avrupa bİrlİĞİ’nde ... -...
TRANSCRIPT
1
AVRUPA BİRLİĞİ’NDE KÜLTÜREL ENTEGRASYON VE TÜRKİYE’NİN DURUMU
M. Yavuz ALPTEKİN∗
ÖZET
Bu makalenin konusu, Avrupa Birliği’nin uzun vadede en önemli sorunlarından biri olan Kültürel Entegrasyon olacaktır. Kültürel entegrasyon diğer alanlardaki entegrasyon türlerine nispetle daha uzun zaman gerektiren bir sorundur. Bu nedenle bir ‘toplumsal süreç’ olarak kabul edilecektir. Bu süreçte Avrupa Birliği’nin avantaj ve dezavantajları gözler önüne serilmeye çalışılacak ve her bir safhada Türkiye’nin durumu incelenecektir. Avrupa Birliği devletler-üstü bir yapılanma olarak, benzer teşebbüslerin yaşayacağı en temel üç entegrasyonu eşzamanlı olarak yaşamaktadır. Bunlar kültürel entegrasyonun yanı sıra, ekonomik ve siyasi entegrasyonlardır. Devletler-üstü (supranasyonal veya transnasyonal) yapılanmalar için bu üç aşamadan hepsi de vazgeçilmezdir. Avrupa Birliği süreci, bütün bu entegrasyon aşamaları itibariyle topyekün bir incelemeye tabi tutulabileceği gibi, sadece birisinin ağırlıkta olduğu, diğerlerinin onu açıklamada yardımcı ve ikinci planda tutulduğu bir inceleme de yapılabilir. Bir makalenin sınırlarına bunlardan ancak birisi sığdırılabileceği için bu çalışmada sadece kültürel entegrasyonun merkezde olduğu bir inceleme yapılacaktır. Ekonomik ve siyasi entegrasyon süreçlerinden ise, kültürel entegrasyonu açıklamada yardımcı unsurlar olarak istifade edilecektir. Avrupa Birliği’nin entegrasyon süreci bugüne kadar ekonomik ve siyasi aşamaları itibariyle incelenmiş ama kültürel entegrasyona gerekli ağırlık verilmemiştir. Entegrasyonun güncel ve popüler yönleri olarak ekonomik ve siyasi aşamaları ön plana çıkmıştır. Bu çalışmada ise, AB entegrasyon sürecine kültürel entegrasyon merkezli bir yaklaşım sergilenecektir.
GİRİŞ
Avrupa Birliği (AB), 18 Nisan 1951’de Federal Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika ve
Lüksenburg’un Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT)’nu kurmaları ile başlamış devletler-
üstü bir entegrasyon sürecidir. Ekonomik, siyasi ve kültürel yapı bir devletin en temel üç
unsuru olduğu için AB devletler-üstü bir entegrasyon olarak bu üç unsurun üye devletler
arasında inşa edilmesine dayanır. Bu itibarla, AB oluşumunun en temel unsurları ekonomik,
siyasi ve kültürel entegrasyon süreçleri olarak belirginleşir.
AB oluşumuna ekonomik entegrasyon süreci noktasından bakılınca, 25 Mart 1957 yılında
Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)’nun kurulması önemli bir başlangıç olarak görülür. Bunu
30 Haziran 1968 yılında Avrupa Toplulukları arasında Gümrük Birliği tesis edilmesi takip eder.
Ekonomik entegrasyon süreci, 1 Temmuz 1998 yılında Avrupa Merkez Bankasının faaliyete
geçmesi ve nihayet 1 Ocak 2002’de Euro’nun ortak para birimi olarak 12 üye ülke arasında
tedavüle başlamasıyla ileri bir aşama kaydetmiştir.
∗ TASAM Siyasal ve Sosyo-kültürel Çalışma Grubu, Sosyoloji Uzmanı (2004).
2
Benzer süreci siyasi entegrasyon için de gözlemlemek mümkündür. Bu anlamda 7 Şubat
1992’de ortak dış politika ve savunma politikası perspektiflerine dayanan siyasi birliğin
kurulmasını öngören Maastricht Anlaşması önemli bir başlangıç olarak görülebilir. Bunu 1
Ocak 1995’te Avrupa Topluluğu yerine, Avrupa Birliği (AB) ifadesinin benimsenmesi takip
eder. Nihayet 12-13 Aralık 2002 Kopenhag Zirvesinde Türkiye’nin vetosunu kaldırmasıyla
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası yürürlüğe girmiştir. AB’de siyasi entegrasyon için en
ileri aşamayı, yeni üyelerin katılımıyla Haziran 2004’te 25 üyeli AB için yapılacak Avrupa
Parlamentosu seçimlerinin oluşturacağını düşünmek yanlış olmayacaktır.
AB’de entegrasyon süreci ekonomik ve siyasi yapıdaki bu önemli gelişmelerle ileri bir safhaya
gelmiştir. Bununla beraber, toplumsal altyapısı olmayan hiçbir ekonomik ve siyasi yapılanma
gerçekçi ve uzun ömürlü olamaz. Bu nedenle AB entegrasyonunun gerçekçi ve uzun ömürlü
olması, üye ülkeler arasında ekonomik ve siyasi alanların yanı sıra, kültürel alanda da tesis
edilecek entegrasyona bağlıdır. Kültürel entegrasyonun söz konusu önemine rağmen AB bu
sahada henüz kurumsal bir ilerleme kaydedebilmiş değildir.1 Bu ilerleme için öncelikle
kültürel entegrasyonun ne olduğunun açıklığa kavuşturulması gerekir. AB’nin ekonomik ve
siyasi alanlarda olduğu gibi, kültürel entegrasyonu da açıklayan resmi bir yaklaşımı söz
konusu değildir.2 Bilimsel çalışmalar ise, aynı şekilde yetersizdir. Bu çalışma AB’de kültürel
1 “AB bütünleşmesinin anahtarı” diye nitelendirilen AB kurumlarına bakıldığında kültürel entegrasyonu desteklemek üzere herhangi bir kurumsal düzenlemeye gidilmediği görülecektir. AB’nin 10 kurumu arasından sadece Ekonomik ve Sosyal Komite kültürel entegrasyonu destekleyebilecek bir görüntü vermekteyken, içeriğinin incelenmesi halinde bu kurumun da söz konusu amaca hizmet etmekten uzak olduğu anlaşılacaktır. Geniş bilgi için bak. www.deltur.cec.eu.int/abkurumlar.rtf 01.03.2004 2 Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği’nin internet adresinde çeşitli konularda AB’nin görüşlerini ifade eden kitap, broşür ve forum bildirilerinden oluşan binlerce sayfalık bilgi içerisinde kültürel entegrasyondan ne anlaşılması gerektiği ve bu anlamda neler yapılabileceğini açıklayan toplu bir bilgiye tesadüf etmek mümkün değildir. Mesela Dr. Klaus-Dieter Borchardt’a hazırlatılan 66 sayfalık “Avrupa Bütünleşmesi” broşüründe ekonomik ve siyasi entegrasyon hemen bütün yönleriyle incelenirken; kültürel entegrasyona değinilmemektedir. Geniş bilgi için bak. www.deltur.cec.eu.int/kitap/kbütünleşme.rtf 01.03.2004
Diğer taraftan, 1996’da yapılan Sosyal Politika Forumunun şekil ve amacı Avrupa Komisyonu sitesinde şöyle anlatılmaktadır: “27 - 30 Mart 1996 tarihleri arasında hükümet dışı örgütler (HDÖ) sosyal taraflar ve Komisyonu temsil eden yaklaşık 1000 kişi Avrupa Komisyonu tarafından organize edilen ilk Avrupa Sosyal Politika Forumu için bir araya gelmiştir. Forum, Komisyon (diğer AB kurumları ile birlikte) ile ekonomik ve sosyal hareket ile sosyal kaynaşma (kohezyon) alanlarında halka yakın örgütlenmeler ve aynı zamanda da sosyal diyalog sürecine dahil olan sosyal taraflar arasındaki etkileşim perspektifini geliştirmek amacına yönelik olarak düzenlenmiştir.” Bununla beraber forumda sosyal kaynaşmayı konu edinen, kültürel entegrasyonu anlatan önemli bir sunum olmamıştır. Sadece Futuribles International Başkanı Hugues de Jouvenel’in hazırladığı ve ancak çok az bir kısmı bu konu ile ilgili olan bir sunum olmuştur. Bu sunumda sosyal kaynaşma ve kültürel entegrasyon gelişim, değişim, dönüşüm ve uyum kelimeleri ile özetlenmiştir. Söz konusu özet ifadelerin, bu makalenin incelediği anlamda bir kültürel entegrasyonu değil, asimilasyon veya en azından akültürasyonu işaret ettiği ilerleyen aşamalarda görülecektir. Geniş bilgi için bak. http://www.deltur.cec.eu.int/kitap/sospol.html 01.03.2004
3
entegrasyonun ne anlama geldiğini toplumbilim temelinde ve uluslar arası ilişkiler
çerçevesinde açıklamayı konu edinmekle, söz konusu yetersizliğin giderilmesine bir katkıda
bulunmayı hedeflemiştir. Çalışmanın ilerleyen aşamalarında, AB’de kültürel entegrasyon
sürecini destekleyen faktörlerin neler olduğu ve kültürel entegrasyonun AB’ye üye ulusal
yapılar açısından ne ifade ettiği de tartışılacaktır.
1. Genel Olarak Entegrasyonun Tanımı ve Belli Başlı Entegrasyon Teorileri Entegrasyon denince akla işlev ve yapı olarak benzer birden fazla birimin, genellikle ortak
amaçlara daha kolay ulaşmak için bir araya gelmesi anlaşılır. Bir tanıma göre “Entegrasyon,
bir bütün halinde hareket etme kabiliyet ve potansiyeline sahip birimlerin, birlikte geliştirdikleri
dayanışma sürecidir.”3 Bu birimlerin, entegrasyonun şekline ve amacına göre ilk halini
koruması veya dönüşmesi mümkündür. Dönüşme durumunda, birimlerin ilk halinin
entegrasyonun hedefine uygunluk dereceleri farklı olacağı için, dönüşmenin boyutu da her
birimde farklı derecelerde gerçekleşecektir.
Bu çalışmada devletler arasındaki entegrasyon süreçleri ele alınacağı için, entegrasyonu
gerçekleştirecek ‘birim’lerden maksat modern manada ulus-devletlerdir. Devletler arasındaki
entegrasyonların temel üç süreci vardır: ekonomik, siyasi ve kültürel entegrasyon süreçleri.
Bütün süreçleri kapsayacak şekilde entegrasyonu, bir kısım ortak hedef ve amaçlar
bağlamında kategorize etmek mümkündür. Mesela, ortak dış hedeflere yönelen
entegrasyonlar, ortak düşmana karşı korunmayı esas alan entegrasyonlar ve ortak çıkar ve
bağımlılığa dayanan entegrasyonlar gibi. Bununla beraber entegrasyon terimi teorik olarak ve
daha kapsamlı bir şekilde iki temel kategoride incelenebilir. Birincisi Fonksiyonel ve ikincisi de
Normatif Entegrasyon şekilleridir.
Birinci tip entegrasyon şekli şöyle açıklanır: “Fonksiyonel bütünleşme teorisine göre toplum ya
da bir organizasyon, üniteleri arasındaki uzmanlaşmanın doğurduğu karşılıklı bağımlılık
sonucu ve bu bağımlılığın koordinasyonu yoluyla varlığını daha iyi sürdürebilir ve
bütünleşebilir.” Yine bu tanımın yorumuna göre, Avrupa Birliği, fonksiyonel modele göre
oluşturulmuş uluslar üstü bir organizasyon olarak görülebilir: “Organizasyonun kuruluş
3 Ömer G. İşyar, “Avrupa Örgütlenme ve Bütünleşme Arayışları Örneğinde Uluslararası Entegrasyon Modelleri” http://iktisat.uludag.edu.tr/dergi/2/goksel/goksel1.html 18.02.2004 s.1.
4
dönemindeki hedeflerine ve işleyiş mekanizmasına bakıldığında, fonksiyonel bir tarzda
yapılandırıldığı söylenebilir. Organizasyon, üyeleri ya da üye olacak topluluklar arasında önce
karşılıklı bir ekonomik ve çıkar ilişkileri tesis etmeyi hedeflemiştir. Böylece organizasyonel
bütünleşmede karşılıklı menfaat ilişkisi ön plana çıkarılmış ve ortak kültürel değerler şart
olarak öne sürülmemiştir.”4
İkinci tip entegrasyon modelinde ise, birliği sağlayacak esaslar şöyle sıralanır: “Normatif
teoriye göre, bir organizasyonun bütünlüğünü, devamını ve dengesini sağlamada en önemli
şey, o toplum ya da topluluk tarafından paylaşılan benzer değerler ya da ortak kültürel
mirastır. Normatif bütünleşme bağlamında kurulan uluslar üstü organizasyona en güzel örnek
belki de Birleşmiş Milletler (UN) teşkilatı gösterilebilir.”5
2. Kültürel Entegrasyonun Toplumbilimdeki Anlamı Avrupa Birliği’nin üye ulus devletler arasında tesis etmeye çalıştığı kültürel entegrasyon
süreci sosyolojik olarak nasıl ifade edilebilir? Sosyolojinin böyle bir toplumsal tecrübesi ve bu
toplumsal tecrübeye dayanan bir kuramsallaştırması var mıdır?
Kuramsal sosyolojide Avrupa Birliği’nin kültürel entegrasyonunu hatırlatan belli başlı üç terim
vardır. Bunlar: asimilasyon, akültürasyon ve Sosyal Bütünleşme (social integration)
terimleridir. Cevaplamaya çalışacağımız soru, bu terimlerin ifade ettiği toplumsal süreçlerden
hangisinin AB’nin gerçekleştirmeyi hedeflediği ve üye devletlerin kültürleri arasında
benzeşmeyi veya en azından dayanışmayı ifade eden kültürel entegrasyon projesi ile bir
paralellik arz etmekte olduğudur. Hangisi ile AB’nin kültürel entegrasyonu projesi arasında bir
teori-pratik, kuram-gerçeklik ilişkisi vardır? Soruların cevabına yukarıdaki üç terim açıklanıp
AB kültürel entegrasyon sürecine uygulanmak suretiyle ulaşılmaya çalışılacaktır.
