arsadaki cadir

16

Upload: top-yayincilik

Post on 29-Mar-2016

215 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

© Her hakkı saklıdır ve Top Yayıncılık Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketine aittir. Yazıları ve resimleri aynen veya değiştirilerek alınamaz ve yayımlanamaz.

TRANSCRIPT

Page 1: Arsadaki Cadir

9 786055 742386

ISBN 978-605-5742-38-6

Page 2: Arsadaki Cadir
Page 3: Arsadaki Cadir
Page 4: Arsadaki Cadir

Genel Yayın YönetmeniYunus Bekir Yurdakul

YazanNevzat Erkmen

ResimleyenAnıl Tortop

Grafik TasarımOzan Tortop

ISBN: 978-605-5742-38-6Sertifika No: 12172İzmir, 12.02.2010

Baskı: Özden Ofset Matbaacılık ve Ambalaj San. Koll. Şti.

© Her hakkı saklıdır ve Top Yayıncılık Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketine aittir.

Yazıları ve resimleri aynen veya değiştirilerek alınamaz ve yayımlanamaz.

Top Yayıncılık Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limitet Şirketi850. Sokak Nu. : 38/Z-1 Konak İZMİR - www.top.com.tr

Telefon: 90.232.4257963 Belgegeçer: 90.232.4459112

Page 5: Arsadaki Cadir
Page 6: Arsadaki Cadir

1930 yılında, anamın karnında parmak emmece oyunu oynuyordum. Zamanla bu oyundan sıkılıp dünyaya gelmeye ve daha iyi oyunlar oynamaya karar verdim. Bu kararımı 1931 yılında, İzmir’de uyguladım. 

Oyunlarım; Asansör İlkokulu’nda, Karataş Orta-okulu’nda, İnönü Lisesi’nde (Şimdi oraya Namık Kemal Li-sesi diyorlar)  ve İzmir İktisadi Bilimler Akademisi’nde sür-dü. 1955’te kazandığım bursla Queens College ve New  York Üniversitesi’nde pedagoji dalında master (M. A.) ve doktora (Ph. D.) çalışmaları oynadım, pardon yaptım.

Eğitimimi tamamlayınca Milli Eğitim Bakanlığının, Türkiye’de eğitim  reformları yapayım diye beni müsteşar fa-lan yapacağını sandıydım. İlahi! Çevremdekiler, “Pedagojiyi ne yapacaksın, işadamı ol!” deyince ben de işadamcılık oynamaya karar verdim.

(N’olmuş? Henüz özünü bulamamış insanlar bazen ken-dilerine aykırı oyunlar oynayabilirler.)

1963’te The Coca - Cola Export Corporation’un Türkiye’deki ilk elemanı olarak pazarlama ve yöneticilik oyna-maya başladım.

Tabii oyunun kurallarını öğrenmem için yeniden ABD’ye gitmem gerekti. Döndüğümde, genel pazarlama müdü-rü olarak şirketin; İstanbul, İzmir, Bursa, Ankara, Adana fabri-kalarının açılışlarını gerçekleştirdim. 

1972’de oyuncak değiştirip Turyağ AŞ’de pazarlama-dan sorumlu genel müdür yardımcılığı oynadım. Bir ara Alsan-cak  Rotary Kulübünü kuran “10 Altın Adam”dan biri seçilip kulübün astbaşkanı oldum. Sonra Schweppes’te genel müdürlük ve yönetim kurulu üyeliği oyunlarını da oynadım. Tam bu sıra-da içimden mızıkçılık yapmak geçti. “Çocuklara, kaliteli de olsa hep gazoz mu satacağım?” deyip işadamcılık oyunundan çıktım. 

