‹mparatorluk’un ‹yimser metafizi¤i · 2011-11-13 · masının sebebi, hardt ve negri’inin...

38
‹mparatorluk ’un ‹yimser Metafizi¤i Mustafa Bayram M›s›r Sinan Kadir Çelik A A lex Callinicos, Jean-François Lytotard’ın ilk defa 1979 yılında yayımlanan Postmodern Durum’unun kült bir kitap olmasını postmodern sanat, yapısalcılık sonrası felsefe ve sanayi sonrası toplum kuramlarını görünürde tutarlı bir şekilde bir araya getirmesine bağlar (2001b: 15-16). Aynı şeyi Michael Hardt ve An- tonio Negri’nin (bundan sonra yer yer yazarlar diye anacağız) İmparatorluk’u 1 için de söylemek mümkün. İmparatorluk, postyapısalcı felsefe ve sanayi sonrası toplum kuramlarını temel alarak ve bu kuramları gö- rünürde tutarlı bir şekilde aynı potada eriterek emper- yalizmin sona erdiğini ve artık bir “imparatorluk” dö- neminde yaşamaya başladığımızı ileri sürünce Slavoj _i_ek tarafından “21. yüzyılın Komünist Manifestosucoşkusuyla karşılandı. Bir de buna, bugüne kadar Marksistlerce kinisizm olarak görülen, postmoderniz- min haletiruhiyesinden ve iddialarından yazarların il- ginç bir aktivizm biçimini “safdil bir iyimserlikle” 2 çı- karsamaları ve bunun bazı siyasi pratik biçimlerinde (küreselleşme/kapitalizm karşıtı hareketler 3 -) karşılık bulması eklenince İmparatorluk’un doğuşu dillere des- tan bir şölenle kutlanmaya başladı. Oldukça teorik bir kitap olmasına rağmen İmpara- torluk denilince aklınıza artık bazı akademisyenlerin kütüphanelerinin raflarında uslu uslu duran bir kitap gelmesin. Nasıl ki ‘68 hareketindeki gençlerin itibar Praksis 7 | Sayfa: 267-304 Kitap Tan›t›m› 1| Yaz›m›z boyunca italik olarak yaz›lan ‹mpara- torluk yazarlar›n söz ko- nusu kitab›, italik olma- yan “imparatorluk” ise yazarlar›n kitaplar›nda söz etti¤i imparatorluk anlam›nda kullan›la- cak. 2| Terry Eagleton, Prak- sis’in bu say›s›nda yer alan ‹mparatorluk’u “upbeat” bir kitap ola- rak, yani daha çok saf- dillikten kaynaklanan bir iyimserli¤i olan bir kitap olarak tan›ml›yor- du. Bu konuda Eagle- ton’a tamam›yla kat›l- makla birlikte bu kita- b›n ayn› zamanda –dar anlam›yla-, yaz›m›zda tart›flaca¤›m›z gibi, ol- dukça “metafizik” ol- du¤unu düflünüyoruz. 3| “Küreselleflme-karfl›t› hareket” olarak adlan- d›r›lan “hareket”i kapi- talizme karfl› olandan liberal küreselleflmeye karfl› olanlara kadar bir çok farkl› grubun olufl- turdu¤unu ve ç›kt›¤› günden bugüne bu “hareket”in niteliksel bir de¤iflim içinde oldu- ¤u hepimizin malumu. Fakat her ne kadar böyle olsa da ayn› ey- lem platformunda bu- luflan bu gruplar›n “ha- reket”inin gerek bu de-

Upload: others

Post on 25-Dec-2019

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

Mustafa Bay ram M›s › r

S inan Kad i r Çe l ik

AAlex Callinicos, Jean-François Lytotard’ın ilk defa1979 yılında yayımlanan Postmodern Durum’unun

kült bir kitap olmasını postmodern sanat, yapısalcılıksonrası felsefe ve sanayi sonrası toplum kuramlarınıgörünürde tutarlı bir şekilde bir araya getirmesinebağlar (2001b: 15-16). Aynı şeyi Michael Hardt ve An-tonio Negri’nin (bundan sonra yer yer yazarlar diyeanacağız) İmparatorluk’u1 için de söylemek mümkün.İmparatorluk, postyapısalcı felsefe ve sanayi sonrasıtoplum kuramlarını temel alarak ve bu kuramları gö-rünürde tutarlı bir şekilde aynı potada eriterek emper-yalizmin sona erdiğini ve artık bir “imparatorluk” dö-neminde yaşamaya başladığımızı ileri sürünce Slavoj_i_ek tarafından “21. yüzyılın Komünist Manifestosu”coşkusuyla karşılandı. Bir de buna, bugüne kadarMarksistlerce kinisizm olarak görülen, postmoderniz-min haletiruhiyesinden ve iddialarından yazarların il-ginç bir aktivizm biçimini “safdil bir iyimserlikle”2 çı-karsamaları ve bunun bazı siyasi pratik biçimlerinde(küreselleşme/kapitalizm karşıtı hareketler3-) karşılıkbulması eklenince İmparatorluk’un doğuşu dillere des-tan bir şölenle kutlanmaya başladı.

Oldukça teorik bir kitap olmasına rağmen İmpara-torluk denilince aklınıza artık bazı akademisyenlerinkütüphanelerinin raflarında uslu uslu duran bir kitapgelmesin. Nasıl ki ‘68 hareketindeki gençlerin itibar

Praksis 7 | Sayfa: 267-304

K i t a p T a n › t › m ›

1| Yaz›m›z boyunca italikolarak yaz›lan ‹mpara-torluk yazarlar›n söz ko-nusu kitab›, italik olma-yan “imparatorluk” iseyazarlar›n kitaplar›ndasöz etti¤i imparatorlukanlam›nda kullan›la-cak.

2| Terry Eagleton, Prak-sis’in bu say›s›nda yeralan ‹mparatorluk’u“upbeat” bir kitap ola-rak, yani daha çok saf-dillikten kaynaklananbir iyimserli¤i olan birkitap olarak tan›ml›yor-du. Bu konuda Eagle-ton’a tamam›yla kat›l-makla birlikte bu kita-b›n ayn› zamanda –daranlam›yla-, yaz›m›zdatart›flaca¤›m›z gibi, ol-dukça “metafizik” ol-du¤unu düflünüyoruz.

3|“Küreselleflme-karfl›t›hareket” olarak adlan-d›r›lan “hareket”i kapi-talizme karfl› olandanliberal küreselleflmeyekarfl› olanlara kadar birçok farkl› grubun olufl-turdu¤unu ve ç›kt›¤›günden bugüne bu“hareket”in nitelikselbir de¤iflim içinde oldu-¤u hepimizin malumu.Fakat her ne kadarböyle olsa da ayn› ey-lem platformunda bu-luflan bu gruplar›n “ha-reket”inin gerek bu de-

ettiği bir 3M’si vardı (Marx, Mao, Marcuse) şimdininküreselleşme/kapitalizm karşıtı hareket(ler)inin de ar-tık bir Negrisi var! Callinicos’un da dikkat çektiği gibiküreselleşme karşıtı hareket(ler)in önde gelen isimleriİmparatorluk’un teorik dilini pratiğe dökmeye başla-mışlardır bile. Örneğin, Callinicos’un da dikkat çektiğigibi, bu hareket(ler)in ünlü isimlerinden Luca Casardi,Cenova eylemlerinden sonra şunları söylüyordu:

Burada bir ‹mparatorluktan söz ettik, ya da do¤rusudünya yönetiminde [hâkim olan] bir emperyal birmant›ktan. Bu ulusal egemenli¤in çözülüflü anlam›-na gelir, onun sonu de¤il. Daha çok bu bir çözülme-dir ve onun küresel, emperyal bir çerçevede yenidentan›mlanmas›d›r. Cenova’da iflte bu çözülüflün nas›liflledi¤ine ve beraberinde getirdi¤i savafl senaryola-r›na tan›k olduk. Sorun bu emperyal mant›¤a karfl›koymaksa e¤er, hepimiz buna Cenova’da yine haz›r-l›ks›z yakaland›k (aktaran Callinicos, 2001a).

Yazımızın ilerleyen bölümlerinde daha ayrıntılı birşekilde tartışacağımız üzere, bir yandan günümüz ka-pitalizminde emperyalizmin ve ulusal egemenliğin çö-zülerek yeni bir “imparatorluk” sisteminin tesis edil-diğini iddia eden ve bu yeni sisteme karşı koyacak si-yasi özne olarak oldukça muğlak bir şekilde tanımladı-ğı “çokluk” kavramıyla farklılık siyasetine ve küresel-leşme/kapitalizm karşıtı hareket(ler)e göz kırpan İm-paratorluk4, diğer yandan, ister istemez sol liberalizm-le de bir dirsek teması içinde olduğu için kapitalizmkarşısında “sınıf” değil “çokluk” adına şu üç hakkı ta-lep eder: “küresel yurttaşlık hakkı”, “toplumsal ücrethakkı” ve “yeniden sahiplenme hakkı”(2001: 398-407). Callinicos’un (2001a) İmparatorluk’u eleştirdiğimakalenin başlığının “Toni Negri in Perspective” ol-masının sebebi, Hardt ve Negri’inin bu haklarla dahafazla “özgürlük” ve “yaşam kalitesi” istemesidir. Zirabu hakların sözcüsü Antonio Negri’den çok Toni Bla-ir’dir!

İşte böylesi bir tarihsel-toplumsal koşulda ortayaçıkabilen İmparatorluk kitabının siyasi olarak da gü-nümüzün ana-akımı içinde kalmasından dolayı (New

¤iflen gerekse onun“ço¤ulcu” yap›s›n› vur-gulamak için onu “kü-reselleflme karfl›t› ha-reket” olarak adland›r-mak yerine “küresel-leflme/kapitalizm kar-fl›t› hareket(ler)” ola-rak adland›rmay› tercihediyoruz.

4| ‹mpartorluk’un “çokluk”kavram›n›n küresellefl-me/kapitalizm karfl›t›hareket(ler)le nas›l ör-tüfltü¤ü konusundaSungur Savran’›n Prak-sis’in bu say›s›nda ya-y›mlanan yaz›s›na bak›-labilir. Callinicos(2001a) bu iliflkiyi ‹tal-yan kendili¤indenci (au-tonomist) haretketin ta-rihsel seyriyle iliflkilen-direrek ‹mparatorluk’unsol-liberalizmle olan dir-sek temas›na da de¤i-nir. Ayr›ca bu kitab›n si-yasi projesini “post-Marksist” olarak niteli-yenler de var. Örne¤inbkz. (Proyect, 2001).

268 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

York Times’a kapak olmuş ve Washington Post’un kö-şe yazarlarının dahi illa ki ona referans vererek yazdı-ğı bir kitaptan söz ediyoruz burada) biz de bu kitabıtartışmak zorunda kalıyoruz. Ne var ki, ister siyasi ola-rak reddedin ister Hardt ile Negri’nin ütopyasını be-nimseyin, bu kitap aynı zamanda teorik bir tartışma-nın da vesilesi oldu; daha doğrusu önceden yapılmıştartışmaların farklı bir bağlamda yeniden gündemegelmesinin. Teoriden siyasete ya da siyasetten teoriyegiden yol genellikle sanıldığı kadar uzun değildir; he-le ki siyaset biliminden konuşmaya başladığımız anda.İşte tam da bu nedenle biz de bu yazımızda İmparator-luk’un yanlış bir teoriyle (ama aynı zamanda bu teori-nin oldukça iyi niyetli olduğu da söylenebilir!) yola çı-kıp yanlış bir siyasetle sonuçlandığını (ya da tam tersi-ni!) göstermeye çalışacağız. Bunun içinse bu yazıda sa-nayi sonrası postmodern bir toplumda, ulusal egemen-liğin çözülüşü, emperyalizmin bitişi gerekçeleriyle“imparatorluk” çağında yaşadığımızı iddia eden ve bunedenlere (daha doğrusu varsayımlara) dayanarakepistemolojik bir açıklıkla “çokluğun” özgürleşmesişiarıyla ortaya çıkan bu kitabın metodolojik, teorik vesiyasi yanlışlarını gösterme çabası içerisinde olacağız.

Elbette ki yazımızda bu kitabın tüm veçhelerinitartışmak mümkün değil.5 Biz bu yazıda İmparator-luk’un teorik ve siyasi temel eksenlerini oluşturduğu-nu düşündüğümüz dört ana hattını vurgulamayı vetartışmamızı bu hatlar üzerinden yürütmeyi tercihedeceğiz. Bu amaçla İmparatorluk’a şu dört soruyu yö-neltmeyi ve bu soruları İmparatorluk’un nasıl yanıtla-dığı ve aslında bu soruların nasıl yanıtlanması gerekti-ğini göstermek için en azından bazı ipuçlarını vermek-le yetineceğiz. Bu bağlamda İmparatorluğa yöneltece-ğimiz sorular şunlar:

1- Epistemolojik Açıklık: Ne Adına ve Nereye Ka-dar?

2- Gerçekten Sanayi-Sonrası Postmodern bir Dün-yada mı Yaşıyoruz?

