akut skem k nmede dü şük ve yüksek doz asp rn kullanımının c-reakt
TRANSCRIPT
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
ŞİŞLİ ETFAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
NÖROLOJİ KLİNİĞİ
KLİNİK ŞEFİ: DOÇ. DR.HULKİ FORTA
AKUT İSKEMİK İNMEDE DÜŞÜK VE YÜKSEK DOZ
ASPİRİN KULLANIMININ C-REAKTİF PROTEİN ÜZERİNE
ETKİLERİ
(UZMANLIK TEZİ)
DR.ÜLKER ANADOL
İSTANBUL-2006
ii
TEŞEKKÜR
Asistanlığım süresince bilgi ve tecrübelerinden yararlandığım çok değerli
hocalarım Doç. Dr. Hulki FORTA ve Doç. Dr.Münevver ÇELİK’e, tezime
katkılarından dolayı uzmanımız Dr.Dilek N. ÖRKEN’e, eğitimim süresinde
destekleriyle katkıda bulunan şef muavinimiz ve tüm uzmanlarıma, hep yanımda
olan ve desteklerini esirgemeyen asistan arkadaşlarıma, özveri ile çalışan
hemşirelerimiz ve personelimize ve 4 yıl boyunca bana destek olan aileme
teşekkür ederim.
Dr.Ülker Anadol
iii
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ………………………………………………………….1
GENEL BİLGİLER………………………………………......2
MATERYAL VE METOD…………………………………..14
BULGULAR ………………………………………………....17
TARTIŞMA…………………………………………………..23
ÖZET…………………………………………………………26
KAYNAKLAR……………………………………………….27
iv
TABLOLAR
TABLO 1: Hasta ve kontrol grubunun demografik özellikleri…………………17
TABLO 2: CRP seviyesini etkileyebilecek faktörlere ilişkin değerlendirme…..18
TABLO 3: Enfarkt büyüklüğüne ilişkin değerlendirme ……………………… .18
TABLO 4: CRP değerlerine ilişkin değerlendirmeler…………………………...19
TABLO 5: 12. saat CRP düzeyine göre alınan fark değerlerine ilişkin
değerlendirmeler…………………………………………………………………...21
TABLO 6:Ateş ve enfeksiyon oranına ilişkin değerlendirmeler ……………….22
1
GİRİŞ VE AMAÇ
İnme her yıl yaklaşık 5 milyon insanın ölüm nedenidir. İnmeyi atlatan
hastalar için yeni bir inme riski çok yüksektir. İnme geçiren 6 hastanın en az 1’i 5
yıl içinde yeni bir inme geçirmektedir. İlk inmeden sonraki ölüm ve yeni vasküler
olay riski yüksek olmasına rağmen, tekrarlayabilecek olayların ve ölümün önceden
tahmin edilmesi zordur. Artan yaş, kardiyovasküler birliktelikler, atriyal
fibrilasyon, arteryal hipertansiyon, diabetes mellitus, karotis stenozu, ve inmenin
büyüklüğü ölüm ve yeni vasküler olaylarla yakından ilişkilidir. Toplanan veriler,
inflamasyonun iskemik inmenin patofizyolojisinde önemli bir rol oynadığını
göstermiştir. Kanda inflamasyon göstergelerinin yüksekliği sağlıklı kişilerde,
koroner kalp hastalığı ve iskemik inmesi olan hastalarda artmış kardiyovasküler ve
serebrovasküler hastalık riski ile ilişkili bulunmuştur. İskemi öncesi yüksek
ölçülmüş C-Reaktif protein (CRP) düzeyleri ilk veya tekrarlayan inmenin bağımsız
göstergesidir. Bugüne kadar inme sonrası iltihabi parametrelerin zamansal seyrini
irdeleyen bazı çalışmalar yapılmıştır. Genel olarak iskemik inme geçiren hastaların
çoğunluğunda tipik bir akut faz yanıtı olduğu gösterilememiştir. Bununla birlikte
iskemik inme sonrası periferik inflamatuar yanıtı ortaya koymaya çalişan bu
çalışmalar inflamasyonun belirteçlerinden biri olan CRP düzeyinin zamansal seyir
göz önüne alındığında yüksek seviyelerde seyrettiğini göstermiştir. Bu bağlamda
yüksek CRP seviyesinin inmenin derecesi ve prognozu hakkında bilgi verebileceği
düşünülmüştür. Aspirinin iskemik beyin damar hastalığında akut dönemde
kullanılmasının ölümleri ve inme tekrarını azalttığı CAST ve İST çalışmalarında
gösterilmiştir. Aspirinin prognoza olumlu katkısında antiplatelet etkisi yanında
antiinflamatuar etkisinin de rol oynadığı düşünülmektedir. Aspirin antiplatelet
etkisini 81-325 mg arasındaki dozlarda göstermektedir.
Bu çalışmanın amacı plazma CRP seviyelerini seri olarak ölçmek yolu ile inme
sonrası akut dönemde antiplatelet etkileri eşit iki değişik dozdaki aspirinin
antiinflamatuar etkilerinde fark olup olmadığının saptanmasıdır.
2
GENEL BİLGİLER
Dünya sağlık örgütünün tanımına göre inme; 24 saatten uzun süren ya da
ölümle sonlanan, vasküler neden dışında gösterilebilir başka bir nedeni olmayan,
hızlı gelişmiş, serebral işlevin fokal (bazen de global) bozukluğudur (1).
Serebrovasküler hastalıklar dünyada üçüncü ana ölüm nedeni ve en fazla
özürlülüğe yol açan hastalık grubudur. Ülkemizde inmenin prevalansı veya
insidansına ait sağlıklı veriler yoktur. Bu nedenle bugün için epidemiyolojik
bilgilerimiz batı kaynaklarına dayanmaktadır. Bu veriler toplumların %
0.2’sinin her yıl inme geçirdiğini göstermektedir. Bunların üçte biri ertesi yıl
ölmekte, üçte biri özürlü kalmakta, üçte biri de kısmen iyileşmektedir. Ülkeden
ülkeye değişmekle birlikte; 40 - 69 yaş arası erkeklerde serebrovasküler
olaylardan dolayı ölüm oranı 40 – 250 /100 000 ve kadınlarda 20 – 160 /100
000’dir. Doğu Avrupa ülkelerinde ve Japonya’da bu oranlar daha yüksektir.
Kuzey İskandinav ülkeleri, Hollanda, ABD, Kanada ve İsviçre’de oranlar
100/100 000’in altında olup, düşüktür. İnme oranı coğrafi dağılım açısından
farklılık gösterdiği gibi ırklar açısından da bazı farklılıklar vardır. Afrika kökenli
Amerikalılarda beyazlara göre ölüm oranı her iki cinsiyette de 2.5 kat fazladır.
İnme açısından İngiltere’deki Hintli toplumlarda, ülkenin geneline göre %53
daha fazla ölüm oranı görülmüştür. Serebrovasküler olayların epidemiyolojisini
incelemede en geçerli verilerden bir tanesi insidans verileridir. Yapılan
çalışmalara göre 55-64 yaşları arasında yıllık inme insidansı 1.7-3.6/1000 kişi,
65-74 yaş arası 4.9-8.9/1000 kişi, 75 yaşından sonra 13.5-17,9/1000 kişidir.
Kadınlarda 55 - 64 yaş arası inme insidansı erkeklere göre 2 - 3 kat daha azdır.
