ali akpinar - somuncu baba dergisi · aylik İlİm kÜltÜr ve edebİyat dergİsİ aylik İlİm...

47
www.somuncubaba.net AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı: 18 TL 00220 Düşünce Dünyamızı Hurma İle Tatlandırmak Ali AKPINAR Osmanlı Padişahı I. Ahmed’in Tasavvufî Atmosfere Olan İlgisi Kadir ÖZKÖSE Sorumluluk Sahibi ve Mücadeleci Bir Gençlik Mustafa KARABACAK Ümmet-i Muhammed Bilinci Hilal OTYAKMAZ Maneviyat Sultanına Gönülden Bağlanmak Musa TEKTAŞ

Upload: others

Post on 22-Jul-2020

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

www.somuncubaba.net

AYLIK

İLİM K

ÜLTÜ

R V

E EDEB

İYAT DER

GİSİ

AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı: 18 TL

220

0 0 2 2 0

Düşünce DünyamızıHurma İle Tatlandırmak

Ali AKPINAR

Osmanlı Padişahı I. Ahmed’in Tasavvufî Atmosfere Olan İlgisi

Kadir ÖZKÖSE

Sorumluluk Sahibi ve Mücadeleci Bir Gençlik

Mustafa KARABACAK

Ümmet-i Muhammed Bilinci

Hilal OTYAKMAZ

Maneviyat Sultanına Gönülden Bağlanmak

Musa TEKTAŞ

Page 2: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

basyazı Bekir AYDOĞAN

Kadem-i Şerif’i Başına Taç Eden Sultan: I. Ahmed HanOsmanlı şehzadeleri belli eğitimleri aldıktan sonra, devlet yönetiminde kabileyet kazanmak için İstan-

bul dışındaki sancaklarda yöneticilik yaparak tecrübelerini artırmakta idiler. Bu da bizatihi eğitimdir. Buna “sancağa çıkma” adı verilmektedir. Şehzade Ahmed, diğerleri gibi sancağa çıkmadan saltanata geçen ilk şehzade unvanını taşımaktadır. O dönemde Anadolu’da Celâlî İsyanları devam etmektedir. Celâlî İsyanları evvela, Osmanlıdaki devlet yönetiminden memnun olmayan zümrelerin ve Şiî eğilimli grupların devlete başkaldırmaları şeklinde ortaya çıkar. XVI. yüzyılın sonlarından itibaren büyük bir mesele haline gelerek değişik bir mahiyet kazanır. Dış güçlerin tahrikleriyle büyüyen Celâlî İsyanları daha sonra giderek geniş-ler, mezhep mücadeleleri geri planda kalarak XVII. yüzyılın ilk yarısından itibaren tamamen idareye karşı bir hareket mahiyetini kazanır. Celâlîlik hareketleri insafsızca yağma ve katliamlar yapmakta, disiplinden mahrum gruplar; yolları üzerindeki köyleri, kasaba ve şehirleri yağmalamakta, direnç gösteren yerler olur-sa ateşe vermektedir. Uzun bir süre devam eden Celâlî İsyanları, Kuyucu Murat Paşa’nın gayretleri sonucu 1600’lü yıllarda ancak bertaraf edilecektir.

Din, edebiyat ve diğer tahsil alanlarında iyi bir eğitim almış olan Sultan I. Ahmed, sanata ve edebiyata gayet meraklıdır. Şiirle olduğu kadar hat sanatıyla da ilgilenmiştir. Zevk ve sefaya kapılmamış, dindar ve hayır sahibi yönüyle halkın gönlünde taht kurmuştur. Tarihçiler onu dedelerinden Yavuz Sultan Selim’e benzetirler. Güçlü, kuvvetli bir yapıya sahiptir. Bir defasında Edirne’de altı dilimli topuz olan bir şeşperi otuz metre yüksekliğindeki bir burçtan epey ileriyle fırlatmış ve şeşperin düştüğü yere de bu hadiseyi ha-tırlatan bir sütun dikilmiştir. Mekke şehrine ayrı bir hürmeti vardır. Kâbe duvarlarının tamir ve bakımı için İstanbul’dan ustalar göndermiş, Kâbe-i Muazzama’nın kapısı üzerindeki kitâbe ile Altınoluk’u yeniletmiştir. Bundan başka İstanbul’da beyaz mermerden yaptırdığı bir minberi Medine’ye Mescid-i Nebî’ye göndermiş-tir. Ahmed Han’ın Peygamber Efendimiz’e bağlılığı ise her türlü tasavvurun üzerindedir. Peygamberimiz’in Kadem-i Şerif’ine yani ayak izine hürmeten Kadem-i Şerif şeklinde bir sorguç yaptırıp hilafet sarığına tak-mıştır. Ayrıca bir tahta üzerine de Kadem-i Şerif resmini çizdirtip tahtının cephesine astırmıştır.

Bostanzade Yahya Efendi, Tarih-i Saf Tuhfetu’l-Ahbab adlı eserinde I. Ahmed Han’ı şöyle anlatmaktadır: “O, felek rütbeli, melek yüzlü, derviş tabiatlı olup Süleyman ululuğundadır. Mutluluk ve devlet sahibi olan padişahımız, adalet ve şeriat yolundadır. Ataları gibi iyiliği ve hayır işlemeyi sever. Bilginlerin el üstünde tutulup gözetilmelerini ister. Temiz ve aydınlık yüzü değirmi, teni beyaz, boyu sultanlık bahçelerinin servisi gibi olup sözleri ölçülü ve nüktelidir. Bayramlaşma törenlerinde elini öpen mollalara, şairlere ve vezirle-re saygı olsun diye tahtında kalkıp oturur. Bu, sultanlara yaraşan güzel bir davranıştır. Yürüyüşü bile bir padişaha uyacak biçimdedir. Alçak gönüllülüğü sonsuzdur. Ne var ki, Allah vergisi heybeti ve büyüklüğü karşısında, her canlı titrer.”

The Sultan who made the Qadam Sharif a Crown on His Head: Ahmad ISultan Ahmad I was a well- educated person in religion, literature and other areas. He was also keen on art

and literature.

Makkah was a noble place for him. He had the walls of Kabah, the inscription on the door and the golden groove repaired and renewed. Also, he had a mimbar from white marble done and sent it to Masjid al-Nabavi. His loyalty to the Prophet Muhammad (pbuh) was above all. To show his respect to Qadam-i Sharif, he had a crest done to put on his calpihate imamah. Moreover, he had the picture of Qadam Sharif drawn on a piece of wood and had it hung to the frontage of his throne.

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba2 1

Tasavvuf ve MenakıpMehmet Bahâeddin EfendiMüellif: Mehmet Bahâeddin Efendi (Tokatlı Mustafa Hâki Efendi (k.s.)’nin oğlu)

Çeviren ve Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Halil İbrahim ŞİMŞEK

Karton Kapaklı, 16x24cm, 304 sayfa ISBN: 78-9944-774-45-1

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Örnekliğinde Güzel Ahlâk

Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM

Karton Kapaklı, 14x21cm, 331 sayfa

Güncel Dinî Konular veFıkhî Hükümler

Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN

Karton Kapaklı, 14x21cm, 414 sayfa

Gönül Dostlarının Dilinden Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) ve Hamid Hamideddin Ateş Efendi

Musa TEKTAŞ

Karton Kapaklı, 14x21cm, 368 sayfa ISBN: 978-9944-774-44-1

ISBN: 978-9944-774-43-7

ISBN: 978-9944-774-46-8

Ailede Beşerî İlişkiler veÂdâb-ı Muaşeret Eğitimi

E. Büşra YÜKSEL

Asr Sûresi BağlamındaVaktin Önemi

Cansever DOKUZ

Vakit Nakittir

Sümeyye Büşra YILDIZ

Çocuklarda BilinçaltıNasıl Kaydeder?

M. Emin KARABACAK

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı - VİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No: 71 (44700) Darende / MALATYATel: (422) 615 15 00 - Faks: (422) 615 28 79

www.somuncubaba.net

Aile Eki

ÇIKTI

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44

Page 3: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44

ABONE İLETİŞİM HATTI

KurucusuA. Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803

Yıl: 25 Sayı: 220 - Şubat 2019

Basım Tarihi: 01 Şubat 2019

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adınaİmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniBekir AYDOĞAN

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüM. Hulûsi ERDEMİR

Yayın EditörleriM. Nazmi DEĞİRMENCİ

Musa TEKTAŞ

Yönetim Yeri-Basım-Yayım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesiZâviye Mahallesi Hacı Hulûsi Efendi Caddesi No: 71

44700, Darende / MALATYA

Tel: (0422) 615 15 54 • Faks: (0422) 615 28 79

www.somuncubaba.net • [email protected]

Yapım

www.grafiturk.com.tr

Tel: 0506 876 17 17

Genel Sanat YönetmeniSerkan ÖZTÜRK

Baskı ve ÜretimSalmat Basım Yayıncılık Ambalaj San. Ltd. Şti.

Tel: (0312) 341 10 24

Yayın KuruluProf. Dr. Nihat ÖZTOPRAK / Prof. Dr. Ali YILMAZProf. Dr. Sebahat DENİZ / Prof. Dr. Bilal KEMİKLİProf. Dr. Abdullah KAHRAMAN / Prof. Dr. Ali AKPINAR

Danışma KuruluProf. Dr. Mehmet AKKUŞ / Prof. Dr. Mehmet SOYSALDIProf. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL / Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSEProf. Dr. Mahmut YEŞİL / Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK

Kurum Abone : 200 Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068Ziraat Bankası : TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01Vakıf Bank : TR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen arayınız.

Somuncu Baba Dergisi’nin içeriğinde bulunan yazılar ile ilgili çıkabilecek olan hatalı bilgilerden dolayı dergi herhangi bir sorumluluk kabul etmemektedir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına ilanların sorumluluğu ise reklam verenlere aittir. Dergimizde bulunan fotoğrafların ve görsellerin kullanılması ve kopyalanması yasaktır. Yazılar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir. Somuncu Baba Dergisi’nin bütün telif hakları VİSAN İktisadi İşletmesi’ne aittir.

İÇİNDEKİLER

Düşünce Dünyamızı Hurma İle Tatlandırmak

Ali AKPINAR

Mustafa BAŞ

Sultan I. Ahmed Türbesi

Yüce Rabb’imiz, kitabında diğer bitkileri genel isimleriyle anarken, hurmayı hem genel olarak hem de özel olarak bir kısım parçalarıyla anar.

Sultan I. Ahmed Türbesi çini, kalem işi ve ahşap işçiliğinin güzel örneklerini bir araya getirmiştir. Alt sıra pencerelerin üzerlerine kadar zeminden çiniler ile kaplıdır.

Kadem-i Şerif’i Başına Taç Eden Sultan:I. Ahmed Han ........................................................................1Bekir AYDOĞAN

Düşünce Dünyamızı Hurma İle Tatlandırmak ...............6Ali AKPINAR

Yahya Dağıstânî (k.s.) ..........................................................10Kadir ÖZKÖSE, H. İbrahim ŞİMŞEK

Hayatımızda “Fetretü’l-Vahiy” Yaşanmamalıdır ...........12Ramazan ALTINTAŞ

Sancağa Çıkmadan Padişah Olan İlk Şehzade:Sultan I. Ahmed ...................................................................16M. Nihat MALKOÇ

Sultan Ahmet Han’a On Dört Kıta ...................................21Halil GÖKKAYA

Değerler Eğitimi ..................................................................22Abdullah KAHRAMAN

Sultan I. Ahmed Türbesi .....................................................26Mustafa BAŞ

Maneviyat Sultanına Gönülden Bağlanmak ..................28Musa TEKTAŞ

Osmanlı Padişahı I. Ahmed’inTasavvufî Atmosfere Olan İlgisi ..............................................34Kadir ÖZKÖSE

Vaktidir Gazeli ......................................................................39Bekir OĞUZBAŞARAN

Somuncu Baba’nın Kırk Hadis Şerhi:Ameller Niyete Göredir ......................................................40Enbiya YILDIRIM

Hayatı ve Saltanatı Sırlı Sultan I. Ahmed ..........................44İsmail ÇOLAK

Fonksiyon ve Değeri Açısından Tasavvufî Kurumlar .....48Fatih ÇINAR

Âlem İçinde Âlemiz .............................................................52Bilal KEMİKLİ

Cihan Padişahı’nın Dulkadiroğlu Münasebetleri ...........56Resul KESENCELİ

Sorumluluk Sahibi ve Mücadeleci Bir Gençlik ...............60Mustafa KARABACAK

Aşk ve Sevgili ........................................................................64Ömer Faruk YİĞİTEROL

Bir Derviş Şair Sultan: I. Ahmed Han ..............................66Mustafa ÖZÇELİK

Faydasız İlime Verme Ömrünü! .......................................70Vedat Ali TOK

Ey İnsan .................................................................................73İbrahim SAĞIR

Sinirli Anne Babaların Akıllı Telefonla İmtihanı ............74Yusuf HALICI

Ümmet-i Muhammed Bilinci ............................................76Hilal OTYAKMAZ

Tatilde Neler Yapalım? .......................................................80Ali ÖZKANLI

Ordumuza .............................................................................83Ekrem KAFTAN

Ömrü Değerlendirme Bilinci .............................................84Mukadder Arif YÜKSEL

Ramazan ALTINTAŞ

Mustafa KARABACAK

Hayatımızda “Fetretü’l-Vahiy” Yaşanmamalıdır

Sorumluluk Sahibi ve Mücadeleci Bir Gençlik

Kur’an-ı Kerim sıradan bir kitap değil, Allah nezdinden gelen ve O’nun İlâhî sözlerini içeren mübârek bir kitaptır. Okumaya başlamadan önce maddî ve mânevî bir hazırlık yapılmalıdır.

Allah Rasûlü, görevinin bir gereği olarak toplumun her tabakasıyla ilgilenmiş ve onların sorunlarına çözümler üretmeye çalışmıştır.

Ümmet-i Muhammed bu dünyada yılmayacak, Livaü’l-Hamd bayrağı düşmeyecek. Gönüllere sabır, şükür, aşk duaları işlenecektir.

Hilal OTYAKMAZ

Ümmet-i Muhammed Bilinci

06

12

26

60

76

Page 4: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Dîvân-ı Hulûsî-i DârendevîEs-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)

Ey kıble-i ervâh tecellâ nazarındır

Ey dîde-i eşbâh mücellâ nazarındır

Her demde lebin çeşmesi bin Hızr eder ihyâ

Dil-ber lebi enfâs-ı Mesîhâ nazarındır

Kim dâmenini tutmadı esrârını bilmez

Tâliblerine sırr-ı “ev ednâ” nazarındır

Zülfün tutana vaslın için habl-ı metîndir

Âşıklarına Sidre vü Tûbâ nazarındır

Ey pîr-i mugân doldu deminden dem-i âlem

Her teşne dile sâkî-i sahbâ nazarındır

Kim koymadı cân râhına maksûduna yetmez

Sâliklere mi’râc-ı muallâ nazarındır

Aşk ile enîs oldu Hulûsî-i fakîrin

Yok matlabı illâ ki temennâ nazarındır

Page 5: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Hayat düsturumuz Kur’ân, mesajı herkes tara-fından kolayca anlaşılsın diye hayatın içinden örnekler verir. Onda ilk muhâtaplar başta olmak üzere, herkesin kolayca ulaşabileceği hayvanlar ve bitkiler dünyasından seçilmiş pek çok örnek yer alır. Kur’ân’da en fazla tekrarlanan bitkilerin başında hurma ağacı ve meyvesi gelir. Hurma kelimesi dilimize Farsçadan geçmiştir. Bu bit-ki, nahle (hurma) (11) -nahîl (7)- nahle (hurma ağacı) (2), lîne (hurma ağacı) (1), rutab (taze yaş hurma) (1) olmak üzere toplam 22 kere geçer. Arapçada daha çok kuru hurma için yay-gın olarak kullanılan temr ve benzeri kelimeler Kur’ân’da geçmez.

Yüce Rabb’imiz, kitabında diğer bitkileri genel isimleriyle anarken, hurmayı hem genel olarak hem de özel olarak bir kısım parçalarıyla anar. Salkımlı hurmalar (zâtü’l-ekmâm), hurma kütüğü/hurma dalı (ciz’un’nahle/cüzû’n-nahle/a’câzü’n-nahle), hurma tomurcuğu (talu’n-nahle), kurumuş hurma salkımı (urcûn), hurma çekirdeği (nevâ), hurma lifi (nakîr-fetîl), hurma zarı (kıtmîr) gibi. Çünkü ilk muhâtaplar hurma ile iç içe bir hayat yaşıyorlar ve onun bütün özelliklerini biliyorlardı.

Şimdi bu âyetleri görelim:

“O, gökten su indirendir. Her bitkiyi onunla bi-tirdik, ondan bitirdiğimiz yeşilden, birbirine ben-

zeyen ve benzemeyen yığın yığın taneler, hurma-ların tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar çıkardık. Ürün verdiklerinde ürünlerine, olgunlaşmalarına bir bakın. Bunlarda, inananlar için, şüphesiz, âyetler vardır.”1

“Gökten bereketli bir su indirdik, kullara rızık olmak üzere onunla bahçeler, biçilecek taneli ekinler, küme küme tomurcukları olan boylu hur-ma ağaçları yetiştirdik. O su ile ölü yeri dirilttik. İşte insanların diriltilmesi de böyledir.”2 “Onunla, içinde, yediğiniz birçok meyveler bulunan hurma-lık ve üzüm bağları var ettik.”3 “Orada hurmalık-lar ve üzüm bağları var ederiz, aralarında pınarlar fışkırtırız. Onun ve elleriyle yaptıklarının ürünleri-ni yesinler; şükretmezler mi?”4

“Yeryüzünde, hepsi de aynı su ile sulanan, birbi-rine komşu toprak parçaları, tek ve çok köklü üzüm bağları, ekinler, hurma ağaçları vardır. Fakat onları şekil ve lezzetçe birbirinden farklı kılmışızdır. Düşü-nen kimseler için bunda ibretler vardır.”5

“Allah onunla size ekinler, zeytin ve hurma ağaçları, üzümler ve her türlü ürünü yetiştirir. Dü-şünen kimseler için bunda ders vardır.”6

“Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzüm-lerden şerbet, şıra ve güzel rızık elde edersiniz. Düşünen toplum için bunda ibret vardır.”7

“Çardaklı ve çardaksız bağları inşa eden Allah’tır. Tatları çeşitli ekin ve hurmaları, zeytin ve narı birbirine benzer ve benzemez şekilde yaratan O’dur. Ürün verdiği zaman ürününden yiyin, devşi-rildiği ve biçildiği gün hakkını verin; israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez.”8

“Allah, yeri canlı yaratıklar için meydana getir-miştir. Orada meyveler, salkımlı hurma ağaçları,

İLİM VE HAYAT Ali AKPINAR*

“Yüce Rabb’imiz, kitabında diğer bitkileri genel isimleriyle

anarken, hurmayı hem genel olarak hem de özel olarak bir

kısım parçalarıyla anar.”

“Şükür, nimeti fark etmek, nimetin asıl sahibi olarak Yüce Allah’ı bilmek ve o nimeti O’nun ölçüleri doğrultusunda kullanarak hamd etmekle gerçekleşecektir.”Düşünce Dünyamızı Hurma

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba6 7

Page 6: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

kabuklu taneler, güzel kokulu otlar vardır. Ey in-sanlar ve cinler! Öyleyken, Rabbinizin nimetlerin-den hangisini yalanlarsınız?”9 “İçerisinde iki kay-nak fışkıran iki koyu yeşil cennette de türlü türlü meyveler, hurmalıklar ve nar ağaçları vardır.”10

“İnsan, yiyeceğine bir baksın: Doğrusu suyu bol bol indirmekteyiz. Sonra yeryüzünü göz göz yarmakta ve orada taneli ekinler, üzümler, seb-zeler, zeytin, hurma ağaçları ve bahçelerde koca koca ağaçlı meyveler ve çayırlar bitirmekteyiz. Bunlar sizin ve hayvanlarınız için geçimliktir.”11

Âyetlerde küme küme tomurcukları sarkan hurma meyvesi, Yüce Allah’ın erişilmez kudre-tine işaret eden bir âyet olarak nitelenmiştir. Demek ki insan, bu ağacı yetiştirirken, sularken, meyvesini dererken ve yiyip tüketirken bu âyet üzerinde durup düşünmeli ve ondaki ilâhî kud-reti tefekkür etmelidir; o âyet vasıtasıyla insan-lığa sunulan dersleri ibretle almalıdır. Yine bu meyve, bereketli bir nimettir. Nimet ise şükrü gerektirir. Şükür ise, nimeti fark etmek, nimetin asıl sahibi olarak Yüce Allah’ı bilmek ve o nimeti O’nun ölçüleri doğrultusunda kullanarak hamd etmekle gerçekleşecektir.

Diğer bitkilerde olduğu gibi hurma ağa-cı, çekirdekten meyveli ağaca gelinceye kadar geçirdiği yetişme aşamalarında, meyveye dur-duğunda, hasat edildiğinde ve sonrasında çok özel fotoğraflar vermektedir. Aynı toprak ve aynı suya rağmen mahsul, şekil olarak görün-tüsüyle; farklı tat ve lezzetlere sahip meyve-leriyle; çiçeği, koruğu-olmuşu, yaşı-kurusuyla; dayanıklılık süresiyle; ondan üretilip elde edilen ürün çeşitleriyle özel durumlara sahiptir. Top-rak mahsullerinin üzerinde Yüce Rabb’in hakkı vardır. O da ürün devşirildiğinde belli miktarını

fakir fukaraya infâk etmektir. Şâyet ürün tabiî sulamasıyla elde ediliyorsa onda bir, ilave mas-rafla elde ediliyorsa yirmide bir oranında onun zekâtı/öşrü verilmelidir. Bu o mahsulü verene şükür ifadesidir.

Hiçbir nimet israf edilmemelidir. İsraf, nime-ti yerli yerince kullanmamak, elde edilmesi ve tüketilmesinde meşru olmayan yollara sapmak-tır. Nimeti günahta kullanmak israftır. Nimet-ten sağlanan enerjiyle günah işlemek, nimete nankörlüktür. Hiçbir israf çeşidinde zerre kadar hayır yoktur, ne kadar çok olursa olsun hayır hasenâtta da israf olmaz.

Hurma nimetinin faydaları saymakla bitmez. Hurma, pek çok protein, mineral, element ve vitamini içerisinde taşıyan doyurucu, besleyici, şifa verici özelliği ile öne çıkar. Botanik, ziraat ve tıp başta olmak üzere ilgili alanlarda uzman-ların bu nimet üzerinde özel çalışmalar yapma-ları gerekir. Âyetlerde hurma, aynı zamanda cennet nimetleri içerisinde sayılmıştır.

Kıssalarda Hurma Ağacı

Kur’ân kıssalarında hurmadan bahsedilir. Zira Kur’ân’da kıssaları anlatılan toplumlar, ge-nel olarak hurma ağacının yetiştiği beldelerde yaşayan, hurma nimetinden istifade eden ve hurmayı yakînen tanıyan kimselerdir. Kur’ân, mesajının iyi anlaşılması için yakın hayattan ör-nekler sunar. Şöyle ki:

Sâlih Peygamber kavmini uyarırken, salkım-ları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde bir hayattan mahrum kalabileceklerini onlara hatırlatır.12 Bahçe sahipleri kıssası anlatılırken iki arkadaştan birinin bahçesi şu şekilde tasvir edi-lir: “Birine iki üzüm bağı verip, etrafını hurmalık-larla çevirmiş ve aralarında ekinler bitirmiştik.”13 Demek ki hurma bereket sebebidir. Bolluk be-reket, aynı zamanda güven sebebidir. Ekonomik rahatlık, güven sebebidir. Güvenliği tehdit eden hırsızlık, yolsuzluk, savaş gibi şeylerin temelinde genelde ekonomik hesaplar vardır. Bağ bahçenin bereketli olması için su nimeti kaçınılmazdır. İn-

san, bu nimetleri görmeli ve onların elinden alı-nıvereceğini düşünerek şükrünü edâ etmelidir.

Fir’avun’un iman eden sihirbazları hurma kütüklerine/cüzûu’/-nahl14 asma tehdidinde bu-lunuşu hatırlatılırken, helâk olan Âd Kavmi’nin içi boş hurma kütüklerine dönüşü15 anlatılırken yine bu bitki geçer.

Hz. Meryem, doğum sancısı hissedince bir hurma ağacının altına sığındı ve melek ona, “Hurma dalını kendine silkele, taze olgun hur-ma (rutab) dökülsün ve ondan ye iç gözün ay-dın olsun.” demişti.16 Hz. Meryem’in en sıkıntılı zamanlarında hurma ağacının altına gitmesi, hurma yemesi ve ağacın altından çıkan sudan içmesi özellikle anlatılmaktadır. Bu da hurma ağacının strese iyi gelmesi, doğum yapan ka-dının hurma/tatlı yemesi ve doğumun su içeri-sinde yahut su kenarında yapılmasının ruh ve beden sağlığı açısından önemine işaret olarak yorumlanabilir. Müşrikler Peygamberimiz’den mucize olarak içlerinden gürül gürül sular akan hurma bahçesi ve üzüm bağı istemişlerdi.17 Na-diroğullarının hurma ağaçlarının kesilmesinden bahseden âyette de “lîne” kelimesi geçer.18

Yine Kur’ân, bir kısım çarpıcı örnekler/mesel sunarken hurmadan söz eder: “Hurma ve üzüm bağlarıyla dolu, arasından sular akan, bol meyve-li bir bahçe…”19

Meşhur bir hadiste, Kur’ân okuma ve ona inanıp gereği ile amel etme konusunda insan-lar dört bitkiye benzetilmiştir ki onlardan biri de hurmadır:

“Kur’ân’ı okuyan ve amel eden mü’min turunç meyvesine benzer. Onun kokusu latîf, tadı güzel-dir. Kur’ân’ı okumayan ve amel etmeyen mü’min hurma gibidir. Onun kokusu yoktur ama tadı gü-zeldir.

Kur’ân’a inanmadığı halde onu okuyan müna-fık reyhan otu gibidir. Onun kokusu güzeldir, fakat tadı acıdır. Kur’ân’a inanmadığı gibi onu okuma-yan münâfık Ebûcehil karpuzuna benzer. Onun kokusu yoktur, tadı da acıdır.”20

Bir başka hadiste de hurmadan şöyle bah-

sedilir:

“Hurma, Rabb’inin izniyle her zaman meyve

veren, yaprakları hiç dökülmeyen ağaçtır ki o

Müslümana benzer.”21 Evet, Müslüman da her

şartta ve her ortamda hayır işleyen, çevresine

hayrı dokunan kimsedir.

Hurma nimetinin insanlık tarihinde ve haya-

tında özel bir yeri vardır. Tarihi beş bin yıldan

daha eski olan eski bir bitkidir. Hurma ağacı,

bitkiler içerisinde en fazla insana benzeyen

ağaçtır. Dik ve geniş gövdesi, suyu ve güneşi çok

sevmesi, ömrü, üremesi, farklı renklerde meyve

vermesi, yaşlanınca meyveden kesilmesi ve ba-

şının kesilmesiyle kuruması gibi pek çok konuda

insana benzerlik arz eder.

Bitkiler dünyasının en mükemmeli kabul

edilir. Üç bine yakın çeşidi vardır. Kur’ân’ın ilk

muhâtaplarının hayatında da bu ağacın ve mey-

vesinin ayrı bir yeri vardı. Bunun için Kur’ân pek

çok âyetinde ondan bahsetmiştir. Bize düşen

her hurma nimetini tükettiğimizde, her ağacı-

nı gördüğümüzde bu âyetleri derin tefekkürle

okumak, nimetin asıl sahibine şükretmektir.

Dipnot* Prof. Dr. Ali AKPINAR

1. 6/En’âm, 99.2. 50/Kâf, 9-11.3. 23/Mü’minûn, 19.4. 36/Yasîn, 34-35.5. 13/Ra’d, 4.6. 16/Nahl, 11.7. 16/Nahl, 67.8. 6/En’âm, 141.9. 55/Rahmân, 10-13.10. 55/Rahmân, 68.11. 80/Abese, 24-32.12. 26/Şuarâ, 148.13. 18/Meryem, 32.14. 20/Tâhâ, 71.15. 5 Kamer, 20; 69/Hâkka, 7.16. 19/Meryem, 23-26.17. 17/İsrâ, 91.18. 59/Haşr, 5.19. 2/Bakara, 266.20. Buhârî, Et’ime 30 Fezâilü’l-Kur’ân 17, Tevhîd 36; Müslim,

Müsâfirîn 243; Ebû Dâvud, Edeb 16; Tirmizî, Edeb 79; İbni Mâce, Mukaddime 16.

21. Buharî, Edeb 89.

“Hurma, pek çok protein, mineral, element ve vitamini içerisinde taşıyan doyurucu, besleyici, şifa verici özelliği ile öne çıkar.”

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba8 9

Page 7: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Aslen Dağıstanlı olan Yahya Efendi (k.s.)’nin

hayatı hakkında çok ayrıntılı bilgiye sahip de-

ğiliz. Ancak ailesinin diğer fertleri gibi onun

da memleketinde oldukça önemli mevkilerde

görev yapan bir zât olduğu kaydedilmektedir.

Zâhirî ilimlere dair bazı âlimlerden dersler al-

dığı da zikredilmektedir. Daha sonra memle-

ketindeki şeyhleri ziyaret ettiği ve bunların bir

kısmından tasavvufî terbiye almaya başladığı

da belirtilmektedir.

Hac vazifesini yerine getirmek üzere oğlu

Halil Hamdi Paşa ile beraber yolculuk hazırlıkla-

rına başladı. Bu sırada üzerinde her kimin hakkı

varsa gelip talep etmesi için haber saldı. Her-

kese hakkını verip helâllik aldıktan sonra Hac

yolculuğuna çıktı.

Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra ulaş-

tığı Mekke’de bir vesileyle Abdullah Mekkî (k.s.)

ile tanışıp sohbetlerine katıldı. Belli bir müddet

devam eden bu alâkadar olmanın ardından oğ-

luyla birlikte Ahdullah Mekkî (k.s.)’ye intisap etti.

Pek çok tasavvufî tecrübe yaşayarak gerçekleş-

tirdiği seyr u sülûkünü tamamladıktan sonra ir-

şad icazeti alarak burada kaldı.

Yahya Efendi (k.s.)’nin zühd ehli bir sûfî ol-

duğu kaydedilmektedir. Hatta onun Abdullah

Mekkî (k.s.) ile ilk tanışmasında bu yönü dola-

yısıyla tereddüt yaşadığı da belirtilmektedir.

Abdullah Mekkî (k.s.)’nin evi Hz. Peygamber

(s.a.v.)’in evinin ve Kâbe’nin yakınında bulunma-

sına rağmen iki katlı olduğu için Yahya Efendi

(k.s.) bu durumu önce saygısızlık olarak addet-

mişti.

Çünkü ona göre bir sûfînin evinin Kâbe’den

yüksek olması edep açısından uygun değildi.

Yahya Efendi (k.s.)’nin bu tereddüt hâline vakıf

olan Abdullah Mekkî (k.s.) Kâbe’nin yanında bu-

lunduğu bir sırada onu yanına çağırdı. Yanına

geldiğinde Abdullah Mekkî (k.s.) ona yönelerek

şöyle dedi: “Yahya Efendi, bak bakalım bizim ev

mi yüksek yoksa Kâbe mi?” Yahya Efendi (k.s.)

baktı ki, Kâbe’nin yüksekliğinin sonu görünmü-

yor. Sonra hatasını fark edip şeyhinden özür di-

ledi.

Yahya Efendi (k.s.)’nin doğum ve vefat ta-

rihleri hakkında henüz kayıtlı bir bilgiye rast-

lanılamadı. Vefatından sonra Mekke’deki irşad

vazifesini oğlu Halil Hamdi Paşa’ya bıraktı. Müs-

lümanların yaşadığı değişik bölgelerde pek çok

halifesi olduğu belirtilen Yahya Efendi (k.s.)’nin

Anadolu’daki halifelerinden biri de Şiranlı Mus-

tafa Efendi (k.s.)’dir.

