bestecilik ve algı bileşenleri bağlamında elektronik müziğin temel … · 2020. 8. 9. ·...

13
1 Bestecilik ve Algı Bileşenleri Bağlamında Elektronik Müziğin Temel Özellikleri Doç. Gökçe Altay Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Özet Bu çalışmada, bestecilik ve algı bileşenleri bağlamında elektronik müziğin temel özelliklerinin ele alınması, böylelikle konuyla ilgili bir perspektif oluşturulması amaçlanmaktadır. Söz konusu temel özelliklerin her biri, teknik açıklamaların yanı sıra literatür ve eser örneklemeleri ile sunulacaktır. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası belirginleşen elektronik müzik, günümüze değin farklı tını, stil ve yapı unsurlarıyla kendini yeni baştan yapılandırabilen bir müzik kültürü yaratmıştır. Bu kültür, müzik estetiği tarihinde ses ve çalgı müziğinden sonra meydana gelen bir “üçüncü evre” (Stuckenschmidt:1955) olarak nitelendirilmiş ve kendi insan kaynağının ötesinde gelişen, evrimleşen bir olgu olarak kabul edilmiştir. Bu yeni olgu bestecilik yönünden bakıldığında bazı teknik gereksinimleri de beraberinde getirmiştir. Buna göre besteciler, hangi okuldan geldiklerine bakılmaksızın, gelenekselin ötesini görmeyi hedefleyen bir kavrayışla yeni müziğe elverişli olabilecek bazı temel özellikleri tespit etme yoluna gitmişlerdir. Öyle ki bu özellikler, yeni müziğin yaratılması ve perspektiflerinin oluşturulmasında gerekli olabilecek yöntemlerin geliştirilmesinde de belirleyici rol oynamıştır. Anahtar Kelimeler: Elektronik müzik, bestecilik, algı bileşenleri, yeni perspektifler

Upload: others

Post on 29-Jan-2021

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  •   1  

    Bestecilik ve Algı Bileşenleri Bağlamında Elektronik Müziğin

    Temel Özellikleri Doç. Gökçe Altay

    Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı

    Özet

    Bu çalışmada, bestecilik ve algı bileşenleri bağlamında elektronik müziğin temel

    özelliklerinin ele alınması, böylelikle konuyla ilgili bir perspektif oluşturulması

    amaçlanmaktadır. Söz konusu temel özelliklerin her biri, teknik açıklamaların

    yanı sıra literatür ve eser örneklemeleri ile sunulacaktır. Özellikle II. Dünya

    Savaşı sonrası belirginleşen elektronik müzik, günümüze değin farklı tını, stil ve

    yapı unsurlarıyla kendini yeni baştan yapılandırabilen bir müzik kültürü

    yaratmıştır. Bu kültür, müzik estetiği tarihinde ses ve çalgı müziğinden sonra

    meydana gelen bir “üçüncü evre” (Stuckenschmidt:1955) olarak nitelendirilmiş ve

    kendi insan kaynağının ötesinde gelişen, evrimleşen bir olgu olarak kabul

    edilmiştir. Bu yeni olgu bestecilik yönünden bakıldığında bazı teknik

    gereksinimleri de beraberinde getirmiştir. Buna göre besteciler, hangi okuldan

    geldiklerine bakılmaksızın, gelenekselin ötesini görmeyi hedefleyen bir kavrayışla

    yeni müziğe elverişli olabilecek bazı temel özellikleri tespit etme yoluna

    gitmişlerdir. Öyle ki bu özellikler, yeni müziğin yaratılması ve perspektiflerinin

    oluşturulmasında gerekli olabilecek yöntemlerin geliştirilmesinde de belirleyici

    rol oynamıştır.