Seksenbeş yaşa doğru bu fark azalmaktadır. Kış aylarında inmenin arttığı
görülmektedir. İnme prevalansı ise inmesi olan olguların insidansına ve
yaşayabilen hastalara bağlıdır. Yaşla birlikte artar. Coğrafi özellikler de
3
gösterebilir. Batı ülkelerinde inme prevalansı 8/1000, Japonya’da 20/1000’dir.
Ülkemizde ise sağlıklı veriler bulunmamaktadır (2,3).
Tüm inmelerin %85’ini oluşturan tıkayıcı tip serebrovasküler hastalıklar
nörolojik hastalıklar içerisinde en sık görülen ve en çok ölüme sebep olan grubu
oluşturur. Gelişmiş ülkelerde ortalama yaşam süresinin artması bu grup
hastalıkların görülme sıklığını arttırmıştır. Bu sebeple risk faktörlerinin
saptanması ve bunlara yönelik önlem alınması özellikle önemlidir. Yaş, cinsiyet,
ırk, aile öyküsü gibi değiştirilemez risk faktörlerinin yanında başta hipertansiyon
olmak üzere kalp hastalıkları, diabetes mellitus, hiperlipidemi, sigara kullanımı,
asemptomatik karotis darlığı, orak hücreli anemi, obezite, beslenme
alışkanlıkları, fiziksel inaktivite, hiperhomosisteinemi, ilaç kullanımı ve
bağımlılığı, hormon tedavisi, hiperkoagülabilite oluşturan durumlar ve
inflamasyon serebrovasküler hastalıklar için değiştirilebilir risk faktörleri
arasındadır (2).
Tıkayıcı tip serebrovasküler hastalıklarda klinik özellik ani başlangıçtır. Bu
özellik embolik doğadaki serebrovasküler hastalıklarda daha belirgindir.
Trombotik olgularda da klinik tablo saniyeler ve dakikalar içinde yerleşir.
Nadiren bu süreç saatlari bulabilir. Bir serebral arter tarafından beslenen beynin
bir alanındaki enfarkt açıkça tanınabilen klinik sendromlar ortaya çıkarma
eğilimindedir. Tanımlanmış birçok nörovasküler sendrom vardır. İskemik
inmelerin %80’i karotis sistemine aitdir. Serebral enfarktlarda etyolojiye göre
sınıflandırma akut iskeminin tedavisi ve prognozunun yanı sıra ikincil koruma
açısından da çok önemlidir. 1993 yılında yayınlanan TOAST “ Trial of Org
10172 in Acute Stroke Treatment” çalışmasında kullanılan sınıflandırma klinik
bulguların yanı sıra etyolojiye de yer verdiğinden günümüzde yaygın olarak
kullanılmaktadır (2,3). Bu sınıflandırmaya göre iskemik inmeler:
1.Büyük damar aterosklerozu (tromboz veya emboli)
4
2.Kardiyoembolizm
3.Küçük damar oklüzyonu
4.Diğer belirlenen etyolojiler
5.Sebebi belirlenemeyenler
olarak 5 grupta incelenir.
İskemik inmelerin en önemli nedeni aterotrombotik olaylardır. Ateroskleroz
oldukça sık rastlanan, karmaşık ve birçok faktörün etkileşimiyle oluşan arter
duvarının bir hastalığıdır. Çok sayıda çalışma yapılmakla beraber etyoloji ve
patogenezi henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Aterosklerozun başlama ve
ilerlemesindeki en benimsenen görüş bu sürecin zedelenmeye yanıt olarak
ortaya çıkan inflamatuar bir durum olduğudur (4,5).
Aterosklerozun gelişmesinde üç ana faktör bulunmaktadır:
1. Endotel hücrelerin fonksiyonlarında bozukluk ve damar duvarlarının
vazokonstriktör yanıtlarında artışın ortaya çıkması.
2. Trombosit ve damar duvarı etkileşiminde artma sonucunda inflamatuar
ve pıhtılaşma faktörlerinin aktivasyonu.
3. Damar düz kas hücrelerinin çoğalmalarıdır.
Endotel hücreleri kan akımını ve damar tonusunu düzenleme görevi görür.
Hipertansiyon ve artmış mekanik ‘shear stress’, okside LDL, artmış
homosistein, sigara içimi ile ortaya çıkan serbest radikaller, enfeksiyon,
hiperglisemi gibi birçok faktör aterosklerozun başlamasına ve ilerlemesine
neden olacak endotel zedelenmesine yol açar. Ortaya çıkan zedelenme ile
endotelin geçirgenliği, lökosit ve trombositlere karşı adhesivitesi artar. Artan
geçirgenlik ile LDL girişi çoğalır ve intima altında birikmeye başlar. Biriken
LDL molekülleri okside olarak inflamatuar reaksiyonu başlatır. Dolaşımdan
5
intima altına geçen monositler makrofaj haline dönüşür ve okside hale gelen
LDL’yi fagosite ederek köpük hücrelerini oluşturur. İnflamatuar hücrelerden ve
trombositlerden salınan vasoaktif maddeler, sitokin ve büyüme faktörleri ile
endotel pıhtılaşmaya eğilimli hale gelir ve düz kas hücrelerinde artış ile arter
duvarı kalınlaşır. Tüm bu değişimler sonuçta ateromatöz lezyon oluşumuna
neden olur. Dolayısıyla aterosklerotik plak oluşumunda hem lümen hem de arter
duvarı içinde birçok patolojik olay rol oynar. Bu olayların merkezinde ise
endotel hücrelerinin normal homeostatik kontrolü sağlamadaki başarısızlığı yer
alır (6,7).
Aterosklerotik hastalıklarda antiplatelet tedavi verilme nedeni trombositlerin
vasküler zarar sonrasında onarımı sağlamadaki başlıca rollerinden
kaynaklanmaktadır.
Trombositler hemostazın meydana gelmesi için üç aşamadan geçmek
zorundadırlar. Kan damarlarında temas halindeki kollajene adezyon, granül
içeriğinin açığa çıkışı ve agregasyon.
Trombositlerin kollajene yapışmalarına endotelyal hücreler tarafından plazmaya
salgılanan bir glikoprotein olan Von Willebrand faktörü aracılık eder. Bu protein
trombosit yüzeylerindeki bir glikoprotein (Gp 1b) ile kan damarlarının
duvarındaki kollajen fibriller arasında güvenli bir köprü gibi davranmaktadır.