Hat: Emre ÖZDEMİR

ALTIN SİLSİLE Kadir ÖZKÖSE* H. İbrahim ŞİMŞEK**

Yahya Dağıstânî (k.s.)

Dipnot* Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE - ** Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK

1. Bu makale Prof. Dr. Kadir Özköse ve Prof. Dr. H. İbrahim Şimşek’in Nasihat Yayınları’ndan neşredilen Altın Silsileden Altın Halkalar kitabının 373-386. sayfalarından özetlenmiştir.

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba10 11

Page 8: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

İTİKAT Ramazan ALTINTAŞ*

İslâm’ın ilk yılları, Mekke Dönemi… Hz. Pey-gamber (s.a.v.)’e inmeye başlayan vahiy, bel-li bir süre kesilmişti. Bunun üzerine Rasûl-i

Ekrem Efendimiz endişeye kapılmış, Rabb’inin kendisine darıldığını ya da terk ettiğini sanmıştı. Bunun üzerine sık sık Nur Dağı’nda bulunan Hira Mağarası’na gider, vahiy meleği Cebrâil (a.s.)’ın gelmesini beklerdi. Siyer kaynaklarımızda bu olaya “fetretü’l-vahy/vahyin kesilmesi” adı ve-rilmiştir. Bu kesilmenin müddeti hakkında birkaç aydan üç yıla kadar sürdüğüne dair rivâyetler vardır. İşte bu olay üzerine, “Kuşluk vaktine ant olsun ki, sükûna erdiği zaman geceye and olsun ki, (Ey Muhammed!) Rabb’in seni ne bıraktı, ne de sana darıldı.”1 âyetleri nazil olmuştur.2

Kur’an’ın nüzûl tarihinde “vahyin kesilme-si” hâdisesinin Hz. Peygamber (s.a.v.)’e bakan cephesi, Yüce Allah’ın onu büyük imtihanlara hazırlamada sabır eğitiminden geçirme, tesellî etme ve Hak dava yolunda ümitlendirme ola-rak yorumlanabilir. Bize bakan cephesiyle de nasıl ki, Kur’an’ın nüzûl tarihinde meydana ge-len “inkıta-i vahiy” ruhsal anlamda Muhammed Mustafa (s.a.v.)’i olumsuz yönde etkilemişse, Kur’an’ı anlama noktasında ertelenecek bir davranış da bizim zihin ve gönül dünyamızda benzer gerilimler oluşturabilir. Zira Kur’an hem tertîl üzere okunacak ve hem de okunan âyetler üzerinde derinlikli tedebbür, tefekkür ve tezek-kür faaliyetleri sürdürülecektir. Bu anlamda Kur’an’la bağı kesik olan mü’minlerin durumu, nefes darlığı çeken bir hastanın oksijen tüpün-den mahrum olmasına benzer. İşte her mü’min, Kur’an’ı lafız ve mânâ bakımından vird haline getirmelidir. Dil onun lafızlarını tekrarlarken, akıl ve kalb de mânâsının derinliklerine yolculuk yapmalıdır.

“Yaşama Noktasında Kur’an Bana Ne Diyor?” Diye Okunmalıdır

Kur’an’ı anlama çabası, bir nevi yolda ol-mak, yola koyulmak çabasıdır. Kur’ân-ı Kerîm’i anlamada sırf meâl okumak yeterli değildir. Bu konuda itikadı düzgün, verdiği bilgileri güvenli olan muteber bir müfessirin tefsirinden yarar-

lanılmalıdır. Kur’an’ı anlama çabası içerisine gi-

ren bir mü’min, salt başkalarına anlatmak için

değil, yaşama noktasında Kur’an bana ne diyor,

ne söylüyor, sorusuna cevap bulmak niyetiyle

okumalıdır.

Kur’an-ı Kerim sıradan bir kitap değil, Allah

nezdinden gelen ve O’nun İlâhî sözlerini içeren

mübârek bir kitaptır. Okumaya başlamadan

önce maddî ve mânevî bir hazırlık yapılmalıdır.

Kur’an’a yaklaşırken âzamî derecede önyargıla-

rımızdan uzaklaşmak suretiyle bir okuma biçimi

“Fetretü’l-Vahiy” Hayatımızda

Yaşanmamalıdır

“Kur’an-ı Kerim sıradan bir kitap değil, Allah nezdinden gelen ve O’nun İlâhî sözlerini içeren mübârek bir kitaptır. Okumaya başlamadan önce maddî ve

mânevî bir hazırlık yapılmalıdır.”

“Kur’an’a göre muttakîlik, şirkin her türlüsünden uzak kalmak, Allah’a karşı

saygısızlığa yol açacak eylemlerden uzaklaşmak ve kalbi, Allah’ı unutturacak

meşguliyetlerden arındırmaktır.”

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba12 13

Page 9: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

seçilmelidir. Ben inanıyorum ki, niyetleri hâlis olanlara bu Kur’an, envârını ve esrârını açacak-tır. Böyle okunan bir Kur’an insanda fark ettir-me şuuru oluşturur.

Kur’an-ı Kerim’i okumak bir ibadettir: “Ey örtünüp bürünen Muhammed! Gecenin yarısında, istersen biraz sonra, istersen biraz önce bir müd-det için kalk ve ağır ağır Kur’an oku. Doğrusu biz, sana, taşıması ağır bir söz vahyedeceğiz. Şüphe-siz gece kalkışı daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir. Çünkü gündüz, seni uzun uzun alıkoyacak işler vardır.”3 Kur’an okumayı özen-dirmede Hz. Peygamber (s.a.v.) de bir rivâyette şöyle buyurmuşlardır: “Gözün ibadetten nasîbini verin. Bu, Kur’an’a bakmak ve hayret edici (kevnî konularla ilgili) âyetleri üzerinde düşünmektir.”

4

Bu rivâyette iki konu üzerinde durulmaktadır.

İlki, Kur’an’ı yüzünden okumak, diğeri ise, onu anlamaya çalışmaktır. Yine bir başka rivâyette Hz. Peygamber (s.a.v.), Kur’an’ın indiriliş amacı-nı çok veciz bir şekilde belirtir ve burada gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir ayrıntıya işaret eder: “Kur’an’ı okuyunuz ve onunla amel ediniz. Onu okumaktan uzak kalmayınız. Ona ya-kışmayan yorum ve tevillerle haddi aşmayınız. Onu vâsıta yaparak menfaat temin etmeyiniz. Onunla dünyalığınızı çoğaltmaya çalışmayınız.”

5 Bu ha-

diste geçen uyarılardan şu sonuçları çıkarabiliriz: İlki, sadece Kur’an okumak değil, onu anlamaya çalışarak, hayatı anlamlı kılmaktır. Yukarıda ge-çen bu rivâyette, onu anlamaya ve yorumlamaya çalışırken ilmî usulden koparak, Kur’an’ın ruhuy-la ve dil kurallarıyla bağdaşmayacak kişisel ve mezhebî sonuçlara meşrûiyet kazandırma adına mânevî tahrîfe gitmenin tehlikelerine işaret edil-mektedir. Kur’an’ı anlama yolunda ilmî birikime sahip olmayanlar, sadece mealle yetinmemeli, ilim çevrelerinde muteber kabul edilen bir mü-fessirin tefsirinden okumalıdırlar. Yalnızca meal-den Kur’an anlaşılmaz. İkincisi, yine bu rivâyette çok önemli bir meseleye de parmak basıldığını görüyoruz. O da Kur’an’ı vâsıta yaparak dünyevî menfaat temin etme yoluna gitmemektir.

Kur’an Mü’min İnsanda Farkettirme Şuuru Oluşturur

Bilindiği gibi Kur’an’ın adlarından ve sure-lerinin isimlerinden birisinin adı “Furkân”dır.6 İşte Kur’an’ın indiriliş amaçlarından birisi de mü’mine bize farkettirme şuurunu kazandır-maktır. Çünkü Kur’an insanın yolunu bulmada “zıyâ/ışık” olarak adlandırılmıştır.7 Nasıl ki, gece yolculuklarında araba farları yollardaki engel, çukur ve bozuklukları fark ettiriyor ve gidece-ğimiz yol güzergâhını tayin etmemize yardım-cı oluyorsa, Kur’an da insanlık için böyle bir yol gösterici fonksiyonu taşımaktadır. Kur’an bilgisiyle farketme bilincine sahip olmayan bir kimse, geceleyin farı/ışığı olmayan bir araba ile yola çıkan kimseye benzer. Bundan dolayı, fıtra-tın sesine kulak vererek, Kur’an’ın ışıklı yoluna girmemek bir basîret körlüğüdür.8 Hayatımızda

“vahiyle irtibatımız yani Kur’an’la irtibatımız

koptuğu müddetçe” bu basîret körlüğü daha da

derinleşecektir.

Ünlü dilbilimci Râgıb el-İsfehânî, “Ey iman

edenler! Eğer Allah’a karşı saygılı olursanız/ittikâ

ederseniz, sizin için (O) bir furkân verir.”9 âyetinin

yorumunda “furkân”ı “nûr, başarı, hak ile bâtılı

ayırt etme bilinci, sükûnet ve rahatlama” ola-

rak açıklar.10 Âyetten anlaşıldığına göre insanda

farkettirme bilincinin gelişmesinin ana sebebi

olarak muttakîlik gösterilmiştir. Kur’an’a göre

muttakîlik, şirkin her türlüsünden uzak kalmak,

Allah’a karşı saygısızlığa yol açacak eylemler-

den uzaklaşmak ve kalbi, Allah’ı unutturacak

meşguliyetlerden arındırmaktır.11 Bu âyetlerin

muhtevâsından, günahlarla ilişkiyi kesen ve

sâlih davranışlarla bezenen kimselere Allah’ın,

yüksek bir şuur vereceği anlaşılıyor. Dolayısıyla

furkân, bâtınî bir aydınlanma olup, onun vesile-

siyle güzel çirkinden, iyi kötüden ayrılır. Hak ile

bâtılın ayırt edilememesinin sırrı takvâsızlıktır.

İnsan her alanda, eğer o alanın takvâsını korur-

sa nasîbini alır. Takvâyı korumanın yolu da sü-

rekli müteyakkız olmaktan geçer.

Sonuç

Müslümanın hayatında fetretü’l-vahiy yaşan-

mamalıdır. Çünkü Allah’ın kelâmı olan Kur’ân-ı

Kerîm’in indiriliş gayesi, onu okuyup anlamak

ve yaşam biçimi olarak hayata yansıtmaktır.

Kur’an okurken; dil, akıl ve kalb üçlüsü, sıkı bir

ilişki halinde olmalıdır. Dil âyetlerin lafzını kal-

be gönderirken; kalb de bu âyetlerin anlam

alanını akla göndererek tesirini davranışlarda

gösterecek şekilde sonuçlar çıkarmalıdır. Her

Müslüman Kur’an kendisine hitab ediyormuş

gibi yeniden okumalı ve okuyan ve yaşayan biri

olmalıdır.

“Kur’an’ın indiriliş amaçlarından birisi de mü’mine bize farkettirme şuurunu kazandırmaktır.”

Dipnot* Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ

1. 93/Duha, 1-3. 2. İbn Kesir, Muhtasar Tefsiru İbn Kesir, III, 469. 3. 73/Müzzemmil, 1-7.4. Münâvî, Hadislerle İslâm, I, 561 (1161). 5. Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 428-444.6. 2/Bakara, 53, 185; 3/Âl-i İmrân, 4; 21/Enbiyâ, 48; 25/

Furkân, 1.7. 21/Enbiyâ, 48; 42/Şûrâ, 52.8. 20/Tâhâ, 124.9. 8/Enfâl, 29.10. İsfehânî, el-Müfredât, s. 569.11. 48/Fetih, 26; 6/A’râf, 96; 3/Âl-i İmrân, 102.

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba14 15

Page 10: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

KÜLTÜR M. Nihat MALKOÇ

Osmanlı’nın 14. Padişahı, İslâm’ın 79. Halifesi

Sultan I. Ahmed, babası III. Mehmed’in Saru-han Valiliği sırasında 28 Nisan 1590 tarihinde Manisa’da doğmuştur. O, III. Mehmed’in üç oğ-lunun ortancasıdır. Annesi Handan Sultan’dır. Osmanlı Devleti’nin 14. padişahı olan Sultan I. Ahmed, aynı zamanda Müslümanların 79. hali-fesidir. I. Ahmed’in ağabeyi olan Mahmud, tah-ta kastettiği iddiasıyla öldürülmüştür. Böylece tahtın yolu kendisi için açılmıştır. Anadolu’da devam eden Celâlî İsyanları nedeniyle Şehzade Ahmed, sancağa çıkmadan saltanata geçen ilk şehzadedir.

Sultan I. Ahmed’in zevceleri Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü kadın simaların-dan biri olan Mahpeyker Kösem Sultan ve Mah-firuz Hatice Sultan’dır. Muktedir bir kadın olan Kösem Sultan Osmanlı’nın 17. padişahı olan IV. Murad ve İbrahim’in de annesidir. Mahfiruz Hatice Sultan ise II. Osman (Genç Osman)’ın ve Şehzade Mehmed’in annesidir.

Sultan I. Ahmed, babası III. Mehmed’in vefatı üzerine 21 Aralık 1603’te, henüz 14 yaşınday-ken Eyüp Sultan’da kılıç kuşanarak tahta geç-miştir. Tabir caizse bir anda kendisini tahtta bulmuştur. Fakat zamanında iyi bir eğitim aldığı için başa geçince çok da zorlanmamıştır. Asker-lik ve devlet yönetimindeki eksikliklerini kısa za-manla tamamlamıştır.

Vicdan sahibi bir insan olan Sultan I. Ahmed herkesin görüşüne saygı gösterir, kararlarını daima istişareyle alırdı. Yeri gelince yumuşak, yeri gelince de çok sert mizaçlıydı. Devlete ve millete yanlış yapanları affetmezdi. O, halk için-de daima Hakk’la beraberdi.

İradeli ve kararlı bir insan olan Sultan I. Ahmed Han ava ve cirit oyununa meraklıydı. Osmanlı’nın eski payitahtları olan Edirne ve Bursa’da avlanmaya gittiğine dair bilgiler mev-cuttur. Ok atmak, kılıç kullanmak ve ata binmek konusunda son derece başarılıydı.

Çok zeki ve feraset sahibi bir insan olan I. Ahmed, çocukluğunda çok iyi bir eğitim gör-müştü. Dönemin saygın âlimlerinden Aydınlı Mustafa Efendi’den dersler almıştı. Hocazâde Mehmed ve Esad Efendiler de onun hocaların-dandı. Arapça ve Farsçayı iyi derecede öğren-mişti. Dinî bilgileri üst düzeydeydi. Fıkıh ilmine fazlasıyla vâkıftı.

Sultan I. Ahmed, saltanatında hanedan ve-raset sistemini değiştirip kardeş katli kanununu kaldırmış, yerine “Ailenin aklı başındaki en bü-yük üyesi padişah olur.” hükmünü (Ekber ve Er-şet sistemi) getirmiştir. Bu Osmanlı idaresinde bir dönüm noktasıdır.

Sultan I. Ahmed, çok genç denebilecek bir yaşta tahta geçse de tahtta iz bırakmıştır. Çev-resi tarafından sevilip sayılmıştır. Şeyhülislâm Bostanzâde Mehmed Efendi’nin oğlu Bostanzâde Yahya Efendi, “Tarih-i Sâf Tuhfetü’l-Ahbab” adlı eserinde I. Ahmed Han’dan övgü ve sitayişle bahsetmektedir: “O, felek rütbeli, melek yüzlü, derviş tabiatlı olup Süleyman ulu-luğundadır. Adalette Nuşirevan’a, büyüklükte İskender’e benzer. Mutluluk ve devlet sahibi olan padişahımız, adalet ve şeriat yolundadır. Ataları gibi iyiliği ve hayır işlemeyi sever. Bil-ginlerin el üstünde tutulup gözetilmelerini ister. Temiz ve aydınlık yüzü değirmi, teni beyaz, boyu sultanlık bahçelerinin selvisi gibi olup sözleri öl-çülü ve nüktelidir. Bayramlaşma törenlerinde elini öpen mollalara, şairlere ve vezirlere saygı olsun diye tahtında kalkıp oturur. Bu, sultanla-ra yaraşan güzel bir davranıştır. Yürüyüşü bile bir padişaha uyacak biçimdedir. Bütün bunlar izlenince dedesi Sultan Murad Han’a benzediği anlaşılır. Ama Sultan Murad Han’dan bin dere-

“Vicdan sahibi bir insan olan Sultan I. Ahmed herkesin görüşüne saygı gösterir, kararlarını daima istişareyle alırdı.”

Sancağa Çıkmadan Padişah Olan İlk Şehzade:

Sultan I. Ahmed

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba16 17

Page 11: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

ce yüksek, bağışlayıcı ve seçkindir. Boyu ondan daha uzundur. Orduyu ve ülkeyi yönetmede de-desinden üstündür. Sevimli yüzü ve gülümseyişi nur saçan güneş kadar aydınlıktır. Şakada, öv-güde ileri gitmez. Alçakgönüllülüğüyse sonsuz-dur. Ne var ki, Allah vergisi heybeti ve büyüklü-ğü karşısında her canlı titrer.”

Genç yaşında devlete baş olan ve Osmanlı’ya can veren Sultan I. Ahmed’in kısa hayatında 14 sayısının apayrı bir yeri ve önemi vardır. Zira o, hicrî takvim hesabıyla 14 yaşında 14. padişah olarak tahta çıkmış, 14 yıl saltanat sürdükten sonra 28 (yani 2 kere 14) yıl yaşadıktan sonra ölmüştür. 14 rakamı onun hayatının hep mer-kezinde yer almıştır.

Osmanlı Sultanı I. Ahmed ve Gönüller Sultanı Aziz Mahmud Hüdâyî Dostluğu

Dindar bir padişah olan I. Ahmed’in peygam-ber sevgisi üst düzeydeydi.

N’ola tâcım gibi başımda götürsem daim

Kademi nakşını o hazret-i şâh-ı Rusûlün

Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir

Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün

şiiri bunun ispatıdır.

Sultan I. Ahmed, zamanın manevî büyükle-ri olan Abdülmecid Sivasî ile çok sevdiği Aziz Mahmud Hüdâyî’den manevî feyiz almıştır. On-ların manevî gölgesinde dinî hassasiyetlerini her zaman muhafaza etmiştir. Onun özellikle İstanbul’un manevî havasına önemli katkılar sunan Aziz Mahmud Hüdâyî sevgisi dillere des-tandır. I. Ahmed, Osmanlı’ya sultan olduğunda gönüller sultanı Aziz Mahmud Hüdâyî vardı ya-nında. O, devlet işlerinden artakalan zaman-larında gönül ehli Hüdâyî Hazretleri’ne gider, onun hoş sohbetinde bulunmaktan büyük keyif alırdı. I. Ahmed’in bu dünyada bıraktığı en bü-yük mimarî abide olan Sultanahmed Camii’nin açılışında da Aziz Mahmud Hüdâyî en ön safta yer almıştır.

Bir gün Aziz Mahmud Hüdâyî;

Kudûmun rahmet u zevk u safâdır Yâ Rasûlallâh

Zuhûrun derd-i uşşâka devâdır Yâ Rasûlallâh

diye başlayan naatı okurken Sultan I. Ahmed mest olmuştu. Çocuklukta başlayan Hüdâyî sev-gisi son nefesine kadar sürmüştür.

Bahtî Mahlaslı I. Ahmed Sadece Osmanlı’nın Değil, Kelimelerin de Serdarıdır

Osmanlı Devleti’ni cihan imparatorluğu mertebesine yükselten padişahların çoğu şiir ve edebiyatla yakından ilgilenmişlerdir. Birçok Os-manlı padişahı gibi Sultan I. Ahmed de şairdir. Şiirlerinde Bahtî mahlasını kullanmıştır. O sade-ce Osmanlı’nın değil, kelimelerin de serdarıdır. Onun askerlerine dair kaleme aldığı şu şiir ne güzeldir:

Ey uranlar kılıcı heybet ile küffara

Cân u dilden sizi ısmarlamışam Settâra

Hazret-i Hak’dan umaram ki kral-ı bed-hâl

Vire hep şehr ü hisârını gelip yalvara

Ahmedâ hayr duâ ile guzâta her dem

Diler isen ki mu’în ola Hüdâ anlara

I. Ahmed Han, âlimleri ve sanatçıları çok se-ver, korur ve onlara büyük bir ihtimamla hürmet ederdi. Onun saltanat devrinde Şeyhülislâm Yahya, Nef’î ve Nergisî gibi büyük edebî şahsi-yetler yetişmiştir. O, zamanın Allah dostların-dan Aziz Mahmud Hüdâyî’ye çok hürmet gös-terirdi. Onun için yazdığı şu şiir, ona duyduğu derin muhabbetin tezahürüdür: “Vârımı ben Hakk’a verdim gayri vârım kalmadı/Cümlesinden el çekip pes dü cihânım kalmadı/Çünkü hubbul-lah erişti çekti beni kendine/Açtı gönlüm gözünü gayri gümânım kalmadı.”

Aruzu ustaca kullanan Sultan I. Ahmed mü-rettep bir divan oluşturacak miktarda şiir yaz-mıştır. O, şiirlerinde anlaşılır bir Osmanlı Türk-çesi kullanmıştır. Şiirlerinde Allah ve peygam-ber sevgisini ağırlıklı olarak işlemiştir. Divanın-

da 5 münâcât, 1 naat, 1 terci-i bend, 17 gazel,

36 kıta, 3 şarkı, 4 beyit, 2 tarih manzumesi ve 9

küçük manzume mevcuttur.

Bahtî mahlasıyla güzel şiirler kaleme alan

Sultan I. Ahmed’in Allah aşkını işlediği şu şiiri

okunmaya değerdir:

Dil hânesi pür-nûr olur envâr-ı zikrullâh ile

İklîm-i dil ma’mûr olur mi’mâr-ı zikrullâh ile

Her müşkil iş âsân olur derd-i dile dermân olur

Cânın içinde cân olur esrâr-ı zikrullâh ile

Bahtî sana ikrâr eder tevhîdini tekrâr eder

İhlâsını iş’âr eder eş’âr-ı zikrullah ile

Sultan I. Ahmed Han’ın Çağlara Vurduğu Manevî Mühür: Sultanahmed Camii

Selâtin camilerin başında gelen Sultanah-

med Camii’nin banisi, dinî hassasiyetleri üst dü-

zeyde olan Sultan I. Ahmed Han’dır. 17. yüzyılın

önemli eserinden biri olan Sultanahmed Camii,

Mimar Sinan ekolünden gelen Mimar Sedefkâr

Mehmet Ağa tarafından inşa edilmiştir.

1609-1620 yılları arasında inşa edilen Sulta-

nahmed Camii, sadece bir cami değil camiyi de

içine alan devasa bir külliyedir. Bu caminin et-

rafında hünkâr kasrı, sıbyan mektebi, medrese,

arasta, hamam, dârüşşifâ, imâret-i âmire (mut-

fak, fırın, kiler, yemekhane), tabhâneler, han,

dârülkurrâ, türbe, sebiller, çeşmeler, dükkânlar,

odalar, mahzenler, kahvehane ve evler bulun-

maktaydı. Bu yapılardan önemli bir kısmı ne ya-

zık ki günümüze ulaşamamıştır.

İstanbul’un huzur mekânlarından Sultanah-

med Camii mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik çi-

nileriyle bezendiği için ve de yarım kubbeleri ve

büyük kubbesinin içi yine mavi ağırlıklı kalem

işleri ile süslendiği için Avrupalılarca Mavi Ca-

mii (Blue Mosque) olarak adlandırılır. Caminin

içinde 23 bin adet İznik çinisi bulunmaktadır;

bunlar 50 ayrı çeşitten oluşmaktadır.

Sultan I. Ahmed Han kendi adını taşıyan bu

devasa caminin yapım sürecinde cami inşa-

atıyla özel olarak ilgilenmiştir; hatta inşaatın

temelinde bizzat çalışmıştır. 1610’daki tören-

de Evliya Çelebi bu durumu şu şekilde anlatır:

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba18 19

Page 12: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Bir çocuk neyler zor günde?Er Han birinci Ahmet Han…Tahta çıkmış on dördünde,Sultan birinci Ahmet Han…

Üçüncü Mehmet’in oğlu,Hüdai aşkıyla dağlı,Dinine yürekten bağlı,İnsan birinci Ahmet Han…

Kardeş katli elinde kor,Sevdiğine kıymak çok zor,Şimdi isminle ağlıyor,Meydan birinci Ahmet Han…

Hocasına hizmet etmiş,‘Bahtî’ Nazireler gitmiş,Daha başlamadan bitmişTufan birinci Ahmet Han…

Resul sevdâ, Ravza canda,Elmaslar fedâ uğrunda,Altınlar Kâbe yolunda,Kurban birinci Ahmet Han…

Altınoluk tezyinatta,İran yenik sevkiyatta,Âlemlerle Arafat’ta,Zîşan birinci Ahmet Han…

Osmanlı’nın bir sâlihi,On dördü tutmuş tâlihi,Estergon, Uyvar fatihi,Hakan birinci Ahmet Han…

Sultan Ahmet Han’aOn Dört Kıta

Nasıl bir şâheser çizmiş,Tam on dört şerefe dizmiş,Sedefkâr Mehmet’i süzmüş,Umman birinci Ahmet Han…

Eteğine taşlar almış,İmârın içine dalmış,Sen gibi kaç civan gelmiş?Mihman birinci Ahmet Han…

Dünyaya vermeden meyil,Zaferleri yazmış il il,Kısa ömrü koşma değil,Destan birinci Ahmet Han…

Kösem sultan, Murat yandı,Çocuklar hasrete kandı,Biliriz hep baş tâcındı,Kur’an birinci Ahmet Han…

Ahmet-i evvelin izi,Hayran eder dizi dizi,Cennetten mi eyler bizi,Seyran birinci Ahmet Han…

Kadem sarığına konmuş,Yirmi sekizinde sönmüş,Durağana doğru dönmüş,Devran birinci Ahmet Han…

Ağıtlar meyveyi vermiş,Celil huzuruna varmış,Mâvi çinilerde durmuş,Zaman birinci Ahmet Han…

Halil GÖKKAYA

“Cümle üstad mimar ve mühendisler toplanıp,

Üsküdarlı Mahmut Efendi’nin ve üstadımız Ev-

liya Efendi’nin duaları ile esasinin kazılmasına

başladı. Evvelâ Sultan Ahmed Han, eteğine top-

rak doldurup ‘Ya Rab! Ahmed kulunun hizmeti-

dir, kabul eyle.’ deyüp amelelerle birlikte temel-

den toprak taşıdı.”

Sultanahmed Camii’nde padişahların ibade-

ti için oluşturulmuş özel mekânlardan biri olan

hünkâr mahfili, altın yaldızlı çinilerin sedef kak-

malı kapısı ve ince duvar işlemesiyle bir şaheser-

dir. Bu ulu mabet altı minaresi olan ilk camidir.

Minarelerin dördü üçer, ikisi de ikişer şerefelidir.

Bu caminin inşasından evvel altı minareli cami

yalnız Mekke Camii’ne olduğu için, şerefini mu-

hafaza etmek üzere Mekke camiine yedinci bir

minare ilâve edilmiştir. Evliya Çelebi, Sultanah-

med’teki avizelerin, yapıldığı yıllarda, oradaki çi-

niler kadar güzel ve değerli olduğunu söyle anla-

tır: “…Bu camide asılı avizeler yüz Mısır hazinesi

değerindedir. Çünkü Sultan Ahmed Han, ecda-

dından beri toplanan kıymetli eşsiz cevahirleri,

dört diyardan gelen çok değerli hediyeleri bu-

raya koymuştur. Mesela Habeş veziri Cafer Paşa

camiye altı adet zümrüt kandil göndermiştir ki,

her bir kandil altışar okka ağırlıkta idi…”

Hakk’ın ve hakikatin nabzı olan mabetler

şehrin kimliğini de tayin ederler. İstanbul silu-

etinin ayrılmaz bir parçası olan Sultanahmed

Camii’nin 23,5 metre çapındaki büyük kubbe-

sinin yerden yüksekliği 43 metredir. Bu devasa

kubbeyi her biri 5 metre çapında olan dört adet

fil ayağı taşımaktadır. Ana kubbeyi aynı zaman-

da dört tane yarım kubbe desteklemektedir.

Renkli camlarla süslü 260 pencere, camiye ben-

zersiz bir iç aydınlığı sağlar.

Sultanahmed Camii’nin temeline kazmayı ilk

vuranlar, devrin şeyhülislâmı Mehmed Efendi,

Aziz Mahmud Hüdâyî, Kuyucu Murad Paşa ve I.

Ahmed Han’dır. Caminin temeli atılırken Sultan

I. Ahmed’in kullandığı kazma Topkapı Sarayı’nda

sergilenmektedir.

Kısa Bir Ömrün Bereketli Semeresi ve Sonsuzluk Kapısı

İnsanlar vardır uzun ömürlerine kıymeti haiz,

iz bırakacak hiçbir şey sığdıramazlar; insanlar

da vardır kısa hayatlarına çok kıymetli şeyler

sığdırabilirler. Sultan I. Ahmed ikinci kategori-

deki has insanlardandır. O, 28 senelik kısa haya-

tına çok önemli şeyler sığdırmış, tarihte güzel

izler bırakmıştır. Neticede Sultan I. Ahmed Han

51 gün süren bir mide rahatsızlığı sonucun-

da 22 Kasım 1618’de vefat etmiştir. Vefatının

akabinde, İstanbul’da Atmeydanı’nda yaptırdığı

Sultanahmed Camii yanındaki türbeye defnedil-

miştir. Söz konusu türbede Sultan I. Ahmed’in

yanında; hanımı Kösem Sultan, şehzadeleri Sul-

tan II. Osman ve Sultan IV. Murat ile bazı torun-

ları da sonsuzluk uykularını uyumaktadır.

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba20 21

Page 13: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Bugün Müslümanlar olarak en çok muzda-

rip olduğumuz hususlardan biri de genç-

lerimizi değerlerimize göre eğitmeyi

başaramamamızdır. Bu ne demek? Şu demek:

Bizler bir takım değerlerin sahibiyiz, bunları

benimsemişiz, bunlardan memnunuz, bunların

kıymetli olduğunu biliyoruz ve bunları nesilleri-

mize emânet etmek istiyoruz. Zira bu değerler

bizi biz yapan, aynı zamanda insanlığın örneği

ve önderi yapan değerlerdir. Şâyet bunları biz

kazandığımız gibi genç nesle kazandıramazsak

kimliğimiz, medeniyetimiz ve Müslüman kişili-

ğimiz ya tamamen kaybolacak veya tanınmaz

hale gelecek. Çünkü bu değerler Yüce Allah’ın

peygamberleri vasıtasıyla insanlığın yararı ve

huzuru için öğrettiği ve yaşatılmasını istediği

değerlerdir. Peki, nedir bu değerler? Elbette

İslâm’dır. Yani Allah’ın insanlığın kurtuluşu için

gönderdiği din ve onun içinde yer alan inanç,

ibadet, ahlâk ve hukuka dair hükümlerdir. Bir

başka ifadeyle değer, kutsal olan, beni ben ya-

pan, benimsediğim zaman mutlu eden, benim-

semediğim zaman mensubu olduğum medeni-

yete yabancı kılan, insana özgü, onun için oluş-

turulmuş, onun üzerinde güzel duran, düşünce,

davranış, anlayış ve tutumlardır. Bu sebeple

değerler para ve madde ile ölçülemez.

