atlas haziran 2012
DESCRIPTION
faydalıTRANSCRIPT
A Y L I K C O Ğ R A F Y A V E K E Ş İ F D E R G İ S İ
GÖKSU
Uçan Delta
KÜÇÜK ANDAMAN
NEOTROPİKAL KELEBEKLER
Amerika'nın KanatlarıGAZİANTEP
Yerin Altındaki ŞehirMALATYA
Sırlar VadisiÇAPAR
Kaybolan Tekne
Yalnız Ada
GÜNCELLENMİŞTürkiyeKarayolları Atlası
EK 2012
ünyanın en prestijli otel gruplarından biri olan ve efsanevi hizmetleriyle uluslararası alanda ün kazanan Mandarin Oriental Hotel Group şimdi ilk defa Türkiye’de. Villa ve rezidanslardan oluşan “The Residences atMandarin Oriental” ve resort otel “Mandarin Oriental, Bodrum” bu eşsiz projenin birbirini tamamlayan parçaları.
Sunduğu lüks olanaklar ve ödüllü hizmetleriyle ünlü Mandarin Oriental, Göltürkbükü’nde, Akdeniz ve Ege’nin buluştuğu eşsiz Cennet Koyu’nda yeni bir dünyayı hayata geçiriyor... Yılın her mevsiminde her anın tadını çıkarabileceğiniz, her parçası en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş, binbir çeşit bitki ve zeytin ağaçlarıyla bezeli Akdenizli yeni bir yaşam stili hayat buluyor.
600 dönüm üzerine yayılmış üç özel plajı ve iki kilo-metrelik sahil şeridi boyunca yeşil ile mavinin buluştu-ğu bu eşsiz Cennet’te, dünyaca ünlü ödüllü mimarlar tarafından tasarlanan, Antonio Citterio imzalı 82 özel deluxe odası ve 20 suiti ile Mandarin Oriental, Bodrum yer alacak. Modern bir yaklaşımla, her çizgisi ustalıkla
yaratılan 116 rezidans ve her biri kendi havuzuna sahip 98 villa ile The Residences at Mandarin Oriental, Bodrum sofistike bir yaşama ev sahipliği yapacak. Her biri benzersiz bir manzaraya hakim, kişiye özel yaşam olanakları sunan villa ve rezidanslar Mandarin Oriental’in efsanevi hizmetleriyle Akdeniz’de lüks kavramı yeniden tanımlayacak.
Dünyanın farklı mutfaklarından en iyi lezzetleri bir araya getiren restoranlar, Uzakdoğu ve Akdeniz ruhunu yansı-tan hamam ve Spa ile Spa at Mandarin Oriental, ipeksi kumuyla özel plajlar ve geniş güneşlenme deckleri, göz alabildiğince uzanan bir doğayla bütünleşecek olanak-lardan sadece bazıları.
Turmepa/DenizTemiz Derneğinin çevre danışman-lığını yaptığı ve Astaş Holding tarafından geliştirilen The Residences at Mandarin Oriental, Bodrum, yüz bin yeni ağaç ve bir milyon bitkiyle zenginleştirilen rekreas-yon alanı ile de Akdeniz’in eşsiz Cennet’i olmaya devam edecek ve yeşil sertifikalı proje unvanına sahip olacak.
6 ATLAS HAZİRAN 2012
96Bengal Körfezi’ne kuzeyden güneye serpilmiş Andaman
Adaları’nın en uzak ve en güneyindeki parçası... Küçük An-
daman Adası, yerli halkı Ongeleri koruyamamış ama ıssız sa-
hilleri ve yağmur ormanlarıyla vahşi doğasını büyük ölçüde
saklamış.
128Yumuşak kireçtaşı kütlesi üzerinde yükselir Gaziantep şehri.
Yüzyıllar boyunca onun altı insanlar tarafından sabırla oyula-
rak işlikler, depolar, tüneller yapıldı; yerin dibinde yeni bir dün-
ya kuruldu. Mühendislik harikası bu sistemler 50 yıl öncesine
kadar yaşıyordu.
80Dik kaya duvarlarında yüzlerce mağara barındıran bir vadi... En
eski çağlardan beri insanların yaşadığı, şekillendirdiği, dehliz-
lerle birbirine bağladığı bu kaya barınaklar, geçmişe ilişkin pek
çok sırrı barındırıyor.
GÖKSU
için de ki ler
A Y L I K C O Ğ R A F Y A V E K E Ş İ F D E R G İ S İ
62Geyik Dağları’ndan doğup Taşeli yaylalarının sularını toplaya-
rak coşan, Toroslar’ı devasa kanyonlarla yara yara akışını sürdü-
ren, Türkiye’nin en verimli ovalarından Silifke Ovası’na bereket
saçan, nihayet Akdeniz’le kucaklaşan bir nehir.
www.kesfetmekicinbak.com
Görseldeki resim temsilidir. İnternet erişimi gereklidir. Bazı uygulamalar satın alınmalıdır.
Performansı bulunulan ortama göre değişiklik gösterebilir. Gösterilen LED ES8000 modelidir.
Smart TV ile geleceğin teknolojisini bugünden yakala!
Hareket Kontrolü Ses Kontrolü Yüz Tanıma
Samsung
www.samsung.com.tr
facebook.com/SamsungTurkiye
twitter.com/SamsungTurkiye
8 ATLAS HAZİRAN 2012
için de ki ler
Tü zel Ki şi Tem sil ci si ve Ya yın Di rek tö rü
Murat Köksal
Ya yın Da nış ma nı
Meh met Ya şin
Ya yın Yö net me ni (So rum lu)
Öz can Yük sek ([email protected])
Ya zı İş le ri Mü dü rü
Hü se yin Ke çe ([email protected])
Araş tır ma Editörü: Ke mal Tay fur ([email protected])İdari Müdür Yardımcısı: Naz lı Kurt ([email protected])
Görsel Yönetmen: Tunç Erkoç ([email protected])
Edi tor yal Ser vis
Fo toğ raf: Sinan Çakmak ([email protected])Araş tır ma: Mus ta fa Tür ker Er şen ([email protected])
Türkçe: İbrahim Baştuğ ([email protected])
Fo toğ raf Kurulu
Si nan Ana dol, Ali Mu rat Atay, Şeb nem Eraş, Umut Kaçar, İz zet Ke ri bar,
Ali Ethem Keskin, Za fer Kı zılka ya, Ufuk Sarışen, Cü neyt Oğuz tü zün,
Ha kan Öge, Gökhan Tan, Turgut Tarhan, Kerem Yücel
Yazı Kurulu
Gü ven Eken, Gü ne şin Ay de mir (Doğa), Ha san De mir bü ker, Ne dim Gür sel,
Selcen Küçüküstel, Oruç Tür ker Öz ger, Selcen Pirge, Tev fik Taş, Oktay Uludağ,
Tülay Zihli, Prof. Dr. Feza Tansuğ (Antropoloji), Gök han Tü re (Eks pe dis yon),
Prof. Dr. Tun cay Tay maz (Je ofi zik), Yard. Doç. Dr. Yıl dı rım Gün gör (Jeoloji),
Prof. Dr. Fa ik Yal tı rık, Cenk Dur muş kâh ya (Bo ta nik),
Doç. Dr. Nec mi Ka rul, Fü sun Ar man, Rüs tem As lan (Ar ke olo ji),
Prof. Dr. Ce ma let tin Taş kı ran (As ke ri Ta rih), Do ğa Der ne ği, Buğday Derneği,
Su al tı Araş tır ma la rı Der ne ği, WWF-Tür ki ye
Teknik Servis
So rum lu ve Say fa Ya pım: Ba ha dır Er şık
Kat kı da Bu lu nan lar
Sezar Atmaca, Ahmet Baytaş, Prof. Dr. Serdar Evren, Ali Yamaç
Marka Müdürü: Nihal Ayan
An ka ra Tem sil ci si: Er dal İpe ke şen
0 312 207 00 71 - 95
at [email protected] www.kes fet me ki cin bak.com
Yö ne tim
Genel Yayın Koordinatörü: Yeşim Denizel
Sa tış Di rek tö rü: Or han Taş kın
Fi nans Di rek tö rü: Di dem Ku ru cu
Üre tim Di rek tö rü: Ser vet Ka va soğ lu
Rek lam
Grup Başkanı: Viki Habif
Grup Baş kan Yar dım cı sı: Nil Er tan
Sa tış Koordinatörü: Emel Sönmez
Sa tış Mü dü rü: Tuğba Altınbaş, Ebru Elçi, Yonca Gönen
Tek nik Mü dür: Nus ret Kı rım lı oğ lu
Tel: 0 212 336 53 60 - 3 hat Faks: 0 212 336 53 90
Kurumsal İletişim Direktörü: Neslihan Sadıkoğlu
Re zer vas yon: Tel: 0 212 336 53 00 - 57 - 59 - Faks: 0 212 336 53 92 - 93
Ankara Reklam Bölge Temsilcisi: Sezinur Balıkçıoğlu Tel: 0 312 207 00 72 - 73
He def Say fa lar: Tel: 0 212 336 53 70 - Faks: 0 212 336 53 91
Maya Akar Center, Kat: 7 Büyükdere Cad. No: 100-102 34394
Esentepe/İSTANBUL
Yö ne tim Ye ri
Hür ri yet Med ya To wers, Gü neş li 34212, İs tan bul
Tel: 0 212 410 35 66 Faks: 0 212 410 35 64
Bas kı
Do ğan Of set Mat ba acı lık ve Ya yın cı lık A.Ş.
Do ğan Med ya Te sis le ri, Hoş de re Yo lu C Blok
34850 Esen yurt/İS TAN BUL Tel: 0 212 622 19 00
Da ğı tım: Yay sat A.Ş.
0 212 622 22 22
Ya yın Tü rü: Ye rel, Sü re li, Ay lık
© At las der gi si, Do ğan Bur da Der gi Ya yın cı lık ve Pa zar la ma A.Ş.
ta ra fın dan T.C. ya sa la rı na uy gun ola rak ya yım lan mak ta dır.
At las der gi si nin isim ve ya yın hak kı Do ğan Bur da Der gi Ya yın cı lık ve
Pa zar la ma A.Ş’ye ait tir. Der gi de ya yım la nan ya zı, fo toğ raf,
ha ri ta, il lüs tras yon ve ko nu la rın her hak kı sak lı dır.
İzin siz, kay nak gös te ri le rek da hi alın tı ya pı la maz.
DB Okur Hiz met le ri Hat tı: 0 212 478 0 300
okur hiz met le [email protected]
DB Abo ne Hiz met le ri Hat tı: 0 212 478 0 300
Faks: 0 212 410 35 12-13
abo [email protected] - www.doganburda.com
Pa zar ha riç her gün sa at 09:00 - 18:00 ara sın da hiz met ve ril mek te dir.
Ya yın cı
Do ğan Bur daDer gi Ya yın cı lık ve Pa zar la ma A.Ş.
İcra Kurulu BaşkanıMeh met Y. Yılmaz
EK
A Y L I K C O Ğ R A F Y A V E K E Ş İ F D E R G İ S İ
PANORAMA Fotoğrafın Her Boyutu 12
ATLAS RAPORU İklim Değişikliği ve Ormanlar 32
YER VE GÖK 5 Bin Yıllık Kan 36
ÇEVREN Canlıların Elektrik Şifresi 40
GEZGİNCE Morsalkımı Hatırlamak 44
FETİŞ Her Yerde Her Zaman Q3 148
SEN DE GİT Prag Yazı 150
MEKTUP İyi ki Seni Tanımışım 152
GECENAME Ateşten Yağmura 154
GÖKSUCÜNEYT OĞUZTÜZÜN
Haziran 2012
BÖLÜMLER
ÇAPAR
56Bizanslılar ona “paraskalmion” yani
kürekli tekne, Osmanlılar “palaşker-
me” diyor, Karadeniz’de ise “çapar”
adıyla biliniyordu. Ortaçağdan kalma
bu teknelerin son örnekleri Sinop yö-
resinde yok oluyor.
116Dünyada bugüne dek tanımlanmış
yaklaşık 18 bin kelebek türünün 8
binden fazlası burada yaşıyor. Bü-
yüleyici renk ve desenleri, taklit ve
kamuflaj yetenekleri, gizemli hayat-
larıyla kelebekler Amerika doğasının
en ilgi çekici sakinleri.
editör
10 ATLAS HAZİRAN 2012
[email protected]/ozcanyuksek
Sana bugün Çehov’dan söz edecek-
tim aslında, oyunlarındaki karakterle-
rin birer hayalet olarak yazarı ziyarete
geldiği, “Çehov Makinesi” adlı görkemli
bir oyuna gitmiştim. Ama taşınıyoruz.
Bir kuleden bir kuleye taşınmak üze-
reyken sesleniyorum sana. Güneşli’deki
kulelerden Mecidiyeköy’deki kulelere
gidiyoruz. Bir varmış bir yokmuş gibi.
Yollara, dünyanın ücralarına bu
kuleden çıkmıştık. Az gittik uz gittik.
Bir daha dönmemek üzere çıkıyoruz
artık, tarihi 30 yılı bulmayan kuleler de
yıkılıp gidecek.
Bugün son kez binadan içeri girer-
ken, insanlar merdiven başlarında, kapı
önlerinde, şurada burada hatıra fotoğ-
rafları çektiriyordu. O sırada fark ettim,
Atlas daha yokken Hürriyet yazı işle-
rinde birlikte çalıştığım, gözleri sonra-
dan kapanan arkadaşım Birol, ellerini
duvarlara sürte sürte yürümeye çalışı-
Taşlar Unutmazyor, kapıyı arıyordu. Hürriyet Medya
Towers’ın duvarları birkaç hafta sonra
yıkılacak ve en çok, gözleri görmeyen
Birol’un hafızasında kalacak.
Mukavva kutulara taşları koyuyo-
rum, özene bezene; Kaçkarlar’dan,
Andaman’dan, İzlanda’dan, Anado-
lu’nun orasından burasından, masa-
mın üstünü ve Atlas’ın küçük yerbi-
lim müzesini süsleyen taşları. Nasıl da
büyüleyici güzellikleri! Ellerimi üzerin-
de gezdiriyorum. İskender’in, Uğur’un
çantalarında taşıyıp bana verdiği,
Yıldırım’ın dağlardan getirdiği taşlar
da var. Taşlar unutmaz.
Şimdi buraya Anton Çehov’un haya-
letlerinden biri gelseydi birkaç güne
hayalete dönecek binaya. Şöyle deseydi:
Gitmeliyim ben. Hoşça kalın!
0850 2521010
Borusan Oto Adana - Mersin Tel: (0324) 615 06 15 454 15 15
Esila Otomotiv Tel: (0424) 247 62 42 Erenler Otomotiv Tel: (0342) 235 27 00 Ege Servis Tel: (0232) 461 17 65
Köprülü Oto Tel: (0332) 342 33 33 Borusan Oto Bodrum Nadir Otomotiv Tel: (0462) 334 04 04
12 ATLAS HAZİRAN 2012
panorama
Atlas’ın özel fotoğraf sayısı yine en iyi kareyi elde et-
menin yollarına, derginin fotoğrafçılarının sırlarına yer
veriyor. FotoAtlas bu kez de çarpıcı bir başlığa sahip: “3.
Boyut Fotoğrafçılığı”. Turgut Tarhan’ın hazırladığı dos-
yada bu özel tekniğin incelikleri anlatılıyor, üçboyutlu
fotoğraflara yer veren FotoAtlas ayrıca bu kareler için
üçboyut gözlüğü hediye ediyor. Havacılık fotoğrafçılığı,
ters ışık, tatilde fotoğraf, içerikte kontrast gibi konulara,
fotoğraf makinesi tanıtımlarına sahip FotoAtlas’ın eki ise
“Mimari Fotoğraf Nasıl Çekilir” kitabı.
FOTOATLAS
Fotoğrafın Her Boyutu
ÖZK
AN
ÜN
ER
panorama
Atlas Tarih dergisi, ikinci yaşını kut-
ladığı 2012 Haziran-Temmuz sayısın-
da Behice Tezçakar’ın “Nazi kampında
bir Türk kızı” röportajını kapak yap-
tı. Çıktığı ilk günden beri Atlas Tarih
yazarı olan İlber Ortaylı bu sayı için
“Osmanlı’da büyük şehre göç”ü kaleme
aldı. Osmanlı’nın kaderini değiştiren
Timurlenk, 93 gün tahtta kalan piya-
nist padişah V. Murad, sefere çıkama-
yınca İstanbul’u altüst eden denizciler,
Atatürk’ün imtihan ettiği Galatasaraylı
öğrenci, Direklerarası’nı kavuran kanto-
cu Peruz derginin bu sayısının konula-
rından bazıları. Ayrıca Nostradamus’un
Türklerle ilgili kehanetlerini, saray res-
samı Zonaro’nun atölyesinin nasıl soyul-
duğunu, Osmanlı argosunu, İstanbul’da
sinek avını, 40 gün 40 gece eğlenilen
ilk İstanbul festivalini merak ediyorsa-
nız hepsini Atlas Tarih’te bulacaksınız.
Derginin okurlarına hediyesi ise “Ma-
halle Mektebinden İlkokula” Osmanlı ve
Cumhuriyet yıllarında eğitim albümü.
İkinci Yıl Sayısı
Atlas Tarih’in bu
16 ATLAS HAZİRAN 2012
panorama
- Her katılımcı en fazla üç fotoğraf
gönderebilecek.
- Yarışmaya katılan fotoğraflar JPEG
formatında olmalı, uzun kenarı mini-
mum 3000 px uzunluğunda olmalı ve 4
MB’yi geçmemeli.
- Fotoğraflar üzerinde silme ve ekle-
me gibi müdahaleler yapılmamalı. Gere-
kirse seçici kurul fotoğrafın RAW dos-
yasını görmeyi talep edebilir; bu sağla-
namıyorsa güçlü şüphe üzerine fotoğrafı
yarışma dışı tutabilir.
- Son katılım tarihi 15 Kasım 2012.
- Yarışmaya Beşiktaş Belediyesi çalı-
şanları ve birinci derecede yakınları, At-
las çalışanları ve birinci derecede yakın-
ları ve seçici kurul üyeleri katılamıyor.
- Kazananlar Atlas İstanbul’un 2012
sonunda çıkacak sayısında açıklanacak.
çenin gündüz nüfusu 2 milyonu buluyor.
Beşiktaş farklı kültürlerden beslenen
İstanbulluların bir arada yaşadığı, üret-
tiği, hayatı paylaştığı bir merkez. Kısaca
Beşiktaş rengârenk! Yılda bir yayımlanan
özel sayı Atlas İstanbul ve Beşiktaş Bele-
diyesi, şimdi fotoğrafçılar için bu dünya-
nın kapılarını açıyor.
Yarışmanın ödülleri şöyle: Canon EOS 5D Mark III
Canon EOS 7D
Canon EOS 60D
Katılım şartları: - Yarışmacılar fotoğraflarının bulundu-
ğu CD ve DVD’yi şu adrese gönderecek:
Rengârenk Beşiktaş Fotoğraf Yarışma-
sı, Beşiktaş Belediyesi, Nispetiye Mah.
Aytar Cad. Başlık Sok. No: 1 Beşiktaş
İstanbul
Atlas İstanbul ve Beşiktaş Belediyesi,
İstanbul’un en güzel ilçelerinden biri-
ni konu alan bir fotoğraf yarışması dü-
zenliyor. “Beşiktaş Rengârenk Fotoğraf
Yarışması” amatör ve profesyonel bütün
fotoğrafçıları ilçenin renklerini, güzellik-
lerini keşfetmeye çağırıyor.
Beşiktaş İstanbul’un kültür, sa-
nat ve eğitim merkezi. Bebek, Arna-
vutköy, Kuruçeşme ve Ortaköy’üyle
Boğaziçi’nin en değerli bölgesi. Osmanlı
İmparatorluğu’nun Batılılaşma dönemi-
nin simge yapıları Çırağan, Yıldız, Dol-
mabahçe sarayları ve Ihlamur Kasrı ile
İstanbul’un tarih-kültür-mimarlık labo-
ratuvarı. Sekiz üniversitenin ve on bin-
lerce öğrencinin ev sahibi. İstanbul’un
ekonomi ve iş dünyasının tercihi de Be-
şiktaş; gece nüfusu 200 bine yaklaşan il-
Beşiktaş Rengârenk!
18 ATLAS HAZİRAN 2012
panorama
Tansiyonumuz Ölçüldü
Türk Hipertansiyon ve Böb-
rek Hastalıkları Derneği’nin, Sağlık
Bakanlığı’nın desteğiyle düzenlediği
“Türkiye’nin Tansiyonunu Ölçüyoruz”
kampanyası beşinci yılında Kırklare-
li, Edirne, Tekirdağ, Sakarya ve Düz-
ce’deydi. Son durak ise her yıl ol-
duğu gibi İstanbul’du. Kampanyada
100 binden fazla kişinin tansiyonu öl-
çüldü. Kampanyanın amacı, dünyada
her dört ölümden birinin nedeni olan
hipertansiyon konusunda bilinçlen-
me sağlamak. Dünyada 972 milyon,
Türkiye’de 18,5 milyon tansiyon has-
tası ciddi risk altında. Nüfusun yüzde
31’inin tansiyonu hayatı boyunca hiç
ölçülmemiş. Bilgi için:
www.turkiyenintansiyonu.org
Ders Zili ÇalıyorBuğday Derneği, 23-29 Haziran tarihlerin-
de Çamtepe Ekolojik Yaşam Merkezi’nde Yaşam
Okulu’nun 2012 programını uyguluyor. Katılım-
cılar yine doğanın işleyiş mekanizmasını, yeryü-
züyle kurduğumuz ilişkiyi mercek altına alıyor.
Yaşam Okulu, her gün artan tüketimimizi gözden
geçirmeyi öneriyor, tükettiğimizden fazlasını üre-
terek doğa ile yeniden bağ kurabileceğimizi sa-
vunuyor. Yaşam Okulu’nun katılımcıları program
süresince yaşamın yalın ve olağan döngülerini Kaz
Dağları’nın eteklerinde, derede, tarlada öğreniyor.
Yaşam Okulu bu yıl programına yeni konular ek-
ledi. Eğitmenler arasında Atlas’ın yayın yönetmeni
Özcan Yüksek de bulunuyor. Çamtepe Ekolojik Ya-
şam Merkezi, Çanakkale Küçükkuyu’da, Adatepe-
başı köyünde. Program, fiyat bilgisi ve katılım için:
www.camtepe.org
Yansımalar YansımalarrBensen Ünlüoğlu’nun
“Yansımalar” başlıklı fo-
toğraf sergisi 5-30 Ha-
ziran 2012 tarihlerinde
İstanbul Beyoğlu’nda-
ki ArkeoPera Sanat
Galerisi’nde gezilebilir.
Ünlüoğlu’nun dördün-
cü kişisel sergisinde 40
eser yer alıyor. Ağırlık-
lı olarak doğa, hayvan-
lar, zıtlıklar, yansımalar
ve mimariye yönelik fo-
toğraflar çeken Bensen
Ünlüoğlu izleyiciyi yine
yaşamın her anında giz-
lenen ayrıntıları birlikte
keşfetmeye çağırıyor.
Ayrıntılı bilgi için:
www.arkeopera.com/tr
20 ATLAS HAZİRAN 2012
panorama
İnternetPlatformu
Türkiye’nin en büyük eğitim
platformu olmayı amaçlayan
www.egitimnerede.com test ya-
yınına başladı. Araştırma süre-
cinden sonra yazılım ve tasa-
rım aşamasına geçen proje in-
ternette eğitimle ilgili her ko-
nuda bilgi vermeyi amaçlıyor.
Okul öncesinden üniversiteye,
doktora-master programların-
dan yurtdışı eğitime, iş dünyası
ve emeklilikte okunacak kitaba
kadar birçok başlıkta bilgi sağlı-
yor. Projenin tasarım ve strateji
süreci, 10 yıldır Doğa Koleji’nin
iletişim faaliyetlerini sürdüren
Gode İstanbul reklam ajansı ile
gerçekleştirildi.
Şebnem’e Köy DüğünüAtlas fotoğrafçısı Şebnem Eraş,
12 Mayıs 2012’de Buğday Derneği
Çamtepe Ekolojik Yaşam Merkezi’nde
Çağdaş Çelebi ile evlendi. Atlas
okurlarının özellikle “Berdel” ma-
kalesiyle hatırladığı Eraş’ın fotoğraf-
ları 1998’den beri Atlas sayfaların-
da yer alıyor. Şebnem Eraş, Buğday
Derneği’nin projelerinde belgesel fo-
toğraf çekmeye de devam ediyor. Ça-
nakkale, Küçükkuyu’ya bağlı Adate-
pe köyünde yapılan düğünde odun
ateşinde yemekler pişirildi, şerbetler
ikram edildi, nikâh şekeri olarak ada-
çayı ile doğal reyhan ve fesleğen to-
humları dağıtıldı. Şebnem ve Çağdaş’a
mutluluklar diliyoruz.
Doğaya ÖvgüFotoğraf sanatçısı Vedat Doker’in “Denizler… Karina’da Sonbahar” adlı ilk kişisel
sergisi İstanbul Sanayi Odası Oda Kule Sanat Galerisi’nde sanatseverlerle buluşuyor.
Doğanın güzelliğini, bir yandan da insanoğlunun onu nasıl hoyratça harcadığını konu
alan sergi 8-29 Haziran 2012 tarihlerinde gezilebilir. Mimar Vedat Doker’in sakin bir
sonbahar gününü anlatan sergisi doğaya bir övgü ve insana bir uyarı niteliğinde.
VE
DA
T D
OK
ER
panasonic.com.trfacebook.com/PanasonicTurkiyetwitter.com/PanasonicTRyakalavecek.com
Güçlü 20x optik zoomlu yeni Panasonic Lumix TZ30
ÖN SIRA SİZİN!Hayat bir sahne... Panasonic Lumix TZ30’un üstün kaliteli LEICA lensi sayesinde bu sahneye
22 ATLAS HAZİRAN 2012
panorama
ÇEKÜL Vakfı’nın doğa ve kültür de-
ğerlerini koruma mücadelesine afiş ta-
sarımlarıyla destek veren sanatçıların
çalışmaları, İstanbul’da Cihangir White
Mill Cafe’de 10 Haziran 2012 tarihine
kadar sergileniyor. Grafik tasarımın us-
talarını ve gençlerini buluşturan “Do-
ğal ve Kültürel Mirasın Grafik Yolculu-
ğu” isimli sergide çok sayıda afiş örneği
yer alıyor. ÇEKÜL’ün koruma hareketini
Türkiye’nin dört bir köşesinde geniş kit-
lelerle buluşturan afişler sulara, orman-
lara, eski konaklara, hanlara, endüstri
mirasına dikkat çekmişti. Sergi, geçmiş-
ten günümüze grafik dilindeki değişimi
gözlemlemek açısından da önemli bir
fırsat sunuyor. Bilgi için: www.whitemill-
cafe.com, www.cekulvakfi.org.tr
Anadolu’ya İki İyi HaberGeçtiğimiz günlerde Anadolu doğası iki güzel haber aldı.
Küre Dağları Milli Parkı, PAN Parks sertifikası almaya hak ka-
zandı. Ayrıca milli parkta uygulanan “Orman Koruma Alanları
Yönetiminin Güçlendirilmesi Projesi”, Rio+20 sürecinde en iyi
uygulama ödülü aldı.