Normal trombositler uyarılmamış durumdadırlar. Pıhtılaşma esnasında ilişkili
trombositler aktive olurlar. Aktivasyon trombosit şeklindeki değişiklikleri,
artmış hareketi, granüllerin içeriğinin serbestleşmesini ve kümeleşmeyi
kapsayan karmaşık bir olaydır. Pıhtılaşma kaskadında oluşan trombin plazma
membranındaki reseptörüyle etkileşerek invivo trombosit aktivasyonunu
başlatır. Trombinin reseptörüyle etkileşimi plazma membranında fosfolipaz-C
aktivitesini uyarır. Bu enzim diaçil gliserol ve inozitol trifosfatı oluşturmak
üzere fosfotidil inozitol 4,5 difosfatı hidrolizler. Diaçil gliserol protein kinaz –
C’yi uyarır. Bu proteinin fosforilasyonu çeşitli granül tiplerinin içeriklerinin
açığa çıkması ile sonuçlanır. Trombosit granülleri hemostazdan sorumlu ADP,
6
katekolamin ve serotonin bileşiklerini içermektedir Yoğun granüllerden açığa
çıkan ADP’de trombositleri aktive edebilir, bu da ilave trombositlerin
aktiflenmesi ile sonuçlanır. Bundan başka fibrinojenin trombosit yüzeyindeki iki
glikoprotein kompleksine (GpIIb-GpIIIa) bağlanması için ADP trombosit
yüzeyini değişikliğe uğratır. Ardından fibrinojen molekülleri komşu
trombositleri birbirine bağlayarak bir trombosit kümesi oluştururlar. İnositol
trifosfat kalsiyumu sitozole çeker, miyozin hafif zincirlerinin fosforilasyonuna
yol açar. Ardından bu zincirler aktin ile etkileşerek trombositlerin şekil
değişikliklerine ve hareketine yol açar. Artmış kalsiyum düzeyleri tarafından
trombosit fosfolipaz A2’nin aktiflenmesi trombosit fosfolipidlerinden araşidonik
asidin açığa çıkışına neden olarak daha sonra fosfolipaz-C’yi daha ileri derecede
aktifleyerek trombosit kümeleşmesini uyaran tromboksan A2’nin oluşumuna yol
açacaktır. Aktiflenmiş trombositler bir trombosit tıkacı oluşturmak yanı sıra,
fosfolipidleri aracılığıyla pıhtılaşma kaskadındaki X’uncu ve II’nci faktörlerin
aktivasyonu için gereklidir. Endotelyal hücreler pıhtılaşma ve trombozun
tümüyle düzenlenmesinde önemli katkılar sağlar. Bu hücreler tromboksanların
etkisine karşı çıkan trombosit agregasyonunun güçlü inhibitörleri olan
prostasiklinleri sentez ederler. Endotelyal hücreler trombozun önlenmesinde
başka roller de oynar. Örneğin bu hücreler ADP’yi metabolize eder, bu da onun
trombositlerdeki kümeleştirici etkisine karşı çıkmaktadır. Yine bu hücreler
pıhtıların çözülmesine yardımcı olabilecek plazminojen aktivatörlerini de
sentezlerler.
İskemik inmeyi takip eden en erken değişikliklerden biri mikroglia ve astrositler
tarafından üretilen interlökin-1 (IL-1), interlökin-2 (IL-2), interlökin-6 (IL-6) ve
tümör nekrozis faktör-alfa (TNF-α) gibi proinflamatuar interlökinlerin
üretimidir. Bu sitokinler mikrodamarların yüzey endotelindeki ve bu damarlar
içerisinde serbestçe yüzen lökositlerin üzerindeki reseptör bölgelerini aktive
7
eder. Lökositler daha sonra lökositlerin ve endotelin yüzeyinde bulunan ve
selektin olarak adlandırılan adezyon molekülleriyle endotel yüzeyine
bağlanırlar. Lökosit migrasyonunun son aşamasında lökositler endotel hücreleri
arasından ekstravaze olmaya başlar, kan akımını terk eder ve parenkime girerler.
Lökositlerin endotele adezyonunu takip eden lökosit migrasyonu bir takım
cevaplar ile sonuçlanır. Lökositler daha küçük arteriolleri tıkayarak etkilenmiş
alanda daha fazla iskemiye yol açar. IL-1, IL-2, IL-6 ve TNF-α gibi
proinflamatuar sitokinlerin salınımı artar ve arterlerdeki ve arteriollerdeki hasar
büyür. Buna ek olarak sitokinler, protein–C, protein–S, antitrombin III gibi
dolaşımdaki antikoagülanlara bağlanarak ve doku plasminojen aktivatör
salınımını engelleyerek tromboza yol açabilir. Lökositlerin santral sinir sistemi
parenkiminin içine endotelden geçici migrasyonu, mikroglia ,astrositler ve
infiltre eden lökositler tarafından daha fazla sitokin salınmasına neden olur,
nöronal sitotoksik hasar meydana gelir. Yani nöronal hasar ve ölüm sadece
anoksi sonucu değildir, birçok kaynaktan salınan sitokinlerin etkisini de içerir.
Enfarkttan sonra ilk 24 saat içerisinde perivasküler mesafeye göç eden lökositler
nadiren subaraknoid aralığa ulaşır ve beyin omurilik sıvısında geçici bir
polimorfonükleer pleositoza yol açar. Mikrovasküler yapılardaki lökositler
yavaş yavaş enfarktın nekrotik alanında endotelden göç eden mononükleer
hücrelerle yer değiştiriler. Ölü materyalin aktif fagositozu birkaç aylık bir süre
boyunca devam eder. Çevreleyen alanda astrosit proliferasyonu vardır ve ölü
doku kısmen glia ile yer değiştirir ancak merkezi bir glial kist olarak kalır.
Enfarktı takip eden erken dönemde enfarktı hemen çevreleyen alan (penumbra)
marjinal kan desteği alan nöronları ve glial hücreleri içerir. Bu hücreler hasar
görmüştür ama inmenin başlangıcından sonra birkaç saat potansiyel olarak
canlıdırlar yani elektriksel bozukluk oluşurken yapısal bütünlüğün devamı
sağlanmış ve enerji metabolizması korunmuştur. Enfarkt penumbra bütünlüğü
tamamen bozulana dek giderek genişler. Serebral enfarkttan sonra bir hafta
içinde vakaların %42’sinde spontan reperfüzyon olsa da bu doku fonksiyonunun
8
korunmasını sağlayacak derecede erken değildir. Reperfüzyonu takiben klinik
iyileşme vakaların sadece %2’sinde görülür. Penumbradaki nöronlar
korunacaksa reperfüzyon inmenin erken evrelerinde olmalıdır. Geç perfüzyon
penumbraya yarar sağlamaz ve bazı vakalarda hemorajik transformasyonla
ilişkilidir. Bu iskemik durumun sonucu aerobikten anaerobik glikolize dönüşüm,
laktik asidoz gelişimi, yüksek enerjili fosfat üretiminde hızlı bir düşüş ve protein
sentezinin önlenmesidir. Bunların hepsi nöronal hasara katkıda bulunur.
Adenozin trifosfat tükenir ve glutamat, aspartat nörotransmitterleri salınır; enerji
metabolizmasında ilerleyici bozulma ve son olarak anoksik depolarizasyon olur .
Bunu nöronal membrandaki pompa bozukluğu nedeniyle kalsiyum ve sodyum
iyonlarının hücre dışına çıkışı takip eder. Aşırı kalsiyum girişi hücre içi
fosfolipidlerle etkileşir daha fazla hücreiçi hasara ve nöronal ölüme yol açtığı
bilinen serbest radikaller oluşur. Nörona kalsiyum girişi nitrik oksit üretimini de
uyarır; mikroglia tarafından büyük miktarlarda nitrik oksit salınımı iskemik
alandaki sitokinlerin salınımını takip eder. Her iki mekanizmada mitokondrial
elektron taşıma zincirine ve mitokondrial DNA’ya zarar veren aşırı nitrik oksit
birikimi yoluyla nöronal hasara ya da ölüme katkıda bulunur (8).
