bsa ve biyosensorler
TRANSCRIPT
Şekil 1 Bir biyosensörün konfigürasyonu
analit
biyoreseptör
Dönüştürücü
Biyosensörlere genel bir bakış ve biyosavunmada kullanılan
biyosensörler
Dr. Mustafa F. Abasıyanık*, Ergün Şakalar**, Mehmet Şenel***, Fatih Üniversitesi, Genetik ve Biyomühendislik Bölümü*, Biyoloji Bölümü**, Kimya Bölümü***
Özet:
Biyolojik yapıdaki analitleri algılayan sensörler biyosensörlerdir. Biyolojik Saldırı Ajanları biyolojik
yapıdaki toksin, hasta yapıcı veya vücut dengesini bozucu ajanlar olup son yılların savaş ve terörist
saldırılarında sıklıkla kullanılmakta veya kullanılmaları planlanmaktadır. Bilim dünyası bir yandan yeni
BSA’lar üzerine çalışırken bir yandanda var olan BSA’ları kısa sürede tesbit edebilecek biyosensörler
üzerine uğraş vermektedir. Nükleik asit tabanlı biyosensörler çok hassas olmalarına karşın zaman ve
kusursuz bir işçilik istediğinden ani saldırıların tesbitinde yetersiz kalmaktadır. Ajanların yüzey
özelliklerine göre tesbit yöntemleri gün geçtikçe geliştirilmektedir. Bu makalemizin amacı sensör ve
biyosensör teknolojisini ve de BSA oriyentit dizayn edilen biyosensörlerden bazılarını ve çalışma
yöntemlerini tanıtmaktır.
Biyosensörler
Sensör ve biyosensör tanımları
Sensörler fiziksel olguları elektrik sinyallerine dönüştüren cihazlardır. Mekanik duyu organlarıda
diyebileceğimiz bu cihazlar, çalışma şekillerine göre ve dönüştürücü (ing: tranducer) adı verilen
yapılarına göre çeşitlere ayrılmaktadır. Termal, mekanik, kimyasal, akustik, radyoaktif sensörler ve
biyosensörler bunlardan bazılarıdır. İlgi alanımıza giren biyosensörler genel olarak, biyolojik yapıdaki
analitleri hisseden sensörler veya reseptör birimi biyomoleküler yapıda olan sensörlerdir.
Biyosensörün ana gövdesini oluşturan parçalar
Biyosensörler bir çok sensör gibi reseptör ve dönüştürücü olmak üzere iki ana yapıdan ibarettir. Eğer
reseptör biyomoleküler bir yapıda ise buna biyoreseptör adı verilir (Şekil 1). Biyoreseptörler analiti
fark edebilen biyomoleküllerdir. Dönüştürücüler ise biyoreseptörün analiti fark ettiği esnada ürettiği
kimyasal veya fiziksel sinyali elektrik sinyallerine dönüştüren yapılardır. Biyosensörler sayesinde
normalde uzun tahliller gerektiren analizler daha kısa sürede yapılabilmektedir. Mesela glikoz
biyosensörleri kandaki glikoz seviyesini kısa sürede ölçebilmektedir. Aynı ölçüm normalde geleneksel
yöntemlerle daha uzun sürede yapılabilmektedir. Kısa sürede sonuca ulaştırması ve uygulama
kolaylığı biyosensörlerin en önemli
avantajlarındandır2.
Biyoreseptörler: Biyoreseptör olarak değişik
biyomoleküller kullanılabilmektedir. Bu
biyomoleküllerden en çok kullanılanı enzimlerdir.
Enzimler hedef moleküllere karşı oldukça
özgüldür. Binlerce farklı analit içinden hedef analiti
seçip reaksiyon oluşturabilen bu biyokatalizatörlerin dönüştürücülere bir şekilde immobilize edilmesi
yani yapıştırılması gerekmektedir.
Matrikse fiziksel hapisleme veya kimyasal bağlama yöntemleri analiti tanıyan biyomoleküllerin
dönüştürücülere immobilizasyonunda kullanılan stratejilerdir. Kimyasal bağlama yönteminde
biyomolekül dönüştürücü yüzeyine uygun bir reaktif tarafından kovalent olarak bağlanır. Çok az
sayıda biyomolekülün bağlanması bile biyosensörün etkili çalışması için yeterli olabilir.
Dönüştürücüler: Biyoreseptörün analiti tanıdıktan sonra ortamda oluşan fiziksel veya kimyasal
değişimi algılayıp bunu ölçülemebilir dijital sinyallere dönüştüren cihazlardır.
Tüm bunları bir örnekle biraz daha açalım: Glikoz biyosensörleri kandaki glikoz konsantrasyonunun
tesbitinde kullanılırlar. Burada analit glikoz iken glukoz oksidaz enzimi biyoreseptör olarak kullanılır.
Aşağıdaki reaksiyon şemasında görüldüğü gibi iki yeni ürün reaksiyon sonucunda oluşur.
Burada kullanılacak dönüştürücü, 3 farklı kimyasala odaklanabilen 3 farklı dönüştürücüden biri
olabilir.
1. Oksijen sensörü: Ortamda kullanılan oksijen miktarını ölçer ve bunu anlaşılabilir sinyal olan elektrik
akımına dönüştürür.
2. pH sensörü: Glukonik asit ortamın pH’ını düşürür. Bir pH sensörü olan dönüştürücü ortamın pH’ına
bakarak yıkılan glikoz miktarını tesbit edebilir. Dönüştürücü ile pH değişimi voltaj değişimine sebep
olur.
3. H2O2 sensörü: Dönüştürücü ortamdaki H2O2 konsantrasyonunu ölçer ve elektrik akımına
dönüştürür3.
Nitelikli Biyosensörlerde Aranan Özelliklerin
Biyosensörler sekiz parametreye göre nitelendirilirler:
(i). Duyarlılık (ing:sensitivity): Cihazın analitteki değişime (konsantrasyon) birebir cevap vermesi
demektir. Duyarlılık yüksekse analitteki birim değişim sensörün ekranında aynen gözükür.
(ii). Seçicilik (ing:selectivity): Cihazın sadece analite özgünlüğünü gösterir. Cihaz başka reaktiflere
ilgi göstermez ve hatalı sonuç vermez.
(iii). Ölçüm aralığı: Cihazın ölçebildiği analit konsantrasyonun aralığıdır. Analit belli bir
konsantrasyondan az veya çoksa cihaz iyi bir duyarlılıkta sonuç vermeyebilir.
(iv). Ölçüm süresi: Analit konsantrasyonundaki bir basamak değişime karşı cihazın vereceği nihayi
yanıtın sadece %63’lük kısmını ölçmek için gösterdiği ölçüm süresidir. Bir tür cihazın ölçme hızını
gösterir.
(v). Tutarlılık: Cihazın sonuçlarındaki tutarlılığı ifade eder.