1980’de Cumhuriyet gazetesine geçip Zekâ Oyunları kö-şelerini yönetmeye baladım. Uluslararası PEN Yazarlar Derneği üyesi, Dünya Zekâ Oyunları Federasyonu kurucu üyesi ve Tür-

Page 7: Arsadaki Cadir

kiye  temsilcisi oldum. En zevkli oyunlarımı, beyin olimpiyat-larında  Türkiye’ye dünya üçüncülüğü kazandırdığım Türkiye Zekâ Oyunları Kulübü ile oynadım. Sonra biraz da yayıncılık oynamaya  karar verip Söz Yayın Oyunajans’ı kurdum. Bura-dan insanlarla psikanaliz, anlambilim, Geştalt yaklaşımı, Don Juan’ın öğretileri ile zen, yoga, Taoculuk birikimlerimi paylaş-tım. 

Birkaç yıl önce yayınevimi ve Türk Beyin Takımı kap-tanlığını gençlere devredip Türk Beyin Takımı Onursal Kapta-nı oldum. Şimdi ne mi yapıyorum? Hâlâ oyun oynuyorum. 

Geçmişimdeki gibi... Geleceğimdeki gibi... Unutmadan, bu kitabı 1979’da yazdım. O günlerde

beni yakından ilgilendiren yaşamsal önemde iki konu vardı:Birincisi “çevre kirliliği”ydi.Çevre sorunları o zamanlar herkesin her gün konuştuğu

bir konu haline gelmemişti. Şimdi ne yazık ki geldi.Bilinçlendik... Ama geç kaldık.İkincisi de “ruh kirliliği”ydi.*Şimdi de birincisinden çok daha önemli olan  bu konu,

hâlâ çevre kirliliği kadar olsun gündeme gelmiş değil. Hiç değil-se bu konuda gerekli farkındalığı, dönülmez noktaya gelmeden kazanalım.

Ruh kirliliği... Ruh temizliği... Bu kitapta her iki türden yaklaşımları da görecek, hemen tanıyacaksınız. İlkiyle baş ede-lim, ötekini yayalım. Bu uğurda bireyin, ailenin, sorumlu herke-sin, bu kirliliğin bilincinde olması; eğitsel, sanatsal etkinliklerle ve en başta sevgiyle bu tutumu yayması gerektiğini görüyorum. 

3 Şubat 2010, LeventNevzat ERKMEN

Pedagog - New York ÜniversitesiM. A. ve Ph. D. Çalışmaları

* Kişiliğe, insanın “içsel çevresi” diye bakarsak bu alandaki sağlıksız yaklaşımlara da “ruh kirliliği” diyebiliriz.

Page 8: Arsadaki Cadir

6

Page 9: Arsadaki Cadir

1 FatoşFatoş yedi yaşında. Yoksa sekiz mi? Babası, sekiz

diyor. Annesi, yedi. Doğrusu, yedi yıl beş ay. Yani yedi buçuk. Fatoş bu yıl ikinci sınıfa geçti.

Fatoş’u gerçekçi bir insan olarak yetiştiriyor ana-babası. Çocuklarından sakladıkları pek bir şey yok. Örneğin Fatoş oyuncak istemiş yolda anababasıyla gi-derken.

7

Page 10: Arsadaki Cadir

“Dükkânlar kapalı bugün.” ya da “Kes zırıltıyı!” gibi sözler işitmiyor. Ya oyuncağı alıyorlar ona ya da “Bu ay bütçemizde oyuncağa para kalmadı.” diyorlar.

Anlıyor Fatoş.“Bütçe”nin ne olduğunu zaten geçen yıl sormuş-

tu.“Gelirimiz, yani kazandığımız parayla bu ay kira,

yiyecek, giysi, gezme, biriktirme dışında bir şey alama-yız.” demişlerdi. Ya da buna benzer şeyler...

Ama Fatoş da gereksiz şeyler istemez. Eskiden is-terdi. Okul onu değiştirdi.

Kimi şeyleri çocuklardan saklarlar ya; fazla açık-lamazlar ya... Örneğin tabutu, mezarı, ölümü, üremeyi, cinselliği, Allah’ı… Onlar saklamazlardı.

Çocuklar, şurası ne diye sorunca, mezar; içinde ne var dediklerinde, ölü derler; neden ölmüş deyince de, nedenini anlatırlardı...

