266185 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/d266185/2014/2014_inancerot.pdf · postu siyah olur. her...
Post on 12-Aug-2020
2 Views
Preview:
TRANSCRIPT
ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU
TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARI
XXX. Dizi - Sayı 31
OSMANLI_ TOPLUMUNDA •
TASAVVUF VE SUFiLER Kaynaklar - Doktrin - Ayin ve Erkan - Tarikatlar -
Edebiyat - Mimari - İkonografi - Modernizm
2 . Baskı
Hazırlayan
Ahmet Yaşar OCAK.
~. ·~
TÜRK TARİH KURUMU
ANKARA,2014
OSMANLI TARİHİNDE SUFİLİK AYİN VE ERKANLARI
ÖMER TUGRUL İNANÇER
Osmanlı kültür ve medeniyet tarihinde çok önemli etkilere sahip olan Süfilik-Tasavvuf; Osmanlı dünyasında en üstün düzeyde kurumlaşmıştır. Birer Tasavvuf ekolü olan tarikatlar ve bunların lokalleri olan Tekke-Zaviyeler ve Türbeler bu kurumlaşmanın, kurumlarıdır. Bu kurumların da eskiden beri var olan kendine özgü ayin ve erkanı yine Osmanlı tarihi içinde ve özellikle İstanbul'da en yüksek düzeye ulaşmıştır.
Ayin kelimesi sözlükte "ô.det, usUl, tGiz, görenek, yasa, ibô.det biçimi, tören" gibi anlamları içerir. Kelimenin Farsça asıllı olduğu hakkında bir genel kabul vardır. Türk dil bilgini ve Türk Dil Kurumu Merkez Kurulu Üyesi (1932-1949) Besim Atalay (1882-1965~ ise Türkçe'den Farsça'ya geçtiği kanısındadır. İlk çağlardaki Türk topluluklarında şifacılık, ruhçuluk, büyücülük ve müzik eşliğinde dinsel törenler yapan ve yaphran bir tür halk önderi durumundaki kişilere fygızlar "Baksı", Oğuz
lar. "Ozan", Altaylılar "Kam", Tunguzlar "Şaman" ve Yakutlar "Oyun" adını verirlerdi. Anlam ağırlığı tören demek olan ayin kelimesi, Farsça'ya Yakut Türkçesindeki "oyun"dan geçmiştir. Ayin, hareket ve müzik öğeleri taşıyan dinsel tören demektir. Hristiyanlık ve Musevilik inancında papaz ve hahamlar yönetiminde yapılan ''Ayin-i rı1hô.ni"ler
de aynı niteliktedir.
Arapça; direk, sütün anlamındaki "rükn" kelimesinin çoğulu olan "erkô.n" ise, kurumu ayakta tutan veya kurumun dayandığı ve olmazsa olmaz koşulunu taşıyan kurallar bütünüdür.
Tüm tasavvuf ekollerinde-tarikatlarda- ayin ve erka.ıı'a son derecede dikkat gösterilmiş ve Osmanlı'da sanat ve estetikle bezenmiş olarak en yüksek düzeye ulaşmıştır.
·Tasavvuf; bir felsefe, bir düşünce olmaktan çok bir yaşayış biçimi, bir hayat tarzıdır ki, bu yaşayış biçiıni ile Hakk'a ulaşma yolunda iler-
Osmanlı Tarihinde Süfllik Ayin ve Erkanları 1125
lenir. Tasavvuf hayatının dış yüzünde göze çarpan en belirgin özellik, sanata olan bağlılıktır. Yaratıcının "el-Mübdi" (ibda' edici, bedü eser yaratıcı) isminin tecellisi olan güzel sanatların her kolu ile, tasavvuf ilgilenmiştir. Mesela, bir Mevlevi Mukabelesi'n.in koreografisi, asır
lardan beri tasavvuf ehlinin ince ve yüksek sanat imbiğinden geçerek bugünkü ulaşılmaz düzeyine erişmiştir. Bu; güzel yazıdan (kaligrafi) mimarlığa, müzikten sedefkarlığa, şiirden raksa kadar hep böyledir. Ancak, tasavvuf yaşamında sanat bir amaç değildir. Tarikatlarda ':A.yi.n-i Evliyôullah" (Allah dostlarının oyunu) denilen tasavvuf ayin ve törenlerinde yer alan; en geniş anlamıyla dans, en yüksek anlamıyla müzik ve edebiyat burada bir amaç olmayıp, kişiyi Hakk'a çekmek, Hakk için ve Hakk yolunda tuzağa düşürmek amacıyla kullanılan bir araçtır. Müzik ile, raks ile, hatta giyim, konuşma ve davr~ş biçimleriyle kişinin önce dikkatini çekmek sonra göze ve kulağa hitap etmek ve böylece her insanda yaradılıştan var olan estetik duyguları harekete geçirerek kişideki "beşerJ" zevki "ilôhi" zevk aşamasına yüceltmek ... İşte tasavvuftaki sanatta amaç budur. Çünkü, tasavvufun kendi amacı ancak ve ancak ve yalnızca "Hakk"dır.
126 1 Ömer Tuğrul lııaoçer
AYİNLER
Giriş
Güzel sanatların içinde öncelikle müzik, tasavvufun çok kullandığı bir araçtrr. Çünkü, ruhlar yarattldığında, Yaratıcı tarafından "elestü bi
Rabbiküm" (Ben Rabbiniz değil miyim?) diye hitap olundu ve ruhlar; "Kalfı. belô" (Evet!) dediler. Ve bu Tanrısal-Rabbani hitap ile mest oldular. O; hiçbir-şeyle anlatılamayacak, hiçbir şeyden hissedilemeyecek, beşer olarak dile getirilemeyecek, ancak yaşanan ve duyulan bir ilam müzik idi. Ve ... Ruhlar beden bineğine bindirilip, ten kafesine haps edilip, dünyaya gönderildiğinde; yaprak hışırtısından dalga seslerine, yan.ık bir türküden orkestra nağmelerine, kuş cıvıltısından mehter · gümbürtüsüne kadar her seste O ilfilıi müziği hatrrladılar. Ayrıca; dünyanın sona ermesinde de müzik var: "Siır-i israfil". İsrafil adlı büyük meleğin "Siır" denen boruyu üflemesiyle kıyamet kopacak... Daha sonra ... Yine müzik var. Allah, cesetlere "kalkın, mahşer yerinde toplanın" diyebilirdi. Böyle demeyecek, mahşeri de müzik ile, yani "ses" ile, İsrafil'in Sfır'u ile ilan edecek.
Bütün bunlar bir takım işaretlerdir ki, ancak ehil olanlarca anlaşılır. Bu işaretleri hakkıyla anlayanlardan biri olan.Hz. Mevlana da, Mesnevi'sine "Bişnevin ney" (dinle bu neyi) diye başlayarak; dinlemenin, işitmenin, sesin yani müziğin önemini belirtmiştir.
Dinin bir "mükellefi.yet" (yükümlülük) bir de "muhabbet" (sevgi) yönü vardır. Yükümlülüklerimizi nasıl yerine getireceğimizi (eday-ı mükellefiyet) din bilginleri öğretirler. Bu yoldaki muhabbetimizi hatta aşkımızı nasıl ortaya koyup ifade edeceğimizi (ızhar-i muhabbet) ise tasavvuf yolu bize gösterir. Aşkı dile getirmede, müziğin ne kadar kudretli bir araç olduğu ise, tartışılmaz bir gerçektir.
Bütün evrenin hiç değişmez bir ritim ve ahenge sahip olduğu bilinmektedir. Bu ritim ve ahengin en güzel ve estetik ifadesi ise "dans"trr. Anc~, bu dans, kalıpların dansı değil, kalplerin dansıdır. İşte tasavvuf ay{nıeri, bu gerçeklere dayandırılarak müzik ve dans öğeleri ile oluşturulmuş dini törenlerdir.
Osmanlı Tarihinde SOfllik Ayin ve Er kanlan 1127
Tasavvufun gelişim ve kurumlaşma tarihi içinde, önce İranlılar tarafından 'i'lyin" kelimesiyle ifade edilen bu törenlere Türkler de aynı adı vermiş; Araplar ise ayin kelimesi yanısıra "hazret" (el-hadrah), "halle" (Türkçe'ye "ihtifal" olarak giren anma törenleri), "Urs" (düğün ve törensel yemek), bazen de "mevlid" gibi kelimeler kullanmışlardır. Osmanlı dünyasında da, tarikat ayinleri genel olarak; ayin, sema, mukabele ve tevlıid kelimeleriyle anlatılmış, ayinlerin yapıldığı alanlar da "meydan" kelimesinin yanı sıra genellik.le "semô-hône" ve "tevhid-hône" olarak anılmışlardır. Ayin, sema ve mukabele kelimeleri daha sonraları sadece Mevlevilerce kullanılır olmuştur. "Semô" kelimesi Arapça'da; işitmek, duymak anlamlarına geldiği halde, bedenin kendi ekseni etrafında dönmesi ile yapılan dinsel raksın adı olarak algılanmışbr. Bu arada, bazı tarikatlara özgü bazı özel ayin şekill_erine özel isimler verilmiştir: CelveUlerin ve bir Halveti kolu olan Hayatilerin diz üzerinde yaptıkları ayin şekline "nısf-ı layfım" (yarı ayakta), yine bir Halvetilik kolu olan Şaba.nııerin özel ayin tarzına "darb-ı esma"; Nakşibendilerin özel ayinine "hatın-i hacegôn" denilmiştir. Ayrıca; kişilerin daire oluşturarak adım adım hareket. etmeleri şeklinde yapılan ayine genelde "devran" denir. Bundan başka; ayinin içinde bazı değişik tavırlarda yapılan zikir biçimleri de "demdeme", "dalga te1rhidi", "Bedevi topu", "BeyyUmi", "Nwbe takdimi", "Tavaf tevhidi", "Kıyfım
İsm-i Celôlf", "Kıyam Kelime-i Tevhidi", "Zikr-i erre" gibi isimler ·alırlar. İstanbul'a geç dönemlerde gelen (Unkapanı'ndaki ilk tekke 1820'li yıllarda kurulmuştur. İlk Şeyhi Hacı Ahmet Efendi (öl.1828, Mekke)) Mağrip-Endülüs tasavvuf ekolü kökenli Şazeliler'de ayinin genel adı "hazret"tir. Anadolu ve İstanbul' da yayılmamış olan Ayderfisi'likde ise ayine "ratıb" denir. Mevlevilik ve Bektaşilikteki bazı zikir ve sohbet toplantılarına da "ayin-i cem", "ayn ül cem", "bezm-i cem" adı verilir. Bektaşi ayinindeki özel harekete de "semah" denir.
İslam inancında tek başına ibadet görevini yapmak en yüksek düzeyde kurumlaşmış ise de, toplu ibadet (cemaat) ayrı bir önem taşır. Cuma ve bayram namazları ancak cemap.tle kılınabilir. Tek başına olmaz. Günlük vakit namazlarının da cemaatle kılınması esastır. Ama tek başına olabilir. Namazda farzların toplu, sünnetlerin tek başına kılınması esastır. Ancak Ramazana mahsus bir sünnet olan teravih cemaatle kılınır.
128 1 ÔmerTuğrul İnançer
Tarikat ayinleri, Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde geçen 'lVlah'ı zik
rediniz" anlamındaki ayetlerin, toplu uygulanması yani cel:naat ibadeti olarak ortaya çıkmıştır. Allalı'ı zikretmenin (anmanın) toplu halde ve belli kurallara bağlı biçimlerde yapılmasını baztları "bid'at" (sonradan ortaya çıkmış) olarak kabul etmişler ve tarihteki medrese-tekke kavgasının uzantısı olarak Osmanlı tarihinde meşhur Sivasller-Kadızadeli
ler kavgası yaşanmıştır (1630-1657'ler). Ayin kelimesinin kullanılmasına bile karşı çıkan düşünce, bugün dahi yaşamaktadır. Ancak, bütün tarikat ayinleri herşeye rağmen yaşamını sürdürmüştür.
Tarikat ayinleri "Kııudi, Kıyami, Devrô.ni" olarak üç ana şekilde [Al-i İmrô.n Süresi 191. Ayet'in başı) sınıflandırılır. Yani, oturarak, ayakta durarak ve adım atıp hareket ederek. Gerçi bütün ayinlerin başında oturmak vardır. Fakat, kuud.i ayinlerde hiç ayağa kalkılmaz. Kıyamı ayinlerde kuuddan sonra ayağa kalkılır. Devrantlerde ise oturmak, ayakta durmak ve hareket etmek öğelerinin hepsi vardır.
A. Kuudi (Oturarak) Ayinler
Kuudi (Oturarak) ayinlerin en belirgini Nıµcşibend.i ayinidir. Horasan Tasavvuf Ekolü'nden kaynaklanan Nakşibendllik, tarikatın piri olan Muhammed Bahaeddin Nakşbendi (1318-1389) Hazretlerinden yaklaşık bir asır sonra Şeyh Abdullah-ı İla.b.i (öl._~490) ile Anadolu ve İstanbul'a geldi. Molla İla.b.i-i Simavi olarak da bilinen Şeyh Abdullah, Zeyrek Camiine bitişik tekkenin ilk şeyhidir. Nakşibendllik, Hace Yüsüf-i Hemedam (öl. 1140) ile kurumlaşan "hô.cegô.n tariki." denilebilecek tasavvuf ekolünden Abdülhfilık-i Gücdüvam (öl.1179) ile "zikr-i hafi" denen sessiz zikri; Hace Ahmed-i Yesevi (öl. 1166) ile "zikr-i
cehri" denilen açık ve sesli zikri benimsemesi ile her iki zikir tarzının yer aldığı bir tarikattır. Nakşibendiliğin "hafi zikir" uso.Iünü benimseyen kollarında (Halidiye, Rabbaniye gibi) ayin olarak nitelendirilebilecek olan tören, yalnızca "hatm-i hô.cegô.n"dır.
Hatm-i hô.cegô.n, Şeyh Efendi'nin işareti ve belirtmesi ile gizlice içten okunan ayet ve dualardan oluşur. Bir ayin biçimi ve müziğinden söz edilemez. Ancak, hiç ayağa kalkmamak bakımından kuudi ayinin en tipik örneğidir. Kıyamı ve devranı ayin tarzını benimsemiş tarikatlarda Şeyh Efendi'nin yolculuk, hastalık gibi sebeplerle tekkede bulunamadığı zamanlarda da ayini yönetecek olan yetkili kişi, tarikat
Osmanlı Tarihinde Siifilik Ayin ve Erkanları 1129
terbiyesi ve edebinden dolayı, kıyam ve devran yapbrmaz. Hiç ayağa kalkılmadan Kelime-i Tevhid {Lô ilahe illôllôh}, İsm-i Celfil (Allah) ve İsm-i Hu okunur ve dua ile ayine son verilir. Bazı tarikatlarda da, yine edep gereği vefat etmiş şeyhlerin vefat yıldönümüne rastlayan ayin zamanlarında ayağa kalkılmadan yalnızca tevhid çekilerek (genellikle yetmişbin adet) ayin bitirilir. Bu iki tarz ayin de yine kuüdi ayin örneğidir.
Bütün tarikat ayinlerinin ortak bazı özellikleri vardır. Ayinler en ince detaylarına kadar tespit edilmiş ve en küçük bir atlama veya eklemeye izin verilmemiştir. Her hareketin bir anlamı ve bir sebebi olduğu gibi, dayandığı bir kuralı da vardır. Bu kurallar ve hareketler bütününe "hurda-i tarik" denilir ve kesinlikle ödün verilmez. Hurda-i tarlk'in, o tarikatın piri veya tarikatta "müctehid" düzeyine erişmiş Pir-i Sam (ikinci pir) tarafından tespit edildiği kabulüne dayanılarak bozulması veya değiştirilmesi yahut ihnıfil gösterilmesi tarikat edebine ve terbiyesine aykırılık olarak görülmüştür.
Ayin, tekkede; sema-hane, tevhid-hane veya meydan adı verilen özel yerde yapılır. Genellikle haftada bir defa olur. Haftanın ayin yapılan gün veya gecesine "hafta günü", "hafta gecesi" adı verilmiştir. Bundan başka Kadir ve Kandil geceleri de ayin yapılır ve bu zamanlara "ihya gecesi" denir. Ayrıca, vefat etmiş Şeyhlerin vefat yıldöıiümlerinde, "hilôfet cemiyeti" denen Şeyhlik izin ve icazeti verilmesi törenlerinde de ayin yapılır. Haftalık ayin, vakit namazının topluca kılınmasından sonra başlar. Tarikat erkanında Şeyh'in veya izin verdiği kişinin ''fôtihô etmesi"nden sonra Hz. Peygamber'e salavatın yüksek sesle ve belli bir müzik ile topluca okunması gerekir. Ancak, bazı tarikatlarda ne şekilde salavat oktinacağının belirtilmesi ve gelen konukların bu konuda bilgilendirilmesi bakımından namazdan hemen sonra tekkenin bir tür .protokol amiri durumunda olan "Meydancı", yüksek sesle o tarikata özgü şekli ile salavatı okuyarak ayinin başlamak üzere olduğunu duyurur. Tevhid-haneye toplanan dervişler, kıble yönünde olan Şeyh Postu'na doğru yönlenmiş bir' hilfil şeklinde ve iç içe ağızı açık halkalar halinde yerlerini alırlar (Mevlevi Ayini daha sonra anlatılacakbr).
Şeyh Postu genellikle "tecelli rengi" olan kırmızı renktedir. Celvetiliğin Pir evi -Asitanesi- olan Üsküdar'daki Aziz Mahmud Hüdfil Derga-
130 1 Ömer Tuğrul İnançer
hı'nda Şeyh, posta değil seccadeye oturur. İstanbul Karagümrük'deki Cerra.h.i Asitanesi olan Nfueddin Tek.kesi'nde Şeyh P~stu, Kelime-i Tevhid'in Nür'unun rengi olan "mavi" renktedir. Sadi Tarikatı'nda da Şeyhler sarıya çalan beyaz posta otururlar. Bazı Bektaşi Şeyhleri postu siyah olur. Her tekkede bulunan meydancı postu da genellikle siyah renktedir. Bazı tarikatlarda fındıki (yeşil kahverengi arası) renkli konuk veya görevli postu da bulunur. Derviş postları bütün tarikatlarda beyaz olur. Tarikat erkanında postun taşıdığı özel anlamlar vardır. Postun ayakları "hizmet", boynu "teslimiyet", tüyleri "bereket", sırtı "metanet", kuyruğu "himmet" gibi Tasavvuf sembollerine işaret eder.
Zikir halkasında bulunacak kişilerin yerleri önceden tespit edilmiştir. Ser-tarik, ser-tebbab., piş-kadem, zfil<irbaşı, imam, meydancı, sak.1, türbe-dar, çerağcı, pazarcı, asa-dar, ferraş, kapıcı, nakib gibi görev unvanları olan ve "dergah zabitfım" denen tekke görevlileri; kıdem~ }erine göre halifeler ve yine kıdem gözetilerek dervişler kendilerine ayrılmış olan yerlere otururlar. Misafir olarak gelmiş Şeyh varsa Şeyh Postu'na bitişik posta'oturtulur. İç içe oluşturulan halkalar hilal, Şeyh Postu yıldız gibidir. Böylelikle Ay-Yıldız olur. Zikir halkasında yer
1
almayacak olan konuklar "züvvvdr maksıiresi'nde (ziyaretçi, dinle-yici locası), hanımlar ise kafes veya tülle örtülmüş "Kadınlar Maksuresi'nde bulunurlar.
Tören
Ayin, Şeyh Efendinin "meydan açma"sı ile başlar. Meydan açma; bütün İslam büyükleri, o tarikatın piri, eski şeyhleri ve dervişleri, bütün tarikatların şeyhleri ve dervişleri ile bütün inananların ruhlarının anıldığı ve orada bulunanlar ile bütün yaşamakta olan inananlara, bütün ulus ve ülkeye, bütün İslam Alemi'ne ve insanlığa dua niteliğinde şeyhin "fatiha" demesi ile olur. (Ancak, Celveti tarikatında meydan Şeyh Efendi'nin değil, zfil<irbaşının fütihasıyla açılır). Meydan açılması ile, meydancı güzel kokular yayan buhurdanı getirir, ortadaki boşluğa ve şeyhin karşısında yere koyar. Buhurdan, tevhid'in sonunda meydandan kaldırılır. Bu da tarikat erkanındandır. Buhurdan da genellikle öd ağacı yakılır (en makbulü Java Adası'ndan gelen öd ağacıdır).
Fatiha'nın ardından topluca yüksek sesle "salavat" okunduktan sonra "fatiha" sfuesi gizlice içten okunur. Artık, meydan açılmış, ayin
Osmanlı Tarihinde Sufilik Ayi.ı:ı ve Erkanları 1131
başlamıştır. Hiç ayırımı olmadan bütün tarikat ayinleri; Hz. Peygamber'in anılması ile başlar. "Sebeb-i h.ilkô.t-i ô.lem" ve "mefhô.ı"-i beni
Adem" (evrenin yaradılış sebebi ve insanoğlunun kıvancı) olan Hz. Peygamber inananlar için kenQ.i nefislerinden, öz canlarından daha değerlidir (Ahzab Sillesi 6. Ayetin başı) ve O'na, Allah ve meleklerinin salat ettiği gibi, inananların da salavat etmesi bir Tanrı buyruğu
dur (Ahzab Sillesi 56. Ayet). Ayrıca, gerek meydan, gerek ayinin genel düzenlemesi, pek çok tasavvuf anlamlarını ve sembollerini içermektedir (Burada bunlara değinilmeyecektir). Bu tasavvuf kabulleri bakımından da, salavat en başta yer almaktadır. Bu ana gereklilik, tarikatlarda değişik biçimlerde yerine getirilir. Salat-ı Kemaliye, Salat-ı Kutbiye, Salat-ı Münciye gibi Salavat-ı Şerifeler, Mevlevi Ayini'nin başına okunan Naat-ı Mevlana, Sünbüli Salatı, Celvetiliğin Haş~ kolundaki Salat-ı Efdillye, hatta Kadiri Evradı'ndaki Salat ü Selamlar bu değişik biçimlerden bazılarıdır. Hz. Peygamber'e olan büyük saygı ve sevgi ile bağlılığın ifadesi olan salavattan sonra genellikle Kelime-i Tevhid'e başlanır. Bazen belli sayıda besmele ve istiğfar (tevbe ve sığınma anlamında "estağfirullô.h") da okunur.