Küre Dağları Milli Parkı için PAN Parks çalışmaları 2006’da
başladı. Denetmenler, Küre Dağları Milli Parkı’nın yabanıllığı,
sürdürülebilir turizm potansiyeli ile yöre halkı ve kamu ku-
rumlarının koruma, sürdürülebilir turizm uygulama süreçleri-
ne etkin katılımlarından etkilendiklerini belirtti ve raporlarını
PAN Parks Vakfı Yönetim Kurulu’na sundu. Yönetim kurulu
da 23 Nisan 2012’de üyelik kararı aldı. Küre Dağları Milli Par-
kı Türkiye’de ilk, Avrupa’da ise 13. PAN Parks sertifikalı ko-
runan alan oldu. PAN Parks (Korunan Alanlar Ağı Parkları)
Avrupa’ya özgü, bağımsız bir korunan alan sertifikalandırma
sistemi. Korunan alanda sürdürülebilir turizmin geliştirilme-
si yoluyla doğanın daha iyi korunmasını sağlamayı amaçlıyor.
Küre Dağları Milli Parkı’nda uygulanan Küresel Çevre Fonu
(GEF) destekli “Orman Koruma Alanları Yönetiminin Güçlen-
dirilmesi Projesi” ise “Rio+20 Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir
Kalkınma Konferansı”nda Türkiye’yi temsil edecek en iyi 25 uy-
gulamadan biri oldu. Proje, Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa
Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü, Orman Genel
Müdürlüğü, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP)
Türkiye Ofisi ve Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF-Türkiye)
ortaklığında uygulanıyor. Ayrıntılı bilgi için: www.kdmp.gov.tr
Deniz ve DönüşümModa ve sualtının renkli
dünyasının birleşmesinden
ortaya çıkan “Deniz ve Dö-
nüşüm” isimli fotoğraf ser-
gisi, Deniz Kırıcı imzasıyla
27 Nisan-9 Mayıs 2012 ta-
rihlerinde İzmir Büyükşe-
hir Belediyesi Çetin Emeç
Sanat Galeri’sindeydi. Ser-
gi, İzmir’de 2009 yılından
bu yana çalışmalarını sür-
düren İmbat Sualtı Görün-
tüleme Merkezi tarafından
düzenlendi. Atlas fotoğrafçısı Zafer Kızılkaya’nın çektiği karelerden et-
kilenen Deniz Kırıcı, denizin derinliklerindeki canlı çeşitliliğini, renkli
dünyayı zihninde tasarlayarak kıyafetlere dönüştürdüğünü ifade ediyor.
Daha sonra bu kıyafetleri model üzerinde sualtında fotoğraflayan De-
niz Kırıcı’nın moda fotoğrafçılığına ilgisi “Deniz ve Dönüşüm” projesini
ortaya çıkarmış.
Grafik Yolculuk
24 ATLAS HAZİRAN 2012
panorama
niş sazlıklarda yaşayan, “su bedevileri”
olarak adlandırılan topluluk, Birleşmiş
Milletler Çevre Programı Direktörü Ac-
him Steiner’e mektup gönderdi. Dicle
Nehri’nin Hasankeyf ve su bedevilerinin
ortak bağı olduğuna dikkat çekilen mek-
tupta Ilısu Barajı’nın bu bağı koparacağı
belirtiliyor. Mektup, kültür mirasını ve
doğayı tahrip eden Ilısu Barajı Projesi’nin
gözden geçirilmesini talep ediyor.
merkez. Hasankeyfli âlimler arasında en
ünlüsü ise sibernitik (robotik) mucidi
olarak kabul edilen El-Cezeri. Leonar-
do da Vinci’nin çalışmaları üzerinde bile
etkisi olduğu bilinen İslam âlimi ve mü-
hendisi Cezeri’nin mekanik hareketler-
den mühendislikte faydalanmayı işleyen
kitabı halen Avrupa’nın farklı müzelerin-
de sergileniyor.
Hasankeyf ’in İslam tarihi açısından
eşsiz bir öneme sahip olduğunun altı-
nı çizen Doç. Dr. Adnan Çevik, Ilısu
Barajı’nın sadece Hasankeyf ’i değil aynı
zamanda Türk İslam tarihinin Anado-
lu’daki izlerini de yok edeceğini söyle-
di. Doğa Derneği Hasankeyf Kampan-
ya Koordinatörü Dicle Tuba Kılıç da
Hasankeyf ’in her gün yeni bir özelliği-
nin keşfedildiğine dikkat çekti.
Hasankeyf ve Dicle Vadisi’ni tehdit
eden Ilısu Barajı Projesi’ne bir tepki de
Irak’tan geldi. Dicle Nehri’nin Basra Kör-
fezi ile buluştuğu bölgede oluşan ge-
HASANKEYF’E SADAKAT
Anadolu’nun Bilim YurduAtlas ve Doğa Derneği’nin desteği
ile Muğla Üniversitesi Öğretim Üyesi
Doç. Dr. Adnan Çevik’in Hazırladığı
“Hasankeyf Medeniyetlerin Buluştuğu
Başkent” adlı rapor Ankara Vakıf Eser-
leri Müzesi’nde gerçekleşen resepsiyonla
kamuoyuna açıklandı. Rapora göre Ha-
sankeyf, Anadolu’nun en erken İslam-
laşan yerleşimlerinden biri. Hz. Ömer
döneminde İslam orduları Suriye üze-
rinden Güneydoğu Anadolu’ya girmiş
ve bir yıl içinde birçok yerleşimle birlikte
Hasankeyf ’i de fethetmişti.
Hasankeyf ’te yok edilme tehlikesiy-
le karşı karşıya bulunan önemli İslam
eserlerinin başında Artuklu ve Eyyubi
dönemlerinden kalan camiler, külliyeler
ve Hasankeyf Köprüsü geliyor. Doç. Dr.
Adnan Çevik’in hazırladığı rapora göre
Hasankeyf ayrıca tıptan mühendisliğe,
tasavvuftan mimariye çok geniş bir yel-
pazede önemli şahsiyetler çıkaran ve bi-
limsel gelişmelere ev sahipliği yapan bir
FOÇA
Sualtında TemizlikDokuz Eylül Üniversitesi Sualtı
Sporları Topluluğu (DEÜ-SAT) faali-
yetlerini 2006 yılından beri sürdürü-
yor. DEÜ-SAT son olarak Foça Beledi-
yesi, Fishers, SSI ve CKC Divers Dalış
Merkezi’nin katkılarıyla “Foça Temiz
Deniz 2012” projesini gerçekleştirdi
ve Foça Küçükdeniz Limanı’nda sualtı
temizliği yaptı. Çalışma 12-13 Mayıs
2012 günlerinde düzenlendi ve önemli
miktarda cam, plastik, metal malzeme
çıkarılıp Eski Foça Meydanı’nda ser-
gilendi. Foça Belediyesi Çocuk Bakım
Evi’nden gelen küçüklere kirliliğin ne
kadar büyük bir tehlike olduğu göste-
rildi. Proje sualtını temizlemek kadar
kamuoyunun dikkatini denizlere çek-
meyi amaçlıyordu.
BELGESEL
Şahmaran Filmine Ödül
TRT Belgesel Ödülleri, 7 Mayıs 2012’de Lütfi
Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapılan tö-
renle sahiplerini buldu. Yönetmenliğini Kenan
Özer’in yaptığı “Yarısı İnsan Yarısı Yılan”, 140
yapımın yarıştığı Ulusal Amatör Kategori’de En
İyi Film seçildi. Atlas’ın Kayıp Masallar Projesi
kapsamında çekilen “Köse” filminin de yönet-
meni olan Özer, “Yarısı İnsan Yarısı Yılan”da
Anadolu’da “yılanların şahı” olarak bilinen Şah-
maran efsanesini konu alıyor. Görüntü yönet-
menliğini Özgür Oruç’un yaptığı, senaryosunu
Berna Köroğlu’nun yazdığı filmin kurgusu Ca-
ner Kayar’a, müzikleri ise Gökhan Tanacı’ya ait.
Belgesel, Ali Can Meydan’ın Şahmaran çizimleri
ve canlandırmalarıyla da dikkat çekiyor.
DE
Ü-S
AT
Efes Pilsen’in uluslararası yarışmalardakazandığı ödüllere bir yenisi daha eklendi.Efes Pilsen dünyanın en prestijli yarışmalarından iTQi Uluslararası Kalite Ödülleri’nde Üstün Lezzet Ödülü’nelayık görüldü.
43 yıldır Türkiye’nin damak tadını yakalayan Efes Pilsen’in lezzeti dünya standartlarındabir kez daha onaylanmış oldu.
Selection Mondial Paris1973 Monde Selection Bruxelles2006Roma 22. Bira ve Alkolsüz İçecekler Seçmesi1983
Golden Caraius 19. Caralious1979 Monde Selection Bruxelles2012Monde Selection Bruxelles1996Monde Selection Bruxelles1981 iTQi Uluslararası
Lezzet ve Kalite Ödülü
2012World Beer Cup1996Madrid Uluslararası Kalite Yarışması Monde Selection Bruxelles1983 2002efe
spils
en.co
m.tr
/// fa
cebo
ok.co
m/efe
spils
en //
/ twit
ter.co
m/efe
spils
en
DAMAK TADI
ÖDÜL ALDI.
26 ATLAS HAZİRAN 2012
panorama
Binlerce yıl öncesinden gelmiş bu miras
dozerlerle bir gecede yok edilebiliyor.
Höyüklerin belgelenip korunması bü-
yük önem taşıyor.”
KONYA
Höyük Üzerinde ParkKonya’nın Karatay ilçesindeki Aşkar
Höyük üzerinde “park ve sosyal donatı
alanı” kuruluyor. Çalışmalar geçtiğimiz
günlerde başladı. Selçuk Üniversitesi Ta-
rih Bölümü’nden Prof. Dr. Hasan Bahar,
inşaatın tamamlanması halinde en az 5
bin yıllık Aşkar Höyük’ün tamamen or-
tadan kalkacağı uyarısında bulunuyor.
Höyüğü 1997’de ilk tespit eden kişi olan
Prof. Dr. Bahar “Bu kuşkusuz kasti bir
müdahale değil ama projelerde yanlış
yer seçimleri arkeolojik miras üzerinde
geri döndürülemez hasarlar doğuruyor”
diyor. Aşkar Höyük’te henüz kazı yapıl-
madı ama yüzey çalışmaları höyüğün
geçmişinin İlk Tunç Çağı’na kadar gitti-
ğini gösteriyor. Kazılar belki de bu tarihi
daha da geriye çekecek. Prof. Dr. Hasan
Bahar şunları söylüyor: “Kültür Bakan-
lığı adına 1994 yılından beri Konya ve
Karaman illerinde yüzey araştırmaları
yapıyorum. Şimdiye kadar çok sayıda
höyük gözlemledim ama ne yazık ki
önemli bir kısmı zamanla tahrip oldu.
Sislerle Fırtına’nın Arasında
Kaçkar Dağları’nda doğa yürüyüşlerini başla-
tan isimlerden biriydi Savaş Güney; Alman eşiyle
Rize Çamlıhemşin’in Çinçiva köyüne yerleşmiş,
burada bungalovlardan oluşan Sisi ismini ver-
diği bir yer açmış, yerli yabancı birçok ziyaret-
çiye Doğu Karadeniz’in değerlerini tanıtmıştı.
Bir trafik kazasında 1993’te aramızdan ayrılan
Savaş Güney’in ardından bir müddet boş kalan
Sisi, şimdi oğlu Evrim Güney tarafından eski
günlerine döndürülüyor. Burada ekolojik tarım
yapan ve “şitaki” mantarı da üreten Güney, yolu-
nu Kaçkarlar’a düşüren gezginlere kapılarını açı-
yor. Eşi Gülcay ve oğlu Dersu’yla yaşayan Güney
çevirmenlik de yapıyor. Bilgi için: 464-653 30 29
28 ATLAS HAZİRAN 2012
panorama
ni hatırlattığını, bu parfümün doğallı-
ğından etkilendiğini söylüyor. Danny
Fuller’in yer aldığı kampanya çekimleri
de Oscar sahibi Kathryn Bigelow yönet-
menliğinde Hawaii’de yapıldı.
başladı, 15 yaşından itibaren hünerle-
rini geliştirebilmek için dünya çapında
seyahat etti. Fuller, büyük dalgalar ko-
nusunda uzmanlığıyla tanınıyor ve za-
manının çoğunu yeni büyük dalgaların
peşinde geçiriyor. Düzenli olarak büyük
sörf etkinliklerine katılan sporcu otistik
çocukların hayatlarını kolaylaştırmayı
amaçlayan Surfers Healing adlı organi-
zasyona da destek veriyor. Bu kuruluş
otistik çocuklara ücretsiz bir kampta
sörfle tanışma olanağı sağlıyor. Danny
Fuller ayrıca fotoğrafçı olarak üç kişisel
sergi açtı. Sporcu, Chanel’in de çalıştığı
isimlerden biri. “Allure Homme Sport
Eau Extreme”in ham limon ve baharat
kokularıyla kendisine Hawaii sahilleri-
Dalgaların ÜzerindeDalga, doğanın en büyük, karşı ko-
nulmaz güçlerinden biri. Sörf sporu
da insanı denizin bu hareketiyle bu-
luşturan, dünyanın birçok köşesinde
geleneksel olarak önem taşıyan bir et-
kinlik. Okyanusların pek çok köşesi
gibi Hawaii’de de kültürün önemli bir
parçası olan sörf, yüzyıllardan beri top-
luluğun her ferdi tarafından yapılıyor,
insanın doğayla kurduğu ilişkide rol
oynuyor. Danny Fuller, bu mirastan
beslenen isimlerden biri. Profesyonel
bir sörfçü ve fotoğrafçı olan Fuller mo-
dellik de yapıyor ve adını hayır çalışma-
larıyla duyuruyor. Hawaii, Hanalei’de
doğup büyüyen Fuller beş yaşında sör-
fe, 10 yaşında yarışmalara katılmaya
30 ATLAS HAZİRAN 2012
panorama
Atlas dergisi ve Doğadan, bu yıl da özel bir çay hasadı turu düzenliyor. 9-10
Haziran 2012 tarihlerinde gerçekleştirilecek “Atlas ve Doğadan Çay Hasadı
Turu”nda katılımcılar yeşil yaprağın demli keyfe dönüştüğü çay diyarı Rize’de
taze çay kokusuna ve hasadın coşkusuna tanıklık edecekler. Doğu Karadeniz’in
yeşil yamaçlarına gidip bu özel lezzetin hikâyesini dinleme fırsatı bulurken ben-
zersiz Doğadan’ın ve geleneksel lezzetin sırlarının kapısını açacaklar. Sınırlı sa-
yıda başvuru kabul edilecek tur hakkında bilgi ve katılım için:
www.kesfetmekicinbak.com
“Atlas ve Doğadan Çay Hasadı Turu” katılımcıları, Rize Gündoğdu’da “Doğa-
dan Çayda İkinci Hayat Fabrikası”nı gezerken Ayder Yaylası’nda yöresel ikram-
larla karşılanacak. Çayeli’de ise hasat keyfi yaşayacak olan katılımcılar, coşkulu bir
yayla şenliğinin de yer aldığı programla çayın bahçeden soframıza uzanan öykü-
sünün ayrıntılarını ve çay kültürünün inceliklerini keşfedecek.
Doğadan Gizli Bahçe’de Hasat Coşkusu
Atlas ve Doğadan’ın geleneksel olarak düzenlediği çay hasadı turu bu
yıl, 9-10 Haziran 2012 tarihlerinde Rize’de tekrar gerçekleştiriliyor.
Katılımcılar, yörenin doğal güzelliklerini ve lezzetlerini keşfederken çay
toplama çoşkusunu yaşayacaklar.TU
RG
UT T
AR
HA
NY
. G
ÜN
GÖ
RY
ILD
IRIM
GÜ
NG
ÖR
32 ATLAS HAZİRAN 2012
atlas raporu
şansımız yok. Tutsaklık sürecinde tera-
pi amaçlı kullanıldıklarından, insanlar
ile yüzmek için stimüle edildiklerinden,
salındıktan sonra insanlar ile etkileşime
girme isteği görülebilmekte. Salınmadan
sonraki ilk birkaç ay insanlardan uzak-
laşma ve yunusların denizin üzerinde-
ki dünyadan ziyade, altındaki dünyaya
odaklanmaları için kritik bir dönem ve
herkesin seferber olması gerekiyor.
Yunusları herhangi bir koyda ya da
sahilde gören kişilerin öncelikle sakin
davranması, dikkat çekmemesi, uzaktan
gözlem yapması ve çekebiliyorlarsa fo-
toğraf ve video çekip bizlere ulaştırması
ve işbirliğine girmesi Tom ve Misha’nın
doğaya tutunabilmesi için en büyük kat-
kı. Bunun yanında kesinlikle etkileşime
girmemelerini, birlikte yüzmemelerini
veya beslemeye çalışmamalarını özellikle
herkesten rica ediyoruz.
Bilgi için: www.bornfree.org.uk
İhbar hattı: [email protected]
Yazının tamamı için:
www.kesfetmekicinbak.com
tants, LLC’den Jeff Foster gönüllü ola-
rak yunus rehabilitasyon ekibine destek
verdi. Gökova Yelken Kulübü’ne 1 Eylül
2011’de getirilen Tom ve Misha, daha
korunaklı yeni evlerinde de rehabilitas-
yona hızla devam etti.
Tom ve Misha’nın doğaya adaptas-
yon sürecinde koyduğumuz tüm hedef-
lerimize ulaştık. Doğada kaybetme ih-
timallerini göz önüne alarak ekstra kilo
kazandırdık. En önemli süreç olan canlı
balık yakalama eğitimlerini de tamamla-
dıktan sonra her iki yunus da maratona
hazırdı. Uzman ekipler eşliğinde yaptı-
ğımız işaretleme işleminden, yani uydu
ve VHF antenlerini, ayrıca mikroçiple-
rini de taktıktan sonra 9 Mayıs 2012 ta-
rihinde her ikisini de doğaya saldık. İki
yunusu da özgürlüklerine kavuştukları
günden bu yana uydu takip sistemi ile
izliyoruz. Ayrıca proje çerçevesinde kul-
landığımız teknemiz ile de nereye gider-
lerse peşlerinden biz de gidiyoruz.
Rehabilitasyon sürecinde her iki yu-
nusa da doğada hayatta kalmaları gere-
ken kondisyonları ve yetileri kazandır-
dık. Fakat ne yazık ki hafızalarını ve altı
yıllık tutsaklığın izlerini silme gibi bir
YAZI: Z. DERYA YILDIRIM*
Tom ve Misha, 2006 yılında yakala-
nıp esaret altına alınan ve son 20 aylık
süreçte Born Free Vakfı tarafından do-
ğaya salmak üzere rehabilite edilen iki
adet Afalina ırkına ait erkek yunus. Ar-
tık özgürler ve kendilerine verilen ikinci
şansın keyfini engin maviliklerde çıka-
rıyorlar.
Hikâyeleri 2006’da Tarım Bakanlı-
ğı izni ile yakalanıp Kaş’taki bir gösteri
merkezinde tutsak edilmeleri ile başlı-
yor. Türkiye’nin birçok yerinde Ağus-
tos 2010’da farklı grupların protesto ey-
lemleri sayesinde, tutsak yunuslar ile
ilgili bilinç oluşmaya başladı. Yaklaşık
bir ay süren resmi yazışmalar sonu-
cunda 5 Eylül 2010’da yunuslara Sualtı
Araştırmaları Derneği (SAD) ve mer-
kezi İngiltere’de bulunan Born Free Fo-
undation (BFF) tarafından el konuldu.
Karaca’da bulunan SAD-Deniz Canlıları
Rehabilitasyon Merkezi’ne (DCRM) ge-
tirildiler. Bu, yunusların özgürlüğü için
atılmış çok büyük bir adımdı fakat he-
nüz yolun başıydı. Esaret altında açlık
ile terbiye edilen, ayrıca bulundukları
ortam koşulları sebebi ile stres altında
olan yunuslar, olmaları gereken kilonun
oldukça altındaydı. En önemlisi ise do-
ğada hayatta kalmaları için gerekli olan
en önemli yetiyi kaybetmişlerdi. Avlan-
mak! Canlı balık yemek!
Rehabilitasyon merkezine getirilen
Tom ve Misha sıkı bir beslenme ve ant-
renman programına alındı. İlk zaman-
larda dondurulmuş Norveç uskumru-
su dışında hiçbir balığı kabul etmeyen
Tom ve Misha, zamanla hamsi, sar-
dalye, tirsi, kalamar, sarpa, kefal gibi
yerel balık türlerine alıştırıldı. Deniz
memelisi uzmanları Harbour Branch
Oceanographic Marine Mammal Rese-
arch and Conservation’dan Stephen D.
McCulloch, Marine Research Consul-
TOM VE MISHA
Engin Maviye Dönüş
G.
PA
RS
ON
S
34 ATLAS HAZİRAN 2012
atlas raporuSEYHAN HAVZASI
İklim Değişikliği ve OrmanlarDoğa Koruma Merkezi ve Adana Or-
man Bölge Müdürlüğü, 2010 ve 2011
yıllarında Birleşmiş Milletler Binyıl Kal-
kınma Hedefleri Fonu desteğiyle “Sey-
han Havzası’nda Orman Ekosistemleri-
nin ve Ormancılığın İklim Değişikliğine
Uyum Sağlaması Projesi” yürüttü. Proje
kapsamında Seyhan Havzası’nda bulu-
nan ormanların iklim değişikliğinden
nasıl etkileneceği tespit edildi. Çalışma-
nın ilk aşamasında bölgedeki karaçam,
kızılçam, göknar ve sedir ormanlarının
dağılımları haritalandı. Ardından Birleş-
miş Milletler iklim uzmanları tarafından
ortaya konan iklim senaryoları kullanı-
larak bu orman türleri için gelecekteki
yaşam ortamı uygunlukları tespit edil-
di. Sonuçlara göre Seyhan Havzası’nda-
ki kızılçam ormanlarının bugün bulun-
duğu bölgelerin yüzde 56,2’lik bölümü
2050’de artık kızılçamların yaşaması için
uygun olmayacak. Bu oran karaçam için
yüzde 68,5; göknar için yüzde 85,7; sedir
için yüzde 93,1.
Seyhan ormanlarını bekleyen bu de-
ğişimleri en az zararla atlatabilmek için
ağaç türlerinin daha uygun yerlere göç
etmesini desteklemek ve bu süreci kı-
saltmak için “yardımcı göç” mekanizma-
ları kurmak gerekiyor. Ayrıca hem bitki
hem hayvan türlerinin göç mekanizma-
larını incelenip bariyerler kaldırılmalı,
koridorlar oluşturulmalı. Doğa Koruma
Merkezi Genel Müdürü Dr. Uğur Zey-
danlı, Orman Genel Müdürlüğü’yle bir-
likte gerçekleştirdikleri projenin uygula-
maya geçirilmesinin, Türkiye ormanla-
rının geleceği için umut verdiğini söylü-
yor. Ayrıntılı bilgi için: www.dkm.org.tr
Antik Kente Komşu Çöplükİzmir iline bağlı Ödemiş, Beydağ ve Kiraz ilçelerinin
çöplük alanı antik Neikeia kentinin bitişiğine ve İzmir 2
Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun
belirlediği 1. derecede sit alanının hemen sınırına kurulu-
yor. Ödemiş Belediyesi’nde 5 Mart 2011 günü yapılan ihale
ile çalışmalar başlatıldı. Çevredeki kaya mezarlarından an-
laşılacağı üzere kentin kuruluşu İÖ 7. yüzyıla, Lydia Krallı-
ğı dönemine kadar uzanıyor. Kent yüksek bir tepenin batı
yamacında teraslar halinde inşa edilmiş. Yaklaşık altı, yedi
bin kişilik tiyatrosu, önemli kamusal yapıları, kiliseleri, sar-
nıçları, büyük bir alanı kapsayan nekropolüne ilişkin ka-
lıntılar ile antik maden ocakları geniş bir sahaya yayılıyor.
Küçük Menderes Havzası’nda çok fazla antik kent ka-
lıntısı yok. Olanların çoğunun üzerine de modern kasaba-
lar kurulu. Arkeolog eli değmemiş ve tüm Küçük Mende-
res Havzası için gelecek vaat eden en uygun eski eser alanı,
Ephesos’un 70 kilometre kadar doğusundaki Neikeia. En
fazla 10 yıllık bir kapasiteye sahip bu çöplük alanı kurula-
cak olursa antik dönemin son derecede ilgi çekici bir ma-
denci kenti büyük yara alacak.
Çöplük olarak belirlenen alan Kurtuluş Savaşı açısın-
dan da önemli. Gökçen Hüseyin Efe, 21 Kasım 1919 günü
Yunan ordusuna karşı bu sırtlarda cephe kurmuş ve şehit
düşmüştü. Mezarı da 1971’de Kaymakçı beldesine taşına-
na değin burada kalmıştı. Şehit olduğu siperlerde kayalara
kazılmış ay yıldız işareti hâlâ duruyor.
Maldivler Seyşeller Mauritius
emirates.com.tr
Hint Okyanusu’nda 3 noktaya897 €’dan başlayan fiyatlarlamerhaba deyin.Emirates ödüllü hizmet anlayışı ve 120 dil konuşabilen ekibi ile Hint Okyanusu’nda 3, dünyada ise 120’den fazla noktaya uçuyor.
Merhaba Hint Okyanusu
36 ATLAS HAZİRAN 2012
yer ve gök
Çünkü diğer araştırmacılar yaklaşık 20
yıl boyunca çalışmış, ancak herhangi
bir iz tespit edememişti. Bulduğumuz
alyuvar hücreleri dünyanın en eski kan
örneği aynı zamanda. İlk defa bu kadar
kesin bir bulguya ulaşıldı.
Ötzi’nin 5 bin yıllık kanı bize bugüne
kadar bilmediğimiz neyi anlatıyor?
En önemlisi, kan hücrelerinin en
azından 5 bin yıldan fazla bir süre hayat-
ta kalmayı başardığını öğrendik. İkincisi
Ötzi’nin kırmızı kan hücreleri modern
insanınkilerle tamamen aynı. Böylece
Kalkolitik çağ alyuvarlarının neye ben-
zediğini gördük. Orak hücreli anemi gibi
herhangi bir hastalık izine rastlamadık.
Araştırmamızda nanoteknolojik aletlerle
çalıştık. Kullandığımız atomik kuvvet
mikroskopunun gelecekte adli olay yeri
incelemelerinde, kan lekelerinin yaşını
belirlemekte kullanabileceğini düşünü-
yoruz. Bu mikroskopu kullanarak kır-
mızı hücreleri görünür hale getirdik ve
elastikiyetini ölçmeyi başardık. Modern
insanın alyuvarına göre daha elastik
olduğunu ve kanın pıhtılaşmasını sağ-
layan bir proteini de tespit ettik. Bu
da Ötzi’nin yaralanmadan hemen sonra
öldüğünü gösteriyor.
İtalya Alpleri’nde 1991’de bulunan 5
bin 300 yıllık mumya Ötzi’de kan kalın-
tısı tespit edildi. Bu mumyanın öyküsü
geçtiğimiz yıllarda Atlas’ta da yer almış-
tı. “Buz Adam” olarak da bilinen Ötzi
dünyanın en eski doğal mumyalarından
biri. Yani müdahale edilmeden, buzun
içinde kalarak günümüze kadar ula-
şan ender mumyalardan. Ötzi’nin keçi
derisinden kıyafeti, çalılardan yapılmış
başlığı ve okları da yanı başında bulun-
du. Mumya üzerinde 20 yıldır çalışan
uzmanlar bugüne kadar ölüm nedeni,
son yemeği gibi birçok bilgiye ulaştı.
Ancak ilk defa Mumya ve Buz Adam
Enstitüsü’nden Prof. Albert Zink ve
ekibi alyuvar hücreleri bulmayı başardı.
Zink, Atlas dergisinden Tülay Zihli’nin
sorularını e-posta ile yanıtladı.
Öncelikle, kaç yıldır Ötzi üzerinde
çalışıyorsunuz? Ötzi dünya tarihinin en
eski kan örneği mi barındırıyor?