5| Kitap hakk›nda yaz›lanelefltiriler oldukça k›sasürede hat›r› say›l›r birkülliyat oluflturdu. Bukülliyata www.tidssk-r i f tcent ret .dk/neg -ri.html adresindenulaflmak mümkün.

269‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

3- İmparatorluk: Bir Düş mü yoksa Gerçek mi?4- Sınıftan Çokluğa: Çokluk Kavramı İnsanlığı

Gerçekten Özgürleştirebilir mi?Doğal olarak bu yazı kapsamında yukarıda sormuş

olduğumuz dört soruya ayrıntılarıyla ve tatmin ediciyanıtlar veremeyeceğiz. Zaten bu sorulara gerekli olanyanıtların birçoğunun gerek İmparatorluk’tan önce ge-rekse bu kitabı tartışanların bir bölümünce verilmiş ol-duğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla, alternatif bir kaçipucunun altını çizmek, İmparatortorluk’un gözden ka-çan bazı boyutlarına dikkat çekmek bu yazının temelamacıdır; yoksa bütünüyle yeni şeyler söylediğimizi id-dia etmiyoruz. İmparatortorluk’un bu eksenlerde tartı-şılmasının daha anlamlı bir tartışma zemini oluşturabi-leceğini düşündüğümüz için bu soruları sorduk. Zirakitap insanın devrimci duygularını şiirsel bir dille ok-şarken bu soruların akılcı bir şekilde yanıtlanmasınıunutturabilir! Eğer “hatırlamak iktidara karşı verilenbir mücadeleyse” ve “unutmak ise bir cinayet” o za-man bu soruları eğri oturup doğru yanıtlamak gerekir.

Evet, gerçekten bir “imparatorluk”ta mı yaşıyoruz?Esasen temel soru bu. Fakat bu soruya “hayır!” yanıtınıkendinden emin bir şekilde verebilmek için sanırız ön-celikle yukarıda sorduğumuz dört soruya sarih yanıtlarverebilmemiz gerekiyor; ya da bu soruların doğru bir şe-kilde yanıtlayabilmemiz için gerekli olan ipuçlarının al-tını çizebilmemiz. Aksi takdirde İmparatorluk’un iyim-ser metafiziğine kendimizi kaptırıp hayale dalmamız ka-çınılmaz görünüyor. O halde ilk sorumuzla başlayalım.

I . E p i s t e m o l o j i k A ç › k l › k :

N e A d › n a v e N e r e y e K a d a r ?

Günümüz sosyal bilimlerinin pratiğine baktığımız-da ontoloji ve epistemoloji kavramlarının aşırı bir şe-kilde vurgulanması gibi bir eğiliminin olduğunu gör-mek için sanırız bin bir kanıt göstermeye gerek yoktur.Elbette ki ontoloji ve epistemolojinin sorunları aynızamanda sosyal bilimlerin de hayati sorunlarıdır ve bu

270 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

sorunları sosyal bilim pratiği çerçevesinde de tartış-mak elzemdir. Fakat ne var ki ana-akımdaki sosyal bi-limler pratiğinin ontoloji ve epistemolojiye aşırı vurguyaparken “somutun somut analizinden” kaçma gibi debir eğilimi var. Örneğin siyaset bilimi ve/veya siyasaliktisat disiplinlerinin, sınıf analiziyle çok daha gerçek-çi şekilde anlaşılması gereken bir meseleyi etiğin“ben” ve “öteki” kavramlarının ontolojisini yaparakmuğlaklaştırması moda haline geldi. Bu anlamda post-modernizm bir meseleyi açıklamak yerine onun kar-maşıklaştırılmasını kutsar. “Sen bana sarih bir şey söy-le ben sana onun aslında ne kadar muğlak olduğunusöyleyeyim” şiarıyla çalıştığını söyleyebileceğimiz busöylemsel üretim bandının bir ucundan giren apaçıkdoğrular diğer ucundan anlaşılması imkânsız muğlak-lıklar olarak çıkar. Her ne kadar somut bir durumuaçıklama iddiasında ısrar etse de, İmparatorluk da bugenel eğilimin bir istisnası değildir.

Günümüz sosyal bilimcilerinin ana-akımının tarihselmateryalizm gibi bazı şeyleri net bir şekilde açıklayabi-len bir metodolojiye “epistemolojik olarak açık” olma-dığı gerekçesiyle pek itibar etmemesi gibi İmparatorlukda tarihsel materyalizmi bir kalemde harcayıverir.6

Çünkü yazarlara göre, böylesi bir metodoloji, aslında veesasında oldukça karmaşık olan dünyayı epistemolojikkapanımıyla indirger. İşte tam da bu nedenle Hardt ileNegri, “tarihsel materyalizm”in materyalizmini “kaba”buldukları için daha estetik, daha eleştirel ve epistemo-lojik olarak açık uçlu olduğunu iddia ettikleri bir ma-teryalizm biçimi önerirler: Materyalist teleoloji. Kenditarifleriyle bu metodoloji, bir eleştirel bir de kurucu ikitemel eksene dayanır. Eleştirel eksen, yapısökümdür.Kurucu eksen ise aslında bir metodoloji değil, bizzat“imparatorluk” karşıtı kuruculuğu gerçekleştirebilecekyeni öznenin oluşturulabilmesi için gerekli olan sistemanalizidir. Yazarlar bunu şöyle tanımlıyor:

Bunlardan biri, hegemonik dili ve toplumsal yap›lar›yerinden etmeyi ve bunu yaparak çoklu¤un yarat›c›

6| Bunun klasik bir örne¤iiçin bkz. (Hardt ve Neg-ri, 2001:52).

271‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

ve üretken pratiklerinde yatan alternatif bir ontolo-jik temeli a盤a ç›karmay› hedefleyen elefltirel ve ya-p›sökümcü yaklafl›md›r; ikincisi, öznellik üretim sü-reçlerini etkili bir toplumsal ve politik alternatif, biryeni kurucu iktidar oluflturma yönünde gelifltirmeyeçal›flan kurucu ve etik-politik yaklafl›md›r (2001:72).

Yazarlar epistemolojik olarak açık uçlu olduğuiçin, konumlarını materyalist teleoloji olarak betimle-mektedirler. Materyalist teleolojinin temel ilkelerin-den biri ise şudur: Teorinin açıklayamaz olduğu hereşikte kurucu olan devrimci eylemdir; felsefe, olayauygulanan öznel önerme arzusu ve praksistir (2001:73). Diğer bir deyişle, materyalist teleolojinin pratik-teki sonucu şudur: Kuramda bir boşluk varsa onu ey-lemle doldur.

Burada, en azından Balibar’a (2000) gönderme ya-pıp, Marx’ın felsefesinin de benzer bir açık uçlulukiçerdiği iddia edilebilir. Fakat Marx’ın felsefesindekiaçık uçluluğun anlamı sadece şudur: (a) teorinin pra-tiğe açıklığı, yani teorinin belirli bir pratik biçimi için-de oluşma süreci ve belirli bir pratik biçimini değiştir-meye yönelmesi, (b) sosyal teorinin tarih-üstü bir teoriolmayıp somut ve pratikle diyalektik ilişkisi içerisindeoluştuğunun gözetilmesi. Fakat bunun tarihsel mater-yalizmin genel bir teorik karakteri olduğunu reddet-memizi gerektirmeyeceği.7

Yazarlar bu gerçeği de diğer gerçekler gibi büyükbir itina ile göz ardı ederler. Oysa en azından Marx’ınFeuerbach Üzerine Tezler’i hakkında biraz daha dü-şünme sabrını gösterebilselerdi, epistemolojik sınana-bilirlik kriterinin eylemin (insan etkinliğinin) kendisiolduğu gerçeğini görebileceklerdi, daha fazlası değil(Mısır, 2001). Ne var ki yazarlar, Marksizmin yetersiz-likleri retoriğiyle kendi kuramlarını, esas olarak post-yapısalcı gelenek içinde kalarak geliştirirler. Yöntem-sel olarak postyapısalcı geleneğe ekledikleri tek şey de,yukarıda kısmen açıkladığımız, bilgi sürecinin açık uç-luluğunu gösteren materyalist teleolojidir. Burada ta-

7| Bu konuda bkz. (Larra-in,1998: 128-138).Negri ile ayn› siyasi ge-lenekten gelen Aç›kMarksistlerin de tarih-sel materyalizmin “aç›kuçlu” oldu¤unu savun-duklar›n› belirtmek is-teriz. Bunun için bkz.(Çelik, 2001: 209-212). Ne var ki Negri,yoldafllar›n›n tarihselmateryalizminin aç›kuçlu¤uyla yetinmemifl,bir anlamda yoldafllar›-n› metodolojik olarakterk etmifl gibi görünü-yor.

272 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

rihsel materyalizm karşısında yazarların neden bir te-leolojik materyalizme ihtiyaç duyulduğu sorusu soru-labilir. Sorunun yanıtı kendi içindedir: Çünkü postya-pısalcı gelenek epistemolojik olarak dünyayı değiştir-meye yönelen bir bilginin, bilimsel ve devrimci birpratiğin yeşermesine olanak vermez; eğer bu olanaktaısrar etmek niyetinde iseniz, ki yazarlar en azındansöylem düzeyine bu ısrara sahiptir, tek çıkış, gerçeği,eyleme havale etmek olmaktadır.

Bu yazı kapsamında yazarların materyalist teleolo-jisinin eleştirel eksenini oluşturan yapıbozumun ayrın-tılı bir eleştirisini yapmayacağız.8 Çünkü, Norris’inbelirttiği gibi “eleştiri yapıbozum labirentine girer gir-mez, o eleştiri artık Marx’tan çok Nietzche’ye geri gö-türülebilecek bir bilgi kuramı ile ilintilidir” (aktaranSarup, 1995: 69). Burada vurgulamaya çalıştığımız nok-ta, yazarların yapıbozumun iyi niyetli, iyimser ve akti-vist bir yorumunu yaparak bunu siyasi projelerinin ku-rucu temel teorik ekseni haline getirmeleri. Bir açıdanbaktığımızda bu hiç de şaşırtıcı değildir. Yeter ki belir-li bir yapıyı ya da sistemi nasıl olursa olsun bir şekildebozmak isteyin, yapıbozum hızır gibi imdadınıza yetişe-cektir. Zira yapıbozumun özü itibarıyla solcu bir teoriolmadığını bizzat Jaques Derrida’nın kendisi söylemi-yor muydu? Yapıbozumun yerine göre liberal kapitaliz-me direnmek için bir araç olarak kullanılabileceği gibisolcu totalitarizme karşı da kullanılabilir diyen Derridadeğil miydi?(1991: 133). Fakat bir başka açıdan baktı-ğımızda yazarların safdil iyimserliklerinin metodolojisi-ni (eleştirel eksenini) yapıbozumda bulup gerçeği eyle-me (kurucu eksene) havale etmeleriyle dünyayı değiştir-mek istemeleri, eylem yapmak için dünyayı anlamamı-zın gerekli olmadığı anlamına geliyor. Oysa 11. Tez bize“anlamakla yetinmememiz” gerektiğini söylüyordu;“anlayamıyorsan eylem yap” değil.

Ne şekilde olursa olsun “imparatorluğa” karşı“çokluğun” isyanını kışkırtmak ya da kutsamak içinepistemolojiyi akılları dumur edici bir noktaya kadar

8| Yap›bozum (ya da yap›-söküm) yöntemine dö-nük de¤erlendirme veelefltiriler için, bir ço¤uaras›nda flunlara bak›-labilir: Eagleton,1990:149 vd.; Callini-cos, 2001b; Sarup,1995; Kumar, 1999.

273‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

açmak, iyimser bir devrimcinin metodolojik iyimserli-ğinin metafiziği değil de nedir ki? Bu noktada yazarla-ra şu cümleden daha fazla söyleyebilecek bir şeyimizyok: Elbette ki insanlar iyimser olabilir; fakat metodo-lojiler iyimser olamaz ve olmamalı da! Yoksa biz de enazından Hardt ve Negri kadar tarihsel materyalizminaçıklayamadığı bir yeni dünyada yaşamak istiyoruz!

II. Gerçekten Sanayi Sonras›

Postmodern Bir Dünyada m› Yafl›yoruz?

İmparatorluk’ta yapıbozum, önceki bölümde tartış-tığımız gibi, gerçeği eyleme havale etmekle kalmaz;modernlik kavramının yeniden inşasında da çalışır.İmparatorluk, içinde yaşadığımız çağa yönelik postmo-dern nitelemesini kabul ederek bu çağdaki egemenlikbiçimini analiz ettiğini ileri sürer. Yazarlar, bu sonucaekonomi-politik bir yaklaşımdan çok, günümüz sosyalbilimlerinde iyice yaygınlaşan bir disiplinler arası kur-maca ile ulaştıkları ve yaşadığımız dünyaya böyle an-lam vermeye çalıştıkları içindir kullandıkları bir dizikavram (“piyasa”, “emperyalizm”, “teknolojik dev-rim”, “sınıf mücadeleleri”, “komünizm” gibi) İmpara-torluk’taki analiz düzeni içinde, “imparatorluk”, “bi-yopolitik”, “biyopolitik üretim”, “biyoiktidar”, “çok-luk”, “emperyal hak” gibi yeni kavramlar lehine içerik-lerinden soyutlanmakta ve yok olmaktadır.

