av.mustafa hüseyin buzoĞlu mesnevi sokak no: 48/8 a ... metin.pdf · hablemitoğlu’nun...
TRANSCRIPT
Av.Mustafa Hüseyin BUZOĞLU
Mesnevi Sokak No: 48/8 A. Ayrancı-ANKARA
Tel: 435 67 50-431 10 36
ANKARA 4. AĞIR CEZA MAHKEMESİ’NE
DOSYA NO : 2016/238
KATILANLAR : 1. Gülseven Yaşer
2. Ergün Poyraz
3. Zübeyir Kındıra
4. Mustafa Hüseyin BUZOĞLU
VEKİLLERİ : Kendi adına asaleten ve diğerlerine vekaleten Av Mustafa Hüseyin BUZOĞLU
TALEP KONUSU : Birleşen dosyalara katılma isteminin ve dosyanın esası hakkında beyanların sunulmasıdır.
Mahkemenizin işbu dosyasından yapılan 08.02.2018 tarihli duruşmada, İddia Makamı’nın
esas hakkında Mütalaası’na karşı beyanda bulunmak üzere Taraflara süre verilmiş ve kovuşturmaya
başlanması ertesinde ise Mütalaa’ya yansıyan 11 ceza dosyasının işbu dava ile birleştirilmesine karar
verilmiştir.
Birleşen dosyalara katılma kararı verilmesini talep ediyoruz
İşbu dosyadan davanın açılması ertesinde, Mütalaa’nın 167-170 nci sayfalarında bildirilen 11
dosyanın işbu dava dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir.
İşbu dosya ile birleştirilmesine karar verilen 11 dosyaya da katılma isteminin kabulüne karar
verilmesini talep ediyoruz.
Dosyanın esası hakkında beyanların sunulması
Dosyanın esası hakkında aşağıda beyanların sunulmasında, CMK 225/1 dikkate alınarak
öncelikle İddianame ile Sayın İddia Makamı’nın esas hakkında mütalaası hakkındaki tespitlere yer
verilecek ve ertesinde de dosya hakkındaki beyanlarımız ve taleplerimiz aktarılacaktır.
İddianamenin değerlendirilmesi
Savcılık İddianamesinde, Soruşturmanın Amacı’nı “c-) 17 Aralık 2013 ile 30 Mart 2014
arasındaki dönemde ve daha sonra hükümeti devirmeye yönelik faaliyet yürütüp yürütmediğinin
araştırılmasından oluşmaktadır” tümcesiyle sınırlandırmış, Soruşturmanın Mahiyetini “Devletin
kurumlarını ele geçirmek ve anayasal düzeni yıkarak yerine otoriter totaliter bir ‘cemaat
oligarşisi/zümre hâkimiyetine dayanan devlet düzeni’ kurmak” ve “Fetullah Gülen Cemaatinin bütün
faaliyetleri değil, bu cemaatin içine sızdığı ileri sürülen bir suç veya terör örgütlenmesi grubunun
paralel devlet yapılanmasının eylemleri soruşturmanın konusudur” olarak ifade etmiştir.
Öncelikle dikkat çekilmesi gereken husus, soruşturmanın amacının, “Fetullah Gülen ve
Örgütü’nün, 17.12.2013 ile 30 Mart 2014 arasında ve daha sonra Hükümet’i yıkmaya çalışıp
çalışmadığı” olarak bildirilmesinin, açıkça pozitif kurallara aykırılığıdır.
Zira, CMK 160 ve devamı maddeleri dikkate alındığında, Türk Ceza Kanunu’na göre suç
teşkil eden bir fiilin varlığını öğrenen Cumhuriyet Savcısı’nın, soruşturmasını TARİH ve FİİL
YÖNÜNDEN BİR ÖN KABUL İLE SINIRLANDIRMA YETKİSİ BULUNMAMAKTADIR.
İddianameyi hazırlayan Sayın Cumhuriyet Savcısı, soruşturmada 17 Aralık 2013 tarihinden
itibaren TCK 309 ve 312 yönünden inceleme yaptığını bildirerek açıkça suç işlemiştir.
Sayın Savcı’nın bu şekilde bir sınırlama yapmasının tek nedeni, 3 Kasım 2002 seçimleri
öncesindeki diğer tüm siyasiler ve özellikle 2002’den itibaren Fetullah Gülen ile Adalet ve Kalkınma
Partisi (AKP) Yöneticilerinin birlikte gerçekleştirdikleri ve suç teşkil eden fiillerinin soruşturmaya
tabi olmasının engellenmesine, önceki faaliyetlerinin bu sınırlamaya dahil edilmemesine ve önceki
birlikteliklerinin gizlenmesine yöneliktir.
Sayın Savcı’nın konumu ve AKP’nin de gerçekte aynı amaca hizmet ettiği, şu satırlarda açıkça
ifade edilmiştir: “3-) Soruşturmanın Mahiyeti; Devletin kurumlarını ele geçirmek ve anayasal düzeni
yıkarak yerine otoriter totaliter bir “cemaat oligarşisi/zümre hâkimiyetine dayanan devlet düzeni”
kurmak...”
Sayın Savcı tarafından İddianamede, Fetullah Gülen ve örgütünün fiillerinin nihai amacı
olarak “Anayasal düzeni gerici ve irticai bir düzenle değiştirmek” olarak tanımlanmamasının nedeni,
Sayın Savcı’yı görevlendiren ve kendisini sadece 17 Aralık 2013’ten sonraki fiillerle sınırlandıran
Siyasi İrade’nin de aynı hedefe ulaşmak için faaliyet göstermesinden kaynaklanmaktadır.
Bu bağlamda, İddianamede dikkat çeken diğer bir husus ise, Fetullah Gülen örgütünün tüm
üyeleri ve faaliyetleri değil, AKP karşıtı Fetullahçıların soruşturmaya konu edildiğinin “Fetullah
Gülen Cemaatinin bütün faaliyetleri değil, bu cemaatin içine sızdığı ileri sürülen bir suç veya terör
örgütlenmesi grubunun paralel devlet yapılanmasının eylemleri soruşturmanın konusudur”
tümcesiyle ifade edilmesidir.
Sayın Savcı’nın İddianamesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin geleceğinin ipotek edilmesi
mahiyetindedir. Zira, AKP karşıtı olmayan Fetullahçılar hakkında işlem yapmadığını ikrar ederek
vazifesini ifa eden Sayın Savcı’nın bu yaklaşımı, Nurcu ve gerici bir yapılanmanın varlığını kabul
etmekle birlikte, salt AKP karşıtı olunmaması halinde ilgililer hakkında işlem yapılmaması sonucunu
doğuracaktır ki, Anayasa’nın 9 ncu maddesine göre Türk Milleti adına karar veren bizzat Sayın
Mahkeme’nin varlık nedenine aykırı bu yaklaşımın hukuken kabulü olanağı bulunmamaktadır.
Nitekim, İddianamede “Bu soruşturmanın, dini cemaat kabul ederek salih niyetle hukuk dışına
çıkmadan faaliyetler yürüten kimselerle hiç bir ilgisi bulunmamaktadır” tümcesine yer veren ve
Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ne atıfta bulunan bir Cumhuriyet Savcısı, dini
cemaatlerin varlığının devamını öngörebilmekte veya normal bulmaktadır.
Sayın Savcı’nın nasıl hukuk dışı bir yaklaşımla Fetullah Gülen örgütlenmesini değerlendirdiği
şu tümcelerle sabittir:
“Fetullah Gülen örgütünün sempatizanı olup bu örgütü dini bir kuruluş sanarak cemaate gönül
bağı bulunanlar da soruşturma harici tutulmuşlardır.
Fetullahçı Terör Örgütünün daha önceden içinde bulunup sonradan vaziyeti görerek
pişmanlığını ihsas edecek davranışları ile bu yapıdan ayrılan nedamet duyan kimseler yönetici
düzeyinde sorumluluk almış olsalar bile soruşturma dışında tutulmuştur.”
Buna karşılık, bir Cumhuriyet Savcısı’nın, bir kişinin örgüt üyeliği veya bağlantısını tespit
ettiğinde ve/veya örgüt yöneticisi için aynı tespiti yaptığında, bu kişinin ETKİN PİŞMANLIK
HÜKÜMLERİNE GÖRE HAREKET EDİP ETMEDİĞİ hakkında, kendiliğinden bu kişiyi
soruşturma dışı tutma yetkisi bulunmamaktadır.
Suç işlediğini ikrar eden Sayın Savcı, başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP’nin çok
sayıda üst düzey yöneticisi ile seçilmişinin ve örgütün Adliye, Mülkiye ve Askeriye’deki
yapılanmasına izin veren atanmışının ve bu örgütle iltisak kurarak iş gören ve/veya gördüren
işadamlarının, örgüt üyeliği ve/veya örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte yardım ve yataklıktan bu
İddianamede yer bulmasını engellemek amacıyla bu sınırlamaları getirmiştir.
Nitekim, Sayın Savcı ve kendisini görevlendiren AKP siyasi iradesi, Nurculuğu suç olarak
kabul etmediğinden, “Cemaat”, Fetullah Gülen tarafından 1965 yılından itibaren oluşturulmaya
başlanıp 1971 askeri muhtırası sonrası müstakil kimlik kazanıp dini, ekonomik, sosyal, siyasi
örgütlenmenin adıdır” tümcesine yer vererek, örgütün başlangıcını 1965’ten sonrası olarak
bildirebilmiş ve TCK 309 bağlamında Nurculuğu hiç irdelememiştir.
Sayın Savcı’nın “Tedbir” başlığı altında bildirdiği ve takiyye olarak nitelendirdiği tüm fiiller
ile örgütün kamuda kök salmasına destek verenlerin fiillerinin ne denli benzerlik gösterdiği ise
dikkat çekicidir. Zira, İddianamede tedbir ve takiyye şu şekilde ifade edilmiştir:
“6-) Tedbir; Fetullah Gülen soruşturma ve takibata uğramamak ve zarar görmemek için
kendince bir görüş geliştirerek; yalan söylemeyi, inandığı ve olduğundan farklı görünmeyi, yaptığı
bir işi başkasına yüklemeyi, dini emir ve yasaklarla kendini bağlı saymamayı, hukuku dolanmayı,
ahlaki kural kabul etmemeyi, çevresine öğreterek adına tedbir (takiyye) demiştir.”
Sayın Savcı İddianamede, Fetullah Gülen’in öncesi faaliyetlerini ve Sıkıyönetim
Mahkemesi’nde yargılanmasının neticesini dikkate almadan şu satırlara yer vermiştir:
“7-) Işık Evi: Örgütün "hücre evi" ışık evleridir. İzmir Tepecik’te 1966 yılında Nur Evleri
adıyla ilke kez açılmaya başlamıştır. 1986 yılından sonra evler Türkiye geneline yayılmıştır. Bu
evler 1994 yılından sonra Işık evleri adını almıştır. Işık evleri, örgüte taban kazandırmak, yardım
toplamak, çevreye hakim olmak, zeki beyinleri işleyerek Altın Nesil oluşturmak için kurulmaktadır.”
Buna karşılık, aşağıda aktarılacak Fetullah Gülen’in 1966 öncesi iltisakları ve özellikle
Sıkıyönetim Mahkemesi’nde Nurculuk fiillerinden yargılanması dikkate alındığında, Gülen’in
fiillerinin 1966 sonrasıyla sınırlandırılması, Gülen’in fiillerinin ve iltisaklarının bir bütün olarak
ortaya çıkartılmasının engellenmesine yöneliktir.
Sayın Savcı İddianamede “Örgüt ve önderi üzerine yazılan kitaplar” başlığı altında, Fetullah
Gülen hakkında yazılan şu kitapları isimlendirmiştir: “FETÖ ile ilgili birçok yazar tarafından kitap
yazılmıştır. Bu kitaplarda genel olarak Fetullah Gülen ve diğer örgüt mensupları ile örgütün
yapılanması hakkında detaylı bilgiler bulunmaktadır. Bu kitaplardan bazıları; Faik Bulut’un Kim Bu
Fetullah Gülen, Nusret Senem’in Devletin Fethullah Arşivi-1 Emniyetin Işık Evleri Raporu, Devletin
Fethullah Arşivi-2 Emniyet İstihbaratının Fethullah Raporları, Devletin Fethullah Arşivi-4
Jandarma Genel Komutanlığı Raporlarında Fethullah Gülen, Devletin Fethullah Arşivi-6 Fethullah
Gülen’in Konuşmaları ve Pensilvanya İfadesi, Süleyman Yeşilyurt’un “Pensilvanya Canbazı”,
Yılmaz Polat’ın “ABD’nin Özel Din Görevlisi”, Saygı Öztürk’ün “Okyanus Ötesindeki Vaiz”, Haki
Demir’in “Fethullah Gülen’in Fikir Hilesi” Said Alpsoy’un “Gezi Komplosu “Hayasız Akın”, Barış
Terkoğlu-Barış Pehlivan’ın “Mahrem” ve “Sızıntı-Wikileaks’te Ünlü Türkler”, İbrahim Sancak’ın
“Paralel Örgüt mü Paralel Din mi?”, Nedim Şener’in “Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen ve
Cemaat”, Aytunç Erkin’in “Fethullah Hoca’nın Şifreleri”, Hanefi Avcı’nın isimli kitapları ile
Serkan Koç’un “Bir Gladyo Projesi The Gulen” isimli belgeseli örgüt hakkında önemli fikirler
vermektedir. Türkiye ve Arap Baharı isimli kitabında Graham E. Fuller, örgütü ve işlevini kendi
yönünden övmekte ve Türkiye’ye ne kadar faydalı (?) olduğundan bahsetmektedir.”
Ancak, Fetullah Gülen hakkındaki kamuoyunda yazılan ilk kitaplar olan Necip
Hablemitoğlu’nun Köstebek isimli kitabı ile Ergün Poyraz’ın birçok kitabının görmezden gelinmesi
çok anlamlıdır. Zira, bu kitaplar sadece Fetullah Gülen’in gerçek yüzünü anlatmakla kalmamış, aynı
zamanda irticai örgütler ve AKP’nin temsil ettiği zihniyeti de sorgulamıştır. Sayın Savcı’nın, Necip
Hablemitoğlu’nun Köstebek isimli kitabı ile Ergün Poyraz’ın birçok kitabını görmezden gelmesinde,
suç teşkil eden fiilleri ve bu bağlamda tüm maddi gerçekliği ortaya çıkartmama amacı etkili
olmuştur.
Sayın Savcı İddianamede “Fetullahçı paralel yapı terör örgütüne karşı açılan eski dava ve
soruşturmaların özeti” başlığı altında, sadece 1971 ve 2000 yıllarındaki davaları aktarmıştır. Buna
karşılık, Fetullah Gülen’in Suriye’den mayın tarlasından yasadışı çıkıp girdiği, Alaeddin Kaya’nın
evinde saklandığı ve Turgut Özal’ın isteği üzerine yakalama kararının kaldırıldığı ve yakın
tarihlerdekiler dahil olmak üzere Fetullah Gülen hakkında birçok soruşturma olduğu gibi, son olarak
Hanefi Avcı’nın şikayeti üzerine tüm üst düzey Emniyet Müdürlerinin ifadelerinin alındığı
soruşturmaya yer verilmemesi anlamlıdır.
Bu bağlamda, işbu dava tarihine kadar Fetullah Gülen ve örgütü hakkında takipsizlik kararları
veren Savcılar ile Mülkiye ve Emniyet Başmüfettişlerine verdikleri ifadelerde, Emniyet’te Fetullah
Gülen yanlısı hiç kimsenin olmadığını açıklayan tüm Emniyet üst düzey görevlileri soruşturulmalı
ve haklarında idari veya cezai işlem yapılması sağlanmalıdır.
Aksi takdirde, günümüz itibariyle Fetullah Gülen ve örgütü yargılanırken, aynı kökten
beslenen Nurcular dahil olmak üzere irticai ve gerici örgüt ve yapılanmaların kamuda yeniden etkin
olmalarının sağlanmasına ve gelecekte bu kez de bu yapıların yargılanmasına sebebiyet verilecektir
ki, her bir yapının ülkemize verdiği geri dönülmesi olanaksız zararlar dikkate alındığında, Sayın
Mahkemenin çok önemli bir kavşakta çok ciddi bir değerlendirmede bulunması gereği açıktır.
İddianame ile ilgili olarak tartışılması gereken konu, “Fetullahçı paralel yapı terör örgütüne
karşı açılan eski dava ve soruşturmaların özeti” başlığı altındaki şu cümlede saklıdır:
“FETÖ, özellikle 12 Eylül 1980 sonrasında ciddi hiçbir araştırma ve soruşturmaya konu
edilmemiş, faaliyetleri araştırılmamış, örgütün nihai amacı sorgulanmamış, dini ılımlı bir cemaat
denilerek geçiştirilmiştir. Devletin her kurumu bu örgütün faaliyetlerinden işkillenip araştırmak
yerine ihanet etmezler anlayışı ile hareket etmiş, uyuşturulmuş ve uyutulmuştur. Devlet ve millet
onların amacını, kimlerden oluştuğunu, fikir yapısını ve destekçilerini, Türkiye Devletini ve İslam
Dinini neden sevmediklerini bilememektedir.”
Devletin Cumhuriyet Savcısı’nın bu sözlerine katılma olanağı bulunmamaktadır. Aşağıda
aktarılacak resmi belgeler dikkate alındığında, Gülen’in bağlı olduğu Nurculuk dahil irticai ve gerici
yapılanmalar hakkında Devlet’in hafızasının kayıtlı olduğunu, ancak, aynen işbu davaya konu
İddianamede olduğu gibi, “Devlet’in hafızasının” Cumhuriyet Savcılarını değil Cumhuriyetin
Savcılarını beklediği unutulmamalıdır.
İddianamede aynı başlık altında yer alan ve bir Savcının İddianamesinde şu ifadelere yer
verilmesi ve cümle sonuna (!) işareti konulmaması çok ilginçtir:
“Fetullah Gülen'in mahkum olduğu bir dava ve hakkında açılan ikinci dava başbakan Bülent
Ecevit'in çıkardığı iki af kanunu ile ortadan kaldırılmıştır. Aynı başbakanın hükümetinde iki af
kanunu çıkarılmış ve her ikisinde de F. Gülen tesadüfen yararlanmıştır. O da Bülent Ecevit’i rüyada
da olsa elinden tutup cennete koymuştur.”
Sayın Savcı, “Cemaat, cumhuriyete karşı hesaplaşma, devrimlerle hesaplaşma doğrultusunda
üyelerini yetiştirir” tespitine yer verirken, aynı isteğin tüm irticai ve gerici yapılar için geçerli
olduğunu gözardı etmiştir.
Eğer gerçek bir Cumhuriyet Savcısı olsa idi, Fetullahçılar ve Müslüman Kardeşler taraftarları
dahil tüm irticai ve gerici yapılar ile bunların kamuda bu denli yapılanmasında sorumlulukları
bulunanlar hakkında, aynı örgüt yapısı içerisinde TCK 309’dan ülkede irticai gerici yapıyı hakim
kılmaya teşebbüsten dava açardı ve ancak bu halde Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi
doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin geleceği garanti altına alınabilirdi.
Bu bağlamda, Aziz Şehit ve Gazilerimizi bir kez daha saygıyla anarken, eğer 15 Temmuz
2016 akşamı darbe başarılı olsa idi, meydanların irticanın ve gericiliğin simgeleriyle doldurulacağı
önemle dikkate alınmalıdır.
Sayın Mahkemece tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilmeli ve “Meczuplar” tarafından bu
simgelerin meydanlara gelecekte girmesinin engellenmesi için, büyük bir sorumluluk üstlenildiği
dikkate alınmalıdır.
Davaya konu İddianame, bu bağlamda varlık nedenine aykırıdır. Sayın Savcı’nın
değerlendirmesinin aksine, İddianamede bildirdiği 2 adet dava dışında Fetullah Gülen ve örgütü
hakkında gerçek bir ceza soruşturması yürütülmemesinin nedeni, SİYASİ İRADE’nin bu konuda
Cumhuriyet Savcılarını serbest bırakmamasından kaynaklanmaktadır ve mevcut İddianame de bunun
somut kanıtı olarak kabul edilmelidir.
İddianamenin ne denli ciddiyetten uzak bir şekilde, gerçekte de 17 Aralık 2013 ertesinde
hazırlandığının kanıtı, “ON ÜÇ” kelimelerinden anlaşılmaktadır.
Zira, Sayın Savcı 2016 yılında sunduğu İddianamesinde, “Ankara’da açılan 2000/124 esas
sayılı davada raporlarda geçen bütün tahminler aradan geçen on üş yıllık dönemde teker teker zuhur
etmiştir. FETÖ, bir dini cemaat olmadığını, silahlı çete olduğunu kendi elleriyle ortaya koymuştur”
tümcesine yer verirken, ON ÜÇ yıllık süre diyerek, kendisi tarafından hazırlanan değil 17/25 Aralık
soruşturmasından sonra eline tutuşturulan bir metne imza attığını ikrar etmiştir.
Nitekim, İddianamede “Cemaatin arkasındaki ABD, küresel güçler açığa çıkmıştır” denilerek,
Cemaatin arkasında ABD olduğu bildirilirken, bu konuda Gülen’e yardımcı olan ABD’liler hakkında
işlem yapıldığı hakkında hiçbir bilgi bulunmamaktadır ve aradan geçen süre içerisinde bir kaç kişi
haricinde hiçbir ABD vatandaşı hakkında da somut olarak işlem yapılmamıştır.
Sayın Savcı’nın şikayet eden makam olamayacağı dikkate alındığında, “Soruşturmanın
güçlüğü ve örgütün engelleme gayretleri” başlığı altında, “Kamu kurumlarında örgütün imamları ve
kadroları, kozmik ve kripto üyeleri, sempatizanları etkili ve hala önemli makam ve me(v)kileri işgal
altında tutmaktadır. Mesela şüpheli Kazım Avcı, tutuklandığı sırada bile hala TBMM’de müşavir
olarak çalışmaktadır. Şüpheli yönetici imamlardan Osman Karakuş, on parmağında on marifet her
kamu kurumunda bir kurulda üst düzeyde görev almıştır” cümlelerine İddianamede yer vermek
yerine, hangi seçilmiş ve/veya atanmışın yetkisiyle örgüt mensuplarının kamuda
görevlendirildiklerini, Kazım Avcı’nın TBMM’de kimin müşaviri olduğunu ve kimin kendisini işe
aldığını araştırması ve suçluları ortaya çıkarması, Osman Karakuş’un “On parmağında on marifet”
olmasını sağlayanın AKP siyasi iktidarı olduğu gerçekliğini önemle gözönünde bulundurması
zorunludur.
Sayın Savcı’nın diğer bir şikayeti ise, 07 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı hakkındaki işlemleri
kasdederek, “Örgütün hükümete karşı bir darbe teşebbüsünde bulunduğu aşikar olmasına rağmen
resmi hiç bir şikayet başvurusu yapmamıştır” tümcesinde görülmektedir. Ancak, Sayın Savcı, bunun
nedeninin kamudaki görevlilerin korkusu değil, siyasi iktidarı temsil eden AKP ile AKP döneminde
atanan bu görevlilerin ve Fetullah Gülen’in nihai hedeflerinin aynı olmasından kaynaklandığını
dikkate almamıştır.
