istihbaratsahasi.files.wordpress.com · center for middle eastern strategic studies history in...

132
,QGH[HG E\ VD\¾ 54 WDUDIÜQGDQ WDUDQPDNWDGÜU WDUDIÜQGDQ WDUDQPDNWDGÜU ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ 5H\KDQO¾ 6DOG¾U¾V¾ YH 7UNL\H¶QLQ 6XUL\H ½NLOHPL ½VUDLO¶LQ g]U 'LOHPHVL 6RQUDV¾ 7UNL\H½VUDLO ½OLÀNLOHUL *D]]H¶GH 0RWLYDV\RQXQ .D\QD¼¾ YH 6RQ *HOLÀPHOHULQ *D]]H¶\H (WNLOHUL 5H\KDQOÜ 6DOGÜUÜVÜ YH 7ÖUNL\H Haziran 2013 Cilt 5 D\ON XOXVODUDUDV LOL¢NLOHU GHUJLVL

Upload: others

Post on 21-Feb-2021

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

54

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Haziran 2013 Cilt 5

Page 2: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES

HistoryIn Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever during the early 90’s. Center for Middle Eastern Strategic Studies (ORSAM) was established in Janu- ary 1, 2009 in order to provide relevant information to the general public and to the foreign policy community. The institute underwent an intensive structuring process, beginning to con- centrate exclusively on Middle Eastern affairs.

Outlook on the Middle Eastern WorldIt is certain that the Middle East harbors a variety of interconnected problems. However, ne- ither the Middle East nor its people ought to be stigmatized by images with negative connota- tions. Given the strength of their populations, Middle Eastern states possess the potential to activate their inner dynamics in order to begin peaceful mobilizations for development. Respect for people’s willingness to live together, respect for the sovereign right of states and respect for basic human rights and individ-ual freedoms are the prerequisites for assuring peace and tranquility, both domestically and interna-tionally. In this context, Turkey must continue to make constructive contributions to the establishment of regional stability and prosperity in its vicinity.

ORSAM’s Think-Tank ResearchORSAM provides the general public and decision-making organizations with enlightening in- for-mation about international politics in order to promote a healthier understanding of interna- tional policy issues and to help them to adopt appropriate positions. In order to present effective solutions, ORSAM supports high quality research by intellectuals and researchers that are com- petent in a variety of disciplines. ORSAM’s strong publishing capacity transmits meticulous analyses of regional developments and trends to the relevant parties. With its website, books, reports, and periodicals, ORSAM supports the development of Middle Eastern literature on a national and international scale. ORSAM facilitates the sharing of knowledge and ideas with the Turkish and international communi-ties by inviting statesmen, bureaucrats, academicians, strategists, businessmen, journalists, and NGO representatives to Turkey.

* ORSAM is a member of the The Middle East Studies Association (MESA).

www.orsam.org.tr/en/

STRATEGIC INFORMATION MANAGEMENT ANDINDEPENDENT THOUGHT PRODUCTION ORSAM

CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES

Page 3: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

STRATEJİK BİLGİ YÖNETİMİ, ÖZGÜR DÜŞÜNCE ÜRETİMİ

www.orsam.org.tr/tr/

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Page 4: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

on erans De erlendir esi Serisi - Con erence E aluation Series

ita ncele esi Serisi

ORSAM ONU Guest

Buket Bahar Divrak: “Turkey is the one of the country that experiences population and sectoral water demand growth”

Abdülkadir Gök: “Syrian Kurds Do Not Feel Safe in Their Own Regions. Because They Feel Themselves Threatened Under the Administration of Free Syrian Army When Assad Leaves Power.”

u Say da atk da ulunan a arlar

Ortado u G ncesi Middle East Diary

21 April 2013 – 20 May 2013

arikat rler - Meh et k ro lu

Reyhanl Sald r s ve T rkiye’nin Suriye kilemiThe Reyhanl Attack and Turkey’s Syria Dilemma

a ak onusu Co er Story

Reyhanl Sald r s ve T rkiye The Reyhanli Attack and Turkey

Page 5: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

On Weapons of Mass Destruction Free Zone (WMDFZ) in the Middle East

The Source of Motivation in Gaza and the Effects of the Recent Events on Gaza

The State Capacity and Foreign Policy of Iran

Rusya n n G ney af asya da i u u a G c n n

De erlendiril esi Mos ova n n Zay f G r n esinin 10 Nedeni

ncele eler Analyses

rticulation of the urdish Regions in the Arab Spring and Its Impacts on Tur ish Foreign Policy

Tur ey Israel Relations After Israel s Apology to Tur ey

Gelece in OD A s nda Tehdit manzaralar ve T r iye nin Savunma Duru u

Economic Sanctions on Iran Is It Iran’s Nuclear Program or the Government Getting Fragile?

Page 6: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Sahibi ORSAM ad na Hasan anbolat

Prof. Dr. Meliha Benli Altunışık Hasan KanbolatDoç. Dr. Hasan CanpolatProf. Dr. Ahmet KesikDoç. Dr. Hasan Ali KarasarYrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen

ORSAM Danışmanı, ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü MüdürüORSAM BaşkanıMilli Savunma Bakanlığı BaşdanışmanıKalkınma Bakanlığı Yönetim Hizmetleri Genel Müdürü ORSAM Danışmanı, The Black Sea International Koordinatörü - Bilkent Üniversitesi ORSAM Danışmanı, Ahi Evran Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı

Haziran 2013

Hasan Kanbolat ORSAM Başkanı Prof. Dr. Meliha Benli Altunışık ORSAM Danışmanı, ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Doç. Dr. Hasan Ali Karasar ORSAM Danışmanı, The Black Sea International Koordinatörü - Bilkent Üniversitesi Prof. Dr. Tarık Oğuzlu ORSAM Danışmanı, Uluslararası Antalya Üniversitesi Doç. Dr. Harun Öztürkler ORSAM Danışmanı, Afyon Kocatepe Üniversitesi Doç. Dr. Mehmet Şahin ORSAM Danışmanı, Gazi Üniversitesi Doç. Dr. Özlem Tür ORSAM Danışmanı, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Habib Hürmüzlü ORSAM Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen ORSAM Danışmanı, Ahi Evran Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Canat Mominkulov ORSAM Danışmanı Al Farabi Kazak Ulusal Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Didem Danış ORSAM Danışmanı, Galatasaray Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Bayram Sinkaya ORSAM Danışmanı, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu (Kamalov) ORSAM Danışmanı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Tarih Bölümü Dr. Jale Nur Ece ORSAM Danışmanı, Deniz Emniyeti ve Güvenliği Doç. Dr. Yaşar Sarı ORSAM Danışmanı, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniv. Ögretim Üyesi Dr. Süreyya Yiğit ORSAM Danışmanı, Avrasya [[email protected]]Av. Aslıhan Erbaş Açıkel ORSAM Danışmanı, Enerji-Deniz Hukuku [[email protected] , [email protected]]Pınar Arıkan Sinkaya ORSAM Danışmanı, Ortadoğu - ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Noyan Gürel ORSAM Danışmanı Volkan Çakır ORSAM Danışmanı, Afrika [[email protected]]Dr. Göknil Erbaş ORSAM, Karadeniz [[email protected]]Tamer Koparan ORSAM Yönetici Editörü [[email protected]]Bilgay Duman ORSAM Uzmanı, Ortadoğu [[email protected]]Oytun Orhan ORSAM Uzmanı, Ortadoğu [[email protected]]Fazıl Ahmet Burget ORSAM Uzmanı, Ortadoğu, Afganistan Seval Kök ORSAM Uzman Yardımcısı, Ortadoğu [[email protected]]Nebahat Tanriverdi ORSAM Uzman Yardımcısı, Ortadoğu [[email protected]]Shalaw Fatah ORSAM Uzman Yardımcısı, Ortadoğu Aytekin Enver ORSAM Uzman Yardımcısı, Ortadoğu Tuğçe Kayıtmaz Mütercim Tercüman Uğur Çil ORSAM, Ortadoğu

ra t rma ar rogram

Dr. Tuğba Evrim Maden ORSAM Su Araştırmaları Programı Hidropolitik Uzmanı Dr. Seyfi Kılıç ORSAM Su Araştırmaları Programı Hidropolitik Uzmanı

ORSAM Akademik Kadro

a n K r

Edit r rof. Dr. Tar k O uzluEdit r ard mc s Dr. Tu ba Evrim Maden

netici Edit r Tamer oparanSorumlu az leri M d r Habib H rm zl

Page 7: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

ORSAM an ma K r

Dr. İsmet Abdülmecid Irak Danıştayı Eski Başkanı Av. Aslıhan Erbaş Açıkel ORSAM Danışmanı, Enerji-Deniz Hukuku Hasan Alsancak İhlas Holding, Gn.Md.Yrd., Statejik İs Gelistirme ve Dış İliskiler Prof. Dr. Meliha Benli Altunışık ORSAM Ortadoğu Danışmanı, ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ahat Andican Devlet Eski Bakanı, İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Tayyar Arı Uludağ Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ali Arslan İstanbul Üniversitesi, Tarih Bölümü Başar Ay Türkiye Tekstil Sanayii İşveren Sendikası Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa Aydın Kadir Has Üniversitesi Rektörü Doç. Dr. Ersel Aydınlı Bilkent Üniversitesi Rektör Yardımcısı & Fulbright Genel Sekreteri Dr. Serdar Aziz ORSAM Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Bağcı ODTÜ, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. İdris Bal TBMM 24. Dönem Milletvekili Yrd. Doç. Dr. Ersan Başar Karadeniz Teknik Üniversitesi, Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği Bölüm Başkanı Kemal Beyatlı Irak Türkmen Basın Konseyi Başkanı Barbaros Binicioğlu Ortadoğu Danışmanı Prof. Dr. Ali Birinci Polis Akademisi Doç. Dr. Mustafa Budak Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Hasan Canpolat Milli Savunma Bakanlığı Danışmanı E. Hava Orgeral Ergin Celasin 23. Hava Kuvvetleri Komutanı Doç. Dr. Mitat Çelikpala Kadir Has Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya YÖK Başkanı Doç. Dr. Didem Danış ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Galatasaray Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Prof. Dr. Ramazan Daurov Rusya Bilimler Akademisi Doğu Çalışmaları Enstitüsü, Direktör Yardımcısı Prof. Dr. Volkan Ediger İzmir Ekonomi Üniversitesi, Ekonomi Bölümü Prof. Dr. Cezmi Eraslan Başbakanlık Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Dr. Çağrı Erhan Ankara Üniversitesi, Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Dr. Amer Hasan Fayyadh Bağdat Üniversitesi, Siyaset Bilimi Fakültesi Dekanı Cevat Gök Irak El Fırat TV Türkiye Müdürü Mete Göknel BOTAŞ Eski Genel Müdürü Osman Göksel BTC ve NABUCCO Koordinatörü Timur Göksel Beyrut Amerikan Üniversitesi Öğretim Üyesi Av. Niyazi Güney Prens Group Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Muhamad Al Hamdani Irak’ın Ankara Büyükelçiliği Kültür Müsteşarı Numan Hazar Emekli Büyükelçi Doç. Dr. Pınar İpek Bilkent Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Dr. Tuğrul İsmail TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Doç. Dr. Şenol Kantarcı Kırıkkale Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Doç. Dr. Nilüfer Karacasulu Dokuz Eylül Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Selçuk Karaçay Vodofone Genel Müdür Yardımcısı Prof. Dr. M. Lütfullah Karaman Istanbul Medeniyet Üniversitesi - (SBF) Uluslararası İlişkiler Bölümü Doç. Dr. Şaban Kardaş TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Arslan Kaya KPMG ,Yeminli Mali Müşavir Dr. Hicran Kazancı Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi İzzettin Kerküklü Kerkük Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Kesik Kalkınma Bakanlığı Yönetim Hizmetleri Genel Müdürü Doç Dr. Elif Hatun Kılıçbeyli Çukurova Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu Okan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Aleksandr Knyazev Rus-Slav Üniversitesi (Bişkek) Prof. Dr. Alexandr Koleşnikov Diplomat Prof. Dr. Erol Kurubaş Kırıkkale Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Talip Küçükcan Marmara Üniversitesi, Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Hediye Levent Gazeteci (Suriye) Dr. Max Georg Meier Hanns Seidel Vakfı Proje Müdürü (Bişkek) Prof. Dr. Mosa Aziz Al Mosawa Bağdat Üniversitesi Rektörü Büyükelçi Shaban Murati Arnavutluk Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü Dr. Sami Al Taqi Orient Research Center Başkanı Prof. Dr. Mahir Nakip Erciyes Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi

Page 8: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Prof. Dr. Vitaly Naumkin Rusya Bilimler Akademisi Doğu Çalışmaları Enstitüsü Direktörü Dr. Farhan Ahmad Nizami Oxford Üniversitesi İslami Çalışmalar Merkezi Yöneticisi Prof. Dr. Dorayd A. Noori Irak’ın Ankara Büyükelçiliği Kültür Müsteşarı Yardımcısı Muhammed Nurettin Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Murat Özçelik Büyükelçi Prof. Dr. Çınar Özen Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Doç. Dr. Harun Öztürkler ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Afyon Kocatepe Üniversitesi Prof. Dr. Victor Panin Pyatigorsk Üniversitesi (Pyatigorsk, Rusya Federasyonu) Prof. Aftab Kamal Pasha Hindistan Batı Asya Araştırmaları Merkezi Başkanı Dr. Bahadır Pehlivantürk TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Doç. Dr. Fırat Purtaş Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, TÜRKSOY Genel Sekreter Yardımcısı Prof. Dr. Suphi Saatçi Kerkük Vakfı Genel Sekreteri Safarov Sayfullo Sadullaevich Tacikistan Cumhurbaşkanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkan Yardımcısı Ersan Sarıkaya Türkmeneli TV (Kerkük,Irak) Patrick Seale Ortadoğu ve Suriye Uzmanı Dr. Bayram Sinkaya ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlşkiler Bölümü Doç. Dr. İbrahim Sirkeci Regent’s College (Londra, Birleşik Krallık) Dr. Aleksandr Sotnichenko St. Petersburg Üniversitesi (Rusya Federasyonu) Zaher Sultan Lübnan Türk Cemiyeti Başkanı Dr. Irina Svistunova Rusya Strateji Araştırmaları Merkezi, Türkiye-Ortadoğu Araştırmaları Masası Uzmanı Prof. Dr. Türel Yılmaz Şahin Gazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Mehmet Şüküroğlu Enerji Uzmanı İlhan Tanır ORSAM Danışma Kurulu Üyesi, Vatan Gazetesi Washington Temsilcisi Doç. Dr. Oktay Tanrısever ODTÜ, Uluslararası İlişkiler Bölümü Prof. Dr. Erol Taymaz ODTÜ, Kuzey Kıbrıs Kampusü Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Sabri Tekir İzmir Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Dr. Gönül Tol Middle East Institute Türkiye Çalışmaları Direktörü Dr. Umut Uzer İstanbul Teknik Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Dr. Ermanno Visintainer Vox Populi Direktörü (Roma,İtalya) M. Ragıp Vural 2023 Dergisi Yayın Koordinatörü Prof. Dr. Vatanyar Yagya St. Petersburg Şehir Parlamentosu Milletvekili, St. Petersburg Üniversitesi (Rusya Federasyonu) Yaşar Yakış Büyükelçi, Dışişleri Eski Bakanı Semir Yorulmaz (Gazeteci, Mısır) Volkan Çakır ORSAM Danışmanı, Afrika

Yönetim Merkezi: Ortado u Stratejik Ara t rmalar Merkezi (ORSAM)Mithat a a Caddesi No: - z lay-Ankara Tel: 0 12 0 2 09 aks: 0 12 0 9

Gra k Tasar m: ar nca Ajans Yay nc l k Matbaac l k

Me rutiyet Cad. 0 9 z lay Ankara Tel: 0 12 1 www.karincayayinlari.net - [email protected]

ask : Ames Matbaac l k beyde Han m Mah. az m arabekir Cad. No:9 -1A Alt nda - Ankara Tel: 0 12 1

oto ra ar: Associated ress

Dergisi abonesidir.

u dergide yer alan yaz lardaki de erlendirmeler, aksi belirtilme-dik e ORSAM’ n kurumsal gör n yans tmamaktad r.

201 ORSAMDergideki t m yaz lar n telif haklar ORSAM’a ait olup, Say l

ikir ve Sanat Eserleri anunun uyar nca kaynak gösterilerek k s-men yap lacak makul al nt lar ve yararlanma d nda, hi bir ekil-de önceden izin al nmaks z n kullan lamaz, yeniden yay nlanamaz.

ISSN 1 0 - 1Say , Cilt , Haziran 201Yerel S reli Yay n

as m Tarihi: 1 Haziran 201

ORTADO STRATEJ ARA TIRMA AR MER E yay n d r.

Page 9: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Değerli Okurlar,

Ortadoğu Analiz’in Haziran sayısını “Reyhanlı Saldırısı ve Türkiye” kapak konusuyla çıkarıyoruz. Hatay Reyhanlı’da 52 kişinin ölümü ile sonuçlanan terör saldırısı derin etkiler bırakmıştır. Türkiye’nin bugüne kadar yaşadığı en derin terör saldırısı olarak kayıtlara geçen bu saldırı, Türkiye’nin Suriye politikasının yeniden ele alınmasına neden olmuştur.

Kapak konumuzun makalesi Oytun Orhan’a aittir. Orhan makalesinde Reyhanlı’da 11 Mayıs 2013 tarihinde ger-çekleşen terör saldırısına giden süreci 2000’li yıllardan itibaren Türkiye- Suriye ilişkileri ekseninde inceliyor ve bu saldırının Türkiye’nin Suriye politikasına olan etkilerini analiz ediyor.

Erol Kurubaş makalesinde Ortadoğu’da yaşanan dengesiz ve değişken süreçlerin Türkiye, Suriye ve Irak’ta bu-lunan Kürtlerin durumuna olan etkilerini, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerin birbiri ile etkileşimleri sonucu ortaya çıkması muhtemel sonuçları ve bunların Türkiye üzerindeki yansımalarını tartışıyor.

22 Mart 2013 tarihinde İsrail’in Türkiye’den özür dilemesini 2000’li yıllardan itibaren Türkiye-İsrail ilişkilerinin gelişimi arka planında inceleyen Özlem Tür, makalesinde özür sonrası meydana gelecek olası gelişmeleri ve bu özrün iki ülke arasında kalıcı bir barış ve işbirliği ortaya çıkarma potansiyelini tartışıyor.

Can Kasapoğlu ise çalışmasında Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinda oluşmakta olan yeni güvenlik ortamını, bunun Türkiye’nin güvenliğine olan etkilerini ve bu süreçte Türk ordusunun yaşadığı modernizasyon sürecinin dinamiklerini inceliyor.

Şebnem Udum makalesinde, Madrid Barış Konferansı’ndan sonra 1992’de başlatılan Silahların Kontrolü ve Bölgesel Güvenlik görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanmasından ardından, Ortadoğu’da meydan gelen ge-lişmeleri ve bu minvalde gündeme gelen ODKİSAB (Ortadoğu’da Kitle İmha Silahlarından Arındırılmış Bölge) insiyatifini derinlemesine tartışıyor.

İran, 14 Haziran 2013 tarihinde gerçekleşecek olan cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir kez daha küresel ve bölgesel ajandalarda öne çıkmıştır. Barış Doster makalesinde seçimleri ve sertleşen siyasi rekabeti İran’ın iç ve dış dengelerini esas alarak inceliyor.

Özüm Uzun, makalesinde İran’ın mevcut rejiminin ekonomi politikalarını ve devam ettirdiği nükleer progra-mından dolayı maruz kaldığı ekonomik yaptırımların etkilerini tartışıyor.

Abdülgani Bozkurt, bu sayımızda yer alan çalışmasında İsrail-Gazze ilişkilerinde savaşın yeri ve önemini de-ğerlendirirken, Mısır’da genel durum, Gazze için Mısır’ın önemi ve İsrail’in özrünün Gazze’ye olan muhtemel etkilerini mercek altına alıyor.

Dr. Maxim A. Suchkov, çalışmasında Rusya’nın Güney Kafkasya’da izlediği bölgesel dış politikasını zayıflıklar ve gelecekten beklentiler çerçevesinde inceliyor.

Konferans İzlenimleri köşemizde ise Bilgehan Öztürk 10 Mayıs 2013 tarihinde Antalya’da Uluslararası Antalya Üniversitesi Sosyal, Ekonomik ve Politik Araştırmalar Merkezi (SEPAM) tarafından düzenlenen “Güncel Geliş-meler Işığında Türk Dış Politikası: Zorluklar ve Fırsatlar”, başlıklı konferansa ait izlenimlerini bizlerle paylaşıyor.

Bu sayımızın Kitap İncelemesi bölümünde Zeynep Sütalan, Lloyd C. Gardner tarafından yazılan “The Road to Tahrir Square: Egypt and the United States from the Rise of Nasser to the Fall of Mubarak” adlı kitabı okuyucu-larımızın ilgisine sunuyor.

Bu sayımızda WWF-Türkiye’de Sürdürülebilirlik ve Stratejik İşbirlikleri Müdürü Buket Bahar Dıvrak ve Şanlıurfa’da bölgeyi çok iyi bilen ve yaşanan gelişmeleri yakından takip eden öğretmen Abdülkadir Gök ile yapı-lan söyleşileri siz okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

Temmuz sayımızda görüşmek üzere,Keyifli okumalar

ORSAM’dan

Hasan Kanbolat

ORSAM Başkanı Tarık Oğuzlu

Ortadoğu Analiz Editörü

Page 10: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

www.orsam.org.trORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Page 11: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Kapak Konusu

9

Kapak Konusu

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Reyhanlı Saldırısı ve Türkiye

Page 12: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Kapak Konusu

Reyhanlı terör saldırısı Irak ve Suriye’deki dehşet sahnelerini andıran son derece üzücü görüntüler ortaya çıkarmıştır.

Reyhanlı Saldırısı ve Türkiye’nin Suriye İkilemi

The Reyhanlı Attack and Turkey’s Syria Dilemma

Oytun ORHAN

AbstractThe terrorist attack that took place in Reyhanli has been a tragic indicator of how easily the instability in

neighboring countries could spread to Turkey. The Reyhanli district has been hosting almost as many Syrian

guests as its own population since the beginning of the uprising in Syria. This situation negatively affects the

social, economic and security situation in the district. The Reyhanli bombing further deepened the exist-

ing negative effect. This study will primarily deal with the process before the Reyhanli bombing, and then

analyze the targets and forces at the back of the bombing. The article will be concluded with the section that

deals with the impacts of the Reyhanli bombing on Turkey’s Syria policy.

Keywords: Turkey-Syria relations, Reyhanlı attacks, terrorism

Page 13: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Kapak Konusu

T r iye 000’ler boyunca Suriye’ye y neli A D’nin sertli yanl s politi alar na ar l uzun vadeye yay lm i dinami ler yoluyla salanaca bir de i imi savunmu tu u anlamda baz alanlarda sonu da al nm t Suriye’nin at ile ili ileri T r iye sayesinde nispeten d zelmi Suriye i inde i reformcu anat g lenmi ti

Giriş

Reyhanlı’da 11 Mayıs 2013 tarihinde gerçekleşen

terör saldırısı komşu ülkelerde yaşanan istikrar-

sızlığın Türkiye’ye nasıl kolayca yayılabileceğinin

acı bir göstergesi olmuştur. Irak’ta 2003 işgali

ve Suriye’de 2011 ayaklanma sonrası görme-

ye alıştığımız acı sahnelerin bir benzeri Hatay

Reyhanlı’da yaşanmıştır. Resmi açıklamalar ve

Türk kamuoyundaki genel bakış saldırının faili

olarak Suriye rejimini işaret etmektedir. Buna

göre eylemi, Esad rejiminin Türkiye’yi Suriye

politikası nedeniyle cezalandırma ve çatışmanın

içine çekerek savaş sahasını genişletme çabası

olarak okumak mümkündür.

Olay tüm Türkiye’yi derinden etkilemiştir. An-

cak bölge insanı, Reyhanlı halkı doğrudan şidde-

te maruz kalmıştır. Bu da zaten Suriye ile sınır

ilçesi olması dolayısıyla direk etkilenen ve gergin

bir havanın hakim olduğu bölgede kutuplaşma-

ları daha da körüklemiştir. Reyhanlı, Suriye’de-

ki olayların başlamasından bu yana neredeyse

kendi nüfusu kadar Suriyeli misafiri ağırlamak-

tadır. Bu da bölgedeki sosyal, ekonomik, güven-

lik durumunu olumsuz biçimde etkilemektedir.

Reyhanlı saldırısı söz konusu etkiyi daha da de-

rinleştirmiştir. Bu çalışmada öncelikle Reyhan-

lı saldırısına giden süreç ele alınacak, ardından

olayın arkasındaki güçler ve hedefleri analiz edil-

meye çalışılacaktır. Çalışma Reyhanlı saldırısının

Türkiye’nin Suriye politikasına etkisinin ele alı-

nacağı kısım ile sonlandırılacaktır.

Reyhanlı saldırısına giden süreç

Türkiye-Suriye ilişkileri 1999 yılından bu yana

kademeli olarak gelişmiş ve son olarak vizelerin

kaldırılmasıyla toplumsal, ekonomik bütünleş-

me yolunda önemli bir adım atılmıştı. Ancak

15 Mart 2011 tarihinde Suriye’ye sıçrayan halk

ayaklanması bu süreci tersine çevirdi. Bunun

temel nedeni Türkiye’nin uzun zamandan beri

dış politikanın merkezine “meşruiyet ve değer

merkezli dış politika” kavramlarını oturtmasın-

dan kaynaklanmıştı. Bu yaklaşım Türkiye’nin

Ortadoğu’daki değişim dalgasında “demokrasi”

taleplerinin yani bölge halklarının yanında yer

almasını gerektirmekteydi. Aksi bir tutum söy-

lem ile eylem arasında çelişki yaratarak Türk dış

politikasında meşruiyet krizi yaratabilirdi. Ancak

reel politikanın gerekleri Türkiye’nin bazı sorun-

larda hızlı adım atmasına engel olmuştu. Suriye

bu açıdan en çarpıcı örneklerden biri oldu.

Türkiye 2000’ler boyunca Suriye’ye yönelik

ABD’nin sertlik yanlısı politikalarına karşılık

uzun vadeye yayılmış, iç dinamikler yoluyla sağ-

lanacak bir değişimi savunmuştu. Bu anlamda

bazı alanlarda sonuç da alınmıştı. Suriye’nin Batı

ile ilişkileri Türkiye sayesinde nispeten düzelmiş,

Suriye içindeki reformcu kanat güçlenmişti. An-

cak “Arap Baharı” bölgede hızlı ve köklü bir de-

ğişim talebini beraberinde getirdi. İşte bu durum

Türkiye’nin uzun yıllardır başarmaya çalıştığı ve

mesafe kat ettiği Suriye’de değişim sürecini çok

kısa bir süreç içinde gerçekleşmesi zorunluluğu-

nu beraberinde getirdi. “Değer merkezli dış poli-

tika ve reel politika” ikilemi içinde kalan Türkiye

son 10 yılda yakın ilişkiler kurduğu Esad yöneti-

mine karşı eleştirel bir tavır almak durumunda

kaldı.

“Rejim bekası” sorunu ile yüzleşen Suriye yö-

netimi, Türkiye’nin sorunu “sivil halkın meşru

Page 14: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Kapak Konusu

talepleri” olarak tanımlamasından rahatsızlık

duydu. Buna karşılık Türkiye, uzun yıllardır des-

teklediği Esad yönetimine ilettiği reform telkin-

lerinin dikkate alınmamasından “hayal kırıklığı”

duyduğunu açıkça ifade etti. Türkiye ayaklan-

manın Suriye’ye sıçramasını takiben belli bir

süre “Suriye’den umudunu kesmediğini ve halen

reform yapabileceğine olan inancını” dile getir-

mişti.1 Ancak Suriye ordusunun Humus, Deyr ez

Zor ve özellikle Hama’ya düzenlediği askeri ope-

rasyonlar Türkiye’nin umutlarının neredeyse tü-

kenmesine yol açtı. Hama operasyonunun 1982

yılındaki “Hama Katliamını” hatırlatması ve

Başbakan Erdoğan’ın daha önce “yeni Hama’lar

istemiyoruz” açıklamasını yapmış olması, ope-

rasyonun Türkiye açısından bir dönüm noktası

olmasına neden oldu. Dışişleri Bakanı Davutoğ-

lu da daha sonraki açıklamalarında “Hama’da

başlayan olayların kendilerini derinden etkile-

diğini, Hama’da yaşanan olayların yönteminin

ve zamanlamasının kabul edilmesinin mümkün

olmadığını” ifade etti. Türkiye operasyonlar son-

rasında, Başbakan Erdoğan’ın ifadesi ile “sabrı-

nın sonuna geldi.”2 Bu sert dış politika söylemi

“Suriye’nin olayları şiddet yoluyla bastırmaya de-

vam etmesi durumunda Türkiye’nin hangi yeni

dış politika araçlarını hayata geçireceği” sorusu-

nu beraberinde getirmişti.

10 yılı aşkın bir sürede kurulan çok boyutlu ve

derin ilişkiler birkaç ay içinde kısaca özetlenme-

ye çalışılan süreçte hızla geriledi. İşte böyle bir

ortamda Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davu-

toğlu Türkiye’nin mesajlarını ve beklentilerini

iletmek üzere 9 Ağustos 2011 tarihinde Şam’a

kritik bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu görüşme iki

ülke ilişkileri açısından dönüm noktası oldu.

Türkiye her ne kadar halk ayaklanmasının bastı-

rılış şekline eleştirel yaklaşsa da olaylar başladığı

tarihten bu yana Batı ile Suriye yönetimi arasın-

da bir “kalkan” vazifesi görmüştü. Ancak Esad-

Davutoğlu görüşmesinde Türkiye’nin beklenti-

lerinin karşılanmaması neticesinde Türkiye’nin

Batı ile Suriye arasında kalkan olma durumu

sona erdi ve bundan sonra Türkiye Suriye’de

değişimi gerçekleştirmek için baskı ve izolasyon

politikaları uygulamaya başladı.3

Bu süreçte her türlü diplomatik, siyasi, ekonomik

baskı araçları kullanılmaya başlandı. En önemli

ayaklardan biri ise Suriye muhalefetine destek

verilmesiydi. Suriye siyasal muhalefeti örgütlen-

me çabalarını büyük ölçüde Türkiye’de sürdürdü

ve ilk çatı muhalif yapı olan Suriye Ulusal Kon-

seyi kuruluşunu İstanbul’da ilan etti. Muhalefete

destek açısından Türkiye-Suriye sınır hattının

Suriye muhaliflerin lehine kullanımına izin veril-

mesi kritik önem taşıyordu. Sınır hattının kont-

rolünün zayıflatılması muhalefetin rejime karşı

mücadelesi açısından kritik önem taşıyordu. Su-

riye rejimi de Türkiye’nin verdiği destek olmasa

muhalefetin çok fazla yaşama şansı olmadığını

ya da bu denli güçlenemeyeceğini düşünüyordu.

Bunun neticesinde Suriye tarafı Türkiye’yi Su-

riye politikası nedeniyle “cezalandırma” çabası

içine girdi ve 1998 yılından itibaren destek ver-

meyi kestiği PKK’ya ülkesinde yeniden alan aç-

maya başladı.4 Bu süreç içinde Türkiye ile Suriye

arasındaki en büyük kriz Haziran 2012 ayı içinde

Türk uçağının Akdeniz’de uluslararası sularda

Suriye hava savunma sistemleri tarafından düşü-

rülmesi ile yaşandı. Suriye bu saldırı ile rejimin

varlığını koruma konusunda ne kadar ciddi oldu-

ğunu ve nereye kadar gidebileceğini göstermişti.

Diğer taraftan bu saldırı Türkiye’yi Suriye politi-

kasında geri attırmaktan ziyade daha sertleştir-

di. Başbakan Erdoğan’ın ifadesi ile “Suriye mu-

halefetine her türlü destek verilmeye başlandı”,

saldırının hemen ertesinde Suriye sınırına askeri

sığınak yapıldı ve Suriye’nin artık düşman ülke

olarak görüldüğü ilan edildi. “Suriye’den Türki-

ye sınırına güvenlik riski ve tehlikesi oluşturacak

şekilde yaklaşan her askeri unsurun bir tehdit

olarak değerlendirileceği ve askeri hedef olarak

muamele göreceği” açıklandı. Bu durum Suriye

ordusunun sınıra çok yakın bölgelerde operas-

yon yapmasını zorlaştırdı ve böylece takip eden

dönemde sınır bölgesinde muhaliflerin etkinliği

giderek artmaya başladı. Sınırdan 40-50 kilo-

metrelik bir hat boyunca rejim kontrolü ortadan

kalkmaya başladı. Türkiye’nin sınır hattındaki

kontrolleri daha da zayıflatması ile muhaliflerin

kontrolündeki kuzey Suriye ile Türkiye’nin gü-

ney bölgesi arasındaki geçişkenlik inanılmaz bo-

yutta arttı.5

Bu dönemde Türkiye-Suriye sınırında yer alan

il ve ilçelerde Suriyelilerin varlığı hissedilir bi-

çimde artmaya başladı. Türkiye’nin Suriye üze-

rinden Ortadoğu’ya açılan en önemli karayolu

Page 15: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Kapak Konusu

sınır kapısı olan Cilvegözü’nü barındıran Rey-

hanlı ilçesinde yaşananlar söz konusu süreci ve

tüm Türkiye-Suriye sınır hattı boyunca yaşanan-

ları yansıtması açısından son derece çarpıcı bir

örnek oluşturuyordu. ORSAM Başkanı Hasan

Kanbolat, Temmuz 2012 ayı içinde kaleme aldığı

“Hatay-Reyhanlı’dan Suriye’ye Bakış” ve “Rey-

hanlı-İdlib Sınırında Sakin Günler” başlıklı ve ki-

şisel gözlemlerine dayanan iki köşe yazısında şu

tespitlerde bulunuyordu.

“19 Temmuz’da Bab-el Hava sınır kapısı Suriyeli

mücahitlerin eline geçti. Aynı saatlerde Türki-

ye-Suriye sınırındaki Gaziantep-Karkamış sınır

kapısının Suriye tarafındaki Carablus sınır ka-

pısı ve Suriye-Irak sınırındaki Abu Kemal Sınır

Kapısı’nın da mücahitlerin eline geçtiği öğrenil-

di. Reyhanlı sokakları Suriyeli sivillerle ve ünifor-

malı Suriyeli askerlerle dolu. Türkiye sığınılacak

güvenli bir liman. Reyhanlı halkı da üniforma-

lı Suriye askerlerine alışmış durumda. Dışarı-

dan gelen biri, Türkiye ile Suriye’nin birleştiğini

veya Reyhanlı’nın Suriye ordusu tarafından işgal

edildiğini düşünebilir. Yaklaşık 70 bin nüfuslu

Reyhanlı’da son birkaç ayda Suriyeli nüfusu bir-

den bir arttı ve artmaya devam ediyor. Suriyeli

aile sayısı 1500 civarını bulmuş durumda. İlçede

kiralık ev kalmadı. Aylık ortalama 100-200 TL

olan ev kiraları 300 TL’ye çıktı. Reyhanlı devlet

hastanesi Suriyeli hastalarla dolu. Ambulanslar

her gün sınırdan hasta taşıyor. Reyhanlı’da jet

krizinin etkilerini açıkça görmek mümkün. Kriz

sonrası Türkiye’nin çekingenlik bariyerlerinin or-

tadan kalktığı rahatça gözlemlenebiliyor. Askeri

birlikler silah ve mühimmat olarak güçlendiril-

miş, füze rampaları yerleştirilmiş. Türkiye, Suri-

ye’deki çatışmalara katılmamakla birlikte artık

çok daha rahat bir şekilde mücahitleri destekle-

meye başlamış. Son birkaç aydır Reyhanlı dahil

olmak üzere Türkiye sınır il ve ilçelerine yoğun

bir Suriyeli yerleşimi oldu. Reyhanlı, Suriye ile içi

içe günlük yaşamına devam ediyor.”6

Banyas katliamı Sünni halkın korkutularak göçe zorlanması, güvenli ve homojen bir Arap Alevi bölgesi yaratılma

hedefinin önemli bir ayağı olarak düşünülmüştür.

Page 16: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Kapak Konusu

Sınır hattının buharlaşması jet krizinin ardından

yeni gerginlikleri beraberinde getirdi. Suriye or-

dusu ile Özgür Suriye Ordusu arasında Tel Aba-

yad kasabasının kontrolü için yürütülen silahlı

mücadele Türkiye’ye sıçradı. Tel Abayad kasaba-

sı ve Akçakale’ye açılan sınır kapısının kontrolü-

nü kaybeden Suriye ordusu bölgeyi yakın çevre-

den top atışına tutmaya başlamıştı. Suriye ordu-

su bu saldırılar sırasında 3 Ekim 2012 tarihinde,

Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesini hedef alan 6 top

atışı gerçekleştirdi. Saldırıda 5 Türk vatandaşı

hayatını kaybetti. Türkiye karşılık olarak tespit

edilen 14 hedefe 40 top atışıyla karşılık verdi. Bu

saldırı ile Suriye yönetimi jet krizinde olduğu gibi

gerekirse her türlü “çılgınlığı” yapabileceği me-

sajını veriyordu.7 Suriye yönetimi daha ne kadar

ileri gidebileceğini 11 Şubat 2013 tarihinde Cil-

vegözü sınır kapısı ile Suriye tarafındaki Bab el

Hava sınır kapısı arasında kalan tampon bölge-

de bomba yüklü araç ile gerçekleştirdiği saldırı

ile gösterdi. Bu saldırı Suriye ve Türkiye-Suriye

sınır hattındaki istikrarsızlık ve otorite kaybının,

kontrollerin gevşekliğinin Türkiye’nin güvenliği-

ne nasıl olumsuz yansıyacağının açık gösterge-

siydi.8 Türkiye 11 Mayıs 2013 günü tarihinin en

büyük terör saldırısına işte böyle bir ortam için-

de gidiyordu.