    Anahtar Kelimeler: Elektronik müzik, bestecilik, algı bileşenleri, yeni

    perspektifler

  •   2  

    Fundamental Features of Electronic Music in the Context of

    Composing and Perception Components

    Assoc. Prof. Gökçe Altay

    Uludag University State Conservatory

    Abstract

    In this study, it is aimed to discuss the fundamental features of electronic music in

    the context of composition and perception components in order to create a

    perspective on the subject. Each of these features will be presented with technical

    explanations as well as the literature and compositional examples. Especially after

    the World War II, the electronic music became more evident and until today

    created a musical culture that can reconstruct itself with different timbral, stylistic

    and structural elements. This culture has been regarded as the "third phase"

    (Stuckenschmidt: 1955) in the history of music aesthetic, which, came after the

    vocal music and instrumental music and has been regarded as a phenomenon

    evolving beyond its human origin. This new phenomenon is accompanied by

    some technical requirements in terms of composing. Regardless of which school

    they came from, the composers went on to identify some basic features that could

    be suitable for new music with an understanding encompassing beyond the

    traditional. Such features have also played a decisive role in the development of

    methods that may be necessary in the creation of the new music and its

    perspectives.

    Key Words: Electronic music, composing, perception components, new

    perspectives

  •   3  

    Elektronik müzik genel olarak, elektronik müzik aletleri, dijital aletler ve devre

    tabanlı müzik teknolojisini kullanan müziktir. Elektronik müzisyeni ise, böyle bir

    müziği besteleyen ve / veya icra eden kişidir. Müzik yapmak için ilk elektronik

    cihazlar 19. yüzyılın sonunda geliştirilmiştir. Takip eden yüzyılın başlarında

    İtalyan Fütüristler L’arte dei Rumori (Gürültü Sanatı) manifestosu altında, daha

    önce müzikal olarak düşünülmeyen sesleri üretecek olan intona rumori (gürültü

    seslendiricilerini) tasarlamışlardır. 1920’li ve 1930'lu yıllarda ise sahneye

    elektronik müzik aletleri çıkarıldığı ve bu aletler için ilk kompozisyonların

    oluşturulduğu görülmektedir. 1940'lara gelindiğinde, manyetik ses bandı (teyp),

    müzisyenlerin sesleri bantlara aktararak, söz konusu bantları manipüle etmeye,

    örneğin bantları kesip yeniden eklemleme, şerit hızını veya yönünü değiştirme

    gibi tekniklere olanak tanıdı. Böylece Fransa'da elektro akustik bant (teyp)

    müziğinin ilk örnekleri verilmeye başlandı. 1948'de Paris'te yaratılan Musique

    concrète, kaydedilen doğal ve endüstriyel ses parçalarını birleştirmeye

    dayanıyordu. Elektronik jeneratörlerden (sinüs dalgalarıyla) üretilen müzik ise ilk

    kez 1953'de Almanya'da sahne aldı.

    Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasından itibaren süregelen yükselişiyle elektronik

    müzik, günümüze değin farklı tını, stil ve yapı unsurlarıyla kendini yeni baştan

    yapılandırabilen bir müzik kültürü yaratmıştır. Bu kültür yeni çalgılama, stil ve

    yapısal unsurlarıyla kendini tekrar keşfetme sürecine de girmiştir. Çağdaş müzik

    alanında yayın hayatına giren ilk müzik dergisi Die Reihe’de müzikolog Hans

    Heinz Stuckenschmidt (1901 – 88) elektronik müziği, müziğin estetik tarihindeki

    “3. Aşaması” olarak nitelendirmiştir. Bu nitelemeye göre ilk iki aşama, ses

    (vokal) ve çalgı müziğinin oluşum ve gelişimi bağlamında tanımlanmaktadır.

    Stuckenschmidt bunu şöyle açıklamakatadır: “Müzik kendi insani kökenlerinden

    çok daha öteye doğru gelişmekte; öyle ki bizden önce tamamen insan ruhu

    tarafından kontrol edilen bir sanat olmasını hayal bile edemezken şimdi şaşkınlık

    içinde ve gururla, 3. Aşama olarak nitelediğimiz elektronik (müzikle) karşı

    karşıyayız” (Stuckenschmidt, 1955:2).