Omzunda ve sağ elinde yara kesiği
tespit ettiğimiz 2003 yılından beridir
Ötzi ile çalışıyorum. Mumya ve Buz
Adam Enstitüsü de 2007’de kurul-
du. Yara izi ölmeden birkaç gün önce
olmuştu. Çalışmaya başladığımda kan
kalıntısına rastlama umudum yoktu.
5 Bin Yıllık Kan
Ege Üniversitesi Gözlemevi
Uygulama ve Araştırma Merkezi,
1997 yılından beri her yıl “Ama-
tör Astronomlar Yazokulu” yeni
adıyla “16. Amatör Astronomlar
Bilim-Eğitim Kampı” düzenliyor.
Bu yılki kamp 25 Haziran – 28
Temmuz 2012 tarihleri arasında
5 dönem yapılacak. Katılımcılara
gökyüzü ve gökcisimleri tanıtı-
lacak, gözlediğimiz gökolayları,
evrenin yapısı, yaşam olasılığı gibi
konular tartışılacak; sunumlar,
projeler, söyleşiler, geziler ve gece
gözlemleri yapılacak. Konakla-
ma ve dersler İzmir’in güneydo-
ğusunda 630 metre yükseklikteki
tepe üzerinde kurulu olan göz-
lemevinde olacak. Ayrıntılı bilgi
için: http://astronomi.ege.edu.tr/
gozlemevi
Evren Sizi Bekliyor
38 ATLAS HAZİRAN 2012
yer ve gök
Kırklareli Arı Yetiştiricileri Birliği
Yönetim Kurulu Başkanı Rıdvan Ulus,
Atlas dergisine şu açıklamada bulundu:
“Arı ölümleri her yıl yaşanıyor. Kaybımız
yılda yüzde 10 civarındadır. Bu yıl ise
arıların yüzde 40’ını kaybettik. Bunun
nedenlerinden biri de tarım ilaçları. Tarım
alanlarında arıcılık yapılması zorlaştı.
İlaçlar arıların bağışıklık sisteminin de
çökmesine neden oluyor. Çevrede yeterli
arı yoksa arıların ölmesi ile tarımda da
yüzde 36 verim kaybı oluyor. Arıcıların
uğradığı zarar maalesef karşılanmıyor.
Çünkü arılar resmi olarak sigorta kapsa-
mına alınmıyor.”
Namık Kemal Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü
Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Devrim
Oskay da arı ölümleri ile ilgili sorularımı-
zı ayrıntılı şekilde yanıtladı.
Tarım ilaçlarının fazla dozda kullanıl-
ması arılarda nasıl bir etki yaratıyor? Sağ
kalanlar da etkileniyor mu, nasıl?
Tarım alanlarında zararlılara karşı
böcek ilacı, hastalıklara karşı fungisit
(mantar ilacı) ve yabancı otlara karşı her-
bisitler (yabancı ot ilacı) kullanılıyor. Bu
kimyasallar birlikte kullanıldıklarında
arıları böcek ilaçlarından daha da fazla
etkiliyor. Tarım ilaçları, arıların ölmesine
neden oluyor. Etkisi düşük düzeyde olan
kimyasallar ise vücutlarına bulaşarak arı
ürünlerine geçiyor. Bu da arıların yaşam
süresini kısaltıyor, bağışıklık sistemleri-
ni zayıflatarak hastalıklara karşı direncin
azalmasına neden oluyor. Arılardan elde
edilen ürünlerle insanlara geçen bu kim-
yasallar ise kanser yapıcı özellik taşıyor.
Bütün bu nedenlerden dolayı tarımda
TRAKYA
Arılar Yok Oluyor
kimyasallar yerine kültürel mücadele ve
ıslah çalışmalarına hız verilmeli.
Üniversitenizin laboratuvarında ölen
arıların incelenmesi tamamlandı mı?
Laboratuvarımızda canlı ve ölü arı
örnekleri üzerinde yaptığımız inceleme-
lerde yoğun miktarda Varro’a zararlısına
ve Nosema hastalığına rastladık. Nose-
ma türünü tespit etmek için moleküler
biyoloji teknikleri kullanacağız. Yüksek
koloni kaybı yaşayan işletmelerle yaptı-
ğımız anket çalışmasında, arıcıların Ege
Bölgesi’nden koloni satın aldıkları ve
bunları Trakya bölgesinde kışlattıkları
ortaya çıktı. Bölge ekolojisine adapte
olmamış farklı balarısı ırklarının kul-
lanılması kolonilerin hastalanmasına
ve kayıplara neden oluyor. Bölümü-
müz Trakya ve Muğla’da o bölgelerin
yerli balarılarıyla hastalık ve zararlılara
dirençli balarısı hatları oluşturmak için
yapay tohumlama tekniğini kullanarak
ıslah çalışmaları yapıyor.
Arı ölümlerinde iklim değişimlerinin
de bir etkisi var mı?
İklim değişimleri yalnız balarılarını
değil ekosistemimizi de tehdit ediyor.
Balarıları sıcaklık 14 derecenin altına
düştüğünde kovanlarında kış salkımı
oluşturur. Dışarısı ne kadar soğuk olursa
olsun bu salkımın ortasındaki sıcaklık
32 derecede sabit tutulur. Arılar ilkbahar
ve yaz boyunca biriktirdikleri balı kışın
yiyerek, uçuş kaslarını titreterek ısı üretir-
ler. Kış salkımının dışında kalan, üşüyen
arılar iç kısma geçerek ısınır. Salkımın
içindeki arılar bu şekilde hareket halin-
dedir. Ergin işçi arıların ömrü yaz ayla-
rında 42 günken kış aylarında dışarıda
çalışmadıkları için 6 aya kadar uzar. İklim
değişimleri nedeniyle kışın ortasında
10-15 gün bahar havası yaşanıyor. İşte bu
dönemlerde sıcaklık 14 derecenin üstüne
çıktığından arılar baharın geldiğini sana-
rak kış salkımlarını bozar, yiyecek bulma
amacıyla dışarıda uçmaya başlarlar. Yiye-
cek olmaması işçi arıların hayat sürelerini
kısaltır. Kışın ortasındaki aldatıcı havalar
kolonilerin ölmesine neden olur.
Arılar nektar ve polen kaynağı olarak
kullandıkları çiçekleri ulturaviyole ışın-
ları yardımıyla bulur. Ozon tabakasının
incelmesi Dünya’ya Güneş’ten gelen bu
ışınların dalga boylarının değişmesine de
neden oluyor. Bu değişiklik de arıları
olumsuz etkiliyor. Yine ilkim değişimle-
ri sonucu bazı bitki türleri yok olurken
diğerlerinin de çiçeklenme dönemleri
değişiyor. Ayrıca iklim değişimleri bala-
rısı hastalık ve zararlılarının etkisini de
arttırıyor. Bütün bu olumsuz etkileri
ortadan kaldırmak için kültürel, biyolojik
ve ıslah tekniklerinin daha yaygın kulla-
nıldığı yeni üretim modellerine ihtiyacı-
mız var.
Arılar çiçeklerin döllenmesini sağlayarak tarım üreticilerine büyük fayda
sağlıyor. Ancak bilinçsiz ilaç kullanımı ve küresel ısınma Trakya’da toplu arı
ölümlerine yol açtı; 127 bin arı kolonisinden 41 bin 750’sinin öldüğü bildirildi.
40 ATLAS HAZİRAN 2012
çevren
Birçok hayvan türünde vücudun ek-
silen bazı kısımları yeniden büyüyebi-
liyor. Zebrabalığının yüzgeçleri, hatta
omuriliği bile yenileniyor. Yassı solu-
canlar (Turbellaria), ortadan ikiye bö-
lündüklerinde parçaların eksikleri ta-
mamlanıyor ve ortaya iki ayrı birey çıkı-
yor. Yakın geçmişte PLoS Biology’de ya-
yımlanan bir araştırmaya göre Botrylloi-
des leachi türü tunikatın (basit bir deniz
canlısı) yalnızca bir damar parçasından
bile yeni bir tunikat meydana geliyor.
Semenderin göz, kulak, bacak gibi
birçok organı tekrar oluşabiliyor. Geor-
getown Üniversitesi’nden Doç. Dr. Jag-
meet Kanwal ve Dr. Karen Shanor, yeni
basılan kitaplarında nörobilimcilerin
semenderin beynini çıkarıp parçaladık-
BR
OC
KE
N IN
AG
LO
RY
Canlıların Elektrik ŞifresiBilim insanları vücuttaki her organın oluşumu için belirli bir voltaj aralığının,
yani bir “elektrik şifresinin” bulunduğunu düşünüyor. Özel elektrik sinyalinin
sağlanmasıyla gelecekte eksik vücut kısımlarının yenilenmesi bile sağlanabilir.
42 ATLAS HAZİRAN 2012
tan sonra geri koyduklarını, buna rağ-
men hayvanın kısa sürede gayet iyi du-
ruma geldiğini ifade ediyor. New York
Eyalet Üniversitesi’nden Dr. Robert O.
Becker ise “Cross Currents” isimli ki-
tabında şunları söylüyor: “Semenderin
sağ ön bacağı kopunca, tüm anatomik
detayları yerinde ve hayvanın diğer kı-
sımlarına uygun şekilde bağlanmış yeni
bir bacak büyür. Sol bacak, baş aşağı
bir bacak ya da bedene doğru sinir, kas,
kemik bağlantılarıyla bağlı olmayan bir
bacak değil.”
Birkaç yıl önce Kaliforniya
Üniversitesi’nden Dr. Min Zhao ve
Dr. Josef Penninger, dokulardaki do-
ğal elektrik alanları ve elektrik akımı-
nın yaraların iyileşme sürecinde çok
önemli bir rol oynadığını ortaya çı-
karmıştı. Araştırmalar, deride bir ke-
sik oluşur oluşmaz yaranın çevresinde
elektrik akımı olduğunu gösteriyor. En
küçük çizikten en derin kesiğe tüm ya-
ralarda, elektrik sinyalleri hücrelerin
hareketini yönlendiriyor. Amerika’nın
Tufts Üniversitesi’nden Prof. Michael
Levin de elektrik sinyallerinin organla-
rın oluşmasındaki rolünü inceleyen bi-
lim insanlarından biri. Levin ve ekibinin
sonuçları Şubat 2012’de Development
dergisinde yayımlanan araştırması, hüc-
relerin neye dönüşeceğini elektrik sin-
yallerinin belirlediğini gösterdi.
Burada küçük bir hatırlatma yapalım.
Tüm hücrelerde aynı genler olsa da, her
gen her hücrede aktif hale gelmiyor. Bir
başka deyişle açılmıyor. Bir karaciğer
hücresini deri hücresinden farklı kılan
bu. Genlerin açılmasıyla, hücreleri bir-
çok yönden değiştirebilen proteinler
üretilebiliyor. Hücrelerin dizilmesiyle
uzuvlar, organlar şekil alıyor.
Prof. Levin’in araştırma grubu, göz
oluşumunu başlatan elektrik “şifre”sini
iribaşların (kurbağa yavruları) bağırsak
hücrelerine uyguladığında iribaşların
bağırsağında göz meydana geldi! Üs-
telik bu göze ışık tuttuklarında hayvan
tepki veriyordu, yani bağırsak gözü faal
durumdaydı. Levin ve meslektaşlarının
çalışması, hücre zarı voltajının belirli bir
düzeye düşürülmesinin göz oluşumunu
başlattığını, göz yapımında rol alan gen-
leri aktif hale getirdiğini ortaya çıkardı.
Bilim insanları, vücuttaki her organın
oluşumu için belirli bir voltaj aralığının,
yani bir elektrik şifresinin bulunduğu-
nu düşünüyor. Araştırma grubu ma-
kalelerinde, hücrelerde doğru elektrik-
sel durumun elde edilmesiyle vücudun
herhangi bir yerinde göz meydana ge-
tirmenin mümkün olduğunu ifade edi-
yor. Levin’e göre, her organ için gereken
özel elektrik sinyalinin sağlanmasıyla
gelecekte eksik vücut kısımlarının yeni-
lenmesi mümkün olabilir, kolunu ya da
bacağını kaybetmiş kişiye cihaz takılma-
sıyla uzuv tekrar büyüyebilir.
Kısa süre önce Tufts Üniversitesi’nden
yapılan basın açıklamasının konusu
Levin’in Mart 2012’de Developmental
Dynamics’de yayımlanan yeni araştır-
masıydı. Michael Levin’in ekibi, Xeno-
pus türü kurbağa embriyolarının yüzle-
rine müdahale ederek kusurlu yapı oluş-
turdu, ardından embriyoların gelişimini
izledi. Prof. Levin bu araştırmaya ilişkin
şunları söylüyor: “Yüz ya da embri-
yonun tamamı gibi kompleks şekille-
rin nasıl biçimlendiği her zaman için
önemli bir soru olmuştur. Deneylerde
yüzde kusur meydana getirdiğimizde,
yüzdeki yapıların çeşitli şekillerde ha-
reket edip çoğunlukla olmaları gereken
pozisyonu bulduklarını gördük.”
Basın açıklamasında, ciddi şekil bo-
zukluğu olan kurbağa embriyolarının
yüzlerindeki yapıların çarpıcı biçimde
yer değiştirdiğinin tespit edildiği belir-
tiliyor. “Sanki sistem normal durumdan
sapmaları fark edebiliyor ve düzeltici
harekete başlıyordu” deniyor. Araştır-
ma grubundan Dr. Laura Vandenberg
ise şöyle söylüyor: “Metamorfoza girip
kurbağa olmalarından çok önce, iribaş-
ların normal görünümlü yüzleri vardı.
Bunu görmek bizi çok şaşırttı.”
Botrylloides leachi
RA
M R
ES
HE
F E
T A
L.
PLO
S B
IOLO
GY
atlas 22,5x29,7.indd 1 22.05.2012 18:00
gezgince
44 ATLAS HAZİRAN 2012
ve çok sevdiği ahşap evlerinin kalma-
masıdır.
Füsun Akatlı, bu yok oluşa karşı
öfkesini şöyle dillendirir: “Fantastik
bir kâbus gibi akşamdan sabaha bir
bahçe, bir ıhlamur ağacı, bir salaş balık
lokantası siliniveriyor hayatımızdan.
İlkokulu okuduğunuz yapı, tek kale top
oynadığınız çıkmaz sokaklardan biri
daha, iki yanı ağaçlı o güzelim yokuş,
sanki sizin uydurduğunuz bir masalın
mekânlarıymış gibi hiç var olmamışça-
sına yerlerini görgüsüzlük numunesi bir
süper lüks siteye, alışveriş merkezlerine
bırakıyorlar.”
Hâlâ bir bahçe duvarında, kurumuş
bir ağacın gövdesine yılan gibi sarılmış
bir halde, tarihi eser olduğu için yıkı-
lıp apartman haline gelemeyen ahşap
bir evin köşesinde ve evimin bahçe-
sinde morsalkımlarla karşılaşıyorum.
Morsalkımlar, mor gölgeleriyle beni hâlâ
çok mutlu ediyor
aslında tam mor renginde değildir. Mor,
birkaç ton açılıp leylak rengi olmuştur.
Morsalkımların, beyaz ve soluk pembe
renklerinde de olanları vardır ama bun-
lara sık rastlanmaz. Nazlı bir bitkidir.
Dikildikten ancak iki yıl sonra güzel
çiçeklerini insan içine çıkarırlar.
Morsalkım, bütün Türkiye’nin çiçeği-
dir. Çünkü her iklime uyum sağlar. Onun
için Anadolu’da birçok kahvenin çarda-
ğı mor gölgelidir. Ama İstanbul’daki
yeri başkadır. Söylencelere göre Bizans
imparatorları mor rengi çok sevdikleri
için morsalkımların köşe bucak her yere
dikilmesini buyurmuşlardır.
Mevlevi geleneğinde morsalkım servi
ağacının dibine dikilir. Serviye sarılan
bu güzelim çiçeklerin, Tanrıya sarıldığı
kabul edilir. Antik Yunan’da ise Rüzgâr
Tanrısı Zephyros’un ona âşık olduğu
söylenir.
Morsalkımların göze batmamasının
sebebi, onların sarılacak çardaklarının
Morsalkımı Hatırlamak
Bahar, doğanın rengârenk boyanması
demektir. Önce, yeşil yamaçlarda sarı
katırtırnakları görünür. Yeşil çimen-
lere katırtırnakları çok yakışır. Sarıyla
yeşilin eşleşmesindeki uyumu en güzel
bir ressam anlatabilir, ben beceremem.
Katırtırnaklarını görünce içimi bir
sevinç kaplar. Belki de şelale gibi gürül
gürül akan bir coşku! Çünkü katırtırna-
ğının sarısı, baharın geldiğini söyler.
Sonra, erikler beyaz çiçeklerini açar.
Bursa’da da pembe çiçekleriyle şeftali
ağaçları onlara eşlik eder. Erik ve şeftali
çiçekleri tam minik meyveciklere dönü-
şürken başta Salihli civarı olmak üzere,
beyaz kiraz çiçekleri doğadaki yerini
alır. Kiraz çiçekleri kara benzer. Baharın
ortasında, ağaca kar yağmış sanırsınız.
Kiraz çiçekleri meyve ile yer değiştir-
meye başlayınca rengârenk laleler park-
ları süslemeye başlar. Lalelerin yerleşimi
çok düzgündür. Kırmızılar bir sırada,
sarılar başka, morlar başka sıradadır.
Onun için lalelerde disiplinli bir görüntü
vardır. Bu düzen bana fazla zevk vermez.
İş doğaya kalsa renkler, sıralar birbirine
karışacaktır. Çünkü doğa düzeni pek
sevmez. Örneğin papatyaların arasına
kırmızı gelincikleri serpeler. İpek yap-
raklı bu çiçekler de gözlerden kaçar,
laleler kadar övgü alamaz.
Sonra yeşil koruların içinden tepe tepe
kızarmaya başlar erguvanlar. Yeşilin yanı-
na erguvan rengi de çok yakışır. Erguvan
görününce baharın doruğa çıktığı anla-
şılır. Aslında Erguvanlarla birlikte mor-
salkımlar, leylak renkli çiçekleriyle çar-
dakları örtmeye başlar. Bu renkler görül-
meye başlanınca yaz geliyor demektir.
Morsalkımlar yazı müjdeler ama kimse
onlardan da pek bahsetmez. Onun için
de morsalkımların kimse farkına varmaz.
Kahramanımız morsalkım, sarıl-
mayı çok sever. En çok da çardaklarla
dosttur. Onların üstünü örter, altında
oturanlara mor gölgeler sunar. Üzüm
salkımını andıran bu güzelim çiçekler,
faceboOk.com/bomonti
46 ATLAS HAZİRAN 2012
Atlas, 28-29 Nisan 2012 tarihle-
rinde özel bir buluşmaya daha
imza attı. “Atlas İle Sınırları
Aş!” etkinliğinde dergi ekibi
reklam verenler ve basının önemli isim-
leriyle buluştu. Güral Sapanca’nın ev sa-
hipliği yaptığı etkinlikte katılımcılar ma-
ceralı bir hafta sonu geçirdi, Sakarya’nın
Sapanca ilçesinin güzelliklerine şahit
oldu, ayrıca etkinlik çerçevesinde At-
las fotoğraflarının yer aldığı bir sergi
düzenlendi.
Atlas’ın etkinliği Güral Sapanca Well-
ness & Convention, Famous Grouse,
HTC, İstanbul Off Road Kulübü (İSOFF)
ve Doğa Koleji’nin katkılarıyla daha da
renklendi. Katılımcılar Atlas çalışanla-
rıyla farklı maceralar deneme, doğayı ta-
nıma olanağı buldu.
Doğa yürüyüşü, “Atlas İle Sınırları
Aş!” etkinliğinin en renkli başlıkların-
dan biriydi. Parkur, konakladığımız Gü-
ral Sapanca’nın yakınındaki İstanbuldere
köyünün sınırlarındaydı. Yaklaşık iki sa-
atte kat edilen güzergâhı Atlas Yayın Di-
rektörü Murat Köksal ile önceden gide-
rek incelemiş ve baştan sona yürümüş-
tük. Hafta sonunda Atlas etkinliğinin
MaceralıHafta SonuAtlas, Nisan 2012’de özel bir buluşma düzenledi; reklam verenler ve
basının önemli isimleriyle bir araya geldi. Güral Sapanca’nın ev sahipliği
yaptığı etkinlik doğa yürüyüşü, fotoğraf yarışması, çocuklara doğa
eğitimleri, “off road” turları gibi renkli başlıklara sahipti.
YAZI: YILDIRIM GÜNGÖR
katılımcılarıyla rotayı tekrar aştık. Baş-
langıç noktamız İstanbuldere üzerinde
kurulmuş Alabalık Evi’ydi.
Kısa süre içinde ormanın derinlikle-
rinde kaybolan büyülü bir yolda bulu-
vermiştik kendimizi. Yürüyüşçüler çev-
reyi incelerken bir yandan da HTC’nin
dağıttığı gelişmiş cep telefonlarıyla fo-
toğraf çekiyordu. Dönüşte bu kareler jüri
tarafından değerlendirilecek ve kazanan
bir HTC One X sahibi olacaktı. Tırtılla-
rın yapraklar üzerinde boy göstermeye
başladığı bugünlerde biz de arka arkaya
sıralanmış şekilde, yavaş yavaş yukarı-
lara çıkıyorduk. Yürüdükçe önümüzde
başka güzellikler açılıyor, baharda do-
ğanın uyanışına şahit olduğumuz için
kendimizi şanslı hissediyorduk. Grubu-
muz tahmin ettiğimden daha genişti ve
içlerinden bazıları ilk kez doğa yürüyüşü
yapıyordu. Bazen bir dinginlik oluyor,
yürüyüşümüze kuş sesleri eşlik ediyor-
du; bazen de İstanbul Dere’nin azgın
suları yüzünden birbirimizin sesini du-
yamıyorduk. Arka arkaya dizilip tek sıra
yürümek önce biraz zorlamıştı herkesi
ama yokuşu tırmanan parkur bir süre
sonra zaten bizleri kendiliğinden sıraya
YIL
DIR
IM G
ÜN
GÖ
R
2012 HAZİRAN ATLAS 47
sokmuştu. Kimler yoktu ki aramızda;
işadamlarından televizyonculara, gaze-
tecilerden reklamcılara kadar geniş bir
meslek grubu yelpazesi hep birlikte yü-
rüyordu.
Derken, sesiyle sürekli bize eşlik eden
derenin küçük bir kolu kesti önümüzü.
Bir ağaç kütüğünün üzerinde yürüyerek
karşıya geçtim. Doğada her şey ken-
diliğinden gelişir. Burada da öyle oldu.
Birkaç kişi daha öne çıkarak bana yar-
dım etti ve tüm ekibi dereden geçirmeyi
başardık. Bazı yürüyüşçüler ise ayakka-
bılarını çıkararak derenin serin sularını
yürüyerek geçti.
Dere geçişinden sonra başlayan ikin-
ci etap biraz daha dikti. Artık orma-
nın içlerine ilerlemiş, doğanın yalınlığını
daha da çok hisseder olmuştuk. Tepelere
tırmanan patikayı izlemeyi sürdürdük.
Dere bir süre sonra yürüyüşçüleri birbiri
ardına sıralanan şelale ve setlerle karşıla-
dı. Bu muhteşem su gösterisinden ayrıl-
mayı kimse istemiyordu ama artık geri
dönmemiz gerekiyordu. Tırmandığımız
yokuşları bu kez geri indik ve dönüşte
yorgunluğumuzu Alabalık Evi’nde attık.
O hafta sonu aynı rotada iki gün üst
üste doğa yürüyüşü düzenlendi, katılım-
cılar doğayla bütünleşti. Büyük kentlerin
bu kadar yakınında hâlâ el değmemiş do-
ğal alanların bulunması hepimizi mutlu
etti. Bu tür yürüyüşlerin insanın doğaya
yakınlaşması, onu daha iyi anlaması için
büyük önem taşıdığını tekrar anladık.
“Atlas İle Sınırları Aş!” etkinliğinin
katılımcıları Güral Sapanca’nın geniş
bahçesinde de yürüyüşler yaptı, çevre-
yi tanıdı. Tesiste ayrıca Atlas arşivinden
seçilmiş karelerin yer aldığı bir fotoğ-
raf sergisi düzenlendi. Famous Grouse
katkısıyla düzenlenen sergi kokteylinde
Atlas fotoğrafçıları davetlilerle buluştu.
HTC’nin doğa yürüyüşü sırasında dü-
zenlediği fotoğraf yarışması da akşam
sonuçlandı ve Kemal Hayıt jüri tarafın-
dan birinci seçildi.
Atlas’ın etkinliğinde ayrıca İstanbul
Off Road Kulübü (İSOFF), katılımcıları
Sapanca’nın ormanlarına, zorlu yollarına
götürdü. Doğa Koleji Tarım Atölyesi iki
gün boyunca çocuklara özel eğlence ve
tohum ekme eğitimleri düzenledi. “At-
las İle Sınırları Aş!” etkinliği iki günlük
zengin programıyla davetlilerine macera
dolu bir hafta sonu yaşattı...
Y.
GÜ
NG
ÖR
48 ATLAS HAZİRAN 2012
“Atlas İle Sınırları Aş!” etkinliğinin
sürprizlerinden biri de HTC’nin katkı-
sıyla düzenlenen fotoğraf yarışmasıydı.
Sapanca’nın İstanbuldere köyü sınırla-
rında düzenlenen doğa yürüyüşü sıra-
sında katılımcılara HTC One serisi cep
telefonları dağıtıldı. Yürüyüşçüler or-
man içinde ilerlerken, dereleri aşarken,
dinlenirken en güzel kareleri yakalamaya
çalıştı ve dönüşte cep telefonlarını jüriye
teslim etti. Yarışmanın jürisi Atlas’ın ya-
yın yönetmeni Özcan Yüksek, fotoğraf
editörü Sinan Çakmak, fotoğrafçılar Yıl-
dırım Güngör ve Cüneyt Oğuztüzün’den
oluşuyordu. Değerlendirme aşaması da
oldukça çekişmeliydi. Onlarca kare ince-
lendi ve nihayet birinci belli oldu. Birinci
Kemal Hayıt’ı ödül olarak muhteşem ka-
mera ve otantik ses özelliğine sahip bir
HTC One X bekliyordu.
Yıldırım Güngör
Profesyonellerin Gözünden HTC One Kareleri
2012 HAZİRAN ATLAS 49
KE
MA
L H
AY
IT
SE
YH
AN
KA
YG
ISIZ
50 ATLAS HAZİRAN 2012
Çocuklara Tarım Atölyesi
“Atlas İle Sınırları Aş!” macerasında kü-
çük davetliler de unutulmadı. Doğa Koleji,
28-29 Nisan 2012 tarihlerindeki etkinlikte
bir “Tarım Atölyesi” düzenledi ve iki gün
boyunca çocuklara özel tohum ekme eğitimi
verdi. Güral Sapanca’da küçük bir doğa üssü
kuran Doğa Koleji, etkinliğe katılan çocuk-
ların eğlenerek öğrenmesini sağladı. Doğa-
dan uzak bir yaşam süren, kentlere sıkışan
çocuklar için eğitimlerin yanı sıra içinde
doğa kavramlarının bulunduğu eğlenceler
hazırlandı. Çocuklar tohum ekme eğitimin-
de saksılara da tohumlar ekti ve etkinlik so-
nunda bunları evlerine götürdü.
Yıldırım Güngör
YIL
DIR
IM G
ÜN
GÖ
R
52 ATLAS HAZİRAN 2012
zenledi; Atlas İle Sınırları Aş! etkinliğinin
katılımcıları Atlas fotoğrafçılarıyla tanış-
tı, benzersiz karelerin hikâyelerini dinle-
di, dergideki konuların nasıl hazırlandığı
hakkında birinci ağızdan bilgi aldı.