Finansal sermayenin mevcut hareketindeki belirsiz-liklerin yanı sıra, bilgisayarların hayatımıza bu denligirmesi, Lyotard’daki (1990) “bilgisayarlaştırılmış top-lum” örneğinde olduğu gibi; iletişimin çok çeşitli ka-nallardan ve çok hızlı yayılması, Bauddrillard’daki“sessiz yığınlar”, “simülasyon”, “artık bir mesaj gön-dermeyen ve almayan kitleler” (1992) kavramlarındaolduğu gibi, yazarların da dünyaya şaşkınlıkla bakma-sını doğurmaktadır. Yazarlar bu şaşkınlıktan tutarlı birsistem kurmaya evrildiklerinde ise, kendi kafa karışık-lıklarının gerçek dünyada varolduğunu ön-varsaymak-tan öte bir şey yapamazlar. İsterseniz bu iddiamızı

274 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

açımlamaya başlayalım. Her şeyden önce, yazarların, “imparatorluk” anali-

zinde biyopolitik kavramına temel bir açıklayıcılık at-fetmeleri yöntemsel bir soruna işaret eder. Bu kavram,kabaca, “imparatorluk” düzeninde, denetim süreçleri-nin içselleşmesini (Foucault’dan devralınarak), üreti-min enformatikleşmesini, iletişimin artık bir üretimalanı olduğunu ve nihayet, maddi olmayan emeğin ba-şat olarak açığa çıkışını kapsamaktadır. Yazarlara göre,“genel zekâ”nın açığa çıkışıyla emek gücünde radikaldeğişiklikler olmuştur. Emek gücünün radikal dönüşü-mü ve bilim, iletişim ve dilin üretici güce katılması bü-tün bir emek fenomenolojisini ve üretimin bütün birdünya ufkunu yeniden tanımlamaktadır (2001:370).

Diğer bir deyişle “imparatorluğa geçiş” tezininönemli bir ayağını yazarların biyopolitik kavramındacisimleşen üretimdeki geçişlere ilişkin analizleri oluş-turur: Yazarlar, bu bağlamdaki dönüşümü, postmo-dernleşme ya da üretimin enformatikleşmesi olarakadlandırmaktadırlar (2001: 293). Çünkü yazarlara gö-re, modernite de modernleşme ve endüstrileşme sü-reçleri, toplumsal alanın tüm unsurlarını dönüşümeuğratmış ve yeniden tanımlamıştır. Bu bir önceki dö-nemin karakteristiğidir. Oysa bugün postmodernleşmesüreci yavaş yavaş insan ilişkilerini ve insan doğasınıbile (disiplinci yönetim ve biyo-iktidar) endüstrileştir-di; toplum, bir fabrika haline geldi. Sonuçta yazarlar“başımıza gelen bütün bu şeyler”i özetle postmodern-leşme ve enformatikleşme olarak tanımlarlar. Zira on-lara göre, sanayi sonrası toplum kuramlarının büyükbir çoğunluğunda olduğu gibi, bir önceki dönem,emeğin tarımdan endüstriye göçüyle tanımlanırken,bu dönem, emeğin endüstriden hizmet sektörüne gö-çüyle tanımlanmaktadır. Burada hizmet sektörü genişbir anlamda kullanılmakta; bilgi üretiminin tüm dü-zeylerinden finansal hizmetlere, oradan klasik hizmet-ler sektörüne geniş bir alanı kapsamaktadır. Yazarlarınenformatikleşmeden anladığı ise, aslında, bütün bir

275‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

postendüstriyalist yazından beslenir; bir bilgi toplu-munda yaşadığımızı ileri sürmezlerse de, bilginin te-mel üretim etkinliği olduğu bir toplumda yaşadığımızıileri sürerler. Buna göre, endüstriyel üretim, nasıl or-taya çıktığında tarımsal üretimi de endüstriyelleştir-mişse; enformatikleşme de endüstriyel üretimin kendi-sini de enformatikleştirmektedir; klasik örnekleri,Detroit’deki Ford fabrikası Brezilya’ya taşındığındaBrezilya’da kurulan fabrikanın artık Detroit’deki fab-rika olmadığı, bilgisayarlaştırılmış üretime dayananenformatikleşmiş üretim ağının bir parçası olduğudur(2001: 297 vd.).

Fakat yazarlar, sanayi sonrası toplum kuramlarınınböylesi saptamalarıyla yetinmezler ve bütün bu olgula-rı örnek göstererek emeğin de artık “maddi olmayanemek” haline dönüştüğünü ileri sürerler. Bunun anla-şılması için önerdikleri kategori ise “genel zekâ”dır.Hizmet üretimi ortaya sonuçta maddi ve kalıcı bir malçıkarmadığından, bu üretimle ilgili emeği maddi olma-yan emek olarak adlandırırlar; yani maddi olmayanemek bir hizmet, bir kültürel ürün, bilgi ya da iletişimgibi maddi olmayan mallar üreten emektir (2001: 303).Burada önemli olan artık emeğin de yersizleşmiş olma-sıdır. Bundan anlaşılması gereken artık emek hiyerar-şilerinin modernleşmede olduğu gibi üretilemeyeceği,emeğin soyut emek ya da genel zekâ haline dönüşümü-dür. Fakat bu açıklama oldukça soyut bir açıklamadırve bunun maddi gerçeklikle olan ilgisinin kurulmasıgüçtür. Nitekim yazarlar da bu güçlüğü yaşarlar. Buemeğin sosyolojisini yaparken, bilgi üreten emek ya-nında “duygulanımsal emek” diye bir kategori de öne-rirler. Bununla kast ettikleri ise eğlence sektörü gibisektörlerde istihdam edilen emektir; bu emek, artı-de-ğer değil, toplumsal ağlar, cemaat biçimleri, biyo-güçüretir. Sonuçta, yazarlar maddi olmayan emeğin üç tü-rünün olduğunu söylerler; ilki, yetkin bilgi kullanan vebilgi üreten emek, ikincisi bu ilkine veri girişi gibi yanhizmetler sunan emek, üçüncüsü ise, duygulanımsal

276 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

emektir (2001: 302 vd.).Şurası açık ki orta sınıfın belirli bir kesimi İmpara-

torluk’un böylesi pasajlarını okuduğunda “işte buradaanlatılan benim hikâyem” diyecektir. Gerçekten de ya-zarlar içinde bulunduğumuz toplumsal gerçekliğinçok kısmi bir bölümünü (beyaz yakalı işçilerin dünya-sını) yer yer edebi bir dille, ustalıkla betimlemektedir-ler. Bir an için bu betimlemelerin gerçekliği açıkladığı-nı varsayalım ve sonuç olarak biz de yazarlar gibi diye-lim ki günümüzde emek fenemonolojisi değişmiştir.Peki o zaman yazarların “soyut” olduğunu (“genel ze-kâ”ya dayandığını) söyledikleri emeğin belirli bazı ül-kelerdeki niceliksel artışı ya da diğer bir deyişle hiz-met sektörünün gelişimi, o sektörlerde çalışanlarınsermaye ile kurduğu özsel ilişkiyi değiştirir mi? Yaniemek biçimi ne olursa olsun, ister bilgi üreten emek,ister duygulanımsal emek olsun, bu emeğin ürettiği ar-tı-değere el konuluyor mu konulmuyor mu? Yazarlarbu soruya şu şekilde yanıt verirler: Artı-değer modern-likte fabrika ölçeğinde gözlemlenebilirdi. Fakat soyutemeğin, yani maddi olmayan emeğin ortaya çıktığı“imparatorluk” döneminde üretimin mekânı yok-yer-dir ve emek bu yok yerde sömürülür. Ve bu sömürü ni-ceselleştirilemez bir sömürü olarak toplumsal alanınher yerini işgal etmiştir (2001: 223). Yani sömürü vebaskı ilişkileri de toplumsal ilişkilerin tüm biçimlerineiçkin bir hale gelmiştir.

Günümüz “imparatorluğunda” emeğin bir “yok

yer”de sömürülmesi gerekçesiyle yazarların artı-değe-

rin hizmet sektöründe gözlenemeyişini ileri sürmesi

gerçekten kabul edilemez ölçüde mesnetsiz bir iddi-

adır. Zira kapitalizmin ortaya çıktığı günden beri bu

böyledir; artı-değerin kapitalizmde gözlemlenemeyişi-

ne dair yeni gerekçeler bulmaya ya da yeni olguları ör-

nek göstermeye gerek yok. Hatta biz burada Hardt ile

Negri’ye onların gönüllerini okşayıcı bir katkı yapalım

ve diyelim ki yalnızca hizmet sektöründe değil, fabri-

277‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

kada da artı-değere el konuluşunu göremezsiniz; ama

bu mekanizma bugün oluşmuş değildir, kapitalizmin

ortaya çıktığı günden beri böyle işler. Zira kapitalizm-

öncesi toplumlarda doğrudan, açık, gözle görülebilir

olan bağımlılık ve sömürü ilişkisi kapitalist üretim tar-

zının baskın olmaya başladığı toplumlarda görünmez

olmaya başlar ve toplumsal üretim ilişkileri bağımlılık

ilişkilerinden bağımsız gibi algılanır. Çünkü feoda-

lizmde artığa el konulma biçimleri ve bağımlılık ilişki-

leri açıkça görülebilirdi. Örneğin bir köylü, lorduna ya

emek rantı (haftada üç gün lordun toprağında çalış-

ma), ya ayni rant (üç hektar ürünü lorda verme) ya da

nakdi rant (senede yüz altın) verirdi. Böylesi bir du-

rumda emeğinizle üretmiş olduğunuz artı-değeri ve

bunun hangi bağımlılık ilişkisi içerisinde yer aldığını

görmeniz mümkün. Fakat kapitalizmde artı-değeri

görmeniz ve dolayısıyla sarih bir şekilde nicelikselleş-

tirmeniz (ölçmeniz) mümkün değildir; çünkü o çalış-

ma sürecinin her anına içkin bir hale gelmiştir. Örne-

ğin bir işçi günde diyelim ki sekiz saat çalışır ama gün-

de kaç saat kendisi için günde kaç saat patronu için

çalıştığını hesaplayamaz ve dolayısıyla bilemez. Oysa

görünürde piyasa şu şekilde işler: Ben gidip özgür

emeğimi satıyorum ve karşılığında belirli bir ücret alı-

yorum. Dolayısıyla piyasa görünürde birbiriyle eş ve

özgür bireylerin bir mübadele ortamı olarak görünür.

Fakat gerçekte bu mekanizma öyle işlemez; bağımlılık

ve artı-değere el konulma biçimlerini görünmez kılar.

Dolayısıyla artı-değer üretim sürecine ve toplumsal

ilişki biçimlerinin bağımlılık ilişkilerinden bağımsız

gibi görünmesi kapitalizme içkindir; İmparatorluk’ta

iddia edildiği gibi bugün ortaya çıkmış bir şey değil.

Peki o zaman neden biz Marksizme giriş derslerinde

anlatılan şeyleri günümüz Komünist Manifesto’sunun

yazarlarına anlatmak zorunda kalıyoruz? Marksizmi

bilmezden gelip Marksizmi reddetmenin moda haline

geldiği bir dünyada Marksizmin malumlarını sanki bir

278 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

hikmetmiş gibi tekrar tekrar anlatmak insanın canını

sıkıyor.9

Postmodernler “emek”, “semaye” sömürü” gibi

kavramları kullanmaktan itina ile kaçınırlar. Yazarlar

ise bu kavramları kullanırlar; fakat onları içeriklerini

postmodernize ederek. Yazarlar, böylesi bir dil oyu-

nuyla emek-sermaye ilişkilerine değindikleri yerlerde

yukarıda özetlediğimiz “yeni” kavramsallaştırmalarını

emek-değer teorisinin reddi için kullanılmaktadırlar;

ama ne yazık ki emek-değer teorisinin ABC’sini es ge-

çerek. Nitekim, her ne kadar açıkça beyan etmeyip

ima ettikleri gibi, maddi olmayan emek değerin üreti-

cisidir ama artık o, soyut bir kolektif emek halinin al-

dığından değer üretebilmesi için sermaye ile tahak-

küm ilişkisine girmesi gerekmez, kendi değerini ken-

disi belirler (2001: 306). Bu emeğin yaratıcı dönüşü-

mün temelini oluşturma gücü de bu bağımsızlıktan tü-

retilmektir çünkü. Nihayetinde yazarların vardıkları

nokta, özel mülkiyet üzerine şu yargıdır ki, bu yargı-

nın ne denli saçma olduğunu anlamak için Marx’ın

adını bile duymuş olmanız gerekmez:

Bize öyle geliyor ki, asl›nda, bugün kapitalizm tari-hinde hiçbir zaman yaflamad›¤›m›z oranda derin veköklü bir komünallik ortam›nda yafl›yoruz. Gerçekflu ki biz iletiflim ve toplumsal a¤lar, etkileflimli hiz-metler ve ortak dillerden oluflmufl bir üretici dünya-da yafl›yoruz ... Bir mal ya da hizmeti ayr›cal›kl› kul-lanma hakk› ve servet üzerinde ona sahip olmaktangelen her türlü tasarruf hakk› olarak anlafl›lan özelmülkiyet kavram›n›n kendisi bile yeni durumda gide-rek anlam›n› yitiriyor. Bu çerçevede ayr›ks› olarakmülk edinebilen ve kullan›labilen mal ve hizmet gi-derek azal›yor; üreten ve üretirken yeniden üretilenve yeniden tan›mlanan, komünalliktir. Dolay›s›yla,klasik modern özel mülkiyet kavram›n›n temeli bellibir oranda postmodern üretim tarz› ile birlikte da¤›l-m›flt›r (2001: 313-314).