  •   4  

    Stuckenschmidt’in işaret ettiği üzere insan kaynağının ötesinde gelişen,

    evrimleşen bir olgu olarak kabul edilen bu yeni müzik, bestecilik yönünden

    bakıldığında bazı teknik gereksinimleri de beraberinde getirmiştir. Buna göre

    besteciler, hangi okuldan geldiklerine bakılmaksızın, gelenekselin ötesini görmeyi

    hedefleyen bir kavrayışla yeni müziğe elverişli olabilecek bazı temel özellikleri

    tespit etme yoluna gitmişlerdir. Bestecilik ve algı bileşenleri çerçevesinde bu

    özellikleri altı ana kategoride değerlendirmek mümkündür:

    1) Elektronik müziğin ses kaynağı sınırsızdır ve elektronik müzikte ses,

    kompozisyon materyalinin kendisi haline gelebilir. Buna göre bu müziğin

    kaynağı sesin kendisinden, yani sesin üretim işleminden (sound generation

    process) başlamaktadır. Yeni sesler elektronik dalga formlarından üretilebildiği

    gibi hali hazırda bulunan herhangi bir ses kaynağının manipülasyonu ve/veya

    rejenerasyonu ile de mümkün olmaktadır. Bu konumda besteci, yalnızca müziği

    değil, aynı zamanda sesin kendisini üreten konumundadır.

    Besteci doğada varolmayan sesleri üretebildiği gibi, varolan sesleri de radikal bir

    biçimde yeni çalgılara dönüştürebilir. 1958 yılında teyp için bestelediği Thema –

    Omaggio a Joyce (“Joyce Anısına”) adlı yapıtında Berio, konuşma sesini pek çok

    yeni ses modeline dönüştürerek yeni müzikal tınılar oluşturdu. Besteci bunu şu

    şekilde açıklamaktadır: “Eğer elektronik müzik deneyimi önemliyse ki öyle

    olduğuna inanıyorum, anlamı, salt yeni seslerin keşfedilmesinde değil, bestecinin

    daha geniş bir ses alanını müzikal düşünceye entegre ederek, ikili bir anlayışın

    üstesinden gelme olanağına sahip olmasıdır. Bu, tıpkı dilin salt bir yanda

    sözcükler diğer yanda ise kavramlar şeklinde olmaması, ancak dünyamızda var

    olma yolumuza belirli bir şekil verdiğimiz dilemsel sembollerden oluşan bir

    sistem olması gibidir. Bu nedenle müziği, notalar ve geleneksel ilişkiler arasında

    değil, ses bütününün belirli yönlerini seçme, şekillendirme ve yapılandırma

    yöntemimizle tanımlıyoruz.”1

                                                                                                                   1http://www.lucianoberio.org/node/1503?948448529=1 (Erişim Tarihi: 29.03.2017)

     

  •   5  

    Wendy Carlos’un 1984’te bestelediği Luna adlı yapıtında yeni bir dijital çalgı

    modelledi. Eserde real-time olarak çalınan bir temadaki sesler, farklı çalgı

    seslerine dönüştürülüyordu. Bu eserin yer aldığı “Digital Moonscapes” adlı

    albümde ilk kez dijital olarak sentezlenen bir orkestra kullanılıyordu. Carlos’un

    “Gerçek-dünya orkestra kopyaları” (real-world orchestral replicas) olarak

    tanımladığı bu tasarımda, yalnızca GDS (General Development System) ve SDS

    (Synergy Digital Synthesizers) kullanılmasını öngördü. Bu sistemlerden oluşan

    müzik topluluğuna ise LSI Philarmonic (Large Scale Integration circuits) adını

    verdi. Carlos 1986’da bu deneyi bir adım daha öteye götürerek Beauty in the

    Beast’te “bilinen çalgılara dayanarak hiç varolmayan çalgı tınıları tasarımı” olarak

    nitelendirdiği yeni bir tasarım hazırladı (Holmes, 2001:9). Bu tasarımlardaki amaç

    elbette klasik bir orkestrayı taklit etmek değil, ancak orkestranın tınısal

    niteliklerini taşıyan, o zamana dek duyulmamış yeni ses kaynaklarının yaratılması

    ve yine orkestra çalgıları kadar kulağı tatmin edici müzikal bir içeriğin

    oluşturulmasıydı.