Ancak, bazı tarikatlarda topluca besteli evrad-ı şerif okunması usı1lü de kullanılmıştır. Evrad, devamlı ve tekrar edilen özel dua anlamındaki "vird" kelimesinin çoğuludur ve hemen bütün tarikatlarda okunur. Fakat yalnızca Kadiri, Riffil, Sadi, Bayramı ve Halveti-Cerrahi (vird-i sagir-küçük vird) tarikatlarında besteli Evrad-ı Şerif vardır. Sünbüli Salatı da Halveti-Sünbüli Tarikatı'nin besteli evradı gibidir. Evrad-ı Bahfilye denilen Nakşibendi Evradı (Rumeli'den göçen bazı Nakşibendilerin topluca evrad okumaları, sadece öğretim maksadıyla başlamış ve yanlış olarak öyle devam etmiş bir uygulamadır), Mevleyi Evradı, bütün Halvetilik kollarında okunan Vird-i Settar (veya Vird-i Yahya), Cerrab.ilik'teki Vird-i kebir, Halveti-Şabanı kolu Bekriye taiikatının "feth-i kudsi ve keşf-i ünsi" denilen sabah virdi, Celvetilik'teki "Hızb-i Hüdô.i" diye bilinen evrad, o tarikat mensuplaiının topluca değil kendi başlarına ve bestesiz olarak qkuduklaiı günlük virdlerdir. Bu tarz evrad okuma, ayin erkanına girmez. Hacı Bayram-i Veli'nin düzenlediği Bayramı Evradı'nın bestesi unutulmuştur. Ahilik geleneğinin devamı olarak ekin ekme, orak biçme, çamaşır yıkama gibi işleri topluca ve bir tür imece gibi yaptıran Hacı Bayram~ı Veli'nin bu işleri yaptırırken okuttuğu ve "çamaşır savtı", "eldn savtı" diye bilinen ve
132 1 Ömer Tuğrul İnançer
ayin sayılabilecek besteli Bayramı uygulamalarının da bu güne örneği kalmamıştır. Şeyh Vefa Hazrederi'nin düzenlediği ve -bestelediği de
söylenilen Veffilye Evradı da ne yazık ki unutulmuştur.
Salavat (veya besteli evrad-ı şerif) okunduktan sonra sıra Kelime-i
Tevhid'e gelmiştir. Müzik bilimi ve estetik açıdan hepsi birbirinden değerli, değişik tevhid açma usfılleri vardır. Uşşak, Saba, Rast, Suzinak, Hüzzam gibi makamlarda ve değişik tarzlardaki bu usfıllerden şeyh tarafından belli edilen bir tanesinin makamı ve tarzında topluca Kelime-i Tevhid okunmaya başlanır. Tevhidde "Lô. ilahe" denirken başlar sağa, "illallah" denirken sola ve kalbe doğru çevrilerek topluca bir
hareket birliği ve ahengi de sağlanmış olur. Ayrıca "feth-i esma" adı verilen ve darbeli seslerle uygulanan usül de vardır. Bu sırada zakirler, tevhidin gidişine uygun ilahiler okurlar. Bu işin yönetimi "ser-zakir"
zakirbaşının görevidir. İlahi okumada içinde bulunulan Arap aylar~ (Zilhicce' de 1..'Uiban ve hac, Ramazan' da oruç, Cemazielevvel'de tevbe,
Rabi'ül evvel'de Hz. Peygamber'in doğumu, Muharremde Kerbela olayı ve Hz. Hüseyin'in şehadeti gibi) ile ilgili güfte seçmek önemli bir husustur. Ayrıca misafir gelmiş şeyh ve.ya dervişlerin tarikatına ait güfte seçilir. Bir kadiri geldi ise Hz. Abdülkadir-i Geylam'den söz eden
bir ilahi veya Eşrefoğlu Rfı..mi'nin bir güftesi; bir Celveti geldi ise Hz. Aziz Mahmud Hüdfil'nin bir güftesi; bir Halveti geldi ise Hz. Niyazi-i Mısri veya Hz. Ümmi Sinan gibi Halveti büyüklerinin güfteleri seçilmelidir. Bu da bir tarikat edebi ve nezaketidir, ayrıca zakirbaşıların çok
geniş bir repertuara sahip olmalarını gerektirir.
Makamlı tevhid ve eşlik eden ilahiler bittiğinde, tevhid artık makamla değil düz seslerle devam ettirilir. Bir başka tevhid açma usülü de şöyledir. Şeyh gayet ağır tempoda ve heceleri uzatarak eUzü besmele çeker ve Muhammed Sfuesi'nin 19. Ayetinin başındaki "fa'lem ennehu Lô. ilahe illallah" ibaresini okur, "illallah" bölümünde herkes
katılır. Üç kez bu ağırlıkta tekrar edilen Kelime-i Tevhid, sonra normal tempoya geçilerek sürdürülür. Nağmesiz, düz sesle devam etmekte olan tevhid sırasında, zakirbaşı veya görevlendirdiği bir zakir tarafından kaside okunmaya başlanır. Kasidede belli aralıklarla beş veya yedi kez perde kaldırılır ve tekrar indirilir. Perde her tizleştiğinde zikrin
temposu biraz hızlandırılır ve pestleştirildiğinde biraz ağırlaştırılır. Bu usüle ''perdeli tevhid" denir ve daha çok Kadiri, Riffil, Sadi gibi kıyamı
Osmanlı Tarihinde SCıillik Ayin ve Erkanları 1133
tarikatların ayinlerinde kullanılır. Okunmakta olan kasidenin sahibinin ismine gelindiğinde, o ismin duyulması ile tevhide "kalbi" (harfler belli edilmeden yalnızca ses ile) olarak devam edilir. Kalbi tevhld daha ağır tempoda ve darbeli sada ile okunur. Şeyhin "illôllô.h" diye yüksek sesle işaret etmesi ve "seyyidinô. Muhammed ür Rasfılullô.h Hakk'an ve Sıdka" demesi ile Kelime-i Tevhid zikri bitirilir.
Tevhidden sonra ya bir aşr-ı şerif (Kur'an' dan on ayet) okunup kısa bir dua yapılır veya İsm-i Celal (Allah) zikrine başlanır. Topluca Allah ismi belli bir ahenkle tekrar edilmekte iken, başlar kalbe doğru eğilip kaldırılarak yine bir hareket birliği sağlanmış olur. Şeyhin yine yüksek sesle ':Alloh-ü ekber celle celôlUlı" demesi ile İsm-i Celal bitirilir. Daha sonra İsm-i Hu zikrine geçilir. Topluca tekrar edilen Hu zikri, yine Şeyhin "illa Hfı." sedası ile sona erdirilir. İsm-i Celal ve İsm-i Hfı'da za.kirler ilahilerle eşlik etmezler.
Kelime-i Tevhid zikrinden sonra, İsm-i Celal'e geçilmeden bazen bir zakir tarafından solo olarak "durak" okunur ve sessizce dinlenir. Durak, ilahiden daha ağır ve çok sanatlı bestelenmiş, fakat okunurken serbestçe icra edilen tasavvuf müziği formlarından biridir. Duraktan sonra, yine İsm-i Celal ile ayin devam eder, İsm-i Hu ile biter.
Ayin biçimlerinin sınıflandırılmasında "Kufı.di" olarak nitelendirilen ayinler; Nakşibendi Ayini ve öteki tarikat mensuplarının oturarak icra ettikleri ayin bölümleri olarak, ana çizgileri bakımından bu kadardır. Ancak bazı tarikatlarda yine oturulmakta iken icra edilen özel ayin tarzları da vardır. Bu tarzlar da kufıdi olarak nitelendirilir.
Özel Kınldi (Oturaı·ak) fl.yinler
Şô.bô.ni Tari.katı'nda
Halvetiliğin en yaygın kollarından olan Şabanlli.k'te "darb-ı esma" adı verilen Şabanlliğe özgü ayin tarzı da bir tür kuüdi ayindir. Kelime-i Tevhid zikri, kalbiye döndürüldükten sonra "İsm-i Hay"a geçilir. Zikir halkası veya düz saf halinde oturulmakta iken, diz üzerinde yükselinerek ve öne doğru eğilinerek, kollar da sanki kürek çekiyormuş gibi kaldırılarak ve sonra tekrar oturuş şekli alınarak harekete devam edilir. Bu sırada ''Yô. Hay" denilerek zikir yapılır. Darb-ı esma yapılırken zakirler bu zikir tarzına uygun özel bestelenmiş ilahiler okur-
134 1 Ôrner Tuğrul İnan.çer
lar. Şabani ilarusi olarak tanınan Darb-ı esma ilabileri mutlaka sofyan usft.lünde bestelenir ve ilam okunmaya "es" (müzikte durak) ile başlanır. Bu esle sağlanan senkop ile darb-ı esma hareketi de düzenlenmiş olur. İlk es ile, öne doğru eğilinirken ''Yô Hay" zikri başlar ve hep senkoplu olarak devam eder. Sofyan usft.lünün başındaki es, nefes alma payı olarak bırakılıp, ikinci zamanda "Yô" hecesine girilir, usulün son zamanında "Hay" hecesi söylenip oturma durumu alınır. Kolların kürek çeker gibi hareketi ve diz üstü yükselirken ''Yd", otururken "Hay" hecelerinin zikri, öne eğilirken nefes alma payı verilmesi ve bu hareket ile zikrin devam etmesi hem çok coşkun, hem de çok estetik bir görünüm ortaya koyar. Bu harekete uygun ve hatta hareketi düzenleyici ilahilerin de okunuyor olması ayine başka bir bütünlük kazandırır (darb-ı esma zikri şeyhin işaretiyle bittiğinde ileride anlatılacağı gibi Halveti Devraru'na kalkılır).
Celvetf 'R:ııikatı'nda
Bir başka kuudl olarak nitelendirilen ayin tarzı da Celveti "msf-ı layô.mı"dır. Celveti Asitanesi olan Üsküdar'daki Hüdai Dergahında
1
Cuma namazından sonra ayin yapılırdı. Zikre katılacak olanlar halka halinde otururlar, halkanın ortasında zakirlerin oluşturduğıı bir halka daha bulunurdu. Şeyh Efendi bu sırada halkada bulunmayıp minberin karşısındaki kafesli odada olurdu. Zakirbaşı, Fatiha'dan sonra ağır tempoda ve heceleri uzatarak Kelime-i Tevhld zikrini başlatırdı. On, oniki veya onbeş defa topluca tekrar edilen tevhldden sonra yine za.kirbaşı tarafından ''Ya Allah Hu" denildiğinde topluca diz üstü kalkılırdı (CelvetıAyininde bir de "dört dört" diye adlandırılan tevhld açma usft.lü kullanılırdı ki her dört Keli.me-i Tevhld'de perde tizleştirilir ve dört defa perde kaldırılır, böylece onaltı tevhld çekilmiş olurdu). Diz üstü kalkıldığında zikir 'Malı Hu" diye devam eder. Bu sırada güftesi Hz. Hüdfil'ye ait ilahilerden biri okunur. Diz üstünde yapılan bu zikir şekli yalnızca Celvetiliğe ait bir tarzdır ve nısf-ı kıyam (kıyam yarısı) adını alır. Buna "Hızır la.yô.mı" da denir. Celveti Piri Hz. Hüdfil'nin bir zikir ayininde oturmakta iken Hz. Peygamber'in ruhaniyetinin teşrifini gönül gözü ile gördüğünde, saygı ifadesi olarak ayağa kalkmak istemesine rağmen, Hz. Peygamberimiz kalkmamasını işaret buyurduklarından, fakat Hz. Pir'in de oturmayı edebe aykırı gördüğünden diz üstü kalkarak zikrullaha devam etmesi bu zikir tarzının doğıış sebebi ola-
Osmaab Tarihinde Sufilik Ayin ve Erkanları 113 5
rak kabul edilmektedir (Bir başka rivayette rO.haniyeti görülen kişi Hz. Hızır' dır).
Nısf-ı Kıyam devam etmekte iken zakirbaşı perde kaldırıp bir daha "YQ Allah Hu" dediğinde diz üzerinden ayak üzerine kalkılır. Art.ık bu kıyam zikridir. Hu ismi okunmaktadır. Belli sayıda Hu isminden sonra yine zakirbaşı tarafından İsm-i Celal'e geçilir. İsm-i Celal de zakirbaşının üç defa uzun Hu' su ile sona erdirildiğinde, zakirler topluca zaman ve duruma uygun bir ilahi okumaya başlarlar. Bu ilahi devam etmekte iken Şeyh Efendi kafesli odadan çıkar ve makam seccadesinde yerini alır. İlahi bittiğinde herkes yeniden oturur ve bir zakir tarafından okunmaya başlanan durak dinlenir. Buraya kadar olan tören Celveti Ayini'nin başlangıç safhasıdır. Durak bitince Şeyh Efendi ya Fatiha eder, veya etmeden ellerini yere vurarak ''Ya Allah Hu" diyerek tekrar ayağa kalkılır ve kıyam zikrine devam edilir. Nısf-ı kıyam gibi yalnızca Celvetiliğe mahsus bir usfrl daha vardır ki; o da solo ilahi okumaktır. Bütün tarikat ayinlerinde (durak hariç) ilahiler topluca okunduğu halde, Celveti Ayini'nde zikrullaha eşlik eden ilahiler tek kişi tarafından okunur. Celvetilik; coşkunluktan çok ağır başlılığa, hareketten çok durgunluğa, heyecandan çok istikrara, sohbetten çok tefekküre, vecdden çok huşfr'a ağırlık veren bir tasavvuf düşünce tarzını benimsemiştir. Tarikatın bu özelliği ayin tarzına da yansımıştır. Solo ilahi okunması bu sebepten kaynaklanmaktadır.
Hayatiye 1/ırikat'nda
Halvetiliğin Hayatiye kolundaki nısf-ı kıyam bir ayin olmaktan çok bir erkandır ki; şeyhlerin özel hizmetinde bulunan görevli dervişlerin büyük saygı gösterisi olarak ayak üzerinde değil diz üzerinde yürüyerek hizmet etmeleridir.
Mevlevi Tarika'tı'nda
Mevlevi Tarikatı'nda, sabahları yapılan ayin de kuudi ayin olarak nitelendirilir. "İsm-i Celal çekmek" veya "lafza-i Celal okumak" olarak adlandırılan bu ayin, Mevlevihanelerin mescidinde sabah namazından sonra yapılırdı. Namazdan sonra şeyh, postuna oturur, herkes görev rütbesi ve kıdemine göre yerlerini alarak tam bir çember oluştururlar. Meydancı, iri taneli ve çok uzun bir tesbih.i, imamesi şeyhe gelecek
136 1 Ômer Tuğrul İnançer
şekilde bütün halkaya yayar, herkes iki eU ile tesbihi tutar. Şeyh çok ağır ve uzun hecelerle, pest perdeden eı1zü besmele çeker ve yine uzun hecelerle topluca üç kez Kellme-i Tevhid, sonra yine üç kez ağır ağır İsm-i Celal oloınur. ':Allah" lafzında ikinci heceden önce belli belirsiz bir duraklama yapılır ve ikinci hece uzatılır. Bu hep böyle devam eder. Daha sonra İsm-i Celal'in perdesi küçük ses aralıklarıyla yükseltilir. Her perde yükseldiğinde tempo biraz hızlandırılır. Sonunda artık harfler belli olmadan yalnızca iki hecenin vurgu sesi duyulur hale gelir. Bu sırada baş, elif harfi çizer gibi birinci hecede aşağıya, ikinci hecede yukarıya hareket ettirilir. Teşbih, sağa doğru avuç içinden yürütülür. Mevlevi İsm-i Celal zikri, kendine özgü ritmi ve perde kaldırmasıyla gerçekten çok estetik ve çok etkili bir zikir tarzıdır. Belli sayıda Allah isminden sonra şeyhin ':Allahü ekber kebirô" diye başlayan duaya yüksek sesle başlaması ile zikir bitirilir. Okunan gülbank ile ayin sona erdiğinde, meydancı tesbihi toplar, imamesini öpüp kollarına alır ve bekler. Şeyh mescidden ayrılırken orta yere geldiğinde baş kesip selam verir. Meydancı, selfunı alır. Şeyh kapıdan çıkarken baş kesdiğinde
herkes baş keser ve mescidden edeple ayrılınır. Bazen, sema ayininde sema-hanede namazdan veya Mesnevi okunmasından sonra da İsm-i Celal çekilir. Ayrıca herhangi bir sebeple bafta ayininde sema yapı- . lamadığı zamanlarda da, aşçıbaşı dedenirı veya bir halifenin yönetiminde ve semahanede İsm-i Celal çekilerek o .haftanın ayini yapılmış olurdu.
Usül Ayinleri
Hafta gün veya gecelerindeki ayinlerinde kıyfuni veya devraru ayin tarzını uygulayan tarikatların günlük tekke hayatında uyguladıkları ve genelde "usul" olarak adlandırılan günlük ayinleri de kuO.di ayinlerdir. Halvetiliğin; Sünbüli, Sinaru, U~şfild, Şabanı, Sivasi, Cerrahi ve öteki bazı kollarında; Kadiri, Riffil, Sadi, Bedevi gibi bazı kıyamı tarikatlarda genellikle sabah, akşam ve yatsı namazları vakitleri ile bay.ram ve kandil sabahları yapılan ayinler; genelde dervişlerin kendi aralarında yapılır ve pek ziyaretçi de bulunmazdı. Tarikatta oluşmuş adete göre namazdan önce veya sonra, oturularak düz saf veya halka oluştur.ulur. Genel meydan açma uso.lüne göre şeyhin "fatiha etmesiyle" meydan açılır. Önce genellikle Kellme-i Tevhid, sonra tarikatına göre başka esmalar belli sayıda topluca okunur. Uso.l ayinlerindeki ortak
Osmanlı Tarihinde SüfUik Ayin ve Erkanları 113 7
özellik, esma çekilirken ilahi okunmamasıdır. Ayrıca esmalar da düz sesle, melodi yapılmaksızın okunm. Usfil ayinleri de dua ve gülbank ile bitirilir.
Namaz Sonrası
Tekkelerin halka açık ve vakit namazı kılınan mescitlerinde namazdan sonra genellikle Kelime-i Tevhid, İsm-i Celal ve İsm-i Hu okunur, daha sonra Fatiha edilirdi. Tekkelere özgü ve tarikat adabına dahil olan bu namaz sonrası zikirleri de kuudi ayin olarak nitelendirilebilir.
B. Kıyam! (Ayakta durarak) ayinler
Tören
Kıyfuni (Ayakta durarak) ayinler; Kadir!, Riffil, Sadi, Bedevi, Şazeli gibi tarikatlarca benimsenmiştir. Ayrıca, Nakşibendiliğin cehri zikir (açık ve sesli zikir) yapılan kollarında da ayinde kıyama kalkmak da vardır.
Kıyfuni tarikatlarda ayin iki aşamalıdır. Kıyam Ayini -kuud'da anlatıldığı gibi- kuuden (oturarak) başlar ve İsm-i Hu'nun bitişiyle bilinci aşama sona erer. İsm-i Hu veya duadan sonra şeyhin ellerini yere vurarak ayağa kalkmasıyla herkes yer öperek ayağa kalkar. Karşılıklı - düz saflar halinde dizilinir.
Ancak, Şazeli Tarikatı'ndaki kıyftmi ayinde-düz saf halinde değil iç içe çemberler halinde zikir halkaları oluşturularak ayakta du...'Ulur. Şeyh de çemberin merkezinde (kutup-hanede) bulunur. Zikre ilab.ilerle eşlik edecek olan zakirler iki safın arasına serilen postlarda dururlar, bazen otururlar. Şeyh, safların ortasındaki yerini alır. Önce meydanda bulunan herkesin katılması ile bir ilahi okunur. Buna "cumhur ilô.hi" denir. Cumhur okup.urken ilahinin temposuna uygun olarak öne doğru eğilmeden iki tarafa doğru hafifçe sallanılır. Bu harekete "send salınımı" denir.
Cumhur ilahi zikir yapılmaksızın topluca okunan ilahidir. Zikir yapılırken eşlik etmek üzere okunan ilab.ilere ise zikir ilahisi veya usfil ilahisi denir. Cumhur ilab.ilere yanlış olarak cumhur durak da denmiştir. Bu yanlış adlandırma zikre ara verilip herkesin ilahi okumasından, yam esma çekmenin durmasından kaynaklanmıştır.
13 8 1 Ömer Tuğrul İnan çer
Cumhur ilahi okunduktan sonra, şeyh zikredilecek esmayı (Allah'ın isimlerinden biri, "esma" çoğul kelime olmasına rağmen tekil olarak kullanılır) belirtir. Buna "esmô. atmak" denir. Bundan sonraki ayinin yönetimi "zikir reisi" denen kişi ile zakirbaşma aittir.
Kıyam ayini, öteki bütün ayin tarzları gibi, özel yetenek ve ustalık ister. Bu yetenek, ustalık ve yönetime sahip kişiler, tarikat erkanında çok önemli olan unvan ve kıdemlerine bakılmaksızın "kıydın reisi" olar~ kabul edilirler ve ayinin hareketini yönetirler. Bu dinl raksı yönetimde yani zikir reisliğinde İstanbul' da ün kazanmış kişiler vardır: Beylerbeyi İstavroz Deresi Bedevi Tekkesi Şeyhi Mızıkalı Nuri Efendi, Üsküdar Toygartepe Riffil Şeyhi Haşim Efendi ve Reis Dökmeci Ali Baba, ünlü Hafız Yaşar Efendi'nin babası Sancaktar Tekkesi Şeyhi Rifat Efendi, Eyüp'lü "Ceylan Efendi" olarak tanınan Sadeddin Efendi ve oğlu Nazmi Efendi, Mahyacı Aziz Efendi, Üsküdar'da Çarşamba Tekkesi Reisi İbrahim Dede, Üsküdar Fethi Efendi Tekkesi Şeyhi Şem- · seddin Efendi ve oğlu Kemal Efendi, aynı tekkenin Reisi Sobacı Hasan Dede, Haydar-hane Kadiri Şeyhi Hakkı Efendi, Karagümrük Nüreddin Asitanesi Şeyhi Fahreddin Efendi gibi kişiler bunlardan bazılarıdır.
1
Kıyam ayininin müzik yanını ise zakirba§ı yönetir. Kıyam ayininde esas hareket ayakta adını atmadan diz üzerinde yaylanarak bedeni ve başı sağa-sola döndürmek ve eğilip doğrularak belli ve toplu bir ahengi devam ettirmektir. Zikre sağa doğru eğilinerek başlanır. Yani ilk esma veya esmanıri ilk hecesi sağa doğru söylenir ve dört zaman biriminde hareket tamamlanır. Kelime-i Tevhid çekilecekse, "La ilahe" sağa doğru iki zaman biriminde, "illallah" sola doğru yine iki zaman biriminde söylenir. İsm-i Celal çekilecekse, '~"hecesi sağa doğru eğilerek söylenip "lalı" hecesi doğrulurken söylenir. İkinci '~ah" kelimesinde de sola doğru söylenip doğrulunur. "Hayy ül Kayyfun Allah", '~ah. Vahid, Ehad, Samed", "Hay, Hay, HO.", "Hay Allah Hay", "Ya Hay" gibi esmalar da hep bu dört zaman birimi esasına göre uyarlanır. Sallanma ve eğilme hareketleri de yine bu dört zaman esaslıdır. Kıyam ayiniİıde diz üzerinde yaylanıp bedeni ve başı sağa sola döndürmek şeklindeki hareketin temposu Reis tarafından belli bir esasa göre yavaş yavaş hızlandırılır. Belli bir hız kazanıldıktan sonra (Kufıdi ayindeki perdeli tevhidde anlatıldığı gibi) esma "kalbi'ye döndürülür ve yalnızca ses vurguları ile esma çekme devam eder.
Osmanlı Tarihinde Sfifilik Ayin ve Erkanları 1139
Bu arada, zakirbaşı yönetimindeki zakirler ve ''.Piyrev"ler (p!yrev; zakir çırağı demektir) özel güfte seçimi dışında zikrin temposuna uygun ilaııtler ve serbest solo kasideler okurlar. Zakirbaşı'nın ilabiye başlamasına "ilô.hi atmak" denir. Zakirbaşı'nın attığı (yani başlattığı) ilahlyi zakirler devam ettirirler. Çok engin bir repertuvara sahip Türk Tasavvuf Müsikisi'nden uygun eserler seçmek ve bir "takını" halinde birbirine bağlı olarak sanki bir tek esermiş gibi icra edebilmek ve bu icrayı da ayinin temposu ile ahenkli bir biçimde yürütebilmek için hem müziği, hem de zikir tarzlarını çok iyi bilmek, ayrıca zikir reisi ile her an anlaşma içinde olmak gerekir. Bu bakımdan zakirbaşılık çok önemli, zor ve uzmanlık isteyen bir görevdir. Makam seçimi de ayrı bir önem taşır. Ayinin devamınca tempo gittikçe hızlandığı gibi sesler de gittikçe tizleşeceğinden bu özelliğe uygun makamlar_ı ve eserleri sıralamak, bir kaside okuyup taksim yapılarak başka makama geçildiğinde perdeyi bozmamak gerekir. Çünkü ayinlerin estetiği ancak böyle sağlanmıştır.