Değerler insan içindir. Çünkü esas değer

olan insandır. İnsanı korumak için değerleri ko-

rumak gerekir. Allah insanın mükerrem, yani

saygın varlık olduğunu ve en güzel surette ya-

ratıldığını haber vererek onun değerli olduğuna

işaret etmektedir. O kadar ki, dinimize göre di-

risi saygın olan insanın ölüsü de saygındır. Ce-

naze merasimleri ve defin işlemleri de esasen

ona verilen değerin bir göstergesidir. Değerler

para ve madde ile ölçülemediğinden dolayı, in-

sana hitaben: “Kaç paralık adamsın.” tabiri bize

yabancıdır. Bu ifade ve anlayış ya başka kültür-

lerden geçmiştir veya bizim değerlerimizdeki

aşınmanın bir sonucudur.

Bu değerlerin içinde âdâb-ı muâşeret de-

nilen ve insanlar arası davranış ve nezâket ku-

rallarını ifade eden değerler de vardır. Bunların

bir kısmı yerel ve millî örflerden kaynaklanmış

olsa da dinin ruhuna ve ilkelerine aykırı olma-

dıkları sürece kabul edilir ve uygulanır. Sevgi,

saygı, merhamet, yardımlaşma, büyüklerin elini

öpme, onlara yer verme, hastaları, komşuları,

eşi ve dostu ziyâret etme, iyilik yapma, iyi dü-

şünme, hüsn-i zan besleme, yalan söylememe,

dürüst olma… birer değerdir. Bunların tersi de

değersizliktir. Değerler insanın değerini ve say-

gınlığını artırırken, değersizlikler onu sıradan-

laştırır ve ucuzlaştırır.

Şimdi bu değerlerimizi dikkate aldığımızda

günümüz gençliğinin bunları çok da benimse-

FIKIH Abdullah KAHRAMAN *

Değerler Eğitimi“Allah’ın insanlığın kurtuluşu için gönderdiği din ve onun içinde yer alan inanç, ibadet, ahlâk ve hukuka dair hükümlerdir.”

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba22 23

Page 14: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

mediğini, zihinlerde ve davranışlarda bunlara

karşı bir soğukluğun olduğunu hissetmek zor

değildir. Ancak elbette buna bir çözüm bulmak

da bizim boynumuzun borcudur.

Yaşayarak Örnek Olmak

Önce şunu sormak gerekir: Bu değerleri kim

temsil edecek ve kim öğretecek? Elbette öğ-

retmenler, hocalar ve aile büyükleridir. Çünkü

bizim dinimizde ve medeniyetimizde kendi ya-

şamadığı bir şeyi başkasına telkin etmek hoş

karşılanmadığı gibi etkili de olmaz. Çünkü in-

sanlar böyleleri için, “Ele verir talkını kendi yu-

tar salkımı.” derler. Yani bizde ilim ve amel bir-

birinin ayrılmazıdır. Hatta “Güzel yapmak güzel

söylemekten daha güzeldir.” denilir. İnsanlığın

gerçek öğretmenleri, yani muallimleri olan pey-

gamberler sadece tebliğ ile değil aynı zamanda

amel ederek ve yaşayarak örnek olmakla mü-

kelleftirler. Hanefî âlimler, “Bir hadisi rivâyet

eden râvî, eğer rivâyetine aykırı davranırsa

onun o hadisi alınmaz.” demişlerdir. İlim-amel

bütünlüğü üzerine birçok kitap yazılmıştır. Bir

câhilin yanlış bir hareketi yapmasına gösterilen

tepki ile bir âlimin veya eğitimli insanın yanlış

hareketine gösterilen tepki aynı değildir. Bir

bütün olarak tasavvufî yapılar, bildiği ile amel

etme gayretinin birer göstergesidir. Bunun için

de bir tarîkata mensup olanın yanlış yapması

ile mensup olmayanın yanlış yapması arasında

da toplum ve kamuoyu farklı yaklaşım sergiler.

O halde değerleri eğiterek eğitecek olan öğret-

men ve hocalardır. Bundan dolayı da ilk değer

aslında öğretmenin kendisidir. Bu sebeple taşı-

dığı, temsil ettiği ve yaşadığı değerlerle nesil-

lere örnek olacak öğretmenin çok iyi yetiştiril-

mesi gerekmektedir; öğretecek olan o değer-

lere sahip olmalı ve hayatına katmalıdır. Çünkü

öğretmene olan saygı azaldıkça değerlere olan

saygı da ona bağlı olarak azalacaktır. Değerlere

sahip öğreticinin olmadığı bir toplumda değer-

lerin aşılanması da hayal olacaktır.

Toplumumuzda çeşitli sebeplerle öğret-

mene ve hocaya olan saygının ve öğretmenin

saygınlığının gün geçtikçe azaldığını üzülerek

müşâhede etmekteyiz. Türkiye’de 32 ilde 2.500

kişi ile yapılan anketlere dayanarak gerçekleş-

tirilen araştırmadan elde edilen sonuca göre,

Türkiye’de en fazla itibarı bulunan meslekler,

tıp doktoru, üniversite profesörü, hâkim, öğret-

men, diş hekimi, general, vali, yüzbaşı, büyükel-

çi ve mimar meslek grupları oldu. Öğretmenlik

en itibarlı 4. meslek grubu olurken, anketlere

katılanların eğitim düzeyi arttıkça öğretmenli-

ğin saygınlık seviyesinin gerilediği görüldü. Yani

eğitimli insanlar öğretmene daha az değer ver-

miş oldu. Bu garip ve üzücü bir sonuçtur.

Toplama Kampının Eğitimli Cellatları

Bir okul müdürü her eğitim öğretim yılı ba-

şında öğretmenlere şu mektubu gönderirmiş:

“Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan

biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi ge-

reken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş

mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiş-

tirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini

iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen

bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup

yaktığı insanlar. Eğitimden bu nedenle kuşku

duyuyorum.

Sizlerden isteğim şudur: Öğrencilerinizin in-

san olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili

canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin.

Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha

fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o

zaman önem taşır.”

Öncelikle Öğretmen Üzerinde Durmak Gerekir

Toplumun eğitimli kesimlerinden bir grup

mutat olarak yaptıkları aylık toplantılarının birin-

de çocuklarının durumunu masaya yatırmışlar.

Hemen herkes çocuğundan şikâyet edip olumsuz

vasıflarını sayınca, birisi orada bulunan elitlerin

babalarının ne iş yaptığını sormuş. Neredeyse

toplantıya katılanların babalarının hemen he-

men hiçbiri tahsilli veya yüksek tahsilli çıkma-

mış. Kimisinin babası çiftçi, kimisininki çöpçü,

kimisininki esnafmış. Bunun üzerine Psikolo-

jik Danışma ve Rehberlik hocası olan katılımcı

şöyle demiş: “Arkadaşlar bu işte bir gariplik yok

mu? Eğitimsiz babalar profesörler, doktorlar,

mühendisler, paşalar, öğretmenler yetiştiriyor,

profesörler, öğretmenler; balici, tinerci, başıboş,

merhametsiz, mutsuz, umutsuz, idealsiz, kısa

yoldan zengin olmak, çalışmadan varlıklı olmak,

yeteneği ve yetkisi olmayan makamlara gelmek

isteyen…nesiller yetiştiriyor?! Evet, elbette bu

işte bir gariplik var. Onun için öncelikle öğretmen

üzerinde durmak gerekmektedir.

Çinlilerle ilgili şöyle bir şey anlatılır: Çinliler gü-

venlikleri için Çin Seddi’ni yapmışlar, fakat daha ilk

100 sene içerisinde Çin Seddi defalarca aşılmıştır.

Ancak Çin Seddi’ni aşanlar seddi yıkarak değil de,

bekçilere rüşvet vererek aşmışlardır.

Yani Çinliler seddi yaparken bekçileri ihmal

etmişler ve onlara gerekli eğitimi vermemişler.

Halbuki insanın yetiştirilmesi her şeyden önce

gelir. Bugün de durum böyledir.

Dipnot

*Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN

“Bizim dinimizde ve medeniyetimizde kendi yaşamadığı bir şeyi başkasına telkin etmek hoş karşılanmadığı gibi etkili de olmaz.”

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba24 25

Page 15: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Sultan I. Ahmed Türbesi; İstanbul Suriçi Sul-tanahmed Meydanı’nda bulunan Sultan I. Ahmed Külliyesi’nin kuzeydoğu köşesine

1619 yılında inşa edilmiştir. Duvar ile çevrili olan türbenin arkasında bir darülkurra, revakların önündeki köşede daha önce sebil olan ve 19. yüz-yılda muvakkithaneye dönüştürülen, günümüzde Türbeler Müzesi Müdürlüğü olarak kullanılan bir yapı bulunmaktadır. Sultan I. Ahmed’in 1617’de ölümünden sonra Sultan I. Mustafa Dönemi’nde 1617 yıllarında türbenin yapımına başlanmış, Sultan II. Osman Dönemi’nde 1619’da tamamlan-mıştır. Türbe, Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa tara-fından inşa edilmiştir.

Türbe 16. yüzyıl türbelerinden ayrı bir mimarî üslup göstermektedir. Bu yapıda iç koridorlu mekân düzeninden ve çift cidarlı kubbeden vaz-geçilmiştir. Girişin karşısına bir çıkıntı yapılmıştır. Kare planlı olan yapının cepheleri mermerle kap-lanmış olup, köşeler pahlanarak yumuşatılmıştır. Bu pahlanan kısımlar üstte mukarnas dolgular ile son bulmaktadır. Türbe, cephelerdeki üç sıra pen-cere ile aydınlatılmıştır. Alt sıra pencereler ahşap kapaklı dikdörtgen söveli, üst sıra pencerelerse sivri kemerli ve şebekelidir. Türbenin yan cephe-lerine açılan farklı boyuttaki bu pencereler asi-metrik bir görünüme sahiptir. Sultan I. Ahmed’in sandukasının hizasına rastlayan pencereler diğer-lerinden daha büyük tutulmuş ve böylece farklı bir görünüm elde edilmiştir.

Türbenin üzeri çokgen bir kasnak üzerine otu-ran kubbe ile örtülmüştür. Türbe girişi üç bölümlü bir revak görünümündedir. Bu revakın üst örtüsü önde dört, arkasında duvarlara gömülü iki sütun üzerine oturmaktadır. Buradaki mukarnas başlıklı mermer sütunlar iki ayrı renkli taştan örülmüş ve bunlar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmıştır. Bu kemerlerin ortasında ayna tonoz, iki yanında da birer kubbe bulunmaktadır. Üst örtünün içeri-si bitkisel kalem işleri ile bezenmiştir. Türbe giriş revakı daha geniş tutulmuş ve iki yanına da mer-mer korkuluklu sekiler yerleştirilmiştir. Türbe giri-şi basık kemerli bir kapı olup, bunun üzerinde üç satırlık on iki kartuşlu bir kitabeye yer verilmiştir.

Türbenin ahşap kapı kanatları üç bölüm ha-lindedir. Bu kapıda kündekârî teknik uygulanmış, geçmelerin içerisi sedef, fildişi ve bağa ile kaplan-mıştır. Türbenin girişi üzerine bir mahfil yerleşti-rilmiş, buraya çıkışı sağlayan merdiven, giriş kapı-sı ile dolap nişi arasına yerleştirilmiştir. Türbenin üzerini örten kubbeye geçiş, duvarlardan dışarı taşan sekiz sivri kemer ve bu kemerlerin mukar-naslı üçgenleri üzerine oturtulmuştur. Sultan I. Ahmed Türbesi çini, kalem işi ve ahşap işçiliğinin güzel örneklerini bir araya getirmiştir. Alt sıra pencerelerin üzerlerine kadar zeminden çiniler ile kaplıdır. XVII. yüzyıl sıratlı tekniğindeki bu çiniler-de bitkisel kompozisyonlara ağırlık verilmiştir. Çini panoların üzerini lacivert zemine beyaz sülüs hat ile yazılmış Mülk Suresi’ne yer verilmiştir. Bu ayet kuşağı bütün türbeyi çepeçevre dolaşmaktadır. Çinilerin üzerinde kalan bölüm ise zengin kalem işleri ile bezenmiştir. Kubbenin ortasına madal-yon içerisine Fatır Suresi’nin 41. ayeti; pandantif-lerdeki madalyonlar içerisine de Esmaü’l-Hüsna yazılmıştır. Türbede Sultan I. Ahmed, oğulları Sultan II. Osman, Sultan IV. Murat, Mahpeyker Kö-sem Valide Sultan, Sultan I. Ahmed’in, Sultan II. Osman’ın, Sultan IV. Murat’ın ve Sultan İbrahim’in kızları ile oğulları medfundur. Türbe İstanbul Tür-beler Müdürlüğü’nün yönetiminde olup, müze olarak düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır.

Kaynakça

http://www.tas-istanbul.com/portfolio-view/Sultanahmed-sultan-i-ahmet-turbesi/

KÜLTÜR Mustafa BAŞ

“Sultan I. Ahmed Türbesi çini, kalem işi ve ahşap işçiliğinin güzel örneklerini bir araya getirmiştir. Alt sıra pencerelerin üzerlerine kadar zeminden

çiniler ile kaplıdır.”

SultanI. Ahmed Türbesi

Foto: Orhan DİNÇ

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba26 27

Page 16: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Cenab-ı Allah (c.c.) halife olarak yaratıp yeryüzüne gönderdiği insanoğlunun em-rine yeri ve gökleri vermiştir. Ayrıca onu

sınırlarını kendisinin belirlediği bir tasarruf yetkisi ile donatmıştır. Bu tasarruf, İslâm kül-türünde “Tekvinî Ahkâm” şeklinde adlandırılan tabiat kanunlarına uymakla gerçekleşir. Bu du-rum sünnetullahın da bir yönünü oluşturur ki Allah’ın bu sünnetinde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. İlk insandan bu yana oluş-turulan kültür, medeniyet, teknik ve sanat bu tasarrufun birer meyvesidir ve bunlar olağan şeylerdir. Ancak, Yüce Allah dilediği zaman, ken-disinin seçtiği kişilerin eliyle, onları vasıta/araç kılarak ve hikmetini de kendisinin bildiği olağan dışı (âdet dışı, olağanüstü, harikulade yani tabi-at kanunlarını aşacak, onları işlemez hale geti-recek şekilde) bazı olayların zuhuruna da mey-dan ve izin vermektedir.1

Tasarruf sözlükte, yetkiyi kullanarak iş yap-ma, sahip olma, kullanma, idare etme, serbest davranma, çekip çevirme gibi anlamlara gelir. Tasavvuf terimi olarak, olağanüstü yollardan iş yapmak ve tesir etmek, insanlara ve eşyaya hük-metmek, Allah’ın eşyayı ve bütün varlıkları, ge-nelde bütün insanlara özelde ise, peygamber ve veli kullarına musahhar kılması gibi anlamlara gelir. Mutlak tasarruf; İslâm âlimlerinin bütünü-ne göre Allah’a aittir. Mutlak tasarruf iki anlam-da anlaşılabilir: Cenab-ı Hak, hiç bir araç ve yar-dımcıya ihtiyaç duymadan ve sınırsız bir şekilde yaratıcısı olduğu varlıkta her türlü tasarrufta bulunabilir. İnsanlar arasında belli bazı kişilerin kullanabildiği bir tasarruf vardır ki, bu olağa-nüstü, tabiat kanunlarını aşan tasarruftur. Başta peygamberler olmak üzere, bazı seçkin kişiler bu yetki ile donatılmışlardır.

Tasarruf değişik şekil ve vasıtalarla cereyan etmektedir. Tasavvuf ehli bu konuda Allah dost-larının eliyle meydana gelen kerameti tasarruf sayarlar, bu da yine Allah’ın izni, dilemesi ve yardımı ile olur.

Tasavvuf ehli bu tasarruf şeklini de hilafet yetkisi ile açıklamaktadır. Örneğin, Abdülkerim

el-Cilî şunları söyler: “Halife, halifesi olduğu varlığın bütün güç ve yetkilerini taşır. Şu halde sonsuz güç ve kudret sahibi Allah, varlıkta dile-diği gibi tasarrufta bulunduğuna göre onun ha-lifesi olan velinin de aynı özelliğe sahip olması gerektiğini savunur.” Ona göre mutlak anlamda insan-ı kâmil Muhammedî hakikat olduğu gibi mutlak hilafet de onun hakkıdır. Nebi ve veli-nin halife olmaları, onun sûretine sahip olma-larından kaynaklanır. Buna göre Muhammedî hakikat, Allah’ın halifesi; nebi ve veliler de Muhammedî hakikatin halifesidir.2

Sufilere göre mücâhede ve keşf ile kendile-rinde hâsıl olan ilahî nur ve Rabbânî imdat sa-yesinde tabiat insan-ı kâmile ram olur, boyun eğer. Bu durumda ne feleklerin kuvvetlerine ne de başka şeylerin yardımına ihtiyaç duymazlar. Sufilerin riyazetlerinin gayesi asla tabiatta ta-sarruf değildir.3

Tasavvufta bir velinin Allahu Teâlâ’nın izniyle sevdiklerini mânen yetiştirmesi, tasarruf sahibi olmasının eseridir. Yaratılışı, kalb ve rûh mer-tebesine kadar olan kimseyi tasarrufu kuvvetli olan pîri, daha yüksek mertebelere ulaştırabilir.4 Tasavvufî eğitimini devam ettirirken, gönüllere hükmeden, kalpleri Allah sevgisine yönlendiren, Peygamber Efendimiz’in sünneti üzerine bir ha-yat yaşamayı amaçlayan maneviyat erenlerine “Mânevî Sultan” denilmektedir.

Sultan; sözlükte “kandili tutuşturmak için kul-lanılan zeytinyağı” anlamındaki selît kelimesin-den veya “karşı konulamayacak bir güce sahip olmak, mutlak üstünlük sağlamak” mânasına gelen selâta masdarından türemiştir. Tahakküm ve otorite anlamındaki sulta da aynı köktendir. Müslüman devlet başkanlarına sultan denilmesi

“Her biri bir emre mahkûm hükm eden bir şâhı var Sen kimin emrine bağlısın bu sultânın nedir”

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)

EDEBİYAT Musa TEKTAŞ

“Yüce Allah dilediği zaman, kendisinin seçtiği kişilerin eliyle, onları vasıta/araç kılarak hikmetini ortaya koyar.”Maneviyat Sultanına

Gönülden Bağlanmak

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba28 29

Page 17: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

ediniz, Rasûl’e ve sizden olan ulü’l-emre de itaat ediniz.”7 âyetini okuyunuz, der. Elçi haberi ulaş-tırınca, Şeyh Ebu’l-Hasan el-Harakânî Hazret-leri; “Gidin ve Sultan Mahmud’a deyin ki: ‘Allah (c.c.)’a itaat ediniz.’ emrinde öylesine müstağ-rak olmuşum ki, ‘Rasûl’e itaat ediniz.’ emrinde bulunmaktan dahi ar ediyorum. ‘Ulûlemr’ iba-resine nereden ulaşırım?” der. Elçi geri dönüp Sultan Mahmud’a Şeyh’in sözlerini nakleder. Bu sözler Sultan Mahmud’un rikkatine dokunur ve: “Haydi kalkınız. Zira o, bizim sandığımız zararlı kimselerden değildir.” der.

Daha sonra kendi elbisesini Iyaz’a verip giy-dirir ve on tane cariyeyi de erkek kölelerin kı-yafetine sokar, kendisi de silahtar olarak Iyaz’ın önüne düşer, maksadı Şeyh’i imtihan etmektir. Şeyh’in zaviyesinin yolunu tutar, kapısından içeri girince selâm verir, Şeyh: “Ve aleykümü’s-Selâm.” der, ama ayağa kalkmaz, sonra yüzünü Sultan Mahmud’a çevirir ve Iyaz’a hiç bakmaz. Sultan Mahmud; “Sultan için ayağa kalkmadı-nız? Bütün bunlar tuzak mı oluyor?” der. Şeyh; “Evet, tuzaktır, ama bu tuzakla avlanacak kuş sen değilsin.” der. Sonra Sultan Mahmud’un elinden tutup; “Mademki seni öne geçirmişler, şöyle öne gel, bakalım.” der. Sultan Mahmud; “Bana söz söyle, öğüt ver.” diye ricada bulu-nunca Şeyh, nâmahremleri dışarı göndermesini söyler. Bunun üzerine Sultan Mahmud da işaret eder, nâmahremlerin hepsi dışarı çıkar. Gazneli Mahmud’un; “Bana Bâyezîd’den bir hikâye söy-le.” ricası üzerine Şeyh; “Bâyezîd demiştir ki, her kim beni görürse, alnına bedbahtlık yazısı ya-zılmaktan emin olur.” der. Sultan Mahmud; “İyi ama onun rütbesi Peygamberinkinden daha mı büyüktür? Ebu Cehil, Ebu Leheb ve daha başka bir sürü münkirler onu gördükleri halde yine de cehennemlik olan talihsizlerden oldular.” diye karşılık verince. Şeyh, Sultan Mahmud’a; “Ede-be dikkat et, kendi vilayetinden tasarrufta bu-lun, zira hakikatte Mustafa (s.a.v.)’yı onun dört dostundan ve ashâbından başkası görmemiştir. Bunun delili nedir, bilir misin? ‘Görüyorsun ki, onlar sana nazar etmedeler, hâlbuki (seni oldu-ğun gibi) görmüyorlar.’8 âyeti”. Bu söz Gazneli

Mahmud’un hoşuna gider ve “Bana öğüt ver.” talebini yeniler. Şeyh de; “Şu dört şeye dikkat et: Günahlardan sakın, namazı cemaatle kıl, cömert ol, Allah (c.c.)’ın yarattıklarına şefkat göster.” der. Sultan Mahmud’un “Bana dua et.” talebi üzerine Şeyh onun hakkında şöyle bir duada bulunur: “Allah’ım, iman sahibi erkek ve kadınları affet.’9 Ey Mahmud! Senin de akıbetin mahmud/makbul olsun.”

Sonra Sultan Mahmud, Şeyh’in önüne bir kese altın koyar, Şeyh de onun önüne arpadan yapılmış bir yufka koyar ve: “Buyur ye.” der. Sultan Mah-mud ekmeği çiğniyor, ama ekmek boğazından geçmiyordu. Şeyh; “Galiba boğazına durdu.” der. Sultan Mahmud; “Evet öyle.” cevabını verir. Şeyh; “İster misin ki, bu altın kese de bizim boğazımıza dursun? Kaldır şunu, zira biz onu üç talakla bo-

bir telakkiye göre Allah’ın yeryüzündeki hücceti konumunda olmalarındandır.5 Yukarıda tasarruf hususu açıklanmaya çalışılırken, Allah’ın halifesi olan seçkin kimselerin gönüller eğitimine dair tasarrufları da salikler tarafından sultan olarak adlandırılmalarını sağlamıştır. “Gönüller Sultanı” olarak vasıflandırılan Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi bir beytinde gülistanın içindeki bir bülbüle benzettiği dervişe şöyle buyurur:

Her biri bir emre mahkûm hükm eden bir şâhı var

Sen kimin emrine bağlısın bu sultânın nedir6

(Her canlının bir emir ve nizam içinde hayatı-

nı devam ettirirken, içinde bulunduğu şartların

kurallarına göre hareket etmesi beklenir. Senin

gönlüne hükmeden sevgili sultanın kimdir, onun

emirlerine ne kadar uyuyorsun?)

Maneviyat sultanına bağlılık konusunu bir

menkıbe ve bir hatırayla açıklamaya çalışalım:

Dervişlik Devletinin Güneşi

Vaktiyle Gazneli Mahmud, Ebu’l-Hasan el-

Harakânî Hazretleri’nin huzuruna gitmeye karar

verir. Bu kararı üzerine Sultan Mahmud, Iyâz’a;

“Seni padişah ve kendimi köle kıyafetine sokup

şeyhin huzuruna gidelim.” der. Gazneli Mahmud,

Şeyh’i ziyarete geldiğinde, bir elçi vasıtasıyla,

“Sultan, senin için Gazne’den buraya geldi, sen

de onun için hangâhtan çıkıp çadırına gel.” diye

Şeyh’e haber salar, ayrıca elçiye, eğer gelmez-

se, kendisine Hak Teâlâ’nın, “Allah (c.c.)’a itaat

“Tasavvufta bir velinin Allahu Teâlâ’nın izniyle sevdiklerini mânen yetiştirmesi, tasarruf sahibi olmasının eseridir. Yaratılışı, kalb ve rûh mertebesine kadar olan kimseyi tasarrufu kuvvetli olan pîri, daha yüksek mertebelere ulaştırabilir.”

“Allah’ın halifesi olan seçkin kimselerin gönüller eğitimine dair tasarrufları da salikler tarafından sultan olarak adlandırılmalarını sağlamıştır.”

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba30 31

Page 18: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

şamışızdır.” der. Sultan Mahmud; “Mutlaka bir şey yapmalısın, (bu parayı bir yere sarf etmelisin).” deyince, Şeyh; “Asla olmaz.” der. Sultan Mahmud, “Şu hâlde bana senden bir hatıra ver.” der. Şeyh de hâkî gömleğini kendisinden bir yadigâr olmak üzere ona verir. Sultan Mahmud geri dönerken; “Ey Şeyh! Zaviyen de hoşmuş.” der. Şeyh; “Bun-ca şeylerin var! Sana bu da mı lâzım?” der. Son-ra Sultan Mahmud oradan ayrılacağı vakit, Şeyh onun için ayağa kalkar. Sultan Mahmud; “İlk defa geldiğimde iltifat etmemiştin, şimdiyse ayağa kal-kıyorsun, o hâl neydi, bu ikram nedir?” diye so-rar. Şeyh; “Önce padişahlık gururu ve imtihan için geldin, şimdi inkisar ve dervişlik hâliyle gidiyorsun ve dervişlik devletinin güneşi üzerinde ışıldamaya başladı. Evvelce padişah olduğun için kalkmadım, şimdi derviş olduğun için kalkıyorum.” der.10

“Zahmet Değil Rahmet Olur.”

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’ye gösterilen bir saygı hatırasını bu arada zikretmekte fayda var:

Darendeli işadamı Hakkı Tunç, Hulûsi Efendi Hazretleri’nin Darende’ye hizmet için çok büyük fedakârlıklar yaptığını herkesin saygı gösterdiği

bir mâneviyat sultanı olduğunu bir hatırasında şöyle anlatıyor:

“1987 yılında, Millî Eğitim Bakanı Metin Emiroğlu’nun Malatya ziyaretinde Darende Bele-diye Başkanı ve Kaymakam Bey’in de içinde bulu-nacağı ilçeden bir heyetin, Emiroğlu’nu Doğanşehir ilçesinde karşılamaya gideceğini söyleyip Hazret’in de heyette yer alıp teşrif etmesini isterler.

Ertesi gün sabah araba göndereceklerini beyan ederler. Ben de bir gün önce, ani bir ka-rarla Darende’ye ziyarete gitmek için arabam-la İstanbul’dan yola çıkmıştım. Sabah 8.00’de Devlethane’nin önündeydim. Baktım ki, Hulûsi Efendi Hazretleri paltosunu giymiş, bir yolculu-ğa çıkacak vaziyette dışarı çıktı. Ben kendileri-ni görünce şaşırdım. “Oğul, iyi ki geldin, biz de Belediye Reisi ve Kaymakam Bey’le Bakan Bey’i karşılamaya gidecektik.” dedi. Hemen yola ko-yulduk. Belediye Başkanı’na Efendi Hazretleri’ni benim götüreceğimi, araba göndermelerine gerek kalmadığını söyledim. Yola devam ettik. Yolda gönlümden, “Hulûsi Efendi Hazretleri bu yaşına rağmen acaba niçin bu zahmetlere kat-lanıyor, buna ne gerek var?” gibi duygular geçti.

Aradan bir dakika geçmeden Efendi Hazret-leri “Oğul, memleketimize bir hizmet olur diye uğraşıyoruz. Zahmet değil rahmet olur.” buyur-du. Karşılama yerine gittik. Vali Bey, Malatya Belediye Başkanı, kaymakamlar, ilçe belediye başkanları, il müdürleri, siyasi parti başkanları sıraya geçmişler, bekliyorlardı.

Bakan Emiroğlu arabasından iner inmez uzaktan Hulûsi Efendi Hazretleri’ni gördü. Oraya dizilmiş il heyetini ve bütün bekleyen-leri geçerek; “Efendim, zahmet etmişsiniz, bizi mahcup ettiniz. Ben sizin yanınıza gelecektim. Bütün arzularınız bizim için bir emirdir.” diyerek iltifatta bulundu. Sonra diğer erkânla görüştü.”

Yukarıdaki menkıbe ve hatıra aslında gönül-lere hükmeden sultanların tasarrufunu izaha kâfidir. Tasavvufta sultanlık nedir, kölelik nedir; bir başka menkıbeyle yazımızı tamamlayalım:

Allah’ın Aşkına Kul-Köle Olup Kendi İsteğiyle İradesini Esir Edenler

İbrahim Ethem Hazretleri bir handa otur-muş yemek yemektedir. Gezgin bir derviş onu fark eder ve yanına gelir:

“Allah âşıklarına ve Rabb’ini arayanlara se-lam olsun, müsaadeniz olursa oturabilir mi-yim?” der.

İbrahim Ethem de: “Elbette buyurun oturun, size de selam olsun!” der.

Gezgin der ki: “Rabb’ine olan aşkından salta-natını terk edip onu arayan biri olarak kulluğun hakikati olan âşıklık konusunda bana bir nasihat verir misiniz?”

İbrahim Ethem sıcak bir tebessümle gezgine bakar ve şu cevabı verir:

“Aşk insanı aratır ve yollara düşürür ve abid odur ki, Allah’ın aşkına kul-köle olup kendi isteğiy-le iradesini esir eder, gönlünü Rabb’ine rehin eder.

Bir gün, bir esir pazarında ruhunun güzelliği yüzüne aksetmiş bir köle gördüm. Ucuz bir pa-haya satılıyordu. Azad etmek için o köleyi satın aldım.

Oradan ayrılıp o köle ile beraber yürürken sordum ona, dedim; ‘Adın nedir?’

Köle dedi; ‘Ne diye çağırırsanız adım odur, efendim!’

Ben dedim; ‘Aç mısın, bir şeyler yiyelim bir yerde, ne yemek istersin?’

O dedi; ‘Yedirirseniz yerim ve ne verirseniz onu yerim, efendim!’

Köleye sordum; ‘Ne iş elinden gelir, ne yapa-bilirsin?’

O dedi; ‘Ne emrederseniz onu yaparım, iste-diğiniz her şeyi yaparım efendim!’

Ben dedim; ‘Şimdi ne yapmak istersin, ne arzu edersin?’

O bana dedi; ‘Kölenin arzusu olur mu efen-

dim! Efendisinin arzusu isteği, kölenin arzusu

isteğidir.’

Rabb’im o köle üzerinden kalbimi o kadar

avucuna alıp sıktı ki duyduğum cevaplar karşısın-

da kendimi tutamadım ve ağlamaya başladım.

Ve içimden kendime dedim; ‘Be hey kulluk nedir

bilmez miskin, kulluğu köleden öğren! Sen hiç

ömründe Rabb’ine karşı böyle kul olabildin mi?’

O sırada köle gözyaşımı gömleğinin yeniyle

siliyordu. Ve ben ona dedim; ‘Allah senden razı

olsun, artık özgürsün.’

Bu defa köle sevinçten ağladı ve ben onun

gözyaşlarını sildim.”

Bunu dinleyen gezgin çok duygulanır. Ve peş

peşe o köle hakkında sorular sorar: “Gidecek

yeri var mıydı, kalacak yeri var mıydı, savaşta

mı esir düşmüştü, aslen nereliydi?” gibi bir sürü

soru!

Çünkü gezgin konunun ana temasını anla-

mamıştır.

Ve İbrahim Ethem tebessüm edip onun için

de bir çorba ister.

Dipnot

1. Abdulhakim Yüce, “Kozmik Yetki: Tasarruf”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 6 (2005), sayı: 15, ss. 37-49.