    Sesin fiziğine girip onun özelliklerini doğrudan idare edebilme özelliği, bestecilik

    açısından tamamen yeni bir kaynak sağlar. Tüm seslerin ardındaki birleştirilmiş

    fizik, bestecinin bu sesleri birer materyal bağlamında eşit olarak kabul etmesine

    izin verir. Buna göre ses kaynağının belirli bir ses dikliğine sahip olup olmaması

    da belirleyici değildir. Herhangi bir ses, müzikal kompozisyon için potansiyel bir

    materyalidir.

    2) Elektronik müzik, tonalite algısını genişletme potansiyeline sahiptir. Yeni

    ses perdelerinden oluşan sistemlerin keşfi, elektronik müzikle birlikte daha kolay

    bir hal almıştır. Öyle ki bir oktavın bilgisayarda istenilen şekilde bölünmesi,

    örneğin mikrotonal ölçeğe indirgenmesi ve dijital bir klavye ile sesletilmesi,

    piyano gibi mekanik vasıtlara göre çok daha rahat olmuştur. Elektronik müziğin

    ilerlemesinde önemli bir rol oynayan Batı Alman Radyosu Elektronik Müzik

    Stüdyosu’nun (Studio für elektronische Musik des Westdeutschen Rundfunks)

    kurulucularından biri olan ve burada 1951 – 62 yıllarında direktörlük yapan

    Herbert Eimart’a göre bu konum şu şekilde açıklanabilir: “Bestecinin artık katı bir

  •   6  

    şekilde düzenlenmiş tonal sistem 2 üzerinden hareket etmemesi gerçeği, onu

    tamamen yeni bir durumla karşı karşıya bıraktı. Besteci ilk kez müzikal

    materyalin bilinen ve bilinmeyen, akla yatkın ve mümkün olan her sesin bir sürek

    içinde işlenebildiği bir ses alemini kendisinin komuta ettiğini görmekte.”

    (Holmes, 2016:29).

    Öte yandan elektronik müzik tonaliteden olabildiğince uzak olan gürültü alanına

    da yatkınlık taşır. Her türden ses, tonal olup olmamasına bakılmaksızın elektronik

    alanda eşit derece önem taşır. Edgar Varèse erken bir dönemde kontrollü gürültü

    örneklemeleri üzerine eğilmiş ve bunu hem çalgı (Örn. Ameriques – rev. 1927,

    Ionisation – 1931) hem de elektronik kompozisyonlarında (Déserts – 1954,

    Poème électronique - 1958) kullanmıştır. Varèse yegane amacının, “sesleri

    özgürleştirmek olduğunu belirtmiş ve yaratıcılığı süresince sofistike elektronik

    müzik aletlerinin arayışında olmuştur. Schönberg’in “disonansları

    özgürleştirmek” sözünden adım daha ileriye giden bir Varèse, müzikal sesin

    yalnızca sonik özelliklerinden yararlanıldığı, geleneksel form ve ifadeden

    bağımsız olan yönüyle ilgilenmiştir. Tıpkı bir heykeltraşın fiziksel materyaline

    yaklaştığı gibi, o da sesleri şekil verilebilen ses nesneleri olarak ele aldı. Bilindiği

    üzere “ses nesneleri” olgusu Pierre Schaeffer’in musique conrète çalışmalarının

    da temelini oluşturmaktadır.