(vi). Tesbit sınırı: Cihazın tesbit edebileceği en düşük analit konsantrasyonunu ifade eder.
(vii). Ömrü: Cihazın, performansında gözle görülür bir azalma olmadan verdiği hizmet ömrünü
ifade eder.
(viii). Kararlılık: Belirli bir süre içinde cihazın duyarlılığındaki veya baz çizgisinde değişimleri dikkate
alan bir kalite ölçüm değeridir2,3.
Glikoz + O2 Glikoz oksidaz
Glukonik asit + H2O2
Biyosensör Dizaynında Dikkat Edilmesi Gerekenler
Biyosensör tasarımlarında önce biyosensörün hangi analiti tanıyacağı tesbit edilmelidir. Sonrasında
ise aşağıdaki maddeler dikkate alınarak biyosensörler dizayn edilmelidir. Bunlar sırasıyla;
(i). Analite uygun biyoreseptörün (tanıyıcı molekülün) seçimi,
(ii). Biyoreseptörü dönüştürücüye sabitlemede kullanılacak uygun ve verimli immobilizasyon
metodunun seçimi,
(iii). Biyoreseptörün analiti tanımasıyla oluşan kimyasal veya fiziksel sinyali anlaşabilir sinyal formuna
dönüştürecek olan dönüştürücünün seçimi ve dizaynı,
(iv). Ölçüm aralığının, duyarlılığın ve ölçümlerdeki parazitlerin dikkate alınması,
(v). Cihazın kompakt bir hale dönüştürülmesi,
olarak sıralanabilir.
Tüm bunları yapmak için ise bir çok alanda geniş bir bilgi birikimine ihtiyaç vardır. Mesela, birinci şık
için biyokimya ve biyoloji, ikinci ve üçüncü için kimya, elektrokimya ve fizik ve dördüncü için kinetik ve
kütle transferi alanları bunlardan bazılarıdır. Biyosensör dizayn edilir edilmez sıra onun elverişli
imalat ve kullanma için uygun bir şekilde paketlenmesine gelir. Modern imalat teknolojileri ve
stratejileri sayesinde çok daha az maliyetle biyosensör üretimi mümkün olmaktadır. Tasarıdan
imalata tüm bu basamaklarda çoklu-disiplinlerin bir arada kafa kafaya çalışması son derece
önemlidir2.
Biyosensör Uygulamaları
Biyosensörler birçok alanda kullanılmaktadır.
• Tıp: Metabolitlerin ölçülmesi, insulin eksikliği belirtilerinin ölçülmesi, hastane koşullarının
gözlenmesi , yapay pankreasın çalışma koşullarının kontrolü, vb.
• Endüstri: Endüstriyel proses kontrollerinde gereklidir. Biyoreaktörlerin kontrolü, giren
hammadde ve çıkan ürünlerin ölçülmesi, vb.
• Çevresel Denetim: Çevre Koruma Ajansı (ing:EPA (Environmental Protection Agency) EPA
tarafından hava ve su düzenli olarak izlenmektedir. Ayrıca yerel idari mercilerin de bölgesel izleme
birimleri bulunmaktadır. Bu birimler düzenli olarak hava ve suyu tahlil etmektedirler.
• Savunma (askeri ve sivil): Askeri ve sivil savunma alanında kullanılmak üzere bir çok sensör ve
biyosensör dizaynı ve imalatına, son körfez krizi ve 11 Eylül sonrasında hız verilmiştir. Herhangi bir
biyoterör ve biyosaldırı sonrası erken tesbit ve analiz için çok güçlü ve taşınabilir biyosensörler en
elzem cihazlardandır. Bu konu ilerde daha detaylı
verilecektir2.
Biyosensörlerin Kısa Tarihçesi
Clark ve Lyons (1962) ilk defa biyosensör terimini ifade
etmişlerdir. Enzim-elektrot kompleksini imal eden ikili, bu
kompleksi glikoz sensörü olarak kullanmışlardır. Sensör,
oksido-reduktaz enzim olan glikoz oksidazın pletanyum
elektroduna immobilize olmasından ibarettir. Pletenyum
elektrod enzim tarafından üretilen H2O2 tarafından +0.6V’da
Şekil 2. Clark’ın enzim elektrodu
polarize olur. İşte basitçe bu prensibe göre çalışan tarihin ilk biyosensörü 1974 yılında piyasada
Yellow Spirngs Instrument (YSI) olarak görülmüştür.
YSI sensörünün geliştirilmesinde ana özellik yeni nesil membranlardır. Clark burada sandeviç
membran kullanmıştır. Enzim nükleopor polikarbonat membran ve selluloz asetat membran arasına
hapsolmuştur. Bu membranlar normalde ortamın potansiyel yapısını etkileyecek olan diğer faktörleri
elimine etmekte ve cihazın duyarlılığını ve özgünlüğünü artırmaktadır. Mesela, Clark’ın kullandığı
membran H2O2‘ı diffüze ederken askorbat ve diğer parazitik kimyasalların geçişini engellemektedir2.
Biyoreseptör Molekülleri (Şekil 3)
Enzimler: Başta da belirtildiği gibi biyoreseptör moleküllerinin en çok bilineni enzimlerdir. Sensörün
analite olan özgünlüğü aslında biyoreseptörün analite karşı özgünlüğünden başka bir şey değildir.
Enzimlerin substratlarına karşı oldukça yüksek bir özgünlüğü, afinitesi mevcuttur. Binlerce kimyasal
arasından ilgili oldukları substratı seçer ve reaksiyonu katalizlerler. Tabi tüm diğer reaksiyonlarda
olduğu gibi enzimatik reaksiyonlarda da ortamın sıcaklığı, pH’sı, iyonik kudreti ve diğer çevre şartları
önemli rol oynar.
Antikorlar: Antikorlar bir glikoproteindir. Kandaki proteinlerin %20’sini oluşturular ve
immünoglobinler diye de adlandırılırlar. Y şeklinde olup iki adet antijen tanıma bölgesi ihtiva ederler.
Bağışıklık sisteminde antikorlar tarafından tanınan ve immün cevap oluşumuna sebep olan yabancı
moleküllere antijen adı verilir. Antikorları genelde birbirlerinden ayıran farklılık antijen tanıma
bölgeleridir. Her farklı antikor kendine özgün olan antijeni tanır ve ona geçici olarak bağlanır.
Kovalent olmasa da güçlü bir bağlanma yaptığından antijen-antikor bağlanma stratejisi bir çok
modern tanı metodunda kullanılmaktadır. Özellikle monoklonal antikor üretim teknolojisi sayesinde
artık herhangi bir antijene özgün IgG tipi monoklonal antikorlar üretilmekte ve üretilen bu antikorlar
biyosensör teknolojisinde de kullanılmaktadır2.