2. Yüce, a.g.m, s. 40-41.3. Hatice Çubukçu, “Sayı Sembolizminin Tasavvuftaki Zikir

Sayılarına Etkisi”, Akademik Bakış Dergisi Sayı: 60 Mart - Nisan 2017, s. 7

4. http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Dini-Terimler-Sozlu-gu/Detay/Tasarruf/1792

5. TDV, İslam Ansiklopedisi, Sultan mad. C. 3, s.496. 6. Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî,

(Haz. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz), Nasihat Yayınları, Anka-ra, 2013, s. 60.

7. 4/Nisâ, 459.8. 7/A’râf, 198.9. 14/İbrahim, 41.10. Kadir Özköse- H. İbrahim Şimşek, Altın Silsileden Altın

Halkalar, Nasihat Yayınları, Ankara, 2009, s. 119-120.

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba32 33

Page 19: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Sultan I. Ahmed, 18 Nisan 1590 günü Manisa’da doğdu. Babası Sultan III. Meh-med, annesi Handan Sultan’dır. Çok mü-

kemmel bir tahsil gördü. Arapça ve Farsçayı

mükemmel derecede konuşurdu. Ok atmak, kı-

lıç kullanmak, ata binmek gibi savaş ve askerlik

alanlarında çok usta olan Sultan I. Ahmed, ava

ve cirit oyununa çok düşkündü. Çok sade giyinir-

di. Babası Sultan III. Mehmed’in vefâtı üzerine

21 Aralık 1603’te Eyüb Sultan’da kılıç kuşana-

rak tahta geçti. Sultan I. Ahmed, Kanûnî Sultan

Süleyman’dan sonraki padişahlar içinde devlet

işleriyle yoğun şekilde uğraşan ilk padişahtı. İlim

ve irfan sahibi büyük kişilerle birlikte olur ve on-

larla istişâre ederdi.

14 yıl saltanat sürmüş olan Sultan I. Ahmed’in

en önemli özelliği Peygamber Efendimiz’e olan

bağlılığıdır. O, Topkapı Sarayı’nda “Mukaddes

Emanetler” dairesini gezerken Peygamber

Efendimiz’in kadem-i şeriflerini görünce derin

saygı ve hayranlık içerisinde tazim ile eline almış,

bir müddet seyre dalmış ve ileri düzeyde yaşadığı

sürûr içerisinde irticâlen şu şiirini söylemiştir:

N’ola tâcım gibi başımda götürsem dâim

Kadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-ı Rusülün

Gül-i gülzâr-ı nübüvvet, o kadem sâhibidir

Ahmedâ durma yüzün sür kademine ol gülün

Doğu’da ve Batı’da ordularını sefere sevk

ederek fetih hareketlerine koyulan Sultan I. Ah-

med bir yandan,

Beni serverlere serdâr-ı âlî-şân iden sensin

Bu âciz bendeni ser-defter-i merdân iden sensin

Yoğiken vâr idüp bu Ahmed’i sultân iden sensin

Habîb’in hürmetine asker-i İslâm’a nusret ver.

yakarışlarıyla kulluk tevâzuuna bürünürken,

diğer yandan şu seslenişiyle savaşan askerlerini

iştiyâka büründürmüştür:

Ey uranlar kılıcı heybet ile küffâra

Cân u dilden sizi ısmarlamışım Settâr’a1

SÛFİ PERSPEKTİF Kadir ÖZKÖSE*

“Sultan I. Ahmed’in itibar ettiği, ziyâret ettiği ve hürmet ettiği en önde gelen tarîkat şeyhi Celvetiyye şeyhi Aziz Mahmûd-ı Hüdâyî’dir.”

“Osmanlı padişahları arasında tasavvufî hayata yaklaşımı ve tarîkat meşâyıhıyla ilişkileri bakımından en önde gelen isim Sultan I. Ahmed’dir.”

Osmanlı Padişahı I. Ahmed’in Tasavvufî Atmosfere Olan İlgisi

Foto: Cemil ŞAHİN

Foto: Cemil ŞAHİN

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba34 35

Page 20: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Yakalandığı tifüs hastalığından kurtulama-yan Sultan I. Ahmed, 21 Kasım 1617 tarihinde vefât etmiştir.

Sultan’ın Rüyası

Osmanlı padişahları arasında tasavvufî haya-ta yaklaşımı ve tarîkat meşâyıhıyla ilişkileri bakı-mından en önde gelen isim Sultan I. Ahmed’dir. Onun itibar ettiği, ziyâret ettiği ve hürmet etti-ği en önde gelen tarîkat şeyhi Celvetiyye şey-hi Aziz Mahmûd-ı Hüdâyî’dir (ö.1038/1628). I. Ahmed’in Aziz Mahmûd-ı Hüdâyî ile tanışıklığı sultanın gördüğü bir rüyanın yorumlaması ha-disesi ile gerçekleşir. Nezihe Araz, eserinde bu durumu şu şekilde anlatmaktadır:

“Sultan I. Ahmed öyle bir rüya gördü ki kimse tabir edemiyordu. ‘Nemse Kralı ile dövüşe tu-tuşmuş. Sultan Ahmed arka üstü yere yatmış. Nemse Kralı üste çıkmış.’

Sultan’ın etrafındakiler rüyayı yorumla-maktan âciz kalınca biri dedi ki: ‘Üsküdar’da bir dergâh var. Şeyhi Bursa’dan yeni geldi. Üftâde’nin sevgililerinden; bilirse o bilir; rüyayı bir de ona yorumlatmak gerek!’

Genç hükümdar derhal kalem kâğıt getirtti. Rüyasını eliyle yazdı, güvendiği bir adamıyla Üs-küdar’daki dergâha gönderdi. Saraydan gelen, kim olduğunu söyleyip Sultan’ın kırmızı mumlu zarfını uzattığı zaman Aziz Mahmûd-ı Hüdâyî de ona bir zarf veriyordu. ‘Sordukları sualin cevabı bunda yazılıdır.’ dedi. Haberci, okunmadan veri-len bu cevaba şaşırmıştı.

Sultan Ahmed rüyasının yorumundan çok memnundu: ‘En kuvvetli dayanak topraktır, in-sanın da en kuvvetli uzvu sırtıdır. Sırtınız top-rakla birleşerek güç üstüne güç kazanıyor. Bu, İslâm’ın kâfirlere galebesi demektir. İşte rüya-nın anlamı bu!’

Rüya yorumlanmıştı ama Sultan Ahmed’in Üsküdarlı sûfî ile işi bitmemişti. Sultan Ahmed çok dindar, çok hassastı. Onun Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ayağı biçiminde yaptırdığı mücevherli sorgucu çok ünlüydü. Sultan hocasını bulmuştu, ikrar verdi ve ona bağlandı. Hoca ve talebe böy-le buluşunca artık birbirlerinden ayrılmak iste-mediler. Sultan Ahmed, işleri imkân verdikçe gelir Üsküdar Dergâhı’nda bir türlü dur durak tanımayan âşık gönlünü dinlendirirdi.

Aşk Yolunda Harcamayı Öğrendi

Sultan, sevip bağlandığı Hz Peygamber (s.a.v.)’in varlığını Aziz Mahmûd-ı Hüdâyî’de seyrediyor, onun şahsında dünya kederlerinden sığınacak bir yer, bir durak buluyordu. Parma-ğında Sebçerağı adlı çok nâdîde bir pırlanta yü-zük taşırdı. Babası elli bin altına satın almıştı. Bu pırlantayı şevkli bir gününde parmağından çıkarıp iki yüz yirmi parça nâdîde taşla birlikte bir altın plak üstüne koydurtarak Hz Peygamber (s.a.v.)’in türbesine gönderdi. Mürşidi ona varını, canını aşk yoluna harcamayı öğretiyordu.”2

4 Ocak 1610’da Sultanahmed Camii’nin te-mel atma merâsimi yapıldı. Dinine bağlı bir insan olan Sultan I. Ahmed, caminin temelleri kazılır-ken eteğinde toprak taşıdı ve amele gibi çalıştı. 9 Haziran 1617’de inşaatı biten Sultanahmed Camii ibadete açıldı. Ayrıca Şehzadebaşı Kuyu-

cu Murad Paşa Külliyesi, İstanbul Mesih Paşa Camii, Piyale Paşa Camii, Elmalı Ömer Paşa Ca-mii yaptırılan önemli mimarî eserler arasında-dır. İnşâ ettirdiği Sultanahmed Camii’nin temel atma merasimine Aziz Mahmûd-ı Hüdâyî’yi de davet eden Sultan, kendisinden açılış duasını yapmasını istemiş, ilk Cuma hutbesini vermiştir. Sultan, kendisinden Cuma va’zlarını yapmasını istemişse de, Hüdâyî Efendi bunu kabul etme-miş, fakat ayda bir Pazartesi günleri bu vazifeyi yapmaktan da geri duramamıştır.3

Şeyhi Üftâde Hazretleri (ö. 978/1570), Aziz Mahmûd-ı Hüdâyî hakkında; “Padişahlar rikâbında yürüsün.” duasında bulunmuştur. Sul-tan Ahmed, Üsküdar’a gidip şeyhini ziyâret et-mek ister. Üsküdar’da at üzerinde iken, şeyhini çarşıda alışveriş yaparken görür, hemen atın-dan atlayıp şeyhinin elini öper ve ona kendi atı-na binmesini rica eder. Aziz Mahmûd-ı Hüdâyî, önce kabul etmez, fakat en sonunda Sultan’ın ısrarlarına dayanamayarak ata biner, atın ge-mini yanı başından Sultan Ahmed tutmaktadır. Bir müddet böyle yol aldıktan sonra Şeyh attan iner, müridine ata niçin bindiğini izah eder.4 Aziz Mahmûd Hüdâyî’nin bu alakası üzerine padişah manzûmeyi yazar:

Varımı ben Hakk’a verdim, gayrı varım kalmadı

Cümlesinden el çekip, bes, dû-cihânım kalmadı.

Çünkü hubbullah erişdi, çekdi beni kendüye

Açdı gönlüm gözünü gayri gümânım kalmadı.

Evliyânın himmeti yakdı beni kâl eyledi

Sâfîyim, buldum safâyı, dû-cihânım kalmadı.

Ahmedî der, yâ ilâhî, sana şükrüm çok durur

Hamd-i lillah, aşk-ı Hak’dan gayrı varım kalmadı.5

Sultan I. Ahmed’in itibar ettiği bir diğer isim, Şemsiyye Tarîkatı şeyhi Abdülmecîd-i Sivâsî’dir (ö. 1026/1617). Abdülmecîd-i Sivâsî, padişahın daveti ile Sultanahmed Camii’nin temel atma törenine (1018/1609) katılarak, dönemin önde

gelen sûfîlerinden Necmeddîn Hasan Sünbülî Efendi (ö. 1019/1610) ve Azîz Mahmûd-ı Hüdâyî ile birlikte duâ etmiştir. Camiin yapımı tamamlanıp ibadete açıldığında ilk cuma va’zı Abdülmecîd-i Sivâsî tarafından yapılmıştır. Sivâsî Efendi, bu vazifeyi vefâtına kadar yirmi üç yıl bo-yunca sürdürmüştür.6 Sultanahmed Camii’ndeki va’zlarının çoğuna katılmış ve saygısından dola-yı kendisine “pederim” demiştir.

Dönemin Şeyhülislâmı Çelebi Mehmet Efendi’nin bir düzmece ile padişahtan Abdülme-cid Efendi’nin Sivas’a gitmesi için aldığı ferman neticesinde İstanbul’dan ayrılarak memleketine vardığında, durumu anlayan I. Ahmed, camiinin vâizsiz kalmaması için derhal yeni bir fermanla kendisini çağırmıştır.

Abdülmecîd-i Sivâsî Efendi’nin Şerh-i Mesnevî ve Letâifü’l-Ezhâr ve Lezâizü’l-Esmâr adlı eserlerini Sultan Ahmed’in emri üzerine kaleme almış olması da, onun sultan yanındaki itibarını ve aynı zamanda ilmî kudretini göster-mesi bakımından önemlidir.7

Necmeddîn Hasan Efendi ve Mehmed Ağa Tekkesi Şeyhliği

Padişahın hürmet ettiği bir diğer isim Sün-büliyye şeyhi Necmeddîn Hasan Efendi’dir (ö.1019/1610-11). Konya’da irşâd ve va’z hiz-metlerini yürüten Hasan Efendi’ye ilgi duyan Sultan Ahmed, özel taleple İstanbul’a gelmesini istemiştir. İstanbul’a getirdikten sonra kendisi-ne Sultan Selim Camii vâizliği ile Mehmed Ağa Tekkesi şeyhliğini tevcîh etmiştir.

Sultan Ahmed, Sünbülî şeyhi Necmeddîn Hasan Efendi’yi de Sultanahmed Camii temel atma törenine çağırmış, duâdan sonra Bağdat ve oradan hacca gitmek üzere yola çıkan şeyhe gitmemesi talebinde bulunmuştur.8

Enbiyâ ve evliyânın türbe ve kabirlerini ziyâret etmekten çok hoşlandığı için “Burc-i Evliyâ” diye bilinen Koca Mustafa Paşa Âsitânesi şeyhi Necmeddîn Hasan Efendi, Bağdat’a iki defa gitmiştir. İlk ziyâret Eğri Seferi’ne bir

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba36 37

Page 21: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Foto: Ayhan İŞCEN

şükrâne olarak gerçekleştirilmiştir.9 İkinci defa Bağdat’a ve oradan da hacca gitmek niyetiy-le 1018/1609 senesinde İstanbul’dan ayrıla-cağı sırada, Sultan I. Ahmed’in talebi üzerine Sultanahmed Camii’nin temel atma töreni-ne katılmış, camiin açılış duâsını yapmıştır. Necmeddîn Hasan Efendi açılış merâsimi bitip ayrılırken Dârüssaâde Ağası kendisine, “Sulta-nım! Saâdetlû Pâdişâhım Hazretleri, ‘Gitmesey-di olmaz mıydı? Zâten bir defa Bağdat’ı ziyâret etmişler. Bu seyâhati tehir etseler memnûn olurduk.’ diye buyurduklarını” söylediğinde, o da, “Ağa, memur olduğumuz vazîfeyi terk eden-lerden değiliz. Memur ma’zûrdur. Bizi bağışla-sınlar, ma’zûr tutsunlar.” diyerek, hemen o gün bir sandalla Üsküdar’a geçip Bağdat’a doğru yola çıkmıştır.10

Sultan Ahmed’in açılış merasimine davet ettiği şeyhlerden birisi de Rûmiyye-i Kâdiriyye şeyhi İsmail Rûmî Efendi’dir (ö.1053/1643). Aynı gün ikindi namazı ile akşam namazı ara-sında Kadiriyye usûlü ile zikir yaptırmış, bu merâsim gelenekselleşerek uzun süre devam etmiştir.11

Sultan III. Mehmed’in vefâtını müteakib I. Ahmed tahta geçtiği sıralarda İstanbul’a gelen Mevleviyye şeyhi Bostan Çelebi (ö.1040/1630-31), Sultan’ın daveti üzerine saraya gelerek Mesnevî dersi ile Mevleviyye Âyini’nde bulun-muştur. Sultan Ahmed, ikram ve ihsanlarda bulunduktan sonra daha önce yazdığı gazelini Çelebi’ye okumuştur.12

Mevlevîliğe duyduğu muhabbet Mevlevîlikten mânevî neşve edinmesini sağlamıştır. O bu yola duyduğu muhabbeti manzûmesinde şu şekilde dile getirmektedir:

Mesnevî’sin işüdüp Hazret-i Mevlânâ’nın

Cûşvâr oldu kulağımda kelâmı anın

Def ü ney nâle kılup Mevlevîler etdi semâ

Eyledik yine safâsını bugün devrânın

Emr-i Mevlâ ile bir himmet ede Mevlânâ

Gele ayağıma kim kelleleri a’dânın

Cedd-i a’lâlarına himmet edegelmişdir

Ben de umsam ne acep himmetin ol sultânın

Bahtiyâ bendesi ol dergeh-i Mevlânâ’nın

Taht-ı ma’nîde odur pâdişeh-i dünyânın.13

Sultan I. Ahmed’in “İlâhi” serlevhasını taşı-yan şu şiiri, onun tasavvufun inceliklerine ne ka-dar vâkıf olduğunu göstermektedir:

Her müşkil iş âsân olur

Derd-i dile dermân olur

Cânın içinde cân olur

Esrâr-ı zikrullâh ile

Gamgîn gönüller şâd olur

Dem-besteler âzâd olur

Gümgeşteler irşâd olur

Âsâr-ı zikrullah ile.

Terket cihân ârâyişin

Nefsin gider âlâyişin

Bul cân u dil âsâyişin

Efkâr-ı zikrullah ile.14

* Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE1. Samiha Ayverdi, (1999), Türk Tarihinde Osmanlı Asırları,

I/498.2. Nezihe Araz, (2000), Anadolu Erenleri, 98-100.3. Necdet Yılmaz, (2001), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf,

431-432.4. Hasan Alakese, (2004), Türk Tarihinde Sultanların Şeyhle-

ri, 157.5. Abdullah Tansel, “Seyyid Aziz Mahmud Hüdayi”, XV/35;

Mustafa Kara, (1990), Tekkeler ve Zaviyeler, 167.6. İbrahim Baz, (2007), Abdülehad Nuri-i Sivasi, 142.7. Yılmaz, (2001), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, 431-432.8. Yılmaz, (2001), a.g.e., 431-432.9. Müstakimzâde, Hülâsatü’l-Hediyye, vr. 63b.10. Hulvî, (1993), Lemezât-ı Hulviyye, 498.11. Yılmaz, (2001), Osmanlı Toplumunda Tasavvuf, 431-432.12. Yılmaz, (2001), a.g.e., 431-432.13. Alakese, (2004), Türk Tarihinde Sultanların Şeyhleri, s.

15914. Alakese, (2004), a.g.e., 158.

Yaş yetmişi geçti, gitme vaktidirRıhlet kervanına yetme vaktidir

Nefsin değil, rûhun sesini dinleŞeytanı Gayyâ’ya itme vaktidir

Şiirde hikmetin izinden yürüHakk’ın rızâsını tatma vaktidir

Binbir çeşit puttan çevir yüzünüHer hâlinden kulluk tütme vaktidir

Akranların birer birer göçtülerNe oyalanma, ne yatma vaktidir

Belki bu son gemi, kalkmak üzere Bütün safraları atma vaktidir

Çok hızlı akıyor zaman ırmağıElest’teki sözü tutma vaktidir

Dünyâ bir gölgelik, hayat bir uykuHer an kalk borusu ötme vaktidir

Âkıbetimizi hayreyle yâ RabTövbe ve istiğfâr etme vaktidir…

Bekir OĞUZBAŞARAN

Vaktidir Gazeli

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba38 39

Page 22: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

1. Hadis:

“Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği

şey vardır. Öyleyse kimin hicreti/yönelişi Allah’a

ve Rasûl’üne ise, onun hicreti/yönelişi Allah ve

Rasûl’ünedir. Kimin hicreti/yönelişi de elde ede-

ceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına

ise, onun hicreti/yönelişi de o hicret ettiği/yönel-

diği şeyedir.”1

Şeyh Hamid-i Veli/Somuncu Baba (k.s.) diyor ki:

“Hadisten alınacak ders: Bütün din ve dünyevî

işlerinde halis bir niyete sahip olan kimse iki ci-

han saâdetine nail olur. Bu nedenle Müslüman,

bütün işlerine iyi bir niyetle başlamalıdır.”

Hadisin Yorumu

Allah Rasûlü’nün bu güzel ifadesi, kalbi

imanla dolu olan mü’minler için pek çok hikme-

ti barındırmaktadır. İnsan sadece bu hadis üze-

rinde zihnini yoracak olsa bir cilt tutacak kadar

incelikle karşı karşıya olduğunu anlar.

Gönlümüzden Geçenler

İnsanın kalbindekileri en iyi bilen hiç şüphe-

siz ki bizleri yaratan Allah’tır. Nitekim bir âyette

şöyle ferman edilmektedir: “Allah şüphesiz, gök-

lerin ve yerin gaybını bilir. Doğrusu O kalplerde

olanı bilendir.”2 Yanımızdakiler, en yakınımızdaki

eşlerimiz ve çocuklarımız bile olsa, neyi düşün-

düğümüzü onlara açmadıktan sonra kalbimiz-

deki olup biten işlerden aslâ haberleri olmaz.

Onlar sadece gördükleri üzerinden yorum ya-

pabilirler ve bazen yorumlarında da yanılırlar.

Çünkü olaylar bazen göründüğü gibi olmayabi-

lir. Bazen de derin düşüncelere daldığımızda yü-

zümüzde beliren donukluktan dolayı aklımızın

bir yerlere gittiğini müşâhede ederler, ama yine

de gönlümüze inemezler. Dolayısıyla insanlarla

olan ilişkilerimizi, bir kısım düşüncelerimizi açık

etmeyerek ve sadece kendimize saklayarak de-

vam ettirmemiz mümkün olur.

Esasında niyetlerimizin çoğunu hayata ge-

çiremeden kendimizle birlikte kabre götürürüz.

Bizden öncekiler için durum böyle olduğu gibi

bizim için de aynıdır. Hatta kendi kendimize,

“İleriye dönük ne kadar planım var?” diye sor-

sak, yazacaklarımız bir sayfaya sığmaz. Bu du-

rum insan tabiatının gereğidir ve belki de ya-

dırganacak bir durum da değildir. Çünkü kalpte

deverân eden düşünceler aynı zamanda insanın

umudu olduğundan, onun hayata tutunmasına

yardımcı olur. Ancak burada dikkat edilmesi

gereken husus, gönül dünyamızda gidip gelen

fikirlerin Rabb’in rızâsına uygun olmasıdır. Do-

layısıyla dışımız gibi içimizin de Allah rızâsına

uygun olması zorunludur.

Allah İnancının Zayıflığı

İnsanın gönlünde Allahu Teâlâ’nın aslâ razı

olmayacağını bildiği hesaplar içinde olması, ku-

lun Rabbi ile arasında büyük bir sorun olduğu-

nun göstergesidir. İmanı gerçek anlamda Allah’ın

arzulamış olduğu inanç seviyesine çıkmamış

demektir. Yoksa bir insan, kalbindekileri en ince

ayrıntısına kadar bilen bir yaratıcının varlığını

yüreğine hükümrân kılmış olsaydı, orada onun

hoşnut olmayacağı niyetlerin deverân etmesine

kesinlikle müsâade etmezdi. Bir taraftan Allah’a

iman ettiğini dile getiriyor ve diğer taraftan da

ibadetlerini yerine getirmesine rağmen kalbine

ve içindekilere hâkim olamıyorsa, esasında onun

dindarlığı kabukta kalmış, öze inememiş bir din-

darlıktır. Çünkü Allah kalbinin hâkimi olsaydı o

kötü düşünceler kalbinin içinde cirit atmaz, ya-

şantısı da Allah’ın memnun olacağı bir hayata dö-

“İnsan, başta çocukları olmak üzere, karşısındakinden bir işi yapmasını istediğinde, onun bu görevi istekli yerine getirip getirmediğini takip eder. ”

HADİS Enbiya YILDIRIM*

“Bütün din ve dünyevî işlerinde halis bir niyete sahip olan kimse iki cihan saâdetine nail olur.”

Somuncu Baba’nın Kırk Hadis Şerhi:

Ameller Niyete Göredir

Hat: Cafer KELKİT

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba40 41

Page 23: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

cak olması niyetin önemini bizlere göstermekte-

dir. Çünkü hâkim, kul hakkına riayet etmiş ve en

önemlisi de Allah’ın rızası ile adaleti her şeyin

önüne koyarak hakkaniyetle karar vermeye ça-

balamıştır. İnsan olması hasebiyle kararları bazen

doğru bazen de yanlış olabilir. Ancak değil midir ki

onun niyeti haktır, bu onun sevap kazanması için

yeterlidir. Aynı durum her türlü iş sahibi için ge-

çerlidir. Bakkal dükkânını işleten bir insan, helalin-

den rızık kazanmaya ve ailesinin nafakasını temin

etmeye niyetlenir de halkın temel ihtiyaç mad-

delerini karşılarsa hiç şüphe yok ki o da bu ticarî

faaliyetinin ecrini Rabb’i katında bulacaktır. Aynı

durum öğrencilerine ders veren öğretmen, hasta-

sını muayene eden doktor, araçların bakımını ya-

pan motor ustası ile inşaat işlerinde çalışan kar-

deşlerimiz için de geçerlidir. Dolayısıyla bu niyeti

kuşanmak hem ahiret sermayesi kazandırmakta

hem de insanın hayatını düzene sokmakta, yapığı

işlerden ibadet gibi lezzet almasını sağlamaktadır.

Kötü İşten Vazgeçmek

İnsan nefsinin peşine takılıp zaman zaman

Allah’ın hoşnut olmadığı işler yapabilmektedir.

Kalbi ifsat eden bu tür işlerden uzak kalabilme-

nin yolu insanın rabbiyle bağını güçlü tutması

ve kendisini koruyacak ve müsbet anlamda etki-

leyecek iyi bir ortamda, arkadaş çevresinde bu-

lunmasıdır. Buna rağmen yanlışa niyetlenir ve

daha sonra zihninden geçeni fiiliyata dökmeden

vazgeçer ve pişmanlık duyarsa, bu Allah katın-

da makbul bir durum olmaktadır. Bundan dolayı

Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir

kimse bir iyilik yapmaya niyetlenir de yapamaz-

sa, Allah kendi katında o kimse için tam bir iyilik

sevâbı yazar. Eğer hem niyetlenir hem de o iyi-

liği yaparsa on iyilik sevâbı yazar ve bu sevâbı

yedi yüze ve daha fazlasına kadar çıkarır. Ve eğer

fenâlık yapmaya niyetlenir de sonra vazgeçerse,

Allah onun için tam bir iyilik sevâbı yazar. Eğer

kötü işe hem niyetlenir hem de onu yaparsa, Al-

lah o kimse için bir günah yazar.”6

Duamız

Rabb’imizden niyâzımız, bizleri istikâmet

üzere tutmasıdır. Bütün niyetlerimizi rızâsına

muvâfık kılmasıdır. Kötülükleri hem kalbimiz-

den hem de başta dilimiz ve elimiz olmak üzere

bütün azalarımızdan uzak tutması; kalbiye ağzı

barışık kullardan eylemesidir.

Yatağa başını koyduğunda huzurla uyuyabi-

len insana ne mutlu!

Sözün Sonu

Kelamı, Hulûsi Efendi (k.s.)’nin üç beytiyle bi-

tirelim:

Dil böyle niyyet eylese cân sa’y u gayret eylese

Dost vasla da’vet eylese gitsem de görsem

yârımı7

Besle cümleye hüsn-i niyyet

Kesb edip haylice emniyyet8

Bu kılık ve kıyâfet hepsi kötü alâmet

İnsâna yarar tâat ihlâs u hüsn-i niyyet9

nüşürdü. Bu olmuyor ve bir takım ibadetleri şekil

olarak yerine getirmesine rağmen kalbine erdemi

hâkim kılmıyorsa, ortada çok büyük bir sorun var

demektir. Böylesi insanın kendisini düzeltmemesi

durumunda âhiretinin hebâ olmasından korkulur.

Riyâ

İnsanın kalbindekilerle dışarıya yansıttığının

farklı olmasına riyâ denmektedir. Kul, ikircikli

hâlini kullara karşı gösterebileceği gibi, Allah’a

karşı da sergileyebilir. Sırf işlerini yürütmek için

sevmediği kişilere çok değer veriyormuş gibi bir

tavır sergiler. Şerrinden korktuğu insana karşı

kalbindekinin dışında bir tavır sergilemesi anla-

şılabilir bir durumdur, ancak yaşamı riyâkârlık ve

münâfıklık üzerine kurmak aslâ tasvip edilebile-

cek bir hayat tarzı değildir. Kaldı ki, böylesi ya-

şantılar, kalplerdeki niyetlerden farklı sergilendi-

ği için onursuzluğu ve ezikliği de beraberinde ge-

tirir. İnsanın şahsiyeti olgunlaşmaz ve her zaman

ürperti ve korkaklık içinde yaşar; kendi olmayı

bir türlü beceremez; hep hesap-kitap içinde ol-

duğundan dolayı da samimiyetsizdir.

Riyâkârlığın en kötüsü hiç şüphesiz Allah’a

karşı yapılandır. Dışarıdan bakanları imrendi-

recek ve “Ne kadar güzel bir mü’min.” dedirte-

cek kadar hoş bir yaşantı sergilemekle birlikte,

gönlünden bunları ihlâsla edâ etmeyen ve kendi

başına kaldığı zaman farklı bir kimliğe bürünen

insan, Allah’ın rahmetinden uzaklaşmış demek-

tir. Kendisi dışındaki herkesi idare etme anlayışı

üzerine kurulu olan bu yaşantılar, esasında insa-

nın kalbine de büyük yüktür. Çünkü istemeden

ikircikli bir yaşam sürmektedir. Bu kimselerin

esas yüzleri yalnızken veya aileleriyle baş başa

kaldıklarında ortaya çıkar; çocuklarına da benze-

ri bir hayat felsefesini yansıtmalarından korkulur.

İyi Niyet Eksikleri Örter

İnsan, başta çocukları olmak üzere, karşısın-

dakinden bir işi yapmasını istediğinde, onun bu

görevi istekli yerine getirip getirmediğini takip

eder. Eğer isteksiz bir şekilde yerine getiriyorsa,

görevi sorunsuz bir şekilde yapmış olsa bile o

durumdan memnun olmaz. Ama görevi elinden

geldiği kadar yapmaya çalışan kimse, bir takım

hatâları ve eksiklikleri olsa bile, onu kendisine

görev edindiğinden dolayı kusurlarını görmez-

likten gelir ve affeder. Çünkü canla başla so-

rumluluğunu yerine getirmeye gayret etmiştir.

Aynı durum Allah ile kullar arasında da söz ko-

nusudur. Kul hâlis bir niyetle namaz, oruç, hac

veya başka bir ibadetine niyetlendiğinde, o iba-

deti edâ ederken bazı kusurları olabilir. Meselâ

namazındayken kendisini bütün çabasına rağ-

men tam olarak Allah’a yöneltemeyebilir. Bu-

nunla birlikte, görev bilinci olduğundan ve na-

mazı baştan savma düşüncesiyle kılmadığından

dolayı, Rabb’imizin onun ibadetini eksikleriyle

beraber tam kabul etmesi ümit edilir. Nitekim

Sevgili Elçi (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Allah,

benim için, ümmetimin hatâ ile unutarak veya

baskı ve tehdit altında işlemiş olduğu günahları

bağışlamıştır.”3 Dolayısıyla ibadetin şeklen edâ

edilmesinden önce kalbin o ibadeti kabullenme-

si, ona hazır olması ve Rabb’e yönelmesi gerek-

mektedir. İşte niyet burada devreye girmekte-

dir. Allah Rasûlü’nün “Mü’minin niyeti amelinden

üstündür.“4 sözünün hikmeti bu noktada daha

iyi anlaşılmaktadır. Bir de ibadetlerini şeklen

yerine getirenler var ama kıldıkları namaz na-

mazdan başka her şeye benzer. Bu insanın iyi

bir niyete sahip olduğundan, samimiyetinden

bahsetmek mümkün olabilir mi? Hızlı-hızlı, yat-

kalk tarzında sözde edilen bir ibadetten insan

ahirette ne bekleyebilir ki? Peki, buna rağmen

niçin böyle kılar? Çünkü niyeti niyet değildir.

Ecri Kazandıran Niyettir

Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde elinden

gelen gayreti göstererek karar veren hâkimin

doğru karar vermesi durumunda iki sevap, yanlış

karar vermesi durumunda da bir sevap alacağını

ifade etmektedir.5 Kararı yanlış da olsa ecir ala-

Dipnot

* Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM

1. Buhârî, 1.

2. 35/Fâtır, 38.

3. İbn Ebî Şeybe, 19051.