    John Cage, Varèse’in yaklaşımını benimsemekle beraber, her tür sesin değerini

    bir diğerinden ayırt etmeksizin kabul etmiş ve seslerin kendi varoluşlarına izin

    verilmesi gerektiğini savunmuştur: “Sesler, basit bir nedenden ötürü, salt sesler

    oldukları için yeni müziğe sözde müzikal sesler kadar faydalıdır... Bu karar tarihin

    bakış açısını değiştirir... Böylece artık tonalite veya atonalite, Schoenberg veya

    Stravinsky ve uyumlu veya uyumsuzla değil, daha çok 20. Yüzyıl müziğinde

    gürültüye öncülük eden Edgar Varèse ile ilgilenmelidir. Fakat gürültülerin ve

    tonların olmasına izin veren yolların keşfedilmesi gerektiği de açıktır. Bu gürültü

    ve tonlar, salt Varese'in hayal gücüne bağlı üsler değildir” (Cage, 1961:68).

                                                                                                                   2 Eimart burada geniş anlamda bir tonalite kavramından söz etmektedir.

  •   7  

    3) Elektronik müzik bir gerçekleşme (realizasyon) halinde varolur. Igor

    Stravinsky, Poetics of Music’te müziğin iki olası haline değinir: “Müziğin iki

    anını ya da daha ziyade iki halini ayırt etmek önemlidir: potansiyel müzik ve fiilî

    müzik… (Bu da şu demektir,) partitrüde varolan, henüz icra edilmemiş,

    gerçekleştirilmemiş müzik ve icra edilmiş (gerçekleştirilmiş) müzik” (Stravinsky,

    1970:29). Elektronik müzik cephesinden bakıldığında ise, tam olarak yazıya

    aktarılmayan ya da partitürü oluşturulmayan pek çok yapıt bulunmaktadır. Bunun

    altında yatan neden elektronik müziğin bestecinin performansı doğrudan kayıt

    kullanarak ya da canlı performans olarak yaratma halidir. Pek çok eser vardır ki

    bunlar doğrudan ve bir defaya mahsus olarak elektronik araçlarla, kayıt için

    gerçekleştirilmektedir. Bununla birlikte elbette bestecinin partitür oluşturduğu

    yapıtlar da mevcuttur. Ancak bir partitür oluşturma durumu sıklıkla, bir eserin

    elemanlarını tanımlamak için benzersiz bir form geliştiren bestecinin bir uğraşıdır.

    Bu uğraşı özellikle, hali hazırda var olan, teknoloji elverdiği ve/veya gerektirdiği

    ölçüde uygulanır. Buna bir örnek olarak Karlheinz Stockhausen’in Studie I (1953)

    ve Studie II (1954) yapıtları gösterilebilir. Besteci Studie I’ta, sinüs dalgalarıyla

    oluşturduğu farklı ses dikliklerini ve dinamik bileşkeleri, geometrik şekillerin yer

    aldığı grafik bir notasyon geliştirerek sunar.

    Grafik 1: Studie I, Partitür Sayfa 1, Analiz3

                                                                                                                   3  http://stockhausenspace.blogspot.com.tr/2014/12/opus-3-studie-i-studie-ii-and-etude.html (Erişim Tarihi: 29.04.017)  

  •   8  

    Teorik olarak, sadece bu partitürü kullanarak STUDIE I tekrar yaratılabilir. Eserde

    ses dikliği, dinamik, süre vb. unsurların oluşturduğu dokusal atamaların (textural

    assignments) ana hedeflerinden biri, en yüksek ve en alçak ses dikliklerini daha

    kısa ve daha sessiz yapmaktı. Bu, dinleyiciyi orta rejistirde yer alan ses

    dikliklerini daha ön plandan algılamasına neden olur. Yankılanmanın (reverb)

    öngörülemeyen kullanımı ile, işin tek parça olduğu gerçeğine rağmen, çok renkli,

    kaleideskopik bir üç boyutlu ses alanı oluşturulur.