Sayın Savcı, “FETÖ’nün kuruluşu gelişimi ve örgütlenmesi” başlığı altında, şu tespite yer
vermiştir: “Devlet, siyasallaşmış İslam'i çevrelerle 1970’li yıllardan sonra organik ilişki kurmuş, onu
kendi stratejik yedeğine almaya çalışmıştır. Bu politikanın ürünü olan Fetullah Gülen Hareketinin...”
Sayın Savcı’nın bu tespitine göre, siyasi iktidarlar değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti siyasal
İslam ile organik bağ içerisindedir ve Fetullah Gülen başlangıçta MİT’in kontrolünde çalışmalarına
başlamıştır. Ancak, somut maddi gerçeklikler karşısında ise, daha sonra MİT’i kontrol eder noktaya
gelmiştir.
Sayın Mahkemece kurulacak hükümle birlikte aşağıda talep edilen hususlarda verilecek
kararlar ve ilgililer hakkında yapılacak suç duyuruları, bir daha “Boynuzun kulağı geçmesine de
engel olacaktır.”
Ancak, bir Cumhuriyet Savcısı’nın bu tespitine konu olacak tüm resmi belgeleri dosyaya
kazandırması zorunlu olduğu gibi, öncelikle AKP döneminde 2003’ten itibaren Fetullah Gülen ve
örgütünün nasıl büyüdüğünü irdelemesi varlık nedeninin gereğidir. Sayın Savcı ise, bırakınız
örgütün iltisaklarını araştırmayı, “Soruşturarak soruşturmanın üstünü örtmek” amacıyla, yetkisi
olmamasına rağmen tarih sınırlaması getirerek maddi gerçekliğin ortaya çıkmasını engellemiştir.
Tüm sorumluluğu geçmişe yükleyen Sayın Savcı, “Türkiye'de geçmişteki bütün siyasi
iktidarlar, muhalefet, diğer dini cemaatler, kamu ve sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, ordu,
kısaca toplumun her kesimi, elbirliğiyle Fetullahçı Terör Örgütünün bu büyümesinden ve
kadrolaşmasından sorumludur” derken, AKP dönemi aklanıp ve/veya öncekilerle birlikte
harmanlanıp belirsiz bir durum sergilenmiştir.
Ancak, Sayın Savcı tarafından yapılması gereken, geçmiş ve mevcut tüm siyasi iktidarlar dahil
olmak üzere, sorumluluğu tespit edilen tüm sivil veya asker tüm seçilmiş ve atanmışlar hakkında
soruşturma başlatmak ve neticede kuvvetli suç şüphesi oluşanlar hakkında dava açmak olmalıdır.
Sayın Savcı, İddianamenin “Toplumda meşruluk kazanması” başlığı altında, davaya konu
örgüt hakkında şu tespite yer vermiş ve örgütün 2011’den itibaren iktidarın ele geçirilmesine
yöneldiğini bildirmiştir:
“Son safha olarak iktidarın ele geçirilmesi kalmış ve nihayet 2011 yılından sonra örgüt,
cemaat hâkimiyetinde bir devlet düzeni oluşturmadan ibaret bu siyasi hedefi gerçekleştirmeye
hazırlanmıştır.”
Sayın Savcı, örgüte Devlet’in yaklaşımını ise, hatalı olarak şu şekilde nitelendirmektedir:
“Devletin hiçbir makamı veya teşkilatı örgüt hakkında doğru dürüst bilgi sahibi değildir. Devlet,
ülküsünden başlayarak, örgütlenme biçimine, malî kaynaklarına kadar söylentiden öteye gerçekte
hiçbir şey bilmemekte, uzun süre onları eğitim hizmeti veren yararlı dini bir cemaat sanmaktadır.”
Ancak, bizzat kendisinin bir tespit olarak bildirdiği üzere, zaten Devlet örgütü kurmuş ise,
iltisaklıların Sayın Savcı’ya bir şey vermeyeceği açık iken, Sayın Savcı’nın bunu sorgulamadığı ve
tüm iltisaklılar ortaya çıkartılmadıkça yeni Fetullah Gülenler ve Gülen Örgütlenmeleriyle
karşılaşılacağı gerçekliğini dikkate almadığı anlaşılmaktadır.
Zira, 1992 soruşturmasından ve öncesinden yeterince haberi olmadığı anlaşılan Sayın Savcı,
sadece Ankara 2 Nolu DGM dosyası içeriği veya 1992 soruşturma dosyasını getirtmenin ötesinde
tüm resmi makamlar nezdinde gerekli incelemeleri başlatmış olsa idi, elde tüm belgelerin olduğu,
ancak, tüm bunları elinde tutan MİT veya Emniyet’in kendisine göndermediğini anlayacak iken,
soruşturarak gerçek suçluların üstünü örtme misyonunun gereğini yerine getirmektedir.
Bu durum iki nedenle önemlidir. Birincisi, Devlet’in istihbarat örgütleri ile Fetullah Gülen
arasındaki ilişkinin halen de açığa çıkması ve kamusallaşmasının istenmediği anlaşılmaktadır. Bu da
ikinci sonuç olan, Fetullah Gülen ve yandaşlarının uyguladıkları gizlilik sayesinde, ileride de
yeniden güçlenerek ve farklı veya aynı isimli yapılar olarak varolacaklarını ve istedikleri anda tekrar
fiilen harekete geçeceklerinin kanıtı olarak kabul edilmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulma aşamasından itibaren, emperyalistlerin
kontrolündeki Fetullah Gülen veya benzeri irticai örgütlerin faaliyetleri bir bütün olarak dikkate
alındığında, ne denli büyük tehlikelere gebe olunduğu önemle dikkate alınmalıdır.
Anayasal bir kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) yönelik yaklaşımını AKP
penceresinden inceleyen ve düşüncelerini, “Devlet ve siyasi iktidarlar ile Fetullahçı terör örgütü
arasındaki ilişki” başlığı altında, “Ak-Partinin Kasım 2002 seçimlerinde iktidara gelmesi üzerine de
askerin eski alışkanlığını devam ettireceğini gösteren gelişmeler yaşanmıştır. Asker hükmetmeye
izin vermeyeceğini, rejimin asıl sahibi olduğunu, ileri gidilirse müdahale ve siyaseti tedip edeceğini
hava olarak vermeye başlamıştır” şeklinde bildiren Sayın Savcı, 2008 yılındaki AKP kapatma
davasının da TSK tarafından açtırıldığını “Yargıtay C. Başsavcılığının parti kapatma ile ilgili
hazırladığı dosyanın askerler tarafından verilen belge ve bilgilerden oluşması” sözleriyle ileri
sürmüştür.
Ancak, Sayın Savcı’nın unuttuğu husus, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karardır. Turgut
Özal tarafından Üyeliğe atanması “Surda bir delik açıldı” olarak nitelenen ve daha sonraki tarihlerde
Sayıştay’da Uzman iken İBDA-C’nin Gölge isimli Dergisi’nin temilsicisi olduğunun basına
yansımasının ötesinde, Salih Mirzabeyoğlu ile fotoğrafları yayımlanan, 07 Aralık 1990’da yemin
töreni Türkiye Barolar Birliği tarafından protesto edilen Başkanı Haşim Kılıç dışındaki Sacit Adalı
dahil tüm Üyelerinin oybirliği ile verdiği 30 Temmuz 2008 tarihli kararda, AKP; “Anayasa’nın 68.
maddesinin dördüncü fıkrasındaki demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı
haline geldiği” kabul edilmiştir.
Nitekim, Refah Partisi kapatma davasında Haşim Kılıç ile birlikte “Karşı oy” veren 2 Üye’den
birisi olan ve AKP kapatma davasında ise AKP’nin “İrticai faaliyetlerin odağı olduğu” görüşüne
katılan Sacit Adalı, TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nda yaptığı 11 Ekim 2012
tarihli açıklamasında, mevcut dönemi ise şu sözlerle övmektedir:
“Bugün yapılan taşların yerine oturması karşılığında tabiri caizse SİVİL BİR DARBEDİR.
Sivil bir darbe kendi anayasasını, kendi ihtiyaçlarına, kendi arzularına göre yapma dönemini
yaşamak istiyor. Bunu hepimiz istiyoruz.”
Sacit Adalı’ya bu sözleri söyleten ve mevcut siyasi iktidara sivil darbeyi yapmasını
sağlayarak, bizzat kendisinin altına imza attığı Anayasa Mahkemesi kararına göre, “İrticai
faaliyetlerin odağına” uygun ihtiyaçlarına ve arzularına göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin AKP
tarafından dönüştürülmesini sağlayan ise, maalesef işbu davaya konu haklarında yargılama
gerçekleştirilen Fetullah Gülen ve örgütlenmesidir.
Örgütün 2003-2007 döneminde pasif olduğunu ileri sürerken, Kirli İttifak’ın, emperyalist
güçlerle ittifak halinde yasal düzenlemeleri hazırlamakla meşgul olduğunu dikkate almayan Sayın
Savcı, 2007 sonrasını şu şekilde ifade etmektedir: “Örgüt, 2007 yılından sonra örgütlenmesini
tamamlamış, güç dengesini lehine çevirmiş ve operasyon hünerini ortaya koymuştur. Anayasa
değişikliği örgütü devlet içinde çok ileriye taşımıştır ve 12 Eylül 2010 sonrasında artık örgüt kendini
devletin tek fiili hakimi olarak görmeye başlamıştır. Bu durum 17 Aralık 2013 gününe kadar devam
etmiştir.”
Ancak, Sayın Savcı, 2007 ertesi süreçte AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’ın dahli olmadığı ve
sadece kandırıldığı ve bunda da TSK’nın açıklamalarının ve fiillerinin etkisi olduğu kanaatinde iken,
Ali Fuat Yılmazer ve diğerlerinin açıklamaları dikkate alındığında, AKP ile Cemaat’in bilinçli bir
“Kirli İttifak” kurdukları gerçekliğini gizleme olanağı bulunmamaktadır.
05 Şubat 2007’de İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne atanıp Odatv operasyonu sonrası
görevden alınmasına rağmen soruşturma ve kovuşturma sarmalını kontrolü altında tutan ve
günümüzde örgüt üyesi olmaktan tutuklanan Ali Fuat Yılmazer’in ikrar mahiyetindeki şu
açıklamaları önemle dikkate alınmalıdır.
Zira, 20 Ekim 2008’de Ergenekon dosyasından yargılama başlamadan önce, Beşiktaş Adliyesi
Hakimleri ile Savcılarına 2008 Sonbaharında “İftar Yemeği” veren Ali Fuat Yılmazer, Kirli İttifak
dağılınca şu itiraflarda bulunmuştur1:
“2007 Mart ayında İstanbul’a tayinim çıktı. Haziran’da Ergenekon süreci başladı. Hangi
dalgalar oldu onu hatırladım. 2007’nin dışında Ankara’da Atabeyler ve Danıştay saldırılarına
katkılarım oldu.
İkinci dalgada Ergun Poyraz, bu ülkenin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı hakkında düzmece kitap
yazdığı ama kimsenin sen kimsin diyemediği kişiydi.
1 Zaman, Ali Fuat Yılmazer’den Flaş Açıklamalar, 19.03.2014; Aktifhaber, Ali Fuat Yılmazer: Başbakan’la 30-40 Kez Görüştük, 22.03.2014
Bu soruşturmayı niçin geçirdim. Raporluyken izinsiz il dışına çıkmaktan soruşturma
geçirdim. Hastayım üzerimdeki baskı yoğun, bunaldım tıkandım. Bir ilişki üzerinden
Cumhurbaşkanımızdan randevu ayarlandı. Cumhurbaşkanımıza soruşturma yapamadığımızı
anlatmaya gittim.
İlk görüşmelerimiz 6-7 ay sürdü. Bunlar alabildiğine gizli tutulmuş görüşmelerdi. Korumaları
buna şahitti. Özellikle havalimanlarında oldu. Karşılamalarda ve uğurlamalarda oldu. Bunu herkes
biliyordu. Zamanla bu daha rahat oldu. Şoförlerimle gidiyorum Başbakanlık korumaları var. Vali
Emniyet müdürleri orada bu iş biliniyor. Bir defa uçak bekletti. Görüşmenin uzamasından dolayı. 2-
3 ile 30-40 defa olmasının arasında bir fark yok. 2008 Şubattan itibaren her seferinde kendisiyle
görüştüm. Ortaya çıkan dokümanlar konusunda görüştüm. Kimlerin gözaltına alınması gerektiği
konusunda listeyi kendisine takdim ettim. Yeni çıkan dokümanlar operasyon sürecinde sayı ortaya
çıktı. 30-40’dan az olması mümkün değildir. Aradaki küçük görüşmeler hariç.
Başbakan 2007 - 2008 yılında ya da 2009 yılında ilk planda her hafta görüşüldü. Her
İstanbul’a gelişte görüşmelerde Başbakan’ın emniyetle yaptığı görüşme kameralara yansıdı. Ben
hep geri planda kaldım. Hüseyin Çapkın geldikten sona bu ilişki rahatladı. İstanbul emniyet müdürü
o ilişkiyi devraldı. Başbakan o dönem ben bu soruşturmanın savcısıyım demişti.
‘Başbakan’ın vesayete karşı tutumu ne zaman ve nasıl değişti?' diye soruyorlar. 2008'in Mart
ayı ortalarında Ak Parti kapatma davası açıldı. Ergenekon'un ilk zamanları. Bu bir karşı hamle
olarak yorumlandı. 1 Temmuz 2008'de ilk iddianame yayınlandı. AK Parti kapatma davası da
Temmuz ayında sonuçlandı.
O günün şartları zordu, 2008 dönemi. Kapatma davası sürecini biz tek başımıza, adeta
tırnaklarımızla bu sürece tutunarak, başta kimsenin umudu olmadığı bir süreci o günlere
taşıyabildik. Kapatma davasının hemen öncesinde, Başbakan'la ilk görüşmemizin olduğu
dönemlerde. İlk görüşmelerimde Başbakan'a, "Partiyle ilgili kapatma davası geliyor, ciddi bir
hazırlık var, açanlarda bunlar var" dedim. O dönemde Aydınlık grubuna yapacağımız bir operasyon
engellendi. Başbakan'a arz ettim. Başbakan aynen bana şunu demişti, "2,5 leyhte oyumuz var." O
günün iktidarı bir üyeye %50 tesir etmiş. O dönemde Anayasa Mahkemesi 11 üye vardı. Operasyona
odaklıyım, oradan çözeceğimize inanmışım, oradan bağlantıyı deşifre edersek, bunun etkili
olacağını düşünüyordum. Dosyanın içeriğinin sağlam olup olmadığını soranlar oldu, ben anlattım
öngörülerimizi. Ben de bu operasyonu harekete geçirdim ve ortaya çıkan gerçekler bizim
öngörülerimizi teyit etti. 2,5 üye 5'e çıkıyor. Parti 6'ya 5 oy ile kapatılmaktan kurtuluyor. Sonuçta
kapatmaya yetecek çoğunluk oluşmadı ve AK Parti kapatılmadı.
AK Parti kapatma davasında nasıl denge değişti? Nasıl oldu da 2,5 üye 5'e çıktı? Hükümetle
Genelkurmay arasında ya da Anayasa Mahkemesi arasında bir köprü oldu mu? İşin doğrusu çok
girmek istemiyorum. Benim orada vurgulamak istediğim şudur. Kim o dönemi incelerse, Aydınlık
Operasyonu dışındaki hiçbir şey onun kadar tesiri olmamıştır.
Ergenekon ve KCK soruşturmasının her safhasında Başbakan’ın bilgisi vardı.
2008 yılının başından itibaren operasyon hakkında bizzat Başbakan’a ben bilgi veriyordum.
Ondan aldığım talimatlara göre hareket ediyordum.
Tutuklamalar onun bilgisi dahilinde yapıldı.
Başbakan, bize ‘tutuklayın’ dedi tutukladık.
Ergenekon’un tüm safhalarını operasyon öncesi Başbakan ile görüştüm, bilgi verdim. Hep
destekleyici oldu.
Oda TV soruşturması Başbakan’ın talimatı üzerine başlatıldı.
Ergenekon’un bütün safhalarını en ince ayrıntılarına kadar Başbakan’a bildirdim.
İlker Başbuğ dosyası Başbakan’a her seferinde arz edildi. Adalet Bakanı ve Başsavcı vekili
ile Başbakan görüştü. Başbakan tutuklansın talimatı verdi.
İlker Başbuğ’un tutuklanmasını Başbakan istedi.”
Yukarıdaki itiraflar çok net bir şekilde, 2007 sonrasında yaşananların nasıl bir sürece dayalı
olduğunu, Kirli İttifak içerisinde yer alanların gerçek yüzlerini ve daha önemlisi hukuk devletinin
nasıl ayaklar altına alındığını açıkça kanıtlamaktadır.
Nitekim, aynı Polis Şefi’nin açıklamalarında yer verdiği KCK soruşturmalarında gözaltına
alınması gündeme gelen bazı isimler basına yaptıkları açıklamada, Recep Tayyip Erdoğan’ın
Emniyet nezdindeki “Tavassutu” neticesinde soruşturmaya dahil edilmediklerini bildirmişlerdir2.
Fetullah Gülen’in CIA ve FBI ile bağlantılarına dikkat çekmekle yetinip bu konuda hiçbir
resmi işlem yapmayan Sayın Savcı, Fetullah Gülen’in irticai ve gerici Nurcu yapılanma içerisinde
olduğunu ifade etmemek için, Beşinci Bölüm’de “FETÖ’nün genel yapısı” alt başlığı altında,
Gülen’in ideolojisini şu şekilde bildirmektedir:
“FETÖ’nün bir ideolojisi ve bu ideolojiye uygun insanların yetiştirildiği eğitim materyalleri
bulunmaktadır.
FETÖ de diğer terör örgütleri gibi bir inanca dayanmaktadır. Fetullahçı Terör Örgütü,
üyelerinin uğrunda zorluklarına katlanabildiği, fedakarlıkta bulunduğu, amacına yönelik bir şeyler
yapabildiği, bir inanç, bir ideoloji sistemidir.”
Ancak, Fetullah Gülen’in ideolojisi veya inancının ne olduğu açıkça ifade edilse ve Fetullah
Gülen’in irticai ve gerici Nurcu yapılanma içerisinde olduğu bildirilse, tüm problemin temelden
çözülebileceği ısrarla gözardı edilmiştir.
“Kısa hayat hikayesi” alt başlığı altında, “Şüpheli Fetullah Gülen, ABD'de Pensilvanya
Eyaletindeki karargah olarak kullandığı çiftliklerden oluşan merkezden örgütünü yönetmiştir. Birçok
kez devletin üst düzeyindeki yöneticilerin geri dönmesi için yaptığı çağrılara uymayarak devleti ele
geçireceği günü örümcek ağı kurup sabır ve sebat ederek beklemiştir” tespitine yer veren Sayın
Savcı, daha önemlisi ise, AKP döneminde tüm üst düzey yetkililerin resmi sıfatlarıyla
“Pensilvanya’yı ayak yoluna çevirdiklerini” ise hiç dikkate almamıştır.
2 Radikal, Prof Ferhat Kentel konuştu: Evet, beni ve altı kişiyi tutuklayacaklardı (15.12.2013); “Ah Zavallı Odatv Ne Gül Ne Erdoğan Sahip
Çıktı”, Odatv (15.12.2013)
Müstafi olmasına rağmen “Şüpheli Fetullah Gülen emekli bir vaizdir” diyebilen Sayın Savcı,
İddianamesinde yer verdiği, Fetullah Gülen’i ziyaret eden ve/veya örgütle irtibatlı olduğu ifade
edilen Koç Grubu Yöneticileri, Aydın Doğan, Mehmet Ali Yalçındağ, Arzuhan Doğan Yalçındağ,
Ali Sabancı, Turgay Ciner, Adnan Polat, Melih Gökçek, Fatih Altaylı hakkında hangi işlemlerin
yapıldığı hakkında hiçbir bilgi vermemektedir.
15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminden önce hazırlanan İddianamede, “Bu yapıyı
kuranlardan tanık Kemalettin Özdemir, TSK’nın içinde en az % 60 ile % 80 FETÖ mensubu
olduğunu anlatmıştır” belirlemesi ile “Bu defa TSK'yı kontrol ettiğini iddia eden FETÖ, askeri darbe
ve iç savaş tehditlerinde bulunmaktadır”, “20-) Jandarma Genel Komutanlığında hatırı sayılır bir
FETÖ yapılanması bulunmaktadır. Jandarma Genel Komutanlığı, ilgili birimlerinden 2016/29247
sayılı soruşturmada belge ve bilgi talep etmiş ve jandarmanın arşivinde bu yapılanma ile ilgili hiçbir
bilgi ve belge olmadığı dolayısıyla haklarında soruşturma yürütülen kişilerle ilgili ellerinde delil
olmadığını bildirmiştir” tespitlerine yer verilirken ve “Örgütün en fazla kadrolaştığı ve egemen hale
geldiği devlet kurumu TSK olmuştur” denilirken, tüm bu maddi gerçekliklerin 2002 ve sonrasındaki
AKP iktidarı döneminde elde edildiği ise gözardı edilmiştir.
“Fetullahçı terör örgütünün faaliyetleri ve işlediği suçlar” başlığı öncesinde Sayın Savcı,
örgütün nihai hedefinde irtica ve gericilik ile Nurculuk hakkında hiçbir belirleme yapmamıştır:
“16-) Örgütün Nihai Hedefi; FETÖ'nün nihai hedefi, "kainatı yönetmek"tir. Bu örgüte göre,
her kurum veya kuruluşa sızarak bir süre sonra onu ele geçirip örgütün amaçlarına ve emellerine
hizmet edecek şekilde kullanmakla bu hedef gerçekleştirilecektir. Örgütün nihai hedefi, başta
Türkiye olmak üzere "dünya üzerinde bir hegemonik güç haline gelerek devletleri perde gerisinden
yönetmek" dünya ve Türkiye üzerinde egemen tek güç haline gelebilmektir. Örgütün bunu başarmak
için temel yöntemi, devlet kurumlarını yerleştirdiği mensupları ile ele geçirip perde gerisinden
devleti örgüt amacı yönünde yönlendirip yönetebilmektir. Bunu yeryüzünde başarabilmek için önce
Türkiye Devletinden işe başlamıştır. Türkiye ele geçirildikten sonra sırasıyla Müslüman nüfusu olan
ülkelerle devam ederek nihayetinde bütün dünya devletlerini idare edebilecek kudreti haiz bir
oluşuma dönüşmektir. Örgütün temel hedefi devlet kurumlarını ele geçirip egemenliği perde
arkasından gizlice kullanmaktır.”