İskemik inmenin tedavisinde amaçlanan hedefler hasar gören beyin dokusu
miktarını en alt düzeye indirmek, ilk iskemiye veya tekrarlayan iskemik olaylara
ikincil meydana gelebilecek ek beyin dokusu hasarını engellemek ve hastanın
fonksiyonel iyileşmesini kolaylaştırabilecek önlemleri almaktır. Bu hedeflerin
yerine getirilebilmesinin en önemli gereklerinden biri de akut dönemde hasta
için en uygun tedavi seçeneklerinin oluşturulması ve bu dönemde oluşabilecek
komplikasyonların önüne geçmektir. Antiagregan, antikoagülan, trombolitik,
antiödem ve sitoprotektif tedaviler bu yaklaşımların ana başlıklarını
oluşturmaktadır. Akut iskemik inmelerde üzerinde en çok araştırma yapılmış
antiagregan ilaç aspirindir. Ticlopidine, clopidogrel, dipyridamole ve
glikoprotein IIb/IIIa antagonistleri ile akut dönemde tedavi konusunda yeterli
9
bilgi henüz mevcut değildir. Aspirinin akut iskemik inmelerdeki rolünü araştıran
üç önemli çalışma yapılmıştır. İnternational Stroke Trial (IST), Chinese Acute
Stroke Trial (CAST) ve Multicentre Acute Stroke Trial –İtaly (MAST-I) (2).
IST ve CAST metaanalizleri erken dönemde aspirin tedavisinin rekürren
iskemik olayları engellemede ve mortalite oranını azaltmadaki olumlu etkileri
olduğunu ortaya koymakla birlikte bu tedavinin hangi alt gruplarda, hangi dozda
ve ne kadar süre ile yapılacağına dair bilgi henüz mevcut değildir.
Aspirin zayıf organik yapısında olan bir bileşiktir. Trombositlerde prostaglandin
ve tromboksan A2 sentezinde anahtar rolü oynayan bir enzim olan
siklooksijenazı geri dönüşümsüz olarak asetillemek suretiyle inhibe ederek,
tromboksan A2 sentezini engeller. İnhibisyon hızlı gelişir ve muhtemelen portal
dolaşımda başlar. Tromboksan A2 trombosit agregasyonunu arttırırken,
Prostasiklin’in azaltıcı etkisi vardır. Aspirinin düşük dozları trombositlerde
tromboksan sentezini kalıcı olarak inhibe ederken epitelyum hücrelerinin
prostasiklin sentezinde büyük bir değişikliğe neden olmaz. Trombositlerin hücre
çekirdeği olmadığından yeni enzim sentezleyemezler ve tromboksan eksikliği
trombositin ömrü boyunca (3-7 gün) devam eder. Epitelyum hücrelerinin ise
hücre çekirdeği bulunduğundan yeni siklooksijenaz sentezleyebilirler (9).
Salisilatlar düşük dozlarda analjezik, antipiretik ve antiplatelet etkiye sahipken
yalnızca yüksek dozlarda antiinflamatuar etki gösterirler. Antiinflamatuar
etkileri plazma salisilat konsantrasyonunun 10 mg/dl üzerinde olduğu dozlarda
ortaya çıkar(9).
Asetilsalisilik asit ile yapılan antiplatelet tedavi, arteriel trombotik bozukluğu
olan hastalarda ikincil korumada başarı ile uygulanmaktadır. Aspirin’in geçici
iskemik atak yada iskemik inme geçirmiş olan hastalarda prognozu olumlu
yönde etkilediği bilinmekle birlikte optimal aspirin dozunun ne olduğu hala
kesin değildir. Düşük doz aspirin rejiminin kullanılmasına yönelik yapılmakta
olan bu çalışmalardaki esas gaye aspirine bağlı yan etkileri azaltmaktır(10).
10
Aspirinin arteriyel tromboembolizmi önlenme konusundaki koruyucu etkisi
trombosit siklooksijenazının inaktivasyonu yoluyla gerçekleşir. Yapılan
çalışmalar trombosit siklooksinejazın günlük 30-75 mg aspirin ile tamamen
inhibe edilebileceğini göstermektedir(10).
İnflamasyonla ateroskleroz ve komplikasyonları arasındaki bağlantıya dair
yapılan araştırmalar CRP ve diğer inflamatuar göstergelerin tedavi için bir hedef
teşkil edip edemeyeceği sorusunu gündeme getirmiştir. Koroner arter hastalığına
dair yakın zamana ait iki çalışma, statinlerle tedavinin ve CRP düzeylerinde
azalmanın aterosklerozun ilerlemesini yavaşlattığı yönünde sonuçlanmıştır. Yine
serebrovasküler hastalıklara dair aterosklerotik süreçte bazı ilaç kategorileri
üzerinde çalışılmış, bu çalışmalarda CRP düzeylerinin yüksek olması halinde
statinlerin ve anjiotensin – converting enzim inhibitörlerinin etkili olabileceği ve
sekonder korumada kullanılan aspirinin etkililiğinin inflamatuar belirteçlerle
ilişkili olabileceği ileri sürülmüştür.
Inflamatuar mekanizmalar birçok değişik ama birbiriyle bağlantılı yolla inme
riskini arttırırlar (11). Bununla beraber inflamasyon iskemik inme patogenezinde
de değişik aşamalarda önemli rol oynar. Birincisi iskemi öncesi ölçülmüş CRP,
fibrinojen ve lökosit düzeyleri ilk veya nüks inmenin bağımsız prediktörleridir
(12-15). İkincisi beyin iskemisi akut dönemde granulositlerin ileri dönemde
mononukleer hücrelerin infarkt bölgesine hızlı göçüyle karakterize bir
inflamatuar yanıt yaratır (16). Sistemik düzeyde ise akut iskemik inmenin diğer
akut olaylardaki gibi bir akut faz yanıtı oluşturduğuna inanılır. Bu bağlamda
11
inme sonrası inflamatuar göstergelerin belli bir düzeyde yüksek kalacağı (17) ve
bu parametrelerin çeşitli zamanlardaki ölçümlerinin inmenin prognozu hakkında
fikir vereceği düşünülebilir (12-15,18-23).
Akut faz yanıtı, akut bir tehdit sonrası hücresel ve humoral iltihabi göstergelerin
hızlı yükselişi ve bu göstergelerin subakut dönemde normal düzeylerine geri
dönmeleriyle karakterizedir. Bu yanıt tipik olarak akut bakteriyel / viral
infeksiyonlardan sonra görülür. Benzer bulgular akut miyokard infarktüsü
sonrası da görülebilir. Kardiak iskemi sonrası akut dönemde CRP yükselerek 3.
gün civarında tepe değerine ulaşır ve ardından düşmeye başlar. İnme sonrası
tedavi yaklaşımının hedefleri arasında inflamasyon da bulunur ve inflamasyonun
zaman içindeki seyri hakkında edineceğimiz bilginin değeri büyüktür (24).
C-Reaktif protein (CRP) ; beş eşit glikozile olmayan polipeptid alt ünitenin
nonkovalen bağlanması ile oluşan disk şeklinde bir proteindir. En başta
karaciğer hepatositleri tarafından olmak üzere IL-1, IL-6 ve TNFα gibi
sitokinlere yanıt olarak üretilir. Bunun yanında CRP’nin aterosklerotik lezyon,
böbrek, nöronlar ve alveolar makrofajlar tarafından üretildiğine dair ikna edici
veriler bulunmaktadır (25).