Reyhanlı saldırısını kimler,

neden gerçekleştirmiş olabilir

11 Mayıs 2013 tarihinde Reyhanlı, Hatay’da iki

ayrı bombalı terör saldırısı düzenlenmiştir. Tür-

kiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı terör ey-

leminde 51 kişi ölmüş, 146 kişi yaralanmıştır.

Eylem Reyhanlı Belediyesi’nin de bulunduğu

Atatürk Caddesi’nde art arda meydana gelen 2

patlama şeklinde gerçekleşmiştir. Bombalı araç-

larla düzenlenen saldırılarda patlamalardan biri

belediye diğeri postane binası önünde meydana

gelmiştir.

Reyhanlı terör saldırısı Irak ve Suriye’deki dehşet

sahnelerini andıran son derece üzücü görüntü-

ler ortaya çıkarmıştır. Bu görüntüler neticesinde

söylenebilecek ilk söz Türkiye’nin Ortadoğu so-

runlarına doğrudan müdahil olması ile beraber

bir taraftan etkinliğini artırmakla birlikte bölge

sorunlarının tarafı olması ve bölgede siyasetin

yürütülüş biçiminin hedeflerinden biri haline

geldiğidir. Türkiye her ne kadar “haklının” ya-

nında yer aldığı argümanı ile meşruiyeti güçlü

bir dış politika izlediğini savunsa da “düzen ku-

rucu”, “statükoya meydan okuyan” bir dış politi-

ka izlendiğinde buna yönelik “karşı meydan oku-

malar” ile karşılaşılacağı açıktır. Reyhanlı’daki

terör saldırısını; failleri ve arkasındaki güçler kim

olursa olsun her şeyden önce söz konusu “karşı

meydan okumanın” bir parçası olarak görmek

gerekmektedir.

Saldırı ile birbiri ile bağlantılı farklı amaçlar gü-

dülmüş olabilir. Türkiye’yi Suriye politikası ne-

deni ile cezalandırmak ve geri adım atmaya zorla-

mak, Türk kamuoyu ve muhalefetini hükümetin

Suriye politikasını sorgulatmaya yönlendirmek,

Türkiye’de mezhepsel ayrışımları körükleyerek

iç çatışma ortamı yaratmaya çalışmak ve böylece

Türkiye’nin daha içe dönük bir politika izleme-

sini sağlamak, Türkiye’nin sınırlarında uygula-

dığı “açık kapı politikasının” nasıl kendine karşı

bir silah olarak dönebileceğini göstermek bunlar

arasında olabilir. Bu tarz saldırılar ile Türkiye

ciddi bir ikileme zorlanmaktadır. Suriye’deki iç

savaş, artan bir şekilde Türkiye’nin güvenliğini

olumsuz etkileyen bir soruna dönüşmektedir.

Ancak diğer taraftan sorunu sonlandırmak adına

uygulanan politika Türkiye’yi doğrudan çatışma-

nın tarafı haline getirmekte ve daha fazla güven-

lik sorunu ile karşılaşmasına neden olmaktadır.

Türkiye, Suriye sorununa çözüm bulunamaması

durumunda ya artan şekilde şiddet sarmalının

içine çekilecek ya da Suriye politikasında radi-

kal bir değişikliğe gitmek durumunda kalacaktır.

Her iki seçenek kendi içinde Türkiye açısından

ciddi zafiyetleri beraberinde getirecektir. Birinci

şıkkın seçilmesi durumunda bir şekilde uluslara-

rası toplum ikna edilerek Esad yönetiminin yıkıl-

ması için gerekli “uçuşa yasak bölge ilanı, muha-

liflere ağır silah yardımı, doğrudan askeri müda-

hale” gibi önlemlerin alınması sağlanmalıdır. Bu

mümkün değilse Türkiye, sınırlardan kaynakla-

nan güvenlik risklerinin ortadan kaldırılması için

doğrudan kendisi sorumluluk almak durumunda

kalacaktır. Suriye sorununda aktif ülkelerin po-

zisyonlarına bakıldığında birinci şıkkın gerçek-

leşmesi mümkün gözükmemektedir. İkinci şık

ise Türkiye’nin Suriye sınır bölgelerini kapsayan

Page 17: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Kapak Konusu

bir askeri müdahalesini gerektirmektedir. Bu da

Türk ordusunun Suriye içinde saldırıya açık bir

hale düşmesine ve Suriye rejiminin Türkiye’ye

yönelik misilleme saldırılarına açık kalması anla-

mına gelecektir. Suriye politikasında radikal bir

değişikliğe gidilmesi ise Türkiye’nin uzunca bir

süre Ortadoğu’ya yeniden sırtını dönmesi ve dış

politikanın ana unsuru olan yaptırım gücünün

zayıflaması sonucunu beraberinde getirecektir.

Dolayısıyla Suriye meselesi bu noktadan itibaren

sonuçları her halükarda Türkiye açısından sıkın-

tılı alternatifler arasında tercihi zorunlu kılmak-

tadır. Bu geniş fotoğraf çerçevesinde değerlendi-

rildiğinde, Reyhanlı saldırısı Türkiye’nin Suriye

politikası bağlamında daha fazla baskı altında

kalmasına neden olacaktır.

Büyük resmin dışında Reyhanlı saldırısının so-

nuçları ve olası failleri hakkında şu değerlen-

dirme yapılabilir. Bu saldırı her şeyden önce

Suriye rejiminin en azından Hatay içinde eylem

düzenleme kabiliyetine sahip olduğunu göster-

miştir. Türk yetkililerin açıklamaları da terör

saldırısının Suriye istihbaratı destekli olmakla

birlikte Türkiye içinden yürütüldüğü ve olayın

içinde Türk vatandaşlarının olduğu şeklindedir.9

Bu durum Cilvegözü ve Reyhanlı saldırılarının

ardından önümüzdeki dönemde aynı yönde gi-

rişimlerin olabileceği düşüncesini doğurmakta-

dır. Hatay; Türk, Sünni Arap, Arap Alevi, Kürt,

Hıristiyan ve Ermeni topluluklarının bir arada

olması itibarıyla yüzyıllardır barış içinde bir ara-

da yaşamayı başaran bir il olarak örnek gösteril-

mektedir. Ancak Suriye’deki iç savaşın mezhep-

sel boyutunun giderek keskinleşmesi Hatay’daki

farklı toplumlar arasındaki barış ortamını da

sarsmıştır. Dolayısıyla Suriye rejimi kaynaklı bu

tarz eylemler zaten var olan gergin ortamının

körüklenmesine neden olabilir. Türkiye’nin Su-

riye politikasının en önemli sonuçlarından biri

de Ortadoğu’da siyasetin temel dinamiklerinden

olan etnik ve mezhepsel ayrışımlara dayalı tartış-

maların Türkiye’ye taşınması olmuştur.

Olayın doğrudan faili olarak THKP-C Acilciler

örgütü ve lideri Mihraç Ural öne çıkarılmaktadır.

Mihraç Ural yakın zaman önce gerçekleşen Ban-

yas katliamının da faili olarak görülmektedir.10

Esad rejiminin yıkılması durumunda Arap Alevi-

lerin yoğun olarak yaşadığı Lazkiye, Tartus vila-

yetleri ile Humus ve Hama vilayetlerinin batı ka-

nadını içeren bir Alevi devleti kurmayı alternatif

olarak düşündüğü söylenebilir. Banyas ili Tartus

vilayeti içinde Sünni Arapların yaşadığı bir il ola-

rak söz konusu planın hayata geçirilişi önünde

engel teşkil etmektedir. Banyas katliamı Sünni

halkın korkutularak göçe zorlanması, güvenli

ve homojen bir Arap Alevi bölgesi yaratılma he-

definin önemli bir ayağı olarak düşünülmüştür.

Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da

Banyas katliamını bu şekilde okuduğunu “rejim

ülkenin tümünü kontrol altına almak mümkün

değilse belli bir bölgeyi etnik temizliğe tabi tu-

tup o bölgede etkin olma stratejisine geçmiştir.”

sözleriyle dile getirmiştir.11 Banyas katliamından

kısa süre önce Mihraç Ural’ın internette yayın-

lanan görüntülerinde “Banyas ilinin Sünnilerin

tek denize çıkış noktası olduğu, bu şehrin önce

kuşatılıp sonra temizlenmesi gerektiği ve başın-

da olduğu Suriye Mukavemeti isimli örgütün sa-

haya inerek bunu gerçekleştireceği” yönündeki

ifadeleri yer almıştır.12 Reyhanlı saldırısı sonrası

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Banyas

katliamını kim yapmışsa Reyhanlı saldırısında

da onların ayak izleri var.” açıklaması Türk ka-

rar alıcıların her iki olayın faili olarak söz konu-

su örgütü ve başındaki ismi gördüğünü ortaya

koymaktadır. Ural, Reyhanlı saldırısı sonrasında

kendisiyle yapılan röportajda “Suriye’de şu anda

faaliyette bulunan örgütün Acilciler olmadığını,

Suriye Mukavemeti isimli yeni bir direniş hare-

keti” olduğunu kaydetmiş ve “örgütün kurucula-

rı arasında Türkiyelilerin bulunduğunu” belirt-

miştir. Başbakan Erdoğan da Reyhanlı saldırısı-

na ilişkin yaptığı açıklamada “Suriye rejiminin

Türkiye’de uzantıları var.” ifadelerini dile getire-

rek söz konusu milis grubu ve arkasındaki Suriye

istihbaratını olayın faili olarak işaret etmiştir.13

Sonuç

Reyhanlı saldırısı Suriye sorununa doğrudan mü-

dahil olmanın ve çözüm üretilememesinin Türki-

ye açısından maliyetinin giderek hangi boyutlara

ulaşabileceğini göstermesi açısından önemlidir.

Suriye sorunu dış kaynaklı saldırılara açık hale

gelmenin yanı sıra toplumsal barış ortamının bo-

zulmasına neden olmaktadır. Ortadoğu’da şiddet

Page 18: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Kapak Konusu

ne yazık ki birçok zaman siyasi amaca ulaşmanın

aracı olarak kullanılmaktadır. Reyhanlı saldırısı

bölge sorunlarına taraf olmanın sonuçlarından

birinin söz konusu yöntemin hedeflerinden biri

haline gelme riskini açıkça ortaya koymuştur.

Saldırının zamanlaması Başbakan Erdoğan’ın

kritik ABD ziyareti öncesi gerçekleşmesi açısın-

dan önemli olabilir. Başbakan Erdoğan, Ameri-

ka Birleşik Devletleri’ne gerçekleştirdiği ziyaret

öncesinde, Amerikan televizyonu NBC’ye bir

röportajda kritik mesajlar vermişti. Gazetecinin

“Suriye’de uçuşa yasak bölge ilan edilmesi du-

rumunda Türkiye’nin de buna destek verip ver-

meyeceği sorusuna Erdoğan, “Buna evet deriz”

yanıtını vermiştir. Ayrıca “Suriye rejiminin hal-

kına karşı kimyasal silah kullandığını belirterek

Washington’ı bu konuda da harekete geçmeye

çağırmış, “kırmızı çizgi”nin çoktan aşıldığını da

belirtmiştir. Başbakan Erdoğan’ın bu ifadeleri

Washington ziyaretinde Başkan Obama’yı Su-

riye konusunda daha sert bir pozisyon almaya

ikna için çabalayacağı yönünde beklenti oluş-

turmuştur. ABD’nin uçuşa yasak bölge ilanına

destek vermesi ya da muhaliflerin ağır silahlar

dahil olmak üzere silahlandırılması kararı alması

Suriye’de dengeyi değiştirebilecek gelişmeler ola-

caktır. Ancak Esad rejimi kritik görüşme öncesi

Reyhanlı saldırısını planlayarak Türk tarafının

ABD’de elini zayıflatmaya çalışmıştır. Gerçekten

de ziyaret sonrasında Türkiye’nin ABD’yi ikna

etmesinden ziyade Türkiye’nin ABD pozisyonu-

na yakınlaşması söz konusu olmuştur. Dolayısıy-

la Reyhanlı saldırısı ilk aşamada Türkiye’nin Su-

riye politikasında elini zayıflatmıştır. Ayrıca Su-

riye rejiminin Hatay’daki gelişmeleri manipüle

etme kabiliyeti ve iradesi olduğunu göstermiştir.

Bu da zaten hassas bir konumda olan Hatay’daki

toplumsal barışı sarsacak yeni terör saldırılarının

rejim tarafından gerçekleştirilebileceği düşünce-

si oluşturmuştur. Bu durum Suriye’deki istikrar-

sızlığın bir an önce çözülmesinin ne denli önemli

olduğunu göstermektedir.

1 Aslı Aydıntaşbaş, “Davutoğlu: Esad hâlâ reform yapabilir”, Milliyet, 9 Haziran 2011.2 “Erdoğan: Suriye’de sabrın sonuna geldik”, Sabah, 7 Ağustos 2011.3 Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Prof. Dr. Bülent Aras bir gazete ile gerçekleştirdiği rö-

portajda bu politikanın işaretlerini vermiştir: “Yaptırım politikası”, Yeni Şafak, 14 Ağustos 2011.4 Oytun Orhan, “Suriye Türkiye’ye Karşı PKK Kozunu Oynuyor (mu?)”, ORSAM Dış Politika Analizi, 14 Şubat 2012.5 Jet krizi ve sonrası hakkında bakınız: Oytun Orhan, “Suriye ile Jet Krizinin Düşündürdükleri”, ORSAM Dış Politika

Analizi, 28 Haziran 2012.6 Hasan Kanbolat, “Hatay-Reyhanlı’dan Suriye’ye Bakış”, ORSAM Dış Politika Analizi, 23 Temmuz 2012; Hasan Kan-

bolat, “Reyhanlı-İdlib Sınırında Sakin Günler”, ORSAM Dış Politika Analizi, 23 Temmuz 2012.7 Saldırı hakkında bakınız: Oytun Orhan, “Akçakale Saldırısı ve Sonrası”, ORSAM Dış Politika Analizi, 10 Ekim 2012.8 Saldırı hakkında bakınız: Oytun Orhan, “Cilvegözü Saldırısı Üzerine Notlar”, ORSAM Dış Politika Analizi, 14 Şubat

2013.9 “Atalay: Reyhanlı saldırısını gerçekleştirenlerin hepsi bizim vatandaşımız”, Cihan Haber Ajansı, 20 Mayıs 2013.10 “Temizliğin lideri Antakyalı Mihraç”, Milliyet, 17 Mayıs 2013.11 “Esad etnik temizlik yapıyor”, Star, 7 Mayıs 2013.12 Görüntüleri izlemek için bakınız: http://www.youtube.com/watch?v=2jVb77O4-Go (Son erişim Tarihi: 27 Mayıs

2013)13 “Arkasında Suriye rejimi var”, Milliyet, 14 Mayıs 2013.

DİPNOTLAR

O

Page 19: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Iraklı Kürtlerin büyük kazanımı işgal öncesi zaten koruma altında olan Kürt bölgesinin, 2005 Anayasasıyla “Kürdistan Bölgesel Yönetimi”

adıyla federal bir siyasi birim haline gelmesiydi.

Arap Baharında Eklemlenen Kürt Bölgeleri ve

Türk Dış Politikasına Etkileri

Articulation of the Kurdish Regions in the Arab Spring and Its Impacts on Turkish Foreign Policy

Erol KURUBAŞ

AbstractInstability and changes in the Middle East have affected the status or positions of the Kurds in Syria, Iraq and Turkey. Some developments have led to intertwining and articulation of the Kurdish regions, the Kurd-ish questions, and the Kurdish movements in these different countries of the Middle East at the degree it has not been experienced so far. Especially, the developments in Syria has caused the birth of a struggle area in which the ideals of Kurdish movements are intersected with the fears of Turkey. This situation has also forced Turkey to come to terms with the Kurdish reality in its foreign policy towards the Middle East once more. In connection with the developments in the Kurdish region, three major issues determine the agenda of Turkey’s foreign policy: Syria, Iraq and PKK/Kurdish issue. Now, depending on developments in the Kurd-ish region, these issues have been articulated to each other. Every step taken in one of these three fields has begun to affect the others directly or indirectly. This has draggged Turkish foreign policy to some dilemmas. Thus, Turkey has seen clearly that it cannot be an effective force in the Middle East without solving both its and others’ Kurdish problem. This study examines why and how the process of articulation in the Kurdish areas has appeared. In this context, it disscuses whether the process poses a growing threat or provides new opportunities for Turkey.

Keywords: the Kurds, the Kurdish regions, Turkish foreign policy, pan-Kurdism, Kurdistan Regional Gov-ernment

Page 20: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Giriş

Ortadoğu’da son yıllarda büyük bir altüst oluş ya-

şanmaya, rejimler ve dengeler değişmeye başladı.

Ortaya çıkan bu statüko değişimi, Ortadoğu’da

bölgesel dengeleri belirleyen ve küresel rekabete

yol açan üç mücadele alanından biri olan Kürt

bölgelerinde de (diğer iki bölge olan Filistin-İs-

rail anlaşmazlığı çerçevesinde Doğu Akdeniz,

petrol ve Şiilik etrafında Basra Körfezi bölgele-

rinde olduğu gibi) gözle görünür bir hareketlen-

meyi beraberinde getirdi. Böylece Ortadoğu’da-

ki bu değişim dalgası sadece Arap dünyası için

değil, aynı zamanda Türkiye ve Kürtler için de

çok özel anlamlar ifade etmeye başladı. Çünkü

Ortadoğu’nun yeniden yapılanmasıyla sonuçla-

nacak olan bu devrim süreci Kürtlerin birtakım

ideallerini ve buna bağlı olarak Türkiye’nin bir-

takım korkularını açığa çıkarttı.

Gerçekten de bölgede yaşanan istikrarsızlık ve

değişim, Kürtler açısından tarihi bir fırsat olarak

görüldü ve Kürt hareketleri yaşadıkları ülkelerde-

ki pozisyonlarını güçlendirmeye dönük çaba içi-

ne girdiler. Ama öte yandan bu olgu, Türkiye’nin

Ortadoğu’daki temel güvenlik alanlarından -ki

bunlar genellikle Kürt bölgeleridir- algıladığı

tehdidin düzeyini yükseltti. Özellikle Suriye’deki

Kürt bölgeleri üzerinden, Türkiye’nin korkuları

ile Kürtlerin ideallerinin kesiştiği bir mücadele

alanı doğdu. Çünkü hemen tüm Kürt hareket-

lerinin Suriye Kürtlerinin durumu konusunda

tam bir uzlaşı içinde hareket etmeyi başarma-

sıyla farklı ülkelerdeki Kürt bölgelerinin, Kürt

hareketlerinin ve Kürt sorunlarının bugüne de-

ğin hiç olmadığı kadar iç içe geçmesi ve eklem-

lenmesi söz konusu oldu. Böylece daha önceleri

her ülkenin kendi bağımsız sorunu olarak kalan

Kürt sorunları, bugüne değin hiç olmadığı kadar

Ortadoğu’nun total bir sorununa dönüşmeye

başladı.

Bu durum, Türkiye’nin geleceğine dair birta-

kım korkularının depreştirmesinin yanı sıra

Ortadoğu’da izlediği dış politikasının bir kere

daha Kürt sorunu gerçeğiyle yüzleşmesine neden

oldu. Bir başka deyişle, gerek içerideki gerek-

se dışarıdaki Kürt sorunları hem iç-dış politika

bağlantısı oluşturarak hem de total bir bölgesel

sorun olarak Türkiye’nin Ortadoğu’daki bölgesel

güç hayallerini kâbusa çevirecek bir faktör olarak

karşısına dikildi.

Gerçekten de Ortadoğu çalkalanırken bölgede

etkin bir güç olmaya çalışan Türkiye’nin son iki

yıldır dış politika gündemini belirleyen üç konu

oldu: Suriye, Irak ve PKK/Kürt sorunu ve Kürt

bölgelerindeki gelişmelere bağlı olarak bu gün-

demler birbirine eklemlendi. Böylece Türkiye’nin

bu üç alandan herhangi birinde attığı bir adım,

diğerlerini de doğrudan ya da dolaylı etkilemeye

başladı. Bu da Türk dış politikasını birtakım aç-

mazlara sürükledi. Böylece Türkiye, hem kendi

Kürt sorunu hem de dışarıdaki Kürtlerin sorun-

ları tam olarak çözülmeden Ortadoğu’da etkin

bir güç olmasının mümkün olmadığını açıkça

gördü.

Bu temel varsayımlar etrafında çalışma, özellikle

Arap Baharı ekseninde Kürt bölgelerinde yaşa-

nan eklemlenme sürecini, bu sürecin Türkiye’yi

neden ve nasıl etkilediğini ve bu etkilerden nasıl

kurtulabileceğini sorgulamaktadır. Bu bağlamda

Kürt bölgelerindeki eklemlenmenin Türkiye açı-

sından büyüyen bir tehdit mi, yoksa yeni fırsat-

lar mı sunduğu da birtakım politika seçenekleri/

önerileri çerçevesinde tartışılmaktadır.

Ira ’ta ortaya an rt b lgesi di er l elerde i rtler ve rt hare etleri i in bir model olu turmu ve bir e im alan olmu tur Arap ahar ’yla Suriye’de ortaya an otorite bo lu u ise bu durumu daha da pe i tirmi ve h zland rm t r

Page 21: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

9

Kürt Bölgelerinin Eklemlenme Süreci

Kürtler yoğun olarak ikisi Arap (Irak ve Suriye),

ikisi Arap olmayan (Türkiye ve İran) dört ülke-

ye dağılmış durumdadırlar. Ortadoğu’daki dev-

rim bu devletleri değişik oranlarda etkilediği için

Kürtler ya da Kürt bölgeleri de bu süreçten farklı

biçim ve düzeylerde etkilendiler.

Bilindiği gibi, Irak’ta Arap Baharı’ndan çok önce,

2003’te, ABD’nin müdahalesiyle Saddam devril-

miş ve Iraklı Kürtler kendi baharlarını yaşamaya

başlamış, büyük kazanımlar elde etmişlerdi. En

büyük kazanımlarıysa hiç kuşkusuz işgal önce-

si zaten koruma altında olan Kürt bölgesinin,

2005 Anayasasıyla “Kürdistan Bölgesel Yöneti-

mi” (KBY) adıyla federal bir siyasi birim haline

getirilmesiydi.1 Bu sayede Iraklı Kürtler ayrı bir

yasama, yürütme ve ordusu, ayrı bir eğitim sis-

temi, üniversiteleri, ekonomik yapısı olan, yani

Bağdat’tan oldukça bağımsız hareket edebilme

imkânına sahip, büyük ölçüde kendi kendini yö-

neten ve bu nitelikleri gittikçe güçlenen bir böl-

ge elde etmişlerdi.2 Hatta son dönemde Bağdat

yönetimine rağmen, yabancı ülke şirketleriyle

yapılan 50 civarındaki petrol arama ve çıkarma

anlaşması dikkate alındığında3 KBY’nin belli

oranda dış ilişkiler kurma imkânına bile kavuş-

tuğu söylenebilir.

Iraklı Kürtlerin elde ettikleri bu kazanımların

konumuz açısından esas önemi ise diğer Kürtler

açısından doğurduğu sonuçlardır. Gerçekten de

Irak’ta ortaya çıkan bu Kürt bölgesi, diğer ülke-

lerdeki Kürtler ve Kürt hareketleri için bir “mo-

del” oluşturmuş ve bir “çekim alanı” olmuştur.

Arap Baharı’yla Suriye’de ortaya çıkan otorite

boşluğu ise bu durumu daha da pekiştirmiş ve

hızlandırmıştır. Özellikle Suriye’nin Kürt böl-

gelerinde yönetimin Kürtlerin eline geçmesiyle

burada IKBY (Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi)

benzeri bir yapının ortaya çıkması, bu örnek et-

kisini somut olarak göstermiştir. Zaten o neden-

le Türkiye basınında ortaya çıkan bu yapı “Kuzey

Irak”a benzetilerek “Kuzey Suriye” olarak anıl-

mıştır.4 Ayrıca bu örnek etkisinin, Türkiye’deki

Kürtler açısından da sonuç doğurduğu ve Kürt

sorununun çözüm çıtasını yükselttiği de kuşku-

suzdur.5

Irak Kürt bölgesinin diğer Kürtler açısından bir

çekim alanı olduğu ve onların hayallerini süsle-

diği de açıktır. Örneğin, Türkiye’deki Kürtlerin

Irak Kürt bölgesiyle ekonomik, sosyal ve kültürel

ilişkilerin yoğunlaştığı bir sır değildir. Buradaki

üniversitelerde okuyan, burayla ticaret yapan

birçok Türkiyeli Kürt bulunmaktadır. Kısacası,

bu bölge ile diğer Kürtler arasında ekonomik,

sosyal ve kültürel bağlar yoğunlaşmakta, buna

paralel olarak kısmen var olan siyasi bağlar da

sorunlara duyulan ilgi de artmaktadır.

Öte yandan, Arap Baharı sürecinde IKBY’nin di-

ğer Kürtler ve Kürt bölgeleri üzerindeki etkisi sa-

dece yukarıda sözü edilen pasif biçimlerde olma-

mış, aksine bu yapı aynı zamanda aktif bir tutum

içine girerek tüm Kürtlerin koruyuculuğuna so-

yunmuş ve hem Türkiye’deki hem de Suriye’deki

Kürt sorunlarıyla yakından ilgilenmek suretiyle

etkinliğini diğer Kürt bölgelerine yaymıştır. Yani

Barzani önderliğinde KBY gerek Türkiye’deki

Kürt sorununa gerekse Suriye’deki Kürt bölge-

lerindeki ilişkin konularda etkin bir aktör haline

gelmiştir. Bu duruma daha yakından bakarsak

ortaya çıkan tabloyu şu şekilde özetleyebiliriz:

Her şeyden önce, Barzani’nin, 2010 sonlarına

doğru Türkiye’deki Kürt sorunu ve PKK eksenli

gelişmelerde etkinlik kazanmaya başladığı görül-

mektedir. Bilindiği gibi zaten PKK’nın Kandil’de-

ki varlığı, ama özellikle 2011 Temmuzundaki Sil-

van saldırısı sonrası Türkiye’ye yönelik terör ey-

lemlerindeki artış nedeniyle Barzani, Türkiye’nin

haklı şikâyetlerine ve baskısına muhatap olmak-

ta, bu nedenle Bağdat’la bozulan ilişkiler yü-

zünden hiç de çıkarına olmadığı halde Türkiye

ile karşı karşıya gelmekteydi. Buna karşın hem

Türkiye’nin müdahale tehditlerinden hem de

PKK’nın Türkiye’ye dönük terör eylemlerinden

rahatsız olan Barzani’nin ne Türkiye’nin bura-

ya müdahalesini engelleyebilecek ne de PKK’yı

kontrol edebilecek bir gücü ve/ya iradesi vardı.

Bu açmaz, Barzani’nin bir tür arabuluculuk ya-

parak Türkiye’deki Kürt sorununun çözülmesine

karşılık, PKK’nın silahlı mücadeleden vazgeçme-

sini sağlamaya dönük çabalara katılmasına yol

açtı. Sonuçta Türkiye’deki Kürtlerin kaderinde

de bir biçimde Barzani söz sahibi oldu. Tam da

bu dinamikle 2013 başında PKK’nın silah bırak-

Page 22: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

masına dönük çabalarda Erbil yönetiminin rol

alması dikkat çekicidir.6

Öte yandan, Suriye’deki Kürt bölgelerinde Baas

yönetiminin birliklerini çekmesiyle PKK’nın Su-

riye kolu Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD)

burayı kontrol altına alması, Barzani’yi harekete

geçirdi. Barzani kendine yakın diğer Kürt parti-

lerine destek vererek onların PYD’yi dengeleye-

bilmesi için yüzlerce kişiyi Irak Kürt bölgesinde

eğitip geri gönderdi. Nihayet bu çerçevede taraf-

lar arasında ortaya çıkan anlaşmazlığı gidermek

de yine Barzani’ye düştü. Haziran 2012’de 12

Kürt partisinin oluşturduğu Kürt Ulusal Konseyi

(KUK) ile PYD arasında Barzani’nin arabulucu-

luğunda Erbil’de bir anlaşma imzalandı.7 Böylece

Barzani’nin himayesi ve hatta teşviki altında Su-

riyeli Kürtler ve bu arada PYD aracılığıyla PKK,

Esad sonrası Irak’takine benzer bir yapı kurmaya

yönelik önemli bir kazanım elde ettiler. 

Kuşkusuz PKK’nın faaliyetleri de Kürt bölgele-

rindeki eklemlenmeyi pekiştirici bir etki doğur-

muştur. PKK da, aynen IKBY gibi, etkisini ar-

tırma ve yayma çabasında olmuştur. Bunun için

PKK zaten uzun süreden beri Türkiye’nin yanı

sıra İran, Irak ve Suriye’deki Kürt bölgelerinde

de etkin bir örgütlenmeye sahipti. Ama PKK

özellikle Arap Baharı’yla ortaya çıkan devrimci

dinamiği tarihi bir fırsat bilerek Türkiye’ye yö-

nelik mücadelesinin dozunu artırma kararı aldı.

Bu nedenle Temmuz 2012’de MİT ile PKK’nın

Avrupa kanadı arasında yürütülen Oslo Görüş-

melerini sona erdiren Silvan saldırısını gerçek-

leştirdi. Hemen ardından PKK’ya karşı Türkiye

ile işbirliği içinde mücadele eden İran’la, örgü-

tün İran kanadı PJAK’ın çatışmasını sonlandıran

bir anlaşma yaptı.8 Bu anlaşmada hiç kuşkusuz

Suriye krizinde İran’ın Türkiye ile karşıt pozis-

yonda olmasının etkisi büyüktü. Bu sayede İran

Türkiye’ye karşı PKK’yı kullanma imkânı elde

Türkiye’nin özellikle son birkaç yıldır özellikle KBY’ye yönelik izlediği politika dikkate alındığında, fırsat odaklı bir

yaklaşımı benimsemiş olabileceği söylenebilir.

Page 23: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

edecek, PKK da bu çerçevede gücünü Türkiye’ye

yoğunlaştırabilecek ve Kandil’e alternatif cephe

gerisi bir alan elde edebilecekti. Sonuçta PKK,

Türkiye’de kendince bir “Kürt baharı” oluştur-

ma adına 1990’lara geri dönerek “devrimci halk

savaşı” adını verdiği kitlesel halk ayaklanmaları

çıkartma ve kurtarılmış bölgeler oluşturmaya

matuf terörist eylemlere girişti. PKK burada is-

tediği başarıyı elde edemediği gibi ciddi kayıp-

lar vermekle birlikte, hiç ummadığı bir biçimde

Temmuz 2012’de Suriye’de büyük oranda kendi

kontrolünde kurtarılmış bölgeler elde etti.

PKK’nın PYD aracılığıyla pragmatik bir yol tuta-

rak Şam’la gizli işbirliği, ardından tarafsız tutum

ve nihayet kendi kontrolünde kurtarılmış bölge-

ler elde etmesi ve bu olaya, yukarıda belirtildiği

şekilde Barzani’nin de karışmasıyla Kürt bölgele-

ri arasındaki eklemlenme net biçimde ortaya çık-

tı.9 Böylece bir anda Türkiye’deki ve Suriye’deki

Kürt yoğun bölgeler ile IKBY arasında doğru-

dan etkileşim sağlayan bu yeni mekanizmalar,

Ortadoğu’da Iraklı-Türkiyeli-Suriyeli Kürtler

ekseninde yeni bir siyasi ve askeri mücadele alanı

doğmasına yol açtı.

Dolayısıyla Arap Baharı’nın Türkiye açısından

esas etkisinin, Türkiye-Suriye-Irak hattında ya-

şanan gelişmelere paralel olarak PKK-PYD-IKBY

ekseninde ortaya çıkan durum olduğunu rahat-

lıkla söyleyebiliriz. Bununsa Kürtler açısından iki

anlamı vardır: Birincisi, bu süreç Kürt hareket-

lerini birbirine yaklaştırarak Kürt bölgelerini ve

sorunlarını birbirine eklemledi. İkincisi, bu süreç

her ülkedeki Kürtlerin statüsünü, özgüvenini ve

beklentisini güçlendirdi.

Kürt Bölgelerindeki Eklemlenmenin Türkiye

Açısından Sonuçları

Her ülkedeki Kürtlerin pozisyonundaki güçlen-

me ve Kürt bölgelerinin eklemlenmesinin Tür-

kiye açısından iki önemli sonucu oldu: Birinci

olarak, bu gelişme, Türkiye’nin gerek Suriye ge-

rekse Irak ekseninde izlediği dış politikada bir-

takım açmazları beraberinde getirdi. Türkiye bir

yandan Suriye’deki Baas rejiminin yıkılmasında

etkin rol alırken, öte yandan hem kendi eliyle en

büyük ulusal güvenlik sorunu olan PKK’ya yeni

bir hayat alanı açmış oldu hem de yeni bir özerk

Kürt bölgesinin oluşmasına dolaylı da olsa ze-

min hazırladı. Benzer şekilde, Türkiye bağımsız

bir Kürt devleti doğması ihtimaline karşı Irak’ın

ülkesel bütünlüğünün korunmasını buraya dö-

nük dış politikasının temeli yapmışken, Maliki

ile gerilen ilişkiler, PKK’nın tasfiyesinde işbirliği

ve ekonomik fırsatları değerlendirme olarak sı-

ralayabileceğimiz üç ana nedenden dolayı Iraklı

Kürtlerin adem-i merkeziyetçi talepleri ve uygu-

lamalarını destekleyerek KBY’nin kendi ayakları

üzerinde durmasına, hatta petrol üzerinden dün-

yaya açılmasına yardımcı oldu. Böylece Erbil-

Bağdat arasındaki uzaklaşmada katalizör işlevi

görerek kendi Kürt sorunu nedeniyle kâbus gibi

gördüğü “Kürt devleti”nin doğma zeminini do-

laylı da olsa desteklemiş oldu.10 Kısacası, Türkiye

geldiğimiz aşamada takındığı tutumla bugüne

kadarki genel eğiliminin aksine, Türkiye dışında-

ki Kürt bölgelerinin daha da güçlenmesine katkı

sağlayan bir yolda ilerlemeye başladı.

Dolayısıyla bu noktada Kürt bölgelerindeki ek-

lemlenme Türkiye açısından bir sonuç daha do-

ğurmuş oldu: Adeta “kutsal bir korku”ya dönüş-

müş olan bir Kürt devletinin kurulması ve “ba-

ğımsız, birleşik bir Kürdistan”ın (pankürdizm)

ortaya çıkma olasılığı. Gerçekten de Türkiye’de

Kürt bölgelerindeki gelişmelere dair derin kay-

gılara yol açan temel husus, bir Kürt devletinin

doğabileceği ve bu çerçevede bir pankürdizm

yaşanabileceği ihtimalidir. Çünkü bu olgunun

Kürt milliyetçiliğini güçlendirerek, Türkiye’de

istikrarsızlığı artırıcı, hatta bölücü bir etki ya-

ratacağından endişe edilmektedir. Bölgede çı-

kabilecek bir Kürt devleti Türkiye’deki Kürtle-

re örnek oluşturabilir ve onları motive edebilir.

Nitekim Kandil’deki PKK sözcülerinin bölgedeki

siyasi durumu bir fırsat olarak değerlendirmeleri

bu endişeleri haklılaştırmaktadır. Ayrıca örneğin

Irak’ın kuzeyinde ortaya çıkacak bir Kürt devleti-

nin yayılmacı-himayeci bir anlayışla Türkiye’de-

ki Kürtlere dönük politika izlemesi ve ayrılıkçılı-

ğı kışkırtması da ihtimal dâhilindedir. O nedenle

kimileri uzun süre Türkiye’nin bölge politikası-

nın stratejik hedefinin PKK değil, Kuzey Irak’taki

Kürt yönetimi ve bizzat Barzani olması gerektiği

ısrarla vurgulanmışlardır.11

Page 24: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Dolayısıyla yukarıda ortaya konan tablo da, bir

kere daha bu endişeyi depreştirmiştir. Zaten

Türkiye’deki yetkililerin Suriye’de bir Kürt böl-

gesinin ortaya çıkmasına gösterdikleri sert tepki-

nin bir nedeni de bu endişedir.12

Türkiye’nin bu endişeleri ne kadar haklıdır?

Irak’taki gelişmeler sonucu son birkaç yıldır

KBY’nin nispeten daha bağımsız hareket etme-

si, diğer Kürtler üzerindeki etkinliğini artırması,

Suriye’deki Kürtlerin pozisyonlarını güçlendir-

meleri ve PKK’nın bunlarla yakın ilişkisi nasıl

okunmalı? Bu gelişmeler bir “Kürt devleti” doğ-

masına, daha da ötesi pankürdizme yol açar mı?

Türkiye bu gelişmelerden ne kadar korkmalı?

Bu konuda Türkiye’nin neler yapabileceğine

geçmeden önce bazı nedenlerden dolayı bu du-

rumun sanıldığı kadar büyük bir tehdit oluştur-

madığını düşünüyorum. Her şeyden önce, kor-

ku ve tehdide dayalı bir dış politika anlayışının

savunmacı-içe kapanmacı bir yaklaşımı bera-

berinde getirerek ciddi bir vizyon daralmasına

yol açtığı görülmektedir. O nedenle her şeyden

önce, “Kürt devleti” korkusunu yenmemiz ge-

rektiğine inanıyorum. Çünkü bu korku ile gerek

içeride gerekse dışarıda özgürlük-güvenlik den-

gesi bir türlü sağlanamadığı için sağlıklı politika

üretmek mümkün olmuyor. Bir Kürt devletinin

ortaya çıkma ihtimali ayrıca bir tartışma konu-

su olmakla birlikte,13 bu ne dünyanın sonu ne de

Türkiye’nin sonu olur. Çünkü Azerbaycan-İran/

Güney Azerbaycan, İrlanda-İngiltere/Kuzey İr-

landa gibi dünyadaki örneklere baktığımızda ak-

raba devletlerin varlığı deterministik bir anlayışla

mutlak surette sınır ötesindeki akraba topluluk-

ların yaşadıkları bölgelerin devletleşmesini ya da

akraba devletleriyle birleşmelerini beraberinde

getirmiyor. Bunun çok özel koşulları söz konusu

ve o koşullar ortaya çıkarsa zaten bunu engelle-

mek çok kolay değildir. Elbette bugünkü koşullar

altında bunun bir güvenlik riski oluşturacağına

kuşku yok. Ve yine elbette bu korkuyu yenmek

için Türkiye’nin Kürt sorununu, Kürtleri de tat-

min edecek biçimde çözmesi bir zorunluluktur.