Evet. Özel mülkiyet çözülüyor, yaşasın iletişimselkomunallik! Bu slagona karşı bizim önerimiz şu: Gece-nin bir yarısında sakın internette fazlasıyla sörf yapma-

9| Callinicos’un (2001a)iflaret etti¤i gibi Neg-ri’nin Kapital’e olan buön yarg›s›n› onun MarxBeyond Marx adl› kita-b›nda çok daha aç›k birflekilde görmek müm-kün. Negri’ye göreMarx Kapital’de kapita-li kendi kendine yeni-den üreten, otonom birentite ele ald›¤› içinMarksizmin objektivistbir yorumuna yol açar.Ayr›ca Hardt ile Neg-ri’nin emek-de¤er teori-sini nas›l yanl›fl anla-d›klar›n›n baflka bir aç›-dan yap›lan bir tart›fl-ma için bkz, (Cal-linicos, 2001a).

279‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

yın, yoksa bu sarhoşluğun baş dönmesi sizin de başını-za gelebilir ve sarhoşluğunuzun sabahında Marx oku-duğunuzda siz de bir İmparatorluk yazarı olabilirsiniz!Ama maalesef herkes internete bağlanamıyor, o komü-nallikten herkes payını alamıyor.III. ‹mparatorluk: Bir Düfl mü yoksa Gerçek mi?

Günümüzde gerekçesi her ne olursa olsun sonuçolarak “küreselleşme çağında ulus-devletler çözülü-yor” sonucuna (daha doğrusu sloganına) varan teorile-rin başat bir hale geldiğini göstermek için sanırız binbir örnek göstermeye gerek yoktur. Bu gerçeği göre-bilmek için ana-akımın gazetelerinin köşe yazılarınıokumanız ya da televizyonlardaki tartışma programla-rını izlemeniz yeterli olacaktır. Bu konuda kulağımızaçalınan hikayelerin girizgah ve gelişme bölümleri fark-lı olabilse de, nihayetinde bizim bunlardan almamızgeren hisse şudur: İçinde bulunduğumuz ve yaygınolarak “küreselleşme” diye adlandırılan dönemde,ulus-devlet burjuvazinin siyasal iktidar formu olarak,başka bir deyişle, sermaye egemenliğinin siyasal örgü-tü olarak da çözülmüştür ya da tarihsel bir çözülmesürecine girmiştir.

“İmparatorluk”un neden ve nasıl bir “imparator-luk” olduğuna dair yazarların temel iddiası da kıssa-dan alınan hisseyi temel almaktadır. Zira yazarların“emperyalizmin aşıldığı” ve “imparatorluğun kurul-duğu” bir çağ dönümü analizine dayanan tezlerinin te-mel önermelerinden biri, bu çağ dönümünün temelbir göstergesi olarak ulusal devletlerin ve modern ege-menliğin çözülüşüne işaret eder. Yazarlara göre, artıkküresel bir meşru iktidar kurulmaktadır ve emperyalegemenlik modern (ulusal) egemenlik hilafına geliş-mektedir. Yukarıda değindiğimiz kıssaya yazarlarıneklediği şey ise şudur: Evet ulus-devletler çözülüyor;çünkü (ya da bu nedenle) artık bir “imparatorluk”dayaşıyoruz.

Bu noktada kitabın temel tezinin bu olması nede-niyle daha ayrıntılı bir tartışma yapmak gerekiyor. Ya-

280 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

zarların bu iddialarını -yani kitabın temel iddiasını-nasıl temellendiklerini bir şema ile özetlemek müm-kün:

Modern Egemenlik Emperyal Egemenlik

Uzam Yer (s›n›rlar) Yok-yer (tüm dünya)

‹nsan Unsuru Halk Çokluk

Görüngü Kriz (ontoloji) Çürüme (de-ontoloji)

Varoluflu Aflk›n (transcendental) ‹çkin (immanent)

Denetim Biçimi Disiplin Kontrol

‹çsel Çeliflkinin

Görünüflü Diyalektik Muhalefet Melezlik ‹daresi

Alg› / Düflünüfl /

‹deoloji Modern(lik) Postmodern(lik)

Yönetim Tekli Çoklu

Baflat Emek

Gücü Maddi / Endüstri Maddi Olmayan/ Hizmet

Üretim S›nai (Endüstriyel) Enformatik

Bu şemayla yazarların temel iddialarını temellen-dirme dizgesinin nasıl kurulduğunu oldukça kısa birşekilde açımlayabiliriz: “İmparatorluk”, emperyalizmçağındaki ulus-devletler gibi coğrafi olarak belirlen-miş sınırlara hükmeden egemenlik anlayışıyla değil,her yere ve hiçbir yere hükmeden emperyal egemenlikanlayışıyla yönetilen bir sitemdir. Bu sisteme, ulus-devletlerin icat ettiği uluslardan ziyade “çokluklar” ta-bidir. Yazarlar çoklukların yönetsellik anlayışıyla sevkve idare edildiğini söylerler; oysa modernite de uluslarulus-devletlerin disiplin mekanizmalarıyla yönetilirler-di. Buna göre, egemenlik, toplumsal alan üzerindekitek komuta noktasının aşkınlığı anlamına, yönetsellikise tüm toplumda işleyen genel disiplin ekonomisi an-lamına gelir. Yazarlara göre, modernlik, hâkimiyetingeleneksel aşkınlığı (iktidarın Tanrısal meşruiyeti) ye-rine düzenleyici işlevin aşkınlığını (genel irade) geçir-mektedir. Yazarlar bu noktaya kadar bir Foucault yo-rumundan başka bir şey yapmazlar. Fakat Fouca-ult’dan bir adım daha ileri giderek modern egemenli-ğin gerçekleşmesinin biyo-iktidarın doğuşuyla müm-kün olduğunu ileri sürerler. Çünkü yönetim tarafından

281‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

uygulamaya konan disiplinci süreçler toplum içinde(kurumlar aracılığıyla) o kadar derine işler ki, nüfusunüremesinin kolektif biyolojik boyutunu hesaba katanaygıtları ortaya çıkarırlar.

Yazarların “imparatorluğa geçiş” tezinin temel da-yanak noktalarından en önemlisi Amerika BirleşikDevletleri (ABD) tarihine dair yaptıkları yorumlarıdır.Çünkü yazarlara göre ABD, emperyal bir ilkeyle ku-rulmuştur ve yazarlar bunu olumlar: ABD’nin kuruluşprojesi, modern egemenlik geleneği içinde nadide birçiçek gibi açmıştır (2001: 177). Siyasi iktidarı aşkın biraleme havale eden ve böylelikle iktidarın kaynaklarınıhalktan uzaklaştıran ve halka yabancılaştıran modernAvrupa’nın egemenlik kavramlarına karşılık, burada(ABD’de) egemenlik kavramı tamamen toplumun için-deki bir iktidara gönderme yapar. Çünkü ABD’nin ta-rihinde siyaset topluma karşı bir şey değildir, tersinetoplumu bütünler ve tamamlar. ABD egemenlik kavra-mının ilk özelliği, iktidarın içkinliği fikrini ortaya at-masıdır. İkinci özelliği ise onun sonluluğudur. Bundananlaşılması gereken, egemenliğin içkinlik düzleminde-ki kuruluş sürecinde çokluğun bizatihi çatışmalı ve ço-ğulcu doğasından kaynaklanan egemenliğin iç sınırı-nın üretimidir. Yazarların karışık sözcüklerle ifade et-tikleri aslında ABD federalizminden başka bir şey de-ğildir. Bu egemenlik biçiminin üçüncü özelliği ise, sı-nırları belirsiz bir alanda yürütülen açık ve yayılmacıbir projeye duyduğu yatkınlıktır. Yazarların bununlaanlattığı şey de, aksini iddia etmelerine rağmen,ABD’nin kurulurken bugün mevcut toprak sınırları-nın tümünü henüz yerli halklardan temizleyememiş ol-masının yarattığı fetihçiliktir (2001: 181-182). Yazar-lar açıkça bunu demokratik bir cumhuriyetçilik olarakniteler ve olumlarlar: “Demokratik cumhuriyetin ya-yılma eğilimi aşkın egemenliklerin yayılmacılığındanya da asıl konumuz olduğundan modern ulus-devletle-rin yayılmacılığından açıkça” (2001: 183) ayrılabilir.

282 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

Zira “imparatorluk”, ancak evrensel bir cumhuriyet,sınırsız ve içleyici bir yapı içinde bir iktidarlar ve kar-şı-iktidarlar ağı olarak anlaşılabilir. Bu emperyal yayıl-manın ise ne emperyalizmle ne de fetih, talan, soykı-rım, koloni kurma ve kölelik amaçlı devlet örgütleriy-le bir ilgisi vardır. Çünkü modern egemenlik özelliklesınır temelinde kurulmuştur, ama emperyal iktidar, ya-yılmada düzeninin her zaman yenilenen ve her zamanyeniden yaratılan mantığını bulur (2001: 183).

Zira emperyal bir iktidarın kurulabilmesi için, içeri-si ile dışarısı arasındaki ayrımın ortadan kalkması gere-kir; nitekim, modernden postmoderne ve emperya-lizmden “imparatorluk”a geçişte, içerisiyle dışarısı ara-sındaki ayrım giderek silinir. Kamusal mekânlar öylesi-ne özelleşmiştir ki, artık toplumsal örgütlenmeyi özelve kamusal mekânlar, içerisi ve dışarısı arasındaki birdiyalektiğe göre anlamak mümkün değildir. Modern li-beral politikanın mekânı kalmamıştır, bu açıdan bakıl-dığında, yazarlara göre, postmodern ve emperyal top-lumumuz bir politik alanın yokluğuyla tanımlanır. As-lında, politikanın aktüel mekânı silinmiştir (2001: 203).Sonuçta modernliğin krizi, emperyal dünyanın hep-krizine yol açmıştır. “İmparatorluk”un bu pürüzsüzuzamında, hiçbir iktidar mekânı yoktur; iktidar heryerde ve hiçbir yerdedir. Zira “imparatorluk” bir ou-to-pia, daha doğrusu bir yok-yerdir (2001: 205).

Bu nedenle emperyal iktidar, içleyici, farklılık üre-tici ve idari yollarla çalışır. Başka bir deyişle, içine alır,farklılaştırır, farklılığı tanıyarak yönetir (2001: 214).Bu, emperyal egemenliği, modern egemenlikten farklıolarak krizin değil çürümenin karakterize ettiğini gös-terir. Emperyal egemenliğin çürümeyle tanımlandığınısöylemek ise bir yandan “imparatorluk”un saf değilmelez olduğu, öte yandan da, emperyal yönetimin par-çalanmayla işlediği anlamına gelir. Çünkü modern ege-menliğinin krizi gelip geçici ya da istisnai değil (tıpkı1929’da borsanın çöküşüne kriz denmesi gibi) mo-dernliğin kuralıydı, yani ontolojikti. Emperyal iktidar

283‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

her türlü belirlenimli ontolojik ilişkinin kopuşu üzeri-ne kurulu olduğundan, onun karakteristiği olan çürü-me, de-ontolojiktir, ya da daha doğrusu emperyal ikti-darın ontolojik boşluğu yüzünden çürüme karakteris-tik haline gelir (2001: 215).

Sonuçta, yazarlara göre, emperyalizm, “imparator-luk”un ya da emperyal egemenliğin kurulması ile bir-likte aşılmıştır. Zira emperyalizmin varolabilmesi ya dayeniden üretimini gerçekleştirebilmesi için bir dışarı-sına ihtiyacı vardır, oysa hem sermayenin dünya coğ-rafyasına yayılması sonucunda bir coğrafi bir dışarısıhem de modernliğin postmodern eleştirisi ile birlikteepistemolojik bir dışarısı kalmamıştır. Kapitalist olma-yan çevrenin her bir parçası farklı olarak dönüştürül-müştür ve hepsi de sermayenin genişleyen bünyesiyleorganik olarak bütünleşmiştir. Başka bir deyişle, dışa-rısının farklı parçaları aynı modele göre değil, bütün-lüklü bir bünye içinde birlikte işlev gören farklı organ-lar olarak içselleştirilmiştir (2001: 241).

Emperyalizmin aşıldığına ilişkin bir diğer göstergeise, disiplin toplumundan kontrol toplumuna geçiştir.Amerikan sosyal devlet uygulaması ya da New Dealpolitikası, Avrupa’dakinden farklı olarak, tüm dünya-ya yayılarak, emperyal bir egemenliğin oluşturulma-sında önemli işlevler görmüştür. Bu, kolonilerin öz-gürleştirilmesi (ulus-devletlerin inşası), üretimin mer-kezsizleştirilmesi ve disiplinin sağlanması yoluyla ol-muştur (2001: 263). Böylece, koloniler modernliğe gi-rerken çıkmışlardır da, ya da modernliğin sonuna ge-linmiştir.