    Studie II’da ise daha sade olmakla beraber yine bir grafik notasyon söz

    konusudur. Bu grafik notasyonda belirlenmiş ses diklikleri ve dinamikler, mutlak

    bir kesinlikle verildiklerinden, yapıtın farklı bir medya üzerinden icrada bir

    değişiklik olmaksızın sunulması mümkündür. Zira Studie II, 2006 yılında Georg

    Hadju tarafından Max/Msp’ye aktarılmıştır.

    Grafik 2: Studie II, Georg Hadju, Max/Msp Realizasyonu

    STUDIE I'da tamamen sentetik dokular oluşturduktan sonra, Stockhausen'in

    sonraki hamlesi, tınıları kendi başlarına alıp tümden dizisel (integral serial) olarak

    düzenlemekti. Başka bir deyişle, temelde 5 sesli akorlardan oluşan STUDIE II,

    STUDIE I’a göre daha formal olarak yapılandırılmış ve tınıların dizisel olarak

    organize edilme olanakları araştırılmıştır.

    Elektronik müzikte kendine has bir grafik notasyon tekniği geliştiren, hatta

    kompozisyon taslaklarını da bu şekilde sürdüren başka besteciler de

    bulunmaktadır. Bunların arasında Cage’in Aria with Fontana Mix’i (1958), Ton

    Bruynel’in Dust’ı (1992) gibi pek çok besteci yer almaktadır. John Cage’in

  •   9  

    1958’de bestelediği Aria with Fontana Mix, teyp ve rejistiri belirlenmemiş bir

    vokal içindir ve virtüözik bir üsluptadır. Toplamda 20 sayfayı içeren ve tamamı

    kompleks bir grafik notasyonla hazırlanmış bu yapıtın her sayfası, ortalama 30

    saniyelik bir performans gerektirmektedir. Cage partitürü "Herkesin fotoğraf

    çekebileceği bir kamera" olarak nitelendirmiştir4.

    Grafik 3: John Cage, Aria with Fontana Mix, Partitür

    Hollandalı besteci Ton Bruynel de grafik notasyon kullanan besteciler arasındadır.

    Kendisi hem eser taslaklarında hem de tamamlanmış kompozisyonlarında grafik

    notasyona başvurmaktadır. Bruynel’in Dust (Toz – 1992) adlı org ve dört track

    için bestelediği yapıtı, yine bestecinin kendi oluşturduğu grafik notasyona

    dayanmaktadır. Besteci bu yapıtında beyaz gürültü ve metallerin seslerini

    üretmekte ve eşit tamperamanlı bir orgun seslerini manipüle etmektedir. Yapıtta

    org icracısı grafik notasyonu eser boyunca takip etmek durumundadır.

    Grafik 4: Ton Bruynel, Dust, Partitür, Sayfa 1

                                                                                                                   4 https://accessions.org/article3/strange-weather/ (Erişim Tarihi: 28.04.2017)

  •   10  

    Besteciye bir eserin realizasyonu için notlar hazırlamaya yardım etmekten başka,

    bir partitürü yaratma veya yayma nedenleri arasında, başkalarına bilgi vermek, bir

    eserin telif hakkına sahip olmak veya canlı performansta müzisyenlere talimatlar

    vermek gibi nedenler de yer alır.

    Tüm bu örneklemeler, elektronik müziğin notasyonu konusunda bir

    standardizasyon olmadığını göstermektedir. Elektronik yapıtlara ait pek çok

    partitür, bestecinin müzikal ihtiyaçlarına yönelik olarak belirlenmekte, besteci bu

    anlamda yönergeler vermektedir. Konuyla ilişkili olabilecek ilginç bir örnek de,

    Alvin Lucier’in (1939) I am sitting in a Room adlı eseridir (1969). Burada bir

    mikrofon ve iki teyp kayıt cihazı tarafından üstüste kaydedilmiş (re-recorded) bir

    sesin dejeneratif etkileri üzerine deneysel bir çalışma yer almaktadır. Burada

    temel ses materyali besteci tarafından yazılan bir metinin okunmasından ibarettir.