Çünkü Türkiye’ye bu korkuyu yaşatan esasen

kendi Kürt sorunudur. Ayrıca bu güvenlik riskle-

ri ve tehdit algılamaları ebedileştirmek, bugünün

konjonktürü ile uzak gelecek okumaları yapılmak

anlamına gelir ki, bu çok doğru bir yaklaşım de-

ğildir. Çünkü her dönem ancak kendi şartların-

da sağlıklı değerlendirilebilir. Bugün kabus gibi

görünen bazı durumlar, yarın anlamsız bir korku

olarak yorumlanabilir. O nedenle Türkiye kendi-

sine “kutsal korkular” yaratıp da politikasını ona

göre şekillendirmemeli, bu korkuları sadece bi-

rer uyarıcı ve risk faktörü olarak görmelidir.

Öte yandan, pankürdizm korkusunun da bir mü-

balağa olduğu kanaatindeyim. Özellikle “pan”

hareketlerin tarihine, Kürt toplumunun sosyo-

lojik koşullarına ve uluslararası politikanın do-

ğasına bakıldığında, öngörülebilir gelecekte bu-

nun gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayal

olduğu açıkça ortaya çıkacaktır. Bir kere, bugüne

değin en gelişmiş toplumlarda görülen ve derin

ideolojik temellere sahip bulunanlar da dâhil ol-

mak üzere “siyaseten” başarıya ulaşabilmiş bir

pan-ulusçuluk yoktur. Ayrıca, kendisi varlık veya

nitelik sorunu yaşayan IKBY’nin irredentist po-

litika izlemesi ve pankürdizm gerçekleştirmesi

gerçekçi değildir. Bir başka deyişle IKYB’nin za-

yıf egemenliği bile ancak dış desteğe ve bu arada

Türkiye ile iyi ilişkilere bağlıyken, bağımsız bir

devlet olması halinde de yaşaması ancak komşu-

larıyla iyi ilişkiler kurmasına bağlı olacak bir Kürt

yönetiminin, bölgenin en güçlü ülkeleri olan

Türkiye’den, İran’dan ve Suriye’den toprak ko-

parmaya yönelik irredentist politikalar izlemesi

mümkün gözükmemektedir. Daha da önemlisi,

sosyolojik olarak Kürt halklarının yüzyıllardır

birbirinden kopuk bir toplumsallık içinde, yak-

laşık yüzyıldır da farklı siyasal kültürlerin ve si-

yasal otoritelerin egemenliği altında yaşamaları,

dolayısıyla çok farklı motivasyon ve beklentilere

sahip olmaları pankürdist söylemlerin gerçekçi

bir ideal olmasını engellemektedir.14

Kısacası, bir Kürt devletinin ortaya çıkması uzun

vadede olası görülse bile, bunun mutlak suretle

Türkiye’de bölünmeye yol açması, gerçekleşmesi

çok zor bazı koşullara bağlıdır. Bölgede bir pan-

kürdizm yaşanması ve bu bağlamda “bağımsız,

birleşik Kürdistan”ın doğması ise, koşullarda çok

köklü değişiklikler olmadıkça, ortaya çıkması

mümkün olmayan bir “ideal”dir.

Page 25: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Türkiye’nin Dış Politika Seçenekleri

Şimdi cevap aranması gereken husus, Türkiye’nin

Kürt bölgelerinin eklemlenmesinden kaynakla-

nan korkulardan ve açmazlardan nasıl kurtulaca-

ğıdır. Bir başka deyişle, Kürt bölgelerindeki po-

zisyon ve beklenti değişimleri Türkiye için tehdit

olmaktan nasıl çıkartılabilir?

Bu konuda her şeyden önce bir bakış açısı deği-

şikliğine ihtiyaç olduğu görülmektedir. Çünkü

tehdidin varlığı ya da yokluğu aslında Türkiye’nin

gelişmeleri nasıl algıladığına bağlı olarak değişe-

cektir. Bu çerçevede Türkiye Kürt bölgelerindeki

gelişmelere iki şekilde yaklaşılabilir:

İlk olarak, Türkiye duruma “tehdit” odaklı bir

bakış açısıyla yaklaşabilir. Türkiye, 2010’a değin

olduğu gibi, bu bölgelere klasik ulusal güvenlik

değerlendirmeleri açısından bakarak bunları bü-

yük bir tehdit olarak görebilir. Sonuçta ülkesin-

de sorun olan bir topluluğun akrabaları dışarıda

güçlü pozisyonlar elde ediyor. Bunların yol aça-

bileceği olumsuzlukları dikkate alan, bu durumu

yukarıda söylediğimiz korkular üzerinden oku-

yan bir “en kötü senaryo”ya göre hareket edebi-

lir. Türkiye’nin bu en kötü senaryoya göre hare-

ket etmesi, uluslararası ilişkilerin anarşik doğası

nedeniyle bir dereceye kadar meşru olsa da, so-

nuçta engelleyemediği bir durum varsa artık bu-

nun üzerinden değil, güç ile tanımlanmış çıkarlar

etrafında yeni bir takım algılar üzerinden politi-

ka geliştirmesi kaçınılmazdır. Türkiye için sorun

tam buradadır. Yani Türkiye Kürt bölgelerindeki

gelişmeleri engelleme, kontrol altına alma ya da

yönlendirme kapasitesine sahip değilken, ha-

len bu bölgeleri tehdit olarak tanımlamaktadır.

Bu durumda Türkiye yine de “tehdidi” ortadan

kaldırmak için çabalarsa, bugüne değin oldu-

ğu gibi, hem bunları kendisine karşı kışkırtarak

düşmanlıklarını kazanacak hem de içeride etnik

algılamaları/ayrışmaları güçlendirerek Kürt so-

rununu daha da azdırarak PKK’nın tabanının ve

yaşam alanının genişlemesine yol açacaktır. Bir

başka deyişle, dış Kürtlerin bu şekilde tehdit ola-

rak görülmesi, Türkiye ile bir bütün olarak Kürt-

ler arasında karşıtlığın artması demektir. Bunun

Türkiye’nin Ortadoğu’daki bölgesel güç iddi-

alarına büyük bir darbe vuracağı ise aşikârdır.

Çünkü artık sadece kendi Kürtleriyle değil, Or-

tadoğu’daki tüm Kürtlerle sorunlu ve baş etmek

zorunda kalacak olan Türkiye’nin ayrıca fiziki

olarak Ortadoğu’ya çıkış yolu da alabildiğine

daralmış olacaktır. Sonuçta bu, Türkiye ve tüm

Kürtler için bir “kaybet kaybet” durumunun or-

taya çıkması demektir.

Türkiye’nin ikinci seçeneği ise, Kürt bölgelerine

“fırsat” odaklı bir bakış açısıyla yaklaşmasıdır.

“Tehdit değerlendirmesi” yerine “fırsat değerlen-

dirmesi” yapıldığı takdirde, tarihte en az üç kere

görüldüğü gibi (1071, 1514, 1921), bir kere daha

zamanın ruhuna ve şartlarına uygun bir Türk-

Kürt uzlaşısı sağlanarak Türkiye’nin gerçekten

bölgesel hatta büyük güç olmasının yolu açıla-

bilir. Kuşkusuz bu çok kolay değildir ve bunun

riskleri ve bir takım önkoşulları vardır. Örneğin

bunun için her şeyden önce Türkiye’deki Kürt so-

rununun tartışmasız çözülmesi ve PKK’nın tasfi-

ye edilmesi gerekiyor. Böyle bir çözüm sürecinde

PKK’nın Kandil’deki varlığı nedeniyle kaçınılmaz

olarak KBY’nin etkin desteği de alındığı takdirde,

Türkiye hem kendi ülkesinde istikrar sağlamış

olur hem de bölgenin en demokratik ve en ge-

lişmiş ülkesi olması nedeniyle ister istemez tüm

Kürtlerin cazibe merkezi olur. Bu durumda ta-

rihsel bağlar yeniden canlanarak sosyal, kültürel,

ekonomik ve siyasal ilişkilerin yoğunlaşmasıyla

Kürt bölgeleri zamanla Türkiye’ye bağımlı hale

gelebilir. Bu, Türkiye için hayati önemdeki “teh-

dit alanları”nın doğrudan “nüfuz alanları”na dö-

nüşmesi anlamına gelecektir. Sonuçta bu durum,

hem Türkiye hem de tüm Kürtler için“kazan-

kazan” demektir. Ama bunun önkoşuluna dikkat

etmemiz gerekiyor. O önkoşul gerçekleşmezse

fırsat değerlendirmesi geçersiz olur.

Tüm bu süreçte etnik, sosyal, kültürel ve siyasal

bağlar nedeniyle Türkiye ile Kürtler arasındaki

denklemde bir “kazan-kaybet” pozisyonunun ke-

sinlikle geçerli olmadığına da işaret etmek gere-

kir. Çünkü burada bir tür birleşik kaplar yasası

geçerlidir. Yani Türkiye’nin bölgedeki hayalle-

rine Kürtler engel olabilecek kapasitede görün-

düğü gibi, Kürtlerin hayallerine de Türkiye engel

olabilecek kapasitededir.

Türkiye’nin özellikle son birkaç yıldır özellik-

le KBY’ye yönelik izlediği politika dikkate alın-

dığında, fırsat odaklı bir yaklaşımı benimsemiş

Page 26: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

olabileceği söylenebilir. Türkiye’nin Maliki ile yaşadığı sorunlar ve Suriye’deki durum dikkate alındığında bunun bir taktik mi, yoksa stratejik bir tercih mi olduğu elbette sorgulanabilir. Ama özellikle KBY ile kurulan diplomatik yakınlık,15 artan ekonomik ve sosyal ilişkiler ve özellikle yapılan petrol anlaşmalarında alınan roller16 gibi uzun vade gerektiren tutumlar, daha da önemlisi PKK sorununun halli çerçevesinde yürütülen ça-balar dikkate alındığında bunun stratejik bir ter-cih olma ihtimali daha yüksektir. Bu bakımdan Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun 15 Mart 2013’te Dicle Üniversitesinde verdiği “Büyük Restoras-yon: Kadimden Küreselleşmeye Yeni Siyaset An-layışımız” başlıklı konferansta söylediği şu cüm-leler çok dikkat çekicidir:17

“…Bizim meselemizin sınırları yoktur… Orta-doğu’daki değişim rüzgârı içinde…bu sınırları anlamsızlaştıracağız. Tel Adyab ile Akçaka-le arasında nasıl sınır yaşayabilir? Diyarbakır Musul’dan, Urfa Halep’ten koptuğunda hinter-landı yok olmaz mı? Onun için biz vizeleri kal-dırma politikası izliyoruz. …İstiyoruz ki, öyle bir yeni bölgesel düzen kuralım ki bütün bu hinter-landımızla en derin yere kadar bütünleşelim. …Bunu dediğimizde bize diyorlar ki Yeni-Osman-lıcı. …Bütün Avrupa sınırları kaldırıp bütünle-şirken yeni Romacı, Yeni Kutsal Roma Germen imparatorlukçu olmuyor da niçin biz 100 sene önce bir arada yaşayan halklar tekrar bir ara-ya gelsin derken suçlanarak yeni Osmanlıcı ilan ediliyoruz.

Onlar ne derse desin bütün şehirlerimiz kendi hinterlantlarıyla buluşarak yükselecekler… Bu-rada iki yol var: ya yeni bir siyaset anlayışıyla, yeni bir düzen anlayışıyla bütün bu bariyerleri önce zihnimizde, sonra gönlümüzde, sonra fii-liyatta ortadan kaldıracağız ve daha büyük öl-çeklere doğru hep beraber yürüyeceğiz. Türküyle, Kürdüyle, Arnavutuyla, Boşnakıyla, Arabıyla her bir milletiyle yürüyeceğiz ya da bizi lime lime edip küçük parçalara ayırmaya çalışacaklar, irademiz net ve açıktır artık bu parantez kapan-malıdır. Önce Sykes-Picot haritalarıyla, sonra sömürge yönetimleriyle sonra suni çizilmiş ha-ritalar üzerinde ortaya çıkan ve her biri diğerini suçlayan ulusçuluk ideolojilerine dayalı nevzu-hur devlet anlayışlarıyla gelecek inşa edilemez. Sykes-Picot’nun bize çizdiği o kalıbı kıracağız”.

Sonuç

Arap toprakları ve bu arada Suriye özgürleşirken

elbette buralardaki Kürtler de özgürlüklerine

ve haklarına kavuşacaklardır. Bu kaçınılmaz bir

durumdur. Bunun nasıl olacağını, ortalarda ne

türden statüler çıkacağını o bölgelerin ve ülke-

lerin özgün koşulları belirleyecektir. Türkiye’nin

öncelikli sorunu ise, sınırlarının ötesindeki Kürt-

lerin nasıl bir statü içinde yaşayacakları değil,

kendi Kürtlerinin sorunlarını nasıl çözeceğidir.

Kendisini doğrudan ilgilendiren asli sorun bu-

dur. Türkiye kendi Kürt sorununu halledebilirse,

öteki Kürtlerin ayrı, bağımlı ya da bağımsız sta-

tüler içinde yer alması çok da önemli olmayacak-

tır. Aksine Kürt sorunundan demokrasisini ve is-

tikrarını güçlendirerek kurtulan bir Türkiye’nin

tüm Kürtler için cazibe merkezine dönüşmesi

kuvvetle muhtemeldir. Bu da Türkiye için kurul-

duğundan bu yana birer güvenlik alanı olan Kürt

bölgelerinin nüfuz alanına dönüşmesi anlamına

gelir.

Zaten Türkiye, Ortadoğu’daki bölgesel güç he-

define de ancak Kürt bölgelerini tehdit alanı ol-

maktan çıkartıp bir nüfuz alanına dönüştürerek

ulaşabilir. Bu çerçevede bir Kürt devleti olasılığı

mümkünse de, bunun ille de Türkiye için bir teh-

dit olmayabileceğini, daha doğrusu bunun bizim

Kürt sorunumuzun halline bağlı olduğunu dü-

şünmemiz gerekiyor.

Bu nedenle Türkiye Kürt bölgelerine ilişkin, ka-

pasitesini de dikkate alarak manevra yeteneğini

daraltacak bir biçimde ve zaten arkasında dura-

madığı gereksiz kırmızı çizgiler çekmek yerine,

gelişmelerin seyrine ayak uyduracak bir hazırlığı

ve ihtiyatı temsil eden sarı çizgilerle hareket et-

meli. Özellikle kendisine yönelik açık bir tehdit

olmadığı sürece kategorik olarak Ortadoğu’daki

Kürtlerin ve Kürt bölgelerinin pozisyonlarının

değişimine ve statülerinin güçlenmesine karşı

çıkmamalı. Çünkü bu dış politikada manevra ala-

nının daralmasına ve bir zaaf noktası oluşumuna

neden olacağı gibi, içeride de Kürt fobisinin art-

masına ve Kürt karşıtlığı gibi algıların oluşması-

na yol açarak Kürt-Türk birlikteliğine zarar verir.

Bu süreçte birilerinin “bağımsız, birleşik Kür-

distan” hayalleri kurmasını ya da söylemlerini

dile getirmesini ise, fiili bir eyleme ya da hare-

Page 27: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

ket planına dönüşmedikçe, ciddiye almamak

gerekir. Çünkü bunlar Büyük Türkistan, Büyük

Arabistan, Büyük Sırbistan, Büyük Yunanistan

ya da Arz-ı Mev’ud örneklerinde görülen tüm

“bağımsız, birleşik ülke” idealleri gibi hayalleri

süslemeye ve zaman zaman birileri tarafından

dile getirilmeye devam edecektir. Devletlerin po-

litikalarına ise, polemik ya da idealler düzeyinde

dile getirilen bu söylemler değil, gerçekçi ve iş-

levsel çıkar tanımlamaları yön vermelidir.

1 “Irak Anayasası Md. 117/1”, http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/20101224_irakanayasasi.pdf

2 Bkz. http://www.krg.org3 Bkz. “KRG Ministry of Natural Resources Production Sharing Contracts”, http://krg.org/p/p.aspx?l=12&r=296&p=14 Fikret Bila, “Kuzey Irak’tan sonra Kuzey Suriye sorunu”, Milliyet, 24.07.2012; “Kuzey Suriye’de neler oluyor?”,

Haberturk, 31 Temmuz 2012, http://www.haberturk.com/polemik/haber/763416-kuzey-suriyede-neler-oluyor; Oral Çalışlar, “Kürdistan’a Kuzey Suriye Derseniz”, Radikal, 28.07.2012, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1095503

5 Bkz. Cengiz Çandar, “Gerçekçi Yeni Kürt Planı Yapılmalı”, Radikal, 24.03.20126 http://www.ankarastrateji.org/yazar/prof-dr-erol-kurubas/pkk-sorununa-bolgesel-cozum-arayisi/ ve http://ye-

nisafak.com.tr/gundem-haber/barzaniden-arabuluculuk-onerisi-17.10.2012-4161617 Wladimir van Wilgenburg, İlhan Tanır, Omar Hossino, Birlik mi, PYD’nin Güç Gösterisi mi? Erbil Anlaşmasından

Sonra Suriye Kürt Dinamikleri, ORSAM Rapor No: 138, Aralık 2012, http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/20121221_138.pdf

8 Erol Kurubaş, “İran, (Kara)Yılan Hikayesi ve Bölgesel Dengelerde Değişim”, 18/10/2011, http://www.ankarastra-teji.org/yazar/prof-dr-erol-kurubas/iran-kara-yilan-hikayesi-ve-bolgesel-dengelerde-degisim/

9 İran’ın Mart 2013’te Kürtlere yönelik kapsamlı tutuklamalara girişmesini, kendi Kürt bölgelerini bu eklem-lenme sürecinden uzak tutma çabası olarak yorumlayabiliriz. Haber için bkz. http://www.ozgur-gundem.com/?haberID=67275&haberBaslik=%C4%B0ran%20topyek%C3%BCn%20sald%C4%B1r%C4%B1ya%20ge%C3%A7ti&action=haber_detay&module=nuce

10 Erol Kurubaş, “Erbil-Bağdat Gerilimi ve Türkiye’nin Genişleyen Cephesi” 23 Kasım 2012 http://www.ankarastra-teji.org/yazar/prof-dr-erol-kurubas/erbil-bagdat-gerilimi-ve-turkiye-nin-genisleyen-cephesi/

11 Ümit Özdağ, Kürtçülük Sorununun Analizi ve Çözüm Önerileri, Ankara, Bilgi Yay., 2006, s. 104.12 “Suriye’nin kuzeyinde Kürt devletine asla izin vermeyiz”, http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/07/26/

suriyenin-kuzeyinde-kurt-devletine-asla-izin-vermeyiz; “Başbakan Erdoğan: Suriye’de Kuzey Irak gibi bir mo-dele izin vermeyiz”, http://www.zaman.com.tr/dis-haberler_basbakan-erdogan-suriyede-kuzey-irak-gibi-bir-modele-izin-vermeyiz_2057876.html, 25 Şubat 2013; “Suriye’deki oluşuma eyvallah demeyiz”, Radikal, 26/07/2012, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1095290

13 Bkz. Erol Kurubaş, “Kuzey Irak’ta Olası Bir Ayrılmanın Meşruluğu ve Self-determinasyon Sorunu”, AÜSBF Dergisi, 59/3, ss.147-179 (http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/455/5142.pdf)

14 Erol Kurubaş, “Pan-Kürdist Hayaller ve Gerçekler”, Stratejik Analiz, Aralık 2007, ss.69-75.15 2009’dan itibaren Irak Kürdistan Bölgesine bakan düzeyinde ziyaretler başlamıştır. Ali Semin, “Türkiye’nin Irak

Politikası Işığında Kuzey Irak Açılımı”, Bilge Strateji, Cilt 3, Sayı 5 (Güz 2011), s. 194-195. Nisan 2012’de de ilk kez bir Türkiye Başbakanı Erbil’i ziyaret etmiştir.

16 Türk şirketlerinin ve işadamlarının bölgedeki faaliyetlerine ilişkin bkz. http://www.bbc.co.uk/turkish/speci-als/955_other_iraq/page5.shtml; http://www.dunya.com/genel-enerjiden-petrol-boru-hattina-400-milyon-dol ar-137679h.htm

17 http://www.mfa.gov.tr/disisleri-bakani-ahmet-davutoglu_nun-diyarbakir-dicle-universitesinde-verdigi-_buyuk-restorasyon_-kadim_den-kuresellesmeye-yeni.tr.mfa

DİPNOTLAR

O

Page 28: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

İsrail’in Özür Dilemesi Sonrası

Türkiye-İsrail İlişkileri

Turkey-Israel Relations After Israel’s Apology to TurkeyÖzlem TÜR

AbstractThis article aims to anaylze the Israeli apology of March 2013. The article firstly looks at the series of crises

in the 2000s in bilateral relations and argues how the common threat perceptions and common interests of

the 1990s has vaned during this decade, bringing a more cautious approach. Later it looks at the post-2008

period, in the aftermath of the Operation Cast Lead, when the tension in the relations began to escalate

and reached a breaking point after the Mavi Marmara incident. The article argues that behind the Israeli

apology lies the developments related with the Arab Spring as well as a demand for change in Israeli politics

after the January elections. The article concludes by looking at the challenges that might hamper further co-

operation between the two countries, like possible differences of interest over regional politics in general and

Syria in particular and the developments in the Palestinian issue.

Keywords: Turkey and Israel, Israeli apology, Israeli foreign policy, Palestinian issue, Gaza

İsrail’in Gazze’ye abluka uygulamaya başlaması Türkiye’nin Filistin meselesinin genelinin yanında Gazze’ye özel bir ilgi ve

ayrıcalıklı pozisyon vermesini gündeme getirmiştir.

Page 29: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Ira Sava sonras srailli yet ililerin uzey Ira ’ta i faaliyetleri ve srail’in rt gruplara deste verdi i ve e itti i yolunda i haberler T r amuoyunda b y yan bulmu b lgenin gelece ine dair i i

l enin arlar n n far l la t n ve hatta at t n g stermi ili ilerde gerilime neden olmu tur

Giriş

22 Mart 2013 tarihinde ABD başkanı Obama’nın

İsrail ziyareti sırasında İsrail Başbakanı Benja-

min Netanyahu, Başbakan Erdoğan’ı telefonla

arayarak Mayıs 2010 yılında gerçekleşen ve 9

Türk vatandaşının ölümüyle sonuçlanan Mavi

Marmara krizi ile ilgili olarak özür diledi. ABD

Başkanı Obama’nın da hazır bulunduğu bu gö-

rüşme sonrasında İsrail Dışişleri Bakanlığı resmi

bir açıklamayla Türkiye’den özür dilediğini ka-

muoyuna duyurdu. Bu makalenin amacı 2000’ler

boyunca Türk-İsrail ilişkilerinde yaşanan geliş-

melere kısaca baktıktan sonra Mayıs 2010’dan

bu yana ikili ilişkilerdeki gelişmeleri ve İsrail’in

özür dilemesine giden yolu incelemek ve ilişki-

lerin bundan sonra ne şekilde seyredebileceğine

dair bazı gözlemler ortaya koymaktır. Makale

özür dileme ve sonrasında ilişkilerde bir iyileşme

görülse de bunun orta ve uzun vadeli bir işbirli-

ğine dönüşebilmesinin önündeki engelleri ortaya

koymaya çalışacaktır.

2000’lerde Türkiye-İsrail ilişkileri

1999-2009 Krizler Dizisi

Türkiye ve İsrail arasında 1990’lar boyunca ya-

şanan yakın ilişkiler 1990’ların sonuyla birlikte

bir düşüş ve kriz dönemine girmiştir. Filistin me-

selesindeki gelişmelerle paralel olarak Başbakan

Ecevit’in “İsrail soykırım yapıyor” söylemiyle

ilişkiler gerilmiş ve 2000’ler boyunca da devam

etmiştir. 1999-2009 yıllarını ikili ilişkilerin so-

ğuduğu, krizlerin yaşandığı ancak her kriz son-

rası iki tarafın da bazı adımlar atmasıyla birlikte

normale dönüldüğü bir dönem olarak ele almak

mümkündür.

Bu dönemde aslında Türkiye-İsrail ilişkilerinin

1990’ların yakınlığını kaybetmesi beklenebilir bir

durumdu. 1990’larda iki ülkeyi bir araya getiren

şartların pek çoğu 2000’lerde ortadan kalkmıştı.

Türkiye ve İsrail 1990’lar boyunca Suriye, Irak ve

İran’ı ortak tehdit olarak algılamışlar, özellikle

Türkiye bu süreçte güney komşularının PKK’ya

verdikleri destek nedeniyle bölgede yeni işbirliği

arayışlarına girmiş ve İsrail bu bağlamda önemli

olmuştu. PKK sorunu nedeniyle Avrupa Birliği

ile gerginleşen ilişkiler ve Türkiye’nin ABD’de da-

hil olmak üzere silah temininde yaşadığı zorluk-

lar İsrail ile ilişkilere giden yolu açmıştı. 1990’lar

boyunca Filistin meselesindeki gelişmeler -Mad-

rid Konferansı ve Oslo görüşmeleri sonrası iki

devletli çözüme doğru giden yolda atılan adımlar

da Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinde etkili olmuş-

tu. İsrail tarafından bakıldığında ise Türkiye’nin

1991’de ilişkileri elçilik seviyesine yükseltmesi

olumlu karşılanmış ve geleneksel olarak ‘düşman

Arap devletleriyle çevrili olma’ düşüncesiyle böl-

gede Arap olmayan devlet ve milletlerle iyi ilişki-

ler kurmaya çalışan İsrail, Türkiye ile yakınlaşa-

rak bölgedeki gücünü arttırmaya çalışmıştı. Her

iki devletin siyasetinde bu dönemde hakim olan

‘düşmanlarla çevrili olma’ fikri ilişkilerin geliş-

mesinde etkili olmuştu.

1990’ların sonuyla birlikte pek çok gelişme iki

ülke ilişkilerinin önemini azaltmıştı. Bu geliş-

meler daha çok Türkiye’de ve Türk dış politika-

sında yaşanmıştı. 1990’ların sonunda Abdullah

Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte Türk dış poli-

tikası güvenlik odaklı olmaktan çıkmış, Türkiye,

Suriye ile Adana Mutabakatını imzalamış ve gü-

ney komşularıyla ilişkilerinde normalleşmenin

başladığı bir sürece girmişti. Avrupa Birliği ile

Page 30: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

gelişen ilişkiler Türkiye’yi ABD odaklı politika-

dan Avrupa odaklı bir eksene doğru taşımış, ge-

nel olarak Türkiye bölgesinde geliştirmeye başla-

dığı yakın ilişkilerle (Bu gelişmede İsmail Cem’in

Dışişleri Bakanlığı sırasında izlenen bölge-bazlı

dış politikanın etkisi büyüktür.) 1990’ların di-

namiklerinden kurtarmıştı. Türkiye bölgesinde

ilişkilerini geliştirdikçe İsrail ile paylaşılan or-

tak tehditler azalmaya başlamış ve bunun doğal

sonucu olarak da ilişkiler 1990’ların dinamiz-

minden uzaklaşmıştı. Bu dönemde Filistin me-

selesindeki olumsuz gelişmeler, barış sürecinin

sekteye uğraması ve al-Aksa İntifadası’nın başla-

ması da ikili ilişkileri etkilemişti.

2000’lerle birlikte ortak tehditler ortadan kal-

maya başlarken, Irak Savaşı ile birlikte çıkarların

direkt olarak çatışmaya başladığı bir süreç başla-

mıştır. Irak Savaşı sonrası İsrailli yetkililerin Ku-

zey Irak’taki faaliyetleri ve İsrail’in Kürt gruplara

destek verdiği ve eğittiği yolundaki haberler Türk

kamuoyunda büyük yankı bulmuş, bölgenin ge-

leceğine dair iki ülkenin çıkarlarının farklılaş-

tığını ve hatta çatıştığını göstermiş, ilişkilerde

gerilime neden olmuştur.1 Her ne kadar İsrailli

yetkililer İsrail’in Irak’ta Türkiye’nin siyasetine

aykırı bir şey yapılmayacağının altını çizmiş olsa-

lar da2 ilişkilerde gerilim yaşanmıştır. Bu süreçte

İsrail-Filistin barış sürecinin ortadan kalkması ve

çatışmaların başlaması Filistin meselesini Türki-

ye-İsrail ilişkilerinin bir parçası yapmış 2004 yı-

lında Başbakan Erdoğan’ın “İsrail devlet terörü

yapıyor”3 şeklindeki açıklamalarının ardından

Filistin meselesi ilişkilerde sürekli bir şekilde

gündeme gelmiş ve Türkiye’den İsrail’e yapılan

eleştirilerin temelini oluşturmuştur. 2006 yılında

yapılan Filistin seçimleri Türkiye’yi bir taraftan

meseleye çok daha angaje ederken, diğer taraftan

da ilişkileri geren bir faktör olarak ortaya çıkmış-

tır. 2006 seçimleri sonrası Halid Meşal’in Türki-

ye ziyareti İsrail’le ilişkilerde kriz yaratırken 2007

yılında Hamas’ın el-Fetih ile yaşadığı çatışmadan

sonra Gazze’ye giderek buranın hakimiyetini ka-

zanması ve bunun üzerine İsrail’in Gazze’ye ab-

luka uygulamaya başlaması Türkiye’nin Filistin

meselesinin genelinin yanında Gazze’ye özel bir

ilgi ve ayrıcalıklı pozisyon vermesini gündeme

getirmiştir. Bu durum İsrail’le ilişkilerde gerili-

min önemli bir parçası olmuş ancak çıkan kriz-

ler görüşmeler ve karşılıklı olumlu açıklamalarla

normale döndürülebilmiştir.

Siyasi alanda kriz-normalleşme-kriz sarmalı

devam ederken Türkiye’nin arabuluculuk rolü

üstlenmesi ve İsrail ve Suriye arasında dolay-

lı görüşmeleri yürütmeye başlaması ile birlikte

ilişkilerde yeni bir boyuttan bahsetmek müm-

kün olmaktadır. Bu durum Türkiye’nin bölge-

deki tüm aktörlerle konuşabilen tek ülke olması

bağlamında Türkiye’nin Ortadoğu’daki ağırlığını

arttırmıştır. 2004 yılında Beşar Esad’ın Ankara zi-

yareti sırasında ilk defa gündeme gelen olası ara-

buluculuk rolü ve Esad’ın İsrail Başbakanı’yla gö-

rüşmek istediği mesajı Türkiye tarafından İsrail’e

iletilmişti. Üç yıllık bir beklemenin ardından

2007 Mart’ından itibaren Türkiye bu rolü üstlen-

miştir. Bu süreçte pek çok İsrailli kanaat önderi,

ilişkilerdeki gerginliklere rağmen, arabuluculuk

rolünü 1990’ların Türkiye’sinin başaramayacağı

ancak 2000’lerin Türkiye’sinin bölgedeki artan

rolüyle birlikte İsrail’e sağlayabileceği önemli bir

fırsat olduğunu belirtmişlerdir.4 Bu anlamda da

Türkiye ile ilişkiler İsrail için yeni bir değer ka-

zanmıştır. Özellikle arabuluculuk konusunda de-

vam eden aktif ilişkilere rağmen 2008’in son gün-

lerine dek Türkiye ile ilişkiler İsrail gündeminde

sınırlı bir biçimde yer almaktaydı. Bu dönemde

İsrail’deki kamuoyu için en önemli mesele İran

meselesiydi ve İsrail gazeteleri ne Türkiye’nin dış

politikasıyla ne de İsrail’le olan ilişkileriyle fazla

ilgiliydi. İsrail kamuoyu tamamen İran meselesi-

ne odaklanmışken sadece Türkiye değil, İran ha-

riç neredeyse tüm bölge ülkeleri hatta Irak Sava-

şı sırasında ve sonrasında yakından izlenen Irak

siyasetiyle ilgili konular bile İran’ın gölgesinde

kalmaktaydı.

Devam eden Krizler ve İlişkilerde

Kopma dönemi – 2009-2013

Türkiye’nin Suriye-İsrail arasında yürüttüğü

arabuluculuk rolü İsrail’in Gazze’ye karşı giriş-

tiği “Dökme Kurşun Operasyonu’na” dek sürdü.

Ancak Operasyon’la birlikte sadece ilişkilerde

gerilim yaşanmaya başlamadı, aynı zamanda

ilişkilerin kopma noktasına geleceği, sadece si-

yasi ilişkilerde değil, halk düzeyinde de gerilimin

tırmanacağı yeni bir süreç başladı. Operasyonun

Page 31: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

9

27 Aralık 2008’de başlamasına en sert tepki Baş-

bakan Erdoğan’dan geldi. Başbakan bir taraftan

ateşkesin sağlanması, Filistinli gruplar arasında

uzlaşmaya varılması ve Gazze’nin yeniden inşa-

sı şeklinde özetlenebilecek Türkiye’nin pozisyo-

nunu değişik platformlarda dile getirirken diğer

taraftan da İsrail’in bu operasyonunu Türkiye’ye

yapılmış bir saygısızlık olarak da değerlendirmiş,

iki ülke ilişkilerinde güvenin kalmadığını vurgu-

lamıştı. Bunun nedeni İsrail Başbakanı Olmert’in

22 Aralık günü Ankara’ya yaptığı ve Suriye ile

arabuluculuk girişiminin beşinci turunun yürü-

tüldüğü ziyaret sırasında, bu operasyonun pla-

nını bilmesine rağmen Türkiye’ye bahsetmeme-

siydi. Toplantı sonrası anlaşıldığı üzere toplan-

tılarda Hamas ve Gazze üzerine konuşulurken

Olmert bu konuyu hızlıca geçerek “Türkiye’den

Gazze’ye yapılan yardımların kesilmeyeceği” sö-

zünü vererek bu konu üzerine daha fazla konuş-

maktan çekinmişti. Bunun üzerine görüşmelerin

hemen ardından başlayan Operasyonu Erdoğan,

Türkiye’nin iyi niyetine ve arabuluculuk rolüne

büyük saygısızlık olarak yorumlamıştı. Operas-

yonun başlamasının ardından Erdoğan, İsrail’i

saldırgan ülke olarak tanımlamış, Gazze’yi “açık

hava hapishanesi” olarak niteleyerek yapılan

operasyonu barışa indirilmiş büyük bir darbe

olarak değerlendirmişti. Bu gelişme liderler ara-

sında bir güvensizliğin ortaya çıkmasında önem-

li olmuştur. Başbakan Erdoğan’ın Olmert’e ve İs-

rail yönetimine olan güvensizliği ilişkilere gölge

düşürmüş, Operasyonla beraber Filistin meselesi

ikili ilişkilerin önemli bir parçası haline gelmiştir.

İlerleyen haftalarda Ortadoğu turuna çıkan Er-

doğan gelişmeler nedeniyle İsrail’e uğramamıştır.

Bu çerçevede gerginlikler devam ederken, Da-

vos Ekonomik Forumu’nda “Gazze: Ortadoğu’da

Barış Modeli” başlıklı panelde yaşananlar Türk-

İsrail ilişkilerindeki gerginliği yeni bir noktaya ta-

şıdı. Başbakan Erdoğan, panelde yanında oturan

İsrail Cumhurbaşkanı Perez’i İsrail’in Gazze’de

ölçüsüz güç kullandığını vurgulayarak eleştirdi

ve ‘one minute’ sözüyle tüm dünyada yankı bu-

lan çıkışında Perez’e hitaben “Sesin çok yüksek

çıkıyor. Benden yaşlısın biliyorum ki sesinin ben-

den çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisi-

nin gereğidir. Benim sesim bu kadar çok yüksek

çıkmayacak. Bunu böyle bilesin. Öldürmeye ge-

lince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki

çocukları nasıl öldürdüğünüz, nasıl vurduğunu-

zu çok iyi biliyorum.[…]” demiştir.5 Davos’un ar-

dından gerginlik devam ederken Mayıs 2010’da

Gazze’ye yardım götürme amacıyla yola çıkmış

olan Mavi Marmara gemisine İsrail ordusu tara-

fından yapılan müdahalede dokuz Türk vatanda-

şı hayatını kaybetmiştir. Bu olay sonrasında iki

ülke arasındaki siyasi ilişkiler kopmuş ve Tür-

kiye, özür dilenmesi, ölen vatandaşların ailele-

rine tazminat ödenmesi ve Gazze’ye ablukanın

kaldırılmasını ikili ilişkilerin devamı için şart

koşmuştur. Bu döneme kadar genellikle üçüncü

milletler/meseleler (Filistin meselesi, Kuzey Irak

siyaseti) nedeniyle gerilen Türkiye-İsrail ilişkileri

Mavi Marmara sonrasında direkt olarak iki ülke

arasındaki anlaşmazlık nedeniyle, kan dökülme-

si nedeniyle, kopma noktasına gelmiştir. Bir an-

lamda, ilk defa iki ülke arasında direkt olarak bir

çatışma alanı doğmuştur.

Dökme Kurşun Operasyonu sonrasındaki sü-

reçte gerek Türkiye’de gerekse İsrail’de düşün-

cesel anlamda önemli farklılıklar oluşmuştur.

Türkiye’de İsrail karşıtı söylemin güç kazandığını

gözlemlemek mümkündür. Bu durum liderler

seviyesinde göz önüne serilmiş, halk düzeyinde

de karşılık bulmuştur. Gerek Başbakan Erdoğan

gerekse Dışişleri Bakanı Davutoğlu İsrailli muha-

taplarını sert bir şekilde eleştirmeye başlamışlar,

beraber çalışabilmelerinin zorluklarına vurgu

yapmışlardır. Türk yetkililerin İsrail tarafına kar-

şı güvensizliği artmış, ikili görüşmelerde verilen

sözlerin ve anlaşılan noktaların İsrail tarafı ülke-

lerine döndükten sonra unutulduğuna ya da vaz-

geçildiğine vurgu yapılmaya başlanmıştır. Türk

yetkililere göre bu durum Mavi Marmara son-

rası Cenevre’de yürütülen gizli görüşmeler için

de bu şekilde cereyan etmiştir. Özür ve tazminat

konusunda üzerinde anlaşıldığı düşünülen hu-

suslardan, İsrail tarafı ülkelerine döndükten ve

üst makamlarla görüştükten sonra vazgeçmişler

ve mutabık kalınan konular gerçekleşmemiştir.