Asimilasyon: Sosyologlar bu terimi, “…azınlık grubun ana grupla sosyal mesafeye dayanan
özelliklerinin ve hayat tarzının hakim gruba uydurulması süreci” şeklinde tanımlamakta ve
tanımın devamına daha kolay anlaşılabilmesi bakımından “Asimilasyonda kültürel baskı ve
zorlama aranır”6 şeklinde ilave bir şart koymaktadırlar. AB’ye üye ülkeler arsında tesis
4 Mimar Türkkahraman ve Şenol D. Çevik, “Normatif ve Fonksiyonel Bütünleşme Bağlamında Avrupa Birliği ve Türkiye”, Yeni Türkiye Avrupa Birliği Özel Sayısı, (36) s.859. 5 Mimar Türkkahraman ve Şenol D. Çevik, a.g.m, s.859. 6 Mustafa E. Erkal, Etnik Tuzak, Turan Kültür Vakfı 2. Baskı İstanbul 1993 s.117.
5
edilmeye çalışılan kültürel entegrasyon sürecinin toplumbilimsel olarak asimilasyon terimi ile
tarif edilemeyeceği ortadadır. Bu sürecin asimilasyon olarak nitelendirilmesine üç engel
vardır. İlk olarak, AB’de her hangi bir üyenin kültürü en azından açık bir şekilde başat kültür
olarak kabul edilip, bunun baskın konumu karşısında diğer üye toplumların kültürleri
eritilmeye çalışılıyor değildir. İkinci olarak, asimilasyonda eritme sürecini baskın kültürün
sahibi ve aynı zamanda siyasi irade olan otorite uygular. Halbuki AB’de üye ülkelerden birinin
kültürüyle özdeş hakim bir siyasi irade de yoktur. Son olarak, asimilasyon, milli kültür
bünyesinde onun alt kültürlerle ilişkilerinde söz konusu olabilecek bir sosyolojik olgudur.
AB’de ise ne böyle bir üst kültürel yapı ve ne de alt kültürler söz konusudur. Dolayısıyla
AB’nin üye ülke kültürleri arasında tesis etmeye çalıştığı kültürel entegrasyonu asimilasyon
terimi ile açıklamak mümkün değildir.
Akültürasyon: Sosyologlara göre akültürasyon: “…bir grup veya ferdin başka bir kültürün
özelliklerini elde etmesi demektir. …bir grubun bazı kültür özeliklerinin, benzeşme sonucu,
diğer bir grupla doğrudan doğruya ve sürekli temas sebebi ile değişmesini ifade eder.
Akültürasyon halinde doğrudan doğruya ve uzun süre ile temasa gelmiş bulunan her iki
sosyal grubun orijinal kültür örneklerinde değişiklikler meydana gelir. …akültürasyonda ilk
olay kültürlerin karışmasıdır.” İkinci önemli nokta ise: “…grubun orijinal kültüründeki
değişiklik”lerin “egemen kültürün etkileri altında”7 gerçekleşmesidir.
AB bünyesinde hedeflenen kültürel entegrasyonun, birinci terimimiz asimilasyona nazaran
ikinci terimimiz akültürasyona daha uygun düşebileceği söylenebilir. Uyumlu noktalar iki
maddede toplanabilir. Öncelikle asimilasyonda olduğu kadar bir baskın kültür belirgin değildir.
İkinci olarak, tek taraflı bir erime veya eritme değil, karşılıklı benzeşme vardır. Buna karşılık
uyuşmayan noktalar da iki maddede özetlenebilir. Birincisi, asimilasyonda olduğu kadar
olmasa dahi burada da bir hakim kültür vardır. Oysa AB’de böyle bir durumdan da
bahsedilemez. İkincisi, asimilasyonda olduğu gibi bu terim de millet yapısı ve milli kültür
bünyesindeki bir sosyal olguyu ifade etmek için geliştirilmiştir. Akültürasyon hemen her
bakımdan karşılıklı eşit konumdaki ulus devletler altında toparlanmış toplumların ve
kültürlerin arasında gerçekleşecek bir kültürel entegrasyon sürecini ifade etmek için
geliştirilmiş değildir. Dolayısıyla bu süreci akültürasyon terimiyle de ifade etmek ve böylece bir
sosyolojik zemine oturtmak imkanına sahip değiliz.
7 Sulhi Dönmezer, Toplumbilim, Beta Yayınevi, İstanbul ts. s.121.
6
Sosyal Bütünleşme: Bu terim Erkal’e göre dört şekilde tanımlanabilir. Birincisi: “…(boy,
kabile, aşiret, cemaat v.b.) mensubiyet duygusunun aşılarak milli topluma dahil olunduğunun
fark edilmesidir.” İkincisi: “…fertlerin veya sosyal grupların dünya görüşleri arasındaki
farkların, cemiyetteki milli kültürden minimum seviyede inhiraf etmiş olması halidir.”
Üçüncüsü: “Sosyal gruplar arasındaki sosyal mesafenin, cemiyetin işleyen bütününü
aksatmaması haline de sosyal bütünleşme denebilir” şeklindedir. Dördüncü ve son tanım ise,
“Bütünleşme, işleyen bir bütüne ve sosyal sisteme sahip olabilmek için sosyal sistemin
parçalarının birbirleriyle uyum sağlamalarıdır”8 şeklindedir.
Bu tanımlardan anlaşılacağı üzere sosyal bütünleşme terimi, AB’nin kültürel entegrasyonunu
toplumbilimsel olarak ifade edebilmek için en uygun terimdir. Asimilasyon ve Akültürasyon
terimlerine kıyasla Sosyal Bütünleşme teriminin sadece bir olumsuz durumu vardır ki oda
şudur, bu terim de aslında diğerleri gibi (Sosyoloji bilimi ulus-devletin oluşumu sürecinde
doğduğu için) ulus devlet ve ulus toplum içi sosyal hadiseleri tanımlamak için geliştirilmiştir.
Avrupa Birliği’nin hedeflediği anlamda ulus devletlerin kültürleri arasında bir entegrasyon
sağlama noktasından bakılınca, terim mahiyet ve işlev olarak uygun olup süreç ile örtüşmekte
ama ölçek olarak mikro düzeyde kalmaktadır. Sosyal Bütünleşme terimin AB kültürel
entegrasyon süreciyle uyumlu taraflarına geçmeden evvel, bahsettiğimiz tek uyumsuz
yönünün makro düzeyli çalışmalardaki bütün diğer sosyolojik terimlerde de giderilebilmesi
adına, sosyolojinin kuramını değişen dünya şartlarına uyarlanması gereği ifade edilmelidir.
Uluslararası düzeyde ilişkilerin yoğunlaşıp karmaşıklaştığı bir dünyada, ulus üstü oluşumların,
faaliyetlerin, yapılanmaların daha sağlıklı incelenebilmesi adına bir ‘Küreselleşme Sosyolojisi’
alt disiplininin sosyoloji içinde kuramsallaştırılması gerektiği anlaşılmaktadır. Bazı
Küreselleşme teorisyenlerinin ifade ettiği ‘makro sosyoloji’9 belki buna işaret etmekte ama
içinin henüz doldurulmadığı da açıkça görülmektedir.10 Bu önemli parantezin ardından sosyal
bütünleşme teriminin AB’de kültürel entegrasyon sürecini ifade etme gücüne ve bu süreç ile
uyumlu noktalarına geçilebilir.
Sosyal Bütünleşme terimi ile ilgili olarak yukarıda yapılan dört tanımdan AB kültürel
entegrasyon sürecine daha uygun olabilecek son üç tanım incelenebilir. Bunlardan “…sosyal
8. Aktaran: Mustafa E. Erkal, Sosyoloji (Toplumbilimi), Der Yayınevi, İstanbul 1999 s. 267. T. Caplow., Elementary Sociology, New York, 1965 16-17 9 Janet Abu-Lughod, “Küreselleşme Üzerine Tartışmalarda Gevezeliğin Ötesine Geçmek”, Ed., King D. Anthony, Kültür, Küreselleşme ve Dünya-Sistemi (Çev. Gülcan Seçkin-Ümit Husrev Yolsal), Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1998 s. 167. 10 Nadir Sugur, “Küreselleşme Üzerine Sosyolojik Bir İnceleme”, Birikim (73) Mayıs 1995 s.63.
7
grupların dünya görüşleri arasındaki farkların cemiyetteki milli kültürden minimum seviyede
inhiraf etmiş olması halidir” tanımındaki unsurları ‘Kürselleşme Sosyolojisi’ne diğer ifadeyle
‘Makro Sosyoloji’ye uyarlayarak ölçek büyütecek olursak, sosyal bütünleşme tanımındaki
“sosyal gruplar” ulus devletlere ve onların toplumlarına, kültürlerine; “cemiyetin milli kültürü”
de ulus üstü yapılanmalara, birlikteliklere ve birliklerin bünyesinde oluşturulmaya çalışılan
entegrasyon, insicam ve uyuma işaret eder. Dolayısıyla tanımdaki sosyal gruplar, AB
entegrasyon sürecinde üye devletlere ve onların toplumlarına, kültürlerine; yine tanımdaki
‘cemiyetin milli kültürü’ ifadesi de Avrupa Birliği kültürel entegrasyonu çerçevesinde ifade
edilen üst kültürel kimliğe ve Avrupalılık bilincine tekabül eder. Böyle olunca ‘sosyal
bütünleşme’ terimi gereği, Avrupa Birliğine üye ulus devletlerin toplumsal kimlik ve kültürel
özellikleri itibariyle, AB’nin kültürel kimlik ve bilincinden ancak minimum düzeyde farklılık
göstermeleri hali, Avrupa Birliği Sosyal Bütünleşmesini ifade etmiş olacaktır.
Sosyal bütünleşme teriminin ikinci tanımındaki “…sosyal gruplar arasındaki sosyal
mesafenin, cemiyetin işleyen bütününü aksatmaması hali…” ifadesi, aynı eşleştirmeler, ölçek
büyütmeler burada da geçerli olmak üzere, AB’ye üye devletlerin AB ile aralarındaki
toplumsal ve kültürel mesafenin AB kültürel entegrasyonunu, sosyal işleyişini ve işleyen
bütününü aksatmaması hali de yine aynı şekilde Avrupa Birliği’nin kültürel entegrasyon
sürecini sosyolojik bir terimle “sosyal bütünleşme” olarak ifade etmemizi sağlayacaktır.
Sosyal bütünleşme teriminin son tanımındaki “işleyen bir bütüne ve sosyal sisteme sahip
olabilmek için sosyal sistemin parçalarının birbirleriyle uyum sağlamaları” ifadesi, AB’ye üye
devletlerin AB’yi siyasi ve ekonomik olarak güçlü, inisiyatif sahibi, fonksiyonel bir toplumsal
bütün kılma adına, iç sosyal yapıda toplumsal olarak uyumlu ve geçimli olmaları, AB idealinde
siyasi ve ekonomik olarak uzlaşmalarına, kültürel olarak da asgari müştereklerde
buluşmalarına tekabül eder. Anlaşılacağı üzere, AB kültürel entegrasyonu projesi sosyolojik
bir terimle ve en az eksikle “Avrupa Birliği Sosyal Bütünleşmesi” (ABTB) olarak ifade edilebilir.
Avrupa Birliği Sosyal Bütünleşmesinin gerçekliğinden ise ancak üye devletler ve kültürel
entegrasyon ideali arasında, sosyal bütünleşme teriminin birinci, ikinci ve üçüncü tanımlarına
uygun bir paralellik olması halinde bahsedebilir. Bunun bugün ne kadar gerçekleştirilmiş bir
hedef olduğu veya hangi gelecekte asgari düzeyde tamamlanacağı ayrı bir konudur ve
kısmen çalışmanın devamında cevaplandırılmaya çalışılacaktır. Burada ifade edilmesi
gereken, yapılan bu analiz sonucunda en başta sorulan sorunun cevabına ulaşıldığıdır.
AB’nin kültürel entegrasyonu, sosyoloji terminolojisinde kendi ismini ‘Avrupa Birliği Sosyal
8
Bütünleşmesi’ olarak bulur. Bu sosyal bütünleşmenin, fonksiyonel mi yoksa normatif mi
olduğu diğer bir sorudur.
Avrupa Birliği’nin bugünkü hedefleri, fonksiyonel bütünleşme metodu ile elde edilebilecek
hedefler olmaktan çok ötedirler. Bu aşamada AB’nin farklı bir bütünleşme prensibi
benimsemesi gerekiyordu ki, onu da bugün uygulamaya koymuş görünmektedir. Gözlemciler
AB entegrasyon sürecindeki bu dönüşüme şöyle işaret etmektedirler: “Başlangıçta üye
toplumlar arasında ekonomik kalkınmayı gerçekleştirerek, üye ülkelerin halklarının refah
düzeyini yükseltmek amacıyla fonksiyonel bir bütünleşme çerçevesinde kurulan AET, artık AB
(EU) olma yolunda yeni bir sürece girmiştir. Bu yolda bütünleşmeyi sağlamak için ise AB,
fonksiyonel olmaktan çok, normatif bir bütünleşme metodunu devreye sokmuştur.”11
AB kültürel entegrasyonu hedeflemekle, toplumbilimsel bir ifade ile AB’ye üye ülkeler
arasında fonksiyonel bütünleşmeyi de geride bırakıp, normatif bütünleşme aşamasına
geldiğinin işaretini vermektedir. Normatif Entegrasyon aşamasını ise, ‘AB Kültürel
Entegrasyonu’ ifadesini de karşılayacak biçimde, ‘Avrupa Birliği Toplumsal Bütünleşmesi’
(ABTB) olarak ifade etmek bilimsel terminolojiye daha uygun olacaktır. Bu tespitin yapılmış
olması, çalışmanın seyri bakımından son derece önem arz etmektedir. Bu sayede, öncelikle
AB bütünleşme süreci sağlıklı bir şekilde tanımlandığı gibi, diğer taraftan geleceğe dönük
perspektifi de daha rahat okunabilecektir. Zira bu yeni aşama, Birliğin genişlemesini de son
derece yakından ilgilendirebilecektir. Bu bağlamda Türkiye ile ilgili yaklaşımların sağlıklı olup
olmama durumunun da, bu tespitin yapılmasıyla yakından ilgili olduğu, çalışmanın ilerleyen
aşamalarında daha iyi bir şekilde anlaşılacaktır.