Aptamerler: Genel olarak aptemerler rastgele sentezlenmiş tek zincirli oligonükleotidlerdir. Önce
oligonükleotid sentezleyicisine zincir dizim sekansı bakımından rastgelelik gösteren trilyon adet farklı
sentetik oligonükleotid ürettirilir. Baz dizimi farklı olan herbir molekül, farklı üç boyutlu yapıya
sahiptir. Dolayısıyla bu kadar farklı molekül, tanınması düşünülen analitle muamele edilir ve hangi
rastgele üretilen oligomerik molekülün analite karşı yüksek bağlanma kapasitesine sahip olduğu
SELEX adı verilen özel bir yöntemle tesbit edilir. Sonrasında tesbit edilen oligomerin sekansı belirlenip
sentezleyiciye ikinci defa ama bu sefer bilinçli olarak bu molekülden ürettirilir; ürünler ise biyosensör
teknolojisinde biyoreseptör olarak kullanılır. Monoklonal antikorlara rakip olan bu moleküller gün
geçtikçe uygulamada kendini daha fazla göstermektedir. Hatta son 10 yıl içinde özel yöntemlerle
üretilen aptamer proteinlerin bazılarının altın ve bakır gibi madenlere karşı bile özgün bağlanma
gösterdikleri görülmüştür. Bu da, özellikle yer altı suları üzerinden maden aramaları yapmak için
orijinal biyosensör imalatının yapılabileceğinin işaretini vermektedir1.
Reseptör proteinler: Reseptör proteinler biyolojik aktif bileşikler için yüksek ama özgün bağlanma
gücüne sahiptirler. Yani, herbir farklı reseptör protein yalnızca kendine has bileşiğe bağlanabilir. Bu
özelliklerinden dolayı biyoreseptör olarak biyosensör teknolojisinde kullanılmaktadırlar. Mesela,
normalde hücrelerdeki ölüm reseptörleri apoptosis sinyali veren ligandlara karşı kullanılır. Hücre bu
ligandları bu reseptörlerle hisseder ve apoptosisi (planlı hücre ölümü) başlatır. Sensör teknolojisinde
bu reseptörler kullanılarak çevremizde üretilen hangi kimyasalın apoptotik sinyale sebebiyet verdiği
anlaşılmaktadır.
Diğer Adaylar: Dünyamızda, biyosensörlerde biyoreseptör olarak kullanılmaya aday bir çok biyolojik
materyal bulunmaktadır. Bakteriler, hücreler, organeller, membran tabakaları bunlardan bazılarıdır.
Herhangi bir biyomateryalin biyoreseptör amaçlı kullanımı için tek koşul, materyalin istenilen analiti
bir şekilde özgün olarak tanıma kapasitesine sahip olmasıdır2.
Tablo 1. Biyosensörlerde Kullanımı Muhtemel Bioreseptörler
Biyoreseptör Çeşitleri Yapısal bütünlük için gerekli olan ana ihtiyaç
Üretilen sinyal çeşidi
Organ parçası (örn:olfaktori) Bozulmamış doku Aksiyon potansiyeli
Doku Besin ve oksiyen temini Metabolik son ürün
Hücrenin kendisi
Hücre organeli (örn.:mitokondri) Ozmatik ve asidik kararlılık Elektron zincir ürünleri
Biyomembran (örn.:reseptörler) Mekanik koruma Salınan içerikler
Enzim pH ve elektrolikit kararlılık Reaksiyon ürünü
Antikor pH kararlılığı Antijen tutumu/ kütle farkı
Biyosensörlerde Dönüştürücü Çeşitleri ve Özellikleri (Şekil 3)
Geleneksel Dönüştürücüler: Geleneksel dönüştürücüler 3 çeşittir. Bunlar; H2O2 veya O2 ölçümlerine
odaklanan amperometre, pH veya iyon ölçümleri yapan potansiyometre ve fiber optik kablo kullanan
fotometrelerden ibarettir. Biyotanıma reaksiyonları genelde kimyasal ürünler üretir ki bunlar
elektrokimyasal metotlarla kolayca tesbit edilebilirler. H2O2 (veya reaktif O2) bir çift eletrod vasıtası ile
ölçülebilir. Önce referans elektrodun karşısında olan elektroda (Ag/AgCl veya Kalomel) ufgun bir
voltaj uygulanır. Bu durumda hedef moleküller olan H2O2 veya O2 elektrotta yüksetkenir ve ardından
bir akım oluşur ve oluşan bu akım amperametre ile algılanır. Potansiyometre ise bir membranın iki
tarafındaki H+ farkına bakarak çalışır. Fotometre, oluşan ışığı sinyal olarak algılar. Fiber optik kablolar
oluşan bu ışığı yönlendirmede kullanılırlar2.
Piezoelektrik Dönüştürücüler: Pieazoelektrik materyalleri ve yüzey akustik dalga cihazları kütle
değişimine karşı hassas bir ortam sunar. Bu tip dönüştücüler, biyoreseptörde tanıma reaksiyonu
sonrasında kütle artışı oluyor ise, çok uygundur. Mesela kuartz kristal mikrobalans (QCM) adı da
verilen piezoelektrik silikon kristalleri hali hazırda pikogramlık kütle değişminlerini bile
hissedebilmektedirler. QCM’lere sabitlenen antikorların antijenleriyle karşılaşmalarıyla oluşacak kütle
değişimi işte bu şekilde algılanıp dijitalize edilir.
İletkensel Dönüştürücüler: Solusyon iletkenliğindeki değişmeler bir reaksiyonun hızını belirlemede
kullanılabilir. Oluşan iyonların yaptığı haraket sonucu iletkenlikdeki değişimleri baz alan bu teknik bir
çok enzim alakalı reaksiyon hızlarının ölçülmesinde kullanılmaktadır.
Elektrik Kapasitans Dönüştürücüleri: Kapasitans ölçüm metodu kullanılarak oluşan bir
dönüştürücüdür. Mesela, iki farklı elektrodlu levha üzerine antikorlar immobilize edilse ve bir antijen-
antikor reaksiyonu oluşsa sonuç doğal olarak iki levha arasındaki ortamın dielektrik sabitesinde
dikkate değer bir değişim meydana gelir. Bu değişim de kolayca dijitalize edilir.
Termometrik Dönüştürücüler: Bazı biyotanımlama reaksiyonları esnasında ortam sıcaklığı değişir. Bu
değişim gözlenerek reaksiyon dolayısıyla analit varlığı hakkında yorum yapılabilir. Mesela ATP’nin
hidrolizlenmesinde veya antijen-antikor kompleksi oluşumları esnasında meydana gelen reaksiyon
sonucu ortam sıcaklığı değişir.
FET Tipi Dönüştürücüler: İyon konsantrasyonlarındaki değişimi algılayabilen FET’ler oldukça
kullanışlıdırlar (ing: field effect transistors: alan etkili transistörler)2.