Yıldırım Güngör
Sapanca’daki maceralı hafta sonun-
da Famous Grouse katkısıyla bir fo-
toğraf sergisi de gerçekleştirildi. Atlas
arşivinden seçilmiş 50 fotoğraf, Güral
Sapanca’da davetlilerle buluştu. Famous
Grouse ayrıca sergi için bir kokteyl dü-
Gürol Sapanca’da düzenlenen
TU
Z G
ÖLÜ
/ T
UR
GU
T T
AR
HA
N
Sapanca’da Atlas Sergisi
54 ATLAS HAZİRAN 2012
tarafından kullanıldı. Turların öncesinde
katılımcılara güvenlik ve dikkat edilmesi
gereken diğer konularla ilgili bilgi verildi.
Turlar Kartepe eteklerinde, normal araç-
larla kat edilemeyecek bir parkurda ger-
çekleştirildi. Katılımcılar dik engellerin
aşılması, dere yatağından inilmesi, arazi-
de takılan araçların özel kurtarma vinçleri
kullanılarak ilerletilmesi, arızalarının ye-
rinde giderilmesi gibi deneyimleri yaşadı.
Ayrıca manzara noktalarında verilen mo-
lalarda Sapanca Gölü ve ormanları fotoğ-
raflandı. Katılımcılar bu farklı etkinlikle
“off road”u tanıdı ve normal şartlarda
uzun yürüyüşlerle gidilebilecek noktalara
ulaşmanın keyfini yaşadı.
Yıldırım Güngör
matematiksel taktikler geliştirmesi beni
şaşırtmıştı. Bazen bir çukurun kenarın-
da, bazen bellerine kadar çamura gö-
mülmüş durumda, bazen de aracın asılı
kaldığı bir tümseğin başında… Tam bir
strateji oyunu aslında.
“Off road”, bilmeyenler için hassas bir
etkinlik. Bu nedenle etkinlikten önce gü-
venlikten çevreye zarar verilmemesine
kadar birçok konuyu defalarca konuştuk.
Etkinlikte, bir turda 20’den fazla katılımcı-
ya izin verilmedi. Toplam üç turda 60 kişi
İstanbul Off Road Kulübü’nün deneyimli
sürücüleri eşliğinde heyecanlı saatler ya-
şadı. Etkinlikte İSOFF tarafından sağla-
nan, özel olarak modifiye edilmiş dona-
nımlı 10 adet arazi aracı, uzman pilotlar
Zorlu Yollar
“Biraz çamurlu bir yolda dolaşıp geri
geleceğiz sanmıştım ama çok heyecan-
lıydı. Kaç kere ‘bu kez kaldık, yardım ça-
ğıracağız’ dedim bilmiyorum. Ama her
seferinde beni şaşkınlığa uğratacak şekil-
de çıkmayı başardık…” Sapanca’da “Atlas
İle Sınırları Aş!” etkinliğinin “off road”
kısmını tercih eden katılımcılardan biri,
İstanbul Off Road Kulübü’nün (İSOFF)
oluşturduğu parkurdan döndükten son-
ra izlenimlerini böyle özetliyordu.
Ben de ilk “off road” deneyimimde
buna benzer duygular yaşamıştım. “Bu-
radan çıkamayız artık” dediğim o kadar
çok olmuştu ki… Arabanın bir çukura
neredeyse gömüldüğü anlarda araç sü-
rücülerinin sakinliği ve kendi aralarında
56 ATLAS HAZİRAN 2012
Kaybolan TekneÇAPAR
Bizanslılar ona “paraskalmion” yani kürekli tekne, Osmanlılar “palaşkerme” diyor,
Karadeniz’de ise “çapar” adıyla biliniyordu. Ortaçağdan kalma bu teknelerin son
örnekleri Sinop yöresinde unutulmanın ağırlığı altında yok oluyor. YAZI: SEZAR ATMACA
2012 HAZİRAN ATLAS 57
Sinop Tersanesi’nde rastladığımız, Bi-
zanslıların “kürekli tekne” anlamında
“paraskalmion”, Osmanlıların “palaşker-
me” dedikleri ve Karadeniz’de “çapar”
(bazı yörelerde “kabak”) diye bilinen bu
teknenin, Trabzon Ayasofya Kilisesi’nin
duvarlarında ortaçağdan kalma çizimleri
de bulunuyor. Duvar resimlerinden bir-
kaçında teknenin, “başı ve kıçı yumuşak
eğimlerle yukarı doğru kıvrılan, altı düz”
karakteristik özellikleri görülür. Trabzon
İmparatorluğu üzerine kapsamlı çalış-
malar yapmış olan Anthony Bryer ağır
bir mavna olan paraskalmion’un, “sahile
iki uçtan da yanaşacak biçimde yapılmış,
karavele kaplama yapılı, sabit kürekler-
le idare edilen” uzunlukları 6-12 metre
arası değişen tekneler olduğunu belir-
tiyor. Gemicilik uzmanlarından Lionel
Casson, antikçağdan beri “demirleyen
gemiler ikinci tip bir gemiye, mavna-
lara ihtiyaç duymaktaydılar” diyor ve
ekliyor, “Geminin yükü mavnalarla kı-
yıya götürülürdü.” Yine Bryer’in aktar-
dığına göre, Trabzon İmparatorluğu’nun
(1204-1461) resmi tarihçisi Panaretos,
paraskalmion’un “hem Osmanlılar,
hem de Trabzonlularca kullanıldığını”
belirtiyor.
Osmanlı döneminde palaşkerme adıy-
la bilinen bu teknelerin farklı amaçlarla
da olsa üretim ve kullanımının sürdü-
ğünü biliyoruz. İdris Bostan, Kürekli ve
Ocak ayı sonunda İstanbul’dan
başlayan bir Batı Karadeniz yol-
culuğunda en son 1950’lerde
yapılan ve 1960’larda artık ta-
mamıyla ortadan kalktığı düşünülen ta-
rihi bir tekneye Sinop Tersanesi’nde rast-
ladık. Tarihi diyorum çünkü tekne tipleri
ekonomik, sosyal, teknolojik, ticari, askeri
ve benzeri birçok faktöre bağlı olarak
zamanla değişir, farklılaşır. Çok az tekne
tipi “karakteristik özelliklerini ve işlevini”
muhafaza ederek varlığını sürdürür.
58 ATLAS HAZİRAN 2012
çuval çuval fındık yüklüyorlardı.” Os-
man Kademoğlu’nun yüze yakın tekne
“inşaiyecisiyle” yapılmış bir “sözlü ta-
rih” çalışması olan Denizin Güzelleri’nde
yer alan “Çapar-Acelesi Olmayan Gemi”
başlıklı kısa yazısı çaparın Karadeniz
sahilindeki kullanımını anlatan temel
kaynaklardan biri.
Çapar sayısının 20. yüzyılın başında
Trabzon, Giresun, Ordu ve Samsun’da
yüze yakın olduğu tahmin ediliyor. Ka-
demoğlu anlatıyor: “Karadeniz limanla-
rında, mendirekler ve gemilerin yanaş-
tığı rıhtımlar yapılmadan önce, çaparlar
iskeleden açıkta demirli vapurlara ve
vapurlardan iskeleye yük taşırlardı.
“Çapar iki başı yüksek, baltabaş, bor-
dası kavisli, geniş karınlı, altı düz, kürek-
le hareket eden, 30 ila 50 ton, Doğu ve
Orta Karadeniz yük kayığıdır. Çaparlar
eskiden aşırmalı yelkenle uzak mesafe-
lere yük taşırlardı. Borda kavsi, omuz-
luktan itibaren baş ve kıç bodoslamaya
doğru birden dikleşerek yükselir. Başı
kıçından yarım metre daha yüksektir.
Başta ve kıçta iki yarım güverte (başüstü
ve kıçüstü) ve küpeştenin bodoslamaya
birleştiği yerde çatal (yan yana iki dik-
me) bulunur. Ortası açık ambarlı para-
petlidir. Baş üstünde ayakta durularak
Yelkenli Osmanlı Gemileri’nde palaşker-
meyi “hafif yelkenli bir filika” olarak tarif
etse de “1691’de Sinop ve Çayağzı’nda
inşa edilecek altı kalyonun kerestesini
taşımak üzere de ayrıca palaşkerme…”
yapıldığından söz ediyor. Daha yuvarlak
hatlı ve altı düz teknelerin yük kapasi-
teleriyle de öne çıkan tekneler olduğu
biliniyor. Rodos seferine (1522) katı-
lan donanmada palaşkermelerin bulun-
ması, 1571 Kıbrıs Seferi öncesi İstan-
bul Tersanesi’nde üç ve 17. yüzyılda
devlete ait çeşitli palaşkermelerin tamir
edilmesi; bu gemilerin Osmanlı donan-
masında çeşitli amaçlarla kullanıldığını
gösteriyor.
Osmanlıca denizcilik sözlüklerinden
Kamus-i Bahri’de (1917) çapar, “Sam-
sun ve civarı sevahilinde icra-yi ticaret
eden ve takadan büyük olup kürek ve bir
aşırma yelken ile müteharrik bulunan
kayıklardır” diye tarif ediliyor. Kaynak-
lar çapar isminin, “eski Türkçe çap-mak
‘yüzmek’ten (isim-fiil ekinin kalıplaş-
masıyla çap-ar)” geldiğini yazıyor. Kimi
edebi metinler de çaparların yükleri hak-
kında fikir veriyor: “Kıyı boyunca daima
oraya buraya koşuşan hamallar çaparlara
60 ATLAS HAZİRAN 2012
kürekler ortada yoktu ama bir teknenin
dümen donanımı (pala+yeke) orijinal
haliyle duruyordu. Dümen donanımı
olan ilk teknede inşaat hızla sürüyordu,
zemin yükseltilmiş, üstüne bir de ka-
mara oturtulmuştu. Ayancık’a girerken,
hurdacıların söküm işlerini sürdürdü-
ğü, 2004’ten bu yana üretim dışı olan
Kereste Fabrikası’nın deniz kenarındaki
devasa arazisiyle karşılaştık. Arazinin
bir köşesinde, karlar içinde incir ağacı
ve sarmaşıklarla arkadaşlık eden, birbir-
lerine yaslanarak ayakta kalan üç kardeş
duruyordu. Dümen palasız, küreksiz, kı-
rık, dökük bir halde yıllardır bakımsız,
ilgisiz bu köşede unutulmanın yükünü
taşıyorlardı. Fabrika envanterinde yer
alan çaparlar yıllarca alargada bekleyen
gemilere tomruk, kereste vb. yük taşı-
yıp tarihi işlevlerini sürdürmüşler, an-
cak uzun yıllardır deniz ve bakım yüzü
görmemişlerdi.
Tekne yapım tarihi düşünüldüğünde,
her teknenin bir sonraki veya bir başka
tekne tipi için model olduğu söylenebilir.
Örneğin Osmanlı dönemi tekneleri daha
önceki dönemlerin (Bizans döneminin)
izlerini de taşır. Bir tekne formunun nasıl
ve ne zaman değişip geliştiğinin, farklılaş-
tığının izini sürebilmek için birçok ayrın-
tıya dikkat çeken akademik disiplinle ya-
pılan çalışmalar önemlidir. Teknelerden
biri ya da birkaçının mevcut halleriyle
muhafaza edilmesi mümkün olursa dü-
men palası, aşırma yelkeni donanımı, tek-
ne boyuna yakın kürekleri tamamlanarak
restorasyon ve sergileme gibi konularda
dünyadaki ve ülkemizdeki örneklere de
bakılarak ayrıntılı çalışmalar yapılabilir
KAYNAKÇA
Bir Tutkudur Trabzon
The Byzantine Monuments and
Topograpy of the Pontos
The post-Byzantine Monuments of the Pontos,
çekilen, 8-9 metre boyunda bir çift kü-
reği ve kıçında enli ve yüksek asma dü-
meni vardır. …Çapar karaya çekildiği
zaman dümen kaldırılır, teknenin kı-
çındaki çatala yerleştirilir, orada durur.
Çaparın boyu on metre, eni dört buçuk
metre, derinliği iki metredir.”
“…Çaparda sekiz mürettebat bir de
kaptan olurdu. Her bir küreği, ikişer kişi
ayakta durarak çekerler, karınca gibi ağır
ağır giderdi.
“Acente geminin geleceğini çaparcıla-
ra haber verir, çapar çekiliyse suya atılır
veya denizdeyse demir yerine alınır, ge-
minin geleceğine yakın motorla çekile-
rek götürülür ve iskeleye rampa edilirdi.”
Sinop Karadeniz Yelken İhtisas Ku-
lübü yetkililerinin katkılarıyla Ayancık
Kereste Fabrikası’ndan kalan beş çapar
olduğu ve ikisinin Sinop’a satıldığı, di-
ğer üçünün Ayancık’ta fabrika arazisinde
bulunduğu bilgisine ulaşınca çaparların
izini sürmek için şubat ayı başında bir
kez daha Sinop’a gittik. Amacımız, ne
halde olduğunu bilmediğimiz bu tekne-
lerden hiç olmazsa birinin “karakteristik
özellikleriyle” yaşatılmasıydı.
Önce Sinop Tersanesi’ndekilere göz
attık. Tekneleri Ayancık’taki Kereste
Fabrikası’ndan alan yeni sahibi onları ta-
dil ederek turizm sezonuna hazırlıyordu.
Boyu 11, eni 3.60 metre olan iki tekne
iyi durumdaydı. Aşırma donanımı ya da
ola çıkan yolun karakterini kazanır der eskiler. Evin yolunu bilen gezginler için söylenmiş olmalı. Yaşam bir
yolculuktur da denir. Yolun kendisi bir imgedir, resimdir, işarettir, yazısız yazıdır bir anlamda. Aslında okumak
için yalnızca yazının olması, harflerin, hecelerin yan yana dizilmesi de gerekmez, bir resim bile, bir cümle, hatta bir
öykü anlatabilir. O ünlü, 66 numaralı ve isimli tarihi Amerikan yolu, sayısız öykü anlatır örneğin. Yolun üstündeki
bir trafik tabelası da, ileride manzaralı bir cephe olduğunu mu anlatır, yoksa başka bir şeyi mi belirsizdir. Ama yol
yapana, bir öneri sunduğu açıktır. (ÖZCAN YÜKSEK)
Yolun Dili
Yazının Hikâyesi
62 ATLAS HAZİRAN 2012
GÖKSU
Uçan Delta
2012 HAZİRAN ATLAS 63
Geyik Dağları’ndan doğup Taşeli
yaylalarının sularını toplayarak
coşan, Toroslar’ı devasa kanyonlarla yara
yara akışını sürdüren, Türkiye’nin en verimli
ovalarından Silifke Ovası’na bereket saçan, nihayet
Akdeniz’le kucaklaşan bir nehir. Lagünleri, kumulları,
bataklıkları, makilik alanları, tarım arazileriyle ve
barındırdığı envai çeşit canlıyla eşsiz bir delta. Atlas’ın doğa
fotoğrafçısı Cüneyt Oğuztüzün, kanat sesleri ve ötüşleriyle
Göksu Deltası’nı şenlendiren kuşların peşine düştü.
(Circus aeruginosus
64 ATLAS HAZİRAN 2012
sarı-kahverengiydi. Köylüler “Bu kış kar
çok yağdı, şimdi de hızla erimeye başla-
dı, ondan böyle” dediler. Bu haliyle fazla
çekici görünmese de nehir, kuş cennetiy-
le ünlü deltasını rengini bozan bu tortu-
larla oluşturmuştu. Binlerce yıllık süreç
bugün de devam ediyordu.
Azgın nehri 600 yıllık zarif Bıçakçı
taş köprüsünden geçip yoluma devam
ettim. Nehir köprüden sonra Kahtane
Kısığı denen kanyonda gözden kaybol-
muştu. Ona hayli ilerde, Kravga’da tekrar
Bir nehrin denize kavuştu-
ğu yeri bulmak için en emin
yol ancak sanki onun çığırı-
nı izlemek olabilirmiş gibi,
anayoldan ayrılıp arazi yollarından de-
rin vadiye yöneldim. Göksu Deltası’na
ulaşmaktı amacım. Nehri Bucakkışla’da
yakaladım. Geyik Dağları’ndan doğup
Taşeli yaylalarının sularını toplayarak
gelen nehir yatağından taşmış, önüne
çıkan her şeyi yıkıp götürebilecek bir sel
olmuştu. Adını aldığı gök renginde değil
2012 HAZİRAN ATLAS 65
olarak da anılan, Akdeniz’in kuşlar açı-
sından en önemli sulak alanlarından biri
olan delta burada başlıyor.
Yolda gelirken yörede yaşayan biyolo-
ji profesörü ve kuş fotoğrafçısı Gökhan
Coral’ı aramış, alanın son durumunu
sormuştum. “Tenha” demişti; “ama en-
dişe etme, delta sürprizlerle doludur.”
Gerçekten de ilerleyen günlerde en bü-
yük sürpriz “çölkoşarı” olarak karşıma
çıkacaktı.
On yedi yıl aradan sonra tekrar
rastladım. Muhteşem tarihi taş köprü-
nün hemen dibine yeni bir köprü yapıl-
mıştı. Önceki köprüden daha büyüktü.
Burada Göksu yine kayboldu. Hocantı’da
ortaya çıktı. Burada da yine Karama-
noğullarından kalma bir taş köprü var.
Köprüyü geçip ırmak boyunca tarla yol-
larından Mut’a kadar gittim. Göksu bu-
rada, Ermenek tarafından gelen eşiyle
birleşiyor ve koca bir ırmak halinde
Toroslar’ı devasa kanyonlarla yara yara
Silifke’ye doğru ilerliyor. Silifke Ovası
Vanellus spinosus
66 ATLAS HAZİRAN 2012
(Şubat 1995). Bu kez öncelikle kumullar
arasındaki murt ormanında turaçların
eşlerini çağırırken çıkarttıkları sesleri
dinlemek istiyordum ama yoktu. Akgöl
sazlıklarında gizlenen saz horozlarının
ürpertici kahkahalarını da işitemedim.
O zamanlar sadece burada yaşayan saz
horozu önemliydi. Deltanın sembol ku-
şuydu. Rastladığım bir balıkçı “Onları
suitleri yedi” dedi. Kalanlar gölün kuze-
yindeki ulaşılmaz sazlıklara sığınmıştı.
geldiğim alana bir şafak vakti yine Ta-
şucu tarafından girdim. O zamanki zi-
yaretimde kuşları fotoğraflamak için
gecenin karanlığında sazlıklar arasın-
daki küçük bir göl aynasının kıyısında
gizlenip beklerken havanın ağarmasıyla
başlayan kuşların “şafak korosu”nu din-
lerdim. Kalabalık koronun müziği güneş
doğarken “kreşendo”ya ulaşırdı. O za-
man hazırladığım konu da Atlas’ta “Se-
vinç Ötüşleri” başlığıyla yayımlanmıştı
2012 HAZİRAN ATLAS 67
diye mantıksız bir düşünce aklımdan
geçti. Yöre insanlarının görüşünü almak
için Taşucu beldesinin Çavuşbucağı ma-
hallesine gittim. Önceki gelişimde bura-
da yaşayan bazı balıkçılarla göle açılmış,
çok sayıda saz horozu gözlemlemiştim.
Bu balıkçılardan Ali Işık’ı kahvede bul-
dum. Epey yaşlanmıştı. Balıkçılığı bırak-
mış, kahveyi işletiyordu. Cebinden tütün
tabakasını çıkarıp bir sigara sardıktan
sonra, ”Şimdi diyorlar ki” diye söze baş-
ladı “cihaz kurmuşlar, kuşların yolunu
değiştirmişler. Aslı var yok bilmem. Dış
devletler yapıyormuş”. Kahvedekilerden
biri lafa girdi: “Yasaktan önce kuş çok-
tu. Lığlık kazı, ang kazı sürüler halinde
gelirdi. Yeşil, kılkuyruk çeşit çeşit ördek
gelirdi. Yuva yaparlardı. Sonra arazide
hayvan otlatmamızı, avı, ekini yasakla-
dılar. İnsan çekilince yabani hayvan ço-
ğaldı. Çakallar karadakileri bitirdi. Suiti
de göldekileri.” Bu suiti nasıl bir şeydi?
“Aynı çakal gibidir, yalnız ayakları yok-
tur” diye tarif etti Ali Ağa. “Fok balığı
gibidir ayakları, suda şapır şapır gezer,
kuş yumurtalarını, yakalarsa kuşları yer,
karaya da çıkar, tüfekle vurması gayet
zordur. Göl horozunu bitirdi. O zaman
misal bir milyar varsa şimdi bin tane
var.” Başka bir köylü söze karıştı: “Şimdi
bir de kırçan diye bir şey çıktı. Dağda
yılan bırakmadı.Tavuğu tutuyor kanını
emiyor, kendini yemiyor.” Kırçanı tarif
etmek yine Ali Ağa’ya düştü. “Kedi-
den büyük. Kuyruğu da uzun.” Sonra
Akgöl kıyılarında birkaç mahmuz-
lu kızkuşu çifti, kuğu gölünde bir çift
kuğu, kanal kenarlarında balık gözleyen
beyaz, alaca, gri, erguvani balıkçıllar,
Paradeniz’de küçük bir flamingo grubu
ve bir adet pelikan, bataklık kıyılarında
küçük kumkuşları ve cılıbıtlar ve tabii
ki sazdeliceleri. İlkbahar göç döneminin
ortasında, ülkenin en fazla kuş çeşidinin
kaydedildiği alan gerçekten “tenha” gö-
rünüyordu. Acaba göç yolu mu değişti
Cursorius cursor
68 ATLAS HAZİRAN 2012
Göksu’nun Sakinleri
Saxicola rubicola) Vanellus vanellus
Motacilla flavaCircaetus gallicus
Ardea purpurea
Bubulcus ibisMalpolon monspessulanus
1
3
6
2
4
7
5
2012 HAZİRAN ATLAS 69
önemlileri nehrin kendisi, Akgöl ve Pa-
radeniz lagünleri, Akgöl’ün güney ve ba-
tısındaki makilik alanlar, kıyıdaki bitki
kaplı kumullar (vejetasyonlu) ile Cırba
Deresi ve doğusundaki kıyı sayılıyor.
Bunlardan başka sazlık ve bataklık alan-
lar, tuzcul stepler, drenaj kanalları, deniz
alanları ve karasal alanın üçte ikisini
kaplayan tarım arazileri var.
Silifke’de kanyonlardan kurtulan Gök-
su iyice genişlemiş olarak ovanın orta-
sında, her iki yakası yoğun ağaçlıklarla
kaplı koridorda sakin fakat güçlü bir
akışla denize doğru ilerlerken deltayı iki-
ye bölüyor. Doğal alanlar esas olarak batı
bölümünde yer alıyor.
Deltadaki en büyük su tutma alanları
olan Akgöl, Paradeniz ve doğudaki Cır-
ba Deresi sukuşlarının üreme, beslenme
ve kışlama amaçlı kullandığı en önemli
habitatlar. Ayrıca Kuğu ve Arapalanı gibi
küçük göller ve ilkbahar aylarında yağış
ve taşkınlara bağlı olarak oluşan birçok
geçici göl bulunuyor. Bunlardan en ge-
nişi olan Akgöl su içi bitkileri açısından
zengin, besin miktarı fazla, sazlıklarla
söz yine çakallara geldi. “Çakal gayet
çoğaldı. Turacı biliyon. Nesli kalmadı.
Bu mevsimde çok güzel öterdi. Onu da
çakallar bitirdi. Murt ormanının içinde
otur, kaç tane geçiyor seyret.” Bir başkası
“Çakallar kumu eşip tosbağa yumurta-
larını yiyor” diye sürdürdü. Sohbete ka-
tılanlar çoğalıyordu. “En tehlikelisi hem
karada hem suda yüzen. Balığı da yiyor,
kuşu da yiyor, yumurtasını da yiyor.
Adamı bile yer.” Kahvedekiler artık hep
bir ağızdan hararetle konuşmaya başla-
mışlardı. İzin isteyip araziye döndüm.
Göksu Deltası ekolojik açıdan Gök-
su Nehri’nin su toplama havzası içinde
bulunan bir sulak alan ekosistemi. Böy-
le bir ekosistemin karakteristiği suyun
tüm ekolojik süreçleri belirleyen faktör
durumunda olması. Kıyı uzunluğu 35
kilometre olan deltanın korunan kısmı-
na ait 155 kilometrekarelik kara alanının
17.3 kilometrekaresini açık su yüzeyleri
oluşturuyor.
Deltada 12 farklı fakat birbiri ile iliş-
kili habitat saptanmış. Bunların için-
de biyolojik çeşitlilik bakımından en
70 ATLAS HAZİRAN 2012
çevrili sığ, tatlı sulu bir göl. Saz horozu ve
yazördeğinin kuluçkaya yattığı gölde ba-
lıkçılık da yapılıyor. Yılanbalığı, haskefal,
karabalık sazan ve mavi yengeç çıkıyor.
Tarımsal sulamada kullanılan azot ve
fosforca zengin sular drenaj kanalları ile
buraya taşındığından besleyiciliği sürekli
artıyor, tuz oranı azalıyor, buna bağlı ola-
rak su bitkileri tehlikeli biçimde çoğalı-
yor. Bu durum hızla biriken sedimantas-
yonla birleştiğinde sonuç gölün devamlı
küçülmesi oluyor. Aslında gölü meydana
getiren ve besleyen tek kaynak da bu su-
lar olduğundan ortada ironik bir durum
var. (Drenaj kanalları bağlanmadan önce
burası yazın kuruyan bir tuz gölüymüş.)
Aynı tehlikeden söz ettiğim 1995 yılında
12 kilometrekare olan göl alanı şimdi
8 kilometrekareye düşmüş. Göl çevre-
sinde yaşayan ve balıkçılık da yapan
köylüler bu durumdan hayli kaygılı. Bu
Limosa limosaCharadrius alexandrinus Larus ridibuntus Glareola
prantincola Falco tinnunculus
1
3
2
4
72 ATLAS HAZİRAN 2012
günde Akgöl’ü kurtarırım”. Sonra söz saz
horozuna geldi. “Göl horozu bitti derler
ya inanma” dedi Mehmet Akış, “gölde en
fazla olan odur mesela. Avcımızın hiçbi-
ri kesinlikle vurmaz. Çok güzeldir. Kim
kaç tane sayarsa ben iki katıdır derim”.
Baki Akış ekledi: “ 50-100 bin çift vardır.
Eylülde gel göstereyim.”
Denizle doğrudan bağlantılı Parade-
niz ise aksine genişleyen, bu nedenle de-
nizle birleşme tehdidi altında olan, tuzlu,
bitkiden yoksun bir göl. Gölü denizden
ayıran ince kum şeridi geçtiğimiz kış yer
yer yırtılmış. Flamingo, pelikan ve bazı
ördek türlerinin tercih ettiği gölde gele-
neksel dalyan balıkçılığı yapılıyor, kefal,
çipura, levrek ve yılanbalığı avlanıyor.
Avlananlar arasında mavi yengeç de var.
Deltanın kıyı şeridini bitki örtüsü ol-
mayan (vejetasyonsuz) kumul ve kum-
sallar kaplıyor. Avrupa Kıyı Koruma Bir-
liği kumul jeomorfolojisi ve korunmuş-
luk düzeyi açısından buraları Doğu Ak-
deniz’deki en önemli kıyı alanlarından
biri olarak belirlemiş. Denize doğru uza-
nan, iki farklı akıntı sisteminin çarpış-
masıyla meydana gelen İncekum Burnu,
nehrin son yatak değiştirmesinden sonra
aşınma sürecine girse de deltanın tipik
özelliklerinden biri. Bu uzak, bakir sahil-
de denizkaplumbağaları (Caretta caretta
ve Chelonia mydas) ürüyor.
Vejetasyonlu kumullar kumsalın he-
men ardından itibaren 50-300 metrelik
şerit halinde iç kısımlara doğru yayılıyor.
Bu alana kum zambağı ve yabani kimyon
gibi önemli türler hâkim.
Akgöl güneyi kumullarına yayılan
makilik habitatı ise köylülerin murt de-
diği mersin ve diğer maki unsurlarından
oluşuyor. Ilgın da bunların arasında.