Sonuç olarak yazarların bu teorik çerçevesine bak-tığımızda, “emperyalizm bitmiştir, yaşasın küresel im-paratorluk!”; “sınırların aşıldığı bugünün dünyasındaulus-devlet çözüldü gitti, ruhuna el-fatiha!” sloganla-rını atmak için yazarların izlediği yolun sağ ve sol ce-nahtan bu sloganları atanların temellendirme biçimle-rinden hem teorik hem de siyasi olarak birçok açıdanfarklı olduğunu söyleyebileceğimiz gibi bir çok nokta-

284 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

da ortak bir zeminde buluştuklarını da söyleyebiliriz.Fakat yazarların sunduğu gerekçeler de bu gerekçele-re dayanarak ulaştıkları sonuçlar da “gerçekliğin”kendisini anlamaya çalışmaktan çok bir “düş”ün ku-rulduğunu göstermektedir. Kısaca yazarlar, bir “impa-ratorluğun doğuşunun” betimlemesini/açıklamasınıyapmaktan çok, bir “imparatorluğun kuruluşunun”düşünü kurmaktadırlar. Elbette ki hepimiz içinde bu-lunduğumuz dünyanın bambaşka bir dünya olabilece-ğine dair düşler kurarız; ve bu düşlerin gerçekleşmesiiçin de elimizden geldiğince çabalarız. Fakat düşleri-mizin gerçekliğin kendisi olduğunu savlayabilmek ka-dar cesur olmak için sanırız hem oldukça “iyimser”hem de biraz -dar anlamıyla- “metafizikçi” olmamızgerektirir. Aksi takdirde, yani bu ön-koşullar gerçek-leşmeksizin, emperyalizmin, ulus-devletlerin egemen-liğinin ve sınıfların aşıldığı bir “imparatorluk” da ya-şadığımızı söylemek olanaksızdır. “İmparatorluğa ge-çiş” tezine bu denli sert bir eleştiriyi neden ve nasılyaptığımızı açıklamak için çünkü diye başlayalım şim-di itirazlarımıza...

‹mparator luk: Türk iye Kadar Demokrat ik ,

ABD Kadar Ad i l O lmak m› ded in i z?

Her şeyden önce şunu belirtelim: Yukarıda kısacaözetlediğimiz yazarların ABD’nin tarihine ilişkin geliş-tirdikleri bu yorum ABD’de devlet okullarında tarihdersinin resmi kitabı olabilecek niteliktedir. ABD’ninkuruluş anayasasına bakarak “işte ABD gerçekten deböyle bir ülkedir” diyebilen Hardt ve Negri, aynı me-todolojilerini Türkiye’yi çözümlemek için kullandıkla-rında, “Türkiye’nin demokratik bir ülke” olduğunusöyleyebileceklerdir. Zira yukarıda yaptığımız özettende görülebileceği gibi oldukça açık bir biçimde yazar-lar “ABD anayasalcılığını kutsamalarının resmi tuzak-larını kurarlar” (Petras, 2001:173). Oysa ne var ki birülkenin anayasasındaki maddelerin, o yasaların fiiliolarak gerçekleştirildiği anlamına gelmeyeceği gibi bir

285‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

malumu ilan etmek zorunda kalıyorsak, bu İmparator-luk’un “günümüz Komünist Manifestosu” olarak kut-sanması nedeniyledir. Ayrıca belirtelim, yazarların sözkonusu yorumlarından yola çıkarak ABD’de bir Kızıl-derili soykırımı olmadığını da söylemeniz mümkün ha-le gelir. Çünkü daha önce belirttiğimiz gibi yazarlaragöre bu emperyal yayılmanın ne emperyalizmle ne defetih, talan, soykırım, koloni kurma ve kölelik amaçlıdevlet örgütleriyle bir ilgisi vardır. Zira modern ege-menlik özellikle sınır temelinde kurulmuştur; ama em-peryal iktidar, yayılmada düzeninin her zaman yenile-nen ve her zaman yeniden yaratılan mantığını bulur.

Yazarlar bunu söylerken ulus-devleti coğrafya ki-taplarının tanımladığı gibi tanımladığı için (yani“ABD şu kadar metrekare yüz ölçümü olan bir ülke-dir”) rahatlıkla ulus-devletlerin çözüldüğü sonucunavarabilmektedirler. Elbette yazarların dediği gibi mo-dern egemenlik sınır temelinde kurulmuştur; fakat bumodern egemenliğin yalnızca o sınırla tanımlanabile-cek bir şey olduğu anlamına gelmeyeceği gibi o ege-menlik biçiminin mevcut tanımlı sınırlarının ezel-ebedöyle kalmasını isteyeceği anlamına da gelmez. Bu nok-tada yazarların ABD’yi Washington’da aramaları vecoğrafi atlasta gördükleri ABD’nin sınırlarını ABD’ningerçek sınırları olduğunu sanmaları gerçekten bir feca-attir. Oysa ne ABD’nin ne de İngiltere’nin egemenliği-nin gerçek sınırları haritadaki görülen sınırları değildi;bugünde öyle değil. Diğer bir deyişle, ABD yalnızca şukadar metrekare yüzölçümü olan bir devlet değildir. Zi-ra ABD’yi coğrafi olarak değil siyasi olarak arıyorsanızonu Türkiye’de de Afganistan’da da Irak’ta da bulabilir-siniz, tıpkı önceden Vietnam’da ve Kore’de bulabilece-ğiniz gibi. Dolayısıyla ABD kurulduğu günden bugüneegemenlik sınırlarını genişlettikçe genişletmiştir ve buda emperyalist projenin bir parçasıdır. Fakat Hardt veNegri’ye göre bir ülkenin emperyalist olabilmesi içinonun bir dışının olması gereklidir ki bugün yaşadığımızdünyada iç ve dış ayrımı ortadan kalktığı için ABD em-

286 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

peryalist olamamaktadır. Ortaokul ve liselerde okutulancoğrafya ders kitaplarından alınan bir egemenlik tanı-mıyla postmodernizmin ontolojiye dair kafa karışıklıkla-rını sentezleyen yazarlar, bugün ABD’nin dünyanın 69ülkesinde askeri üssü bulunduğu gerçeğini ( Foster,2001) görmemek için adeta teorik olarak direnirler. Öy-le ki yazarlar ontolojiye başvurarak kafanızı karıştırmakkonusunda oldukça usta oldukları için siz ne kadar so-mut olgulara başvurursanız başvurun sonuç değişmez.Bu noktada yazarlara söyleyebileceğimiz tek şey şu: Enazından ABD’nin egemenlik sınırlarının yüzölçümüneaskeri üslerinin yüzölçümlerini de dahil etselerdi!

Yukarıda değindiğimiz gibi yazarlar, ABD örneğiile yapılan bu analizi ABD yayılmasının sınırları ile bi-tirir ve bundan sonra ABD ulus-devletinin ve ABDemperyalizminin açığa çıktığını ileri sürerler. Ancakyazarlara göre ABD Anayasasında emperyal iktidarperspektifi hâlâ mevcuttur ve artık (postmodern dö-nemde) ABD, Körfez Savaşı örneğinde olduğu gibi,kendi ulusal saiklerinden hareketle değil; küresel hakadına, uluslararası adaleti sağlayabilecek tek güç olaraktarih sahnesine çıkmaktadır (2001: 195) [vurgular ya-zarlara ait]. Yani, ABD “kendi ulusal çıkarları” için de-ğil, “küresel hak” ve “uluslararası adalet” adına saldır-dığı için bir “imparatorlukta” yaşıyoruz. Hardt veNegri’nin “Beyaz Saray”ın ABD’nin saldırılarını meş-rulaştırmak için CNN’den yaptığı “açıklamalara” kan-dıklarını ve üstelik bu “açıklamaları” emperyalizminaşıldığını iddia eden tezlerine bir gerekçe olarak gös-termelerine dair söylenebilecek hiçbir şey yok. Yani“imparatorluğun” düşünü bizim de görebilmemiz içinher şeyden önce ABD’nin “ulusal çıkarları”nı aşmış bir“Derviş” olduğuna inanmamız gerekecek.

‹mparator luk: Can l ›y › Tabuta D i r i D i r i

Koymak ya da Emperya l i zme ve U lus -

Dev let le re E l Fat iha!

Önceki bölümde gösterdiğimiz üzere yazarlar “im-

287‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

paratorluğun” içiyle dışı arasındaki ayrımın kalmadığısaptamasıyla yetinmedikleri gibi “imparatorluk”tahiçbir iktidar mekânı olmadığını, iktidarın her yerdeve hiçbir yerde olduğunu söylemekten de çekinmezler;ve bunu da ulus-devletlerin çözülmesine bir nedenolarak gösterirler. Çünkü artık “imparatorluğun” birmerkezi yoktur.10 Bu noktada her şeyden önce şunuanımsatalım: Gerçekte ulus-devlet çözülsün çözülme-sin Foucault’dan devralınan bu iktidar kavramsallaş-tırması ulus-devletleri çözer! Siyasal iktidarı zatenbaştan göz ardı eden böylesi bir iktidar kavramsallaş-tırmasına (Deveci, 1999) dayanarak yazarlar, tahak-kümcü ulus-devletin yenildiğini ilan ederler: Devletyenildi, dünyayı artık büyük şirketler yönetiyor(2001:318). Çünkü ulus-aşırı korporasyonlar ve küre-sel üretim ve dağıtım ağları ulus-devletlerin gücünüzayıflatmış olmakla birlikte, devletin işlevleri ve kuru-cu unsurlar yer değiştirerek etkili biçimde başka düz-lemlere ve alanlara yani emperyal iktidara kaymıştır.Hükümet ve politika ulus aşırı komuta sistemiyle ta-mamen bütünleşmiştir. Kontrol mekanizmaları bir di-zi uluslararası organ ve işlev aracılığıyla eklemlenmiş-tir (2001: 318-319).

Bu iddialarını temellendirmek için yazarlar, “impa-ratorluğun” daha ampirik bir analizine de girişir ve şuküresel kuruluş piramidini betimlerler:

Piramidin daralan tepe noktas›nda, küresel zor kul-lanma tekelini elinde tutan bir süper-güç ABD var-d›r; bu tek bafl›na hareket edebilecekken BM flem-siyesi alt›nda di¤erleriyle ortaklafla hareket etmeyitercih eden bir süper güçtür. ... ilk katman içindekalan ikinci düzlemde, belli bafll› küresel para araç-lar›n› kontrol eden ve böylelikle uluslararas› müba-deleleri düzenleme yetisine sahip bir grup ulus dev-let bulunur. (G-7, Paris ve Londra Kulüpleri, Davosvd. organlarla birbirine ba¤l› devletler...) ilk katma-n›n üçüncü düzleminde küresel düzeyde kültürel vebiyo-politik iktidar kullanan (askeri ve parasal dü-zeylerde hegemonya uygulayan az yada çok benzergüçlerden ibaret) bir dizi heterojen birlik bulunur.(... ‹kinci katman,) ulus afl›r› korporasyonlar›n dün-

10| Foster (2001) ve Pet-ras (2001)’›n yaz›lar›‹mparatorluk’un butezini lay›k›yla çürüt-tükleri için, bu yaz›da‹mparatorlu¤un mer-kezsiz oldu¤u iddias›n›elefltirmek içinzaman›m›z› har-camayaca¤›z.

288 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

ya çap›nda yayd›¤› a¤lardan; sermaye ak›fl›, tekno-loji ak›fl›, nüfus ak›fl› vb. a¤lardan oluflur. (...) Yineikinci katman içinde kalan. S›kl›kla ulus afl›r› korpo-rasyonlar›n iktidar›na ba¤›ml› bir düzlemde ise art›köz olarak yerel, toprak temelli örgütlenmelerdenoluflmufl genel egemen ulus devletler dizgesi yeral›r. ... piramidin üçüncü ve en genifl katman› küre-sel güç düzeninde halklar›n ç›karlar›n› temsil edengruplardan oluflur. Çokluk do¤rudan küresel iktidaryap›lar›na kat›lamaz; onlar›n temsil mekanizmalar›arac›l›¤›yla elenmesi gerekir (2001:321-322).

Bu noktada öncelikle yazarların oldukça bariz birçelişkisine dikkat çekelim: Madem iktidar her yerde vehiçbir yerde o zaman bu “küresel kuruluş piramidi”nereden çıktı? Sanırız teorinin kuruluş sürecine so-muttan değil de soyuttan başlayınca böylesi bariz çe-lişkiler yapmak kaçınılmaz oluyor.

Yazarlar bariz çelişkiler yapma konusunda usta ol-dukları kadar bariz gerçekleri görmeme konusunda dahayret verici bir teorik hüner gösterirler. Zira en azın-dan James Petras’ın İmparatorluk eleştirisi “ulus dev-letler çözüldü, dünyayı artık çok uluslu şirketler yöne-tiyor” iddialarının -ki hiç de yeni bir iddia değil- nekadar temelsiz olduğunu oldukça net bir şekilde gös-terir. Petras bu iddianın “çokuluslu şirketlerin her-hangi bir ulus-devlette belli bir yeri olmayan küreselişletmeler olduğu yönündeki temelsiz bir varsayı-ma”(2002: 166) dayandığını belirtikten sonra bu iddi-aya özetle şu şekilde çürütür:

1) Çokuluslu şirketlerin birçok ülkede faaliyet gös-termesi onların karar alma merkezlerinin ABD, AB veJaponya’da olduğu gerçeğini görmememizi gerektir-mez. Dünyanın en büyük beş yüz çokuluslu şirketininyüzde ellisi Amerikan şirketidir.