Şekil 3. Biyosensörlerin biyoreseptör ve dönüştücü çeşitliliği
Biyolojik Savaş Ajanların (BSA) Tesbitinde Biyosensörler
BSA 11 Eylül saldırıları sonrası artık korkulan bir saldırı türü olmaya başlamıştır. 1995’de Tokyo’da
şarbon saldırısından sonra, 11 Eylül saldırılarında da yine şarbonlu mektuplar ortaya çıkmıştır.
Akabinde, bir anda dikkatler BSA üzerine yönelmiştir2. Terörist saldırıların yanında, 17 farklı ülkeden
biyosilah üretimiyle alakalı projelerin yürüttülmekte olduğu tahmin edilmektedir. Hastalık Kontrolü ve
Engellenmesi Merkezi (ing:Center for Disease Control and Prevention (CDC)) tarafından yapılan bir
araştırmaya göre bir teröristin ABD şehirlerinden birine kasıtlı bırakacağı şarbonun verebileceği
ekonomik zararın maliyeti 477.8 milyon-26.2 milyar $/100 bin kişi olarak hesaplanmıştır3.
BSA’ların Transmisyonu (Taşınması)
BSA’lar değişik yöntemlerle yayılabilirler. Konvansiyel silahlar olmadığı için yine hedefe
gönderilemlerinde de konvansiyonel yöntemler kullanılmamaktadır:
• Aerosoller: Aerosoller BSA’ların en önemli taşıyıcılarıdır. Özellikle 1-5 µ çaplı olduklarında
akciğerlere kadar nüfus edebilirler. Ama 1 µ’dan küçük partiküller akciğerde kalmadan tekrar geri
verildiğinden ve 5 µ’dan büyük olanlarda mukotik sıvıda ve solunum kanalının silli ve kıllı hücrelerinde
tutulduğundan dolayısıyla ajan hedefine (akciğerler) ulaşamadığından etki sınırlı olur.
• Su ve gıda kaynakları: Su ve gıdalara bulaştırılarakta BSA’lar hedefe gönderilebilir. Bir çok BSA
sıcak ortamda bozulduğundan soğuk işlenmiş, işlenmemiş gıdalar kullanılmakta veya BSA işleme
sonrasında gıdaya eklenmektedir. Yine su kaynaklarındaki arıtma işlemleri ajanın etkisini azalttığından
(filtrasyon, dilüsyon, klorlama) şebeke suyu işlendikten sonra BSA verilmesi daha etkili olmaktadır 3.
BSA’ların Sınıflandırma Kriterleri ve Muhtemel Biyolojik Ajanlar:
BSA’lar sınıflandırılırken değişik kriterler göz önünde tutulur.
a) Etkilerine göre:
i. Öldürücü etkili BSA’lar
ii. Şiddetli hasta yapan BSA’lar.
b) Taksonomilerine göre
c) Salınım Şekillerine Göre (Aerosoller, su veya yiyecekle taşınanlar, vektörlerle(Hayvan vb),
direk enjeksiyonla),
d) Sebep Oldukları Klinik Sendromlara Göre (sistemik hastalık ajanları, pnömoni (zaturre)
ajanları vb)3
Potansiyel BSA ajanları CDC tarafından katogorize edilmektedir. Bu merkezde spor oluşturan gram
pozitif bakterilerden (Basillus antracis, Şarbon; Yersinia pestis, Zaturre), gram negatiflere (Francisella
tuleransis, tularemia), oradan bakteri kökenli toksinlere (Clostridium botulinum kökenli botulium
toksini) ve bazı virüslere (çiçek) kadar bir çok ajan sınıflandırılmaktadır2,4.
Tablo 1. Biyolojik Silah Ajanları4
Ajanlar Yayılım Yolu İnkübasyon (kuluçta) –Letalite (öldürücülük)
Semptomlar Profilaksi (korunma) ve Tedavi
Direk bireyden bireye bulaşma Bakteriler
Plaka
(pnömonik veya
hıyarcıklı veba)
Aerosoller veya sinek
vektörlerle
1-6 gün – tedavi
olunmazsa yüksek
(%50’lerle varan)
ölüm riski
Ateş, zayıflama, öksürük,
solunum eksikliği, pnömoni
Antibiyotikler
(streptomicin,
gentamisin, tetrasiklin)
Kolera Su ve gıda
kontaminasyonuyla
Saatler - tedavi
olunmazsa %25’lere
varan ölüm riski
Sulu ishal, kusma, bacakta
kramplar. Ölüm saatleri
alabilir.
Aşılar. Sulu gıdalar.
Antibiyotik
Tifo Su ve gıda
kontaminasyonuyla
3 günle 8 hafta arası-
Orta derecede
lethalite
Ateş, zayırlama, ağrı ve
ateş
Aşılar. Antibiyotikler
(dirençlilik artmaktadır)
Virüsler
Çiçek Direk temas, vücut
sıvısı
7-17 gün- yüksek
ölüm oranı
Yüksek ateş, isilik, şiddetli
ağrı, baş ağrısı, karın ağrısı
Aşı
Kanamalı
humma (Ebola,
lassa, marburg)
Nosokomial
(muhtemel hayvan
taşıyıcılar)
2-21 gün - yüksek
ölüm oranı
Yüksek ateş, aşırı halsizlik,
kansızlık, petesi (noktalı
kanama), ödem, kaslarda
ağrı, başağrısı
Desdekleyici tedavi (sıkı
kontrol, VHF bariyer
önleme)
Bireyden bireye bulaşma yok veya kısmi bulaşma söz konusu Bakteriler
Şarbon Sporla, aerosoller,
gıda
1-5 gün- yüksek ölüm Ateş, halsizlik, öksürük, şok.
Ölüm 36 saat içinde olabilir.
Aşı. Antibiyotik
(siproflaksin,
doksisiklin)
Tularaemia Aerosoller, kene veya
böcek ısırmaları,
kontamine gıda ve
sular
3-14 gün-orta ölüm
oranı (tedavi edilmez
ise)
ani akut ateşli hastalık,
öksürük, zayıflama
Aşı. Antibiyotik
(gentamisin,
streptomisin).
Eklembacaklı
ısırmasına karşı
koruma
Biyolojik toksinler
Aflatoksin Aerosoller, kontamine
gıda ve sular
Değişik sürelerde-
alınan doza ve
yönteme göre letalite
değişir
Ateş, nefes darlığı, öksürük.
Karaciğer hasarları, ölü
doğum, eksik doğum,
kanser
Tahlil, kontamine
gıdanın uzaklıştırılması
Botulinum
toksini
Aerosoller, kontamine
gıda ve sular
6 saat-14 gün-yüksek
letalite
Bulanık görüntü, yutkunma
güçlüğü, kaslarda zayıflık,
solunum kaslarına felç
Erken müdahelede
antitoksinler etkilidir.