3. Avrupa Birliği’nde Entegrasyonu Destekleyen Faktör ve Politikalar Fert fert insanlar için kısa vadede günlük davranışların, orta vadede hayat kalıplarının ve
uzun vade de kişiliklerin değişeceği genel bir kaide ve tecrübedir. Toplumlar için de bu kural
geçerlidir. İnsanın değişen bu yönlerini toplum ölçeğinde sırasıyla ekonomik yapı, siyasi yapı
ve kültürel yapı ile eşleştirecek olursak, devletler arası entegrasyonda da toplumun değişim
esnekliğine uygun olarak önce ekonomik yapı, sonra siyasi yapı ve en sonra da kültürel yapı
bütünleşmeye ayak uydurur. Bunlar birer süreç olarak düşünülürse, sürecin tamamlanması
değil, entegrasyonun hedefine uygun hale gelmesi söz konusu olabilir. Yoksa ne ekonomik
11 Mimar Türkkahraman ve Şenol D. Çevik, a.g.m, s.860.
9
ne siyasi ve ne de kültürel yapı tamamen entegrasyonun içinde eriyip yok olmaz. Bununla
beraber kaynağını insandan ve toplumdan alan değişebilme esnekliği gereği, entegrasyona
en fazla ayak uydurabilen doku, ekonomik yapı olur. Ardından da diğer ikisi gelir. Kültürel
Yapı, bu süreçte değişme esnekliği en az yapı olarak, hem entegrasyona en geç ayak
uyduran ve hem de ilk haline nispetle, en az değişime uğrayan süreci temsil eder. Bu nedenle
kültürel yapı, entegrasyon sürecinde değişim seyri en zor gözlemlenebilen süreçtir. Anketler
ve kısa zaman aralığına hitabeden gözlem yöntemleri bu süreci izlemek için sağlıklı bilgi
vermeye yeterli değildir. Bu yöntemler sadece destekleyici birer veri kaynağı olarak
kullanılabilir. Esas önemli yaklaşım tarihsel sosyolojik yaklaşımdır. Yani olayların tarihteki
anlamına bağlandığı, tarihsel perspektifle birlikte yorumlandığı yaklaşımdır. Bu çalışmada
daha çok bu yöntem ağırlıklı olacaktır. Bununla beraber tarihsel yorumdan dolayı, meydana
gelen yeni fakat köklü gelişmeleri görememe durumundan da olabildiğince uzak durulacaktır.
İnsanların bir araya gelip, ortak bir eylemde bulunmaları ve ortak bir yapı meydana
getirebilmeleri için bu insanlar arasında birtakım ortak çıkarların, müşterek değerlerin
bulunması gerekir. Bu çok genel bir kaidedir. Her ne kadar toplum, fertlerin matematiksel
toplamı olmayıp, ayrı ve kendine özgü bir şahsiyete sahipse de, yukarıdaki kural birbirinden
farklı toplumlar için de geçerlidir. Yani bir toplumun bir araya gelebilmesi için, bu toplumu
meydana getiren toplum altı fert ve sosyal grupların arasında ortak bir çıkar ve yine onlar
arasında müşterek değerlerin varlığı şartı aranacaktır. Bu birlikteliğe çeşitli toplumbilimciler
sosyal tekamül demekte ve sosyal tekamülün en olgun ve ideal safhası olarak da milli yapıyı
görmektedirler. Milli yapı ne kabile ve aşiret benzeri millet altı sosyal gruplarda olduğu gibi
tamamen kan bağına dayalı ve ne de bu bağdan tamamen yoksun bir toplumsal yapıdır.
Buna ilave olarak milli yapı, kültür ve tarihi tecrübeleri de içeren kompleks ve o nispette
kararlı bir sosyal birlikteliktir.
Bugün dünyanın siyasi yapılanması da bu toplum tipini esas alan bir yapılanmadır. Ulus-
devlet diye ifade edilen siyasi örgütlenme şekli, aslında millet esasına dayalı toplum
safhasının siyasi alandaki örgütlenmesi olup, millet yapılanmasının, sosyal tekamülün en
olgun ve kararlı safhası olduğunun da bir delilidir. Günümüzde bu siyasi yapının meydana
getirilebilmesi için nasıl önce bir millet bütünleşmesine ihtiyaç varsa; ulus-üstü bir siyasi
yapılanma için dahi asgari bir toplumsal bütünleşmeye ihtiyaç vardır. Millet bütünleşmesinde
bunu genel hatlarıyla ortak tarih, vatan, kültür ve ortak çıkarlar sağlarken; ulus-üstü toplumsal
bütünleşmede yine bunlara karşılık gelebilecek asgari ortak değerler aranır. Bu asgari ortak
10
değerlerden kasıt ortak coğrafya, aynı kültür kuşağına mensup olma, aynı medeniyet
dairesinde bulunma, ortak bir tarihe sahip olma gibi müştereklerdir. Millet bütünleşmesi,
bunun altındaki kavim, aşiret, soy, sop benzeri alt sosyal yapıları kapsadığı ve temsil ettiği
gibi; ulus-üstü bir toplumsal bütünleşme de bunun altında kalacak milli yapıları kapsayıp,
koruyacak ve temsil edecek nitelikte olmalıdır. Bu tür bütünleşme, millet üstü toplumsal
bütünleşme için en ortalama bağlayıcılıktaki bütünleşme derecesidir. Bunun altında seyreden
bir bağlayıcılıktaki değerlere işaret eden ulus-üstü birleşme tasarlanabileceği gibi (mesela
sadece komünist ideolojiyi benimseyen ülkeler birliği); bunun üstünde seyreden bağlayıcılığa
işaret eden bir ulus-üstü birleşme de tasarlanabilir (mesela Ortodoks Slav birliği veya
Müslüman Arap birliği gibi). Bununla beraber, birincinin sürdürülmesi, ikincinin de
oluşturulması çok zor olacaktır. Bu çalışma, Avrupa Birliği’ni ortak değer ve tecrübelere sahip
toplumların bir araya gelmesiyle oluşturulan ‘ortalama bağlayıcılığa sahip birliktelik’
kategorisindeki ulus-üstü oluşum olarak ele alacaktır. AB’de kültürel entegrasyonu ise, birliği
meydana getiren farklı kültürlerin, bu kültürlerden biri veya yepyeni bir kültür altında eritilmesi
şeklinde anlamayacaktır. Aksine bu çalışma AB’de kültürel entegrasyonu, kültür
değişmelerinin yoğunlaşmasıyla kültürel yakınlaşmaların artıp toplumsal zıtlık ve
düşmanlıkların aşılmasını içeren toplumsal bütünleşme terimine uygun bir milletler üstü
toplumsal bütünleşme olarak inceleyecektir.
Bu düşünceden hareket edildiği zaman, Avrupa Birliği ulus-üstü yapılanmasının
gerçekleşmesi için, onu meydana getiren ulus-devletlerin, millet seviyesindeki bir birlikteliği
sağlayan asgari şartlardan sırasıyla, vatana tekabül eden bir ortak coğrafyaya, milli tarihe
tekabül eden bir toplumlar tarihine, milli kültüre tekabül eden bir toplumlar arası kültüre veya
aralarındaki kültürel yakınlığın başka kültürlerle olandan daha fazla olmasına, ortak çıkara ve
nihayet ortak bir gelecek ümidine ihtiyaç vardır. Her ne kadar ulus-üstü yapılanmada birliği
sağlayacak ortak değerlerden her biri ulus-devlet için geçerli olan ortak değerlere nispetle,
ortak değer olma kudretinden bir şeyler yitirecekse de, asgari müşterek ve minimum seviyede
bir sosyal bütünleşme için bunlar şarttır. Her bir unsurdaki bu değer kaybından dolayı, ulus-
üstü bir toplumsal bütünleşmenin, ulus bazındaki bir millet bütünleşmesi kadar kuvvetli
olmayacağı açıktır. Ulus-üstü toplumsal bütünleşme düzeyindeki bu nispi zaafiyet, aynı
zamanda ulus-devlete nispetle daha zayıf olacak bir ulus-üstü siyasi yapılanmaya da işaret
eder. Avrupa Birliği toplumsal bütünleşmesinin sonucu olabilecek bir ‘Avrupa Toplumu’ ile
siyasi bütünleşmesinin meyvesi olabilecek bir ‘Avrupa Birleşik Devletleri’ olgusunu da bu
‘kudret zaafiyeti’ çerçevede düşünmek gerekir. Buna göre, ne ortaya çıkacak Avrupa
11
‘toplumu’ AB’ye üye her hangi bir toplum kadar kararlı bir kültürel yapı sergileyebilecek ve
nede kurulan AB ‘devleti’ üye herhangi bir devlet kadar kudretli siyasi bir yapı olabilecektir.
Avrupa Birliği ulus-üstü siyasi yapılanmasının ulus düzeyli bir siyasi yapılanmaya nispetle
ihtiyaç duyacağı ortak değerleri, ulus-üstü toplumsal bütünleşme merkezli bir düşünce ile
incelemek gerekirse, ihtiyaç duyulan bu değerleri ‘Sabit Faktörler’ ve ‘Değişken Faktörler’
olmak üzere iki kategoride incelenmek mümkündür.
3.1. Sabit Faktörler 3.1.1. Ortak Din Faktörü Millet düzeyinde bir toplumsal bütünleşme için din kurumunun önemi ne ise, millet-üstü bir
toplumsal bütünleşme için de dinin önemi yaklaşık olarak odur. Dinden maksat, Avrupa Birliği
için Hıristiyanlıktır. Her bir AB üyesi milletin, kendi toplumsal bütünleşmesinde Hıristiyanlığın
yeri ne ise, bütün AB üyelerinin paylaştığı ortak bir değer olarak bu dinin, bir üst
bütünleşmeye işaret eden Avrupa Birliği Toplumsal Bütünleşmesi (ABTB) için önemi de odur.
Bir fark var ki, oda mahiyet farkı değil, işlevin derece farkıdır. Hıristiyanlığın, ABTB için önem
ve rolü, Avrupalı milletlerin her birinin kendi milli bütünlüklerinin sağlanmasındaki rolü kadar
büyük ve belirgin değildir.
Avrupa kıtasındaki toplumlar, Hıristiyanlıktan önceki evrensel dinlerden hiçbirinin tesir
sahasına girmiş değillerdi. İlk kez Hıristiyanlık vesilesiyle bir evrensel dinle tanıştılar ve
Hıristiyanlık Avrupa’yı bir evrensel din çatısı altında toparlayan ilk din oldu. Bundan önceki
parçalı ve geleneksel dinler yapısı, aynı zamanda Avrupa için daha parçalı bir kültürel yapıya
da işaret ediyordu. Dinlerin, yeni bir hayat nizamı olmak itibariyle, farklı kültürler için toplumsal
hayatta uygulanmak üzere sabit bazı değer ve ritüeller sunduğu bir gerçektir. Yeni din, yeni
bir kısım değerler sunarken, eski olup da dinin ruhuna uymayan bazı değer ve uygulamaları
da yasaklama veya sınırlama eğilimi içerir. Bunlar bir dinin hakim olduğu toplumda yeni bir
kültürel değişme süreci başlatır ki, Hıristiyanlaşan Avrupa da bu süreci mutlak surette
yaşamıştır. Bunun anlamı, Avrupalı farklı kültürlerin sivri bazı yönlerinin, Hıristiyanlık
çerçevesinde törpülendiği ve bu yönler itibariyle bir birine benzediğidir. Dolayısıyla
Hıristiyanlık, Avrupalı toplumların kendi kültürleri üzerinde ortak bir Hıristiyan dini hayat
kültürü edinmelerini sağlamıştır diyebiliriz. Hıristiyanlığın diğer tesiri de farklı kültürlerden ama
12
aynı dinden (Hıristiyanlığa mensup) toplumlar arasında kültürel bir direnç olmaksızın
bulunabilen ortak bir unsur olarak, bu farklı kültürden toplumlar arasında kültür değişmelerini
ve kültür alışverişlerini hızlandıran bir etkiye sahip olmasıyla ortaya çıkar. Hıristiyanlığın bu
rolü sayesinde Avrupalı farklı kültürlerin kendi aralarında bir kültürel benzeşme sürecine
girdikleri ve birbirlerine yaklaştıkları söylenebilir. Bu durum AB’nin bugün daha kolay bir
kültürel entegrasyonu da içeren toplumsal bütünleşme süreci yaşamasını sağlamaktadır.
Bugün için Hıristiyanlık sayesinde meydana gelen kültürel yakınlaşma AB’nin dayandığı ortak
bir değerdir. AB bünyesinde daha ileri bir kültürel entegrasyon için önemli bir alt yapı ve
avantajdır.
Türkiye’nin Durumu: Türkler tarihin hiçbir devrinde toplu olarak Hıristiyanlığa dahil
olmamışlardır. Tarih içerisinde Türk boyları göz önüne alındığında, Hıristiyanlığa giren
Türklerin çok azınlıkta kaldığı görülür. Sadece Hazar Hakanlığında bazı Türk boylarından bu
dine girenler olmuştur. Bunun yanı sıra kayda değer diğer Hıristiyanlaşma Türk boylarından
Karadeniz’in kuzey istikameti yoluyla Avrupa’ya giden Uz(Oğuz)’lar, Peçenekler, Kıpçaklar,
Avarlar, Hunlar ve Tuna Bulgarlarında görülmüş olup, bu Türkler birkaç asır içinde çeşitli
sebeplerin tesiriyle asimle olmuşlardır.12 Bugünkü Türkiye Türkleri ise tarihin hiçbir devrinde
Hıristiyanlığa girmediği gibi; Büyük Selçuklu Devletinden beri Hıristiyan Avrupa’yı temsil eden
çeşitli ordulara karşı savaşan ve İslam’ı koruyup, muhafaza eden Türkleri temsil ederler.