4. Taberânî, Kebîr, 5942.

5. Buhârî, 7352

6. Buhârî, 6491.

7. Dîvân-ı Hulûsî-i Darendevi, s. 301.

8. Dîvân-ı Hulûsî-i Darendevi, s. 322.

9. Dîvân-ı Hulûsî-i Darendevi, s. 371.

“İnsanın gönlünde Allahu Teâlâ’nın aslâ razı olmayacağını bildiği hesaplar içinde olması, kulun Rabbi ile arasında büyük bir sorun olduğunun göstergesidir.”

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba42 43

Page 24: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

28 Nisan 1590’da İstanbul’da doğdu. Babası III. Mehmed, annesi Handan Sultan’dı. Ço-cukluğu Topkapı Sarayı’nda geçti. Mükem-

mel bir tahsil gördü. Meşhur hocalardan dersler aldı. En sevdiği hocaları Muallim Sultan ve Aydın-lı Mustafa Efendi idi. Gördüğü yüksek eğitim, kıv-rak zekâsı ve kabiliyetleri sayesinde erken yaş-larda bilgi, beceri ve tecrübesini artırdı. Özellikle dinî ilimlerde, şiir ve edebiyatta kendini yetiştirdi. Farsça ve Arapçayı iyi derecede öğrendi. Çocuk yaştan itibaren edebiyatla ilgilendi. Şiirlerini Divan’da toplayacak kadar bir şair, ‘Bahtî’ oldu.

Babası III. Mehmed’in ani ölümü üzerine bir anda kendini tahtta buldu. Daha 14 yaşındaydı. Sancağa çıkıp devlet yönetimi ve askerlik konu-larında tecrübe kazanma imkânı bile bulamadı. Fakat iyi bir eğitim almıştı, yetenekliydi, bilgi ve kapasitesi yerindeydi.

Eyüp Sultan Camii’nde tahta çıkma ve kılıç kuşanma töreni yapıldı. Padişah olduğunda he-nüz sünnet olma fırsatı bulamamıştı. Saltanatı-nın birinci ayı dolunca, bir Cuma günü Süleyma-niye Camii’nde Cuma namazı kıldıktan sonra, o günün gecesinde 23 Ocak 1604’te sünnet oldu. Kısa süre sonra çiçek hastalığına yakalandı. Hastalığı ağır seyretti. Hayatından şüphe edilir hale gelindi. O senenin Ramazan Bayramı, sa-ray halkı için üzüntü ve endişeyle geçti.

14’ün Hayatındaki Yeri

Hayatında, 14 sayısının ayrı bir yeri vardı. Ömrü boyunca birçok önemli olay 14 rakamıyla ilgiliydi: 14 yaşında padişah oldu. 14. padişah olarak tahta çıktı. 14 sene hükümdarlık yaptı. İki 14’ün tutarı olan 28 yaşında vefat etti.

Sultan Taç Yaptı Nakş-ı Kadem’i!

Dinine ve mânevî değerlerine ihlasla bağ-lıydı. Özellikle Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e, İslâm’ın kutsal yerlerine sevgi, bağlılık ve hiz-metleri bir başkaydı. Kâbe’nin örtüleri onun za-manında İstanbul’dan (önceden Mısır’dı) gitme-ye başladı. Yıkılmaya yüz tutan Kâbe duvarlarını ve Peygamber Efendimiz’in kabrini tamir ettirdi.

Kâbe’nin kapısı üzerindeki kitabe ile Altınoluk’u yeniletti. Yanı sıra duvarları tutması için halis altın ve gümüşten on altı kuşak yaptırdı.

Kendi adıyla anılan Sultanahmed Camii’ni yaptırırken Mısır’da bulunan Peygamberimiz’in “Nakş-ı Kademi”ni, (mübarek ayak izlerini) İstanbul’a getirtip önce Eyüp Sultan Türbesi’ne koydurmuştu. Sultanahmed Camii tamamla-nınca da yeni camiye taşımak istemişti. Fakat Sultan o gece rüyasında Peygamber Efendimiz’i gördü. Efendimiz ona, mübarek ayak izlerinin getirildiği yere tekrar götürülmesini emretmiş-ti. Sultan Ahmed, emri hemen yerine getirdi.

Ardından da akıllara durgunluk verici gü-zel bir davranış sergiledi: Sarığına taktırdığı sorgucun içine Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ayak izinin resmini koydurdu. Üzerine de Kâinatın Efendisi’ne beslediği sonsuz sevgi ve saygıyı ifade eden şu muhteşem şiiri yazdırdı:

N’ola tacım gibi başımda götürsem dâim

Kadem-i resmini ol Hazret-i Şâh-ı Rusül’ün.

Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir

Ahmedâ durma yüzün sür kademine ol gülün.

Başka bir şiirinde, Gönüller Sultanı’na duy-duğu tarifsiz muhabbeti şöyle kelimelere döktü:

Zât’ı pâk-i Mustafa’ya âşıkım

Can ile fahrü’l verâya âşıkım.

2. Estergon Destanı’nın Sırlı Cephesi

Estergon Kalesi’ni ilk olarak 1529’da Kanûnî fethetmişti. En son III. Mehmed zamanında 1595’de Avusturya’nın eline geçmişti. Bu kale-nin yeri ve hatırası Osmanlı için başkaydı. Es-

TARİH İsmail ÇOLAK

“Sultan I. Ahmed Han, dinine ve mânevî değerlerine ihlasla bağlıydı. Özellikle Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e, İslâm’ın kutsal yerlerine sevgi, bağlılık ve

hizmetleri bir başkaydı.”

“Sultan I. Ahmed Han, yıkılmaya yüz tutan Kâbe duvarlarını ve Peygamber Efendimiz’in kabrini tamir ettirdi. Kâbe’nin kapısı üzerindeki kitabe ile Altınoluk’u yeniletti.”

Hayatı ve Saltanatı Sırlı

Sultan I. Ahmed

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba44 45

Page 25: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

tergon, Padişah’ın yüreğinde büyük bir ıstırap

ve yaraydı. Sadrazam Lala Mehmed Paşa’yı

komutan tayin ederek kalenin fethini emretti:

“Atalarımızın hatırası olan Estergon’u senden

isteriz. Sakın bir bahaneyle karşımıza gelmeye-

sin!” Paşa, sefere çıkmadan önce sabah nama-

zını Ayasofya Camii’nde kıldı ve şöyle dua etti:

“Allah’ım, Estergon’da Cuma namazını kılma-

dan canımı alma!”

1605 yılı Ağustos ayı sonunda Osmanlı Or-

dusu, Estergon önlerinde karargâh kurdu. Lala

Mehmed Paşa, bir akşam tüm komutanları-

nı topladı ve şu konuşmayı yaptı: “Paşalarım!

Bizler vaktiyle Estergon’da kaç Cuma namazı

kılmışız... Fakat talih döndü, Estergon düşman

eline geçti. Beni ciğerimden vuran, kalenin işgal

edilmesi değil, bir zamanlar ezan okunan yer-lerde çanlar çalması ve bir vakitler namaz kılı-nan yerlerde içki içilmesi… Artık yeter, Estergon tekrar bizim olmalıdır!”

Sabah namazından sonra yapılan şiddetli hücumla Ciğerdelen Kalesi fethedildi. Ardın-dan Osmanlı Ordusu bütün gücüyle Tepedelen Kalesi’ne yüklendi. Kuşatma bir haftadan fazla sürmesine rağmen kale bir türlü düşürülemi-yordu. Bir ara küçük bir birlik, büyük gürültüy-le savaşın ortasına daldı. Başlarında aksakallı, kocaman kavuklu bir ihtiyar vardı. Aksakallı komutanın narası yeri göğü yıkıyordu. O küçük birliğin açtığı yoldan Osmanlı Ordusu yıldırım gibi ilerledi. Savaş sabaha kadar sürdü. Güneşle birlikte Osmanlı Ordusu’nun zaferi de doğdu.

Vezir Hüsrev Paşa, Tepedelen Kalesi’nin fe-tih müjdesini vermek üzere Sadrazam Lala Mehmed Paşa’nın huzuruna çıktı. Nefes nefe-seydi: “Kalenin anahtarlarını getirdim. Allah’a şükür fethettik! Yalnız, bu fethin şerefi küçük bir birlik ile başındaki aksakallı veliye ait. Veli olduğundan eminim, gözlerimle gördüm. Ok yağmurunun içine dalıyor, yüzlerce düşmanın üzerine atılıyor, yaralanmadan çıkıyordu. Belki de şehitler imdadımıza yetişti...”

Hüsrev Paşa, tam sadrazamın elini öpmek için eğildiğinde, birden eteğindeki kan lekelerini gördü. Durakladı ve yavaşça başını kaldırarak, sadrazamın aksakalını ve kavuğunu fark etti. Her şeyi anlamıştı. O ihtiyar savaşçı, Lala Meh-med Paşa’nın ta kendisiydi. “Paşa baba, o ihtiyar savaşçı sendin! Bizim yapamadığımızı küçük bir birlikle sen yaptın!” diyerek sadrazamın ayakla-rına kapandı, hıçkırarak ağladı. Sadrazam, Vezir Hüsrev Paşa’yı omuzlarından tutup kaldırdı ve alnını öperek şöyle dedi: “Bundan kimseye bah-setme! Biz şöhret için dövüşmedik. Allah’a ve Padişahımıza karşı vazifemizi yaptık. Şimdi sıra Estergon’da. Gün gayret günüdür. Göreyim seni, paşalığının hakkını ver!”

Osmanlı Ordusu 3 Ekim 1605 günü

Estergon’a hücum etti. Askerler helalleşiyor,

Kaynakça

Solakzâde, Solakzâde Tarihi, c. 2, Ankara, 1989; Peçevî, Peçevî Tarihi, c. 2, Ankara, 1992; Naîmâ, Naîmâ Tarihi, c. 1, Ankara, 2009; Eyüb Sabri Paşa, Mir’âtü’l-Haremeyn, c. 1, İstanbul, 2018; Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, c. 8, İstanbul, 1984; İ. Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 3, İstan-bul, 1972; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. 3, k. 1, Anka-ra, 1988; Hasan Kâmil Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdâyi Hayatı ve Menkıbeleri, İstanbul, 2004; M. Cavid Baysun, “Ahmed I”, İA, c. 1, İstanbul, 1978; Mücteba İlgürel, “Ahmed (I)”, DİA, c. 2, İstan-bul, 1989; Ahmet Şimşirgil, Kayı, c.5, İstanbul, 2018.

gelecek Cuma namazını kalede kılmak için bir-

birlerine söz veriyorlardı. Lala Paşa ihtiyarlığına

aldırmaksızın ordunun ön saflarında kahraman-

ca çarpıştı, askerleri yüreklendirdi. Avusturya-

lılar korkudan kaleye kapandılar. Akşamüstü

Osmanlı Ordusu kaleye girdi. Sadrazam, di-

ğer komutanlar ve askerlerin Cuma namazını

Estergon’da kılma duaları böylece kabul oldu.

Hüdâyî ile Sultan Arasındaki Sır

Zamanla Sultan’ın, Aziz Hüdâyî’ye sevgi ve

hürmeti arttı. Daha fazla kalbini bağladı. Hüdâyî

Hazretleri, saraya sık gider gelir oldu. Ziyaret-

lerinden birinde sarayda abdest alıyordu. Pa-

dişah da elinde ibrikle mübarek âlimin eline su

döküyordu. Valide Sultan ise havlu tutuyor, hoca

efendinin abdestini tamamlamasını bekliyordu.

Bu sırada gönlünden şöyle bir düşünce geçti:

“Şeyh Efendi bir keramet gösterse de içimiz açıl-

sa!” Hüdâyî Hazretleri abdestini bitirince, Valide

Sultan’a döndü ve şu sırlı sözleri söyledi: “Valide,

benim gibi âciz bir kimseye koskoca Padişah ab-

dest suyu döküyor, Valide Sultan da havlu tutu-

yor; bundan büyük keramet olur mu?”

Hüdâyî Hazretleri’nin, Valide Sultan’ın için-

den geçeni daha dışa vurmadan, Allah’ın bildir-

mesiyle dile getirmesi, hem Padişah’ı hem de

Valide Sultan’ı hayretler içerisinde bıraktı. Bir

defa daha anladılar, Aziz Mahmud Hüdâyî’nin

Allah’ın veli kulu olduğunu. Böyle bir mânevî

büyüğün, kendi zamanlarında, yanı başlarında

yaşadığına şükrettiler.

Sultan’ın ‘Çamur’ Hediyesi ve Sırlı Beyanlar

Bir gün Padişah, Aziz Mahmud Hüdâyî’ye he-

diye sunmak istedi. Layık gördüğü bir hediye-

yi kendisine gönderdi. Kabul ederse çok mutlu

olacağını bildirdi. Fakat Hüdayi Hazretleri geri

gönderdi. Bu davranışı, Padişah’a tavır alma

anlamı taşımıyordu. Çünkü gerçek din büyükle-

ri, halktan hediye kabul etmezdi. Başkaları için

ulaşılmaz ve paha biçilmez sayılan dünyevî şey-

ler, onlar açısından hiçbir değer ifade etmezdi.

Bunun üzerine Padişah, aynı hediyeyi, dev-

rin bir başka mânevî büyüğü Abdülmecid

Sivasî Hazretleri’ne gönderdi. Sivasî, Hüdâyî

Hazretleri’nin aksine hediyeyi kabul etti. Aziz

Mahmud’un kabul etmediği hatırlatılınca, mut-

taki din âlimine yaraşır, hikmetle bezenmiş ve-

ciz bir karşılık serdetti: “Hüdâyî Hazretleri bir

karga değildir ki, leşi kabul etsin!”

Mahmud Hüdâyî’ye de aynı vaziyet soruldu:

“Sizin kabul etmediğiniz hediyeyi, Şeyh Sivasî ka-

bul etti.” Verdiği cevap, en az Sivasî Hazretleri’nin-

ki kadar muhteşemdi: “Abdülmecid Efendi bir der-

yadır. Koca deryaya bir damlacık mâsivâ (çamur)

kiri düşmesi, onun safiyetine zarar vermez!”

28’inde Sırlı Vefat

Mabeyinci Mustafa Efendi, vefatından bir

gün önce huzurunda iken, Ahmed Han’ın oda-

da sahibini göremediği kimselere dört defa: “Ve

aleyküm selâm!” dediğini işitti. Sebebini sordu-

ğunda, Padişah şu izahatta bulundu: “Şu anda

yanıma Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer, Haz-

reti Osman ve Hazreti Ali geldiler. Bana: ‘Sen,

dünya ve ahiretin sultanlığını kendinde topla-

mışsın. Yarın Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in ya-

nında olacaksın.’ buyurdular.” Hakikaten ertesi

gün vefat etti. 51 gün süren bir mide hastalı-

ğı neticesinde genç yaşta dünyadan ayrıldı. 21

Kasım’ı 22 Kasım’a bağlayan gece, 28 yaşınday-

ken 1617’de İstanbul’da vefat etti. Türbesi, Sul-

tanahmed Camii’nin avlusundadır.

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba46 47

Page 26: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

“Fikirler, ancak kendilerini hayatla buluşturan

kurumlarıyla yaşamaya devam edebilirler.” Bu

tespite tasavvufî sistem açısından baktığımız-

da, İslâm’ın zühd, takva, tefekkür ve zikir has-

sasiyetiyle bâtınî yönünü temsil eden tasavvufî

sistemin tekke, zaviye, ribat, âsitâne, dergâh ve

hankâhlar ile toplum içerisinde varlığını sürdür-

me imkânına sahip olduğunu görürüz. ‘Tekye’

kelimesinden galat-ı meşhur olarak kullanılan

‘tekke’; “dayanma, dayanacak yer, tarikat men-

suplarının oturup kalktıkları, âyin icra ettikleri

yer” anlamına gelmektedir. Zaviye; “hücre, küçük

oda, tekyelerin biraz küçüğü olup şehirlerin ke-

narlarında yapılan, tarikat mensuplarının oturup

kalktığı, ayin yaptıkları yer” manasında kullanı-

lan bir kavramdır. Tekkelerin daha büyük çaplı

olanlarına “dergâh” merkezî olanlarına “âsitâne”

veya “hankâh” tabirleri kullanılmıştır.

Bu mekânlarda sûfîler, “kâmil insan” modelini

hedef alarak insanları gönül boyutuyla yetiştirme-

ye gayret ediyorlardı ki bu hedef modelin özellik-

leri arasında tevazu, fahrilik, mahvilik, maddeye

düşkün olmama, cömertlik ve müsamaha gibi

huy ve alışkanlıklar vardır. Tekkelerle sûfîler, asıl

mekânları olan cennetten yeryüzüne düşen insa-

nın oraya tekrar dönüşü ve aslî hüviyetini kuşan-

ması için faaliyet yürütmüşlerdir. Onlar, bir nevi

“manevî miraçlarını” gerçekleştirmek için tekke-

leri “halka hizmeti Hakk’a hizmet” kapısı olarak

görmüşlerdir. Oraya taşınan odunun eğrisini dahi

bu kapıya layık görmeyen, neticede Âşık Yunus-

ları, Hz. Mevlânaları, Hacı Bektâş-ı Velîleri, Şeyh

Hamid-i Veliler, Hacı Bayram-ı Velîleri ve Şems-i

Sivasîler gibi isimleri yetiştiren tekkeler, İslâm

dünyasında madde ile mana, zâhir ile bâtın, ilim

ile irfan, ahlâk ile maneviyat ve nefs ve ruh den-

gelerinin sağlandığı kişi ve toplum açısından reha-

bilite merkezleri olmuşlardır.

Gönül Fetihlerinin Eyvanı, İlim ve Hikmet Pınarının Kaynağı Olarak Tasavvufî Kurumlar

Tekkeler, İslâm’ın elle tutulur gözle görülür

bir şekle büründüğü ve hayatı İslâm’ın rengine

bürüyen çok fonksiyonlu mekânlardır. Örneğin

şehirleşme faaliyetlerinin merkezinde tekke,

dergâh ve hankâhlar tesiri inkâr edilemez bir

konuma sahip olmuşlardır. Bunun en güzel ör-

neğini Selçuklu şehirlerinin oluşumu sürecin-

deki tekke, dergâh ve hankâhların üstlendikleri

konum gözler önüne sermektedir. Spor faali-

yetlerinin de merkezi olan tekkelerin/zaviyele-

rin/hankâhların ve dergâhların spor etkinlikleri

bu mekânların madde ve mana arasında kur-

dukları denge düzeyini göstermesi bakımından

önemlidir. Ayrıca tekkelerin bulundukları bölge-

lerde hastane işlevini de idame ettirdikleri bilin-

mektedir. Tekke edebiyatı başlığı altında ciddi

bir yekûn oluşturacak birçok sanat eseri ve bu

eserlerin müellifleri de bu mekânlardan yetiş-

miştir.

KÜLTÜR Fatih ÇINAR

“Tekkelerin millî mücadeleye katkıları da üstlendikleri önemli görevlerden bir tanesidir. Onların bu hassasiyeti, hayatı doğru okuma, yerinde ve zamanında hayata müdahil olma şuurlarının bir yansıması olarak kabul edilmelidir.”

Fonksiyon ve Değeri Açısından

Tasavvufî Kurumlar

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba48 49

Page 27: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

desteklendiği gibi, gayr-i Müslim unsurlar tara-

fından da desteklenmekteydi.”

Netice olarak ifade etmemiz gerekirse tekke

ve diğer mekânlar, temelini vahiy ve sünnetten

alan ve bu temel üzerine varlık felsefesini inşa

eden yapılardır. “İslâm’ın yaşamla nasıl buluş-

turulacağı?” sorusunun cevabı tekke ve diğer

mekânların faaliyet mantığı ve sahasında ce-

vap bulmuştur. Yine bu mekânlar, yaratılana

Yaratan’dan ötürü hoşgörü ve sevgi penceresin-

den bakabilme gayretinin tecelli ettiği yerler ol-

muşlardır. Tekkeler, günümüz insanının yaşadığı

“rol model” sıkıntısını giderecek, söylemden çok

eylemin değer kazandığı ve böylece İslâm’ın gay-

ret, hizmet ve sevgi/şefkat gibi temel unsurları-

nın hayatın içerisine dâhil edildiği mekânlardır.

Dinî, millî, siyasî, ekonomik ve askerî alanlarda

kişisel ve toplumsal anlamda bir sigorta görevi

icra eden tekkelerin faaliyetlerine son verilmesi

insanımızı modelleyeceği örnek şahsiyetlerden

mahrum bırakma gibi bir durumla karşı karşıya

getirmiştir. Nereden başlayacağını, hizmet ker-

vanına nasıl revan olacağını ve ahlâkî olgunluğu

elde etmede hangi yöntemleri kullanacağını çö-

zemeyen günümüz insanı, bu alanlardaki arayı-

şını şöhret sahibi kimselerin hayatlarında veya

marka takıntısıyla hayatını şekillendirdiği garip

bir süreçle telafi etmeye çalışmaktadır. Dinî ve

millî geleneğimizin canlı örnekleri olan tekke-

ler, bugünkü kültür merkezlerinin icra etmeye

çalıştığı görevi hasbî olarak ve etkili bir şekilde

ifa eden kurumlardır. Tekkeler, bir arada yaşama

bilinci, fedakârlık, şehirleşme, spor faaliyetleri,

yemek kültürü, vatan savunması, kültür ve sanat

dallarının ihyası gibi hayatî başlıklarda ifa ettiği

fonksiyonuyla halkımızın hizmetine tekrar ka-

zandırılmalıdır ki, bu faaliyet pratik hayatla dinî

ve millî benliğimizi/yapımızı buluşturmanın en

sağlıklı yolu olacaktır.

Tekkeler, dinî ve millî kültürün canlı tutulma-

sı konusunda da önemli roller üstlenmişlerdir.

Osmanlı tekkelerinde düzenli, sınırları belli, dinî

ve millî boyutu itibariyle birleştirici unsur olarak

yapılagelen aşure ikramları tekkelerin bu ko-

nudaki fonksiyonlarını göstermesi bakımından

son derece önemli bir örnektir. Tekke ve diğer

tasavvufî merkezler, mimarî, adap, hat, tezhip,

minyatür, ebru, cilt, vitray, nakkaşlık, oymacılık,

erkân, kıyafet ve dekorasyonlarıyla geniş ölçü-

de fikir, irfan ve medeniyet merkezliği yapmış;

birer halk mektebi vazifesi görmüşlerdir.

Osmanlı, insanına meslek edindirme, eko-

nomik ve sosyal etkinlikleri faal tutma görevini

özellikle Ahi zaviyeleri vasıtasıyla gerçekleştir-

miştir ki bu durum tekke anlayışının kişisel ve

toplumsal kazanım ve geri dönüşümündeki tesir

boyutunu göstermesi bakımından önemli bir ör-

nektir. Tekke sakinleri ve müdavimlerine tefsir,

hadis, fıkıh, Arapça, Farsça, Türkçe ve siyer-i Nebi

gibi birçok dersler verilmiştir. Ayrıca belli başlı

tekkelerde oluşturulan, birçoğu yazma eserler-

den meydana gelen kütüphaneler de tekkelerde-

ki ilmî hayatın canlılığını ve bu mekânların ilmî

faaliyetleri geniş halk kitlelerine ulaştırmadaki

fonksiyonunu göstermesi bakımından önemlidir.

Tekkelerin Millî Mücadele’ye katkıları da

üstlendikleri önemli görevlerden bir tanesidir.

Onların bu hassasiyeti, hayatı doğru okuma, ye-

rinde ve zamanında hayata müdahil olma şu-

urlarının bir yansıması olarak kabul edilmelidir.

Tekkeler sadece Müslümanlara hizmet veren

kurumlar değillerdir. Tekkelerin İslâm dünyası-

na katkılarını ve gayr-i Müslim tebaa için öne-

mini dile getiren şu satırlarla çalışmamızı son-

landıralım: “Tarikat, tekke, zaviye, han(i)kâh ve

dergâhların kuruluş amaçları ile günlük hayat-

taki fonksiyonları tahlil edildiği zaman İslâm’da

emredildiği şekilde inanma ve yaşama, İslâm

ahlâkını benimseme ve öğretme, insana ve diğer

varlıklara iyi davranma ve yardım etme, yardıma

muhtaç ve düşkünleri destekleme, can ve mal

emniyeti, inanç ve fikir özgürlüğü gibi temel in-

san haklarından mahrum olanlara yardım etme,

vatan ve devletin korunmasına, milletin bütünlük

ve bekasına destek olma gibi çeşitli fonksiyonları

üstlenmeye çalıştıkları görülmektedir. Bu fonk-

siyonları üstlenmeye çalışan tarikatlar, yürüt-

tükleri hizmetleri Müslümanlara verdikleri gibi

‘ibadullah/Allah’ın kulları’ denilen çeşitli inanç ve

etnik unsurlardan olan insanlara da vermektey-

diler. Anadolu’da faaliyet gösteren bu kuruluş-

ların faaliyetleri daha çok Müslüman unsurlara

yönelirken, Balkanlar’da ise Müslim ve gayr-i

Müslim unsurlara yönelmekteydi. Bulundukları

yerlerde insanları sevme, yardım etme, birlik ve

beraberliğe çağırma, haksızlığa karşı koymaları,

vatanı ve devleti, temel insan haklarının güven-

cesi bilerek korumaları, Müslümanlar tarafından

“Tekke ve diğer mekânlar, temelini vahiy ve sünnetten alan ve bu temel üzerine varlık felsefesini inşa eden yapılardır. ‘İslâm’ın yaşamla nasıl buluşturulacağı?’ sorusunun cevabı tekke ve diğer mekânların faaliyet mantığı ve sahasında cevap bulmuştur.” Dipnot

Bu makalenln geniş dipnotlu hali dergimizin internet sayfasın-

dadır.

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba50 51

Page 28: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

EDEBİYAT Bilal KEMİKLİ*

“Metafizik gerçeklikte büyük âlem insandır; insan

hayalleriyle, düşünceleriyle, sözü ve davranışıyla kendini

kuşatan bir hacme sahip olan dünyaya yön verir, onu

değiştirip dönüştürmeye çalışır.”

Âlem İçinde

ÂlemizÂşıklık geleneği, sadece biçimle, dille ve

ahenkle alakalı olmasa gerektir. Elbette

biçim önemlidir; ölçüler, kafiyeler, ma-

halli söyleyişler ve musiki bu tarzın olmazsa ol-

maz özelliklerindendir. Ancak bu şiiri zengin ve

kalıcı kılan temel hususlardan birisi de mânâdır.

Günümüz âşıklarının çoğunda, irticalen söyle-

nen koşmalarda ve bilhassa nükte gerektiren

atışmalarda mânâ önemini kaybediyor. Oysa

biçim, lafız ve musiki manayı ulaştırmak için bi-

rer vasıtadır.

Verilmek istenen manayı, en güzel, en doğru,

en anlamlı şekilde verme çabasında olan âşıklar

kalıcı eserler ortaya koyuyorlar. Karacoğlan,

Âşık Ömer, Seyrânî, Ruhsâtî gibi bugünlere ula-

şan âşıkların eserlerinde hem biçime, hem de

mânâya önem verildiğini görüyoruz. Peki, mânâ

nedir? Mânâ, ele alınan konudaki derinlik ve

tutarlılıktır. Diğer bir ifadeyle, âşığın söylediği

şiirinin, kafiyesi, redifi, ayağı, nakaratı, hece sa-

yısı, bend sayısı gibi biçimsel özellikleri, o şiirin

sûretini; anlattığı veya işaret ettiği şeyler de

mânâyı ifade eder. Denebilir ki, her âşığın söy-

leyişinde mutlaka bir mânâ vardır. Vardır; ama

mânâdan mânâya da fark vardır. Daha doğrusu

gerçek mânâ, şiirin iç yüzüdür; kelimelerin arası-

na sırlanmıştır ve ancak ehli tarafından görüle-

bilir. Bu bakımdan o iç yüz, şiir her okunduğunda

yahut ahenkli bir şekilde söylendiğinde yenilenir.

Mânâ yenilendikçe de şiir yeni kalır. Karacoğlan’ın

hâlâ dinleniyor ya da okunuyor olması, işte bu

yenilenme sebebiyledir. Demek ki mânâ, şiirdeki

derinlik ve tutarlılığa delalet ediyor.

Sefil Selîmî, yahut asıl adıyla Ahmet Günbu-

lut, biçime olduğu kadar, mânâya da önem veren

bir âşıktır. Aslen Şarkışla’lı olan bu bilge şairi-

mizi geçtiğimiz yıllarda beka semtine uğurladık.

Uğurladık; “âh edip çırpınan bülbüle dönmüş”

âşığı gülüne yolcu ettik. Lakin o söylediği türkü-

lerle, yazdığı şiirlerle aramızdadır. Öyle görülü-

yor ki, temsil ettiği gelenek içerisinde yarınlara

da kalacaktır. Kalacaktır; çünkü onun söyleyi-

şinde, hemşehrileri Ruhsâtî ve Veysel gibi ge-

leneğin izlerini bulmak mümkündür. Mesela bir

şiirinde “Âlem içinde âlemiz.” diyor. Âlem içinde

âlem olmak fikri, Ruhsâtî’de de Veysel’de de or-

taya çıkan bir fikirdir. Siz buradaki âlemi, kâinât,

bütün yaratılmış varlıklar, dünya, cihan veya

yıldızlar âlemi, kuşlar âlemi, insanlar âlemi gibi

varlıkların oluşturduğu topluluklar olarak anla-

yın ve öylece anlamlandırın, ben ise bütün bu

anlamlara ilave olarak her şeyden evvel âlemin

alâmet ve delil anlamına atıfta bulunayım. Evet,

âlem, alâmet, emâre, delil ve belirti anlamları-

nı da ihtiva eder. Nitekim yaratıcının alâmeti ve

delili olması sebebiyle kâinata âlem denilmiştir.

Âşıklar İrfânî Gelenekten Beslenir

Esasen âşıklar irfânî gelenekten beslenerek

bir varlık anlayışına ermişlerdir. Bu gelenekte

de iki tane âlem vardır; ilki büyük âlem (âlem-i

kebîr=makro kosmos) ve ikincisi küçük âlem

(âlem-i sagîr=mikro kosmos). Büyük âlem, fizikî

gerçeklik açısından, kâinattır, cihandır, dünya-

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba52 53

Page 29: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

dır. İnsan ise, küçük âlemdir. İnsan, bu büyük

âlemin içinde, ondan bir parçadır. Ancak meta-

fizik gerçeklikte büyük âlem insandır; insan ha-

yalleriyle, düşünceleriyle, sözü ve davranışıyla

kendini kuşatan bir hacme sahip olan dünyaya

yön verir, onu değiştirip dönüştürmeye çalışır.

Şu halde şair, “Âlem içinde âlemiz.” derken, şu

düşünceleri dile getirmiş olabilir:

Ben bir birey olarak kâinat içinde küçük bir

âlemim.

Ben, düşüncelerimle, sözümle kâinatı an-

lamlı kılan, ona yön veren ve onu etkileyen bü-

yük âlemim.

Her halükarda ben ve içinde bulunduğum bu

kâinat Yaratıcı’nın alâmetiyiz. Bu bakımdan on-

dan bir iz taşıyoruz.

Şair bu hakikati öyle seslendiriyor:

Âlem içinde âlemiz,

Dillere gelen kelâmız,

Her vücutta var sılamız,

Tutamadı, mahal bizi.

İmdi burada kelâm, vücut ve sıla kavramları

da çok derin manalar içerir. Bu manaların her

birisini burada tahlil edecek değiliz; ne var ki,

kelâm, kün (ol) emrine işaret ettiğini ve bu oluş-

la âlemin varlık kazandığını söylemek de gere-

kir. Keza sılanın, vücut kelimesiyle olduğu kadar

kelam kelimesiyle de ilişkili olduğuna da işaret

edelim.