Etkili ve dikkatli
bakımve havalandırma
Staphylococcus
enterotoxin B
Aerosoller, kontamine
gıda ve sular
1-6 saat- %1’den az
letalite
Kusma, bulantı, ishal,
göğüste ağrı, baş ve kas
ağrısı.
Sadece etkili ve dikkatli
bakımve havalandırma
Risin Aerosoller, kontamine
gıda ve sular
Saatlerden günlere-
yüksek letalite
Ateş, solunum güçlüğü,
bulantı, akciğerödemi
Sadece özel durumlar
için etkili ve dikkatli
bakım ve de
havalandırma
BSA’ların Tesbitinde Zorluklar
Biyolojik saldırılarda en büyük problem, biyolojik saldırılar ile olağan hastalık belirtileri arasındaki
farkın tesbit edilmesinde yatar. Yani, BSA diye algılanan esasında olağan bir enfeksiyonel hastalığın
mevsimsel artması da olabilir veya daha az zararsız ajanların sebep olduğu rahatsızlıklar da olabilir.
Bu soruların kısmi cevaplanmasında moleküler tekniklere oldukça büyük iş düşmektedir. “Tedavi İçin
Tesbit (TİT)” ve “Koruma İçin Tesbit (KİT)” diye iki tür cihaz kullanılar. TİT’de amaç birey BSA’ya
maruz kaldığı birkaç saat içinde BSA’nın tesbiti iken diğeri yani KİT BSA’nın ortama bırakılmasından
birkaç dakika içinde (bulaş başlamadan) tesbitini hedefler. TİT’ler genelde hastane laboratuvarlarında
kullanılan analitik cihazlar iken, KİT’ler sensör (biyosensör) türü cihazlardır2,5.
BSA’ların Tesbitinde Biyosensörler
BSA’ların tesbitinde kullanılan biyoreseptör moleküllerin ekserisi, ya analitin yüzeyine bağlanan
antikor veya BSA’nın genetik materyaline bağlanan nükleik asit türü moleküllerdir. Aptamer,
glikolipid ve peptidlerde kullanılmakla beraber bunların sayısı artmakla beraber oldukça azdır.
1. Nükleik Asit-tabanlı Biyosensörler (TİT tipi sensörler)
Toksinler hariç bakteri, virüs gibi tüm canlıların tesbitinde kullanılabilirler. Çok hassastırlar. Her
canlının kendine has DNA şifresi bulunmaktadır. Dolayısıyla, PZR (ing:PCR; polimeraz zincir reaksiyon
metodu) adı verilen bir metot sayesinde çok az miktardaki (femto veya attogram DNA) örnek içinden
bile istenilen analitin tesbiti mümkündür6. O kadar ki, Hartley ve Baeumner (2003) çubuk şeklinde
yaptıkları DNA temelli bir analiz yöntemi ile 12 saat içinde tek bir şarbon sporunu bile tanımlamayı
başarmışlardır7. Versage (2003) gerçek zamanlı PZR tekniği ile bir kaç saat içinde Francieslla
tularensis’in varlığını tesbit edebilmiştir8.
Bu yür yöntemlerin kendine göre dezavantajlı yönleri de bulunmaktadır. Özellikle çapraz bulaş, yanlış
pozitif sonuç ortaya çıkmasına sebep verebilir. Nükleik asit analizleri için örneklerin hazırlanmasında
gerekli olanlar sırasıyla;
(i) Hedef organdan alınan örnek amplifikasyon için yeterince DNA verebilecek miktarda olmalıdır.
(ii) PZR’yi engelleyebilecek her türlü etken (RNaz veya DNaz gibi enzimler ve proteinler) ber taraf
edilmiş olmalıdır.
(iii) Nükleik asidin türüne dikkat edilmelidir (RNA’lar DNA kadar dayanıklı değildir).
Minyatüre edilmiş PZR cihazları, nükleik asit tabanlı analizlerin çok iptidayi koşullarda bile
yapılmasında büyük önem taşımaktadır.
PZR yanında nükleik asit hibridizasyon teknikleride biyosensör teknolojisinde kullanılmaktadır.
Baunmer’in biyosensörü (Şekil 4), sülfürodamine B boyalı ve alanite karşı raportör probu bulunan
liposom ve yine analite karşı tutucu prob içiren polietersülfon membran çubuktan ibarettir. Yani,
sandviç tekniği uygulanan bu metodda liposom, görüntülemeye uygun olan bir boya (sülfürodamine
B) ve aynı zamanda şarbonun DNA sekansına (özellikle sık üretilen bir mRNA’nın özgün sekansına )
özgün sekansta bir raportör prob ihtiva etmektedir. Diğer taraftan, çubuk şeklinde olan membranın
belli bir bölgesine raportör probun tanıdığı, mRNA’nın başka bir sekansına özgün tutuklayıcı problar
immobilize edilmektedir. Sonuçta, mRNAları izole edilmiş şarbon numuneleri amplifiye edilip
liposomlarla muameleye tabi tutulduktan sonra, şekilde de görüldüğü gibi bir test tüp içersine
aktarılmaktadır. Membran çubuk bu tüpün içine yerleştirilip liposom-numune solusyonuna
daldırılınca oluşan liposom-mRNA kompleksleri (eğer ortamda şarbona ait mRNA varsa) kağıt
kromotografi yönteminde olduğu gibi çubuk boyunca haraket etmektedir. Tutuklayıcı probların
olduğu bölgeye gelinince ise tutuklanmakta ve immobilize olmaktadırlar. Liposomun içinde saklı
bulunan boyar maddenin görüntülenme özelliği sayesinde de bu tutuklanma gözle rahatlıkla tesbit
edilebilinmektedir. Metodun dezavantajı süredir. Yukarıda anlatılan işlemler 15 dakika da
sonuçlanmakla beraber, ön hazırlık denilen ve sporların çatlatma inkübasyonundan , mRNA
izolasyonundan ve amplifikasyondan ibaret olan evre takriben 4 saat sürmektedir. RNA’ların
DNA’lardan 100.000 kat hassas olduğu da göz önüne alındığında bu ön hazırlık evresinin ne kadar
zahmetli ve dikkat isteyen bir süreç olduğu anlaşılmaktadır9.