2) Çokuluslu şirketlerin mobilitesi kendi kendineişleyen piyasanın mantığıyla değil, devletler arası iliş-kilere bağlı olarak emperyal merkezlerdeki şirket yö-neticilerinin aldığı stratejik kararlara dayanır.

3) Çokuluslu şirketlerin bazı vergilerden muaf ol-ması emperyal devletlerin politikalarının bir sonucu-

289‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

dur; piyasanın kendi kendine işleyen iç mantığının do-ğal bir sonucu değil.

4) IMF, Dünya Bankası ve Uluslarası Finans Kuru-luşlarının (IFI’lerin) bütün üst-düzey yetkilileri onlarınulusal/emperyal devletlerince atanır. Onların fonlarıise emperyal devletlerce oluşturulur. Ve bu uluslarara-sı organizasyonların yönetim kurulundaki temsil oranıemperyal devletlerin sağladığı fonların oranıyla belir-lendiği içindir ki bugüne kadar IMF ve Dünya Banka-sı’nı hep ABD ve AB’den gelen kişiler yönetmiştir.

5) Emperyal devletler ekonomik ve siyasi kriz du-rumlarında yabancı bir ülkedeki büyük yatırımcılarınıiflastan kurtarmak IMF ve Dünya Bankası aracılığıylasöz konusu ülkelere para aktarırlar, siyasi müdahaleleryaparlar.

6) Emperyal devletler IFI’ler aracılığıyla ÜçüncüDünyada kredi alan devletlerle yaptıkları koşulluk an-laşmalarıyla söz konusu devletleri özelleştirme politi-kaları yapmaya zorlayarak ABD’li Avrupalı ya da Ja-pon çokuluslu şirketlerinin o ülke pazarına girmesinisağlarlar (özellikle bkz. Petras, 2001: 163-167).

Bu olgulara dayanarak Petras “Hardt ile Negri’ninuluslar arası iktidarın, ulus-üstü varlıklara değil, emper-yal devletlere dayanma derecesini” görmedikleri veIFI’lerin “emperyal devletlere olan tabiyetini” azımsa-dıkları sonucuna varır (2001: 167).

Diğer bir açıdan baktığımızda, yazarların yukarıdasıralanan olgusal gerçekleri görmeyerek “ulus-devlet-ler çözüldü, artık dünyayı büyük şirketler yönetiyor”iddiasıyla ortaya çıkabilmeleri hiç de şaşırtıcı değildir.Zira yazarlar teorik olarak neoliberalizmin ünlü “dev-letten bağımsız kendi kendine işleyen piyasa” ön-var-sayımından yola çıkarak uluslararası sermaye ile ulus-devletleri birbirinden bağımsız iki entite olarak kav-ramsallaştırırlar. Devleti sermayeden bu şekilde ba-ğımsızlaştıran bir teorinin tıkır tıkır işleyen bir piyasa-yı mistifiye etmesi beklenen bir sonuçtur, bir sürprizdeğil. Oysa yazarların iddia ettiği gibi devletlerden

290 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

azade olan sermaye öyle elini kolunu sallaya sallaya, is-tediği gibi dolaşamaz. Elbette ki sermayenin gittikçeivmelenen bir hareketliliği (mobility) vardır, olgularbu gerçeği ört bas etmeye izin vermez. Fakat bu hare-ketlilik bugün oluşmuş bir şey olmadığı gibi sermaye-nin serbestçe dolaşımı anlamına da gelmez; tıpkı or-manda aslanların kendi bölgelerinde serbestçe dola-şıp, başka aslanların bölgesine serbestçe giremediklerigibi. Örneğin Amerikan sermayesi Bergama’da altınarayabilir, fakat Sabancı Teksas’ta altın arayamaz.Londra’daki bir bankanın hesap kitap işlerini, enfor-masyon teknolojileri aracılığıyla Hindistan’daki birşirketin yapması oldukça doğaldır; fakat bunun tersimümkün değildir. Aynı şekilde Petras’ın verdiği ör-neklerden de çıkarsanabileceği gibi “devletin sermeye-ler arası rekabete aracılık ettiği, onu etkilediği ve yö-nettiği bir durum söz konusudur; piyasalar devletinüstüne çıkmaz ama devletin belirlediği sınırlar içindeişler” (2001: 164).

Bütün bu söylediklerimiz bir yana, her şeyden ön-ce, daha önce değindiğimiz gibi, biyopolitik üretimtarzının varlığının ön-varsayımı, emperyalizmin aşıldı-ğı ve “imparatorluk” çağına girdiğimiz tezini kanıtla-maya yeter mi? Ne değişmiştir? Başka bir deyişle, Le-nin’in emperyalizm teorisinin bugünün dünyasında iş-lemediğini söylemek mümkün mü? Bunun için:

1. Bir dünya ekonomisinin her geçen gün daha çokbütünleşerek varolmadığını,

2. Bu dünya ekonomisinin ulusötesi bir yoğunlaş-ma gösteren tekellerin (kimileri, çok uluslu şirketlerde diyor) ve bu tekelleri (en azından tercihlerini) hergeçen gün daha çok denetleyen ulusötesi mali piyasa-ların oluşmadığını,

3. Genel olarak mali sermayenin, artık sadece sana-yi sermayesini (tercihleri etkilemek bakımından şirketyönetimlerini) değil, egemenlik haklarını sermaye biri-kiminin güvencelerini oluşturmaktan başka türlü kul-lanmaktan giderek daha çok men edilen ulus devletle-

291‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

rin hükümetlerini de sanki bir “gizli el” gibi (ama buel, hiç de gizli değil tabi, IMF, Dünya Bankası vd. ku-rumlarda cisimleşecek kadar somut) düzenlemediğini,

4. Sermaye ihracının, emperyalist sömürünün temelbir yolu olmadığını ve

5. Sermaye grupları ve kapitalist devletlerin dünyapazarını paylaşmadığını ve iç rekabete dayalı olarak ye-niden ve yeniden paylaşmak için bir hegemonya müca-delesi yürütmediğini ileri sürmek gerekir ki, olgularıngücü bunu olanaksız kılacaktır.

Lenin, meşhur özetinde, emperyalizmin temel özel-liklerini “(1) üretimde ve sermayede görülen yoğunlaş-ma öyle yüksek bir gelişme derecesine ulaşmıştır ki,ekonomik yaşamda kesin rol oynayan tekelleri yarat-mıştır; (2) banka sermayesi sınai sermayeyle kaynaş-mış, ve bu “mali-sermaye” temeli üzerinde bir mali-oligarşi yaratılmıştır; (3) sermaye ihracı, meta ihracın-dan ayrı olarak, özel bir önem kazanmıştır; (4) dünya-yı aralarında bölüşen uluslararası tekelci kapitalist bir-likler kurulmuştur; (5) en büyük kapitalist güçlercedünyanın toprak bakımından bölüşülmesi tamamlan-mıştır.” (1979: 108) şeklinde sayıyor ve emperyalizmi,“tekellerin ve mali-sermayenin egemenliğinin ortayaçıktığı; sermaye ihracının birinci planda önem kazan-dığı; dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşıl-masının başlamış olduğu ve dünyadaki bütün toprak-ların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesi-nin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasınaulaşmış kapitalizmdir” (1979: 108) diye tanımlıyordu.Elbette, Lenin’in analizinin bugün ulaştığı bazı gerçeksınırları vardır ancak bunlar, yazarların önerdiğindendaha çok değildir.

İşin ilginci yazarların Lenin’in betimlediği emper-yalizmin özelliklerini yazarların “emperyalizm” olarakdeğil, “emperyalizmden imparatorluğa geçiş” teziningerekçeleri olarak görmeleridir. Bu durumda yazarla-rın emperyalizmin ne olduğunu bilmezden gelmeleri-nin nedeni ancak şu olabilir: yazarlar kendilerini öyle-

292 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

sine coşkulu bir düşe kaptırmışlardır ki gerçekliğinkendi düşleri gibi olduğunu varsayabilmenin aşkınnoktasına ulaşabilmişlerdir. Aksi taktirde yazarlarıntemel argümanlarını temellendirmek için bütün bunla-rı söyleyebilmeleri mümkün olabilir miydi?

Yazarların küreselleşmeyi mistifiye ederek “impa-ratorluğa geçiş” tezini her ne olursa olsun bir şekildetemellendirmek için başlarını ontolojinin muğlaklığınagömmeleri sonucunda gerçek dünyanın kendi düşlerigibi olduğu yanılsamasına kapılmaları karşısında bizbazı gerçekleri anımsatarak bellek tazelemenin yerin-de bir karar olduğunu düşünüyoruz. Zira içinde yaşa-dığımız dünyada maalesef Hardt ve Negri’nin düşleri-ne yer yok. Wood’un belirttiği gibi,

Gerçekte, bizatihi küreselleflme, ulusal ekonomilerve ulus devletler olgusudur. Devletin, ulusal ekono-miler aras›ndaki rekabeti ve ulus devletlerin ulusla-raras› “rekabet edebilirli¤ini” gelifltiren, yerli serma-yenin karl›l›¤›n› koruyan veya iyilefltiren, sermayeninhareketini serbestlefltirirken, eme¤i ulusal s›n›rlariçine hapseden ve devletin zoruna tabi k›lan, küreselpazarlar yaratan ve bunlar› sürdüren politikalar›n›dikkate almaks›z›n -ulusal egemenli¤i kas›tl› olarakkurban etmeye yönelik ulusal politikalara de¤inmiyo-ruz bile- küreselleflmeyi anlamland›rmak olanaks›z-d›r. Ayr›ca tüm bunlara, küreselleflmenin, büyük k›s-m›nda, bölgeselleflme biçimine bürünerek eflitsiz ge-liflmifl ve hiyerarflik olarak örgütlenmifl ulusal ekono-mi ve ulus-devlet bloklar› yaratt›¤› da eklenmelidir(Wood, 2001).

Sonuç olarak, yazarların, emperyalizmin “impara-torluk” lehine aşıldığının düşünü kurmaları gerçekli-ğin de gerçekten öyle olduğu anlamına gelmiyor. Keza,ulus-devletlerin tarihsel işlevini yitirdiklerine dair kes-tirimler de erken vargılardır. Kapitalizm içerisindedevlet her zaman önemli ekonomik ve siyasal fonksi-yonları yerine getirmiştir ve hâlâ da bundan vazgeçmişdeğildir -mülkiyet haklarını garanti altına almak, para,ağırlık ve ölçü biriminin standardizasyonu, ekonomi-nin koordinasyonu, girdilerin ekonomik sürece katıl-malarını garanti altına almak (işgücü, teknolojik geliş-

293‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

me, altyapı), diğer devletlerle ilişkileri sürdürmek, ensonuncusu fakat en önemsizi olmamak üzere de sosyaluzlaşmayı (buna “disiplin” de diyebiliriz) sağlamak(Went, 2001: 74). Ancak devlet tabii ki bunları çeşitliyollarla değişen bir yoğunlukta yapar. Diğer yandan“küreselleşme süreci” olarak adlandırılan süreç, finan-sal sermayenin yoğunlaşması ve hareket serbestisininartmasına rağmen ulusal pazarları ortadan kaldırma-makta, aksine hiyerarşik dünya pazarının eklemlenme-sini artırmaktadır. Dolayısıyla, ulus-devletten ve onunişlevlerinden vazgeçilmesi mümkün değildir; bugünçözülen sosyal olarak da genişlemiş olan devlettir, ka-mu yatırımlarının özelleştirilmesi ve kamusal harcama-nın sosyal muhtevasının daraltılması sürecidir. Orta-dan kaybolan devlet retoriği, sosyal harcamalardakikesintileri, kamu sektörünün sınırlanmasını ve finanspiyasalarında oluşan faiz oranlarının mümkün kıldığıtek taraflı karları meşrulaştırmak amacıyla kullanılanbir ideolojidir. Bekçi, yasacı ve vergici (sermaye birik-tirip kapitaliste transfer eden) ulus-devlet tarih sahne-sinden silinmemiştir; en azından emeğin küreselleşme-si karşısında gerekli bir engel olarak vardır. Küresel-leşme sürecinde ulus devletin rolü yeniden tanımlan-makta, fakat azalmamaktadır. Genel olarak küreselleş-me sürecinde ulus-devletin yeni rolü, bir önceki dö-nemde işçi sınıfı mücadeleleri ile elde edilmiş kimi ka-zanımların da tasfiyesi ile şekillenmektedir (Went,2001). Açık ki bütün bu gerçekleri Hardt ile Negri’nindüşlerine kendimizi kaptırabilmemiz için görmeme-miz gerekiyor. Ama maalesef “imparatorluk” bir düş-tür, emperyalizm ise oldukça can yakıcı bir gerçek.