Varlığın Mânâ ve Mahiyeti

Sefil Selîmî’nin biçimin “şekilciliğe” hibe edil-

diği, mananın görüntüde kaybolduğu günümüz-

de, geleneğe bağlı kalarak söze hayat veren ve

manayı canlandıran birkaç şairden biri olduğu-

nu görüyoruz. Bu mânâ, tasavvuf düşüncesinin

tecrübelerinden süzülerek gelen varlık telakki-

sine dayanır. Bu gerçeği, onun pek çok şiirinde

görmek mümkündür. Fakat bir şiirinde varlığı

mânâ ve mahiyetiyle öylesine konu edinir ki, sö-

zün onda eğreti ve ödünç olmadığının, bizatihi

idrak edildiğinin işaretidir. Bu hususu özellikle

söylüyorum; zira günümüz âşıklarının çoğu,

usta söyleyişi taklit ederek mânâya ermek ni-

yetindedir. Oysa mânâ, önce söyleyeni taklitten

tahkike ulaştırmalı ve onda varlığa ilişkin ger-

çek bir idrak oluşturmalıdır. Yunus Emre’nin,

“ilim kendin bilmektir” sözüyle sınırları çizilen

bu tahkik ve idrak düzeyine varmadan manayı

terennüm etmek, onu her söyleyişle yeniden

inşa etmek yerine tüketmek anlamına gelir. Bu-

gün, eline sazı yahut kalemi alan âşıkların yaptı-

ğı da budur; hep tüketmek, tüketmek.

Mânâya ermek, yola girmekle mümkündür.

Ancak yol eri olan âşıklar gerçek anlamda ma-

nayı terennüm edeceklerdir; yoksa varlığa iliş-

kin söylenen her söz, sözü süsleme çabasından

öteye geçmeyecek ve mısralarda hep eğreti

kalacaktır. Sefil Selîmî bir yol eri midir? Kendi-

siyle birkaç defa sohbet etmiş birisi olarak bu

konuda kesin bir bilgi veremem; ancak söyleyi-

şindeki rahatlık ve içtenlik, onun yol ehli oldu-

ğuna işaret ediyor. En azından ustaların izinden

gitme çabası içerisinde olduğu aşikârdır. İz sür-

mek, sanıldığı gibi, taklitçi olmak değildir; ak-

sine, bir esasa bağlı olmanın verdiği rahatlıkla

söyleyişte derinleşmektir. Nitekim bir şiirinde

şöyle sesleniyor:

Diri miyim ölü müyüm,

Dilimdeki seslenen kim?

Akılsız bir deli miyim,

Gönlümdeki haslanan kim?

Dikkat edilirse burada şair, bizatihi kendi

varlığının mahiyetini sorgulayarak, dirilik ve

ölümlülük vurgusunu sesle birleştirmektedir.

Ses, nefestir. Nefes ise, diriliğin iksiridir. Dilim-

deki sesim, diriliğime işaret ediyor. Tamam, ko-

nuştuğuma göre diriyim; ama gerçekte bende

konuşan kimdir? Bu soruyu soruyorum diye,

“Akılsız bir deli miyim?” Hayır, şair deli değil;

bizi sorularıyla varlığa ilişkin derin bir manayla

buluşturuyor. Nedir o mânâ? Onun cevabını da

bir sonraki kıtada kendisi veriyor:

Bakabildiğim her yerde,

Örtmez onu hiçbir perde,

Cahil der ki “Göster nerde?”

Ruhumdaki süslenen kim?

Dilimde seslenen ve gönlümde haslanan,

esasen hiçbir perdenin örtemediği ve baka-

bildiğim her yerde görüp idrak ettiğim mutlak

yaratıcı olan Allah’tır. Ben onu her yerde gö-

rüyorum; dilimdeki sözü, gönlümdeki duyuşun,

bilişin ve sezişin kaynağıdır. Lakin bu gerçeği

herkese söyleyemem. Çünkü gördükleri, içle-

rinde taşıdıkları halde hâlâ “Nerede?” diye onu

soranlar var. Oysa mutlak yaratıcı, ruhumda

süslenir, canımda beslenir, köşkümde yaslanır

ve her canlıyı her an yoklar ve anlasın yahut an-

lamasın her insanda rastlanılan yegâne güçtür.

Sefil Selîmî, bir şiirinde “Otuz altı yıldır oku-

dum yazdım ama yazdığımdan ibret alan oldu

mu?” diye sorsa da onun “söyledikleriyle çok

kapılar açan, çok bohçalar çözen” bilge bir şair

olduğu ehlinin malumudur. Âşıklık, bu bilgelikte

saklıdır. Peki, nasıl erilir bu bilgeliğe? Bu soruyu

da kendisi cevaplıyor: “Yanlışı tenkit et, doğruyu

ara!” Yanlışı tenkit etmek, yanlışı doğrudan ayı-

racak bir bilgiye, bir duyuşa ve bir erişe sahip

olmakla mümkün olur. Bu da ancak, bir ömür

doğruyu aramakla olacaktır. Doğruyu aramak

için evvela doğru yerde durmak ve doğru bak-

mak lazımdır. Doğru yerden bakan, arayan, neyi

aradığını bilen ve gerektiğinde tenkit eden ve

âlem içinde âlem olduğunun farkında olan bilge

şairimi rahmetle anıyorum.

* Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ

“Mânâya ermek, yola girmekle mümkündür. Ancak yol eri olan âşıklar gerçek anlamda manayı terennüm edeceklerdir; yoksa varlığa ilişkin söylenen her söz, sözü süsleme çabasından öteye geçmeyecek ve mısralarda hep iğreti kalacaktır.”

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba54 55

Page 30: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Ayşe Gülbahar Hatun, Sekizinci Osmanlı padişahı Sultan İkinci Bâyezîd Han’ın ha-nımı ve Dokuzuncu Osmanlı padişahı Ya-

vuz Sultan Selim Han’ın annesidir. 1453 yılında Dulkadirli topraklarında doğmuştur. Dulkadiroğ-lu Alâüddevle Bozkurt Bey’in kızıdır. Bu hanedan Oğuzların Bozok kolunun Bayat boyundandır. Ha-lası Sitti Mükrime Hatun, kayınpederi Fatih Sultan Mehmed Han’ın muhtereme zevceleridir. 1470 yılında Amasya’da doğan ve 1487–1510 yılları arasında Trabzon’da sancak beyi olan Yavuz Sul-tan Selim, annesi Ayşe Gülbahar Sultan’la birlikte Trabzon’a gelmiş ve 24 yıl, kendi ifadesiyle 25 yıl sancak beyliği yapmıştır. Türk Tarih Kurumu tara-fından baskısı yapılan “Mufassal Osmanlı Tarihi” isimli eserde; Yavuz Sultan Selim’in babası, İkinci Bâyezîd’in bilinen eşleri olarak, 1-Ayşe Gülbahar Hatun (Dulkadiroğlu Alâüddevle’nin kızı), 2- Hüs-nüşah Hatun (Karamanoğullarından Nasuh Bey’in kızı) ve 3- Bülbül Hanım yer almaktadır.

Ayşe Gülbahar Hatun

Ayşe Gülbahar Hatun, Sultan İkinci Bâyezîd Han ile Amasya’da sancak beyi iken 1469 yı-lında evlenmiştir. Yavuz Sultan Selim Han’ı, 1470’te Amasya’da dünyaya getirmiştir. Ayşe Gülbahar Hatun, Sultan İkinci Bâyezîd Han ile bir ömür sürer. Bir cihan padişahının eşi bir cihan padişahının annesi olma bahtiyarlığı-nı yaşar. Ömrünün son yıllarında, Trabzon’da 25 yıl sancak beyliği yapan oğlu ile yaşar. Oğ-lunun padişahlığını göremeden 1510 yılında Trabzon’da vefat eder. O sırada Trabzon valisi olan Yavuz Sultan Selim, Trabzon’da annesinin anısına 1514 yılında Hatuniye Camii ve Hatuni-ye Külliyesi’ni Gülbahar Hatun için yaptırır. Bu caminin Trabzon’daki ilk İslâmî eser olduğu bi-linmektedir. Gülbahar Hatun, oğlu Yavuz Sultan Selim tahta çıkmadan önce vefat etmiştir. Ayşe Gülbahar Hatun, oğlunun sancak beyliği sırasın-da Rize’ye gelerek kendi adı ile anılan Gülbahar Hatun Camii’ni yaptırmıştır. Kare plânlı, kubbe-li câmi 1956’da tamir ettirilmiştir. Aynı isimle anılan mahallededir. Ayrıca Giresun, Manisa ve İstanbul Beyazıt’ta vakıf ve hayratı vardır.

Vakfıkebir (Büyük Vakıf)

Yavuz Sultan Selim, annesi Gülbahar Hatun o tarihte Trabzon valisi olan oğlu Şehzade Selim’i görmek için İstanbul’dan Trabzon’a deniz yoluy-la seyahat ederken büyük bir fırtınaya yakalan-mış, “Salimen karaya ayak basarsam orasını va-kıf yapacağım.” diyerek Cenab-ı Hakk’a dua et-miştir. Kurtulması halinde karaya ayak basacağı toprakları Allah için vakfedeceğini söylemiştir. Nihayet doğal bir limanda karaya çıkar ve o top-rakları vakıf yapar. O zamanki adıyla Fol veya Folağzı olan yerleşim merkezinde toprağa ayak basan Gülbahar Hatun bu toprakları vakfeder. Eylül 1489’da vakfedenin büyük (padişah eşi) ol-masından dolayı bu tarihten sonra yörenin adı Vakfıkebir (Büyük Vakıf) olmuştur.

Yavuz Sultan Selim Han annesinin ruhu için, Trabzon Hatuniye Mahallesi’nde cami, mektep, medrese, imaret, türbe ve hamamdan oluşan Gülbahar Hatun Külliyesi’ni yaptırmıştır. Kül-liyeden günümüze sadece cami ve türbe ula-şabilmiştir. Cami, Ayşe Gülbahar Hatun Camii, Hatuniye Camii, Büyük İmaret Camii ve Valide Sultan Camii adlarıyla anılır. Türbe, caminin do-ğusunda yer alır. İçinde sadece Ayşe Gülbahar Hatun’a ait sanduka vardır.

Turnadağ Savaşı

Turnadağ Savaşı, Osmanlı Devleti ile Dul-kadiroğulları Beyliği arasında olmuştur. 12 Haziran 1515 tarihinde yapılan savaş, Yavuz Sultan Selim Dönemi’nde yapılmıştır. Çaldıran Zaferi’nden sonra Amasya’ya dönen Yavuz Sul-tan Selim, Dulkadiroğulları Beyliği’nin sultanı Alaüddevle Bey’in Osmanlı Ordusu’nu arkadan vurduğunu düşündüğünden, onunla savaşa gir-meye karar vermiştir. Alaüddevle Bey aynı za-manda Yavuz Sultan Selim’in annesi Ayşe Gülba-har Sultan’ın babası ve Yavuz’un dedesidir. Ala-üddevle Bey, Osmanlı levazımcılarına ülkesinde yiyecek ve hayvan yemi satışını yasakladığı gibi oğulları vasıtasıyla da Osmanlı Ordusu’nun iaşe kollarını vurur. Bu durum, Osmanlılar tarafın-dan sayısız hayvanlarının yemsizlikten ölümüne

TARİH Resul KESENCELİ

Dulkadiroğlu MünasebetleriCihan Padişahı’nın

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba56 57

Page 31: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

ve ordunun savaş gücünün hissedilir derecede sarsılmasına sebep olur. Osmanlı padişahı ihti-yatlı davranarak Safevî Türk Devleti Hükümdarı Şah İsmail ile karşılaşmak üzere yoluna devam ederken ordusunun gerisini emniyete almak ve Alaüddevle’nin saldırılarına engel olmak amacı ile Kayseri ile Sivas arasında 40.000 kişilik bir ihtiyat kuvveti bırakır. 1514 yılında Çaldıran’da Osmanlı Ordusu Safevî Ordusu’nu yener. Savaş sonrası Amasya’ya çekilen Yavuz, Osmanlı ile Memlükler arasında duran Dulkadir Devleti’ni ortadan kaldırmak istemektedir. Bu konu ile il-gili şartlar artık hazırdır ve uygulamaya geçile-bilecektir.

Bunun için Yavuz Sultan Selim, Çaldıran Savaşı’nda büyük hizmet ve gayret göstermiş olan Şehsuvar oğlu Ali Bey’i hemen Kayseri Sancak Beyliği’ne tayin ederek Dulkadirli top-rakları alındığı takdirde kendisine verileceğini vaat eder. Kayseri Sancağı Dulkadirli sınırında bulunmaktadır. Yavuz Selim, Ali Bey’i buraya tayin eder. Mevsimin kış olmasına rağmen Ali Bey derhal Bozok’a giderek yöreyi ele geçi-rir ve orada bulunan Alaüddevle Bey’in oğlu Süleyman’ı öldürerek başını kesip Yavuz Sultan Selim’e gönderir. Osmanlı padişahı Bozok’u da Ali Bey’in idaresine verir. Bu tutumuyla bir taraf-tan Alaüddevle’ye, öte taraftan da onu himaye etmekte olan Memlük Sultanı’na karşı meydan okumuş olmaktadır. Alaüddevle Bey bu durumu Memlük Sultanı Kansu Gavri’ye arz ile şikâyette bulunur. Sultan’da Yavuz’a Kemah üzerine sefer yaptığı sırada elçi gönderip Ali Bey’in o sancak-lardan alınmasını rica eder; fakat buna mukabil Osmanlı Padişahı da Alaüddevle Bey’in Dulkadir

Beyliği’nden azlederek yerine Ali Bey’in getiril-mesini ister. Sultan Gavri ise Ali Bey’in babası Şehsuvar’ın, iki devletin arasını açtığından do-layı Kahire’de asıldığını hatırlatarak bu isteğe karşı gelir. Bununla beraber çok geçmeden Memlük Sultanı, Dulkadir Beyliği’nin Mısır için kaybedilmiş olduğunu fark ederek Osmanlı Padişahı’na gönderdiği elçisi ile adının parada veya hutbede anılmasını teklif edip beylik üze-rinde haklarının taksimini ister. Yavuz Selim’in Mısır elçisine cevabı çok sert olur. “Sultanınız muktedirse hükümranlık haklarını kendi ülke-sinde muhafaza etsin.” diyerek Mısır’ı dahi fet-hedeceğini ima eder.

Dulkadirli Alaüddevle Bey’in ve Oğullarının Ölümü

Osmanlı Padişahı ile Memlük Sultanı arasında elçiler gidip gelir, fakat aynı zamanda Memlük-luların müdahalesini önlemek için de; Osmanlı, donanmasını Akdeniz’e göndermiştir. Göksun ve Afşin arasında kalan Ördekli Köyü’nde Alaüddevle Bey’in ordusuyla karşılaşan Osmanlı Ordusu bu-rada büyük bir zafer kazanmıştır. Alaüddevle Bey yanına ailesini ve çocuklarını alarak Turnadağ’a çıkmış ve burada savaşa devam etmiştir. Ne yazık ki, burada yapılan savaşı da kaybeder. Savaş sıra-sında Osmanlı Ordusu’ndaki seyislerden biri elbi-selerin güzelliği ile dikkati çeken Alaüddevle’nin üzerine atılarak onu yere serer. Biraz sonra öl-dürdüğü şahsın Dulkadir Bey’i olduğunun farkı-na varınca derhal cesedin başını keserek Sinan Paşa’ya götürür. Alaüddevle’nin öldüğünü ha-ber alan Dulkadirliler; onun dört oğlu ile kardeşi Abdürrezak’ı savaş meydanında bırakarak dağla-ra kaçar. Çarpışma bittiğinde Alaüddevle Bey’in kendisi gibi bir oğlu ile boy beylerinden otuzu ve akrabasından bir haylisi öldüğü gibi dört oğlu ve eşleri ile kardeşi Abdürrezak’a esir düşer. (13 Haziran 1515) Bu tarihte beylik toprakları Os-manlıların eline geçer. Ölümüyle “merg-i hain” deyimi tarih düşürülmüş olan Alaüddevle Bey’in başı Göksun’da Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan’a sunulur. Yavuz Sultan Selim, Şehsuvar oğlu Ali Bey’i Dulkadirliler’in başına geçirirken Elbistan’da

kendi adına hutbe okutulup Osmanlı hâkimiyetini tesis eder. Memlük Sultanı Kansu Gavri’nin hiç ol-mazsa bazı yerlerin Alaüddevle Bey’in oğullarına bırakılması yolunda yaptığı teklifine Yavuz Sultan Selim; “Kılıçla aldığım yerleri ancak kılıçla teslim ederim.” karşılığını verir.

Padişah Yavuz bunlardan beşinin başını balmumu ile doldurulmuş tenekelerin için-de Kahire’de Memlük Sultanı Kansu Gavri’ye gönderir. Alaüddevle’nin kesik başı Kahire Mezarlığı’na defnedilirken, gövdesi de öldü-rüldüğü Andırın’ın Çuhadarlı Köyü’nde Gökçeli (Gökçebel) denilen mevkie defnedilmiş olup gü-nümüzde padişah mezarlığı olarak bilinmekte-dir. Ancak onun Maraş Ulu Camii’nin kıble tara-fında bulunan haziresine defnedildiği rivayeti de vardır. Hatta Maraş’ta Alaüddevle’nin türbesi-nin olduğu yer Aladan Mahallesi olarak adlandı-rılmıştır. Ayrıca Elbistan Ulu Camii Haziresi’nde de bir Alaüddevle mezarı bulunmaktadır. Ancak bizim görüşümüze göre bu mümkün gözük-memektedir. Alaüddevle Bey’in ölümü hakkın-da araştırmacı yazar Besim Atalay, şu rivayeti nakleder: “Turna Dağı’nda yenilen Alaüddevle askerleriyle beraber Andırın istikametine kaçar,

asker açlık ve sefaletten kırılır. Tek başına kalan ihtiyar emir, rastladığı bir çobana, “Al şu silahı vur öldür beni.” der. Çoban, “Seni öldürürsem beni de öldürürler.” diye cevap verir. Bunun üzerine yanında taşıdığı bir heybe altını çobana veren Alaüddevle, “Bunlar senin olsun, beni ca-nımdan kurtar.” der. Bunun üzerine çoban ken-disini öldürür.

Alaüddevle, dört oğlu ve kardeşiyle beraber savaşın yapıldığı alana defnedilmiştir. Üzerleri-ne türbe inşa edilmeyen mezarların etrafı kireç ve taşla örülmüştür. Andırın Dağları’nın uzantısı sayılan Gökçebel Dağı’nın Çuhadarlı mevkiinde, yol kenarında bulunan bu mezarlar şu anda ha-rap hâldedir.

Kaynakça

Adnan Güllü, Elbistan Tarihi, Elbistan Yayınları, 2003Diyanet İslâm Ansiklopedisi: I. Selim maddesi, cilt: 36, s, 407.İ. Hakkı Uzunçarşılı Osmanlı Tarihi, Ankara 1972.İlyas Gökhan Başlangıçtan Kurtuluş Harbine Kadar Maraş

Tarihi,Ukde Yy. 2011.İsmail Altınöz Dulkadir Eyaletinin Kuruluşu ve Gelişmesi

,K.Maraş Belediyesi 2011.Necdet Sakaoğlu, Bu Mülkün Kadın Sultanları: Valide Sultanlar,

Hatunlar, Hasekiler, Kadınefendiler, Sultanefendiler. Oğlak Yayıncılık. 4. Baskı 2011.

Yavuz Bahadıroğlu, Resimli Osmanlı Tarihi, Nesil Yayınları, 55. Baskı, İsyanbul 2018.

“Alaüddevle Bey, Osmanlı levazımcılarına ülkesinde yiyecek ve hayvan yemi satışını yasakladığı gibi oğulları vasıtasıyla da Osmanlı Ordusu’nun iaşe kollarını vurur.”

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba58 59

Page 32: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Kur’an’da gençlik, iki zayıf dönem çocuk-

luk ve ihtiyarlık arasındaki güç ve kudret,

bilme ve yapabilme vaktidir: “Sizi güçsüz

yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet ve-

ren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihti-

yarlık veren, Allah’tır. O, dilediğini yaratır. O, hak-

kıyla bilendir, üstün kudret sahibidir.”1

İnsanın hayatında asıl olan gençlik çağıdır.

Çocukluk ve ihtiyarlık dönemleri arızi durumlar-

dır. Ebû Hüreyre’den rivâyete göre, Rasûlullah

(s.a.v.) şöyle buyurdu: “Cennetlikler kılsız, tüysüz

(daha sakalı bıyığı çıkmamış) ve sürmelidirler.

Gençlikleri tükenmez, elbiseleri eskimez.”2 Dola-

yısıyla cennettekilerin çocuk ve yaşlı değil; genç

olacaklarını bu rivayet belirtmektedir.

Gençlerin dünyadayken ise içinde bulunduk-

ları topluma azabın gelmesine bir engel olduğu

da belirtilmiştir. Özellikle samimi gençler, ilâhî

azabın önündeki engellerden biri sayılmıştır. Al-

lah Rasûlü bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:

“Huşu duyan gençler, (namaz kılarak) rükû eden

yaşlılar, emzikli bebekler ve otlayan hayvanlar ol-

masaydı başınıza muhakkak azap yağardı.”3

İnsanlığa müjdeleyici ve uyarıcı olarak gön-

derilen Allah Rasûlü, görevinin bir gereği olarak

toplumun her tabakasıyla ilgilenmiş ve onların

sorunlarına çözümler üretmeye çalışmıştır. O,

özellikle hayatın en verimli ve dinç çağı olan

gençliğin kıymetinin bilinmesini isterdi. Bir ha-

disinde şöyle buyurmaktadır: “İnsanoğluna beş

şeyden hesap sorulmadıkça kıyamet günü hiçbir

tarafa hareket etmeyecektir; ömrünü nerede ve

nasıl tükettiğinden, gençliğini nerde yıprattığın-

dan, malını nerden kazanıp nerde harcadığından

öğrendiği bilgilerle yaşayıp yaşamadığından.”4

Hz. Peygamber (s.a.v.), İslâm’ı tebliğ ederken

yeniliğe açık, idealist gençlerden büyük destek

almıştır. İlk Müslümanlardan birkaç kişi 50 yaş

civarında, birkaç kişi 35 yaşın üzerinde, geri ka-

lan çoğunluk ise 30 yaşın altında bulunuyordu.

Mesela genç yaşta İslâm’ı kabul edenlerden Hz.

Ali 10, Abdullah b. Ömer ve Ubeyde b. Cerrâh

13, Ukbe b. Âmir 14, Câbir b. Abdullah ve Zeyd

b. Hârise 15, Abdullah b. Mesud, Habbâb b. Eret

ve Zübeyr b. Avvâm 16, Talhâ b. Ubeydullah, Ab-

durrahman b. Avf, Erkâm b. Ebu’l-Erkâm, Sa’d

b. Ebû Vakkâs ve Esmâ bint Ebû Bekir 17, Muaz

b. Cebel ve Mus’ab b. Umeyr 18, Ebû Mûsa el-

Eş’arî, 19, Ca’fer b. Ebû Tâlib 22, Osman b. Hu-

veyris, Osman b. Affân, Ebû Ubeyde, Ebû Hürey-

re Hz. Ömer 25-31 yaşlarında idiler.5

Hz. Peygamber (s.a.v.)’e olduğu gibi Kur’an’ın

ifadesiyle Hz. Musa (a.s.)’ya inananlar da genel-

likle gençlerdi: “Firavun ve kavminin kendilerine

işkence etmesinden korkuya düştükleri için kav-

minden bir grup gençten başka kimse Musa’ya

iman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk

taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan idi.”6

Kur’an ve hadislerden anlaşıldığına göre

İslâm’ın aradığı gençlerde şu özellikler bulun-

malıdır:

Ahlâklı, İffetli ve Onurlu Olmalı

Kur’an’da Yusuf Sûresi’nde anlatılan Yusuf

Peygamber bunun canlı örneğidir. Hz. Meryem

ve Şuayb (a.s.)’ın kızı buna örnek verilebilir.

Hayâ, öyle bir süstür ki her insanda güzeldir.

Fakat Kur’an onu genç bir kıza atfetmiştir. “Der-

ken, o iki kadından (Şuayb’ın kızlarından) biri uta-

na utana yürüyerek ona geldi…”7

DİN ve TOPLUM Mustafa KARABACAK

“Allah Rasûlü, görevinin bir gereği olarak toplumun her tabakasıyla ilgilenmiş ve onların sorunlarına çözümler üretmeye çalışmıştır. O, özellikle hayatın en verimli ve dinç çağı olan gençliğin kıymetinin bilinmesini isterdi.”

Sorumluluk Sahibi ve Mücadeleci Bir Gençlik

“Rasûlullah, sadece gençlerin özgüven eksikliklerini gidermekle kalmamış, aynı zamanda çevrenin gençlere karşı güvensizliğini de ortadan kaldırmaya çalışmıştı.”

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba60 61

Page 33: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Dipnot

*Dr. Mustafa KARABACAK1. 30/Rûm, 54.2. Tirmizî, Sıfatü’l-Cennet, 8.3. Ebu Ya’la el-Musılî, Müsnedü Ebû Ya’lâ, Dımaşk, 1404/1984,

XI, 287 hadis no: 6402.4. Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme, 1.5. İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, An-

kara, 2001, s. 304-305.6. 10/Yunus, 83.7. 28/Kasas, 25.8. Buhârî, Nikâh, 3; Tirmizî, Nikâh, 1.9. 6/En’am, 75-79.10. 6/En’am, 74.11. 6/En’am, 80-81.12. Ebû Dâvûd, Kada (Akdiye), 6; Tirmizî, Ahkâm, 513. Buhârî, Meğâzî, 88; Müslim, Fedâilu’s-Sahabe, 55.14. Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme,59; Ahmed b. Hanbel, I, 293.15. İbn Hişâm, es-Siretü’n-Nebebiyye, Mısır, 1375/1955, I,

336.

Rasûlullah, sadece gençlerin özgüven eksik-

liklerini gidermekle kalmamış, aynı zamanda

çevrenin gençlere karşı güvensizliğini de orta-

dan kaldırmaya çalışmıştı. Vaktiyle, azatlı kölesi

Zeyd b. Harise’yi genç yaşta olmasına rağmen

aralarında ileri yaşta sahabilerin de olduğu bir

gruba komutan tayin etmişti. Ama ashabdan ba-

zıları, onun komutanlığı hakkında tereddüt gös-

termişlerdi. Sonraları Allah Rasûlü, dadısı Ümmü

Eymen ile Zeyd’in evliliğinden dünyaya gelen

Üsame’yi Rumlar üzerine gönderilecek bir ordu-

ya komutan tayin etmiş ve yine tereddütler baş

göstermişti. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem, “Siz

şimdi Üsame’nin kumandanlığı hakkında ileri geri

konuşuyorsunuz. Bundan önce babasının kuman-

danlığı hakkında da konuşmuştunuz. Allah’a yemin

ederim ki Zeyd bu göreve nasıl layık ve insanların

bana en sevimlilerinden idiyse hiç şüphesiz Üsame

de babasından sonra bana insanların en sevimlile-

rindendir.”13 buyurarak hem itirazları susturmuş

hem de genç Üsame’yi cesaretlendirmişti.

Müslüman genç Allah’tan başkasının önünde

eğilmez ve Allah’tan başkasından yardım istemez.

İbn Abbâs’tan (r.a.) rivâyete göre, şöyle demiştir;

Bir gün Rasûlullah’ın (s.a.v.) binitinin arkasında

idim. Buyurdu ki: “Ey delikanlı! Sana birkaç kelime

öğreteceğim: Allah’ın emir ve yasaklarına iyi dikkat

ederek yaşa ki Allah da seni gözetip kollasın. Allah’ı

hiç hatırından çıkarma ki onu her an karşında bula-

sın. İsteyeceğinde Allah’tan iste yardım isteyeceğin-

de Allah’tan yardım iste, bilmiş ol ki tüm insanlar

sana bir konuda fayda vermek için bir araya gelse-

ler ancak Allah’ın yazdığı kadarıyla sana faydalı ola-

bilirler. Eğer tüm insanlar sana zarar vermek konu-

sunda birleşip bir araya gelseler ancak Allah’ın sana

yazdığı kadarıyla zarar verebilirler. Kader kalemleri

kalkmış ve yazılan sahifeler kurumuştur.”14

Mekkelilerin baskısından yılan Müslü-

manlar Habeşistan’a sığınmışlardı. Mekkeli-

ler Habeşistan’a bir heyet göndererek Kral

Necaşi’den sığınmacıların sınır dışı edilmesini

istediler. Fakat Kral Mekkelilerin bu talebini

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in amcaoğlu Ca’fer’in (ö.

8/629) şu konuşmasından sonra şiddetle red-

detmiştir. Daha 22 yaşında olan Ca’fer b. Ebû

Tâlib’in Habeş kralının huzurunda Mekkeli Müş-

riklerle Hz. Peygamber (s.a.v.)’in durumunu kar-

şılaştırması bakımından dikkat çekicidir:

“Ey Kral! Biz cahil bir kavimdik. Putlara ta-

par, murdar et yer, çirkin işler yapardık. Akra-

balarla ilişkilerimizi keser, komşuluğun gerek-

lerini yerine getirmezdik: Kuvvetli olanlarımız

zayıflarımızı ezerdi. İşte biz böyle bir ortamda

bulunuyorken Allah bize içimizden soyunu-so-

punu, doğruluğunu, güvenilirliğini ve temizliğini

bildiğimiz bir Peygamber gönderdi. Bu Peygam-

ber bizleri Allah’ı bir tanımaya ve yalnızca O’na

kulluk yapmaya davet etti. Bize atalarımızın

ve bizim Allah’tan başka tapmakta olduğumuz

ilahları bırakmamızı söyledi. Doğru söylemeyi,

emanete hıyânet etmemeyi, akrabalık bağları-

nı gözetmeyi, komşu haklarına riâyet etmeyi,

haramlardan ve kan dökmekten kaçınmayı em-

retti. Bize çirkin işlerin hepsini yasakladı. Bizleri

yalancı şahitlik etmekten, yetimlerin mallarını

yiyip namuslu kadınlara iftira etmekten alıkoy-

du. Allah’a kulluk yapıp hiçbir şeyi O’na ortak

koşmamamızı, namaz kılmamızı, oruç tutma-

mızı ve zekât vermemizi emretti.”15

Allah’ın kendi arşının gölgesinden başka hiç-

bir gölgenin (himayenin) bulunmadığı kıyamet

gününde gölgelendireceği (himaye edeceği)

yedi kişiden biri toplumda saygın ve güzel bir

kadının zina teklifini “Ben Allah’tan korkarım”

diyerek reddeden gençtir.

Genç olmanın belki de en zor taraflarından

birinin, karşı cinse duyulan ilgi ve arzu olduğunu

bilen Peygamberimiz, gençlere dengeli davran-

mayı ve sabırlı olmayı tavsiye ederdi. Abdullah b.

Mesud’un anlattığına göre o, etrafındaki gençlere

şöyle buyurmuştu: “Gençler! Evlenme imkânı bula-

nınız evlensin. Çünkü evlenmek, gözü haramdan çe-

virmek ve iffeti korumak için en iyi yoldur. Evlenme

imkânı bulamayanlar da oruç tutsun. Çünkü oru-

cun, kişi için şehveti kesme özelliği vardır.”8

Sorumluluk Sahibi ve Mücadeleci Olmalı

Kur’an-ı Kerim sorgulayıcı ve mücadeleci

olarak Hz. İbrahim (a.s.) örneğini verir. Kur’an,

İbrahim (a.s.)’in bu özelliğinden şöyle bahset-

mektedir: “Böylece biz, kesin iman edenlerden ol-

ması için İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu

gösteriyorduk. Gecenin karanlığı onu kaplayınca

bir yıldız gördü, ‘Rabb’im budur.’ dedi. Yıldız ba-

tınca, ‘Ben batanları sevmem.’ dedi. Ay’ı doğar-

ken görünce, ‘Rabb’im budur.’ dedi. O da batınca,

‘Rabb’im bana doğru yolu göstermezse elbet-

te yoldan sapan topluluklardan olurum.’ dedi.

