cadı kazanı 7 (temmuz-ağustos 2009)
DESCRIPTION
ASPEG (Anadolu Speleoloji Grubu) e-bülteniTRANSCRIPT
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009
Sayı 7 Temmuz Ağustos 2009 Mağaracılık E bülteni
Biz Neye Ġnanırız !- Barbaros Acartürk 4
Karanlığı Fotoğraflamak II- Chris Howes 5
YeĢilgöz- Fatih ġen 8
Sel Geliyor !- Nuray ġahin 10
Mağara, Mağaracı, Fotoğraf
ve SarhoĢluk- Nafi Onur 13
The Spelunkers Code- James Daniel
Cowley 16
MeĢrutiyet Yolunda Diz ÇökmüĢ Bir
AraĢtırmacı- Mehmet Sait Taylan 17
Ġki Romen’le Ġki Gece- Sinan Poyraz 19
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 2
ASPEG
Anadolu Speleoloji Grubu
www.aspeg-tr.org
© Tüm hakları saklıdır.
Bülten içeriği kaynak belirtmek Ģartıyla
ticari olmayan amaçlarla kullanılabilir.
Bülten ekibinden...
Cadı Kazanı, her sayısında değiĢik tasarım ve ko-
nularla karĢınıza çıkmaya devam ediyor. Bunun
nedeni geliĢim ve ilerleme arayıĢımız. Bu ve bun-
dan sonraki sayılarımızda da tüm mağaracılık ca-
miasındaki dernek ve kulüplerin etkinliklerini gün-
cel bir Ģekilde yer vermeyi düĢündük.
Amacımız, mağaracılık ile ilgili her türlü yazının
bilginin veya sanatın paylaĢılabildiği bir ortam ya-
ratabilmek. Bu ortam ancak ve ancak tüm mağa-
racıların aktif katılımlarıyla gerçekleĢebilir. Tüm
mağaracılık camiasındaki insanların bilgisini, üre-
timini ve deneyimini paylaĢmak ve yaymak bunu
yaparken de keyifli bir ortam hazırlamak hedefi-
miz.
Cadı Kazanı mağaracılıkla ilgili her türlü paylaĢı-
ma açık, yeter ki bize ulaĢın. Kısacası siz yeter ki
üretin, biz burada yayınlamaya hazırız.
Bu sayıda: EGEMAK yönetimine Nafi Onur’un gü-
zel yazısını yayınlamamıza izin verdiği için teĢek-
kür ederiz.
Zevkli okumalar dileğiyle,
Bu sayıda
Gezi ve Etkinliklerden Kısa Kısa ......... 3
Biz Neye Ġnanırız ......... 4
Speleokültür-Karanlığı Fotoğraflamak II ......... 5
YeĢilgöz ......... 8
Sel Geliyor ! ........ 10
Bilgi Kırıntıları ........ 12
Mağara, Mağaracı, Fotoğraf ve SarhoĢluk ........ 13
Biliyor muydunuz? ........ 15
Speleosanat ........ 16
MeĢrutiyet Yolunda Diz ÇökmüĢ Bir AraĢtırmacı.17
Ġki Romen’le Ġki Gece ........ 19
YaĢadıklarımız ........ 21
Bülten Ekibi
Gülşen Küçükali (Gezi/Etkinliklerden kısa kısa,
Yaşadıklarımız, Son Okuma)
Ender Usuloğlu (Mizanpaj, Speleosanat, Son
Okuma)
Katkıda Bulunanlar
Ön Kapak Fotoğrafı: Ali Ethem Keskin
Arka Kapak Fotoğrafı: Sami Ayhan
Yazılar: Barbaros Acartürk, James Daniel Cawley,
Nafi Onur, Sinan Poyraz, Nuray Ada Şahin, Meh-
met Sait Taylan, Ender Usuloğlu
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 3
DEUMAK /ĠZMAD-ÖdemiĢ Subatanı
Ağustos ayında düzenlenen gezide düden incelendi.
ASPEG-Düdenyayla Kampı
7-17 Ağustos tarihleri arasında Düdenyayla Mağara-
sı’nda ölçülmemiĢ kolların araĢtırmasını yapmak ve
yeni mağaralar tespit etmek üzere gezi düzenlendi.
(Sağ orta foto: GülĢen Küçükali)
ITUMAK/BUMAK-Mersin Gülnar
Ağustos ayı içerisinde Gülnar Bölgesi’ne yapılan gezi-
de bölgedeki mağaralar incelendi.
BUMAD-Kırklareli Biyosfer Projesi
Ağustos ayı içerisinde Biyosfer projesi kapsamında
Sergen, Balkaya ve Demirköy civarındaki yeni mağa-
raları keĢfetti ve biyolojik numuneler toplandı. Detaylı
bilgi için: http://
bilimadamlarinizmagaradanbildiriyor.blogspot.com/20
09/08/15-16-agustos-yeniden-demirkoy.html
ASPEG-Kurtarma Eğitimleri
ASPEG üyeleri ilk kurtarma eğitimini endüstriyel
dağcı Serkan beyin rehberliğinde Boğaziçi Üniversite-
si’nde aldı.(Sağ alt foto: GülĢen Küçükali)
ASPEG/MADAG-MaraĢ Dağları
MaraĢ'ın 60 km kuzeyinde dokuz gün boyunca araĢ-
tırma çalıĢmaları yapan Aspeg ve Madag üyeleri bir
yandan YeĢilgöz Obruğu'nun dibindeki mağaraya da-
lıĢ yaparken, diğer yandan da bu obruktan 800 metre
yukarıda, KeĢ Dağı üstündeki düdende ilerledi. bul-
duğu ve araĢtırdığı yedi mağaraya ilave olarak Dön-
gel Kurucaova bölgesinde 11 mağara daha buldu.
BUMAD-Kırklareli Biyosfer Projesi
Temmuz ayı içerisinde Biyosfer projesi kapsamında
Sivriler ve Ballıkaya’ya araĢtırma gezisi düzenlediler.
Detaylı bilgi için: http://
bilimadamlarinizmagaradanbildiriyor.blogspot.com/20
09/07/17-18-temmuz-sivriler-ve-balkaya.html
DEUMAK/ĠZMAD-Toroslar
BSU Kampı sonrasında Ekip tam 2 hafta Toros’larda
mağara keĢif ve arazi tarama gezisi yaptı.
DAUM-KAG-Bolkarlar
Bolkarlar’da gerçekleĢtirilen gezide hem yüzey araĢ-
tırması hem de bulunan mağaralar araĢtırılmıĢtır.
Bulunan 27 adet mağara araĢtırılmıĢ ve haritalandırıl-
mıĢtır.
ASPEG-Soğucak Mağarası
10-12 temmuz tarihleri arasında bir gezi daha yapa-
rak mağaranın ölçümünü 668 metreye kadar ilerletti.
(Sağ üst Foto: Murat ġahin)
ASPEG-Marmara Adası
10-12 Temmuz tarihlerinde ASPEG 3 mağarayı ölçtü
ve haritaladı.
Geziler ve EtkinliklerdenGeziler ve EtkinliklerdenGeziler ve Etkinliklerden
Kısa kısa...Kısa kısa...Kısa kısa...
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 4
Biz Neye İnanırız !Biz Neye İnanırız !Biz Neye İnanırız !
Barbaros Acartürk (ASPEG)Barbaros Acartürk (ASPEG)Barbaros Acartürk (ASPEG)
Ω Uzaklardan çağıran „‟karanlık yolculuğa‟‟ inanırız biz, dünyanın kalanı
umurumuzda olmadan.
Ω Dev binaların gölgesinde miskinleĢmiĢ insanlara inat, mağaralarda
arıza çıkarmaya inanırız, ait olmadığımız dünyaları zorlamaya…
Ω Bazılarınız zirveye inanırken, hepimiz aĢağıda yaĢananlara sıkı sıkı
bağlanmaya…
Ω Biz derine ve mutlak karanlığa inanırız, iliklerimize iĢleyen soğuğa.
Ω Biz, çamura inanırız, „‟nem‟‟e ve „guano‟‟ya. Zamanın durduğu kori-dorlara dalarken aydınlığı arkamızda bırakmaya.
Ω Biz karanlıkta dans eden „‟karpit ıĢığına‟‟ inanırız ve bunu sadece ma-ğaracının anladığına.
Ω Biz dev kayalıklara, sonsuz derinliklere baĢ kaldırırken, yalnızca „‟daralların‟‟ önünde eğiliriz.
Ω Biz kırmızı giymeye inanırız içimizdeki ateĢi göstersin diye.
Ω Biz insanlığın kendini yok etmeye doğru sürüklediğine inanırız ve on-
larla birlikte olmayacağımıza.
Ω Biz, günlerce süren kamplarda bedenimizin isyanına inanırız.
Ω Biz, karanlık maceralara ve gecenin siyahında parıldayan kamp ateĢi-
ne inanırız. Her kovuğun ardındaki sonsuzluğu keĢfetmeye.
Ω Biz derinlerde gürüldeyen Ģelalelere, damla sesleriyle yankılanan
„‟galerilere‟‟ inanırız. Son istasyonda parlayan „‟karabin‟‟e, çamurlu ipe ve ısınan „‟desandör‟‟e inanırız.
Ω Biz bilinmezlik ve ürküten sessizliğin ortasında, kuĢamımızın söyledi-ği Ģarkıya eĢlik etsin diye çekicimizle duvarları dövmeye inanırız.
Ω Biz, her insanın hayatını kendi eliyle Ģekillendirdiğine inanırız ve ha-yatı inanılmaz bir serüvene çevirebileceğimize.
Ω Kimseler anlamasa da; biz, derinlere giden istasyonlardan süzülürken aldığımız hazza inanırız.
Ω Biz yarasaya inanırız ve karanlıkta ıĢıldayan kristallere..!
Biz Mağaracıyız ! Biz Mağaracıyız ! Biz Mağaracıyız !
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 5
SpeleoSpeleoSpeleo---KültürKültürKültür
BIRAKINIZ IġIK OLSUN
Gaspard Felix Tournachon 1820’de Paris’te doğmuĢ,
Lyon’da eczacılık okumuĢ, gençliğini yaĢamıĢ ve 22
yaĢında tekrar Paris’e dönmüĢtür. Söz yazarı ve gaze-
teci olarak, değiĢik bir stil geliĢtirmiĢ ve dergilere kari-
katür sağlamıĢtır. AĢağılayan ve saldırgan karikatürler-
le kendine bir sürü takma ad kazandı. Ona, ―Tourne a
dard‖, acılı sokan denirdi. Bu takma ada ısınarak, kı-
saca kendisine ―Nadar‖ denmeye baĢlanmıĢ ve Felix
Nadar ortaya çıkmıĢtı.
Karikatürlerini üretebilmek için daguerre stili fotoğraf-
lar çekiyordu ama yavaĢ yavaĢ fotoğraf çekmek ilgisini
çekti ve 1852 yılında abisinin stüdyosuna taĢındı ve
karikatürü bıraktı.