CRP Streptococcus pneumonia’nın hücre duvarının C-polisakkaridi ile
reaksiyona giren bir protein olarak 1930 yılında keşfedilmiş ve
isimlendirilmiştir. Akut faz yanıtında önemli bir parametre olan CRP molekülü,
sağlıklı insanlarda kanda eser miktarda bulunur. Normal değeri 0.06 - 0.82
mg/dl arasındadır. Sağlıklı kişilerde serum konsantrasyonu çok düşük olduğu
halde immunitesi yeterli olan hastalarda akut faz cevabının başlamasıyla serum
CRP konsantrasyonu hızla yükselir ve 24 saat içinde 1000 kat artabilir. CRP’nin
dolaşımdaki yarılanma ömrü 19 saattir ve akut faz cevabı veya ona neden olan
olay devam ettikçe yüksekliğini korur. Ligand bağlı CRP klasik kompleman
yolunu aktive eder, immun hücreler üzerindeki immunglobulin reseptörlerine
12
bağlanır ve sitokin üretimini, inflamatuar iskemik hasarı şiddetlendirebilen
kompleman ilişkili inflamatuar reaksiyonları indükler. Bunun da ötesinde CRP
endotelyal hücrelerde ve düz kas hücrelerinde ateroskleroz ile ilişkili olan çeşitli
inflamatuar değişiklikleri aktive eder (25).
Yakın zamana ait bilimsel çalışmaların çoğu aterosklerozun progresyonu ve
trombotik komplikasyonları başta olmak üzere bu hastalığın tüm evrelerinde
inflamasyonun esaslı bir rol oynadığına dair sonuçlar elde etmiştir. C reaktif
protein inflamasyonun akut fazının prototipidir, bu yüzden inflamasyonla
ateroskleroz arasındaki ilişkiyi araştırmak için iyi bir biyokimyasal göstergedir.
Bugüne kadar inme sonrası iltihabi parametrelerin zamansal seyrini irdeleyen
bazı çalışmalar yapılmıştır. Her ne kadar inme sonrası akut faz yanıtının ortaya
çıktığı söylense de akut inme sonrası sık ölçümlerin yapıldığı ve bu ölçümlerin
detaylı bir şekilde incelendiği az sayıda çalışma vardır. Bu çalışmalar iskemik
inme sonrası lökosit sayımı, fibrinojen ve CRP’in farklı seyirler izlediğini, tipik
bir paterne sahip olmadıklarını ortaya koymaktadır. Bununla birlikte inme
geçiren hastaların inme sonrası seri ölçülen plazma CRP seviyelerinin sağlıklı
kontrol grubu ile karşılaştırıldığında daha yüksek seviyede olduğu görüldü.
Diğer taraftan serebrovasküler hastalık için risk faktörlerine sahip olan hasta
grubunda da plazma CRP seviyelerinin sağlıklı kontrol grubuna göre daha
yüksek olduğu ancak hasta grubuyla karşılaştırıldığında belirgin bir farklılık
olmadığı saptanmıştır. Bu da hipertansiyon, diyabet, hiperlipidemi ve sigara
kullanımı gibi risk faktörlerinin kronik inflamatuar bir süreç oluşturarak CRP
düzeylerinde sürekli bir yüksekliğe yol açtığını göstermektedir. Bundan başka
antitrombotik tedavinin iltihap parametreleri üzerindeki etkisini analiz eden
sınırlı sayıda çalışma aspirin tedavisi ile plazma CRP seviyelerindeki azalmayı
anlamlı olarak ilişkili buldu (24).
13
Hasta özellikleri ve girişimlere bağlı olarak değişebilen CRP düzeyleri
Arttıran faktörler
• Kronik enfeksiyonlar
• Kronik inflamasyon
• Diyabet
• Hipertansiyon
• Hiperlipidemi
• Metabolik sendrom
• Obezite
• Östrojen preperatları
• Sigara
Azaltan faktörler
• Aspirin
• Niasin
• Tamoksifen
• Tiazolidinedionlar
• Kilo kaybı
• Statinler
• Orta derece alkol kullanımı
• Fibratlar
• Egzersiz
• Selektif östrojen reseptör modulatörleri
14
MATERYAL VE METOD
Bu çalışma Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji kliniğinde akut
serebrovasküler hastalık tanısıyla izlenen ve randomize şekilde ikiye ayrılan 31
hasta ile prospektif olarak yapılmıştır.
Çalışmaya alınma kriterleri
1. İlk kez inme geçiriyor olmak.
2. Büyük damar tıkanması olması (aterosklerotik ya da kardiyoembolik)
Dışlama kriterleri
1. Kronik inflamatuar hastalığı olması
2. Malign hastalığı olması
3. İnflamatuar barsak hastalığı olması
4. Çalışmaya alınma sırasında akut-kronik enfeksiyonun ve ateşin olması
(inme sonrası infeksiyonu olan hastalar çalışmadan dışlanmadı ancak ateş
takipleri, enfeksiyon bulguları sıkı izlenerek kaydedildi)
15
5. İnme ile birlikte kemik fraktürünün bulunması
6. Ciddi karaciğer ve böbrek yetersizliğinin bulunması
7. Düzenli antiinflamatuar ilaç kullanılması
8. İnmeden 3 ay önce travma, ameliyat ve akut organ iskemisinin olması
Yukarıdaki kriterlere uygun olarak seçilen ve inme semptomlarının
başlangıcından sonraki 12 saat içinde hastaneye gelmiş olan 18 yaş ve
üzerindeki hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. İnme tanısı World Health
Organization kriterlerine göre koyulmuştur. Serebral iskeminin etyolojisi
TOAST klasifikasyonuna uyacak şekilde 5 subgrup altında tiplendirilmiştir.
Hastaların ilk başvuru anında rutin nörolojik muayeneleri ve kranial tomografi
incelemesi yapıldı. İnme şiddeti NIHSS ile ölçüldü. Çalışmaya alınan hastalar
randomize şekilde 2’e ayrılarak bir gruba 80 mg diğer gruba 300 mg ASA
başlandı. Çalışmaya alınan tüm hastaların inme başlangıcından itibaren 12 saat
içinde ve 1,2,3,5,7,10,14,45. günlerde plazma CRP düzeyi ölçüldü. Tüm
hastaların risk faktörleri kaydedildi. Hipertansiyon 3 farklı tarihte yapılan 3
farklı ölçümde sistolik kan basıncı >130 mm Hg veya diastolik kan basıncı >85
mm Hg saptanması veya hasta kabulundeki antihipertansif ilaç kullanılması
olarak tariflenmiştir. Hiperlipidemi Adult Treatment Panel (ATP) III rehberine
göre tariflendirilmiştir.
CRP nefelometrik (Beckman Coulter, Immage, U.S.A) yöntemle ölçüldü.
Referans aralığı 0,00-8.00 mg/l olarak değerlendirildi.
16
İstatistiksel İncelemeler
Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için
SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 10.0 programı
kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların
(Ortalama, Standart sapma) yanısıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında
normal dağılım gösteren parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında
student t testi; normal dağılım göstermeyen parametrelerin gruplar arası
karşılaştırmalarında ise Mann Whitney U test kullanıldı. Normal dağılım
gösteren parametrelerin grup içi karşılaştırmalarında paired sample t testi,
normal dağılım göstermeyen parametrelerin grup içi karşılaştırmalarında ise
Wilcoxon işaret testi kullanıldı. Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında ise Ki-
Kare testi ve Fisher’in kesin Ki-Kare testi kullanıldı. Sonuçlar % 95’lik güven
aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi.
17
BULGULAR
Çalışma Eylül 2005-Temmuz 2006 tarihleri arasında Şişli Etfal Hastanesi
servisinde yaşları 21 ile 89 arasında değişmekte olan; 15’i kadın (% 48.4) ve
16’sı erkek (% 51.6) olmak üzere toplam 31 olgu üzerinde yapılmıştır.
Her iki tedavi grubunun demografik özellikleri TABLO 1’de görülmektedir. İki
grup arasında yaş ve cinsiyet açısından istatistiksel olarak fark görülmemiştir.