    Eserin kendisinde, ses kaydının ve üst üste kaydının hangi prosedürler izlenerek

    yapılacağı adım adım ve kronolojik bir sıralamayla anlatılmakta, ayrı bir

    notasyon ya da yazılı bir yönergeye dahi ihtiyaç duyulmaksızın kompozisyon bir

    gerçekleşme (realizasyon) halinde varolmaktadır. Esasen bir teyp kompozisyonu

    olarak tasarlanan bu yapıt, 2000 yılında Christopher Burns tarafından canlı, real-

    time olarak gerçekleştirilmiştir. Burns bu realizasyonda Pure Data (Pd) adlı bir

    program kullanmış ve performansın süresini sabitlememiştir. Bunun nedenini

    Burns “Amaçlanan performans alanı izleyiciyle doldurulduğunda sürecin ne kadar

    çabuk gelişeceğinden emin değilim” sözleriyle açıklamıştır (Holmes, 2016:172).

    Elektronik müziğin deneyimlenmesi, onun gerçekleşmesinin bir parçasıdır.

    Holmes’e göre “realizasyon” yani “gerçekleşme”sözcüğü, elektronik müziğin

    öncüleri tarafından benimsenmiş ve aynı zamanda tamamlanmış bir işin bir araya

    getirilmesi (montajlanması) hareketi olarak öngörülmüştür. Öyle ki elektronik

    müzik performansı gerçekleştirilene ya da real-time olarak çalınana, yani

    realizasyonu sağlanana dek varolmamaktadır.

    4) Elektronik müzik, müziğin zamansal doğasıyla özel bir ilişki içindedir.

    Stravinsky’e göre “kronolojik bir sanattır”  (Eysteinsson, Liska, 2007:516) ve

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                     

  •   11  

    “herşeyden önce belirli bir organizasyonu, bir kronomonyayı varsayar”

    (Stravinsky, 1970:28). “En temel seviyede müzik, sesin zamandaki

    organizasyonudur” (Eysteinsson, Linska, 2006:516). Yine Die Reihe dergisinin 3.

    Sayısında, Stockhausen “Wie die Zeit vergeht” (“Zaman Nasıl Geçer”) başlıklı

    makalesinde bunu şöyle tanımlar: “Bir müzik parçası, ses dikliğini

    değiştirmeksizin dramatik bir şekilde hızlandırılırsa sonuçta belirli bir ton ve ses

    rengi (timbre) ortaya çıkar. Müzik, (Beethoven sonat gibi) eşit bir ritmik yapıya

    sahipse ses rengi, ritmik ya da melodik olarak düzensiz (Webern parçası gibi) bir

    parçadan "daha saf" olurdu. Bunun tersi de geçerlidir - kısa bir "gürültü", birkaç

    dakikaya kadar uzatılırsa, kendi yapısıyla veya formuyla bir müziğe neden

    olabilir. Ses dikliği perspektifinden bakıldığındaysa, tekrar eden bir nabız (pulse)

    çok yüksek hızlara (nabzın ses dikliği aktarımı/transpozisyonu yapılmaksızın)

    çıkartılması durumunda, sürekli bir ton haline gelir...” (Stockhausen, 1959:11).

    Elektronik müziğin doğası besteciye tını, ses dikliği, zarf gibi sesle ilgili tüm

    unsurları, zaman içinde kaydırılabilen ve değiştirilebilen bir formda kayıt etme

    imkanını sunar.

    5) Elektronik müzik soluk almaz: insan performansının sınırlamalarından

    etkilenmez. Robert Ashley’nin deyimiyle “(elektronik müzik), elektrik (techizatı)

    duvardan çıkmadığı sürece devam edebilir.” (Holmes, 2016:37) Seslerin

    istenildiği ölçüde uzatılması, tekrar edilmesi, hızlandırılıp yavaşlatılması gibi

    işlemler, insan kapasitesinin sınırlamalarına tâbi değildir. Seslerin sonsuz olarak,

    soluk almaksızın uzatılabilmesinin yanı sıra son derece kompleks ritimlerin de

    icrası, elektronik müzikte olasıdır. Böylelikle besteci insana dair her tür fiziksel

    sınırlamadan bağımsız bir şekilde yeni sesler tasarlayabilmekte ve son derece

    karmaşık performans olanağını, bir makina aracılığıyla sağlayabilmektedir.