Kıyam zikir tarzında kullanılan ilaııtlerin bir kısIIlllllil güftesi Arapça'dır. Arapça güfteli, fakat Türk müziği ürünleri olan bu eserlere "şuUJ" denir. Kıyamı ayini benimseyen tarikatlar özellikle Arap kökenli olduğu için şuüller kıyamda kullanılmıştır. Türk kökenli Halvetiliğin benimsediği Devram ayinlerde ise şuül kullanılmaz. .
Bütün bu müzik ve zikir kurallarını bilen ve uygulayacak olan zakirbaşılar arasında çok ünlü isimler vardır. Bursa, Edirne, Diyarbakır, Konya, Kahire, Bağdat, Şam, Rumeli, hatta Kırım'da ve özellikle İstanbul' da birçok zakirbaşılar ve zakirler yetişmiştir. Bursa Emir Sultan Dergahı Zakirbaşısı Baba Ali (XV. yy), Üsküplü Niyazi (XVI. yy), Trabzon'lu Tabi Mehmet (01.1552), Sinaneddin Yusuf (öl.1565), Mehmet Çelebi (öl.1603), Boşnak asıllı Kum.kapılı Şaban (öl.1685), Hatip Zakir! Hasan (öl.1622), Bursa Hayreddin Efendi Zakirbaşısı Derviş Ali Esved (Esmer, ÖL 1614), Hüdai Asitanesi zakirbaşıları Hafız Kumral ve Şaban Dede (öl.1650), Sütçü-zade İsa (öl.1627), Antepli Bedri Mehmet (öl.1654), Bursa'da Hafız Ubeyd (öl.1656), Bursa Karaağaç Şeyhi Yal-up-zade Mehmet (öl.1666) ve zakirbaşısı Ebubekir (öl.1666), öteki zakirbaşısı Kefeli Derviş Abdi (öl.1695), yine Bursa'da Muhzir-zade Salih Çelebi (1667), Çarşamba Tekkesi Şeyhi Hüseyin Efendi'nin oğlu zakir-başı Fethullah Çelebi (öl.1699), Bursa Fenari Ahmet Paşa Tek-
140 1 Ömer Tuğrul loaoçer
kesi Şeyh vekili ve Debbağ-zade Tekkesi Zakirbaşısı Tabli-zade Akli (öl.1704), Abdülmecid-i Sivasi'nin Zakirbaşısı Ahmed Qelebi, Abdülehad Nuri'nin zakirbaşısı Dede~zade Habib, Hasan Burhaneddin Cihangiri'nin zakirbaşısı Hattat Mehmet, Bursa Üftade dergahı zakirbaşıları Çatalsakal Mustafa, Bursa'lı Zakir Hatem Mehmet (öl.1740), Bursa'da Eşrefoğlu tekkesi zakirbaşıları Kabak-zade Mustafa (öl.1745), Çavuşzade Hacı Mehmet (öl.1759), Çıkrıkçıoğlu Siyahi Ahmed (01.1778), Karagöz-zade Mustafa (öl.1780), Bursa'da Gazzi Tekkesi zakirbaşısı Hasta-zade Abdullah (öl. 1746) ve Cuma Bey-zade Hacı Mehmet (öl.1756) ile Hacı Salih (öl.1772), Kapan katipi-zade Bursalı Mustafa (öl.1755), Bayramı Himmet-zade Abdullah Efendi'nin Zakirbaşısı Şivei Ahmed Çelebi, Gülşeni Zakirbaşıları Edirneli Şaban Dede (öl. 1721) ve Mustafa Dede (öl.1812), Tophane'de Kadiri-hane zakirbaşıları Molla Mustafa (öl.1732), Arap Şeyh İsmail (öl.1826), Karabaş tekkesi Şeyhi Hopçu-zade Hacı Mehmet Şakir (öl.1859) ve oğullari Ahmed Gavsi (öl.1908) ile Ali Rıza (öl.1924), Draman zakiri diye ünlenen Şeyh Ahmed Vefki (öl.1748), Zakir Ömer (öl.1813), Hatip Aziz (öl.1855), Sünbüli Asitanesi zakirbaşıları Buhfui-zade Şeyh Abdülkerim (öl.1778), Şikari-zade Şeyh Hacı ~ed (öl.1831), Türbe-dar Şeyh Hamdullah (öl.1864), Türbe-dar Osman Dede'nin kardeşleri Şeyh Mustafa (öl.1873) ve Attar Hacı Ahmed (öl.1874), Hacıkadınlı Nuri (öl.1847), Kısık Mustafa (öl.1876), Hüseyin Hüsnü (öl.1894), Cihangir Şeyhi Hafız Resmi (öl.1901), Şeyh Mehmet Sinan (öl.1924), Şeyh Vefa Türbedarı Osman (öl.1889), Cerrahi Asitanesi zakirbaşıları Şeyh Hasan (öl.1804), Şeyh Mehmet Necib Dede (öl.1819), Pepeyi Şeyh Hasan (öl.1822), Şeyh Mustafa (öl.1827), Kambur Hafız Şeyh İsmail (öl.1839), Şeyh Salih (61.1852), Yağlıkçılar Kahyası Şeyh Salih (öl.1869), Yorgancı Şeyh Ömer (öl.1872), Kutucu Şeyh Ali (öl.1876), Tahta Minare Şeyhi Hafız Mahmud (öl.1878), Malak Hafız Hüseyin (öl.1904), Şeyh Mustafa (öl.1915), Şeyh İbrahim Edhem (öl.1916), Eğri.kapılı Şeyh Mehmet (öl.1916), Necmeddin (öl.1930), Ser-tarik Ali Haydar (öl. 1958), Kadiriye'den Remli Dergahı Şeyhi Hafız Hüseyin Halis (öl.1919), Sinani zakirbaşısı Hafız İsmail (öl.1936), Kasımpaşalı Cemal (öl.1937) ve öğrencisi Otakçılar Riffil Şeyhi Tal'at (öl.1921), Seyyiq Nizam zakirbaşısı Fehmi (öl.1934), Çengel.köy Bedevi Şeyhi Edhem (Öl.1904), Bursa Mısri Asitfuıesi Şeyhi Şemseddin (öl.1936) Efendiler müzik alanında bestecilik, okuyuculuk gibi hünerlerinin yanı sıra
Osmanlı Tarihinde Sufilik Ayin ve Erkanları 1141
özellikle zakirbaşı olarak müzik ve sfı.fi ayinleri tarihinde önemli bir konumdadırlar.
Kıyam ayinin bir özelliği de saz kullanılmasıdır. Sılfi ayinlerinde (Mevlevilik hariç) kudüm, bendir, mazhar, halile, nevbe gibi yalnızca vurmalı sazlar kullanılır.
Zikir kalbiye döndürüldüğünde zakirlerden bu sazları kullanmasını bilenler çalmaya başlarlar. Çok seyrek olarak yine kalbi zikir sırasında ses ile taksim yerine Ney taksimi yapıldığı da olur. Ancak, Muharrem ayı boyunca Hz. Hüseyin ve Kerbela Şehitleri anısına saygı ifadesi olarak saz kullanılmaz.
Saz kelimesi özel bir Türk çalgısının adı olmasına karşın, bütün çalgı aletlerinin (enstrüman) genel adı olarak kullanılır. Bunun gibi; "nevbe" kelimesi de sahan kapağına benzeyen bir metal yarım kürenin ağzına deri gerilerek yapılan ve bir kayışla tempo vurularak kullanılan değişik çap ve derinlikteki bir vurmalı ritim sazının adı olınasına karşın, Sıl~ ayinlerinde kullanılan bütün vurmalı ritim sazlarının ve bunların kullanılmasının genel adı olarak kabul edilmiştir. Kudüm çalana kudüm-zen, halile çalana halile-zen, bendir çalana bendir-zen dendiği gibi, hepsine birden nevbe-zen diye de ad verilir. Kıyamı tarikatlar bütün tarikatlarda genel kural olan zikrin kalbiye döndür.ülnıe
sinde nevbe vurmak lll.ralını uyguladıkları gibi, ayrıca kandillerden önceye rastlayan hafta gün ve geceleri ile Ramazan Bayranıı'nda üç, Kurban Bayranıı'nda iki kez "nevbeli ayin" yaparlardı. Böylece kandil karşılaması yapılmış olurdu.
Ayrıca, "Bayram Haftası" adı verilen zamanda da nevbe vurulurdu. Tekkelerin ayin gününe (veya gecesi) rastlayan bayramlarda genellikle haftalık ayin yapılınazdı. Ertesi hafta gün@e ise bayram haftası denilir ve mutlaka nevbe vurulurdu.
Yedi kat gök ve yerin ve arasındaki her şeyin Allah'ı teşbih ettiği (İsra' Süresi 44. Ayet) inancının bir anlatımı olarak ve ayrıca hicret sırasında, Medinelilerin Hz. Peygamberi "Tala'a'l-bedru aleynfı" (Bizim üzerimize doğan bir dolunaysın) diyerek ve bendirler tefler çalarak karşılamalarının anılması ve yaşatılınası geleneği olarak bu ayin yapılırdı. Hangi sazların kimler tarafından kullanılacağı da özel kurallara bağlanmıştı. Haftalık ayinde zakirler bu sazları kullanırlardı. Fakat,
142 1 Ömer Tuğrul İnançer
"nevbeli ayinde"; şeyh ve misafir şeyhler ile zak.ir-başı ve varsa seyyidler (Peygamber torunları) ve oniki yaşından küçük şeyh ve ha.life çocukları halile (zil), zakirler kudüm, halifeler nevbe, dervişler bendir ve mazhar vururlardı. Bunun yönetimi de zak.irbaşına aitti. Nevbe vurma ve yönetiminde İstanbul son devirde ün kazanmış kişiler arasında Beşiktaş Yahya Efendi Dergahı Za.kirbaşısı Şevki, Toygar Şeyhi Arif, Kastamonulu Turşucu Hafız, Çengelköy Bedevi Şeyhi Ahmet ve oğlu Edhem, Üsküdar' da Çınar Nakşibendi tekkesi Şeyhi Ömer, Kasımpaşa Hüsameddin-i Uşşaki Asitanesi'nden Mazhar Baba ve kardeşi Sebilci Hüseyin Efendiler, İzmit'te Himmet-zade şeyhi Abdussamed Molla sayılabilirler.
Tulübi Nevbe (Sadi Tarikatı)
Sadi Tarikatı'nda özel bir nevbe ayini vardır ki adına, '"I\ılubi
Nevbe" denir. Bu ayinde önce nevbe takdimi denilen ve bütün var-· lıkların Allah'ı zikretmekte olduğunu belirten Kur'an ayetleri ve zikirden söz eden diğer ayetlerle birlikte özel tarzı ile zakirbaşı tarafından okunur. Sonra Hz. Mevlana'nın Mesnevi' sinden alınan ve Hz. Peygamber'in Medine mescidinde minber yapılmadan önce sırtını dayayarak hutbe okuduğu direğin (veya kurumuş hurma ağacı gövdesinin) minberin yapılması ve Hz. Peygamber'in artık sırtını dayamaması ile ayrılık acısından ağlayıp inlemesini anlatan menkıbe (Sütün-u Hannane menkıbesi) yine özel bestesi ile okunur. Sonra kıyam ayininde zikrin kalbiye döndürülmesi ile başlanan nevbe vu:i-ma, zikir kalbiye döndürülmeden doğrudan sesli zikir ile beraber başlar. "İllallah Hay" ve ''.Allah Ya Daim" esmaları ile sürdürülen Tülubi Nevbe Ayini zikir kalbiye döndürülmeden bitirilir.
Devsiye {Sfıdi Tarikatı)'nda
Yine Sadi Tarikatı ayininde rastlanan bir özel durum da şudur: Normal haftalık ayin sırasında kıyam zikri kalbiye döndürüldüğünde hastalar ve özellikle çocuklar görevli dervişler tarafından tevhid-haneye getirilip yüzükoyun yere yatırılırlar. Şeyh Efendi de bu hasta ve çocukların üzerinde zikr ederek ve dua okuyarak yürür. Buna "Dev
siye~· denir. Hz.Peygamber'in doğum ayı olan Rebi-ül evvelde mutlaka yapılırdı. Devsiye yapma izin ve görevi başka tarikat şeyhlerine de verilebilirdi. (Galata Mevlevi-hanesi şeyhi Mehmet Ataullah Dede
Osmanlı Taribiode Süfllik Ayin ve Erkanlım 1143
Efendi (öl.1912) devsiye yapardı). Ezmek, çiğnemek anlamındaki devs kökünden gelen, devse veya devsiye Sadi Tarikatı'run Piri Sadeddin El Cibavi'nin oğlu ve halifesi Yı1nus El Cibavi'nin .Kahire'ye ilk gidişinde yere dizilen ince cam kapların üzerinden atla geçip hiçbirinin kırılmaması kerametini göstermesinin bir uzantısıdır. Bu keramet bir tarikat geleneği ve ayini olarak devam ettirilmiştir. Ancak yerde cam kaplar değil, Sadi dervişleri ile hastalar ve çocuklar vardır. Mısır Hidivi Mehmet Tevfik Paşa'nın 1881'de yasaklamasına kadar Kahire'de devam eden Devse Ayini şöyle yapılırdı: Hz. Peygamber'in doğum günü olan 12 Rebi-ül evvel' de, Hz. Peygamber'in torunlarında Seyyide Zeyneb'in, türbesi Kahire' de olan İmam Şafi'in, Şeyh Yı1nus el-Cibavi'nin doğum günlerinde ve kandil günlerinde öğle namazından sonra Şeyh Efendi bir ata binerek Mescid-i Hüseyin'den (veya tekkesinden)_ çıkar. Dervişler yol boyunca yüzü koyun ve yan yana yere yatmışlardır. Ayakta kalan ve ellerindeki vurmalı sazları çalmakta olan dervişlerle birlikte İsm-i Celal (Allah) çekmektedirler. Şeyhin ahru:n iki yanındaki yedekçi (atı idare edenler) atı dervişlerin sırtından yürütür ve üzerinden geçilen derviş, zilıe devam ederek ayağa kalkar ve şeyhin arkasına takılarak takip eder. Genellikle .Kahire'nin Özbekiye Meydam'nda yapılan bu ayin, dervişlerin zikir halkası kurup oturarak yaptıkları kısa bir zikir ve dua ile bitirilirdi. Devsiye yapıldığı günün gecesinde tekkede mevlid töreni yapılır ve ziyafet verilirdi. Son zamanlarda Mısır' da çok saygın bir aile olan Bekrilerden (Hz. Ebılbekir'in torunları) olan şeyhler Devse Ayini ve Mevlid törenini idare ederlerdi. Bu tarz Devse Ayini Mısır, Sudan ve Suriye'de yapılmış; Irak, Anadolu ve Rumell'de ise daha çok hasta ve çocuklara ve tekke içinde yaya olarak uygulanmıştır.
Sadi Tarikatı'na özgü kalbi zikirde yapılan bir özel hfil daha vardır. Şeyh ile tam karşısında duran derviş göz ?öze bakışırlar ve derviş bir kalıp gibi donarak hareketsiz kalır, ayinin sonunda yine şeyhin bakışı (Nazar-ı Mürşid)'ile eski haline döner. Buna "Sadi Dondurması" denir. Hatta, Bursa Tahtakale'de Dondurma Tekkesi diye anılan bir Sadi Tekkesi vardır (Bu dondurma ismi bilinen gıda olan dondurma değildir).
Sadi tarikatı mensupları, tarikatın esas merkezi olan Şam'da, Emeviye Caınii'nde Cuma namazından sonra ayin yaparlardı. Merkezdeki bu usıllün yansınm.ası olarak İstanbul' da da Ayasofya Caınii'nde -özellikle Kadir geceleri- Sadi Ayini yapılırdı. Ayasofya Camii'ndeki
144 1 Ömer Tuğrul İnançer
büyük levhalardan Hz. Ali'nin adının yazılı olduğu levhanın altı Sadi Tekkesi olarak kabul edilirdi.
Nevbe Vurma
Nevbe vurma ile ilgili İstanbul'a özgü ayin niteliğinde bir özel tören daha vardır ki, bayram sabahları Merkez Efendi Halveti-Sünbüli Tekkesi ile Yenikapı Mevlevi-hanesi arasında yapılırdı. Yenikapı Mevlevi-hanesi mensupları, sabah namazını kendi tekkelerinde kıldıktan sonra Merkez Efendi Tekkesi'ne giderler ve Bayram namazını orada kılarlar. Namazdan sonra Merkez Efendi Türbesi'ndeki duayı Mevlevi-hane şeyhi yapar ve orada bayramlaşılır. Dua ve bayramlaşmadan sonra Mevlevihane'ye dönülece~ zaman, dervişlerden bazıları kudümleri sırtlarına alırlar, arkalarında bulunan kudümzenler yürürken öndeki arkadaşlarının sırtlarındaki kudümleri çalarlar, yanlarındaki neyzenler de peşrev çalmaya başlarlar. Böylece peşrev çalınarak ·
(ve kimi zamanlarda bir kaç semazen de sema ederek) Mevlevi-haneye dönülür. Varıldığında peşreve son verilir. Şeyhin niyaz penceresi önünde dua edip gülbank okuması ile bu tören biter.
' Kıyam ayini, genel çizgileriyle böyle özetlenebilir. Ancak, bazı tari-katlarda özel kıyam tarzları olduğu gibi, bir tarikata özgü olamayan bütün kıya.mi tarikatlarda kullanılan değişik kıyam usUlleri de vardır.
Beyyılıni Zikri {Beyyılıni Tarikatı)
Bunlardan biri "Beyyıimi" zikridir. Mısır kökenli bir kıyam zikri tarzı olan Beyyümi'de saf halinde dizili duran dervişler, ayaklarını kıpırdatmadan bedenlerini sağa döndürerek ''.Allah" deyip, sola dönerlerken "Ya Daim" derler ve dizler üzerinde de yaylanırlar. Ya Dfilm deyip tekrar sağa dönüş zamanı nefes arasıdır. Zikir bu şekilde devam eder. Bir zakir karşılıklı iki safın arasında, yüzü kıbleye dönük olarak bir kaside 01.."Uf ve kasidenin her beytinde perdeyi tizleştirir. Her perde kalkışında zikrin temposu bir miktar hızlandırılır. Kasideyi yazan kişinin adı geçtiğinde, zikir kalbiye döndürülür ve vurmalı sazlar da kullanılmaya başlanır. Zikrin kendi coşkusu içinde gittikçe dizler daha fazla kırılmaya hatta yere vurul.maya ve kollar da sağa sola sallanmaya başlar. Sonunda şeyhin "İllallah" diye seslenmesiyle Beyyümi biter. BeyyO.mi zikrinin diğer kıyam tarzlarından farkı bedenin öne eğilip
Osmanlı Tarı hinde Sufilik Ayin ve Erkfirıları 1 145
doğrulması yerine sağa sola döndürülmesidir. Bektaşi semfilıındaki hareketle benzeşir.
Ayrıca Ali Hicazi el-Beyyılmi (1696-1769) Hz.'nin Ptri olduğu Beyyfımi Tarikatı'na ait Beyyılmi ayinleri vardır. Bu tarikata özgü olan ve el çırpılarak yapılan ayin bu tarikatın yaygın olduğu Mısır, Arabistan, Yemen, Türkistan hatta Hint'te yapılmış, Anadolu ve Rumeli'de pek yapılmamıştır. Ancak İstanbul' da aslen Bedevi Tekkesi olan Koca Mustafa Paşa'daki Ağaçkakan ve Eyüp'teki İslam Bey tekkelerinde bu ayin yapılmıştır. Bütün kıyfuni tarikatlar tarafından yapılan Beyyılmi zikrinden farklı olan Beyyılmi tarikatı ayini zakirbaşı tarafından başlatılır ve İsm-i Celfil zikri yapılırdı. Kıyam safları halinde durulup İsm-i Celfil çekilmekte iken şeyh, meydana girer ve "Hfı" diye seslenmesiyle kıyam safları yarım halka haline dönüştürülür ve zikir "Ya Allah" diyerek devam ettirilir. Giderek "Ya Allah Ya D8..im" denilerek ve tempo hızlandırılarak sürdürülür. Genel kıyam ayinlerinde olduğu gibi ayaklar sabit değildir. Parmaklar üzerinde yarım dönüşler yapılır ve beden sağa sola döndürülerek belden eğilinince eller çapraz olarak göğüse götürülür, doğrulurken eller çırpılır. Ayinin sonuna doğru saflar sıklaştırılır ve ''.Allah Hfı Rabbena Ya Rahman" denilerek ayin bitirilirdi.
Nakşibendi Tarikatı'nda
Nakşibendiliğin "Cehri" (açık ve sesli) zikir usiılünü benimseyen kollarında da özel bir kıyam ayini vardır. Ayakta karşılıklı saflar veya zikir halkası şeklinde dizilen dervişler, bedenleri sağa sola eğerek ve zikrin temposu hızlandığında sağ dizlerini yere vurup tekrar dik durarak zikr ederlerdi. Zor ve o oranda estetik ve coşturucu bu ayin sırasında, eski Yeseviliğin "Zikr-i Erre" denilen gırtlak sesiyle zikretmek usiılü hakimdir. Buna halk arasında "destere zikri" de denir. Gırtlak sesiyle zikretmek Kuzey Afrika'da da kullanılmıştır. Halveti-Şabanı tarikatının Mısır ~e Kuzey Afrika'da yayılmış Bekriye, Kemaliye, Hofniye, Ticanıye, Derdıriye ve Saviye gibi kollarında ayinin esası devranı ise de, kıyam ve zikr-i erre de yapılır.
Şfızeli Tarikatı'nda
Yine bir Kuzey Batı Afrika (Magrip) kökenli bir tarikat olan Şazeillik'te de zikir ayini, kıyamı ayindir. Ancak düz saf halinde değ:H iç içe
146 1 Ömer Tuğrul İnançer
halkalar hfilinde durulur, şeyh kutup-hane'dedir. Şazeli ayininde en göze batan özellik şeyhin başını arkaya atıp kollarını qüz olarak ileriye uzatıp ellerini birbirine vurarak zikri idare etmesidir. Bütün zikir ve ilahi seslerini bastıracak kadar fazla ses çıkaran bu el çırpma, özel bir ustalık gerektirir. Zikre eşlik edecek olan musiki eserleri; Şazeli Şuğul'leri denen özel tarzda bestelenmiş Arapça güfteli eserlerdir. İstanbul'da Alibeyköy Şazel.i Dergahı Şeyhi Tahsin Efendi, Beşiktaş Ertuğrul Tekkesi Şeyhleri Hamza Zafir (01.1903), Muhammed Zafir (öl.1904) ve Beşir Zafir (öl.1909) Efendiler ile Beşiktaş Yahya Efendi Dergahı zakirbaşısı Hattat Hacı Nuri Efendi (Korman) (öl.14.09.1951), Şazel.i Şuğullerinin son üstadları idiler.
