akil yürütme kapisini kapatma

22
1 AKIL YÜRÜTME KAPISINI KAPATMA Prof. Dr. Ali Demirsoy Bu yazı son zamanlarda televizyonlarda temel bilimlerdeki ve astronomideki son gelişmeleri iyi izleyen bazı öğretim üyelerinin, bilim felsefesi adı ve kimliği altında, insanları, sinsi bir şekilde, dini, temel bilimlerin lokomotifi ve düşünme aracı olarak gösterme çabalarına karşı kaleme alınmıştır. Bilimde en kötü, kanıtlanması en zor ve geriye döndürülmesi en güç yönlendirme yanlış kaynak göstermedir. Eğer birileri doğrularını yanlışlarının üzerine oturtmayı alışkanlık haline getirmiş ise onu akıl ve izanla düzeltmeniz neredeyse olanaksız hale gelmiş demektir. Bu yazıya televizyon sunumlarından birinde geçen konuşmanın analizi ile başlamak isterim. Tanrı kötülüğü niye verdi?” diye soruldu. Yanıt: Allah kullarını denemek için kötülük vermiştir. Eğer kötülük karşısında inancı olup hata yapmaz ise cennetlik olur. Kötülüğü tevekkülle karşılamamız bu nedenledir. Ancak burada asimetrik bir yargılama söz konusudur. Bir tarafta kötülükle denenen bir mümin var; diğer tarafta bu müminin denenmesinde kullanılarak acı çeken, kötülüğe uğrayan, hiçbir taksiratı (suçu-hatası) olmayan başka bir insan daha var. Örneğin 10 yaşında bir kızın ırzına geçerek öldüren bir insan yaptığı kötülükten dolayı Allah tarafından denenirken, hiçbir suçu olmayan bir çocuk bu denemenin kurbanı olmaktadır. Suçu olmayan bir insana başkasını denemek ve yargılamak için

Upload: demirsoy

Post on 22-Jul-2016

244 views

Category:

Documents


1 download

DESCRIPTION

Değerli Kardeşim Bu coğrafyanın ve ülkemizin en büyük sorunu akıl yürütme kapılarının hem geçmişte hem de günümüzde (özellikle son yıllarda) kapatılmış olmasıdır. Tüm olumsuzlukların temelinde atıl yürütememe sorunu yatmaktadır. Bunu bertaraf edecek en önemli kuruluşlar olan üniversiteler ne yazık ki kendileri atıl yürütme becerisine şiddetle gerek duymaktadırlar. Esas tehlike yakın zamanlara kadar akıl yolunu kapatılması tutucu önderlerin bir kısmının etkisiyle oluyordu. Bilim dünyasının üyeleri olmadığı için etkileri de sınırlı kalıyordu. Son 20-30 yıl içinde ne yazık ki temel bilimleri ve çağdaş bilimleri ezberlemiş, yabancı ülkelerde okumuş, dünyadan haberi olan, ancak üniversite kimliği ile bu bilgileri felsefeci, sosyolog, temel bilimci gibi sıfatlarını kullanarak dogma sosuna bandırarak halka yedirmeye başlamıştır. Temel bilmelerin bulgu ve buluşlarını, kutsal kitaplara dayandırarak, akıl ve bilim yolunun lokomotifinin dogma olduğu fikrini sinsi sinsi işlemektedirler. Bilgilerin

TRANSCRIPT

Page 1: Akil yürütme kapisini kapatma

1

AKIL YÜRÜTME KAPISINI KAPATMA

Prof. Dr. Ali Demirsoy

Bu yazı son zamanlarda televizyonlarda temel bilimlerdeki ve astronomideki son gelişmeleri iyi izleyen bazı öğretim üyelerinin, bilim felsefesi adı ve kimliği altında, insanları, sinsi bir şekilde, dini, temel bilimlerin lokomotifi ve düşünme aracı olarak gösterme çabalarına karşı kaleme alınmıştır. Bilimde en kötü, kanıtlanması en zor ve geriye döndürülmesi en güç yönlendirme yanlış kaynak göstermedir. Eğer birileri doğrularını yanlışlarının üzerine oturtmayı alışkanlık haline getirmiş ise onu akıl ve izanla düzeltmeniz neredeyse olanaksız hale gelmiş demektir. Bu yazıya televizyon sunumlarından birinde geçen konuşmanın analizi ile başlamak isterim.

“Tanrı kötülüğü niye verdi?” diye soruldu. Yanıt: Allah kullarını denemek için

kötülük vermiştir. Eğer kötülük karşısında inancı olup hata yapmaz ise cennetlik olur.

Kötülüğü tevekkülle karşılamamız bu nedenledir.

Ancak burada asimetrik bir yargılama söz konusudur. Bir tarafta kötülükle

denenen bir mümin var; diğer tarafta bu müminin denenmesinde kullanılarak acı

çeken, kötülüğe uğrayan, hiçbir taksiratı (suçu-hatası) olmayan başka bir insan daha

var. Örneğin 10 yaşında bir kızın ırzına geçerek öldüren bir insan yaptığı kötülükten

dolayı Allah tarafından denenirken, hiçbir suçu olmayan bir çocuk bu denemenin

kurbanı olmaktadır. Suçu olmayan bir insana başkasını denemek ve yargılamak için

verilen bu cezanın ahlaki ve adil olmasını nasıl savunursunuz? Hiçbir çarpıtılmış

yanıt bu sorunun karşılığı olamaz.

Materyalist Ateistler ile dinciler arasındaki en önemli fark, evreni algılayış

biçimidir. Dinciler evrenin Tanrı tarafından yaratıldığına inanır; Ateistler ise evrenin

hep var olduğuna. Dinciler bu evrendeki düzenden dem vurarak, bunları Tanrının

varlığı için bir delil olduğunu ileri sürerler. Dünyadaki biyolojik düzenin en önemli

ögesi olan ölümden korkar, yaptıkları tüm tapınmalarında bu düzenlemenin daha

doğrusu biyolojik mekanizmanın kendilerinden ırak olması için yalvarırlar. Dünyadaki

bu düzenin ırk, din, zenginlik ve fakirlik dinlemeden, Tanrıya ibadetin derecesine

bakılmadan herkes için benzer ölçüde geçerli olduğunu görmezden gelirler. Çünkü

temel bilimlerin yansızlık ve herkes için geçerli olan evrensel kurallarından

Page 2: Akil yürütme kapisini kapatma

2

habersizlerdir. Bu kuralları öğrenmekten kaçınarak (özellikle evrimin kurallarını)

bilgisizliklerini, açıktan kazanma dürtülerini, merak etmenin huzursuz edici etkisini,

doğaüstü güçlerin himmetine sığınarak giderme gibi kolay bir yolu seçerler; ancak

neden tarihte ve bu gün benzer davranışı gösteren toplulukların başarılı, ahlaklı,

mutlu, iç dünyasıyla barışık, insan haklarına saygılı, yaratıcı topluluklara

dönüşemediğini araştırmaya yanaşmazlar.