IV. S›n›ftan Çoklu¤a: Çokluk Kavram›

‹nsanl›¤› Gerçekten Özgürlefltirebilir mi?

Yazımızın ilk üç bölümünde İmparatorluk’un dahaçok teorik boyutlarını tartıştık. Bu bölümde ise İmpa-ratorluk’un siyasete açılan kapısına, yani tarihsel özneolarak tanımladıkları “çokluk” kavramına odaklanaca-

294 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

ğız. Bunun için tartışmamıza yazarların “çokluk”danne anladıklarını açımlamakla başlayalım.

Yazarlar “çokluk” kavramını da ulusal egemenlikkavramıyla ilişkilendirerek tanımlamaya çalışır. İmpa-ratorluk için ulusal egemenlik kavramı, ulusun inşasıile modern egemenliğin aşkınlığının yeniden düzen-lenmesinden ibarettir. Modern ulus kavramı ise, ger-çekte, monarşik devletin (mutlakiyetçi krallığın) patri-monyal bedenini miras almış ve onu başka bir biçimdeyeniden icat etmiştir. Patrimonyal ufkun yerini ulusalufuk aldıkça, tebaanın (subjectus) feodal düzeni yurtta-şın (cives) disiplinci düzenine teslim olmuş ve nihaye-tinde, ulusal egemenlik, modernliğin çatışmalı kökleri-ni (yani olumlu ve olumsuz iki yüzünü tamamen tahripetmemişse şayet) askıya alarak ve güçlerini devlet otori-tesine teslim etmeye yanaşmayan modernlik içindeki al-ternatif yolları tıkamıştır (2001: 115-117). Yazarlar, Lu-xemburg’a atfettikleri şu teze de katılırlar: “Ulus dikta-törlük demektir ve bu yüzden hiçbir demokratik örgüt-lenme çabasıyla bağdaşmaz” (2001: 118). Yazarlar,Fransız Devrimi özelinde yürüttükleri tartışmadan daşu sonucu çıkarırlar:

Gelgelelim bu ulusal ve halkç› egemenlik nosyonun-da devrimci ve özgürlükçü olarak görünen fley ger-çekte vidan›n biraz daha s›k›lmas›ndan, modernegemenlik kavram›n›n ta bafl›ndan beri yan›ndanay›rmad›¤› boyun e¤dirme ve tahakkümün biraz da-ha yay›lmas›ndan baflka bir fley de¤ildi (2001:123).

Yazarlar, devamla, halk kavramını tartışır ve ulusuntemeli olarak gösterilenin (halk) gerçekte, ulus-devlettarafından inşa edildiğini ileri sürerler: “Modern halkkavramı ulus devletin bir ürünüdür ve ancak onun öz-gün ideolojik bağlamında varlığını sürdürür” (2001:123). Burada, halkın “çokluk” demek olmadığını, aksi-ne çokluğun yok edilmesi demek olduğunun altını çiz-mek gerekmektedir. Çünkü

Çokluk, çeflitliliktir, bir tekillikler alan›, aç›k bir ilifl-kiler tak›m›d›r ki, ne homojen ne de kendisiyle öz-

295‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

defltir, kendi d›fl›ndakilere ayr›ms›z, kapsay›c› biriliflkiye girer. Buna karfl›n halk kendi içinde özdeflli-¤e ve homojenli¤e yönelirken, farkl›l›¤›n› çizer vekendi d›fl›nda kalanlar› iter. Çokluk sonu olmayanbir kurucu iliflkiyken, halk egemenlik için haz›rlan-m›fl kurulu bir sentezdir. Halk, çoklu¤un çeflitli ira-deleri ve eylemlerinden ba¤›ms›z ve s›kl›kla onlarlaçat›flma halinde olan tek bir irade ve eylem ortayakoyar. Her ulus çoklu¤u bir halk haline getirmek zo-rundad›r (2001: 124).

Yazarlara göre, kapitalizmin feodalite karşısındailerici olduğu anlamda, “imparatorluk” emperyalizmkarşısında ilericidir (2001: 68). Bundan basitçe şunuanlayabiliriz; “imparatorluk” bize daha ileri bir top-lumsal düzeni gerçekleştirme olanaklarını yaratacaktır.Bunun için de yazının giriş bölümünde sayılan talep-lerle mücadeleye girişecek bir “çokluk” (toplumsal öz-ne) vardır. Burada, yazarların emperyal hak kategorisi-ni hatırlatma ihtiyacı duyuyoruz. Bir hak çerçevesi, hu-kukçuların tartışmasız bir şekilde kabul edecekleri üze-re, pozitifleştiğinde (yani toplumsal olarak meşru oldu-ğunda ve yasalaştığında) mevcut hakların sınırları hakçerçevesinin sınırları değildir. Bunu basitçe, kapitalizmiçinde fiilileşen hakların tarihsel seyrinden izleyebilmekmümkündür. Yine hukuk literatürü ile konuşursak, bi-rinci kuşak negatif ve etkin haklardan (katılma hakla-rından) ikinci kuşak pozitif haklara genişleme ve bugünçevre ve konut hakkı gibi üçüncü kuşak hakların tartı-şılabiliyor olması kapitalist hak çerçevesinin sınırlarınınmevcut haklar olmadığını göstermektedir. Bu sınır, ka-pitalist hak çerçevesinin artık kapitalist olmadığı yerekadar uzanır.

Yazarlar basitçe bunu hatırlatıp, emperyal hak çer-çevelerinin bize sunduğu olanakları göstermektedirler.Tam da burada, yazarların ütopikliği (belki de bunaemperyalizmin artık ortadan kalktığına yönelik taşı-dıkları safdilce inanç demeliyiz) belirmektedir: Artık,emperyalizm aşılmıştır ve bu bize “imparatorluğu” ko-münizme dönüştürme için bir fırsat yaratmıştır; bura-daki biz, dönüştürme gücüne sahip olan “çokluk”tur.

296 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

İlginçtir “çokluk” yazarların en çok vurguladıklarıkavramlardan biridir, fakat bu kavramı sarih bir şekil-de açıklamaktan itina ile kaçınarak “çokluk” kavramı-nı şiirsel bir dille halkın homejenliğine alternatif birçeşitlilik olarak tanımlarlar. Yazarlara göre moderndevletin kurulmasıyla, (yazarların terimleriyle “politikmakinenin işlemeye başlamasıyla”) ulus-devlet, sınır-ları içindeki insanları ulus ya da halk şemsiyesi altınatoplayarak çokluğun devrimci potansiyelini öldürür.“Peki neden özü itibariyle çokluğun devrimci bir po-tansiyeli vardır; uluslarda neden devrimci bir potansi-yel yoktur” sorularını yazarlara soracak olursanız hiçbir yanıt alamazsınız. Yazarların yaptığı, daha çok,modernliğin ilk dönemini nostaljik bir kayıp cennetolarak görerek estetize edilmiş bir insan yığınına met-hiyeler düzmektir. Fakat bir diğer açıdan bakıldığındayazarların varolan sınıfları değil de olmayan çoklukla-rı “imparatorluğun” sistemini al aşağı edecek siyasiözne olarak tanımlamaları oldukça anlamlıdır. Tabii kiyok-yerde olduğunu iddia ettikleri “imparatorluğu”ne tarihte ne de günümüzde olan bir yok-fail (çokluk)yıkacaktır!

Ne var ki yazarlar “çokluk” kavramının emperyaliktidar dışsallaştırılamaz olduğu için, onun bir zayıfhalkası olmadığını söylerler. Çünkü dünyanın her ye-rindeki mücadeleler emperyal iktidarı hedef alır ve buemperyal iktidarın güçsüzlüğü, çokluğun ise gücüdür.Yani yazarlar artık klasikleşmiş şu argümana dayanır-lar: İktidar etki alanını genişlettikçe, her yerde olmayabaşlayınca aslında güçsüzleşir. Yazarların bu varsayı-mı, evet fazlasıyla devrimci eylemi kışkırtır ama kışkır-tılan bu devrimci eylemin her türünün sistem karşıtıolduğunu ileri sürmek, en hafifinden bir ifadeyle üto-pik bir beklenti olarak nitelenmelidir.

Bunun ötesinde, yazarların eserlerindeki “çokluk”,maddi bir güç olmaktan ziyade materyalist teleolojiyeait bir varsayım, ya da en azından yazarların umutlu

297‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

diliyle söyleyelim ne zaman aktüelleşeceği belli olma-yan bir “virtüel” olarak kalmaktadır (2001: 359).

Bu arada, belirtelim ki, yazarlar, çokluğu başka birdeyişle “imparatorluk” karşıtı politik özneyi betimler-ken, bu betimlemede analitik olarak başvurdukları solpostyapısalcı ya da postmodern yaklaşımların aksine,parçalayıcı ve yerelleştirici değil, aksine bütünleştirici-dirler. Yazarlara bu yüzden, ne Sivil Toplum Örgütle-ri ne de ırksal, kültürel vd. temele dayalı mücadeleler“imparatorluk” karşıtı görünür. Aksine, bunların em-peryal iktidarın sivil bekçileri başka bir deyişle meşru-laştırıcı ve bölücü aktörleri oldukları vurgusu belir-gindir (2001: 323-4). Bu da olgusal bir bedahettir vebu tür olgusal bedahetlerin tümünü yazarlarla paylaş-mamak neredeyse olanaksızdır. Ama asıl olanaksızolan şey çoklukların nasıl bir araya gelip nasıl özgürle-şecekleri sorusuna gerekçeli ve mantıklı yanıt vermek-tir ki bu noktada biz yine yazarların gerçekleri düşle-rine havale ettiklerini görüyoruz.

Sonuç Yerine: Safdil Bir ‹yimserli¤in Metafi -

zi¤i Olarak ‹mparatorluk ya da ‹mparatorlu-

¤a Dair Tezler

1. “İmparatorluk” analizi, bütün devrimci ve hattakomünist iddialarına rağmen, gerçekte, postkapitalistbir paradigma içinde yer edinir; ve eleştirmekten geridurmadığı postendüstriyalist, postyapısalcı, postmo-dernist vd. kuramsal pozisyonların geniş oranda etkisialtında kalır. “İmparatorluk” analizini güçsüz kılan dabu kuramsal müphemliktir.

Yazarlar, yukarıda betimlediğimiz üzere “impara-torluk”, “biyopolitik”, “çokluk” gibi yeni kavramlarlabirlikte yaşadığımız dünyanın anlaşılabileceğini umu-yorlar. Bu kavramları esas olarak postyapısalcı, post-modernist, postendüstriyalist vb. bir dizi gelenektenbeslenerek tanımlıyorlar. Bu tutumları itibariyle yazar-lar “devrimci” bir iyi niyet taşıyan postmodernistlerolarak nitelenebilir. Zira yazarlar bir yandan teorik

298 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

olarak modernlik algılayışımızı geliştirdiği için post-modern kaynaklardan beslenirken, diğer yandan post-modernizmi küresel sermayenin işleyiş mantığı, dünyapiyasasının ideolojisi olarak görerek olumsuzlarlar(2001:169 vd.). Hatta yazarların mevcut politik pozis-yonları açısından, adlandırıldıkları gibi postMarksistolduklarını iddia etmek de çoğu zaman zorlaşır. Çün-kü yazarlara göre farklılık politikası, emperyal iktidarartık ikili karşıtlıklar içinde işlemediğinden (yazarlarınterimleriyle “imparatorluk” diyalektik muhalefetle de-ğil melezlerin idaresi ile tanımlandığından) emperyalyönetimin işlevleri ve pratikleri karşısında işlevsiz kal-dığı gibi, onunla örtüşmekte ve destek olmaktadır(2001: 161). Aynı nedenle yazarlar Sivil Toplum Ör-gütleri, ırksal, kültürel ve benzeri temellere dayalı mü-cadelelere de karşı olduklarını da söylerler (2001: 323-4). Sonuçta Sungur Savran’ın Praksis’in bu sayısındakiyazısında belirttiği gibi İmparatorluk’un postMark-sizm’le teorik olarak muğlak ve çelişkili bir ilişki kur-duğunu söylemek mümkün.

2. Öte yandan genel olarak Marksist yazında yazar-ların “biyopolitik” ve “çokluk” kavramları ile aşmak is-tedikleri olgusal gelişmelere ilişkin, hiç küçümseneme-yecek bir külliyat oluşmuştur. Bu külliyat karşısında ya-zarların gerçek bir sessizlik içinde olmalarıyla ve var-dıkları kestirme çözümlerle bir “yeni 68” için tez canlıdavrandıkları söylenebilir.