Şazeliliği.n Osmanlı toplum hayatıyla ile ilgili önemli bir özelliği vardır. Şazeliliğe veya başka bir süfi ekolüne bağlı olsun veya olmasın bütün dindar müslümanlarca geniş bir kabul gören ve okunan "Salat-ı Meşiş1ye" adlı Salavat-ı Şerife, Şazeli tarikab. Piri Ebu'l Hasen Ali eş-Şazeli hazretlerinin Şeyhi Ebu Muhammed Abdüsselam bin Meş1ş el-Hasem (öl. 1228) ye aittir. Bu salavat başka tarikatların şeyhleri tarafından da, kendi dervişlerine günlük görev (tarikat dersi) olarak verilmiş ve tarikat mensubu olmayanlarca da sevabı için okuna gelmiştir. Yine, çok geniş kitlelere yayılmış olan Delôilü'l-Hayrôt isimli evrad da, Şazeliliğin Cezfiliye kolunun Piri Faslı Ebu Abdillah Muhammed bin Süleyman el-Cezfili (öl.1465) tarafından düzenlenmiştir. Halk arasında Delôil-i Şeıif diye tanınan bu salavat ve dua ~ecmuası da çok okunur. Kandil ve Ramazan gecelerinde; sünnet, nişan, düğün, doğum, askerlik gibi günlük olaylarda ve bazı tarikatların hilafet merasimlerinde topluca Salat-ı Meşişiye ve Delôilü'l-Hayrôt okunurdu. Bazı camilerde devamlı Delôil okunması için vakıflar da tesis edilmiştir. Bir, iki, dört günlük veya haftalık periyodlarla Delôil okumak halk arasında yaygınlığını korumaktadır.
Kıyam Kelime-i Tevhidi
Bir kıyamı tarikata özgü olmayan başka kıyam ayinlerinden biri de "Kıyôın Kelime-i Tevh1di"dir. Ayakta durarak "La ilahe illallah" demek, kıyamda Kelime-i Tevhid çekmektir ve genel bir kıyam ayinidir. Kıyam Kelime-i Tevhidi ise özel bir tarzdır. "U ilahe illallah" sözünün heceleri ve vurgulan Türk musikisindeki düyek usfilünün zaman ve vur-
Osmanlı Tarihinde Süf'ıJikAyio ve ErUnları 1 147
gularına göre bölünerek tekrarlanır. Önceleri ağır tempoda yürütülen zikirde, okunan, ilahiler ve kasidelerle perde yükseltildikçe tempo hızlanır ve Kelime-i Tevhld'teki "La ilfilıe"nin "he" hecesi çok kuvvetli vurgulanarak çok coşkun bir şekilde tevhide devam edilir. Zakirler ilahilerin uygun perdelerinde kaside ile makam değiştirerek (Acemaşirandan Mahfua, Mahfudan Muhayyere gibi) zikrin yükselen tansiyonuna paralel coşkulu ilahiler okurlar. Daha sonra makam Uşşak veya Hicaza döndürülerek "Şey'en Lillfilı"lar (Allah için bir şey ... ) okunur. Tarikat erkanında Aktab-ı Erbaa (dört büyük kutup) olarak kabul edilen Hz. Abdül.kadir-i Geylaru, Hz. Ahmed er-Riffil, Hz. Ahmed el-Bedevi ve Hz. İbrahim-i Düssı1kl'nin isimleri anıldıktan sonra bu "Kıyam Kelime-i Tevhidi Ayini"ni yapmakta olanların tarikatının Piri anılır. Ve artık ilk başladığı perde ve tempoya dönmüş olan zikir a~ bitirilir.
Kıyô.m İsm-i Celôli
Kıyam İsm-i Celili de yine belli bir tarikata özgü olmayan genel kıyam ayinidir. Karşılıklı saflar halinde duran dervişler, şeyhin "Ya Hazret-i Allah" demesi ile çok pest perdeden ve iki tarafa doğru eğilmeden sallanarak (servi salınımı ) serbestçe ''.Allah Allah" diyerek İsm-i Celal zikrine başlarlar. Bir zakir Hüseyni makamında bir kasideye başlar. Kasidenin her beytinin sonunda makamın kararı verildiğinde dervişler sağ ön tarafa doğru eğilerek karar perdesinde topluca özel bestesi ile "Ya Allah" derler ve tekrar serbestçe Allah Allah demeye devam ederler. Bu şekilde sürdürülen Kıyam İsm-i Celili, kaside sahibinin adının geçtiği beyitte, yine sağ ön tarafa eğilinerek bir küçüle "es" (notada durak) ile Allah denirken doğrulunur, sol öne eğilinirken birinciye bağlı olarak bir ''.Allah" daha denip doğrulunur. Bu, dört birim zamanda iki ''.Allah" kelini.esi tekrarlanarak devam eder. Zakirler zikrin temposuna uygun topluca ilahi okurlar. Bu düzenle devam etmekte olan İsm-i Celal daha sonra kalbi zikre döndürülür. Kıyam İsm-i Celali de çoğu kıyam ayinleri gibi coşkulu bir ayin tarzıdır. Şeyhin "İllallah" demesiyle sona erdirilir.
Kıyam ayinlerinde şeyhin attığı esma, zikir hareketlenip hızlandıkça genellikle kalbiye döndürülür, bazen de tempo hiç bozulmaksızın yine şeyh tarafından "Hay" esmasına çevrilir. Doğrudan "Hay" esması ile de Kıyam Ayini'ne de başlandığı olur. Birçok değişik esma
148 1 Ömer Tuğrul loaoçer
çekme tarzları vardır. Ancak hareket hep sağ öne eğilip doğrulmak, sol öne eğilip doğrulmak olarak dört birim zaman ile elçülür. "Hay Hay Hay" es "Yaa Allah" tarzındaki esma çekme iki tane dört birim zamanında yapılır. Tempo biraz hızlandığında bir tane dört zaman biriminde "Hay Hay Ya Allah" tarzına döndürülür. Buna benzer daha birçok değişik tarzlar vardır. Hangi tarz esma çekilirse çekilsin bazen ayinin sonlarına doğru yine şeyh tarafından belirtilerek "Ya Hay" esması başlatıldığında "Ya" hecesi ile ayaklar yere vurularak, "Hay" hecesi ile de bir saftakiler ileri, karşısındaki saftakiler geri adım atarak saflar karşılıklı olarak ileri geri hareket ederler. Bu tarz ayine -Keli.me-i Tevhid çekilmemesine rağmen- "Dalga Tevhidi" adı verilir.
Yine bazen kıyamın sonunda zikir hızlandığında ikinci heceye vurgu yapılarak ''.Allahümme" denmeye başlanır. Dervişler öne eğilip doğrul urlar. Ancak bu hareket birer atlanarak yapılır. Biri öne eğilirken iki yanındakiler doğrular, doğrulanın iki yanındakiler eğilir. Böylece bir tarağın dişleri gibi fakat birer atlayarak eğilip doğrulunur. Bu kıyam zikri tarzına "Demdeme" adı verilmiştir.
Yine kıyam ayininin sonuna doğru tempo hızlandığında Şeyh'in işaretiyle esma "Haay Allah Hay" veya '1\llah Allah Hay" şekline dönüştürülebilir. Zikir bu tarza dönüştürüldüğünde hareket de değiştirilir. Sağa-sola eğilme ve öne eğilip doğrulma ~iter, bel kırılmadan ve baş döndürülmeden bütün beden sağdan sola doğru yaylandırılarak hareket ettirilir.
Bedevi Topu
"Bedevi Topu" adı ile tanınan kıyam zikri tarzı, her ne kadar Bedevi Tarikatı'na özgü bir zikir tarzı ise de bütün kıyamı ve hatta devranı tarikat ayinlerinin sonunda yapıla gelmiş bir ayindir. Karşılıklı iki sıra halinde dizilen dervişler "Hay" İsm-i Şerifi okuyarak kıyam zikrine devam ederlerken, şeyh orta yerde ellerini başının üstünde birbirine çırparak herkesi kendi etrafında toplanmaya çağırır. Bu sırada bir zakir, ilahiler hangi makamda okunmakta ise, o makamdan sala okumaya başlar ve salada "Ya Rasfilallah" dediğinde okunan esma tavır de~ştirilerek "Ya Hay" şekline dönüştürülür. Ayaklar yerden kesilmeden, dizler kırılıp yaylanarak salanın sonuna kadar böylece zikir devam eder. Salanın sonunda tekrar ve çok hızlı olarak "Hay Hay"
Osmanlı Tarihinde Sftfilik Ayin ve Erkanları 1149
diye sürdürülen zikir, şeyhin "İllallah" diye seslenmesiyle bitirilir. Zikir sıralarının toplanmasında bir başka biçim daha vardır: Şeyh bir sıranın başındaki kişiyi elinden tutarak yerinden ayrılmadan kendi etrafında ve sağ tarafa doğru dönmeye başlar. Böylece el ele tutuşmuş dervişler de şeyhin merkez olduğu iç içe helezon oluştururlar. Salaya başlandığında adım atma bitirilerek ve herkes ellerini önündekinin sırtına koyarak sımsıkı kenetlenmiş bir durum alınır. Bu kenetlenme hali "Bedevi Topu" olarak adlandırılmıştır. Zikre eşlik edecek ilahiler bütün makamlarda okunabileceğinden ve salanın da aynı makamda okunması gerektiğinden, değişik makamlarda sala okumak da oldukça ustalık istediğinden, Bedevi Topu'nda zakirlik yapmak ve sala okumak özel ustalığa sahip olmayı gerektirir idi. Bedevi tarikatı Mısır' da kurulmuş ve yayılmış, Anadolu ve İstanbul'a 1700'lü yıllarda, yani oldukça geç tarihlerde gelmiş olmasına rağmen Bedevi Topu Ayini bütün tarikatlarca benimsenmiştir. De,Tani tarikatlarda da Bedevi Topu şeyhin devran halkasındaki bir kişiyi elinden tutarak helezon oluşturması ile yapılırdı. (Devranı ayin yapan Halveti-Cerrahi tarikatından Nı1reddin-i Cerrahi Asitanesi Post-nişini Hacı Şeyh Abdurrahman Hilmi Efendi 110 yaşlarında iken bir Bedevi Topu zikri sırasında ahirete göçmüştür (öl.1801)).
Bedevi Mevlidleri
Bedevi Tarikatı'na özgü bir ayin sayılabilecek olan Bedevi Mevlidleri törenlerinden de söz etmek gerekir. Ünlü-Memlük Sultanları Melik üz-Zahir Baybars ve Sultan Kfild Bey (Kayıtbay) Kahire'nin kuzeyindeki Tanta kasabasında türbesi ve tekkesi bulunan tarikatın Piri Seyyid Ahmed el-Bedevi Hazretlerine büyük saygı duymuşlar ve O'nun anılması törenlerine kab.larak bu saygıyı göstermişlerdir. Daha sonraki Osmanlı döneminde ve hatta Hidivlik zamanında dahi bu anma törenleri ve mevlidler, sanki devlet töreni imişçesine devam ettirilmiştir. Ahmed el Bedevi 12 Rebiulevvel 675 (24 Ağustos 1276)'da ahirete göçmüş ise de, her yıl Zilhicce ayının son haftasında bu mevlid törenleri yapılmaktadır. Tarita'daki bu törenlerin benzerleri İstanbul'da Çengelköy ve Eyüp İslam Bey Bedevi Tekkeleri'nde yapılır idi. Bedevi Şeyhi Ali Baba çok ünlü bir Mevlid okuyucusu idi.
150 1 Ômer Tuğrul İnançer
Riffıi Ayinleri (Bürhan)
Kıyam ayinleri içinde kendine özgü bir özelliği olan bir de Riffil Ayinleri vardır. Riffil Ayini'nin bu özelliğine "Bürhan" gösterme denir. Bürhan, şüphe ve zannı kaldıran kesin ve özel kanıt demektir. Basra dolaylarında Ümmü Übeyde'deki tekkesinde irşad çalışmalarını sürdüren Seyyid Ahmed er-Riffil 1160'da Hacc'a gitti. Medine ziyareti sırasında, Hz. Peygamberin kabri uzaktan görününce devesinden inip yürüyerek Ravza-i Mutahhara'ya girdi ve ·Seyyid (Peygamber torunu) olduğunu kanıtlarcasına "Sana selam olsun ey Dedem" (es-Selamü Aleyke Ya Ceddi) diye selam verdi. Hz. Peygamber'in kabrinden "Selam sana da olsun ey oğlum" (Aleyke's Selam Ya Veledi) diye sesle selamın alındığı -herkes tarafından da- işitildiğinde, Hz. Pir diz çöküp "Buradan u zakta iken, gelip de toprağını öpsün diye huzuruna ruhumu gönderiyordum. Şimdi bu nimet bedenime de nasib oldu. Elini uzat da ruhum ve bedenimle birlikte dudaklarımla öpeyim" anlamındaki şiirini okudu. Ve ... Hz. Peygamberin kabrinden dışarıya nurdan bir el uzandı ve Hz. Pir bu eli öptü. Bu menkıbenin hatırasını yaşatmak ve bilinen hayat kurallarının bazı özel durumlarda yürürlükte olmadığını
1
göstermek bakımından "Bürhan" yapılır. Kılıç, şiş, topuz gibi aletleri; yanak, karın, gırtlak, göz gibi bedenin değişik yerlerine batırmak ve "gül" denilen akkor halindeki kızgın demiri yalamak ve çıplak bedene değdirmek gibi hareketlerle; bıçağın kesmediği Allah'ın kesdiği; ateşin yakmadığı Allah'ın ya,kdığı gösterilmiş olur. Riffil Ayini'nde kıyam zikri hızlandığında ve kalbiye döndürüldüğünde şeyhin işareti ile bürhan gösterilir. Bürhan, her Riffil ayininde değil; şeyhin uygun gördüğü zamanlarda yapılır. Muharrem ayında ise kesinlikle yapılmaz.
Kabir Tevhidi
Kıyam ayini olarak nitelendirilebilecek bir ayin tarzı da cenaze defn ettikten sonra veya bir türbe ziyaretinde yapılan "Kabir Tevhidi" dir. Bir tarikat mensubu vefat ettiğinde bilinen genel cenaze töreni yapılıp kabir örtüldükten sonra, kabri etrafında ayakta bir zikir halkası halinde toplanılır ve orada olanlardan bir şeyh veya kıdemli bir dervişin başlatması ile yüksek sesle ve topluca Kelime-i Tevhid çekilir. Bazen buna "La ilahe illallah Muhammedün Şefiullah" ibaresi de eklenir. Çekilen gülbank· ile Kabir Tevhidi bitirilir. Türbe ziyaretindeki Kabir Tevhidi Ayini'nin tipik bir örneği olarak Celveti Asitanesi'ndeki
Osmanlı Tarihinde Sufilik Ayin ve Erkanları J 151
ayin söylenebilir. Üsküdar'daki Hz. Aziz Mahmud Hüdfil Dergahı'nda, Pazar ve Perşembe günleri Hz. Pir'in türbesine girilir ve türbe içinde ayakta topluca Kelime-i Tevhid çekilirdi. Tevhidin sonunda zakirbaşı veya imam tarafından Mülk Süresi okunur, şeyhin duası ve gülbankmdan sonra türbeden çıkılırdı. Avluda Türbe-dar Efendi'nin türbe içindeki kuyudan (Kabe avlusundaki Zemzem kuyusu gibi) çekip, küçük kaselere doldurduğu sular şifa niyetine içilirdi. Bu sırada bazen güfteleri Hz. Hüdfil'ye ait olan ilahiler de okunurdu. Muharrem ayındaki türbe ziyaretinde Hz. Hüseyin ve Kerbela şehitlerine hürmeten su içilmezdi.
C. Devranı Ayinler
Sfı.fi ayinlerinin sınıflandırılmasında "Devranı" olarak adlandırılan ayinler, zikir halkası adı verilen, çember biçiminde sıralanan dervişlerin ayakta adım atarak çemberi döndürmeleri şeklinde yapılan ayinlerdir. Devran ayini denilince akla ilk gelen tarikat Müslüman Türkler arasında en çqk yayılıp, kabul gören Halvetilik '(ve kırkı aşkın kolları) dir. Halveti ayininde sola doğru adım atılarak döndürülen zikir halkası, Kadiriliğin Eşrefi ve bağlı olarak Rfuni kollarında sağa doğru döndürülür. Mevlevi Ayini'nin birinci bölümü sayılabilecek Devr-i Veledi (Sultan Veled Devri) de Devranı Ayin sınıflamasına girer. Halvetiliğin Piri Hz. Ömer el-Halveti, Güneybatı Hazardaki Geylan bölgesinde, tarikatın bir bakıma esas yaygınlaştırıcısı olan Pir-i Sam (ikinci pir) Hz. Seyyid Yahya-i Şin'anı, Şamahı ve Bakü'de; Halvetilikte kol sahibi olan öteki pirlerin çoğu Manisa, Uşak, Çanakkale, Sivas, Kas
tamonu, Malatya, Afyon, Çerkeş, Edime, Karaman, Kayseri, Erzincan, Tebriz ve İstanbul gibi şehirlerqe; Mevleviliğin piri Hz. Mevlana Konya' da; Kadiri-Eşrefi piri Hz. Eşrefoğlu Abdullah-ı Rfuni Ankara, Hama ve İznik'te; KadirFRfuni piri Hz. İsmail-i ·Rfuni Tosya ve İstanbul'da yaşamışlardır. Azerbaycan ve Anadolu' da doğmuş ve gelişmiş ve Türk kökenli olan bu tarikatların hepsinin devranı zikir usulünü benimsemiş olmaları çok dikkat çekici bir özelliktir.
Halveti Devrô:nı
Devran ayinlerinin en yaygını olan Halveti Devranı, devran ayininin bütün özelliklerini ortaya koyar. Devranı ayini, kıyam ayini gibi iki aşamalıdır ve (kuud ve kıyamda değinildiği gibi) önce oturarak baş-
15 2 1 Ömer Tuğrul İnan çer
lar. Meydan açılıp kuuden (oturarak) yapılan birinci aşama bitirildikten sonra şeyhin ellerini yere vurarak kalkması ile topluca ayağa kalkılır ve kalabalığa göre iç içe bir, iki, üç .... halka oluşturulur. Şeyh de halkaya dahildir. Zikre ilahi okuyarak ve vurmalı sazları çalarak eşlik edecek olan zakirler, kendilerine ayrılmış olan zakir maksuresinde (veya seyrek de olsa halkanın ortasında) yer alırlar. Yere serili postlar meydancı ve yardımcıları tarafından toplanır. Kıyam ayinindeki gibi önce cumhur ilahi okunur. Bazen ilahinin sonunda nutuk (güfte) sahibi için fatiha edilir. Bundan sonra şeyhin üç kez "1-İsm-i Pak, 2-Cism-i Pak, 3-Nesl-i Pak Hz. Muhammed Mustafa ra Salavat" demesi ile topluca yüksek sesle okunan özel tavırlı (veya besteli denebilir) salavattan sonra şeyhin "Ya Allah Hu" veya ''.Allah Ya Hu" yahut "Hu Mevlam Hu" şeklinde seslenınes.iyle devranı zikre başlanır (Bu küçük değişikliklerin her birinin birer tasavvufi anlamı olup, hepsinin de bir manevi sebebi vardır). Dervişler sağ elleri yukarıya sol elleri aşa:..
ğıya bakar şekilde el ele tutuşarak -ve tutuşurken birbirlerinin ellerini öperek- sol tarafa doğru yarı adımlar atarak, yani sol ayağı sol yana ab.p sağı yanına çekerek ve çok ağır adımlarla dairesel yürümeye başlarlar. Bu sırada başlarını da adımlarına uygun 0larak sağa ve sola çevirirler. Her adımda bir kez olmak üzere "Hu" ismi tekrar edilmeye başlanır. Sol ayak sola atılırken, baş sağdan sola doğru döndürülür ve "Hu" denir. Bedenin ağırlığı sol bacak üstüne verilip sağ ayak solun yanına çekilirken b~ş sağa döndürülür ve nefes alınır. Devran halkası böylece yürümeye başlar. Zak::irler üçüncü "Hu"· ile birlikte zikrin perde ve ritmine uygun bir ilahi okumaya başlarlar. İlahinin güfte sahibinin ismi okunduğunda, şeyh ayağını yere vurarak ve ritmi biraz ağırlaştırarak "Haaay" diye seslenir. Bu işaretle dervişler "Hu" ismi yerine "Hay" ismi zikrine geçerler ve hem sol ayağı atarken, hem sağı yanına çekerken -yani bir "Hu" ismi zamanı içinde iki defa- "Hay" diyerek zikre devam ederler, bir yandan da el ele tutuşmayı bırakıp sol kollarını solundakinin sol omuzuna, sağ kollarını da sağındakinin beline koyarlar. Buna "Kol atmak" denir. "Hay" ismi zikrine başlandığında zakirler; bendir, mazhar, kudüm, halile, nevbe gibi vurmalı ritim sazlarını çalmaya başlarlar. Nevbenin eğer varsa misafir şeyhlere, halilenin de Hz. Peygamberin torunları olan Seyyidlere ikram edilmesi bir tirrikat terbiyesi ve edebidir. Muharrem ayında yapılan ayinlerde saz kullanılmaması da Hz. Hüseyin ve Kerbela şehidlerine duyulan say-
Osmanlı Tarihinde Sufilik Ayin ve Erkanları 1153
gının bir ifadesi olarak yine tarikat edebi ve erkanı gereğidir. "Hay" zikrine geçildiğinde şeyh ve halifeler Tac-ı Şeriflerini ve hırkalarını (her tarikatın kendine özgü ve yalnızca şeyh ve halifelerlıı giymeye izinli oklukları başlık ve uzun cübbeye benzer üst giysileri) çıkarırlar. El ele tutuşulduğu zaman iki eli de aşağıya doğru olarak iki yanında
kinin elini tutmakta olan şeyh, kol atıldığında iki kolunu birden iki yanındakinin omuzuna atar. Veya isterse halkadan ayrılıp yüzü kıbleye dönük olarak ve kutup-hane denen zikir halkasının ortasında yer alarak ayini idare edebilir (Türbeli meydan denen ve o tekkenin eski şeyhlerinin türbelerinin tevhid-hane ile bitişik olduğu tekkelerde, şeyhin yüzü bazen kıbleye, bazen sandukalara doğrudur). Zakirbaşı, eğer halkaya katılmış ise kol atılmakla birlikte halkadan ayrılıp deVTandan çıkar ve zakir maksuresine gider. Kıyam ayininde olduğu_ gibi kıyam reisine benzer bir görevli, deVTanda yoktur. DeVT8.nın yürütülmesi ve idaresi bütünüyle şeyhe aittir. Bu bakımdan devrfuıi şeyhlerinin mutlaka müzik bilgileri alınası ve zakirbaşı ile müzik (özellikle ritim) açısından iyi anlaşabilmeleri gereklidir.
Zikir ve devran devam etmekte iken, zakirler de ilahi okumaya ve ritim vurmaya devam ederler. Ritim kendi içinde ve genellikle ilahiden ilahiye geçerken yavaş yavaş hızlanır. Devran hızlandığında ayak atma tavrı da değiştirilir ve sol ayağın yanına çekilmekte olan sağ ayak, artık sol ayağın arkasına atılır. Yani sağ ayak halkanın içine, sol dışına doğru atılmış olur. Okunmakta olan ilahilerin aras1?-da bir zakir tarafından kısa kasideler okunarak taksim yapılır. Gereğinde taksimle makam da değiştirilir. "Hay" zikri kalbiye döndürülebilir, kalbi zikirde taksimler "ney" ile de yapılabilir. Taksimler genellikle kutup-hanede ara sıra da zakir maksuresinde yapılır.