DıĢavurumu fazla olan Felix Nadar, aynı zamanda ba-
lonculukla da uğraĢıyordu. Sırf ilgi çeksin diye Paris
caddeleri üzerinde balonla dolaĢırdı. 1858 yılında yine
böyle bir dolaĢımda, tarihte ilk defa havadan fotoğraf
çeken oldu. Daha sonra bu fikri, havadan fotoğraf çe-
kerek harita ve arazi analizleri çıkartma fikrine dönüĢ-
türüp patentledi. Havadan daguerre stili fotoğraf çe-
kerek basında bir hayli ilgi gördü.
Sanatkarlarla fotoğrafçılar arasındaki rekabet henüz
bitmemiĢti. Honore Daumier adlı bir sanatkar, Nadar’la
―fotoğrafı sanatın seviyesine yükseltiyor‖ diyerek ha-
vadan fotoğraf çekmekle dalga geçmiĢti. 1860 yılına
doğru Nadar, teknolojiyi takip ederek yaĢ levha stiline
geçmiĢti. Daha çok portre fotoğrafı çekmekle beraber,
kendisi günıĢıklı veya ıĢıksız fotoğraf çekmek istiyordu.
Aynı zamanda, yapay ıĢığı bulanın çekme süresini
azaltacağını ve dolayısıyla daha fazla portre fotoğraf
çekip daha fazla para kazanabileceğini biliyordu. En
azından, günıĢığını ikame etmese bile yapay ıĢık, fo-
toğraf çektirmek için resmen boyundurukla baĢları sa-
bitlenen ve uzun pozdan dolayı gözleri yaĢaran müĢte-
rileri memnun edecekti.
1850’lere kadar birçok yapay ıĢık olmakla beraber en
çok kullanılan kömür gazıdır. 1807’den beri Londra’-
nın sokaklarının aydınlatılmasında kullanılmıĢtır. DıĢa-
rıdaki aydınlatmanın yanı sıra, binaların içinde özellikle
tiyatro ve opera evlerinde ―bunsen‖ yanıcıları kullanıl-
mıĢtır. Bazıları, birçok mil uzayan borulara sahipti.
Opera evlerinde gaz yanıcılar kullanılmaya baĢlarken,
fotoğraf stüdyolarında da kullanılmaya baĢlanmıĢtı
ama verdiği ıĢık hem yetersiz hem de güvenli değildi.
Ġkinci alternatif, kireç ıĢığı ya da diğer adı ile kalsiyum
ıĢığıydı. Sir Galsworthy Guerney tarafından keĢfedil-
miĢ , 1825 yılında Ġrlanda’da arazi haritalama bölü-
münde çalıĢan genç Thomas Drummond tarafından
geliĢtirmiĢ ve kullanılmıĢtır. Büyük uğraĢlardan sonra
Drummond, Guerney’in ıĢığını kullanmaya baĢlamıĢtır.
IĢık, beyaz ve kuvvetli bir Ģekilde kalsiyum karbonat’ın
yüksek ısılarda ısıtılmasıyla elde edilmiĢ ve bir yansıtıcı
ile kullanılmıĢtır. Yüksek derecede ısı elde etmek için
alkol kullanılmıĢtır.
Drummond, buluĢuna artık ―drummond‖ ıĢığı deniliyor-
du, daha çok deniz fenerlerinde kullanılır diye düĢünü-
yordu. Gereken oksijen (yanma için) miktarı düĢünül-
düğünde bunun zor olacağını düĢündü ve ıĢığının kul-
lanılması için tiyatrolara döndü. Tiyatrolar ilk defa spot
ıĢıkları ile tanıĢtı ve ―in the limelight‖, ―ıĢıklar altında‖
deyimi ilk buradan çıktı. Guerney madalyon ile ödül-
lendirildi.
1830’a doğru, alkol, hidrojen gazı ile ikame olmuĢtu,
oksijenle yanıyor ve daha parlak bir ıĢık veriyordu. Bu-
nunlar beraber, bazı stüdyolar bu sistemi kullanırken,
hidrojenle oksijeni beraber yakan alet hem pahalı hem
de hantaldı. Ayrıca bir portre fotoğrafı çekmek için ba-
yağı bir zaman harcanıyordu.
Bu minvalde, Londra’dan John Moule, günıĢığına ihti-
yaç kalmadan fotoğraf çekebilmek için alternatif ıĢık
yaratma peĢindeydi. ġubat 1857’de, fotojen adını ver-
diği pyroteknik adlı bir kimyasal karıĢımı patentledi. Bu
nitrat, sülfür ve antimün sülfür kimyasallarının karıĢımı
idi. Bu karıĢım, mavi-beyaz parlak ıĢık veriyordu ve bu
ıĢığa, ―Bengal ıĢığı‖ veya ―Bengal ateĢi‖ deniyordu. As-
lında bu isim Moule’dan çok evvel kullanılıyordu ve
1812’de fizikçi Seebeck, Bengal ıĢığının parlak ıĢık
verdiğini ve sülfür dioksit ve nitrojenle beraber sıkıĢtı-
rıldığında patladığını bulmuĢtu. 1854 yılında, portre
KARANLIĞI FOTOĞRAFLAMAK (YERALTI VE
IġIKLI FOTOĞRAF ÇEKMENĠN TARĠHÇESĠ II)
Chris HOWES
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 6
fotoğraf çekim patentini alırken, Fransız Gaudin ve
Delamarre, Bengal ıĢığından bahsetmiĢlerdi.
Bununla beraber, Bengal ıĢığı, yeraltında aydınlat-
mada kullanılıyordu. Blue John mağarasında ve
Mammoth mağaralarında, rehberler aydınlatmada
bu ıĢığı kullanıyorlardı.
Moule genelde Bengal ıĢığı ile iliĢkendiriliyorsa da
bu kimyasalların kullanımından değil fotoğrafçılık
alanında ―fotojen‖ adı altında aldığı patentten dola-
yıdır. En azından kısa bir sürede olsa, Bengal ıĢığı-
nın fotoğrafçılık da kullanımından Moule sorumlu-
dur. Hem ucuz hem de yaĢ levhaların hassas oldu-
ğu mavi ıĢıktan bolca vermekteydi. Yanmadan kay-
naklanan duman, yukarıdaki borularla dıĢarı verili-
yor ve yanmayla verilen ıĢıkla, çekim süresi dakika-
lardan saniyelere düĢmüĢtü. Kullanılan büyük mavi
camlar, müĢteriyi ısıdan koruyor ve ıĢığı hafif yu-
muĢatıyordu.
1858 yılında Moule cam üzerine, akĢam yapay ıĢıkla
çekilmiĢ ve çerçevelenmiĢ ucuz fotoğrafları (bu fo-
toğraflara ambrotip deniliyordu) sergiliyordu. Bir
anda meĢhur olmuĢ ve bu yenilik birçok insanı çek-
miĢti. Yine de, çekilen fotoğraflarda ıĢık direk geldi-
ği için karanlık bölgeler çok karanlık, aydınlık yerler
ise yanık, beyaz çıkıyordu. Mavi camlar ve daha bir-
çok yöntemle ıĢık yumuĢatılmaya çalıĢılmakla bera-
ber, görüntüler çok kaliteli çıkmıyordu. Bununla bir-
likte, ambrotip denilen fotoğraflar oldukça tutul-
muĢ sadece Londra’da 1860 kıĢında 30,000 adet
satılmıĢtı.
Nadar tarafından tabii ki Bengal ateĢi kullanılıyordu.
Herhalde Paris’te kimyasal karıĢımı bolca bulacak
bir ortam yoktu. Neyse ki, Nadar’ın Paris’te kullana-
bileceği bir seçenek daha vardı: Elektrik.
Elektrik ile fotoğraf çekmek 1851 yılından beridir
vardı. Ġki karbon telin arasında belli bir mesafede
tutularak kıvılcım oluĢturuluyor ve karbon ısınıp
parlıyordu. Parlayan bu ıĢık, belli bir yansıtıcılarla,
hüzme haline getirilip imgeyi aydınlatıyordu. Nadar
kısa zamanda ―yay ıĢığı‖ denilen elektrikteki proble-
mi buldu, güç kaynağı. Fotoğrafta kullanılan elektrik
için ana güç kaynağı pillerdi. Pillerin geliĢimi ile ilgili
araĢtırmalar henüz baĢlangıç seviyesindeydi ama
piyasada birkaç değiĢik tip vardı. Bunlardan en bili-
neni, Daniell cell ve Bunsen pilleriydi. Bu pillerin
yapımında, kademeli olarak karbon ve çinko kulla-
nılmıĢtı.
Bu pilleri kullanmak çok pahalı idi çünkü kullanıldık-
ça bitiyorlardı ve problem sadece bir adet yay ıĢığı
üretebilmek için birçok pil kullanılmak zorunda ka-
lınmasından dolayı artıyordu. Yay ıĢıkları, doğası
gereği, ya yüksek voltaj düĢük akım veya düĢük
voltaj yüksek akım kullanıyordu. Daniell Cell ve
Bunsen pilleri sadece düĢük voltaj ürettikleri için
sonuncu seçenek ancak 19.yüzyılın ortalarına doğru
fotoğrafçıların hizmetine sunulmuĢtu. 1879 yılına
kadar yüksek voltaj, düĢük akım için Thomas
Edison’un patentlerinden birini bekleyeceklerdi. So-
nuç olarak büyük miktarlarda üst üste yığılan piller
çabucak bittiği için hemen yenilenmek zorundaydı.
Bütün bu dezavantajlara rağmen Nadar kendi
adamlarını kullanarak yay ıĢığını stüdyo’da kullan-
maya ve denemelere baĢlamıĢtı. Ġlk denemelerde,
insanların yüzleri beyaz, göz avurtları simsiyah çıkı-
yordu, sanki ölümlülerin karikatürü gibiydi. Dene-
melerde birbirine belli mesafede tutulan karbonların
azaldıkça hep aynı mesafede tutacak bir metot ge-
liĢtirdi. Çok dik gelen ıĢığı denemelerden sonra be-
yaz bir kumaĢ ile yumuĢatarak ve birkaç tane yan-
sıtıcı kullanarak, 4 ġubat 1861 yılında, yapay ıĢıkla
fotoğraf çekimini patentledi. 1862 yılında hem ne-
gatif hem de pozitif olarak çektiği ―el‖ temalı elekt-
rik yardımı ile çekilen mükemmel fotoğraflarından
dolayı Londra’da madalyon ile ödüllendirildi.
1861 yılında patentini aldığı zamanda, herkesçe ta-
nınmasının yardımı ile yeni bir projeye baĢladı. Ya-
zar Honore de Balzac’ın ―Ölü atları yiyen fareler‖
hikayesi’nin resitali için Paris’in lağım ve yeraltı me-
zarlıklarının kullanılmasına izin verilmiĢti. Gazeteci
ve karikatüristken zaten Balzac ile tanıĢan Nadar,
bu hikayeyi gazetede gördüğünde, havadan fotoğ-
raf çekmekten sonraki ikinci büyük fırsatı yakala-
mıĢtı. Yeryüzünün üstünde fotoğraf çekmiĢ bir kiĢi
neden yeraltında ilk fotoğrafı çekmesin ki? Zaten
herkesçe tanınan Nadar, bunu baĢarırsa ünlü olma-
yı perçinlemiĢ olacaktı.