Kumul bitkileri ve makiler alanın do-
ğal bitki örtüsü. Toplam flora 442 tür bit-
kiden ibaret. Bunların 32’si kritik, tehlike
altında, nadir ve hassas türler.
Delta fauna çeşitliliği bakımından
da zengin. Tespit edilen omurgalı ve
omurgasız türlerin sayısı 633’e ulaşıyor.
Bunlardan memeli türleri hayli zengin.
Taşucu Körfezi Türkiye’nin en doğuda
bulunan Akdeniz foku topluluğunu ba-
rındırıyor. Kış aylarında yunus türleri
görülüyor. Karada yabantavşanı, yabani
domuz, kirpi, tilki ve çakal; yanı sıra
kez Kurtuluş köyünün Çayır Mahalle-
si’ndeyim. Akış kardeşlerle bahçelerinde
buluştuk. Baki Akış dertliydi; “Göl ka-
panıyor” dedi. Mehmet Akış “Gölün üç
yıllık ömrü kaldı” diye devam etti. “Biz
çıplak halini isteriz”. Abdullah Akış da
“Göl biterse ne kuş kalır, ne balık; sadece
sinekler” diye tamamladı. “Kocagöl ve
Fiyat aynı şekilde kapandı, şimdi orada
yılan bile yaşamıyor.” Akış kardeşlere
göre sorunun çözümü aslında çok ba-
sit. Gölü denize bağlayacak bir kanalın
açılması yeterli. Denizden girecek tuzlu
sular gölü kaplayan ot ve sazları kuru-
tacak. “Ben ilkokul mezunuyum” diyor
Abdullah Akış, “bana yetki versinler 15
(Coracias garrulus
Ya gönderdiğinizyerde değilse?
Aklınız sahadaki filonuzda kalıyorsa,araç takipte pazar lideri Arvento’nun
şirketinize özel çözümleriyle tanışın.
Arvento Araç Takip ve Filo Yönetim Sistemleri
444 777 5www.arvento.com
74 ATLAS HAZİRAN 2012
TRAKUŞ internet sitesinin kurucusu
Serhat Tigrel de oradaydı. Grubun diğer
üyesi ise 800 milimetrelik objektifi ve
elindeki uzun çekilecek kuşlar listesiyle
dikkat çeken Murat Çuhadaroğlu.
Ahmet hoca 90’lı yıllardan bu yana
alanı sık sık ziyaret ediyordu. Ona bu-
ranın önemini sordum. “İlk olarak söy-
leyebileceğim Türkiye’de görülebilecek
en çok kuş türüne sahip bir alan” diye
başladı. “Türkiye’de 460 tür var. Bunların
360’ı burada görüldü. Neredeyse tama-
mına yakın.” 1995’te bu rakamlar 440
ve 329 idi. Aradan geçen yıllarda yeni
türler tespit edilmişti. “Türkiye’de ilk kez
görülen bazı kuş türleri burada bulundu.
Mesela geçen yıl arkadaşlarımızın tespit
ettiği bir çift küçük pelikan aslında Afri-
ka kuşu. Sarı gagalı leyleğin Türkiye’deki
tek kaydı buradan. Yengeç yağmurcun-
ları yine öyle. Nadir kayıtlardan yeşil
arıkuşu, Kıbrıs kuyrukkakanı da sayı-
labilir. Kışlama alanı olarak da pek çok
tür kullanıyor. Bunların başında büyük
orman kartalı geliyor. Dünyada nadir
görülen bir yırtıcı. Fakat kışlama ve üre-
me ötesinde alan daha çok göç zamanları
susamuru, porsuk ve gelincik bulunuyor.
Köylülerin “suiti” dediği son yıllarda
çoğalan hayvan susamuru olsa gerek.
“Kırçan” dedikleri ise porsuk veya sansar
olabilir.
Delta ve çevresindeki tepelerde çok
çeşitli ve yoğun sürüngen türleri yaşıyor.
Fakat yaban hayvanları açısından Gök-
su Deltası dendiği zaman akla öncelikle
kuşlar geliyor. Kuşbilimsel (ornitolojik)
bakımdan Avrupa’nın en önemli sulak
alanlarından biri kabul edilen deltada
Türkiye kuşlarının büyük çoğunluğu
görülebiliyor.
Bu imkânlar bilim insanları ve bel-
geselcileri olduğu gibi doğaseverleri,
özellikle kuş gözlemci ve fotoğrafçılarını
alana çekiyor. Nitekim bir hafta sonu
karşılaştığım devasa tele-objektifler ta-
şıyan İstanbul’dan TRAKUŞ üyesi üç
kuş fotoğrafçısı tatilden yararlanıp solu-
ğu burada almışlardı. Biyoloji profesörü
Ahmet Karataş’la daha önce tanışmıştık.
Dokuz kiloluk objektifini desteksiz kul-
lanarak keskin sonuçlar alabilen bir kuş
fotoğrafçısı aynı zamanda. Türkiye’nin
kuş fotoğrafçılarını bünyesinde toplayan
Deltadaki en büyük su tutma
76 ATLAS HAZİRAN 2012
düştüm. Tabii ki bulamadım. Akşam
Taşucu’ya dönerken tekrar aynı yere uğ-
radım. Tam güneş batmak üzereyken
onu uzaktan gördüm. Çöllere uygun
kum rengiyle bulunduğu yeşil çayırda
hemen dikkati çekiyordu. Arabayla ya-
vaşça yaklaştım. Dikkatle izliyordu ama
kaçmadı. Sadece tüylerini kabartıp ken-
dini garip şekillere sokuyordu. İnce uzun
bacakları ve gövdesiyle son derece za-
rif, narin bir kuştu. Türdeşlerinden ayrı
düşmüş, yabancı topraklarda yalnız bir
birey. Korkusuz olduğu gibi mahzun.
Birkaç kare fotoğrafını çekip oradan ay-
rıldım. Unutulmaz bir andı.
Dünya Doğayı Koruma Birliği’nin
(IUCN) belirlediği, neslin korunmuş-
luk ölçütlerine göre (ulusal statü olarak)
deltada yaşayan kuşlardan 5’i kritik (ak-
kuyruklu kartal, bozkır delicesi, ulu do-
ğan, mezgeldek, suçulluğu), 15’i tehlike
altında, 35’i tehdide yakın ve 40’ı hassas
konumda. Bu durum alanın korunması
gereğini gündeme getirmiş. Halen, farklı
sınırlara sahip dört ayrı koruma statüsü
uygulanıyor. Bunlardan en eskisi 1989
yılında ilan edilen “yaban hayatı koruma
sahası” Akgöl ve Paradeniz’i içine alıyor.
rastlanabilecek nadir kuşlarıyla öne çıkı-
yor. Nice sürprizlerle karşılaşabiliyoruz.
Verdiğim örnekleri arttırabilirim. Me-
sela daha yarım saat önce Çölkoşarını
çektik. Sadece Urfa’da kaydı olan nadir
bir kuş.”
Çölkoşarı mı? Bu ismi Doğa Der-
neği’nin “Urfa Bozkırları Projesi”nden
hatırlıyorum. Ahmet Hoca’dan aldığım
yer tarifi üzerine hemen kuşun peşine
78 ATLAS HAZİRAN 2012
uygulanmakta.
Göksu Deltası ÖÇKB yönetimi 2008
yılında deltanın sembol kuşu karizmatik
saz horozu ile ilgili bir arazi çalışması
yaptırmış. Buna göre Akgöl’ün kuze-
yindeki sazlıklarda yaşayan nüfus 1000-
1400 birey tahmin ediliyor. Avrupa’da bir
“tür eylem planı”na konu olan ve alınan
tedbirlerle nesli kurtarılan kuş için bu
bulgu oldukça rahatlatıcı. Ayrıca 1995’te
sadece Akgöl’de ürediği bilinen türe ait
önemli bir topluluk daha sonra Kızılır-
mak Deltası’nda da belirlenmiş. Ne var
ki Akgöl’de üreyen diğer nadir kuş, kü-
çük bir ördek olan yazördeğinin durumu
pek parlak değil. Türkiye’de sadece bu-
rada kuluçkaya yatan (90’lar öncesinde
Akyatan Gölü’nde de üreme kaydı vardı)
yazördeği habitat bakımından çok seçici
ve hassas, sonuçta neslinin devamı küre-
sel ölçekte tehlike altında. Bununla ilgili
yapılan son araştırmada (2009) nüfus
beklenenden az çıkmış. 1995 araştırma-
sında bulunan 50-150 birey 15-25 adede
düşmüş. Bu türün yok olmasını önleyici
tedbirleri almak özel çevre koruma böl-
gesi yönetiminin acil görevleri arasında.
Delta bereketli topraklarıyla aynı za-
manda önemli bir tarım alanı. Tarım,
alanda bulunan 4 belde ve 7 köyde ya-
şayan yaklaşık 30 bin nüfusun yüzde
80’den fazlasının birincil gelir kaynağı.
İki yılda beş ürünün alınabildiği, sula-
ma sorununun olmadığı bu alanlarda
meyvelerden limon ve çilek, sebzelerden
domates, tahıllardan buğday ve pirinç en
fazla yetiştirilen ürünler.
Günlerce süren şiddetli rüzgârlar ni-
hayet dindi. Güzel bir günün sabahında
alanı avucunun içi gibi bilen Gökhan
Coral ile buluştuk. “O kadar da tenha
değilmiş” dedi. “Buraya gelirken bir sürü
kuş fotoğrafı çektim.” Paradeniz kıyısın-
da göle uzanan ince kumsalın kıvrılarak
hilal biçimini aldığı yere geldik. Hilali
paylaşan çeşit çeşit kuşlar beslenme te-
laşındaydı. Kervançullukları, cılıbıtlar,
yağmurcunlar, düdükçünler, birkaç çift
poyrazkuşu, kara kızılbacak vardı, sonra
bataklık kırlangıçları ile kervançullukla-
rının sürmelisi de geldi. Gökhan Hoca
buraya “Bereketli Hilal” adını takmış-
tı. Bereketinin artması dileğiyle Göksu
Deltası’ndan ayrıldım
Bunu “Ramsar alanı” (1994) ve “doğal
sit alanı”(1996) statüleri izlemiş.
Alanda uygulanan en kapsamlı koru-
ma ise 1990 yılında tanınan “özel çevre
koruma bölgesi” statüsü. İlgili mevzu-
ata göre “ülke ve dünya ölçeğinde eko-
lojik öneme haiz olan, çevre kirlenme
ve bozulmalarına duyarlı alanların ve
tabii güzelliklerin ileriki nesillere ulaş-
masını emniyet altına alma amacıyla
seçilen alanlar”a Bakanlar Kurulu kara-
rıyla bu statü verilebiliyor. Göksu Del-
tası ülkemizde bu statüye sahip 13 alan-
dan biri. Bu statü gereği alanda halen
2. Dönem (2009-2013) Yönetim Planı
80 ATLAS HAZİRAN 2012
MALATYA
Sırlar VadisiDik kaya duvarlarında yüzlerce mağara barındıran bir vadi... En eski
çağlardan beri insanların yaşadığı, şekillendirdiği, dehlizlerle birbirine bağladığı
bu kaya barınaklar, geçmişe ilişkin pek çok sırrı barındırıyor. Malatya’nın
Akçadağ ilçesindeki Levent Vadisi jeopark ilan edilmeyi hak ediyor.
2012 HAZİRAN ATLAS 81
82 ATLAS HAZİRAN 2012
2012 HAZİRAN ATLAS 83
Bir dehlizde yavaş yavaş iler-
liyorum. Ayaktayım ama ka-
famı hafifçe eğmiş durumda-
yım; bir kayaya çarpmaktan
korkuyorum. Arkamdaki girişin ışığı az
da olsa önümü aydınlatıyor. İlerledikçe
ışık kayboluyor ve iyice karanlığa gömü-
lüyorum. Bu şekilde ilerlemeye devam
ederken birden, “ya önüme çok derin bir
çukur çıkarsa” kaygısı aklıma düşüyor.
Eskiden olsa devam ederdim ama bi-
zim ikizlerden sonra biraz korkar oldum
sanırım.
Arkadan benimle birlikte mağara keş-
fine katılan Bayram Güngör’ün sesle-
nişini duyuyorum. Soyadı Güngör ama
akraba değiliz. Sadece hoş bir tesadüf.
Bayram Hoca tarih öğretmeni ve ken-
dini Malatya’ya adamış. Sesini duyunca
rahatlıyorum. Çünkü 10 dakika önce-
sine kadar bu kocaman mağarada yal-
nızdım. Onun sesi ile cesaretleniyorum
ve biraz daha ilerlemeye karar veriyo-
rum. Ama daha birkaç adım atmadan
ayağım takılıyor. Mağara duvarına tu-
tunarak düşmekten kurtuluyorum. Bu
kez duyduğum sesle irkiliyorum; biraz
öteden acayip bir uğultu geliyor. Tam bir
korku filmi gibi. Ucuz kahramanlıktan
vazgeçip, dehlize girdiğim mağaraya geri
dönüyorum.
Ekibin diğer elemanı Direnç Azaz
da girişteki tırmanışını bitirmek üzere.
Direnç yanıma gelir gelmez mağaraya
“muhteşem” diyor. Burada bir zaman-
lar insanların yaşadığı o kadar belli ki.
Aklım dehlizde benim. İçeride ne ol-
duğunu göremezsem çatlarım. Hele o
uğultu yok mu? Eğer çözemezsem gece
uyuyamam. Direnç’e yaklaşıyorum: “Şu
senin muhteşem fenerini ver bakalım!”
Onlara gelmemelerini ve benden haber
beklemelerini söylüyorum. Biraz sonra
elimde fener aynı dehlizdeyim. Önümü
görerek gidiyorum bu kez. Fener de fe-
ner değil projektör sanki. Kayalardaki
tüm detayları görebiliyorum.
Bu dehliz doğal değil. Birileri açmış
burayı. O zaman başka bir yere çıkma
olasılığı çok fazla. Yine de tatsız sürp-
rizlere hazır olmalıyım. Kayalara ba-
karken uğultuyu unutmuşum. Birden
uğultunun ortasında kalıyorum. Binler-
ce, belki on binlerce sinek. Işığı görünce
kor
da
ışık
lüy
ede
çuk
Esk
zim
san
Küçükkürne köyü, Levent Vadisi’nde
84 ATLAS HAZİRAN 2012
geliyor. Belli ki beni izlemişler. Kendi-
mize gelince etrafımıza bakıyoruz. Bir
önceki mağaranın birkaç katı büyük-
lüğündeki başka bir mağarada olduğu-
muzu anlıyoruz. Mağara epey kazılmış,
define aranmış. Ortada uzun bir boru
var. İlkbaharda buradan hâlâ su alınıyor
anlaşılan. Etrafı kontrol edince çok es-
kiden insanlar tarafından mağaraya kat
çıkılmak için yapılmış birçok oyuk ve bir
duvar buluyoruz. Burada bir zamanlar
büyük bir insan topluluğu yaşamış. Hem
de mağaraya birkaç kat çıkmışlar. Geri
doğrudan bana yönelmişler. Her tarafı-
ma konuyorlar. Gözlerimi açamıyorum.
Panik yapsam sağa sola çarparak yara-
lanmam işten bile değil. Ani bir kararla
feneri kapatıp cebimden çıkardığım şap-
kamı yüzme tutarak koşmaya başlıyo-
rum. Nefes alsam burnumdan girecekler.
Geçmek bilmeyen saniyeler...
En sonunda ileride bir ışık beliriyor.
O tarafa doğru hızlanıyorum. Can hav-
liyle ışığın geldiği yere atıyorum ken-
dimi. Nefes alarak rahatlamaya çalışır-
ken Bayram Hoca, ardından da Direnç
2012 HAZİRAN ATLAS 85
içinde yer alan Levent Vadisi tipik bir
kanyon vadi. Türkiye’nin henüz pek
bilinmeyen doğa ve kültür değerlerin-
den biri olan kanyonun bazı noktala-
rı ABD’deki Grand Kanyon’u andırıyor.
Uzunluğu kilometrelerce olan vadi, Toh-
ma Kanyonu ile birleşiyor. Bu vadinin en
önemli özelliği, kanyonun duvarların-
da bulunan ve tümü insan eliyle şekil-
lendirilmiş mağaralar. Malatya- Kayseri
karayolu üzerinde bulunan kanyonun
duvarlarında çeşitli dönemlere ait yüz-
lerce mağara bulunuyor. Bu mağaraların
dönmeyip daha kolay olduğu için bura-
dan dışarı çıkıyoruz.
Daha mağaradan çıkar çıkmaz kazıl-
mış bir Roma mezarı görüyoruz. Her
taraf tarih kaynıyor. Önündeki yamaçta
ve biraz aşağıdaki kayısı bahçesinde ya-
pılacak sıkı bir araştırma ile bu mağara-
da ilk olarak kimlerin yaşadığı rahatlıkla
bulunabilir. Vadideki ilk keşfimizde, gir-
diğimiz bu mağaraya “İkiz Mağara” adını
veriyoruz. İki mağara arasındaki dehli-
zin uzunluğu yaklaşık 50 metre.
Malatya’nın Akçadağ ilçesi sınırları
86 ATLAS HAZİRAN 2012
ciddi bir arkeolojik çalışma yerleşim ta-
rihini çok eski çağlara götürebilir. Bu
mağaralarda Malatya’nın içinde bulunan
Aslantepe Höyüğü ile aynı döneme ait
birçok bulgunun bulunma olasılığı çok
fazla. Caferhöyük’te yaşayanların bir ön-
ceki adresinin bu mağaralar olmadığını
kim söyleyebilir ki? Bu benim olmasını
istediğim şey tabii. Amacımız bu mağa-
ralardan ve vadinin jeolojik özelliklerin-
den yola çıkarak burayı bir jeopark ilan
etmek. Daha yolun başındayız ama çok
hızlı ilerliyoruz.
büyük bir çoğunluğunun insan tarafın-
dan yapıldığı uzaktan bile anlaşılıyor.
Ben bu mağaraların içinde epey dolaş-
tım. Neredeyse insan eli değmemiş bir
mağara yok gibi. Bölgede sık görülen
depremler yüzünden mağaraların büyük
bir kısmında çökmeler meydana gelmiş.
Bu çökmeler ilk hallerini epey bozmuş
ama oldukça iyi korunan mağaralar da
var.
Bu mağaralarda Hitit ve Roma döne-
minde insanların yaşadıkları kesin. Ma-
ğaraların içinde ve etrafında yapılacak
2012 HAZİRAN ATLAS 87
değerlerin turizme dönüşmesi için bü-
yük bir çaba gösteriyor. Valiliğe bağlı
Koruma Uygulama ve Denetim Bürosu
(KUDEB) Müdürü Levent İskenderoğ-
lu başkanlığındaki bir ekip, bir taraftan
Malatya’nın korunması gereken eserle-
ri üzerinde çalışırken diğer taraftan da
doğal değerlerin turizme kazandırılması
üzerine büyük bir çaba harcıyor. Fırat
Kalkınma Ajansı da bu projelerin önemli
destekçisi. Valilik vadiye hâkim yamaç-
ların üzerinde bir de seyir terası yap-
tırıyor. Teras bittiği zaman aynı Grand
Levent Vadisi ismi vadi içindeki Le-
vent bucağından geliyor. Levent bucağı-
nı ise Leventoğlu ailesi kurmuş. Ailenin
bazı bireyleri halen Levent’te yaşıyor.
Malatya Koruma Uygulama ve Denetim
Bürosu (KUDEB) Müdürü Levent İsken-
deroğlu da bu ailenin bir ferdi. Bu vadide
doğmuş ve bu vadinin ismini almış. Vadi
ile aile arasında böylesine sıkı bir tarihsel
ilişki var.
Levent Vadisi bugüne kadar geri
planda kalmıştı. Malatya Valisi Doç.
Dr. Mehmet Ulvi Saran bölgedeki doğal
88 ATLAS HAZİRAN 2012
bölgenin farklı bir zenginliği. Hasanağa
Çayı’nın aktığı ana vadinin her iki yama-
cındaki kaya duvarları üzerinde yüzlerce
mağara bulunuyor. Buradaki İkiz Mağa-
ra, Sarıkaya Mağaraları, Teraslı Mağara,
Tapınak, Karanlık Mağara, Üçüz Mağa-
ra, Büyük Mağara ve Şekilce Mahallesi
mağaraları insanı heyecanlandıran izler
içeriyor. Şekilce Mahallesi’nin en ucun-
daki mağara-kale ise tam bir muamma.
Roma’dan Selçuklu’ya kadar pek çok sa-
vaşçıya ev sahipliği yapmış olan mağa-
raya girmek için biraz kaya tırmanmak
gerekiyor. Mağaranın bulunduğu kaya
üzerinde birçok niş bulunuyor. Mağara
içten içe kazılarak iki oda şeklinde ya-
pılmış ve sıvanmış. Köylüler kilise ola-
rak kullanıldığını düşünüyorlar. Şekilce
Mahallesi’nin tam karşısındaki iki katlı
mağara ise bu vadinin en önemli ma-
ğarası. Önemini içeri girdiğimizde an-
lıyoruz. Önüne gelen kazmış. Kazmak
ne kelime metro istasyonu bile açmış
olabilirler. Bu mağaraların tümünde es-
kiden yaşayanların yaktıkları ateşlerin
izleri duruyor. Bunların dışında insan
eliyle yapılmış oyuklar, sarnıçlar birçok
Kanyon’daki gibi insanlar cam bir zemin-
de yürüyecekler.
Mağara sistemleri arasında en önem-
lileri İnkaya, Kozalak, Taşköy, Bağköy,
Kolköy ve Küçükkürne köyleri arasında
yoğunlaşıyor. Bağköy’de mağaralar dışın-
da birçok niş ve kaya mezarı ile üzerinde
motifler bulunan Osmanlı mezarları da
90 ATLAS HAZİRAN 2012
Çalışmalar sırasında uzaktan gördü-
ğüm ve sürekli olarak buraya gitmeliyiz
dediğim mağaralara ancak altıncı gün
varabildik. Küçükkürne köyündeki ma-
ğaralara mağara demek pek doğru değil.
Bazılarının tavan yüksekliği 50-60 metre
civarında. Köye doğru yol alırken ka-
yaların dibinde bir ev gördüm. Hedefe
kilitlendim, yarım saat sonra evin önün-
deydim. Onlarca metre yüksekliğindeki
bir kaya duvarının dibinde bulunan eve
ev demek ne kadar doğru bilemiyorum.
Çünkü büyük çoğunluğu mağaranın
içinde. Sadece dış duvarlar insan eliyle
yapılmış. Odalar, mutfak hep mağara.
Bu eve gelirken böylesine renkli bir
kişiliği tanıyacağımı ve burada da bir
macera yaşayacağımı hiç düşünmemiş-
tim. Evin Sahibi Şükrü Kurt karşıladı
bizi. Hemen içeri buyur etti, “Hoş geldi-
niz” dedi ve kayboldu. Kısa bir süre son-
ra büyük bir kahvaltı sinisiyle çıkageldi.
Ben kahvaltı yaparken o evin öyküsünü
anlatıyordu. Şükrü Kurt şu anda evde
yalnız ama aslında tam dört eşli. Üçüncü
eşi astım hastasıymış ve bu mağara evde
yaşamaya başladıktan sonra hastalığın-
dan iz kalmamış. Ev inanılmaz bir büyü-
ye ve manzaraya sahip.
Her zaman bize sorarlar ya “Define
mi arıyorsunuz” diye. Bu kez ben sor-
dum: “Şükrü Amca sen hiç define aradın
mı?” “Aradım tabii. Burada aramadım
diyen varsa yalan söylüyor” dedi. “Peki,
buldun mu?” “Siz yabancı değilsiniz”
dedi, “ne yalan söyleyeyim küçük bir
şeyler bulmuştum. Uzuuun zaman önce.
Sanırım 1966’ydı”.
Şükrü Kurt, gözyaşı şişeleri çıktığını
da söylüyor. Birilerine hediye etmiş, bir
kısmını da çocuklar oynarken kırmışlar.
Şükrü Kurt, girişi bu evden olan bir ma-
ğara daha olduğunu anlatıyor. Görmek
istiyoruz. Bahçeye çıkarak evin arkası-
na dolanıyoruz. Şükrü Amca anahtarla
kapıyı açarak uçurumu gösteriyor: “Bu-
yurun!” Önümüzde bir kaya duvarına
tutunmuş bir çıkıntı var. Genişliği yarım
metre var ya da yok. Uzunluğu ise 15
metre civarında. Derinliği mi? Düşenin
kurtulması mucize bile sayılmaz. Gözleri
bizde; “Haydi sen önden git de rehberlik
yap” diyorum.
O önde Bayram Hoca arkada, ben ise
mağarada gözlenebiliyor. Vadi içindeki
tepelerde bulunan ve içlerinde ne olduğu
henüz bilinmeyen “tümülüs”ler ise epey
fazla. Her mağara sistemine yakın bir
tepede o sistemde yaşayanlar tarafından
yapılmış olan tümülüsler var. Defineciler
buraları da ziyaret etmeyi ihmal etme-
mişler. Kolköy mağaralarında Bayram
Hocayla İkiz Mağara’daki gibi olmasa
da küçük bir dehliz macerası yaşadık.
Buradaki mağaraların bazıları duvarla
çevrilerek kilise yapılmış. Uzun süre bu
amaçla kullanılmış.
92 ATLAS HAZİRAN 2012
Zaman olsa bu mağara evde birkaç gece
kalmak isterim. Şükrü Amcaya tekrar
uğrama sözü verip uzaktan gördüğümüz
mağaralara geçiyoruz.
Yolda su içmek için durduğumuz bir
çeşmenin duvarında, bir yerden sökü-
lerek çeşmenin yapımında kullanılmış,
üzerinde Roma yazıları ve işlemeleri olan
bir taş görüyoruz. Küçükkürne Mağara-
ları olağanüstü bir yer. Birbirine bağla-
nan birkaç mağara sisteminden oluşan
bu bölgenin en kalabalık nüfusu barın-
dırdığı kuşkusuz. Bölgede bulunduğum
fotoğraf için en sonda gidiyoruz. Küçük
bir dikkatsizlik dönüşü olmayan bir yol
demek. Birden önümdekiler çömeliyor.
Küçük bir etapta kayalar düştüğü için
Şükrü Amca tahta ve odunlarla sabitle-
miş ama dizimizin üzerinde geçmemiz
gerekiyor. Tahtaları aşınca bir insanın
çömelerek ancak geçeceği bir tünele gi-
riyoruz. Tünel bitince yine tahtalarla
yapılmış bir tahkimattan geçip mağaraya
ulaşıyoruz. Şükrü Amca ok ucu ve ben-
zeri buluntuları bu mağarada bulmuş.
Yaklaşık yarım saat kalıyoruz burada.
Levent Vadisi’ndeki tüm
94 ATLAS HAZİRAN 2012
rasının bulunduğu kayalığın üzerinde
oturmuş yavaş yavaş kaybolan güneşe
bakarken Levent İskenderoğlu anlatıyor:
“Çocukluğumda bile bu vadinin önemi-
ni biliyordum. En büyük amacım bura-
sının dünyaca tanınan bir vadi olması.
Ben bu vadiyle öyle bir bütünleştim ki
ayrılırsam buralardan, bir yanım eksik
gideceğim gibi geliyor. Bu mağaraların
büyük bir kısmında anılarım var, anne-
min de var, babamın da. Biz bu vadinin
insan yüzüyüz sanki.”
