri; sürgünden dönüp devleti ateşe salan, devlete karşı çıkıp efendilerinin canına-kanına kasteden Polyneikes, törensiz ve mezarsız kalacaktır. Cesedi orada bırakılacak, kurda kuşa yem edilecektir. Yasa böyle öngörmektedir. Ama kızkardeşi Antigone, yasayı çiğner ve kardeşi Polyneikes’i gömer. Antigone bunun üzerine yakalanır ve hapsedilir. Hodoshe bölüğünden, kırk ikinci hücrenin bu akşam sizlere sunacağı “Antigone’nin Yargılanması” adlı oyun, bu konu üzerinden gelişmektedir.

(Battaniyelerin arkasında kaybolur. İkisi birlikte trompetlerin çaldığı bir fanfarı taklit ederler. Doruk noktasında John, Kreon kılığına girer. Boynunda bir madalyon, başında uyduruk bir taç taşımaktadır. Bir battaniyeyi de Hymation gibi omzuna almıştır.)

JOHN: Yurttaşlarım! İşte ben, Kralınız Kreon, sarayımın önünde sizleri topladım ve selamlıyorum. Sessiz olun ve beni dinleyin! Nasıl? Sen, değerli yurttaşım, daha yüksek sesle konuş! “Yaşasın Kral” mı? Yurttaşlarım, ben sizin hizmetkarınızım… belki çok mutlu ve şanslı biriyim, ama yine de sizin hizmetkarınızım. Sık sık söylerim: oturduğum makamı belirleyen şu simgelerin, evinizdeki hizmetkarın göydiği önlükten farkı yoktur. Kreon’un taci basit bir simgedir. Ve umarım ki, çocuğunuzun dadısının önlüğü kadar da temizdir. Çocuğunuzun dadısı, o küçük bebeğin beşikte büyüyüp şişmanladığını görmekle nasıl mutlu olur ve hizmetinden sevinç duyarsa; Kreon da karşınızda öyle duruyor! Mutlulukla, sevinçle gülümsüyor! Neden? Karşısındaki insanların, şişman ve memnun olduğunu gördüğü için. Devletin başarısı, başka neyle ölçülebilir? Kral ve prensler için yapılan sarayların görkemiyle mi? Tanrılar adına kurulan tapınakların büyüklüğüyle mi? Bugün artık aya bile füzeler gönderen bilim adamlarının ve teknisyenlerin varlığıyla mı? Hayır! Bütün bunlar halkın memnun ve şişman olmasının yanında bir hiçtir. Peki hiç düşündünüz mü; halkın şişmanlığını ve memnuniyetini koruma görevi kime düşer? Bu sorunun yanıtı çok kolay, değil mi?... Hizmetkarınız, kralınıza! Peki ama, kralın, halkın bu mutluluğunu koruyabilmek için, neye gereksinmesi var; bun hiç düşündünüz mü? Kralın halkını mutlu etmek için, şu komik tacın dışında ne gibi bir araca gereksinmesi var? Bunun da yanıtı çok kolay, benim sevgili vatandaşlarım: Yasa! Evet. Yasa… Dört harfli bir sözcük. Kim bilir kaç kez kullanmışsınızdır bu sözcüğü. Ama hiç durup da düşündünüz mü? “Nedir bu yasa?”… Düşünmüş olsanız bile, “yasa şöyle der”, “yasa şunu, şunu emreder” deyip geçmiş; işin aslını gözden kaçırmışsınızdır. Yasa bir şey söylemez, yasa emretmez. Yasa korur! Yasa, sizleri korumak için, hizmetkarınızın elindeki bir kalkandan başka bir şey değildir! Ama düşünün, bir elinizde korunma için bir kalkan var; öteki elinizde vurmak için kılıç yok. Bu ne kadar saçma olursa; işte yasanın da bir keskin tarafı var: Ceza! Artık zor günleri arkamızda bıraktık. Sınırlarımızda hüküm süren huzursuzlukları boyuna sizlere hatırlatmama gerek yok. Şişmanlığımıza ve mutluluğumuza göz diken fareleri sürekli hatırlatmama gerek yok. Bunlarla yorulmadan savaştık ve püskürttük. Ama yıkıcı çalışmaları

21

Page 23: ADA Athol Fugard

iş edinmiş bazı hainler, hala varlığını sürdürüyor… Hiçbir şeyden memnun olmayan bazı fareler hala aramızda. İşte bu fareler, Kreon’un öteki yüzünü görecekler… Mutlu halkımın gördüğü bu koruyucu yüzü değil; kılıcın keskin yüzünü! Üzülerek söylüyorum, -neden üzüldüğümü birazdan siz de anlayacaksınız- bunlardan birini daha yakaladık. İşte bu yüzden sizleri buraya topladım. Şu andan itibaren görecekleriniz, bu farelere sempati duyacak kadar yolunu şaşırmış olanlara bir ders olsun. Kalkan, koruyacağı kadar korudu. Şimdi sıra kılıçta. Sanığı getirin.