Bu çıkmaza girmiş toplulukların tümünün ortak özelliği, araştırmalarla bulunan

her şeye kutsal kitaplarında anlamı her tarafa çekilebilen sözcüklerle sahip

çıkmalarıdır. Aslında bu biraz önce değindiğimiz himmet-dilenme davranışının

açılımıdır; yani çalışmadan, uğraşmadan, açıktan kazanma kurnazlığının günlük

yansımasıdır. Aslında çıkarcı bir gözle bakıldığında getirisi bu kadar yüksek olan bir

dünya görüşü olamaz: Hem dünyadaki tüm buluşlara ve övgüye değer şeylere emek

çekmeden, çalışmadan ortak oluyorsunuz hem de öbür dünyanızı güvenceye

alıyorsunuz (buna çifte kavrulmuş diyebiliriz). Aslında Ateistler ile dinciler arasında

düzen sözcüğünün anlaşılmasında da bu nedenle temel farklar vardır. Bu temel

farklara diğer yazılarda daha sonra değineceğiz.

Ateistler, böyle bir düzen için yaratıcıya gerek olmadığını, var olan bir şeyin

yaratılmasının bir halüsinasyon (varsanım) olduğunu ileri sürerler; asıl olan, var ve şu

anda üzerinde düşünmemiz gerekenin olan şeyin kendi içindeki düzenlenmesini

anlamaktır derler; bunun en kolay yolunun ise kutsal kitaplardaki bilgileri ezberleme

yerine önce hidrojen atomunun yapısını anlamadan geçtiğini ileri sürerler. Hidrojen

atomunun yapısını ve dinamiğini bilen birisi evrenin düzenini anlamakta zorlanmaz

derler. Nitekim bugün evrende ilk ortaya çıkan elementin hidrojen olduğu ve onun bir

çeşit patlamalarla (bir çeşit fırınlanarak) diğer elementleri meydana getirdiğini çok net

olarak biliyoruz. Hidrojen atomunun yapısını doğru dürüst bilen biri bütün bunların

arkasında bir gizem aramaya girişmez ve girişenleri de bilim dışı olarak görür.

Evrenin mimarisinin fizik ve kimya kuralları ile kurulduğundan kuşku duymaz. Hiçbir

gücün fizik ve kimya kurallarının dışında bir şeyi yaratma gücünün olmadığını bilir ve

günlük yaşamındaki değerlendirmelerinin çoğunu da bu mantığa oturtur. Dolayısıyla

fizik ve kimya kuralları ile açıklanamayan hiçbir şeye inanmaz ve güvenmez. Bu

nedenle müspet bilimlerdeki insanların neredeyse tümü bu kesimden çıkar.

O zaman hidrojen atomunun bu doğurgan yapısının nedenini sorgulama

gündeme gelebilir. Aslında hidrojen atomunun mimarisini başka bir evrenden bu

Page 3: Akil yürütme kapisini kapatma

3

günkü evrene geçiş sırasında egemen olan fizik kuralları saptar. Fizik kuralları mutlak

olmasına karşın, kuralların geçerliliği ortaya çıkan evrenin yapısı ile sınırlıdır; açıkça

her evrenin kendine göre fiziki bir mimarisi vardır; bu günkü evrende geçerli olan fizik

kuralları ta başlangıçta sadece bazı şeyleri doğurabilecek unsurları taşımaktadır. Bu

nedenle hidrojen atomu meydana gelmiştir ve bu atomun türevi olan kararlı 93

element (geçici olanlarla birlikte toplum 118 element) bu evrenin yapısını

oluşturmuştur. Belli ki bu evrenin fiziki kuralları daha büyük yapılı bir atomun

elamanlarını bir arada tutamıyor; parçalanıyor. Şimdi ben soruyorum? Tanrı neden

1000 atom numaralı (yani bin çeşit) element yaratmamıştır? Böyle bir durumda çok

daha etkileyici, çok daha zengin ve çok daha doğurgan bir evren olacaktı.

Bu durumda hidrojen atomunun mükemmelliğine inanmamız gerekiyor. İyi de

başka bir atom modelini biliyor musunuz ki, hidrojen atomunun mükemmelliğine

hayranlık duyuyorsunuz? Nasıl bir atom düşünüyorsunuz ki, bunu yapmak çok kolay,

nesi var ki diyebilesiniz ve hidrojen atomunun gizemini sergileyesiniz. Bir insan başka

bir seçeneği biliyor ve tanıyorsa, elindeki seçeneğin iyi ya da kötü, ya da mükemmel

olduğuna karar verebilir. Siz başka bir atom tanıyor musunuz ki, hidrojen atomunun

en mükemmel olduğu fikrini savunuyorsunuz? Örneğin başka atomlar olmasaydı

sadece hidrojen atomunun kendi ve türevleri ile sınırsız renk ve sınırsız ses duyabilir;

kendi enerjisini üreten molekülere sahip olabilirdik diyebilir misiniz?

Bu günkü evreni kuran dört unsur (kütle, zaman, hız, enerji değişimi) ve dört de

kuvvet vardır (çekirdek kuvvetleri, elektromanyetik kuvvet, radyoaktif kuvvet ve kütle

çekimi).