DNA tabanlı yöntemlerin hemen hemen tümünde gerekli olan bu ön hazırlık evreleri otomatik örnek
hazırlama (OÖH) cihazları sayesinde daha zahmetsiz ve hatasız bir hal almaya başlamıştır. Özellikle
OÖH’ların analiz cihazlarıyla entekre edilmeleri bu tip biyosensörlerin boyutlarını masa üstü aksesuarı
haline gelecek kadar küçültmüştür ki bir çoğu artık rahatlıkla (orduların bünyesinde) arazide sahra
çadırlarının içinde bile kullanılabilecek seviyeye ulaşmıştır. Tüm DNA tabanlı metotlara baktığımızda 3
basamağın nerdeyse ortak olduğu görülmektedir: (1) Nükleik asitlerin ön hazırlığı, (2) Amplifikasyon
ve işaretleme (gerekirse), (3) oluşan ürünlerin tesbiti. Bilim dünyası ikinci ve üçüncü basamakların
geliştirilmesi için agresif bir mücedele içindedir. Optik ve elektrokimyasal gibi yeni dönüştürücülerin
kullanımı, yeni immbolizasyon yöntemlerinin keşfi, yeni işaretleme yöntemleri, minyotürleştirme bu
mücadelenin geçtiği etkin alanlardan bazılarıdır. Sonikasyonla veya elektrikle hücrenin
Şekil 4. Baumner’in Biyosensörü: A) Çubuklar 1- Pozitif kontrol (benekli bölge analitin
tutuklandığını gösterir), 2- Negatif kontrol (analit olmadığı için reaksiyon ve dolayısıyla
beneklenme yok), 3-Çok düşük konsanrasyonda analit içeren örnek; B-Biyosensörün çalışma prensibini anlatan şekil
9.
parçalanmasını sağlayan birkaç innovasyon dışında birinci basamakla yani ön hazırlık aşaması ile
alakalı çok fazla araştırmaya rastlanmamaktadır. Eğer tüm bu basamaklar tamamen otomatizasyona
alınamaz ve hepsinden öte, saatler süren bu sistemin analiz süresi dakikalara çekilemez ise nükleik
asit tipi sensörler hiçbir zaman KİT tipi bir biyosensör olamazlar2.
2. Yüzey Özelliklerine Göre Tesbit (KİT Tipi Biyosensörler)
Bir önceki tip biyosensörlerde DNA’nın ekstraksiyonuna ihtiyaç duyulurken bu sistemde herhangi bir
sofistike ön hazırlık aşaması bulunmamaktadır. Tamamen analitin yüzey yapısını hedef alan bu
sistemler hızlı, güvenilir, yanlış negatif sonuç vermekten uzak, özgün, hassas, kullanımı kolay, hızlı
cevap vererek ideal sensör özelliklerini taşırlar2.
Bu tip ilk ticari biyoensör BioVeris10, Response
Biomedical Corporation11 ve QTL12 tarafından
piyasaya sürülmüştür. Bunlar, boncuklar üzerine
immobilize tutuklayıcı antikorları ihtiva eden
sandviç tip biyosensörler olup, aralarındaki fark
raportör antikorlardaki işaretleme sisteminden ve
kitlerin genel formatından gelmektedir2. QTL’ın
ürettiği biyosensör labtop kadar küçük ve hafiftir.
Kartuşlar cihaz üzerine kolayca yerleştirilmekte ve
sonuç, 10 dakika içinde alınabilmektedir. Ara-
larındaki fark işaretleme ve görüntülemede metod
farklılıklarından oluşmaktadır. BioVeris
elektrokemiluminesent (elektrokimyasal-ışıma)
sistemini kullanmaktadır (Şekil 5-A). Manyetik
boncuklara bağlı tutuklayıcı antikorlar analiti ve ona
bağlı raportör antikoru tutuklar oluşan 4’lü komplex
manyetik alan oluşturularak bir elektroda tutturulur
ve bir potansiyel akım uygulanır. Roptörtöre bağlı
özel işaretleyici madde verilen bu voltajla ışıma yapar (Şekil 5-B). Böylece indirek yoldan da olsa
analitin varlığı tesbit edilir10. QTL ise farklı bir sistem kullanmaktadır. Burada söndürücü (quenching)
moleküller ve floresan özellikte polimerler kullanılır. Floresan yapıdaki polimerler ışın verirken süper
söndürücü özellikteki moleküllerle karşılaşınca bu özelliklerini yitirirler. Manyetik boncuk bu
polimerleri ve söndürücüleri bir arada ihtiva eder. Ne zaman ki analit gelir ve söndürücüyü ortamdan
uzaklaştırır o zaman boncuk ışıldamaya başlar ki bu analitin varlığının indirekt yoldan tesbitidir12. Bu
innovativ yeni işaretleme metodu QTL’yi bu alanda lider konumuna çekmiştir2.
Bu eski nesil biyosensörlere eklenen yeni nesil biyosensörlerde bir anda birden fazla analitin tesbiti
mümkün olmaktadır. Bunda farklı renklerdeki işaretçiler veya farklı analiti tesbit eden farklı
biyoreseptörler (protein çipler) kullanılmaktadır2. Naval Araştırma Laboratuvarından Ligler ve ark. bu
alanda çalışırlar ve iki farklı tipte sensör dizayn ederler. Birinci (Research International, Monroe WA,
USA tarafından Analyte 2000 ve RAPTOR adında piyasaya sürüldü) prototipte 4 analit için 4 ayrı
kanallı cihaz tarafından tutuklayıcı antikorlar, optik tel kablo üzerine immobilize edilir. Analit ve
raportör antikorlar (floresan madde taşıyan) eklenip bağlanma ışık verilerek tesbit edilir. Bu cihazdaki
en büyük yenilik fiber optik kablo kullanımıdır. Bu sayede ışığın yayılımı ve tesbiti daha efektif hale
getirilir. İkinci önemli tipte ise altı adet mikro-sıvısal alanlı bölgenin her birine farklı biyoreseptör
immobilize edilir. Daha sonra ise yine numuneler bu çubuksu bölgelere dik olarak muamele edilir.
Şekil 5. BioVeris geliştirdiği sandviç tipi biyosensör ve çalışma prensibi
10
Numunelerin içinde biyoreseptörlerin tanıdığı analitler varsa eğer bunlar biyoreseptörlere bağlanırlar.
Bu basamaktan sonra ortama floresanlı raportör antikorlar gönderilir ve lazerle görüntülenir. Nerede
bağlanma varsa buralarda ışıma görülür ve bu ışımalar CCD kamera tarafından bilgisayar ortamına
dönüştürülerek biyosensörün analit varlığını algılaması sağlanır (Şekil 6)13.
Sandviç yönteminin dezavantajından biri ayrıca bir raportör antikor kullanılması gereksinimidir.
İşaretleme gerektirmeyen yüzey plasma rezonans (SPR) gibi optik tabanlı geçici dalga cihazları,
rezonant aynalar, refloktametre, Love dalga akustik sensörleri gibi akustik dalga cihazları, kuartz
kristal mikrobalans ve iyon seçici alan etkili transistörler en çok kullanılan biyosensör türleridir. Bu
tür cihazlardaki en esaslı problem spesifik olmayan bağlanmalarında yanlış pozitif sonuç vermesidir2.