Bazen devran hızlandığında şeyh tarafından ayak vurularak devran "Kısın" ed.iliı:. Kısın, ritmi tam bir misli zaman ile ağırlaştırmak demektir. Buna "asma" da denir. Esma okuma (zikir) tarzı da değiştirilerek "Hay Hay Hay" sesli ''.Allah" lafzı kalbi olarak okunur. Devranda büyük çoğunlukla "Hu" ve "Hay'" Esma-i Şerifi okunur. Fakat çok değişik okuma tarzları vardır. Devrfuıi ilahisi olarak bilinen özel besteli ilahi (A sultanım sen var iken) okunduğunda terennüm bölümünde "Ya Hay" diye ayak vurularak, öteki bölümlerde "Ya" demeden "Hay" ismine devam edilerek devran sürdürülür. Devran, bazen
154 1 Ömer Tuğrul İnançer
Bedevi Topu'yla bitirilir, bazen de şeyhin "İllallah" diye seslenmesiyle biter.
Devran bittiğinde zikir halkalarındaki dervişler kıble tarafı açık kalacak şekilde hilal biçiminde sıralanırlar. Şeyhin işaretiyle ikişerli söyleyiş halinde "Hu" isminin zikri başlar, bu sırada zakirler özel bestesiyle "La ilahe illallah Muhammed Rast1lulla.Jı, Sillillahu Aleyhi ve sellim.il teslima"yı okurlar, bunun bitiminde bir zakir devranda okunan ilfilıilerin makamı ile özel bitiş duasinı okur. Duanın bitiminde şeyhin "İlla Hu" sesi ile "Hu" zikrine son verilir. Bazen hemen oturulup okunan Kur'an-ı Kerim dinlenir, kısa bir dua yapılıp "fatiha" denir. Misafir şeyhler ile görev ve kıdemlerine göre sırası ile halifelere "fatiha" demeleri ikram olunur. Bu da bir tarikat edebi gereğidir. Daha sonra şeyhin veya meydanı bıraktığı (ayin idaresinde görev verdiği) kişinin belirtmesi ile topluca salavat ve tekbir okunur. Tekbirde~ sonra, özel düzenlenmiş dua demek olan, gülbank çekilir. Gülbankı şeyh veya ikram ettiği kişi çekerken, hazır bulunanların hepsi çok yüksek olmayan bir sesle çift çift ''.Allah Allah" diyerek gülbankı dinlerler. Gülbankın sonunda "Dem-i Hazret Pir" (o tarikatın pirinin ismi)
1
denildiğinde topluca "Yaa Allah Hu" denilip yer öpülerek ayağa kal-kılır. Türbeli tekkelerde topluca türbeye doğru dönÜlüp fatiha okunur. Sonra şeyhin yüksek sesle verdiği selam, her tarikatın kendi ust1lüne göre Ser-tarik Piş-kadem, Aşçıbaşı gibi görevlilerden biri tarafından yine yüksek sesle alınır. Öteki kişiler sessizce selam alırlar. Daha sonra sessizce ve saygılı bir biçimde (huzur, huşu ve adab ile) tevhid-haneden çıkılır. Bazen de, "İlla Hfı" dan sonra oturulmadan ayakta gülbank çekilip ayine son verilebilir.
Devranı ayin ana hatları ile böyle yapılmakla birlikte bazı devranı tarikatlarda bazı özel usUller de vardır.
Kadi.rilik Tarikatı (Eşrefi, Rii.mi, Resmi kolları]'nda
Kadiriliğin Anadolu' da daha çok yayılmış olan Eşrefi, Rümi, Resmi kollarında da (Kadirilik kıya.mi zikir tarzını benimseyen bir tarikat olmakla birlikte) ayinde kıyamdan sonra devran da yapılır. Ancak, devran Halvetilikteki gibi sola doğru değil sağa doğru döndürülür . .Ayrıca, Kadirilikte Kadiri semaı denen bir ayin tarzı daha vardır. Devran yapılırken kutup-hanede bir derviş Mevlevi Semfil'ndaki gibi kol-
Osmanlı Tarihinde Süfilik Ayin ve ErkAnları l ı 5 5
!arını açmadan ve sola doğru değil sağa doğru ve çok süratli dönerek sema eder.
Sivasi Tarikatı'nda
Halvetiliğin Sivas! kolunda, ayin sırasında devrana kalkıldığında dervişler önce kendi etraflarında dönerek sema ederler, daha sonra devran halkası oluşturulur. Sema etme sırasında "Hay Allah" diye zikredilir.
Sünbüli Tarikatı'nda
Halvetiliğin Sünbüli kolunda da özel bir durum vardır. Koca Mustafa Paşa'daki Sünbül Efendi Tekkesi'nde (Asitane-Pir evi) her hafta devrana kalkılırken hep aynı ilahi okunmuştur. "Safha-i sadrında daim aşıkın efkarı Hu" diye başlayan Cemaleddin-i Halveti'ye ait bu ilahinin her beytinin sonunda perde yükseltilir ve ritim hızlandırılır. Güftenin sonunda "Şeyh Cemali" sözüne sıra geldiğinde "Hu" ismi ''Hay"a çevrilir ve devran kısın edilir. Daha sonra genel Halveti ayinleri gibi devam edilir.
Bahçesinde Hz. Hüseyin'in iki kızının türbesi bulunan Sünbül Efendi Asitanesi'nde, Kerbela faciasının ytl dönümü olan 10 Muharrem gününde dergahın kuruluşundan beri devam eden bir özel ayin tarzı da şudur: 10 Muharrem günü öğle namazından sonra, İstanbul ve civarının birçok tekkelerinden gelen misafir şeyh ve dervişlerle birlikte oniki rekat "husama" namazı (bir nafile namaz türü) kılınır _ve sonra mevlid, mersiye ve Ehl-i Beyt-i Mustafa (Hz. Peygamber'in ev halkı, ailesi) sevgisini dile getiren kasideler ve Kerbela katillerini kınayan sözlerin yer aldığı eserler ·okunurdu. Akşam yemeğinde mutlaka aşure yenir ve yatsı namazından sonra en kıdemli şeyhin idaresinde yetmişbin Kelim~-i Tevhid çekilir ve sonra devran yapılırdı. 10 Muharrem' de istanbul'un bütün tekkelerinde özel ayinler yapılır idi ise de, Sünbüli Asitanesi'ndeki ayin pek çok konuk şeyhin katıldığı ve sanki İstanbul'un 10 Muharrem ayini saytlan Çok özel bir ayin idi. Bu adet günümüzde de mevlid ve mersiye okumak olarak devam etmektedir.
156 1 Ömer Tuğrul İnançer
Gülşeni Tarikatı'nda
Gülşenllik'te de, bir Halveti kolu olarak, devranı ayin ycı.pılır. Ancak, ayin sırasında "Gülşeni Savtı" olarak adlandırılan özel besteli eserler kullanılır. Savt, müzik ile okunan şiir anlamına gelir ise de; kısa güfteli, ağır tempolu, çok tekrarlanan müzik. cümleleri içeren bir tarzda bestelenmiş özel eserlere verilen addır. Gülşeni devralandaki hareket de özellik. taşır. Savt okunurken genel devran adımları ile döndürülmekte olan zikir halkası, savtlar bitip hareketli ila.hiler okunmaya başlandığında değişik adım atma tarzı ile döndürülür. El ele tutuşmuş sola doğru dairesel yürüyüş yapmakta olan dervişler, sol ayaklarını kutup-hane denen zikir halkasının merkezine doğru, sağ ayaklarını ise ters yöne doğru atarlarken, sol ayakla ~eraber bedenlerini öne doğru eğer, sağ ayakla doğrulurlar. Bu hareket, yukarıdan izlendiğinde bir gül goncasının açılması ve kapanması gibi görünür. Gülşeni tacının penbe renkli ve yeşil destarlı olduğu da göz önüne getirildiğinde bu görünü-· mün ne kadar estetik bir görüntü oluşturduğu belli olur.
Zeynilik Tarikatı ve Vefô Devri 1
Horasan tasavvuf ekolüne bağlı Hz. Zeyneddin-i Hafi'nin piri olduğu Zeynilik. tarikatı da devranı ayin tarzını benimsemiş bir tarikattır. Zeyni ayini, Halveti ayininin çok benzeridir. Ancak, Zeynlliğin "Veffil" kolunun piri olan Şeyh Ebu'l Vefa Hazretleri'nin "içtihat" ettiği ve "Vefa Devri" denen bir özel devran ayini vardır. İç içe oluşturulan devran halkalarındaki dervişler, sağ ellerini öne sol ellerini arkaya uzatarak el ele tutuşurlar. Kutup-hane solda kalacak şekilde (Kabe tavafı gibi) dairesel yürüyüşe sol ayakla başlanır. Her dört adım bir birim sayılır. Önce belli sayıda "Hayy ul Kayyum Allah" zikri okunur, sonra tempo biraz hızlandırılarak ''.Allah, Vahid, Ehad, Samed" zikri, daha sonra da tempo yine hızlandırılarak "Hay Hay Hu" zikri yapılır. Zakirler perde ve tempoya uyumlu ilahll.er okurlar. Vefa devrinde vurmalı saz çalınmaz. "Hay, Hay, Hu" zikri bitirildiğinde devran durdurulur ve Halveti ayinin bitişi gibi Vefa Devri bitirilir.
Cerrô.lıi Tarikatı'nda
· Genel devran ayininden başka, yalnızca Halveti-Cerrahi tarikatına özgü bir devran tarzı vardır ki 'Tavaf Tevhidi" diye adlandırılmıştır.
Osmanlı Tarihinde Süfilik Ayin ve Erkanları 1157
Hz. Nlı.reddin-i Cerrahi' Din tarikata ait içtihatları yanı sıra ayin biçimine ait bu içtihadına göre tavaf tevhidi şöyle yapılır: Devran, "Ya Hay" ismi ile devanı ederken devranı yöneten şeyh "üçer üçer saf
diye seslendiğinde, en içteki zikir halkasından ayrılan dervişler, sol tarafları kutup-haneye gelecek biçimde birbiri ardınca üçer kişililc saf oluştururlar. Safların dışındaki halkadakiler yine sola doğru devranı döndürmeye devanı etmektedirler. Üçlü saftakiler ise sağ ayaklarını yere vurarak ve düz adımlarla ters yönde yürürler. Şeyh tam ortada kutup-hanede bulunmaktadır ve sola doğru kendi etrafında dönmekte, sema etmektedir. Hatta, isterse Mevleviler gibi kol da açabilir. Yukardan bakıldığında, araba tekerleğinin okları gibi, bir merkezden çıkan ışınlar biçiminde sıralanan üçlü saflar ve arkalarında tekerleğin çemberi gibi dönmekte olan zikir halkaları çok estetik bir görjinüm sergilerler. Bu tavaf tevhidi her zaman yapılabilir. Ancak, Ramazan'ın ilk haftasında mutlaka yapılırdı.
Yine yalnızca Cerrahiliğe özgü bir ayin usfilü daha vardır: Kurban Bayramı arefe günü ikindi vakti yapılan bu ayin; ayın vakitte Arafat'ta yapılmakta olan "Vakfe" ye gönül yolu ve Vakfe biçimi ile katılmış olmak anlamını taşır. Arafat'taki hacılar gibi, Telbiye, Tekbir ve Salavat okunup, dua edildikten sonra kısa bir devran yapılarak ayin bitirilir. Bu ayin, önceleri Edirnekapı dışında Sakızağacı'nda şimdiki Şehitliğin bulunduğu yerde olan Sır Tekke denilen yerde yapılırken, sonraları Karagümrük'deki Asitane'de yapılır olmuştur.
Devranı ayin usfilünü benimsemiş bütün tarikatların tekkelerinde kıyam ayini de yapılırdı. Kıyamı tarikatların şeyhleri konuk olarak geldiklerinde kendisine ikram için veya "teberrüken" (kıyam zikrine saygı ifadesi ve o usfilün de feyzinden manevi olarak yararlanma dileği ile) kıyamı ayin yapılmıştır. Bazen de, kıyamı tekkelerde devran yapılırdı. Devranı, e:ı;ı kıdemli şeyh başlatır, biraz sonra kendinden sonraki kıdemli şeyhe devran yönetimini bırakır, bu böylece devam ederek orada bulunan şeyhlerin tamamı devranı yönetmiş olurdu. Bu da bir tekke hayatı geleneği idi. Zak.irbaşılık ve Kıyam Reisliği gibi devran yönetmede son dönemlerde ün kazanmış şeyhler vardı. Cihangir Şeyhi Hafız İhsan, Üsküdar Nalçacı Şeyhi Şabanı Tayyar, Atik Valide Şeyhi Vasfi, Koca Mustafa Paşa Şeyhi Kutbi, Merkez Efendi Şeyhi Ahmed Mesud, Kadiri-hane Şeyhi Ahmed, Himmet-zade Şeyhi Bay-
158 1 Ömer Tuğrul İnançer
rami Abdülhay, Bursa Mısd Şeyhi Şemseddin ve Nfueddin Cerrahi Şeyhi Fahreddin Efendiler bunlardan bazılarıdır.
Mevlev! ayininin birinci bölümü sayılabilecek Devr-i Veledi de bir devranı ayindir.
D. Mevlevi Ayini
Kufıdi, Kıyamı ve Devranı olarak sınıflandırılan Sfı.fi ayinlerinden ayrı ve bu sınıflandırmanın dışında incelerimesi gereken ve çok özellik taşıyan bir ayindir.
"Sema" adı ile tanınan Mevlev! ayininin resmi adı "Mukabele-i Şerif"dir. Mevlev! Mukabelesi tekkenin Sema-hane denen bölümünde icra edilir. Sema-hane genellikle etrafrparmaklıklarla çevrili bir ziyaretçi yeri (Züvvar Maksuresi), ayin okuyan ve çalanlara ayrılmış "Mutrıp-hane" ve Sema edilecek alan olan "Meydan-ı Şerif den ibarettir. Namaz kılınırken imamın durduğu mihrap ve Mesnevi okunurken Mesnevi-han Dede'nin yer aldığı Mesnevi Kürsüsü de sema-haneye dahildir. Bazı tekkelerde türbe de sema-hane ile aynı çatı altındadır.
Mukabele, İstanbul dışındaki tekkelerde genellikle Cuma Namazı'ndan sonra yapılırdı. İstanbul'daki beş mevlev!-hanede ise, belli günlerde mukabele vardı. Cuma ve Salı Galata, Cumartesi Üsküdar, Pazar Kasımpaşa, Pazartesi ve Perşembe Yeni.kapı, Çarşamba Beşiktaş (daha sonra Eyüp, Bahariye) Mevlevi-hfu.?.eler'in ayin günleri idi. Ayrıca, ihya geceleri denen bayram ve kandil gecelerinde ve hilafet merasimlerinde de ayin yapılırdı.
Mevlevi ayini, Hz. Mevlana tarafından tamamen bir vecd halinin ifadesi olarak, bir usUl ve merasime bağlı olmaksızın yapılan semam, bir düzene bağlanması ile oluşmuştur. Hz. Mevlana'nın düşünce, fikir, yaşayış, ilim, aşk ve cezbesinin bir tasavvuf ekolü halinde ortaya çıkışı oğlu Sultan Veled zamanında olmuştur. Sultan Veled ve hatta oğlu Ulu Arif Çelebi, aynen Hz. Mevlana gibi belli bir düzen olmadan, coşkunlukla sema ederlerdi. Ancak, cuma günleri namazdan sonra Hz.Mevlana'nın kabrini ziyaret etmek ve onu anmak maksadı ile bir araya gelişler ve O'nun eserlerinin okunup yararlaruldığı toplantılar, ayinin bir düzen halinde ortaya çıkmasına sebep oluşturmuş ve sema meclislerine belli bir düzen verilmeye başlanmışb.r. Ayin, önce Pir Adil
Osmanlı Tarihinde Sufilik Ayin ve Erkinları 1159
Çelebi ve daha sonra da Pir Hüseyin Çelebi tarafından bu günkü şekil ve dtizenine konmuştur. Pir Adil Çelebi; Sultan Veled'in (öl.1312) oğlu Şemseddin Emir Abid Çelebi'nin (öl.1338) oğlu Emir Alim Çelebi'nin
(öl.1388) oğludur. Feridun Ulu Arif Çelebi'nin (öl.1328) oğlu Muzaffereddin Ekber Emir Adil Çelebi'nin (öl.1368) oğlu olan II. Arif Çelebi'nin 1421'de vefatı ile Çelebilik makamına geçmiş, 1460'da vefa
tına kadar 39 yıl bu görevde kalmıştır. Sema ayinine bu günkü şeklini veren bu zattrr. En son şekillendirme ve bazı ayrıntı düzenlemeleri ise, Afyonkarahisarlı m. Arif Çelebi'nin 1642'de vefatı ile Çelebilik makamına geçen ve Ferruh Çelebi'nin (öl.1591) oğlu olan Hasan Çelebi'nin oğlu Pir Hüseyin Çelebi (öl.1666) tarafından yapılmıştır. Konya'daki Asitane'nin (pir evi) Onsekizinci Post-nişin'i olan Pir Hüseyin Çelebi,
tekke medrese kavgasının en ateşli zamanları olan Sivasp.er-Kadızadeliler kavgasını görmüş, yaşamış ve bu tesirle de Mevlevi Sema ayinini -cahiller ve inatların dışında- herkesin kabul ettiği bir düzenle ortaya koymuştur. Bu dtizenlemeye göre Mevlevi Mukabele-i Şerifi şöyle yapılır:
Tören
Mukabele günü veya gecesi, görevli meydancı dede, namaz vak
tinden biraz önce sema-haneye girerek yere ters olarak yayılı .duran kırmızı renkli şeyh postunu alır, sol omuzuna koyar ve şeyh dairesine giderek şeyhten semaa izin ister, şeyh, "eyvallah" diyerek izin verdiğini belirttikten sonra meydancı dede, dervişlerin duyabileceği kadar yüksek sesle ve özel okunuşu ile "abdeste, tennureye sala" diye seslenir ve postu semahaneye götürüp usulünce yayar. Sonra ezan okunur.
Semaa girecek dervişler sema kıyafetlerini giyerler. Tersine katlanmış olan tennureler (geniş etekli, 'V yakalı kolsuz fanila biçiminde üstlü, giysisi) koltuklarından tutulur ve öylece kıbleye karşı diz üstü oturulup Hz. Mevlaıı.a'nın ruhuna üç İhlas bir Fatiha okunur. Yine oturmakta iken tennurenin yakası öpülüp baştan aşağıya geçirilir. Böylece
tennure tersken yüz olmuş olur. Sonra ayağa kalkılıp bele bağlanan "elifi nemed" (veya elif-Lam bend) kemer gibi bağlarur ve uzunluğu bel hizasında ve önü düğmesiz, açık ve kollu özel şekilli bir yelek olan "deste-gül" sırta giyilir. Bu kıyafet genellikle beyaz renktedir. Ancak, -özellikle sema eden çocuklarda- açık tonda renkli tennure de kullanılınıştır. "Resim Hırkası" denen, çok geniş kollu, uzun ve geniş hırka
160 1 Ömer Tuğrul lnançer
da omuza alınır. Hırkanın kolunu giymek şeyhe ait bir yetkidir ve ayin srrasında hiçbir derviş hırkanın kolunu giymez. Genellilcl.e dövme yün
den yapılınış kahverengi tonlu sikke de başa giyilerek kıyafet tamamlanmış olur. Hırka, genellikle siyah ve koyu renkli kumaşlardan yapılır. Sikkenin beyaz yünden yapıldığı da olur.
Meydancı Dede'nin "Buyurun Ya Hu" diyerek seslenmesiyle davet edilen dedeler ve diğer kişiler teker teker l;ıaş keserek selam verip sağ ayakla, eşiğe basmadan sema-haneye girerler ve görev rütbeleri ve kıdemlerine göre yerlerini alarak ayakta beklerler. Ayinin mO.si.ldsini icra edecek olan mutrıp heyeti de mutrıp-hanedeki yerini alır. Herkes sağ ayak baş parmakları sol ayak baş parmakları üzerinde, yani ayakları mühürlü denen durumda ve. sol eliyle sağ omuz, sağ el ile sol omuz tutulmak suretiyle ayakta durarak şeyhin gelişini bekler. Bu duruş şekline "Niyaz Vaziyeti" denir.
Şeyh, sağ arkasındaki meydancıyla birlikte sema-haneye girip ayak mühürleyerek başını eğmek suretiyle selam verdiğinde herkes aynı biçimde sessizce selamı alır. Şeyh, postuna geçer ve namaz başlar. Camideki uswün aynısı olarak kılınan na.n).az, şeyhin fa.ti.hasıyla sona erer.
Namaz bittiğinde, namaz safları bozulur ve yüzler Mesnevi Kürsüsüne dönük olarak yeni yerleşim hali alınır. Şeyh (veya Mesnevi-han) kürsüye çıkıp oturduğunda, herkes yer öpeı:ek bulunduğu yere oturur. Mesnevi'den şerh edilecek (anlatılacak) beyitleri şeyh kendi okumayacaksa, "Kari-i Mesnevi" denen Mesnevi okumakla görevli dede, daha önce meydancı tarafından kürsünün altına serilmiş olan seccadeye, yüzü kıbleye karşı olarak oturur ve anlatılacak beyitleri okur. Şeyh; tesirli sözler söyleyebilmek, yanlışlıkların bağışlanmasını ve hatta düzeltilmesini dilemek için Allah'tan yardım isteyici ve yakarıcı bazı beyitleri okuduktan sonra, Mesnevi beyitlerinin şerhine başlar. Sonunda, "Yüce Allah'ın sularının keşfedicisi olan Mevlana işte böyle buyurdu. Bu, O'nun buyurdukları ne uyku halindeki rüyadu, ne faldır, ne de ytldız bilgisidir. Doğrusunu Allah bilir ama, herhalde Hakk'ın bir vahyi-ilhamı olsa gerekir" anlamında.ki dörtlük okunarak Mesnevi şerhi bitirilir. Sonra mutrıp-haneden bir aşr-ı şerif okunur, fatiha okunmaz. Şeyhin kürsü üzerinden "Post Duası" sonunda fatiha okunur. Şeyh, kürsüden inerken herkes yer öpüp ayağa kalkar ve kıb-
Osmanlı Tarihinde Sfıiilik Ayin ve Erkanları j ısı
leye göre sema-hanenin sağ tarafında yerlerini alırlar. Çok ender olarak Mesnevi şerhi yapılmamışsa bu yer alına namazdan sonra olur. Post duası da posta oturulunca yapılır (1950'li yıllardan sonra Konya' da her yıl yapılmakta olan Mevlana ihtifallerlııdeki sema ayininde, bu yer alış ve sonrası sergilenebilm.ektedir).