Bunlar olmasıydı evren olabilir miydi? Olmayabilirdi ya da olabilirdi; ancak benim

bu günkü kavrama yeteneklerimle algılayacağım kuralları olan bir evren olmazdı. İşte

bu nedenle, ölçebileceğim, tartabileceğim, sayabileceğim kurallar ve nesneler ile

düşünmeyi çağdaş ve uygar bilimlerin lokomotifi olarak görür; bunun dışındakileri

çağdışı yönlendirmelerin araçları olarak görürüm. Hiçbir güç, geçmişte ve gelecekte,

burada ya da evrenin herhangi bir yerinde fizik ve kimya kurallarının dışında bir şey

yapamaz. Çağdaş araştırmalar, bu kuralları oluşturan güç ve etkileşimin, atom altı

parçacıkların doğasından kaynaklandığını varsaydığı için zamanımızdaki

araştırmaların önemli bir kısmı bu konuya yönelmiştir. Ancak istediğimizi elde etsek

de bir ötesini sorgulamaya doğamız gereği devam edeceğiz.

Page 4: Akil yürütme kapisini kapatma

4

İyi de onu kim yaptı? Ancak insan beyni karmaşıktan basite giderken ”iyi de

onu kim yaptı ya da yarattı” sorusuna doğası (merakı) gereği kitlenmiştir. Hangi

açıklamayı yaparsanız yapın geldiğiniz noktadan bir öncekini de sorgulayacaktır.

Hayvanların dinlerinin ve tanrılarının olmaması, bizim de din ve tanrımızın olması bu

duyguda yatar. Hayvanlar bir öncekini merak etmezler, fizik ve kimya da bilmezler.

Söz buraya gelmişken güncel gelişmelerden de kısa bir ilinti vermek iyi olacaktır. Son

35 yılda özellikle son 13 yılda dini işlerde tarihimizde görülmemiş atılımlar oldu. Dini

mekânlar ve çalışanların sayısında, ücretlerinde önemli artışlar oldu. Dini usulden

yaşama üstünlük sağladı. İmam hatiplerin sayısı ve olanların kapasitesi olağan üstü

arttı. Ancak bu son dönemde, üniversitelerde 48 fizik, 30 kadar kimya, 28 biyoloji

bölümü, gerçek bilimle uğraşan diğer birçok bölüm, öğrenci yokluğundan kapatıldı

(2015 yılında bu bölümlere başvuracakların sayısının bir önceki yıla göre % 80

azaldığı yetkililerce açıklandı). Belli ki uzaya araçla gitmek, duayla gitmekten çok

daha pahalı ve zahmetli… Güzide öğretim üyeleri, sağ olsunlar zaman geçirmeden,

uzaydaki ve yerdeki her buluşun daha önce kutsal kitaplarda yazılı olan yerini ve

yorumunu bulup bizi hemen irşat ediyorlar (aydınlatıyorlar). Bütün beklentimiz bu

güzide kesimin bundan böyle bu buluşlar birileri tarafından bulunmadan tarafımızdan

bulunmasını sağlamalarıdır… Bizim bu mantık ve eğitim sistemiyle, dogmaya

bulanmış zihnimizle, başkalarının gittiği yoldan farklı bir yoldan giderek ve farklı

araçlarını kullanarak aynı sonuçlara ulaşma şansımız iyice zayıflatılmıştır…

Matematik, fizik, kimya, biyoloji bölümlerinin neredeyse %80’nin kapanma ile karşı

karşıya olduğu; imam hatiplerin sayısının ve kapasitesinin birkaç yıl içinde %60 artığı

bir ülkede büyük bir aydınlanma, atılım mı bekliyorsunuz? Yani işimiz Allah’a

kalmıştır…

Ateistler ile dincilerin evrenin oluşumunu yorumlamaya başladıklarında, zorunlu

olarak birçok yerde anlaşmaya çalışsalar da, Bing-Bang dendiğinde tamamen

ayrılırlar. Dinciler, bundan yani Bing Bang’ten sonra, daha önce ne vardı ya da

Tanrıyı kim yarattı sorusunun sorulamayacağı düşüncesindedirler. Burada insanın

düşünme dürtüsünün sonunu geldiğine karar vermişlerdir; bundan böyle fizik, kimya

kurallarının gereksizliğini, akıl yürütmenin de kurulu düzene karşı gelme olduğunu

ileri sürerler.

Ateistler ise, türevleri bugün evrenin çeşitli unsurlarını oluşturan atom altı

parçacıkların egemen olduğu, zamanın, maddenin ve hızın, enerjinin oluşmadığı bir

Page 5: Akil yürütme kapisini kapatma

5

dönemden, bugünkü fizik ve kimya kurallarının geçerli olduğu, zamanın başladığı,

kütlenin ortaya çıktığı, Newton Fizik Kurallarının mimarisini oluşturan dönüşümün,

yaratılışın kendisi olduğunu düşünür; arkada bir gizemin aranmasının anlamsız

olduğunu söylerler. Bu sonuncu kesimin en önemli, diğer insanlardan farklı kılan

özelliği evrensel bir yapılanmada bir başın ve bir sonun olması gerektiği

düşüncesinden (saplantısından) kurtulmuş olmalarıdır. Evrenin akışında bir baş ve

son koymanın, canlıların nesneleri tanıma için sanal olarak evrimsel mekanizma ile

yaratılan renk olgusu, titreşimleri almak için sanal olarak oluşturulan ses duyuları

kadar yanıltıcı olduğunu kavramışlardır. Diğer canlılar gibi sadece duyu organlarıyla

düşünme ve algılama yapan sıradan insanların, bu duyuların boyunduruğundan

kurtularak sadece görünürde bizde evrimsel atılımla ortaya çıkan abstrak (soyut)

düşünmeyi yetirince becerebilen insanlar anlayabilmektedir.

Bu nedenle temel bilimlerde Nobel almış insanların %80’i Ateist olduğunu beyan

etmiş durumdadır. Geri kalanlar ise bulundukları düzenin baskısını göze alamadıkları

için sessiz kalmayı tercih etmiş olabilirler. Böyle bir tanımın, Tanrının varlığını

ispatlamaya kalkışmaktan çok daha kolay ve akılcı olduğuna inanırlar. En azından

böyle bir dönüşümün temel unsurlarını bugünkü araçlarımızla bilebiliyor ve

saptayabiliyoruz.

Dinci takım, yaratıcı olarak Tanrıya kadar gidildiğinde, en azından kendileri açılarından sorunun çözüldüğüne inanıyor; çünkü bu aşamadan sonra mantık ve

akıl yürütmenin gerekli olmaması bu kesimi rahatlatıyor.