Dolayısıyla Türkiye Türkleri bakımından din vasıtasıyla Avrupalı kültürlerle bir kültürel
etkileşime girme söz konusu olmadığı gibi; üstelik din kaynaklı bir kültürel uzaklaşma ve
kutuplaşma söz konusudur. Bu din kaynaklı uzaklaşma ve kutuplaşmayı Türkiye’nin AB ile
kültürel entegrasyonu, yani bunu da içeren daha kapsamlı ve daha doğru bir ifade ile
Türkiye’nin AB ile Toplumsal Bütünleşmesi önünde olumsuz bir unsur olarak
değerlendirebiliriz. Nitekim “…bizzat Avrupalı yetkililer ‘Avrupa’nın değişmez Hıristiyan
karakteri’ ile ‘Türkiye’nin değişmez Müslüman karakteri’nin bu entegrasyonda büyük sorunlar
doğuracağından endişe etmektedirler.”13
3.1.2. Ortak Tarih ve Medeniyet Faktörü
12 Ünver Günay, ve Harun Güngör, Başlangıçtan Günümüze Türklerin Dini Tarihi, Ocak Yayınları, Ankara 1997 ss. 140-160. Ayrıca bak. Özkan Açıkgöz, “Din Değiştiren Türkler Kimliklerini de Yitirirlerken İslam’a Girenler Nasıl Türk Olarak Kalabildiler” Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi (126) 13 Ali Bulaç, Avrupa Birliği ve Türkiye, Eylül Yayınları, İstanbul 2001 s.99.
13
Bir toplumun millet seviyesinde bir bütünleşmeye ulaşması için ortak tarih ve medeniyetin rolü
ne ise, millet-üstü bir toplumsal bütünleşme için de rolü ve önemi, azalan derece farkıyla
beraber yine odur. Milli bütünleşmedeki tarih ve medeniyet birlikteliğinin, AB üyesi toplumlar
arasında yine ortak tarih ve medeniyet bağına tekabül ettiği söylenebilir.
Avrupalı toplumların özellikle ulus-devletlerden önceki tarihleri, hepsinin de kendinden bir
şeyler bulabileceği bir tarih olma özelliği arz eder. Eski Yunan, Roma İmparatorluğu, ardından
sırasıyla Marovenj ve Karolenj dönemleri, Bizans ve Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu ve
diğerleri bir kısmı siyasi, bir kısmı ticari ve bir kısmı da kültürel olarak az çok Avrupa’nın
bütününe tesir eden ve bugünkü Avrupalı toplumların her birinin bir ölçüde sahiplenebileceği
ortak tarih ve medeniyetin yapıcılarını temsil ederler. Bu anlamda bir tarihsel birlik vardır. Bu
tarih periyodu içinde Avrupalı farklı kültürler birbirleri ile sıkı bir etkileşime girmişler ve ortak
tarihin ürünü olan bir ortak kültür ve medeniyet meydana getirmişlerdir. Diğer taraftan yine bu
ortak kültür ve medeniyetin ortamında meydana gelen, hepsinin Avrupa’yı güçlü bir şekilde,
bir kısmının da bütün dünyayı değişen derecelerde etkilediği önemli toplumsal olaylar zinciri
vardır. Bunlar Feodal Toplum olgusu, Rönesans, Reform ve Aydınlanma hareketleri, meşruti
yönetime dönüşüm süreçleri, Sanayileşme İnkılabı ve Fransız İhtilali gibi olay ve olgular. Bu
olay ve olgular ekonomik, dini, siyasi, kültürel ve teknolojik anlamda toplumu her yönüyle
kapsayan tecrübeler olarak hepsinin de Avrupalı kültürleri kendi potasında dönüştüren bir
etkisi söz konusudur. Bu etki, Avrupalı toplumlara bir Avrupalılık bilinci vermekte ve bu bilinçle
kültürler arasında bir yakınlaşmaya vesile olmaktadır. Diğer yandan, Avrupa medeniyetine
mal olmuş öyle kültür varlıkları vardır ki, bunlar bütün Avrupa toplumlarınca ortak Avrupa
kültür varlığı olarak görülmekte ve öyle sahip çıkılmaktadır. Mesela Venedik kenti,
Beethoven’ın müziği ve Shakespeare’ın oyunları bunlardandır. Bu perspektiften bakılınca,
ortak tarih ve medeniyet faktörü Avrupa Birliği Kültürel Entegrasyonu yani ABTB için önemli
bir kolaylaştırıcı işleve sahiptir.
Türkiye’nin Durumu: Türkler, Osmanlı Devletiyle Avrupa’nın Viyana’ya kadar olan topraklarını
yüzyıllarca yönetmekle, Avrupa tarihine dahil olmuşlardır denebilir. Bir çok tarihçi gibi İlber
Ortaylı da, Osmanlının 1358’de Edirne’yi fethinden beri Türklerin Avrupalı olduğunu söyler.14
Türkler, Doğu Avrupa’yı bu süre içinde bizzat yönetmek ve Batı Avrupa’nın da gelişimini
14 İlber Ortaylı, “Avrupalılar İçlerinde Müslüman Bir Kültür İstemiyorlar; Peki Biz Niye Protestan Bir Kültürü İsteyelim?”, Türkiye Günlüğü, (49) Ocak-Şubat 1998 s.32.
14
şekillendirmekle, Avrupa tarihinde önemli bir yer işgal ederler.15 Bununla beraber, Türkler
Avrupa tarihine dahil sayılmadıkları gibi; bu tarihin meydana getirdiği varsayılan bir
medeniyetin parçası da görülmemişlerdir.16 Bununla beraber Türk kültürü ve Avrupalı kültürler
arasında yakın temas hep canlı kalmıştır. Buda Avrupalı kültürlerle Türk kültürü arasında
kültür unsurlarında benzeşme ve kültür ürünlerinde sürekli bir alışveriş sürecini aktif
tutmuştur. Türkiye Türkleri, bu yakın tarihi ve medeni temas nedeniyle ne diğer Müslüman
kültürler kadar ve ne de Asya Türkleri kadar Avrupa kültürüne uzak kalmışlardır. Üstelik, 18.
yüzyılda başlayan canlı bir Batılılaşma ve Avrupaileşme hareketi, üsten aşağı inen, seçkinci
bir yaklaşımla da olsa, Türk toplumuna, Avrupalı kültürlerle yakın bir temas kurma imkanı
sağlamıştır. Türkler bu süreç içinde diğer Türklere ve diğer Müslüman kültürlere nispetle,
Avrupa kültürlerine daha yakın olmuşlardır.17 Dolayısıyla Avrupalı toplumların tarafından
bakınca, Türkler tarih ve medeniyet olarak Avrupa’nın uzağında (doğusunda) ama diğer
coğrafyalardaki Türkler ve Müslümanlar açısından düşünülünce de onun yakınındadırlar.
Ortak Tarih ve Medeniyet unsuru, AB ve Türkiye arasında tesis edilecek toplumsal
bütünleşme için bu nispette karmaşık bir rol oynamaya aday faktördür.
3.1.3. Ortak Coğrafya Faktörü Bir toplumun millet seviyesinde bir bütünlük meydana getirebilmesi için vatan birliği ne ise,
millet-üstü toplumsal bütünleşme için de coğrafya birliği odur. Dünya tarihi, aynı milletten
toplumların büyük oranda vatan farklılığından dolayı aynı çatı altında toplanamadıklarının
örneğini verdiği gibi; aynı kültürü paylaşmasalar da farklı milletlerden toplumların coğrafya
birliğinden dolayı birleşik bir yapılanmayı tercih ettikleri tecrübesini de bize göstermiştir.
Coğrafya birliğinin, toplumların hayatında bu denli pratik bir önemi vardır. Avrupalı toplumlar
için de bu gerçek aynen geçerlidir. Her birinin kendi milli bütünlüğünü sağlamadaki vatan
birliğinin birleştirici ve bütünleştirici rolü, onlar için millet-üstü toplumsal bir bütünleşme olan
Avrupa Birliği Toplumsal Bütünleşmesinde (ABTB) coğrafya birliğince sağlanır. Avrupa
coğrafyasının, Afro-Avrasya kıtaları içinde millet-üstü toplumsal bütünleşme için en ideal ve
en müstakil coğrafya olduğunu söylemek son derece isabetli olacaktır. Bu itibarla, ‘Ortak
Avrupa Yurdu’ ifadesi bir gerçeğe işaret eder. Avrupa, üç tarafı denizlerle kaplı, karadan
15 İbrahim M. Turhan, “Bizim Avrupa”, Anlayış, (3) Ağustos 2003, s.34. 16 Çetin Güney, “Avrupa Kültürü ile AB İdealinin İmkansız Birlikteliği”, www.avsam.org/turkce/analizler/23_analiz.htm 01.02.2004 17 Fransa dışişleri eski bakanı Cloude Cheysson’ın Türklerin, Türk ve İslam Dünyası içindeki farklı konumu ile ilgili görüşü destekleyen ifadesi için bak. Ali Bulaç, a.g.e, s.89.
15
Asya’ya bağlanan kısmı büyük oranda Ural dağlarıyla belirlenmiş müstakil bir coğrafya niteliği
arz eder. Bu coğrafya aynı zamanda millet-üstü bir toplumsal bütünleşme için de çok büyük
olmayan ideal denebilecek uygun bir genişliğe sahiptir. Bu coğrafya birliği ve uygun şartların
tamamı bir araya gelince, bu coğrafya, üzerinde yaşayan farklı kültürlere kaynaşma imkanı da
sunmaktadır. Bir Asyalılık ve Afrikalılık bilincinin olmamasına karşın, Avrupalılık bilincinin
varlığı, bir yerde bu coğrafya birliğinin ve uygun coğrafi niteliklerin eseridir. ‘Asyalı’ ve ‘Afrikalı’
ifadelerinin ancak 19.yy’da kullanılır olmasına karşın, ‘Biz Avrupalılar’ (nos Europai) ifadesinin
bunlardan iki asır önce, ilk kez İngiliz Filozof Francis Bacon tarafından daha 1623’te
kullanılması birazda bu uygun coğrafya unsurundan kaynaklanır.18 Bu coğrafi avantajların bir
araya toplanması AB ekonomik ve siyasi bütünleşmesine hizmet ettiği kadar, ABTB için de
son derece uygun zemin sunmaktadır.
Türkiye’nin Durumu: AB’de Toplumsal Bütünleşmeyi destekleyen faktörlere coğrafya birliği
açısından bakılınca, Türkiye’nin bu toplumsal bütünleşme içindeki yeri çok zayıf bir bağa
dayanır. Ülkenin Avrupa kıtasındaki küçük parçası da olmasa, coğrafi olarak Avrupa ile her
hangi bir ilgisi kalmayacaktır. Geri kalan büyük parçanın, Avrupa’nın coğrafya birliğini
bozduğunu söylemek ise, gayet basit bir ifade olarak kalmaktadır. AB Fas’ın üyelik
başvurusunu coğrafi olarak Avrupa dışında kalmasını sebep göstererek reddetmiştir. Trakya
dışında kalan Türkiye toprakları da bu bağlamda değerlendirilebilir. Türkiye’nin Soğuk
savaşın bitimine kadarki Avrupalılık özelliği ise coğrafi değil stratejik ve güvenlik sebepli olup
Sovyetlerin yıkılmasıyla bu özelliğini de büyük oranda yitirmiştir. NATO üyesi ve laik bir ülke
olmanın AB için fazla bir anlamı kalmamıştır.19 Diğer yandan Özdağ’ın da önemle belirttiği gibi
Türkiye’nin AB’ye girmesi bir anda AB’yi dünyanın en sorunlu bölgesiyle sınırdaş hale getirip
güvenliğini ciddi tehlikeye sokabilecektir.20 Oysa AB dini inanç ve etnik yapı olarak
olabildiğince karmaşık ve kendisiyle zıt özellikler barındıran bu bölge arasında laik ve istikrarlı
bir tampon bölgenin varlığını son derece önemsemektedir. Bu ülke tam anlamıyla Türkiye’dir.
AB için bütün bu olumsuz Türkiye coğrafyası şartlarının ABTB ile nasıl uyumlu hale
getirileceği önemli bir sorun teşkil eder. Bugün itibariyle, coğrafi dezavantajlardan dolayı
Türkiye’nin ABTB için önemli bir pürüz teşkil ettiği söylenebilir.
3.1.4. Birleşik Avrupa Fikrinin İdealize Edilmesi
18 Mustafa Özel, “Milletin Yurdu Tarihtir”, Anlayış, (3) Ağustos 2003, s.13. 19 David Morley ve Kevin Robins, Kimlik Mekanları, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1997 s.141. 20 Ümit Özdağ, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, ASAM Yayınları, Ankara 2003, s.28.
16
Millet bütünleşmesi için milli ideal ve birlik ideali ne ise, millet-üstü toplumsal bütünleşme için
de birlik, bütünlük fikir ve ideali de odur. Fikri altyapısı hazır olmayan hiçbir toplumsal gelişme
gerçekçi ve kalıcı değildir. Bu nedenle AB bünyesinde gerçekleştirilmek istenen bir toplumsal
bütünleşmenin de öncelikle fikri bir zemine ihtiyacı vardır. İşte Birleşik Avrupa fikrinin bir
mefkure haline getirilmiş olmasının ABTB için önemi budur.
Çok eskiye dayanan Birleşik Avrupa fikri, Avrupa Birliği’nin ekonomik ve siyasi
entegrasyonunda olduğu gibi; kültürel entegrasyonu için de büyük bir kolaylaştırıcı unsurdur.