Görüleceği ve yukarıda da dikkat çekildiği üzere, Fetullah Gülen ve örgütün nihai hedefinin
Nurculuğa dayalı irticai ve gerici bir yapılanmayı ülkemizde hakim kılmak olduğu, İddianamede
ısrarla ifade edilmekten kaçınılmıştır.
“Örgütle ilgili Devlet kuruluşlarının görüşleri” başlığı altında Milli Güvenlik Kurulu’nun
(MGK) 2015 ve 2016 yıllarında alınan “Paralel Devlet Yapılanması” kararlarına atıfta bulunulurken,
2004 yılında MGK tarafından alınan kararın açıkça gözardı edilmesi anlamlıdır.
Sayın Savcı neticede, Fetullah Gülen diğer Sanıklar hakkında, 309/1, 312/1, 314/1 ile 328/1
ve 204/1, 158/1-a-e bendi, 247/2, 282/1-4, 135/1 ve 137/1-a bendi gereği cezalandırılmalarını talep
etmiştir.
Esas Hakkında Mütalaanın Değerlendirilmesi
Sayın İddia Makamı’nın 07.02.2018 tarihli Esas Hakkında Mütalaası incelendiğinde, örgütlü
suçlar hakkında Yargıtay 16 ncı Ceza Dairesi kararına dayalı bilgiler aktarıldıktan sonra, Fetullah
Gülen Terör Örgütü’nün varlığı hakkındaki resmi belgeler ile kanıtlar 4-5 nci sayfalarda şu şekilde
bildirilmiştir:
“Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından FETÖ/PDY silahlı terör örgütü/PDY’nin milli
güvenliği tehdit ettiğine, bir terör örgütü olduğuna ve diğer terör örgütleri ile işbirliği yaptığına dair
kararları, Anayasa mahkemesinin 04/08/2016 tarih ve 2016/6 D. İşler ve 2016/12 karar sayılı kararı,
Hakimler ve Savcılar yüksek Kurulunun 24/08/2016 tarih ve 2016/426 karar sayılı kararı. Yargıtay
16. C.D.ve C.G.K nun kararları, Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanlığının
29/10/2016 tarih ve 4520-158340 sayılı cevabi yazı ile gönderdiği FETÖ/PDY silahlı terör
örgütünün yapısına ilişkin soruşturma dosyalarından elde ettikleri bilgi ve belgeler, örgütün
ideolojisine ilişkin Emniyet Genel Md. raporu, açık kaynak araştırmaları soruşturma ve yargılama
aşamasında toplanan tüm deliller, ülke genelinde devam eden soruşturma ve yargılama
dosyalarından örgütün genel yapısı ve yasadışı faaliyetlerine ve dava kapsamındaki sanıkların
konum ve eylemlerine ilişkin bilgi. belge, tanık ve müşteki ifadeleri ile itirafçı beyan ve teşhis
tutanakları, iletişimin tespiti ve dinlenmesi kayıtları, arama elkoyma tutanakları, ile tüm dosya
kapsamının birlikte değerlendirilmesi çerçevesinde dava konusu iddianamede ayrıntılı olarak
açıklanmakla birlikte örgütün kuruluşu, yapısı, örgütlenme biçimi, hiyerarşi, mali yapısı, amaç ve
genel eylem tarzı aşağıda özetle anlatılmıştır.”
Mütalaa’nın 5 nci sayfasında örgüt üyelerine verdirilen yemin metnine ve 5-6 ncı sayfalarda
18 maddeden oluşan prensiplere yer veren Sayın Savcı, örgütün kamudaki yapılanmasını şu şekilde
ifade etmiştir:
“F.GÜLEN’in 1960’larin sonunda başlattığı uzun vadeli projenin ilk halkasını eğitim
oluştururken, tedrisattan geçenler başta Emniyet, Yargı, TSK ve Mülkiye olmak üzere, devletin
önemli kademelerine yerleştirilmiş, bir kısmı ise 'işadamı' olmaya aday gösterilmiştir. Örgüt bir
yandan eğitimle kadro yetiştirip, bir yandan da diğer alanlarda etkinliğini artırmıştır.”
Örgüt veya Fetullah Gülen hakkındaki kitaplara ilişkin olarak aynen İddianamede bildirilen
kitapları aktaran Sayın Savcı, yukarıda dikkat çekildiği üzere, Necip Hablemitoğlu ile Müvekkiller
Ergün Poyraz veya Zübeyir Kındıra tarafından kaleme alınan kitaplara veya Hikmet Çetinkaya’nın
1980’li yıllardan itibaren kaleme aldığı yazılar ile kitaplara ve Müvekkil Gülseven Yaşer’in
Başkanlığını yaptığı dönemde Çağdaş Eğitim Vakfı’nın basımına destek verdiği “Hocanın Okulları”
isimli kitabı ise hiç dikkate almamıştır.
Sayın Savcı, Mütalaa’nın 11-13 ncü sayfalarında örgütün amacı hakkında bilgilere yer
vermiştir. Ancak, incelendiğinde görüleceği üzere, aynen İddianamede olduğu gibi, örgütün temel
hedefinin “Anayasa’nın değiştirilerek Nurculuk temelinde Kur’an’ın esas alındığı ve şeri hükümlerin
hakim kılınacağı bir rejim değişikliği” gerçekleştirilerek, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
yıkılarak irticai ve gerici bir yapılanmanın esas kılınması amacı ve bu amaca ulaşmada
emperyalistlerle işbirliği içerisinde hareket edildiği” hiçbir yerde ifade edilmemiştir.
Sayın Savcı, Mütalaa’nın 37-38 nci sayfalarında örgütün yurtdışındaki yapılanmasında önemli
bir konuma sahip okulların açılması hakkında, “Dışişleri Bakanlığı’nın 21.08.2015 günlü, 8211250
sayılı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın 16.10.2015 günlü 12975174 sayılı yurt dışı okulları ile ilgili
gönderdiği yazılara” atıfta bulunurken, geçmiş dönemde Dışişleri Bakanlığı ile Milli Eğitim
Bakanlığı ve diğer Bakanlıklar tarafından yurtdışında bu okulların açılması için hangi desteklerin
verildiğini ve destek veren siyasiler ile bürokratların araştırılması ve örgütle iltisaklı olanlar
hakkında işlem yapılmasına ilişkin hiçbir değerlendirmede ise bulunmamıştır.
Sayın Savcı Mütalaa’nın 43 ncü sayfasında, örgütün sözcüsü konumundaki yapılanmanın
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından gerçekleştirildiği tespitine yer vermiş, ancak, bu Vakfın
faaliyetlerine katılımları irdelememiştir.
Buna karşılık, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın özellikle kamuoyunda Abant Toplantıları
olarak nitelendirilen ve gerek yurtiçinde gerekse de yurtdışında yapılan toplantılarına katılanların,
örgütün kamuoyunda meşru kılınmasına bilinçli olarak hizmet ettikleri dikkate alınarak,
katılımcıların konumlarının ortaya çıkartılmasının, bu konuda da inceleme yapılarak, soruşturma
sonucunda ulaşılacak cezai neticeye göre ilgililer hakkında işlem yapılması için suç duyurusunda
bulunulması zorunludur.
Mütalaa’nın 46 ncı sayfasında, “Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Dairesi
Başkanlığı’nın 4294-164431 sayılı, 16.12.2015 günlü raporuna (Deliller-37 Klasörü ve eki 37/A,
37/B, 37/C, 37/D ve 37/E: Rapor Deliller-37 klasörünün 7 Nolu Delilidir) atıfla şu tespitlerde
bulunulurken, bu tespitlerin hukuki sonuçları bildirilmemiştir:
“Örgütün emniyet içerisindeki yapılanması ile ilgili 15-92 sayılı 28.08.1992 günlü evrak
düzenlenmiş, bu yapının devlet içerisinde varlığının anayasada belirtilen cumhuriyet nitelikleri,
devletin ve cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürebileceği, görevlerini yerine getirirken siyasi
düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı yapmak suretiyle emniyet mensupları arasında bu yolla
ayrımcılık yapan tutum ve davranışlarda bulunulduğu, devletin güvenliği ile ilgili bir konu olduğu
belirtilmiştir. Fetullah Hoca'nın talebeleri adı ile bilinen bu örgütten emniyet genel müdürlüğü
içerisindeki herkes haberdardır. Devlet güvenlik mahkemesine gönderilen suç duyurusu kapatılmış,
emniyet genel müdürlüğü yüksek disiplin kurulunun uyguladığı disiplin cezası da disiplin affı
nedeniyle uygulanamamıştır. Emniyet genel müdürlüğü Fetullah Gülen tarafından yetiştirilen
kişilerin emniyet içerisinde yapılanmaya gittiğini bilmesine rağmen bu konuda bir daha inceleme ve
araştırma yaptırma gereği duymamıştır.”
Takdir edileceği üzere, bir daha aynı örgütlenmelere gerek Emniyet ve gerekse diğer kamu
kurumlarında izin verilmemesinin yolu, haberdar oldukları halde örgüt hakkında işlem yapmayan,
suç duyurularını kapatanlar hakkında işlem yapılması için suç duyurusunda bulunulmasıdır.
Mütalaa’nın 79 ncu sayfasında “Himmet'in Örgütün Mali Kaynağı Olarak Kullanılması”
başlığı altında MASAK raporuna atıfta bulunulmuş ve “Eti Madenlerinin çok ucuza özelleştirilip
Koza-İpek tarafından satın alındığı,...” tespitine yer verilmiştir.
Bu açık kabul karşısında, “Eti Madenlerinin çok ucuza özelleştirilip Koza-İpek tarafından
satın alındığı,...” tespitine konu tüm sorumluların tespiti ile haklarında işlem yapılması için suç
duyurusunda bulunulmalıdır.
Mütalaa’nın 80 nci sayfasında “Kamu Kaynaklarından Elde Edilen Gelirler” başlığı altında şu
bilgilere yer verilmiştir:
“Kamu ihalelerini örgütle bağlantılı firmalara verilmesi,
Örgütle ilişkili firmaların rakipleri hakkında adli-idari işlemler yaparak piyasanın örgüt
firmalarına teslim edilmesi,
Kurumların gizli kalması gereken finansal ve yatırım planlamaları bilgilerinin ilişkili firmalara
sızdırılması,
Kamu arazi tahsislerinin örgütle ilişkili vakıf, dernek veya eğitim kurumlarına bedelsiz
devredilmesi,
Belediyelerce yapılan imar değişikliklerinin, örgütle ilişkili vakıf, dernek veya şirketler lehine
yapılması,
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansında görevli adamları vasıtasıyla iş adamlarının yurtdışı
iş bağlantılarını sağlama karşılığı örgüt adına onlardan para alınması,
Kamu hibe, destekleme ve teşviklerinin takibi ve proje kabullerinde PDY firmalarının
kayrılması, vb. gelirlerdir.”
Mütalaa’ya yansıyan bu somut bilgiler karşısında, seçilmiş ve atanmış kamusal görev ifa
edenlerin de katkıları ile kamunun kaynaklarının örgüt ve mensuplarına aktarılmasında
sorumlulukları bulunanlar hakkında hukuki, cezai ve idari işlem yapılması gereği tartışmasızdır.
Ancak, kamuoyunda çok ciddi tartışmaları da beraberinde getiren, bir dönem Başbakan Yardımcılığı görevi de ifa eden, Manisa’da Fetullah Gülen ile aynı evi paylaşan ve hatta avukatlığını da yapmış olan Bülent Arınç tarafından 23 Mart 2015 tarihinde yapılan ve dönemin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek hakkında ifade edilen “Belediye Başkanlığı adaylığında ve seçimlerde oy isterken bu yapının kucağında oturmuştur. Bu yapıya Ankara’yı parsel parsel satmıştır, yurt yerleri vermiştir. Zengin iş adamlarına okul yaptırmıştır. İmar planlarında değişiklikler yaptırmıştır” sözlerinin gereği aradan geçen 3 seneye rağmen yerine getirilmemiş, bir takım çevrelerce çok sevilen bir ifadeyle “Kul hakkı”na aykırı işlemleri gerçekleştirenler hakkında hiçbir işlem yapılmamıştır.
Mütalaa’nın farklı sayfalarında da yer verilmekle birlikte, 89 ncu sayfasında Bank Asya’nın
örgüt tarafından kurulduğu ve örgütün kontrolünde faaliyet gösterdiği ifade edilmiştir.
Necmettin Erbakan’ın Ekonomi Başdanışmanı Mete Gündoğan’ın ifadesiyle “Normal Batı
bankacılık sisteminde yapılan işlevlerin hemen hemen hepsini yapan, ancak, faize faiz demeyen, bu
şekilde Müslümanların kandırıldığı”3 finans kuruluşu ve/veya katılım bankası olan Bank Asya
bağlamında sorgulanması gereken husus, bu şirketin kuruluşundan itibaren banka düzeyine
ulaşmasına kadar örgüte bu konuda destek verenler hakkında işbu tarih itibariyle hiçbir işlem
yapılmazken, sadece banka hesabı bulunduğundan dolayı binlerce kişi hakkında idari ve cezai
işlemlerin yapılmasıdır.
Zira, bilindiği üzere Fetullah Gülen ve örgüt mensuplarının mali ve finansal olarak büyük bir
sıçrama yaşamalarını ve günümüzde tartışılan konumlarına ulaşmalarını sağlayan en önemli hamle,
bir gecede kasasına milyarlarca Amerikan Doları konulmasına eşdeğer şekilde, Banka Asya’nın
finans kurumu statüsünden banka statüsüne kavuşturulmasıdır.
Türkiye'de 16.12.1983 gün ve 83/7506 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile Özel Finans
Kurumları'nın kurulmasına olanak sağlanmıştır. Resmi Gazete’nin 1 Kasım 2005 tarihli nüshasında
yayımlanarak yürürlüğe giren 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile özel finans kurumlarına banka
statüsü tanınmış ve katılım bankacılığı olarak isimlendirilmiştir.
Asya Katılım Bankası A.Ş.’nin kurulmasına 11 Nisan 1996 tarih ve 96/8041 sayılı Bakanlar
Kurulu kararıyla izin verilmiş, söz konusu karar 25 Nisan 1996 tarihli Resmi Gazete’de
3 Gündoğan, Mete, “Narkoz”, s.160
yayımlanmış, 20 Eylül 1996 tarihinde tescil edilmiş ve “Ana Sözleşme” 25 Eylül 1996 tarihinde
Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde yayımlanmıştır. Ünvan değişikliği 22 Aralık 2005 tarihinde
yapılan olağanüstü genel kurul toplantısında karara bağlanmış ve Asya Finans Kurumu A.Ş. ünvanı
Asya Katılım Bankası A.Ş. olarak değiştirilerek 26 Aralık 2005 tarihinde Ticaret Sicil Gazetesi’nde
yayınlanmıştır.
Bilindiği üzere, Asya Katılım Bankası A.Ş. altıncı özel finans kurumu olarak 24 Ekim 1996
tarihinde Altunizade'deki Merkez Şubesi ile faaliyetlerine başlamıştır. 3 Şubat 2015 tarihinde TMSF
şirket yönetiminin yüzde 63'üne el koymuş, 29 Mayıs 2015 tarihinde ise bankanın tamamı TMSF'ye
devredilmiş, 18 Temmuz 2016 tarihinde Bank Asya'nın faaliyetlerinin 5411 sayılı Bankacılık
Kanunu'nun 107'nci maddesinin ikinci fıkrası kapsamında geçici olarak durdurulmasına karar
verilmiş, 22 Temmuz 2016 tarihli BDDK Kararı gereğince; 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 107
inci maddesinin son fıkrası çerçevesinde, Bank Asya'nın faaliyet izni kaldırılmıştır.
Ancak, cezai sorumlulukları bağlamında dikkat çekilmesi gereken husus, 24 Ekim 1996 tarihinde
Altunizade'deki Merkez Şubesi ile faaliyetlerine başladığı gün4 5, kurdeleyi kesen dönemin
Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller iken, tüm televizyon yayınlarında Fetullah Gülen’in kontrolünde
olduğu açıkça ifade edilen bu törene, Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Abdülkadir Aksu ve
Rıza Akçalı katılmış, mikrofonlara yaptığı açıklamada Fetullah Gülen “Tansu Çiller’in törene
katılmak üzere helikopterle geldiğini” ifade etmiş, Abdullah Gül ise Fetullah Gülen hakkında
“Hepimizin Hocasıdır. Dolayısıyla sadece bizim partimizin değil tabii ki başka partilerden de
herkesin saygı duyduğu bir ilim adamıdır. Değerli Hocaefendi’dir” demiş, açılış töreninde kürsüye
ilk olarak Recep Tayyip Erdoğan ve sonrasında Abdullah Gül ve ertesinde de Tansu Çiller çıkmış,
Çiller konuşmasında “Değerli Hocaefendi” olarak nitelendirdiği Gülen’e katkılarından dolayı
teşekkür etmiştir.
Nitekim, Mütalaa’nın 94 ncü ve 98-99 ncu sayfalarında da şu tespitlere yer verilmiştir:
“1-) Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurulunun Raporu:
a-) Bankanın 1994 yılında açılışa katılanların Fetullah Gülen'i tebrik edip kutladığı, resmiyette
bankanın sermaye sahibi olmasa da bankanın gerçek sahibinin açılış görüntülerine göre fiilen
Fetullah Gülen olduğu,”
“6-) Sonuç Olarak:Asya Katılım Bankasının Fetullah Gülen ve Örgütünün bir kuruluşu
olduğu, başka hiçbir bankanın kuruluşunda yer alıp görüntü vermeyen F. Gülen’in ilk kuruluşta
mutlu bir eda ile tebrikleri kabul edip gelenleri ağırladığı, banka ile ilgisini hiç kesmediği, kağıt
üstünde başkaları pay sahibi olsa bile fiili olarak bankanın sahibi ve yöneticisinin sanık Fetullah
Gülen olduğu, onun tayin ettiği kişilerin bankayı yönettiği, örgütün finans merkezi olan Asya
Katılım Bankasının örgüte ait diğer şirket ve holdingler ile organik ilişkisi bulunduğu,...Asya
Katılım Bankasının FETÖ/PDY silahlı terör örgütü’nün bir finans kuruluşu olduğu, ...bankanın
yalnızca finans işleri yapmadığı, bankacılık dışında örgütsel faaliyetlere bulaştığı,...raporlar, kayıt,
belge, tanık beyanları, bankanın fiili durumundan açıkça anlaşılmaktadır.”
Dönemin Hükümeti’nin 2005 yılında 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nu kabul etmesi ve Bank
Asya’ya bankacılık faaliyetlerinde bulunma olanağını sağlaması sonucu, örgütün ne denli büyük bir
finansal operasyon gücüne eriştiği sabittir.
4 https://www.youtube.com/watch?v=oJEguhxzbU4 5 www.youtube.com/watch?v=8QLhnmWFL2E
Bank Asya’nın ilk açılışından itibaren, örgütün finansal sıçramasında emeği geçen ve cezai,
hukuki ve idari sorumluluğu olanlar hakkında gereğinin yapılması için suç duyurusunda
bulunulmalıdır.
Bank Asya bağlamında dikkat çekilmesi gereken diğer bir husus ise, dosya kapsamıyla sabit
olduğu üzere, Ülker Grubu’nun sahibi olduğu Yıldız Holding’in Bank Asya ile ilişkisidir.
Zira, soruşturma aşamasında Bank Asya hakkında hazırlanan rapora göre; Yıldız Holding’in
2003’ten beri Bank Asya’da hesabı vardır ve Holding’in hesabındaki tutarlar ve artışlar ile ilgili
tarihlerdeki bakiye durumu şöyle raporlandırılmıştır:
30 Kasım 2013: 25 milyon TL.
31 Aralık 2013: 50 milyon TL.
24 Aralık 2014: 115 milyon 825 bin TL.
Holding’in milyonlarca TL hesap bakiyesi dikkate alındığında, 30 Kasım 2013-24 Aralık 2014
arasında, Yıldız Holding’in Bank Asya’daki hesaplarında 90 milyon 825 bin TL artış olduğu sabittir.
Holding tarafından bu konuda basına yapılan açıklamalarda, kullanılan kredilerin ödendiği
ifade edilmekle birlikte, binlerce sade vatandaş için gerçekleştirilen inceleme ve soruşturmanın,
Yıldız Holding ve Ülker Grubu için de geçerli olduğu açık olup, Yıldız Holding ve Ülker Grubu ile
ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulmasını talep ediyoruz.
Mütalaa’nın 104-105 nci sayfalarında örgütün ideolojisi değerlendirilmiş ve siyasi ideolojisi
şu şekilde aktarılmıştır:
“FETÖ’nün ideolojisi; “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm anayasal kurumlarını (yasama,
yürütme, yargı erklerini) ele geçirmek ve bu süreç tamamlandıktan sonra devleti, toplumu ve fertleri,
FETÖ’nün ideolojisi doğrultusunda yeniden dizayn ederek oligarşik (aristokratik) özellikler taşıyan
bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasal gücü yönetmektir.”
Örgüt eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ele geçirmiş olsa idi, adeta irticai ve gerici bir
yapılanmaya gitmeyecekmiş, şeri hükümleri hakim kılmayacak, Nurcu bir yapılanmayı tüm ülkede
gerçekleştirmeyecekmişçesine, bu terimleri kullanmaktan imtina edilmesini anlama olanağı
bulunmamaktadır.
Aksinin kabulü halinde, Fetullah Gülen Terör Örgütü, TCK’nun 220 nci maddesine konu bir
örgüt konumuna indirgenmiş olur ki, TCK 309 ve devamı maddelerinden yargılanan örgüt için
bundan daha iyi bir savunma vasıtası olmayacağı ve savunmalarının temelinin “Altın tepsi”de
kendilerine sunulduğu önemle dikkate alınmalıdır.
Mütalaa’nın 106 ncı sayfasında, “Örgütün inandığı kutsal bir mesele Fetullah Gülen'in halife-
mehdi-Mesih olduğu inancıdır” tespitine yer verilmiş olup, bu bağlamda dikkat çekilmesi gereken
ise, ABD’de siyasal ve ekonomik olarak hakim olan zihniyeti temsil eden Neocon yapılanması ile
Fetullah Gülen’in ortak paydasını da Mehdi anlayışının teşkil etmesinin ötesinde, Mehdi anlayışının
Nurculuk için geçerli olduğu ve Said-i Nursi’nin de kendisini Mehdi olarak kabul ettiği önemle
dikkate alınmalıdır.
Mütalaa’nın 109 ncu sayfasında yer alan, “Süreç içinde Milli Güvenlik Kurulu (MGK)
tarafından FETÖ/PDY silahlı terör örgütü/PDY’nin milli güvenliği tehdit ettiğine, bir terör örgütü
olduğuna ve diğer terör örgütleri ile işbirliği yaptığına dair kararlar verilmiştir” tespitinde yer verilen
“Süreç içinde” belirlemesi ise, neden işbu dava dahil olmak üzere tarikatlar ve cemaatler bağlantılı
yapılanmaların ülkemizde önemli bir güce eriştiklerini ve neticede Fetullah Gülen Terör Örgütü’nün
nasıl olup da 15 Temmuz 2016 darbe kalkışması gücüne eriştiğini somutlamaktadır.