Yöneticiler seviyesindeki bu güvensizlik halk dü-

zeyine de yansımış, Ayrılık gibi bazı televizyon

dizilerinde İsrail karşıtlığı ön plana çıkartılmıştır.

İsrail tarafında ise Türkiye’nin AKP yönetimi

altında gitgide İran ve Suriye’nin yörüngesine

Page 32: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

oturduğu ve İsrail’in bölgesel düşmanlarıyla (Su-

riye, İran, Hizbullah ve Hamas başta olmak üze-

re) yakın ilişki kurarak İsrail’i köşeye sıkıştırmaya

çalıştığı yönünde bir kanı yerleşmeye başlamış-

tır. Örneğin Likud’lu bir siyasetçi Erdoğan’ın

Ahmedinejat ile samimiyetinin İsrail için bir so-

run olduğunu ve “İran, Irak, Suriye, Lübnan ve

Türkiye’yi içine alan yeni bir radikal kuzey cep-

henin” oluştuğunu söyleyerek endişelerini dile

getirmiştir.6 Aynı doğrultuda yapılan yorumlar-

da Türkiye’nin “neo-Osmanlıcı bir hayal içinde

İsrail’in düşmanlarıyla işbirliği yapan, terörist

ülkelerin ve grupların dostu” olarak nitelendiği

de gözlemlenmiştir.7 Başbakan Erdoğan’ın Kasım

2010 tarihindeki Lübnan ziyareti sırasında yaptı-

ğı konuşmada İsrail’den bahsederken “biz katile

katil deriz”8 demesi ilişkileri gererken İsrail’de

Türkiye’nin gitgide İsrail karşıtlığının savunucu-

su haline geldiği yönündeki iddiaları güçlendir-

miştir.

Bu bağlamda ilginç olan bir nokta, tüm bu gerili-

me rağmen, Türkiye-İsrail ekonomik ilişkilerinin

artarak devam etmesi olmuştur. İlişkilerdeki kri-

ze rağmen gerek seneler bazında, gerekse Mavi

Marmara krizi sonrasında aylar bazında incelen-

diğinde ticaret hacmi büyümeyi sürdürmüştür.9

Bu durum iki ülke arasında ekonomik ilişkilerin

siyasi gelişmelerden bağımsız olarak gelişip bü-

yüyecek düzeye ulaştığını göstermesi bakımın-

dan önemlidir. Türkiye-İsrail ekonomik ilişki-

leri Türkiye’nin diğer Ortadoğu ülkeleriyle olan

ekonomik ilişkilerine bakıldığında bu bağlamda

farklıdır. Genel olarak Türkiye’nin Arap devletle-

riyle ekonomik ilişkileri, siyasi ilişkilerin gölgesi

altındadır ve siyasi gelişmelerle birebir paralellik

gösterecek şekilde seyretmektedir -ancak siyasi

ilişkilerin gelişmesiyle birlikte ekonomik ilişkiler

gelişir ve siyasi ilişkiler zayıfladıkça ekonomik

ilişkiler de zayıflar. İsrail ile ise ekonomik ilişkile-

rin ulaştığı boyut, siyasi bağımlılıkların ötesinde

otonom hale gelmiş ve krizlerden etkilenmeden

artmayı sürdürmüştür.

İsrail’in Özür Dilemesine Giden Yol

İsrail’in özür dilemesinin ardından, Dışişleri

Bakanı Davutoğlu, “bu konuyla Suriye’nin hiç-

bir bağlantısının bulunmadığını” vurgulamış

ve “Türkiye’nin Suriye politikasının aynı İsrail

politikası gibi ilkesel olduğunu”10 belirtmiş olsa

da bölgede yaşanan gelişmelerin öneminin altı-

nı çizmekte fayda vardır. Bu çerçevede özellikle

Suriye’de yaşanan gelişmelerin önemi büyüktür.

Tunus ve Mısır’da yaşanan değişimler ve Arap

Baharı süreci Türkiye ve İsrail için farklı şeyler

ifade etmiştir. İki ülkenin bölgedeki gelişmeleri

okuma biçimleri Suriye’deki olaylara dek olduk-

ça farklıdır. Genel olarak Türkiye, Tunus ve Mı-

sır’daki gelişmeleri ve bölgedeki diktatörlüklerin

ortadan kalkmasını memnuniyetle karşılarken,

İsrail için Arap Baharı önemli dengeleri altüst

eden bir gelişme olarak ortaya çıkmıştır. Özellik-

le İsrail’in on yıllardır (1979 Camp David Anlaş-

masından bu yana) yakın işbirliği içinde olduğu

Mısır’daki değişim İsrail’in bölge politikasına

dair önemli çıkmazları göz önüne sermiştir. Hele

ki olayların İsrail’in 1994 yılında barış anlaşması

imzaladığı ve bu sayede doğu sınırını güvene al-

dığı Ürdün’e sıçraması riski hem güneyden hem

de doğudan çevrelenme riskini ortaya çıkarttığı

için İsrail’in en önemli kabusu olmuştur. Bazı

yazarlar yaşanan gelişmeleri İsrail için tam bir

deprem ya da kabus olarak nitelendirirken, bazı-

ları da bu süreçte Netanyahu hükümetini ‘başını

kuma gömmekle’ ve bölgedeki gelişmeler yerine

oturana dek bir şey yapmadan bekleme politikası

izlediği için eleştirmeye başlamışlardır.11

Yukarıda detayları verildiği gibi 1990’larda ortak

tehdit algısı ile yakınlaşmaya başlayan Türkiye ve

İsrail, 2000’ler boyunca bu algının değişmesiyle

birlikte birbirlerinden uzaklaştıkları bir sürece

girmişlerdir. 2011’de Suriye’de olayların çıkması-

nın ardından Türkiye ve İsrail’in politikaları bir

süre birbirinden12 ayrışmıştır. Türkiye özellikle

Ağustos 2011 sonrasında Suriye muhaliflerine

açıkça destek vermeye başlamışken, İsrail ise

uzun bir süre Suriye’deki gelişmeleri “sahanın

dışından” izlemeye devam etmiştir. Bu süreçte

İsrail’in Suriye politikasında ülkenin istikrarı-

nın korunması en önemli meseleyi oluşturmuş,

Esad rejiminin gitmesiyle birlikte İran’dan uzak-

laşabilecek yeni bir Suriye yönetimi arzulanırken

ülkenin radikal Sünni hareketlerin eline geç-

mesi riski ve kimyasal silahların geleceği konu-

su İsrail’i Suriye’de muhalefeti destekleyen aktif

Page 33: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

bir politika izlemekten alıkoymuştur. Ancak bu

politika Suriye’deki gelişmelerin komşu ülkelere

sıçraması riskinin güçlenmesiyle değişmeye baş-

lamış, Suriye’de Esad yönetiminin yanında İranlı

Devrim muhafızlarının, ordu mensuplarının ve

Hizbullah üyelerinin aktif bir biçimde savaşmaya

başladığı haberlerinin duyulmasıyla birlikte tüm

bölge siyasetini İran odaklı okuyan ve İran’ı bir

numaralı düşmanı ilan eden İsrail’in Suriye siya-

seti muhalefeti desteklemek yolunda değişmeye

başlamıştır.

İsrail’de 22 Ocak seçimlerinden sonra

Netanyahu’nun ‘başını kuma gömmüş’ politika-

sından uzaklaşarak bölge siyasetiyle ilgili bir şey-

ler yapması gerektiği yönündeki fikir güçlenmiş-

tir. Pek çok gözlemci 22 Ocak seçimlerinin İsra-

il’deki sağ siyasetin hakimiyetine bir dur demek

olduğunu iddia ederek bu durumun iç politikada

Netanyahu’yu zorlayabileceğinden, dış politika-

ya yönelerek bazı adımlar atılabileceği fikri or-

taya çıktı. Bu bağlamda seçimlerden sonra dış

politikada iki gelişmenin gözlemlenebileceği

konuşuluyordu: Birincisi, Türkiye ile ilişkilerin

önceliğinin olacağı, Netanyahu’nun Türkiye’den

özür dilemesinin mümkün olabileceğiydi. İkin-

ci gelişme ise Filistin ile barış sürecinin yeniden

canlandırılması konusunda yaşanabilirdi. Dış

politika önceliği olan İran ile ilgili direkt bir şey

yapılamıyorsa bile bölgesel gelişmeler ve artan

güvensizlik içinde en azından Türkiye ile iliş-

kilerin geliştirilebileceği ve Filistin Otoritesi ile

barış sürecinde adımlar atılabileceği ve İsrail’in

bu şekilde ‘başını kumdan çıkartıp’ gelişmeleri

yönlendirebilecek şekilde bazı girişimlerde bu-

lunabileceği yönünde görüşler ortaya konulmaya

başlanmıştı.13 Bu görüşler ışığında Mart ayı ile

birlikte hem barış sürecinin yeniden gündeme

gelmesi hem de Türkiye’den özür dilenmesi ger-

çekleşmiştir.

İsrail Esad rejiminin gitmesini istemekle beraber, ilişkilerde aktif ve saldırgan davranacak, Golan Tepeleri’ni geri almak için

savaşabilecek yeni bir rejim konusunda hassastır.

Page 34: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Son aylarda Suriye içinde artan gerginlik ve kim-

yasal silah kullanılmasına dair iddialar da hiç kuş-

kusuz İsrail’in Türkiye ile yakınlaşmanın önemli

bir parçasını oluşturdu. Suriye’deki gelişmelerin

Lübnan’a ve Ürdün’e sıçraması riski ve bölgesel

gelişmelerin seyrine dair ve olası bir uluslararası

operasyon durumunda istihbarat paylaşımının

önemi Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesinde

İsrail için önemli bir noktaydı. ABD’li yetkilile-

rin uzun zamandır İsrail ve Türkiye’yi bir araya

getirme isteklerinde de bu durumun rolü vardır.

Mavi Marmara sonrasında her platformda ve

uluslararası organizasyonlarda İsrail’in siyasetini

eleştiren Türkiye, özellikle NATO içinde yürüt-

tüğü İsrail’i NATO bağlamında atılacak her türlü

adımın dışında tutma politikası yürütmekteydi.

Suriye’de yaşanan gelişmelere dair bilgi paylaşı-

mı, ortak hareket etme ve olası bir operasyonda

ABD’nin bölgedeki iki müttefikini aynı platform-

da bir araya getirme isteği, NATO bağlamında-

ki paylaşımların da önünü açabilecek formüller,

ABD’nin İsrail’i özür konusunda ikna etmesinde

önemli oldu.

Türkiye’den özür dilenmesi Filistin ile barış sü-

recinin yeniden canlandırılmaya çalışılmasıyla

neredeyse paralel şekilde olmuştur. Filistin me-

selesinde atılacak adımlar Türkiye ile ilişkilerin

geliştirilmesinde hiç şüphesiz kolaylaştırıcı rol

oynayacaktır, zira daha önce belirtildiği gibi Tür-

kiye-İsrail ilişkileri Filistin meselesindeki adım-

larla yakından ilişkilidir. Dışişleri Bakanı Davu-

toğlu da özür sonrasında “gelişmenin zaman-

lamasının, Filistin tarafının ağırlığını artıran ve

İsrail-Filistin meselesinde Türkiye’yi denkleme

daha çok sokan bir hamle olduğunu” belirterek

konuların ilişkisini ortaya koymuştur.14 Türkiye

ayrıca bu gelişmeyle 2000’lerde olduğu gibi ta-

raflarla konuşabilen ve ‘iyi ilişkisi’ olan tek aktör

olarak yeniden gündeme gelebilecektir.

İkili İlişkilerin Önündeki Engeller

Arap Baharı sonrası yeniden ortaya çıkan “ortak

tehdit” algısı ikili ilişkilerin özür sayesinde düzel-

mesinde önemli olmuş olsa da Türkiye-İsrail iliş-

kilerinin geçmiş dönemlerdeki (1990’lardaki) ya-

kın işbirliğine hatta 2000’lerin kriz-normalleşme

döngüsüne dönebilmesi bu noktada zor görül-

mektedir. Bunun için bazı engeller ön plana çık-

maktadır.

Bunlardan en önemlisi Türkiye ve İsrail’in ortak

tehdit algısının ne derece örtüşeceği ve kapsamlı

bir işbirliğine dönüşebileceği meselesidir. Şu an

Türkiye ve İsrail, Suriye’deki kanın durması ve

Beşar Esad’ın gitmesi konusunda fikir birliğin-

de olsalar da İsrail’in Suriye’de kurulacak yeni ve

revizyonist olabilecek bir hükümetten çekincesi

çok büyüktür. Ne de olsa İsrail Esad rejiminin

gitmesini istemekle beraber, 1973 savaşından

beri sınırından tek bir kurşun atılmamış olma-

sından memnundur. İsrail ile ilişkilerde aktif ve

saldırgan davranacak, Golan Tepeleri’ni geri al-

mak için savaşabilecek yeni bir rejim konusunda

hassastır. İsrail’in daha önce de belirtildiği gibi

önceliği İran’dır ve bölgedeki tüm girişimlerini

İran öncelikli olarak gerçekleştirecektir. Suriye

meselesi Türkiye ve İran’ın ilişkilerinde krize ne-

den olmuş olsa da İsrail’in İran’a karşı herhangi

bir müdahalesinin Türkiye tarafından ne derece

kabul göreceği tartışmalı olabilir. Bu bağlamda

T r iye’nin Suriye srail aras nda y r tt arabuluculu rol srail’in Gazze’ye ar giri ti i D me ur un Operasyonu’na de s rd Anca Operasyon’la birli te sadece ili ilerde gerilim ya anmaya ba lamad ayn zamanda ili ilerin opma no tas na gelece i sadece siyasi ili ilerde de il hal d zeyinde de gerilimin t rmanaca yeni bir s re ba lad

Page 35: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

ilişkilerdeki iyileşme bu noktada konjonktürel,

Suriye/İran eksenindeki gelişmelere bağlı ola-

caktır ve bölgesel gelişmelerden bağımsız olarak

düşünülmemelidir.

Filistin meselesindeki gelişmeler de Türkiye-İs-

rail ilişkilerinin geleceğinde önemli olacaktır.

ABD hükümeti, Mart 2013’de iki devletli bir çö-

zümü merkeze koyan ve Dışişleri Bakanı Kerry

tarafından aktif bir şekilde yürütülmeye başla-

nan yeni bir girişim başlatmıştır. İsrail ve Filistin

Otoritesini yeniden ve önkoşulsuz olarak görüş-

melere başlamaya çağıran Kerry, Arap Barış İni-

siyatifini temel alarak ilerlemeye çalışmakta ve

bu sayede sonuçta İsrail’in tüm Arap dünyasıyla

ilişkilerini normalleştirebileceği bir plan üzerin-

de hareket etmektedir. Bu durum bölge barışının

sağlanması için son derece önemlidir ve 2000 yı-

lından beri yürütülen en ciddi girişimdir. Her ne

kadar taraflar önkoşulsuz olarak girişime destek

verseler de, örneğin Filistin tarafı İsrail ile görüş-

melere başlamak için uzun zamandır talep ettiği

önce yerleşimlerin inşaatının durması koşulu ol-

madan girişime olumlu bakmıştır, tarafların kısa

zamanda sonuç alabilmesi çok zor görünmekte-

dir. Pek çok kanaat önderi, Netanyahu hüküme-

tinin görüşmelerde en iyi ihtimalle uzun vadeli

bir geçiş dönemi önereceğini, bunun ötesinde bir

ilerlemenin zor göründüğünün altını çizmekte-

dirler. Filistin tarafında da özellikle Filistin dev-

letinin sınırlarının nerede olacağı, Kudüs’ün ge-

leceği ve Filistinlilerin geri dönüş hakkı ile ilgili

olarak anlaşmazlığın temelini oluşturan konular-

da önemli kaygılar devam etmektedir. Bunun ya-

nında, Filistin siyaseti açısından en önemli sorun

Filistin’in bölünmüşlüğü ve el-Fetih ve Hamas

arasındaki ayrılıktır. Bugüne dek ayrılığı gider-

mek üzere yapılan hiçbir toplantının sonuç ge-

tirmemesi ve birlik hükümetinin kurulamaması

meselenin temelindedir. Gazze’nin, bu bölgeye

yapılan resmi ziyaretlerin artmasıyla beraber,

bölgesel siyasette ayrı, meşru bir aktör olmaya

başlaması Filistin otoritesinin geleceğiyle ilgili ve

İsrail-Filistin barış görüşmeleriyle ilgili endişeyi

arttırmaktadır. Bu durum Türkiye-İsrail ilişki-

lerinin geleceğini de etkileyecektir çünkü daha

önce belirtildiği gibi Filistin meselesindeki olum-

lu adımlar ilişkilere de olumlu yansırken, aksi

yöndeki gelişmeler ilişkilerde gerilime ve krize

yol açmaktadır. Barış görüşmeleri için adımlar

atılırken, Başbakan Erdoğan’ın olası Gazze zi-

yareti bir taraftan İsrail tarafından hem Hamas’ı

daha da meşrulaştıracağı için hem de güvenlik

kaygıları bağlamında eleştirilecek, diğer taraftan

da Filistin Otoristesi’ni daha da zayıflatma riski

nedeniyle etkili olabilecektir. Böyle bir ziyaret

şüphesiz Türkiye-İsrail ilişkilerini etkileyecektir

ancak bunun ötesinde Filistin siyasetini de etki-

leme olasılığı nedeniyle barış girişimini güçlen-

dirmeye çalışan ABD tarafından da yakından

izlenmektedir.

Türkiye-İsrail ilişkilerinde özür sonrası sürecin

geleceği ile ilgili düşünürken altı çizilmesi gere-

ken bir nokta da yukarıda belirtilen iki taraftaki

liderlerin beraber çalışma zorlukları ve siyasi li-

derler seviyesinde düşüncesel anlamdaki anlaş-

mazlıklar ve bunların toplumsal yansımalarıdır.

Yakın dönemde vurgulanan fikir ayrılıklarının

ve karşılıklı olumsuz düşüncelerin kısa zamanda

değişmesini beklemek de zor olacaktır.

Sonuç

Bu makale 2000’li yıllarda Türkiye-İsrail ilişkile-

rindeki kriz sarmalını ve nedenlerini ele aldıktan

sonra 2010 sonrası kopma noktasına gelen iliş-

kileri incelemiş, üç sene sonra İsrail’in özür dile-

mesinin ardındaki nedenleri ele almıştır. Makale

özür sonrası süreçte ilişkilerin kalıcı işbirliğine

dönüşebilmesi için bazı engeller olduğunu be-

lirtmiş ve şu an ilişkilerin daha çok konjonktürel

ve geçici bir ortak çıkar algısına bağlı olduğunu,

orta ve uzun vadeli bir işbirliğinden bahsetmek

için henüz erken olduğunu belirtmiştir. Bu bağ-

lamda ekonomik ve teknik işbirlikleri geliştirilse

de siyasi ve toplumsal anlamda yakınlaşma için

özellikle Filistin meselesinde atılacak adımların

yakından izlenmesi gerektiği düşünülmektedir.

O

Page 36: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

1 Örneğin bakınız Seymour Hersh, “Plan B: The Kurdish Gambit”, The New Yorker, 28 Haziran 20042 İsrail’de Dış İşleri Baaknlığı yetkilileri ve gazetecilerle yapılan görüşmeler. Haziran 2005.3 “Hürriyet, 20 Mayıs 20044 İsrail’de yapılan görüşmeler, Kasım 2008.5 “Erdoğan: ‘Benim için Davos Bitti’”, Hürriyet, 30 Ocak 2009. http://www.hurriyet.com.tr/dunya/10886978.asp6 İsrail’de Likud’lu bir siyasetçiyle yapılan görüşme, 13 Temmuz 20107 İsrail’de yapılan görüşmeler, Temmuz 20108 “Erdoğan’dan İsrail’e: Biz katile katil deriz”, Radikal, 25/11/2010 http://www.radikal.com.tr/dunya/erdogandan_

israile_biz_katile_katil_deriz-10301569 Bu konunun detaylı bir incelemesi için bakınız, Özlem Tür, “Economic Relations with the Middle East Under the

AKP – Trade, Business Community and Reintegration with Neighboring Zones”, Turkish Studies, Cilt 12, No.4, Aralık 2011, ss. 598-599.

10 “Davutoğlu:Tüm talepler karşılandı”, Yeni Şafak, 22 Mart 2013, http://yenisafak.com.tr/gundem-haber/davutog-lutum-talepler-karsilandi-22.03.2013-502755

11 İsrailli akademisyenler ve siyasetçilerle görüşmeler, İsrail, Mayıs 2012 ve Prag, Şubat 2013.12 İsrailli akademisyenler ve siyasetçilerle görüşmeler, İsrail, Mayıs 2012 ve Prag, Şubat 201313 İsrailli akademisyenler ve siyasetçilerle görüşmeler,İsrail, Mayıs 2012 ve Prag, Şubat 2013.14 “Davutoğlu:Tüm talepler karşılandı”, Yeni Şafak, 22 Mart 2013, http://yenisafak.com.tr/gundem-haber/davutog-

lutum-talepler-karsilandi-22.03.2013-502755

DİPNOTLAR

Page 37: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Meanwhile, the Middle East and North Africa (MENA) security environment and threat landscape witnessed, or have still been witnessing to

be precise, major fluctuation and destabilization times.

Future MENA Threat Landscape and Turkey’s

Defense Posture*

Geleceğin ODKA’sında Tehdit manzaraları ve Türkiye’nin Savunma Duruşu

Can KASAPOĞLU

Özet2000’li yıllarla birlikte Orta Doğu ve Kuzey Afrika (MENA – İng.) güvenlik ortamı bir yandan stratejik silah sistemleri, diğer yandan da melez savaşlar tarafından şekillendirilmektedir. Stratejik silahlar hususunda, özellikle İran’ın agresif çabaları göz önünde bulundurulduğunda, füze sistemlerinin yayılmasının önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. MENA güvenlik ortamının diğer ucunda bulunan melez savaşlar ise evril-meye devam etmektedir. 2006 Lübnan Savaşı’nı müteakip, askeri analistler melez savaşların yükselişini “keşfetmişlerdir”; öte yandan söz konusu trendin 1990’lı yıllarda vuku bulan Birinci ve İkinci Rus – Çeçen Savaşlarının tetkik edilmesi suretiyle daha erken keşfedilmesi mümkün olabilirdi. Bir Batı demokrasisi ve NATO üyesi olan Türkiye, sözü edilen güvenlik ortamı ile karşı karşıyadır ve yüksek bir adaptasyon kapasi-tesine gereksinim duymaktadır. Şimdiye dek, AK Parti yönetimi Türk sivil-asker ilişkilerinin demokratik bir çerçeve içinde normalleştirilmesinden ve cumhuriyet tarihinin en başarılı askeri modernizasyonlarından birinin yürütülmesinden dolayı çok önemli adımlar atmaktadır.

* The op-ed version of this article was first published by Today’s Zaman daily – Through Orsam’s Lens pages on May 19th 2013, Sunday.

Page 38: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Abstract

By the 2000s, the MENA security environment is

being shaped by strategic weapon systems on one

hand, and also by hybrid warfare on the other

hand. On strategic weapon systems angle, missile

proliferation holds a crucial place and the trend

is likely to continue, especially given Iran’s aggres-

sive push. The “other extreme” in the MENA secu-

rity environment is the rise of asymmetric threats,

especially in evolving forms of hybrid warfare.

Since 2006 the Second Lebanon War experience,

military analysts have “discovered” the rise of

hybrid threats, something that they should have

anticipated due to the lessons learned from the

1st and the 2nd Ruso-Chechen wars in the 1990s.

Turkey, as a Western democracy and a NATO

nation in the Middle East, is to face this emerging

regional threat landscape that necessitates high

adaptability. So far, AK Party administration has

taken important steps in defense affairs by nor-

malizing Turkish civil – military relations in a

democratic context, and also by running one of

the most successful military modernizations and

defense policies in the republic’s history.

Keywords: MENA, Strategic Weapons, Hybrid

Wars, Turkish Defense Modernization

Introduction

Slightly more than a decade under AK Party

government, Turkey’s military trends have been

showing some distinctive characteristics that are

pretty promising for the future strategic posture

of the nation. The first and foremost develop-

ment is a drastic shift in civil-military relations

towards a democratic civilian oversight over the

armed forces that ended the country’s decades-

long fragmented decision-making system which

resulted from military guardianship over domes-

tic politics. Thereby, now Turkish Armed Forces

has been turned into a true national defense body

that is distanced from involving domestic poli-

tics. Second, in parallel with the democratization

of Turkish civil-military relations, Ankara man-

aged to run a successful military modernization

program that is promising to match Turkey’s de-

fense needs, as well as its regional assertions.

Meanwhile, the Middle East and North Africa

(MENA) security environment and threat land-

scape witnessed, or have still been witnessing to

be precise, major fluctuation and destabilization

times. Notably, the MENA military trends tend

to move towards the two extremes of “conflicts

scale”. Clearly, on one hand, we have a menacing

strategic weapons proliferation, which has been

resulting from missile environment and WMDs;

and on the other hand, we have the dramatic

rise of asymmetric threats and hybrid wars. Fur-

thermore, some game-changer weapon systems,

such as MANPADs, ballistic missiles, drones,

and WMD assets are being introduced to several

MENA battlegrounds in an intensifying fashion.

In such a complicated overall picture, in which

state-led conventional warfare threats are on de-

cline while low and high intensity ones tend to

mount, it is important to assess Turkey’s near fu-

ture defense posture with regard to the regional

military trends.

This article will firstly elaborate strategic weap-

ons trend in the MENA with a focus on Iran.

In the light of the Clause itzian approach the real ar as the Prussian theorist depicted is constrained by the very parameters of the real orld hich ma es the phenomenon of ar itself pretty un

certain and unpredictable ithout a doubt the MENA region is no e ception to this fact

Page 39: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Subsequently, hybrid warfare trends will be as-

sessed in the light of some key conflicts that

took place in the recent years. Finally, Turkey’s

defense posture in the forthcoming years will

be discussed with regard to the MENA military

trends and possible trajectory of the regional se-

curity environment. The article will conclude by

presenting key findings in the last part.

Key Trends in the Mena Security

Environment

As military historian and strategist Azar Gat

stated:

“Contrary to the Rousseauite imagination, the

evidence of historically observed hunter-gather-

ers and, more dimly but increasingly, that of pa-

laeo-archaeology shows that humans have been

fighting among themselves throughout the history

of our species and genus, during the human ‘evo-

lutionary state of nature“.1

In the light of the Clausewitzian approach, the

“real war”, as the Prussian theorist depicted, is

constrained by the very parameters of the “real

world” which makes the phenomenon of war it-

self pretty uncertain and unpredictable; without

a doubt, the MENA region is no exception to this

fact.

By the 2000s, the MENA security environment is

being shaped by strategic weapon systems, par-

ticularly missile proliferation; and also by evolv-

ing low intensity conflicts that has come into

prominence in different forms of hybrid warfare.

This complicated picture, in which conventional

military thinking is challenged to a certain ex-

tent, results from the tendency towards “quick-

fix” solutions that would compensate for aus-

terity conditions and also for an increasing gap

between the technologically and economically

superiors and inferiors. In other words, recalling

Gat’s statement referred above, human nature,

be it in the contemporary MENA or in the Medi-

eval Europe, carries on finding new and effective

ways to wage wars.

Missile Proliferation and Iranian Threat

On the strategic weapon systems angle of the

emerging MENA military balance, missile pro-

liferation holds a crucial place and the trend is

likely to continue, especially given Iran’s aggres-

sive push for both enhancing its own inventory,

as well as those of its proxies in the region.

Tehran’s menacing missile program should be

addressed regarding “going nuclear” and “re-

maining non-nuclear” scenarios at the same

time.

Even without reaching nuclear WMD capacity,

Iran’s missile proliferation trends pose a signifi-

cant threat to the GCC states, Israel, and Turkey

regarding Tehran’s efforts to improve precision

guidance and warheads.2 In case the Iranian mis-

sile capabilities reach a certain level of precision,

then we will be talking about an advanced de-

structive capacity against strategic targets such

as oil infrastructure, desalination plants, and key

military units and facilities. 3

Along with the precision and warhead improve-

ments in the Iranian missile trend, the quan-

tity, namely dramatically rising numbers in

Tehran’s strategic and tactical inventories, also

pose threat to missile defense balances in the

region. The Iranians’ numerical advantage with

respect to Shahab – 1,2,3, Fateh – 110, and Zel-

zal missiles brings about a potential “saturation”

of neighboring countries missile defenses that

could render anti-ballistic missile systems abor-

tive to a considerable extent.4 In case of an in-

tensive salvo conducted by the Iranian missile

forces against one of Tehran’s neighbors, and as-

suming a scenario in which effective warheads

could be used with low circular error probability

(CEP) assets, then it would be accurate to take

catastrophic results into consideration.

In addition to the missile proliferation, should

Tehran succeeds to go nuclear unstopped, then

it would increase its destructive capabilities from

“strategic” level to “existential”, at least for some

of its neighbors with fragile strategic depths, and

inadequate missile defenses and second strike

capabilities.

Page 40: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

In a broader context, nuclear arms and a pos-

sible nuclear arms race in the Middle East has a

particular military context due to some “practi-

cal” reasons. As the Strategic Studies Institute of

the US Army stressed in its “Next Arms Race”

monograph:

“While Iran’s pursuit of nuclear weapons is a key

determinate of the looming Middle East nuclear

arms race, it is not the only one. There are five

overarching key determinants fueling the Middle

East appetite for nuclear weapons. These deter-

minants are the desire for nuclear weapons to

deter adversaries, compensate for conventional

weapons shortcomings, fight wars, garner domes-

tic political power, and win internation al politi-

cal power…”5

At this point, one should not naïvely reduce

Iran’s nuclear ambitions into “simply deterrence”

or “regime security” functions that are static in

essence. Per contra, recent trends suggest that

nuclear assets, especially tactical nuclear weap-

ons (TNW), might be used in conventional wars

indeed. For instance, Pakistani military doctrine

grants TNW option against a successful con-

ventional incursion by India due to New Delhi’s

Cold Start strategy. Likewise, the modern Rus-

sian military thought considers TNWs as means

of compensating for Moscow’s conventional

handicaps in Europe, a response to NATO’s in-

creasing ballistic missile defence capabilities,

as well as a reliable asset in a possible military

buildup vis-à-vis the Chinese; as outnumbered

Russian troops in the Far East struggle to balance

the People’s Liberation Army elements in a large

frontier area.

Notably, given the TNWs’ situation elaborated

above, one should comprehend the correlation

between Iran’s missile proliferation and its nu-

clear ambitions. Clearly, Tehran, most probably,

is working on missile technology with regard to

future delivery means for its nuclear program. In

fact, a CSIS report indicates that:

“Iran’s growing inventory of ballistic missiles and

its acquisition and indigenous production of anti-

ship cruise missiles (ASCMs) provide capabilities

to enhance its power projection. Tehran views its

conventionally armed missiles as an integral part

of its strategy to deter—and if necessary retaliate

against—forces in the region, including US forc-

es. Its ballistic missiles are inherently capable of

delivering WMD, and if so armed, would fit into

this same strategy”6

Apart from the nuclear arms, we should also

draw attention to chemical and biological weap-

ons as important WMD assets, especially in

combination with surface to surface missiles

(SSM). In this regard, Syrian Baathist dictator-

ship’s arsenal poses the first and foremost threat

trend in the MENA region. Assad’s tyranny holds

a notorious chemical weapons inventory and al-

legedly biological agents. Syrian WMDs include

sarin and tabun nerve gasses and VX, along with

mustard blister agents. Furthermore, Syria’s de-

livery capability poses a serious threat too. Along

with aerial bombs and artillery; ballistic missiles

and chemical warheads provides Assad’s forces

the ability to threaten its neighbors from deep

territory.7 The Syrian Missile Command pos-

sess three SSM brigades of which, at least one of

them, is capable of launching SCUD types and

variants short-range ballistic missiles (SRBM).

The Baathist regime’s SRBMs are capable of hit-

ting a wide area from 300kms (via SCUD B) to

700-800 kms (via SCUD C about 500-600kms,

and via SCUD D –North Korean No Dong– vari-

ant up to 700-800kms).8

The missile trends in the emerging MENA se-

curity environment are not limited to state-led

threats. In the contemporary “military reality” of

the region, SRBMs, large caliber rockets and even

some cruise missiles present asymmetric threats

to missile defense.9 Notably, in the recent years,

non-state actors like Hezbollah and Hamas have

achieved critical improvements with respect to

their missile / rocket inventories as well as their

operational records. Lessons learned from the

2006 Lebanon War showed that non-state mis-

sile / rocket threat could reach formidable levels

that can force a military machine like the Israel

Defense Forces to “failure to win”, if not a defeat.

For instance, until the UN cease-fire in August

14th, the Lebanese Hezbollah managed to launch

about 3,790 rockets into the Israeli territory and

Page 41: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

9

managed to achieve some 901 hits that injured

over 4,500 and killed 42.10 More importantly, de-

spite the Israelis’ reliance on air superiority and

standoff strikes, which combined with ground

incursion in the subsequent stages of the con-

flict, Hezbollah managed to fire rockets for 34

days, namely until the last day of the war. Since

the 2nd Lebanon War, Hassan Nasrallah’s para-

military organization is believed to carry on its

significant uptrend in rocket and missile inven-

tory. Furthermore, as a result of the Syrian civil

war, now Hezbollah may have greater access to

the Baathist dictatorship’s arsenal that could

mean advanced systems such as Scud-C and

Scud-D with WMD-warhead capabilities, and

Fateh – 110 with a higher precision.

In parallel with the Hezbollah case, the most

recent military conflict between the IDF and

Hamas, namely the Operation Pillar of Defense

that took place in late 2012, once again proved

the very fact that non-state actors in proxy wars

can be well augmented by rocket capabilities,

so that they can reach formidable threat levels,

even against major military powers with limited

strategic depth. During the Operation Pillar of

Defense (OPD), within a time period slightly

more than e week to be precise, Gazan groups,

particularly Hamas, fired more than 1,500 rock-

ets and projectiles.

At this point, missile defense systems in various

altitudes come into the picture. During the OPD,

Israel’s Iron Dome system destroyed 421 incom-

ing rockets by using 500 interceptors which

means an impressive 84% interception rate along

with a 1,2 ratio between the used interceptors and

the number of engaged rockets. (152 rockets did

Apart from the nuclear arms, we should also draw attention to chemical and biological weapons as important WMD assets,

especially in combination with surface to surface missiles (SSM). In this regard, Syrian Baathist dictatorship’s

arsenal poses the first and foremost threat trend in the MENA region.

Page 42: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

not reach Israel and some 875 were not engaged

due to their trajectories; so the Iron Dome system

engaged in interception of some 479, about 32%

of the total rockets fired). 11 On the other hand,

some Israeli military experts criticized the Iron

Dome system, not because of its performance,

but because its strategic outcomes that, the cri-

tiques claim, reduced the IDF’s deterrence by the

utilization of static systems instead of more ag-

gressive incursions.12

To sum up, rising missile & rocket threat at the

hands of both state and non-state actors is likely

to make the MENA security environment more

complicated in the near future. One of the most

striking results of this military trend is the dra-

matically increasing need for missile defense sys-

tems all over the region. For instance, during the

OPD Israel had to speed up its Iron Dome de-

ployments by acquiring the 5th battery; and now

is pursuing the David’s Sling system in order to

intercept medium tier threats that fall under the

gap between the lower range Iron Dome and the

higher range / altitude Arrow system. Another

example is the NATO Patriot systems deploy-

ment on Turkish soil due to the Syrian Baathist

tyranny’s chemical (and allegedly biological)-

warhead ballistic missile inventory. In addition

to the pressing need for missile defenses and

non-proliferation measures, increasing range of

the existing inventories is challenging the con-

ventional strategic depth paradigm of war stud-

ies. As a matter of fact, IISS’ recent Military

Balance annual report draws attention to the

fact that the Israeli home front might turn into

a “front line” due to the mounting missile and

rocket proliferation.13 Without a doubt, given the

Iranian missile proliferation trends, which even

succeeded to cover Turkey’s Sea of Marmara

region by the solid-propellant & multi-stage Se-

jil-2 test in 2009, a broad territory in the MENA

might soon lack “home fronts” at all.

Rise of Hybrid Wars: The Threat at Turkey’s

Doorstep

As indicated, the “other extreme” in Turkey’s

security environment is the rise of asymmetric

threats, especially in evolving forms of hybrid

warfare.

Theoretically speaking, hybrid warfare can be

defined as combination of irregular and con-

ventional capabilities within meaningful op-

erational integrity. In a broader military extent,

hybrid warfare is a “multi-modal” form of fight-

ing battles through systematic incorporation of

a wide-array of military and paramilitary con-

cepts.14 To be precise, one should not reduce the

hybrid warfare concept into a simpler “regular

and irregular forces on the same battleground”

formula. In a more complicated fashion, hybrid

warfare does not occur from the overlap of regu-

lar and irregular concepts, but integrates them

in a systematically designed strategic context for

adopting a new military paradigm.15

Since 2006 Lebanon War experience, mili-

tary analysts have discovered the rise of hybrid

threats, something that they should have antici-

pated due to the lessons learned from the 1st and

the 2nd Ruso-Chechen wars in the 1990s. In 2006,

Nasrallah’s fighters did not only act as “simply ir-

regulars as usual”, but managed to fight in mod-

erate-sized units (up to a battalion sometimes)

with standoff capabilities and disruptive assets

through MANPAD & ATGM weapons in order

to deny the IDF armor and mechanized maneu-

ver capabilities. For instance, as Matthews re-

veals in his military analysis on the Second Leba-

nese War;

“…of the 114 IDF personnel killed during the war,

30 were tank crewmen. Out of the 400 tanks in-

volved in the fighting in southern Lebanon, 48

were hit, 40 were damaged, and 20 penetrated.