Kararını vermiĢti, Paris’in yeraltı mezarlığını seçti bu
iĢi yapmak için. Ġlk adım olarak yer altı mezarlığına
girebilmek için izin alması gerekiyordu ve 1861 yılı-
nın sonuna doğru izni aldı. Yetkililerinde iĢine geldi
bu çünkü çekilecek fotoğraflarla ölülerin sayımlarını
daha düzgün yapabilirlerdi. Aralık 1861’e doğru bü-
tün iĢini ve aletleri organize etti Nadar. BaĢlangıçta,
50 adet Bunsen pilleri Nadar’ın stüdyosundan me-
zarlığa kadar, kamera, üçayak ve yay ıĢığı aletinin
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 7
Nadar’a yaklaĢık onsekiz dakikalık bir süre vermiĢti
ki bu da Nadar’a yetiyordu. Daha evvelden yaptığı
denemelerle, en iyi açılı ıĢık geliĢlerini bulmuĢtu.
Yenilgi, baĢarıya dönmüĢtü. Nadar, gerçek çalıĢan-
larla fotoğraf çekmek istiyordu ama onsekiz dakika-
lık pozlama süresi ve tek ıĢık kaynağı ile bu imkan-
sıza yakındı. Kimse o kadar süre kıpırdamadan du-
ramazdı. Aynı zamanda, bir insan pozu, fotoğrafa
ölçek katacak sadece kemiklerin bulunduğu bir fo-
toğraftan daha güçlü olacaktı. Sonunda bu problemi
de çözmek için, manken kullanmaya karar verdi.
GiydirilmiĢ, oturan, ayakta duran, çalıĢan gibi poz
veren modeller bu iĢ için idealdiler.
IĢıklandırma altında, sonuç oldukça etkileyiciydi.
IĢığı biraz yumuĢattıktan sonra, kemiklerin önünde
mankenler gerçek çalıĢanlar gibi çıkmıĢtı. Fotoğraf-
ları çekerken, piller bayağı bir tehlike arz etti. Zehir-
li gazlardan yardımcıları ve kendisi oldukça etkilendi
ama yaklaĢık 20 adet gayet iyi negatif elde etmiĢti.
―yeraltı, yerüstünden altta kalmayacak Ģekilde son-
suz olanaklar tanıyor bizlere. Bizler, yeraltına ve
mağaralara gizemlerini ortaya çıkarmak için gidece-
ğiz‖ sözleri ile ondan sonra gelecek birçok fotoğraf-
çının özünü yakalamıĢtı.
Derleyen, tercüme eden: Ender Usuloğlu
Fotoğraflar ve Kaynakça: ―The Photograph
Darkness: The History of Underground and Flash
Photography‖ Chris Howes, 324 sayfa, 1989, Ya-
yımcı Alan Sutton Publishing, Gloucester, Ġngiltere
Manken iĢçi kemik dolu vagonu iterken. Nadar’ın çektiği fo-
toğraflardan biri. Yıl 1861
Felix Nadar
Manken iĢçi kemik dolu vagonu iterken. Nadar’ın çektiği fo-
toğraflardan biri. Yıl 1861
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 8
''Ey söyle yeĢil gözlüm!
Ne var güzel gözlerinin ardında?
Ġznin var mı? Baksam derinlikleri-ne...
Anlasam seni! Öğrensem. Ġçinde gizlediklerini‖
KıĢın ortasında yaptığımız dalıĢların ardından kemik-
lerimiz ısınmıĢ, bu günlerin geliĢini iple çekiyorduk.
Madag yine hazırdı. Bu seferki etkinlik için Volkan,
Koray, Ali ve Doruk da bize katılmıĢtı. Orhan süper
motive, Hande ise hafiften gaz durumlarındaydı. Ba-
ha, taĢeron dalgıç olarak hizmete hazırdı. ―Vira de-
mir, pupa yelken‖ düĢtük MaraĢ yoluna. Kıç düzleĢ-
tiren bir yolculuğun ardından, sabahın ilk ıĢıkları ile
hasretle yine kucaklaĢtık. ġöyle bir etrafında dönüp
acep aĢağıda durumlar nedir? KıĢtakinden daha ileri-
ye gidebilecek miyiz? Görüntü aĢağıda nasıl? Fotoğ-
raf çekebilecek miyiz? Diye koyuldum düĢünmeye.
Ardından baĢladık hummalı bir hazırlığa. Öğlene
doğru ilk dalıĢımızı yaptık . Vauv! Güzel bir görüĢ
mesafesi var, 8-10m. Bir mağara mı var? Ġki mağa-
ra mı? Ağız büyüklüğü ne kadar ? ġelale hala durur
mu yerinde? Ve nerede? Gibi soruların cevaplarını
verecek gibi duruyordu YeĢil Gözlü.
O, kocaman ağzının kenarında, bir kürdan
tutarmıĢcasına duran dudaklarıyla karĢıladı bizi. ĠĢ-
tahımız kabarmıĢ ve iyi ki dalıĢımız gelmiĢti. Uzak-
lardaki sevdiceğine kavuĢma anındaki mutluluk gi-
biydi ilk dalıĢımız.
Gırtlağından aĢağıya doğru süzülürken sanki kulağı-
mızın dibinde çalıĢan bir kamyon sesi duyduk. ġela-
lenin sesi öylesine artmıĢtı ki, damarlarımızda yük-
selen adrenalin; soğuk su ve derinlikle ''hafif hoĢ
olmuĢtum'' desem, yeridir. Dibe vardığımızda Vol-
kan ile ilginç Ģeyler gördük. DöĢediğimiz hattan geri-
ye kalanlar, bir tahta parçasına sarılan dikiĢ ipleri
gibi duruyordu, kütük parçasının üstünde. Mağara-
nın dibi yaklaĢık bir metre yükselmiĢti. Elemgeleri-
mizden ve hattın geri kalanından bir iz yoktu.
Yukarı çıkan koldan daha çok su geliyor ve sanki içi-
ne süt katmıĢlar gibi hafif bulanık akıyordu üstümü-
ze. Girmeyi denedim, sığamadım. Sonra, aĢağı inen
kolu zorladım. Biraz taĢ temizledim, kazı yaptım.
Malum cüsse büyük pasaj dar! Kafamı, sağ kolumu
ve fenerimi ancak sokabildiğim aralıktan aĢağıya
baktığımda ne göreyim. Canım pasaj dere taĢları ile
dolmuĢ ve açıklık o kadar azalmıĢtı ki, ağladım de-
sem yeridir.
Derinlik 45-46m civarı ve uymamız gereken üçte bir
kuralı gereği dönmemiz gerekiyordu.
Ah çekerek çıktık Volkan ile. Güvenlik durağımızı
yaparken biraz gezindiğimizde, kıĢın göremediğimiz
konu bütünlüğüne artık sahiptik. Sıradaki dalıĢları-
mızı buna göre planlamaya baĢladık.
Fazla değil dört günümüz vardı ve haritalama için
ölçüm. Belgeleme için de fotoğraf ve video görüntü-
leri almamız gerekiyordu.
Ġlk günün ardından yolunda gitmeyen bir Ģeyler var-
dı. Su bulanıyor, aĢağıda iĢ yapmamızı zorlaĢtırıyor
ve motivasyonumuzu bozuyordu. Suyun durulması
için beklemekten baĢka bir Ģey yapamazdık.
Günde iki dalıĢtan tek dalıĢa düĢmüĢ ve ister iste-
mez araĢtırma kampı ortamından, keyif kampı orta-
mına doğru tatlı bir kayıĢ göstermekteydik. Bir ka-
deh soğuk rakı kıvamında bize bakan bu göz karĢı-
sında biz de teselliyi, kasap kebaplarının yanında
tabii ki anasondan olma arpadan bozma güzellikler-
de buluyorduk. Biraz malzemeler ile oynuyorduk.
Yapılacak baĢka bir Ģey varsa da onu yapıyor ve yi-
ne dalmaya çalıĢıyorduk. Orhan ve Hande'nin çıktığı
dalıĢı hatırlıyorum. Ölçümleri yazdığı tahtadaki not-
lar, sağ sıfır, sol sıfır, alt 30cm ,tavan yok gibi not-
lar ile doluydu. Orhan’la çok dalga geçsek de malze-
me ortadaydı. Adam ne yapsın görüĢ mesafesi sıfır-
dı. Orhan, Koray ve Ali Yamaç yaptıkları espriler ile
günlerimize anlam katıyordu.
YeşilgözYeşilgözYeşilgöz
Fatih ġen (MADAG)Fatih ġen (MADAG)Fatih ġen (MADAG)
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 9
Mağara dalıcılığı üzerine konuĢuyor, konuĢtukça iĢin
neresinde olduğumuza bakıyorduk. Lumi ve Ali Ya-
maç, çevredeki ihbarları değerlendiriyordu.
Puff! Acaba suyu bulandıran neydi? Aramızda bir
hayli tartıĢtık. Sonucu bize YeĢilgöz'ün kendi söyledi.
''Siz bulandırdınız, süpürdünüz yerleri, dalgalandırdı-
nız kenarları. Ben de attım üstümdeki örtüyü üstü-
nüze. Yüzerliliğinizi ayarlayın da gelin!'' diyormuĢ
meğer.
Üçüncü gün dalmadık ―su biraz durulsun‖ diye çünkü
ertesi gün öğleden sonra dönecek ve görüntü alabil-
mek için bir dalıĢ Ģansımız olacaktı. Dördüncü günün
sabahında, Ali ve Volkan görüntü alabilsin, ben de
aĢağıdaki hattımızı toplayım diye bir sürü ekipmanla
düĢtük suya.
Çok Ģanslıydık, Birkaç güzel fotoğraf ve çekim yapa-
bilecek kadar görüĢ vardı aĢağıda.
Sol duvardan hattın aĢağı ucuna ulaĢmıĢ, ve kol ay-
rımına kadar güvenli bir Ģekilde gelmiĢtik koca kütü-
ğe. Maske altındaki gözlerde mutluluk vardı, bu kez.
ĠĢimizi biraz da olsa yapmanın huzuru ile mağaranın
sağ duvarındaki hattan yukarı doğru süzülürken,
beyaz saçları rüzgarda uçuĢan orta yaĢlı yeĢil gözlü
bir kadını andıran bu hanımefendiye, ''elbet yakında
yine görüĢeceğiz'' diyorduk içimizden. Mağaranın
ağzına geldiğimizde, ağızdaki kürdana benzettiğim
kütükten bizimkileri uğurladım. ġimdi bütün hattı
toplamalı ve bu hanımefendiyi bulduğumuz gibi bı-
rakmalıydık. Ġki saate yakın süren bu dalıĢın ardın-
dan satıha ulaĢtığımda, kamp toplanmıĢ ve gitmeye
hazırdık.