Zira, bu tespit maddi gerçeklikleri yansıtmadığı gibi, 03 Kasım 1996 Susurluk Kazası
sonrasında, 17 Ocak 1997 tarihinde dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e Fetullah Gülen ve
örgütü hakkında verilen brifing ile aynı dönemde Milli Güvenlik Kurulu’na sunulan MİT’in
hazırladığı bilgi notunda yer verilen Fetullah Gülen hakkındaki bilgiler ve Milli Güvenlik
Kurulu’nun 2004 tarihli Fetullah Gülen yapılanması hakkındaki tespitlerinin gereği zamanında
yerine getirilmiş olsa idi, Fetullah Gülen ve örgütünün darbe kalkışmasına cesaret edecek düzeyde
büyütülmeyeceği tartışmasızdır.
Nitekim, Cumhuriyet Gazetesi’nde köşe Yazarı olan Hikmet Çetinkaya’nın 10 Mart 2018
tarihinde bir kez daha aynen aktardığı ve ilk olarak 20 sene önce 14.02.1998 tarihinde yayımlanan
yazısına göre, Fetullah Gülen’in ve örgütünün faaliyetleri soru önergelerine de konu olmuştur ve
dönemin Mersin Milletvekili Fikri Sağlar şu konuları gündeme getirmiştir:
“Nur tarikatı liderinden Fethullah Gülen’in faaliyetleri, kamuoyunca kuşku, merak ve
şaşkınlıkla izlenmektedir...”
Fikri Sağlar, oldukça önemli konular üzerinde duruyor soru önergesinde. Sağlar’ın iddiaları
insanın tüylerini diken diken ediyor...
İşte Başbakan Yılmaz’ın yanıtlaması istenen sorulardan bazıları:
“1- Eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal imzasıyla dönemin Başbakanı ve Sayın
Cumhurbaşkanı’na sunulduğu ve kendisine 6 sayfa ayrıldığı iddia edilen Susurluk çetesine ilişkin 18
sayfalık raporda Fethullah Gülen’le ilgili olarak: ‘Fethullah Hoca’nın Çiller’in kara para aklama
işinde gizli ortağı olduğu, Fethullah Hoca’cıların CIA’nın bölgemizdeki en önemli sivil toplum
kuruluşu olduğu iddiaları, Maliye Bakanlığı müfettişlerinin Fethullah Gülen’in mali kayıtlarını
incelemesi ile İçişleri ve Dışişleri bakanlıklarının ilgili kuruluşlarla yapacakları koordine sonucunda
çözülebileceği değerlendirilmektedir’ şeklinde bir tespit yer aldığı doğru mudur? MİT’in
Başbakanlık’a ve Cumhurbaşkanlığı’na sunulmak üzere hazırladığı belirtilen bu raporda yer alan
tespit ye öneriler doğrultusunda bugüne kadar hangi çalışmalar yapılmıştır? Yapılmış ise
çalışmaların sonucu veya geldiği aşamadaki durumu nedir?
2-Fethullah Gülen tarikatınca kurulduğu ve kara para aklama işinde rol aldığı iddia edilen
‘Asya Finans’ adlı kuruluşun ortakları kimlerdir? Bu iddialarla ilgili olarak herhangi bir çalışma
yapılmış mıdır?
3-Özellikle Cumhuriyet karşıtı yıkıcı ve şeriatçı faaliyetleri izlemek üzere oluşturulduğu
söylenen ‘Başbakanlık Takip Kurulu’ veya ‘Başbakanlık Sivil Çalışma Grubu’ olarak bilinen
birimin, Fethullah Gülen ve tarikatının faaliyetleri konusunda herhangi bir çalışması var mıdır?
Varsa sonuçları nelerdir?
4-Fethullah Gülen, 1992 yılında ABD’ye gizli olarak gitmiş midir? Gitmiş ise bu seyahatinin
amacı ve gizli olarak gerçekleştirilmiş olmasının nedenlerikonusunda devletin resmi kayıtlarında
herhangi bir bilgi var mıdır? 1997 yılında anılan kişinin ABD’ye yaptığı bir başka ‘sağlık gerekçeli’
seyahatinde,kimlerle görüştüğü konusunda devletin resmi kayıtlarına geçen bir bilgi mevcut mudur?
Fethullah Gülen, 1985 yılından itibaren kaç kez yurtdışına çıkmıştır? Aynı tarihten itibaren yurtdışı
seyahatlerini hangi ülkelere yapmıştır ve bu ülkelerde hangi sürelerle kalmıştır?”
Görüleceği üzere, Fetullah Gülen ve yapılanması hakkında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
resmi hafızasında, hiç kimsenin “Kandırıldığını” ileri süremeyecek kadar çok ciddi bilgiler mevcut
olmasına rağmen, bu resmi belgelerin gereği yerine getirilmemiş ve ancak “Kirli İttifak”ın dağılması
ertesinde, bu kez de yasal düzenlemelere aykırı olarak Savcılık tarafından tek taraflı tarih aralığı
belirlemesine dayalı dava açılmıştır. Ancak, Fetullah Gülen ve örgütünün gerçekleştirdiği fiillerin
bedelini ise Türk Halkı’nın ödediği unutulmamalıdır.
Mütalaa’nın 114-115 nci sayfalarında, Osman Hilmi Özdil hakkında Nisan 2007’de ABD’de
işlem yapılması sırasında, üzerinden çıkan bilgi notunda yer alan isimlerin daha sonra Ergenekon
operasyonlarında yer bulmasına dayalı tespitlere yer verilmiştir.
Fetullah Gülen Terör Örgütü’nün Emniyet İmamı olarak kabul edilen Osman Hilmi Özdil,
kendi döneminde hazırlanan Ergenekon operasyonunu icra etmemiştir. Aksine, dosyadan Tanık
olarak dinlenen Kemalettin Özdemir döneminde hazırlanan planı mevcut siyasi iktidarın da
desteğiyle geliştiren konumundadır.
Zira, şu somut maddi gerçekliklerin önemle dikkate alınması zorunludur:
14 Haziran 2001 ile 09 Mayıs 2006 tarihleri arasında Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat
Daire Başkanlığı yapan Sabri Uzun’un İçişleri Bakanlığı Müfettişlerine verdiği ifadesi bu bağlamda
önemlidir:
“Ben 14.06.2001 günü göreve başladığımda bir şube müdürü önüme bir şema getirdi. Şemanın
en başında Ergenekon Terör Örgütü diye yazıyordu. Şemanın en üstteki sorumlusu Orgeneral Çetin
DOĞAN’dı. Ona bağlı olarak çalışan 5-6 Korgeneral vardı; bu Korgenerallerin birisi de Çorlu’da
görevli bir Korgeneraldi. Bunların altında da Tuğ ve Tümgeneraller vardı. Toplam 22-25 kişilik bir
şemaydı. Bu şemayı getiren arkadaşa şunu söyledim: ‘Şemanın hukuki bir geçerliliği yoktur, adli
işlemlerde ifade tutanakları geçerlidir, bu şema hangi ifadeye veya belgeye dayanıyor’ diye sordum.
Bu arkadaşımız Tuncay GÜNEY diye bir şahsın ifadesine dayanıyor dedi. Tuncay GÜNEY’in
ifadesini getirttim. Yanlış hatırlamıyorsam 52-55 sayfadan oluşuyordu. Ayrıca bilgi notu da vardı.
Bilgi notu da 20-22 sayfa kadardı. Zaten bilgi notu ifade tutanağının özeti gibiydi.
İfade tutanağında ne Çetin DOĞAN’ın ismi vardı, ne de şemada görülen diğer generallerin
ismi vardı. Hiçbirisinin ismi yoktu. Yalnız Veli KÜÇÜK’ün ismi vardı. Veli KÜÇÜK’ün bir
gazetede çalışan emekli bir general ile arkadaş olduğu yazıyordu.
Ben bunların üzerine 2006 yılı Ocak veya Şubat aylarında tekrar gündeme geldiğinde;
Başbakanın imzasıyla bütün bu bilgileri Eski Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün adına yazalım
dedim. Hatta üst makamlardan gizli iş yapmanın yanlış olacağını çok ağır bir ifadeyle şube
müdürüne söyledim. Şimdi anlıyorum ki, şu anda gündemde olan Ergenekon operasyonunu, BENİ
İĞFAL ETMİŞ OLSALARDI O TARİHTE YAPACAKLARMIŞ. Ben oyuna gelmediğim için o
tarihte yapamadılar.”
Sabri Uzun’a bu şemayı hazırlayarak sunan ve Ergenekon operasyonu yapılmasını isteyen ise;
Gazeteci Halit Güngen, Diyarbakır HEP İl Başkanı Vedat Aydın ve Gazeteci-Yazar Musa Anter’in
öldürüldüğü 1991-1996 yılları arasında Diyarbakır İstihbarat Şubesi’nde görev yapan6; Siirt Emniyet
Müdürlüğü’nden Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü’ne 2012 yılında atanması ertesinde Gazetecilerle
görüşmesinde “Güvenlikçi yaklaşımlarla bu işin çözülemeyeceğini en iyi bilenlerden biriyim7…Bir
çocuk dağa çıkıyorsa bunda hepimizin payı var8…Dağda ölen teröriste ağlamıyorsanız insan
değilsiniz9…” açıklamalarını yapan; Ramazan Akyürek’in Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM)
6 “Faili meçhullar döneminde Güven Diyarbakır’da”, Aydınlık, 12.10.2012, s.6 7 “Diyarbakır Emniyet Müdürü ‘faili meçhullar’le gitti, ‘belki’ ile döndü”, Fırat haber ajansı (08.10.2012) 8 “Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven: Bir çocuk dağa çıkıyorsa bunda hepimizin payı var”, Zaman (08.10.2012) 9 “Ölen teröriste ağlamıyorsanız”, Vatan (08.10.2012)
İstihbarat Dairesi Başkanlığı’na atanması ertesinde Yardımcılığını yapan ve Akyürek’in görevden
alınması ertesinde Daire Başkanlığı’na vekalet eden; bu görevden sonra 2010 yılında atandığı Siirt İl
Emniyet Müdürlüğü’nü ise Ergenekon operasyonlarında büyük bir rolü olan Mutlu Ekizoğlu’na
2012 yılında devreden; Kirli İttifak’ın dağılması ertesinde ilk görevden alınan İl Emniyet
Müdürlerinden olan10; 2001’de Ergenekon iddialarını ilk kez dönemin Genelkurmay İstihbarat
Dairesi Başkanı’na aktaran ve Emniyet İstihbarat Dairesi’nde Operasyonlar Şefi iken Recep Tayyip
Erdoğan ile “Çok sık” görüşen11, hakkında arama ve yakalama kararı bulunmasına rağmen 15
Temmuz 2016 akşamı İstihbarat Daire Başkanlığı’nı teslim almak için gittiği ileri sürülen Recep
Güven’dir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en etkin istihbarat biriminin başında senelerce görev yapan
ve Ergenekon dosyasında tanık olarak dinlenmesi istemi ısrarla reddedilen Sabri Uzun’un bu
anlatımlarına göre, sözde Ergenekon soruşturmasının başlangıcına gerekçe gösterilen Ümraniye’de
el bombalarının 12 Haziran 2007 tarihinde bulunmasından ve Balyoz isimli davaya gerekçe
gösterilen 05-07 Mart 2003’te 1 nci Ordu Komutanlığı’nda seminer yapılmasından seneler
öncesinde, EMNİYET İÇERİSİNDEKİ FETULLAHÇI YAPILANMA TARAFINDAN, Türk Silahlı
Kuvvetleri’ndeki bir kısım görevli personel hedef şahıs olarak belirlenmiştir ve Ülkenin Kurucu
Gücünün komuta yapısı siyasi iktidarın insiyatifinde şekillendirilerek içeride ve dışarıda ülkemizin
uluslararası operasyonlara açık konuma getirilmesi amaçlanmıştır.
Sonuçlarının ve gerekçesinin önümüzdeki günlere yansıyacağı değerlendirilen ve geçtiğimiz
yıllarda yaşanan 07 Şubat 2012 tarihli MİT krizi ertesinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu
tarafından yapılan açıklamada yer alan, “Orta Doğu kritik bir değişimden geçerken güçlü bir dış
istihbarata ihtiyacımız var. Böyle bir dönemde MİT’in tartışma konusu yapılmasını Türkiye’nin
güvenliği açısından çok tehlikeli bulurum”12 denilmesi, ancak Türk Silahlı Kuvvetleri ile Türk
Aydını’na aynı hassasiyetin kasden gösterilmemesi, ULUSAL GÜVENLİKTE KASITLI OLARAK
YARA AÇILDIĞINI somutlamaktadır.
Ancak, önemle vurgulanması gereken husus ise, sırf şahsım da dahil olmak üzere Sanıklara
suç isnat ettikleri için, gizlisi veya açığı sayısız Tanığı senelerce dinleyen Mahkeme de, şahsım ve
diğer Sanıklar tarafından defalarca talepte bulunulmasına rağmen Sabri Uzun’un tanık olarak
dinlenmesi istemlerini reddetmiş ve tertibin maddi gerçekliğinin ortaya çıkartılmasının
engellenmesine varlık nedenine aykırı olarak katkı sunmuştur.
“Gerçeğin gizlenemeyeceği ve bir gün muhakkak gerçeğin ortaya çıkacağı” gerçekliği,
beyanların sözlü ve yazılı olarak Mahkemeye aktarılmasından sonra geçen sürede bir kez daha
kendisini göstermiştir.
Zira, sicilinde Fetullahçı yazmasına rağmen, MİT tarafından hiçbir yasal ve maddi gerekçesi
yokken Tuncay Güney’in ifadelerine dayalı olarak hazırlanan kurgu ve senaryonun Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’a Ocak 2006’da bir kez daha sunulmasından 5 ay sonra ve Ergenekon dosyasının
araç suçu kabul edilen Cumhuriyet Gazetesi’ne ikinci bombanın atıldığı 10 Mayıs 2006 tarihinden 1
gün önce, Fetullah Gülen hakkında Ankara 11 nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 05 Mayıs
2006’da beraat kararı verilmesinden 4 gün sonra 09 Mayıs 2006 tarihinde adeta apar topar “İğfal
edilmesine izin vermeyen” Sabri Uzun’un yerine İstihbarat Daire Başkanlığı’na atanan ve Trabzon
Emniyet Müdürlüğü koltuğunu Reşat Altay’a devretmeden Ankara’da görevine başlayacak kadar
10 Saygı Öztürk, “Ergenekon şemasını 11 yıl önce hazırlayan müdür”, Sözcü, 09.10.2012, s.6 11 “Diyarbakır eski Emniyet Müdürü Recep Güven: Sonum Gaffar Okkan gibi olsun diye çok dua ettim”, Zaman (06.05.2015) 12 Milliyet, 14.02.2012, “MİT’i tartışmak çok tehlikeli”, Aslı Aydıntaşbaş
acelesi olan Ramazan Akyürek tarafından, Trabzon’da “Mehmet Kurt” kod ismiyle Yardımcı
İstihbarat Elemanı kılınıp Hrant Dink’in 19 Ocak 2007 tarihinde öldürülmesine iştirak etme
suçlamasından hakkında verilen beraat kararının bozulması ertesinde Erhan Tuncel yaptığı
açıklamada, “Yarın o dosyada aksi yönde bir karar çıksın kimleri kazığın üstüne oturtuyorum görün,
adilik yapan adi gibi muamele görür” derken, tetikçi Ogün Samast’ı azmettirmekten ceza alan Yasin
Hayal ise, “Bu işin arkasında Erhan Tuncel’le başlayan bir yapılanma var. Bizi Erhan Tuncel
yönlendirdi. Onun aracılığıyla bize isteklerini yaptırdılar. Hrant Dink’i öldürmeyi bize Erhan Tuncel
dikte etti.” demiştir.
Hrant Dink saldırısından dolayı Erhan Tuncel’in cezalandırılması gerektiğine yönelik
Yargıtay’ın bozma kararından günler öncesinde, Trabzon’da “Mehmet Kurt” kod ismiyle Tuncel’i
Yardımcı İstihbarat Elemanı yapan dönemin Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç’in
İstihbarat Daire Başkanlığı’na atanması ise, anlamlıdır ve gerçekliklerin bir süre daha ortaya
çıkartılmayacağının öncülüdür.
Ancak, Sabri Uzun’un “TBMM Telekulak Komisyonu’na” yaptığı açıklama, işbu dosya
bağlamında da çok önemlidir. Zira, Sabri Uzun ifadesinde şunları söylemiştir:
“14 Haziran 2001 günü ben ikinci kez İstihbarat Daire Başkanı olduğumda benim önüme bir
şema geldi. Bu şema saklanırsa ben yalancı durumuna düşerim. Bu şema saklanmazsa, bugünkü
Ergenekon, Balyoz, Oda TV bilmem ne bir sürü davalar var, bunların hepsinin fos olduğu ortaya
çıkar.”
CMK’nun emredici hükümlerine aykırı olarak Mahkemenin bu şemayı Sanıklar ile
Müdafilerine vermemesinin gerekçesi, kendisinin Tanık olarak dinlenmesi istemlerine Mahkemenin
direnç gösterdiği Uzun’un açıklamaları ile açığa çıkarken, araştırılması zorunlu olan konu Uzun’un
bu konudaki en önemli açıklamasıdır:
“Bu şemanın İstanbul’dan geldiğini söylediler. Ben İstanbul’a, Ahmet İlhan Güler’e sordum.
Böyle bir şey göndermedik dediler.”
Soruşturma aşamasında Savcıların ve kovuşturma aşamasında Mahkemenin esas aldığı
Ergenekon Şeması’nın İstanbul’da değil, TSK’da Ergenekon Operasyonu yapılmasını Uzun’a teklif
eden Şube Müdürü tarafından İstihbarat Daire Başkanlığı’nda hazırlandığı maddi gerçekliği,
ABD’nin Irak’ı 2003’teki işgali öncesinde Emniyet içerisindeki Cemaat uzantılarıyla birlikte TSK
komuta kademesinin nasıl şekillendirildiğini ve Temmuz 2002’de MİT Müsteşarı tarafından neden
Genelkurmay Başkanı’nın şahsına rapor takdim edildiğini, Savcıların Mütalaası ve ertesinde
Hakimlerin karar metinlerinde yer alan tespitlerin aksine Temmuz 2002’de nasıl olup da birden bire
3 Kasım 2002 seçimlerine karar verildiğini açıklığa kavuşturmaktadır.
Kendisinin ifadesiyle irticaya karşı gerekli duyarlılığı göstermeyeceği dönemin Genelkurmay
Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu tarafından yüzüne söylenen Hilmi Özkök’ün Genelkurmay
Başkanlığı’na atanması sağlanırken, 1 Mart 2003 tezkeresini oylayacak Parlamento da yeniden
şekillendirilmiş, TBMM’nin kararına rağmen AKP tarafından Anadolu toprakları ABD’nin Irak
operasyonunun zemini kılınmıştır.
Sonuçları günümüze uzanan bu tertip, sanıldığı gibi gizliden değil açıktan ve önceden haber
verilerek gerçekleştirilmiş, bu bilgiye ilk kez Aydınlık Dergisi’nde 12 Mayıs 2002’de yer
verilmiştir13:
“Tarih 19 Mart 2002. Yer Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad. “İslam-Batı ilişkisi ve geleceği”
sempozyumu. Sempozyuma İslam dünyasının önde gelen isimleri ve Batılı stratejistler katılmış.
Sempozyum 4 gün sürmüş. Boş kalan zamanlarda da özel sohbetler yapılmış. Bu özel
sohbetlerde bir isim dikkat çekiyor. Richard Murphy. Murphy, dünya gladyosu diye bilinen Dış
İlişkiler Konseyi’nin (CFR) kıdemli üyelerinden. Cumhuriyet gazetesinden Leyla Tavşanoğlu da
Murphy ile bir röportaj yapmış. Tavşanoğlu Murphy’i “CFR’nin Başdanışmanı ve Ortadoğu
programlarının koordinatörü” olarak tanımlıyor.
Ortadoğu ve Güney Asya uzmanı. Baba Bush döneminde 1983-1989 yılları arasında
Yakındoğu ve Güney Asya işlerinden sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcılığı görevini yürüten
Murphy, aynı zamanda “İslam uzmanı” kimliğiyle de tanınıyor. 1978-81 yıllarında ABD’nin Suriye
Büyükelçisi olarak görev yapan Murphy, Türkiye’yi de yakından tanıyor. CFR bünyesinde yapılan
toplantılarda Türkiye’de devlet yapısı hakkında uzun sunuşları bulunuyor. Murphy’nin
sunuşlarından birinin adı da, “Demokrasi, İslam ve Türkiye.”
Richard Murphy ve bir grup bir masanın etrafında konuşuyorlar. Konu Türkiye’ye geliyor ve
Murphy söze giriyor ve “Önümüzdeki aylarda, Haziran ayında Türk Silahlı Kuvvetleri’nde
operasyon yapacağız. Ordudaki terfilere müdahale edeceğiz” diyor.
Ne zaman diyor?
19 Mart 2002’de. Yani Tuncay Güney’in “konuşturulduğu” günlerden hemen sonra. Irak
işgalinin hemen öncesinde. “Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun görev süresini uzatma” tartışmaları sırasında.
Her şey açık değil mi?
“Türk Silahlı Kuvvetleri’nde operasyon yapacağız. Ordudaki terfilere müdahale edeceğiz”
açıklaması gerçek olmadı mı?”
Sayın Özçelik’in 10 sene sonra arşivden yaptığı alıntı, günümüzde yaşanmakta olan
gelişmelerin seneler öncesinden planlandığını ve resmi makamların da bilgisi dahilinde olduğunu,
ancak, şahsi çıkarlar uğruna hiçbir önlem alınmadığını kanıtlamaktadır.
Sayın Savcı’nın Mütalaası’nda bildirdiği gibi, Osman Hilmi Özdil tarafından tüm kumpasların
gerçekleştirilmediği, kendisinin önceki hazırlıkların icracısı konumunda olduğu belgeleriyle sabittir.
Zira, Müvekkilim Ergün Poyraz hakkında Emniyet tarafından hazırlanan bilgi notu ile Hanefi
Avcı’nın evinde yapılan aramalarda bulunan bilgi notları bu bağlamda önem arz etmektedir.
Bunların 2001 yılında hazırlanmış olmaları ve Tuncay Güney’in Mart 2001’de ifadesinin
alınması ertesinde Sabri Uzun’a takdim edilen Ergenekon operasyonu yapılması istemi birlikte 13 İsmet Özçelik, “İki Haber: Erdoğan-Özel, Albay Haşimoğlu”, Aydınlık, 16.08.2012, s.9
dikkate alındığında, Kemalettin Özdemir’in döneminde tertiplerin ilk hazırlıklarının yapıldığı, Sabri
Uzun “İğfal edilemediği” için operasyonun akim kaldığı, ertesinde ise yasal düzenlemeler dahil tüm
hazırlıkların yapılması sonrasında 2007 yılında kumpasların düğmesine basıldığı sabittir.