Bu sonuncu yaklaşım evrenin oluşumunu anlamada zahmetsiz bir çözüm yolu

olarak görülebilir. Ancak buradaki en büyük tehlike, bu kesim bir defa akıl yürütmenin

rahatsız edici olduğunu öğrenip, rahatlamak için dogmaya kaydı mı, dünyevi işlerde

de akıl yürütme kapısını kapatıyor ve sorunlarını çözemiyor; çözüm için yapacağı tek

şey Tanrıya yalvarmak oluyor. Geri kalmış ülkelerde dindarların ve tapınakların fazla

olmasının nedeni budur. Ancak kesimler bu kadar yalvarma ve yakarmaya karşın, bir

türlü bellerini düzeltememenin ve insanlık tarihinin yerine göre en zavallı ve yerine

göre en gaddar kesimi olmalarını analiz edemiyor ve daha çok doğmaya kaymayı bir

kurtuluş yolu olarak görüyor.

Diyelim ki bu kesim haklı, bir yaratıcı var ve biz koşulsuz olarak bu yaratıcıya biat

etmeliyiz. O zaman ortaya bir sorun çıkıyor: Hangi Tanrıya? Şu anda dünyada 7-8

milyar insan yaşıyor. Uzakdoğu’nun tanrılarının bizimkilerle hiçbir ilgisi yok; belki

Page 6: Akil yürütme kapisini kapatma

6

oradaki halkların çoğu Allah adını bile duymamış olabilir; onların yaratıcıları tamamen

farklı. Museviler ve Hıristiyanlar her ne kadar tek Tanrılı dine mensuplarsa da, bizim

inandığımız Tanrı ile kendilerininkinin aynı olmadığını açıkça dile getirilmeseler bile

farklı olduğuna inanmaktadırlar. Bu sonuncuların arasındaki tek benzerlik Tanrının

tekil olmasıdır.

Şu anda dünyada inananı ve inanmayanı ile 1.5 milyar Müslüman kimliğinde

insan yaşamaktadır. Bu kesim, en son din olarak kendi dinlerinin geçerli olduğuna, en

geçerli kutsal kitap olarak Kuran’ın olduğuna ve evrenin yaratıcısının Allah olduğuna

inanmaktadırlar. Herkesin kendi dinine inanmasını ve taraf olmasını yadırgayamayız.

Çocukluktan başlayan bir biçimlendirmeyi kolay kolay çeviremeyiz; kural olarak da

silemeyiz; bu nedenle de ne kadar çağdaş olursak olalım tarafsız olamayız.

O zaman kafası biçimlendirilmemiş (formatlanmamış) çok zeki ve düşünen bir

varlığı uzaydan dünyaya indirip bütün bu inanç sistemlerinin karşısına oturtup, bu

kadar insanın mensup olduğu kabullerden hangisinin akıllıca olduğuna karar

vermesini isteyelim. Doğal olarak böyle bir zeki varlık önce, o toplumların, bilime,

sanata katkılarıyla, toplumsal ahlak yapılarıyla, çevreye ve birbirlerine saygılarıyla,

çalışkanlıklarıyla, yasalara saygılarıyla, bir sorunu çözebilme yetenekleriyle ve o

sorunu çözerken kullandıkları evrensel araçların niteliğiyle karar vermeye

çalışacaktır. Siz gökten inen bu insanların yerine kendinizi koyun. Bilime, ilime,

sanata, büyük katkıları olan, çalışkan, temiz, doğudaki 3 milyar, batıdaki 2 milyar

insana mı inanırsınız; yoksa bu iki kesimin alın teri ile elde ettiği bilimsel verileri ve

kazanımları, inançlarının, dört elle sarıldıkları ayet ve hadislerinin birer delili gibi

göstermeye çalışan, bilim adamı kisvesindeki dinci çıkarcıların safsatasına mı

inanırsınız? Aslında her gün görsel basında boy gösteren, kendi inancı ve toplumları

dışındaki düşünürlerin elde ettiği temel bilimlerdeki bilgi ve bulguları dinsel savlarının

(onları ayet ve hadislerin sonucu gibi göstererek) temeline oturtarak kendi

dogmalarını aşılayan, en üzücüsü de üniversitelerde bilim adamı kadrosunda yer

alan bu insanları gördükçe üzülmemek ve sıkı sıkıya bağlı olduğum toplumumun

geleceği açısından endişelenmemek söz konusu olamıyor.

Biraz kafa yoran, biraz düşünen, yorum yapan bir insan şu soruyu kendine sormalıdır: Ekranlara çıkarak, temel bilimlerde bizim dışımızda bulunmuş olan bilgi

ve belgeleri, evrenin genişlemesini, evrenin aşamalı yaratılmasını, göklerin ve yerin

önemli kurallarını, kıtaların kaymasını, DNA’nın oluşumunu, bulunan her yeni

Page 7: Akil yürütme kapisini kapatma

7

bulguya, kutsal kitapta bir ayet bulunması, bulunmaz ise bir hadise bağlanması ve

sanki bu ayet ve hadislerde bütün bunlar önceden yazılmış gibi ballandıra ballandıra

anlatılması, gözünü, gerçeğe, mantığa, bilime, kavramının her türlüsüne kapatmış

insan grupları için gurur verici olabilir. Ancak bilim toplumundaki bir insan için

kahredici olmaktadır.

Bunu gidermenin bir yolunu söylemeliyim: Dünyada ve benim ülkemde

akşam sabah Kuran okuyan yüz binlerce belki milyonlarca insan var; bu konuda

tedrisat yapan binlerce okulumuz var; arkasında toplumun çok etkili maddi ve manevi

desteğini almış dev kurumlarımız var. Yeni bulunan bilgi ve belgeler için sürekli

olarak “bizim kutsal kitabımızda zaten vardı, önceden bu bilgi verilmişti; şu ayet ve

hadis bu bilgi için gönderilmişti” safsatasından bıktık. Bıkmakla kalmıyoruz, uygar

dünyada böyle bir toplumun üyesi olmaktan artık utanıyoruz. Kullandığımız en etkili

deyimle “Allah aşkına, Allah için, dinimiz için, kutsal kitabımız için, geçmişimizin ve

geleceğimizin başı için, bildiğimiz tüm dualar için” bir şeyler bulunduktan sonra değil,

bulunmadan, çıkın, deyin ki, burada olması gereken, bulunması gereken şu şeyleri

araştırın ey müminler; insanlık bu katkınızı bekliyor. Biz size bu bilgileri müjdeliyoruz