It is believed that five Merkavas were completely

destroyed. Clearly, Hezbollah has mastered the

art of light infantry/ATGM tactics against heavy

mechanized forces”.16

Moreover, during the war, Hezbollah even

showed its abilities to threaten Israeli naval as-

sets through hitting INS Hanit, an advanced

Sa’ar 5 class corvette, probably by firing a C -802

missile from coastal launchers. Likewise, during

the Operation Cast Lead and the Operation Pil-

lar of Defense in 2008 and in 2012 respectively,

we saw Gazan groups altering their concepts by

adopting more of a hybrid warfare-type strategy.

Page 43: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Currently, another hybrid warfare case, the Syr-

ian Civil War, is ongoing right at Turkey’s door-

step. Furthermore, not only the armed opposi-

tion has been conducting hybrid concepts, but

also the Baathist dictatorship has shaped its vio-

lent strategy by utilizing a wide-array of means

ranging from indiscriminate shelling and air

force bombardments in combination with Shabi-

ha paramilitaries within operational integrity.17

The more non-state actors’ access to game-

changer weapons increases, the more likely it is

that hybrid conflicts will spread in Turkey’s hin-

terland. Besides, weakening state capacity in sev-

eral nations following the “Arab spring” would

possibly augment this menacing development.

In sum, the security environment and military

trends surrounding Turkey are complicated and

pose threats in different levels and strategic con-

texts. Meanwhile, Turkey is showing a promising

military profile under AK Party management of

defense affairs which will be elaborated by the

next section.

Turkey’s Defense Modernization Trajectory

and Future MENA Security Environment

As the last decade’s conflicts and military trends

in the Middle East showed, Turkey, an important

NATO nation bordering a dangerous region,

should prepare for the next decade’s MENA

threat landscape. In conjunction with the nor-

malization of civil – military relations in Turkish

domestic politics and due to the increasing dem-

ocratic civilian oversight of military affairs, AK

Party government has asserted greater control

over Turkey’s military procurement and devel-

opment projects. Undersecretariat for Defense

Industries (UDI), the top military procurement

body chaired by PM Erdogan as head of the Ex-

ecutive Committee, is primarily responsible for

shaping the country’s defense modernization.

According to the UDI’s open-source reports,

Turkish military modernization record showed a

crucial improvement, and Ankara needs to keep

up the successful momentum in order to meet

its defense needs.18 In this respect, Turkey’s anti

–ballistic missile systems procurement& co-

development project and the F-35 deal, which

is expected to increase stealth standoff capabili-

ties, would hold a central role in shaping the na-

tion’s military posture. Especially, given the stra-

tegic weapons trend in the Middle East, Turkey’s

ballistic missile defense project (LORAMIDS)

would be a key issue, and it is argued that Anka-

ra’s scope when aiming effective missile defense

capacity results from the regional leadership ob-

jective.19 As a matter of fact, in 2002 Turkey has

altered its “Turkish Armed Forces Air Concept”,

and adopted “Aerospace and Missile Defense

Concept” which commissions the air force to se-

cure overall air defense of the country.20

In that sense, integration of Turkey’s national

drone, Anka, to other weapon systems (prob-

ably in 2014) is expected to improve the network

centric warfare capacity. Besides, Ankara’s deci-

sion to arm the Anka with Cirit-type laser guid-

ed missile might be a critical move that would

augment the Turkish military’s strike capacity

against moving targets and light armor, in addi-

tion to classic surveillance functions of UAVs.21

On the strategic weapon systems angle of the emerging MENA military balance missile proliferation holds a crucial place and the trend is li ely to continue especially given Iran’s aggressive push for both enhancing its own inventory as well as those of its pro ies in the region

Page 44: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Should the Anka project be completed success-

fully, including the drone’s integration with oth-

er systems and also by accomplishing the armed-

drone upgrade, then Turkey’s capability to con-

front hybrid threats is believed to be fostered to

a certain extent.

Moreover, Turkey’s armor and close air sup-

port trends through national main battle tank

(Altay) and attack helicopter (T-129) projects,

which would be augmented with other key pro-

curements such as the CH-47 Chinook, would

significantly improve Ankara’s air-land warfare

capabilities and maneuverability. On the naval

warfare cannon, developments in the Milgem

Project, as well as in submarine inventory, and

in amphibious warfare capabilities offer a pretty

optimistic future.

More importantly, by the 2000s Turkish defense

modernization is now being undertaken through

democratically shaped civil-military relations

and also through promoting a more effective de-

fense industry. What is more, the political con-

text of Turkey’s military march is Western-mind-

ed and in favor of liberal - democratic values so

that Turkish – American partnership is essential

to Ankara’s best interests; and as Turkish – Israe-

li relations normalize, fruitful military coopera-

tion between the two Middle Eastern democra-

cies can be resumed. However, there is still room

for improvement for Ankara’s impressive up-

trend. For one, this paper argues, although Tur-

key reached an enormous competitiveness with

respect to procurements and inventory vis-à-vis

most European states, it still lacks Western style

war studies knowledge in the Turkish academia,

as well as military-scoped think-tanks such as

Center for Strategic and Budgetary Assessments

or Institute for the Study of War.

Finally, NATO’s TNW deployment in Turkey is

an important factor that would play a key role in

Turkish defense posture in the near future, es-

pecially given the strategic weapons trend in the

MENA threat landscape and the Iranian nuclear

program.

TNW existence in Turkey is a result of the Cold

War balance of power. By the mid 1980s, Wash-

ington deployed some 500 warheads in Turkey,

at four air bases. At that time, Turkish military

capabilities were designed to play active roles in

NATO nuclear missions through F-104, F-4, and

F-100 fixed-wing assets, as well as via some land

forces units. Despite the Cold War ended, Tur-

key, along with Germany, Italy, the Netherlands,

and Belgium, still continues to host B-61 type

TNWs; yet, the Turkish Air Force no longer con-

duct nuclear exercises.22 Regardless of TNWs’

practical role in NATO’s defense posture, Turk-

ish decision-makers have long seen B-61s as

strong ties to the Western security umbrella.23

However, it is ambiguous whether the North At-

lantic Alliance would keep deploying tac-nukes

or not. For instance, unlike the former two stra-

tegic concepts (1991 and 1999), the most recent

strategic concept of the North Atlantic Alliance

(2010) did not mention “sub-strategic nuclear

weapons in Europe” openly, something hap-

pened for the first time up until now.24

Conclusion

In sum, the MENA security environment is get-

ting complicated due to the rising military trends

of strategic weapon systems and hybrid warfare.

Notably, the Syrian civil war is the most recent

concrete example of this fact, as we see the

Baathist dictatorship’s WMD and missile arsenal

as a pressing threat on one hand; along with the

mounting asymmetric conflict which integrates

irregular and conventional concepts and assets

on the other hand.

At this point, Iran appears to be the most im-

portant actor of the next MENA threat land-

scape due to its defense trends which this paper

prefers to depict as “aggressive adaptation”. First,

Tehran possesses the largest ballistic missile in-

ventory in the region and this aggressive push is

likely to continue. Second, via its notorious Quds

Forces, Iran carries on prompting proxy wars all

around the region from Gaza to Syria, and Leba-

non. In this respect, Iran’s role in Assad’s violent

crackdown is meaningful. Thirdly and more im-

portantly, Tehran is integrating its high and low

intensity conflict concepts under the oversight

Page 45: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

of the IRGC which controls Quds Forces and Ba-

sij militia, along with missile systems and naval

asymmetric warfare units.

Confronting multi-modal threats in a broad con-

text is one of the hardest tasks in defense issues.

For one, a country needs pretty diverse military

measures to cope with strategic weapons and

hybrid warfare at the same time. Besides, such a

military strategic posture would add additional

burden on defense budgets.

Turkey, as a Western democracy in the trouble-

some Middle East, is likely to face this emerging

regional threat landscape that necessitates high

adaptability. So far, the Turkish government has

been doing well to address the nation’s defense

needs and to democratize Ankara’s decision-

making processes. The future Turkish military

posture, if the current projects could be success-

fully completed, would be promising by the in-

tegration of modern naval, air force, UAV, mis-

sile defense, and air-land mechanized and armor

warfare assets. As a country with 10 – 15 billion

USD defense budget range, Turkey’s strategic

imperative is to reach a sustainable and effective

procurement & development level that would

meet the demands of being a regional power.

To do so, Turkey has to render strategic threats

abortive and project power simultaneously with

a very cost-effective resource allocation and

budget management. Furthermore, the geopolit-

ical imperatives of the nation necessitate diverse

military strategic capabilities. Put simply, Turkey

has to possess powerful naval and amphibious

capabilities due to its peninsula location that ad-

joins three sea basins and straits, effective mis-

sile defenses due to its neighbors’ missile prolif-

eration, mobile and elastic land forces units sup-

ported by powerful artillery assets for keeping

conventional upper hand, and a formidable air

force for different missions.

The 2nd Lebanon War, the Israelis’ endeavors in

Gaza in 2008 and 2012 respectively, the Iranian’s

drills and tests in the recent years, and finally the

Syrian civil war have been offering valuable les-

sons-learned potential for shaping Turkey’s fu-

ture defense posture with respect to the MENA

regional military balance. For instance, the re-

cent MANPAD trends should be monitored and

analyzed closely in order to keep the future flight

missions of the Anka drone and T-129 Attack

Helicopter as safest as possible; and Hezbollah’s

tactical approach against the Israeli Merkavas

could be a good lessons-learned for protecting

Altay main battle tanks against possible irregu-

lars. This check-list can, and should, be modi-

fied with regard to further perspectives that

would be raised by Turkish strategic community.

Thereby, Ankara should consolidate its success-

ful defense modernization with a broad military

thinking for promoting Western values of peace

and democracy in a region of violent tyrannies,

as surfaced in the Baathist dictatorship of Syria

example recently.

O

1 Azar, Gat. War in Human Civilization, Oxford University Press, New York, 2006, p. 663.2 Anthony, Cordesman, et al. US – Iranian Competition in the Gulf Military Balance – II: The Missile and Nuclear Di-

mensions (10th Edition), CSIS, Washington D.C., 2012. p. V.3 Ibid.4 Eddie, Boxx. “Countering the Iranian Missile Threat in the Middle East”, Policy Watch 1991, Washington Institute

for Near East Policy, October 18th 2012.5 Henry, D, Sokolski [ed.], The Next Arms Race, U.S. Army War College Strategic Studies Institute, Pennsylvania Car-

lisle Barracks, 2012. p 180.6 Anthony, Cordesman. et al. Iran’s Strategic Competition with the US and Arab States – Chemical, Biological, and

Nuclear Capabilities, CSIS, Washington D.C. 2011, p. 4

ENDNOTES

Page 46: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

7 Jane’s IHS, Sentinel Security Assessment –Eastern Mediterranean– Syria Strategic Weapons Systems, 2012, pp. 3 – 5.8 IISS, Military Balance 2012 – Middle East and North Africa, Routledge, London, 2012, pp. 348 – 351.9 Rafael – Raytheon, Stunner: Terminal Missile Defense Interceptor, 2007, http://www.rafael.co.il/marketing/SIP_

STORAGE/FILES/3/1023.pdf, Accessed: May 18th 2013. 10 Matt, M, Matthews. We were Caught Unprepared: The 2006 Hezbollah – Israel War, U.S. Army Combined Arms

Center, Combat Studies Institute Press, Fort Leavenworth – Kansas, 2008, pp. 63 – 64. 11 Uzi, Rubin. “Palestinian Rockets versus Israeli Missiles in the Second Gaza War”, Policy Watch 2011, Washington

Institute for Near East Policy, December 21st 2011. 12 Avi, Kober. “Iron Dome: Has the Euphoria been Justified?”, Perspective Paper, The BESA Center, Ramat Gan, Febru-

ary 2013. 13 IISS, Military Balance 2013, Routledge, London, 2013. pp. 364 – 365.14 Frank, Hoffman. Conflict in the 21st Century: The Rise of Hybrid Wars, Potomac Institute for Policy Studies, Virginia,

2007, p 8.15 Thomas, M, Huber [ed.], Compound Warfare: That Fatal Knot, US Army Command and General Staff College Press,

Fort Leavenworth, Kansas, 2002, pp. 1 – 2.16 Matti M, Matthews, 2008, p. 64. 17 For a detailed assessment of the Syrian conflict: See Istanbul based independent think-tank EDAM’s recent

monograph, The Syrian Civil War: A Military Strategic Assessment, May 2013. 18 For a comprehensive assessment on Turkish defense modernization, see: Savunma Sanayii Müsteşarlığı 2012 –

2016 Stratejik Planı (in Turkish). 19 IISS, Military Balance 2013, Routledge, London, 2013, p. 10020 Jane’s IHS, Jane’s World Air Forces: Turkey – Air Force, July 2012, p.3 21 For a brief assessment on Cirit misilse, see: Roketsan official website http://www.roketsan.com.tr/en/urunler-

hizmetler/hassas-gudumlu-fuzeler/cirit-275-lazer-gudumlu-fuze/, Accessed on May 19th 2013.22 Mustafa, Kibaroglu. Turkey NATO & and Nuclear Sharing: Prospects after NATO’s Lisbon Summit, Nuclear Policy Pa-

per No. 5, Reducing the Role of Tactical Weapons in Europe Project, 2011. pp 2-3.23 Ibid.24 North Atlantic Treaty Organization, Strategic Concept: Active Engagement Modern Defence, 2010.

Page 47: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Nükleer silaha sahip olma niyeti olduğundan şüphe edilen İran’ı en önemli motivasyonunun İsrail’in

nükleer silah yeteneği olduğu görülmektedir.

Ortadoğu’da Kitle İmha Silahlarından

Arındırılmış Bölge (ODKİSAB) Üzerine

On Weapons of Mass Destruction Free Zone (WMDFZ) in the Middle East

Şebnem UDUM

AbstractArab states gave support to the extension of the Nuclear Nonproliferation Treaty (NPT) in 1995 on the condition to hold negotiations to create a zone free of weapons of mass destruction in the Middle East. The international community was expecting, particularly after the 2010 NPT Review Conference, the MEW-MDFZ conference to be held in December 2012 in Helsinki, but it was postponed. What precludes progress are inextricable nature of disarmament and peace processes, and the difference in priorities of key states. However, further postponement would adversely affect the international nuclear nonproliferation regime, and regional security and threat perceptions. This piece gives the background and current status of the plans to create a MEWMDFZ, presents the bottlenecks and offers recommendations based on the principles of conflict resolution.

Keywords: WMD free zone, Middle East, NPT, disarmament

Page 48: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Giriş

Ortadoğu’yu nükleer silahlardan ve daha sonra

tüm kitle imha silahlarından arındırılmış bölge

konumuna getirme önerileri 2012 yılının Aralık

ayında gerçekleşmesi beklenen Ortadoğu’da Kit-

le İmha Silahlarından Arındırılmış Bölge kon-

feransında bölgede nükleer, kimyasal, biyolojik

silahlar ve balistik füzelere sahip (ya da bunların

geliştirilmesi programlarına sahip) ülkelerin bir

araya gelmesiyle müzakere edilecekti. 2010 NPT

Gözden Geçirme Konferansı’nda ABD, Rusya ve

Birleşik Krallık, Birleşmiş Milletler Genel Sekre-

teriyle birlikte meseleyi tartışmak için bir konfe-

rans düzenlemeyi taahhüt ettiler. Finlandiya’nın

başkenti Helsinki’de gerçekleştirilmesi bekle-

nen konferans, Nükleer Silahların Yayılmasının

Önlenme Anlaşması’nın (NPT) 2015 Gözden

Geçirme Konferansının hazırlık komitesi top-

lantısının yapıldığı Nisan 2013’te de gerçekleşti-

rilememiştir. 1995’ten bu yana önemli bir mesele

olan ve 2010 yılından bu yana uluslararası top-

lumun gerçekleşmesini beklediği bu konferans,

silahsızlanma ve barış süreçlerinin iç içe geçmiş

olması ve tarafların önceliklerinin farklı olması

nedeniyle ertelenmektedir. Ancak, bu ötelemeler

hem nükleer silahların yayılmasının önlenmesi

rejimi için hem de bölgedeki güvenlik ve tehdit

algılamaları açısından olumsuz etkiler yaratmak-

tadır.

Nükleer silahların yayılmasının önlenmesi reji-

minin en önemli unsuru olan NPT’nin 1995’te

süresiz olarak uzatılmasına Arap ülkelerinin ver-

diği destek, Ortadoğu’da kitle imha silahlarından

arındırılmış bölge oluşturmak için görüşmeler

yapılması şartına bağlanmıştı. Bu konferans ger-

çekleşmediği sürece bölgede nükleer silahların

yayılmasının önlenmesi normuna ve genel olarak

NPT’nin etkinliğine duyulan güven ve desteğin

azalacağı öngörülebilir. İkinci olarak, halihazırda

İsrail’in nükleer yeteneği, İran’ın nükleer progra-

mıyla ilgili tartışmalar ve Suriye’de kimyasal silah

kullanımı bölge ülkelerinin bu silahların hâlâ po-

litik ve güvenlik açısından “işe yarar” olarak al-

gılanmasına neden olabilecektir. Bundan dolayı

sadece bölgesel değil, uluslararası aktörlerin de

süreci hızlandırmak ve tarafları Helsinki’de bir

araya getirmek için çaba sarf etmeleri gerekmek-

tedir. Buradaki önemli nokta, konferansın her-

hangi bir ülkenin zafiyetlerini ya da politikasın-

daki sorunları öne çıkarmaktan kaçınarak odağı

tüm bölgenin normalleşmesi üzerinde tutmaktır.

Bu çalışmada öncelikle nükleer silahların yayıl-

masının önlenmesi rejiminin bölgesel unsurla-

rından nükleer silahlardan arındırılmış bölge

kavramı tanıtılacak, daha sonra Ortadoğu’da

Kitle İmha Silahlarından Arındırılmış Bölge

(ODKİSAB)’nin tarihçesinden bahsedilecektir.

Ortadoğu’daki 1990’ların başında gerçekleşen si-

lahsızlanma görüşmelerinde tıkanmaya yol açan

konular ele alınıp, çözüm önerileri sunulacaktır.

Nükleer silahlardan arındırılmış bölgeler:

Uluslararası rejimler, devletlerin çıkarlarının bir-

birine yaklaştığı ya da örtüştüğü kurallar, norm-

lar ve karar alma süreçleri olarak tanımlanabilir.1

Buna göre devletler uluslararası ilişkilerindeki

problemleri çözmek için savaş yerine diğer ens-

trümanlara başvurabilirler. Bunlar, sorunlara

diplomatik çözüm bulmak adına uluslararası ör-

gütler, uluslararası hukuk, uluslararası öneme sa-

En geli mi uluslararas re imlerden biri n leer silahlar n yay lmasn n nlenmesi re imidir u re imin temel unsurlar irle mi Milletler N leer Silahlar n ay lmas n nleme Anla mas (NPT) luslararas Atom Ener isi A ans (IAEA) N leer Tedari iler Grubu (NSG) N leer Denemelerin apsaml asa lanmas Anla mas (CT T)’d r

Page 49: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

hip bireyler (Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri

gibi) ya da sivil toplum kuruluşları olabilir. Eğer

bu enstrümanlar uluslararası ilişkilerin belirli bir

konusunu ele alan bir özelliğe sahipse bu konuya

ait bir uluslararası rejimden söz edilebilir.

En gelişmiş uluslararası rejimlerden biri nükle-

er silahların yayılmasının önlenmesi rejimidir.

Bu rejimin temel unsurları Birleşmiş Milletler,

Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaş-

ması (NPT), Uluslararası Atom Enerjisi Ajan-

sı (IAEA), Nükleer Tedarikçiler Grubu (NSG),

Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması

Anlaşması (CTBT)’dır. Henüz üzerinde müzake-

reler başlanamamış olsa da, üzerinde anlaşmaya

varıldığında Fisil Maddeleri Kesme Anlaşması

(Fissile Material Cutoff Treaty) da rejimin önem-

li bir parçasını oluşturacaktır. Bu Anlaşma ile

nükleer silah yapımında kullanılan maddelerin

miktarına sınırlama getirilmesi öngörülmekte-

dir.

Uluslararası yönetişimin önemli bir unsuru da

bölgesel girişimlerdir. Bölgesel çabalar, ulusla-

rarası nükleer silahların yayılmasının önlenmesi

rejimi için de önemli bir yer teşkil etmektedir.

1945’te ABD, 1949’da Sovyetler Birliği, 1952’de

Birleşik Krallık’ın nükleer silah edinmesinden

sonra, yeni nükleer silaha sahip devletlerin or-

taya çıkmasını engellemek için 1958’de Polonya

tarafından nükleer silahlardan arındırılmış bölge

fikri ortaya atılmıştır. Polonya Dışişleri Bakanı

Adam Rapacki’nin adıyla anılan bu plan, Orta

Avrupa’da Çekoslovakya, Polonya, Demokratik

ve Federal Almanya’yı kapsayacak şekilde nükle-

er silahların bulundurulması, taşınması ya da bu

ülkelerin nükleer silahları birbirlerine karşı kul-

lanmasını yasaklayacak bir anlaşma öngörüyor-

du.2 Her ne kadar bu plan reddedilse de nükleer

silahlardan arındırılmış bölge fikri 1959’da An-

tartika Anlaşması’nda vücut bulmuştur. Ancak

nükleer silahlama yarışı devam etmiş, 1960’ta

Fransa ve 1964’te Çin nükleer silaha sahip olmuş-

lardır. 1968’de imzaya açılan ve 1970’te yürürlüğe

giren NPT, nükleer silahların yayılmasının ön-

lenmesi için 7.maddede ülkelerin, bulundukları

topraklarda nükleer silahların olmadığı bir coğ-

rafyaya yönelik bölgesel anlaşmalar yapmalarını

teşvik etmektedir.3 Daha sonra 1967’de Dış Uzay,

1971’de Deniz Yatağı ve 1979’da Ay Anlaşmaları

imzalanarak bu bölgelerde nükleer silah bulun-

durulmayacağı karara bağlanmıştır. Halihazır-

daki nükleer silahlardan arındırılmış bölgeler

ve anlaşmaları şunlardır: Latin Amerika için

1967’de Tlalelco, Güney Pasifik için 1985’te Ra-

rotonga, Güneydoğu Asya için 1995’te Bangkok,

Afrika için 1996’da Pelindaba ve Orta Asya için

2006’da Orta Asya Nükleer Silahlardan Arındı-

rılmış Bölge Anlaşması (ya da Semipalatinsk).

Nükleer silahlardan arındırılmış bölgeler bazı

temel prensipler üzerine kurulmalıdır: Bu böl-

gelere yönelik yapılacak anlaşmalar isteğe bağlı

(voluntary) ve bölge ülkelerinin tamamı tarafın-

dan kabul edilmiş olmalıdır. Bölge tüm nükleer

silahlardan arındırılmalı, girişim bölge içinden

gelmeli ve anlaşmayla uyumlu davranıldığının

tespiti için etkin bir doğrulama sistemi bulun-

malıdır. Anlaşma, nükleer teknolojinin barışçıl

amaçlarla kullanımını teşvik etmeli ve süresiz

olmalıdır.4

ODKİSAB:

NPT’ye taraf olmayan devletler, Hindistan, İsrail

ve Pakistan’dır ve nükleer silaha sahiptirler. Hin-

distan ve Pakistan 1998’de nükleer denemede

bulunmuştur. İsrail’in açıkça ifade etmemesine

rağmen nükleer silah sahibi olduğu bilinmekte-

dir. Kuzey Kore, 2003’te anlaşmadan çekilmiştir.

Nükleer silah programı bulunmaktadır ve (2006,

2009 ve 2013’te) nükleer denemeler gerçekleş-

tirmiştir. Bu ülkeleri nükleer silah sahibi olmaya

iten nedenler uluslararası ve bölgesel dinamik-

lerden kaynaklanmaktadır. Bu anlamda, bu ülke-

lerin nükleer silahlardan vazgeçmeleri olasılığı

bu nedenler üzerinden incelenebilir.

Ortadoğu bölgesi için İsrail’in nükleer yetene-

ği (nükleer başlık ve bunları fırlatma vasıtaları)

bölgedeki bazı diğer ülkelerin caydırıcılık ve bir

nevi eşitliği sağlamak amaçlı olarak kimyasal ve

biyolojik silah programları başlatmalarına ve bu

silahlardan edinmelerine yol açmıştır. Bu ülkeler

Mısır, Libya, İran, Irak ve Suriye’dir. Mısır, İran,

Irak ve Libya Soğuk Savaş döneminde kimyasal

silahlarını kullanmıştır.5 Böylece bölgedeki var

olan sorunlara kitle imha silahlarının yayılması

Page 50: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

sorunu da eklenmiştir. Halihazırda iç karışıklık

yaşayan Suriye’de de kimyasal silah kullanıldığı-

na dair ciddi şüpheler vardır.6 Nükleer silaha sa-

hip olma niyeti olduğundan şüphe edilen İran’ı

en önemli motivasyonunun İsrail’in nükleer si-

lah yeteneği olduğu görülmektedir. Zira İran’ın

güvenlik söyleminde dış tehditler olarak ABD ve

İsrail başı çekmektedir.

Ortadoğu’daki bu iç içe geçmiş problemler ve

tehdit algılamalarının yarattığı güvensizlik, si-

lahlanma yarışına çanak tutmakta ve istikrarsız-

lığa yol açmaktadır. Bölgede kitle imha silahla-

rından arındırılmış bölge önerilerinin geçmişi

70’li yıllara uzanmaktadır. İlk kez 1974’te İran

ve Mısır tarafından Ortadoğu’da nükleer silah-

lardan arındırılmış bölge oluşturma fikri gün-

deme getirilmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik

Konseyi’nin 687 sayılı kararı da buna ihtiyaç ol-

duğunu belirtmiştir. Bu öneri 1973’teki savaştan

hemen sonra verildiği ve sadece nükleer silahlar

söz konusu edildiği için kastedilen ülke İsrail’di.

1988’de Mısır’ın teşvikiyle Birleşmiş Milletler

Genel Sekreteri nükleer silahlardan arındırılmış

Ortadoğu için bir çalışma başlattı ve güven tesis

edici önlemleri de içeren öneriler ortaya koydu.7

1989’da IAEA’nin yaptığı teknik bir çalışma da

Ortadoğu’daki nükleer tesislerde uygulanmak

üzere güvenlik denetimi usullerini ele aldı.8

1990’da Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek,

çözüme yönelik bir adım olarak, sadece nükleer

silahları değil, tüm kitle imha silahlarını kapsa-

yacak şekilde Ortadoğu Kitle İmha Silahlarından

Arındırılmış Bölge (ODKİSAB) önerisini getir-

di. 1970 yılında yürürlüğe giren ve sınırlı süre-

si olan NPT’nin, 1995’teki Gözden Geçirme ve

Uzatma Konferansı’nda Anlaşma süresiz olarak

uzatıldı. Anlaşma’daki bu değişikliğe Arap ülke-

leri Ortadoğu’da nükleer silahlardan arındırılmış

bölge için müzakereler yapılması koşuluyla onay

verdiler. Bunun için de 1995 NPT Gözden Geçir-

me Konferansı Belgesine ek olarak Ortadoğu Ka-

rarı alındı.9 Buna göre bölgedeki ülkeler, nükleer,

kimyasal, biyolojik silahlar ve bunların taşıma

vasıtalarını bulundurmamayı, edinmemeyi, test

etmemeyi, üretmemeyi ve kullanmamayı taah-

hüt edeceklerdir. Önceleri İran, Suriye, Libya ve

Yemen arasında kalan alan düşünülmüş,10 daha

sonra tüm Arap Birliği ülkeleri, İran ve İsrail de

kapsama dahil edilmiştir.11 Anlaşmayla uyumlu

davranıldığının tespiti uygulamadaki başarı açı-

sından büyük önem taşımaktadır. Bu anlamda,

1975’te alınan Birleşmiş Milletler Genel Kurul

Kararı bölgede etkin denetimler öngörmektey-

di.12 2004’te Körfez Araştırma Merkezi, Körfez

bölgesinde oluşturulacak ve Ortadoğu’yu da kap-

sayacak bir kitle imha silahlarından arındırılmış

bir bölge önermiştir.13 2008’de Akdeniz Ülkeleri

Birliği bu fikri tekrar gündeme getirmiştir.14

1995’ten sonra Mısır, Arap Birliği ülkeleriyle ve

bazı sivil toplum kuruluşlarıyla beraber bir hare-

ket planı çalışmış ve bu plan 2010 NPT Gözden

Geçirme Konferansı’nda müzakere edilmiştir.15

2010 NPT Gözden Geçirme Konferansı’nda dev-

letler ilk kez 1995 NPT Gözden Geçirme Konfe-

ransı ve Ortadoğu Kararı’nın uygulanmasına yö-

nelik adımlar atmakta uzlaşmışlardır. Bu Karar’ın

hamileri olan ABD, Rusya ve Birleşik Krallık me-

selenin tartışılması için 2012 yılında bölgesel bir

konferans düzenlemeye karar vermişlerdir. Bu

konferansın, BM Genel Sekreteri ve NPT’nin

“emanetçi” ülkeleri olan ABD, Rusya ve Birleşik

Krallık himayesinde yapılmasına karar verilmiş-

tir. Ayrıca bu konferansa ev sahipliği yapacak bir

hükümet ve müzakerelerin yapılmasını kolaylaş-

tırıcı (Facilitator)16 atanması kararlaştırılmıştır.

Bu ülke Finlandiya, tarih Aralık 2012, kolaylaştı-

rıcı da Finlandiya Dışişleri Müsteşarı Jaakko La-

ajava olarak belirlenmiştir. Ancak ABD, Kasım

2012’de konferansın ertelendiğini açıklamıştır.17

Rusya, NPT 2015 Gözden Geçirme Konferansı-

nın hazırlık komitesinin yapıldığı döneme denk

geldiği için Nisan 2013’ten önce konferansın ya-

pılması gerektiğini vurgulamıştır.18

ODKİSAB’ın Önündeki Sorunlar:

Madrid Barış Konferansı’ndan sonra 1992’de baş-

latılan Silahların Kontrolü ve Bölgesel Güvenlik

(Arms Control and Regional Security- ACRS)

görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanmasından

sonra ve devam eden yıllarda bölgedeki gelişme-

ler ODKİSAB’ın zor bir hedef olduğunu işaret et-

mektedir. Zira meselenin özü anahtar devletlerin

güvenlik algılamaları, politikaları ve hedefleridir.

Bölge ülkelerinin atılacak adımların sıralaması

Page 51: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

9

ve koşullar konusunda görüş ayrılığına düşmele-

ri bu konuda uzun süre ilerleme sağlanamama-

sına yol açmıştır. İsrail öncelikli olarak kalıcı ba-

rışın tesis edilmesini ve bölge ülkelerinin belirli

anlaşmaları imzalamalarını ve uygulamalarını

istemekte,19 Arap ülkeleri ise öncelikle İsrail’in

NPT’ye taraf olmasını istemektedirler.20

Görüşmeleri tıkayan iç içe geçmiş üç ana so-

rundan söz edilebilir: Birincisi, çeşitli silah sis-

temleri arasındaki bağlantıdır. İsrail’in nükleer

silahlarının bir amacı kimyasal ve biyolojik bir

saldırıyı caydırmaktır. İsrail’in görüşü nükleer

konular konuşulmadan önce bölge ülkelerinin

Kimyasal Silahlar Konvansiyonu (Chemical We-

apons Convention-CWC) ve Biyolojik ve Tok-

sin Silahlar Konvansiyonu (Biological and Toxin

Weapons Convention-BTWC)’nun imzalamala-

rıdır.21 Ancak Mısır ve bazı diğer Arap ülkeleri

de İsrail NPT’yi imzalamadan diğer kitle imha

silahları anlaşmalarını onaylamayı reddetmek-

tedirler.22 Zira ACRS görüşmeleri tam da bu se-

bepten devam edememiştir.23

İkinci konu da silahsızlanma ve silahların kont-

rolü için atılacak adımlar ve geniş anlamda

Arap-İsrail, Filistin-İsrail ve İran-Arap çatışma-

larını içeren bölgesel güvenlik sorunları arasın-

daki ilişkilendirmedir. İsrail, ancak bölgesel bir

barış anlaşması imzalandıktan sonra kitle imha

silahlarından arındırılmış bölgeyi tartışacağını

belirtmiştir. Nitekim İsrail’in nükleer silahlarının

amacı bölgesel barış anlaşmasının yokluğunda

devletin bekasını korumaktır. Buna karşın, Arap

Arap ülkeleri ve İran, İsrail’in nükleer silahları ve füzelerini savunma amaçlı olarak görmemekte, “saldırgan ve baskı kuran”

bir dış politikayı destekleyen araçlar olarak algılamaktadır.

Page 52: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

ülkeleri ve İran, İsrail’in nükleer silahları ve füze-

lerini savunma amaçlı olarak görmemekte, “sal-

dırgan ve baskı kuran” bir dış politikayı destek-

leyen araçlar olarak algılamaktadır. Buna göre,

bu ülkeler öncelikle İsrail’in nükleer silahlarını

bırakmasını barış ve normalleşme sürecinin ön-

koşulu olarak öne sürmektedirler.24

Üçüncü problemli konu ise özellikle İran ve Su-

riye ile ilgili kitle imha silahlarının yayılmasının

önlenmesi konularındaki ilerlemenin silahsız-

lanma konusunda atılacak adımlarla ilişkilendi-

rilmesidir. İsrail, İran ve Suriye’yi en büyük gü-

venlik tehdidi olarak algılamaktadır. Tel Aviv’e

göre öncelik bölgesel silahların kontrolü ve si-

lahsızlanma için değil, İran ve Suriye’nin nükleer

programı ve kimyasal silahlarıyla ilgili mesele-

lerin çözümünde olmalıdır, yani bu devletlerin

uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmeleri

sağlanmalıdır.25

Birbiri içine geçmiş problemlere ev sahipliği ya-

pan Ortadoğu’da böyle bir silahsızlanma hamlesi

için Arap ülkeleri öncelikle Arap-İsrail sorunu-

nun çözümlenmesi gerektiğini söylemektey-

ken,26 bazıları da 2012’nin böyle bir konferans

için erken olduğunu düşünmekteydi.27 Bu so-

runun çözümlenmesi için ve silahsızlanmanın

başlaması için kilit ülkeler, İran, İsrail, Mısır ve

Suriye’dir. Hatırlanacak olursa, Arap ülkeleri-

ni 1995’te ODNSAB (Ortadoğu’da Nükleer Si-

lahlardan Arınmış Bölge) için ikna eden ülke

Mısır’dır. Aralık 2012’de Finlandiya’nın başkenti

Helsinki’de yapılması öngörülen ODKİSAB kon-

feransının gerçekleşmemesi üzerine Mısır, bu

durumu protesto ederek 2013 NPT Gözden Ge-

çirme Konferansının Hazırlık Komitesi toplantı-

sından erken ayrılmıştır.

Suriye, şu dönemde kimyasal silahları ve hükü-

metin bu silahları kullanıp kullanmadığı tartış-

malarıyla gündemdedir. Suriye’deki gelişmeler

göstermiştir ki kimyasal silah sahibi olmak ve

hatta kullanmak, ülkelere prestij kazandırma-

makta, sadece meşruiyetlerini zedelemektedir.

Suriye’deki iç çatışmalar halihazırda konferansa

katılımı ve temsili engellemektedir.

İran ve İsrail’in duruşları konferans esnasında

medya ve uluslararası dikkatin üzerlerine çekile-

ceği endişesiyle şekillenmiş28 ve konferansa katıl-

maktan vazgeçmişlerdir. Bu iki ülke, konferansa

ve fikre şüpheyle yaklaşmakta, bunu bir fırsat

değil tehdit olarak algılamaktadır.29 İsrail, güven-

liğinin garantisi olarak gördüğü nükleer silahlar-

dan bölgede tatmin edici bir denge ya da çözüm

oluşmadan vazgeçmek istememektedir. Mısır, şu

anda hazır değildir ve ABD de isteksiz görün-

mektedir.30 Bölgede ikili ilişkiler çok zayıftır ve

Arap ülkeleri ABD’yi çifte standart uygulamakla

itham etmektedirler. Özellikle Arap ülkelerin-

deki devrim süreçleri ve yeni yönetimler kurma

çabaları devam ederken, bölgesel silahsızlanma

ve barış görüşmeleri için siyasi kararlılık düşük

seviyededir.

Taraflar bir araya geldikten sonra da ODKİSAB

müzakereleri için üzerinde çalışılması gereken

pek çok siyasi ve teknik mesele bulunmakta-

dır: Bunlar arasında; müzakerelerin/anlaşma-

nın hangi silahları kapsayacağı, çift kullanımlı

maddeler ve bunlarla ilgili teknolojilerin hangi

OD SA (Ortado u itle mha Silahlar ndan Ar nd r lm lge)’ n b lge ve uluslararas g venli e yapaca at ve arpan et isi muazzam olaca t r u sebeple g r melere at l m bile o nemlidir OD SA b lgesel g venli meselelerine ve S edinmeye yol a an ulusal nedenlere bir z m getirebilir ve g venli i ilemini nleyebilir

Page 53: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

kapsamda ele alınacağı; doğrulama ve uygulama

mekanizmalarının var olan IAEA ve Kimyasal Si-

lahların Yasaklanması Örgütü (Organization for

the Prohibition of Chemical Weapons-OPCW)

gibi kuruluşlarla mı yapılacağı yoksa ayrı bir böl-

gesel örgütün mü kurulacağı; CWC, BTWC ve

CTBT’ye taraf olmayan bazı ülkelerin bu anlaş-

maları imzalamaları/onaylamaları (ya da her iki-

si) için bir takvimin belirlenmesi; ara önlemler,

güven tesis edilmesi, nükleer, kimyasal ve biyo-

lojik silahların ortadan kaldırılması için üzerinde

anlaşmaya varılmış takvimler; nükleer silaha sa-

hip devletlerden bu silahları kullanmayacakları-

na dair güvenlik garantileri alınması ve genel an-

lamda bölgede kitle imha silahı kullanılmaması

ve bunların kullanılması tehdidinde bulunulma-

ması için uluslararası garantiler alınması.31

Öneriler ve Sonuç:

Kitle imha silahı edinmenin bölgedeki en önemli

sebebi güvenlik ve prestijdir. Bu yüzden, çözüm

(silahsızlanma) için önce bölgesel dinamikleri

anlamak gerekir. Bunu yapmak ve çözüm önerile-

rini ortaya çıkarmak üzere hükümetler-arası bir

konferanstan önce daha düşük seviyede katılımlı

bir çalıştay (ya da çalıştay serileri) düşünülebilir.