TABLO 1: Hasta ve kontrol grubunun demografik özellikleri
Tedavi
ASA 80 ASA 300
N % n %
Test ist.; p
< 50 3 17,6 2 14,3 Yaş
≥ 50 14 82,4 12 85,7 Fχ
2:1,000
Kadın 7 41,2 8 57,1 Cinsiyet
Erkek 10 58,8 6 42,9
χ2:0,784;
p:0,376
Çalışmamızda her iki tedavi grubunun plazma CRP düzeyini etkileyecek
faktörler açısından değerlendirilmesine yönelik istatistiksel inceleme TABLO
2’de özetlenmiştir.
Plazma CRP seviyesini etkileyebilecek hiperlipidemi, hipertansiyon, diyabet,
sigara, alkol kullanımı, obezite gibi hasta özelliklerine göre yapılan bu
değerlendirmede her iki tedavi grubunda istatistiksel farklılık olmadığı
görülmüştür. Çalışmaya alınan hastaların hiçbiri plazma CRP seviyesini
değiştirdiği bilinen ilaçları kullanmamaktaydı.
18
TABLO 2: CRP seviyesini etkileyebilecek faktörlere ilişkin değerlendirme
Tedavi
ASA 80 ASA 300
N % n % Test ist.; p
< 50 3 17,6 2 14,3 Yaş
≥ 50 14 82,4 12 85,7 Fχ
2:1,000
Kadın 7 41,2 8 57,1 Cinsiyet
Erkek 10 58,8 6 42,9
χ2:0,784;
p:0,376
Hipertansiyon 10 58,8 9 64,3 χ
2:0,097;
p:0,756
Diyabet 5 29,4 3 21,4 Fχ2:0,698
Hiperlipidemi 1 5,9 3 21,4 Fχ2:0,304
Obezite 11 64,7 9 64,3 χ
2:0,001;
p:0,981
Alkol 1 5,9 1 7,1 Fχ2:1,000
Sigara 9 52,9 8 57,1 χ
2:0,055;
p:0,815
χ2: Ki-kare testi F χ
2: Fisher’s Exact Ki-kare
p<0.05 düzeyinde anlamlı
Çalışmamızda her iki tedavi grubunda mevcut enfarkt büyüklüğü dağılım
oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0.05).
TABLO 3: Enfarkt büyüklüğüne ilişkin değerlendirme
Tedavi
ASA 80 ASA 300
n % n %
Test ist.; p
Dal enfarktı 10 58,8 6 42,9
Divizyon enfarktı 3 17,6 3 21,4 Enfarkt
Büyüklüğü Total enfarkt 4 23,5 5 35,7
χ2:0,829;
p:0,661
χ2: Ki-kare testi
p<0.05 düzeyinde anlamlı
19
Her iki tedavi grubundaki hastaların ölçüm günlerine göre CRP seviyelerinin
birbirleriyle olan karşılaştırmaları TABLO 4’te gösterilmiştir.
TABLO 4: CRP değerlerine ilişkin değerlendirmeler
Tedavi
ASA 80
(Ort±SD)
ASA 300
(Ort±SD)
Test ist.; p
12. saat 29,78±51,29
(10,10)
32,82±41,69
(10,13)
U:116,00;
p:0,905
1. gün 30,69±44,21
(9,66)
46,17±62,14
(18,60)
U:97,50;
p:0,393
2. gün 39,82±52,29
(15,75)
77,32±88,15
(47,25)
U:93,00;
p:0,430
3. gün 25,55±33,26
(12,75)
62,66±93,26
(12,80)
U:90,00;
p:0,539
5. gün 31,81±42,01
(9,47)
50,90±81,37
(14,30)
U:89,50;
p:0,763
7. gün 32,31±44,32
(9,73)
40,46±74,64
(10,76)
U:76,00;
p:0,833
10. gün 35,83±46,78
(9,13)
43,89±82,22
(9,85)
U:79,00;
p:0,958
14. gün 27,80±34,73
(9,37)
28,08±35,37
(11,67)
U:78,00;
p:0,916
CRP
(Medyan)
45. gün 18,39±25,33
(5,86)
3,62±2,41†
(3,11)
U:27,00;
p:0,072
U: Mann Whitney U testi
† Grupiçi değerlendirildiğinde 12. saate göre değişim p<0.05 düzeyinde anlamlı
20
Kan örneği alınan tüm günlerde her iki tedavi grubunda plazma CRP seviyeleri
arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmamıştır.
Çalışmamızda ayrıca 12. saat CRP düzeyine göre 1.gün, 2.gün, 3. gün, 5. gün, 7.
gün, 10. gün, 14. gün ve 45. gün CRP düzeylerinde olan değişiklikler her iki
tedavi grubu üzerinde incelenmiştir. 80 mg aspirin alan tedavi grubunda 12. saat
CRP düzeyine göre takip eden ölçümlerin hiçbirinde istatistiksel olarak anlamlı
bir değişim görülmemiştir. Bununla beraber 300 mg aspirin alan grupta 12. saat
CRP düzeyine göre 1.gün, 2.gün, 3. gün, 5. gün, 7. gün, 10. gün, 14. gün CRP
düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı bir değişim görülmezken (p>0.05); 45.
gün CRP düzeyinde görülen düşüş istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur
(p<0.05).
12. saat CRP düzeyine göre 1.gün, 2.gün, 3. gün, 5. gün, 7. gün, 10. gün, 14. gün
ve 45. gün CRP düzeyinde görülen değişiklikler için elde edilen fark
değerlerinin karşılaştırması TABLO 5’te gösterilmiştir.
21
TABLO 5: 12. saat CRP düzeyine göre alınan fark değerlerine ilişkin
değerlendirmeler
Tedavi 12. saat Crp
düzeyine göre
alınan fark
değerleri ASA 80
(Ort±SD)
ASA 300
(Ort±SD)
Test ist.; p
1. gün 0,91±23,91
(1,94)
13,35±29,68
(1,59)
U:109,00;
p:0,691
2. gün 8,56±43,74
(1,17)
44,50±84,97
(3,97)
U:91,50;
p:0,394
3. gün -5,70±38,78
(-2,03)
28,54±97,96
(-0,20)
U:88,00;
p:0,483
5. gün 0,55±34,84
(-2,04)
24,86±94,27
(-0,57)
U:83,00;
p:0,546
7. gün 1,05±47,33
(-3,55)
19,10±84,83
(0,97)
U:62,00;
p:0,343
10. gün 4,57±59,30
(-1,82)
22,52±92,50
(2,68)
U:65,00;
p:0,429
14. gün -3,45±39,23
(-0,93)
6,72±41,37
(-1,73)
U:73,00;
p:0,712
45. gün -4,07±38,75
(-4,08)
-22,14±33,43
(-2,74)
U:41,00;
p:0,418
U: Mann Whitney U testi
Çalışmamızda, 12. saat CRP düzeyine göre 1.gün, 2.gün, 3. gün, 5. gün, 7. gün,
10. gün, 14. gün ve 45. gün CRP düzeyinde görülen değişiklikler için elde edilen
fark değerlerinin karşılaştırmasında tedavi grupları arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0.05).
22
Çalışmaya alınan hastaların tümü takip süresince ateş varlığı, enfeksiyon
bulguları açısından izlendi. Çalışma sonunda her iki tedavi grubunda ateş ve
enfeksiyon varlığına göre istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı
(p>0.05).