En çok bilinenler göz önüne alındığında 14. yy’dan günümüze kadar onlarca (yaklaşık 50)
Birleşik Avrupa fikrinin yazılı hale getirilip idealize edildiği ortaya çıkar. Diğerlerine örnek
olmak üzere belli başlı olanları şöyle sıralayabiliriz: 1305 yılında Pierre Dubois “De
Recuperatione Temqe” isimli eserinde, Avrupa’daki Hıristiyan prenslikler arasında bir
federasyon kurulmasını ve Türklere karşı kurumsallaşmış ve yenilenmiş Haçlı Seferleri tertip
edilmesi fikriyle; yine 14. yy’da Dante “De Monarchia” (Monarşi) adlı eserinde, Avrupa’da
Kilisenin yetkilerinden bağımsız, Roma benzeri bir imparatorluk kurularak barışın
sağlanmasını teklif ederek; 1464’de Pierre Marini, Bohemya Kralı’na savaşları önlemek
amacıyla bir devletler ligi kurulması projesi sunarak; 17. yy’da Emeric Cruce, siyasi
uzlaşmazlıkları çözmek üzere, Avrupalı ülkelerin temsilcilerinden oluşan bir meclis
oluşturulmasını ileri sürerek; 1638’de Duc de Sully “Büyük Proje’ adlı eserinde, Avrupa
devletleri arasında bir federasyon kurulmasını ve bu federasyona Rusya ve Osmanlı
dışındaki bütün Avrupalı devletlerin dahil edilmesini, bu birlik altında bir ordu oluşturulmasını
teklif ederek; 1665’de Piskopos Roxas “Roxas Projesi” adlı eserinde ve 1693’de William Penn
de “Avrupa’da Şimdiki ve Gelecekteki Barışa İlişkin Deneme” adlı eserinde benzer
birleşmeleri önererek; 1710’da yayımladığı eserinde John Beller, “Avrupa Kongresi”ni teklif
ederek; 1712’de Abbe de Saint Pierre, “Avrupa’da Barışı Sürekli Kılma İçin Proje” adlı
eserinde, sürekli bir uluslar arası senato ve bu senato emrine verilecek bir ordu oluşturulması
fikrini proje haline getirerek; 1753’de İspanya başbakanı Kardinal Alberoni, “Testement
Politique du Cardinal Jule Alberoni” isimli kitabında, Türklere karşı Avrupa Hıristiyan birliğini
oluşturmayı teklif ederek; Kant “Ebedi Barış” eserinde barışın sağlanabilmesi için uluslar arası
bir federasyonun kurulması gerektiğini dile getirerek; 1814’de Comte de Saint-Simon “Avrupa
Topluluğunun Reorganizasyonu” adlı kitapçığında Avrupa Birleşik Devletler Modeli’nden
bahsederek; 1848’de Victor Hugo, ulus-üstü bir Avrupa Birlikteliğine işaret ederek; 1867’de
Aguste Comte, belli başlı Avrupa ülkelerinden oluşacak ve ortak bir para birimine sahip
olacak bir ‘Republique Occidentale’ kurulmasını önererek; 1922’de Kont Coudenhove-Kalergi,
17
Pan-Europa Hareketinin kurulmasına fikri altyapı hazırlayan “Pan Europa” adlı kitabında
birleşik bir Avrupa fikrini gündeme getirerek, ‘Birleşik Avrupa’ fikrine katkıda bulunmuş ve
bugüne gelen sürecin teorik altyapısını hazırlamışlardır. Bu isimlere, benzer çalışmalarıyla
bilinen Voltaire, Rousseau, Montesquieu ve Adam Smith’de ilave edilmelidir.21
Entelektüel düzeydeki bu teklif ve projelerin sayısı her devirde artarak kopmadan devam ettiği
için, Birleşik Avrupa fikri her geçen gün biraz daha fazla oranda halka mal olmuş ve nihayet
bütün Avrupa’da ses getirmeye başlamıştır. 18. yüzyılda başlayan ekonomik ve siyasi birlik
denemeleri yapıla bozula günümüze kadar gelmiştir. İşte AB de ancak bu tarihi-düşünsel
zemin ve bu zemin arkasından gelen denemeler üzerine kurulabilmiştir. Avrupa’da birlik
sürecinin teori ve pratik süreçleri çift taraflı gelişmiştir. Gerek bütün bu projeler ve gerekse
birlik denemeleri bir taraftan ortak bir Avrupa din, tarih ve medeniyetinden güç alarak ortaya
çıkarken; diğer taraftan da birlik söylemlerinin dile getirilerek halka mal olması ve kısa süreli
denemeler şeklinde de olsa hayat bulması, ortak bir Avrupalılık bilincine katkı sağlamış, ulus-
üstü bir Avrupa toplumunun farklı kamular nezdinde temellerini atmıştır. Bu zincirleme olumlu
gelişmeler, Avrupalı toplumların birbirlerine olan önyargısını azaltmış ve kültürler arası
unsurlarda alışverişe ivme kazandırmıştır. Bugün Avrupa toplumları, bahsettiğimiz zihni ve fiili
altyapı sayesinde, aralarındaki kültürel farklılıkları ortadan kaldırmaksızın, ortak bir Avrupa
Birliği idealine hizmet edebilecek asgari toplumsal bütünleşme şartlarına kavuşmuştur.
Avrupa toplumlarının tarihi süreç içerisinde Birleşik Avrupa fikrini olgunlaştırarak bugüne
taşımaları Avrupa Toplumsal Bütünleşmesinin önündeki düşünsel engelleri ortadan
kaldırmıştır denebilir.
Türkiye’nin Durumu: Birleşik Avrupa fikrini gündeme getiren projelerin önemli bir kısmında,
birliğin gerekliliği Osmanlı adıyla Türkler gösterilerek vurgulanmıştır. Dolayısıyla halka mal
olan bu düşüncenin, önemli nispette Türk karşıtlığından beslendiği söylenebilir. Kökü tarihe
uzanan bu karşıtlık fikri, Avrupalı Kültürlerin Türk Toplumu ile bütünleşmesi için önemli bir
tarihi zihinsel barikat sayılabilir. Bunun karşısında, yine aynı projelerin diğer bölümü olan
ağırlıklı kısmında, özellikle barışa vurgu yapılmaktadır. Bu yönü itibariyle de olumlu bir
referans olarak görülebilir. Üçüncü önemli hususta şudur, bu projelerin hiç birinde Osmanlının
21 Haluk Özdemir, “Avrupa’da Bütünleşme Süreci ve Türkiye” http:/web.ttnet.tr/ozdemir/AB.htm 19.02.04 s.1, Ayrıca bak. Halim Nezihoğlu, a.g.m. ss.872-873 ve Ömer G. İşyar, “Avrupa Örgütlenme ve Bütünleşme Arayışları Örneğinde Uluslararası Entegrasyon Modelleri” http://iktisat.uludag.edu.tr/dergi/2/goksel/goksel1.html 18.02 2004 s.1.
18
yani Türklerin de bu Birleşik Avrupa projesine dahil edilmesi gerektiği gibi bir ifadeye yer
verilmemiştir. Türler bu projelerde olumsuz bir ifade ile anılmış ama olumlu bir şekilde hiç
gündeme getirilmemiştir. Eğer bugünkü Avrupa Birliği’nin düşünsel zemini bu projeler ise, bu
düşünsel zeminde Türklere yer yoktur. Dile getirilen ‘barış’ vurgusu bu olumsuzluğu ne kadar
yenebilir, Avrupalı toplumlar Türklerin Avrupa toplumsal bütünleşmesine katkıda
bulunmasına ne kadar hazırdır, bunu da zaman gösterecektir.
3.2. Değişken Faktörler-Politikalar 3.2.1. Avrupa Birliği’nin Kurumsal Yapısından Kaynaklanan Politikalar Avrupa Birliği’nin özellikle serbest dolaşım, ortak pazar, ortak para birimi ve ortak parlamento
politikaları bu anlamda son derece kayda değer uygulamalardır. İnsanların vize almaksızın
gidebildikleri, gezip görebildikleri ve hatta buralarda belli haklara sahip olabildikleri ülkelere ve
bu ülkelerin toplumlarına, onların değerlerine, kültürlerine bakışı diğer ülkelere göre çok daha
yakın olacaktır. Avrupa Birliği’ne üye ülke vatandaşlarının diğer bir üye ülkeye vizesiz seyahat
edebilmesini sağlayan serbest dolaşım hakkı, zamanla bütün üye ülke vatandaşları arasında
birbirlerine karşı psiko-sosyal önyargıları ve birçok kültürel, toplumsal duvarları ortadan
kaldıracaktır. Bu ülkelerin vatandaşları arasında bir millet-üstü toplumsal bütünleşme tesis
etmenin zorlukları önemli ölçüde azalmış olacaktır. Ortak pazar, ortak para birimi ve ortak
parlamento da bu anlamda değerlendirilmeye son derece müsaittir. İlk olarak, ortak ekonomik
çıkar alanları oluşturmanın bir toplum birlikteliği inşa etme yolunda önemli bir adım olduğu
kabul edilecektir. AB’nin üyeleri arasında tesis ettiği ürün, hizmet ve sermayenin üye ülkeler
arasında serbest dolaşımını ve değerlendirilebilmesini esas alan ortak pazar bu ülkelerin
vatandaşları arasında ortak bir ekonomik çıkar duygusu üretecektir. Bu duygu zamanla üye
ulus-devletler üstü bir toplumsal birlikteliğin harcını meydana getirebilecektir. İkinci olarak,
insanların güncel hayatlarında, farklı milletlerden toplumlarla aynı parayı kullanıyor olmaları,
onlar arasında önemli bir psiko-sosyal yakınlaşma sağlayacaktır. Kendilerini, bu parayı
kullanmayanlara nispetle bir toplum olarak göreceklerdir. Son olarak, Avrupa
parlamentosunun üyelerini belirlemek için oy veren üye ülke vatandaşları kendilerini
oluşturdukları bu kurumun vatandaşı gibi görecek ve bu kurumu sahiplenme duygusu
üreteceklerdir.
19
Toplumlar arası siyasi oluşumların meydana getirilebilmesinde, o toplumlar arasında daha
önce ortak bir kültür kuşağı oluşturulmuş olmasının büyük bir rolü vardır. Bunun en belirgin
örneği ‘Akdeniz Kültürü’dür. Akdeniz tarihte birkaç defa aynı siyasi yapılanma içinde yer almış
ve yüzyıllarca bu siyasi idarelerce yönetilmiştir. Roma, İskender, Emeviler ve en son Osmanlı
bunlardandır. Bu siyasi birlikler süresince Akdeniz, etrafındaki toplumlar için bir iç deniz
vazifesi görmüş askeri, siyasi ve ekonomik etkinlikler, dolayısıyla kültürel yakınlaşmalar için
son derece önemli bir buluşma yeri olmuştur. Oysa tarihte mesela Karadeniz’i çevreleyen
kültürler için benzeri bir siyasi birlik -tek başına yetersiz kalan bir Osmanlı örneği istisna-
kurulamamıştır. Bu nedenle çok daha geniş olmasına rağmen bir Akdeniz Kültür Kuşağı
şekillenmiş ama çok daha küçük alanda bir Karadeniz Kültür Kuşağı şekillenememiştir.
Burada uzun zamanlara hitabeden siyasi birliğin, kültürel yakınlaşma ve bir ‘Kültür Kuşağı’
oluşturmadaki etkin rolü ortaya çıkmaktadır. Bugün AB siyasi yapılanması da, Avrupa
toplumları arasında benzer bir kültür kuşağının inşası için etkin rol almaya adaydır. Çok
eskiye dayanan birlik ideali ve bugünkü birliğe uzanan süreçte çeşitli birlik denemelerine ilave
olarak, yaklaşık yarım asırlık ve nispeten daha kararlı AB ekonomik ve siyasi yapılanması,
Akdeniz kültür kuşağına benzer bir Avrupa kültür kuşağını üretmeye yeterince müsaittir.
Bütün bunlar, Avrupa Birliği üye ülke toplumları arasında millet-üstü toplumsal bütünleşme
için son derece önemli kolaylıklar sağlar.
Türkiye’nin Durumu: Türkiye bugün itibariyle AB’nin dışında bir ülke olarak, AB içerisinde
toplumsal bütünleşmeyi kolaylaştırdığını varsaydığımız serbest dolaşım, ortak parlamento ve
ortak para birimi süreçlerinin hepsinden de mahrum bulunmaktadır. Sadece gümrük
birliğinden dolayı sürece katılmadan bahsedilebilirse de, bunun tek başına toplumsal
bütünleşme adına kayda değer bir etki yapacağı oldukça tartışma götürür. Türkler AB
ülkelerine serbest dolaşım sayesinde değil ama Avrupa’nın işgücü ihtiyacını karşılamak
vesilesiyle girebilmişlerdir. Aslında “1960’larda Avrupa’ya işçi göndermenin bir amacı da
entegrasyona sosyal ve kültürel zeminler hazırlamaktı.”22 Ne var ki özellikle ikinci ve üçüncü
kuşak Türklerden önemli bir kısmı tamamen asimle olup Türkiye ile bütün ilişkilerini kesme
eğilimine girerken; bir kısmı da kültürel özelliklerini demokratik ortamı fırsat bilerek daha iyi
yaşatma yolunu seçerek Avrupalı hükümetleri özgürlükçü, çoğulcu ve demokrat kimliklerine
gölge düşürebilecek önlemler almaya sevketmişlerdir.23 Avrupa hükümetlerinin Türk ve
Türkiye yanlısı politikaları halk nezdinde destekten ziyade tepki görmektedir. Mesela
22 Ali Bulaç, a.g.e, s.87. 23 Ümit Özdağ, a.g.e, s.63.
20
Almanya’da Türk imajından dolayı Türkiye’nin AB’ye girmesine destek veren hükümetler oy
kaybetmektedir. Dolayısıyla ilk etapta AB dışında bir ülke olarak Türkiye AB’nin yapısal imkan
ve politikalarından (serbest dolaşım imkanından istifade etme, ortak para birimini kullanma,
Avrupa Parlamentosuna katılma) mahrum olmanın dezavantajını yaşadığı söylenebilir. AB’ye
üye ülkeler bu imkanlar vesilesiyle AB’de toplumsal bütünleşme sürecine girmişken, Türkiye
bu toplumsal sürece dahil olabilmek için AB üyelik başvurusunun kabul edileceği günü
beklemek durumundadır. İkinci olarak AB politikaları dışındaki yolları kullanarak Avrupa’ya
giden 3.5 milyon Türkün, Türkiye’nin gelecekteki AB üyeliğine ve Avrupa ile toplumsal
bütünleşmesine olumlu bir zemin hazırlayamamasının Türkiye için bir kayıp olduğu ifade
edilmelidir. Bu perspektiflerden bakıldığında Türkiye AB toplumsal bütünleşmesi sürecinin
tamamen dışında düşünülebilir.