Texas Instruments tarafından geliştirilen SPR tipi Staphylococcus aureus enterotoksin B (SEB) algılayıcı
bir biyosensörde bu dezavantaj ikinci bir referans kanal kullanılarak giderilmeye çalışılmıştır. İki
kanalın biri SEB içerirken, diğeri ise referans olarak kullanıldığından bir şey içermez. Spesifik olmayan
sıvıdan gelen bağlanmalar ve buna bağlı değişmeler referans kanaldan gelen verilere göre kompanse
edilerek daha doğru sonuç alınmıştır. Bu sayede saatler süren bir ölçüm, 15 dakika içinde 2 ng/ml’lik
(70 pM) SEB’i tesbit ederek yapılabilmiştiştir. İkincil ve üçüncül antikor kullanılarak sinyal amplifiye
edildiğinde ise 100fM’lik SEB’in tesbit edilebildiği görülmüştür14.
Şekil 6. A-NeutrAvidin kaplı yüzeye biotinli tutuklayıcı antikorlar 6 hat (çizgi) halinde dizilir. B-Numuneler bu hatlara dik olarak muamele edilir. C-Floresanlı raportör antikorlarla işaretlerinirler. D-Lasere ışıma yapan floresanslı antikorlar CCD kamera ile dijital ortama aktarılır
13.
Biyosensör imalatında lipid tabakaları ve bu tabakaların içinde gangliosidlerede rastlanmaktadır.
Gangliosidler karbohidrat bir kafadan oluşan lipid türevlerdir. Karbohidrat kısımları vasıtasıyla spesifik
olarak herhangi bir analite bağlanabildiklerinden biyoreseptör olarak kullanılmaktadırlar. Bir çok
toksine bağlanabilirler. Pan ve Charych, GM1 tipi
gangliosid içeren polidiasetilen liposomunun kolera
toksinine bağlanabildiğini ve liposomda meydana gelen
konformasyonal değişim sonucu liposomun renginin
morumsu maviden turuncuya değiştiğini rapor
etmişlerdir15.
Lipid yüzeylere ferrosin bağlı bir diğer sensörde ise
elektronlar hopping yöntemiyle bir ferrosinden diğerine
taşınarak iletilir. Ne zaman ki, ferrosinlerin yanında
bulunan ligandlara kolera toksin bağlanır, işte o zaman
eletron transferi gerçekleşemez hale gelir (Şekil 7). Bu
yöntemin en büyük dezavantajı ise yanlış pozitif
sonuçların oluşma riskinin olması olasılığıdır16.
Bir diğer yüksek innovasyona sahip biyosensör Parpura ve
arkadaşları tarafından geliştirilmiştir. Botulinum toksininin
(BoNT) bir şekilde tesbitini konu alan yöntem oldukça
ilginçtir. BoNT bir çinko-endopeptidazdır. Çinko varlığında
peptidleri belli bir noktadan keser. Özellikle sinaptik
sinirlerin, sinaptobrevin-2 noktasından kesilerek
ayrılmasına sebep olur. Bu yöntemde mikrokantilevere
(sundurma) bir boncuk immobilize edilir. Boncuğu kantilevere bağlayan iki rekombinant proteindir.
Sinaptobrevin-2 bonçuğa bağlı iken sintaksin-1A kantilevere bağlıdır. Aynı zamanda normalde bu ikisi
birbirine bağlı iken, BoNT bu ikisini bağlantı yerinden keser. Kesilme kantileverde titreşimli
sallanmalara sebebiyet verir.
Kantilevere bağlı almaçlar bunu
hisseder ve dijitalleştirir (Şekil 8). Bu
salınım toksinin varlığının isbatıdır. 5
pg/ml toksini 15 dakikada tesbit etme
başarısına ulaşan cihaz, kinetik bir tahlil
yöntemi olarak diğerlerinden farklılık
gösterir17.
BSA Tesbitine Uygulanabilir Yeni
Biyosensör Teknolojileri
Yukarda verilen biyosensörlerden
hiçbiri bir asker veya sivil tarafından
taşınıp riskli bölgede KİT amaçlı tarama
yapacak durumda değildir. Bunda söz
konusu olan en büyük engelleri şöyle
sıralayabiliriz: 1) Havadaki örneğin
biyosensörün çalıştığı nemli bir ortama
nakli; 2) Tesbit etme alt seviyesinin
aşağı çekilmesi; 3) Daha hızlı ölçüm2.
Şekil 7. Mikroyapılı redoks biyosensörü. Normalde ligandlar boş iken redoks moleküler
hopping (atlama) ile ferrosenler üzerinden
elektro yol alır. Analit liganda bağlandığında ise bu yol kesintiye uğrar. Bu kesinti dijital sinyal
olarak aktarılır16
.
Şekil 8. Mikrokantilever tabanlı biyosensör: A-
Mikrokantilevere bir boncuk eklenmiştir. B-Kantilevere boncuk recombinant iki protein vasıtasıyla bağlanır. C- BoNT toksini bu
iki proteinden birini (recombinant Sinaptobrevin 2) keser.
Kesilme sonucu kantilever aşağı yukarı bir salınım gösterir. Salınımda kantilevere bağlı almaçlar tarafından algılanarak
dijitalize edilir17
.
1) Hava örnekleri: Biyosensörler nemli ortamlarda çalıştıkları için hava örneklerinin nemli bir ortama
aktarılması gerekmektedir. Ayrıca, hava örneklerinin kontrolünün zor olması ve potansiyel tehlike
addetmelerionların nemli ortama nakillerini zorunlu kılar. Bunun yanısıra belli hacimdeki havada çok
az analit olacağından nakil esnasında birim alandaki analit miktarını yoğunlaştırıcı metodlara ihtiyaç
vardır. Yoğunlaştırma için iki ana teknoloji (nemlendirilmiş siklon örnekleyici (ing:wetted cyclone
sampler) ve sanal darbe(ing:virtual impactor)) kullanılmaktadır. Bunlar giyilebilir biyosensörler için
uygun olmasa da kapalı alan çalışmaları için yeterlidir2. Lawrence
Livermore Ulusal Laboratuvarının (ABD) geliştirdiği bir sistemde bu iki
yoğunlaştırma teknolojisi BSA’ların antijen-antikor ve PZR tabanlı
yöntemlerle tesbit etmek için seri olarak bağlayıp APDS (Otomatik
Patojen Tesbit Sistemi (ing: Automated pathogen detection system))
geliştirmişlerdir (Şekil 9). Masaüstü kullanılabilecek kadar küçük olan
cihaz, özellikle metro ve alışveriş merkezleri gibi yaygın kullanım
alanlarında belli periyodlarda havayı filtre eder ve işleyip analize hazır
hale getirir. Cihazdaki sanal darbe, 1-10 µm’lik zerreleri toplamakta ve
ayrı bir modül olan nemlendirilmiş silikon örnekleyicide bu zerreleri
konsantre etmektedir. Bundan sonrası ise toplanan analitlerin
biyosensöre sunulması ve tanınmasından ibarettir18.