Çocuklar, “Ben nasıl doğdum?” diye sorsa an-latırlardı. Annenin karnından da demezlerdi. Çünkü bebeğin bulunduğu yer karın değil, dölyatağıdır.

Yanlış öğrenmesin, derlerdi. Anatomi atlasından gösterirlerdi yerlerini. O nedenledir ki iskelet, kuruka-fa gibi şeyler onları korkutmuyordu.

8

Page 11: Arsadaki Cadir

2 CanFatoş’un kardeşi Can beş buçuk yaşında. Oyun-

cak istiyor her sokağa çıkışta. Almazlarsa huysuzlaşı-yor. Fatoş da sabırla gülümsüyor. Babası, Fatoş’a söyle-diklerini Can’a da yineliyor. Ama Can, laf değil oyun-cak istiyor. Bütçe sıkışıksa balonla geçiştiriyorlar. Ya da kendileri Can’la birlikte oyuncaklar üretiyorlar. Kimi zaman da Can amacına ulaşıyor. Pahalı bir oyuncak! Örneğin bir uzay gemisi seti. Robotlu, füzeli, kaptan-lı... Anne, babaya kızıyor: “Her dediğini yapmak şart mı bu yaramazın? Benimle çıkınca bir şey aldığımız yok!”

Oysa baba, kimi zaman eve geldiğinde anneyle sokaktan dönen çocukların ellerinde kitap, dergi ya da kimi küçük oyuncaklar görüyor.

O zaman baba, “İki yılı daha var Can’ın. Sonra o da Fatoş gibi doyum sağlamış olacak. Oyuncak istemek yerine resim yapacak, satranç oynayacak. Biliyorsun. Fatoş’un yaptığı gibi...” diyordu.

Bu tür konuşmaların birinde Can, babasının “doyum sağlayacak” dediğini işitip atılmıştı “Ben oyuncak mı yiycem babak!” diye.

Can sözcüklerle oynamayı seviyor. Babasına “ba-bak” diyor.

9

Page 12: Arsadaki Cadir

3 BabaBaba, Hüseyin Derin, fabrikada çalışıyor. Yöne-

tici. Can, babasına, fabrikada ne iş yaptığını sormuştu.“Yöneticiyim.” yanıtı yetmemişti Can’a.“Ama ne, ama ne?” diye üstelemişti sabırsızlana-

rak.Baba anlamıştı çocuğun soyut, yuvarlak laflar is-

temediğini. Anlattı:— Sabahleyin çalışma odama gidiyorum. Müşte-

rilerden gelen istekleri okuyorum. Onlara mal gönderi-yorum. Parasını alıp kasaya koyuyorum. Sonra parayı bankaya götürüyorum. Fabrika sahibine işlerle ilgili bilgi veriyorum...

Çoğu kimse, yaptığı işi böyle tanımlasa, aslında çok az iş yaptıkları ortaya çıkar. Ama bazı insanlar sa-yılamayacak kadar çok iş yaparlar. Bazıları da ikisinin ortasında. Can olsa, “Orta boy!” der. Ona göre büyük, küçük, orta boy; uzun, kısa, orta boy; uzak, yakın, orta boy; iyi, kötü, orta boy vardır. Aslında çok yerler var uç noktalar arasında. Uzunla kısanın arasında çok sayıda orta nokta var. Hem de çoooooook!

10

Page 13: Arsadaki Cadir

Babanın işine yakın olsun diye Rüstem Palas Apartmanı’nda oturuyor Derinler. Kirayla. Ayda 700 lira veriyorlar ev sahibi Rüstem Beypaşaoğlu’na. Rüs-tem Bey çok önemli onların yaşamında. Daha birçok-larının da. Hüseyin Derin, Rüstem Beypaşaoğlu’nun fabrikasında çalışıyor. Ondan aldığı aylığın 700 lira-sını onun yaptırdığı apartmanın bir dairesine veriyor. Buralarda her şey Beypaşaoğlu’nun. Fabrika onun, apartman onun, köşk onun, arsa onun... Daha doğrusu karısının. Ama Rüstem Bey, karısının malını kendisi-nin sayar. Yollar onun değil. Herkes oradan geçebilir. Üniversite onun değil. Başarıp girebilen orada öğrenim görür. Yol, üniversite halkın. Hava da halkın. Can bir gün bu tür bir konuşmayı dinlemiş, “Eveeet, hava hal-kın!” demişti.