deyin! Sadece ne olur sadece bir tane… Yoksa sesinizi kesin, başkalarının

bulgularına paydaş olmaya kalkışmayın… Bu doğru da değildir, ahlaki de değildir…

Bilimsel buluşların çoğunun Ateistler tarafından bulunduğu söylenebilir. Bu

kesimin ağzının payını vermenin en kolay yolu, onlar bulmadan, çıkın ve bildiklerinizi

açıklayın. Bu Ateist kesimin en iyi tarafı, başkalarının bulduklarına, katkısı olmadan

ortak olmayı bir ahlaksızlık olarak görmeleridir. Bu kesimin ve gerçek bilim

adamlarının bilime bakışları şöyledir: Bir şey bulunduktan sonra onu “ben ya da biz

biliyorduk ya da yazmıştık ya da söylemiştik” diyerek ortak olmaya kalkışmak en hafif

tabirle fikir hırsızlığıdır. Bilinen bir şeyi tekrarlamak papağanlara özgüdür; çünkü onlar

çoğunluk anlamadan tekrar ederler. Eğer bir toplum papağanları taklit etmeye

başlamışsa, bacağına halka takan papağan gibi, birilerinin emir komutasına girmiş,

uygar dünyanın tanımıyla, insanlıktan çıkmıştır. Çünkü merak duygusunu yitirmiştir…

Aynı şeyi günde defalarca tekrar etmekle ilim irfan sahibi olunacağına inanma olsa olsa akıl zafiyeti ile olur. Bu cümle kastını aşmış bir cümle olarak

algılanabilir. Yazarın kastı belki sizin anladığınız anlamda söylenmemiştir.

Tımarhanelerde delilerin ortak yönü, bir şeyi bir sözü ya da hareketi nedenini

bilmeden, görünür bir sonuç almadan tekrarlamalarıdır.

Page 8: Akil yürütme kapisini kapatma

8

Bütün bu süreçte hepimiz gibi, bu işin tüccarlığını yapanlar da bir şeylerin

farkındadır ve yaklaşık bin küsur senedir bilimde, sanatta bir şey üretememenin

sıkıntısını yaşamaktadırlar. Ancak tarihimizde geçmişte tutunacak önemli bir zaman

dilimi vardır ve bu dilimde gerçekten dünya bilimine ve sanatına katkılar yapılmıştır.

Her ekrana çıkan, bu dönemin çoğunluğu Arap olan düşünürlerini anlatmayla mevzi

kazanmaya ve gururlanmaya çalışır. Ancak dogmatik olmayanlar her olayın nedenini

araştırma merakında oldukları için, bu dönemi de mercek altına almışlardır. Bu

dönemin bilim adamlarından övgüyle bahsedilerek, kazandıkları ilim ve irfanın

kökeninin ve nedeninin kendilerinden kaynaklandığı algısını yaratmaya çalışırlar. Bu

coğrafyanın, en son kısmen de olsa laik yaşanan dönemler ve çağdaşlaşmaya

çalışan birkaç topluluk hariç, hiçbir bilimsel atılıma öncü olmamış, bilime ve sanata

ele gelir hiçbir şekilde katkısı olmamıştır.

Hâlbuki ki son 1.500 yıl öncesine kadar bu coğrafya en çok bilimsel bulgu üreten,

sanata en büyük katkıları veren toplumların yurdu olmuştur. Dünyanın bilimsel üretim

açısından en önemli bölgesi denebilir. Yazı ilk defa bu topraklarda bulundu, tarih ilk

defe bu topraklarda yazıldı, gramer ilk defa bu topraklarda gündeme geldi; damıtma,

deri boyama, tabaklama, parfüm yapma, şarapçılık, para basma, şehircilik planları

yapma, dünya ölçeğinde kütüphane kurma, heykel yapma, cam işçiliği, geometri,

cebir özellikle astronominin en önemli gözlemleri ve daha yüzlercesi bu topraklarda

bu karanlık dönemden önce yapıldı. Bütün bunlara Ön Asya, özellikle Antik Yunan

bilim, sanat, felsefe, mantık, demokrasi, devlet idaresi ve fikir özgürlüğünü de

ekleyiniz. Bütün bunların şahlandığı dönem hangisi? Semavi dinlerin ortaya çıktığı

tarihe kadar olan dönemdir. Dünya belgelerini ve bilimini depolamış İskenderiye

Kütüphanesinin Hıristiyanlarca yakılması, geleceğin karanlık döneminin başlangıcı

olmuştur.

Bu coğrafyada yaşayan insanlar bu gelişmelerle (Semavi dinlerin egemen

oluşuyla) birden bire ortadan kalkmadılar. Antik Yunan, Ön Asya, Belki Mezopotamya

bilim, felsefe ve sanat anlayışı ile yoğrulmuş bu coğrafyada dogmasından kurtulmuş

birçok insan ve topluluk bir süre daha yaşadı. Dinlerin kendi dinamiklerinden dolayı

kısa bir zaman içinde geniş bir coğrafyaya yayılmasıyla birlikte bu insanlar geniş halk

kitlelerini etkileme şansını yakaladılar. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir

husus vardı. Bu bilimsel ve sanatsal gelişme dinlerin ortaya çıktığı Kâbe, Medine ve

Kudüs’te değil, bir zamanlar Ön Asya ve Antik Yunan düşüncesinin yaygın olduğu

Page 9: Akil yürütme kapisini kapatma

9

yerlerde kendini gösterdi. İskenderiye, Halep, Şam, Bağdat, özellikle Akdeniz’in batı

kesimlerinde ve en önemlisi de İspanya’ya gidip, bağnazlıktan sıyrılmış kesimlerde,

Endülüs’te ortaya çıktı.

Öğündüğümüz bu dönemin düşünürlerinin hemen hepsi Antik Yunan felsefe ve bilim tedrisatından geçmişti; çoğunun Yunanca bildikleri yazılıdır.

Çoğunun eserlerini yazarken şarap içtikleri bilinmektedir (Ömer Hayyam, İbni Sina,

Farabi, Burini, El Cezir, Fuzuli bunlardan birkaçıdır). Çalışmalarında dini öğretiyi

referans aldıklarına ilişkin kayıt bulunmamaktadır. Tam tersi dini dayatmalara çeşitli

şekilde karşı çıkmışlardır.