Güneş’i doğarken görünce de ‘Rabb’im budur,

zira bu daha büyük.’ dedi. O da batınca, dedi ki:

‘Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz

şeylerden uzağım. Ben Hanîf olarak, yüzümü gök-

leri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben

müşriklerden değilim.”9

İbrahim’in (a.s.) babasıyla ve toplumuyla mü-

cadelesini ise Kur’an şöyle haber vermektedir:

“İbrahim, babası Âzer’e: ‘Birtakım putları tanrılar

mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de

apaçık bir sapıklık içinde görüyorum, demişti.”10

“Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi

ki: ‘Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkın-

da benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O’na

ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak,

Rabb’imin bir şey dilemesi hariç. Rabb’imin ilmi

her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz?

Siz, Allah’ın size haklarında hiçbir hüküm indir-

mediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmaz-

ken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl

korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki gurup-

tan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?”11

Allah Rasûlü’nün hayatına baktığımızda ise

O (s.a.v.) gençleri görevlendirmek için çaba sarf

etmiş ve onları bu konuda cesaretlendirmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ali’yi (r.a.) genç yaşta

Yemen’e kadı olarak görevlendirmek istediğinde

“Ey Allah’ın Rasûlü! Sen beni gönderiyorsun ama

ben daha çok küçüğüm ve nasıl hüküm verece-

ğimi bilmiyorum.” dedi. Bunun üzerine Hz. Pey-

gamber (s.a.v.) onun tereddütlü halini görünce

kendisine şu sözlerle destek olmuş ve tavsiyede

bulunmuştur: “Allah senin kalbini (doğru hüküm

verebilme yoluna) eriştirecek, dilini (doğru hüküm

vermede) sabit kılacak. Binaenaleyh (mahkeme

olmak üzere) huzuruna iki hasım geldiği zaman,

birincisini dinlediğin gibi diğerini de dinleyinceye

kadar hüküm verme. Bu (vereceğin) hükmün ay-

dınlığa kavuşması için daha uygundur.”12

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba62 63

Page 34: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

EDEBİYAT Ömer Faruk YİĞİTEROL

“Âşık, sevgiliyi gördüğü an uzunca bir seyre dalar. Dünyevî duygulardan uzak bir şekilde, hayran gözlerle sevgiliyi temaşa eder durur. Bu temaşa sırasında, sevgilinin de bakışlarını âşığın olduğu tarafa doğru yöneltmesi, âşık için bir hayli uzun ve meşakkatli bir yolculuğun habercisidir.”

Divan şiirinde aşk, âşığın gözüyle bizle-re sunulmaktadır. Çoğu zaman bu aşk hikâyesinde, yalnızca sevgili ve âşık görül-

mektedir. Kimi zaman da bu ikiliye, âşığın rakibi ve düşmanı kisvesiyle farklı unsurlar eşlik etmek-tedir.

Gazellerde, bu kısa aşk hikâyeleri anlatılırken genellikle âşıklar konuşur. Çünkü bilinir ki “Âşık su-sunca, ârif konuşunca ölür.” Sevgilinin konuştuğu-na ise pek rastlanmaz, rastlansa da “Şöyle şöyle demiş.” denilir. Aksi takdirde sevgilinin âşıkla diya-loga girmesi ya da âşığın, sevgilinin söylediklerini duyması, sevgilinin âşığa ilgi gösterdiği manası-nı taşıyacaktır. Ve şiirin mana olarak geleneksel formdan uzaklaşmasına neden olacaktır.

Sevgilinin âşıkla konuşmamasının sebebi, sev-gilinin âşığın varlığından haberinin dahi olmama-sından kaynaklanmaktadır. Sadece bu durum bile divan şiirinde sevgilinin sanem, kâfir gibi hitaplar-la anılmasına sebep olmuştur, denilebilir. Ahmed Paşa’nın “olmamış” redifli gazelinden seçtiğimiz aşağıdaki iki beyitte, sevgilinin âşıktan bîhaber olmasından ve sevgilinin kâfirliği bırakamamasın-dan bahsedilmiştir.

Bir dil mi kalmışdur bu tîr-i gamzeden kan olmamış

Bir cân mı vardur ol kemân-ebrûya kurbân olmamış

(Sevgilinin yan bakışının attığı oktan kan olma-mış bir gönül mü kalmıştır? O keman kaşlı sevgili-ye kurban olmamış bir can mı vardır?)

Beyitte dikkat çeken ilk unsur, birinci ve ikin-ci mısradaki sorulardır. İstifham, yani soru sor-ma sanatı ve bilip de bilmezlikten gelme sanatı –tecahül-i arif- birlikte kullanılmıştır. Şair, elbette sevgilinin gamzesiyle âşıkların gönlünün kan oldu-ğunu ve bütün âşıkların sevgili için canını kurban ettiğini bilmektedir. Buradaki amaç, şiire söyleyiş güzelliği katmaktır.

Birinci mısrada, sevgilinin gönülleri kana bu-layan süzgün yan bakışından bahsedilmektedir. Bu yan bakış, aşkın başlama evresidir. Sabahın ilk ışıkları gibidir… Sevgili, âşıktan bîhaberdir. Bırakın ona doğru bakmayı, âşığın varlığından dahi haberi

yoktur. Yalnız âşık için durum, hiç de öyle değildir.

Âşık, sevgiliyi gördüğü an uzunca bir seyre dalar.

Dünyevî duygulardan uzak bir şekilde, hayran

gözlerle sevgiliyi temaşa eder durur. Bu temaşa

sırasında, sevgilinin de bakışlarını âşığın olduğu

tarafa doğru yöneltmesi, âşık için bir hayli uzun

ve meşakkatli bir yolculuğun habercisidir. Hâlbuki

sevgili, âşığı görmemiştir bile. Sadece başını çe-

virmiştir. Saniyenin belki de binde biri uzunluğun-

daki o an, âşığın gözünde hüsnü zannın ötesinde;

sevgiliyle karşılıklı bir temaşa hâlini alıvermiştir.

İkinci mısrada, sevgilinin en etkili silahlarından

biri olan kaşları mevzu bahis edilmiştir. Birinci

mısradaki yan bakış okları gitmiş, yerini kemân-

ebrû almıştır. Keman kaşlar, divan şiirinde sıklık-

la kullanılan sevgilinin güzellik unsurlarındandır.

Şekli ve yüzdeki konumu itibarıyla birçok teşbihe

olanak sağlar. Kaş, âdeta bir fitneci dükkânıdır. Bu

dükkânda göz, kirpik ve gamze bulunmaktadır.

Göz, kirpik ve gamze, kaşın fitne ortaklarıdır. Kaş,

her üçüyle birlikte hareket eder ve âşığı alaşağı

eder. Kaş, yay gibi iyice gerilir ve kirpik oklarını

bir bir âşığın gönlüne saplar. Kaş, sadece ok atan

yaya değil, aynı zamanda şekli itibarıyla hançere

de benzetilir.

Sevgilinin kaşlarını çatıp âşığa sitem etmesi,

bu hançerin sivriliği ve keskinliğini artırmakta ve

âşığın canını daha çok yakmaktadır. Kaşın başka

bir teşbihi de hilale benzemesidir. Hilal, Kurban

Bayramı’nın habercisidir. O görülmeden bayram

başlamaz ve kurban kesilmez. Beyitte keman kaş-

lar, bayramın habercisidir. Artık bayram başlamış

demektir. Bu da demek oluyor ki bir kurbana ihti-

yaç vardır. Kurban da hiç kuşkusuz âşıktır.

“Keman kaşlar, divan şiirinde sıklıkla kullanılan sevgilinin güzellik unsurlarındandır. Şekli ve yüzdeki konumu itibarıyla birçok teşbihe olanak sağlar.”Aşk ve

Sevgili

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba64 65

Page 35: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Osmanlı Devleti’nde şair padişahlar gelene-

ğinin önemli bir halkası da “Bahtî” mahlasıyla

şiirler yazan Sultan I. Ahmed’tir. Ama onu hem

şahsiyeti hem de şairliği açısından özel kılan

yanı ise aynı zamanda bir Hüdâyî muhibbi/der-

vişi olmasıdır. Çünkü bu durum, onun şiir tarzını

anlamada ve anlatmada önemli bir özelliktir.

Ama önce kısa özgeçmişine bakalım. Zira bu

durum söz konusu olan ismin hem sultanlığını

hem de şairliğini anlama açısından da önem arz

etmektedir.

Sultan I. Ahmed (1603-1617), çok erken

denilebilecek bir yaşta henüz 14 yaşında iken

padişah oldu. İlginç bir tevafuk ki saltanat sü-

resi de bu kadar devam etti. Ama bu 14 yıl için-

de yaptıkları ve geride bıraktığı şiirleri, onun

Osmanlı’nın büyük sultanları arasına girmesini

sağladı. Siyasî başarıları da mevcuttu ama sa-

nat anlamında onun başarı hikâyesinin ilk mü-

şahhas hadisesi; adıyla anılan camiinin banisi

olmasıdır. Bugün İstanbul camileri denildiğinde

akla ilk gelecek birkaç camiden biri olan Sul-

tanahmed Camii, muhteşem bir külliye olarak

Osmanlı mimarisinin en muhteşem eserlerinin

başında gelmektedir.

Hüdâyî Yolunda Şiir Söylemek

Sultan I. Ahmed’le Aziz Mahmut Hüdâyî is-

mini birlikte düşünmemizi gerektiren mesele

de işte tam da bu caminin açılışı esnasında ya-

şanır. Zira açılışta hutbeyi Aziz Mahmut Hüdâyî

okur. Bu şu anlama gelmektedir: Derviş Sultan I.

Ahmed, maneviyat sultanı olarak gördüğü Aziz

Mahmut Hüdâyî’ye hutbe okutarak hem ona

saygısını hem de nasıl bir zatın çevresinde/ya-

nında olduğunu ahaliye gösteriyordu. Bu durum

şüphesiz Aziz Mahmut Hüdâyî’nin halk nezdinde

var olan itibarını daha da artırmak gibi bir neti-

ce de doğuruyordu. Tabi ki bu bir gösteriş me-

selesi değil, kendinin konumlandığı yeri ortaya

koymak meselesiydi.

Bir sultanın bir maneviyat sultanı ile birlikte-

liğinde şiir anlamında da etkili olacaktı elbette.

Zira Aziz Mahmut Hüdâyî de şiirler söylemek-

teydi. Üstelik bu şiirler Türkçe bir söyleyişe sa-

hipti. Sultan, aldığı iyi eğitim sayesinde devrin

itibarlı dilleri olan Arapça ve Farsçaya vakıf ol-

masına rağmen şeyhinin şiir tarzında yazmayı

da kendine şiar edinmişti. Sultan I. Ahmed me-

sela bir Fatih, Kanûnî ayarında şair değildi ama

bu yalın Türkçe söyleme tarzı, imparatorluk şi-

irinin genel vasıfları düşünüldüğünde farklı bir

önem taşımaktaydı. Bu yolla tasavvufî şiir gele-

neği bir ivme kazanıyor, hem Hüdâyî’nin hem de

dervişi sultanın tasavvuf neşveli şiirleri daha bir

yüksek alakaya mazhar oluyordu. Yine bu tarz

şiirlerin besteye elverişli olması bunların daha

geniş kitlelere ulaşmasını da sağlamaktaydı.

Bir Naat Örneği

Sultan I. Ahmed bu tarzda bazen de Divan

geleneğine uygun olarak yazdığı şiirlerle bir

divan oluşturacak şiir toplamına ulaştı. Bunlar-

dan bazıları epeyce bir hüsn-ü kabul görerek

günümüzde dahi değerini koruyan şiirler haline

geldi. Mesela bunlardan biri Hazret-i Peygam-

ber (s.a.v.)’in ayak izini içeren bir kutsal emanet

karşısında söylediği:

N’ola tâcım gibi başımda götürsem daim

Kademi nakşını o hazret-i şâh-ı rusulün

Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir

Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün

şeklindeki şiiridir. Şair burada “O peygamberler

EDEBİYAT Mustafa ÖZÇELİK

Bir Derviş Şair Sultan:

Sultan I. Ahmed

“Sultan I. Ahmed mesela bir Fatih, Kanûnî ayarında şair değildi ama bu yalın Türkçe söyleme tarzı, imparatorluk şiirinin genel vasıfları düşünüldüğünde farklı bir önem taşımaktaydı.”

“İlâhî senden özge mesnedim yokRızâdan özge yâ Rab hâcetim yok.”

Sultan I. Ahmed

Foto: Cemil ŞAHİN

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba66 67

Page 36: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

sultanının ayağının nakşını, tacım gibi daima

başımda taşısam ne olur? Zira bu ayağın sahi-

bi, peygamberlik bahçesinin gülüdür. Ey Ahmed

durma o gülün ayağına yüzünü sür.” diyerek Hz.

Peygamber (s.a.v.)’e duyduğu derin muhabbet

ve hürmeti ortaya koyar. Yine onun dünya sul-

tanlığını değil mana sultanlığını istediğini anla-

tan şu murabbasının şu bendi de önem taşır:

Bana zâhirde ettin bunca ihsân

Müyesser eyledin mülk-i Süleymân

Olupdur aşkın ile pür, dil ü cân

Beni kıl âlem-i ma’nâda sultân.

Saltanat sahibi bir sultanın “Ey Allah’ım,

bana görünüşte, maddî âlemde birçok dünyalık

ihsanda bulundun, bana Süleyman mülkünü ba-

ğışladın. Fakat benim için bunlar önemli değil.

Benim gönlümde senin aşkın var. Senin rızanı

kazanma arzusu var. Ben maddî ve fânî âlemin

sultanlığını istemiyorum; ben senden mane-

viyat âleminin sultanlığını talep ediyorum.”

demesi onun zihniyet dünyasını ortaya koyan

önemli bir örnektir.

En Meşhur Şiiri

Sultan I. Ahmed’in kaleme aldığı en meşhur

ve en güzel şiiri ise “Dil hânesi pür-nûr olur” mıs-

raıyla başlayan şiiridir. Sultan Ahmed, bu şiirini,

maneviyat hocası Aziz Mahmut Hüdâyî’nin bir

münacatına nazire olarak kaleme almıştır. Do-

layısıyla bu manzume de bir münacattır. Şiirin

Neyzen Osman tarafından Hicaz makamında

yapılan bestesi halk tarafından da çok beğe-

nilmiş ve hafızadan hafızaya aktarılarak günü-

müze kadar ulaşmıştır. Bu manzumeyi önemli

kılan bir husus da, onun bir nasihat ve hikmet

şiiri olmasıdır. Muhtevanın didaktikliği çoğu za-

man şiirdeki lirizmin yok olmasına sebep olur

ama burada lirizmle didaktizm çok başarılı bir

şekilde mezcedilmiş, böylece hem söyleyiş hem

de mana değeri yüksek bir şiir ortaya çıkmış-

tır. Şiir, Yunus Emre ile başlayan gönül şiirleri

geleneğinin bir örneği olarak da okunabilecek

sadelikte ve güzelliktedir. Hele şairin Türkçeyi

kullanma becerisi her türlü takdirin üzerinde-

dir. Böyle olması da doğaldır. Zira örnek aldığı

Hüdâyî’nin şiiri de Yunus geleneğinin özellikleri-

ni taşımaktadır. Şiir şöyle başlar:

Dil hânesi pür-nûr olur

Envâr-ı zikrullah ile

İklîm-i ten ma’mûr olur

Mi’mâr-ı zikrullâh ile.

“Gönül hanesi Allah’ı anmakla nurla dolar.

Ten (beden) ülkesi zikirle mamur hale gelir.” An-

lamına gelen bu dörtlük referans olarak elbet-

te “Kuşkusuz, kalpler Allah’ı zikretmekle tatmin

olur.” (13/Ra’d, 28) ayetini esas almaktadır. Şiirin

diğer bölümleri de yine zikrin doğuracağı müs-

pet neticeleri dile getirir.

Her müşkil iş âsân olur

Derd-i dile dermân olur

Cânın içinde cân olur

Esrâr-ı zikrullâh ile.

Şiir “zikrullah”ı bütün mana ve boyutlarıyla

okuyucuya telkin ve tebliğ eder. Hem zikrin fay-

dalarından söz eder hem de bu faydalardan is-

tifade etmiş biri olarak zikir davetinde bulunur.

Bunun müşahhas halini ise zikir meclislerinin

tasvirini yaparak göstermek ister.

Bahtî sana ikrâr eder

Tevhîdini tekrâr eder

İhlâsını iş’âr eder

Eş’âr-ı zikrullâh ile.

şeklinde yer alan son dörtlükte ise şair, Allah’a

şöyle seslenir: “Ey Allah’ım, Bahtî bütün bu dü-

şüncelerini sana söyler. Zikir olarak tevhidini

(lâ-ilâhe illallâh) tekrar eder. İşte bu zikir şiir-

leriyle ihlâsını ve samimiyetini sana sunmak

ister.”

Neden “Bahtî” Mahlasını Aldı?

Örnek olarak verdiğimiz şiirde de şair

“Bahtî” mahlasını kullanır. Aslında bunun da

bir hikâyesi, gerekçesi vardır. Bu kelime “bah-

tı, tâlihi açık” anlamına gelmektedir. Ayrıca bu

ismin harflerinin ebced hesabıyla toplamı, padi-

şahın tahta geçiş senesine karşılık gelmektedir.

Fakat asıl anlamlı hikâye ise hizmetinde bulu-

nan Yusuf Ağa’nın anlattığı şu anekdottur:

“Padişah abdest alırken, suyu ben dökerdim.

Sultan, en soğuk kış günlerinde bile soğuk su ile

abdest almak isterdi. Bir gün suyu dökeceğim

sırada Padişah, ‘Ayaklarım hamal ayağı gibi çok

büyük değil mi?’ diyerek latife yaptı. Ben de

bunun üzerine: ‘Padişah’ım! Meşhur meseldir,

ayağı büyük olanın bahtı açık olurmuş…’ de-

yince Padişah: ‘Belî, bilirüm. Bahtî mahlasını ol

sebepten aldım.” diyerek gülerek karşılık verdi.”

İşte mahlasını böyle bir hadiseden alan

Sultan I. Ahmed, Divan sahibi bir sultan ola-

rak edebiyat tarihine de geçmiştir. Divanında

5 münâcât, 1 naat, 1 terci-i bend, 17 gazel, 36

kıta, 3 şarkı, 4 beyit, 2 tarih manzumesi, 9 küçük

manzume bulunmaktadır.

Sözü onun ilim ve irfan öğrenmeyi, hüner sa-

hibi olmayı öğütleyen şu gazeliyle bitirelim:

Gel kemal-i marifet öğren dilersen izz ü baht

Muteber olur ne denlü meyvedar olsa dıraht,

Kim ki tahsil itmedi dünyada ilm ü marifet

Şol hünersiz esbe benzer kim urulmaz zeyn ü rant,

Âlim ol kim âlemün ahvali malûmun ola

Olmayınca kuvvet-i bâzû çekilmez kavs-i saht,

Padişah oldur kim tacın ilm ile tahtın kemâl

Şeh değildür itmeyen ilm ü kemali tac u taht

Tac u tahta lâyık a’mal ola kârın her zaman

Bahtiyâ çün kim nasîb oldu sana bu izz ü baht.

Şair diyor ki; “Kıymet ve baht sahibi olmak

istersen, gel, ilim ve irfan öğren. Ağacın meyve-

si ne kadar çoksa, değeri o kadar artar. Dünya-

da kim ilim ve irfan tahsil etmediyse o hünersiz

bir ata benzer ki ona eyer vurulmaz. Âlim ona

derler ki âlemin hallerini bile, kolda kuvvet ol-

mayınca katı yay çekilemez. Padişah ancak tacı

ilim, tahtı olgunluk olana derler. İlmi tac, olgun-

luğu taht eylemeyen, padişah değildir. Mademki

sana bahtın saltanat nasib etti, Ey Bahtî, öyley-

se her işini bu taht ve taca lâyık şekilde yani ilim

ve irfanla yap.”

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba68 69

Page 37: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

EDEBİYAT Vedat Ali TOK

(İlim sana Hak’tan haber vermiyorsa ona

ömrünü harcama, dönüp bakma bile.)

Hz. Muhammed (s.a.v.)’in dualarından biri

şöyledir: “Allah’ım, faydasız ilimden Sana sığını-

rım.”

Beşikten mezara kadar ilim öğrenmek ka-

dın-erkek her insan için bir görevdir. En azın-

dan ilmihâl dediğimiz şeyin öğrenilmesi gereki-

yor. İlmihâl her ne kadar sadece dinî bir terim

gibi bilinse de aslında bu kelime, insanın içinde

bulunduğu hâle, duruma göre, yaşın, yaşadığı

zamanın gereğine göre, lüzumlu olan şeylerin

icap ettirdiği bilgiyi öğrenmek demektir. Hz. Ali

(r.a.)’nin: “Çocuklarınızı çağına göre yetiştirin.”

tavsiyesinin hikmeti de bu olmalı.

İlim sonsuz bir okyanustur. İnsan ne kadar

okursa okusun, bildiği şey de okyanusta sadece

bir damladan ibaret kalacaktır. Bu hususla ilgili

olarak “Bilmediklerimi ayağımın altına alsay-

dım, başım göğe değerdi.” diyor İmam-ı Azam.

İnsan ömrü sınırlıdır. Bu yüzden her şeyi

öğrenemez, öğrenmek zorunda da değildir.

Modern eğitim sistemindeki branşlaşmaya ih-

tiyaç duyulması da bu sebepledir. Bir memle-

kette bütün ilim dallarında yeterli eleman varsa

ilmihâle uygun bir sistem oturmuş demektir.

İhtiyaç olmasına rağmen herhangi bir dalda

yetişmiş insan yoksa orada mutlaka bir eksiklik

vardır ve bu eksikliğin getireceği olumsuzluk-

lardan o memleketteki bütün insanlar maddî-

manevî bakımlardan sorumludur. Mesela bir

şehirde yüzlerce, mühendis, öğretmen, tıp dok-

toru… olsa fakat bir tane bile veteriner yetişme-

miş olsa o şehir ilmihâle uygunluk bakımından

zayıf not almış demektir. Yani ihtiyaç duyulan

ilim dalları ne ise ona göre, dengeli bir şekilde,

insan yetiştirmek çok önemli bir meseledir.

İnsan, yaratılışı icabı başıboş bırakılmamış,

ona büyük görevler ve sorumluluklar da yüklen-

miştir. Bunlardan biri de insan olmanın gereğini

yerine getirme görevidir. İnsan olmanın gere-

ğini birkaç cümle ile sınırlandırmak mümkün

değildir fakat -eksik kalacağını bilerek- insan ve

ilim bazında birkaç şey söyleyebiliriz. Mesela in-

san, ilmiyle amel etmeli, yani öğrendiği şeyi ha-

yatına, çevresine tatbik etmek suretiyle örnek

bir insan olmalı. Kendini yetiştiren devletine,

“İlm kim vermez sana Hak’dan haberZâyi etme ömrünü kılma nazar”

Kâşifî

Faydasız İlimeVerme Ömrünü!

“İnsan, yaratılışı icabı başıboş bırakılmamış, ona büyük görevler ve sorumluluklar da yüklenmiştir. Bunlardan biri de insan olmanın gereğini yerine getirme görevidir.”

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba70 71

Page 38: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

milletine hizmet etmeyi gaye edinmeli. İçinden

çıktığı topluma, bir makama geldikten, makam

sahibi olduktan sonra, tepeden bakmamalı. Her

şeyden önce de tahsil ettiği ilim pratikte bir işe

yaramalı. Öğrenilen bilgi Hakk’a ve halka hizmet

etmeli. Kaynağı ve dönüşü İlâhî merkezli olmalı.

Yûnus Emre, ilim öğrenmekten maksadı in-

sanın kendisini bilme hikmetine dayandırıyor ki

bu, göz ardı edilmemesi gereken bir durumdur;

çünkü bir bakıma her şey insanın kendini bilme-

sinde düğümleniyor ve çözülüyor. Kendini bilen

Rabb’ini biliyor. Rabb’ini bilen ise sadece iyilik

etmenin mücadelesi ile ömrünü tamamlıyor.

İnsana kendini bildirecek ilim için sürekli bir

teşvik içinde bulunan hikmetli şiirlerin şairi Nâbî

şöyle diyor bir beytinde:

Etme âr oku öğren ehlinden

Her şeyin ilmi güzel cehlinden

Okumanın, öğrenmenin yaşı başı olmadığını,

bu yüzden ilmi bilen kişilerden sormanın, Öğ-

renmenin gerektiğini söyleyen Nâbî her ne olur-

sa olsun bilmenin, cehaletten mutlaka üstün bir

meziyet oluşuna dikkat çekiyor.

Necip Fazıl Kısakürek de sanatı Allah’ı arama

işi olarak tarif ediyor bir beytinde:

Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;

Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış...

Sonu nereye varırsa varsın hayırsız, zararlı

bir bilgiyi öğrenme, keşfetme, uygulama çılgın-

lığı insanlık için çok kötü sonuçlar doğurabil-

mektedir. Bilindiği gibi atomun keşfi büyük bir

buluş olmakla birlikte bundan faydalanılarak

yapılan atom bombası hâlen günahsız insanla-

rın helâkine yol açabilecek zararlı bir silah du-

rumundadır. Çağımızdaki binlerce TV kanalı ve

zararlı internet siteleri için de güzel şeyler söy-

lemek mümkün görünmüyor.

İlmin mutlaka bir faydası, bir güzelliği olması

gerekir. Şairimiz Kâşifî diyor ki: “Tahsil ettiğin

ilim sana Allah’tan, haktan, hakikatten bir şey-

ler öğretmiyorsa, o ilmi bırak, öyle bilginin yü-

züne bile bakma.”

Ömürler geçerken fark edilmeden,İç içe saklanır sevinç ve keder,Fırsatlar gelir gider bilmeden,Halden hale koyar insanı kader.

Zamanla bakarsın söner arzular,Sevgiler o eski sevgiler değil.Bölünür bin türlü dertle uykular,Belirir duvarda binlerce şekil.

Duygular değişir mantığa inat,Yaşanmış anılar sisler ardında.Sırlara aşina yaşlı kâinat,Manalar gizlenir sesler ardında.

Avutmaz insanı kalabalıklar,Yalnızlık gülümser gelir de bir anBozulur gün olur başta sağlıklar,Dost gözüyle bakar ölüme insan

Bir ezeli göçtür sürer muttasıl,Kimse bilmez sıra kimin, yol kimin.Karışınca ten toprağa velhasıl,Belli olmaz ayak kimin, kol kimin.

Durmaz avcunda akar su ömür,Varlığın et, kemik, birkaç damla kan,Bir mermi hızıyla geçer bu ömür,Ey hırsına esir zavallı insan.

İbrahim SAĞIR

Ey İnsan

“İnsan, ilmiyle amel etmeli, yani öğrendiği şeyi hayatına, çevresine tatbik etmek suretiyle örnek bir insan olmalı. Kendini yetiştiren devletine, milletine hizmet etmeyi gaye edinmeli.”

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba72 73

Page 39: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

dur. Bu da çocukların eğitimlerini zorlaştıracak-

tır. Onun için yeni nesillerin eğitiminde öncelikli

olarak zamanın, sonra da çocuklar ve gençlerin

dilinin öğrenilmesi gerekir.”

136 sayfa olup beş bölümden oluşan kitap,

teknolojinin getirdiği yenilikler ile anne babala-

rın çocuk eğitiminde karşılaştıkları sorunlar ve

çözüm yolları dikkate alınarak yazılmış:

Birinci bölümde, çağımızın hastalığı ve ço-

cukların baş tacı ettiği cep telefonu kullanımı-

nın faydaları ve zararları ele alınmış.

İkinci bölümde, telefon bağımlılığına bağlı

olarak “nomofobi” hakkında bilgiler çözüm yol-

ları ile birlikte sunulmuş.

Üçüncü bölümde, teknolojinin efendisi nasıl

telefon ise günümüzde evlerin efendisi olan ço-

cukların eğitimleri üzerinde durulmuş.

Dördüncü bölümde, çocukların anne babala-

rıyla geçirdikleri nitelikli zaman diliminin azal-

ması neticesinde bunun da çocuklar üzerinde

bıraktığı olumsuz etkisinin doğurduğu sonuçlar

ve çözüm yolları üzerinde durulmuş.

Son bölüm olan beşinci bölümde ise aile bi-

reylerinin teknolojik ihtiyaçları artınca babalar

daha fazla para kazanmak isteğine bağlı olarak

çocuk eğitiminde babaların pasif, annelerin bu

konuda tek kalması onların sonuçta sinir küpü

olmalarına neden olmuştur. Kitapta sinir küpü

olmuş annelerin sıkıntıları dile getirilirken onlar

tarafından yapıl(a)mayanlar ve çözüm yolları

anlaşılır sade bir dille ve örneklerle anlatılmış.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: “Sinirli

Anne Babaların Akıllı Telefonla İmtihanı” adlı

çalışma anne babalara, çocuklara ve gençlere

okumaları tavsiye edilebilecek bir kitaptır.

Ensar Neşriyat

Tel 0212 491 1903 - 04

KİTAPLIK

Kalbin SimyasıHamza YusufÇev: Abdurrahman AçıkgözTimaş YayınlarıTel: 0212 511 24 24

Eğitimci-Yazar M. Emin

Karabacak ve İlahiyatçı-Yazar

Mustafa Karabacak’ın birlik-

te hazırladıkları ‘Sinirli Anne

Babaların Akıllı Telefonla İm-

tihanı’ kitabı okurlarla buluş-

tu. Ensar Neşriyat’tan çıkan

kitapta, günümüz insanları-

nın vazgeçilmezi olarak gör-

dükleri akıllı telefonların aile

hayatına etkileri sade bir dil

ve güncel örneklerle anlatıl-

mış.

Akıllı telefonların fayda

ve zararlarından daha çok, iletişim çağında aile

içi iletişimsizlik konularının ele alındığı eserde

bunun sebep olduğu sıkıntılar ve çözüm yolları

sunulmuş. Kitapta ayrıca, anne babaların, ço-

cuklarının ders başarısının önünde en büyük

engel olarak gördükleri telefon ve tabletlerle

mücadelede nasıl baş edebileceklerinin metot-

ları üzerinde de durulmuş. Çocukların davranış

eğitimleri istenen seviyede olmaması, çalışan

anne babaların çocuklarla nitelikli zaman geçi-

rememeleri, çocuk eğitimi-

nin sadece annelerin üzerine

kalması gibi konular sade,

akıcı ve anlaşılır örneklerle

ele alınmış.

Kitapta yazarlar sıkıntının

kaynağı olarak anne babalar

ile çocukların farklı dili kul-

lanmalarına dikkat çekerek

şunları dile getirmektedirler:

“Günümüz çocukları ve genç-

leriyle iyi iletişim kurabilmek

için, yaşadığımız zamanı ve

çocukların dünyasını iyi oku-

mak gerekir. Eskiden çocuklar ve gençler sade-

ce yalın ilgi ve bilgi isterlerdi. Günümüz çocuk-

ları ve gençleri teknolojinin diliyle ilgi ve bilgi

istemektedir. Yani her çocuk, her genç içinde

yaşadığı zamanın bir ürünüdür.”