Güneş battı, karanlık Levent Kan-
yonu’nu bir kara bulut gibi kapladı. Va-
dinin üzerine çöken karanlığın içinde,
köylerdeki evlerden yükselen tek tük
ışıklardan başka hiçbir şey gözlenmi-
yor. Eski zamanlarda bu vadide daha
çok ışık olduğuna eminim. Bir an ge-
riye, çok geriye, binlerce yıl geriye gi-
diyorum. Bu saatte bulunduğum yerde
dursaydım eğer, tüm kanyonu ışıl ışıl
görecektim. Her bir mağaradan yükse-
len meşaleler, karanlığa yenilmemeye
çalışan insanların yaşama tutunma ça-
balarıydı kuşkusuz
süre içinde Küçükkürne Mağaraları’na
iki kez gittim ama bu mağaraları iyice
özümsemek için birçok kez gitmek ve
araştırmak gerekiyor. Bu vadide yapıla-
cak çok ama çok iş var.
Gün akşam olmak üzere. Seyir te-
Muhteşem kamera.Gerçek ses.
Tavsiye eden
Nick JojolaSerbest atlayışmoda fotoğrafçısı
Nick’in kişisel deneyimini htc.com adresinden izleyin
Nick’in, saatte 126 mil hızla düşerkenHTC One ile gerçekleştirdiği çekim
Aynı anda HD video ve fotoğraf çekimiHTC Sense ile
96 ATLAS HAZİRAN 2012
2012 HAZİRAN ATLAS 97
Bengal Körfezi’ne kuzeyden güneye serpilmiş Andaman Adaları’nın
en uzak ve en güneyindeki parçası... Küçük Andaman Adası,
yerli halkı Ongeleri koruyamamış ama ıssız sahilleri ve yağmur
ormanlarıyla vahşi doğasını büyük ölçüde saklamış.
KÜÇÜK ANDAMAN
Yalnız Ada
98 ATLAS HAZİRAN 2012
2012 HAZİRAN ATLAS 99
Arkasında “plastiğe hayır” slo-
ganı yazılı, bir Türk Lirası bile
etmeyen bedeliyle, bizi altı saat
sürecek yolculuğumuz için ge-
miye bindirecek biletlerimizi aldık. Bü-
yük Andamanlar’dan, oranın merkezi
Port Blair’den ayrılıp Küçük Andaman
Adası’na doğru yola çıktık.
Kuzeyden güneye, dev bir el tarafın-
dan denize serpilmiş gibi gözüken An-
daman Adaları’nın batısındaki denize
Bengal Körfezi, doğusuna ise Andaman
Denizi deniyor haritalarda. Büyük Hint
Okyanusu’nun içindeyiz aslında; çok de-
ğil birkaç yüzyıl öncesinin en gizemli,
masalsı sularında seyir halindeyiz.
Küçük Andaman’ın doğu kumsalın-
da çıplak ayak yürüyordum. Kumsalın
kuzeye doğru uzanan uçsuz bucaksızlı-
ğını yalnızca, denizin karaya sokulduğu
küçük koycuklar ve arada bir okyanusa
dalan ve köklerini dalgaların suladığı
hindistancevizi ormanları engelliyordu.
Yoksa her bir kumsal hilali, ıssız ve
kimsesiz halde dalgaları karşılıyor. Koyu
bulutların gökyüzünü tamamen örttüğü
bir sabahtı. Bir gün önce yorucu, altı
saat süren bir gemi yolculuğu yapmış-
tım ve belki 10 gündür doğru dürüst
uyumadığım için uykum geç saatlere
kadar sürmüştü. Gündoğumunu bu yüz-
den bilerek kaçırmıştım. Şimdi, Bengal
Körfezi ve Büyük Andaman Adaları’nın
güneyindeki Küçük Andaman Adası’nın
sahilinde, iyice eğilmiş, belimi nerdeyse
hiç doğrultmadan yürüyordum.
Kumsal, bir mücevhercinin göz alıcı
tezgâhı gibiydi. Karaya vurmuş mercan
parçalarının çeşitliliğinden bile, ruhla-
rı okşayan bir sergi açabilirdi insan ve
şehrin kalabalıklarını, dalgaların sesini,
rüzgârın sesini ve hatta kumsalda yürü-
yen kum yengeçlerinin ince ayak sesini
işitmeye davet edebilirdi.
Yürürken sırtlarında küçük, renkli ka-
bukçuklar taşıyan kumsal böceklerine
basmamaya çalışıyordum, ama onlardan,
ben diyeyim binlerce, sen de ki on binler-
ce vardı. Zaten yürümemi asıl engelleyen,
irili ufaklı böceklerin terk ettikleri, minik
deniz kabuklarıydı. Onlara, deniz böcekle-
rinin, bizzat kendilerinin tasarlayıp yaptığı
evler diyebilirsiniz. Birbirine benzer, tek
bir sanatçının elinden çıkmış gibi gözükse
100 ATLAS HAZİRAN 2012
hayvanlardan en önemli farkı, “iskelet-
lerinin” bedenlerinin dışında olmasıydı.
Yani kemiğe ve omurgaya benzeyen sert
çatısı mercanın bedeninin dışındaydı.
Sıcak okyanusların, koşmayan ve yüz-
meyen bu hayvanlarının bazıları, bir
boynuz şeklinde yalnızca. Yani ak, bü-
kümlü, dirsekli bir boynuzdan ibaret
bu hayvanlar, tüm bedeni bir boynuz.
Merakın sayesinde, mercanların bazıla-
rının, üzerlerindeki yosunsular sayesin-
de güneşten enerji sağladığını, yani bir
hayvan olarak bitkiyle bedensel olarak iç
içe geçtiğini öğrenmiştim.
Bir gün sonra, cangıldaki Büyük Şela-
le’ye gitmek için yerel rehber, iki İsrailli,
iki Belçikalı, iki Türk ve bir Brezilyalı, üç
motosikletle yola çıktık. Bu grubun dör-
dü kadın, dördü de erkekti. Kuzeye doğ-
ru yarım saat mi gittik, 45 dakika mı tam
emin olamadım; yolda durup variller-
den boşaltılan yakıtla depoları doldur-
duk. Yağmur kuvvetlenmeye başlayınca,
dönmek isteyenler çıktı, özellikle mo-
tosikletlerin kayabileceği hesaplanarak.
de bu kabukların her biri, o böceğin kendi
zevkini taşıyordu. Tamamen farklı değildi,
ama yine de şeklin kıvrımları, desenleri,
desenlerin büyüklük veya küçüklükleri,
varsa deliklerinin genişliği veya darlığı,
sayısı, deliklerin dalga biçiminde yayılımı,
bunların farklı yükseklikleri, daha hangi-
sini söyleyeyim, boğumlarının derinliği,
eğimi, her şey farklıydı.
Beni en çok etkileyen de ak mercan-
ların üzerlerindeki büyüleyici, süngersi
desenlerdi. Onlar da birbirinden büsbü-
tün farklıydı. Anlamak belki çok kolay
değil, ama okyanuslarda kayaların üze-
rinde yaşayan mercanlar hayvan sınıfı-
na giriyor. Hareket etmiyorlar, nerdeyse
kaya gibiler ama her biri birer hayvan.
Özellikle benim gibi bu işin cahil merak-
lıları için o mercanların her bir bireyinin
nerede bitip nerede başladığı, yani kişili-
ğinin sınırı, bedeninin ihlal edilmemesi
gereken arazisinin çeperleri belirsizdi.
Hatta birinin bedeninin öbürüne geçti-
ğini rahatlıkla söyleyebilirsin. Belki bi-
zim görmeye alıştığımız ve bildiğimiz
2012 HAZİRAN ATLAS 101
102 ATLAS HAZİRAN 2012
Yavaş gitmek koşuluyla yola devam ka-
rarı çıktı. Bir süre sonra cangılın içine
giren yola saptık, dar yol asfalt olarak
devam ediyordu. Resmi birkaç yapı, bir
okul, küçük bir Hindu mabedi, yollar-
da okul çocukları, tek tük bisikletli ve
hindistancevizi ormanı... Henüz cangı-
la gelmiş değiliz. Yol bitti, cangıl geniş
bir düzlüğün kıyısında, pembe çiçekler,
yan yana sıralanan ve küçük oluklarla
bağlanan gölcüklerin ardında gözüktü.
Yürüyüşe başladık, güle oynaya. Yağmur
bazen şiddetli, bazen nazik yağmayı sür-
dürüyordu. Cangıl sülüklerine karşı bizi
uyarmışlardı. Çeşitli ilaçlarla tedbirimi-
zi almıştık. Aslına bakarsak, aldığımızı
sanıyorduk. Kısa şortla gelmek gerek-
tiğini burada anladım. Pantolon paça-
larını dize kadar kıvırmak gerekiyordu
ki, sülükler ayak bileğinden yukarı, dize
doğru, daha yukarı doğru çıkarken gö-
rülebilsin. Ben pantolonumu kıvırdım,
ama sürekli olarak paçalarından tutmak
gerekiyordu, çünkü hep düşüyorlardı.
Koyuvermem felaketim olurdu. Sülükler
için cangılın hemen girişinde rehberimi-
zin uzattığı, yerel, doğal, dolayasıyla et-
kili olduğu kanıtlandığını sandığımız sa-
rımsı bir ilacı, ince bir odunla kabından
alıp ayaklarımıza, ayak parmaklarımıza,
bileklerimize kadar sürdük, bunu her bi-
rimiz sırayla yaptık. Çoğumuz sandalet-
li, bazılarımız terlikli, bazılarımız çıplak
ayak cangıla girdik. Bir süre sonra eğilip
ayaklarımızdaki sülükleri toplamaktan
yürüyemez olduk.
u sülüklerden söz etmem gerekiyor.
Türkiye’de bildiklerimize pek benze-
miyor. Ona da sülük deniyor, çünkü hem
vücuda yapıştı mı ismine uygun olarak
oradan bir daha çıkartmak pek mümkün
olmuyor, hem de şanına uygun olarak
kan emiyor. Ama hareket tarzı, büyük-
lüğü, topluluk davranışı tamamen farklı.
Nerden baksak altı saati aşkın cangıl sü-
lüklerini yakından gözlemleme şansızlı-
ğına eriştiğim için, en azından biraz bilgi
edinmiş oldum.
Bir saatin ardından verdiğimiz ilk
dinlenme aralığında, gruptan bir kişi,
kan içindeki ayaklarını göstererek dön-
mek istediğini söyledi. İsrailli gençlerden
biriydi, Brezilyalı kız arkadaşı da onu
2012 HAZİRAN ATLAS 103
Crocodylus porosus
104 ATLAS HAZİRAN 2012
dışında fazla hissedilmiyordu. En azın-
dan başlangıçta. Ama yürüdükçe, kanla
semiriyor, şişmanlıyor, boyları atmasa da
irileşiyorlardı.
Bildiğim sülükler gibi yalnızca sürü-
nerek, bulunduğu yere paralel ilerlemi-
yorlardı. O incelik, kırılganlık ve uzun-
luklarına rağmen tepetakla ilerliyorlardı.
Asıl ilerleme şekilleri böyleydi. Minik
sülükler, kafalarını ayağın bir yerinden
yakalıyor veya sandaletin ucundan baş-
lıyor, bütün vücudunu dikleştiriyor ve
kafasıyla başlamışsa ayak kısmıyla, ayak-
larıyla başlamışsa kafa kısmına geçerek
parendeler atarak ilerliyordu.
bırakmayacağını söyleyerek dönmeye
karar verdi. Gerçekten de İsrailli gencin
her iki ayağı da kandan gözükmüyordu,
bizde de bir şeyler vardı, ama onunkisi
feciydi. Kimse yola devam etmesi için
ona ısrar etmedi, o da kız arkadaşına
“sen devam et, ben yalnız dönerim” ısra-
rını fazla sürdürmedi.
Küçük Andaman Adası’ndaki filanca
isimli cangıldaki sülükler, benim tanı-
dığım sülüklere göre çok küçüktü. İnce-
liği, bir kürdanı bulmuyordu bile. Boyu
da... En uzunları yarım kürdan kadar-
dı. Çoğunluğu çeyrek kürdan boyun-
daydı. Isırıkları, bir kürdan batışı etkisi
2012 HAZİRAN ATLAS 105
dahi, onlarcasının üst üste, alt alta aba-
narak yüklenmesi, güçlerini birleştirme-
si, orayı petrol bulmuş gibi mülk alanı
ilan etmesi. Bir kere, birbirlerine yapışa-
rak emmeye başladılar mı, o bölge kan
gölüne dönüşüyor.
Tabii yine burada öğrendiğim ve artık
emin olduğum bir diğer bilgi de, diğer-
leri gibi cangıl sülüklerinin de emdikleri
kanın pıhtılaşmasını engelleyen bir sıvı-
ya sahip oldukları ve onu, açtıkları yara-
nın ağzına zerk etmeleri. Bundan emi-
nim çünkü son açılan yaralar hâlâ kanı-
yor. Daha öncekiler ise çoktan pıhtılaştı.
Cangılda yürüyüş, herkes için sülük
Bu yazıyı, cangıldan çıktıktan bir-
kaç saat sonra yazdığım için sülüklerin
ayakları nerede başları nerede, doğrusu
bu konuda bir fikrim yok. Soyut olarak
ayaklardan ve başından söz ediyorum.
O kadar küçükler ve hareketliler ki, in-
celemek imkânsız gibi. Döndüğümde,
her iki ayağımı, dizlerime kadar saran
ve kırmızıya boyayan cangıl sülüklerinin
anatomisini bilimsel kitaplardan öğrene-
ceğim tabii ki. Bize burada zararlı olma-
dıkları da söylendiği için, endişe taşıyor
değilim.
Ama bu sülüklerin diğer bir özelliği,
iki parmağın arasındaki o daracık alana
106 ATLAS HAZİRAN 2012
birlikte dört kişi, arkadaki Belçikalı ka-
dın rehberle aramızın açıldığını fark et-
tik. Ne ben arkamdakilere, kendi ar-
kalarındakilerle aralarındaki mesafeyi
sormuştum, ne onlar rehber ve diğer
arkadaşımızla olan mesafelerine dikkat
etmişti. Rehber de bana, ilerde başka
bir patikanın olduğundan hiç söz et-
memişti. Ben, arkamdan gelenlerin en
arkasında, rehber ile bir arkadaşımız
olduğunu tahmin ediyordum. Durduk
ve arkadaşımızın ismini bağırmaya baş-
ladık, daha doğrusu onlar bağırdılar, ben
de eşlik ettim. Ama ses seda gelmeyin-
ce, “Siz burda kalın ben bir bakayım!”
dedim. O kadar fazla geri gittim ki, bir
noktadan sonra “Bu kadar geride kalma-
ları imkânsız!” dedim ve yolu kaybetmiş
olduğumuza hükmettim. Bu defa, beni
girdiğimiz yanlış patikada bekleyen ar-
kadaşlarıma sesimi duyuramıyordum.
Yolun yarısına kadar geri yürümek zo-
runda kaldım, onlar da o taraftan yürü-
meye başladıkları için, bir noktada sesle-
rimizi birleştirebildik.
Doğru yolun hangisi olduğunu arar-
ken bir yanlış patikaya daha girdik, ora-
da da bir süre yürüdük, belki beş dakika,
mücadelesiyle sınırlı kalmış oldu. Tuhaf
kuş sesleri, ağaçkakan takırtıları, böcek
sesleri, kökleri metrelerce uzayan iri göv-
deli ağaçlar, devrilmiş kütükler, yolumu-
zu sık sık kesen cangıl dereleri, çamurlu
patika ve yağmur ve yoğun orman do-
kusuna yoğunlaşacak hal kalmadı bizde.
Şelaleye ulaşmayı başardık. Bekledi-
ğim büyüklükte değildi. Hava kararma-
dan dönmek için yarım saatten fazla kal-
madık. Sülükler bizde hal ve nefaset bı-
rakmadığı için, öğle kumanyası yemek fi-
lan aklımıza dahi gelmedi. Dönüşe geçtik.
S ıcak iklimden dolayı, yağmura rağ-
men, herhangi bir saçak altı olma-
dan, sabaha kadar ıslanarak hayatta kal-
mayı yine de başarırdık diyorum, ama
ekibin ruh sağlığı, başka etkenler neler
getirir doğrusu emin olamıyorum. Te-
lefonun zaten pek çekmediği bir adanın
cangılında, herhangi bir iletişim imkâ-
nımız yoktu. Yağmur, kuş ve böcek sesi
o kadar yoğun ki, seslenmelerimiz de ne
kadar güçlü olursa olsun işitilecek sevi-
yeden uzak.
Ben önde, rehber arkada yürümek-
teyken yaklaşık bir saat sonra, benimle
atlas_CON.indd 1 5/18/12 4:21 PM
108 ATLAS HAZİRAN 2012
noktası vardı ve şimdiye değin hiçbirine
rastlamamıştık. Neyse ki, birkaç dakika
sonra, bir çıplak ayak izine rastladık. Bu
diğer Belçikalı kızın ayak iziydi, çün-
kü onun çıplak yürüdüğünü biliyorduk.
Kaygılarımız dağıldı. Daha epey yol var-
dı, ama en azından doğru patikadaydık.
İlerledikçe, gelirken rastladığımız kimi
kütükler, ırmak geçişleri ve benim dahi
hafızama kazınmış olan, yan yatmış iri
bir ağaç gövdesini saran kocaman man-
tarlar doğru patikayı izlediğimizden iyi-
ce emin olmamızı sağlamıştı.
Artık en arkadan geliyordum. Pan-
tolonumu çekiştirmekten yorulmuş, ta-
banımı yara yapan sandaletim de bana
gereksiz bir eziyet çıkarmıştı. Güneş bat-
maya yakın, motorları beklediğimiz yere
ulaşmayı başardık.
Sülüklerden daha fazla söz etmek is-
temiyorum. Çünkü bacaklarım hâlâ ka-
nıyor. Ellerimde de iki yere sondaj açtık-
larını fark ettim. Panik yapıp ellerimle işe
girişmiş olsaydım sülüklerin daha yuka-
rılara ulaşması işten bile değildi. Yüzüm
ve sülükleri düşünemiyorum bile. Nokta.
Küçük Andaman’ın fillerini görme
arzumuzu bir türlü gerçekleştiremedik.
belki on, belki daha fazla. Bu yoldan
emin olamadık, artık emin olamadığı-
mız bir yola girecek vaktimiz kalmamış-
tı. Bir saat sonra hava kararacak ve biz o
ormandan o gece çıkamayacaktık. Geri
döndük ve ileride asıl patikayı bulduk.
Ama yine de emin değildik, ayak izleri
aradık, ama tek bir iz dahi yoktu, yağmur
izleri yok etmiş olmalıydı. Yine de daha
geriye gidip başka bir patikayı arayacak
vakit de yoktu. Bu yola girecektik. Yine
ben önden hızla gidip bir ayak izi bulana
kadar epey ilerledim ve aradığımı niha-
yet bir çamurun içinde ve gittiğimiz yol
yönünde buldum. Hemen yüksek sesle
bağırmaya başladım, bir yandan da ge-
riye doğru koşuyordum. Bereket onlar
da aynı patikaya girmişlerdi ve hemen
yanıt verdiler. Ayak izini görsünler diye
onları bekledim. Bu defa, bu ayak izinin
onların olduğundan emin miyiz tartış-
ması başladı. Bana sorarsan, bu cangıl
öyle herkesin geçip gittiği bir yer değildi,
bu ayak izi rehberin ayağından başka
birinin izi olamazdı. Bu varsayımı kabul
edip ilerlememiz gerekiyordu. Cangıl o
kadar tuhaftı ki, saatlerce yürüdüğümüz
patikada aklımızda kalan çok az kerteriz
110 ATLAS HAZİRAN 2012
Zaten ancak üç tane kalmış. Bunlar-
dan iki tanesi, palmiye yağı fabrikasında
kalıyorlarmış: Anne ve yavrusu. Yavru
fili işçi çalıştırmıyorlarmış, gerçi 12 ya-
şında koca bir filmiş ama yine de çalış-
tırmıyorlarmış. Anne taşıyormuş onca
yükü. Ama anne fil de, yavrusu ortada
olmayınca sorun çıkarıyormuş, o gelene
kadar sinirleniyor, şuradan şuraya gitmi-
yor, saldırgan davranışlar bile sergiliyor-
muş. Bundan dolayı ufaklık fil hep onun
gözü önünde tutuluyormuş.
Diğer fil ise ormandan çıkmıyor, kim-
seyi de yanına yaklaştırmıyormuş. Zaten
yaşlıymış. Tek dişi kaldığı için, sigara
içen fil gibi gözüküyormuş. İsmi bile “si-
garalı fil” konmuş.
Ertesi gün, akşama değin dinmeyen
yağmurun çatıları kırbaçladığı kulü-
benin içinde, hamakların çaprazlama
uzandığı geniş çardağın altında geçti.
Yağmur kısa aralıklarla dinlendi. O va-
kitlerde bile dolaşacak kudret ayakla-
rımda kalmamıştı. Tabanlarımdaki derin
yaralar bunu engelliyordu. Gün kampta
geçti. Akşam da, geniş gövdeli banyan
ağacının altında uçan halı niyetine serili
112 ATLAS HAZİRAN 2012
Adaları’na çıkmak zorunda kalan uzak
zamanın denizcilerinin, günlerce ve ge-
celerce kaldıkları vahşi ormanda neler-
le karşılaşabileceklerini tahmin etmekte
artık zorlanmıyorum.
Sinbad öykülerinin asıl kaynağı kabul
edilen Kaptan Buzurg’un öykülerinde
geçen ve Türkçeye “Bir maymunun baş-
tan çıkardığı gemici” adıyla çevirebile-
ceğim öyküde Andaman Adaları ismiyle
ve yaşanan olaylarıyla geçiyordu. O öy-
külerle yaşamını doldurmuş biri olarak
şimdi o adaları birer birer dolaşıyordum.
Öyküyü merak edenler için söyleye-
yim. Gemi adalardan birine demirlemiş
ve içinde kalan birkaç kişiyi, adadan
gelen bir maymun kümesi ziyaret et-
mek istemiş ve geminin etrafını sarmış.
Gemidekiler taş atarak engel olmaya ça-
lışmış ama iri bir dişi maymun gemiye
çıkmayı başarmış. Öykü gemici ile may-
munun yakınlaşmasından, maymunun
gebe kalmasına kadar ayrıntıyla ilerliyor.
Üstelik bunlar bir masal türü olarak de-
ğil, gemicilerin başından geçen şaşırtıcı
fakat gerçek olaylar sınıfında anlatılıyor.
Öykünün sonunu da merak edebilirsi-
niz. Gemici, maymundan kaçmış, ama
arkadaşları geri döndüğünde maymunu,
insan suratlı iki maymun doğurmuş hal-
de gemide bulmuş. Kuyrukları daha kısa,
göğüsleri de kılsızmış.
Güneşli bir gündü ve günlerdir kuru-
mayan az sayıdaki giysilerimizin kuruma
ihtimali belirmişti. Eğer uzun pantolo-
num kurumaz ise kum sineklerinin bana
hoş geldin ısırıkları çoğalabilirdi. O yüz-
den kumsala gidemiyordum ve her iki
baldırımdaki kum sinekleri ısırıklarını
kaşımakla yetiniyordum. Bir de çardakta
kurulmuş gezgin atölyesini izliyordum.
Rastalı kızların ve erkeklerin her birinin
elinde bir zımpara kâğıdı, diğer ellerinde
içi boşaltılmış yarım hindistancevizi, bir
yandan konuşuyorlar, oradan buradan
nasıl geldiklerini, gezindiklerini, nasıl
ucuza bir kulübe bulduklarını anlatıyor-
lar, bir yandan da zımparalıyorlardı. Bir
süre sonra bu sese alıştım.
Bugün küçük bir motosikletle adanın
uzak kıyılarına, orman içine giden yolla-
rın kıyısında, üç beş evden ibaret köylere
gittik. Bizi kim görse, biraz da hevesliy-
sek eğer, hemen bahçesine, evine buyur
hasırın, mum ışıklarının altında toplan-
mış çeşitli ülkelerden yeni dostlara masal
anlatmakla geçti. İçinde uçan halının
geçtiği masalı.
Binbir Gece Masalları’nın adalarından
birinde olduğumuzu söyledim onlara.
Sinbad’ın batan gemilerinden birinden
kurtulanların sığındığı ve başlarına ür-
kütücü ve korkunç şeylerin geldiği ada-
lardan biri. Sinbad’ın ve diğer gemicile-
rin başlarına gelenlerin bir benzeri, beş
ya da altı saatlik yürüyüşümüz sırasında
bizim de başımıza gelmişti işte. Gerçi
yağmur, sülüklerin sayısını biz talihsiz
konuklar için artırmıştı. Zaten henüz
muson mevsimine girmiş değildik. Dola-
yısıyla masallara ilham olmuş Andaman
114 ATLAS HAZİRAN 2012
gerçekten dardı ama duvarlarında renk-
li Tanrı resimleri, Kirişna, Kali, Şiva ve
onların aralarına yerleştirilmiş sinema
yıldızlarıyla, evreni içine alıyordu.
Evden kaçmış kızları andıran neşeli,
saf, utangaç, şaşkın, kulübelerinin önünde
bazen ip atlayan, yeni reşit İsveçli konuk-
lar da vardı, üç yıl askerlik yaptıktan sonra
dünyayı gezen İsrailliler de. “Kaç gündür
buradasın” deyince, “bilmiyorum” diyen,
haftalar, aylarla ölçülebilir diyen bir İn-
giliz genç, kırklarında, Güney Afrika’dan
sörf için gelmiş ve sabahtan beri, dolan-
mış bir misinayı açmaya çalışan da, Rus,
Belçikalı, bir uğrayıp giden Avustralyalı,
arada gelip herkesin alnına kırmızı bo-
yayla Hint noktası yapan, orada hangi işle
uğraştığı belli olmayan, her zaman deli
gülüşler yapan, ağzı açık, keş bir Hintli,
sonradan gelen, geveze, susmak bilme-
yen, oraya pek uygun olmayan müziğini
sonuna kadar açan, Türkiye’de maganda
denilen türden bir İsrail Hint karışımı
yeni terhis; İstanbul’da öğrenmiş olduğu
tek cümleyle bize sürekli teşekkür ederim
diyen, Kibutz’da anadan babadan uzak
büyümüş İsrailli, durgun tabiatlı aşkı uğ-
runa memleketinden kalkıp Hayfa’ya yer-
leşen Brezilyalı koyu kumral bir kız da...
Biz hariç hemen herkes elinde bir zımpara
kâğıdı, masanın üstüne yaydıkları deniz
taşlarını koyacakları hindistancevizi ka-
buklarını pürüzsüzleştirmeye çalışıyordu.
Yeni gelen biri de, birkaç gün sonra, nerde
satılıyor bilmiyorum, bir parça zımpara
kâğıdı bulup atölyeye katılıyordu. Kay-
mak yüzünde minik, kahverengi bir hele-
zon işli o küçük, şirin taşlar, zaten 10 adım
ötedeki okyanus kıyısında binlerceydi.
Kulübenin çatısında, evin kertenkelesi
sürekli dolandığı için tıkırtısına alışmış-
tım. Ama günün ve gecenin her vakti,
öten o kuşu merak ediyordum. Ağaçka-
kan gibi tuk tuk tuk bir yere mi vuru-
yordu, yoksa minik bir baykuş muydu
veya benim hiç bilmediğim tropik bir
papağan mı? Teneke çatıyla hasır du-
var arasındaki boşluklarda dolanıyordu,
ama bir türlü yuvasını bulamıyordum.
Bir gün komşu kulübeyi ziyarete git-
tim. Aynı sesi işitince, “Ne kuşu, biliyor
musun” diye Avusturyalı gence sordum.