Yakında görüĢmek üzere güzel
gözlü! Diyerek düĢtük yollara…
Fotoğraflar: Fatih ġen, Ali Ethem
Keskin, Emine Azak
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 10
MaraĢ KeĢ Dağı düdeni, perĢembe günü… Bugüne ka-
dar -140 metreye kadar inildi. Biz, Murat Eğrikavuk,
Emine ve ben araĢtırma devamı ve ölçüm için tekrar
mağaraya giriyoruz. Sabah KaradaĢ ailesinin hazırla-
mıĢ olduğu taze keçi peyniri, taze gömbe (bir çeĢit
yöreye özel muhteĢem bazlama) gibi kahvaltılıklarla
muhteĢem kahvaltımızı yaptık. Sabah 9’da kamp yeri-
mizden düden’in ağzına yürümeye koyulduk. Tabii Ģu-
nu belirtmek gerek ki, mağaraya sadece girenler git-
miyor, geçirmek için tüm ekip mağara ağzında bulu-
nuyor ve KaradaĢ ailesinden de mutlaka bir ekip bi-
zimle beraber geliyor. Bu gezide bu Ģekilde bir gele-
nek geliĢtirdik. Mağaraya geçirme seremonisi. Mağara
ağzına geldik, hazırlıklarımızı yaptık, kontroller yapıldı.
Herkes de battaniye var mı? Yedek pil var mı? Ġlk yar-
dım seti var mı? ĠniĢe geçtik. 40 metrelik direk iniĢ.
Benim ilk dikey mağaram ve ikinci iniĢim. Ġlk iniĢten
daha sakin olduğumu hissediyorum. Ġlk iniĢimde de
kendimi sorgulamıĢtım ―ya ben neden korkmuyorum?
Aslında korkmam gerek biraz değil mi?‖ gibi kendimle
epey muhabbet etmiĢtim. Bu defa ise ―ilk iniĢ değil,
neden heyecan yapıyorsun Nuray? Evet muhteĢem
mağaraya tekrar giriyorum‖ muhabbeti yapıyorum
kendimle. Emine ipe ilk, ben ikinci olarak girdik. Ġner-
ken ipteki iniĢin muhteĢem salınımını hissediyordum.
Bu sevilesi bir olay diyorum kendi kendime. Kayaların
yüzeyine güneĢ ıĢığı gelince hafiften parlıyorlar. Muh-
teĢem! Bir tuhaflık hissediyorum, ortam gittikçe kara-
rıyor. Neden acaba? Ve o da ne! IĢığımı yakmayı unut-
muĢum. Yukarıdakilere sesleniyorum ―niye söylemedi-
niz led’im kapalı‖ diye. Yukarıdan gelen cevap ―Nasıl
olsa fark edecektin‖. Sonra Murat Eğrikavuk aĢağıya
iniyor ama ―kıskansam mı acaba?‖ Benim tin tin indi-
ğim yerden hoplaya zıplaya hızlıca indi. ―Bende büyü-
yünce böyle ineceğim ipten‖ diyorum. O muhteĢem
mağaraya giriĢimize baĢladık. Kayalardan hopluyoruz,
zıplıyoruz, kendimizi çekiyoruz. Ama kayalar öyle böy-
le değil, devasalar. Kamyon ve 2 tır büyüklüğünde de-
ğiĢen boyutlardalar. Bu arada Emine ve ben Murat’tan
ara sıra yardım istemeyi ihmal etmiyoruz. ―Bir el ver
Murat‖. Büyük galeriyi geçiyoruz ve 3 istasyon geçiĢli
iniĢe geliyoruz. Beni, yine heyecan sardı. Ee kolay mı,
gerçek bir mağarada ilk geçiĢlerimi yapıyor olacağım.
Emine indi. Ben ipe giriyorum, yaptıklarım için Murat’-
tan onay alıyorum. Böyle yapıyorum doğru mudur?
Onaylar alınıyor, ben geçiĢlerimi yapıyor ve iniyorum.
Ġlkinden sonra rahatladım. Artık kim tutar beni. Ġniyo-
ruz. Kaç istasyon geçiĢi olursa olsun fark etmez. Son
noktaya geldiğimizde iki derin iniĢ vardı. Biz büyük
kayaların üstünde duruyoruz aslında zemin aĢağıda
kalmıĢ durumda. Çevremizdeki kayaların hemen he-
men hepsi dökülmüĢ olduğundan dolayı Murat dübel
çakılacak yeri seçmekte oldukça zorluk çekti. En so-
nunda zorlukta bulabildiği zemine iki büklüm ve yatay
vaziyette dübeli çakarken biz Emine ile birlikte, üĢü-
memek için, çeĢitli dans figürlerini pratik ediyorduk.
En son noktada ise atılan taĢın sesini duyamaz hale
gelmiĢtik. Mağara devam ediyor ve 100 belki 200
metrelik iniĢe gelmiĢtik. Ġpimiz bitmiĢti ve ölçüm yap-
ma vaktinin geldiğini anladık. Murat ipleri topluyor biz
ölçümümüzü keyifle yapıyorduk. Biz karınca ekip ola-
rak hızlı çalıĢtığımız için planımızın önündeydik ve bir
yemek molası vermeye karar verdik. Bizim
erzağımızda tabii ki gömbe de vardı ve ne yesek aca-
ba bolluğundan ĢaĢırarak karnımızı doyurduk, keyif
çayımızı içtik. Tamam, Ģimdi ip toplamaya ve çıkıĢa
devam dediğimiz bir anda Murat ġahin’in sesini duy-
duk.
DıĢarıda neler oluyor…
Her zaman ki geçirme seremonisinin arkasından hep
birlikte kampa diğer ekibimiz geri dönüĢ yaptılar. An-
cak ikinci bir ekip olan Murat ġahin ve Ali Ethem Kes-
kin, Ali Ethem’in Atlas dergisi’ne fotoğraf çekimi yap-
ması için tekrar mağaraya inecekler. Ġkinci ekip için
Barbaros tekrar seremoniyi gerçekleĢtiriyor ve
KeĢdağı düdenine Murat ġahin’i ve Ali Ethem’i getiri-
yor. Onlar iniyorlar ve Barbaros kampa geri dönüĢ
yapıyor ve KaradaĢ ailesinin hazırlamıĢ olduğu mükel-
lef öğle yemeğini yiyorlar. Bu arada havada kara bu-
lutlar yukarıdan yaylaya gelmeye baĢlıyorlar. Eyüp
KaradaĢ diyor ki ― Üzülme sen yukarıdan gelen bulut-
lardan zarar gelmez. AĢağıdan gelirse korkarız‖. An-
cak, aĢağıdan kara bulut yaklaĢıyor ve herkes pür dik-
kat bulutları izliyor. Barbaros tetikte. AĢağıdan gelen
kara bulutlar yukarıdan gelenlerle birleĢiyor ve
Zekariya KaradaĢ ― Barbaros gardaĢ sen bi aĢağıya
inip haber ver‖ diyerek Barbaros’un omzuna el atıyor.
Barbaros ve Engin yine KaradaĢ ailesinin eĢliğinde,
harekete geçiyorlar. Sanırım bu iniĢ Barbaros’un haya-
tındaki en hızlı iniĢ oldu. Barbaros çok hızlı bir Ģekilde
Murat ġahin ile Ali Ethem ekibine ―Yağmur Tehlikesi‖
haberini iletiyor ve hızla dıĢarıya çıkıyor. Bize de ha-
ber hızla geliyor ve plan yapılıyor. Emine ile ben ön-
den gidiyoruz, Ali ve Murat, Murat Eğrikavuk’a yardım
edip arkadan geliyorlar. Nasıl da malımıza sadığız.
Yağmur tehlikesi var deniliyor ve ipleri aĢağıda bırak-
mamak için organize olmaya çalıĢıyoruz. Yok böylesi…
Biz sırayla, önde Emine arkada ben iplere girip tıkır
tıkır çıkıĢlarımızı yapıyoruz. Az önce ― el verir misin
Murat‖ diyen kızlar yok. Aniden değiĢim gösterip birer
amazona dönüĢüyoruz. Ben nedense bu çıkıĢta onay
ihtiyacı duymadan istasyonlardan geçmeyi çok seri bir
Ģekilde baĢarıyorum. Kayalardan geçerken Emine ile
biraz omuz biraz el ile bize çok zor gelen bacağımızı
dahi kaldırmakta – boyumuz kadar olan kaya bloğun-
dan bahsediyorum- zorlandığımızı yerleri geçmeyi ba-
Ģarıyoruz. Yukarıdan ses geliyor ve tehlike geçti. Biz
biraz rahatlamaya fırsat tanımıyoruz kendimize. AĢağı-
ya bilgiyi aktararak yola devam ediyoruz. ÇıkıĢı yap-
tıktan sonra Barbaros ve Engin’i yine KaradaĢ ailesinin
desteği ile birlikte karĢımızda görüyoruz. Ama bende
artık istasyona göbek bağını takacak hal kalmamıĢ.
Barbaros önce Emine’yi sonra beni görmüĢ rahatlamıĢ
Sel Geliyor !Sel Geliyor !Sel Geliyor !
Nuray Ada ġAHĠN (ASPEG)Nuray Ada ġAHĠN (ASPEG)Nuray Ada ġAHĠN (ASPEG)
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 11
bundan sonra nasıl olsa çıkarsın diyor ancak
dayanamıyor ve bir el uzatıyor. Ancak bu ele
gerçekten ihtiyacım vardı. Amazonluk da bir
yere kadar… Herkes derin derin nefes alıyor.
Hava karanlık ancak biz teker teker çıkarken
gözlerdeki endiĢe de yavaĢ yavaĢ gidiyor an-
cak aĢağıda insanlar var. ġimdi onları bekliyo-
ruz. Ve… Çay ve tereyağlı gözlemeler mağara-
nın ağzına servis yapılıyor. Bu keyif gerçekten
çok güzeldi. Tarihte baĢka kimlere nasip olur
bilmem ama biz bu aile ile tanıĢmakla oldukça
Ģanslıydık sanırım.
Mağaradan çıkan ekibi bir elimizde cam bar-
daklar içinde çay ve diğer elimizde gözleme ile
karĢılıyorduk. Mağara’dan en son ipe geldikle-
rinin sesini duyunca Barbaros tam anlamıyla
―çocuklar gibi Ģendi‖. Bizim içeride çektiğimiz
sıkıntının kaç mislini dıĢarıda bizim için endiĢe-
lenen insanların çektiğini o an anlayabildim. Bu
kadar güzel bir ekiple bu kadar güzel bir ma-
ğara gezisinde olmak oldukça keyifli ve tarifsiz
güzellikteydi. En önemlisi ise hayatımızı birbi-
rimize teslim ederek aĢağıya iniyor olduğumu-
zu anlamak ve böyle bir ekibin üyesi olduğumu
bilmek ise tarifsizdi. Bir kez daha ASPEG’li ol-
maktan mutluluk duydum.
Fotoğraflar: Murat ġahin
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 12
* Bizimle ilginç bir bilgiyi paylaĢmak isterseniz; [email protected]’a e posta atın lütfen.