Çatışmaların çözümlenmesi (conflict resolution)

çalıştaylarından örnekle, özellikle genç profesyo-

neller ve akademisyenler seviyesinde gerçekleşe-

cek bu toplantılar, kilit noktaların belirlenmesi,

ortak noktaların bulunması ve tıkanıklıkların

çözüme kavuşturulması için çok değerlidir. Ayrı-

ca sorun yaşayan ülkelerin vatandaşları arasında

oluşturulacak bilgi ve fikir alışverişi ve kişisel ya-

kınlık ilerisi için de bir yatırım olacaktır.

Çatışmaların çözümlenmesi çalışmalarının kla-

sik güvenlik anlayışından en önemli farkı temel

insan ihtiyaçlarını referans alarak sorunlara yak-

laşmasıdır. Zira eğer çözüm bu yönde geliştiri-

lirse daha kalıcı olacağı varsayılmaktadır, çünkü

temel ihtiyaçları karşılanmış insanların saldırgan

davranışlarda bulunmayacağı ve var olanı düze-

ni değiştirmeye çalışmayacağı görülmektedir.32

Suriye’de kimyasal silah kullanımı uluslararası

kamuoyunun da ilgisini insani güvenliğe çekmiş

ve kitle imha silahlarının “tahrip edici gücünün”

sorgulanması sürecini başlatmıştır. Özellik-

le Ortadoğu’da çatışmaların çözümlenmesi ve

“kazan-kazan” çözümlerin peşinden gidilmesi

sadece ODKİSAB için değil, bölgedeki tüm so-

runların çözüme kavuşturulması açısından de-

nenmelidir.

Önündeki sorunlara ve bekleyen gündem mad-

delerinin zorluğuna rağmen, eğer gerçekleştiri-

lebilirse, ODKİSAB’ın, bölge ve uluslararası gü-

venliğe yapacağı katkı ve çarpan etkisi muazzam

olacaktır. Bu sebeple, görüşmelere katılım bile

çok önemlidir. ODKİSAB, bölgesel güvenlik me-

selelerine ve KİS edinmeye yol açan ulusal ne-

denlere bir çözüm getirebilir ve güvenlik ikilemi-

ni önleyebilir.

Bu konferans gerçekleşmediği sürece bölgede,

nükleer silahların yayılmasının önlenmesi nor-

muna ve genel olarak NPT’nin etkinliğine duyu-

lan güven ve destek azalacaktır. Ayrıca, İsrail’in

nükleer silahları ve NPT’ye taraf olmaması,

İran’ın nükleer programıyla ilgili tartışmalar ve

Suriye’de kimyasal silah kullanımı bölge ülkele-

rinin bu silahların hâlâ politik ve güvenlik açı-

sından “işe yarar” olarak algılanmasına neden

olabilecektir. Suriye’deki iç çatışmalarda devlet

organlarının belli noktalarda kontrolü yitirmesi

ya da yetersiz kalması sonucu kimyasal silahla-

rın çatışmalar sırasında tarafların karşıtlarına

yönelik kullanması sonucunu doğurmuştur. Bu

örnek, bölgede kontrol altında tutulamayan kit-

le imha silahlarının iç çatışmalarda kullanılması

ve hatta yetersiz sınır güvenliği nedeniyle terör

örgütlerinin eline geçme riskini de yaratmıştır.

Bundan dolayı, silahsızlanma, bölgesel ve ulus-

lararası alanda sonuçları olabilecek ve çok sayıda

can kaybıyla sonuçlanacak olaylara yol açmamak

için önemle üzerinde durulması gereken bir ko-

nudur. Bu yüzden, sadece bölgesel değil, ulusla-

rarası aktörlerin de süreci hızlandırmak ve taraf-

ları Helsinki’de bir araya getirmek için çaba sarf

etmeleri gerekmektedir. Buradaki önemli nokta,

konferansın herhangi bir ülkenin zafiyetlerini ya

da politikasındaki sorunları öne çıkarmaktan ka-

çınarak odağı tüm bölgenin normalleşmesi üze-

rinde tutmaktır.

O

Page 54: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

1 Stephen Krasner, “Structural Causes and Regime Consequences: Regimes as Intervening Variables,” in Stepehen Krasner, ed. International Regimes, Ithaca, Cornell University Press, 1983, ss. 1-21.

2 Nuclear Weapon-Free Zones at a Glance,” Arms Control Association, Eylül 2012, http://www.armscontrol.org/fact-sheets/nwfz

3 Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT)”, Madde. 7, http://www.un.org/en/conf/npt/2005/npttreaty.html

4 “United Nations Report for the Disarmament Commission”, General Assembly Official records (Birleşmiş Milletler Silahsızlanma Komisyonu Raporu, Genel Kurul Resmi Kayıtları), 54th session (54. Oturum), Supplement (Ek) No. 42 (A/54/42), United Nations, New York, 6 Mayıs 1999, ss. 8-9.

5 “Weapons of Mass Destruction Capabilities in the Middle East,” James Martin Center for Nonproliferation Studies, http://cns.miis.edu/wmdme/capable.htm#32

6 “Growing Evidence of Chemical WEapons Use in Syria-UK” BBC News, 26 Nisan 2013, http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-22305444

7 Effective and Verifiable Measures which would Facilititate the Establishmnet of Nuclear-Weapon-Free Zone in the Middle East, Report of the Secretary General, UN, 1991. http://www.un.org/disarmament/HomePage/ODAPub-lications/DisarmamentStudySeries/PDF/SS-22.pdf

8 Modalities of Application of Agency Safeguards in the Middle East, IAEA, GC (33)/887, 29 Ağustos 1989, http://www.iaea.org/About/Policy/GC/GC33/GC33Documents/English/gc33-887_en.pdf

9 “Resolution on the Middle East,” NPT/CONF.1995/32 (Part I) Ek, 1995. http://www.un.org/disarmament/WMD/Nuclear/1995-NPT/pdf/Resolution_MiddleEast.pdf

10 Modalities of Application of Agency Safeguards in the Middle East.11 Effective and Verifiable Measures…12 “Comprehensive Study of the Question of Nuclear-Weapon-Free Zones in All its Aspects”, UN General Assembly

Resolution 3472 B, 11 Aralık 1975, http://www.opanal.org/Docs/UN/UNAG30res3472i.pdf13 Declaring the Gulf Region as a WMD-Free Zone, Gulf Research Center, Dubai, 15 Aralık 2004. http://www.grc.net/

data/contents/uploads/Declaring_the_Gulf_Region_as_a_WMD-Free_Zone2_En_7571.pdf14 “Barcelona Process: Union for the Mediterranean Ministerial Conference Final Declaration,” 3-4 Kasım 2008.

http://www.eu-un.europa.eu/articles/fr/article_8272_fr.htm15 “Middle East WMD Free Zone (Orta Doğu’da Kitle İmha Silahlarından Arındırılmış Bölge)”, Acronym Institute,

http://www.acronym.org.uk/core-work/middle-east-wmd-free-zone16 Kolaylaştırıcının arabulucudan farkı, tarafların alacakları karara etki etmemesidir.17 Victoria Nuland, “2012 Conference on a Middle East Zone Free of Weapons of Mass Destruction,” Basın Açıklama-

sı, Washington, D.C., 23 Kasım 2012, http://www.state.gov/r/pa/prs/ps/2012/11/200987.htm18 “Middle East WMD Free Zone Conference Should be Held Before Next April-MFA (Orta Doğu’da Kitle İmha Silah-

larından Arındırılmış Bölge Konferansı Gelecek Nisan’dan Önce Yapılmalıdır- Dışişleri Bakanlığı),” Voice of Russia, 24 Kasım, 2012, http://english.ruvr.ru/2012_11_24/Middle-East-WMD-free-zone-conference-should-be-held-before-next-April-MFA/

19 Emily B. Landau ve Shimon Stein, “Israel and the WMD-free Zone: Has Israel Closed the Door? (İsrail ve KİS’lerden Arındırılmış Bölge: İsrail Kapıyı Kapattı mı?)” The Bulletin of Atomic Scientists, 27 Eylül 2012, http://www.thebulle-tin.org/web-edition/op-eds/israel-and-the-wmd-free-zone-has-israel-closed-the-door

20 Hossam Eldeen Aly, “A Middle Eastern WMD-Free Zone: Objectives and Approaches of Arab States (Orta Doğu’da KİS’lerden Arındırılmış Bir Bölge: Arap Ülkelerinin Amaçları ve Tutumları),” Arms Control Association, Nisan 2012. http://www.armscontrol.org/act/2012_04/A_Middle_Eastern_WMD-Free_Zone_Objectives_and_Approac-hes_of_Arab_States#4

21 Ariel Levite, “Global Zero: An Israeli Vision of Realistic Idealism (Küresel Sıfır: Realistik İdealizm üzerine bir İsrail Görüşü),” Washington Quarterly, Cilt. 33, No. 2, Nisan 2010, s. 162.

22 Nabil Fahmy, “Salvaging the 2012 Conference (2012 Konferansını Kurtarmak),” Arms Control Today, Cilt. 41, No. 7, Eylül 2011, s. 15.

DİPNOTLAR

Page 55: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

23 Paolo Foradori ve Martin B. Malin, “A WMD-Free Zone in the Middle East: Creating the Conditions for Sustained Progress,” Discussion Paper No: 2012-16, Cambridge: Mass.: The Project on Managing the Atom, Harvard Univer-sity, Kasım 2012, s. 14. http://belfercenter.ksg.harvard.edu/publication/22616/wmdfree_zone_in_the_midd-le_east.html

24 A.G.E.25 Shaul Chorev, statement given at the 56th General Conference of the International Atomic Energy Agency,

Vienna, Austria, September 17–22, 2012, cited in “A WMD-Free Zone in the Middle East: Creating the Conditions for Sustained Progress…”, s. 14.

26 Wael al-Assad, “Arab States are Ready for the Conference,” in Bilal Y. Saab ed., The 2012 Conference on a Weapons of Mass Destruction Free-Zone in the Middle East, CNS Special Roundtable Report, Temmuz 2012, ss. 4-5.

27 Peter Jones, “The United States Should Lead from Behind,” in The 2012 Conference on a Weapons of Mass Destruc-tion Free-Zone in the Middle East, 2012, ss. 10-11.

28 Michael Elleman, “The Zone is a Win-Win For All,” in The 2012 Conference on a Weapons of Mass Destruction Free-Zone in the Middle East, 2012, ss. 8-9.

29 Wael al-Assad, “Arab States are Ready for the Conference,” 2012.30 Chen Kane, “Bad Timing but Still Some Hope,” in The 2012 Conference on a Weapons of Mass Destruction Free-Zone

in the Middle East, 2012, ss. 12-13.31 “Middle East WMD Free Zone,” Acronym Institute32 Bkz. John Burton, Conflict Resolution and Prevention, New York: St. Martin’s Press, 1990; Morton Deutsch, Peter T.

Coleman and Eric C. Marcus, The Handbook of Conflict Resolution, Theory and Practice, San Francisco, CA: Jossey-Bass, 2006.

Page 56: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

İran’ın Devlet Kapasitesi ve

Dış Politikası

The State Capacity and Foreign Policy of Iran Barış DOSTER

AbstractThis article investigates the state capacity and foreign policy of Iran. Iran, as a regional power has important

allies such as Russia and China. It tries to develop its nuclear capacity, accepts a policy against the USA and

Israel and has a respectful image in Muslim countries. The author concludes that, although the economic

situation is not good in Iran, it has a clever diplomacy, great geopolitics and strategic position. Therefore it

is very difficult for the USA and Israel to attack Iran.

Keywords: Middle East, Security, Foreign Policy, Shiite Factor

İran’a karşı 2006’da başlatılan BM yaptırımlarının kapsamı 2010’dan itibaren genişletilmiş, yaptırımların ekonomi

üzerinde yarattığı baskı ve sıkıntı gözle görülür bir hal almıştır. 2012’de ekonomi küçülmeye başlamıştır.

Page 57: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Giriş

Ortadoğu’da siyasetin önemli aktörlerinden olan

İran, 14 Haziran 2013 tarihinde gerçekleşecek

cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde bir kez

daha küresel ve bölgesel çapta politik ve diplo-

matik ajandalarda öne çıkmıştır. Seçimler ön-

cesinde hayli gergin günler yaşayan ülkede, çok

sayıda adayın ismi öne çıkmakla birlikte, seçimin

kesin bir favorisinin olmadığı yönünde yaygın

bir görüş egemendir. Siyasi rekabet hayli sertleş-

miştir. Yönetici seçkinler ve muhtemel adaylar

birbirlerine ağır suçlamalarla yüklenmektedirler.

Blokların kendi içinde çatlaklar, kırılmalar ya-

şanmaktadır. Yüksek işsizlik ve hayat pahalılığı,

kötüleşen ekonomi, yolsuzluk ve rüşvet iddiaları,

devlet güçlerinin baskısı, basına yönelik sansür,

seçimlere hile karıştırıldığına ilişkin savlar bu se-

çimlerde daha fazla gündeme gelmektedir.

78 milyonu geçen nüfusu, 1 milyon 648 bin ki-

lometrekarelik yüzölçümü, dağlık coğrafyası,

yeraltı zenginlikleriyle öne çıkan İran, dünyada

ABD karşıtlığında da ilk sırada olan ülkelerden-

dir. Nüfusunun yüzde 99’u Müslüman, bunun

da yüzde 90’ı Şii olan (kalan yüzde 1 ise Hıristi-

yan, Yahudi, Zerdüşt ve Bahaîlerden oluşur) ül-

kenin kabaca yarısı Fars, üçte biri Azeri, yüzde

8’i Kürt, yüzde 3’ü Arap, yüzde 2’si Beluci, yüz-

de 2’si Türkmen, yüzde 1’i Ermeni’dir. Farsça ve

lehçelerinin kullanım oranı yüzde 60’ı, Türkçe ve

lehçelerininki yüzde 40’ı bulur. Okuryazar oranı

yüzde 80 dolayındadır. Ülkenin en büyük şehri

olan başkent Tahran’ın nüfusu 15 milyondur. Di-

ğer önemli şehirleri ise Tebriz, Meşed, Şiraz ve

İsfahan’dır.

Dini Otorite ve Devlet Yönetimi

İran devlet yönetiminde cumhurbaşkanlığı ma-

kamı önemli ve yetkilidir. Ancak tek başına çok

güçlü bir makam değildir. Güçler bölüşülmüştür.

Sistemde velayeti fakih müessesesi çok önemli-

dir. Ruhani lidere, yani velayeti fakih müessese-

sini temsil eden kişiye veliyi fakih denir. Velayet

yönetim, otorite, fakih ise yasayı yorumlayan kişi

demektir. Velayeti fakih hem dini, hem siyasi,

hem idari otoritedir ve rejimin en üst makamı-

dır. Ülkenin genel politikalarını belirler, silahlı

kuvvetlerin genel komutandır, seçilmiş cum-

hurbaşkanını azledebilir, harcamaları Sayıştay

denetiminden muaftır, ülkeyi referanduma gö-

türebilir, vakıfların yöneticilerini ve yüksek yargı

mensuplarını atar.

Şii mezhebi, dini hiyerarşi içinde Müslümanla-

rın imamlar tarafından yönetilmesi gerektiğini

savunur. Şiilikte zekât ulemaya verildiğinden

ve dağıtımı da ulema yaptığından, ulema siyasi

olduğu kadar iktisadi olarak da güçlüdür. Dini

otoritenin çok güçlü olduğu ülkede din bilginleri

peygamberin mirasçısı olarak görüldüklerinden,

toplumu yönetmek onların hakkı, sorumluluğu,

görevi olarak algılanır. Devlet yönetiminde ay-

rıca İslami Danışma Merkezi, Anayasa Koruyu-

cular Konseyi, Maslahat Konseyi, Milli Güvenlik

Yüksek Konseyi gibi önemli kurumlar da vardır

ve bunların hepsinde velayeti fakih çok etkilidir.

İran’ın mevcudu yaklaşık 700 bin olan ordusu

ile (125 bini Pastaran denilen devrim muhafız-

larından oluşur) bölgenin en güçlü ordularından

biridir. Şii inancı, Fars kültürüyle birlikte İran

halkının ulusal kimliğinde de, devlet örgütlen-

ran’da en st n otorite olan dini lider hem dini hem siyasi yani hem ruhani hem d nyevi g ce sahiptir et ileri o geni tir Siyasi yap s hayli arma olan l ede bat l anlamda siyasi partiler yo tur Gruplar ittifa lar blo lar anatlar s z onusudur

Page 58: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

mesinde de, idari hiyerarşide de belirleyicidir.1

1979 İran İslam Devrimi’nden sonra en yüksek

otorite olarak velayet-i fakih öne çıkmıştır. Ken-

disini “İslam Cumhuriyeti” olarak tanımlayan

İran’da en üstün otorite olan dini lider, hem dini

hem siyasi, yani hem ruhani hem dünyevi güce

sahiptir. Yetkileri çok geniştir. Siyasi yapısı hayli

karmaşık olan ülkede batılı anlamda siyasi par-

tiler yoktur. Gruplar, ittifaklar, bloklar, kanatlar

söz konusudur. Her blokta çeşitli alt bloklar, her

grupta çeşitli alt grupçuklar vardır. Dini liderin

yetkilerinin cumhurbaşkanına verilmesini is-

teyen ve siyasi gücü tek elde toplamaya çalışan

mevcut cumhurbaşkanı Ahmedinecad ile dini

lider Seyit Ali Hamaney arasındaki mücadele,

aday adaylarının Anayasa Koruma Konseyi’nden

onay alma aşamasından başlayarak her aşamada

öne çıkmaktadır. 14 Haziran seçimleri öncesinde

dikkati çeken gruplar şunlardır: Muhafazakârlar,

ılımlılar (yenilikçiler, liberaller veya reformcular

da denir) ve Ahmedinecad’ın çevresinde küme-

lenen dini- milliyetçi kanat.

Ekonomideki Yapısal Sorunlar

İran ekonomisi, hem ABD ve AB’nin uyguladığı

ambargo, hem ağırlıklı olarak petrol ve doğalgaz

ihracatına dayalı yapısı, hem de sanayi ve tekno-

lojideki geriliği nedeniyle zorlanmaktadır. Eko-

nomide devlet egemendir. Dini bürokratik yapı-

nın büyük ağırlığı vardır. Üretken olmayan, ve-

rimliliği gözetmeyen, dışsallık yaratmayan hantal

bir ekonomidir. Para birimi olarak İran Riyali’ni

kullanan ülkede yapısal bir sorun olan işsizlik

oranı resmi verilere göre yüzde 13’tür. Gerçekte

bu oran çok daha yüksektir, gençler arasında ise

yaklaşık iki katıdır. Bir diğer yapısal sorun olan

enflasyon oranı ise resmi açıklamalara göre yüz-

de 27,4’tür. İran’a uygulanan yaptırımlar ve İran

Riyali’nin değerinin düşüklüğü finans sistemini

ve sanayi üretimini olumsuz etkilemektedir. Yıl-

da en az 3 milyar doların da yasadışı yollardan

yurt dışına çıkarıldığı öne sürülmektedir.

Yabancı yatırımlara karşı mesafeli duran İran,

ekonomide devletçi politikaları benimsemesine

karşın, bunu sistemli, kendi içinde tutarlı biçim-

de uygulayamamaktadır. Ekonomide Devrim

Muhafızlarından başka, mollaların egemen ol-

duğu “bonyad” adlı vakıfların da ağırlığı büyük-

tür. Din adamları, yönettikleri vakıflar sayesinde

İran ekonomisinin neredeyse yarısını yönlendi-

rirler. Önemli ölçüde enerji ihracına dayalı olan

ekonomi, dalgalanan petrol fiyatlarına karşı du-

yarlıdır, kırılgandır. Ekonomi yüzde 50.60 ora-

nında hizmet sektörü ağırlıklıdır ve bu alanda

çok yüksek bir devlet denetimi vardır. Petrol, do-

ğalgaz, savunma, otomotiv, madencilik sektörle-

rinin GSYİH içindeki payı yüzde 38,40, tarımın

payı ise yüzde 11’dir.2

İran bölgede Suudi Arabistan’dan sonra ikin-

ci büyük petrol rezervine sahiptir. Dünyada ise

petrol açısından en zengin 4. ülkedir ve bilinen

petrol rezervlerinin yüzde onuna sahiptir. Do-

ğalgazda ise Rusya’nın ardından ikinci büyük

doğalgaz zenginidir. İran, deniz yoluyla taşınan

petrolün yüzde 40’ının naklini sağlayan Hürmüz

Boğazı’nı denetlemektedir ki, bu onun elindeki

önemli bir ekonomik ve stratejik kozdur. Tahran,

Batı ile ilişkilerinin gerginleştiği dönemlerde ba-

zen Hürmüz Boğazı’nı kapatabileceği yönünde

açıklamalar yapmaktadır. Ancak, böyle bir ka-

rar, ekonomik olarak İran’ın kendisini de vura-

cağından, dahası en büyük müşterileri olan Çin

ve Japonya’nın da tepkisini çekeceğinden, hayata

geçirilmesi çok zor bir karardır.

ABD ve İsrail Karşıtlığının İç Politikadaki

Önemi

İran’da dış politikanın iç siyasetteki ağırlığı ol-

dukça yüksektir. Politikacılar, iç meseleleri hal-

kın gözünde perdelemek, ikinci plana düşürmek

için dış sorunları öne çıkarmada ustadırlar. Ba-

zen yapay olarak dış politikada sorun yaratır ba-

zen de sorunları gerçekte olduğundan daha bü-

yük gösterirler. Bu yolla iç siyasette yitirilen ka-

muoyu desteğini alır, rejimin gücünü pekiştirir,

diplomatik müzakerelerde masaya daha güçlü

otururlar. Yine bu yolla iç siyasette yeni mütte-

fiklere kavuşurlar. İran, diplomaside son derece

gerçekçi, akılcı, pragmatik davranan bir ülkedir.

Dini söyleme, zamana, zemine, muhataba göre,

dozunda başvurur. Ülkenin dış politikasında, iç

siyasetteki tüm ayrım ve çelişkilere karşın, halkın

büyük desteğini alan belirgin bir çizgi söz konu-

sudur.

Page 59: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

İran’ın dış politikasını şekillendirmede, geçmi-

şinde yaşadığı Rus ve İngiliz işgallerinin, Başba-

kan Musaddık’ın CIA darbesiyle devrilmesinin,

1979 İslam Devrimi’nin, aynı yılın Kasım ayında

ABD’nin Tahran Büyükelçiliği’nin basılmasıyla

başlayan ve 1981’de son bulan rehine bunalımı-

nın, 1980-1988 arasında süren, 1 milyon kişinin

ölümüne, en az 150 milyar dolarlık maddi kayba

neden olan İran-Irak Savaşı’nın etkisi büyüktür.

ABD, rehine bunalımından sonra İran’a yönelik

yaptırımları devreye sokmuş, 1981’de kaldırıp,

1984’te yeniden gündeme getirmiştir. Tahran’ın

nükleer faaliyetlerinin gelişmesine koşut olarak

da ağırlaştırmış, yaygınlaştırmış, 2012’de de en

üst düzeye çıkarmıştır. Ayrıca ABD’nin Irak’ı

işgal etmesi, İran’ı çevrelemeye, rejimini de-

ğiştirmeye çalışması ve İran’ın İsrail’le yaşadığı

gerginlik hep İran’ın dış politikasını, savunma

ve güvenlik anlayışını biçimlendiren unsurlar-

dır. İran’da ABD ve İsrail öncelikli tehdit olarak

görülürler. O nedenle güçlü devlet olma çabası,

güçlü orduya sahip olma arzusu ve nükleer silaha

sahip olma hakkı genel kabul görür.

İran’ın, ABD ve İsrail’in hedefinde olmasının en

büyük nedeni nükleer faaliyetleridir. Bu faali-

yetler tüm diğer anlaşmazlık konularının önü-

ne geçmiştir. İran’ın sık sık İsrail’in yok edilmesi

gerektiğini söylemesi, ABD’yi ise “büyük şeytan”

olarak nitelemesi, hem dış politikada ABD’yle

mesafeli ülkelerde takdirle izlenmekte (Küba’dan

Çin’e, Kuzey Kore’den Venezüella’ya kadar), hem

de iç siyasette büyük karşılık bulmaktadır. İktidar,

iç siyasette sıkıştığında ABD ve İsrail karşıtlığını

öne çıkarmaktadır. ABD ve İsrail karşıtlığı, dış

politikanın yanında devlet ideolojisinin de teme-

line oturmuş ve iç siyasette de karşılık bulmuştur.

ABD ve İsrail’in de “İran nükleer silahlara sahip

olacak” söylemiyle, hem kendi iç kamuoylarını

hem de dünyayı İran’a karşı konumlandırmak,

bu ülkeye yönelik bir saldırıyı meşrulaştırmak,

psikolojik altyapı hazırlamak amacını güttükleri

bilinmektedir. Ayrıca ABD İran’ı terörü destekle-

yen ülkeler arasında anmaktadır.

İran, bölgedeki grupları İsrail’e karşı desteklese

de, İsrail ile doğrudan bir çatışma içine girmek-

ten kaçınmaktadır. Çünkü İran ile İsrail arasında

oluşabilecek sıcak bir çatışma, ABD’nin de du-

ruma dâhil olmasını beraberinde getirebilir. İran

ise bu riski göze almak istememektedir.3 İran,

ABD’nin ve İsrail’in kendisini kışkırtan, hata

yapmaya zorlayan hamlelerine karşı soğukkanlı

davranmakta, ilk adımı atan, çatışmayı başlatan

taraf olmamaya özen göstermektedir. ABD’ye

karşı savunmacı, çekingen, ezik bir diplomasi

değil, atak, dünya ölçeğinde ittifaklara açık, sa-

dece Ortadoğu’da değil ABD’nin hemen yanında

Latin Amerika’da bile işbirliği yapabilen bir dip-

lomasi izlemektedir.

Rusya ve Çin’le Yakın İlişkiler

İran’ın SSCB ile ilişkileri Soğuk Savaş yıllarında

oldukça düşük seviyede seyretmiştir. SSCB’nin

dağılmasından sonra ise İran-Rusya ilişkileri

hızla gelişmiştir. 1992’de iki ülke nükleer reaktör

yapımına ilişkin anlaşma imzalamıştır. O günden

beri Rusya, İran’ın nükleer faaliyetlerine keskin

bir itirazda bulunmamaktadır. 1979 İslam Dev-

rimi sonrasında İran, güvenliğini sağlamak adına

Çin, Kuzey Kore ve SSCB’den silah almaya baş-

lamıştır. Devrimden sonra ABD’yle ilişkilerini

kesen, askeri anlaşmaları fesheden, ülkesindeki

ABD üslerini kapatan İran, kendisini destekle-

yen Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasındaki üs-

tünlüğünü de kabul etmiştir. 1989’da Ayetullah

Humeyni’nin ölümünden sonra İran ve Rusya

arasında ilk geniş çaplı silah anlaşması imzalan-

mıştır. Bu da ilişkileri hızla geliştirmiştir. Rusya

ile İran arasındaki bu yakınlaşma ABD başta ol-

mak üzere birçok Batı ülkesini tedirgin etmiştir.4

Normal koşullarda, enerji konusunda Rusya’nın

önemli bir rakibi olması beklenen İran, Batı tara-

fından dışlandığı oranda Rusya’yla yakınlaşmış-

tır. Bu da Rusya’nın elini güçlendirmiştir. İran’ın

bölünmesi veya istikrarsız hale gelmesinin, Ha-

zar çevresinde, Azerbaycan’da, Türk dünyasında

ne gibi sonuçları olabileceğini öngören Rusya,

İran’ın Batı ile yaşadığı gerginlikten kazançlı çık-

mıştır.

İran’a nükleer faaliyetleri kapsamında bilgi ve

teknoloji satan Rusya, 1992’den bu yana istikrarlı

biçimde BM’de İran’ın nükleer çalışmalarıyla il-

gili oylamalarda, İran’a yönelik yaptırımlara karşı

çıkmaktadır. İran’ın barışçıl amaçlarla nükleer

programını geliştirme hakkına sahip olduğunu

Page 60: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

savunmaktadır. Bu bağlamda “yumuşak” yaptı-

rım kararıyla İran’ın diyaloga yanaşmasını sağ-

layabileceğini, böylece İran’ın nükleer progra-

mının askeri içerikte olmadığının anlaşılacağını

öne sürmektedir.5 ABD başta olmak üzere Batı-

nın, nükleer faaliyetleri bahane ederek, İran’da

rejim değişikliği için çalıştığını belirtmektedir.

İran’a yönelik bir askeri müdahalenin kendisine

yönelik doğrudan bir tehdit olduğunu vurgula-

maktadır. İran’ın, Rusya ve Çin’in kurucu ve li-

der üyeler olarak öne çıktıkları Şanghay İşbirliği

Örgütü’nde gözlemci üye olduğunu da unutma-

mak gerekir.

Tartışmalı nükleer programından dolayı İran’a

karşı 2006’da başlatılan BM yaptırımlarının kap-

samı 2010’dan itibaren genişletilmiş, yaptırım-

ların ekonomi üzerinde yarattığı baskı ve sıkıntı

gözle görülür bir hal almıştır. 2012’de ekonomi

küçülmeye başlamıştır.6 Batının İran’a uyguladığı

petrol ambargosunu ağırlaştırmasından (1 Tem-

muz 2012’den itibaren AB İran’dan petrol alımını

durdurmuştur) ve İran Merkez Bankası’nın mal-

varlıklarını dondurmasından sonra Çin, İran’dan

yaptığı petrol ithalatını artırmıştır. Çin ekono-

misinin üç numaralı petrol tedarikçisi İran’dır.

İki ülke petrol ticaretinde dolar yerine Çin para

birimi yuan’ı devreye sokmuşlardır. İran petrol-

lerinin Çin’den başka en büyük alıcıları Japonya,

Hindistan ve Güney Kore’dir. İran, Rusya ve Çin

ile olan yakın ilişkilerini, diplomaside önemli bir

koz olarak kullanmaktadır. Bu durum, özellikle

Almanya ile dengeli bir ilişki kurmasında önemli

bir unsurdur.

İran, Suriye’nin bölgedeki en büyük müttefiki ve destekçisidir.

Suriye üzerinden Lübnan siyasetinde etkili olmaya çalışmaktadır.

Page 61: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

9

İran, Latin Amerika ve Bağlantısızlar

Hareketi

İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın 2012 yılı

Ocak ayında Venezüella, Ekvator, Nikaragua ve

Küba’yı içeren Latin Amerika gezisi, İran açısın-

dan oldukça başarılı geçmiştir. İran’ın 2005’ten

itibaren bölgeye yönelik attığı diplomatik adım-

larla başlayan politika, bölgede İran lehine bir

tutum takınılmasını sağlamıştır. Bu durum, La-

tin Amerika’yı uzun yıllar “arka bahçesi” olarak

gören ABD’yi ise endişelendirmiştir.7 Fars milli-

yetçiliğini ve Şii inancını, antiemperyalist ve anti

Siyonist söylemle harman eden, ideolojisinin ve

İslam anlayışının merkezine koyan İran, ABD ile

anlaşmazlık yaşayan ülkeleri doğal müttefiki ola-

rak görmektedir. Bu politika Latin Amerika’nın

özellikle ulusal sol iktidarlarca yönetilen ülkele-

riyle yakın ilişkiler geliştirmesini sağladığı gibi,

küresel ölçekte de İran’a itibar kazandırmakta-

dır. O kadar ki, Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt,

Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri gibi Sünni Arap

yönüyle öne çıkan rejimlerin halkları arasında

bile İran’a yönelik takdir hisleri gelişmektedir.

İran, kendisine yönelik yaptırım ve ambargola-

rın genişleyip, yaygınlaştığı bir dönemde, 2012

yılı Ağustos ayında 16. Bağlantısızlar Hareketi

Zirvesi’ne evsahipliği yaparak önemli bir ba-

şarı elde etmiştir. Tahran’da gerçekleşen zirve-

ye 40’a yakın cumhurbaşkanı ve başbakan, çok

sayıda bakan katılmıştır. 120 üyesi, 17’si ülke,

10’u da örgüt olmak üzere 27 gözlemci üye-

si olan, BM’nin ardından en büyük uluslararası

örgüt olarak kabul edilen Bağlantısızlar Hareke-

ti Zirvesi’ne evsahipliği yapmak İran açısından

önemli bir hamledir. Bu yolla ABD’nin kendisi-

ni tecrit etme çabalarına yanıt vermiştir. İran ile

diplomatik ilişkilerini uzun yıllardır dondurmuş

olan Mısır’ı, Cumhurbaşkanı Mursi’nin temsil

etmesi, zirveye davet edilmeyen Suudi Arabis-

tan Kralı’nın, bizzat mektup yazarak temsilcisini

göndermesi, önemli gelişmelerdir.

Dış politikasındaki dini vurgu söylemden iba-

ret olan İran, çok yönlü, çok merkezli bir dip-

lomasi izleyerek, sadece politik, ideolojik ve

stratejik açıdan değil, iktisadi açıdan da dış-

lanmışlığı, kuşatmayı yarmaya çalışmaktadır.

Latin Amerika’dan Uzak Doğu’ya dek geniş bir

coğrafyada kurmaya çalıştığı ittifak ilişkileriyle

etki alanını büyütmeye çabalamaktadır. Bu yol-

da belli bir mesafe de almıştır. Bu sayede İran’ın

Latin Amerika’daki en önemli ticaret ortağı olan

Brezilya, İran’ın nükleer programını onaylamak-

tadır. 2010’da BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a

yönelik yeni yaptırım paketine Türkiye ile bir-

likte “hayır” demiştir. İran, Brezilya’nın İran ile

Batı arasında arabuluculuk yapmasını kabul et-

miştir. Siyasi ilişkileri çok iyi olmasa da, İran’ın

Arjantin’le de ekonomik ilişkileri gelişmektedir.

Arjantin İran’ın Latin Amerika’daki ikinci ticaret

ortağıdır. İran Venezüella’ya konuttan otomotive

dek pek çok alanda büyük yatırımlar yapmıştır ve

iki ülkenin işbirliği, üyesi oldukları OPEC (Petrol

İhraç Eden Ülkeler Örgütü) içinde de dikkat çek-

mektedir.

İran’ın Bölgedeki Ağırlığı ve Gücünün

Sınırları

İran, Türkiye’den sonra İsrail’i tanıyan ikinci

Müslüman ülkedir. Şah döneminde, Türkiye ve

Mısır’la (Araplar arasında İsrail’i tanıyan ilk ül-

ran’ ger e te oldu undan daha g l ym gibi g steren abart l bir tehdit alg s yla yaln zla t rmaya al an A D ve srail bu sayede Tahran’ n hem i siyasette elini g lendirme te hem de b lgede ve d nyada geni bir ittifa potansiyeli elde etmesine itibar azanmasna yard mc olma tad rlar

Page 62: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

kedir) birlikte ABD’nin bölgedeki en yakın müt-

tefikleri arasında öne çıkmıştır. İslam Devrimi

sonrasında ise İsrail’in haritadan silinmesini sa-

vunmaya başlamıştır. Bölgede, ekonomik, siya-

sal, toplumsal, teknolojik gücünün üstünde bir

ağırlığa sahip olmasında, bölgesel güç konumu-

na ulaşmasında kendisinin ABD ve İsrail karşıtı

söylemlerinin de, ABD ve İsrail’in İran karşıtı ve

yer yer abartılı söylemlerinin de etkisi büyüktür.

İran’ı, gerçekte olduğundan daha güçlüymüş gibi

gösteren, abartılı bir tehdit algısıyla yalnızlaştır-

maya çalışan ABD ve İsrail, bu sayede Tahran’ın

hem iç siyasette elini güçlendirmekte, hem de

bölgede ve dünyada geniş bir ittifak potansiye-

li elde etmesine, itibar kazanmasına yardımcı

olmaktadırlar. Bölgesel güç olan, ancak küresel

ölçekte adım atma, etkili olma konusunda devlet

kapasitesi, yumuşak gücü yetersiz kalan İran da,

kendisine yönelik bu abartılı ifadelerden yarar-

lanmaktadır.

İran Türkiye’yle tarihsel olarak rekabet içinde-

dir8. Özellikle son dönemde Suriye meselesi baş-

ta olmak üzere Türkiye’yle önemli sorunlar yaşa-

maktadır. Türkiye’nin batıya yakın bir diplomasi-

yi, savunma ve güvenlik politikasını tercih etme-

si, zaman zaman İslam aleminin liderliğine oyna-

dığı yönünde bir algının oluşması, Ortadoğu’da

öncü olma çabaları, topraklarına kabul ettiği

füze kalkanı ve patriotlar İran’ın tepkisini çek-

mektedir. İki ülke Irak’ta da rekabet halindedir.

İran, Başbakan Maliki hükümetini ve merkezi

yönetimi desteklerken, Türkiye, Kuzey Irak Böl-

gesel Yönetimi’ni ve Barzani’yi desteklemektedir.

Türkiye, İran’ın nükleer faaliyetlerinden de tedir-

gin olmaktadır ve bunun İran’ın bölgesel üstün-

lüğünü artıracağını düşünmektedir.