Beni şaşırtan bir yanıt verdi ve dedi ki,
bu kuş değil kertenkele!
ediyor, yapığı işi gücü, elindeki maçatası-
nı bırakıyor ve nereden geldiğini bilme-
diği yabancı konuklarına bir şeyler sun-
mak için çırpınıyordu. Ya en yakın ağaç-
tan birkaç tane hindistancevizi kesiyor,
küçük baltasıyla uçlarını koparıyor, için-
deki suyunu kafaya dikip içmemiz için
hazırlıyor, sonra içindeki sütsü mineyi
yiyebilmemiz için, yine aynı kesici aletiy-
le kanırtıp bize veriyordu. Ya da dalından
kopardıkları muzları, mangoları arma-
ğan ediyorlar veya bir adım enindeki ev-
lerinin içine davet edip, karanlık sofralar-
da muhteşem Hint yemeklerinden ziyafet
sunuyorlardı. Evlerinin içi dar olmasına
116 ATLAS HAZİRAN 2012
Dedikleri gibi herkesin bir tir-
yakiliği vardır. Ben de “Neot-
ropikal bölgenin” tutkunuyum.
Yani Orta ve Güney Amerika’yı
kapsayan, büyük ve verimli biyocoğ-
rafya bölgesinin. Yılda bir ya da iki kez
kendimi orada kuş ve kelebek türlerini
araştırırken bulurum. Meksika’nın ça-
lılık yamaçlarında, Kosta Rika’nın or-
manlarında ya da Ekvador Andları’nın
verimli yamaçlarında. Yaptığım her gezi,
İsviçreli doğabilimci Louis Agassiz’in öz-
deyişine olan inancımı güçlendirir: “Ki-
tapları değil, doğayı inceleyin.”
Kelebek gözlemek amaçlı ilk neotro-
Neotropikal bölge, Meksika düzlüklerinden
başlayıp tüm Güney Amerika’yı kapsayan dev,
bereketli bir biyocoğrafya hazinesi. Dünyada
bugüne dek tanımlanmış yaklaşık 18 bin kelebek
türünün 8 binden fazlası burada yaşıyor.
Büyüleyici renk ve desenleri, taklit ve kamuflaj
yetenekleri, gizemli hayatlarıyla kelebekler
Amerika doğasının en ilgi çekici sakinleri.
Amerika’nın Kanatları
2012 HAZİRAN ATLAS 117
da yaşadım. Ama asıl Eumaeus child-
renae adlı bir türden öylesine etkilen-
dim ki kelimelerle anlatamam. Sanki bu
dünyaya ait değildi. Görür görmez, “Bu
kelebek nerede ise mutlaka gidip görme-
liyim” diye geçirdim içimden. Birkaç ay
sonra da kendimi Meksika’da bu kelebeği
ararken buldum.
İlk gezim unutulmaz anlarla doluydu.
Bir haftada, Jalisco eyaletinin Mismalo-
ya köyü yakınlarındaki küçük bir doğal
alanda, 170 türün fotoğrafını çekmeyi
başardım. Eurema ve Phoebis cinslerin-
den sayısız pierid (Pieridae familyasın-
dan sarı ve beyaz renkli kelebekler) yol
pikal gezimi 2007’de, Meksika’nın Bü-
yük Okyanus kıyısında gerçekleştirdim.
Daha önce yıllarca Kuzey Amerika, Av-
rupa ve Türkiye’deki kelebekleri incele-
miştim ama o bölgeyi hiç görmemiştim.
Meksika’nın kelebek zenginliğini gözler
önüne seren bir rehber geçmişti eli-
me. Neotropikal kelebekler her şeyleriyle
beni büyülediler; renkleriyle, biçimle-
riyle, desenleriyle, hatta adlarıyla. Hele
Sarota ve Anteros cinslerine mensup
birkaç madeni kanatlı kelebek karşısında
adeta hipnotize oldum. Benzer duyguları
Eumaeus cinsine mensup bir grup saçke-
lebeğinin (Theclinae) güzelliği karşısında
Ithomia patilla.
Eurybia unxia
118 ATLAS HAZİRAN 2012
ve Güney Amerika’yı kapsıyor. Bugü-
ne kadar tanımlanmış yaklaşık 18 bin
kelebek türünün 8 binden fazlasının
Neotropikler’de yaşadığı tahmin ediliyor.
Peru tek başına yaklaşık 4 bin kelebek
türüne ev sahipliği yaparken Brezilya,
Ekvador ve Kolombiya’dan her birinin
yaklaşık 3 bin tür barındırdığı hesap-
lanıyor. Meksika’da 1700’ün üzerinde
tür bulunuyor. Türkiye’de 400 civarında,
bütün Avrupa’da 600’ün altında, Kuzey
Amerika’da 700’ün biraz üstünde tür bu-
lunduğunu hatırlarsak Neotropikler’deki
tür zenginliğini daha iyi anlayabiliriz.
Neotropikal kelebeklerin birçoğu ılı-
man bölgede rastladığımız kelebek fa-
milyalarına mensup. Örneğin, Pieridae
familyasına mensup sarı ve beyaz kele-
bekler Kosta Rika’daki bozuk arazide ve
yol kenarlarında ne kadar göze çarpar-
larsa, Türkiye’de de o kadar görülür.
Fırçaayaklı kelebeklerin esas itibarıyla
kenarlarını ve açık araziyi süslüyordu.
Ağaç gövdelerinde ya da nemli toprak-
ta çok sayıda iri ve göz alıcı fırçaayak-
lı kelebeğin (Nymphalidae) bulunduğu
açıkça belli oluyordu. Her zaman olduğu
gibi, sevimli saçkelebeklerine yaklaşmak
hiç de zor değildi ama madeni kanatlı
kelebekler gene kendilerini yaprakların
altında gizlemişti. Bantlı tavuskelebeği
(Anartia fatima) ve beyaz tavuskelebe-
ği (Anartia jatrophae) hemen her yer-
de göze çarpıyordu. Gezimin en ilginç
olaylarından biri, kuşkusuz, Malahitlerin
(Siproeta stelens) gecelediği bir tünekle
karşılaşmam oldu; çok sayıda kelebek bir
çalının yaprakları altında bir aradaydı.
Daha sonra bu özel coğrafyaya birçok
gezi daha gerçekleştirdim. Neotropikal
bölgenin ayırt edici özelliği, sahip ol-
duğu tür zenginliğidir. Yeryüzünde en
çok bitki ve kuş türü barındıran bu
bölge, Meksika düzlüklerinden başlıyor
Siproeta stelens.
2012 HAZİRAN ATLAS 119
camkanatlı kelebek olduğunun haber-
cisidir. Lejyoner karıncalar, öbür karın-
calara benzemez, çünkü yuva yapmaz.
Bunun yerine disiplinli bir ordu gibi yü-
rüyüş kolu oluştururlar. Hiç durmaksı-
zın orman tabanında ilerleyerek av arar-
lar. Kertenkele, çekirge, akrep, kınkanatlı
böcek, hatta yuvasından kaçmaktan aciz
kuş yavruları ile karşılaştıklarında he-
men çevrelerini sararlar. Panama’daki
Soberania Ulusal Parkı’nda ben de onla-
rın ısırıklarından payımı almıştım.
Lejyoner karıncalardan kaçmaya ça-
lışan omurgasız hayvanlarla karınlarını
doyuran kuşlar, karınca sürüsünün hare-
ketini yukarıdan izler. Bu kuşların bazı-
ları “karıncakuşu” (Thamnophilidae) ola-
rak bilinen ve yalnızca Neotropikler’de
rastlanan familyaya mensuptur. Lejyoner
karıncaları izleyen kuşların bulunduğu
ortamlarda hemen her zaman belli sa-
yıda camkanatlı kelebek de göze çarpar.
Neotropikal olan iki altfamilyası var:
Camkanatlı kelebekler ve helikonlar.
Camkanatlılar (Ithomiinae) orman içle-
rinin narin, gölge sever kelebekleri. Kele-
bek gözlemcileri onları anten topuzları-
nın aşağıya doğru eğik oluşundan, uzun
ve ince abdomenlerinden, hafifçe kanat
çırparak uçuşlarından ve saydam kanat-
larından tanır. Uzunkanatlar olarak da
bilinen Helikonlar (Heliconiinae) ise gö-
reli olarak uzun kanatlıdır; iri gözleriyle
ve uzun antenleriyle gerçekten gösteriş-
lidir. Kimi türleri yağmur ormanlarının
karanlık iç bölgelerinde görülse de çoğu
özellikle orman kenarlarıyla açıklıklar-
da, bozuk arazilerde, bahçelerde ve park-
larda göze çarpar.
Neotropikler’de bir doğa gözlemci-
sinin yaşayabileceği en heyecan verici
deneyim, bir lejyoner karınca sürüsü-
nün devinimine tanıklık etmektir. Bu,
aynı zamanda yakında çok sayıda kuş ve
Epiphile adrasta
120 ATLAS HAZİRAN 2012
savunma bileşikleri içerir. Bununla bir-
likte helikon tırtılları, çarkıfelek tarafın-
dan üretilen bu bileşikleri ayırıp güvenli
bir biçimde depolayabildikleri için onla-
ra karşı bağışıklık kazanmıştır. Bu adap-
tasyon da, yetişkin kelebeklerin tadını
avcılara karşı nahoş hale getirir.
İkinci olarak, helikonlar göreli ola-
rak uzun ömürlüdür. Kelebeklerin ço-
ğunun ömrü birkaç günle birkaç haf-
ta arasındadır; buna karşılık, helikonlar
genellikle 4-6 aya kadar yaşar. Üçüncü
olarak, dişi helikonlar krizalit (koza)
evresinden çıkarken yumurta taşımaz;
buna karşılık, bütün öbür dişi kelebekler
krizalit evresinden çıkarken bol miktar-
da yumurtaya sahiptir. Dolayısıyla, dişi
helikonlar erginlik (yani kelebek) evre-
lerinde yumurta üretmek zorundadır.
Son olarak, helikonlar polenle beslenen
tek kelebek grubu olarak bilinir. Polen
zengin besin ve protein kaynağıdır. Po-
len yalnızca dişi helikonların her gün az
sayıda yumurta üretmesini sağlamak-
la kalmaz; daha önemlisi, helikonların
Çoğu da dişidir; yumurta üretimi için
gerekli olan nitrojence zengin kuş güb-
resinin peşindedirler. Bir defa, Kosta
Rika’nın Büyük Okyanus kıyısındaki
yağmur ormanında, Ithomia, Greta ve
Dircenna cinslerinden bir düzine kadar
camkanatlı kelebek türünün bir kuş sü-
rüsünü izlediğini görmüştüm. Kuşlar da
aşağıdaki lejyon karıncalarını izliyordu.
Kuşlar ve öbür avcılar, camkanatlı ke-
lebeklerle ilgilenmez; çünkü hem tatla-
rı kötüdür hem yenilebilecek bölümleri
zehirlidir.
Helikonlar da Neotropikler’in her ye-
rinde, camkanatlı kelebekler kadar sık
görülür. Yaşam hikâyeleri ve ekolojile-
ri birçok yönden eşsizdir. Camkanatlı
kelebekler gibi çoğu helikonun da tadı
kötüdür, dolayısıyla avcılar tarafından
rahatsız edilmezler. Helikonların tırtıl-
ları, yaklaşık 500 türü olan ve geniş bir
yayılım gösteren çarkıfelekle (Passiflora
sp.) beslenir. Otçul hayvanların çoğu bu
asmaların yapraklarını yemekten sakınır,
çünkü çarkıfelek yaprakları çeşitli zehirli
Anteros carausius
122 ATLAS HAZİRAN 2012
ise iki ya da daha fazla sayıda tadı kötü
ya da zehirli tür, ortaklaşa (ya da karşı-
lıklı olarak birlikte) evrim geçirerek bir-
birlerine benzer görünür.
Taklitçiliğin kelebeklerin avcılara kar-
şı kullandığı tek savunma stratejisi oldu-
ğu düşünülmemeli. Kelebeklerin çoğu
kendilerini avcılardan gizlemek için de-
ğişik stratejiler kullanır. Sözgelimi, ma-
deni kanatlı kelebekler familyasının bir-
çok üyesi, yaprakların altında dinlene-
rek gözden ırak kalır. Dünyada yaklaşık
1000 türü bulunan bu familyanın üyele-
rinin büyük çoğunluğu Neotropikler’de
yağmur ormanlarında yaşar. Benim için,
Panama ya da Ekvador’da karanlık bir
orman patikası boyunca hızla uçarken
metalik mavi kanatları bir mücevher
gibi parıldayan ama aniden yönünü de-
ğiştirip bir yaprak altına konarak gözden
kaybolan madeni kanatlı bir kelebeği
arayıp bulmak anlatılamaz bir zevk.
Açıkta dinlenen başka birçok tür
kamuflaj, gizleme ve bozucu desen ya
da bozucu renklendirme gibi teknikler
öbür kelebeklerinkinden çok daha uzun
bir ömre sahip olmalarının ana nedeni
de olabilir.
Birçok camkanatlı kelebeğin ve heli-
konun göz alıcı renkleri ve dikkat çeken
desenleri (çoğunlukla parlak siyah ve
portakal rengi bantları), potansiyel düş-
manlarına karşı uyarı vazifesi görür. Tadı
kötü kelebeklerden birini yemeye kalkan
herhangi bir kuş, nahoş bir deneyim
yaşayacaktır; böylece, kelebeğin rengini
ve kanat desenini deneyimiyle ilişki-
lendirmeyi öğrenir. Böylece gelecekte
benzer görünüşlü kelebekleri yemekten
sakınacaktır.
Bu durum, taklitçiliğin ne kadar
önemli olduğunu bize gösterir. Taklitçi-
lik, Neotropikler’deki kelebek gözlemle-
rinin ve incelemelerinin en ilginç yön-
lerinden biridir. En iyi bilinen taklitçilik
sistemlerinden biri Batesian taklitçiliktir.
Bu sistemde, “taklitçi” olarak bilinen tadı
lezzetli bir tür, tadı kötü türe benzer gö-
rünerek avcılara karşı kendini savunma
özelliği kazanır. Mülleryan taklitçilikte
1Arawacas separate, arka
2
Eumaeus childrenae
3
Parides eurimedes
4Archonias brassolis
1
3
2
4
124 ATLAS HAZİRAN 2012
kullanarak kendilerini avcılardan gizle-
meye çalışır. Kamuflaj ile gizleme ara-
sındaki fark her zaman kolayca açıklana-
maz. Eğer bir kelebek kendini doğal bir
zeminle bütünleştirmeyi olanaklı kılan
bir renk ya da desen kullanıyorsa, bunun
kamuflaj olduğu söylenebilir. Hamadr-
yas cinsinin fırçaayaklı kelebekleri, ka-
muflaj çeşitlerinin en mükemmel örnek-
lerini sunar: Kanatları açık olarak ağaç
gövdelerine konduklarında zemin ile o
kadar mükemmel bütünleşirler ki gö-
rünmeleri neredeyse olanaksız hale gelir.
Benzer biçimde, öbür fırçaayaklı kele-
bekler, özellikle Charaxinae ve Nympha-
linae altfamilyalarına mensup olanlar da
kamuflajda mahirdir. Bu kelebeklerin
kanatlarının üst yüzeylerinin renkleri
parıl parıldır ve seyredende çarpıcı bir
etki bırakır. Ama bitkilerin ya da topra-
ğın üzerinde dinlendiklerinde, kanatla-
rını kapalı tutarlar ve yalnızca gizleyici
ya da kamufle edici biçimde tasarlanmış
kriptik alt yüzeylerini gösterirler. Öyle
ki, kanatlarının alt yüzleri dal, yaprak,
toprak ve kaya gibi zeminlerle mükem-
mel bir biçimde bütünleşir, bedenleri
adeta görünmez olur.
Gizleme ise genel olarak bir kelebe-
ğin, görülmekten sakınmak için bir baş-
ka doğal nesneye neredeyse tıpatıp ben-
zemesi durumunu tanımlar. Örneğin,
Anteos türleri gibi kimi pieridler dinle-
nirken canlı bir yaprağı andırır; böylece
avcılarca gözden kaçırılır. Bununla bir-
likte, kelebek dünyasında en iyi bilinen
gizleme örnekleri yaprakkanatlar olarak
adlandırılan bir Charaxinae grubuna ait.
Bu kelebekler, kanatları kapalı olarak
dinlendiklerinde ölü yaprakları andırır.
Yaprakkanatlar, bilindiği kadarıyla çiçek
balözüyle beslenmez; daha çok ağaç göv-
delerinin ve yaprakların üzerinde dinle-
nirken ya da orman tabanındaki gübre
ya da çürümüş meyveler ile beslenirken
görülür. Bu gizleme ustaları, doğal habi-
tatlarındaki yapraklar arasında kolayca
kaybolur.
Keza birçok kelebek, savunma takti-
ği olarak avcılara karşı yem ya da tuzak
hedefler kullanır. Bu taktik en sık esmer
kelebekler (Satyrinae) ile Lycaenidae fa-
milyasına mensup cezbedici bir kele-
bek grubu olan saçkelebekleri tarafından
Kelebekler, kamuflaj konusunda da yetenekli. Hamadryas februa
126 ATLAS HAZİRAN 2012
başa saldırması sağlanır; kelebek de böy-
lece ciddi bir zarar görmeden kaçar.
Kuş gibi avcılar, dinlenmekte olan ke-
lebekler de dahil olmak üzere avlarının
yerini saptamak için görüntüye dayalı
arama yapar. Bundan ötürü çok sayı-
da kelebek, bozucu renklendirme ya da
bozucu desen yöntemlerini kullanır. Ke-
lebekler bu özellikleriyle, “kelebek hat-
larını” parçalarlar ve kuşun görüntüye
dayalı arama yöntemini bozarlar. Bu tür
adaptasyonun en yaygın ve en iyi bilinen
örneği, bazı kelebeklerin kanatlarının
üzerinde dış hatlarını bölen ya da par-
çalayan çizgiler ve bantların varlığıdır.
Bu savunma stratejisi esmer kelebekler
tarafından yaygın olarak kullanılmakla
birlikte, madeni kanatlı kelebekler ve
fırçaayaklı kelebekler de dahil olmak
üzere başka gruplarca da uygulanır. An-
cak kimi başka kelebek türleri savunma
mekanizması olarak aposematik renk-
lendirmeden yararlanır; bu yöntemde,
kelebekler, parlak renklerini ya da çarpı-
cı etki uyandıran desenlerini kullanarak
potansiyel avcıları şaşırtır ve ürkütür.
Bugüne kadar Neotropikler’de en et-
kileyici geziyi Ekvador’da yaptım. Muh-
teşem bir And kondorunun, başımın
üzerinde bir halka çizdikten sonra bu-
lutların arasında kayboluşunu seyretmek
unutulacak bir an değildi.
Orta ve alçak rakımlı yol kenarlarında
ve ormanlarda kelebeklerin varlığı açık-
ça göze çarpıyordu. Karşılaştığım türler
arasında Perisama ve Callicore cinsle-
rinin birçok türü vardı; zaten gezimin
amaçlarından biri de bu göz alıcı kele-
bekleri görmekti. And Dağları’nın doğu
yamaçlarındaki nemli toprak üzerinde
Perisama bomplandii, P. humboldtii ve
P. euriclea cinslerini görmeyi başardım.
Çok geçmeden bir dere kenarında bir
grup fırçaayaklı kelebekle karşılaştım;
içlerinde birkaç Diaethria clymena ve
bir de Callicore tolima vardı. Rüyam ger-
çekleşmişti; doğanın bir armağanı olan
görüntülere şahit olmuştum.
Şimdi, Neotropikler’e yapacağım bir
sonraki gezimin planlarını hazırlıyor,
dünyanın bu inanılmaz zengin ve güzel
köşesinin doğal manzaralarını, kuşlarını
ve kelebeklerini görmek için sabırsızla-
nıyorum
kullanılır. Sözgelimi, esmer kelebeklerin
kanat kenarlarında bulunan göz benekle-
ri yırtıcıları ürküterek, şaşırtarak, karar-
sız bırakarak ya da başka tarafa yönlen-
direrek tehlikeden kaçabilecek kadar za-
man kazandırır. Kimi zaman bir memeli-
nin ya da sürüngenin yüzünü taklit eden
böylesi adaptasyonlar, kelebeklerin daha
iri ya da tehlikeli görünmesini sağlar; en
önemlisi de, avcıları bedenlerinden baş-
ka tarafa yönlendirir. Kimi saçkelebekleri
yukarıdaki taktiği bir adım ileri götürür.
Birçoğu arka kanatlarında, kuyrukları-
nın hemen altında, kırmızı ya da siyah
beneklere sahiptir. Bu benekler gözleri,
kuyruklarsa antenleri andırır; böylece
benek ve kuyruklar birlikte sahte bir baş
oluşturur. Sonuç olarak, aç bir kuşun
kelebeğin asıl başına ya da vücuduna de-
ğil, arka kanadın en kenarındaki yalancı
128 ATLAS HAZİRAN 2012
Yerin Altındaki Şehir
2012 HAZİRAN ATLAS 129
Yumuşak kireçtaşı kütlesi
üzerinde yükselir Gaziantep
şehri. Yüzyıllar boyunca onun
altı insanlar tarafından sabırla
oyularak işlikler, depolar, tüneller
yapıldı; yerin dibinde yeni bir
dünya kuruldu. Mühendislik
harikası bu sistemler 50 yıl
öncesine kadar yaşıyordu.
OBRUK Mağara Araştırma
Grubu, şehrin altında karanlığa
gömülen yüzyılların mirasını
yeniden gün ışığına çıkardı.
130 ATLAS HAZİRAN 2012
Yeraltında Usta İzleri
2012 HAZİRAN ATLAS 131
132 ATLAS HAZİRAN 2012
sözleri şaşkınlıkla dinlemekteyiz.
OBRUK Mağara Araştırma Grubu
olarak Gaziantep Büyükşehir Belediyesi
ve ÇEKÜL Vakfı işbirliğiyle yürütülen
“Altı da, Üstü de Kültür” projesi için
şehrin yeraltı yapılarını saptıyoruz. Bu
projeye başlarken Gaziantep’in altının
delik deşik olduğunu biliyorduk. Yüz-
yıllar boyu, üzerinde şehrin yapılaştığı
yumuşak kireçtaşı insanlar tarafından
kazıldı, oyuldu ve şekillendirildi. Şehrin
altı insan yapımı mağaralar, işlikler ve
depolarla doldu. Ama kimse bize burada
B u mağaraya bir koyun düştü,
kayboldu. Buradan girmişler, 5
kilometre ileriden çıkmışlar. Bu
yıl mağaralarda su seviyesi çok
yüksek, giremezsiniz, kuru mevsimde
gelmeniz lazım… Bu gibi cümleler duy-
maya çok alışığız. Ne de olsa yıllardır ma-
ğaracılık yapıyoruz; Anadolu’nun birçok
köşesinde her düdende, her mağarada
benzer yorumlarla karşılaşıyoruz. Ama
burası Toroslar’da bir yayla değil, Gazi-
antep şehrinin merkezi ve biz hemen he-
men her mahallede bizlere söylenen bu
2012 HAZİRAN ATLAS 133
projelerini kelimelerle anlatmak müm-
kün değil. Özellikle Bey Mahallesi, Ba-
kırcılar Çarşısı ve civarında büyük bir
değişim söz konusu. Tüm bu çalışmala-
rın merkezinde ise Gaziantep Büyükşe-
hir Belediye Başkanı Asım Güzelbey ve
ÇEKÜL Başkanı Prof. Metin Sözen var.
Bu iki insanın olağanüstü işbirliğiyle,
tarihi binlerce yılla ölçülen bu şehirde
ciddi bir restorasyon ve koruma faali-
yeti başladı ve geçtiğimiz yıllar içinde
Gaziantep’in çehresi değişti.
Şehrin üstünde süregelen tüm bu
boğazımıza kadar suya gireceğimizden,
suyun geçit vermediği sifonlarla kar-
şılaşacağımızdan, metrelerce derinlikte
dikey mağaracılık yapacağımızdan bah-
setmemişti. Biz de bu projeye başlarken
böylesi bir sistemle karşılaşacağımızı hiç
ama hiç hayal etmemiştik.
Geçtiğimiz yıl ÇEKÜL Gaziantep Ko-
ordinatörü Zafer Okuducu ile görüş-
tüğümüzde kendisi bize birkaç yeraltı
yapısı göstermiş, bazı tünel ve depoları
gezdirmişti. ÇEKÜL’ün desteğiyle şehir-
de gerçekleşen restorasyon ve koruma
134 ATLAS HAZİRAN 2012
insanı hayrete düşüren bir su kaynağı
bolluğuna sahip. Bundan yüzyıl önce ka-
leme alınmış eserlerde bölgede var olan
onlarca su kaynağından bahsedilmekte.
Tüm bu kaynaklara karşın şehrin altın-
da “su tablası” adı verilen, suyun topla-
nabileceği bir hacim mevcut değil. Bu
nedenle, çok uzun zaman önce Dutluk,
Karataş ve Pancarlı gibi şehrin dışında
kalan mevkilerdeki pınarlardan su ge-
tirmek için yeraltı kanalları kazılmış.
Genellikle içinde bir insanın yürüyebi-
leceği yükseklikte kazılan ve “livas” adı
restorasyon çalışmalarının ardından sı-
ranın yeraltına da gelmesi kaçınılmazdı.
Çünkü Gaziantep’in altında da neredey-
se üstü kadar kapsamlı bir yapılaşma
var. Projemizin Gaziantep Büyükşehir
Belediyesi ve ÇEKÜL tarafından onay-
lanmasından sonra çalışmalara başladık.
Dikkatimizi ilk çeken şey yeraltına oyul-
muş depolar, tüneller değil, bambaşka
bir şey oldu: Gaziantep’in altında, benze-
rine başka hiçbir yerinde rastlanmayan
devasa bir su sistemi mevcuttu.
Gaziantep şehrinin bulunduğu plato,
2012 HAZİRAN ATLAS 135
verilen bu kanallar, çıkış noktalarından
kilometrelerce uzaklığa kadar ulaşıyor
ve şehre su taşıyordu. Suyun akışının
sağlanması için kanallarda sürekli olarak
aynı eğim korunmuştu. Yeraltında kilo-
metreler uzunluğunda bir kanal kazılır-
ken bu sabit eğimi sağlamanın zorluğu
bir yana, kanallara yüzeyden inanılmaz
doğrulukta, bazıları 40 metreden derin
kuyular da açılmıştı.
Bu kanalların şehrin birçok yerinde,
merdivenle inilebilen ve çamaşır yıka-
nıp aptes alınabilen kamusal alanlarla
136 ATLAS HAZİRAN 2012
su yapılarının sosyal ve estetik önemi
dikkate alınarak Gaziantep'te kasteller
birçok farklı fonksiyona sahip yapılar
olarak planlanmış.
Gaziantep'te bundan 50 yıl öncesine
kadar en az 10 tane kastel bulunuyor-
du. Çoğunun doldurulması veya tahrip
edilme si sebebiyle bugün geriye sadece
Ahmet Çelebi, İhsan Bey, Kozluca ve
bağlantılı olması ise ayrı bir sürpriz.
Bir anlamda yeraltı kanallarıyla gelen
su yine bu yapılarla insanların kul-
lanımına sunuluyor. “Kastel” denilen
bu ortak kullanım yerleri çoğunlukla
camilere yakın inşa edilmiş durumda.
Suyun yer seviyesinden aşağıda kanallar
içinde akıtılması, özellikle Şehreküs-
tü civarındaki mahallelerde çeşme ve
şadırvanların yapımına im kân verme-
miş. Fakat diğer şehirlerdeki bu tarz
2012 HAZİRAN ATLAS 137
olmaksızın mes cidin bu şekilde yerin
altında yapılmasının anlamsızlığı düşü-
nülürse kastelin havuzlu mekânının da
muhtemelen aynı tarihte, yani 1283’te
inşa edildiği söylenebilir. Eserin birçok
defa tamir edildiği bilinmekteyse de asıl
planını koruduğu kesin. Ayrıca Pişirici
Mescidi’nin mihrap duvarının üstünde
sülüsle "La ilahe illallah, Muhammedür
resûlullah" yazısının yer aldığı büyükçe
ve düz satıhlı bir kabartma mevcut. Bu
Pişirici kastelleri kaldı. Bir kısmı tamir
ve tadilatlarla eski şeklini kaybetse de
kastellerin etkileyici mimarisi hakkında
bir fikir sahibi olmamızı sağlıyorlar. Şa-
hinbey ilçesinde yer alan Pişirici Kasteli,
yanı başında bulunan 1283 tarihli yeraltı
mescidiyle de şehrin en eski ve en ilginç
yapılarından biri.