3.2.2. Çağdaş Değerler (Demokrasi, İnsan Hakları, Diyalog, Uzlaşma) AB’nin toplumsal bütünleşmesini kolaylaştıran süreçlere çağdaş değerler perspektifinden
bakılınca özellikle demokrasiyi, insan haklarını, çatışma yerine diyalog, uzlaşma ve
dayanışmayı incelemek faydalı olacaktır.24 AB ülkeleri kendileri arasında görece standart bir
demokrasi ve insan hakları seviyesi tesis edebilmişlerdir. Bu standart, AB ülkeleri arasında
son derece kayda değer yeni bir kültür inşa etmiştir. Bu kültüre ‘yüksek toplum insani değerler
kültürü’ adı verilebilir. Bu kültür, her birinin milli kültürünün kendi içindeki milli bütünleşmesi
için oynadığı role benzer bir rolü AB ülkeleri arasında oynamaya müsaittir. AB her alanda bir
derece daha üst bir yapılanma olarak milli bütünleşmelerin yerine AB toplumsal
bütünleşmesini, milli kültür yerine de yüksek toplum insani değerler kültürünü ikame etme
yolundadır. Kopenhag Kriterleri bu hususta AB’nin kurumsal yaklaşımını ifade eder. Söz
konusu kültür, AB’ye üye toplumlar arasında tesis edilecek millet üstü bir bütünleşmede çok
önemli kaynaştırıcı bir rol oynayabilecektir. Bu kültürün bir diğer önemli görünümü de
sırasıyla diyalog, uzlaşma ve dayanışma kültürü şeklinde ifade edilebilir. Bu kültürlerin ciddi
manada halka mal olup sistemleşmesi, AB için önemli bir toplumsal aşamadır. Dolayısıyla
dünyanın diğer toplumlarından farklı olarak AB üyesi toplumlar demokrasi, insan hakları,
diyalog, uzlaşma ve dayanışma gibi bu kültürler bütünü sayesinde kendileri arasında ortak bir
paydaya sahip olacak ve bunu AB boyutunda bir toplumsal bütünleşmenin en önemli
araçlarından biri yapabileceklerdir.
24 Aziz Koluman, “Geniş Bir Üst Kimlik Olarak Avrupa Bütünleşmesi ve Türk Kimliği”, 21. Yüzyılda Türk Dünyası Jeopolitiği, Cilt:III, ASAM Yayınları, Ankara 2003, s.25.
21
Türkiye’nin Durumu: Her ne kadar yeterli seviyede olmasa da, Türkiye bu değerler
bakımından dünyanın bir çok ülkesinden iyi durumdadır. Ayrıca bu durumun ekonomik refah
ve siyasi istikrarla desteklenmesi halinde daha da iyi olacağı kestirimi yapılabilir. Çünkü
Türkiye’nin ve Türk toplumunun bu değerlere aşinalığı yeni değildir. Sağlıklı bir tarihi geçmişe
dayanmaktadır. ‘Uzun zamanlar’da uygulanan tarihi tecrübelerin, kültürel birer teamül halini
alması ve Türk toplumuna insani ve medeni değerler noktasında daha olgun bir kişilik
kazandırması söz konusudur. Türkler tarihte hiçbir Avrupalı toplumun birlikte yaşamadığı
kadar uzun süre çeşitli etnik yapı, kültür ve dine mensup toplumlarla yaşamayı daha Büyük
Hunlar’dan beri bir hayat tarzı haline getirmiş ve bu çeşitli etnik, dini yapıları başarıyla idare
edip barış içinde bir arada tutmasını bilmişlerdir.25 Dolayısıyla bugün için kültürleşmiş tarihi bir
tecrübe vardır. Diğer taraftan, Müslüman Türkiye’nin konumu medeniyetler arasında bir
diyalog ve uzlaşma zemini oluşturulması adına çok önemli bir rol üstlenmeye müsaittir.26 Artık
küreselleşen dünyada sadece ‘kendine iyi’ bir yapılanma mümkün değildir. Etrafına ve bütün
dünyaya yararlı olmak kaçınılmazdır. Bu noktada Türkiye’nin anahtar bir rolü söz konusudur.
AB standartlarında bir ekonomik rahatlık ve siyasi istikrara kavuşması durumunda, bu tarihi
birikim ve kültürün, Türk toplumunu bütün bu değerlerin etkileşime girdiği bir ‘pozitif entropi’ye
kavuşturması kaçınılmazdır. Sonuç itibariyle bu bakış açısından Türkiye’nin ve Türk
toplumunun Avrupa Birliği Toplumsal Bütünleşmesine katkısı gayet yüksek bir düzeyde
seyretmeye müsaittir.
3.2.3. Küresel Nitelikli Teknoloji Faktörü (İletişim, İnternet, Medya, Ulaşım) İletişim araçlarının, medya organlarının, internetin ve hızlı ulaşım araçlarının baş döndürücü
bir hızla gelişmesi dünyaya yepyeni bir çehre kazandırmaktadır. Dünyayı dolaşmak için
saatler yetebilmektedir. Uzak kıtalardaki insanlarla telefon ve internet yoluyla anlık iletişim
kurulabilmektedir. Görüntülü medya yani televizyon sayesinde bütün dünyada meydana gelen
25 Jean-Paul Roux, Türklerin ve Moğolların Eski Dini, (Çev. Aykut Kazancıgil), İşaret Yayınları, İstanbul 1994 ss.237-238. Roux’nun buradaki İslam öncesi Türklerle ilgili ifadesi oldukça dikkat çekicidir: “…kalpleri iman dolu bu insanlar, en ufak dinsel bir saldırganlık göstermeden, tarihte hiçbir örneği bulunmayan bir hoşgörü sergiliyor ve en karşıt ve birbirine en düşman dini öğretilerin taraftarlarını uyum içinde bir arada yaşatmak için sürekli olarak çaba gösteriyorlar! Herhalde bu insanların kalplerinin derinliklerinde, şuurlarının yapısında, inandıkları öğretinin ötesinde evrensellikle ilişkili bir şeyin varolması gerekir.” Selçukluların benzer vasfıyla ilgili ifadesi için bak. s.31. Ayrıca geniş bilgi için bak. Özkan Açikgöz, “Türk Müslümanlığının Kuramsal Çerçevesi ve Tarihi Sosyolojik Olabilirliği” Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı:237 ss.11-12. 26 İhsan Dağı, “Avrupa Birliği’ne Doğru: Devletin ‘Batı’sı, Devletin ‘Beka’sı”, Türkiye Günlüğü, (64) Kış 2001 s.126.
22
olayları çok kısa bir süre içerisinde hatta bazen canlı olarak evinizde bir ekran yüzeyinde
toplamak ve buradan takip etmek mümkün olabilmektedir. MarcoPolo’nun seyahatleri Batıya
Doğu dünyası hakkında önemli bilgiler aktarmıştı. İtalyan makarnasının o tarihlerde Çin’den
geldiği söylenir. İtalyan kültürü için bugün milli bir simgedir. Çağımızda iletişim teknolojilerin
toplumlararasında aktardığı bilgi ve kültür ürünleri tarihtekiyle kıyaslanamayacak kadar
fazladır. Özellikle televizyonun önemli bir kültürel şekillendirici olduğu ifade edilebilir.27 Her ne
kadar bu noktada bir abartı mevcut olsa da, bazı iletişim bilimcilerin de televizyonun rolünü
küçümser bir tavır içinde oldukları söylenebilir. Bu teknoloji toplumların günlük hayatını bir
diğerine aktarmakta ve onları etkilemekte oldukça güçlü bir araçtır. Avrupa ülkeleri bu
elektronik araçları dünyanın başka bir bölgesindeki ülkelerin kullandığından çok daha yoğun
bir şekilde kullanmakta ve bu yoğun kullanımı Avrupa bölgesine toplamış bulunmaktadırlar.
Bunun tabii bir sonucu olarak, bu kültürler arasında bir birini tanıma ve bir diğeriyle kaynaşma
oranı dünyanın diğer coğrafyalarındaki farklı kültürlere göre çok daha yüksek seviyede
olmaktadır. Avrupa Toplulukları Komisyonu Televizyona ortak bir Avrupa kültürü (Avro-Kültür)
inşa etme noktasında büyük bir rol vermektedir.28 AB üyesi ülkelerde, hemen her evde
televizyon bulunmakta, hemen herkes internet kullanmakta ve ulaşım havayolunun yanı sıra
hızlı trenlerle desteklenmektedir. Manş denizinin altından geçen hızlı tren bağlantısına benzer
bir örneğe dünyanın başka bir yerinde rastlamak mümkün değildir. Elektronik kitle ve bireysel
iletişim araçları, uydu erişim cihazları vasıtasıyla bilgi aktarımı ve haberleşme, hava yolu ve
hızlı raylı sistemlerle sağlanan ileri nitelikli ulaşım imkanları bir arada düşünüldüğünde, AB
bünyesindeki ülkeler arasında bir toplumsal bütünleşme için oldukça müsait bir ortam
oluşturulduğu söylenebilir.
Türkiye’nin Durumu: İletişim veya bilişim çağı diye de ifade edilen çağımız, Türkiye’nin de bu
sürece ister istemez katılımını öngörmektedir. Türkiye bu teknolojiler itibariyle Avrupa’ya
nispetle geri olsa bile, diğer birçok ülkeden de iyi olduğu belirtilmelidir. Türkiye’nin
kendisinden daha iyi olduğu ülkeler arasına AB’ye 1 Mayıs 2004’te üye olacak ülkelerin
birçoğu da dahil edilebilir. Dolayısıyla Türkiye bu teknolojilerin sunacağı imkanlardan
olabildiğince istifade edebilecektir. Bir kısım kültürel yozlaşmayı da beraberinde getirmekle
beraber, Türkiye Avrupa ülkeleriyle bir toplumsal bütünleşme adına, bu teknolojilerden
istifade edebilecek altyapıya sahiptir.
27 David Morley, ve Kevin Robins, a.g.e, ss.104-112. 28 David Morley, ve Kevin Robins, a.g.e, ss.112-113.
23
4. Ulus-Toplumlara Ne Olacak?
Ulus-toplumun bugünü ve yarını ile ilgili temel iki soru bulunmaktadır. Birincisi, ulus-toplum
yapısı, ulus-üstü bir toplumsal bütünleşmeye engel midir, ikincisi ise, küresel veya bölgesel
bazda, ulus-üstü bir toplumsal bütünleşme tesis edilirse, bu ulus-toplumun ortadan kalkacağı
anlamına mı gelir? Ulus-devlet ve ulus-toplumla ilgili bu sorulara sebep olan iki temel süreç
vardır. Biri küreselleşme, diğeri de yine küreselleşmenin dönüştürücü işlevlerinin ürünü ve aynı
küreselleşmenin bir kıtada sıkışıp belirginleşmiş, kristalize olmuş şekli denebilecek AB
bünyesindeki entegrasyon sürecidir. Dolayısıyla ulus-toplumla ilgili yukarıda bahsettiğimiz
temel sorular bu iki süreç göz önünde bulundurularak cevaplandırılmalıdır.
Öncelikle ne ulus-devlet ve ne de ulus-toplum, ulus-üstü bir siyasi ve toplumsal bütünleşmeye
engel değildir. Aksine ulusal yapıların sosyal ve siyasi yapılanmalara temel teşkil etmesi bütün
dünyada bir düzene işaret eder. İleri bir düzen ise, düzensizlik üzerine değil yine düzen
üzerine kurulabilir. Bu anlamda toplumsal tekamül gibi, siyasi tekamülden de söz etmek
gerekir. Dolayısıyla ulus-üstü ileri siyasi bir yapılanma için halihazırda mevcut olan düzenin
engel değil hatta gerekli olduğu söylenebilir. Diğer bir bakış açısından ulus-devlet ve toplumlar
bütün dünyada ‘taşınabilir alt sistemler’ olarak, daha üst bir yapılanmayı hayal etmeye müsait
alt birimler olma özelliği taşırlar.29 Her bütünün içinde düzenli birimlerin varlığı, o bütünün
sıhhatine ve kudretine işaret eder. Bu düzenli ve kararlı birimler, kendi içlerinde bir sonraki ileri
aşamayı görme eğilimi taşırlar. Ulus-devlet ve ulus-toplum da böyledir. Bütün dünyada hakim
toplum ve devlet tipi olan ulusal yapılar, ulus-üstü bir yapılanmaya ‘teknik olarak’ müsait ortam
sunarlar. Ulusal birimlerin, ulus-üstü yapılanmaları gören bu karakteri kısaca türdeş tikelin
evrenselci karakteri diye ifade edilebilir.
Diğer taraftan ulus-üstü her hangi bir yapılanmanın ulus-devleti, hele ulus-toplumu ortadan
kaldıracağını iddia etmek oldukça zordur. Ulus-devletin ortadan kalkmakta olduğu iddiaları
daha ziyade ikinci dünya savaşından sonra kapitalist ekonominin, Amerika öncülüğünde bütün
dünyaya nüfuz etmesiyle uluslar arası bir ekonomik yapının meydana gelmesi üzerine dile
getirilir olmuştur. Oysa ulus-devletin ortadan kalkmakta olduğunu iddia eden düşüncenin iki
önemli kavrayış eksikliği vardır. Birincisi kapitalizmin, uluslar arası şirketlerin ve uluslar arası
burjuvazinin yine ulus-devlete istinaden üretilip, geliştirildiği gerçeğini görememe eksikliği;
ikincisi de, ulus-devletin ekonomiden ibaret sayılıp, diğer unsurlarının görülmemesi eksiliğidir.