TABLO 6:Ateş ve enfeksiyon oranına ilişkin değerlendirmeler
Tedavi
ASA 80 ASA 300
n % n %
Test ist.; p
Ateş 3 17,6 4 28,6 Fχ2:0,671
Enfeksiyon 3 17,6 5 35,7 Fχ2:0,412
F χ2: Fisher’s Exact Ki-kare
23
TARTIŞMA
Plazma CRP seviyelerini seri olarak ölçmek yolu ile inme sonrası akut dönemde
antiplatelet etkileri eşit iki değişik dozdaki aspirinin antiinflamatuar etkilerinde
fark olup olmadığını araştırmayı amaçlayan çalışmamızda 12. saat CRP
düzeyine göre 45. gün sonuna değin ölçülen CRP düzeylerinde görülen
değişiklikler için elde edilen fark değerlerinin karşılaştırmasında tedavi grupları
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır.
Bugüne değin yapılan metaanalizler neticesinde iskemik inmenin önlenmesinde
yüksek dozda aspirinin düşük doz aspirinden daha az ya da daha çok etkili
olduğu ile ilgili kanıtlanmış veri elde edilememiştir. Hem antiplatelet hem
antiinflamatuar özellikleri olan aspirinin düşük ve yüksek dozlarının benzer
antiplatelet etkinliğinin olması farklı dozların antiinflamatuar etkide farklılık
yaratıp yaratmadığını düşündürmüş ve çalışmalar bu konuya yönelmiştir.
Physicians Health Study’nin sonuçları aspirinin gelecekteki vasküler olayları
önleme konusunda daha yüksek taban çizgisi CRP düzeyleri olan erkeklerde,
düzeyleri düşük olanlardan daha etkili olduğu sonucuna varmıştır. Bu bulgu da
aspirinin vasküler protektif etkilerinin ilacın antiplatelet etkilerinden ziyade
antiinflamatuar özelliklerine sekonder olduğu fikrini desteklemiştir (26).
Physicians Health Study’in bu sonucu neticesinde Feng ve arkadaşları sağlıklı
32 erkek üzerinde kısa dönem (7 gün) aspirin tedavisinin CRP seviyesi
üzerindeki etkisini araştıran bir çalışma yapmışlar ve çalışma sonucunda
aspirinin CRP düzeyinde anlamlı bir değişiklik yapmadığını bildirmişlerdir.
Bununla birlikte çalışmayı yürütenler 7 günün sonunda CRP seviyesindeki
düşme eğilimine işaret etmişlerdir (27). Bizim çalışmamız 30 iskemik inme
geçiren hasta grubu üzerinde yapılmış bununla beraber aspirinin daha uzun
süreli (45 günlük) antiinflamatuar profili ortaya konmaya çalışılmıştır. Bizim
çalışmamızda da görülen 45. gün sonundaki 300 mg aspirin alan tedavi
grubundaki CRP düzeyindeki düşme eğilimi nedeniyle çalışmanın daha uzun bir
24
zaman dilimi içerisinde değerlendirilmesi gerektiğine işaret etmekteyiz. Yine
inflamasyon belirteci olarak bizim çalışmamızda da CRP seçilmiştir. CRP’ in
seçilmesi; CRP’in inflamasyonun akut fazının prototipi olması yanında
indüksiyonunun oldukça hızlı, yarı ömrününde (19 saat) tekrarlayan ölçümlere
yeterli bir zaman yaratacak kadar uzun olması nedeniyledir. Yine diğer akut faz
reaktanlarına tezat teşkil edecek şekilde serum konsantrasyonu diurnal
varyasyon göstermemektedir. İnflamasyonun tanı ve takibinde çok kullanışlı
olmasını sağlayan bu özellikler bizim çalışmamızda da CRP’in kullanılmasının
nedeni olmuştur.
Aspirin kullanımı ile CRP plazma seviyesini araştıran çalışmalardan bir diğeri
Ridker ve arkadaşlarına aitdir. Çalışmayı yürütenler miyokard enfarktüsü
riskinde aspirin kullanımıyla meydana gelen azalmanın doğrudan CRP taban
değerleriyle ilişkili olduğunu bulmuşlardır. Ridker’in çalışmasında miyokard
infarktüsü riskinde aspirinle ilişkili azalma, CRP’in ilk (en düşük) kartilinde
%13,9, ikinci kartilinde %33,4, üçüncü kartilinde %46,3, ve dördüncü (en
yüksek kartilinde) 55,7 idi. Bulgular aspirin tedavisi ile elde edilen faydalı
etkilerin kısmen antiinflamatuar bir etkiye bağlı olabileceği olasılığını
arttırmaktadır (27).
1997-2002 yılları arasında hastaneye başvuran 1245 hastanın tıbbi kayıtlarını
gözden geçirmek suretiyle 14 ve 30 günlük prognozu araştıran Lampl ve
arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada inme öncesi orta doz (250-350mg) aspirin
tedavisi inme sonrasındaki 30 günlük mortalitenin azalması ile ilişkili bulunmuş
bunun yanında düşük doz (80-100mg) aspirin artmış mortalite ile
ilişkilendirilmiştir. Çalışmayı yürütenler düşük doz aspirinin koruyucu etkisi ile
karşılaştırıldığında orta doz aspirinin koruyucu etkisini plazma CRP seviyelerine
yorumlamışlardır. Çalışma sonucunda düşük doz aspirin kullanmaktansa orta
doz aspirin kullanımının faydalı olabileceğini çünkü plazma CRP seviyesinin
25
azalmasını aspirin dozajıyla korele olduğunu vurgulamışlardır (28). Bizim
çalışmamızda her iki tedavi dozunun CRP düzeyleri üzerinde diğerine üstünlük
sağlayacak anlamlı bir etki yaratmadıkları ortaya konmakla birlikte 300 mg
ASA tedavi grubunda görülen 45. gün sonunda CRP düzeyinde düşme eğilimi
dikkati çekmiştir. Bu nedenle her iki dozdaki aspirinin antiinflamatuar
etkinliğini daha uzun zaman dilimi içerinde değerlendirmesi gerektiğine
inanmaktayız.
Diğer yandan aspirin başka mekanizmalarla antiinflamatuar bir etki yaratıyor ve
bu etki vasıtasıyla da prognozu etkiliyor olabilir. Nitekim Serhan ve arkadaşları
aspirinin nötrofil kemotaksisini ve transmigrasyonunu inhibe eden lipid türevi
mediatörler olan 15 epi-lipoksinlerin üretimini tetikleyebileceğini göstermiştir.
Bu açıdan bakıldığında farklı dozlardaki aspirinin antiinflamatuar etkinliği
dolayısıyla prognoz üzerindeki etkileri değişiklik gösterebilir (29).
Cinsiyet ve yaş ortalaması açısından birbirine eş iki tedavi grubundan oluşan ve
toplam 31 hastayı içeren çalışmamızda grupların CRP düzeyleri üzerinde
birbirine üstünlük sağlayacak anlamlı bir etki yaratmadıkları ortaya konmuştur.
Bununla birlikte 300 mg aspirin alan tedavi grubunda 45. gün sonunda görülen
CRP düzeyinde düşme eğilimi dikkati çekmiştir. Bu nedenle her iki dozdaki
aspirinin antiinflamatuar etkinliğini daha uzun zaman dilimi içerinde
değerlendiren hasta sayısı daha yüksek ve diğer inflamasyon belirteçlerinin de
kullanıldığı çalışmaların yapılması gerektiğine inanmaktayız.