Tüm bunlara karşın gerek Türkiye gerekse İran

bölgede devlet ve millet gelenekleriyle öne çıkan

ülkelerdir. 1639 tarihli Kasrı Şirin Anlaşması’ndan

bu yana değişmeyen sınıra sahiptirler. Rekabetin

ve anlaşmazlığın büyüklüğüne karşın, sıcak ça-

tışmadan özenle ve özellikle kaçınacak bilinçte-

dirler. Nitekim 1990’larda Türkiye’de Atatürkçü,

Cumhuriyetçi fikirleriyle öne çıkan aydınlara yö-

nelik cinayetler ve İran’ın Türkiye’ye rejim ihraç

etme çabaları Türk kamuoyunda İran karşıtlığını

körüklemişse de, her iki ülke de soğukkanlı dav-

ranarak, gerilimi düşürmeye çalışmışlardır. İki

ülkenin siyasi ve ticari ilişkilerinde iniş çıkışlara

rağmen belli bir istikrar egemendir. İki ülke ara-

sındaki ticaret hacmi 2012’de 20 milyar doları

aşmıştır ve 30 milyar dolara yükselmesi hedef-

lenmektedir. Türkiye, ABD’nin uyarısı üzerine

İran’dan ithal ettiği enerjiyi azaltsa da, yakın geç-

mişte, Türkiye’nin petrol ihtiyacının yüzde 40’ını,

doğalgaz ihtiyacının ise yüzde 30’unu İran’dan

karşıladığı dönemler olmuştur.

İran, Suriye’nin bölgedeki en büyük müttefiki ve

destekçisidir. Suriye üzerinden Lübnan siyasetin-

de etkili olmaya çalışmaktadır. Filistin’de Hamas

ve Lübnan’da Hizbullah üzerinde etkisi büyük-

tür. Bu sayede etkisini Akdeniz sahillerine kadar

genişletmektedir. ABD’nin Irak’ı işgalinden en

kazançlı çıkan bölge ülkesi de yine İran olmuş,

nüfusunun yaklaşık üçte ikisi Şii olan Irak’ta

siyasi nüfuzunu, iktisadi, toplumsal, kültürel

ağırlığını artırmıştır. “Arap Baharı” olarak ad-

landırılan süreci 1979 İran İslam Devrimi’nden

esinlenen bir İslami uyanış olarak memnuniyetle

karşılayan İran, Suriye’deki gelişmelere ise büyük

tepki vermiştir.9

Sonuç

İran ekonomisi küresel ölçekte ülkenin iddiala-

rını destekleyecek güçte rekabetçi bir ekonomi

değildir. ABD’nin İran’ın petrol satışını engelle-

meye, bu yolla onu iktisadi açıdan zayıflatmaya,

rejimi halk nezdinde yıpratıp itibarsızlaştırmaya

yönelik çabaları aralıksız sürmektedir. İran, ülke-

sini ve rejimini korumak, bölgesel bir güç olarak

konumunu pekiştirmek için nükleer çalışmaları-

nı devam ettirmektedir. Aynı zamanda da İran’ı

hata yapmaya zorlayan, saldırgan taraf olarak

göstermeye çalışan ABD ve İsrail’e karşı bir “sinir

harbi” vermektedir. İran, kendisinin nükleer faa-

liyetlerini eleştirenlere ise bu çabalarının barışçıl

amaçlı olduğunu söyleyerek ve İsrail’in elindeki

nükleer silahları göstererek yanıt vermektedir.

Kaldı ki İran’da nükleer faaliyetler Şah dönemin-

de başlamıştır ve nükleer güç olmak halkın ta-

mamının desteklediği milli bir politikadır. İran’ın

nükleer silaha sahip olmasının, bölgede Mısır,

Suudi Arabistan ve Türkiye’yi de bu konuda is-

Page 63: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

tekli kılacağını belirtenlerin de sayısı çoktur. Öte

yandan, pek çok ülke İran’ın nükleer çalışmala-

rının barışçıl amaçlı olduğuna inanırken, İran’ın

nükleer silah sahibi olacak kapasiteye ulaşması

için daha uzun yıllar gerektiğini savunan uz-

manlar da söz konusudur. İsrail, sürekli olarak

ABD’yi, İran’ın nükleer faaliyetlerini yaptırım-

larla, ambargolarla, ablukalarla durduramayaca-

ğı yönünde uyarsa da, ABD’nin İran’a yönelik bir

askeri müdahaleyi göze alması oldukça zordur.

Kısacası, jeopolitik konumu, doğal zenginlikleri,

nüfusu, devlet geleneği, millet bilinci, savaş de-

neyimli ordusu, nükleer faaliyetleri, diplomatik

kadrolarının yetkinliği, dağlık coğrafyasıyla öne

çıkan İran, etkili bir bölgesel güçtür. 19. ve 20.

yüzyıllarda Rusya’nın ve İngiltere’nin işgaline

uğramış olmak, ulusal bütünlük ve bağımsızlık

konusunda İran halkını oldukça duyarlı kılmıştır.

Kurduğu ittifak ilişkileri, elindeki enerji kartı ve

Hürmüz Boğazı’nı denetleyen konumu da İran’ı

bölge denkleminde öne çıkarmaktadır. Bu özel-

likleri onu çok zorlu bir hasım yaparken, İran’a

yönelik bir askeri müdahalenin çok büyük so-

nuçları olabileceğini ortaya koymaktadır.

O

1 İran’da ideoloji, devlet ve politika hakkında bkz: Doğu – Batı Yol Ayrımında İran, Ed: Barış Adıbelli, Bilim + Gönül Yayınları, İstanbul, 2012.

2 Seçkin Berber, “Yaptırımların İran Ekonomisine Etkileri”, www.bilgesam.org.tr, 26. 04. 2013, s., 2.3 Davut Turan, “Gazze Operasyonu Işığında İran’ın İsrail – Filistin Sorununa Yaklaşımı”, Ortadoğu Analiz, Şubat

2009, Cilt: 1, Sayı: 2, s: 50. 4 Merve Suna Özel, “Rusya’nın İran Kaygısı mı Beklentisi mi?”, www.21yyte.org.tr, 21. 04. 2012. 5 Özel, age, s: 2. 6 Berber, age, s: 1.7 Güneş Özyurt, “İran – Latin Amerika İlişkileri”, www.bilgesam.org.tr, 06. 02. 2012, s: 1. 8 Bu konuda bkz: Gökhan Çetinsaya, “Essential Friends and Nutural Enemies: The Historic Roots of Turkish – Irani-

an Relations”, Middle East Review of International Affairs, Vol: 7, No: 3, September 2003. 9 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz: Bayram Sinkaya, “Arap Baharı Sürecinde İran’ın Suriye Politikası”, SETAV,

www.setav.org, Nisan 2012.

DİPNOTLAR

Page 64: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

İran’a Ekonomik Yaptırımlar: Kırılganlaşan

Nükleer Program mı Hükümet mi?

Economic Sanctions on Iran: Is It Iran’s Nuclear Program or the Government Getting Fragile?

Özüm S. UZUN

AbstractThere is a consensus about the severe impact of the economic sanctions on the Iranian economy and the

limits of its achievement to compel Iran to stop its uranium enrichment activities. However, the probability

of the emergence of revolutionary uprisings against the regime due to the sanctions is still a debatable issue.

Therefore, this article seeks to understand the probability of transforming economic demands of Iranians to

political demands as a result of the economic sanctions. In that respect, it attempts to answer the following

question: Would economic sanctions be successful to dissuade the Iranian regime from its nuclear program

as a result of widespread discontent among Iranians in an era when the Middle Eastern and North African

regimes have been challenged by the popular uprisings? It seems that the main aim of greater economic

sanctions is to slow Iranian nuclear program, rather than to end it. Therefore, this article argues that the

possibility of transformation of economic demands of Iranians to political demands is low, since most of the

Iranians now only criticize the economy policies, not the nuclear policies, of the government.

Keywords: Iran, sanctions, nuclear program, Iranian economy

İran’a karşı uygulanan yaptırımlar, son yıllara kadar sadece ABD tarafından uygulanmış olmasından ötürü, İran ekonomisinde

bazı sıkıntılara neden olsa da İran’ı yalnızlaştıramamış ve siyasi baskı yaratabilecek düzeyde ekonomik sıkıntı yaratmamıştır.

Page 65: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Giriş

18 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta başlayan halk

ayaklanması, yönetimle halk arasında derinle-

şen uçurumun bir sonucu olarak patlak verdi.

Tunus’tan sonra Ortadoğu ve Kuzey Afrika dev-

letlerine hızla yayılan halk ayaklanmaları, bölge-

nin siyasal açıdan yeniden yapılandırılma süreci-

ni başlatmış oldu. Bölgeyi yakından takip edenler,

yönetimlerin kırılganlaşmasında büyük payı olan

ekonomi politikalarının önemini bir kez daha

kavradı. Arap devrimleri sürecinde İran’ın rolü,

algısı ve gücü üzerine birçok çalışma yapılırken,

İran’ın mevcut rejiminin ekonomi politikaları ve

devam ettirdiği nükleer programından dolayı

maruz kaldığı ekonomik yaptırımların etkisi gö-

rece daha az çalışıldı. Elbette ki ekonomik yaptı-

rımların İran’ın nükleer programını durdurmada

başarılı olup olmayacağına dair birçok çalışma

yapıldı. Ancak İran ekonomisi incelenirken, yö-

netimlerin ekonomik nedenlerle kırılganlaşması

sonucunda devrimci çatışmalarla/hareketlen-

melerle karşı karşıya kalma olasılığı daha nadir

analiz edildi. Bu nedenle bu makale, İran’a karşı

sertleştirilerek uygulamaya devam ettirilen eko-

nomik yaptırımların, hükümet üzerinde nasıl bir

etkisi olabileceğini sorgulayacaktır. Bu amaçla,

ekonomik yaptırımlar İran’ı nükleer programdan

vazgeçirmede etkili olabilir mi? ve Ortadoğu ve

Kuzey Afrika’nın halk ayaklanmalarıyla yeniden

şekillendiği bir süreçte bu yaptırımlar İran hükü-

metini kırılganlaştırabilir mi? sorularına cevap

arayacaktır. İlk bölümde, İran’ın nükleer progra-

mına dair kısa bir bilgi verilecek ve yaptırımlara

zemin hazırlayan başarısız müzakere süreci an-

latılacaktır. İkinci bölümde ekonomik yaptırım-

ların rolü ve İran’daki etkileri incelenecektir.

Müzakerelerin Sonucu: Ekonomik

Yaptırımlar

İran’ın nükleer programı, Şah döneminde altyapı

çalışmalarının ABD yardımıyla “Barış için Atom”

programı çerçevesinde başlatılmış, 1967 senesin-

de de Tahran Nükleer Araştırma Merkezi kurul-

muştur. İran, İslam Devriminden sonra İran-Irak

savaşına kadar nükleer çalışmalarını askıya almış

olsa da, 1960’lardan bu yana dönemsel olarak

SSCB (dağılmasından sonra Rusya), ABD, Çin,

Arjantin, Pakistan, Hindistan, Polonya, Alman-

ya, Fransa, Kuzey Kore, Güney Afrika ve İtalya

gibi ülkeler İran’ın nükleer programına katkıda

bulunmuştur. İran, Nükleer Silahların Yayılma-

sının Önlenmesi Anlaşmasını (Nonproliferation

Treaty [NPT]) 1970’de onaylayarak nükleer sila-

ha sahip olmayan ülkeler listesine ismini yazdır-

mış, UAEA’nın Teminat Anlaşmasını (Safeguard

Agreement) kabul etmiştir.1 1974’te İran Atom

Enerjisi Ajansı’nın kurulmasıyla da nükleer çalış-

malar yapan İranlı bilim adamları yetiştirme sü-

reci hız kazanmıştır. 1979 İslam Devrimiyle sona

erdirilen nükleer program, 8 yıl süren İran-Irak

savaşından sonra tekrar başlatılmıştır. Bahgat’ın

da belirttiği gibi Pakistan, İsrail ve ABD’den al-

gılanan tehditle beraber, ekonomik ve siyasi di-

namikler ve nükleere atfedilen “milli gurur” fak-

törleri İran’ın nükleer programını yeniden baş-

latmasında etkili olmuştur.2 İran-Irak savaşında

Saddam Hüseyin’in İran’a karşı kimyasal silah

kullanması ve uluslararası kamuoyunun bu ko-

nuda sessiz kalması da bir diğer önemli unsur-

dur. Ancak 1980’lerde rehine kriziyle ABD-İran

arasındaki diplomatik ilişkilerin kesilmesi, Şah

döneminde İran’ın nükleer programına destek

veren Batı dünyasının İran’a yardımının sonu

00 y l itibariyle ran ile A l s aras nda y r t len m za ereler zorlu bir d nemece girmi tir 00 senesinde i g r melerde Almanya ngiltere ve Fransa ran’a uranyum zenginle tirme faaliyetlerini durdurmas ar l nda n leer te nolo i ve ticaret alanlar nda e itli

nerilerin bulundu u bir anla ma te lif etmi tir

Page 66: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

olmuştur. Yabancı şirketlerin de İran’la nükleer

işbirliğini reddetmeleri, İran’ı Rusya ve Çin da-

hil diğer devletlere yöneltmiştir. Aynı zamanda

Devrim sonrasında İran’ın nükleer programının

“milli” olmasına özen gösterdiği bir süreç başla-

mıştır.

2000’lerle birlikte İran’ın devam eden nükleer

çalışmaları ve elde edilen istihbarat bilgileriyle

İran’ın nükleer programının barışçıl amaçlı ol-

mayabileceği endişeleri doğmuştur. 14 Ağustos

2002 tarihinde muhalif İran Ulusal Direniş Kon-

seyi, yapmış olduğu basın toplantısında, gizli

tutulan Natanz’daki uranyum zenginleştirme ve

Arak’taki ağır su üretim tesisleriyle ilgili bilgi-

ler vermiştir. UAEA 2003 raporunda da, İran’ın

1991 yılında Çin’den ithal ettiği uranyumu bil-

dirmemiş olmasına; zenginleştirme programına3

ve Arak reaktöründeki ağır su programına dik-

kat çekmiştir. 18 Eylül 2004’de bir karar tasarısı

onaylayan UAEA, İran’dan uranyum zenginleş-

tirme çalışmalarını durdurmasını ve Yönetim

Kurulu’na nükleer programıyla ilgili bir değer-

lendirme raporu sunmasını istemiştir. Diğer

taraftan, İran’ın gizli bir nükleer programı ola-

bileceği kaygısı, askeri seçenekleri önleme mak-

sadıyla Avrupa ülkelerini İran’la müzakere ma-

sasına oturtmuştur. Almanya, İngiltere ve Fransa

(AB Üçlüsü) ile yürütülen müzakereler sonucun-

da 15 Kasım 2004’de bir anlaşmaya varılmıştır.

İran’daki tüm santrifüjler denetim mekanizma-

sına alınmış ve İran kendi isteğiyle geçici olarak

durdurduğu uranyum zenginleştirme faaliyetle-

rine bir süre daha başlamayacağını duyurmuştur.

Böylelikle İran, konunun Birleşmiş Milletler Gü-

venlik Konseyine sevk edilmesini engellemiştir.

2005 yılı itibariyle İran ile AB Üçlüsü arasında

yürütülen müzakereler zorlu bir dönemece gir-

miştir. 2006 senesindeki görüşmelerde Almanya,

İngiltere ve Fransa İran’a uranyum zenginleştir-

me faaliyetlerini durdurması karşılığında, nükle-

er teknoloji ve ticaret alanlarında çeşitli önerile-

rin bulunduğu bir anlaşma teklif etmiştir. Döne-

min, İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hamid Rıza

Asefi, Avrupa’nın nükleer yakıt verme önerisine

olumlu baktıklarını, ancak bunun İran’ın barışçıl

nükleer teknolojiye sahip olmasına ilişkin doğal

ve yasal haklarından vazgeçtiği anlamına gel-

mediğini söylemiştir.4 Aynı zamanda İran, 2005

senesinde Avrupa üçlüsünün Rus topraklarında

uranyum zenginleştirme önerisini reddederek

uranyum zenginleştirme programına yeniden

başlamıştır. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ah-

medijenad, 2007 senesinde Güney Horasan eya-

letinin başkenti Bircand’da halka hitaben yaptığı

konuşmada nükleer programa değinmiş, uran-

yum zenginleştirme faaliyetlerini 164 santrifüj-

den 3 bin santrifüje çıkararak devam ettirdikle-

rini açıklamıştır.5 Aynı dönemde Körfez İşbirliği

Konseyi ülkeleri bölge dışında tarafsız bir yerde

uranyum zenginleştirme önerisinde bulunmuş-

lar, ancak bu öneri İran tarafından sıcak karşılan-

mamıştır. İranlı yetkililer, hiçbir önerinin kendi

topraklarında uranyum zenginleştirmeyi engel-

leyemeyeceği yönünde açıklamalar yapmıştır.6

2008’de bir araya gelen İranlı ve Avrupalı yet-

kililerin görüşmelerinde de İran’ın uranyum

zenginleştirme faaliyetlerinden vazgeçmeye-

ceği anlaşılmıştır. 14 Haziran 2008 tarihinde

Tahran’a giden AB Ortak Dış Politika ve Güven-

lik Yüksek Temsilcisi Javier Solana başkanlığın-

daki heyet, ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve

Almanya’nın (5+1 ülkeleri) teşvik paketini sun-

muştur. İran’ın hafif su reaktörü ile sivil bir nük-

leer program geliştirmesine yardım etmeyi, yasal

olarak geçerli nükleer yakıt kaynağının garantisi-

ni, ticaret kolaylığını ve İran’ın Batı’dan sivil uçak

alabilmesini öneren bu paket de İran’ı uranyum

zenginleştirme faaliyetlerini durdurmasına ikna

edememiştir. İran’ın resmi yanıtı gelmeden Hü-

kümet Sözcüsü Gulamhüseyin İlham’ın, “Eğer

paket uranyum zenginleştirme işlemini askıya

almayı içeriyorsa hiçbir şekilde görüşülebilir bir

paket değildir” şeklindeki açıklaması, İran’ın po-

litikalarında bir değişiklik olmayacağının sinyali-

ni vermiştir.7

Temmuz 2008 tarihinde İran’ın nükleer baş mü-

zakereci Celili ve AB’nin Dış Politika Sorumlusu

Solana Cenevre’de bir araya gelmiş, görüşmelere

ABD Dışişleri Bakanlığından bir yetkili de göz-

lemci olarak katılmıştır. 5+1 ülkelerinin talep

ve teşvikleri İran tarafına bir kez daha iletilmiş,

İran ise UAEA’nın denetiminde ve uluslararası

anlaşmalarla güvence altına alınmış olan barışçıl

nükleer programının hangi gerekçeyle engellen-

Page 67: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

diğini sorgulayarak uranyum zenginleştirme faa-

liyetlerini durdurmayacağını bir kez daha yinele-

miştir. Bunun üzerine İran’a karşı yaptırımların

arttırılması bir kez daha gündeme gelmiştir. An-

cak 7 Ağustos 2008 tarihinde Rusya’nın Birleş-

miş Milletler Daimi Temsilcisi Büyükelçi Vitali

Çurkin, 5+1 ülkeleri arasında, nükleer programı

nedeniyle İran’a yeni bir yaptırım uygulanması

konusunda kesin bir anlaşma olmadığını açıkla-

mıştır.8 19 Ağustos 2008 tarihinde İran ve UAEA

arasında yeni bir müzakere süreci daha başlamış,

UAEA Başkan Yardımcısı Hainunen, İran Atom

Enerjisi Kurumu tarafından Tahran’a davet edil-

miştir.9 Sonuç olarak, 15 Eylül 2008 tarihinde

UAEA tarafından hazırlanan İran raporunda,

ne İran ne de Batı’nın tezlerini teyit edici bir so-

nuca varılmıştır. Raporda, İran yönetiminin BM

Güvenlik Konseyi kararlarının gereklerini yeri-

ne getirmediği, uranyum zenginleştirme ve ağır

su reaktöründeki çalışmalara devam ettiği ifade

edilmiştir. Ancak izin verilen tesislerin denetimi

sonunda, İran’ın gizli nükleer çalışmaları oldu-

ğuna dair bir kanıtın sunulamayacağı da eklen-

miştir. UAEA, İran’ın Güvenlik Konseyi kararla-

rı gereğince nükleer programı konusunda daha

şeffaf adımlar atmaması durumunda, İran tara-

fından belirtilmemiş nükleer materyal ve aktivi-

tenin olmadığını teyit eden bir tutum sergileye-

meyeceğini belirtmiştir. Bu rapor, İran’ın askeri

amaçlı bir nükleer programı olduğunu kanıtlaya-

mamakla birlikte, BM Güvenlik Konseyi karar-

larıyla uyumlu hareket etmesi gerektiği yönünde

bir uyarı niteliğindedir.

İran’ın ısrarcı tutumu, İran’a karşı uygulanan

ekonomik yaptırımların devamına ve artmasına

neden olmuştur. BM Güvenlik Konseyi tarafın-

dan Aralık 2006 tarihinde çıkarılmış olan 1737

sayılı karar genişletilerek Mart 2007 tarihinde

1747 sayılı karar kabul edilmiş, Mart 2008’de de

1803 sayılı üçüncü yaptırım kararı onaylanmış-

tır. 1737 sayılı kararla, Tahran yönetiminin nük-

leer faaliyetlerine katkıda bulunacak her türlü

malzeme, teknoloji ve finansman sağlanmasının

yasaklanması ve nükleer programla ilişkisi oldu-

ğu saptanan 11 şirketin ve 12 kişinin malvarlık-

larının dondurulması onaylanmıştır. 1737 sayılı

karar BM Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesinin ta-

mamının oyuyla kabul edilmiş olmasına rağmen,

Rusya girişimleriyle yaptırımları hafifletmeyi ba-

şarmıştır. 1803 sayılı son kararla ise önceki eko-

nomik ve ticari yaptırımlar biraz daha sertleştiri-

lerek İran’a uranyum zenginleştirme faaliyetleri-

ni durdurması için üç ay süre tanınmış; nükleer

programla bağlantısı bulunan kişi ve kurumlar

saptanmış, bunların yurt dışındaki mal varlık-

larının dondurulması kararı çıkmış, bazılarına

seyahat yasağı getirilmiş; İran’a sivil veya askeri

amaçlarla kullanılacak hassas teknolojik ürün-

lerin satışının yasaklanmasına karar verilmiş ve

İran bankalarıyla ilişkilerde dikkatli olunması

önerilmiştir.

15 Eylül 2008 tarihinde UAEA, İran’ın nükleer

programıyla ilgili başka bir rapor daha yayınla-

mıştır. Bu raporda da Güvenlik Konseyi karar-

larına rağmen İran’ın uranyum zenginleştirme

faaliyetlerinden vazgeçmediğinin ötesine geçile-

memiştir.10 Tam da bu esnada Hamaney’in 5+1

ülkelerinin ekonomi teşvik önerisini reddetme-

siyle BM Güvenlik Konseyi’nin yeni yaptırım ka-

rarları için zemin hazırlanmıştır. 27 Eylül 2008

tarihinde 1835 sayılı karar, yeni yaptırımlar içer-

mese de İran’ın daha önceki kararlara uymasını

yinelemiştir.11 Yeniden başlayan müzakere sü-

reci de başarısızla sonuçlanmış, İran uranyumu

%20 oranında zenginleştirmeye başlayacağını

UAEA’na bildirmiştir. 2010 yılında ise müzake-

re süreci tamamen çıkmaz bir yola girmiştir. BM

Güvenlik Konseyi 1929 sayılı kararla İran’a uy-

gulanacak ek yaptırımlara kapı açmıştır. Kasım

2011 tarihinde UAEA’nın İran’ın nükleer progra-

mıyla ilgili yayınlamış olduğu raporda İran’ın bil-

dirilmemiş nükleer faaliyetlerinin askeri amaçlı

olabileceğine dair kaygılarının olduğuna işaret

etmesi, İran’a karşı daha sert yaptırımların gün-

deme gelmesini hızlandırmıştır. Bu çerçevede

ABD Senatosu, İran’ın enerji, liman, nakliyat ve

gemi sanayi sektörleriyle iş yapılmasını kısıtlayan

ve bu ülkeye grafit, alüminyum ve çelik gibi, gemi

sanayi ve nükleer sektörlerle alakalı ürünler satan

veya tedarik eden bireylere cezalar öngören yap-

tırım paketini onaylamıştır.12 AB de İran’a karşı

gaz, bankacılık ve deniz taşımacılığı konusunda

yeni bir yaptırım paketi üzerinde anlaşmaya var-

mış ve 27 AB üyesinin Tahran’dan doğalgaz alı-

mını durduracağını açıklamıştır.13 Ancak İran’a

karşı uygulanan ekonomik ve ticari yaptırımlarla

Page 68: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

İran’ın nükleer programından vazgeçirilmesinin

mümkün olup olmadığı hâlâ sorgulanmaktadır.

Ekonomik Yaptırımlardan Ne Bekleniyor?

1979 İslam Devriminden sonra ekonomik yap-

tırımlar, ABD-İran ilişkilerini etkileyen önemli

unsurlardan biri olmuştur. 4 Kasım 1979’da ya-

şanan rehine krizinden sonra ABD, İran’ın finans

sektörüne, petrol ve petrol dışı ürünlerine karşı

yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. İran’ın nük-

leer silaha sahip olmak istediği ve Ortadoğu ba-

rış sürecine karşı terör gruplarına destek verdiği

iddiasıyla da ABD, İran’la olan ticari ilişkilerine

yeni kısıtlamalar getirmiştir.

1970’li yıllardan sonra ekonomik yaptırımların

etkinliği üzerine yapılan çalışmalarda, yaptırım-

ların başarı oranını etkileyen iki faktöre dikkat

çekilmiştir. Birincisi, yaptırımı uygulayan ülke

ile yaptırım uygulanan ülkenin ekonomik yapı-

larıdır. İkincisi, yaptırımların ne kadar süre ile

uygulandığıdır.14 Yaptırım uygulanan ülkenin

ekonomisi yaptırım uygulayan ülkeye bağımlı

ise ve yaptırımlar uzun süreli devam ediyorsa,

yaptırımların sonuçları da o denli hissedilir bir

hal almaktadır. Ancak bu noktada ekonomik

yaptırımların siyasi kararlar üzerindeki etkisi de-

ğişkenlik göstermektedir. İran’a karşı uygulanan

yaptırımlar, son yıllara kadar sadece ABD tara-

fından uygulanmış olmasından ötürü, İran eko-

nomisinde bazı sıkıntılara neden olsa da İran’ı

yalnızlaştıramamış ve siyasi baskı yaratabilecek

düzeyde ekonomik sıkıntı yaratmamıştır. Bu

nedenle ABD, yaptırımların son bir yılda hem

uygulayan ülkeler hem de uygulanan sektörler

bakımından genişletilmesi için çaba harcamıştır.

2000’li yıllarda İran’ın nükleer programını dur-

durması için uygulanan ekonomik yaptırımların

etkinliği ise hala gündemdedir. Bunun önemli bir

Haziran ayında gerçekleşecek olan seçimler sonrasında kurulacak yeni hükümetin ekonomi politikaları,

İranlıların ekonomik taleplerini nükleer programla ilişkilendirip ilişkilendirmeyeceğini belirleyecektir.

Page 69: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

nedeni, AB’nin İran’a karşı genişletilen yaptırım-

lara daha fazla destek vermesine rağmen Rusya

ve Çin’in muhalif tutumlarıdır. Çin açısından

İran’la ilişkiler, Ortadoğu ve Avrasya bölgelerinde

siyasi ve ekonomik gücü artan ABD’ye karşı den-

geleyici bir unsur olarak algılanmaktadır. 1970’li

yıllarda başlayan İran-Çin ekonomik ilişkileri,

İran’ın yalnızlaştığı dönemlerde artarak devam

etmiştir. İki ülke arasında konvansiyonel silahlar

ve nükleer enerji alanlarında devam eden işbir-

liği, 2000’li yıllarda enerji alanında da gelişmeye

başlamış, iki ülke arasında enerji anlaşmaları im-

zalanmıştır. Aralık 2012 tarihinde Çin’in İran’dan

petrol ithalatı, bir önceki yıla göre %43 oranında

artmıştır.15 Nükleer enerji alanında İran-Rusya

işbirliği de önemlidir. Buşehr reaktörünü tesis

eden Rusya’nın eski Devlet Başkanı Putin, ge-

cikmeler olsa da projenin tamamlanacağına dair

garanti vermiştir. Dolayısıyla, ABD-İran ilişki-

lerinde önemini koruyan ekonomik yaptırımlar,

Rusya ve Çin ile İran arasındaki ekonomik ilişki-

lerden etkilenmekte, ABD’nin İran ekonomisini

zora sokarak siyasi baskı yaratma gücünü zayıf-

latmaktadır. Amerikan yönetimi de bu zayıflığın

farkında olup, İran’a karşı daha geniş katılımlı bir

koalisyon oluşturma gerekliliğini her fırsatta dile

getirmektedir.

Görünen o ki, hiç kimse İran’a karşı uygulanan

ekonomik yaptırımlar yüzünden İran hüküme-

tinin nükleer programını durduracağına dair

bir açıklama yapmasını beklememektedir. Yap-

tırımlarla elde edilmeye çalışılan, İran’ın nükle-

er programının yavaşlatılmasıdır. Beyaz Saray

Ulusal Güvenlik Danışmanı Tom Donilon’un da

belirttiği gibi, yaptırımlar İran’ın zenginleştirme

programı için gerekli olan ve kendisinin ürete-

mediği temel malzeme ve ekipmanları maliyetli

hale getireceğinden İran’ın nükleer programını

devam ettirmesini güçleştirecektir.16 Dolayısıyla,

yaptırımların asıl amacının nükleer programın

devam ettirilmesinin maliyetini arttırarak, hızlı

ilerlemesini engellemektir. Bu noktada iki önem-

li husus dikkat çekmektedir. Birincisi, yaptırım-

ların asıl amacı nükleer programı yavaşlatmaksa,

orta vadede askeri yöntemlerin gündeme gelme

olasılığı vardır, ki bu makalenin konusu dışın-

dadır. İkincisi, uygulanan yaptırımlar yüzünden

ciddi ekonomik sıkıntılarla baş eden İran halkı-

nın nükleer programa yönelik desteğini azaltarak

hükümet politikalarını etkileyebileceği ihtima-

linin var olup olmadığıdır. İlerleyen bölümlerde

bu ihtimal analiz edilecektir.

Ahmedinejad Hükümeti, İran Ekonomisi ve

Nükleer Program Üçgeni

İran’da 24 Haziran 2005 ve 12 Haziran 2009 ta-

rihlerinde yapılmış olan seçimlerde Cumhurbaş-

kanı seçilen Mahmud Ahmedinejad’ın yönetimi

boyunca İran’a karşı uygulanan yaptırımların

artmasıyla, İran ekonomisi zor bir döneme gir-

miş, bununla paralel İranlıların ekonomik talep-

leri artmıştır.

İran’daki muhafazakârlar kendi içlerinde gele-

neksel, ılımlı ve radikal olmak üzere üç gruba

ayrılmaktadır. Geleneksel muhafazakârlar tüc-

carlardan oluşmakta, ekonomik alanda sanayi

burjuvazisini savunmakta ve ekonomik anlam-

da uluslararası sistemle entegrasyonu destek-

lemektedir.17 Dolayısıyla, ekonomik güce sa-

ran d ndan ba ld zaman e onomide i s nt larla bo u an ranl lar n h metin n leer politi as n sorgulamas be lenebilir Anca ran’da i tart malar incelendi inde Ahmedine ad h metinin e onomi politi alar n n sorguland ve tart malara n leer politi an n ve bundan dolay uygulanan yapt r mlar n dahil edilmedi i g r lme tedir

Page 70: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

hip olan geleneksel muhafazakârların, radikal

muhafazakâr grubundan olan Cumhurbaşkanı

Ahmedinejad’ın ekonomi politikasını nasıl al-

gıladığı önem kazanmaktadır. Ahmedinejad,

seçim öncesinde petrol gelirlerinin halka dağı-

tılacağı ve yeni iş imkânlarının yaratılarak işsiz-

lik oranının azaltılacağını vaat etmiştir. Ancak

Ahmedinejad’ın yönetiminde İran ekonomisi

düşüşe geçmiş, özellikle nükleer program poli-

tikasında izlediği tavizsiz tutum karşısında ABD

öncülüğünde ekonomik yaptırımlara neden ol-

muştur. Artan genç nüfusuyla işsizlik oranının

artması, halkın alım gücünde yaşanan düşüş ve

Haziran 2007 tarihi itibariyle benzinin karneye

bağlanması,18 Ahmedinejad döneminde yaşanan

ekonomik sıkıntıların bir kısmını oluşturmak-

tadır. Ekonomik ve ticari yaptırımlarla İran hal-

kının yoksullaşarak yaşam kalitesinin düştüğü

bir gerçektir. İstatistiklere göre, ülke genelinde

fakirlik seviyesi %18 ve işsizlik oranı %13,2 civa-

rındadır.19 15-24 yaş arası genç kadın nüfusta ise

işsizlik oranı, %30 civarındadır.20 Aynı zamanda

petrol zengini olan İran, yaptırımlar yüzünden

rafinerilerini yenileyememekte, dolayısıyla gün-

lük benzin ihtiyacını karşılayamadığı için benzin

ihtiyacının %40’ını ithal etmektedir.21

Daha önce de bahsedildiği gibi, ekonomik yaptı-

rımların İran ekonomisindeki kısa vadeli sonuç-

ları, İran’ın ABD’den başka ekonomik ve ticari iş-

birliği yapabileceği yeni ülkelerle bir nebze olsun

hafifletilmiştir. Ancak ekonomideki 777 milyon

$’lık yıllık toplam zararın, %82’sinin yaptırım-

lardan kaynaklandığı görülmektedir ki bu ra-

kamların yaptırımların genişletilmediği döneme

ait olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır.22

İngiltere’nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi

John Sawers da BM Güvenlik Konseyi tarafından

İran’a uygulanan yaptırımların İran ekonomisini

vurduğunu söylemiş, Avrupa ile yaptığı ticareti

etkilediğini ve uluslararası şirketlerin İran’a ya-

tırım yapma isteklerini azalttığını ifade etmiştir.

Sawers, yaptırımların siyasi etkisi olduğunu da

belirterek, yaptırımların “İran’ın içinde de nük-

leer hırslarının peşinde ne kadar bedel ödemek

istedikleri konusunda” şiddetli bir tartışma baş-

lattığını savunmuştur.23

İran dışından bakıldığı zaman, ekonomideki sı-

kıntılarla boğuşan İranlıların hükümetin nükle-

er politikasını sorgulaması beklenebilir. Ancak

İran’daki tartışmalar incelendiğinde Ahmedine-

jad hükümetinin ekonomi politikalarının sor-

gulandığı ve tartışmalara nükleer politikanın ve

bundan dolayı uygulanan yaptırımların dahil

edilmediği görülmektedir. 2007 senesinin yaz

aylarında İranlı ekonomistler Ahmedinejad hü-

kümetinin ekonomi politikalarını eleştirdikle-

ri mektubu bir toplantı düzenleyerek kamuoyu

önünde okumuşlardır. Cumhurbaşkanına sesle-

nen ekonomistler, hükümetin akademik verileri

görmezden geldiğini, petrol gelirlerini verimli

değerlendirmediğini, enflasyonun artması ve

ekonomik durumun kötüleşmesine neden olan

politikalar uyguladığını ifade etmişlerdir. Ekono-

mistlerin birçoğu, İran ekonomisinin yaptırımlar

nedeniyle içinde bulunduğu durumdan ziyade

Ahmedinejad hükümetinin kötü yönetimini so-

rumlu görmüştür.24

Artan petrol fiyatlarına rağmen İran ekonomi-

sindeki sıkıntıların devam etmesi, hükümetin

zengin enerji kaynaklarını kalkınmaya ve İran

halkının refahına dönüştüremediğini göstermek-

tedir. Artan petrol fiyatları halka yansımadığı gibi

hükümetin nükleer programından ötürü uygu-

lanan ekonomik yaptırımlara karşı elini kuvvet-

lendirmiştir. Ekonomist Dr. Masoud Nili, 1998

yılında 71 trilyon riyalden az olan devlet bütçesi-

nin, artan petrol fiyatlarıyla 2006 yılında yaklaşık

600 trilyon riyale ulaştığını söylemiştir.25 Petrol

zengini Ortadoğu ülkelerinin “rantçı” ekonomi

yapısı, ekonomik ve siyasi liberalleşmeyi engelle-

yen, dolayısıyla mevcut rejimleri sağlamlaştıran

bir etken olarak görülmektedir. Bu çerçeveden

değerlendirildiğinde, petrol gelirleri halka yansı-

mamakta, ancak mevcut rejimin devamını sağla-

maktadır. Ancak uygulanan yaptırımlarla İran’ın

petrol gelirlerinde 2012 yılından itibaren %45’lik

bir azalma yaşanmış, İran riyali de %80’den fazla

değer kaybetmiştir.26 Ekonomik verilere bakıldı-

ğında yaptırımlarla İran ekonomisi zayıflamakta,

dolayısıyla İran’ın nükleer programını yavaşlat-

makta başarı şansı yüksektir. Ancak yaptırımla-

rın nükleer programı durdurma konusunda ba-

şarılı olma ihtimali hala şüphelidir. İran halkının

eleştirisi, hükümetin ekonomi politikalarıyla il-

gili olup, henüz nükleer politikasına yönelik de-

ğildir. Dolayısıyla ekonomik yaptırımların, İran

Page 71: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

9

hükümetinin nükleer programdan vazgeçmesini

sağlayacak siyasi baskı yaratması beklenmemeli-

dir.

Yaptırımlarla kötüleşen ekonomi, İranlıların

ekonomik taleplerini arttırmasına neden olabi-

lir, zaman içerisinde de ekonomik talepler yeri-

ni siyasi taleplere bırakabilir. İranlıların nükleer

politikaya karşı tutumları, Bahgat’ın işaret ettiği

“milli gurur” faktöründen kaynaklanmakta, do-

layısıyla ekonomiden bağımsız olarak değerlen-

dirilmektedir. 2005 Cumhurbaşkanlığı seçimle-

rinde dönemin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ha-

mid Rıza Asefi’nin “Cumhurbaşkanı kim olursa

olsun uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin

daimi olarak ertelenmesi söz konusu değildir”

şeklindeki demeci de nükleer programın, hükü-

metlerin politikalarından ziyade devlet politikası

haline dönüştüğünü göstermektedir. Ancak gele-

cek nesillerde, nükleer programa atfedilen “milli

gurur” simgesinin asıl kökeni olan İran-Irak sa-

vaşından kaynaklanan psikolojik etkilerin, mev-

cut karar alıcı ve seçmenlerde olduğu kadar güç-

lü olmayacağı dikkate alındığında, uzun vadede

nükleer program için göğüs gerilen ekonomik

sıkıntıların daha fazla sorgulanmasına sebep ola-

rak ekonomik taleplerin yanında siyasi taleplerle

hükümete karşı hareketlenmeler söz konusu ola-

bilir. Bu ihtimalin ise İran’a karşı uygulanabilecek

askeri bir müdahaleyle yok olacağını söylemek

mümkündür.