Hüseyin Derin, işinden vakit buldukça çocukla-rıyla gezmeyi, onlarla resim yapmayı, okumayı seviyor. Onlara satranç, tavla öğretiyor. Kimi zaman da düşü-nüyor: “Neden yalnızca kendi çocuklarımla yapıyorum bunları?” diye. “İlgimi başka çocuklara da yönlendir-meliyim.” diye. O yüzden ara sıra Can ve Fatoş’la arsa-da gezerken karşı köşkte çalışan Fazıl Efendi’nin kızını da oyunlarına katmak istiyor. Arsada oynayan çocuk-lara da yaklaşmak istiyor. “Ama bunları çok az yapıyo-rum. Çok az!” diyor.

Bu çocuklarla toplu halde ilgilenecek bilgili genç-ler olsa!.. Onların güzel yerleri, araçları, gereçleri olsa!..

11

Page 14: Arsadaki Cadir

4 Metin DayıBu işi iyi yapan biri var. Çocuklara, yalnız ço-

cuklara değil, başkalarına da kendini çok iyi veren biri: Metin Dayı. Soyadı Saran. Can’ın dayısı. Fatoş’un an-nesinin biricik erkek kardeşi. Ankara Üniversitesi’nden buradaki üniversiteye gelmişti. Derinler hemen bu ak-rabalarına Rüstem Palas’taki kiralık çatı katını buldu-lar. Yoksa Rüstem Bey bekâra ev vermezdi. Hüseyin Derin olmasaydı arada... Çatı katının kirası 900 lira.

Can’la Fatoş ona “Metin Dayı” dedikleri için sokaktaki çocuklar da Metin Dayı derler. Büyükler de öyle. Üniversitedekiler “Metin Bey” diyor. Pro-fesör Kemal Kuram ona “Bay Saran” diyor. Rüstem Bey’se “Metin Bey” der. Köşk bekçisi Fazıl Efendi ile karısı Pakize Hanım, “Metin Bey evladım” diyorlar.

12

Page 15: Arsadaki Cadir

5 Bir Soyadı DeğişikliğiMetin, mahalleye yeni taşınmıştı. Gülten Derin

onun çatı katına yerleşmesine yardım ederken, “Eşya-nın yarısı kitap, bilgisayar, CD, nota, piyano, gitar; ya-rısı da yatak, masa, buzdolabı…” dedi.

“Böylesi daha iyi, taşınması kolay oluyor.” diye yanıtladı ablasını Metin.

Gülten sordu:— Kirayı verdin mi?— Altı aylık peşin, her yıl da yüzde on beş artış

var sözleşmede. Rüstem Bey akıllı adama benziyor.— Tefeci derler ona, çocuklar bile duvarlara

‘Tefeci Rüstem’ diye yazıyor. Biliyor musun, Zerrin Hanım’la nasıl evlenmiş? Kadıncağızın babası ve anne-si, köşkün ve bu yöredeki arazilerinin vergisini ödeye-mez duruma düşmüş; Rüstem Bey de kıza talip olmuş. Borçlarını ödemiş, nikâhı da kıymış. Üstelik kadının soyadını da almış. Daha etkili diye!

— İyi ticaret desene!— Öyle söyleme. Adam; akıllı, çalışkan. İki yılda

fabrika kurdu boş arsaya.— Bir de bu apartmanı dikmiş ha?— Diker, diker... Dedikoducu olmuşsun sen.

Ağzında bakla ıslanmıyor...— Aman sen de! Herkes yapar dedikoduyu.

Kendi yaptıklarını beğenmeyenler, hemen başkalarına

13

Page 16: Arsadaki Cadir

9 786055 742386

ISBN 978-605-5742-38-6