Yazarların, maddi-olmayan emeğe yaptıkları vurguve maddi olmayan emeğin sermaye ile tahakküm ilişki-sine girmeden de değer üretebileceği ve bu değerinsermaye bağımlı olmamasının çokluğun özgürlük yü-rüyüşünün teminatı olduğu tezi tam bir kurmaca ola-rak kalmaktadır. Artı-değer kuramının reddine daya-nan bu yaklaşım, gerçekliği, maddi ilişkiler bütünüolarak sermaye birikim sürecini ve tüm dünyanın yeni-den sömürgeleştirilmesini görmekten uzaktır. İşçi sını-fına ilişkin tartışmada, sadece, Thompson’un, İngilte-re’de İşçi Sınıfının Oluşumu adlı anıt eseri bile, sınıfınneden bir ekonomik indirgeme değil de bir toplumsal

299‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

ilişki olarak anlaşılması gerektiği konusunda bize çokdeğerli fikirler verir (Wood, 2001). Keza, postFordizmve işçi sınıfının değişen yapısı konusunda, Wright’ıneserlerinde de çok değerli bir Marksist külliyat vardır.Buna karşın, sömürü ilişkisinin ve hatta mülkiyet iliş-kisinin değiştiğini ileri sürmek, işte bu, Hardt ve Neg-ri’nin katkısıdır!

Fakat sorun, başlı başına, sınıftan söz ettiğimizde,hâlâ kapitalizmi aşacak bir toplumsal özneden söz edi-yor oluşumuz ve toplumsal öznenin dünya-evrenselvarlığı değildir. Sorun, bizzat, üretimin enformatikleş-mesi analizi ile birlikte, bilim, iletişim ve dilin hiçbirdolayım olmadan bizzat üretici güce katılması ve yenibir soyut emek türü (genel zekâ) oluşturması analizi-dir. Bunun maddi gerçeklik karşısında başarısız bir so-yutlama olduğunu kabul etmek zorundayız ya da ger-çekliği düşlerimizle kurmaya devam etmek!

3. Elbette ki sınıf oluşumu, sanayi proletaryasınaindirgenemez ve yazarların da kabul etmekten kaçın-madıkları üzere, sömürü ilişkisinin bu oluşumun te-meli olarak varolduğu gerçeği, emek gücünün radikaldönüşümü varsayımıyla aşılamaz. Yazarlar, sonuçta,birbirleriyle sürekli mücadele içinde biri proletarya-dan diğeri burjuvaziden kurulu bir sınıf mücadelesimodelini (Foucault’nun yaptığı gibi) kabul etmemek-tedirler. Yazarlara göre, artık dışsallaştırılamaz olanemperyal iktidar karşısında “çokluk” vardır. Çokluk,Negri ve Hardt’ın tarihsel özne olarak en çok vurgula-dıkları ama en az açıkladıkları şeydir. Bu yüzden, solpostyapısalcılığa yaptıkları atıfları veri kabul ederek,çokluğun, “hangi söylemsel çıkar varsayımına dayan-dığı önemsenmeden” dünyanın her yanına yayılmışemperyal iktidara karşı direnişler olarak yorumlanma-sı yanlış olmayacaktır.

Yazarların eleştirilmesi gereken yanı, muhalefetle-rini ilan ettikleri mevcut eşitsizlikçi ve tahakkümcüsistem karşısında değiştirici ve dönüştürücü öznelliğeilişkin belirsiz ve şüpheli bir tutum takınmalarıdır.Çokluk kavramı ile karşılanmaya çalışılan fail, gerçek-

300 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

te, örneğin sınıflardan söz eden bir açıklama ile kıyas-landığında, bir yok- faildir. Marksizme yönelik eleşti-rilerindeki gerçek zayıflıkta burada yatmaktadır.

4. Tarihin bütünlüklü bir açıklamasının toplum bi-limlerinin kaçamayacağı bir görev olduğu kesinse de,bu açıklamanın, mevcut toplumsal ilişkileri görünmezkılan bir ideolojik örtü haline dönüşmemesi gerekir.İmparatorluk’un daha önce tartıştığımız hem teorikhem de siyasi muğlaklıklarını göz önüne aldığımızda,Petras’ın İmparatorluk’a dair şu saptamasına katılma-mak bizim için mümkün değil: “İmparatorluk, küresel-leşme, postmodernizm, postMarksizm, tarih sonrasıhakkında –hepsi ekonomik ve tarihsel gerçekleri ciddiolarak çiğneyen bir dizi temelsiz argüman ve varsayım-la bir araya getirilmiş- entelektüel saçmalığın kapsam-lı bir sentezidir. İmparatorluk’un postemperyalizm te-zi yeni değildir; kaldı ki, ne büyük bir teoridir ne degerçek dünya hakkında bir açıklayıcılığa sahiptir. Da-ha ziyade, eleştirel zekâdan yoksun, kelime egzersizin-den ibarettir” (2001: 173).

5. Keza, bir devrimci eylem çağrısının her zamandevrimci sonuçlarla nihayete ermeyeceği tarihsel birgerçektir. Yazarların önerdikleri modelin sınırları, ya-zarların çağrısının yeni dönemin reformizmi olarak na-sıl şekilleneceğini açıkça gösteriyor. “İmparatorluğa”karşı direnişin talepleri, küresel yurttaşlık, toplumsalücret hakkı ve yeniden sahiplenme hakkıdır. Bu talep-lerin talep olarak (sonuncusu hariç, zira sonuncusu ta-lep olarak da ayrıca tartışmalıdır) reddedilmesinin po-litik bir karşılığı bulunmuyor. Bu yüzden bunlarla ta-lep olarak ilgilenmiyoruz. Ancak bu taleplerin ileri sü-rülebilme koşulu olarak “imparatorluk” varsayımınıkabul etmek olanaksızdır.

6. Negri ve Hardt’ın “imparatorluk analizinin” ye-ni bir sol “modernleşme kuramı” olarak değerlendiri-lip değerlendirilemeyeceği ucu açık bir sorudur.

7. “İmparatorluk” varsayımının bir diğer güçsüzyanı, ABD’ye yüklenen tarihsel işlevdir. ABD, “impa-ratorluğu” var kılan süper-güç, ve örnek olsun, disip-

301‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

linci ve endüstriyalist bir toplum olarak Japonya karşı-sında postmodern bir kontrol toplumu şeklinde öylebir betimlenmektedir ki, bizzat bu betimlemenin ken-disinin neden ABD politik düzeninin ve mevcut top-lumsal ilişkilerinin bir yüceltilmesi diye okunmayacağısorusu belirsiz kalmaktadır. Negri ve Hardt’ın böylebir soruya devrimci politik tutumlarını yanıt olarakgösterecekleri muhakkaktır ve kabul edilmeli ki, bubir yanıttır ama sorunun gücünü azaltmaz.

8. Burada uzun uzadıya analize tabi tutamayacağız:Dünyanın gündemini hâlâ işgal eden ve edecek olan“düşen uçaklar”la (11 Eylül) birlikte İmparatorluk’untemel tezi de çürümüş bulunuyor. Elbette, Negri veHardt’ın perspektifinden de bir yorum mümkündür;ama bu yorumun kaçamayacağı temel soru, emperyalhak olarak görünenin gerçekte tek kutuplu bir emper-yalist hegemonyadan gerçek bir fark içerip içermediği-dir.

Kanaatimizce, Hardt ve Negri’nin emperyalizminaşıldığına ilişkin varsayımları bu eylem ile çöktü. Çün-kü Bin Ladin pentagonu tetragon haline getirdiyse“imparatorluğun” bir merkezi olduğunu düşünüyor-du. Yoksa buna benzer eylemleri, yine emperyal ikti-dara karşı olmak üzere, kendi coğrafyasında ya da bucoğrafyaya yakın yerlerde yapması gerekirdi. Fakat, buvarsayımı çökerten Bin Ladin değil Bush oldu, herke-si Amerikan ulusal çıkarları için savaşa çağırdı, küre-sel hak adına değil! Varsayılan imparatorluğun merke-zinde, ABD’de bile ulusal çıkarlardan bu kadar çoksöz edilirken, emperyalizmin dışsallaştırılamamasın-dan (çünkü “imparatorlukta” dışsallaştırılabilir bir şeyyoktur) söz etmek, açık ki, düşmanı görünmez kılmak-tan başka bir şey değildir.

9. Sonuç olarak Negri ve Hardt, bir çok antikapi-talist gibi, kapitalizmin artık aşılması gerektiğine dairsamimi inançlarını bizimle paylaşıyor ve hatta bununiçin bazı yeni veriler de sunmaya çalışıyorlar. Ancakbundan bir yeni ‘68’den daha fazla ne çıkabilir? ‘68,artık kabul etmeliyiz ki, yeni solun devrimci eylemi fe-

302 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

tişleştiren reformizmi olarak yaşandı. Denilebilir ki,Negri ve Hardt’ın politik projesinden nihai olarak eli-mizde kalacak olan, yeni solun eylemi fetişleştiren re-formizminden başka bir şey olmayacak. Bunun, birfarz olmaması için ise, yazarlara iman ve dua bir yol.Elbette, duadan fazlası da mümkün.

Yazarların dediğine göre “imparatorluk” ou-topi-adır, yani olmayan-yer. Yani ütopya mevcut dünyadaolmayan bir yerdir. İlginçtir ütopyanın Eski Yunan-ca’daki kökenidir ou-topia. Bu anlamda “imparator-luk” ve İmparatorluk yazarlarının ütopyasıdır; gerçekdünyada ise maalesef hâlâ emperyalizm var. Dar anla-mıyla “metafiziğin” çalışma biçimlerinden birisi ger-çekte olmayan bir şeyin varolduğunu savlamaksa eğer,İmparatorluk bunu layıkıyla yapar, “devrimcilik” adı-na ve oldukça safdil bir iyimserlikle! Tarihsel materya-lizm ise gerçekler ve gerçekleştirilebilir olanlar ile coş-kusunu yitirmeyen bir soğukkanlılıkla gerçekçi bir şe-kilde uğraşır; günün modasına uyup dünyayı estetizeederek “hayaletler”le değil. Keşke yazarların ütopyasıgerçekleşmiş olsaydı: Dünya küreselleştikçe güzelleşe-cekti, eğer emperyalizm olmasaydı... Peki bu tablokarşısında biz ne diyoruz? Küreselleşme reformizminipolitik olarak tanımlamak ve onu rakip görmeden kar-şısına bir kez daha Komünist Manifesto ile çıkmak:“Yeni bir ‘68 hayaldir, Komünizm ise gerçek bir ola-nak!”n

303‹mparatorluk’un ‹yimser Metafizi¤i

Baudrillard, J. (1992) Sessiz Y›¤›nlar›n Gölgesin-de ya da Toplumsal›n Sonu, çev. O¤uz Adan›r, ‹s-tanbul: Ayr›nt›.

Callinicos, A (2001a) “Toni Negri in Perspective”,htpp://www.isj1text.ble.uk/pubs/isj92/callini-cos.htm, indirilme tarihi: 18.07.2002

Callinicos, A. (2001b) Postmodernizme Hay›r:Marksist Bir Elefltiri, çev. fiebnem Pala, Ankara:Ayraç.

Çelik, S. K. (2001) “Tarihsel Materyalizmi Yeni-den Düflünmek: Aç›k Marksizm, ‹liflkisel Yaklafl›mve Praksis”, Praksis,1, 183-223.

Derrida, J. , Olson G.A. ve Gale I. (1991) “ Jaqu-es Derrida on Rhetoric and Composition: A Con-versation”, Carbonsdale ve Enwardssville (der),Interviews: Cross-Disiplinary Perspectives onRhetoric and Literacy içinde, Southern Iliois Uni-versity Press, 124-141.

Eagleton, T. (1990) Edebiyat Kuram›, çev. EsenTar›m, ‹stanbul: Ayr›nt›.

Foster, J. B. (2001) “Imperialism and ‘Empire’”,http://www.monthlyreview. org/1201jbs.htm, in-dirilme tarihi: 11.06.2001

Hardt, M. ve Negri, A. (2001) ‹mparatorluk, çev.A. Y›lmaz, ‹stanbul: Ayr›nt›

Kumar, K. (1999) Sanayi Sonras› Toplumdan

Postmodern Topluma: Ça¤dafl Dünyan›n Yeni Ku-ramlar›, çev. Mehmet Küçük, Ankara: Dost.

Larrain, J. (1998) Tarihsel Materyalizmi YenidenYap›land›rmak, çev. S. Çeviker, ‹stanbul: Toplum-sal Dönüflüm.

Lenin, V.I. (1979) Emperyalizm, çev. Cemal Süre-ya, Ankara:Sol.

Lyotard, F. (1990) Postmodern Durum, çev. Ah-met Çi¤dem, Ankara: Ara.

M›s›r, M.B. (2001) “Bilgi, Bilgi Nesnesi ve BilgiSüreci ya da Marksizm Felsefesiz Olabilir mi?”,Praksis, 1 (3), 83-101.

Petras, J. (2001) “Emperyalizmin Kokusu”, Cos-mopolitik, 1 (1), 161-173.

Proyect, L. (2001) “Hardt-Negri’s ‘Empire”: A Cri-tique, Part One”, htpp.//csf.colorado.edu/pen-1/2001 II/msg03491.html, indirilme tarihi.18.07.2002

Sarup, M. (1995) Post-Yap›salc›l›k ve Postmoder-nizm, çev. Baki Güçlü, Ankara: Ark.

Went, R. (2001) Küreselleflme, çev. Emrah Dinç,‹stanbul: Yaz›n.

Wood, E.M. (2001) “Ulus Devlet Dünyas›nda Ka-pitalizm”, çev. Cosmopolitik, Cosmopolitik, 1 (1),103-112.

304 Mustafa Bayram M›s›r-Sinan Kadir Çelik

K a y n a k ç a