Dini baskı çeşitli nedenlerle artınca, Antik Yunandaki fikir özgürlüğü ve akılcı

düşünme yerini gittikçe dogmaya bıraktı. Bu darbeden sonra bu coğrafya bir daha

düşünür, bilim adamı, felsefeci yetiştiremedi; meydan yobazlara kaldı; en çok

yetiştirdiği de terörist oldu.

Açıkça “bana çok kızılacağını bilmeme karşın” şu açıklamayı da yapmadan

geçemeyeceğim: Bugün Türk Üniversitelerinde unvanlı çok sayıda öğretim elemanı,

Müslümanların şahlanış dönemindeki bilim adamlarının leğenlerine ibrikle su bile

dökemezler; Orta Çağdaki kiliselerde zangoç olamazlar. Ne yazık ki Orta Çağda

yaşaması gereken birçok insan bu gün üniversitelerimizde öğretim üyesi unvanıyla

yer işgal etmektedir. Bilmek aydın olmak anlamına gelmiyor; alışkanlıklarını değiştirebilme, yenilikler karşısında değişebilme ve doğruyu gördüğünde anlayabilme yetisi insanı aydın yapıyor. Benim insanım ve öğretim elamanlarım

nedense bu coğrafyanın perişanlığını ve rezilliğini dış güçlere bağlayarak

sorumluluğu üzerinden atmaya çalışıyor; bunun tarihten gelen ve tutucu yönetimlerin

oluşturduğu yasalardan ve yanlışlarımızdan kaynaklandığını söyleyemiyor. Bu

yanlışlıkların değiştirilmesinin kendi görevi olduğuna ise hiç yanaşmıyor. Bu kabuğun

kırılmasının ve bu prangaların uzaklaştırılmasının bizzat kendinin bilimsel kişiliğiyle

ve bu sorunları, bilimsel kimliğini cesurca yaklaşımlarla donattığında giderilebileceğini

düşünmek istemiyor. Okunacağı çok kuşkulu olan, çoğunluk adapte (ya da taklit)

bilgiler içeren birkaç makalesiyle ve kurulu düzenin ve tutucu çevrelerin övgüleri ile

ördüğü kozanın içinde kendini mutlu hissediyor. Bir gün o koza açıldığında

kanatlarının kırık olduğunu göreceğini görmemezlikten geliyor sevgili

meslektaşlarım…

Page 10: Akil yürütme kapisini kapatma

10

Kimin kimden daha üstün olduğunu söyleyecek kadar kendimi uzman olarak

görmüyorum. Ancak bugün dünyada bir insanı özellikle bilim adamlarını

değerlendiren bazı kıstaslar bulunmaktadır. Örneğin sosyal alanlarda siyasi

mülahazalarla verilen Nobel Ödülü hariç, temel bilimlerde verilen ödüller kişinin bilimi,

becerisi ve zekâ düzeyi ile ilgili önemli ipuçları verebilir. Fen bilimlerinde Nobel alan

bilim adamlarının %80’i yazılı ve sözlü olarak Ateist olduklarını açıklamış

durumdadırlar; geri kalanlar da büyük bir olasılıkla bazı ilişkileri bozmamak için sessiz

kalmışlardır. Bu sonuncu kesimin yaşam tarzı ve dünyaya bakış açısının Ateistlerden

farklı olmadığı da bilinmektedir.

Nobel Ödülü konduktan sonra Ateistleri tanıma ve açıklama daha kolay olmuşa

benziyor. Daha önceleri çoğu papaz, rahip ya da ruhban sınıfta aktif olarak çalışan

birçok bilim adamı, düşünür ve felsefeci, göbek bağıyla bağlı oldukları bu

kurumlardan ya da o günkü yönetimin baskıları nedeniyle düşüncelerini

açıklayamamış olabilirler. Ancak ruhban sınıfında çalışan çok sayıda insanın

kiliselerce nasıl yargılanıp, özgür düşüncelerinden ve dogmaya karşı gelişlerinden

dolayı cezalandırıldığını bazılarının ölüm cezalarına çarptırıldıklarını biliyoruz. Tarih

bu insanların acı öyküleriyle doludur.

Son zamanlarda Türk televizyonlarında, batıda eğitilmiş, güncel ve tarihi

astronomi, fizik, kimya bilimine gerçekten aşina öğretim üyelerinin, bilim felsefesi

şemsiyesi altında, her kesimden insanı inandıracak biçimde evrensel olayları

anlatarak, insanlarda hayranlık yaratıp, sonunda tüm bu gelişmeleri dini kitaplarla

ustaca ilişkilendirmeleri ve bilimsel düşüncenin lokomotifini sinsi bir şekilde din olarak

sunmaları, dinsel sömürünün ustaca tezgâhının sürmekte olduğunu göstermektedir.

Bu son kuşak geçmişteki bağnaz ve cahil kesimden çok daha tehlikeli bir şekilde

toplumu etkilemektedir. Çünkü çağdaş bilimin bilgilerini ve araçlarını kullanarak,

dogmanın kapılarını “çaktırmadan” ustaca açmaktadırlar. Eğer bir olayı çağdaş

bilimin yanı sıra dogmanın kalıplaşmış ve antik yaklaşımı ile de açıklamaya

başlarsanız, hiç kuşkunuz olmasın, bilimsel araçlarla örtmeye çalıştığınız dogma

kazığının üzerindeki bilimsel yaklaşımınız bir zaman sonra mum gibi eriyecek, ortada

yıllarca size batmış olan dogma kazığı kalacaktır. Üniversitelerde yer alan teoloji (din

bilimleri) bölümlerinin haricinde, bilimsel gelişmeleri din penceresi altında yorumlama

kimsenin haddi olmamalıdır; eğer sinsi bir görevi yüklenmemişlerse. Üniversitelerde

çalışan herkesin bilimsel yöntemi ve yaşam tarzını içselleştirmesi zorunludur; bunu

Page 11: Akil yürütme kapisini kapatma

11

yapamayanlar olsa olsa farklı yerlerde bulunmaları gereken mollalar olabilirler. Her

gün bir üniversiteden bilim adamı kimliği ile bir mollanın bilim dışı açıklamasını ve

yorumunu duymak aydınlık geleceğimiz açısından ürkütücüdür.