Bilgi KırıntılarıBilgi KırıntılarıBilgi Kırıntıları
KONG SLYDE
Göbek Bağına Alternatif Bir Alet
Slyde aĢağıdaki görüldüğü gibi basit metal bir
alet. Ana prensip ağırlık altında ipin birbirini sı-
kıĢtırması ve kaymaması.
Slyde‟ı, 9 mm dinamik iple kullanmak lazım.
Toplam ağırlığı 40 gr ve 25 kN çekmektedir
(Kong‟websitesinden alınan bilgiler).
Kullanma avantajları (bana göre)
Fazladan 1 karabin, bir 8‟li düğüm olmadığı
ve hem uzun hem kısa için aynı ip kullanıl-
dığı için ipten tasarruf
Setin üzerinde gereksiz oradan buradan
sallanan iki ip+karabin olmaması
Uzun ve kısa göbek bağını kolaylıkla ayar-
layabilme ve istediğiniz uzunlukta veya kı-
salıkta olabilmesi
Kullanma dezavantajları (bana göre)
Takıl-geç‟lerde güvenlik için baĢka bir yol
bulmanız; El cumarı‟nın karabinini takmak
gibi...
Kısa göbek bağı durumundayken, ekstra-
dan sallanan ipi bir Ģekilde bir yerlere tu-
tuĢturmak
UYARI: Slyde‟ı kullanırken ipin kalan boĢ kısmı-
na bir durdurucu düğüm atmayı unutmayın ve
öyle kullanın.
Satın aldık, denedik ve gördük. Verdiğimiz para
4,5 euroydu.
Fiyat/Kazanç ve fayda durumuna göre alınabilir
bir alet.
Resimler ve Kaynak: Kong‟un resmi websitesi
http://www.kong.it/doc408.htm
Ender Usuloğlu
Not: Bazı arkadaĢlarımız bu aleti bizim göbek
bağımızda delta‟ya takılan 8‟li yerine de kullana-
biliyor. DeğiĢik kullanma çeĢitleri kiĢiden kiĢiye
olabilmektedir ama esas kullanım Ģekli aĢağıda-
ki gibidir.
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 13
Mağaralara hep kendini göstermeye çalıĢan fakat ne
kadar çalıĢsa da bunu baĢaramayan doğal yaratıklar
olarak düĢünmüĢümdür. Yaratık diyorum çünkü onlar-
da aslında canlıdırlar. Onlarda doğarlar, geliĢirler ve
ölürler. Bazısı uzun, bazısı kısa yaĢar. Farklı farklıdır-
lar. Hiçbiri birbirine benzemez. YaĢlısı, genci, cildi ku-
ruyanı, ağlayanı…Onlar da içlerinde çeĢit çeĢit canlı
barındırırlar.
Olur ya bir insanın iç dünyasına girebilmek için onun
psikolojisinden anlamak gerekir, iĢte mağaranın da
içine girebilmek için önce bizlerin yani insanların da bu
iĢin ―tekniğini‖ ve ―etiğini‖ bilmemiz gerekir. ĠĢte bu
teknik ve etik iĢinden anlayan insan topluluğuna
―mağaracı‖ diyorlar.
Aslında yukarıda bahsettiğim bu ―etik‖ ve ―teknik‖ iĢin-
den anlayan da çok az kiĢi var. Hani bazıları etikten
anlar, teknik yoktur; yatay mağaraya girerler; yürüyüĢ
yapar, belki biraz sürünürler oraları buraları çamur
olur çıkarlar; sonra biz mağaracı olduk derler… Bazıları
da teknik bilir, etik bilmezler; bunlar mağaraya girerler
o mağaranın kendileri gibi canlı olduğunu unuturlar
orasını burasını yaralarlar didikler dururlar; Ģu’suna
bu’suna zarar verirler ve hiçbir Ģey olmamıĢ gibi çıkar
giderler. ĠĢte bu arkadaĢlar mağaracılığın ve mağara-
nın ruhundan nasibini alamamıĢ yaratıklardır. Birde
bazıları vardır ki, hem teknikten hem de etikten anlar-
lar ve o mağara gerek yatay gerekse dikey olsun fark
etmez ―insan‖ gibi girer çıkarlar ve içeride sadece ayak
izlerini bırakırlar ayrıca fotoğraftan baĢka bir Ģey çı-
kartmazlar. ĠĢte bu azınlıkta olan insan topluluğuna biz
mağaracı diyoruz. Hatta birde onlar fotoğrafçılık tekni-
ğine göre fotoğraf çekiyorlarsa onlara “fotoğrafçı
mağaracı” diyoruz.
Ne zaman bir mağaraya girsem ve o mağara özellikle
dikey mağaraysa, herhangi bir derinlikteyken etrafıma
bakarım sonra kayaya yaklaĢırım onun manzarasının
her bir noktasına sindire sindire seyrederim ve derim
ki: Bu mağaranın içine giren ender insandan biriyim ve
Ģu kayanın üzerini örten birkaç çatlağın düzensizliğin-
deki düzeni gören dünya da yaĢayan belki de ilk ve
sonum; veya kayanın çatlağının herhangi bir kıvrımın-
da gezinen yolunu bulmaya çalıĢan minicik böceği bu
dünyada gören ilk ve son insanım diye düĢünürüm.
ġimdi aklıma Ģu geldi hani bir söz vardır:
―Men always want to be a woman’s first love - women
like to be a man’s last romance.‖ — OSCAR WILDE
Yani bu büyüğümüz demiĢ ki: ―Erkekler daima kadınla-
rın ilk aĢkı, kadınlarsa daima erkeklerin son aĢkı olmak
ister.‖
Belki de benim erkek olmam dolayısıyla mağaraların
benim ilk aĢkım olmalarını istemem doğal bir içgüdü-
dür. Tabi burada insanlardan farklı olan bir husus bu-
lunmakta… Biz aslında gerçekte olmasa da o gördükle-
rimizle duygusal bir bağ kursak bile bunu baĢkalarıyla
paylaĢabiliriz. Tabi bunun tek yolu fotoğraf olmasa da
en duygusal yolu fotoğraflardır.
Fotoğraf kartına kiĢi ―o an‖ da yaĢadığını, hissettiğini
içinde neler olup bittiğini olaya nasıl baktığını karam-
sarlığını-iyimserliğini dökebilir. Ayrıca sadece kendi
duygu-düĢüncelerini değil karĢısında her ne varsa
onunda duygu ve hislerini dökebilir. Hatta öyle ki eğer
fotoğrafı çeken kiĢi eğer karĢısındakinin duygularına
hükmetmek isterse buna bile karıĢabilir. Onu aldığı
karesinin açısını, IġIĞINI, netliğini vs. değiĢtirerek iyi-
yi kötü, kötümseri iyimser, gerçeği hayal, kesinliği
Ģüpheliye dönüĢtürüverir. Fotoğrafçı gerçeğin ta kendi-
sini ( kendisine göre) karesine alır ve onu orada son-
suza kadar hapseder iĢte bu gerçeğin ta kendisini hap-
setme iĢini parmaklarıyla o bir anda yapıverir.O anda
ona hiçbir Ģey engel olamaz. Fotoğrafçı o anda kadra-
jının içindekilere hükmeder yani o aslında an’ın ta ken-
disine hükmeder. O, o anda gerçeğin hükümdarıdır. O
gerçek fotoğrafçının parmaklarının ucundaki deklan-
Ģörde ve gözünün önündeki vizördedir.
ġimdilerde fotoğraf çekenler nasılda çoğaldı, fotoğraf
çekmek nasılda kolaylaĢtı… Alır eline fotoğraf makine-
sini çeker herhangi bir kare, sonra evine gelir bilgisa-
yarına koyar, orasını ekler burasını çıkarır; orasını eğer
burasını büker, oranın rengi güzel olmadı deyip rengini
değiĢtirir ya da ―aaaaa bu kuĢun burada ne iĢi var?‖
deyip o kuĢu oradan alır yerine bulut koyar hatta bulu-
ta birde kontrast verir. Sonra da diğerlerine sunar.
Sonra o, kendisine ―fotoğrafçı‖ der. Ne kadar da kolay-
laĢtı bu iĢ canım!.. Ee teknoloji iĢimizi kolaylaĢtırıyor
ya…
Mağaranın boĢluğuna kendimi bıraktığımda ipin
ortrasındayken desandörüme düğümümü atıp Ģöyle bir
dururum ve bu ürkek boĢluğun sessizliğini dinlerim.
Ama o aslında sessiz değildir. Sessizliğiyle bana ninni-
ler anlatır. Ġnerken yukarıdan usulca ama kızmıĢçasına
akan sular üzerimden geçiverir, beni ıslatır.
Mağara, Mağaracı, Fotoğraf ve Mağara, Mağaracı, Fotoğraf ve Mağara, Mağaracı, Fotoğraf ve
Sarhoşluk Sarhoşluk Sarhoşluk
Nafi Onur (EGEMAK)Nafi Onur (EGEMAK)Nafi Onur (EGEMAK)
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 14
Sonra hani deriz ya ―mağaracı sabırlı olmalıdır, bekle-
meyi öğrenmelidir‖ diye… Arkamdan gelecek veya ben-
den önce gideni beklerken o sessizlik vardır ya iĢte o
anda ―mutlak karanlık‖ olur kimsenin ıĢığı ne beni ne o
gizemli boĢluğu rahatsız edemez. ĠĢte o zaman sanki
karanlığın efendisine ses sözcüğünün olmadığı bir dün-
yaya kapılarım açılır. ĠĢte asıl o zaman gözlerimi koca-
man açarım ve aslında o boĢluğun içinde ne kadar ça-
resiz olduğumu ama bir o kadar da o’nun beni içine
aldığını hissederim.
Fotoğraf kartı da sessizdir mağara gibi. Onu da anla-
mak için hissetmek gerekir. Bakmak yetmez görmek
gerekir. Fotoğrafa baktığımda o an sanki fotoğrafı çe-
ken benmiĢim gibi hissederim. Mağaranın içinde benim
hissimi paylaĢan arkadaĢımın duygusunu ancak fotoğ-
raflayarak ebediyete gönderirim. Giderim onu kayanın
yanındayken onu süzerken onunla konuĢurken çeke-
rim. Giderim onu, kayaya dokunurken çekerim. Gide-
rim onu, sarkıttan damla damla akan suyu hayretle
izlerken çekerim. Onu, içinde bulunan derinliğin içinde
büyülenmiĢçesine sarhoĢken çekerim.
Mağara sarhoĢluktur. Ġçmeden sarhoĢ olmanın tek yolu
mağaraya girip içinde hiçbir ıĢın hüzmesinin olmadığı
boĢlukta karanlıkta gözlerini kocaman açıp sendeleye-
rek düĢmektir. ĠĢte o zaman o boĢluğun gücünü hisse-
derim. O zaman o ürkek boĢluğun önünde aslında ne
kadar aciz olduğumu anlarım.