Zira, bu bilgi notlarında, tertip ve kumpaslara konu isimlere yer verilmiştir ve bunların
hazırlanmış olması bir takım resmi makamlara da sunulduklarını kanıtlamaktadır.
Menfur bir saldırıda öldürülen ve Müvekkilim olan Sayın Necip Hablemitoğlu ile ilgili olarak
iki adet bilgi notu hazırlanmış olup, içerikleri aynıdır.
Bu bilgi notlarında, şahsım tarafından kullanılan cep telefonuna yer verilmiş ve
ŞAHSIMIN KEMAL BURKAY’IN BAŞKANLIĞINI YAPTIĞI TÜRKİYE KÜRDİSTAN
SOSYALİST PARTİSİ (TKSP) İLE BAĞLANTILI OLDUĞU SAVLANMIŞ,
SAYIN NECİP HABLEMİTOĞLU HAKKINDA İSE AYNEN BUGÜN BAŞKALARI
HAKKINDA İLERİ SÜRÜLEN MESNETSİZ SAVLARA BENZER ŞEKİLDE PKK İLE
İRTİBATLI OLDUĞU İDDİA EDİLMİŞTİR.
Dikkat çeken husus, şahsım ve Sayın Necip Hablemitoğlu’nun, 2001 yılı itibariyle de İşçi
Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ile irtibatlı olduğumuz savına ve Saygıyla andığım, tanımaktan
onur duyduğum Sayın Necip Hablemitoğlu hakkında mesnetsiz olduğu bilinmesine rağmen PKK
ERNK’nın Siyasi Kanat Sorumlusu olarak yer verilmesidir.
Bugün itibariyle, Mahkeme önüne Ergenekon tertibini getiren odaklarca hazırlanan ve
Emniyet bilgi notunda yer verilen, Anadolu Ajansı’na ait olduğu ileri sürülen ve Sayın Necip
Hablemitoğlu hakkında PKK ERNK’nın Siyasi Kanat Sorumlusu olduğu mesnetsiz iddiasının yer
aldığı haberin gerçek dışı olduğu, Anadolu Ajansı’na yapılan yazılı müracaat ertesinde verilen
yanıtta “düzmece” nitelemesiyle kanıtlanmıştır.
Anadolu Ajansı’nın bu gerçek dışı ve düzmece haberi, Emniyet içerisindeki aynı odaklar
tarafından, Bandırma Bayrak Gazetesi’ne aktarılmış ve Sayın Necip Hablemitoğlu hakkında
25.05.2002 tarihli haberin yayımlanması sağlanmıştır.
Zira, Ankara 3 ncü Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 25.03.2003 tarih ve E: 2002/772, K:
2003/169 sayılı ilamına konu davanın tazminatla sonuçlanması ertesinde, Gazetenin sahibi bizzat
büroma gelmiş ve komploya nasıl alet edildiğini,
“Habere konu Anadolu Ajansı mahreçli sahte haberin kendilerine Zaman Gazetesi Temsilcisi
Mehmet isimli bir kişi tarafından getirildiğini, gerek haberin yayınlanması öncesinde gerekse de
sonrasında görüştüğü isimleri kendisinde mevcut İçişleri Bakanlığı Yetkililerinin “Haberin doğru
olduğunu, iyi bir yolda olduklarını bildirdiklerini ve kendisini tebrik ettiklerini” ifade etmiş ve
Bu hususlar Ankara 33 ncü Noterliği’nin 24.10.2005 tarih ve 28851 yevmiyeli ihtarnamesine
de konu olmuştur.
Sayın Necip Hablemitoğlu ve şahsım hakkındaki bilgi notlarında önemle dikkat çekilmesi
gereken husus, SABRİ UZUN’UN İFADESİNE YANSIYAN 2001 ERGENEKON İĞFAL
KOMPLOSUNUN, KUMPAS VE TERTİP DAVALARLA MAHKEME ÖNÜNDE DEVAM
ETTİRİLDİĞİ GERÇEKLİĞİDİR.
Hanefi Avcı’da çıkan ve doğrudan şahsımın TKSP Örgütü Mensubu olarak nitelendirildiği
diğer bir bilgi notu ise, Yazar ve Yayıncı ve Müvekkilim Cengiz Özakıncı’ya aittir.
Özakıncı hakkında düzenlenen bu bilgi notunda isimlerine yer verilen, Türkan Saylan,
Gülseven Yaşer, Yaşar Yaşer, Ergün Poyraz, Kemal Alemdaroğlu ve diğerlerinin, İKİ ORTAK
ÖZELLİĞİ BULUNMAKTADIR:
ı. BİLGİ NOTUNUN HAZIRLANDIĞI 2001 YILI VE GÜNÜMÜZ İTİBARİYLE
FETULLAH GÜLEN HAKKINDAKİ GERÇEKLERİN KAMUOYUNA AKTARILMASINDA
İSİMLERİ ÖNE ÇIKMIŞTIR VE CEMAATİN BASIN YOLUYLA VE HER TÜRLÜ SAYISIZ
SALDIRILARINA HEDEF OLMUŞLARDIR,
ıı. ERGENEKON SORUŞTURMA SARMALINA BİR ŞEKİLDE DAHİL
EDİLMİŞLERDİR.
BU BİLGİ NOTLARI ŞU SOMUT GERÇEKLİĞİ KANITLAMAKTADIR. EMNİYET
İÇERİSİNDEKİ CEMAAT BAĞLANTILI TERTİP ODAĞI, 2001 YILINDA KENDİ
İFADESİYLE SABRİ UZUN İĞFAL EDİLSE İDİ, TERTİPLERE KONU DAVALARDA
MAHKEMELERİN ÖNÜNDE SANIK KONUMUNDA YARGILANANLAR, BAŞKA
GEREKÇELERLE SORUŞTURMALAR VE DAVALARA MUHATAP KILINACAKTI.
CEMAATİN 2001 YILINDA KOMPLOYA DAHİL ETTİĞİ ŞAHSIMIN, UZUN İĞFAL
EDİLSE İDİ ERGENEKON’UN TKSP KOLU OLMAKTAN YARGILANACAĞIM DÜZMECE
BELGELİ GERÇEKLİĞİ, BUGÜNE UZANAN KOMPLOYU VE DÜZMECE YÜZLERCE
“KAĞIT PARÇASININ” ARTIK “DİJİTAL VERİLERLE MODERNLEŞTİRİLDİĞİNİN
VARLIĞININ” ÖTESİNE TAŞARAK, CD, DVD, BELLEKLERİN BÜROLARA
KONULDUĞUNU KANITLAMAKTADIR.
Bu denli maddi gerçeklikler mevcut iken, Kemalettin Özdemir ve iltisakları hakkında işlem
yapılmaksızın, Osman Hilmi Özdil dönemi ile sınırlı olarak soruşturma yapılması yasallıktan uzaktır.
Sayın Savcı Mütalaası’nın 118 nci sayfasında, kumpas ve tertiplerle ilgili olarak şu tespite yer
vermiştir:
“Ergenekon Terör Örgütü denilerek başlatılan soruşturmalar ve davalarda basın yayın
üzerinden iyi kurgulanmış metinler defalarca tekrar edilerek ve her haber bülteni, program ve
sohbette bunlar yeniden yayınlatılarak, yalan ne kadar çok tekrar edilirse ona inanan sayısı o kadar
çok artacağı hesabıyla böyle bir örgütün varlığı ve tehlikeliliği herkese dayatılmıştır. Türkiye, askeri
vesayet ile hesaplaşıldığını ve demokrasinin geliştiğini düşünürken gerçekte Ergenekon denilen
hayali ve düzmece örgütlenmenin yerine gerçek bir örgütün hem de aynı yöntemi kullanarak geçtiği,
devleti fiilen yönettiği geç ortaya çıkmıştır. Ergenekon Örgütü, basın yayın yoluyla kampanya
yapılıp FETÖ tarafından kurgulanıp oluşturulmuştur.”
Bu tespit, süreci özetlemekle birlikte tam maddi gerçekliği yansıtmamaktadır. Bu bağlamda,
Ali Fuat Yılmazer’in yukarıda aktarılan açıklamalarını yinelerken, kumpas ve tertiplerin geliştirildiği
süreçte görev alan Siyasi İktidar temsilcileri ile Siyasi İktidar’ın kontrolünde yasal düzenlemelerin
yapılmasından itibaren örgütün faaliyetlerini destekleyen tüm seçilmiş ve atanmışların cezai
sorumlulukları bulunduğu önemle dikkate alınmalıdır.
Sayın Savcı’nın Mütalaası’na yansıyan somut maddi gerçekliğe ve Ergenekon diye bir terör
örgütü olmadığının artık açıklığa kavuşmasına, Yargıtay 16 ncı Ceza Dairesi’nin Ergenekon
dosyasından verdiği bozma kararı içeriğinde yer alan maddi ve hukuki tespitlere rağmen, Danıştay
Saldırısı’nın cezai kovuşturmasının devam ettiği Ankara 23 ncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2017/54
Esas sayılı dosyasından 12 Ocak 2018 tarihinde yapılan duruşmada, Alparslan Arslan ile diğer
Sanıkların terör örgütü kapsamındaki yargılanmalarının Ergenekon dava dosyasıyla birlikte
yapılması gerektiği belirtilerek, bu suçlama yönünden Sanıkların dosyasının İstanbul 4 ncü Ağır
Ceza Mahkemesi’nin 2017/16 Esas sayılı dosyasıyla birleştirilmesine ve Alparslan Arslan ve Osman
Yıldırım ile diğer Sanıkların sadece kasten adam öldürme suçunun düzenlendiği TCK 82'den ve
ruhsatsız silahın düzenlendiği 6136 sayılı yasadan yargılanmasına karar verilebilmiştir.
Alparslan Arslan ile diğer Sanıkların TCK 309 ve devamı maddelerinden yargılanmaları
anılan dosyadan çıkartılarak, adeta Sanıklar hiçbir siyasi saik olmaksızın Danıştay Üyelerine yönelik
bir saldırı gerçekleştirdikleri sonucuna ulaşmalarını hukuken anlamlama olanağı bulunmamaktadır.
Mahkemenin bu kararına göre, Ergenekon diye bir örgüt vardır ve Danıştay saldırısı
Ergenekon örgütünün kapsamında görüldüğünden, yeniden örgüt kapsamında dosya İstanbul'a
gönderilebilmiştir. Mahkemeye göre, Danıştay saldırısını gerçekleştirenler, basit bir adam öldürme
suçundan yargılanmalıdır ve Sanıkların siyasi hiçbir amaçları bulunmamaktadır.
Ancak, dikkat çekilmesi gereken husus, Fetullah Gülen terör örgütünün “Kirli İttifak”
sayesinde Ergenekon Tertibi’ni gerçekleştirmesinde tertibin merkezinde yer alan Osman Yıldırım’ın
duruşmaya katılabilmesi ve hakkında hiçbir tutuklama kararı verilmemesi ve İstanbul 13 ncü Ağır
Ceza Mahkemesi’nde Tanık olarak dinlenip Sanıklar hakkında mesnetsiz isnatlarda bulunan, Sanık
Süleyman Esen’in Avukatı iken Osman Yıldırım ile Sincan Cezaevi’nde görüşüp aldığı bilgileri
Şamil Tayyar’a aktararak Osman Yıldırım’ın hem Gizli Tanık, hem Tanık ve hem de Sanık olmasını
sağlayıp hükümle birlikte tahliyesinde önemli katkıları olan Avukat Mehmet Ener’in, bu kez de
Ankara 23 ncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2017/54 Esas sayılı dosyasından 12 Ocak 2018 tarihinde
yapılan duruşmada Sanık Süleyman Esen Müdafii olarak duruşmaya katılabilmesidir.
Yargıtay 16 ncı Ceza Dairesi’nin bozma kararına rağmen İstanbul 4 ncü Ağır Ceza
Mahkemesi’nin 2017/16 Esas sayılı dosyasında ısrarla beraat kararı verilmemesi ve tüm bu
gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde, Ergenekon sürecinin “Aynı isimle veya başka bir isimle”
yeniden ısıtılarak gündeme getirileceği anlaşılmaktadır.
Tüm bu gelişmeler, bugüne kadar haklarında hiçbir işlem yapılmayan ve Süleyman Esen'in
vekili olarak halen de duruşmalara katılıp, cezaevinde Osman Yıldırım'la görüşerek kendisini
dönemin muktedir Savcıları Mehmet Ali Pekgüzel ve Zekeriya Öz ile görüşmesi için ikna eden
Avukat Mehmet Ener ile siyasi iktidar ve Cemaat'in kontrolünde Ener'le işbirliği içerisinde basında
haberler yapan Şamil Tayyar'ın yaptıklarına benzer yeni bir kumpasın habercileri olarak kabul
edilmelidir.
28 Şubat dosyasından da Savcılığın cezalandırma istemesi karşısında, Ergenekon ve
devamında görülen sürecin yenilenerek derinleştirilmek istendiği önemle dikkate alınmalıdır.
Ancak, bir husus önemlidir. Alparslan Arslan Ankara’da, Gülen ve örgütü hakkında
takipsizlik kararları veren Savcı Şemsettin Özcan’a 21 Mayıs 2006 tarihinde verdiği ifadesinde,
“Milletimizin ve devletimizin geleceğine inşallah hayırlı olur. Bu yaptığım olayları milletimiz ve
devletimize hayırlı olacağı düşüncesiyle yaptım” demiştir.
Öncekiler de dahil olmak üzere, son olarak Hanefi Avcı’nın yazdığı kitap ve ayrıca yaptığı suç
duyurusu ertesinde, Fetullah Gülen’in Emniyet dahil kamuda yapılanmasıyla ilgili olarak
soruşturmada “Takipsizlik kararını” Savcı Şemsettin Özcan’ın vermesinin ötesinde, Alparslan
Arslan’ın “Millet ve Devlet”ten ne anladığı ise, Babası İdris Arslan’ın açıklamalarından
anlaşılmaktadır.
Babası İdris Arslan yaptığı açıklamada14, Danıştay saldırısından 2 ay önce yaptıkları
görüşmede Alparslan Arslan’ın kendisine, “Baba, Hükümet başarılı. Başbakan başarılı. Hükümetin
ve Başbakanın önünü kesmek isteyenler var” dediğini aktarmaktadır.
Aynı açıklamasında, saldırının hemen ertesinde ise kendisi ile Emniyet mensupları önünde ve
daha sonra Sincan Cezaevi’nde Alparslan Arslan’ın bizzat kendisine, Danıştay saldırısıyla
“Hükümetin önünü açtım” dediğini, kendisinin ise böyle bir saldırının “Hükümeti devirmek
isteyenlerin işine yaradığını” düşündüğünü söylediğini, buna karşılık Alparslan Arslan’ın “Herşey
zamanla anlaşılacak” şeklinde yanıt verdiğini bildirmektedir.
Alparslan Arslan’ın ifadesiyle “Herşeyin zamanla anlaşılmasını” ve Yalçın Akdoğan’ın
ikrarıyla “Kumpasın nasıl kurulduğunu” ve Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle15 “Nasıl
kandırıldıklarını” sağlayacak senaryonun ise, Dengir Mir Mehmet Fırat’ın kendisinden
istemesinden16 ve Arslan’ın Savcı’ya bu beyanlarda bulunmasından 2 gün sonra, 23 Mayıs 2006
tarihinde Hasan Cemal tarafından kaleme alınan “Sarıkız operasyonu, derin komplo” isimli
makalede açıkça ifade edildiği görülmektedir17:
“Bir gün gecikiyorum. Başbakan Erdoğan, yakın çevresi ve bazı bakanlarla AKP'li
milletvekillerinin buraya gelmesiyle birlikte konu ister istemez Türkiye'ye, o iğrenç cinayete,
Danıştay saldırısına kaydı. Dinlediklerimden bir an aklıma takıldı, acaba Ankara'da yaşananlara
Sarıkız operasyonu diye bir isim takılabilir mi diye...Veyahut: Derin komplo! Bilemiyorum. Ama
Ankara'da, daha şimdiden bir yıl sonraki Cumhurbaşkanı seçimi konusunda bazı odakların psikolojik
savaş düğmesine bastıkları söylenebilir. Anlatılanlarda, yaşananlarda inandırıcılık payı var. Katilin
kimliği...Bağlantıları...Yakalanan emekli yüzbaşının kimliği, ideolojik yapısı ve bağlantıları...
Kalbine bıçak saplayarak intihar etmeye kalkıştığının açıklanması, yani hayli kuşkulu bir intihar
yöntemi...Kulağıma eğilip şöyle diyor: “Oyun büyük! AKP'ye karşı kurulmak isteniyor. Kendi
istediklerini Çankaya'ya göndermek istiyorlar." Çankaya konusunda AKP'nin yolu kesilmek
isteniyorsa, bunun için psikolojik savaş düğmesine basılmışsa, diyelim Sarıkız operasyonları, derin
komplolar gündemdeyse ne olacaktı? Türkiye 'darbe'ye mi götürülmek isteniyordu?”
Alparslan Arslan’ın Savcı’ya “Hükümetin önünü açtım” dediği aynı gün, Dengir Mir Mehmet
Fırat’ın da Hasan Cemal’den bu satırların yazılmasını istemesi, basit bir rastlantının ötesinde kabul 14 “İdris Arslan: Alparslan’ın İstanbul’da BBP ile ilişkisi vardı”, ulusalkanal.com.tr (25.09.2013) 15 “Sahte belgelerle kandırıldık”, ulusalkanal.com.tr (19.03.2015) 16 “Dengir Mir Mehmet Fırat’tan darbe itirafı: Sarıkız ve Ayışığı darbe planları şahsıma mektupla ihbar edildi”, Zaman (07.11.2014) 17 “Sarıkız operasyonu, derin komplo”, Hasan Cemal, Milliyet (23.05.2006)
edilmeli, Savcı’nın bu ifadeyi Hükümet ile paylaşması sonucu Hükümetin tertibi derinleştirmesinin
öncülleri olarak kabul edilmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un “Terör örgütü
kurmak ve yönetmekten” 05 Ocak 2012 tarihinde tutuklanmasından 6 sene, Deniz Kuvvetleri eski
Komutanı Özden Örnek’e ait olduğu ileri sürülen günlüklerin 05 Mart 2007’de internette
yayımlanmasından ve Ümraniye operasyonunun 12 Haziran 2007 tarihinde başlatılmasından 1 sene
önce, AKP Hükümeti’ne yönelik darbe girişimine “Sarıkız” kod adı verilirken, açıkça TSK darbe
yapmaya teşebbüsle suçlanıyordu.
Aynı tarihlerde Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül’e Emniyet ve MİT tarafından
Ergenekon brifingleri verilirken, dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet
Fırat’ın “Şöyle bir çıtlatıver: Sarıkız operasyonu diye yazıver” istemini kırmayan Hasan Cemal’in
“Çıtlatıp yazdığı” yazının bileşenlerine dayalı senaryo, sonuçları günümüze yansıyan ve yeniden
ısıtılmaya çalışılan, İstanbul 13 ncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin 05 Ağustos 2013 tarihli hükmünün
omurgasıyla tam bir uyum içerisindedir.
Alparslan Arslan’ın Fetullah Gülen’in kontrolündeki Işıkevleri’ne gittiğini belirten İdris
Arslan’ın açıklamasında, dikkat çeken diğer bir husus da şudur. İdris Arslan yaptığı açıklamada,
Cumhuriyet Gazetesi’ne bombalar atılmasından 3 ay önce Alparslan’ın Elazığ’a geldiğini ve
“Kurşun geçirmezlik muskası” olduğundan bahsettiğini, “Esma-ül Hüsna duası okunduğu zaman
görünmez olacağına inandığını” söylediğini belirtmektedir.
Vakit Gazetesi’nde Danıştay 2 nci Dairesi’nin hedef gösterildiği manşetin 13 Şubat 2006
tarihinde yayımlanması ile İdris Arslan’ın açıklamasına yansıyan Cumhuriyet Gazetesi’ne
bombaların atılmasından 3 ay öncesinde Alparslan Arslan’ın ailesine Elazığ’da “Kurşun geçirmezlik
ve görünmez olmaktan” bahsetmesi birlikte değerlendirildiğinde, saldırıların yapılmasına hangi
tarihten itibaren Alparslan Arslan’ın hazırlanmaya başlandığı da açıklık kazanmaktadır.
Sayın Savcı Mütalaası’nın 118-119 ncu ve sonrasında 143-154 ncü sayfalarında, 17/25 Aralık
2013 ile 30 Mart 2014 Yerel Seçimleri döneminde örgüt tarafından yayımlanan kayıtlar ve yapılan
işlemler hakkındaki tespitlerini aktarmıştır.
Öncesinde İran’da Babek Zencani hakkında yapılan yargılamada ortaya çıkan gerçekler ve
ABD’de yargılanan Reza Zarrab davası ile Zarrab’ın rüşvetler hakkındaki açıklamalarının ötesinde,
önemle dikkate alınması gereken husus, örgütün emperyalist devletlerin kontrolünde olması sonucu,
örgüt elindeki gizli belgeler aracı kılınarak ilgililere yönelik hangi örtülü operasyonların yapıldığının
günümüz itibariyle de bilinmemesinin elim sonuçlarıdır.
Cumhuriyetin Savcıları tarafından tüm bu konularda gereğinin yapılacağına duyulan inanç ve
bu soruşturmaların gerçekleştirilmesi sonucunda ulaşılacak maddi gerçeklikler, bir daha herhangi bir
örgütün emperyalistlerin kucağında benzer elim zararlara yol açmamasını da sağlayacaktır.
Sayın Savcı Mütalaası’nın 165 nci sayfasında, şu tespitlere yer vermiştir:
“Özel Yetkili Mahkemeleri elinde tutan örgüt, bu mahkemelerdeki uygulamalarıyla cemaati
Türkiye'deki tek otorite haline getirmiştir. Türkiye'de herkes 2010 yılından itibaren örgütün otorite
olduğunu kuvvetli şekilde hissetmiştir. Türkiye'de adı bilinen birçok kişi, iş adamı, siyasetçi,
bürokrat, bölük bölük ABD'ye taşınmış, Fetullah Gülen'i ziyaret edip ödedikleri himmet karşılığı
sorunlarının halli konusunda yardım istemişlerdir...
Örgütün cebrine uğrayan iş adamları Pensilvanya'da kuyruğa girip bağlılıklarını bildirerek
himmetlerini sunmuşlardır. Yaşayış tarzı ve dünya görüşü olarak tamamen farklı kişiler bu
örgütlenmeye cebir karşısında boyun eğmek zorunda kalmıştır.”
Sayın Savcı’nın da Mütalaa’da ifade ettiği bu tespit, açıkça CMK’nun 160/1’de ifade edilen
“Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hali öğrenir
öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini
araştırmaya başlar” emredici hükmünün kapsamı içerisindedir.
Mütalaa’da açıkça bildirilen ve “Türkiye'de adı bilinip, bölük bölük ABD'ye taşınıp,
Pensilvanya'da kuyruğa girip bağlılıklarını bildirerek himmetlerini sunan, Fetullah Gülen'i ziyaret
edip ödedikleri himmet karşılığı sorunlarının halli konusunda yardım isteyen ve iş adamı, siyasetçi,
bürokrat sıfatına sahip bu birçok kişi hakkında derhal yasal işlemlere başlanması için suç
duyurusunda bulunulmalıdır.”