Bırakın herkes kendi istediği ve inandığı gibi yaşasın sözü kulağa çok hoş

geliyor. Ancak biz bireysel olarak (tek tek) yaşamıyoruz ki, bir toplum oluşturuyoruz;

Dolayısıyla geleceğimize kendi başımıza karar veremiyoruz; en azından demokrasi

denen sistem içinde çoğunluğun kararına saygılı olmayı öngörüyoruz. Yani ne kadar

bilinçli olursanız olun sizin de bilinçsiz bir kitle ile sürüklenme olasılığınız yüksek

oluyor. Bilim adamı ya da din adamı kisvesi altında toplumu biçimlendiren bu kesim

kendilerine büyük çıkarlar sağlasalar da, çocuklarının da içinde yaşayacağı toplumu,

onların akıl yürütme yolunu tıkamayla, felakete sürüklemektedirler. Böyle bir toplum

hırsızlığı da, arsızlığı da, rüşveti de, yağmayı da, yalan dolanı da “sözde karşı

olduğunu söylese de” hoş görür; bunu yapanlara biat eder; fırsat bulunca da kendisi

de aynı şeyleri yapar. Yaşadıkları (kendi gibi yaşayanların ve düşünenlerin de)

olumsuzluklar için neden sorusunu sormadan kaçınırlar; sorulduğunda da hiç ilgisi

olmayan nedenlere bağlama kurnazlığını akıl yürütme olarak sunarlar; akıl yürütme

becerilerinin ta küçüklükten biçimlendirilerek kapatıldığını bir türlü anlayamazlar.

Tanımlarda önemli farklılıklar ortaya çıkar: Örneğin bizim ülkemizde son yıllarda

demokrasinin en büyük kazanımlarından ve kanıtlarından biri kadınlarımızın başına

türban takma özgürlüğü olarak ilan edilir. İnançlarından gelen değişmez,

değiştirilemez, yeni koşullara göre bir tarafa bırakılmasına sıcak bakılmayan

kabullerini yaşadıkları ülkenin yasalarının üzerinde tutarak, hukuk devleti olmanın

yolunu tıkarlar. Bu nedenle bu ülkelerde demokrasi gelişemez. Bilimden uzak

oldukları için “dünyada yeni koşullara göre değişmeyen canlıların tümünün er ya da

geç ortadan kalktıklarını, onların yerine uyum yeteneği daha iyi olanların geldiği

olgusunu” hiçbir zaman kavrayamadıkları için, ne yazı ki bulundukları toplumun da

çıkmaz kaderini çizerler.

Bu topluluklar doğru yorum da yapamazlar. Örneğin 2015 seçiminde AKP’nin

yeterince milletvekili çıkaramamasını başarısızlık olarak görürler. Hâlbuki AKP bu

seçimde evrensel değer ölçüleri bir seçim için esas alındığında son derece başarılı;

ancak bizim ülkenin mantığıyla başarısızdır. Çünkü bir partinin milletvekilleri ve

yetkililerin çevresi sesli ve görüntülü olarak rüşvet, çıkar rezilliğiyle suçlanmış; hiçbir

yasal soruşturmaya yeltenilmemiş ise; bir ülkenin ordusunun önemli bir kısmı, bilim

Page 12: Akil yürütme kapisini kapatma

12

adamları, yazarları ve çizerleri, en azından bu partinin uzun süre desteği ve koruması

ile (mızrak kendine değinceye kadar) çeşitli çirkin komplolarla çökertilmiş ve

süründürülmüş ise; çevre ülkelerle olan ilişkilerimiz dış siyaset tarihinin hiçbir

döneminde bu kadar tehlikeli bir hal almamış ise, milletvekilliği yitirmiş olsalar bile, bu

partinin aldığı birincilik son derece başarılı bir sonuçtur ve ülkemiz insanın olaylara

bakış ve mantığının tam bir yansımasıdır. Belli ki dünya Türk insanının bu istisnai

dünya görüşünü, olayları değerlendiriş biçimini ibretle ve hayretle izlemektedir…

İzin verirseniz bir kehanette de ben bulunayım: Dünyadaki kaynakların

kullanımına, nüfus artışına, tüketim toplumuna dönüşme hızına baktığımızda, küresel

ısınmanın etkisiyle 2035 yılından sonra insanoğlu tarihinde hiç görmediği (büyük bir

olasılıkla kanlı) bir paylaşım kavgası yaşamaya başlayacaktır. Evrim kuramının en

önemli ilkelerinden biri, bir ortamda olanaklar azalır, paylaşımcılar çoğalırsa, en çetin

yarışma-çatışma o zaman ortaya çıkar. Bir avuç insan yaşadığı ülkeyi ve bulunduğu

coğrafyayı bilim toplumuna dönüştürerek bu yarışmaya hazırlamaya çalışırken, ne

yazık ki egemen bir kesim, kısa vadeli çıkarları için, bulunduğu toplumu dogmanın

kucağına itmektedir. Batmakta olan kayıktan ilk atılacaklar ne yazı ki bu sonuncular

(bilime ve sanata katkısı olmayanlar) olacaktır. Sadece insanlar (!), akıl yürütme

yeteneği olanlar, yaşamadan gelecekte olacakları yorumlayabilir ve önlemlerini

alabilirler; diğer canlılar eğer ayakta kalma şansını yakalayabilirlerse yaşayarak

öğrenirler (paleontolojik bulgular dünyadaki gelmiş geçmiş canlıların %96’sının bu

şansı yakalayamadığını göstermektedir).

Neden beklediğimizi elde edemiyoruz? Avrupa Birliğindeki yasaları nedeyse

tümüyle aldık ve de uygulamaya başladık. Gel gelelim ki hırsızlığın, rüşvetin,

yasalara saygısızlığın, insan yaşamını önemsememenin, yaptığı şeylerin olumsuz

sonuçlarını düşünememenin, küçük çıkarı için toplumun her türlü değerini gözardı

etmenin son yıllarda endişe verici şekilde artmış olmasını nasıl açıklayabilirsiniz?

Bana sorarsanız dogmayı eğitim sistemine sokarak oluşturulan akıl tutulmasının

sonuçlarıdır bütün bunlar… Böyle giderse düzelmesi de söz konusu değildir.

Bu coğrafyanın insanı yok olmamak artık düşünmeye başlamalı. En çok kaza

yapan araçlar, arkasında Allah korusun diye yazılı araçlarmış. Televizyonda her gün

yüksek paralar karşılığı din tüccarlığı yapanların (hem de üniversite hocası olarak),

yüksek kar getirme duası, zihin açma duası, sınıf geçme duası, muhabbeti artırma

duası öğretmeye kalkışanların sizi geleceğinizi karartanlar olduğunu öğrenmelisiniz.