Bütün tarikat ayinleri, Hz. Peygambere olan sevgi ve saygıoın ifadesi olarak salavat ile başlar. Mevlevi ayininde bu ifade, Naat-ı Mevlana ile olur. Hz. Mevlana'oın 'Ya Habiballah, Rasıll-i Halik-i Yekta tü yi" (Ey Allah'ın sevgilisi, tek ve eşsiz yaratıcının elçisi Sen'sin) diye başlayan ünlü naatını, Türk musikisinin dahllerinden Mustafa Itri Efendi Rast makamında bestelemiş ve bu şah-eser, Naat-i Mevlana olarak iki asırdan fazla hem Mevlevi-hanelerde hem de gerektiğinde başka tekkelerde okunmuştur. Itri'nin bu bestesi en tanınmış naat bestesidir ve Abdülhal.lm Çelebi (öl. 1679) veya II. Bostan Çelebi (öl. 1705) tarafından, bir Çelebilik makamı tavsiyesi olarak bütün mevlevi-hanelere ayinde ney taksiminden önce okuµması bildirilmiştir. Naat olarak, bu beste ile Hz. Mevlana'nın Hz. Peygamberi öven başka güftelerinin okunduğu da olmuştur. Ayrıca bu bestenin bitişi olan "Ya Tabib el Kulub. Ya Veli Allah" (Ey kalplerin hekimi, Ey Allah'm dostu) sözlerinin yer aldığı terennüm bölümünde çok usta birer icracı olan naat-hanlar, o ayinde icra edilecek makamın seyrini gösterecek tarzda ilaveler de yapmışlardır. İsmail Dede Efendi'nin, Yenikapı Mevlevihanesi'nde naat-hanlık görevinde bulunduğu zamanlarda böyle yaptığı anlatılmaktadır. Itri'nin bu bestesinden evvelki zamanlarda ise, Naat-i Mevlana olarak, bestesi bu günlere gelememiş başka beste veya bestelerin yahut da Hz. Mevlana'nın Hz. Peygamberi öven bir çok gazellerinin, kaside tarzında doğaçlama olarak okunduğunu kabul etmek gerekmektedir.
Naatin okunması sessizce dinlendikten sonra, kudüm-zen.başı
kudüme bir kaç darbe vurur ve ney-zen.başının veya onun görevlendirdiği bir neyzenin "Post Taksimi" adı verilen taksimi başlar. Post taksiminde okunacak ayinin makamını önce dem sesler denen pest perdelerde ve uzun süreli seslerle gösterip, sonra "meyan açarak" (makamın tiz perdelerini yahut yine tiz perdelerde başka makam seyirlerini göstermek) ve az makam geçkisi yapıp, vakur nağmelerle taksimi tamamlamak gelenekleşmiş bir haldir. Taksim bittiğinde hiç ara verilmeden
162 1 ÔmerTuğrul loaoçer
kudüm-zenbaşının kudüme ilk darbe vurması ile beraber peşrev çalınmaya başlanır. Bu ilk zahm.e (kudüm çalınan çubuk) darbesiyle beraber şeyh ve sema-zenler ellerini hızlıca yere vurup, sessizce ''.Allah" diyerek ayağa kalkarlar. Buna, "Darb-ı Celal" denir. Neyzenler de ayağa kalkarak icraya devam ederler.
Ayağa kalkmış bulunan sema-zenler hırkalarına çekidüzen verip sağa doğru, birbirlerine yaklaşırlar. Bu sırada şeyh, postun önüne çıkıp selam verir, herkes de baş keser. ·sonra şeyh, sağına doğru dönüp, peşrevin temposuna da uygun bir şekilde sağ ayağını atıp solu yanına çekerek, sonra solu ileri atıp sağı yanına çekerek yürümeye başlar. Sema-hanenin kenarında yüzleri ortaya dönük durmakta olan sema-zenler de sağa dönüp aynı tarzda yürümeye başlarlar. Şeyhin arkasındaki kişi (aşçıbaşı veya sema-zenbaşı) postun önüne geldiğinde ayak mühürleyip baş keser ve "Hatt-ı İstiva" denen postun ucu ile kapı veya mutrıp-hane arasında çizili olduğu varsayılan ve şeyhten başkasının basamayacağı çizgiyi sağ ayakla atlayıp, solu da attıktan sonra posta arkasını dönmeden cephesini geliş yönüne çevirip yine ayak mühürleyerek bekler. Bu sırada, arkasındaki sema-zen de postun önüne yaklaşmıştır. O da ayak mühürler vb postun önünde iki derviş bir birlerinin yüzüne, gözüne ve özellikle iki kaşın arasında bakarak ve hırkalarının içindeki sağ ellerini kalplerine götürerek selamlaşıp niyazlaşmış olurlar. Postun sağındaki kişi arkasını sema-haneye dönmeden yine sağa dönerek yürümeye başladığında, kendisinden sonraki sema-zen yine aynı tarzdaki hareketlere devam eder. Böylece herkes birbiri ile selamlaşmış olur ki buna "Cemal Seyri" veya "Cemal cemale gelmek" denilir. Sema-haneyi ikiye böldüğü kabul edilen hatt-ı istivanın post hizasındaki uzantısında gene ayak mühürlenip baş kesilir. Karşı karşıya geliş olmadan yürümeye devam edilir. Eğer türbesi olan sema-hanede ayin yapılıyorsa, türbenin yanından geçilirken de baş kesilir. Şeyh, birinci devirde postun önüne geldiğinde karşısında en kıdemsiz derviş bulunmaktadır. Onlar da birbiri ile selamlaşır ve ikinci, üçüncü devirler de aynen böyle devam eder. Böylece herkesin üç defa sema-hanenin etrafını dolaşmalarına "Devr-i Veledi" (Sultan Veled Devri) denilir. Mutrıp peşrev çalmaya devam ediyordur. Peşrev, devir sırasında bitse bile tekrar başa dönülerek çalınmaya devam edilir (Mevlevi Ayini'nin bu bölümü tipik bir devran ayinidir).
Osmanlı Tarihinde Sufilik Ayin ve Erkanları 1163
Üçüncü devirde sırasının sonundaki sema-zen, şeyhi beklemeden posta selfunını verip yürümeye devam eder. Onun, ilk dizilişteki sırada yerini almasıyla beraber şeyh de postuna geçmiş olur. Bu anda kudüm-zenbaşı peşrev çalmaya son verilmesini işaret etmek için kudüme usfil dışı hızlıca bir kaç defa vurur. Hemen, icra edilecek ayinin makamını gösteren bir iki cümlelik çok kısa bir ney taksimi yapılır (Sultan Veled Devri'ndeki karşılıklı niyazlaşma -Cemal seyriKonya'daki Asitanede şeyh postu önünde değil, Hz. Pir Mevlana'nın sandukası önünde yapılır). Sultan Veled Devri devamınca herkes sessizce İsm-i Celal (Allah) çekmektedir.
Ney taksimi bitiminde, ayin-han denen mutrıptaki ayin okuyucuları yine saz eşliğinde ayini okumaya başlarlar. Şeyh, postunun üzerinde, sema-zenler şeyhin solundaki safta baş keserek selam verirler. Sema-zenler, semayı idare edecek olan sema-zenbaşı dışında omuzlarındaki hırkaları çıkarıp, oturdukları yere bırakırlar ve hemen niyaz durumuna geçerler.
Şeyh, postun önüne doğru üç adım atarak ileri çıkar ve baş keser, herkes de baş keser. Şeyh, sağ eli üstte olarak ellerini kavuşturmuş durumda dururken, sema-zenbaşı şeyhe doğru ilerler ve şeyhin açıkta duran elini, şeyh de eğilerek o'nun sikkesini öper. Sema-zenbaşı hatt-ı istiva'nın sağına geçip şeyhin sağ karşı yanında niyaz vaziyetinde durur ve baş keser. Onun bütün baş kesmelerinde sema-zenler de baş keserler. Şeyh de, baş kesmek suretiyle semaa_ izin verdiğini belirtir. Sema-zenler sırayla şeyhin önüne gelerek baş kesip el öperler, şeyh de sikkelerini öper. Sema-zenbaşının sağ ayağını geriye çekerek veya ileri atarak verdiği işarete göre sema-zen ya ortaya, veya kenara doğru üç adımda yürüyüp semaa başlar. Omuzları tutmakta olan eller, yavaşça aşağıya indirilip, elin dışı vücuda ve sikkeye değdirilip omuz hizasından yukarıya kadar kaldırılır ve sağ el yukarıya, sol el aşağıya bakacak şekilde sema edilir: Sema-zenin başı hafifçe sağa eğik, yüzü biraz sola dönük, gözleri sol elin baş parmağına kısık bir şekilde bakar durumdadır. Bu şekilde son sema-zen de semaa girdikten sonra sema-zenbaşı şeyhe baş kesip, semaı idare etmek üzere sema-hanede dolaşmaya başlar. Şeyh de postunun gerisine çekilip, ayakta durarak semaı izler.
Sema-zenin sol ayağına "direk", sağ ayağına "çark" denir. Direk yerden hiç kesilmez ve diz bükülmez. Çark, direğin etrafında sola (kalbe)
164 1 Ömer Tuğrul inançer
doğru döndürülerek atılır, direk yerden sürünerek geriye doğru hareket ettirilir. Böylece bedenin bir tam kendi etrafında dönüşüne de bir çark denir. Bu harekete ise çark atma adı verilir. Direği yerden sürümeden sabit tutarak çark atmaya da "direk tutma" denir. Semazen her çarkta bir defa olmak üzere sessizce içinden İsm-i Celal okur. Sema böylece devam eder ...
Ayin bestesinin birinci selamı bitip ikin:ci selamın başladığı, beste usfilünün değiştiğinden anlaşılır. Selam bittiğinde sema-zenler bulunduğu yerde, yüzleri kutup-haneye gelecek şekilde durup niyaz vaziyetinde baş keser ve ikili, üçlü gruplar halinde omuz omuza yaslanırlar. Şeyh, postun önüne doğru ilerleyip baş kesdiğinde yine herkes baş keser. Şeyh, sessizce selam duasını yapıp bir adım postun gerisine gider ve başı ile ikinci selamın semainin başlamasına izin verdiğini işaret eder. Sema-zenler bu izne baş keserler ve birinci selamdaki . gibi ikinci selama girerler. Yalnız el ve sikke öpme olmaz, ikinci selam denen bölüm böylece devam eder ve yine bestedeki usfrl değişikliği ile üçüncü selama girilir. Dördüncü selama giriş de aynı biçimde yapılır.
Dördüncü selamda sema-zenler; sema-h~enin ortasına girmezler ve etrafta sıralanarak sema ederler. Orta yer boş bırakılır. Son sema-zenin de semaa girmesinden sonra hepsi yerlerinden kıpırdamadan direk tutarak sema ederler. Sema-zenbaşı şeyhe .. niyaz edip, sema-zenleri de yerleştirdikten sonra şeyhin solundaki yerine geçer ve artık yürümez. Şeyh ise, postundan öne ilerleyip niyaz eder ve O da semaa girer. Şeyh, sol eliyle hırkasının sağ tarafını bel hizasından, sağ eliyle yakasından tutarak ve hırkanın göğüs kısmını sağ tarafa doğru hafifçe açarak sema eder. Başı, sema-zenler gibi, hafifçe sağa eğik ve yüzü sola dönüktür. Hatt-ı istiva üzerinden adım atarak sema etmek suretiyle, sema-hanenin merkezine kadar gelir. O da orada direk tutar. Bu tarz kol açmadan yaka tutarak ve ağır tempo ile olan semaa "Post Semfu" denir. Sema-zenbaşı da bulunduğu yerde post semaı yapar.
Ayin bestesinin dördüncü selammrn sözlü kısmı bittiğinde sazlar hemen son peşreve ve takiben son yürüksemfilye girerler. Eğer, Niyaz ilahisi denen Segah makamındaki eser icra edilecekse, son peşrev yerine sazlardan biri Segah makamına geçiş taksimi yapar ve ilahiye girilir. Saz semaisi veya niyaz ilahisinin bitmesiyle son taksim başlar. Son taksimin, post taksimi gibi mutlaka ney ile yapılması gerek-
Osmanlı Tarihinde Süfilik Ayin ve Erkanları 1 165
mez. Başka saz ile de yapılabilir. Taksimin başlamasıyla kutup-hanede direk tutmakta olan şeyh sema ederek yavaş yavaş postuna doğru gitmeye başlar. Şeyh posta vardığında taksim bitirilir ve hemen tiz perdeden olmak üzere mutrıpta görevli biri tarafından Kur'an okunmaya başlanır. Bakara Sfuesi'n.in 115.nci ayetinin mutlaka okunması Mevlevilik adabındandır (Doğu da Allah'ındır, batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın vechi oradadır. Şüphesiz Allah'ın rahmeti ve nimeti geniştir. O her şeyi bilendir). Bundan sonra başka ayetler de okunabilir. Kur'an'ın başlamasıyla birlikte herkes olduğu yerde baş kesip, yer öperek bulunduğu yere oturur. Eller çapraz olarak omuzlarda ve baş öne eğiktir. Görevli dervişler sırtlarına hırkalarını koyduklarında normal oturma bili alınarak Kur'an dinlenir. Kur'an okunması bittikten sonra şeyhin sol tarafında uygun bir yerde "Duagii Dede" {Duacı) özel okuyuş tarzı ile, özel duayı, tekbiri ve salavatı okuduktan sonra şeyh "Fatiha" der. Herkes sessizce Fatihayı okur. Sonra şeyh ile beraber herkes yer öpüp ayağa kalkarlar. Şeyh, postunun üzerinde "Hfı diyelim" sözü ile biten gülbanki (özel tertip ve tespit edilmiş dua) okur. Mutrıban ve sema-zenler baş keserek bir nefes boyu ve yüksek sesle "Hfı" derler. Şeyh, postun üzerinden ayrılıp baş keserek yüksek sesle "es Selamü Aleyküm" diye selam verdiğinde sema-zenbaşı yüksek sesle ve son heceyi nefesince uzatarak "ve Aleyküm Selam ve Rah.me.tullah.i ve Berakatü Huuu" diyerek selamı alır. Sema-zenler, selam alınmaya başlanmasıyla birlikte eğilmişlerdir, "Hfı" hecesinde yavaş yavaş doğrulurlar. Şeyh bu sırada, kapıya doğru yürüineye devam etmektedir. Orta yere geldiğinde yine selam verir. Bu selamı Ney-zenbaşı alır, mutrıptakiler sema-zenler gibi hareket ederler. Şeyh sema-hanenin çıkışına vardığında yüzünü posta .doğru döndürerek baş kesdiğinde herkes beraberce baş keser. Şeyhin sema-haneden ayrılmasından sonra herkes şeyh postuna selam vererek teker teker semahaneden ayrılırlar (Eğer sema, türbeli sema-hanede yapılmışsa, ayağa kalkıldığında önce türbedekiler için fatiha okunur, sonra gülbank çekilir). Meydancı dede tarafından şeyh postunun usulünce. kaldırılması veya katlanması ile Mevlevi Mukabelesi bitmiş olur. Sema sırasında da, Sultan Veled devrindeki gibi 'Malı" ismi zikredilir. Sema-zen çarkını yerden kaldırırken ''.Al", yere basarken "lalı" hecesini söylemek suretiyle her çark atışta bir İsm-i Celal okuyarak zikre devam eder.
166 1 Ömer Tuğrul !nançer
Ayin-i Cem
Mevlevi Mukabelesi denen bu resmi ayin şeklinden ·başka "Ayin-i Cem", ''.A.yn'ül Cem" denen bir ayin tarzı daha vardır ki, tekkenin sema.Jıanesinde değil, "Meydan Odası" denen özel bölümünde yapılır. Ya bir sohbet meclisinde veya bir ikram için toplanıldığında Naat okunmadan ney taksimi ile başlar. Devr-i Veledi yapılmaz, ayin okunmaya başlanır. Herkes değil, sadece arzu e~enler hırkalarının kollarını giyip, post semaı tarzında kol açmadan sema ederler ve selam başlarında da durmak yoktur. Yine Kur'an okunması ve Gülbank ile biter. Sonra istenirse sohbete ve ikrama devam edilir. Hz. Mevlana'nın ab.irete göç etmesi hicri takvimle 5 Cemazielah.ır 672'dir. Bu gün, Mevlevilerce sevgiliye kavuşma zamanı, Gelin Gecesi (Şeb-i Arıls) olarak kabul edilmiştir. Hicri takvimin mevsimlere göre dönüşü ile yaz aylarında tekke bahçesinde açık havada (Konya' da Meram' da veya Dede Bahçes~ denen Alaaddin Tepesi'nin kuzeyindeki bahçede), kışın Meydan Odası'nda 5 Cemazielah.ır günü mutlaka Ayin-i Cem yapılırdı.
Müptedi Mukabelesi ı
Mukabele ve Ayin-i Cem' den başka bir ayin daha vardır ki, buna da "Müptedi Mukabelesi" denir. Sema etmeyi artık öğrenmiş olan bir yeni dervişin (nev-niyaz'ın) mukabele-i şerife ka~asına izin verilmesi törenidir. Bu ayine şeyh katılmaz. Ayini, sema-hanede şeyh postunun yanında duran "Ser-Tabbab." (Aşçıbaşı Dede) ·idare eder. Tıpkı Ayin-i Cem gibi Naat okunmadan ney taksimi ile başlar. Peşrevle beraber Sultan Veled Devri yapılıp semaa başlanır. Müptedi Mukabelesi'nin özelliği, ayin okunmamasıdır. Dört bölümlü sema yalnızca peşrev çalmaya devam edilerek yapılır. Yine Kur'an ve gülbankla biter (Mevleviliğe ait İsm-i Celal ayini, KuCı.d bahsinde anlatılmıştır).
E. Mevlevi Ayini'nin Sembolizması
Mevlevi Sema ayini musikisinden kıyafetine kadar her alanda pek çok sembolleri taşır. Benliğinden ve nefsinden ölü olan Mevlevi dervişinin başındaki sikkesi mezar taşı, giydiği tennuresi kefeni, sırtındaki hırkası kabridir. Sema-hane kainattır. Sağ tarafı görünen ve bilinen madde filemi, sol taraf mana alemidir. Posttan sağa doğru hareket yücelikten düşüklüğe gidiş (ulviden süfliye), hatt-ı istivanın sonundan
Osmanlı Tarihinde Sufilik Ayin ve Erkanları 1167
posta doğru hareket, düşüklükten yüceliğe varıştır ki "Seyr-i Sülük" denen manevi olgunluğa erişme yolculuğunu anlabr. Kudümün ilk vuruşu, Allah'ın "Ol" emrinin anla~dır. Ney, "İnsan-ı Kamil"dir. Ney'in üflenmesi, İsrafil'in "Sfu" u üflemesidir. Kalkarken yere el vurmak hem "Ol"manın, hem de Sfu'u işitince kabirden kalkmanın sembolüdür. Sultan Veled Devri'ndeki üç tur "İlm-el Yakin, Ayn-el Yakin, Hakk-el Yakin" denen; bilme, görme ve olma mertebelerine işarettir. Tecelli rengi olan kırmızı renkli post üstündeki şeyh, Hz. Mevlana'yı temsil eder. Hakikate varan yolu O bilir. Ve bunun için hakikate varan en kısa yolu temsil eden Hatt-ı İstiva'ya yalnızca O basabilir. Sftr'un üflenmesi ile kabirlerinden canlanarak kalkanların şaşkın şaşkın nereye gideceklerini aramak yerine İnsan-ı Kamil'in peşine takılıp, O'nun gittiği yoldan, adımlarını O'nun gibi atarak kurtuluşa eren yolu bulmayı, Sultan Veled Devri'ndeki yürüyüş temsil eder. Semadaki selamlar, "Zat, Sıfat, Fiil, Vahdet" gibi tasavvuf anlamlarını taşırlar. Dört selam; şeriat, tarikat hakikat, marifet kademelerini anlatmaktadır. Dördüncü selamda Allah'ın tek ve gerçek varlığı ile var oluş olan Vahdet durağından kıpırdamadan ayak direyerek duruş anlatılmaktadır. Ve sonunda, "Bütün mana mertebelerini bilsen de, onlara ulaşsan da, asla kulluktan vaz geçme. En yüce makam ve mertebe kulluktur. Fakat, bilenle bilmeyen bir değildir" denilir.
Mevlevi ayininin en önemli özelliği, zikrin, şeyh veya zikri idare eden ser-tarik, piş-kadem, reis, zô.kirbaşı, meydancı gibi tekke görevlilerinin idaresi ve iradesi ile değil, ayin-i şerifin bestesine göre yapılmasıdır. Mevlevi Ayini formu, Türk musikisinde belli hareketler yapmak için özel olarak bestelenen yegane formdur (Miraciye hariç en büyük formdur).
Garipler Semôı
Ayin bestesi bittikten sonra, sema etmeye doyamamış olanlar, herkes sema-haneden çıktıktan sonra sema-hanede kalırlar. Hırkalarını
çıkarmadan Post Semaı tarzında onsekiz'çark atarlar. Bu sema müziksiz, ışıksız, sadece kendi kendine yapıldığından "Garipler Semaı" (Gurbette olanlar) veya bir başka anlamda "Karibler Semaı" (Yakın olanlar) adıyla anılır.
168 1 Ömer Tuğrul lnançer
F. Bektaşi Ayinleri
Bektaşi ayinleri de Mevlevi ayinleri gibi genel Sun aytnleri sıruflandumasımn dışında incelenmesi gereken ayinlerdir.
Bektaşi ayinleri, esas inanç ve ibadeti saklı tutmak demek olan "takiyye" prensibi dolayısıyla eski yazılı kaynaklarda yer bulamamış ve ancak son devirlerdeki bazı araşbrmalar ve sözlü rivayetlerle öğrenilebilmiştir. Bu gizlilik halk ar~sında "Bektaşi Sırrı" diye isimlendirilmiştir.
Orta Asya'da oluşan Yeseviliğin, Horasan'lı Baba İlyas'ın Babailiğinin, Ebül Vefa Bağdadi'nin Vefa.iliğinin, Fazlullah'ın Hurufiliğinin, Kudbeddin Haydar'ın Hayderiliğinin ve Şiilik, Batınilik, Rafızilik gibi akımların; hatta Şamanlık, Budizm, M"aniheizm gibi islam dışı dinlerin ve ağırlıklı olarak Orta Asya Tüxk gelenek ve adetlerinin devamı ve uzantısı gibi bir görünüm sergileyen Anadolu Aleviliğinin; hepsinin birden tesirleri görülen Bektaşilikte esas ayin, "Ayin-i Cem" denilen ayindir. Prof. Fuat Köprülü'ye göre İslam'dan önce devirde Tüxkler'de görülen ve ancak evli çiftlerin katıldığı, içki (kımız) içilen ve çok disiplinli olan ayinlerin uzantısıdır, ikinci temel ayin "İl<rar Ayini" denen ayindir ki, tarikata kabul edilme ve eskilere tanıtılma gayesiyle yapılır. Bu iki tören de çok özel törenler olup ayrıntıları herkese açıklanmaz.
Genel çizgileri olarak; Baba Efendi'nin fatiha etmesiyle başlayan ayin, evvela Kur'an-ı Kerim okunması sonra bazı özel dua ve evrad ile kısa bir zikir yapılması ve Hz. Peygambere salat okunması ve özellikle Hz. Ali ile Ali neslinin ve Ehl-i Beyt'in isimlerinin büyük bir saygı, sevgi ve hatta aşkla anılması ile sfuer ve gülbank okunması ile sona erer. "Çerağ Uyandırma Tercümanı"nın özel bestesiyle okunması sırasında, görevlilerce meydanda bulunan büyük şamdanlardaki mumlar yakılır ve semahane edeble terk edilir. Meydan Odası denilen özel bölüme geçilir ve burada "Semah" denen bir tür dini raks yapılır. Ayrıca; Baş Okutma, Dolu İçme, Mücerretlik Ayini, Ali Sofrası, Kurban Tığlama, Lokma Etme, Çerağ Uyandırma, Koyun Baba gibi isimlerle anılan ayinler vardır ki bunların bazılarında semah yapılır. Bazılarında ise semah yapılmaz ve sazsız olarak gülbank ve tercüman denen özel besteli dualar okunur. Sözleri, Şah İsmail Safavi'ye (Hatayi) ait olduğu iddia edilen "Mevlid-i Ali"de sazsız okunur. Ancak, klasik mevlid okuma usulünde olduğu gibi aralarda besteli nefesler okunur. Bektaşi ilahilerine
Osmanlı Tarihinde Sufilik Ayin ve Erkanları 1 169
genelde "nefes" adı verilmiştir. Muharrem ayında da semah yapılmaz, sadece İmam-ı Hüseyin ve Kerbela Şehitleri için mersiye okunur.