(Winston, Antigone kılığında girer. Başında peruka ve boynunda çivilerden oluşan gerdanlık vardır. Bir battaniyeyi, eteklik gibi beline dolamıştır.)

WINSTON: Antigone. Oidipus’un kızı, Eteokles ile Polyneikes’in kız kardeşi.

JOHN: Yasaya aykırı olarak, hain Polyneikes’in cesedini gömmekle suçlanıyorsun.

WINSTON: Ben, kardeşim Polyneikes’in ölüsünü gömdüm.

JOHN: Bunu yasaklayan bir yasa olduğunu biliyor muydun?

WINSTON: Evet.

JOHN: Bile bile yasayı çiğnedin.

WINSTON: Evet.

JOHN: Bu davranışın sonuçlarını biliyor muydun?

WINSTON: Evet.

JOHN: Hakkındaki suçlamaya ne diyorsun? Suçlu musun, suçsuz mu?

WINSTON: Suçlu.

JOHN: Antigone, suçunu kabul ediyorsun. Savunma adına söylemek istediğin bir şey var mı? Kendini savunmak için bu son şansın. Konuş.

WINSTON: Kardeşimin gömülmesini yasaklayan yasayı kim koydu?

JOHN: Devlet.

WINSTON: Devlet kim?

JOHN: Kral olarak devleti temsil eden benim.

WINSTON: Demek ki yasayı koyan sensin.

JOHN: Evet, devlet için.

WINSTON: Sen Tanrı mısın?

JOHN: Sözlerine dikkat et küçük hanım.

WINSTON: Kendimi savunma şansım olduğunu söylemiştin.

JOHN: Alaya alma şansın yok ama.

WINSTON: Seninle alay edecek zamanım yok. Yaşamım iki dudağının arasında.

JOHN: Konuş öyleyse.

WINSTON: Polyneikes savaş alanında öldüğünde, ondan geriye kalan, yalnızca cansız bedeniydi. Ondan artık kimseye ne zarar gelirdi, ne yarar. Savaş alanında arda

22

Page 24: ADA Athol Fugard

kalan beden, artık yalnızca leş kargalarını ilgilendirirdi. Ama Tanrı’ya aitti. Oysa sen, yalnızca bir insansın, Kreon. İnsanlar tarafından yapılan asalar olduğu gibi, bir de Tanrı’nın koyduğu yasalar vardır. Senin casuslarını, geceleri nasıl, senin yasalarını çiğneyenleri izliyorsa; Tanrı da benim içimde kendi yasalarını izliyor. Tanrı’ya karşı suç işlemiş olmak istemem. Şu yeryüzündeki hiç kimse için. Öleceğimi biliyorum, Kreon. Bunun için senin yasana gerek yok. Yasana direnenleri bekleyen ölüm korkutmacasına da gerek yok. Bir yanda senin yasan, karşısında da benim direncim durduğu için, ölüm çok yakın. Daha iyi ya. Senin göz dağın benim için bir hiçtir, Kreon. Ama anamın oğlunu, bu yurdun evladını, oraya öylece leş kargalarına yem olmaya bırakırsam; yüreğimde bir daha hiç huzur olmazdı. Bu söylediklerimden bir şeyler anlıyor musun, Kreon?

JOHN: Bu sözlerin, halka yalnızca kötülükler getiren, inatçı bir dik başlılığın belirtisi. Önce yasayı çiğniyorsun; şimdi de devleti aşağılıyorsun!

WINSTON: İnsandan öte bir varlık olmadığını, sana hatırlattığım için mi?

JOHN: Hakaret ve dik başlılıkla da yetinmiyor; suçunu bir de marifet sayıyorsun. Hayır Antigone, bu yolla cezadan kurtulamayacaksın. Kendi çocuğum olsan, yine de kurtulamazdın. Cezanın tümünü çekeceksin.

WINSTON: Tümünü? Bana ölümden daha kötü bir şey mi yapmak istiyorsun?

JOHN: Bu olunca, benim istediğim de olmuş demektir.

WINSTON: O halde boşuna zaman yitirmeyelim. Konuşmayı bırak. Ben kardeşimin ölüsünü gömdüm. Bu onurlu bir eylemdi. Senin ve yasalarının korkusu, ağızlarını bağlamamış olsa; bu ülkede yaşayan herkes bunu doğrulardı.

JOHN: Yanılıyorsun. Halktan hiç kimse senin gibi düşünmüyor.