Mağaranın o uçsuz bucaksız romantik duygusal derinli-
ğine kendimi tüm saflığımla, her Ģeyden arınmıĢ benli-
ğimle ve buz kesmiĢ gözlerimle attığımda yanımda is-
tediğim 2 Ģey vardır: Birincisi burnumda tüten aseti-
len… Ġkincisi ise hislerimi kalıcı kılan makinem…
Saygılarımla…
Fotoğraflar: Ender Usuloğlu, Murat ġahin
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 15
Biliyor Biliyor Biliyor muydunuzmuydunuzmuydunuz???
DÜNYA‟NIN EN UZUN SUALTI
MAĞARASI NEREDEDĠR?
Meksika’daki Yukatan körfezi beyaz kumlu plajları ve
tertemiz berrak suları ile turistlerin gözdesi bir bölgedir.
Bu bölge aynı zamanda dünyadaki en uzun sualtı mağa-
ra sistemini içinde barındırmaktadır.
Ox Bel Ha mağara sistemi 180 km ile Sac Actun mağa-
ra sistemi 172 km uzunluğundadır. Meksika’da ki bu iki
uzun mağaranın neredeyse tamamı sualtındadır. Zaman
zaman sudan çıkabilecek yerlerle birlikte, mağara dalgıç-
larının gözünde Sac Actun mağarası dünya’nın en güzel
mağara oluĢumlarının olduğu bir mağaradır. Sac Actun
mağarasında derinlik en fazla 40 fit (yaklaĢık 10-15
metre arası) ve su ısısı 77 fahrenheit (yaklaĢık 25-30
santigrad)’dır. Sualtındaki oluĢumlar oldukça kırılgan
olduğu için dalgıçların su içindeki dengeyi (buoyancy)
çok hassas bir Ģekilde tutturmaları gerekiyor. Mağara
sistemi belli yerlerden turizme açılmıĢtır.
Derleyen ve tercüme eden: Ender Usuloğlu
Fotoğraf: Ali Ethem Keskin
Kaynakça: http://www.caves.org/project/grss/
grlong.htm
http://www.nationalgeographic.com/adventure/road-trips/mexico.html
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 16
SpeleosanatSpeleosanatSpeleosanat
The Spelunkers Code
I took a walk into the mountains just the other day. I had my gear, my boots and headlamp I was on my way.
The coolest of air I ever did feel was coming out of the ground, I tied my rope upon a tree, for the cave entrance I had found.
My palms grew sweaty and legs were weary as I entered in the dark.
I watch my feet carefully not to destroy anything or leave a mark. A light beam lay before me,
emitted from my lamp.
Where will this pit take me, to a river or underground lake?
Or maybe a forgotten underground palace, where treasures are forbidden to take.
Where will the end of my rope bring me,
only time will tell. I only know as I go deeper,
I'm closer to heaven than to hell
James Daniel Cawley
Mağaracının Kuralı
Bir önceki gün, tepelere doğru yürüyordum
Malzemem, çizmelerim ve kafa lambam yanımda gidiyordum
Hissettiğim en serin hava yeraltından geliyordu
Ġpimi bağladım bulduğum mağara ağzında ki ağaca
Avuçlarım terledi ayaklarım hissizleĢti karanlığa girdikçe
Bir iz bırakmamak ve kırmamak için ayaklarıma bakıyordum dikkatlice
IĢık hüzmesi önümde
Süzülüyordu lambamdan
Bu iniĢ beni nereye götürecek?
Yer altı deresine veya gölüne mi?
Veya unutulmuĢ bir yer altı sarayına
Hazinelerin alınamayacağı bir yere mi?
Ġpimin ucu beni nereye indirecek
Bunu sadece zaman belirleyecek
Tek bildiğim indikçe derine
Yakınım cehennemden çok cennete
James Daniel Cawley
Uyarlayan: Ender Usuloğlu
Fotoğraf: Ender Usuloğlu
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 17
Temmuzun 16’sı, uzun bir otobüs yolculuğundan son-
ra, Aydın’dan, Ġstanbul’a ulaĢtım. Beni Tiyatrocu-
Hukukçu bir arkadaĢımın, Tiyatrocu-Hukukçu kardeĢi Abdullah Gün karĢıladı J. Buradan ġile de bulunan
MeĢrutiyet Mağarasına gitmek üzere yola çıkacaktım.
Hemen yola koyulduk, çünkü ġile Ġstanbul’a oldukça
uzaktı.
Bu arada uygun kimse olmadığı için mağaraya tek ba-
Ģıma girmek zorunda kalmıĢtım. Mağaracılığın en
önemli kurallarından birini çiğniyordum ama mecbur-
dum bu mağaraya mutlaka gidip, tezim için gerekli
olan mağara çekirgelerini toplamam gerekiyordu… En
son Ender’i aramıĢtım, O da bana iĢlerinin yoğun ol-
duğunu söyleyince, umudumu iyice yitirdim.
Neyse ki Abdullah benimleydi. Kadıköy’den, Hareme
geçtik. Buradan ġile otobüsüne bindik. Otobüs Ģoförü
bize, ileride biletli müĢterilerin binebileceğini ve ayak-
ta kalabileceğimizi söyledi. Neyse dedik, mecburduk,
bindik, iki durak sonra ayaktaydık J kalan 2 saatlik
yolu ayakta geçirdik. Otobüste, biletli olmayan yolcu-
ların sayısı (yani ayakta olanların sayısı), oturanların
iki katı kadardı. ġoför tasarruf için klimayı az açıyor-
du. Otoban üzerinden gideceğini söyleyen Ģoför, köy
yollarına sapmıĢtı. Yolu ve süreyi 2 kat uzatmıĢtı. Bu-
nun sebebiyse yeni girdiği köy yollarından yeni yolcu-
lar alıp, ayaktaki yolcuların sayısının oturanların 3 ka-
tına çıkarmaktı. Tabi otobüstekiler galeyana geldiler,
arkada ayakta duran gençler, Ģoföre Ģarkılar yazdılar,
besteler yaptılar, hareket çektiler ama Ģoför oralı ol-
muyor ve tüm bu olanlara rağmen yolcu almaya de-
vam ediyordu. Ayılanlar, bayılanlar, jandarmayı ara-
yanlar vb... Sonunda otobüs meclisi toplandı ve oy
birliğiyle (çokluğuyla değil) Ģoförü dövmeye karar ve-
rildi. Tam dövülme Ģekli, yeri vb. planları yapılırken,
MeĢrutiyet köyüne geldik ve biz inmek zorunda kaldık.
Hava oldukça serindi, içimden bir ses yağmur, dolu
Allah ne verdiyse, yağacağını ve bunun da çok uzak
olmadığını söyledi. Ġçimdeki sese kulak vermedim.
Zavallı Tiyatrocu ve aynı zamanda Hukukçu olan arka-
daĢım Abdullah ise baĢına gelebileceklerden habersiz-
di. Ne yalan söyleyeyim ben de habersizdim. Köye 20
dak. yürüyüĢten sonra vardık (bu arada iki çoban kö-
peği ters ters baktı, ama hiç oralı olmadık). MeĢruti-
yet köyünde iĢimiz çok kolay görünüyordu, çünkü
elimdeki veriler, köyden rahatça gidilebildiği yönün-
deydi. Köyün muhtarını bulamadık, ama karĢılaĢtığı-
mız Ahmet Amca, bize mağarayı tarif etti.
Yüksek ıhlamur ağaçlarının altında ve köye yaklaĢık
500 metre uzaklıktaydı. Ancak bir sorun vardı, O da
mağaranın önündeki ıhlamur ağaçlarına ulaĢmak için
aĢılması gereken doğal bir orman J. Neyse yola koyul-
duk. Köyden çıkmadan bir eve daha sorduk mağarayı,
bize BUMAK tan bazı mağaracıların da daha önce gel-
diğinden bahsettiler. Evde bulunan bir amca ―oğlum
Ģimdi gitmeyin oralara, yağmur geliyor, buraların yağ-
muru çok fenadır‖ dedi. Ben de ―sorun değil amcacım‖
dedim ve yola koyulduk. Bu arada amcam sözünü bi-
tirir bitirmez, bir yağmur damlası burnumun ucuna
düĢüverdi, ama henüz çiseleme Ģeklinde olduğu için
pek önemsemedim. Yola devam ettik, köyden görü-
nen ıhlamur ağaçları artık görünmüyorlardı. Birden
yağmur Ģiddetli bir Ģekilde yağmaya baĢladı, ağaç,
çalı ve dikensi formasyonlardan oluĢan orman içinde
ıslanmaya baĢladık, yağmur Ģiddetini arttırdı. GPS,
cep telefonları, fotoğraf makinesi vb. önemli eĢyaları,
çantamda su geçirmez kısma yerleĢtirdim. Bu arada,
Abdullah yavaĢ yavaĢ söylenmeye baĢlamıĢtı. Orman-
da ilerledikçe, patika kayboldu, tahmini olarak ilerle-
dik ve öyle bir yere geldik ki, adım atamıyorduk artık,
her yer dikensi çalılardı ve dikenler çok kötü batıyor-
du, adım atmak için dalları kesmek/kırmak zorunda
kaldık, ancak her dala vuruĢumuzda, bitki ya da çalı-
daki bütün sular, üzerimize dökülüyordu. Kıyafetleri-
miz tamamen ıslanmıĢtı ve ağırlıklarının 5 katı ağırlığa
ulaĢmıĢlardı, yağmur o kadar Ģiddetini arttırdı ki, (bu
arada yağmur Ģiddetini arttırdıkça Abdullah da içinden
söylediği Ģeylerin Ģiddetini arttırıyormuĢ gibi bakmaya
baĢlamıĢtı bana) botlarıma bile su girdi, artık olaydan
zevk almanın zamanı gelmiĢti, ıslanmak kaygısını yi-
tirmiĢtik, yağmur eĢliğinde halay, türkü vb. zamanı
gelmiĢti. Birden yolumuzdaki dikensi çalılar daha da
sıklaĢtı ve yere çökmek zorunda kaldık. Ölmek var
dönmek yoktu, çünkü her adım attığımızda, bir sonra-
ki etimize batan dikenli bitkilerden sonra, boĢluğa çı-
kacağımızı ve ıhlamur ağaçlarını göreceğimizi düĢün-
müĢtük.
Donumuza kadar ıslanmıĢtık, daha kötü ne olabilirdi,
demeye kalmadan, domuz hırlamaları ve peĢinden 3–
4 domuz (ikisi yavruydu) 5 m farkla yanımızdan hızla
geçtiler. Hava karanlıktı, dizlerimizin üstüne çökmüĢ-
tük ve ancak öyle ilerleyebiliyorduk, tamamen ıslan
Meşrutiyet yolunda diz çökmüş bir Meşrutiyet yolunda diz çökmüş bir Meşrutiyet yolunda diz çökmüş bir
araştırmacı…araştırmacı…araştırmacı…
A.G. Mehmet Sait Taylan (AKÜMAK) A.G. Mehmet Sait Taylan (AKÜMAK) A.G. Mehmet Sait Taylan (AKÜMAK)
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 18
mıĢtık, az daha yaban domuzları üzerimizden geçecek-
ti. Masum, hiçbir Ģeyden habersiz benle mağaraya gel-
meyi kabul eden, hukukçu arkadaĢım Abdullah sinir-
den ağlıyor muydu yoksa göz yaĢlarına benzettiğim,
yağmur damlaları mıydı, emin değildim ama emin ol-
duğum bir Ģey var, etine batan dikenlere küfürler sa-
vururken, içten içe bana da atıfta bulunuyordu.