İddianame ve Sayın Savcı’nın Mütalaası’nda, Fetullah Gülen ve örgütü hakkında daha önceki
tarihlerde yapılan soruşturmalar ve verilen kararlar hakkında detaylı bir bilgilendirme
bulunmadığından, örgütün faaliyetlerinin önceki aşamalarda da iltisakları vasıtasıyla üstünün
örtülmesinin ötesinde, yargı kararlarına konu olduğunun somutlanması için ulaşılabilenlerin
aktarılmasının uygun olduğu değerlendirilmiştir.
Fetullah Gülen ve Örgütlenmesi Hakkındaki Savcılık Soruşturmaları ve Davalar
1. İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 20.09.1972 gün ve E: 1972/3, K:
1972/36 sayılı kararına konu dosyada, Bekir Berk ve Fetullah Gülen’in de dahil olduğu 53 Sanık
hakkında, “Laikliğe aykırı olarak, devletin içtimai veya iktisadi veya siyasi veya hukuki temel
nizamlarını, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla nurculuk fiili cemiyetini tesis,
teşkil, tanzim veya sevk ve idare etmek suçundan” yargılama yapılmış ve Fetullah Gülen hakkında
“Devletin temel nizamlarını dini esas ve inançlara uydurmak maksadıyla propaganda yapmak
suçundan” 765 sayılı TCK’nun 163/4 ncü maddesinden 3 sene ağır hapsine karar verilmiştir.
2. Askeri Yargıtay 3 ncü Dairesi’nin 24.10.1973 tarih ve E: 1973/146, K: 1973/242 sayılı
kararında, Fetullah Gülen hakkında verilen cezanın arttırılması gerektiği belirtilerek bozma kararı
verilmiştir.
3. 15 Mayıs 1974 tarih ve 1803 sayılı Cumhuriyet’in 50 nci yılı nedeniyle bazı suç ve
cezaların affı hakkında kanun kabul edilmiştir.
4. Güney Deniz Saha Komutanlığı Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nin 21.05.1974 gün ve E:
1974/12, K: 1974/10 sayılı kararı ile Af Kanunu doğrultusunda Fetullah Gülen hakkındaki ceza
davasının düşürülmesine karar verilmiştir.
5. İzmir Sıkıyönetim Askeri Savcılığı 15.04.1983 tarih ve Hazırlık: 1983/164, Karar: 1983/53
sayılı takipsizlik kararı vermiştir.
6. İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 20.05.1987 tarih ve Hazırlık:
1986/51 sayılı takipsizlik kararı vermiştir.
7. Konya Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 15.06.1987 tarih ve Hazırlık:
1987/60, Karar: 1987/21 sayılı takipsizlik kararı vermiştir.
8. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 14.10.1992 tarih ve Hazırlık:
1992/256, Karar: 1992/137 sayılı takipsizlik kararı, Fetullah Gülen’in Polis Akademisi’ndeki
yapılanması hakkında verilmiştir.
9. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 20.11.1995 tarih ve Hazırlık:
1995/334, Karar: 1995/232 sayılı takipsizlik kararı vermiştir ve Fetullah Gülen alınan ifadesinde,
“...iktidar talebi bulunmadığını ve iktidar talebinin kişi ile Allah arasındaki münasebete
dokunacağını” belirtmiştir.
10. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 20.03.1998 tarih ve
Hazırlık: 1997/18, Karar: 1998/24 sayılı takipsizlik kararında, “Şeriat düzeni kurmayı amaçlayan
Fetullah Gülen’in talebeleri diye bir örgüt yoktur” demiştir.
11. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 25.06.1998 tarih ve
Hazırlık: 1998/60, Karar: 1998/21 sayılı takipsizlik kararı vermiştir.
12. İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 20.04.1999 tarih ve Hazırlık:
1999/16443, Karar: 1999/4717 sayılı takipsizlik kararı vermiştir.
13. Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 23.10.2000 tarih ve E: 2000/36, K:
2000/140 sayılı kararında Sanıklar hakkıda beraat kararı verilmiştir.
14. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 22.08.2000 tarihli
iddianamesi ile Sanık Fetullah Gülen hakkında, “Laik Devlet yapısını değiştirerek yerine dini
kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda
faaliyetlerde bulunmak”tan, Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 2000/124 Esas sayılı
dosyasına konu dava açılmıştır.
15. Fetullah Gülen tarafından bu dosyaya sunulan 06.11.2001 tarihli 56 sayfalık
savunmasında, hakkındaki tüm suçlamalar reddedilmiş, Sabah Gazetesi’nden Nuriye Akman, Nevval
Sevindi ve Hulusi Turgut, Hürriyet Gazetesi’nden Ertuğrul Özkök, Zaman Gazetesi’nden Eyüp Can,
Cumhuriyet Gazetesi’nden Oral Çalışlar ve TRT 1’de Reha Muhtar, Samanyolu TV’de Mim Kemal
Öke ve Osman Özsoy, Kanal D’de Yalçın Doğan, NTV’de Cengiz Çandar ve Taha Akyol, Show
TV’de Mehmet Ali Birand ve Rıdvan Akar ile yaptığı röportajlar delil olarak bildirilmiş ve bu
röportajlarından alıntılar aktarılmış, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bir yapılanmasının olmadığı
belirtilmiş, “Müslüman olmak dışında Nurculuk vs hiçbir akıma mensup değilim” denilmiş, yurt
dışındakiler dahil özel okullarla kendisinin bir ilgisinin olmadığı ve hiçbir ticari faaliyetinin
bulunmadığı ileri sürülmüştür.
Gülen’in beyanlarında atıfta bulunduğu diğer bir husus ise, o tarihe kadar lehine verilen
Mahkeme kararlarıdır. Ancak, bu konuda dikkat çekilmesi gereken husus, James C. Harrington
isimli ABD’li tarafından kaleme alınıp Türkçeye tercüme edilen ve Aralık 2011’de yayımlanan
“Fethullah Gülen’in Hukuk Serüveni” isimli kitaptaki bilgilerdir18.
18 Harrington, James C., “Fethullah Gülen’in Hukuk Serüveni”, Alfa Yayınları, Aralık 2011
Kitabı yazmadan önce Türkiye’ye geldiğini ve Gülen’in avukatları Fethi Ün, Orhan Erdemli
ve Abdülkadir Aksoy ile görüşerek bilgi aldığını belirten Harrington (s. 2), Erdemli ile Aksoy’u da
yetkilendiren Fethi Ün’ün tavsiyesi ertesinde, Gülen aleyhine değerlendirilen tüm yazı, haber ve
kitaplar aleyhine davalar açılması stratejisinin belirlendiğini ve bu stratejinin 2011 yılı itibariyle de
devam ettirildiğini belirtirken, “Avukatlar, ülkenin değişik yerlerinde takımlar oluşturup...” tespitine
yer vermiştir (s.122).
16. Hakimler Hüseyin Eken, Yunus Karabıyıkoğlu ve Mehmet Maraş’tan teşekkül eden
Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 10.03.2003 tarih ve E: 2000/124, K: 2003/20 sayılı
kararında, kamu davasının 4616 sayılı yasaya göre kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar
verilmiştir.
Bu bağlamda yinelemek istediğimiz öncelikli husus ise, “Fikri iktidarda olan Fetullah
Gülen’in yargılandığı dosyadan ulusal çıkarları gözeterek maddi gerçeklikleri açıklayanların ve
görevlerini yapanların düşürüldükleri konumları”dır:
a. Fetullah Gülen hakkındaki İddianamenin hazırlanması aşamasında resmi belgeleri
hazırlayan dönemin Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ile Yardımcısı Osman Ak ve diğer
Emniyet mensupları kamusal görevlerinden uzaklaştırılmıştır,
b. İddianame’yi hazırlayan Savcı Nuh Mete Yüksel hakkında gerçek dışı iddialar ortaya
atılarak davanın ve örgüt soruşturmasının seyri değiştirilmiştir,
c. Fetullah Gülen hakkında çok ciddi çalışmaları bulunan ve kendisine bir şey olduğu takdirde
bunun sorumlularının Fetullahçı kadrolaşma olduğunu Köstebek isimli eserinde ayrıntılarıyla
açıklayan Sayın Necip Hablemitoğlu 18 Aralık 2002 tarihinde öldürülmüş ve bizzat Recep Tayyip
Erdoğan tarafından failler hakkındaki “Soruşturmanın ört bas edildiği” Gazeteci Ardan Zentürk’e
ifade edilebilmiştir,
d. Katılma istemleri kabul edilen Arife Kayar, Eyüp Kayar ile Serhat Özkan aynı tarihlerde
şahsımı azletmişler ve davadan çekilmişlerdir,
e. Müdahillik talebinde bulunan Çağdaş Eğitim Vakfı Yöneticileri hakkında gerçek dışı
savlarda bulunularak beraatle sonuçlanan “PKK’ya yardım ve yataklıktan yargılanmaları”
sağlanmıştır ve Şehit yakınlarına dahi haber verilmeksizin bu suç duyuruları Avukat Mehmet Emin
Bağcı tarafından yapılmıştır,
f. Adlarına katılma talebinde bulunduğum Sayın Türkan Saylan ile Sayın Gülseven Yaşer
Ergenekon isimli soruşturmaya dahil edilmiştir,
g. 2002 yılından beri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin koruması altında olup her bir saniyesi
kayıt altında olan Müvekkil Ergün Poyraz ise 22 Temmuz 2007 tarihli seçimlerin hemen ertesinde
“Ergenekon terör örgütüne üye olduğu isnadıyla” tutuklanmış ve yaklaşık 7 sene süre tutuklu
kalmıştır,
h. Müvekkil Zübeyir Kındıra’nın aracı kundaklanmış ve Gazeteci olarak çalışması
engellenmiştir.
Sayın Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi öncesine dair basında çıkan şu haberler ise
önemle dikkate alınmalıdır:
Rusya Federasyonu İç İstihbarat Başkanlığı FSB’nin dönemin Başkanı Nikolay Patruşev 16
Aralık 2002 tarihinde yayımlanan açıklamasında, Fetullah Gülen ve örgütünün Rusya’da vakıflar ve
şirketler aracılığıyla CIA’ya hizmet ettiğini bildirmiştir19.
Bu haber, Hürriyet Gazetesi’nde “Türk Tarikatı CIA’ya çalışıyor” ve Sabah Gazetesi’nde
“Türk Tarikatı Rusya’da Casusluk Yapıyor” başlıkları ile 16.12.2002’de yayımlanmıştır.
Cemaat ile Fetullah Gülen hakkında kamuoyuna çok önemli bilgiler aktaran Sayın Necip
Hablemitoğlu ise, bu haberlerin 17 Aralık 2002’de yayımlanmasından 1 gün sonra evinin önünde
öldürülmüştür ve dönemin Başbakanı Abdullah Gül tarafından “Faillerin bulunması namus borcu”
olarak ifade edilirken, Recep Tayyip Erdoğan yaptığı açıklamada “Soruşturmanın ört bas edildiğini”
Gazeteci Ardan Zentürk’e ifade edilebilmiştir.
17. Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 18.06.2001 tarih ve E: 2000/106, K:
2001/106 sayılı kararında Sanıklar hakkıda beraat kararı verilmiştir.
18. Adana 1 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi 11.12.2001 tarih ve E: 2001/263, K:
2001/2814 sayılı kararında, 26 sanık hakkında beraat kararı vermiştir.
19. Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 15.09.2003 tarih ve
Hazırlık: 2000/507, Karar: 2003/87 sayılı örgüt yönünden takipsizlik kararı vermiştir ve Savcı
Şemsettin Özcan kararında örgütün Şura üyeleri hakkında suç unsuruna rastlanmadığını bildirmiş,
bu karar yasal düzenlemeye aykırı olarak Müşteki Müvekkil Ergün Poyraz’a tebliğ edilmemiştir.
20. Fetullah Gülen Vekili olarak Abdülkadir Aksoy tarafından Emniyet Genel Müdürlüğü’ne
24.02.2006 tarihinde bir dilekçe sunulmuş ve Fetullah Gülen’in faaliyetlerinin 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu kapsamında olup olmadığı hakkında bilgi istenilmiştir.
21. Fetullah Gülen Vekili olarak Abdülkadir Aksoy’a hitaben dönemin Emniyet Genel Müdür
Yardımcısı Ramazan Er imzalı 03.03.2006 tarihli yazılı yanıtta, Fetullah Gülen ve kendisiyle
ilişkilendirilen gerçek ve tüzel kişiler hakkında fişleme mahiyetinde bir kaydın bulunmadığı,
hoşgörü, dinlerarası diyalog ve toplumsal barış gibi faaliyetlerin yürürlükteki mevzuata aykırı
olmadığı gibi misyonerlik olarak da nitelendirilemeyeceği, Gülen’in onursal başkanlığını yaptığı
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın yasa dışı bir faaliyetinin bulunmadığı, Fetullah Gülen’in bir terör
örgütüyle bağı olmamasının aksine El Kaide, Hizbullah ve IBDA-C gibi dini motifli terör
örgütlerinin hedefi olduğu ve kendisine koruma verildiği belirtilmiş, örgüt hakkındaki Ankara
Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Hazırlık: 2000/507, Karar: 2003/87 sayılı
takipsizlik kararına atıfta bulunulmuş, neticede Fetullah Gülen ve kendisiyle ilişkilendirilenlerin
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında bulunmadıkları bildirilmiştir.
19 https://wwwhaberturk.com/habermetni.haberturk?@=75386
22. Fetullah Gülen Vekili olarak Abdülkadir Aksoy tarafından Ankara 11 nci Ağır Ceza
Mahkemesi’ne verilen 07.03.2006 tarihli dilekçe ile Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin
10.03.2003 tarih ve E: 2000/124, K: 2003/20 sayılı kararı kaldırılarak, Fetullah Gülen hakkında
beraat kararı verilmesi talep edilmiştir ve aynı gün 07.03.2006 tarihinde düzenlenen tensiple birlikte
Fetullah Gülen’in dinlenmesinden sarfınazar edilmesine karar verilerek duruşma tarihi olarak
29.03.2006 tarihi belirlenmiştir.
23. Hakimler Mehmet Orhan Karadeniz, Ramazan Aksan ve Kadir Kayan’dan oluşan Ankara
11 nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde ikinci duruşma 26.04.2006 tarihinde yapılmış, Savcı Salim
Demirci istemin reddi yönünde mütalaa vermiş, Fetullah Gülen Avukatları Abdülkadir Aksoy ile
Orhan Erdemli istemleri gibi beraat kararı verilmesi talep etmiş ve duruşma 05.05.2006 tarihine
ertelenmiştir.
24. Cumhuriyet Gazetesi’ne ilk bombanın atıldığı 05 Mayıs 2006 tarihinde ise Mahkeme,
Fetullah Gülen’in beraatine karar vermiş ve bu kararında Emniyet Genel Müdür Yardımcısı
Ramazan Er tarafından düzenlenerek Avukat Abdülkadir Aksoy’a verdiği 03.03.2006 tarihli yazıyı
esas almıştır.
25. Ankara 11 nci Ağır Ceza Mahkemesi’nin 05.05.2006 tarihli kararı, katılma istemi
reddedilen dosyanın Müştekisi Müvekkil Ergün Poyraz adına şahsım ve Savcı Salim Demirci
tarafından temyiz edilmiş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 28.05.2007 tarihli
Tebliğnamesi’nde Savcı Erkan Buyruk tarafından şu tespitlerde bulunulmuştur:
“Yukarıdaki açıklamalar ışığında; sanık Fethullah Gülen'in ülke içinde oluşturup, daha sonra
ülke dışında organize edip yönettiği örgütün, Türkiye'de mevcut Anayasal düzeni değiştirmek ve
laiklik ilkesini de kaldırarak, yerine şeriat esaslarına dayalı devlet kurmak amacında olduğu,
aşamaları, tebliğ, cemaat ve cihat temelinde, yurt içinde ve dışında dershane, okul, üniversite, yurt,
hazırlık kursları ve kurduğu şirketler aracılığıyla eğitimli bir kadro ve ekonomik bir güç oluşturarak,
yönetimde teşkilatlanmayı, devlet idaresini ele geçirmeyi hedeflediği, sanık Fethullah Gülen'in yurt
dışına çıktığı 21 Mart 1999 tarihinden sonra da aynı amaç doğrultusunda faaliyetlerini sürdürdüğü,
teşekkülün varlığını koruduğu sonucuna varılmıştır.
Sanığın somut olayda dosya kapsamına yansıyan eylemleri bir bütün olarak, hem 765 sayılı
TCK'nun 313/2-4, hem de 5237 sayılı TCK'nun 220. maddesinde yazılı suçu oluşturmaktadır.
Belirtilen maddelerde tanımı yapılan, “cürüm işlemek için teşekkül meydana getirmek ve bu
teşekkülü yönetmek” suçu tüm unsurları ile oluşmuştur. Maddelerde öngörülen ceza itibariyle lehe
hüküm 765 sayılı TCK'nun 313/2-4. maddesidir. Sanık ve oluşturduğu teşekkülün nihai amacı,
yazılarında ve konuşmalarında da belirtildiği üzere cebir ve şiddet de kullanmak suretiyle Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilga (Anayasal düzeni
değiştirmek, Anayasa'nın ihlali) ile şeriat esaslarına dayalı bir devlet kurmaktır. Sanık Fetullah
Gülen, suça konu örgütün kurucusu ve lideridir. Sanığın kurduğu örgütte, sürekliliğin varlığı ile üye
sayısının yasada belirtilenin (üç kişi) çok üzerinde olduğunda kuşku yoktur.
4616 sayılı Kanunun 1. maddesi 5. bendi (a) alt bendi uyarınca TCK’nun 313. maddesinde yer
alan suçu işleyenler hakkında, davanın kesin hükme bağlanmasının ertelenmesi hükmü uygulanmaz.
Zira suç, 23 Nisan 1999 sonrasında da temadi etmiştir.
Sanığın sübut bulan suçundan dolayı yazılı gerekçe ile beraat kararı verilmesi yasaya
aykırıdır.”
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, netice olarak kararın bozulmasını, ancak, zamanaşımı
süresi gerçekleştiğinden kamu davasının düşürülmesi gerektiğini bildirmiştir.
Ancak, önemle dikkat çekilmesi gereken husus, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın
Tebliğnamesi’ne göre, yukarıda bildirilen takipsizlik kararları ile Sanık Fetullah Gülen hakkında
verilen erteleme ve ertesindeki beraat kararı açıkça yasaya aykırıdır ve örgütün günümüze ulaşan
somut fiilleri 10 sene öncesi itibariyle somut olarak ortaya konulmuştur.
26. Hakim Mahmut Acar’ın başkanlığındaki Yargıtay 9 ncu Ceza Dairesi 05.03.2008 tarih ve
E: 2007/6083, K: 2008/1328 sayılı kararıyla Fetullah Gülen hakkındaki beraat kararını onamış,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 04.04.2008 tarihli itirazı ise Ceza Genel Kurulu tarafından
reddedilmiştir.
27. CMK 250 sayılı yasa ile görevli ve yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın
16.05.2007 tarih ve Hz: 2007/206, Karar No: 2007/46 sayılı takipsizlik kararı verilmiştir.
28. CMK 250 sayılı yasa ile görevli ve yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın
27.12.2007 tarih ve Hz: 2007/628, Karar No: 2007/127 sayılı takipsizlik kararı verilmiştir.
29. CMK 250 sayılı yasa ile görevli ve yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın
30.10.2008 tarih ve Hz: 2008/585, Karar No: 2008/120 sayılı takipsizlik kararı verilmiştir.
30. Hanefi Avcı’nın şikayeti sonrasında ve Fetullah Gülen hakkında soruşturma
yürütüldüğünün öğrenilmesi ertesinde Müvekkil Ergün Poyraz adına Ankara Cumhuriyet
Savcılığı’na 04.10.2010 tarihinde dilekçe sunularak, Fetullah Gülen hakkındaki beraat kararının
kaldırılması talep edilmiş, Savcı Kubilay Taştan tarafından, CMK 250 sayılı yasa ile görevli ve
yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 01.11.2010 tarih ve Soruşturma No: 2010/686,
Birleştirme No: 2010/184 sayılı kararıyla, Hanefi Avcı tarafından Fetullah Gülen ile örgütü hakkında
yapılan şikayetle tarafımızdan yapılan şikayetin birleştirilmesine dair karar verilmiştir.
31. Savcı Şemsettin Özcan tarafından, CMK 250 sayılı yasa ile görevli ve yetkili Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 20.05.2011 tarih ve Soruşturma No: 2010/569, Karar No: 2011/31
sayılı kararıyla, Hanefi Avcı tarafından Fetullah Gülen ile örgütü hakkında yapılan şikayetle
tarafımızdan yapılan şikayetin ayrılmasına karar verilmiştir.
32. Savcı Şemsettin Özcan tarafından, CMK 250 sayılı yasa ile görevli ve yetkili Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 25.05.2011 tarih ve Soruşturma No: 2010/585, Karar No: 2011/86
sayılı Hanefi Avcı tarafından yapılan şikayete ilişkin olarak Fetullah Gülen ve Osman Hilmi Özdil
hakkında takipsizlik kararı verilmiştir.
33. Savcı Şemsettin Özcan tarafından, CMK 250 sayılı yasa ile görevli ve yetkili Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 25.05.2011 tarih ve Soruşturma: 2011/654, K: 2011/90 sayılı,
tarafımızdan 04.10.2010 tarihli şikayet hakkında takipsizlik kararı verilmiştir.
Savcı Şemsettin Özcan, bu takipsizlik kararlarında, yasal düzenlemelere aykırı olarak kendisi
tarafından örgüt hakkında verilen Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı
15.09.2003 tarih ve Hazırlık: 2000/507, Karar: 2003/87 sayılı örgüt yönünden takipsizlik kararını
gerekçe gösterebilmiş, Emniyet Genel Müdür Vekili Osman Karakuş tarafından Olur verilen ve
soruşturma konusu ile ilgili adli ve idari yönden işlem yapılmamasına dair, İçişleri Bakanlığı
Mülkiye Müfettişliği’nin 09.05.2011 tarihli raporu ile Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire
Başkanlığı’ndan alınan 22.09.2010 gün ve 6131/164396 sayılı, “Kayıtlarımızda yapılan araştırmada
5237 sayılı TCK’nın ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında Fetullah GÜLEN
Cemaati adı altında bir örgüte rastlanılmamıştır” tespitine yer verilen yazıyı esas almıştır.
Görüleceği üzere, İddianame ve Mütalaa’da bildirilenlerin aksine, Fetullah Gülen ve örgütü
hakkında Savcılıklara intikal etmiş onlarca soruşturma sözkonusu olup, bu soruşturmalar ve
nihayetinde davalar, örgütün yargı içerisindeki yapılanması kullanılarak her seferinde Gülen ve
örgütü lehine sonuçlandırılmıştır.