29 Adnan Aslan, “Küreselleşme ve Din”, Köprü, Kış 2002, s.38.
24
Uluslar arası ekonomi, ulus-devletlerin gerek ekonomik ve gerekse siyasi, sosyal yapılarından
bağımsız gelişemediği gibi; ulus-devlet de sadece ekonomiye indirgenemez. Bob Jessop bu
gerçeği şöyle ifade eder: “Şimdiye kadar ne ulus ne de ulus ile devlet arasındaki ilişki sadece
ekonomik alana indirgenebilmiştir. Millet tanımı gereği aynı zamanda ekonomik, dil, toprak,
ideolojik, sembolik ve geleneksel bağların korunduğu bir birliktir.”30 Kabul edilmelidir ki,
dünyanın içerisinde bulunduğu küreselleşme sürecinde ulus-devletlerde bir güç erozyonu
yaşanabilecek ama bu ulus-devletlerin tamamen ortadan kalkmaları anlamına gelmeyecektir.
Ulus-üstü yapılanmalar sadece ekonomiyi değil, ulus-devletlerin birliğini sağlayan bütün diğer
unsurları da ulus-üstü frekansta inşa edemedikçe, ulus-devletlerin ortadan kalkacağı gibi bir
iddiayı dile getirmek bile zordur. Ulusal değerlerin yerine birebir ikame edilebilecek bir ulus-
üstü değerler manzumesi inşa düşüncesi ise, oldukça abartılmış bir mittir.
Ulus-toplumun ortadan kalkacağını iddia eden görüşün tutarsızlıkları, ulus-devletin ortadan
kalkacağını iddia eden görüşün tutarsızlıkları ile yakından ilgilidir. Ulus-üstü yapılanmalar daha
çok ekonomik ve siyasi olarak tatbikata koyulabilmektedir. Siyasi ve ekonomik yapılar ise bir
ulusun varlığının yegane şartları değil, sadece bu varlığı destekleyen unsurlardan iki unsurdur.
Bu iki yapının değil bir üst yapılanmaya açılım ve entegrasyonu, tamamen ortadan kaybolması
bile o ulusun ortadan kalkması için yeterli değildir. Ne sadece siyaseten boyunduruk altındaki
milletlerin ve ne de sadece ekonomik olarak muhtaç ve sömürülen milletlerin tarihte ortadan
kaybolduğu gibi bir genel tecrübe bilinmektedir. Bunların ikisinin bir araya gelmesi durumu dahi
sonucu değiştirmemiştir. Çünkü millet denen toplumsal yapıyı, sadece müstakil ekonomi ve
özgür devlet değil, ortak tarih, medeniyet, din, dil, kültür ve ortak kader anlayışı gibi daha bir
çok değer bir arada yaşatırlar. Kaldı ki, hiçbir ulus-üstü örgütlenmede hiçbir devlet ne
ekonomik ve ne de politik özgürlüğünden tamamen vazgeçer. Dolayısıyla ulus-toplum
yapısının, bir süper ulus adına ortadan kalkacağını iddia etmek için yeterli veri mevcut değildir.
Meselenin AB ile ilgili kısmında da aynı cevaplar geçerlidir. Yani AB çerçevesinde varılacak
ulus-üstü ekonomik, siyasi ve toplumsal yapılanmaya, üye ulusların mevcut ekonomik, siyasi
ve toplumsal yapıları engel teşkil etmeyeceği gibi, bu alanlardaki ulus-üstü yapılanmaların
gerçekleşmesi durumda bunlar ortadan kalkacak da değildir. Aksine, ulus-devlet siyasi
örgütlenmesi bir AB üst yapılanması için kayda değer bir ‘teknik imkan’ sunmaktadır. Ulus-
devletler sayesinde karşılıklı mütekabiliyet sağlanıp, mevcut sorunları müzakere etme ve
30 Bob Jessop, “Küreselleşme ve Ulus Devlet”, (Çev. Efkan Ala-Ahmet Altıparmak), Türkiye Günlüğü (64) Kış 2001 s.67.
25
anlaşma zemini kazanılmaktadır. Ulus-üstü bir örgütlenme için türdeş ve kararlı bir alt birime
sahip olmanın verdiği imkan sonuna kadar kullanılabilmektedir. Oysa bu devletlerden bir
kısmının klasik imparatorluk, bir kısmının derebeylik, bir kısmının ancak ulus-devlet olduğu bir
an için var sayılacak olursa, Avrupa çapında dengeli ve güçlü bir ekonomik, siyasi ve
toplumsal bütünleşmeye gitmenin ne kadar zor olacağı daha iyi anlaşılacaktır. Dolayısıyla
AB’ye üye devletlerin aynı zamanda ekonomik, siyasi ve toplumsal gelişimini tamamlamış
birer ulus-devlet olmalarının, AB bütünleşmesine engel olmak bir yana, onu destekleyen ve
onu hayal eden bir karakteri olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu durum Avrupa çerçevesinde
özetlenecek olursa türdeş tikelin Avrupacı karakteri diye ifade edilebilir.
AB bütünleşmesinin hayata geçirilmesi, ulus-üstü bir ekonomik ve siyasi yapılanmaya
ulaşılması, üye ulus-devletlerin sonunu getirir mi? Yukarıda da ifade edildiği gibi, bu yaklaşım
AB’ye üye ulus-devletleri sadece ekonomik ve siyasi yapılanmaya indirgeyen, ulus-devlet
yapısını meydana getiren farklı din (mezhep), dil, tarih, medeniyet, kan bağı gibi çok temel
diğer unsurları gözden kaçıran eksik bir kavrayıştır. Kaldı ki, ulus-üstü ekonomik ve siyasi yapı,
ulusal ekonomi ve ulusal politik yapı olmaksızın yaşayabilecek gerekli tarihi ve toplumsal
köken ve dayanaklardan yoksundur. Bir yaklaşıma göre, AB bünyesindeki siyasi ve ekonomik
kısmi egemenlik transferini, küreselleşen dünyanın doğurduğu çetin rekabet şartlarını
aşabilmek için güç birliğine gitmek şeklinde anlamak gerekir.31 Ulus-devleti ortadan kaldırma
niyeti de, gereği de söz konusu değildir. Bu nedenle AB’yi oluşturan ulus-devletlerin zamanla
ortadan kalkacağını iddia eden görüşler, bilimsel olmaktan çok spekülatif bir görünüm
vermektedirler. Burada diğer bir soru AB bünyesinde ekonomik ve siyasi bütünleşmenin yanı
sıra AB’ye üye ülkeler arasında daha uzun vadede meydana getirilebilecek ve kültürel
entegrasyonu da içeren toplumsal bütünleşmenin AB’ye üye ulusal kültürleri nasıl
etkileyeceğidir? Ulus-devletlerin ortadan kalkacağını iddia eden yaklaşımlarda olduğu gibi
ulusal düzeyli kültürün tasfiyesinden de söz edilebilir mi? Toplumsal bütünleşme, yukarıdaki
tanımında da verildiği üzere, bütünü meydana getiren birimlerin tasfiyesini değil, birimler
arasındaki toplumsal mesafenin işleyen bütünün çalışmasını sekteye uğratmamasını
öngörmektedir. AB toplumsal bütünleşmesi çerçevesinde aşılmaya çalışılan, kültürel
farklılıklar değil, kültürel-toplumsal karşıtlıklar, önyargılar ve düşmanlıklardır. Avrupa
Toplulukları Komisyonu da bu durumu çeşitli beyanlarında özellikle vurgulamaktadır.32
Dolayısıyla, ilk olarak AB’nin siyasi ve ekonomik entegrasyonunun, üye ulus-devletleri ortadan
31 Noelle Burgi ve Philip S. Golup, “Küreselleşme Gerçekten Ulus-Devletleri Lüzumsuz Hale Getirdi mi?” (Çev. Abdulkadir Atalık), Türkiye Günlüğü, (64) Kış 2001 s.47. 32 David Morley, ve Kevin Robins, a.g.e, s.112.
26
kaldırmayacağı belirtilmelidir.33 İkinci olarak, AB’ye üye toplumlar arasında kaynaşma
meydana getirmek ve bir araya gelebilme kültürünü üretmek suretiyle, birliğin işleyen siyasi,
ekonomik ve kültürel bütünlüğüne uygun toplumsal ortam hazırlama şeklinde algılanması
gereken Avrupa Birliği Toplumsal Bütünleşmesi de üye ulus-devletlerin toplumsal farklılığını
ortadan kaldırıp, özgün kültürlerini tasfiye edecek değildir.
SONUÇ ‘Avrupa Birliği Kültürel Entegrasyonu’ ifadesinin, toplumbilim nezdinde çok anlamlı olmayıp,
medyatik bir ifade olduğu anlaşılmıştır. Doğru terimleri kullanmanın, doğru tanım ve teşhislere
imkan tanıyacağı açıktır. Aynı şekilde bunun tersi de doğrudur. Bu nedenle önce ‘kültürel
entegrasyon’ ifadesinin toplumbilimde ‘toplumsal bütünleşme’ şeklinde terimleştirildiği ortaya
konmuştur. Böylece sürecin de, ‘Avrupa Birliği Toplumsal Bütünleşmesi’ (ABTB) şeklinde
ifade edilmesinin toplumbilime uygun, doğru bir ifade olduğu anlaşılmıştır. ABTB’den
anlaşılması gereken ise, kültürlerin farklılıklarının giderilmesi ya da hakim bir kültür altında
eritilmesi değildir. Aksine ABTB’den maksat AB’yi meydana getiren ulus-devletlerin toplumları
arasında karşıtlıkları aşıp; bunun yerine hoşgörü, diyalog, uzlaşma, dayanışma ve işbirliği
kültürü tesis etmek suretiyle, AB’nin siyasi, askeri, ekonomik ve sosyo-kültürel işlerliğine
toplumsal bir katkı sağlamak ve kültürel bir taban oluşturmaktır. Bu uzlaşma kültürünün
geliştirilmesi, ardından üye devletlerin kültürleri arasında yakın temasları artırıp kültür
değişmelerinin yoğunlaşmasını getirecektir. Kültür değişmelerinin ivme kazanması ile ortaya
çıkan yeni kültürel ürünler, her bir toplumun AB potasında ürettiği kültürel anlayış, uygulama,
eser ve motifler olarak aynı zamanda AB toplumsal bütünleşmesinin kültürel ürünleri olarak
görülebilecektir. Bir bakıma toplumsal bütünleşme sonucunda AB’ye üye toplumlar kültürler
arası kültürü üreteceklerdir. Bu kültür de AB toplumsal bütünleşmesinin bir ürünü olarak AB
ortak kültürü şeklinde algılanabilecektir.
AB’nin din, tarih, medeniyet, coğrafya ve bir Avrupa ülküsü gibi sabit ortak değerlere sahip
olması, onun bu toplumsal bütünleşmeyi sağlayıp, kültürler arası kültürü üretebilmesine
uygun ortam sunar. Bunların yanında AB’nin bir de demokrasi, insan hakları ve diyalog
benzeri çağdaş insani değerlerin üretimine büyük katkı sağlayıp, bugün bunların öncülüğünü
yapıyor, AB için ayrı bir kültürel kazanıma işaret eder. Toplumsal bütünleşmenin yeni kültür
33 Farklı görüş için bak. Ramazan Gözen, “Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ‘Entegrasyon Sürecinin’ Açmazları ve Açılımları”, http://www.liberal-dt.org.tr/dergiler/ldsayi17/1704.htm 15.01.2004
27
ürünlerinin ve ileri çağdaş değerlerin kazanımlarının AB çerçevesinde bir araya getirilmesi,
ortaya aklı kültürel kökenlerinde, gözü ve gönlü ileri çağdaş değerlerde olan bir ‘İleri İnsani
Toplum’ (İİT) ve ‘İleri İnsani Kültür’ (İİK) diye ifade edilebilecek, yepyeni bir toplumsal ve
kültürel sıçramayı beraberinde üretmesi de mümkündür.
Tabiatıyla tarihte bu sıçramayı hazırlayan toplumsal hayatın farklı alanlarında gerçekleşmiş
erken ilerlemeler mevcuttur. Bunlar, dinamikleri bütün dünya toplumlarına dayanan ama bir
çok sebepten dolayı en belirgin şekliyle Avrupa’da gün yüzüne çıkan ilerlemelerdir. Her biri bir
diğeriyle ilgili bu süreçleri dört başlık altında şöyle sıralayabiliriz: Yönetime katılım anlayışında
bir gelişmeye işaretle, 1214 Magna Karta ile başlayan ve 1789 Fransız İhtilaline dek uzanan
monarşi yönetiminden meşruti bir yönetime geçiş süreci (Demokrasi ve Cumhuriyet); 16.
yüzyıl Reform Hareketleriyle başlayan ve yine Fransız İhtilaline uzanan, skolastik bir dini
anlayışın tasallutundan kurtuluş süreci (mutedil din anlayışı ve Laiklik); 11. yy’da İtalya’nın
kuzey kentlerinde özelliklede Venedik’te başlayıp, ticareti kentlerde örgütleyen ve bu kentlerin
yönetiminde ilk kez milli dilleri kullanarak genişleyen ve dolayısıyla bir koldan Fransız
İhtilaline ve diğer koldan da 19. yy’da önce İngiltere sonra bütün Avrupa’daki Sanayi
İnkılabına uzanan tarım toplumundan kopuş süreci (ulus toplum, ulus-devlet ve modernite) ve
sonuncusu da 15. yy’da Rönesans’la başlayıp aynı şekilde Fransız İhtilaline uzayan medeni,
insani, çağdaş değerler (Hümanizm ve İnsan Hakları) sürecidir.