Ender’i aradım, bu mağaraya daha önce gelen ekipler-
den, birinin telefonunu aldım, aradım ama ulaĢama-
dım. Bu arada Abdullah dizinin yanında duran bir Ģerit-
li engerek (Vipera xantina) gördü. Yılan ürkmüĢtü, kü-
çük bir kayacın yanındaydı, Abdullah yolu açmak için
kullandığımız tahtayı alarak yılanın baĢını ezdi. Öldür-
mesine gerek olmadığını söylediğimde bana ters ters
baktı. O konuyu hemen kapattım. KaybolmuĢtuk, iler-
leyebilmek için yapmıĢ olduğumuz zorunlu manevra-
lar, bizi daha önce geçtiğimiz bir yere getirmiĢti. Gök-
yüzü görünmüyordu, orman içinde yön tayini yap-
mamız gerekiyordu. Pusulam yanımda değildi,
ağaç gövdelerindeki yosunlara baktım çünkü yo-
sunlar daima güneĢ görmeyen tarafta yoğun
olurlardı. Yani kuzeyi gösterirlerdi. Mağara ku-
zey doğudaydı ve yosunlara bakarak sürekli
aynı yönde ilerlemeye çalıĢtık. Sonunda bir
boĢluğa çıktık, yağmur bir an için durmuĢ-
tu.
Ancak bulunduğumuz bölgeye dikkat-
li bakınca mağaranın sağından (20
metre civarı) geçerek yukarı doğru
tırmandığımızı anladık, ıhlamur
ağaçlarının arasından görünü-
yordu ama geride kalmıĢtı. Ge-
riye dönüp mağaraya doğru
ilerlemeye çalıĢtık ancak ça-
lılar buna izin vermiyordu.
Mutlaka bir patika olma-
lıydı ama bulamamıĢtık.
Köye geri dönüp, yedek ve kuru, daha doğrusu az ıs-
lak kıyafetlerimizi giyip tekrar gelmeye karar verdik,
aynı zamanda köyden birilerini ikna etmeye çalıĢacak-
tık. DönüĢte yağmur devam ediyordu ancak çamur ve
balçık daha çok rahatsız etmeye baĢlamıĢtı. Mağaraya
gelirken en son konuĢtuğumuz aileye gittik, bizi ağırla-
dılar, kendimi ve arkadaĢımı (artık arkadaĢlığımızın
devam ettiğinden Ģüpheliydim) tanıttım. Bizi kabul et-
melerinin önemi büyüktü çünkü kadın eski bir tiyatro-
cuydu ve bazı dizilerde de oynamıĢtı. Abdullah tiyatro,
sinema ve dizi oyuncularını koruyan ve destekleyen bir
sendikanın avukatlığını da yaptığı için muhabbeti he-
men kurduk, üzerlerimizi değiĢtik. Mağarayı bulmak
için belediye ve muhtardan yardım istedik. Ancak Ģu
an boĢta adam olmadığı için ġile belediyesi ve taksici-
lik yaptığı için muhtar, bize olumsuz cevap verdi. So-
nunda köyde birini bulduk, bizi mağaraya götürebile-
ceğini söyledi (sanırım bizi hazineci sandı ve bulacağı-
mız ganimeti paylaĢmayı planlıyordu) ve tekrar yola
koyulduk. Orman sınırına girdik ve çok rahatlıkla ma-
ğarayı bulduk. Mağaranın giriĢi büyük değildi ama ağ-
zında kocaman bir kuyu vardı. Hazine avcıları büyük
bir kuyu kazmıĢlardı. Abdullah’a kalmasını ve arada
bana seslenmesini söyledim ve mağaraya girdim. Biraz
süründükten sonra diğer bir galeriye ulaĢtım ve çok
dar bir geçitle karĢılaĢtım, yalnız olduğum için risk al-
madan geri döndüm, içeride akrep, örümcek, yarasa,
çiyan ve mağara sineği vardı ancak mağara çekirgesi
yoktu. Mağara faunası, kliması mağara çekirgeleri için
çok uygundu, belki de mağaranın devamında olabilirdi.
Köye geri döndük, üzülmüĢtüm, örnekleri bulamamıĢ-
tım, oysa ki MeĢrutiyet mağarasında bulunduğu, bazı
kaynaklarda yazıyordu. Ġstanbul’a döndük, bir an
için bu kılık ve vaziyette Ġstanbul otobüsü bize alır
mı almaz mı korkusuna kapıldıktan sonra otobüs
durdu ve bizi aldı. Abdullah beni ağırladı, bütün
eĢyalarımızı yıkadık ve elektrikli sobada kurut-
tuk. Ertesi gün Dupnisa mağarasına gitmek
üzere Trakya’ya doğru yola koyuldum. Her
Ģeye rağmen çok keyifli ve güzel bir ara-
ziydi.
Bu geziden çıkardığım sonuçlar; (i) Ma-
ğaracı olmayan normal insanlarla
(çünkü normal mağaracı yoktur ben-
ce) araziye çıkmayın arkadaĢlarınız
azalabilir. (ii) Mağaraya ilk defa
gidiyorsanız ve nerde olduğunu
bilmiyorsanız, civardan bilen
birilerini yanınıza alın (iii) Ha-
la yapmadıysanız bir gün
mutlaka ormanda deli gibi yağmur altında donunuza
kadar ıslanmanın zevkini çıkarın, halay çekin ve Ģarkı
söyleyin… Sevgiler…
Fotoğraflar: Ender Usuloğlu
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 19
İki Romen’le iki geceİki Romen’le iki geceİki Romen’le iki gece
Sinan Poyraz (ASPEG)Sinan Poyraz (ASPEG)Sinan Poyraz (ASPEG)
''Ağustos güneĢi en çok ondan kaçıp sığınabileceği-
niz bir mağara olduğunda güzeldir''. Tabii bu genel-
lemeyi hazırlanmak için kamp alanından 'kaçıp' gel-
diğimiz Düdenyayla giriĢinde, buna benzer baĢka
hiçbir tecrübem olmadan yapıyorum. Mağara kam-
pı... Yanımdaki iki Romen’le beraber iki gece üst
üste kaĢık pozisyonunda uyuyacağımızı bilmeden
'ben biseksüelim' , 'ben aktifim' gibi Ģakalar yaparak
mağara giriĢine hazırlanıyoruz.
Ben, Octav ve Razvan o gün Düdenyayla'ya bu ruh
haliyle girdik. Onların daha önceden mağara kampı
tecrübesi var benim yok ama pek bir yabancılık çe-
keceğimi zannetmeden onlara ayak uyduruyorum.
Daha doğrusu onlar, bizim bir gün öncesinde yaptı-
ğımız döĢemeye ayak uyduruyor, pek bir sudan kaç-
mıĢız bu da hattın zorluk derecesini yükseltiyor. Ma-
kul bir sürede görevimizin baĢlayacağı yere varıyo-
ruz. Bu noktada matkapla döĢemeye baĢladığımız
andan itibaren matkabın hızı karĢısında gölün üze-
rinde 45 dakikada anca çaktığım dübele acıyarak
bakıyorum. Matkap gerçekten döĢemenin süresini
hızlandırsa da kendine has sert dikenlere de sahip.
Bu dikenlerden bir tanesini Düdenyayla'nın bitmek
tükenmez göllerini geçerken yaĢıyoruz; matkap bo-
zuluyor... Romenlerin de morali bozuluyor, o günlük
iĢi bırakmak istiyorlar ama daha erken olduğunun da
farkında oldukları için Octav, ortak fikri sonunda Ġn-
gilizce söylüyor ''Sinan, action time''. ''Roger that''
diyip üĢümüĢ desandörümü ısıtacak Ģekilde (öhüm
öhüm yani hızlı:) Mozart salonundan önceki gölün
üzerine varıyorum. Razvan'ın dübel çaktığı yer çok
güzel ama bitirememiĢ... Devam edeyim diyorum
ama matkabın bir artısını daha acı bir Ģekilde öğre-
niyorum. Çok daha yükseğe, çok daha sağa veya
çok daha sola ulaĢmak istediğinizde matkap büyük
bir avantaj. Razvan'ın açtığı deliğin ancak 15 cm
aĢağısına bir dübel çakabiliyorum. Ardından 2. sini
de çakıyorum ve bu iki iĢlem bir saati biraz aĢkın bir
sürede bitiyor. Tabii bu süre matkapçı Romenleri
pek tatmin etmiyor, aĢağıda durumun ne olduğunu
sürekli sormalarından artık yukarı çıkmamı istedikle-
rini düĢünüyorum zira öyle de oluyor. Tam o sırada
Razvan'ınkinin de üstünde eski bir dübel görüyorum,
iĢe yarar gözüküyor ama artık kullanmak mantıksız.
6-7m uzunluğunda göl, kesin yan taraflarında ''Bir
tane daha vardır'' diyorum yani en azından olmalı
ama yok. ''Bu gölü geçen adam ıslanmadan geçmiĢ-
se helal olsun, acaba insan mı?'' düĢünceleriyle yu-
karı çıkıp durumu anlatıyorum. ''iki dübel sonra
kıyıdayız'' diyorum ama matkapsız devam edemeye-
ceklerini söylüyorlar. Orda ısrarcı davranmadım ama
verilen kararın hala yanlıĢ olduğunu düĢünmekteyim
gerçi pek de önemi kalmadı.
Biraz yemek yiyip matkabı tamir etmeye baĢlıyoruz
daha doğrusu baĢlıyorlar; kendileri mühendis.
Onlar tamir ede dursun ben size matkaptan bahse-
deyim. Romenler matkabın bataryalarını çıkarmıĢ ve
uzun bir kabloyla bir aküye bağlamıĢlar böylelikle
matkabı elde taĢırken ekstradan bataryanın ağırlığını
da taĢımıyorsunuz ve kolunuz daha az yoruluyor.
Aküyü de sırtınızda çantada taĢıyorsunuz ya da bir
istasyona takıp baĢka bir istasyona kablo boyu ka-
dar ağırlıksız gidebiliyorsunuz, kablonun yetmediği
yerde takım arkadaĢınızdan yardım istiyorsunuz.
Romenler ayrıca matkap kullansa da bunu matkap
dübeli ile yapmıyorlar. Bizim çekiçle yaptığımız iĢin
aynısını matkapla yapıyorlar. Dübel deliğini açıyor-
lar, açtıktan sonra deliğini dibini düzleĢtirip dübeli
patlatıyorlar. Bence matkap dübeli kullanmaktan
daha mantıklı bir yöntem.