    Bunun yanı sıra, icracı bir müzisyenin performansını da desteklemek, etkilemek

    ve başkalaştırmak gibi potansiyel uygulamalarla, onun performans alanını da

    genişletebilmektedir.

  •   12  

    6) Elektronik müzikte algısal olarak, doğadaki ses dünyasıyla bir

    karşılaştırma noktası aranması şartı yoktur. Bu elbette elektronik müziğin

    yaratımında doğal ses malzemesinden yararlanılmaz anlamına gelmemektedir.

    Holms’e göre burada mesele, işitme duyusu ve beraberindeki algı bileşenleri ile

    ilintilidir. İşitme, dokunma ve tatma gibi proksimal, yani beden merkezine yakın

    duyuların tersine, bir mesafe duyusudur. Elektronik müziğin özü, aslen doğal

    dünyayla olan ayrışmasında yatar. Dinleme durumunda insan zeka ve hayal

    gücünü tetikleyerek, neyin duyulduğunu yorumlar. Bunu yaparken bilgiden ve

    varsayımlardan gelen yorumları işleme sokarak, dolaylı bilgileri bir takım eleme

    süreçlerinden geçirir. Böylelikle kişi, duyduklarından nesne dünyasına ait bir

    anlam çıkartabilir. Nesne dünyasında küçük bir yere sahip olan elektronik müzik,

    dinleyicinin samimi ve kişisel gerçeğinde bir dalgalanma haline gelir. Böylelikle

    yeni sesler, düşünülmüş, hayal edilmiş, hafızaya kazınmıştır ve yeni bir müzikal

    hafıza yaratılmıştır.

    KAYNAKÇA:

    https://accessions.org/article3/strange-weather/ (Erişim Tarihi: 28.04.2017)

    http://www.lucianoberio.org/node/1503?948448529=1(Erişim Tarihi: 29.03.2017)

    http://www.tonbruynel.nl (Erişim Tarihi: 01.05.2017)

    https://www.discogs.com/Wendy-Carlos-Digital-Moonscapes/release/116513

    (Erişim Tarihi: 25.04.2017)

    Cage J. (1961). Silence: Lectures and Writings, Wesleyan University Press, s.68

    Eysteinsson A. (edt.), Liska V. (edt.). (2007). Modernism Vol.I, John Benjamins

    Publishing.

    Holmes, T. B. (August 8, 2001). Electronic and Experimental Music: Interview

    with Wendy Carlos.

    Holmes, T. B. (2016). Electronic and Experimental Music: Pioneers in

    Technology and Composition, 5th Edition, Routledge

    Schoenberg A. (1999). Fundamentals of Musical Composition, 4th Edition,

    Faber&Faber

  •   13  

    Stravinsky, I. (1970). Poetics of Music in the Form of Six Lessons, Harvard

    University Press, Revised edition, s. 29

    Stuckenschmidt, H. H. (1955). Die dritte Epoche, Die Reihe, Heft I, Universal

    Edition, Wien.

    http://stockhausenspace.blogspot.com.tr/2014/12/opus-3-studie-i-studie-ii-and-

    etude.html (Erişim Tarihi: 29.04.017)

    Stockhausen, K., (1957). “Wie die Zeit vergeht”, Texte I, Die Reihe, Heft III,

    Eng. Ver. 1959

    Tanke, W. (2014) http://willemtanke.blogspot.com.tr/2014/08/ton-bruynel-dust-

    versions-vught-haarlem.html (Erişim Tarihi: 27.04.2017)