Yeraltındaki bu mescidin mimari ya-
pısından, kastelle birlikte bir bütün ola-
rak inşa edildiği anlaşılıyor. Su tesisatı
138 ATLAS HAZİRAN 2012
öncesine dek kullanılan bu sistem son
yıllarda şehrin hoyrat yapılaşmasına
kurban gitti. Birçok kanal inşaat temel-
leri altında kaldı, çöktü veya tıkandı.
Şehrin birçok semtine 100 yıl önce su
ulaştırdığı bilinen, kilometrelerce uzun-
luktaki kanallar artık birkaç yüz met-
reden fazla devam etmiyor, livaslara
kanalizasyon karışıyor.
Gaziantep’in altındaki yumuşak ve iş-
lenmesi kolay kireçtaşı kütlesi sadece
su kanalları için değil, yeraltı yapıla-
rı için de büyük bir kolaylık sağlıyor.
tarz kabartmalara daha çok Memluklu
yapılarında rastlanıyor. Bu da, Pişirici
kastel ve mescidinin Memluklu geleneği-
nin canlı olduğu bir devirde yapıldığını
gösteriyor.
Anadolu’nun başka hiçbir yerinde
örneğine rastlanmayan ve yapım tarihi
yüzlerce yıl öncesine uzanan bu livas ve
kastellerden oluşan su sistemi, tümüyle
bir mühendislik şaheseri. Çin’in Turfan
bölgesindeki Karız Kanalları’nı andıran
bu sistem uzun yıllar Gaziantep şehri-
nin suyunu sağladı. Ne yazık ki 50 yıl
2012 HAZİRAN ATLAS 139
Hemen hemen her eski evin altında
depo olarak kullanılan bir mağara mev-
cut. Gaziantep’te geleneksel taş binaların
yapım süreci şöyle: İnşaatın yapılacağı
alanda önce yeraltına bir mağara kazılı-
yor ve çıkan taşlar o binanın yapımında
kullanılıyor. Taşocaklarının yeraltındaki
mağaralarda olmasının nedeni kireçtaşı-
nın yumuşak olması ve nemli ortamda
daha rahat işlenmesi. Taşlar günışığıyla
temas ettiğinde sertleşiyor. Bu aşamada
da devreye taş ustaları giriyor. Ustalar
özel taraklı bir keser kullanarak taşların
kenarlarını düzeltip hepsinin aynı boyda
olmasını sağlıyor. Bugün mesleği sürdü-
ren sadece birkaç taş ustası mevcut, onlar
da binaların restorasyon çalışmalarını
yürütüyor.
Gaziantep Kalesi’nin bulunduğu tepe
de aynı yumuşak kireçtaşından oluşuyor.
Tepenin altından kaleye tırmanan birkaç
tünel var. Bu tünellerin altında yer alan
ve bugün hâlâ içinde su bulunan havuz-
lardan 65 metre yukarıdaki kale hamam-
larına suyun nasıl çıkarıldığı ayrı bir mu-
amma. Kale hamamlarında bugüne dek
140 ATLAS HAZİRAN 2012
Anadolu'daki en büyük örneklerden biri
ve şehrin tam merkezinde. Direkçi Pa-
zarı’ndaki Direkçi Mağarası ise 80x23
metre ölçülerinde, hemen yanıbaşındaki
İplikçiler Mağarası da en az onun kadar
büyük.
Gaziantep’in geleneksel “kutnu
kumaş”ının ipliğini üreten ustalar eski-
den ipliği bu mağaralarda eğirirdi. Bu
mekânların rutubetli ortamı iplik üre-
timi için vazgeçilmez bir öneme sahip.
Öte yandan, günümüzün teknolojik te-
sisleri yavaş yavaş bu eski el üretimi-
nin de yok olmasına yol açıyor. Bugün
şehirdeki mağaralarda iplik eğiren çok
az kişi kaldı. Oysa eskiden Gaziantep’in
neredeyse tüm çömlek ve iplik ustaları
yeraltında çalışırdı. Günümüzde iplik
herhangi bir kuyu keşfedilmemiş olması
bu soruyu cevaplanması zor bir hale ge-
tiriyor. Bazı uzmanlar 65 metre aşağıda-
ki suyun kaynatılarak buhar haline gel-
dikten sonra toprak künkler vasıtasıyla
yukarıdaki hamama çıktığını ve yeniden
sıcak suya dönüştüğünü iddia ediyor.
Bahsettikleri bu künklerin ufak bir kısmı
kalenin üstünde yer alan hamam duvar-
larında mevcut olsa da, bu inanılması
güç su sistemi henüz ispatlanmış değil.
Öte yandan Gaziantep’te bu yeral-
tı yapılarından bazıları ambar veya iş-
lik olarak hâlâ kullanılıyor. Bu mağa-
ralar inanılmaz büyüklükte olabiliyor.
Örneğin Kılınçoğlu Mahallesi’nde yer
alan ve içinde iplikçilerin çalıştığı Sulu
Mağara 120x35 metrelik ölçüleriyle
142 ATLAS HAZİRAN 2012
Mezarlığı’nın altındaysa henüz tümüyle
araştırılmamış ve 200 dönümden daha
büyük olduğu tahmin edilen bir başka
mağara sistemi var. Tüm bu mağaralar
Gaziantep’in, Anadolu’nun bilinen en
büyük yeraltı yapılarından bir kısmına
ev sahipliği yaptığının ispatı. Öte yan-
dan, Türkiye’nin diğer tüm yeraltı yerle-
şimlerinden farklı olarak, Gaziantep’in
yüzyıllar önce inşa edilen mağaraları
hâlâ kullanılıyor.
Gaziantep’teki her çalışmamızda yep-
yeni ihbarlar almaya ve daha önce bilin-
meyen birçok mağara öğrenmeye artık
eğirmeyi sürdüren ustalar birçok sıkıntı
yaşıyor. Gelişen teknolojinin yanı sıra
Uzakdoğu ürünleri de işlerini tehdit edi-
yor. Her geçen gün kazançları azalıyor,
başka iş kollarında çalışmaya başlamala-
rı da oldukça zor görünüyor.
Gaziantep Savaş Müzesi’nin altın-
da ise tek bir mağara değil, iki kata
yayılmış büyük bir yerleşim mevcut.
Üst mağara günümüzde müzenin bir
parçası olarak kullanılıyor, onun altın-
da yer alan mağara ise bir livasla bağ-
lantılı, eskiden bu mahallede yer alan
diğer kuyulara su taşıyordu. Gaziantep
144 ATLAS HAZİRAN 2012
altında yepyeni bir mağara ya da livasla
karşılaşıyoruz. Her ne kadar bazı mağa-
ralarda bulunduğu rivayet edilen ve yerel
ismi “cardın” olan o büyük farelerle henüz
karşılaşmadıysak da kanalizasyonlar ve
çöküntüler de işimizi yeteri kadar zorlaş-
tırıyor. Öte yandan yardımsever ve sıcak-
kanlı Gazianteplilerle birbirinden lezzetli
yemekler en büyük yardımcımız.
OBRUK Mağara Araştırma Grubu
olarak başlangıçta bu proje için yaklaşık
bir yılın yeterli olacağını düşünmüştük
ama sadece birkaç araştırma bile bunun
fazlasıyla iyimser bir tahmin olduğunu
gösterdi. Amacımız sayısı şimdiden 40’ı
geçen tüm bu yapıları ve gelecekte bu-
lunacakları envanterleyip haritalamak;
en az yerüstü kadar yeraltı da bir kültür
hazinesi olan Gaziantep şehrinin değer-
lerinin yok olmamasını sağlamak. Şeh-
rin onlarca metre altında geçit verme-
yen suların, kanalizasyonun ve çöken
kayaların içinde çalışırken hissettiğimiz
yegâne güven ise tüm bu yapıları koru-
mak için Gaziantep Büyükşehir Bele-
diyesi ve ÇEKÜL işbirliğiyle yaratılan
kültür ivmesi
alıştık. Bizleri, günler boyunca ara sokak-
larda garip mağara tulumları ve kaskla-
rımızla dolaşırken gören Gaziantepliler
önce ne yaptığımızı soruyor; ardından
da kendi evlerinin altında veya civar-
da bulunan mağaraları gösteriyorlar. Ve
her uğradığımız mahallenin, çay içtiğimiz
kahvenin, yemek yediğimiz lokantanın
İstanbul, Ankara ve İzmir’den Gaziantep’e direkt uçak sefer-leri yapılıyor. THY ile Pegasus, Onur Air ve Sun Express’in Gaziantep’e seferleri mevcut.THY ........................................444 0 849Onur Air ................................444 66 87Pegasus Airlines ..................444 0 737Sun Express ..........................444 0 849
Gaziantep’e Türkiye’nin bir-çok bölgesinden direkt otobüs seferleri yapılıyor.
Zeugma ile Rumkale arasında yapılan gemi turları için otobüs-ler Gaziantep Büyükşehir Beledi-yesi Devlet Tiyatrosu yanından hareket ediyor. Gemi turları ile ilgili ayrıntılı bilgi www.gazian-tepdebirgemi.com adresinde.
Anadolu Evleri ........... 342-220 95 25Anatolian Otel ........... 342-211 40 40 Asude Konak ............... 342-231 2044 Castle House ............. 342-231 41 42Dedeman Gaziantep 342-211 66 00 Grand Otel.................. 342-325 65 65 İbis Hotel ..................... 342-211 00 30Novo Otel .................... 342-211 00 00Royal Hotel ................. 342-323 22 11Tudyalı Konak ........... 342-232 70 60 Tuğcan Otel ................ 342-220 43 23 Tilmen Otel ................ 342-220 20 81
Tekke Cami ve Mevlevihanesi Külliyesi içinde bulunan Tahmis Kahvesi eksen alındığında tüm eski Gaziantep bir günde gezi-lebiliyor. Eski çarşı ile yeni çarşı iç içe geçmiş. Kentin eski hanla-rı, çarşıları, konakları merkezde. Gaziantep Hayvanat Bahçesi’nin çevresinde sıralanan çay bahçe-leri de mola vermek için ideal.
Kasteller: Gaziantep mimari-sinin önemli simgelerinden biri de kasteller. Yapıların altından geçen su kanallarının belli bir noktasına yüzeyden 30-40 mer-divenle inilen ve “kastel” adı ve-rilen genişçe mağaramsı boşluk-ların bir kısmı günümüzde artık kullanılmasa da turistik ziyarete açık. Gaziantep’te yer alan Ma-ğara Kafe (Tütün Han), Kaleoğ-lu Mağarası (Yeni Han), Ahmet Çelebi Kasteli, Fettullah Camii
Hasan Süzer Etnografya Müze-si: Kaya içine oyulu mahzen üze-rine üç katlı bina 1985 yılında restore edilerek müzeye çevrildi. Yöre eşyalarıyla döşeli bina Ga-ziantep yaşantısından kesitler sunuyor.
Gezegenevi ve Bilim Merke-zi: Aralık 2010 tarihinde açılan merkez Türkiye’nin halka açık, en büyük gezegenevi olma özel-liğini taşıyor. Merkez, şehrin en büyük parkı olan 100. Yıl Parkı’nda yer alıyor.
Botanik Bahçesi: Gazi Mahal-lesi’nde yer alan botanik bahçesi 2009 yılından beridir faaliyette.
http://botanik.gaziantep.bel.trHayvanat Bahçesi: Burç Or-
manı içerisine kurulu. Merkezde yaklaşık 264 tür ve 6 bin 814 adet hayvan bulunuyor. Her gün ziyarete açık olan hayvanat bah-çesinde akvaryum da bulunuyor.
http://zoo.gaziantep.bel.trGaziantep Kalesi: “Kudret Ka-
yası” adıyla anılan bir tepe üze-rinde yer alır. Kalenin tarihiyle il gili kesin bir bilgi bulunmu-yor. Bizans İmparatoru I. Jus-tinianos döneminde (527-565) onarılan kaleye Memluklar dö-neminde yeni burçlar eklendi ve Kanuni döneminde onarıldı. Restorasyon çalışmalarında ana kapılar aslına uygun olarak tek-rar yapıldı, surları onarıldı, ga-leriler temizlendi ve gezi yolları düzenlendi.
Tarihi Camiler: Kale içindeki Ömeriye Camii kentin en eski camisidir. 1210, 1785 ve 1850 tarihli üç onarım yazısı bulunur. 14. yüzyıldan günümüze kalan ve kentin en büyük camilerin-den biri olan Boyacı Camii’nin kitabesinde 1357’de Kadı Kema-leddin tarafından yaptırıldığı ya-zar. Aynı yüzyıldan kalan Eyü-boğlu Camii dikdörtgen planlı-dır. Kendi adıyla anılan Eyüboğlu Mahallesi’nde bulunan caminin Memluk bilim adamı Eyüboğlu Ahmet yardımıyla yaptırıldığı sa-nılıyor. Esenbek (İhsan Bey Ca-mii) Camii ile Ali Nacar Camii’nin de 14. yüzyıldan kaldığı sanılı-yor. Ali Dola Camii 15. yüzyıl-da Dulkadiroğulları zamanında yaptırıldı. Ağa Camii, Handaniye Camii, Alaybey Camii, Bostancı Camii ile Şeyh Fettullah Camii 16. yüzyıla ait camiler.
Hanlar: Kentte bir zamanlar 31 adet han olduğu biliniyor. Ancak bunlardan çok azı özgün mimarisini koruyup günümüze ulaşabilmiş. Şıra Hanı, Tuz Hanı, Paşa Hanı, Mecidiye Hanı, Tü-tün Hanı, Büdeyri Hanı, Kürkçü Hanı kentin bugün kısmen de olsa eski fonksiyonları devam ettiren hanları.
Belediye ........................ 342-211 12 00Devlet Hastanesi ...... 342-221 07 00Emniyet Müdürlüğü 342-230 18 30
Kasteli, İhsan Bey Kasteli, Pişiri-ci Kasteli, Et Hali Mağarası (Et Hali’nin arkasında yer alıyor) ile Gaziantep Üniversitesi’nin kar-şısında yer alan Ak Bulut Mağa-rası ziyarete açık.
Arkeoloji Müzesi: Anadolu’nun en eski buluntularından Dülük Mağarası’nda bulunan taş aletler ve çevre kazılardaki buluntularla birlikte müzede 65 binden faz-la eser sergileniyor. Bahçesinde steller ve mezar taşları ile Roma dönemi lahitler bulunuyor.
Gaziantep Zeugma Mozaik Mü-zesi: Gaziantep Eski Tekel Fab-rikası arazisi üzerine kurulan müze 2011 yılında açıldı. Ha-mam Mozaikleri, Fırat kenarın-daki villalarda bulunan mozaik-ler, Poseidon ve Euphrates villa-larına ait mozaikler ve Dionysos villasına ait mozaikler ile Zap 2000 kurtarma kazılarında bulu-nan mozaikler sergileniyor. Çin-gene Kızı mozaiği ise 2. katta.
Gaziantep Kent Müzesi: Gaziantep’i her yönü ile anla-tan ve çeşitli güzelliklerini tek mekânda seyrettirmeyi amaçla-yan müze ziyaretçilerine Gazian-tep hakkında bilgi sunuyor.
Gaziantep Çarşıları: Gazian-tep Büyükşehir Belediyesi ve ÇE-KÜL Vakfı işbirliğinde başlatılan “Kültür Yolu Projesi” içinde han-lar ve çarşılar da projelendirile-rek onarımlarına başlandı. İlk olarak 19. yüzyılda yapılan Ba-kırcılar Çarşısı onarıldı. Çarşının sekiz sokağındaki 280 dükkân baştan aşağı yenilendi.
Metin Sözen ÇEKÜL Vakfı Bi-nası: Bey Mahallesi’ndeki 120 yıllık taş ev kültür evi olarak hiz-met veriyor.
Medusa Arkeolojik Eserler Cam Müzesi: Gaziantep’teki tarihi kale karşısında yer alan ve resto-re edilerek müze haline getirilen yapıda Roma ve İslam tarihin-den günümüze gelmiş 1.200 par-ça cam eser sergileniyor
www.arkantik.com.trGaziantep Savunması Kahra-
manlık Panoraması Müzesi: Antep halkının işgale direniş öyküsü sesli bir anlatımla ve kronolojik panolar eşliğinde sergileniyor.
gaziantep rehber
146 ATLAS HAZİRAN 2012
fetiştişşf tfetetetetfetetişş [email protected]
Son zamanlarda otomotiv dünyasında,
her türlü yol koşulunda kullanılabilecek
araçlar piyasaya sürülüyor. Audi’nin SUV
(sport utility vehicle) yani spor kullanım
amaçlı otomobil segmentindeki modeli
Q3, her türlü yol şartında üst seviyede
bir kullanım sunuyor. Audi Q3’ün güvenli
ve sessiz yolcu bölümü yüksek sağlamlı-
ğa sahip çelikten oluşuyor. Hem motor
kaputu hem de bagaj kapağı alüminyum-
dan yapılmış. Beş yolcunun tamamı için
oldukça geniş bir alan sunan Q3’ün 460
litrelik bagajı, arka koltukların katlanma-
sıyla birlikte 1365 litreye çıkarılabiliyor.
Tavan rayının standart sunulduğu Q3’te
bagaj bölümü paketi ve uzunlamasına yük-
leme aralığı gibi pek çok seçenek hem
günlük kullanımda hem de uzun tatiller-
de avantaj sağlıyor. Aracın hem iç hem
de dış tasarımındaki detaylar, bulunduğu
segmentteki sportif ruhu yansıtıyor. Audi
Q3, Türkiye’de 2,0 TDI motor seçeneğiyle
sunuluyor. 177 hp’lik güç ve 380 Nm tork
üreten motor aracı 8,2 saniyede 100 km/s
hıza ulaştırıyor. 100 km’de ortalama 5,9 lt
yakıt tüketen bu dizel Q3’ün ortalama CO2
salımı kilometrede 156 gram. Audi Q3, 2.0
TDI quattro S Tronic seçeneğiyle alınabili-
yor. Bu sistemdeki dört tekerlekten çekiş,
arazi koşullarında çok daha güvenli ve
konforlu bir kullanım sağlıyor. Çift kavra-
malı şanzıman S Tronic’in quattro sürekli
dört tekerlekten çekiş sistemiyle birleş-
tirildiği Q3 ’teki hızlı vites değiştiren çift
kavramalı şanzıman, şehir içi kullanım için
çok büyük konfor sağlıyor. Motor, şan-
zıman, dörtçeker sistem dışında Q3 pek
çok konfor detayı ve teknolojik ekipman
sunuyor. Hem şehirde günlük kullanım
için hem de şehir dışında her türlü yol ve
yolculuk için ihtiyacınız olacak her detay
Q3’ün donanımlarına eklenmiş.
de Her Zaman Q3n QZamar Za Q3de Her Zde Her nnmmmmaaaZZZrrrHHHde HddHer YerdderdHer YeYr YeHer rrYeYYYrrHHHHHHHHH aaeeeeeeeeHHHHHHHeeeeeerr YeYYYeeYeYeYeYeYeeerrddddddeeeeeee HHHHeeeeeeerrrr ZZZaaaaaaa nnaammaammmmmmaaaannnn Q3Q3QQQQQQQQQ3Q33
148 ATLAS HAZİRAN 2012
Dünyanın SaatiGezegenin neresinde olursanız olun doğru zamanı ve saat dilimini arama
sorunu nihayet sona erdi. Seiko, kendi çatısı altında patentli, düşük enerji
tüketimli GPS alıcısını geliştirdi. GPS uydularının global ağını kullanarak sin-
yalleri alan; zaman dilimlerini, saati ve takvimi belirleyen, dünyadaki 39 ayrı
saat dilimini algılayabilen bu yeni saatin ismi Seiko Astron. Bu model günde
bir kez otomatik olarak saat bilgisini alıyor. Ayrıca istenildiğinde dünyanın
yörüngesindeki dört ya da daha fazla GPS’e bağlanarak yerini, zaman dilimi-
ni ve doğru saati belirliyor. Yeni Seiko Astron, güneş ışığı ile çalıştığından
pile ihtiyaç da duymuyor. Ayrıca “sonsuz takvim” işlevi sayesinde her zaman
doğru tarihi gösteriyor. Seiko’nun mikro-mühendislikteki yetenekleri, bu
teknolojiyi 47 mm. çapında ve 135 gr. ağırlığındaki bir kol saatine sığdırmış.
Seiko Astron tek bir model değil, bir koleksiyon olarak sunuluyor. Seiko
Astron, tüm dünyada bu sonbaharda aynı anda satışa sunulacak.
Son zamanlarda otomotiv dünyasında,n zamanlarda otommotiv dünyasında,dünyasında,ünyasındadünyasında,manlarda otom ve sessiz yolcu bölümü yüksek sağlamlıümlümve sessiz yolcu böve sessiz yolcu bz yolcu b mü yüksek sağlamlılıysessiz --
TT
bb
le
g
d
dd
s
ss
ü
h
yyy
s
T
y
aa
kk
m
ddd
titi
k
çç
l
m
n
o
150 ATLAS HAZİRAN 2012
l
Prag Yazı
m
2007 ŞUBAT ATLAS 151
n
o
mektup
152 ATLAS HAZİRAN 2012
ziyaret etmenizi, yine ilginizi çekeceğini
umduğum “Mazideki Balıkesir” sayfası-
na da göz atmanızı öneririm.Sezer KOMAN
Likya Orkidesi
Atlas mayıs sayısını incelerken sayfa
32’de “Likya Orkidesi” konulu bir yazı
gördüm. Oradaki fotoğraf geçen yıl kö-
yümüzün kırlarında çektiğim fotoğrafla-
rı hatırlattı. Uşak’tan selamlar.
1853 yıllarında Osmanlı bahriyesi kı-
yafetlerinde cep olmadığı gibi, üzer-
lerinde para, yüzük, kolye ve bileklik
bulunmazdı.
Yıllardan bu yana takip ettiğim ve
beğeni ile izlediğim Atlas dergisinin
Mayıs 2012 sayısını aldım. “Türkiye
Tatil Atlası”nı da yanında edindim.
Ancak sayfalarına baktığımda hayal kı-
rıklığına uğradım ve şaşırdım. Şu anda
Balıkesir’de emekli bir gazeteci olarak
bulunmama rağmen yıllarımı verdiğim
Erdek konusunu, ekinizde Marmara
Adası’na yarım sayfa ayırmanıza rağ-
men dokuz satırla geçiştirmenize ina-
namadım. Haziran 1996 tarihli Atlas
dergisindeki nefis fotoğraflarla süslen-
miş 15 sayfalık tanıtımı görmenizi öne-
ririm. Türkiye’nin 1950’lerde ilk turizm
hareketini başlatan, bugün bile değerini
kat kat arttıran bu güzel kentimiz için
Atlas dergisi içinde yukarıda belirtti-
ğim tarihteki gibi ayrı bir konu aça-
cağınızdan emin olmak isteğindeyim.
Erdek konusunda gerçekleştirdiğim Fa-
cebook’taki “Mazideki Erdek” sayfasını
Sevgili Atlas, Mayıs 2012, 230. sayın-
da sarı yeşil ve mavinin tonlarını taşıyan
kapağınla her zamanki gibi, göze güzel-
lik, yüreğe sıcaklık, belleğe bilgelik sunu-
yorsun. Doğduğun günden beri seni ta-
nıyorum. Doğumunun ilk yıllarında seni
bırakıp uzak yere, annemin ve babamın
yaşadığı ülkeye giderdim. O ülkeden
her dönüşümde seni gördüğümde senin
mavi gözlerin gibi ışıldardı yüreğim. Bü-
yüyordun! Büyüdüğünü görmek güzel-
di! Elimde elin sokakları arşınladığımda
mutlu olurdum. Farklıydın! Benim için
sen, gizler dünyasına açılan kapı oldun.
Rengin, dilin, fotoğrafların, söyleşilerin,
gülüşün, farklı oluşunla, farklı olmamı
sağlıyordun.
İnsan bebeğini terk etmez. Bakıcıla-
rın eline bile bırakmaya kıyamaz. Onu,
kendi dilinin yürek ninnileriyle uyutup
büyütmenin güzelliğini yaşamak ister.
Anneliğin kutsal yanı, bebeğiyle bir bü-
tünlük içinde yaşamın imgelemlerinde
renkleri kucaklamak. Bebek mırıltıla-
rı, ilk sözcükleri, saf yüreğin her attığı
adımda gördüğü ve paylaştığı gize dair
her ne varsa insanı insanlaştıran süreçtir.
Sevgili Atlas, çocuk yüreğim senin-
le büyüdü. Senin gözlerinde dünyanın
seyrine daldım. Senin anlatılarında bel-
leğim bilgilendi. Senin paylaşımcı yüre-
ğinle gizemli dostluğun adımları atıldı.
Ömrüm yeter mi bilmem, yettiği sürece
yollarımız ayrılmayacak seninle. İyi ki
seni tanımışım! Seni besleyip büyütenle-
rin emeklerine sağlık.
Atlas’ın Mayıs 2012 tarihli 230. sa-
yısında, “Sinop” konusunda Şahin Te-
pesi olarak belirtilen yeri biz Sinoplu-
lar haritalarda gösterildiği gibi “Çakal
Dölükleri” olarak biliriz. Şahin Tepesi
adı aynı adlı Amerikan TV dizisinden
sonra anılmaya başlanmış ve tutmuş
örnek bir coğrafya ad değişimidir. Çeş-
menin, şehitlerin cebinden çıkan para-
larla yapıldığı iddiası ise doğru değildir.
154 ATLAS HAZİRAN 2012
Hindistan’da bir ormandaydım, ak
saçları fırtına bulutu gibi başında dağıl-
mış, ak sakalları köpüren bir şelale gibi
dizlerine dökülen bir ihtiyarın yanına
yaklaştım. Neden ateşe haşlanmış pirinç
atıyorsun diye sordum. Yanıtı şu oldu:
“Bir lamba nasıl ki bir kap, fitil ve
yağın birleşmesinden oluşuyorsa, güne-
şin kendisi de, dünya yumurtasından
ve onun içindekinden oluşur.” Sonra
devam etti, sözünün arasına girmeden
dinledim: “Püskürtülü damlalar gibi
sayısız doğuyor canlılar, insanlar, hay-
vanlar, çiçekler, böcekler, kuşlar, otlar,
yeşil kurbağalar, kızıl solucanlar, sin-
caplar, maymunlar. Bütün bu sayısız
doğanlar, en yüksek gökte saklı şimşek-
lere benzerler. Bunların hepsi, görkemli
ışık kaynağından türeme bükümlü alev
parçalarına benzerler. Çünkü ışığın iki
türlü görünüşü vardır: Sakin ve kayna-
şan. Sakine hava destek olur, kaynaşana
besin destek olur. O nedenle kişi, dualar
eşliğinde ateşe bitki, yağ, et, kurban
pastası, haşlanmış pirinç atar kurban
olarak. Bu birincisine, sakin olana des-
tektir. İkincisi için ek ve içecekleri kişi
ağıza atmalıdır, çünkü ağız Ahavaniya
ateşidir. Ateş, güneş ve soluk bir kanal-
dır. Yiyeceğin çoğalmasını sağlayan
bir kanal. Oradan dökülen nem ilahi
gibi yağar, böylelikle canlılar var olur.
Ateşe sunulan sunaklar, onun tarafın-
dan güneşe ulaştırılır. Güneşten yağmur
çıkar. Yağmurdan besin. Besinden can-
lılar çıkar.”
Ateşten Yağmura
gecename Ö. YÜKSEK
Atlas_225x297.indd 1 06/03/12 14:37