WINSTON: Tam tersine. Yalnızca sana söylemekten korkuyorlar. Rahat uyku uyuyamayacaksın, Kreon.

JOHN: Suçunu, utanmazlıkla taçlandırıyorsun, Antigone.

WINSTON: Öz kardeşime saygı göstermekte utanacak ne var?

JOHN: Onunla dövüşüp ölen de kardeşin değil miydi?

WINSTON: Öyleydi.

JOHN: Birine saygı göstermekle, ötekini aşağılamış olmuyor musun?

WINSTON: Ben dünyaya kin değil, sevgi paylaşmaya geldim.

JOHN: Öyleyse git ve sevgini ölülerle paylaş. Yaşadığım sürece, ben burada farelerin yasalarına izin vermem.

WINSTON - Boşuna zaman harcıyoruz, Kreon. Konuşmaktan vazgeç. Çünkü sözlerin, amacının tersine işliyor. Ömrümü uzatıyor.

JOHN: (Yeniden halkına döner.) Sorgulamayı izlediniz. Şimdi bir de devletin tanıklarını dinlemeye gerek yok. Çünkü nasıl olsa, sanığın suçlu olduğunu, tartışmaya meydan bırakmayacak biçimde kanıtlayacaklar. Zaten bu tanıkların kimliğinin açıklanması da, devletin yüksek menfaatlerine aykırı düşer. Ortada bir yasa var. Bu yasa çiğnenmiş. Cezayı da yine yasa belirliyor. Benim yapabileceğim bir şey yok… Alın onu, doğruca adaya götürün. Orada ömür boyu dört duvar arasına,

23

Page 25: ADA Athol Fugard

bir hücreye tıkın; yaşamasına yetecek kadar yiyecek verin. Elimizi kanıyla kirletmeyelim.

WINSTON: (Seyircilere) Yurttaşlarım! Bakın, bugün son yolculuğuma çıkıyorum! Güneşin parlak ışıklarını son kez görüyorum. O soğuk, uzak, ıssız; yaşamla ölüm arasında yitmiş adaya gidiyorum. Mezarıma, sonsuzluk hapsime; kimsesiz yaşanacak ölümüme gidiyorum.

(Kafasındaki perukayı çıkarır ve seyirciye Winston olarak seslenir. Artık Antigone değildir.)

Atalarımızın Tanrıları! Yurdum! Yuvam! Zaman beklemez! Diri diri ölmeye, ölü gibi yaşamaya gidiyorum! Çünkü kutsal saydığım şeyleri, kutsal tuttum!

(İkisi de kostümlerini çıkarıp “kulisler”ini devirirler. Sonra yan yana gelip, -oyunun başındaki gibi- el ve ayaklarından birbirlerine kelepçeliymiş gibi dururlar. Üç ayaklı koşularını tuttururlar. John bir dua mırıldanır; Winston ise üç bacaklı koşuya uygun bir ritm.)

(Bir siren sesi duyulur.)

(Işıklar yavaş yavaş kararır.)

24

Page 26: ADA Athol Fugard

ÇEVİRENİN NOTLARI

Bu oyu n ilk kez 02.07.1973’de Athol Fugard’ın sahneleyişiyle sergilenmiştir; “John” rolü John Kani, “Winston” rolü de Winston Ntshona tarafından oynanmıştır.

Ben oyunu Almanca’dan çevirdim. “Antigone”ye ilişkin bölümlerde, yer yer Sabahattin Ali’nin çevirisine başvurdum. (“Antigone”, Sophokles, Çev.: Sabahattin Alii Maarif Matbaası, 1941)

Oyunda birkaç ke geçen “Nyana we Sizwe” ifadesi, Zulu dilinden kaynaklanır. Güney Afrikalı siyahların ağzında, hem bir selam biçimi, hem de bir savaş sloganıdır. Sözcük anlamı: Yurdun oğlu. Yerine göre “sağlıcakla”, “canın sağ olsun”, “rast gele”, “hodri meydan”, “elle gelen düğün bayram” vb. anlamlarda kullanıldığı anlaşılıyor. Diğer deyişlerin anlamları şöyle:

Ons was gemoer vandag : Bugün canımıza ettiler!

Ag voertsek : Cehennemin dibine!

Athol Fugard, 1932’de Güney Afrika’nın Kap bölgesindeki Middelburg’da doğmuş. Felsefe ve antropoloji okuyan yazar, denizcilik, gazetecilik ve tiyatro yöneticiliği yapmış. Oyuncu, yönetmen ve yazar olarak 1958’den bu yana çalışmalarını sürdüren Fugard, Güney Afrika yasalarına rağmen ırk ayrımına yüreklilikle karşı çıkmış ve uluslar arası ün kazanmış bir tiyatro adamıdır.

Yücel ERTEN

Ekim 1987, Ankara

25