Semah, el ele tutuşulmada.n, kadın-erkek karışık bir halde, ritmik beden, kol ve ayak hareketleri ile oyna.na bir dln.i rakstır. ''.Ağırlama" denen ağır bir bölümle başlar, "Yürütme" veya "Yeldirme" denen hızlı bölümle devam eder. Zakirlerin okuyup çaldığı semah havasına "Eyvallah Hu", "Şaah Şah Şah", "Doost" gibi terennüm sözlerine zakirlerin dışındakiler de katılırlar.
Bektaşi ayinleri ve semahı ile Alevi semahı birbirine karıştırılmıştır. Hatta son zamanlarda yazılan makale ve kitaplarda dahi Alevi-Bektaşi deyimi beraberce ve eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Bu, çok yanlış bir olgudur. Kırsal kesimde halk müziği niteliğindeki müzik eşliğinde yapılan semahlar, ağırlıklı olarak Alevi semahıdn. Şehirdeki Bektaşi tekkelerinde ise, klasik kültürün yansıması olarak üslup ve melodi karakteri itibariyle müzik de, semah da, klasikleşmiştir. Bunun en üst düzeyde örneklerine İstanbul' da rastlanır.
Bektaşi ayininde kullanılan ve başka ayinlerde rastlanmayan bir özellik, "deste", "takım" veya "arka" nefesi denen nefeslerdedir. Bu tür nefeslerdeki bazı nakaratlar, batı müziğinde rastlanan kanon tekniği ile tekrarlarux. Ayrıca, kalabalık semahlarda bulunanlardan bazıları "Ya Allah", "Ya Şah", "Hu" gibi sözleri, icra olunan nefesin karar perdesinden tekrar ederler. Buna da "Dem tutmak" denir. Öteki tarikat ayinlerinde görülen perde kaldırmak, Bektaşi ayininde de vardır ve semah havası perde kalktığında hızlandırılır. Bestesiz okunan şiirlere nutuk adı verilir. Nefesler, konuları bakımında Naat-ı Ali, Düvazde (oniki) İmam, Mersiye, Mlraciye, Nevrüziye gibi türlere ayrılır. Bu türler ağır usfillerle bestelenmişse "Oturak", yürük usUllerle bestelenmişse "Şahlama" diye adlandırılır. Şahlamalar, semah sırasında ol'l.lD.an nefesler olduğundan semah yapmaya uygun melodik yapı ve ritim özellikleri taşırlar (tek zam~ı usüller gibi). "Turnalar Semahı" gibi özel semah havaları da vardır.
Şehir tekkelerinde yapılan ayinler, Balım Sultan'a mal edilen "Erkan-name" deki usül ve erkana uygun olarak yapılan ayin ve semahlardır. Semahanede başlayıp meydan odasındaki semah ile biten ve semaha belli kişilerin katıldığı Balım Sultan Erk8.nlı bu ayin-
170 1 ÔmerTuğrullnançer
lerden ayrı, kırsal kesimde cem ve muhabbetlerde yapılan ayinlerde usül daha basittir. Bu ayin, mürşidin işareti ile hemen.nefes okuyup çalmak.la başlar. "Oturak Havası" denen ve ağır usüllerde bestelenmiş olan nefesler, oturarak ve sessizce dinlenir. "Şahlama Havası" denen ve yürük usüllerle bestenmiş nefesler başladığında ise sema.Jıa kalkılır. Bu havalar gittikçe hız ve oynaklık kazanır. Sema.Jıa, becerebilen herkes katılır. Sema.Jı edenler ilci ve kadarı olarak hep çift sayıda olurlar. Değişmek isteyen, oturmakta olan kişinin dizini öperek niyaz eder ve onu kendi yerine davet etmiş olur. El ele tutuşmadan karşılıklı sıra halinde bulunan sema.Jı edenler, meydanın ortasındaki boşlukta çalınmakta olan nefesin usül ve ritmine uygun ayak hareketleri ile, bir yandan yürümekte iken, bir yandan da kollarını ileriye uzatıp tekrar geriye çekmek ve göğüse kavuşturmak veya çarpraz olarak sağ eli göğsün soluna, sol eli göğsün sağına götürmek suretiyle hareket eder ve aynı zamanda karşılıklı selamlaşırlar. "Çerağ Tahtı" denen mumla-· rın yandığı şamdanın ve baba efendinin önünden geçilirken bir saygı ifadesi olarak arka dönülmeden geçilir. Yine bir saygı ifadesi olarak, okunmakta olan nefesin güfte sahibinin isminin geçtiği mısra okunduğunda; ayak mühürlenip, kollar göğüse ~avuşturulup, baş eğilmek suretiyle hareketsiz kalınır ve sema.Jı durur. Buna, "paymaçan" veya "darda durmak" denir. O mısra okunup geçilince sema.Jı tekrar devam eder. Böylece süren sema.Jı ayini yine mürşidin işareti. ile biter. İkram olunan şeyler yiyip içilip dağılınır.
Taraklama Semah
"Taraklama usfilü semah" §öyle yapılır. Semaha kalkacak sekiz erkek ve sekiz kadro varsa, dört kadın, dört erkek yan yana ve erkeklerin karşısında kadınlar, kadınların karşısında erkekler olmak üzere çaprazlama dört sıra oluşur. Semah edenler, meydanın ortasındaki boşluğun etrafını dolaşmak yerine karşılıklı cephe halinde yer değiştirirler (Kıyamda anl~tılan Dalga Tevhldi'ne benzer). Çalınıp okunmakta olan semah havası çok hızlı ve oynaktır. Yer değiştirirken karşıdakine ve yanındakine çarpmadan taraklama geçmeleri, birbirlerine arka dönmemeleri ve bir yandan da ayak, kol ve beden hareketlerini okunan nefesin ritmine uygun olarak yapabilmeleri gerçekten büyük ustalık isteyen bir haldir ki, bu kadar ustanın bir araya gelmesi oldukça güç
Osmanlı Tarihinde Sofilik Ayin ve Erkanları 1171
olduğundan, taraklama semahı çok seyrek yapılmıştır. Fakat en sanatlı
ve estetik semah, budur.
Koyun Baba (Çoban Baba) Ayini
·Bektaşi ayin şekilleri içinde, açık havada yapılan ayinlere genelde "Koyun Baba Ayini" veya "Çoban Baba Semahı" adı verilir. Hıdrellez (6
Mayıs). Nevruz (21 Mart) gibi günlerde veya bir adak gereği genellikle bir yatırın türbesi civarında veya uygun bir piknik alanında herkesin
katıldığı ve Bektaşi deyimiyle "Kır Muhabbeti" yapıldığı bu açık hava ayinlerinde de, semah yapılır. İstanbul'da Koyun baba semahı Merdivenköy Şah.k.-ulu Sultan Dergahı'nda yapılırdı.
Bektaşi ayinlerinde nefes okuyan ve saz çalan kişi ve kişilere; ôşık, zôkir, guyende, sazende gibi isimler verilir. Ağırlıklı olarak.}Jağlamanın yanı sıra, saz, tanbura, divan sazı , cura, ruzba, çöğür, kabak kemane, kaval, Bulgari saz (Rumeli' de); şehir Bektaşilerinde ise ney, tanbur, ud,
rebab gibi klasik sazlar kullanılmıştır.
172 1 Ömer Tuğrul İnançer
ERKAN
Giriş
Kuıldi, Kıyami, Devranı olarak sınıflandırılan Sılfi ayinleri ve bu sınıflandırmanın dışında sayılabilen Mevlevi ve Bektaşi ayinleri böylece özetlenebilir. Burada anlatılan ayinler, tasavvuf ekolleri olan tarikatların gözle görülür haftalık törenleridir. Ancak, tasavvuf hayatının haftada bir defa, tarikatın lokali olan tekkede tören yapmak demek olmadığı açık bir gerçektir. Tasavvuf hayatı, yılın 365 gününde ve günün yirmi dört saatinde devamlılığını sürdüren bir özel yaşam tarzıdır. Bunu, şu benzetmeyle anlatmak mümkün olabilir. Bir ordu, bayramlarda geçit töreni yapmak için kurulmaz. Ordunun kuruluş amacı, bir saldırı olduğunda onu defetmek veya düşmanı saldırıdan dahi vazgeçirtecek genel önlemleri almaktır. Bu önlemler, askerlik bilimi içinde devamlı eğitim, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması şeklinde uygulanmaktadır. Fakat, bütün ordular bayramlarda geçit töreni yaparlar. Bu törenlerde amaç, halka ve özellikle gençlere özendiricilik sağlamak ve yine halka güven ve huzur aşılamaktır. Bunun yanı sıra, ayrıca bu mutluluğu da yaşamaktır. Ama ordunun esas görevi, geçit töreni yapmak değil, gerekli eğitimi ve gereçleri sağlamaktır. Buna rağmen, törensiz ordu olmaz. İşte sfıfi ayinleri de, ordunun geçit töreni gibidir. Ama, tasavvufun ana amacı, nefis ile devamlı savaşmaktır. Bunun için eğitim, haftada bir gün veya gecelik ayin töreninde değil, bütün zamanlarda yapılmaktadır. Ayinlerde de, aynen ordunun geçit töreni gibi (pırıl pırıl silahlar, ütülü ve tertemiz üniformalar, çakı gibi askerler) gençleri özendirmek (yüksek bir müzik, çok estetik hareketler, özendirici kıyafetler) maksadı vardır. Ayrıca, bazı tasavvuf gerçeklerini de sembollerle anlatmak, ayinlerin özelliğidir. Mesela, Zümer Sfıresi'nin 75. Ayeti'nde anlatıldığı gibi (O melekleri görürsün ki, Rablerini tesbih eder ve O'na hamd ederek arşın etrafını dolanırlar). Nasıl ordunun esas faaliyeti geçit törenine değil, saldırıyı önlemeye yönelikse, tasavvufun da esas faaliyeti ayine değil, nefis muharebesine yöneliktir. Ve yine, nasıl ordunun kendine özgü selam vermekten, silah kuşanmaya kadar özel usul ve erkanı varsa; tasavvuf ekolü olan tarikatla-
Osmanlı Tarihinde Sufilik Ayin ve Erkanları ı 173
rın da giriş ve kabul töreninden, cenaze törenine kadar kendine özgü usul ve erkanı vardır. Askerin "hazır ol" durumu gibi, dervişin "niyaz" durumu; askerin elini şapkasına götürerek selamı gibi, dervişin elini kalbine götürerek selamı; askerin bütün hareketlerinin düzenlendiği
·talimat ve talimnameler gibi, dervişin de bütün hareketlerinin düzenlendiği erkan nameler; askerin "üniforması " gibi, dervişin "çeyizi" (tarikat kıyafeti) bu usul ve erkandandır.
Biat
Hayat, ana rahmine veda edip, dünyaya gelmekle başlar. Tasavvuf hayatı ise; mürşide biatle ...
"Biat", satmak ve almak anlamında olan "bey"' kökünden gelir. Müridin iradesini yine iradesi ile mürşidine satması yani, benlik ve iradeden vazgeçmesi; mürşidin de kabul etmesi demektir. Mübôyaa (alış veriş), el almak, nasip almak, ahz-ı tarik (tarikat almak), inlisab (O'ndan sayılmak), telkin-i zikr (Allah'ın isimlerini tekrarlamak görevi-· nin verilmesi), ahd-i misak (yeminle sözleşmek), ikrar vermek (kararlılığını bildirmek), gibi isimler de verilmiştir. Tasavvuf hayatında biat en önemli rükndür. Blat merasimine kesinlikle yabancı (ağyar) alınmaz. Biat edecek (derviş olacak) kişi sağında "rehber", solunda "musahip" denilen iki kişinin yol göstericiliği ile Şeyhin huzuruna getirilir. Kıb-
. leye karşı ve dizleri şeyhin dizine değecek şekilde iki diz üstü oturtulur. Şeyh ile el ele tutuşan derviş adayı tevbe- istiğfar ettirildikten sonra biat ayeti (Feth Suresi 10. ayet) okunarak dersi (okuyacağı esmalar) telkin edilir ve gerekli nasihat ve tenbihler yapılarak ondan da bunları tutacağına dair söz alınır. Biat merasimi dervişin şeyhine ve şeyh aracılığıyla Pirine, O'ndan Hz. Peygambere ve Allah'a bağWığını ve teslimiyetini simgeler. Dervişin elinin üzerinde Şeyhin eli olduğu gibi, şeyhin elinin üzerinde şeyhler yolu ile Pirinin eli ve yine Şeyhler yolu (tarikat silsilesi) ile Hz. Peygamber'in eli olduğu ve bu yolla "el ele el Hakk'a" kuralınca Allah'a ulaşıldığı kabul edilir. Kadın dervişlerin biat merasiminde el ele tutuşulmaz ve diz dize verilmez. Ya bir teşbihin veya kemerin iki ucundan tutularak yahut bir kaptaki suya şeyh ve dervişe ellerini batırarak biat yapılır. Bektaşilikte ikrar verecek, biat edecek derviş teslimiyet ifadesi olarak boynundan bağlanmış kaim bir ip ile şeyhin huzuruna getirilir ve bu ip on iki ima.mı
174 1 Ömer Tuğrul lnançer
ve on iki büyük tarikatı temsilen on i}d adet ince ipten yapılır. Buna, "tığ-i bend" denir. Mevlevilikteki biat merasiminde sadece sikke tekbirlenir. Yani, yeni dervişe tekbir getirilerek sikke giydirilir. Genellikle el ele tutuşma olmaz. Kadınlara da yalnızca arakıye tekbirlenir sikke tekbirlenmez. Yani kadın Mevleviler sıkke giymezler. Biat merasimi, cihaz-ı tarikatın (tarikat eşyaları ve takke, tennure, arakıye, kemer, eliflam-bend, kamarçin, haydariye gibi tarikat giysileri) telkbirlenerek verilmesi ve şeyhin duası ve Faliha'sı ile biter. Biat eden yeni derviş maddi gücüne göre (kurban kesmekten, bir bardak su vermeye kadar değişen) ikramda bulunur (Halifeye ve hükümdara biat, bu konunun dışındadır).
Sözden dönmek, ahdini bozmak bütün kurumlarda hoş görülmediği gibi, tasavvuf kurumlarında da hoş görülmez ve dervişlikten cayanlara "peyman-şiken" (yeminini kıran) denilirdi. Şeyhin ahirete göçmesinden sonra yerini alan yeni şeyhe de tekrar biat edilirdi ki, buna "tecdid-i btat" (biat yenileme) denirdi.
Hilafet Merasimleri
Tarikat erkanında hilafet merasimleri de özel bir önem taşır. Şeyhin (mürşidin) dervişleri içinden kendisi gibi olmaya ve derviş yetiştirmeye manevi ehliyet kazanlara özel bir merasimle manevi emanetleri tevdi etmesi ve yetki tanıyarak irşada izin vermesi merasimidir. Seyr-i suluk denen manevi yÜkselme yolculuğunun tasavvuf kuralları içinde belli bir durağına gelinince hilafet verilir. Hilafet merasiminde o tarikatın kendi halifeleri ve öteki tarikat şeyh ve halifeleri de hazır bulunur. Ancak manevi emanet ve tarikat sırları yeni halifeye gizlice kulağına söylenerek bildirilir. Ayrıca halife olduğuna dair şeyhin mührü ile mühürlenmiş icazetname verilir ve o tarikatın şeyh ve halifelerine mahsus Tac-ı Şerif ve Ferace (bir çeşit cübbe) tekbirlenerek giydirilir. Şeyh veya şeyhin ikram ettiği bir başka kıdemli şeyh yeni halifeyi bel kuşağından tutarak, üstünde durmakta olduğu şeyh postuna çeker. Yeni halifenin Fatiha etmesi ile hilafet verilmesi merasimi bitirilir. Fakat, mutlaka ayin yapılır. Ayini, şeyh başlatır ve hemen yeni halifeye meydanı bırakarak ayrılır. Halife, ayini usulüne göre devam ettirip bitirir. Mevlevilikte bazı tekke şeyhleri halife olmayabilirdi. Diğer tarikatların hepsinde şeyhin halifelik mertebesine yükselmiş olması
Osmanlı Tarihinde Sufilik Ayin ve Erkanları ı 175
gerekir. Ancak, bazı tarikatlarda hilafet almakla birlikte, irşada mezun olmayan (yani derviş yetiştirmeye ve zikir telkin etmeye yetkisiz) halifeler de bulunurdu. Bu gibi kişilere "Nefsine Halife" adı verilirdi. Böyle durumlar halifeye lekbirlenen Tac-ı Şerif farklı olurdu. Mürşid
· Tacı denilen Tac-ı Şerif ile Halife Tacı denilen taçlar birbirinden ayrı şekillerde idi (Özellikle Kadiri ve Nakşibendi tarikatlerinde).
Cülus Merasimleri
Cülus merasimi denen tekke şeyhinin vefat veya başka tekkeye atanması ile boşalan postnişinlik makamına geçme merasimi hemen hemen hilafet merasiminin aynıdır. Bu merasimde de yine kıdemli şeyhler bulunur ve genel merasimi yönetmekte olan şeyh, yeni şeyhi kuşağından tutarak makam postuna çeker. Yine ayin yapılarak merasim bitirilir (Yalnızca Cerrahi tarikatında Asitane ŞeyHliği'ne geçecek kişi bir başka şeyh tarafından posta çekilmez, kendi kendine makam postuna geçer. Bu usul tarikatın Piri Nfıreddtn-i Cerrahi'nin kendi . Mürşidi Aleaddtn-i Köstendilt'nin sağlığında, tarikatte içtihat derecesine yükselmesi ve Mürşidinin sağlığında "Pir1'lik makamına geçen yegane Pir olması ile irşad postuna kendi kendine geçmesini simgeler).
Dergah zabitaru denen Ser-tarik, Piş-kadem, Ser-tabbah, Zakir-başı, İmam, Türbedar, Meydancı, Çerağcı, Pazarcı, Kapıcı, Asadar vs. gibi
· görevlere tayin edilmelerde de özel merasimler yapılır.
Tarikatlarda Kullanılan Özel Deyimler ve Davranış Tarzları
Çeşitli tasavvuf ekolleri dernek olan tarikatlarda, özel deyimlerle konuşmak da, tarikat erkanındandır. Bazı kavramları değişik şekilde ifade etmenin yanı sıra halk dilinde kullanılan bazı kelimeler de başka anlamlarda kullanılır. Yemek yemek= Lokrna etmek; Sofra= Somat; Ayakkabı= Paşmak; Bakış= Nazar etmek; Yol=Hakk'da, Hakk vere; Işık = Çerağ; Vakit, zaman=Dern (Bektaşilikte Rakı=Dern); Bir şey yiyip içmek= Cümbüşlenmek, Hora geçirmek; bir tarikat suçu işlemek= Yol bozmak; Ocak, lamba, mum vs. yakmak= Uyandırmak; Söndürmek= Dinlendirmek; Hediye, armağan = Berk-sebz (yeşil yaprak); Kişi, zat,=Can; Hanımlar= Bacı; Vefat etmek = Göçmek; İzin = Destur; Abdest almak = Çeyizlemek; Oda = Hücre; Para = Mangır; Misafir = Mihman; Uykuda = Vahdette; Herhangi bir maddenin bitmesi
176 1 Ömer Tuğrul İnançer
tükenmesi = Bereketlenmek; Kaybolıvak = Sır olmak; Karşısındakine hitap ederken sen yerine "Nazarım", ben yerine "Fakir" demek; Selamlaşmak, selam göndermek = Niyazlaşmak, Aşk u Niyaz etmek; Sohbet etmek, konuşmak = Aşk alıp vermek; Özel hediye = Niyaz (aynı zamanda ceza ödemeleri); Kırılmak incinmek = Gönül koymak gönül etmek; Mezarlık = Hamf.ışan (susanlar anlamında); Ahiret, öbür dünya = Alem-i cemal; Kurban, kavun, karpuz vs kesmek = Tığlamak; Eşlerin birbirine hitabında Hıl diye seslenmek; Aşkla cezbeyle bağırma ağlama gibi hallerde ·~Halı derdini arttırsın" diye dua etmek; yahut bu aşkı açığa dökmeyip vakarlı davranmayı tenbih için "Kanını içine akıt'' demek; gibi özel konuşma tarzları vardır. Ayrıca genel davranış biçimleri Ôlarak tasavvuf hayatında bütün objelere özel saygı ifadesinde bulunulur. derviş, su içtiği bardağı öperek bırakır. Ceketini paltosunu öperek giyer, yastığına öperek baş koyar, yorganını öperek üzerine çeker, evinin kapısını öperek içeri girer, incitmemek düşüncesi ile ayağını yere vurmadan yumuşak adımlarla yürür ... Böylelikle kullanılan ve yararlanılan objelerin hakkı helal ettirilir.
Halvet - Çile - Erbain
Çile, Farsça çihil (kırk) kelimesinin hafifletilrnişidir. Erbain de Arapça'da kırk demektir. Halvet; tenhaya çekilmek, yalnızlık, hali-boş olmak gibi anlamlar içerir. Halvet bütün tarikatlarda usul edinilen çok önemli bir rükündür. Genellikle kırk gün yapıldığı veya Bakara Süresi'nin 51. ve A'.raf Süresi'nin 142. Ayetlerinde belirtildiği gibi Hz. Musa kırk gece halvette, ibadette bulunduğu için halvet, çile, erbain kelimeleri anlamdaş olarak kullanılır.
Halvet, halvet-hane veya halvet-giih denilen çok küçük bir odada yalnız başına kalıp devamlı ibadet etmektir. Bu ibadet bazı tarikatlarda küçük değişiklikler gösterir. Halvet-hanenin mutlaka cemaatle beş va.kit namaz kılınan bir yerde veya çok yakınında olması gerekir. Kastamonu'daki Hacı Şaban-ı Veli Dergiihı'ndaki halvet-haneler (çile hücreleri) gibi. Halen Bulgaristan sınırları içinde kalan Nevrakop kasabasında da (özellikle Şabanı Halveüler için) halvet-haneler vardı. Halvete giren derviş vakit namazlarının farzlarında halvet-haneden çıkıp cemaate katılır, sünnetleri dahi halvet-hanede kılar. Gündüzleri oruçlu olur. Genellikle pirinç lapası olan yemeği (her gün azaltılarak) ken-
Osmanlı Tarihinde SüBlik Ayin ve Erkanları 1177
disine gönderilir, ancak abdest değiştirmeye dışarı çıkar. Hiç dünya kelamı konuşmaz. Bazı tarikatların halvetlerinde Kur'an ol..'llmak ve tesbih çekmek dervişin günlük esma dersleridir. Nafile namaz kılmak dahi olmaz, yalnızca adetsiz olarak kelime-i tevhid zikri ve devamlı
· tefekkür ile meşgul olunur. Rahatça uzanıp yatılmaması için, diz üstü oturulduğunda dizlerin allı ile boyundan geçirilen ve adına "çile kolanı" denen bir bağ ile bağlanılır. Ancak biraz uyumak için otururken baş dayamak veya koltuk değneği gibi dayanmak için kısa koltuk değneğine benzeyen "mütleka" veya "milin" denilen bir alet kullanılır. Kırk günün sonunda (bazen şeyhler tarafından bu süre üç gün, yedi gün, on gün gibi değiştirilebilir.) halvet-nişin olan derviş, şeyh tarafından halvetten çıkarılır ve bu süre içinde gördüğü rüyaları dinlenir. O günün akşamı !..'Urban kesilir. Şeyh gerek görürse dervişi tekrar halvete koyabilir (Halveti tarikatının piri Ömer ül Halveti1Hz.'nin birbiri ardınca kırk erbain çıkardığı rivayeti vardır).