Örgütün yargı içerisindeki yapılanması hakkında, Mahkemenizin işbu dosyasına 27.09.2017
tarihli dilekçemiz ekinde sunulan ve etkin pişmanlıktan yararlanmak için başvuruları bulunan, eski
Müsteşar Ahmet Kahraman tarafından 1996’da Adalet Bakanlığı’na atanan ve son olarak 2010 yılı
referandumu ertesinde HSYK 1 nci Daire Başkanlığı görevini ifa eden İbrahim Okur ile 1977
senesinde 14 yaşından itibaren Cemaat’e bağlı olduğunu bildiren ve son olarak HSYK Başkan
Vekilliği görevinde bulunan Ahmet Hamsici’nin, 31 Aralık 2013 itibariyle Adalet Bakanlığı
Müsteşarlığı görevinde bulunan Birol Erdem’in, Cemaat’in listesinden 2011’de Yargıtay’a
seçildiğini açıklayan Kerim Tosun’un, 1997’de hakim olarak atanmasından itibaren Cemaat’e tabi
olduğunu bildiren ve Bakanlık Personel Genel Müdürlüğü görevini de yapan Mustafa Kemal
Özçelik’in beyanları dikkate alındığında, günümüz itibariyle dahi örgütün Yargı’daki tüm
yapılanmasının tespit edildiğinin ileri sürülemeyeceği açıktır.
Tarafımızdan tespit edilen ve yukarıda yer verilen soruşturmalar ile davalar dışında da birçok
soruşturma ve/veya ceza davasının bulunduğu açık olduğu gibi, Adalet Bakanlığı veya Cumhuriyetin
bir Savcısı tarafından tamamına tek bir tuşla ulaşılabileceği önemle dikkate alınmalıdır.
Fetullah Gülen ve Örgütlenmesi Hakkındaki Resmi Tespitler
Ceza soruşturmaları ile davaları dışında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmi kurumları
nezdinde hazırlanan resmi raporların varlığı dikkate alındığında da, Sayın Savcılar tarafından
İddianame ve Mütalaa’ya yansıyan Fetullah Gülen ile örgütü hakkında hiçbir işlem yapılmadığı
tespitine katılma olanağı bulunmamaktadır.
1. Nitekim, Mahkemenize sunulan 28.11.2017 tarihli dilekçede bildirildiği üzere, Kaynak
Yayınları tarafından yayımlanan “Türk Ordusunun Bugünkü İdeolojik Çizgisi” isimli kitapta,
Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan ve Fetullah Gülen ile örgütün Türk Silahlı Kuvvetleri
içerisindeki yapılanması ve örgüt hakkında soruşturmaları içeren bir raporun, 02.02.2017 tarihli yazı
ekinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Soruşturma
Bürosu’nun 2016/103566 soruşturma sayılı dosyasına gönderildiği bildirilmiştir.
Devletimizin resmi arşivlerine göre Fetullah Gülen’in faaliyetlerinin nasıl takip edildiğinin
somutlanması bağlamında, anılan raporun önemi ise, rapora göre 1982 yılında Askeri Liselerde
Gülen ve örgütüne yönelik işlemler gerçekleştirildiği ve örgüte mensup bir kısım Askeri Lise
öğrencilerinin Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiklerinin kesilmiş olduğudur.
2. Polis Başmüfettişi İzzet Sezgin Şenel tarafından hazırlanan 28.08.1992 tarihli Fezleke’ye
konu, Fetullah Gülen ve Kemalettin Özdemir hakkında adli yönden işlem yapılması için Devlet
Güvenlik Mahkemesi’ne suç duyurusunda bulunulması talep edilen soruşturmada, Fetullah Gülen ve
örgütünün Emniyet içerisindeki yapılanması hakkında önemli bilgilere ulaşılmış, ancak, seneler
sonra Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 20.03.1998 tarih ve
Hazırlık: 1997/18, Karar: 1998/24 sayılı takipsizlik kararında, Savcı Talat Şalk tarafından “Şeriat
düzeni kurmayı amaçlayan Fetullah Gülen’in talebeleri diye bir örgüt yoktur” denilmiştir.
3. Susurluk’ta 03 Kasım 1996 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonrasında, 17 Ocak 1997
tarihinde dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e Fetullah Gülen ve örgütü hakkında verilen
brifing ile aynı dönemde Milli Güvenlik Kurulu’na sunulan MİT’in hazırladığı bilgi notunda,
Fetullah Gülen hakkındaki bilgilere yer verilmiştir.
Dönemin MİT Müsteşarı Sönmez Köksal imzasıyla dönemin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı’na
sunulan 18 sayfalık raporda, Fetullah Gülen’e 6 sayfa ayrılmış ve “Fethullah Gülen’in Tansu
Çiller’in kara para aklama işinde gizli ortağı olduğu, Gülen ve örgütünün CIA’nın bölgemizdeki en
önemli sivil toplum kuruluşu olduğu iddialarına yer verilmiş, Maliye Bakanlığı Müfettişlerinin
Fetullah Gülen’in mali kayıtlarını incelemesi ile İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları’nın ilgili
kuruluşlarla yapacakları koordine sonucunda çözülebileceğinin değerlendirildiği” bildirilmiştir.
4. Milli Güvenlik Kurulu (MGK) 25 Ağustos 2004 yılında yaptığı toplantıda, “Fetullah Gülen
Grubunun Faaliyetlerine Karşı Alınması Gereken Tedbirler” başlığıyla bir karar almıştır. 29 Kasım
2013 tarihinde Mehmet Baransu tarafından Taraf’ta yayımlanan kararın tam metni şöyledir:
“F. GÜLEN Grubunun dini esaslara dayalı bir devlet kurma hedefi ve ılımlı görünümünün
yanıltıcı olduğuna yönelik gerçekler, psikolojik hareket boyutu da dikkate alınarak kamuoyuna
zamanında iletilmelidir. F. GÜLEN Grubunun yurtiçi ve yurtdışı faaliyetleri, Başbakanlık
Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu (BUTKK) koordinesinde İçişleri Bakanlığı, Dışişleri
Bakanlığı, MİT Müsteşarlığı ve ilgili diğer kurumlar aracılığı ile yakından takip edilmelidir.
Devletin yurt dışında görevli memurları aracılığı ile F. GÜLEN Grubu yakından takip edilmeli
gerekiyorsa Dışişleri Bakanlığı tarafından ilave tedbirler geliştirilmelidir.
F. GÜLEN Grubuna ait özel okulların faaliyetleri, İçişleri Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı
tarafından incelenmeli ve takibe alınmalıdır. Bu gruba ait okullardaki şüpheli ve yasa dışı faaliyetler
periyodik olarak BUTKK’na rapor edilmelidir. F. GÜLEN Grubunun “Öğrenci evleri” kapsamında
sempatizan ve yandaş edinme gayretleri İçişleri Bakanlığı nezdinde dikkatle takip edilmelidir. Yasal
olmayan yollar kullanılarak din eğitimi veren ve bir nevi dini alet ederek yandaş toplama sistemi
olan “Öğrenci evleri” uygulamalarına engel olunmalıdır.
Din duyguları istismar edilerek yapılan toplantılar, yasa dışı faaliyetlere karşı caydırıcı bir
etkisi bulunmayan yasaların yeniden etkin hale getirilmesi sağlanmalıdır. F. GÜLEN Grubunun,
askeri okullara öğrenci sokma gayretleri hakkında askeri okulların kayıt kabul komisyonları ve
mülakat komisyonları uyarılmalıdır. Bu komisyonlarda görev alacak personel, konu ile ilgili
bilgilendirilmelidir. Askeri okullara alınan/alınacak öğrencilerin soruşturmalarının Merkez
Komutanlıkları aracılığı ile daha etkin yapılması sağlanmalıdır.
F. GÜLEN Grubunun yurtdışından ülkeye transfer edilen maddi unsurlarının denetiminin daha
etkin yapılması sağlanmalı, örgütlere yapılan bağışlar ile usulsüz para hareketleri ve karapara
uygulamalarının Maliye Bakanlığı-MASAK (Mali Suçlar Araştırma Kurulu) aracılığı ile takip
edilmesi sağlanmalıdır. F. GÜLEN Grubunun gizli emellerinin deşifre edilmesine yönelik pilot
uygulamalar gerçekleştirilmeli ve basın yolu ile kamuoyu aydınlatılmalıdır. Grubun kendilerine
yandaş kuşaklar yetiştirme amacı kapsamında gençliği etki altına alan uygulamaları tespit edilmeli,
şüpheli ve yasa dışı uygulamalarının adalete intikal edilmesi sağlanmalıdır. F. GÜLEN Grubu, yurt
içindeki faaliyetlerini genellikle kendisine bağlı kişilerin yönetimindeki dernek ve vakıflar ile
yürütmektedir.
F. GÜLEN Grubuna yakınlığı ile bilinen vakıf ve derneklerin faaliyetleri yakından takip
edilmeli, denetim altında tutulmalıdır. F. GÜLEN Grubunun, ABANT Toplantıları kapsamında
ABD’nde gerçekleştirilen toplantısına Hükümet ve Devlet temsilcilerinin katılması rahatsızlık
vericidir. İrticai bir unsur olarak faaliyetleri izlemekte olan bir örgüte devlet desteği verilmesi ile
devlet ve onu koruyan güvenlik güçleri arasında büyük bir çelişki ortamı oluşturulmuştur. F.
GÜLEN Grubunun gelecekteki benzer toplantılarına Hükümet ve Devlet temsilcilerinin yeniden
katılması ve doğrudan/dolaylı destek verilmesi halinde konu ile ilgili rahatsızlık kamuoyuna
iletilmeli ve tepki gösterilmelidir.
Devlet ve onun temsilcileri, siyasi fikir ve düşünce özgürlüklerini bahane ederek devletin laik,
demokratik ve sosyal hukuk devleti özelliklerini değiştirmeyi hedefleyen girişimlerden uzak
durmalıdır. F. GÜLEN Grubunun devlet bünyesinde kadrolaşma faaliyetleri tespit edilerek
BUTKK’nda izlenmesi sağlanmalı ve elde edilen bilgiler kamu oyuna aktarılmalıdır. F. GÜLEN
Grubunun faaliyetleri aleyhindeki sivil toplum örgütlerinin çalışmaları desteklenmelidir.
F. GÜLEN Grubunun, “Büyük Ortadoğu Projesi”, “Dinler Arası Diyalog” gibi oluşumlar
içinde Türkiye ve devlet adına inisiyatif alması, faaliyet göstermesi engellenmelidir.
Dışişleri Bakanlığı tarafından yurtdışı temsilciliklere gönderilen 3846 ve 3847 sayılı
genelgeler geri alınmalıdır. Söz konusu genelgeler kapsamındaki yurt dışındaki uygulamalar
yakından takip edilmeli, irticai unsurlara devlet tarafından verilen destek kaldırılmalı yurt dışı diğer
unsurlar ile bağlantısı kesilmelidir. F. GÜLEN Grubuna karşı devlet tarafından ortak bir tavır
alınması sağlanmalı, F. GÜLEN grubunun irticai unsurlar arasında yer aldığı ve dini esaslara dayalı
bir devlet kurma amacında olduğu gerçeği sürekli olarak gündemde tutularak bu gruba karşı kararlı
ve etkin bir tutum sergilenmelidir.
F. GÜLEN Grubu ve diğer irticai unsurlar ile etkili ve köklü bir mücadele yapılması için
“Dini, din duygularını veya dinen mukaddes bilinenleri alet ederek devletin emniyetini ihlal
edebilecek ve bu amaçla dernek vakıf ve benzeri topluluklar oluşturanlara” karşı ağır yaptırımlar
getiren yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Dini inanç, kanaat, vicdan ve düşünce hürriyetinin kötüye
kullanılması önlenmelidir20.”
Milli Güvenlik Kurulu tarafından alınan 2004 yılındaki bu karara rağmen, neden günümüzde
Gülen ve Örgütü’nün bu denli etkili olduğunun ve kimlerin sorumluğu bulunduğunun yanıtı ise,
dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer tarafından şu şekilde ikrar edilmiştir21:
“Milli Güvenlik Kurulu’nun tavsiye kararı Başbakanlığa bildirildikten sonra konuyu
Başbakanımıza açtım. Gelen yazıyı dosyasına kaldırmaya karar verdik. Bu karar metni Bakanlar
Kurulu’nda imzaya açılmadı. Hakkında hiçbir işlem yapılmadı. Konudan MGK toplantısına katılan
20 http://www.patronlardunyasi.com/haber/Iste-Fetullah-Gulen-i-bitirme-kararinin-tam-metni/151749 21 Ömer Dinçer, “Türkiye’de Değişim Yapmak Neden Bu Kadar Zor”, ss.123-124
bakanlar dışında kimsenin haberi olmadı. Bütün toplumsal ve siyasi riski hükümet adına Sayın
Başbakanımız, hukuki riski ben üstlenmiştim.”
Milli Güvenlik Kurulu’na bir müzekkere yazıldığında, Fetullah Gülen ve Örgütü hakkında
daha fazla raporların karar alıcılara sunulduğu somutlanacaktır.
5. Takdiri Sayın Mahkemenize bırakırken, 2007 seçimleri sonrasında muktedir olan Örgüt,
MİT Güvenlik Dairesi Başkanlığı Yıkıcı Dini Faaliyetler Başkanlığı’nın 2010 yılı “Yıkıcı Dini
Örgütler” Takip Listesi’nde Hedef Öncelik Tablosu’nda “1. Derece Örgütler” arasında Fetullah
Gülen’e de yer verilmesine rağmen22, “Kırmızı Kitap” olarak da adlandırılan ve devletin tehdit
önceliklerini sıralayan “Milli Güvenlik Kurulu Siyaset Belgesi”nden 2010 yılında
çıkartılabilmiştir23.
MİT’e bir müzekkere yazıldığında, Fetullah Gülen ve Örgütü hakkında daha fazla raporların
hazırlandığı somutlanacaktır.
Görüleceği üzere, resmi makamların Fetullah Gülen ve kamudaki yapılanması hakkındaki
tespitlerin gereği zamanında yerine getirilmiş olsa idi, Fetullah Gülen ve örgütünün darbe
kalkışmasına cesaret edecek düzeyde büyütülmeyeceği tartışmasız olduğu gibi, senelerden beri bu
resmi belgelerin gereğini yerine getirmeyeler hakkında bizzat Sayın Mahkemece suç duyurusunda
bulunulması varlık nedenidir.
Tarikatlar ve Cemaatlerin Varlığı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kuruluş İlkelerine
ve Anayasa ile Devrim Kanunları’na Aykırıdır
Siyasi iktidarların oy kaygısı ve iktidarlarca bu göreve getirilen atanmışların aymazlığı ve
ihanetleri neticesinde, Cumhuriyet’in kuruluşu öncesi ve sonrasında, tarikatlar ve cemaatler sürekli
olarak kendilerine bir egemenlik alanı yaratabilmişler ve etkinliklerini sürekli olarak arttırmışlardır.
Çağdaşlığı, aydınlığı, demokratik özgürlükleri benimseyen yurttaşlarımızı emperyalistlerin
saldırılarına karşı koruyacak ilke, Mustafa Kemal Atatürk tarafından 30 Ağustos 1925’te
Kastamonu’da isabetle bildirilmiştir:
“Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler,
meczuplar memleketi olamaz.”
Yaklaşık 100 yıldan beri süren bu mücadelede, maaleseftir ki seçilmişler ve atanmışların
ihanetleri neticesinde, “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketine
dönüştürülebilmiştir.”
Zira, Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Esergül Balcı tarafından 2017 yılında
yapılan ve “Eğitimde tarikatların etkisi” konulu araştırmanın sonuçlarının aktarıldığı “Eğitimde
Tarikat ve Medrese Gerçeği, 1 Milyon Öğrenci Tarikatların Elinde” başlıklı rapora göre,
“Türkiye’de 1 milyon öğrenci tarikatların elindedir ve aileler, fakirlikten çocuklarını cemaatlere
teslim etmektedir. Raporda, Türkiye’de belli başlı 30 tarikat silsilesi ve bunların 400 kolunun
olduğu, çoğunluğu İstanbul, Siirt, Diyarbakır, Mardin, Adıyaman, Batman, Van, Hakkâri, Şırnak,
Muş, Bitlis, Gaziantep ve Şanlıurfa olmak üzere 800’ü aşkın medresenin bulunduğu aktarılırken,
sadece İstanbul’da 445 tarikat ve kolunun tekke, medrese ya da Kuran kursu adı altında binlerce
çocuğa eğitim verdiğinin tespit edildiğine” dikkat çekilmiştir24.
22 https://www.habervaktim.com/haber/119827/mitten-sasirtan-rapor-belge-haber.html 23 http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sedat-ergin/15-temmuz-ve-istihbarat-2-mgknin-2004-gulen-karari-neden-uygulanmadi-40502927 24 http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/948558/Kultur_savaslari.html
Sayın Balcı, araştırma sonucunda ulaşılan sonuçlar hakkında şu aktarımda bulunmuştur:
“Sonuçlar karşısında biz de hayrete düştük. Taşrada durum aslında daha vahim. Devlet eğitimden
kademe kademe çekilmiş. Bazı bölgelerde okullar kapatılmış. Yoksulluk ve sahipsizlik nedeniyle
aileler çocuklarını tarikatlara teslim etmiş durumda. Yarın bu çocukların hangi amaç için, nasıl
kullanılacağı meçhul. Her türlü istismara açıklar. Bu durum terör kadar ciddi bir ulusal güvenlik
sorunudur. Doğu ve Güneydoğu’daki medreseler Irak, İran ve Suriye gibi sorunlu ülkelerdeki benzer
yapılarla irtibat halinde. Biz bunun için Tarikat Erasmus’u ifadesini kullandık25.”
İşbu dosya bağlamında ise, 23 Mart 1960’ta Şanlıurfa’da ölen ve Said’i Nursi ve/veya
Kürdi’nin öznel anlatımlarına dayalı olarak kurulan ve gelmeyeceği kesinleşen Mehdi, Mesih ve
Deccal tarzı masallarıyla etkinliğini hâlâ koruyan Nurculuk26 büyük bir önem arz etmektedir. “Hem
eski Almancı, yeni Amerikancı, hem İslam birliği yandaşı hem Osmanlıcı hem Kürt hem hilafetçi
olması bakımından Amerika tarafından kurallaştırılan soğuk savaş stratejisinin Türkiye’deki kanaat
önderi ve ruhani lideri olup çıktığı” bildirilen Said Nursi27, Demokrat Parti döneminde etkinliğini
arttırmış, 1956’da DP’yi desteklediğini açıklayan bir “Manifesto” yayımlamış, Fetullah Gülen’in
kamudaki etkinliğinin artmasıyla Nurculuk da “Adliye, Mülkiye ve Askeriyeye” hakim olmuştur.
Fetullah Gülen’in de takipçisi olduğu, Şeyh Said’in idamına tepki vermekten çekinmeyen
Said-i Nursi’nin ve diğer irticai yapıların kamudaki etkinliği engellenmedikçe, Mustafa Kemal
Atatürk’ün 100 yıl önce isabetle hedef gösterdiği “Meczupların” varlığı ve işbu dosya bağlantılı ceza
davalarının önümüzdeki dönemde de karşımıza çıkması ve eğitimsiz yurttaşlarımızın “Mehdilerinin
Cennet Şefaati beklentisi” önlenemeyecektir.
Fetullah Gülen ve Örgütü’ne Yardım ve Yataklık Yapan Atanmış ve Seçilmişler
Hakkında Suç Duyurularında Bulunulmalıdır
Yargı, Cumhuriyet’in temelidir ve kuvvetler ayrılığının en önemli bileşenidir. Anayasa’nın 9
ncu maddesine göre Türk Milleti adına karar veren Mahkemeler aracılığıyla bu erki gerçekleştirir.
Türk Silahlı Kuvvetleri, Üniversiteler gibi Yargı da birer Anayasal Kurum olarak, varlık nedenine
uygun şekilde, Devrim Kanunları’nın egemen kılınmasını öncelik olarak kabul etmelidir.
İşbu dosyanın, sadece Fetullah Gülen ve örgüt üyelerinin yargılanması olarak nitelendirilmesi,
Sayın Mahkeme’nin varlık nedenine aykırılık teşkil edecektir.
Kâmran İnan’ın anılarında aktardığı bir bilgi, Mahkemelerin nasıl bir teraziyi ellerinde
tuttuklarını da açıklığa kavuşturmaktadır28:
“Bir Osmanlı Kadısı, tazminat davası sırasında izne ayrılıyor; döndüğünde ilk beyanı, ‘izne
ayrıldığım şu tarihten bugüne dek doğan zararları ben ödeyeceğim; zira izne gitmeseydim bu ilâve
zarar doğmazdı’ diyor.”
25 http://www.yurtgazetesi.com.tr/genel/prof-dr-balci-aileler-fakirlikten-cocuklarini-cemaatlere-teslim-h77977.html 26 https://odatv.com/adan-zye-said-nursi-ve-nurculuk-23031855.html 27 Cengiz Özakıncı, Türkiye’nin Siyasi İntiharı/Yeni Osmanlı Tuzağı, Otopsi Yayınevi, İstanbul, 2005, s. 146 28 İnan, Kâmran, “Bir Ömür”, Ankara, 2010, Berikan Yayınevi, s. 120
Bu bağlamda Sayın Mahkeme, örgütün “Çatı Davası” olarak kabul edilen işbu dosyadan
vereceği hükümle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin aydınlık geleceğine çağdaşlığın ışığının
tutulmasında bir aydınlanma merkezi işlevi görme vazifesiyle karşı karşıyadır.
Zira, yukarıdaki açıklamalardan da görüleceği üzere, ülkemizde atanmış ve seçilmişler
tarafından Fetullah Gülen ve örgütü hakkında zamanında gereği yerine getirilmiş ve/veya Savcılıklar
ile Mahkemeler tarafından maddi gerçekliklere uygun olarak hükümler tesis edilmiş olsa idi, örgüt
örümcek ağlarını saramayacak, “Adliye, Mülkiye ve Askeriyede” yapılanamayacak, Anayasal
Kurumlar Türk Silahlı Kuvvetleri ve Üniversiteler örgütün kontrolüne geçmeyecek, binlerce
yurttaşımızın yaralanmasına ve yüzlercesinin ölümüne neden olan 15 Temmuz 2016 kalkışmasıyla
karşılaşılmayacaktı.
Sayın Mahkemece, İddianame ve Mütalaa’daki değerlendirmelerin aksine 17/25 Aralık 2013
tarihi suç için kriter olarak kabul edilmeksizin, aşağıda bildirilenler ve re’sen tespit edilenler
hakkında suç duyurusunda bulunularak, irticai ve gerici yapılar tarafından Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin aydınlık geleceğinin ipotek alınmasının ve bir daha tarikatlar ve cemaatler aracılığıyla
geleceğimizin karartılmasının önüne geçilmesinde, tarihi bir misyonu ifa edecek ve Türk Yargı
Tarihi’nde hakettiği yeri de alacaktır.