İşte bütün bu süreçler toplumsal hayatın hemen her sahasını kapsayan devrim niteliğindeki
değişimleri, toplumsal ilerlemeleri temsil ederler. Toplum hayatı bir bütün olduğu için daha
ileri bir sıçrama da tabiatıyla bunlar üzerine inşa olacaktır. Bu ileri aşama da yukarıda
bahsettiğimiz İleri İnsani Toplum (İİT) yapısı ve İleri İnsani Kültür (İİK) anlayışıdır. Bunlar da
önceki ilerlemeler gibi, aktif veya pasif, bütün dünya toplumlarının katkısıyla
gerçekleşebilecektir. Bununla beraber muhakkak ki, bir anda ve dünyanın her yerinde ortaya
çıkmayıp tedricen ve dünyanın belli özellikleri bir araya getirmiş belli bir bölgesinde meydana
gelecektir. Dünya üzerinde toplumsal gelişim süreci bütün önceki ilerlemelerin ardından
devam etmektedir. Toplumsal ilerlemenin yaşanacağı yer ise, daha çoklu bir kültürel katılım
ve daha geniş bir sahayı kapsamak üzere muhtemelen yine Avrasya olacaktır. Sıçrama
niteliğindeki bu toplumsal ilerlemeyi AB’nin meydana getirebilmesi, her ikisi de kaynağını
tarihte bulan ‘öteki’ algılamasını ve katı kimlik anlayışını aşarak her bakımından geniş bir
katılıma yer vermesine, farklı kültürleri kendi içinde içselleştirebilmesine bağlı olacaktır.
28
AB bütünleşmesi sürecinde Türkiye’nin durumu bütünleşmeyi destekleyen sabit ve değişken
faktörlerin kantitatif bir değerlendirmeye tabi tutulması halinde ümitsiz görülmesi mümkündür.
Çünkü Türkiye’nin AB ile toplumsal bütünleşmesini olumsuzlayan değerler madde madde
sıralandığında bunların AB toplumsal bütünleşmesini destekleyen sabit ve değişken
faktörlerin çoğunluğunu teşkil ettiği görülecektir. Türkiye’nin durumunu en fazla olumsuzlayan
bu değerleri bir kez daha din, tarih, coğrafya ve medeniyet şeklinde sıralayabiliriz. Ulus-
toplumun kimlik referansları açısından bakıldığında kabul edilmelidir ki, Avrupa bütünleşmesi
sürecinde Türkiye ve Türk Kültürünün yeri oldukça zayıftır. Ne var ki çağdaş dünyanın
toplumsal gelişmişlik düzeyi itibariyle bugün toplumların hayatına yön veren değerler
değişmiş olup din, dil, tarih, coğrafya ve medeniyet gibi değerlerin belirleyiciliği daha arka
plana gerilemiştir. Bu değerlerin özellikle ulus-üstü yapılanmaları şekillendiren önder değerler
olma trendi düşüşe geçmiştir. Bugünün dünyasında toplumsal yapılanmalara bu değerlerin
esas tutulduğu bir perspektiften bakmak toplumsal gelişmenin gerisinde kalmak demektir.
Zira toplumsal yapılanmalarda ihtiyaç duyulan bu değerlerin yerini başka çağdaş değerler
doldurmuştur. Geçmişte bir toplumsal yapılanma için vazgeçilmez olan söz konusu değerler
bugün ikinci planda düşünülebilmektedir. Devletlerin laikleşmesi süreci vesilesiyle din faktörü;
geçmişteki iyi kötü tecrübeleri hakimiyet mücadelesi için değil, asgari ortak güzel geleceği
inşa etmek için kullanma zaruretinin belirmesi nedeniyle tarih bilinci faktörü ve küreselleşme
bilinç ve olgusu sayesinde de coğrafya ve medeniyet sınırlaması toplumların özelliklede ulus-
üstü toplumsal yapılanmaların kaderini belirlemede ikinci dereceden önemli faktörler
konumuna gerilemiştir. Dolayısıyla AB bütünleşmesini destekleyen sabit ve değişken
faktörlerden özellikle din (Hıristiyanlık), tarih (Avrupa Tarihi), coğrafya (Avrupa Kıtası) ve
Medeniyet (Avrupa Medeniyeti) maddeleri değerlerin bütünü içerisinde çoğunluğu teşkil
etmekte iken; çağdaş dünyada çağdaş bir yapılanma olan AB’nin şekillenmesini sürükleyen
temel değerler olma noktasında ikinci plana düşmektedirler. Tabir yerindeyse bu değerler AB
toplumsal bütünleşmesi için yükte ağır pahada hafif değerleri temsil etmektedirler. Bu nedenle
Türkiye’nin AB ile toplumsal bütünleşmesinde temel referans ve dolayısıyla aşılması imkansız
birer engel olarak görülmemelidirler.
Diğer taraftan AB toplumsal bütünleşmesini destekleyen sabit ve değişken faktörlerin kalitatif
bir değerlendirmeye tabi tutulması halinde Türkiye’nin AB ile toplumsal bütünleşmesinin
önünün gayet açık olduğu anlaşılacaktır. Çünkü böyle bir değerlendirmede görülecektir ki,
Türkiye’nin AB ile toplumsal bütünleşmesini olumlu etkileyebilecek değerler bir maddede
toplanmış olmakla beraber, çağdaş dünyada özellikle ulus-üstü yapılanmaları şekillendiren
29
önder değerleri temsil ederler. Söz konusu değerler günümüz dünyasında tarihte hiç olmadığı
kadar toplumsal yapılanmaları şekillendirmede öncelikli değerler olma konumuna
yükselmişlerdir. Bu değerler makale içinde değişken faktörler adı altında ve bir maddede
toplanan demokrasi, insan hakları, hoşgörü, diyalog, uzlaşma ve dayanışma gibi temelde
insanı ve insanın yüceltilmesini esas alan değerlerdir. Dolayısıyla çağdaş dünyada ulus-üstü
bir yapılanma olarak AB toplumsal bütünleşmesinin tabir yerinde ise yükte hafif pahada ağır
değerleri de bunlardır. Bu değerler bakımından ise Türkiye AB toplumsal bütünleşmesi
sürecine büyük katkılarda bulunabilecek sağlam bir tarihi-toplumsal tecrübeye sahiptir. Bu
nedenle Türkiye-AB toplumsal bütünleşmesinde temel referans olarak da bu değerler
görülmelidir.
Yukarıda da ifade edildiği gibi, çağdaş dünyada toplumların hayatında özellikle de ulus-üstü
toplumsal yapılanmaların şekillenmesinde belirleyici rol oynayan anlayış geçmişe şekil vermiş
bulunan din, dil, tarih, coğrafya ve medeniyeti esas alan katı bir kimlik düşüncesi değildir. Bu
değerleri de birer tecrübe ve asgari kimlik kaynağı olarak içinde barındıran ama temelde
tarihte hiç olmadığı kadar insanı ve insanın yüceltilmesini esas alan; hoşgörü, diyalog,
uzlaşma ve dayanışmayı yöntem olarak benimseyen İleri İnsani Toplum ve İleri İnsani Kültür
düşüncesidir. Bu itibarla İleri İnsani Toplum ve Kültür düşüncesine çağdaş bir yapılanma olan
AB’nin toplumsal bütünleşmesini destekleyen en önemli faktör gözüyle bakmak mümkündür.
Bu durumda Türkiye’nin ve Türk kültürünün önemi bir anda öne çıkacaktır. Gerçekten de AB
toplumsal bütünleşmesi sürecine bu perspektiften bakılınca, Türkiye’nin yeni bir kültürel ve
toplumsal sıçramayı inşa etme noktasında sürece yüksek katkılarda bulunabilecek bir tarihi-
toplumsal deneyim ve dinamizme sahip olduğu anlaşılacaktır. Türkiye’nin AB sürecinde rol
alması, tarihin İİT ve İİK noktasında yaşanacak bir sıçrama daha kaydetmesini
sağlayabilecektir. Bu katkının gerçekleşebilmesi, Avrupa cephesinde tarihsel yaklaşımın
değil, gelecek perspektifinin ağırlık kazanmasıyla yakından ilgilidir. Türkiye cephesinde ise,
mevcut potansiyelin siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların bunaltıcı etkisinden kurtarılarak,
geleceğe açık bir perspektifle yeniden üretilmesine bağlıdır. İnsanlık tarihi toplumları bir arada
tutan duyguların en belirgin olanlarından kabile ve kavim asabiyetini (kan bağı), din
kardeşliğini (ümmet bilinci) ve en son ise unsurları yukarıda anlatılan ulus-toplumu (millet
şuuru) tecrübe etmiştir. Çağdaş toplumsal hayatın gelişen dinamiği gereği, içinde bu birlik
felsefelerini de barındıran ama bunlardan daha ileri bir birlik düşüncesini üretmek yine
toplumların elindedir. Toplumları bir arada tutabilecek daha ileri bir açılım şimdilik İleri İnsani
Toplum ve İleri İnsani Kültür şeklinde ifade edilmiştir. Dünyanın yaşayan en önemli iki
30
medeniyetinin temsilcisi konumundaki Türkler ve AB bu ileri açılımı üretmeye en yakın kültür
çevreleridir. Her iki kültür çevresi için de bu açılımı yapabilmenin nirengi noktası geleceği
hatıraların ve belirlenmişliklerin mi, yoksa insanın yüceltilmesini esas alan gelecek
idealizminin mi tayin edeceği hususudur: Geçmişe mi takılıp kalınacak yoksa Geleceğe mi
yelken açılacak?
REFERANSLAR
ABU-LUGHOD., J. “Küreselleşme Üzerine Tartışmalarda Gevezeliğin Ötesine Geçmek”,
Anthony D. King (Ed.) Kültür, Küreselleşme ve Dünya-Sistemi (Çev. Gülcan Seçkin-
Ümit Husrev Yolsal), Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1998
AÇIKGÖZ., Ö. “Din Değiştiren Türkler Kimliklerini de Yitirirlerken İslam’a Girenler Nasıl
Türk Olarak Kalabildiler?” Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi Sayı: 126
AÇIKGÖZ., Ö. “Türk Müslümanlığının Kuramsal Çerçevesi ve Tarihi Sosyolojik Olabilirliği”
Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı:237
ASLAN., A. “Küreselleşme ve Din”, Köprü, Kış 2002
Avrupa Komisyonu Sitesi www.deltur.cec.eu.int/abkurumlar.rtf
www.deltur.cec.eu.int/kitap/kbütünleşme.rtf
www.deltur.cec.eu.int/kitap/sospol.html 01.03.2004
BULAÇ., A. Avrupa Birliği ve Türkiye, Eylül Yayınları, İstanbul 2001
BURGI., N.-GOLUP., S.P. “Küreselleşme Gerçekten Ulus-Devletleri Lüzumsuz Hale
Getirdi mi?” (Çev. Abdulkadir Atalık), Türkiye Günlüğü, (64) Kış 2001
DAĞI., İ. “Avrupa Birliği’ne Doğru: Devletin ‘Batı’sı, Devletin ‘Beka’sı”, Türkiye Günlüğü,
(64) Kış 2001 DÖNMEZER., S. Toplumbilim, Beta Yayınları, İstanbul ts. 1994
ERKAL., M. E. Etnik Tuzak, Turan Kültür Vakfı Yayınları, İstanbul 1993
ERKAL., M. E. Sosyoloji (Toplumbilim) Der Yayınevi, İstanbul 1999
31
GÖZEN., R. “Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ‘Entegrasyon Sürecinin’ Açmazları ve Açılımları”,
http://www.liberal-dt.org.tr/dergiler/ldsayi17/1704.htm 15.01.2004
GÜNAY., Ü. ve GÜNGÖR., H. Başlangıçtan Günümüze Türklerin Dini Tarihi, Ocak
Yayınları, Ankara 1997
GÜNEY., Ç. “Avrupa Kültürü ile AB İdealinin İmkansız Birlikteliği”,
www.avsam.org/turkce/analizler/23_analiz.htm (Erişim: 01.04.2004)
JESSOP., B. “Küreselleşme ve Ulus Devlet”, (Çev. Efkan Ala-Ahmet Altıparmak), Türkiye Günlüğü (64) Kış 2001
İŞYAR., Ö. G. “Avrupa Örgütlenme ve Bütünleşme Arayışları Örneğinde Uluslar arası
Entegrasyon Modelleri” http://iktisat.uludag.edu.tr/dergi/2/goksel/goksel1.html 18 Şubat
2004
KOLUMAN., A. “Geniş Bir Üst Kimlik Olarak Avrupa Bütünleşmesi ve Türk Kimliği”, 21. Yüzyılda Türk Dünyası Jeopolitiği, Cilt:III, ASAM Yayınları, Ankara 2003
NEZİHOĞLU., H. “Avrupa’nın Bütünleşme Süreci Işığında “Avrupa Kimliği”ne Bir Bakış”,
Yeni Türkiye, Avrupa Birliği Özel Sayısı (36)
ORTAYLI., İ. “Avrupalılar İçlerinde Müslüman Bir Kültür İstemiyorlar; Peki Biz Niye
Protestan Bir Kültürü İsteyelim?”, Türkiye Günlüğü, (49) Ocak-Şubat 1998
ÖZEL., M. “Milletin Yurdu Tarihtir”, Anlayış, Ağustos 2003, (3)
ÖZDAĞ., Ü. Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, ASAM Yayınları, Ankara 2003
ÖZDEMİR., H. “Avrupa’da Bütünleşme Süreci ve Türkiye”
http://web.ttnet.tr/ozdemir/AB.htm 18.02.04
ROUX., J.-P. Türklerin ve Moğolların Eski Dini, (Çev. Aykut Kazancıgil), İşaret Yayınları,
İstanbul 1994
SUGUR., N. “Küreselleşme Üzerine Sosyolojik Bir İnceleme”, Birikim, Mayıs 1995 Sayı:73
TURHAN., M. İ. “Bizim Avrupa”, Anlayış, Ağustos 2003, (3)
TÜRKKAHRAMAN., M. ve ÇEVİK., D. Ş. “Normatif ve Fonksiyonel Bütünleşme
Bağlamında Avrupa Birliği ve Türkiye”, Yeni Türkiye, Avrupa Birliği Özel Sayısı, S.36
32