Halvet, Hz. Peygamber'in Nur Dağı'ndaki Hira Mağarası'nrla yaptığı · yalnız başına kalıp ibadet etmesi ve daha sonraki zamanlarda (özellikle Ramazan'ın son on günü) mescitte "itikafa" girmesi esasına dayanır. Halvetten maksat Hakk'dan gayri şeylerden ayrılmaktır, yoksa hristiyan keşişliği gibi dünyayı terk etmek veya insanlardan, toplumdan kaçma değildir. Çünkü, halkdan ayrı Hakk'la beraber olun-
. maz. Celvette (halka karışmak) halvet, halvette celvet gereklidir. "Halvet der-encümen" deyiminde anlatıldığı gibi kalabalıklar içinde dahi Hakk'la beraber olabilmek için yapılan tasavvufi bir öğretidir. Halvet, sohbet, hizmet gibi unsurlar kişinin durumuna (meşrebine) göre mürşit tarafından belli dozlarla verilen ilaç gibidir. "El kô.rda, gönül yarda" olunur.
Mevlevi Çilesi
Mevlevi çilesi ayrı bir özellik gösterir. Bir hizmet etme dönemi olarak bin bir gün sürer. Bu süre içinde çileye soyunan nev-niyaz (yeni derviş) dergahtaki çeşitli hizmetleri yerine getirir. Bir yandan da yeteneğine göre dil, müzik, edebiyat, vs dersleri alır. Akşarrı ezanından sonra dergah dışında kalmaz. Evli ise evine gitmez. Gündüzleri görev verildiğinde dergah dışına çıkabilir. Bin bir günün sonunda çilesi tarrıamlamış olarak "Dede" Unvanını alır ve dergahtaki Dede hücrele-
178 1 Ömer Tuğrul lnançer
rinden birinin sahibi olup; "Hücre-nişin Dede" diye anılır. Çile süresi • içinde bir k.-usuru olursa çileyi kırmış olur. Affedilirse kaldığı yerden değil yeni baştan çiİeye soyunabilir. Mevlevi çilesi, Matbah-ı Şerifi olan ve Asitane denen (Konya, Afyon, Kütahya, Manisa, Bursa, Kastamonu, Selanik, Gelibolu, Yenikapı, Galata, Beşiktaş, Kasımpaşa gibi büyük Mevlevi dergahlarında yapılabilirdi.
Asilane, tasavvuf erkanında yalnızca Pir Evi olan dergahlara verilen isim olmakla sınırlı değildir. Bir beldede en eski (kıdemli) olan tekke o beldenin asitanesidir. (istanbul'daki ilk tekke olduğu kabul edilen Sümbül Efendi Asitanesi gibi). Ayrıca bir beldede bulunan aynı tarikata ait .birden çok tekkenin en eskisi de (o beldede Pir evi olmamak kaydıyla) o tarikatın o beldedeki asitanesidir. Mevlevilikte de Konya'daki Pir evi olan asitaneden başka çile çıkarılan büyük dergahlara da asitane denmiştir.
Sofra ve Sofra Adabı
Tasavvuf erkanında sofra ve sofra adabı, terbiyesi özel bir önem taşır "Tekke açmak, sofra açmak demektir" diye bir söz vardır. Tasavvuf ayinlerinin çok önemli bir özelliği olan kişilerin estetik duygularına hitap ederek onları tasavvuf yoluna çekmek, sofra kurumunda da vardır. Yalnızca karın doyurmak için bile ols~ tekkeye gelen kişi; oradaki adab, erkan ve terbiyeye uygun davranmayı öğrenir ve bu öğrendiklerini günlük hayatına yansıtabilirse tasavvufa adım atmış demektir. Bir tasavvuf deyimiyle "tekke mutfağında yemek pişirilmez, adam pişirilir". Hemen her tekkede bulunan aşçıbaşılık, şeyhden hemen sonra gelen önemli görev ünvanlarından biridir (Mevlevilikte Postnişinlik kadar' önemlidir).
Tasavvuf erkanında sofra, hizmet ve kerem (ikram etmek) unsurunun en önemli öğesidir. Sofra; ferraş, meydancı, saki, (ve yardımcıları) gibi dergah zabitanından olan görevliler nezaretinde kurulur. Ayindeki oturuş veya duruş yerleri gibi herkesin sofradili yeri bellidir. Yemek, ortaya kurulan yer sofrasında bir tek kaptan beraberce yenir ve yalnızca kaşık bulundurulur. Kaşıklar, ya dua eden el gibi açık, ya da tevazuu göstergesi olmak üzere kapalı olarak konulur. Şeyhin yüksek sesle besmele çekmesiyle başlanan yemek, biraz süratlice yenerek bitirilir. Sofra duası ve gülbankla sona erer. Ayrıca, "Hamdiye"
Osmanlı Tarihinde SCırilik Ayin ve Erkanları 1179
denen özel besteli yemek ilahisi de okunabilir. Muharrem ayında, Kerbela'daki susuz şehit edilen Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının hatıralarına hürmeten sofraya cam bardak ve sürahi konulmaz (Muharrem ayında bazı şeyhler matem işareti olarak siyalı renkte destar sarar veya destarın üstüne bir siyah kuşak koyarlar, siyah haydariye giyerlerdi). Metal tas veya toprak çanak konulur ki, içilen su görülmesin. Hatta, bazı tekkelerde tas ve çanak da konmaz, görevli genç dervişler ellerinde testi ve çanakla bekleyip, su istenirse isteyene verirler. Sofradaki kişilerden biri su içtiği sürece diğerleri ortadaki yemeğe el uzatmayıp su içmenin bitmesini beklerler. Böylece su içenin yemek hakkı gözetilmiş olur. Mevlevi sofrasında, pilav gelinceye kadar hiç konuşmamak da Mevlevi erkanındandır. Yine mevlevilikte meşinden yapılan özel şekilli sofra örtüsüne "Elifi somad" denir. Bektaşilikte dem alınırken (içki içilirken) dem fincanını (kadehini) avuçla tutmak yani göstermemek de erkandandır. Yeme içme ile ilgili olarak genel bir tasavvuf erkam da şudur. Şeyhin su, çay kahve içtiği bardak fincan, sağ el ile üstü kapatılarak (yani kapta kalabilecek artık madde örtülerek, gösterilmeyerek) ve öpülerek alınıp kaldırılır. Hatta, "müminin artığı mümine şifôdır" kuralında kapta kalan bir yudum su veya çay şifa niyetine içilir. Ve yine genel olarak yemek bitince kaşıklar sini veya tablaya kapalı olarak bırakılır. Bu da "kir göstermemek" kuralının bir gereğidir.
Muharrem Aşfıresi
Tasavvuftaki sofra erkanında Muharrem aşuresinin özel bir önemi vardır. Halk arasında "aşfue ayı" olarak anılan Muharrem ayında tekkelerde de mutlaka özel _törenle aşfue pişirilirdi. Aşfue, o tekkenin ayin gününden veya gecesinden bir gün önce pişirilmeye başlanır. Bütün dervişler toplandıktan sonra şeyhin kazanı ateşe koyması ile başlayan aşure merasimi ilahiler, mersiyeler okunması ile devam eder. Orada bulunan herkes kazam karıştırma işine yardım eder. Mutlaka Kelime-i Tevhid zikri yapılır, sonunda gülbank çekilir. Pişen aşure kazanlardan kaplara boşaltılarak soğumaya bırakılır. Soğuma esnasında da kapların üzerine Kur'an 01.'Uilur (özellikle şifa niyetine). İstanbul en çok tekkesi olan şehir olduğundan aşure pişirme İstanbul tekkelerinde sıraya konulmuştur. 10 Muharrem günü en kıdemli tekke olan Sümbül Efendi Asitanesi'nde ilk aşure pişerdi. Ondan evvel başka tekkelerde aşure pişirilmezdi. Sefer ayının ilk haftasına kadar İstanbul' da her gün
180 1 Ömer Tuğrul İaançer
bir tekkede aşure yapılırdı. Tophanedeki Kadiri Asitanesi'nin kaymaklı aşuresi, Şehremini'deki Sadi Tekkesinin üstü süslü aşuresi, Karagümrükteki Cerrahi Asitanesi'nin süzme aşılresi, Eyüp'teki bazı tekkelerde yapılan sütlü aşure, Gelibolu Mevlevihanesi'nden gelen sakızlı aşure tekkelere mahsus özel lezzetlerdi.
Ramazan' da İftar ve Sahur Yemekleri
Ramazan'daki iftar ve sahur yemekleri ve davetleri de kendine özgü bir erkandı. Tekkelerdeki iftar sofraları herkese açık olurdu. Padişahtan dilenciye kadar herkese o sofralarda yer vardı. Yemekten sonra kahve naklbi ve s~kinin düzenlemesi ile kahve, çay, şerbet ikram edilirdi. Bu ikramlar teravih namazından sonra da devam ederdi. Bazen sahura kadar sohbet edilir, sahur yenir ve sabah namazı kılınıp dağılınırdı.
Teravih Namazı Usfılü
Bazı tekkelerde ilahilerle bazılarında hatimle teravih kılınırdı. Tekkenin zakirbaşısı ve zakirleri teravih namazında müezzinlik yaparlar ve bu ibadeti musiki estetiği ile süslerlerdi. Dahi b~stekar Buhurizade Mustafa Itri Efendi'nin tertip ettiği rivayet edilen sıralama ile rast, uşşak, saba, eviç, acemaşiran, tahir buselik makamları yapılarak namaz kılınırdı. Kadir gecelerinde tekkelerde de Sakal-ı Şerif ziyareti yapılırdı. Pir evi olan tekelerde Sakal-ı Şerifin yanı sıra Pir'e ait şahsi eşyalar da ziyaret ettirilirdi.
Bayramlaşma
Tekkelerde bayram ve kandillerdeki muayede (bayramlaşma) töreni de tasavvuf'erkanındandır. Şeyh ile rütbe kıdemleri sırası ile bayramlaşanlar şeyhin ve birbirlerinin sağ tarafına sıralanırlar. Bu sıralanma ile herkes birbiriyle bayramlaşmış olur. Salat u Selam okunarak yapılan bayramlaşma şeyhin veya işaret ettiği bir başka şeyhin gülbankı ile biterdi. Bayram, kandil, düğün, hilafet, cülus vs. gibi sebeplerle Şeyhlerin birbirlerinin tek.kelerine yaptıkları ziyaretlerde, dış kapıdan buhurdan ile karşılanıp, yine dış kapıya kadar buhurla uğurlanmaları da genel tekke erkanındandır.
Osmanlı Tarihinde Süfilik Ayin ve Erkanları 1181
Cenaze
Sufilik çeşitli yol ve usullerle bir bakıma "Ölmeden evvel ölmek" (Mutu kable en temulu} sırrına ulaşmak demek olduğuna göre ölüm olayı, sufilikle halk arasında algılandığından çok daha farklı olarak algılanır. "Müminler ölmez, bir yerden bir yere göç ederler" Hadis-i Şerif-i; Yunus Emre Hz.'nin "Ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez" sözü; Seyyid Nizamoğlu'nun "Biz ôşığız biz ölmeyiz, Çürüyüp toprak olmayız, Karanlıklarda kalmayız, Bize leyi ü nelıar olmaz" dörtlüğü, Hz. Mevlana'nın ölümüne "Şeb-i arus" (gelin gecesi, düğün gecesi) demesi, bu farklı algılamanın değişik ifadeleridir. Sufilikte ölüm; gidene vuslat, kalana hasrettir. Ruhu beden hapishanesinden, can kuşun~ ten kafesinden azad etmektir ölüm ... Masiva perdesinin yırtılmasıdır. Hakk'la aradaki dünya engelinin kaldırılmasıdır. İ~le bu esaslarla ölen düğün
' bayram eder, kalanlar matem ...
Bu düşünce ve kabullerin getirdiği prensipler ile cenaze özel bir töreni gerektirir. Vefat edenin gasl edilmesi sırasında mutlaka "Kelime-i Tevhid", "İsm-i celal" ve "İsm-i Hu" çekilir. Ayrıca özel bestesi ile o tarikatın Evrad-ı Şerifi okunur. Mevlevi şeyhlerinin gaslinde "senin yokluğuna yer gök ağlıyor" anlamında Hz. Mevlana'nın Selahaddin Zerkub-i Konevl'nin vefatında yazdığı gazelin güfte olduğu Segah f..yin-i Şerifi okunması da Mevlevilik erkanındandır. Cenazenin sırtının geldiği yere gerek tabutta gerek kabirde Medine toprağı veya kınası, gözüne Kerbela toprağından yapılmış yazılı mühür, ve bulunabilirse Hz. Peygamberin kabrinin tozu veya toz bezi, Kabe örtüsü parçası, gibi mübarek sayılan objeler ~pnulur. Gasil ve kefenleme bittikten sonra, cenaze tabuta konur ve türbeli tekkelerde o türbede bulunan pirin veya en büyük şeyhin ayağı ucuna bırakılır. Şeyh tabutları dört kollu değil altı kollu olur. Tabutun başına vefat eden kişi halife ve şeyh ise Tac-ı Şerifi, derviş ise takkesi-arakiyesi konulur. Cenaze namazı tekkede değil de camide kılındı ise, mutlaka tekkeye getirilir son dua tekkenin ve türbenin niyaz penceresi önünde yapılır. Tabut tekke içinde bir alçak gönüllülük ve saygı göstergesi olarak omuzlara kaldırılmaz, türbedeki büyüklere hürmeten bel hizasında taşınır. Tabutun cenaze namazı için götürülüp getirilmesinde cenaze alayına mahsus tevhid okunur. Devranı veya kıyamı tarikat mensuplarının cenazelerinde tabutun önünde bir şeyh idaresinde hem yürüyüp hem devran edilir
182 1 Ömer Tuğrul lnaoçer
veya kıyam zikri yapılır. Mevlevi cenazel~rinde şeyhin hırkası tabulun üstüne örtülür ve cenaze alayında sema da yapılır. Cenaze, kabrine defn edildiğinde, başına Tac-ı Şerifi veya arakiyesi, sikkesi, takkesi, (hanım ise derviş örtüsü) konur. Eğer halife cenazesi ise, halifenin icazetnamesi sağ eline tutturulur. Yani, şeyh veya halife icazetnamesiyle birlikte gömülür. (Bu aynı zamanda icazetnamenin altına bir isim ilave edip yalancı şeyhler türemesine mani olmak için biı: tedbirdir. Definden sonra tekkede hatim okunur ve yetmiş bin Kelime-i Tevhid çekilir. Asitane şeyhlerinin vefatında bu yedi gece devam eder. Dervişliğe biat sırasında tevbe ve telkin yapıldığından cenazelerde genellikle definden sonraki telkin yapılmaz. Hele şeyh cenazelerinde "Rabbim Allah de, Kitabım Kur'an de" gibi sözlerle yapılan telkinin şeyhe hitaben söylenmesi edebe aykırı görülmüştür. Sufilikte cenaze, bir uğurlama törenidir. Giden kavuşmuştur, kalanlar kavuşacaktır.
Sonuç
Osmanlı Kültür ve Medeniyet tarihinde çok önemli etkilere sahip olan ve Osmanlı Dünyasında en üstün düzeyde kurumlaşan SUfilik-Tasavvuf, ayin şekilleri ve olmazsa olmaz koşulunu taşıyan rükünleri ile tarih içinde yerini almış ve günümüz kuşaklarına örnek oluşturacak incelik, zerafet ve nezaket ile Osmanlı kültürünün vazgeçilmez bir unsuru olmuştur. Tarihi, sosyal ve siyasal sebeplerle artık birer kurum olmaktan çıkıp yalnızca bir kültür halinde yaşayan tasavvuf olgusunu iyi anlayarak değerlendirmek kaçınılmaz bir gerçektir. Musiki önde olmak üzere özellikle bütün güzel sanatlar dallarında ve bilim alanında isim bırakmış pek çok kişinin bir tasavvuf ekolüne bağlı olması da bu gerçeği gösteren bir işarettir. Günümüzün maddi dünyasının dalgalarından korunmak isteyenlerin sığındığı dalgakıran da tasavvuftur.
Osmanlı Tarihinde Süfilik Ayin ve Erkanları 1183
BİBLİYOGRAFYA
Arel, Hüseyin Sadettin, Türk ı'vffısikisi Kimindir?, Ankara 1988.
Bayramoğlu, F\.ıal, Hacı Bayram-ı Veli, 1-II, Ankara 1983.
Bayrı, Mehmet Halit, İstanbul Folkloru, İstanbul 1972.
Can, Halil, "Mevlevilikte Musiki ve Musikide Mevleviler", Mevlôna
Güldestesi, Konya 1967.
Eraydın, Selçuk, Tasmrvuf ve Tarikatler, İstanbul 1981.
Erenden, Fahreddin (Şeyh), Envôr-ı Hazret-i Nureddin, yazma, Türk
Tasavvuf Musikisi ve Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfı Arşivi.
Ergun, Sadettin Nüzhet, Türk Musikisi Antolojisi-Dini Eserler, I-11, İstanbul 1942-1943.
Gölpınarlı, Abdülbaki, Mevlevi Adap ve Erkônı, İstanbul 1963.
Gölpınarlı, Abdülbaki, Tasavıruftan Dilimize Geçen Deyimler ve Ata
sözleri, İstanbul 1977.
Heper, Sadettin, Mevlevi Ayinleri, Konya 1974.
İnal, İbnülemin Mahmud Kemal, Hoş Sadô-Son Asır Türk Musikişinas
ları, İstanbul 1958.
İnançer, Ömer Tuğrul , "Bayramllik (Zikir Usulü ve Musiki)", DBİSTA, II, 107.
--, "Bedevilik (Zikir Usulü ve Musiki)", DBİSTA il, 122.
--, "Bektaşi Musikisi", DBİSTA il, 129-131.
--, "Celvetilik (Zikir Usulü ve musiki)", DBİSTA il, 396-397.
--, "Cerrahilik (Zikir Usulü ve musiki)", DBİSTA, II, 416-417.
--, "Dini Musiki", (Zikir Usulü ve Musiki)", DBİSTA, III, 57-58.
-, "Hasan Efendi (Hatip-Zakiri)", DBİSTA, III, 563.
--, "Mevlevi Musikisi ve Sema", DBİSTA, V. 420-422.
-, "Nakşibendilik (Zikir Usülu ve Musiki)", DBİSTA, VI, 39.
-, "Sa'dilik (Zikir Usulü ve Musiki)", DBİSTA, VI, 394.
Osmanlı Tarihinde Sufilik Ayin ve Erkanları 1185
--, "Sinanilik (Zikir Usulü ve Musiki)", DBİSTA, VI, 394.
--, "Sinanilik (Zikir Usulü ve Musiki)", DBİSTA, VII, 7-8.
--, "Sünbülilik (Zikir Usulü ve musiki)", DBİSTA, VII, 112-113.
-, "Şabanilik (Zikir Usulü ve Musiki)", DBİSTA, \fil, 123-124.
--, "Şazelilik (Zikir Usulü ve musiki)", DBISTA, \fil, 140.
--, "Tekke Musikisi", DBİSTA, VII, 240-241.
--, "Uşşakilik (Zikir Usulü ve Musiki)", DBİSTA, VII, 331.
--, "Zeynilik (Zikir Usulü ve Musiki)", DBİSTA, VII, ~53.
--, "Osmanlı Musikisi Tarihinde Tasavvuf Musikisine Bir Bakış", Osmanlı, Ankara 1999, X, 677-690.
--, Tasavvuf Musikisinin Dünü, Bugünü, Yarını", Musikimizin
Dünü, Bugünü, Yarını, yay. Feyzi Halıcı. Konya 198 *.
--, "Dini Musiki", Musikişinas dergisi.
Kara, Mustafa, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 1984.
Köprülü, Mehmed F\.ıad, Türk Edebiyatında İlk Mutasawıflar, Ankara 1976.
Mufassal Osmanlı Tarihi, İstanbul 1963.
Müstakimzade Mecmuası, yazma, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Bölümü, No: 3397.
Ozak, Muzaffer, Halvetilik ve Halıretiler, yazma, Türk Tasawuf Musi-kisi ve Folkloronu Araştırma ve Yaşatma Vakfı Arşivi.
Özalp, Nazmi, Türk Müsikfsi Tarihi, I-II, Ankara 1986.
Öztuna, Yılmaz, Türk Muskisi Ansiklopedisi, I-Il-Ill, İstanbul 1969.
Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü,
ı-m, İstanbul 1983.
Salcı, Vahit Lütfü, Gizli Türk Dini Oyunları, İstanbul 1941.
Sanal, Haydır, Mehter Musikimiz, İstanbul 164.
Sefer Baba, Tasavvuf Terimleri, İstanbul 1998.
186 1 Ömer Tuğrul İnançer
Serin, Rahmi, İslôm Tasawufunda lialvetilik ve Halvetiler, İstanbul 1984.
Trimingham, John Spencer, Sufi Orders in Is/am, Oxford 1971.
Tabibzade Derviş Mehmed Şükri İbn İsmail, İstanbul Hônkôlıları Meşôyilıi, haz. Turgut Kut-İskender Pala, Harvard 1995.
Tanrıkorur, Cinuçen, Musikimiz Üzerine, İstanbul.
Türk ı'vfusikisi Klasiklerinden Mevlevi Ayinleri, İstanbul Belediyesi Kon-servatuvarı, Vl-XVII, 1934-1939.
Uludağ, Süleyman, İslôm Açısından Musiki ve Semô, İstanbul 1992.
Uludağ, Süleyman, Tasawu/Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1999.
Velikahyaoğhı, Nazif, Sünbüliyye Tarikatı ve Koca Mustafa Paşa Külli-yesi, İstanbul 2000.
Yılmaz, H. Kamil, Tasawuf Meseleleri, İstanbul 1997.
Yılmaz, H. Kamil, Aziz Mahmud Hüdayi ve Celvetiyye Tarikatı, İstanbul 1982.
Sözlü Kaynaklar:
Muzaffer Ozak, Sefer Dal, Celaleddin Çelebi, Süleyman Hayati Loras, Sadeddin Heper, Selman Tüzün, Hobcuzade Şakir Çetiner, Raşid Er, Es'ad Ben'iın- Salahattin Gürer, Salahattin Demirtaş, İzzi Efendi, Fahrettin Kalemcioğlu, Hüseyin Nazmi Ceylan, Hattat Nazif Bey, Sabahattin Volkan, Ahmet Bican Kasapoğlu, Halil Can, Emin Ongan, Ulvi Erguner, Elige Orbeyi, Sebilci Hüseyin Efendi, Bursalı Canib Efendi.
Osmanlı Tarihinde SuHlik Ayin ve Erkanları 1187
top related