Aksi halde, “Bataklığın kurutulması ile değil Meczup Haşerelerle mücadele” anlayışı işbu
dosyaya da hakim olacak ve önümüzdeki süreçte yeni Tarikatlar ve Cemaatlerin benzer
kalkışmalarda bulunmasına da yol açılacaktır.
Bu bağlamda, Sayın Savcı’nın Mütalaası’nın 209 ncu sayfasında yer verilen şu tespite
hukuken katılma olanağı bulunmamaktadır:
“Mahkeme kararıyla örgüt kararı verilmemiş olması, örgüte bir şekilde katılan, örgüt adına suç
işleyen veya örgüte yardım eden kişilerin kusursuz olmaları bir başka deyimle yardım ettikleri veya
adına suç işledikleri yapının örgüt olduğunu bilmemeleri halinde “hata hükümleri çerçevesinde”
sorumsuzluk halini sağlayacaktır. Bu nedenle suç tarihi itibariyle bir örgüt kararının verilmemiş
olması, açıklanan ilkeler doğrultusunda, neticeyi bilerek ve isteyerek tipik hareketi gerçekleştiren
sanıkları, yasal yönden sorumlu tutulmalarına engel teşkil etmeyecektir.”
Ancak, Fetullah Gülen ve örgütünün suç teşkil eden fiilleri hakkında onlarca sene öncesinden
Nurculuk bağlamında mahkeme kararları mevcut olduğu gibi, resmi belgelerin ötesinde İddianame
ile Mütalaa’da ısrarla yer verilmeyen ve bir kısmı Müvekkiller tarafından kaleme alınan kitaplar ve
yazılar da vardır ve tüm bu maddi gerçeklikler karşısında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde hiç
kimsenin, “Fetullah Gülen terör örgütüne katılırken, örgüt adına suç işlerken veya örgüte yardım
ederken, yardım ettikleri veya adına suç işledikleri yapının örgüt olduğunu bilmediklerini ileri
sürmeleri mümkün değildir ve bu bağlamda bu kişiler hakkında “Hata hükümleri çerçevesinde”
sorumsuzluk halinden de bahsedilemeyecektir.
Zira, kamu çalışanları için geçerli olan ve soruşturmalar ile kovuşturmalarda hakim olduğu
bildirilen kriterler, örgütün siyasal yapılanması ve örgüte siyasi destek verenler için de geçerli
kılınmadıkça, örgütün kamudaki yapılanmasının tamamen ortadan kaldırılması olanak dışıdır. Bir
örnek vermek gerekirse, Asya Bank’ta hesabı bulunan bir kamu çalışanı için verilen puan ile Bank
Asya’nın kurdelesini kesen, bir gecede Asya Finans’ı Bank Asya yapan için verilecek puan
karşılaştırıldığında, asıl suçlunun bu bankaya para yatıran değil, örgütsel faaliyet için kuruldukları
başlangıçtan itibaren bilinen Asya Finans’ın kurdelasını kesenler ve/veya bir gecede Bank Asya
yapanlar olduğu tartışmasızdır.
Nitekim, İstanbul Valiliği ve Emniyet Müdürlüğü yapan Hüseyin Avni Mutlu ve Hüseyin
Çapkın hakkında verilen cezanın gerekçeli kararında, İstanbul 30 ncu Ağır Ceza Mahkemesi,
bulundukları konum itibariyle Fetullah Gülen ve örgütünün fiilleri hakkında gereğinin
yapılmamasının suç teşkil ettiğine dikkat çekmiş, “Çapkın ve Mutlu’nun, örgütün devlet içerisindeki
tehlikeli, hakkı hukuku pervasızca çiğneyen ve paralel devlet oluşturmaya yönelik yapısını
bilmelerine rağmen harekete geçmeyerek bilinçli şekilde örgüte yardımda bulundukları”nı bildirmiş
ve “Bu ortamda 7 Şubat 2012 tarihinde MİT Müsteşarımıza FETÖ/PDY silahlı terör örgütü
tarafından kurulan tuzak ortaya çıktığında artık örgütün amacının ve kimlere, hangi yabancı
devletlere hizmet ettiğinin netleşmeye başladığı, örgüt liderinin kendisine yapılan çağrıya rağmen
ısrarla ülkemize gelmeyerek kendisini koruyan ve kullanan yabancı devletlerin himayesi altında ve
onların emperyalist çıkarlarının hizmetkarı olarak kalmayı tercih ettiği, bu şekilde hizmet hareketi
kavramının anlamının herkesçe anlaşıldığı ve bu durumun sanıkça da bilinmemesinin imkansız
olduğu kanaatine varılmıştır” demiş olup, işbu dosyadan yapılacak suç duyurularında bu tespitler
önemle dikkate alınmalıdır.
Yinelemekle birlikte, günümüz itibariyle Fetullah Gülen ve örgütü yargılanırken, aynı
kökten beslenen Nurcular dahil olmak üzere irticai ve gerici örgüt ve yapılanmaların kamuda
yeniden etkin olmalarının sağlanmasına ve gelecekte bu kez de bu yapıların yargılanmasına
sebebiyet verilmemesi için, her bir yapının ülkemize verdiği geri dönülmesi olanaksız zararlar
ile çok önemli bir kavşakta çok ciddi bir değerlendirme aşamasında olunduğu da dikkate
alınarak, Sayın Mahkemece aşağıda bildirilen ve re’sen tespit edilen suç duyurularında
bulunulması gereği açıktır.
1. Recep Tayyip Erdoğan, New York’da 22 Eylül 2016 tarihinde yaptığı konuşmada, “...Biz
bunlara araziler verdik. Arsalar verdik...Bunlar kendilerini akıllı zannettiler. Buradaki bir meczubun,
şarlatanın arkasına takıldılar ve zannettiler ki biz gideceğiz” derken, Ağustos 2016’da yaptığı
konuşmada ise, “Her şeye rağmen, bu hain örgütün gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya
dökememiş olmanın üzüntüsü içindeyiz. Bundan dolayı hem Rabbimize hem de Milletimize verecek
hesabımız olduğunu biliyoruz” demiştir29.
Trabzon’da yaptığı konuşmada ise Erdoğan, “...Nasıl hainlik yaptıysak. 17 üniversite kurmak
için geldiler. Hepsine onay verdik. Bu muydu hainlik...Okullar için yer istediler. Uluslararası
camiada davet ettiler, devlet başkanlarına, hükümet başkanlarına bunları biz refere ettik. Olimpiyat
dediler, her türlü desteği verdik” demiş ve “Ne istediniz de alamadınız” sorusunu yöneltmiştir30.
Türkçe Olimpiyatları’nda yaptığı konuşmada, “Gurbet hasrettir. Hasret bedeli çok ağırdır,
faturası çok ağırdır. Biz, gurbette olup, şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda
görmek istiyoruz. Öyleyse bitsin bu hasret diyelim” demiştir31.
Başbakanlığı döneminde yaptığı bir konuşmasında ise, “Dedikodular oluyor. Fitne oluyor.
Fesat oluyor. Acaba gelmek istemiyor da burada böyle bir olumsuz yaklaşım mı var. Bunu da
ortadan kaldıralım istedik. Böyle bir şeyi zaten düşünmemiz mümkün değil. Biliyoruz ki yasal hiçbir
manisi sözkonusu değil. E dolayısıyla bize düşen de, hiçbir yasal manisi olmadıktan sonra,
vatandaşlığına mani hiçbir yük yok, kaldı ki zaten biz vatandaşlığı elinden alınmış olanların
29 https://www.youtube.com/watch?v=kY1o0Qm9ne4 30 https://www.youtube.com/watch?v=-m9NL8xz_Hw 31 https://www.youtube.com/watch?v=blFhCzAuM2M
vatandaşlıklarını kendilerine iade etmiş bir iktidarız. Ama Hocaefendi’nin zaten böyle bir sıkıntısı da
yok. Manisi de yok. Öyleyse bu hasret niye” diyerek, Fetullah Gülen’i Türkiye’ye davet etmiştir32.
Recep Tayyip Erdoğan’ın bu çağrısı ertesinde açıklamalarda bulunan dönemin Başbakan
Yardımcısı Bülent Arınç, “İnanıyorum ki yüzbinlerce insan, bu gurbetin bu hasretin bitmesini ve
Sayın Hocaefendi’nin Türkiye’ye dönmesini arzu ediyor ve bekliyor. En muhalifleri bile zaman
içerisinde gördüler ki, Fetullah Gülen Hocaefendi masumdur. Türkiye sevdalısıdır. O bir barış
elçisidir. Ben Türkiye’de çok az kimseye sahip olacak düzeyde O’nun bir vatan hasreti çektiğini
yakinen bilenlerdenim. Sağlık sebepleri veya Hizmet’in geldiği nokta itibariyle farklı düşünebilir. En
azından zaman zaman gelip gitmek suretiyle yine Türkiye dışında bulunabilir. Bu Amerika Birleşik
Devletleri’nde olabilir, bu başka bir ülkede olabilir. Umarım Sayın Başbakan’ın dileği gerçekleşir ve
kendisini yakın zamanda Türkiye’de karşılamaktan büyük bir mutluluk duyarız” derken, dönemin
diğer Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ise, “Türkiye’nin yetiştirdiği önemli kıymetlerden bir
tanesidir. Geçmişte yaşanan bir takım haksızlıklar, hukuksuzluklar nedeniyle, ülkesinden ayrılmak
zorunda kalmıştır. Bizim dileğimizi ifade ettik ve bu hasreti bitirip Türkiye’ye gelmesidir”33
demiştir.
Fetullah Gülen ve Örgütü’nün, onlarca yıldır hedeflediği “Adliye, Mülkiye ve Askeriyeyi” ele
geçirme stratejisinin hayata geçirilmesinde önemli bir dönüm noktası teşkil eden ve Gülen’in 02
Ağustos 2010 tarihli açıklamasında “İmkan olsa mezardakilerini bile kaldırarak o referandumda evet
oyu kullandırmak lazım. Mezardakiler bilen kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da. Ben
zannediyorum ruhları koşar da. Çünkü ” diyerek34 destek verdiği 12 Eylül 2010 Referandumu
ertesinde yaptığı konuşmada ise Erdoğan, “Okyanus ötesinden bu sürece destek veren tüm
kardeşlerimi kutluyorum. Buradan okyanus ötesine mesajlar olduğuna göre bizim de bu mesajı
verenlere bir cevabımız olması lazım" diyerek35, Gülen’e destekleri için teşekkür etmiştir.
Kendisi tarafından da bizzat ikrar edilen ve Fetullah Gülen ile Örgütü için yapılan tüm bu
işlemlerde sorumluluğu bulunanlar hakkında, başta Recep Tayyip Erdoğan ve diğer Hükümetler
Üyeleri hakkında gereğinin takdir ve ifası için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
2. Dışişleri Bakanı olduğu dönemde “Dışişleri Bakanlığı tarafından 2003 yılında yurtdışı
temsilciliklere gönderilen 3846 ve 3847 sayılı genelgelerle örgütün yurtdışındaki okullarına destek
olunması talimatını veren”, 2004 yılında Fetullah Gülen’in ABD’de yeşil kart almasında ABD
Yetkililerine hitaben mektup gödererek referans olan, bizzat Gülen’in ifadesiyle kendisini
Pensilvanya’da ziyaret eden, Sanık Ekrem Dumanlı’nın yaptığı açıklamaya göre kendisine
“Hocaefendi’yi özledim, beni bir görüştür” ricasında bulunan ve üyesi olduğu Hükümetin aldığı tüm
kararlardan dolayı sorumluluğu da bulunan Abdullah Gül hakkında gereğinin takdir ve ifası için suç
duyurusunda bulunulmalıdır.
3. Tanık olarak ifadesi alınan Fehmi Koru’nun basına yaptığı açıklamada Eylül 2013’te
Gülen’i ziyaret ettiği ifade edilen ve bizzat Fetullah Gülen tarafından yapılan açıklamada da bu
görüşmesi teyit edilen ve üyesi olduğu Hükümetlerin aldığı tüm kararlardan dolayı da sorumluluğu
bulunan Ahmet Davutoğlu hakkında gereğinin takdir ve ifası için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
32 https://www.youtube.com/watch?v=mJ0xJI7jps8 33 https://www.youtube.com/watch?v=iH6sO3F-5CI 34 https://www.youtube.com/watch?v=-lOGoUjtF54 35 https://www.youtube.com/watch?v=9YIcZDnjDs4
4. Günümüzün Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın 10 Haziran 2012 tarihli, “Ben bu
okullara husumet beslemeyi ibadet sayanlara bir kez daha diyorum. Elinizi vicdanınıza koyun. Şu
tabloya şu esere bir bakın. Bu eseri yaratanlara husumet beslemeye sizin vicdanınız izin verir mi.
Eğer kara vicdan değilse izin vermez. Sadece dua etmek, alkış vurmak, destek olmak ister insan. Ben
onu görüyorum. Onun için de değerli dostlarım, bu ateşi yakan, bu yolu açan ve bu fikri veren ve bu
yolda yürüyenlere destek olan, her türlü katkıyı sunan muhterem Fetullah Gülen Hocaefendi’ye de
Antalya’dan gönül dolusu selamlar, saygılar gönderiyorum” sözleri36 ile
Adalet Bakanı sıfatıyla Meclis Genel Kurulu’nda 24 Mart 2011’de ifade ettiği “Fetullah
Gülen, bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymettir. Seversiniz, sevmezsiniz. Ama, değerli bir
insandır, bilge bir insandır, bu ülkenin milli ve manevi değerlerine bağlı nesillerin yetişmesi için
hizmetini yapıyor. Her şeyi de açık. Devletin denetimi, gözetimi altında açık. Siz buna hakkında
herhangi bir Savcının iddiası mahkümiyet kararı olmayan birine çete diye itham ederseniz, O’na
karşı da büyük bir haksızlık yaparsınız. Kendi de burada yok” sözleri 37,
Gülen ve Örgütü’nün günümüze ulaşan kudretinde ne denli pay sahibi olduğunun kanıtı olarak
kabul edilmeli ve Bekir Bozdağ hakkında gereğinin takdir ve ifası için suç duyurusunda
bulunulmalıdır.
5. Tanık olarak ifadesi alınan Fehmi Koru’nun da huzurdaki beyanında ve bizzat Fetullah
Gülen tarafından yapılan açıklamada kendisini 2 kez ziyaret ettiği ifade edilen, MİT Müsteşarı
Hakan Fidan hakkında gereğinin takdir ve ifası için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
6. İşbu dosyada salt 17 Aralık 2013 sonrasına ilişkin soruşturma yapılarak İddianame tanzim
edildiği dikkate alınarak, örgütün tüm kamudaki yapılanması ve işlediği fiiller ile Fetullah Gülen ve
örgütünün tüm fiilleri ile iltisaklarının ortaya çıkartılması için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
7. Bülent Arınç’ın Melih Gökçek hakkındaki çok açık sözleri ve Mütalaa’nın 70 nci
sayfasında ifade edilen, kamu kaynaklarının örgüte aktarılmasına dair tespitler dikkate alınarak,
öncelikle Büyükşehir Belediye Başkanlıkları dahil seçilmiş ve atanmış kamusal görev ifa edenlerin
de katkıları ile kamunun kaynaklarının örgüt ve mensuplarına aktarılmasında sorumlulukları
bulunanlar hakkında hukuki, cezai ve idari işlem yapılmak üzere haklarında gereğinin takdir ve ifası
için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
8. Milli Güvenlik Kurulu’nun 2004 tarihli kararının gereğini kasıtlı olarak yerine
getirmediğini itiraf eden dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer hakkında gereğinin takdir ve
ifası için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
9. Kasım 2013’te yayımlanan “Aydınlık’tan Kaçanlar” isimli kitapta38, Ethem Sancak, yakın
bir tarihte Fetullah Gülen’i ABD’de ziyaret ettiğini ve “Gülen’in kendisinde saygınlık uyandırdığını”
bildirmektedir. Örgütün üyelerinin tespitinde bir kriter olduğu bildirilen 1 Amerikan Doları
bulundurulması bir gerekçe olarak kabul edilirken, 2013 yılı itibariyle Fetullah Gülen’i ABD’de
ziyaret etmek için giden Ethem Sancak hakkında işlem yapılmaması hukuk devleti ilkesine ve bu
36 https://www.youtube.com/watch?v=4QO2AqIsw90 37 https://www.youtube.com/watch?v=v1eBtCtR4Xk 38 Aytav, Erkam Tufan, “Aydınlık’tan Kaçanlar”, Kasım 2013, ss.179-180
bağlamda Anayasa’nın “Eşitlik” ilkesine açıkça aykırı olup, Ethem Sancak hakkında gereğinin takdir
ve ifası için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
10. İddianame ve Mütalaa’ya konu edilen Fetullah Gülen için “Kök Hücre” araştırmalarında
sorumluluğu bulunduğu belirtilen Sanık Tuncay Delibaşı için dava açılırken, bu merkezin
açılmasında ve Örgütün Üniversite’de yapılanmasında sorumluluğu bulunan dönemin Hacettepe
Üniversitesi Yöneticileri hakkında da gereğinin takdir ve ifası için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
11. 2015 HSYK oylamasında Cemaate mensup adaylar 6.500 civarında oy almışken, açık
bilgilere göre Cemaat mensubu olmaktan hakkında işlem yapılan yargı mensubu sayısı 4.521’dir.
Yaklaşık olarak 2.000 yargı mensubunun daha Cemaatin kontrolünde olduğu sabittir. Bu bağlamda,
işbu dava tarihine kadar Fetullah Gülen ve örgütü hakkında takipsizlik kararları veren Savcılar dahil
olmak üzere, Adalet Bakanlığı nezdindeki tüm örgüt mensupları hakkında gereğinin takdir ve ifası
için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
12. CMK 250 sayılı yasa ile görevli ve yetkili Ankara Cumhuriyet Savcısı Şemsettin Özcan
tarafından verilen, 25.05.2011 tarih ve Soruşturma No: 2010/585, Karar No: 2011/86 sayılı ve
Hanefi Avcı tarafından yapılan şikayete ilişkin olarak Fetullah Gülen ve Osman Hilmi Özdil
hakkında alınan takipsizlik kararına konu soruşturmada, Mülkiye ve Emniyet Başmüfettişlerine
verdikleri ifadelerde, Emniyet’te Fetullah Gülen yanlısı hiç kimsenin olmadığını açıklayan tüm
Emniyet üst düzey görevlileri soruşturulmalı ve haklarında idari veya cezai işlem yapılması
sağlanmalı ve bu amaçla haklarında gereğinin takdir ve ifası için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
13. İddianamede yer verilen “Cemaatin arkasındaki ABD, küresel güçler açığa çıkmıştır”
denilmesi de dikkate alınarak, örgütün işbirliği içerisinde olduğu emperyalist güçler ve iltisakları
hakkında gereğinin takdir ve ifası için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
14. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın özellikle kamuoyunda Abant Toplantıları olarak
nitelendirilen ve gerek yurtiçinde gerekse de yurtdışında yapılan toplantılarına katılanların, örgütün
kamuoyunda meşru kılınmasına bilinçli olarak hizmet ettikleri dikkate alınarak, katılımcıların
konumlarının ortaya çıkartılmasının, bu konuda da inceleme yapılarak, soruşturma sonucunda
ulaşılacak cezai neticeye göre ilgililer hakkında işlem yapılması için, haklarında gereğinin takdir ve
ifası için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
15. Mütalaa’nın 46 ncı sayfasına yansıyan çok açık suç tespitleri ve bu tespitlerin sadece
Emniyet Genel Müdürlüğü ile sınırlı olmaksızın tüm kamu kurumları için geçerli olduğu dikkate
alınarak, örgütün kamudaki yapılanmasına göz yuman, birlikte hareket eden iltisakları dahi tüm
sorumluların ortaya çıkartılması için ilgililer hakkında gereğinin takdir ve ifası için suç duyurusunda
bulunulmalıdır.
16. Mütalaa’nın 79 ncu sayfasına konu “Eti Madenlerinin çok ucuza özelleştirilip Koza-İpek
tarafından satın alındığı,...” tespitinin gereği olarak, tüm sorumluların belirlenmesi için, haklarında
gereğinin takdir ve ifası için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
17. İşbu dosyaya gönderilen Akın İpek’e ait bylock yazışmalarında, kendisinin talimatı
ertesinde Milli Eğitim Eski Bakanlarından olan ve NTV’de 20 Şubat 2012’de yaptığı açıklamada
“Cemaatin bir kaydı mı var? Yıllardır bu paranoyayla yaşadık. İnsan kendisine ait olan bir şeyi ele
geçirir mi?...Oraya sızmış, buraya sızmış bu su mu, nem mi? Kamu personeli nasıl alınıyor; belli.
KPSS sınavı var. Bu insanların yüz kızartıcı suçu yoksa, engel yoksa biz onların vicdanına hafiye
kulağı dayayarak atayamayız. Cemaat devleti ele geçirmiş, devlete sızmış bunlar kargaları güldürür.
Bu paranoyaları bir tarafa bırakalım"39 sözlerini ifade eden Hüseyin Çelik ile görüşüldüğü
görülmekte olup, hakkında gereğinin takdir ve ifası için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
18. Bank Asya’nın ilk açılışından itibaren, dönemin Başbakanı Tansu Çiller dahil olmak
üzere, örgütün finansal sıçramasında emeği geçen tüm sorumlular hakkında cezai, hukuki ve idari
olarak gereğinin takdir ve ifası için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
19. Bank Asya ile organik bağları MASAK raporu ile sabit Yıldız Holding ve Ülker Grubu ile
ilgililer hakkında gereğinin takdir ve ifası için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
20. Kumpas ve tertiplerin 2001 yılı itibariyle merkezinde yer alıp, tüm bunları planlayan
Kemal Özdemir hakkında suç duyurusunda bulunulmalıdır.
21. Mütalaa’nın 165 nci sayfasında açıkça bildirilen ve “Türkiye'de adı bilinip, bölük bölük
ABD'ye taşınıp, Pensilvanya'da kuyruğa girip bağlılıklarını bildirerek himmetlerini sunan, Fetullah
Gülen'i ziyaret edip ödedikleri himmet karşılığı sorunlarının halli konusunda yardım isteyen ve iş
adamı, siyasetçi, bürokrat sıfatına sahip bu birçok kişiye” yönelik derhal yasal işlemlere başlanması
ve haklarında gereğinin takdir ve ifası için suç duyurusunda bulunulmalıdır.
22. Sanıkların malvarlıkları hakkında verilen tedbirin kaldırılmasına dair karardan dönülerek,
MASAK raporlarıyla sabit örgüt gelirlerine elkonulmasına karar verilmelidir.
23. Mahkemenizin işbu dosyasıyla kovuşturma aşamasında birleştirme kararı verilen 11
dosyaya katılma isteminin kabulünü talep ediyoruz.
Gereğini saygılarımla talep ederim.
Av Mustafa Hüseyin Buzoğlu
39 https://www.ntv.com.tr/turkiye/cemaat-devlete-sizmis-buna-kargalar-guler,FMxmUxVJhUqKz-8NGPbZnQ