Page 13: Akil yürütme kapisini kapatma

13

Son yıllarda ortaya çıkan, insanlık tarihinin en kanlı cinayetlerini işleyen onlarca dini

terör örgütünü, bunların Müslümanlıkla ilgisi yok diyerek üzerini örtemezsiniz. Dininizi

en ayrıntılı biçimiyle, yaşanan tarihsel gerçekleriyle, tarafsız, evrensel insan hakları

bağlamında eleştiriyel gözle bizzat siz okumalısınız, öğrenmelisiniz; başka bir

insandan yardım almaya kalkıştığınızda bir din tüccarının ya da simsarının kucağına

düşeceğinizi artık öğrenmelisiniz. Bu gün yaşananların geçmişte yaşananlarla olan

ilintisini, benzerliğini araştırmadan çekinmemelisiniz. Bugün tiksinti ile izlediğimiz

hareketlerin tarihsel bir nedeni olduğunu araştırmaktan ve böyle bir benzerlik

saptarsak, onu dile getirmekten çekinmemeliyiz. İnsanın en değerli varlığının aklı

olduğunu; aklını kullanamayanların, akıl yürütemeyenlerin, merak etmeyenlerin ya da

kuşku duymayanların bu değerden yoksun olduğunu bilmelisiniz.

En dindar geçinenlerin en çok hırsızlık yaptığını, rüşvet aldığını, ülkesini soyup

soğana çevirenler olduğunu artık görmemezlikten gelemezsiniz. Bütün bu rezilliklerin,

vahşiliklerin, aptallıkların, bilimdışılıkların nereden geldiğini, niçin oluştuğunu

araştırma için fazla bir zamanınızın kalmadığını görmelisiniz. Dinin bu ülkelerde

“sadece” bir ticaret ve siyaset aracına dönüştürüldüğünü görmelisiniz. Bu nedenle bu

ülkelerde en çok akıl tutulması görülmektedir. Gün geçmiyor ki bu ülkelerde insanı

insanlığından utandıran bir olay meydana gelmesin. Bütün bunları basit açıklamalarla

geçiştirmeye kalkışanlar, kuşkunuz olmasın uygarlık düşmanlarıdır. Kara cehalet

ahtapot gibidir. Kolunun birini koparmaya kalkarsanız, öbürleri sizin boynunuza

dolanır. Onu yok etmenin tek yolu, iki gözün arasındaki sinir düğümüne (gangliyona)

mızrağı saptamadır. Cehaletin pençesinde kıvranan çok sayıda ülke, ne yazık ki,

ahtapotun kolları ile cebelleşmektedir; kimse gangliyona değmeye cesaret

edememektedir. En azından bizim ülkemizde bu aydınlatmayı yapması beklenen

üniversite mensupları, bırakın soruna cesaretle eğilmeyi ve çözmeyi; bir kısmı yeni

sorunlar yaratmak için kolları sıvamış durumdadır. Son yıllarda kurulan üniversitelere

konan adlar, şuur altımızın yansımasını ve toplumun nerelere yönlendirilmesinin

planlandığının göstergeleridir.

Bu toplumların evrensel demokrasiyi benimsemesi mümkün olmuyor.

Türkiye’deki demokratikleşmenin başlarda baskıcı olmasının nedeni belirli bir süreçte

demokrasiyi alıştıra alıştıra (zorla da olsa) yerleştirmeydi. Bu coğrafyada, demokratik

yönetimden uzak baskıcı rejimler altında, beğenmesek de insanlar iyi kötü yaşayıp

gidiyordu. Arap baharı safsatacı ile bu baskıcı rejimler yıkılınca, mantık ve akılla bir

Page 14: Akil yürütme kapisini kapatma

14

araya gelmesi mümkün olmaya “akıl tutulması özellikleri olan” onlarca dini grup

ellerinde silah, kan kusmaya başladı.

Son 1500 yıldır bilim, sanat ve felsefe dünyasına hiçbir katkısı olmayan bu

coğrafyanın sözde bilim adamlarının kalkıp, bizim dışımızdaki birçok insanın düşünce

ve buluşlarına sahip çıkarak kendi çarpık düşünce sistemlerinin alt yapısını

hazırlamaları ve bu kurguları ile tüm bu insanların yanıldığını (bunlara Ateist olan

Nobel Ödüllüler de dâhil), doğruya sadece kendilerinin ulaştığını savunmaları eğer bir

düşünce zafiyeti, bir şaka değilse bir komedidir.

Prof. Dr. Ali Demirsoy

Değerli Kardeşim

Bu coğrafyanın ve ülkemizin en büyük sorunu akıl yürütme kapılarının hem geçmişte

hem de günümüzde (özellikle son yıllarda) kapatılmış olmasıdır. Tüm olumsuzlukların

temelinde atıl yürütememe sorunu yatmaktadır. Bunu bertaraf edecek en önemli

kuruluşlar olan üniversiteler ne yazık ki kendileri atıl yürütme becerisine şiddetle

gerek duymaktadırlar.

Esas tehlike yakın zamanlara kadar akıl yolunu kapatılması tutucu önderlerin bir

kısmının etkisiyle oluyordu. Bilim dünyasının üyeleri olmadığı için etkileri de sınırlı

kalıyordu. Son 20-30 yıl içinde ne yazık ki temel bilimleri ve çağdaş bilimleri

ezberlemiş, yabancı ülkelerde okumuş, dünyadan haberi olan, ancak üniversite

kimliği ile bu bilgileri felsefeci, sosyolog, temel bilimci gibi sıfatlarını kullanarak dogma

sosuna bandırarak halka yedirmeye başlamıştır. Temel bilmelerin bulgu ve

buluşlarını, kutsal kitaplara dayandırarak, akıl ve bilim yolunun lokomotifinin dogma

olduğu fikrini sinsi sinsi işlemektedirler. Bilgilerine bakarsak cahil olduklarını

söyleyemeyiz; akıl yürütme kapısını kapatmadaki görevlerini tam yaptıklarını

söyleyebiliriz. En tehlikeli kesim ekranlarda…

Saygılarımla

26.07.2015