26
ÖZET
İnflamasyon serebrovasküler hastalıklar için bağımsız bir risk faktörüdür.
İskemik serebrovasküler hastalıkların primer tedavisinde kullanılan aspirinin
iyileştirici etkisinin, antiplatelet etkisine ilaveten antiinflamatuar özelliklerine de
bağlı olabileceği netlik kazanmamış bir konudur.
Bu düşünceden yola çıkarak plazma CRP seviyelerini seri olarak ölçmek yolu
ile inme sonrası akut dönemde antiplatelet etkileri eşit iki değişik dozdaki
aspirinin antiinflamatuar etkilerini araştırmayı amaçladık.
Yaşları 21 ile 89 arasında değişmekte olan; 15’i kadın ve 16’sı erkek olmak
üzere, aterosklerotik ya da kardiyoembolik vasıfta ilk kez inme geçiren toplam
31 olgu çalışmaya alındı. Hastalar randomize şekilde ikiye ayrılarak bir gruba 80
mg diğer gruba 300 mg aspirin verildi.
Çalışma neticesinde her iki grupta yinelenen CRP düzeylerinin birbiriyle olan
korelasyonu hem grup içi hem de gruplar arasında anlamlı istatistiksel değişiklik
göstermedi. 300 mg aspirin alan grupta 45. gün sonunda CRP düzeyinde düşme
eğiliminin olduğu dikkati çekti.
Bizim verilerimiz, aspirinin plazma CRP seviyelerinin düzeyini inme sonrası ilk
45 günlük dönemde etkilemiyor olacağını öne sürmektedir. Yine de aspirin
kullanımının uzun süreli etkilerini belirlemek için, izlem süresi daha uzun olan,
daha geniş hasta popülasyonu üzerinde yapılmış ve CRP’e ek olarak başka
inflamasyon belirteçlerinin de kullanıldığı daha ileri çalışmalara ihtiyaç
olduğuna inanmaktayız.
27
KAYNAKLAR 1.Rowland P.L. Meritt’s Textbook of Neurology, Tenth Edition, Lippincott Williams & Wilkins press, Philadelphia, 2000, Section IV., Chapter 35:217-229 2. Balkan S. Serebrovasküler hastalıklar.2002;38-93
3.Victor M and Ropper A.H. Principles of Neurology, Sixth Edition. Part IV,34:777-874.
4. Ross R. The pathogenesis of atherosclerosis: a perspective for the 1990’s. Nature. 1993;362:801-809
5. Villar-Cordova C, Yatsu FM. Atherosclerosis. In: Stroke:Pathophysiology, Diagnosis and Management. Barnett HJM. Mohr JP, Stein BM, Yatsu FM. Churchill Livingstone İnc,Philadelphia. 1998:29-39
6. Keaney JF. Atherosclerosis: from lesion formation to plaque activation and endothelial dysfunction. Mol Aspects Med.2000;21:99-166.
7. Yatsu FM, Villar-Cordova C. Atherosclerosis. In: Stroke:Pathophysiology, Diagnosis and Management. Barnett HJM, Mohr JP, Stein BM, Yatsu FM. Churchill Livingstone Press, USA. 1998:29-39
8. Gilroy J. Temel Nöroloji. Üçüncü baskı 2000;8:225-278
9. Mycek J.M, Harvey. A.R, Champe C.P. Pharmacology, 2nd. Edition. Part VII,39:403-407
10. Swedish Aspirin Low-dose Trial of 75 mg aspirin as secondary prophylaxis after cerebrovascular iscaemic events. Lancet 1991;338:1345-49
11. Lindsberg PJ, Grau AJ. Inflammation and infections as risk factors for ischemic stroke. Stroke 2003;34:2518-32
28
12. Di Napoli M, Papa F, Bocola V. Prognostic influence of increased C-reactive protein and fibrinogen levels in ischemic stroke. Stroke 2001;32:133-8
13. Di Napoli M, Papa F, Bocola V. C-reactive protein in ischemic stroke:an independent prognostic factor. Stroke 2001;32:917-24
14. Di Napoli M, Papa F, for the Villa Pini Stroke Data Bank Investigators. Inflammation, hemostatic markers and antithrombotic agents in relation to long-term risk of new cardiovascular events in first-ever ischemic stroke patients. Stroke. 2002; 33: 1763–1771 15. Muir KW, Weir CJ, Alwan W, Squire IB, Lees KR. C-reactive protein and outcome after ischemic stroke. Stroke.. 1999;30:981–985 16. Garcia JH, Liu KF, Yoshida Y, Lian J, Chen S, del Zoppo GJ. 1994. Influx of leukocytes and platelets in an evolving brain infarct (Wistar rat). Am J Pathol 1994;144:188-199. 17. Beamer NB, Coull BM, Clark WM, Briley DP, Wynn M, Sexton G. Persistent inflammatory response in stroke survivors. Neurology. 1998; 50: 1722–1728 18. Jialal I, Devaraj S. Inflammation and atherosclerosis: the value of the high sensitive C-reactive protein assay as a risk marker. Am J Clin Pathol. 2001; 116:108–115 19. Retterstol L, Eikvar L, Bohn M, Bakken A, Eriksen J, Berg K. C-reactive protein predicts death in patients with previous premature myocardial infarction--a 10 year follow-up study. Atherosclerosis 2002;160:433-40
20. Ridker PM, Hennekens CH, Buring JE, Rifai N. C-reactive protein and other markers of inflammation in the prediction of cardio vascular disease in women. New Engl J Med 2000; 342:836-43
21. Winbeck K, Poppert H, Etgen T, et al. Prognostic relevance of early serial C-reactive protein measurements after first ischemic stroke. Stroke 2002; 33: 2459-64.
29
22. Wilhelmsen L, Svärdsudd K, Korsan-Bengtsen K, Larsson B, Welin L, Tibblin G. Fibrinogen as a risk factor for stroke and myocardial infarction. N Engl J Med. 1984 Aug 23;311:501–505.
23. Smith CJ, Emsley HC, Gavin CM, Georgiou RF, Vail A, Barberan EM, et al. Peak plasma interleukin-6 and other peripheral markers of inflammation in the first week of ischaemic stroke correlate with brain infarct volume, stroke severity and long-term outcome. BMC Neurol 2004;4:2.
24. Marquardt L, Ruf A, Mansmann U,et al. Inflammatory response after acute ischemic stroke. J Neuro Sci. 2005 Jun 13;1-7
25. Napoli D.M, Schwaninger M, et al. Evaluation of C-Reactive Protein Measurement for Assessing the Risk and Prognosis in Ischemic Stroke. Stroke. 2005;36:1316-1329
26. Backes M.J, Howard A.P,Moriarty M.P. Role of C-Reactive Protein in Cardiovascular Disease. The Annals of Pharmacothearpy. 2004 Jan;38(1):110-8
27. Feng D, Tracy P.R, Lipinska I, Murillo J, McKenna C, Tofler H.G. Effect of Short-Term Aspirin Use on C-Reactive Protein. Journal of Trombosis and Trombolysis 2000;9:37-41
28. Lampl Y, Boaz M, Sadeh M. The Significance of Prestroke Aspirin Dosage in Fatal Outcome of Acute Stroke. Clin Neuropharmacol 2005;28:55-59
29. Serhan CN. Lipoxins and novel aspirin-triggered 15-epi-lipoxins (ATL): A jungle of cell-cell interactions or a therapeutic opportunity. Prostaglandins. 1997;53:107-137