Her nesil, içinde yaşadığı zamanın özelliğine

göre kendi dilini kullanmaktadır. Çocukların ve

gençlerin kullandığı bu dil, iletişimde yakalan-

madığı sürece o nesille iletişim kurulması zor-

KİTAP Yusuf HALICI

Sinirli Anne Babaların Akıllı Telefonla İmtihanı

Futûhu’l-GaybAbdülkadir GeylanîÇev: M. Bilal YamakSufi KitapTel: 0212 511 24 24

Rumeli’ye Son VedaYılmaz AltınsoyNesil YayınlarıTel: 0 212 551 32 25

Mantıku’t-TayrFeridüddin AttarKaknüs YayınlarıTel: 0 216 492 59 74

Yaşayan KütüphanelerErol YılmazProfil YayınlarıTel: 0 216 365 70 91

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba74 75

Page 40: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

“Allah, onlardan razıdır, onlar da Allah’tan ra-zıdır.”1

“Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği yayar, kötülüğü önlemeye çalışırsınız; çünkü Allah’a ina-nırsınız.”2

Değerli dostlar! Sizlere burada Ümmet-i Muhammed olmak adına hamasi ifadelerden bahsetmek istemiyorum. Ümmet-i Muhammed

olma bilincinden nasıl uzaklaştık, nasıl bu bilinci varlığımızda, salih zürriyetlerimizde diriltebiliriz bunun örneklerini aktarmak istiyorum ki, nefislerimizde bu vakaları murakabe edelim, kendimizi tartalım. Unutmayalım ki, “Kendini bilen, Rabb’ini bilir.” Rabb’ini de hakkıyla bilen, ümmet olma şuuru ile selsebil olur.

Ben Kudüs’üm! Ben Gazze’yim!

Ben Filistin’im! Ben Bosna’yım!

Ben Musul’um!

Ben Ümmet-i Muhammed’im!

Ümmet-i Muhammed bu dünyada yılmayacak, Livaü’l-Hamd bayrağı düşmeyecek. Gönüllere sabır, şükür, aşk duaları işlenecektir. Rabb’imiz Efendimiz (s.a.v.)’e ümmetinin günümüzde yaşayacağı keder-li hâlleri gösterdiği için Efendi-miz (s.a.v.) çok gözyaşı döker ve ümmeti için sürekli dua ederdi. Hepimiz O (s.a.v.)’nun mübarek avucunun içindeki tek ümmet-i Muhammed’iz, şükürler olsun.

Yüreğinde daimî Ümmet-i Muhammed’i yaşayan dirile-re selam olsun….

Mübarek ayaklarına ba-şımızın feda olacağı pey-gamberlerin, büyüklerimizin ümmet-i Muhammed için olan aşklarına gelin bakalım:

Hz. Ebu Bekir (r.a.): “Cehennemde vücudum büyüsün ta ehli imana yer kalmasın.”3 Hakika-tinin müjdesini; Rasûlullah (s.a.v.): “Ümmetimin fertleri arasında ümmetime karşı en çok merha-metli olan kimse Ebu Bekir’dir.”4 buyruğu ile gö-rüyoruz ve ümmet-i Muhammed’in de bu bilinç-te olmasını Rabb’imize niyaz ediyoruz.

Bâyezîd Bistamî Hazretleri’ne “Ey Sultanü’l-Arifin Bâyezîd! Bu marifeti ve Allah’ı tanıma devletini nasıl bir hasletle elde edebildin?” diye sordular. O da “Yüce Allah beni birçok hasletle süsledi. Onlardan biri budur ki yaratılmışın ta-mamını kendimden üstün gördüm, kendimi de aşağıda. Benim dileğim daima bir gönle mut-luluk ulaştırmaktır. Yüce Allah’ın halka rahmet etmesini kendime rahmet etmesinden çok daha fazla dilememdir. Kıyamet günü bana şefaat makamı bağışlanırsa ilk önce düşmanlara, son-ra dostlara şefaat etmemdir.”5 cevabını verdi.

Ümmet olma bilinci ancak bu tür güzel hasletlerden geçer can… Çünkü bu ümmet öyle ahlâkî hikmetlere sahiptir ki, Hz. İsa (a.s.), Hz.

DİN VE TOPLUM Hilal OTYAKMAZ

“Ümmet-i Muhammed bu dünyada yılmayacak, Livaü’l-Hamd bayrağı düşmeyecek. Gönüllere sabır, şükür, aşk duaları işlenecektir.”

Ümmet-i

MuhammedBilinci

“Bu ümmet öyle ahlâkî hikmetlere sahiptir ki, Hz. İsa (a.s.), Hz. Musa (a.s.) onlarla birlikte haşrolunmak için dua eder.”

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba76 77

Page 41: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Musa (a.s.) onlarla birlikte haşrolunmak için dua eder. Hz. İsa (a.s.) kutlu göğe yükseltilmiştir ki, ahir zamanda en hayırlı ümmet-i Muhammed ile yeryüzünde birleşsin.

Hz. Musa (a.s.), Tevrat’ı eline aldığı vakit onun baş tarafında kalemin Levh’e ilk yazdığı yazıyı gördü ve dedi ki: “Ya Rab, ümmetlerin hayırlısı-nı bildim. Onlarda vaz u nasihat ile emr-i maruf ve nehy-i münker (iyiliği emreder ve kötülükten nehyeder) vaizleri vardır. Bütün kitaplara inanır ve Deccal’i onlar öldürürler. O halde bunları be-nim ümmetim eyle!” dedi. Allahu Teâlâ: “Onlar ahir zaman peygamberi Muhammed’in ümme-tidir.” buyurdu. Yine Hz. Musa (a.s.): “Ya Rab, öyle bir kavim görüyorum ki yaptıkları iyiliklere bire on, yedi yüz ve kat kat daha çok mükâfatlar verirken, yaptıkları kötülüklere yalnız karşılığı ile ceza veriyorsun. Onlar kitaplarını ezberler-ler. Namazda melekler gibi saf bağlarlar. Mes-citlerde arı gibi vızıldaşır, okur ve Seni tesbih ederler. Onlar cehenneme girmezler. Onları benim ümmetim eyle!” dedi. Allahu Teâlâ: “On-lar da ahir zaman peygamberinin ümmetidir-ler.” buyurdu. Hz. Musa (a.s.), Hz. Muhammed (s.a.v.) ve onun ümmetine verilen bu üstünlük-lere hayranlığından: “Hiç olmazsa beni de ona ümmet eyle!” dedi. Allahu Teâlâ: “Ya Musa, seni

aziz kıldım, seni peygamber yaptım, seninle ko-nuştum, sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol. Tevrat’ı kendi kudret elimle yazdım. Bütün öğütleri açıklayarak sana verdim. Kavmine söy-le, salihlerden olsunlar. Benim yardımımla onlar hidayet bulmuşlardır.” buyurdu. Hz. Musa (a.s.), bunları dinleyince rahatladı, gönlü hoş oldu ve sonra da: “Ya Rab, bu peygamberi görmek is-terim.” dedi. Allahu Teâlâ: “Sen onun zamanına kadar yaşayamazsın. İstersen ümmetinin sesle-rini sana duyurayım.” buyurdu ve Hz. Musa’nın isteği üzerine Allahu Teâlâ: “Ey Muhammed üm-meti!” diye seslenince onlar:

“Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, lebbeyk la şerike leke lebbeyk, innelhamde venni’mete lekevelmülk la şerike lek.” dediler. Allahu Teâlâ: “Ey Muhammed ümmeti, Benim rahmetim gaza-bımı geçmiştir. Siz Benden istemeden, Ben size verir ve günahlarınızı bağışlarım.” buyurdu. 6

Ey ümmet-i Muhammed’in bilincine varmak isteyen, diril!

Efendiler Efendisi bir gece sabaha kadar, Hazreti İbrahim’in duası olan, “Ya Rabbi! Doğ-rusu onlar (putlar) insanların çoğunu saptırdı-lar. Artık bundan sonra kim bana tâbi olursa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, o da Senin

merhametine kalmıştır, şüphesiz Sen Gafûr’sun, Rahîmsin.”7 mealindeki ayet ile Hazreti İsa’nın duası olan, “Ya Rabbi! Eğer onları cezalandırırsan, şüphe yok ki onlar Sen’in kullarındır. Onları affe-dersen, Aziz ü Hakîm (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sen’sin!”8 mealindeki ayeti tekrar tekrar okumuş, ellerini kaldırıp; “Allah’ım! Ümmetimi (mağfiret et), ümmeti-mi (mağfiret et!)” diye yalvarmış ve ağlamıştı. Bunun üzerine Allahu Teâlâ Hazretleri: “Ey Cebrail! Muhammed’e git ve O’na de ki: ‘Biz seni ümmetin hususunda razı edeceğiz ve asla keder-lendirmeyeceğiz.” buyurmuştu.9 Müjdelere nail olan Hz. Muhammed (s.a.v.) evlatlarından; salih zürriyet sahiplerinden Allah razı olsun.

Cebrail (a.s.) Efendimiz (s.a.v.)’e “Allah Sana zulmedeni ve haksızlık edeni affetmeni, Sana ver-meyene vermeni, Sana gelmeyene gitmeni, Sana cahillikle kusur edene aldırmaman, Sana kötülük edene iyilik etmendir.”10 Bu hakikatlerin bilin-cinde olursak bir oluruz, diri oluruz. Ümmet-i Muhammed adına bu hakikatlerin daim diri ol-ması için gönül abdestlerimizi bozmamak gere-kir. Mürüvvetin esası, yaratılmışlara karşı daim hoşgörülü olmaktır. Efendimiz (s.a.v.) Medine’ye hicret ettiği zaman ashabına: “Ey insanlar! He-

piniz birbirinizle selamlaşın. Yemek yedirin. Ak-

rabalık bağlarınızı koparmayın. Geceleyin herkes

uyurken kalkıp namaz kılın. Selametle cennete gi-

rersiniz.”11 buyurmuştur. Bu hasletler için nefsi-

miz ile sürekli mücadele gerektir. Yunus Hazret’

in beyitlerinde bu hakikate açıktır:

Cümle âlem halkına,

Bir göz ile bakmayan

Halka müderris ise

Hakikatte asidir.

Selam olsun, elini açtığında cümle âlem hal-

kına dua edene, Efendi’sinin (s.a.v.) yanıp tutuş-

tuğu ümmeti için yanıp tutuşan Hak erenleri-

ne... Daim aşk ile kalınız efendim...

Dipnot

1. 5/Maide, 119.2. 3/Âl-i İmran, 110.3. Şemseddin Sivasî, Cihar-ı Yar-ı Güzin, s. 25.4. Tirmizi, Menakıb, (3793, 3794).5. Ahmed b. El-Harakânî, Düsturu’l-Cumhur, 251-253.6. Envâru’l-Aşıkîn, Yazıcıoğllu Ahmet Bican. 7. 14/İbrahim, 36.8. 5/Mâide, 118.9. Müslim, İman, 34610. Taberi, Muhammed b. Cerir, Camiu’l Beyân.11. Sûfîlerin Edepleri, Ebu Abdurrahman Sülemî, Türk Edebi-

yatı Vakfı, İst., s. 118.

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba78 79

Page 42: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Uzun yıllar eğitimin içinde olan biri olarak

tatil kavramı üzerinde bazı şeyler söy-

lemem gerektiğini düşünüyorum. Tatil

denilince akla boş boş oturup, en değerli olan

vaktimizi gereksiz ve lüzumsuz işlerle geçirmek

anlaşılmamalı.

Her öğrencinin tatille ilgili beklentisi farklı…

Kimi öğrenci bu tatili, eksiklerini gidermek için

ders çalışarak değerlendirirken kimi öğrenci

günlerini televizyon veya bilgisayar başında ge-

çirmeyi tercih ediyor.

Tecrübelerimiz şunu gösteriyor ki, televiz-

yon, bilgisayar ve cep telefonları başında geçi-

rilen zaman, dinlenmekten çok yorgunluk verir.

Birçok öğrenci bu fırsatı, kitap ve defter kapağı

açmadan, okullar açılana kadar televizyon sey-

rederek, geceleri geç saatlerde yatarak ya da

odasına kapanıp bilgisayar başında saatlerini

harcayarak değerlendirme eğilimindedir. Bu

düzene alışık olmayan fizyolojik yapı önceleri

zorlanır, daha sonrasında da yavaş yavaş tem-

bellik ortaya çıkar.

Tatil boyunca tembelliğe alışan bünye okul

açıldığında eski düzenine dönebilmek için zorla-

nacağı gibi uzun bir süre kendini toparlayamaz.

Bunun sonucunda ikinci döneme iyi bir başlan-

gıç yapmak amacıyla verilen tatil tam tersi bir

durumla sonuçlanır.

Tekrar Yaparak Unutmayı Önlemek

Her öğrencinin kendi durumuna göre bir ça-

lışma stratejisi belirlemesi gerekir. Kısa ve uzun

vadeli hedefler öğrencilerin çalışma isteklerini

artırır. Hayali ve gerçekleşmesi imkânsız he-

defler belli bir süre sonra öğrencinin ümidinin

kırılmasına ve çalışma isteğinin azalmasına ne-

den olabilir.

Uygulanabilecek dört önemli şey; konu tekrarı

yapmak, eksik kalan konuları tamamlamak, yeni

konulara çalışmak, bol bol kitap okumak olmalı.

İnsanlar öğrendiklerinin yüzde 75’ini bir haf-

tada, yüzde 66’sını bir günde, yüzde 54’ünü de

bir saat içerisinde unutuyor. Unutmayı önleme-

nin yoluysa yapılanları tekrar etmekten geçiyor.

Özellikle geçmiş konularla ilgili çalışmalarda

çok fazla hata yapan öğrencilerin mutlaka genel

tekrara ağırlık vermeleri gerekiyor. Konu eksiği

fazla olan, konuları sınava kadar yetiştirememe

korkusu yaşayan öğrenciler bu tatilde önceliği,

eksik konularını tamamlamaya vermeli. Çünkü

ikinci dönem hem zamanın daha kısa olması

EĞİTİM Ali ÖZKANLI

“Tatil boyunca tembelliğe alışan bünye okul açıldığında eski düzenine dönebilmek için zorlanacağı gibi uzun bir süre kendini toparlayamaz.”

TatildeNeler Yapalım?

“Tatilde uygulanabilecek dört önemli şey; konu tekrarı yapmak, eksik kalan konuları tamamlamak, yeni konulara çalışmak, bol bol kitap okumak olmalı.”

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba80 81

Page 43: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

hem de bahar mevsiminin gelmesi ve sıcak-

ların başlaması nedeniyle öğrenci için güçlük

yaratabilir. Konu eksikleri olmayan ve çalıştığı

konularda az hata yapan öğrenciler ise yeni ko-

nulara çalışabilirler. Kitap okumaya karşı ilgisi

olmayan öğrencilerin kalıcı başarılar yakalama-

sı çok güç. Böyle bir alışkanlığa sahip olmayan

öğrenciler için tatil bulunmaz bir fırsat. Bundan

dolayı kitap okumak, iyi bir tatil programının ol-

mazsa olmazlarındandır.

Eğlenirken Öğrenelim

Anne ve babalara bu dönemde önemli gö-

revler düşmektedir. Çocuklarının sağlıklı birey-

ler olarak yetişmesinde “koşulsuz sevgi” ve “gü-

ven” duygusu çok önemlidir. Çocuklarınızın dü-

şük not alma nedenlerini birlikte tartışıp çözüm

üretmeli, karar alma süreçlerinize çocuğunu da

dâhil ederek sorumluluk bilincinin gelişmesine

katkı sağlamalı, okul zamanında kalkış saati,

çalışma saati gibi belli rutinlere alışmış çocuk-

larının tatil döneminde vakitlerini eğlendirici

ve eğitici geçirmelerine yardımcı olmalı, çocu-

ğuyla mümkün olduğunca çok zaman geçirmeli,

tatili birbirini daha iyi tanımak, anlamak ve bir-

birinin arkadaşlığından zevk almak için değer-

lendirmeli. Yetenek, ilgi ve beceri bakımından

her çocuğun kendine özgü özellikleri olduğunu

unutmamalı. Bu nedenle çocuğunun dönem bo-

yunca sergilediği performansı başka çocuklarla

asla kıyaslamamalı.

Çocukları ikinci döneme motive ederken kul-

lanılacak en yanlış yöntem kaygı vererek teh-

dit etmektir. “Sen bu gidişle ikinci dönemde de

sınıfı geçemezsin, bu kadar çalışmayla başarılı

olamazsın.” türünden ifadeler kaygıyı arttırır,

çocuğun özgüvenini azaltır. Başarısız karne ge-

tirdiği için sevgi göstermemek ve ilgisiz davran-

mak gibi yanlış tutumlarla karşılaşan gençler

genellikle güven kaybı yaşar, anne ve babaların

olumsuz tepkileri üzücü sonuçlara yol açabilir.

Tatilde ilk dönemin yorgunluğunu atmak, be-

deni dinlendirmek ve zihni bir nebze olsun ra-

hatlatmak da çalışmak kadar önem taşıyor. Bu

nedenle tatil programına; sevilen ve zararsız

televizyon programlarının izlenmesi, arkadaş-

larla bir araya gelinip ortak aktiviteler yapılma-

sı, yakınların ziyaret edilmesi, hobilere daha çok

zaman ayrılması gibi zevk alınacak bir takım ak-

tiviteleri de eklemek; ancak tüm bunları yapar-

ken ölçülü davranmak gerekiyor.

Tatili Verimli Geçirmenin Yolları

1 Mutlaka bir tatil programı hazırlayın.

2. Ailenizle birlikte tatil yapın.

3. Tatilde ders çalışmayı ihmal etmeyin.

4. Günün, haftanın ve yarıyıl tatilinin sonun-

da yeni hedefler belirleyin.

5. Konu tekrarı yapın.

6. Eksik kalan konuları tamamlayın.

7. Yeni konulara çalışın.

8. Bolca kitap okuyun.

9. Dinlenmeye ve gezmeye vakit ayırın.

10. Sosyal faaliyetlere zaman yaratın.

Anne Babalara Tatil Tavsiyeleri

1. Çocuklarınızın düşük not alma nedenlerini

birlikte tartışıp çözüm üretin, karar alma süreç-

lerinize çocuğunuzu da dâhil ederek sorumluluk

bilincinin gelişmesine katkı sağlayın.

2. Okul zamanında kalkış saati, çalışma saa-

ti gibi belli rutinlere alışmış çocuklarınızın tatil

döneminde vakitlerini eğlendirici ve eğitici ge-

çirmelerine yardımcı olun.

3. Özellikle ara dönem tatilleri, ebeveynlerin

çocuklarıyla birlikte vakit geçirmeleri için çok iyi

bir fırsattır. Bu zaman diliminde mümkün oldu-

ğu kadar çok birlikte zaman geçirin. Tatili birbi-

rinizi daha iyi tanımak, anlamak ve birbirinizin

arkadaşlığından zevk almak için değerlendirin.

Beş bin yıllık heybetle yürü cihân titresinSeni boğmak isteyen kâfir düşman titresin

At üstünde fethettin nice ülkeleri sen Yürü aynı imanla cümle zaman titresin

Adını duyan küffar korkudan uyumazdı Zalimin damarında dolaşan kan titresin

Okutup ezanları Allah’tan yardım iste Allah Allah sesinden kulede çan titresin

Yürüsün gemilerin deryalar fethetmeye Dalgalar eğilsin de cümle ummân titresin

Tuğların sancakların gölgesi arzı tutsunHeybetinden vecd ile tüm âsumân titresin

Frengin yüreğinde silinmez bir korku ol Kılıcının şavkından Frengistan titresin

Sarsın nûru Hilâl’in adaletle zemini Yıkılsın cümle bâtıl cümle yalan titresin

Sensin İslam bayrağı bin senedir TürkoğluHâlâ seni bilmeyen tendeki cân titresin

Sille-i Rahmân olsun her şiirin Kâfiyâİns ü cinden mürekkep cümle şeytan titresin

Ekrem KAFTAN

Ordumuza

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba82 83

Page 44: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Zaman; bakî olan Allah’ın fanî olan

mahlûkatı var edip yaşattığı dönem/

evre/sürenin genel adıdır. Zamanın için-

de bize verilen hayata ömür denir. Vakit, bir

olay ve varlıkla birlikte taayyün eden zaman di-

limidir.

Zaman, Allah’ın dışında her varlığı kapsar.

Allah, zamandan ve mekândan münezzehtir.

Mahlûkat zaman ve mekân ile mukayyettir. Bu

durum mahlûkatın fanî oluşunu ifade eder.

Ömür, Allah’ın biz kullarına bir lütfu ve ema-

netidir. Uzun ömürlü olana Allah, zaman yönün-

den çok lütfetmiştir, az yaşayana da az lütfet-

miştir. Genç yaşta ölen birisi için, suçu ne idi,

Allah neden genç yaşta canını aldı, denilemez.

Karşılıksız iyilik yapana, bana niçin az verdin de-

nilemeyeceği gibi. Biz şunu bilmeliyiz: Yaşanan

her anın, alınan her nefesin verilecek bir hesabı

vardır. Sık sık kendimizi sorgulamalıyız: Yaşa-

dığımız hayat dolu mu geçiyor, boş mu? Geçir-

diğimiz günlerin hesabını kolayca verebilecek

miyiz?

Allah, vakti tayin ve tespit etmemiz ve işleri-

mizi belli bir zamana göre yapabilmemiz için ayı

ve güneşin hareketlerini belli bir hesaba göre

planlamıştır.

Zaman izafidir. Ahirette ve Allah katında

bizim hesabımıza göre bin yıl, hatta elli bin yıl

olan bir günden veya zaman diliminden bahse-

dilmektedir.1

Allahu Teâlâ Kur’an’da şöyle buyuruyor:

“Düzenli seyreden güneşi ve ayı size faydalı

kıldı; geceyi ve gündüzü de istifadenize verdi.”2

Zamana hükmeden hayata hükmeder, ha-

yata hükmedenler ise dünyaya hükmederler ve

tarihte iz bırakırlar. İmam Şafi der ki:

“Zaman, kılıç gibidir, eğer siz onu kesmezse-

niz o sizi keser.”

Peygamberimiz (s.a.v.) kıymeti pek bilinme-

yen iki nimetin önemine dikkat çekmek üzere

şöyle buyurmuştur:

“İnsanların çoğunun kıymetini bilmediği iki ni-

met vardır: Bunlar; sıhhat ve boş zamandır.”3

Ânı Değerlendirebilmek

İnsanlar, gençliklerinde para kazanmak için

sıhhatlerini, yaşlılıklarında ise sıhhatlerini ka-

zanmak için paralarını harcarlar. Sonuç çoğun-

lukla elem, ıstırap ve pişmanlıktır. An bu andır,

dem bu demdir. Yaşanmayan ya da boşa giden

zaman israf edilmiştir, telafisi yoktur. Tekasür

Suresi 8. ayette, “Sonra o gün (kıyamet günü)

her türlü nimetten mutlaka hesaba çekileceksi-

niz.” buyrulmaktadır.

Hayalî Bey’in “O mahiler ki derya içredir der-

yayı bilmezler” şeklinde bir mısraı vardır. Yani

balıklar deniz içindeyken, denizin kendileri için

hayatî bir önemi haiz olduğunu bilemezler. Biz

insanlar da zaman içerisinde onun kıymetini

pek bilemiyoruz.

Allah; Kur’an-ı Kerim’de bazı surelere, zama-

na ya da zamanın bir anına yemin ederek baş-

lar. Ve’l-asr, ve’l-fecr, ve’d-duha, ve’l-leyl… Bu

Kur’anî tarzdan, Allah’ın zamana ne kadar de-

ğer verdiğini anlamalıyız. Asır Suresi’nde Allah

Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Asra, (zamana/ikindi vaktine), and olsun ki

insanoğlu gerçekten ziyandadır! Ancak, iman

edenler, salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı tavsi-

ye edenler müstesna.”

EĞİTİM Mukadder Arif YÜKSEL*

Değerlendirme BilinciÖmrü

“Zamana hükmeden hayata hükmeder, hayata hükmedenler ise dünyaya hükmederler ve tarihte iz bırakırlar.”

“Ömür, en önemli nimetlerden biridir. Bize ait olan zaman, ömür/hayat nimetinin diğer bir ifadesidir. Her anın hesabının sorulacağı bilinci ile

hareket etmeliyiz.”

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba84 85

Page 45: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Allah, zamanı takip etmemiz ve onu değer-

lendirerek iyi işler yapmamız, ibadetlerimizi

zamanı takip ederek yerine getirmemiz için Gü-

neş, Ay, Dünya’nın kendi etrafında ve Güneş’in

etrafında dönüşünü, Ay’ın Dünya etrafında dö-

nüşünü bir hesaba göre planlamıştır.

Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor. Rasûlullah

(s.a.v.) buyurdular ki:

“Ecelini altmış yaşına kadar uzattığı kimseler-

den Cenab-ı Hak, her çeşit özür ve bahâneyi kal-

dırmıştır.”4 Ömrü olan nice yıllar gördü ve daha

nice yıllar görecek. Allah’ın ikramı ve nimeti

olan ömür sermayesi her gün eksiliyor.

Her Ânın Hesabı Sorulacaktır

Ömür, en önemli nimetlerden biridir. Bize

ait olan zaman, ömür/hayat nimetinin diğer bir

ifadesidir. Her anın hesabının sorulacağı bilinci

ile hareket etmeliyiz.

Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:

İbn-i Ömer (r.a) anlatıyor:

“Rasûlullah (s.a.v.) omzumdan tuttu ve: ‘Sen

dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol, akşama

erdin mi, sabahı bekleme, sabaha erdin mi ak-

şamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık

halin için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm için

hazırlık yap.”5

Vakit israfı, ömür israfıdır. Plansız günlük

hayat, amaçsız ve bilinçsiz aktiviteler, TV ve in-

ternetin bilinçsiz kullanımı, son yılların zaman

öldüren silahlarıdır. Vaktini öldüren hayatının

bir kısmını da öldürdüğünü bilmelidir.

Aslında boş geçen zamanımız yok. Her anı

lüzumlu ya da lüzumsuz birtakım işlerle geçiri-

yoruz. Ömür bir şekilde su gibi akıyor ve geçen

vakit ömür sermayesinden harcanıyor. Boş ge-

çen vakitler bir gün derin bir pişmanlık olarak

bizi saracak ve mutsuz edecektir.

Bir gün Bağdat’ta pazarda buz satan bir ada-

mın şöyle bağırdığı duyuluyor:

“Her an sermayesi tükenmekte olan bu ada-

ma yardım edin.” Adam adeta insanlara tüken-

mekte olan ömür sermayesine dikkat çekerek

öğüt veriyor.

Şu Kimseler Ömrünü Değerlendirmiş Sayılırlar:

- Bir öğrenci olarak bir eğitim programında

okuyanlar,

- Evini geçindirmek, helalinden para kazan-

mak için çalışan hane reisi,

- Hem yararlı bir iş ile hem de ibadetle meşgul

olanlar,

- Kitap okuyanlar, yararlı sohbet yapanlar,

- Sıla-i rahim için, tarihî ve tabii yerleri ibret

nazarı ile görmek için seyahat edenler,

- Öğrenmek amaçlı TV izleyen, konferans,

vaaz, sohbet vs. dinleyenler,

- Aile fertleri ile oturup sohbet edenler,

- Evinin işi (temizlik, yemek yapma, çeşitli hiz-

metler) ile meşgul olanlar.

Emeklilik, işe yaramazlık ya da iş göremez-

lik sebebi ile işten çekilmek değildir. Emekliliği,

daha düşük tempo ile çalışmak üzere yapılan iş

değişikliği olarak görmek gerekir.

Şu Kimseler Vaktini İsraf Etmiş Sayılırlar:

- Sekiz saatten fazla uyuyanlar,

- İş aramak yerine kahvehanelerde oyun ba-

şında duman altı bir halde vakit geçirenler,

- Seçici davranmadan her türlü TV programını

izleyenler, internette gelişi güzel sohbet ya-

pan ve internet sitelerinde amaçsız gezinen-

ler,

- İbadet saatlerini gafil geçirenler,

- Anlamsız ve yararsız hobilerle uğraşanlar.

Şu kimseler de ömürlerini israf etmiş sayılırlar:

- Hayırlı bir evlat yetiştirmemiş, en azından

bir öğrenci okutmamış olanlar,

- Sadaka-i cariye sayılacak kalıcı bir eser bı-

rakmamış olanlar, dikili bir ağacı bile olma-

yanlar,

- Sosyal hayatın işleyişi bakımından varlığı ile

yokluğu eşit olanlar ve varlığı topluma yük

olanlar,

Hz. Ömer’e atfedilen; “Bugün Allah için ne

yaptın?” sorusuna isabetli cevap verebiliyorsak,

zamanımızı ve ömrümüzü doğru ve verimli de-

ğerlendirdiğimizi söyleyebiliriz.

Tükettiğimiz her nefesin hesabı sorulacağı-

na göre, hesabı kolay olan işlerle meşgul olalım.

Dipnot

*Dr. Mukadder Arif YÜKSEL

1. 70/Mearic, 4; 22/Hac, 47.2. 14/İbrahim, 33.3. Buhârî, Rikak 1. Tirmizî, Zühd 1; İbn-i Mace, Zühd 15.4. Buhârî, Rikak 4.5. Buhârî, Rikak 2; Tirmizî, Zühd 25.

şuba

t/201

9

somuncubaba somuncubaba86 87

Page 46: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

Derginizin, elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

Visan İktisadi İşletmesiZâviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad.

No: 71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00

Gsm: (546) 544 60 44 Faks: (422) 615 28 79

[email protected] www.somuncubaba.net

2019 yılında aboneliğinizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.

Onların da abone olmasını sağlayın.

Aile ve ÇocukEkiyle Birlikte

Yıllık Abone Bedeli

200

2019 Yılı

Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068Ziraat Bankası TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01

Vakıf Bank TR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58Halkbank TR 49 0001 2001 4740 0010 1000 23

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen arayınız.

Adı / Soyadı:

Kurum Adı:

Ünvan:

Dergi Teslim Adresi:

Posta Kodu: Şehir

Telefon:

Faks:

E-posta:

Vergi Dairesi: Vergi No:

Abone Başlangıç Tarihi: İmza:

Faturayı adıma kesiniz

Faturayı şirket adına kesiniz

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.

Türkiye : 200

(0422) 615 15 54444 36 61

ABONE İLETİŞİM HATTI

(0546) 544 60 44

Tasavvuf ve MenakıpMehmet Bahâeddin EfendiMüellif: Mehmet Bahâeddin Efendi (Tokatlı Mustafa Hâki Efendi (k.s.)’nin oğlu)

Çeviren ve Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Halil İbrahim ŞİMŞEK

Karton Kapaklı, 16x24cm, 304 sayfa ISBN: 78-9944-774-45-1

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Örnekliğinde Güzel Ahlâk

Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM

Karton Kapaklı, 14x21cm, 331 sayfa

Güncel Dinî Konular veFıkhî Hükümler

Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN

Karton Kapaklı, 14x21cm, 414 sayfa

Gönül Dostlarının Dilinden Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) ve Hamid Hamideddin Ateş Efendi

Musa TEKTAŞ

Karton Kapaklı, 14x21cm, 368 sayfa ISBN: 978-9944-774-44-1

ISBN: 978-9944-774-43-7

ISBN: 978-9944-774-46-8

Ailede Beşerî İlişkiler veÂdâb-ı Muaşeret Eğitimi

E. Büşra YÜKSEL

Asr Sûresi BağlamındaVaktin Önemi

Cansever DOKUZ

Vakit Nakittir

Sümeyye Büşra YILDIZ

Çocuklarda BilinçaltıNasıl Kaydeder?

M. Emin KARABACAK

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı - VİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No: 71 (44700) Darende / MALATYATel: (422) 615 15 00 - Faks: (422) 615 28 79

www.somuncubaba.net

Aile Eki

ÇIKTI

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44

Page 47: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı:

www.somuncubaba.net

AYLIK

İLİM K

ÜLTÜ

R V

E EDEB

İYAT DER

GİSİ

AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 220 • ŞUBAT 2019 • Fiyatı: 18 TL

220

0 0 2 2 0

Düşünce DünyamızıHurma İle Tatlandırmak

Ali AKPINAR

Osmanlı Padişahı I. Ahmed’in Tasavvufî Atmosfere Olan İlgisi

Kadir ÖZKÖSE

Sorumluluk Sahibi ve Mücadeleci Bir Gençlik

Mustafa KARABACAK

Ümmet-i Muhammed Bilinci

Hilal OTYAKMAZ

Maneviyat Sultanına Gönülden Bağlanmak

Musa TEKTAŞ