Hali hazırda bu iki tip örnekleyiciden başka yöntem olmadığı için
havada asıllı analitlere yönelik portatif biyosensörlerin geliştirilmesinde
sıkıntılar yaşanmaktadır. Örnekleme ünitesiz sensörlerin ortamda az
yoğunlukta bulunan BSA’yı tesbit etmeleri zordur. Dolayısıyla araştırmalar geniş yüzey alanlı
biyosensörlere yönelmiştir. Elektronik tekstil ürünleri ve diğer akıllı kumaşların bu tip sensörlerde
kullanılmasının uygun olabileceği görülmektedir. Elektronik kumaşlara bağlı biyoreseptörlerde oluşan
sinyallerin yine elektronik iplik dönüştürücüler vasıtasıyla dijitalize edilmesi gibi tasarımlar bilim
insanlerının zihninde canlanmaktadır. Tabi böyle bir sensörün hem kuru hava ortamında ve hem de
nemli ortamda çalışması gerekmektedir2.
2)Hassasiyeti artırma ve hızlı analiz etme: Cihaz hassasiyetini artırmanın üç yolu vardır. Bunlar, yüksek
bağlanma denge sabiteli biyoreseptör kullanmak, belirsiz bağlantıları azaltmak ve daha hassas
dönüştürücüler kullanmak olarak sıralanabilir.
Yüksek afiniteli yeni biyoreseptörler üzerine yapılan araştırmalar faj görüntüleme kütüphanesi orijinli
peptid, antikor ve aptamerler üzerine yoğunlaşmıştır. Özellikle aptamerler son yılların en populer
alanlarından biri aline gelmiştir. Aptamerler bir tür oligonükleotid (DNA) yapısındadır. Öncelikle farklı
diziye sahip milyarlarca oligonükleotid sentezlenir. Herbiri farklı üçboyutlu yapıda olduğu için her
birinin bir analite bağlanma sabitesi farklıdır. SELEX adı verilen metodla hedef analite en yüksek
afinite ile bağlanan oligonükleotid seçilir, sekansı öğrenilir ve yüksel oranda sentezlenip biyoreseptör
olarak kullanılır. Seçim aşaması zorda olsa sentez aşaması antikor teknolojisine göre daha kolaydır.
Benzer süreç peptid ve antikorlar içinde uygulanmaktadır. Fakat, bağlanma sabitesi olan Ka’nında bir
sınırı bulunmaktadır. Bilinen en iyi afinite avadinin biyotine göztermiş olduğu afinitedir. Dolayısıyla en
iyi Ka değerinin 1015 M-1’den düşük olamayacağı belirtilmektedir.
Hassasiyeti artırmada oynanması gerekli olan bir diğer parametre dönüştürücülerdir. Bu da kendi
arasında etiketli veya etiketsiz analit veya biyoreseptörden gelen sinyalleri dönüştürmek olarak ikiye
ayrılır. Etiketli biyosensörlerden ışıldar etiketli biyosensörler (kuantum noktalar,
elektrokemiluminesent moleküller, boya etiketli liposomlar, floresan supersöndürücüler (quenching)
son yılların ilgi alanıdır1,2.
Şekil 9. Lawrence Livermore Ulusal Laboratuvarının (ABD) geliştirdiği APDS (Otomatik
Patojen Tesbit Sistemi (ing: Automated pathogen detection
system)) cihazı18
Şekil 10. Nano-kablo tabanlı bir biyosensör. Birbirine parallel bu iki
kablodan sadece 2 numarada analite (virus) özgün antikor
bulunmaktadır. 1 numara referans olup 2 numaralı telde oluşan bağlanma reaksiyonu sonucu iletkenlikte değişim meydana gelir.
Dönüştürücü bunu algılar referansın iletgenliği ile karşılaştırıp dijital uyarı haline dönüştürür
19.
Etiketsiz biyosensörlerden bir kısmı mikrokantilever sistemine odaklandırılmıştır. Mikrokantileverin
dönüştücüleri, kütle değişimden doğan resonansı, yüzey sitresindeki değişimlerden doğan kantilever
bükülmelerini, afinite reaksiyonlarına bağlı değişimleri hissederek dijitalize edebilir. Farklı etiketsiz
yöntemlerde kullanılmaktadır2. Lieber ve arkadaşları yeni geliştirdikleri bir sistem vasıtasıyla bir adet
virüsün bağlanmasını bile algılayan dönüştürücü imal etmeyi başardılar. Silikon nanokablo FET’lerin
kullanıldığı bu sistemde antikor bağlı iki adet kablodan ibarettir. Kablonun birindeki antikorlar analite
özgün iken diğer kablodakileri antikorların anatilite bağlanma özelliği olmadığından referans olarak
kullanılır. Analitin bağlanması kablo iletkenliğinde değişime sebebiyet verir ve referansın iletkenliğiyle
karşılaştırılıp pozitif sinyal olarak dijitalize edilir19.
Kaynaklar
1 Chambers J ve ark. Current Issues of Molecular Biology, 10 (2009); sayfa:1-10
2 Gooding JJ, Analytica Chimica Acta, 559 (2006); sayfa:137
3 Shah J ve Wilkins E, Electroanalysis; 15, 3 (2003); sayfa: 157-167
4 Gosden C ve Gardener D, BMJ; 331 (2005);sayfa: 395
5 K. Brown, Science; 305 (2004); sayfa:261
6 Higgins JA, Ibrahim FK ve ark., Annals of The NY of Sciences, 894 (1999); sayfa: 130
7 Hartley HA ve Baeumner AJ, Anal. Bioanal. Chem., 376, (2003); sayfa:319-27.
8 Versage JL, ve ark., J Clin Microbiol., 41,12, (2003); sayfa:5492-9.
9 A.J. Baumner ve ark., Anal. Bioanal. Chem., 380 (2004) sayfa:15
10 BioVeris Corporation, URL: http://www.bioveris.com
11 Response Biomedical Corp. URL: http://www.responsebio.com
12 QTL Biosystems, URL: http://www.qtbio.com
13 C.R. Taitt ve ark., Microbial Ecol., 47, (2004), sayfa:175.
14 A.N. Naimushin ve ark., Biosens. Bioelectro., 17 (2002), sayfa:573.
15 J.J. Pan ve D. Charych, Langmuir, 13 (1997), sayfa:1365.
16 Q. Cheng ve ark., Analyst, 129 (2004), sayfa:309.
17 V. Parpura ve ark., Proc. Natl. Acad. Sci. U.S.A., 100 (2003) sayfa:13621.
18 Lawrence Livermore Natioal Laboratory, URL: http://www.llnl.com
19 F. Patolsky ve ark., Proc. Natl. Acad. Sci. U.S.A., 101 (2004) sayfa:14017.