Razvan kablolardaki sorunu buluyor, kısa sürede de
tamir ediyor. Ardından -Mozart'a inemediğimiz için
ve saatin geç olmasından dolayı- kampı atacak yer
aramaya baĢlıyoruz. Çok iyi niyetle bana sürekli
kamp alanının, mümkünse su yolundan uzak, kuru
bir yerde vs. olması gerektiğinden söz ediyorlar. ''O
kadarını ebem de bilir'' demek istiyorum ama iyi ni-
yetleri kırmanın ayılık olacağına kanaat getirip ''he''
deyip geçiyorum. En güzel kamp alanının hepimizin
daha önce iĢediği yer olduğuna karar verip kampı
kurmaya baĢlıyoruz. Razvan'ın durumu iyi gözükü-
yor ama Octav gün içerisinde çok üĢüdü ve bundan
olsa gerek herhangi bir sürprizle karĢılaĢmak iste-
mediğini çantaları açarken dile getiriyor. Ağzını aç-
maz olaydı ki çadır çubuklarının kırık olduğunu görü-
yoruz ardından da iki kiĢilik olduğunu (bkz: ilk pa-
ragraf, kaĢık pozisyonu). Octav ile çubuklara bir
ayar çekip çadırı kurduktan sonra hemen üzerini
aluminyum folyo ile örtüyoruz. Bana bunun daha
sıcak tutacağını ve su geçirmeyeceğini söylüyor.
Ġçimden 'ulan' diyorum ama hemen sakinleĢiyo-
rum... Razvan bize çorbayı hazırlamıĢ bile...Çorbayı
içmeden önce tulumlarımızı da çantadan çıkartıyo-
ruz. Ben ince olanı seçip diğer iki kalın uyku tulumu-
nu onlara veriyorum. Bu iyiliğime karĢılık beni orta-
larına almak istiyorlar. Ne kadar fark etmeyeceğini
söylesem de en sonunda orta bana kalıyor. Sıcak
yemeklerimizi yiyip çadıra girdiğimizde ben tulumum
içindeki yün içlikleri fark ediyorum, çok Ģanslıyım.
Artık hem ortada hem de sıcak kuru yün içliklerle
yatacağım, onlarsa sabah ıslak uyanacak; Nihahaha.
Yatmadan hemen önce Razvan saatinin alarmını
kurdu ve Ģu cümleleri sarf etti; ''Mağara kampına
kesinlikle alarmla gelmelisin yoksa 20 saat boyunca
uyuyabilirsin'' Octav'da bunu destekledi. Alarmı ku-
rup uyuduk. Sabah kalktığımızda ise bu olayı bu ka-
dar çabuk tecrübe ettiğime ĢaĢırdım alarm çalmamıĢ
ve biz üç saat fazla uyumuĢtuk...
Hızlı bir kahvaltıdan hemen sonra kaldığımız yerden
devam ediyoruz ve gölü kısa bir süre sonra aĢıyo-
ruz. Ardından yüksek ama dar ve dibi dize kadar su
olan bir pasaja geliyoruz. Önce çantaları yukardan
indirmenin iyi olacağını ve bunu yaparken de 9 tane
çantayla gölü geçmenin zor olacağından dolayı
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 20
CLAUDE CHABERT
trolean hattı kurmaya karar veriyoruz. Burada bu ka-
rar çok mantıklı daha az yorulacağız ve çantaların
ıslanma riski de yok. Ama gölden sonraki pasajda da
trolean kurmaları bence, mağaranın daha derininde
bulunan keĢfedilmemiĢ kollarına ulaĢamamızın ikinci
nedeni oluyor. Yine de üzülmüyorum çünkü yatay ga-
leride kullandıkları bu tekniğin sedye taĢırken de kul-
lanıldığını söylüyorlar. Sistemi iyice öğreniyorum ama
çok zaman gidiyor burada.
Ve yine bir iniĢin baĢına geliyoruz. Bu sefer matkap
bende. AĢağıda yine bir göl olduğu için Romenlerin
morali iyice bozuluyor sanırım devam etmek istemi-
yorlar ama beni de çözmüĢ olacaklar ki bunu hemen
söylemiyorlar çünkü yaptığımız iĢe bakıldığından çok
az yol kat etmiĢtik. Her neyse hızlı hızlı iniĢi döĢüyo-
rum; eski dübeller burada çok kötü çakılmıĢ dolayı-
sıyla hattı yenileyip hem de sudan biraz daha uzakla-
Ģarak iniyorum. Son bir dübellik yer kalıyor ama beni
yukarıya çağırıyorlar. Bu günlük bu kadar iĢin yeterli
olduğunu söylüyorlar. Kampa geri dönüyoruz. Mora-
lim biraz bozuk ve sol kolum gereksiz yere zorlandı,
ağrıyor. Saatte geç olduğu için uyuyup sabah çıkma-
ya karar veriyoruz. Kendimi biraz da hasta hissetti-
ğimden hemen uyumak istediğimi söylüyorum ama
izin vermiyorlar sıcak bir Ģeyler içip, yiyip öyle uyu-
mamı tavsiye ediyorlar. Sanırım bunun sayesinde sa-
bah çok daha dinç uyanıp Ender ve Ali Aytan ile bera-
ber Romenler çıktıktan sonra yedi saat daha mağara-
da kalabiliyorum. Bu da güzel bir ders oluyor. Ha, bu
arada sabah kalktığımızda Razvan yine ocağın baĢın-
da bir Ģeyler hazırlamaya baĢlıyor. Bana bu sabah ne
içmeyi arzuladığımı soruyor ve ben de ''cappucino''
diyip yüzümü yıkamaya gidiyorum. Geldiğimde inana-
mıyorum çünkü beni bekleyen koca bir bardak sıcak
cappucino görüyorum. ĠĢte bu sıralarda diğer ekip
geliyor ve onlara dahil oluyorum. Hangi ekip mi? Ta-
bii ki Ekip TRĠPOD !!!
Ali Aytan ortalığı kırıp geçiriyor, güzelce eğlenip mo-
ralleri depoladıktan sonra iĢi yarım bıraktığımız yere
gidiyoruz. Çantaları almadan benim yarım bıraktığım
iniĢi inmeye baĢladığımızda ertesi gün Mozart salonu-
na ayak basmaya 6-7m kala iĢi bıraktığımızı anlıyo-
rum ve iyi bir küfür ediyorum. Mağaranın yürünebilen
kısmında biraz ilerleyip çıkma kararı alıyoruz çünkü
artık yeterli vaktimiz ve insan gücümüz yok. DöĢe-
meyi toplayarak çıkmaya baĢlıyoruz. Çantaları trolean
kurup geçirdiğimiz dar sulu pasajda bu sefer ''elden
ele'' yöntemini kullanıyoruz. Kesinlikle daha hızlı fa-
kat canım sıkıldığı için suya girip Ali Aytan ve Ender'in
iĢini daha da hızlandırıp gölü geçmeye baĢlıyorum.
Burada da sıkılıp kısamı ipten çıkartıp göle atlıyorum;
nasılsa çıkıĢta olduğumuz için yapıyorum tabii bu ha-
reketi. Ali Aytan, bu bölümde bana mütemadiyen ye-
ni taktığı lakabımla hitap ediyor. 9 çantayı tekrar Fil-
ler Galerisi'nin baĢına kadar taĢıyıp çıkıĢa geçiyoruz.
ÇıkıĢa 150 m kala çantaları toplayacak ekiple karĢıla-
Ģıyoruz. Süha yardıma ihtiyaçları olduğunu söylüyor,
ben kalmak istiyorum ama Ender izin vermeyip ken-
disi yardıma kalıyor. Ali Aytan ve ben çıkıĢa devam
ediyoruz.
Her ne kadar hedeflenenleri baĢaramasak da kendi
adıma bir sürü yeni teknik öğrendiğimden ve bunların
içinde kurtarma teknikleri olmasından dolayı çok ya-
rarlı bir 55 saat geçirdim. Romenlerin tekniklerini tam
olarak doğru kabul etmenin ne kadar faydalı olacağı
tartıĢılır ama ufak tefek Ģeyleri bizim tekniğimize ve
ekolümüze devĢirmek gerektiğini düĢünüyorum. Bu
çeĢitlilikle mağara keĢiflerinin hızının artmasının yanı
sıra güvenlik seviyesinin de yükselmesini sağlanacak-
tır. Ama genele baktığımda mağara içerisinde çok ya-
vaĢ hareket etmenin hatta çok fazla durmanın makul
bir hızda ilerlemekten çok daha zararlı olduğunu pek
çok açıdan gördüm. Planlananlardan geri kalıyorsu-
nuz, üĢüyorsunuz, acıkıyorsunuz dolayısıyla erzak
çabuk bitiyor, süre arttıkça moral seviyesi azalıyor
vb... Bunlar benim fikirlerim.
Her Ģeyden öte Octav ve Razvan gibi iki harika insan-
la bu tecrübeyi yaĢamak çok güzeldi, onlara da öğ-
rettikleri teknikler için çok Ģey borçluyum…
Fotoğraflar: Ender Usuloğlu
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 21
YaşadıklarımızYaşadıklarımızYaşadıklarımız
Alicim, biliyorsun Türkiye’de araĢtırı-
lacak mağara kalmadı o yüzden
kendi mağaramızı yapacazz. Ġleri !
hedef kurt Ģeyi...
Kaz, kaz, hissediyorum bu kurt
Ģeyi gidecek. Ali: agghhhh !
Düdüyor olum bu!
Nassı yani? Niye gitmiyo bu? -Hevesli ve enayi mağaracılar (1).
ġimdi kazacak mağara kalmadı. Durum de-
ğerlendirmesi yapalım. Bir metre yeĢilliğin
üzerindeyiz toprağa basamıyoruz. Saat 6 gibi
ve balta girmemiĢ orman’a balta gibi girdik
mağara aramaya, nasıl çıkacaz?
Baltalar: Ender, Ceyhun, Murat
Cevap:Ceyhun’un düdüklu pusulası ile Yırttığımızın resmidir! Maalesef mağara
yok bulamadık! Gene kaldık kurt Ģeyle-
rine... Daralı, çatlağı, çamurlu-
su Ģimdi de sineklisi
yetti be! Hakkaten Tür-
kiye’de mağara kalmadı
galiba...
Biz gideros’ta yatıyos,
güneĢleniyos ölçüyos
biçiyos..Mağara bitiriyos …
Ölç-kart’a bedava 155 cm’niz ek-
lenmiĢtir, güle güle harcayın.
Hevesli ve enayi mağaracılar (2)! Lan olum
kaç defa gireceksiniz bu kurt Ģeyine?
Biz bu daralları çok gördük emre ho-
cam! Sen bi de kurt Ģeyini gör!
BSU ateĢi yanmaya devam ediyor, Olimpos ateĢi gibi sönmü-
yor mübarek!. Bu bültene de sarktı...
Haaa? Kes köse?
(Fransız! Mağaracılar)
Fotoğraflar: Emine Azak, Egemen Erkanlı,
GülĢen Küçükali, Ender Usuloğlu
Cadı Kazanı Temmuz Ağustos 2009 22