Sonuç

İran’ın nükleer programına karşı ekonomik yap-

tırımların uygulandığı bir dönem yaşanmakta ve

yaptırımların etkinliği tartışılmaktadır. Anlaşılan

odur ki, ekonomik yaptırımlarla askeri amaçlı

nükleer faaliyetler için gerekli olan hassas nük-

leer teknoloji, madde ve bilgi akışının önlene-

rek İran’ın nükleer programının yavaşlatılması

amaçlanmaktadır. Bu nedenle, ABD İran’a karşı

uygulanan yaptırımların geniş bir koalisyonla

devam ettirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.

Sonuç olarak, ekonomik yaptırımlarla siyasi bir

sonuç hedeflenmemektedir.

Ekonomik yaptırımların İran ekonomisini olum-

suz etkilediği açıktır. Aynı zamanda İran hükü-

metinin yanlış ekonomi politikalarıyla birlikte

halk, sıkıntıları daha fazla hissetmektedir. An-

cak İranlıların mevcut durumda sadece hükü-

metin ekonomi politikalarını eleştirdiği dikkate

alındığında, giderek artan ekonomik sıkıntılarla

İranlıların ekonomik taleplerinin, siyasi talep-

lere dönüşerek, hükümetin nükleer programını

etkileme olasılığı düşük görülmektedir. Haziran

ayında gerçekleşecek olan seçimler sonrasında

kurulacak yeni hükümetin ekonomi politikaları,

İranlıların ekonomik taleplerini nükleer prog-

ramla ilişkilendirip ilişkilendirmeyeceğini belir-

leyecektir. Uzun vadede ise ekonomik sıkıntılarla

daha fazla karşı karşıya kalan özellikle genç nü-

fus ki bu kitlede nükleere atfedilen “milli gurur”

faktörünün yüksek hayat standartlarına sahip

olma isteminden daha az önemli olacağı düşü-

nülmektedir, nükleer program yüzünden karşı

karşıya kaldıkları ekonomik sıkıntılarla daha faz-

la yaşamak istemeyebilir. Bu ihtimalin hem uzun

vadede gündeme gelebileceği, hem de İran’a kar-

şı uygulanabilecek askeri bir operasyonla tama-

men ortadan kalkabileceği dikkate alınmalıdır.

O

1 NPT, 1 Ocak 1967 tarihinden önce nükleer silah denemesi yapmayan bir ülkeyi anlaşmaya taraf olduğu takdirde nükleer silah yapmayacağı konusunda taahhüt altına almaktadır. Bu tarihten önce nükleer deneme yapan ve anlaşmaya taraf olan ülkelerin (ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa ve Çin) ise nükleer silahlara sahip olma ve yenilerini üretme hakları saklı kalmıştır. Aynı zamanda anlaşma, nükleer silaha sahip olduğu kabul edilen 5 ülkenin de bu silahlara sahip olmayan diğer ülkelere hiçbir aktarım yapmayacağını taahhüt etmektedir. Ancak anlaşmaya göre taraf ülkeler, sivil amaçlı nükleer enerji kullanımında serbesttirler ve bu teknolojiyi kullanırlar-ken 5 nükleer ülkeden teknoloji ve maddi yardım alabilirler. Anlaşma, yatay olarak nükleer silahların yayılmasını

DİPNOTLAR

Page 72: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

önlemek kadar dikey yayılmayı da önlemeyi amaçlamakta, nükleer ülkelerin de zaman içerisinde nükleer silah-larından vazgeçmelerini öngörmektedir. Ancak bu maddenin zaman limitinin olmaması zaten ayrımcı olarak algılanan anlaşmanın taraf olmayan, ancak nükleer silah kapasitesine de sahip olan ülkeler tarafından reddedil-mesine yol açmaktadır. Taraf olmayan ülkeler Hindistan, Pakistan ve İsrail`dir. Kuzey Kore anlaşmadan çekilmiş, 2007 itibariyle yapılan müzakereler sonucunda nükleer programından vazgeçmiştir.

2 Gawdat Bahgat, “Nuclear Proliferation: The Islamic Republic of Iran,” Iranian Studies, vol 39 (3), September 2006.3 Denetimler sırasında bazı muhafaza kaplarında, Buşehr’deki nükleer santralde enerji için gerekenden çok daha

yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum bulunmuştur. İran, Pakistan’dan temin ettiği bazı muhafaza kapla-rında Pakistan’ın kendi nükleer programından bulaşmış aşırı zenginleştirilmiş uranyumun kalmış olabileceğini söyleyerek kendini savunmuştur. Gerçi Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (NPT), yakıt zen-ginleştirmeyi yasaklamasa da zenginleştirme aşaması silah üretiminde de önemli bir basamak olduğundan kuş-ku uyandırmaktadır.

4 “Iran: Nuclear Program is Irreversible,” http://www.cnn.com/2006/WORLD/meast/04/23/iran.nuclear/, 23 Nisan 2006.

5 Anadolu Ajansı, 8 Kasım 20076 Anadolu Ajansı, 2 Kasım 20077 “Iran Defiant in Nuclear Row,” Reuters, 15 Haziran 2008, http://www.reuters.com/article/topNews/idUSDAH339

16920080615?pageNumber=3&virtualBrandChannel=08 “Rusya: İran’a Yaptırımlar Konusunda Anlaşma Yok,” Hürriyet, 7 Ağustos 2008, http://www.hurriyet.com.tr/dun-

ya/9601657.asp9 “İran ve UAEK Arasında Yeni Dönem Müzakere Süreci Başladı,” İran İslam Cumhuriyeti Haber Ajansı, 19 Ağustos

2008, http://www2.irna.ir/tr/news/view/line-120/0808197732120552.htm10 IAEA Board Report, Implementation of the NPT Safeguards Agreement and Relevant Provision of Security Co-

uncil Resolutions 1737 (2006), 1747 (2007) and 1803 (2008) in the Islamic Republic of Iran, GOV/2008/38, (15 September 2008)

11 UN Security Council, Resolution 1803, S/RES/1835, (27 September 2008)12 “ABD’den İran’a Yeni Yaptırımlar,” NTVMSNBC, 1 December 2012, http://www.ntvmsnbc.com/id/25402653/13 “AB’den İran’a Doğalgaz Yaptırımı,” NTVMSNBC, 15 October 2012, http://www.ntvmsnbc.com/id/25390330/14 Robert A. Pape, “Why Economic Sanctions Do Not Work,” International Security, Vol. 22. No. 2. (Autumn, 1997), 91.15 “Çin’in İran’dan Petrol İthalatı %43 Arttı,” IRIB, 22 Ocak 2013, http://turkish.irib.ir/haberler/iran/item/273945-çin-

in-iran-dan-petrol-ithalatı-43-arttı (Erişim tarihi 5 Mart 2013)16 Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Tom Donilon’un Brookings Enstitüsünde yapmış olduğu konuşma, “Iran

and the International Pressure: An Assessment of Multilateral Effort to Impede Iran’s Nuclear Program,” The Bro-okings Institution, 22 November 2011, http://www.brookings.edu/~/media/events/2011/11/22%20iran%20nuclear%20program/20111122_iran_nuclear_program_keynote.pdf (Erişim tarihi 21 Nisan 2013 )

17 Arif Keskin, “Devrim İçinde Yeni Bir Devrim Arayışı: Ahmedinejad Radikalizmi,” 2023 Dergisi, 15 Şubat 2006 Ha-ziran 2007 tarihinde İran Petrol Bakanlığı tarafından benzine kota konulması kararı alınmıştır. Bu karara göre, kota uygulaması kapsamında motosikletlere aylık 30, özel araçlara 100, tam gün çalışan taksilere 300, yarım gün çalışan taksilere 600 ve devlet araçlarına da aylık 300 litre benzin verilecektir. Bu miktarların üzerinde olan benzinler, %25 zamlı olarak satılacaktır. İran’da uygulanmaya başlanan benzin kotasıyla ilgili daha fazla bilgi için bkz Frances Harrison, “İran’da Benzin Karneye Bağlandı,”27 Haziran 2007, http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2007/06/070627_iran_update.shtml

18 İran Ülke Profili, Mart 2012, http://birlesmismarkalar.org.tr/images/UF/file/hedef-ulke-raporlari/Iran.pdf (Erişim tarihi 21 Nisan 2013) 2006 yılında İran’daki işsizlik oranının %11 civarındaydı. Bkz: Lionel Beehner, What Sancti-ons Mean for Iran’s Economy?, 5 Mayıs 2006, http://www.cfr.org/publication/10590/

19 İran Ülke Profili, Mart 2012, http://birlesmismarkalar.org.tr/images/UF/file/hedef-ulke-raporlari/Iran.pdf (Erişim tarihi 21 Nisan 2013)

20 “Petrol Zengini İran Benzini Karneye Bağladı, Halk Sokağa Döküldü,” Referans, 28 Haziran 2007, http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=71733&KOS_KOD=7&ForArsiv=1

21 Akbar E. Torbat, “Impacts of the US Trade and Financial Sanctions on Iran,” http://som1.csudh.edu/depts/ad-junct/atorbat/Article%20Jan-2005/Torbat%20j.1467-9701.2005.00671.x.pdf, s.425

22 “BM Yaptırımları İran’ın Ekonomisini Vurdu,” Zaman, 31 Ocak 2008.23 “Iranian Economists Blame President for Economic Woes Despite Huge Oil Revenues,” International Herald Tri-

bune, 14 Temmuz 2007, http://www.iht.com/articles/ap/2007/07/14/africa/ME-GEN-Iran-Economic-Woes.php24 Massoud Nili, “Picture of Iran’s Oil-Dependent Economy”, Iran International, May 2006, No. 40 http://www.iranin-

ternationalmagazine.com/issue_40/text/picture%20of%20iran’s%20oil.htm25 “İran’ın Petrol Geliri Yarıya İndi,” Sabah, 8 Ocak 2013.26 “Ortadoğu’da Kader Seçimi,” http://www.tumgazeteler.com/?a=855242

Page 73: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Yetkililer net bir sayı vermese de geceleri sınırda nöbet tutan gönüllü askerlerin sayıları “bin’ler” ile ifade edilmektedir.

On beş yaşından yetmiş beş yaşına kadar hemen herkes sınırda göreve gitmektedir.

Gazze’de Motivasyonun Kaynağı ve

Son Gelişmelerin Gazze’ye Etkileri

The Source of Motivation in Gaza and the Effects of the Recent Events on Gaza

Abdulgani BOZKURT

AbstractThe relations between Israel and Gaza have entered a new phase with Ikhwan’s coming to the power in Egypt and apology of Israel from Turkey. The effect of this new phase on the motivation of people in Gaza is the main research of interest of this study. People have a high level motivation in Gaza which has become a symbol of resistance against Israel. Undoubtedly, resistance is the primary source of this motivation. In this study, firstly reflections of resistance on social life will be mentioned. At the same time, taking control and barriers of Ikhwan and probable effects of recent events in Egypt on Gaza will be addressed. Lastly, reflec-tions of Israel’s apology from Turkey on Gaza will be examined. The question to be answered in this regard is whether Israel’s apology is sincere or due to political calculations.

Keywords: Gaza, Hamas, Resistance, Motivation, Ikhwan, Israel

Page 74: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Giriş

Bu çalışmada ilk olarak, İsrail ve Gazze arasın-

da meydana gelen savaşların öneminden bah-

sedilecektir. Zira bu savaşlar İsrail ve özellikle

Gazze’de, ötekine karşı motivasyonun kaynağı

olmaktadır. Gazze’de savaşların öncesinde ve

sonrasındaki ruh hallerinin farklılık arz ettiğini

görmek bu tespiti desteklemektedir.

İkinci olarak, Mısır’ın bugünü ve yakın gelecek-

teki durumu üzerine birtakım tespitlerde bu-

lunularak Mısır’ın Gazze için neden önemli ol-

duğu ifade edilecektir. Üçüncü olarak, Mısır’da

İhvan’ın kontrolü ele alışının, İsrail’in Mavi

Marmara’da gerçekleştirdiği baskından dolayı

Türkiye’den özür dilemesi hususunda zorlayıcı

bir unsur olup olamayacağı tartışılacaktır. Son

olarak, sebep ne ve kim olursa olsun vuku bul-

muş olan özrün, samimi mi yahut siyasi mi oldu-

ğu değerlendirilerek özrün Gazze’ye kazandıra-

bilecekleri tahlil edilmeye çalışılacaktır.

İsrail-Gazze İlişkilerinde Savaşın

Yeri ve Önemi

Gazze dikdörtgen şeklinde bir konuma sahiptir.

Dikdörtgen şeklindeki Gazze’nin doğu uzun ke-

narı ile kuzey kısa kenarında İsrail bulunmakta-

dır. Güney kısa kenarında Mısır, batı uzun kena-

rında ise Akdeniz bulunmaktadır. Akdeniz’e pa-

ralel uzanan Gazze, yaklaşık 45 km uzunluğunda

sahile sahiptir. Akdeniz’den içeriye doğru en ge-

niş bölgesi 15 km’yi geçmeyen Gazze’de yapılar

mecburiyetten birbirine çok yakın vaziyette inşa

edilmiştir. Yaklaşık 400 km2lik bir yüzölçümüne

sahip Gazze’de 1,5 milyon civarında insan yaşa-

maktadır.

2006 yılında Hamas’ın seçimleri kazanmasıyla

birlikte İsrail tarafından Gazze’ye ağır bir şekilde

ambargo uygulanmaya başlanmıştır. Hamas’ın

seçimleri kazanmasından 2008’in Aralık ayına

kadar geçen yaklaşık üç yıllık sürede toplumun

Hamas’a karşı, ambargonun sebebi olmasından

ötürü, nefret beslemesi amaçlanmıştır. Ambar-

go sebebiyle Gazze’ye, yaşam için gerekli olan en

temel maddelerin bile girişi kontrollü olmuştur.

Özellikle savaş öncesi ve sonrasında yeni yerle-

şim birimlerinin inşası ve yıkılanların tamiratı

için gerekli olan çimento ve cam gibi maddeler

ise neredeyse hiç sokulmamıştır.

Altı yıldan fazla süren ağır ambargonun yanında,

İsrail-Gazze ilişkilerinin son yıllarına bakıldığın-

da iki önemli savaş öne çıkmaktadır. Gazzeliler

açısından iki savaşın ilkinde (2008) göreceli ola-

rak Hamas kaybetse de son savaşta (2012) kaza-

nan kesinlikle Hamas olmuştur. İfade edilen iki

önemli savaştan ilki olan Dökme Kurşun Ope-

rasyonu (Gazzeliler tarafından “Furkan Savaşı”

olarak adlandırılmaktadır), toplumun artan hu-

zursuzluğunun da yardımını umarak Hamas’ı

tamamen ortadan kaldırmak parolası ile başlatıl-

mıştır.1 27 Aralık 2008 günü başlayan ve 22 gün

süren savaş neticesinde 347’si çocuk 1393 Filis-

tinli ve 3’ü sivil 13 İsrailli öldürülmüştür.2 Savaş

neticesinde 2006’da Ortadoğu’da demokratik

ortamda yapılan ender seçimlerden biri ile başa

geçmiş olan Hamas, toplum nezdinde kısmen de

olsa güven kaybetmiştir. Hamas’ı ortadan kaldı-

ramayan İsrail’deki hükümet de aynı şekilde gü-

ven kaybına uğramıştır.

Dökme Kurşun Operasyonu’nun en önemli özel-

liklerinden biri İsrail’in deniz ve hava saldırıları-

nı, operasyonu başlattığı tarihten beş gün sonra

srail ve Filistin aras nda son y llarda meydana gelen nemli sava lardan i incisi 01 y l n n sonlar na do ru ya anm t r srail taraf ndan

ulut S tunu Gazzeliler taraf ndan ise Siccil olara adland r lan sava T r iye ve zelli le M s r’ n inisiyatif alara devreye girmesi ile sona ermi tir

Page 75: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

kara harekâtı ile desteklemiş olmasıdır. Normal

savaşlarda kara harekâtı, hava ve denizden des-

teklenmektedir. Ancak bölgenin ismi Gazze

olunca operasyonların rutini hava ve denizden

olduğu için kara harekâtından destek olarak bah-

sedilebilir. İsrail, Hamas’ın iktidarını bitirmek

parolası ile başlattığı operasyonlar neticesinde

hedefine ulaşamamış ve 22. günün sonunda geri

çekilmek zorunda kalmıştır.

İsrail ve Filistin arasında son yıllarda meydana

gelen önemli savaşlardan ikincisi ise 2012 yılının

sonlarına doğru yaşanmıştır. İsrail tarafından

“Bulut Sütunu”, Gazzeliler tarafından ise “Siccil”

olarak adlandırılan savaş, Türkiye ve özellikle

Mısır’ın inisiyatif alarak devreye girmesi ile sona

ermiştir.

Her iki tarafın da savaşa verdikleri isimlerin dini

motif taşıması ilgi çekicidir. İsrail’in verdiği isim

Tevrat’ta, Hamas’ın verdiği isim ise Kur’an’da

geçmektedir. Tevrat’ta Çıkış bölümünün 21. aye-

tinde ilgili isim “ve gündüz ve geceleyin yürüsün-

ler diye, Rab onlara yol göstermek için gündüzün

bulut direğinde (sütununda) ve geceleyin onlara

ışık vermek için ateş direğinde (sütununda) ön-

lerinde gidiyordu” şeklinde geçmektedir.3 Yani

Tevrat’a göre “Bulut Sütunu” Rabbin İsrail oğul-

larına verdiği desteği ifade etmektedir. Hamas’ın

kullandığı Siccil ifadesi ise Kur’an’da 105. surede

(Fil Suresi) geçmektedir ve kelime, tarihte Fil va-

kasındaki, Yemen’den gelerek Mekke’yi kuşatan

Ebrehe’nin ordularını mağlup eden Ebabil kuşla-

rın attıkları taş anlamına gelmektedir.4

Bulut Sütunu operasyonunun maliyeti, görünür-

de Gazze için daha fazla olmuştur. Ancak görün-

meyen ve basına pek yansımayan ya da yansıtıl-

mayan yönüyle İsrail için daha fazla olmuştur

denebilir. Hamaslı yetkililere göre savaş başladı-

ğında Gazze’den 80 km menzilli çok sayıda ro-

ket fırlatılmıştır. Toplamda 1.400 rakamını geçen

saldırılardan bir tanesi İsrail Meclis binasının

150 metre yakınına düşmüştür. Durum karşısın-

da İsrailli yetkililerde meydana gelen şaşkınlık,

bomba parçaları incelendiğinde yerini endişeye

bırakmıştır. Zira bombayı inceleyenler, füzenin

üstünde Gazze’de üretilmiştir yazdığını görmüş-

lerdir. Bu roket ve füze saldırılarının önemli bir

bölümünün, İsrail tarafından saldırıları engelle-

mek üzere tesis edilen Demir Kubbeyi aşması da

İsrail halkında korku oluşturmuştur.5

Tel Aviv’i hedef alan saldırılar aslında askeri

değil siyasi bir mesaj olarak okunabilir. Hamas,

gerçekleştirdiği ataklarla Tel Aviv’i vurabilecek-

lerinin mesajını vermiştir. Yine Hamaslı yetkili-

lere göre operasyonlar süresince İsrail Savunma

Güçlerine bağlı uçaklar düşürülmüştür. Yetki-

liler, İsrail tarafından bu bilgilerin itinayla giz-

lendiğini ve dolayısıyla dünyanın bu ve benzeri

askeri başarısızlıklardan haberdar olamadığını

belirtmektedirler.6

2012 yılının sonunda İsrail’in gerçekleştirdiği

Bulut Sütunu Operasyonu’nda Hamas’ın göster-

miş olduğu direniş, Gazzelilerin Hamas’a olan

güvenlerinin ve saygılarının artmasına sebep ol-

muştur, tespiti yapılabilir. Gazze’ye düzenlenen

son büyük operasyonun sonuçlarını ve halkın

hissiyatını görebilme adına 18–21 Mart 2013

tarihleri arasında Gazze’de yapılan inceleme-

ler bu tespitin yapılmasına imkân vermektedir.

Görüşülebilen insanların genel kanaati İsrail’in

düzenlediği son operasyonların öncesine kadar,

muhtemel bir seçimde Hamas’ın seçimleri kaza-

namayacağı yönündedir. Gazze üzerinde artan

ambargolar ve İsrail’e karşı ciddi bir varlık gös-

terememesi, Hamas’ın elini zayıflatan unsurlar

olarak öne çıkmaktaydı. Ancak operasyonlar-

da Hamas’ın gösterdiği askeri başarılar, halkın

önemli bir bölümünün Hamas’a tekrar teveccüh

etmesine yardımcı olmuştur.7

Hamas’a yönelik desteğin altında yatan tek ne-

den, Bulut Sütunu Operasyonu’nda gösterdiği

varlık değildir elbette. Askeri bir mukavemet

göster(e)meyen Batı Şeria bölgesinin günden

güne Filistinliler aleyhine erimesi ve İsrailli yer-

leşim yeri haline gelmesi, direnişin ve Hamas’ın

destek bulmasına bir başka sebep olarak zikre-

dilebilir. Gazze’deki menfi ekonomik durumun

müsebbibi olarak Batı Şeria’daki yönetimin so-

rumlu tutulması ve Gazze’de devlet dairelerin-

de çalışanların maaşlarının ödenememesi de

El Fetih’in aleyhine ancak yine Hamas’ın lehine

gelişmeler olarak ifade edilebilir. Zira bu öde-

meleri yapması ve ekonomiyi iyileştirmesi Batı

Şeria’daki yönetimden beklenmektedir. Yukarıda

Page 76: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

ifade edilenlere ilave olarak sosyal bir etki yapan,

İsrail hapishanesinde bulunanların yakınlarına

ve sakatlara ödenmesi gereken maaşların ödene-

memesi de motivasyona sebep olan ve Hamas’ı

güçlendiren diğer nedenler olarak sıralanabilir.

Başbakan Selam Feyyad’ın istifası da bütün bu se-

beplerin geçerliliğinin kabulü olarak okunabilir.

Nihayetinde sebep her ne olursa olsun Gazze’de

oluşan motivasyonla Gazze halkının önemli bir

bölümü, İsrail’in saldırılarından korkmadıklarını

ve direnişi asla bırakmayacaklarını her fırsatta

ifade etmektedir.8

Gazze’deki lider kadro da direniş konusundaki

kararlılıklarını net bir şekilde ifade etmektedir.

19 Mart 2013’te Gazze’de görüştüğümüz İsmail

Haniye, bugüne kadar Gazze’yi savunduklarını

ancak bundan sonra isterlerse hücum edebile-

ceklerini ve İsrail’in Filistin’i tanımak mecburiye-

tinde olduğunu ifade etmektedir.9 18 Mart 2013

günü Gazze’de görüştüğümüz Hamas’ın siyasi

liderlerinden Dışişleri eski bakanı Mahmud Al-

Zahar da Filistin’in eskisinden çok daha güçlü ol-

duğunu ve bundan sonraki süreçte İsrail’in, kar-

şısında çok daha güçlü bir Hamas bulacağını ifa-

de etmektedir.10 Bulut Sütunu Operasyonu’ndan

sonra sıkça yapılan bu ve benzeri açıklamalar,

İsrail’i etkiler mi bilinmez ancak Gazze halkında

azımsanmayacak bir destek bulmaktadır.

Gazze’de, halktaki kararlılık ve özgüveni her fır-

satta görmek mümkündür. Çocuk yaşta dene-

bilecek gençlerin bile yolda yürürlerken ayrı bir

özgüven ile yürüdüklerini görmek zor değildir.

Beş yaşındaki bir çocuk bile Yehud (Yahudi) keli-

mesini duyunca ayrı bir duruşa geçmektedir. Ço-

cukların bu duruşa sahip olmaları tesadüf î değil

belli bir eğitim sürecinin sonucudur. Çok sayıda

yetim merkezi olan Gazze’de, yetimler büyük bir

ihtimamla yetiştirilmektedir. Eğitim bittikten

sonra merkezlerden eve giden çocukların, anne-

leri yanında olmadan dışarıda tek başlarına oyun

oynamalarına bile müsaade edilmemektedir. Sıkı

bir eğitime tabi olan dört-beş yaşındaki çocuklar

bir araya geldiklerinde hep bir ağızdan özgürlük

marşları söylemektedir.

Gündüz halkta net bir şekilde gözlemlenebilen

özgüven, akşam olunca da sınır boylarında görü-

lebilmektedir. Yetkililer net bir sayı vermese de

geceleri sınırda nöbet tutan gönüllü askerlerin

sayıları “bin’ler” ile ifade edilmektedir. On beş

yaşından yetmiş beş yaşına kadar hemen herkes

sınırda göreve gitmektedir. Sabahleyin halıcılıkla

uğraşan, bakkal sahibi olan sıradan bir Gazzeli,

her ayın muayyen günlerinde geceleri sınıra gi-

derek nöbet tutmaktadır. Aynı şekilde devletin

resmi organlarında görev yapan üst düzey resmi

görevliler de gece olunca nöbete çıkmaktadır.

Gece nöbet tutup sabah üniversiteye, öğrenime

giden öğrencilerin sayısı da azımsanmayacak dü-

zeydedir.11

Gazze’de hemen herkes teyakkuz halinde bir ha-

yat sürmektedir. Şehirde, sanki ertesi gün başla-

yacak bir savaşın sükûneti ve hazırlığı hâkimdir.

Gece çok hareketli ancak bir o kadar da sessiz

geçmektedir. Sokakların arasını ve sınırdaki ha-

reketliliği gör(e)meyen biri için Gazze, gecele-

ri hayalet bir şehri andırabilir. Ana caddelerde

hareketli tek bir araç, gezen tek bir insan bile

görmek neredeyse imkânsızdır. Ancak özellikle

İsrail sınırındaki ara sokaklar dikkatle incelen-

diğinde hazır bekleyen araçları ve gönüllü di-

renişçileri görmek çok zor değildir.12 Gazze’de,

Batı Şeria’da sahip olduğu gibi bir serbestliğe sa-

hip olmasa da İsrail, gözlemleme imkânına sahip

olacak kadar Gazze’ye yakındır. Gazze ara sokak-

larında ve sınırda meydana gelen bütün hareket-

lilikten haberdardır ve bu hareketliliği sınırdaki

yüksek teknolojiye sahip cihazlarla devamlı izle-

mektedir. İsrail sınırında özellikle İsrail ordusu-

nun da görebileceği şekilde konuşlanan kalabalık

Hamaslı ve gönüllü birlikler, İsrail’in taarruzdan

ziyade savunma yapan bir ülke olmasına sebep

olmaktadır. Bu sebeptendir ki İsrail, 2008’den

bu yana Gazze’ye yönelik ikinci bir -geniş çap-

lı- kara harekâtı yapmayı göze al(a)mamıştır. Dö-

nem dönem Gazze sınırına tank ve buldozerlerle

girse de İsrail’in, Gazze gibi küçük, kalabalık ve

organize bir örgütün olduğu şehirde geniş çaplı

bir kara harekâtını uzun tutması ve başarılı kıl-

ması imkânsıza yakın görünmektedir.

Mısır’da Genel Durum ve Gazze İçin Mısır’ın

Önemi

Mısır-Gazze ilişkilerini açıklamadan önce, özel-

likle son dönemde meydana gelen ve iki ülke-

nin karşı karşıya gelmesine sebep olan önemli

Page 77: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

bir olayı kısaca hatırlamakta fayda vardır. 2012

yılının Ağustos ayında Sina çölünün Mısır-İsra-

il sınırına yakın bölgesinde, 16 Mısır polisinin

kar maskeli saldırganlarca öldürülmesi olayında,

Mısır basını tarafından Hamas suçlanmış ve Mı-

sır ile Gazze karşı karşıya gelmiştir. Faili meçhul

olarak kalan saldırılar için Cumhurbaşkanı Mur-

si, suçluların en kısa zamanda cezalandırılacağı-

nı ifade etmişti. Temkinli açıklamalarda bulunan

Mursi’ye rağmen İsrail de Mısır basını gibi hızlı

bir şekilde olayların arkasında Hamas’ın olduğu-

nu ileri sürmüştü.13 Hamas ile Müslüman Kar-

deşler (İhvan) ise ölümlerden İsrail’i sorumlu

tutmuştu. Hamaslı yetkililer, Hamas’ın İhvan’dan

ayrı olmadığının; dolayısıyla İhvan’ı zora sokacak

hiçbir faaliyette bulunmayacağını ifade etmekte-

dirler. Süreç ilerledikçe olayın Hamas’la ilgisinin

olmadığının da ortaya çıkmaya başladığını be-

lirtmektedirler.14

Mısır’ın Gazze için önemini görebilmek için

öncelikle Mısır’ın Mübarek sonrasındaki duru-

munu tahlil etmek gerekmektedir. Hamas’a ve

özellikle İhvan’ın yetkililerine göre Mısır’da plan-

lanan ve uygulanan basit bir oyun vardır ve bu

oyun aslında çok nettir. Sina’da gerçekleşen olay

ise bu genel planın sadece bir uygulamasıdır.

21 Mart 2013 Perşembe günü Kahire’de konuş-

tuğumuz İhvan’ın Şura Meclisi Üyesi ve Kahire

Gazze-Mısır arasındaki Refah Sınır kapısında Mısırlı emniyet görevlileri, içeriye girmek isteyenlere kolaylık sağlamak

bir yana zorluk çıkarmaktadır. Mursi Gazze’ye ihanet ediyor mealindeki haberleri Ordu’nun ve polisin kendisini nasıl konumlandırdığı ile

okumak, tünellerin neden imha edildiğinin de anlaşılmasını kolaylaştıracaktır.

Page 78: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

İdari Sorumlusu Muhyi Al-Zahid’e göre plan,

Mübarek sonrasında hazırlanmış ve süratle tat-

bike başlanmıştır. Bilindiği gibi Mısır’da Mü-

barek devri bitmiş ve sonrasında milletvekilliği

seçimleri yapılmıştı. Yapılan bu seçimlerden ise

genel olarak İslamcılar galip çıkmıştı. İhvan’ın,

Selefilerin ve diğer İslamcı partilerin aldıkları

oylar toplandığında, seçmenin yüzde yetmişini

geçmiştir.15

Al-Zahid, Mısır’ın genel durumuna ve ifade etti-

ği planın ne olduğuna dair kendisine yönelttiği-

miz soru üzerine şu açıklamalarda bulunmuştur:

“Eski rejim sayesinde maddi olarak varlık elde

eden ülkedeki azınlık gruplar ve birtakım çevre-

ler, İhvan’ın yönetime geçmesi ile birlikte haksız

olarak kazandıklarını kaybetmeye başlamışlar-

dır. Bu grupların başında özellikle Mübarek yan-

lıları, işadamları ve medya patronları gelmekte-

dir. Bunlara ilave olarak emniyetin ileri nokta-

larında görev alan bazı komiserler ve amirler de

sayılabilir. Bütün bu gruplar ellerinde tuttukları

serveti ve gücü bırakmak istememektedirler. İşte

bu gruplar, ülke içinde parasız gençleri organi-

ze ederek gençlerin İhvan’ın binalarına ve resmi

dairelere saldırmalarını sağlamaktadırlar. Ayrıca

bu gençlere, ismini ifade etmeyeceğim ancak si-

zin çok iyi bildiğiniz birtakım ülkeler de kaynak

aktarmak sureti ile destek sağlamaktadır. Polis

gücü neredeyse tamamen eski rejimin düşün-

ce yapısına sahiptir ve çıkan olaylara müdahale

etmemektedir. Aslında bu hareketiyle emniyet,

askere bir mesaj göndermektedir. Siyasilerin

ve emniyet güçlerinin asayişi sağlayamadıkları,

dolayısıyla askerin görevi devralması gerekliliği

mesajı verilmektedir”.16 Al-Zahid’in ifade etti-

ği bu durum karşısında Mursi ise geçici çözüm

olarak, çoğu kar maskeli göstericilerden oluşan

muhaliflerden daha kalabalık olan İhvan gençlik

teşkilatına, kesin bir talimat göndererek karşı-

lık vermemelerini bildirmektedir. Mursi’ye göre

İhvan’ın fiziki müdahale göstererek olaylara ka-

rışması, planı tertip edenlerin amacına ulaşma-

larını kolaylaştıracaktır.17

22 Mart 2013 Cuma günü, yine bir rutin haline

gelen İhvan’ı protesto gösterilerinden biri dü-

zenlenmiş ancak diğerlerinden farklı olarak bu

defa İhvan’ın Genel Merkezi kuşatılmıştır. İh-

vanlı yetkililere göre, Mukattam (İhvan’ın Kalesi

sayılmaktadır) bölgesini adeta bir savaş alanına

çevirenler Ulusal Kurtuluş Cephesi gençleri ve

bazı sol gruplardır. Aynı gruplar uzun süredir

de Tahrir Meydanı’nda sürekli oturan gruplar-

dır. Tahrir’de beklediklerini bulamayan grupla-

rın yeni hamlesi gerek resmi kurumları gerekse

İhvan’ın binalarını kuşatmak ve yakma girişim-

lerinde bulunmaktır. İhvan’dan olduğu anlaşılan

gençlerin dayak yemesine rağmen karşılık ver-

memeleri Mursi’den ve İhvan’ın yöneticilerinden

aldıkları talimattan başka bir şeyle açıklanama-

maktadır. Zira İhvan’ın gençlik teşkilatı sayıca

çok daha kalabalık olmasına rağmen yumuşak

bir direniş sergilemektedir.18

Eğitime yapılan harcamanın Gayri Safi Yurtiçi

Hâsılaya oranının %4’ü bulmadığı ve okuma yaz-

ma oranının %70’i ancak bulduğu bir ülke olarak

Mısır’da19 insanların bilgiye ulaşma kaynağı ge-

nel olarak televizyon, radyo ve gazetedir. İhvan’ın

ise ulusal bir televizyonu ve bir gazetesi bulun-

maktadır. Televizyonunun izlenme oranı ve ga-

zetesinin tirajı taraftarlarının sayısına kıyasla çok

azdır. Mısır genelinde izlenme ve okunma sırala-

El Fetih’in Gazze’de zay amas ve amas’ n g n ge ti e g lenmesi Gazze ve hvan aras nda salt ar birli inden ziyade bir dava ve inan birli inin olu mas na da sebep olma tad r u a dan Mursi deme Gazze deme aniye deme de hvan deme tir M s r’ n Gazze i in nemini biraz da bu a dan de erlendirme gere ir

Page 79: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

malarında İhvan’ın televizyon ve gazetesi sonlar-

da gelmektedir.20 Halk, bilgiye televizyon, gazete

ve radyodan ulaştığı ve aktarılan herhangi bir

bilginin aslını/ardını araştırmadığı için Kahire’de

yavaş yavaş artan bir huzursuzluktan bahsedile-

bilir. Ancak Mursi, Mısır’da olup bitenlerin far-

kındalığıyla olayları izlemekte ve acele etmeden

ve çok radikal kararlar vermeden hareket etmeye

devam edecek gibi görünmektedir. 21 Mart Per-

şembe günü Kahire’de, Mısır’ın ve İhvan’ın gele-

ceği üzerine konuştuğumuz Al-Zahid, Mısır’da

son zamanlarda olanlara dair kendisine yöneltti-

ğimiz (özel) soruya (genel) şöyle cevap vermiştir:

“İçeride ve dışarıda bütün muhalifler birleşmişler

ve bize karşı çeşitli planlar hazırlıyorlar. Bunların

hepsinin farkındayız. Ancak biraz zamana ihtiya-

cımız var. Asayişi sağlamaya ayırdığımız vakti ve

enerjiyi ülkemize ayırsak Mısır kazanacak. An-

cak Mısır’ın kazanmasını istemiyorlar”.21 İhvanlı

yetkililer her ne kadar zamana ihtiyaç duyduk-

larını ifade etseler de zaman, Mısır’da İhvan’ın

aleyhine işliyor görünmektedir. Buna rağmen,

İhvanlı yetkililer acele ve radikal davranmamak

hususunda dikkatli davranmaktadırlar.

Mısır’ın bu karışık durumu göz önüne alındığın-

da şu an için Gazze konusunda hatırı sayılır bir

fayda sağlaması zor görünmektedir. Zira kendi

iç problemlerini çözüme kavuşturması kısa sa-

yılmayacak bir süreç alacak gibi görünmektedir.

Mısır-Gazze ilişkilerinde gelişebilecek herhangi

bir olay değerlendirilirken Mısır’ın iç durumu

göz önünde bulundurulursa daha sağlıklı tahlil-

ler yapılabilir. Örneğin, Gazze-Mısır sınırında,

14 km uzunluğa sahip hatta bulunan tünellerden

(binden fazla olduğu ifade edilmektedir) bazı-

larının su pompalanarak bazılarının da patlatı-

larak imha edilmesi, Mısır’daki karışık durum

göz önüne alınarak değerlendirilmelidir. Gazze-

Mısır arasındaki Refah Sınır kapısında Mısırlı

emniyet görevlileri, içeriye girmek isteyenlere

kolaylık sağlamak bir yana zorluk çıkarmaktadır.

Mursi Gazze’ye ihanet ediyor mealindeki haber-

leri Ordu’nun ve polisin kendisini nasıl konum-

landırdığı ile okumak, tünellerin neden imha

edildiğinin de anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. Şu

an itibariyle ordu en iyi ihtimalle tarafsız, polis

ise İhvan karşıtı bir konumda kendisini konum-

landırmaktadır. Mursi’nin tünellerin kapatılması

veya imha edilmesi noktasında bir talimatı bu-

lunmamaktadır. Ancak polisin veya askeriyenin

yaptığı eylemler de nihayetinde siyasi karar mer-

cilerinden bilinmektedir.

Mursi iktidarında, Gazze’nin -teoride- kazancı-

nın artması beklenmektedir. Ancak Mısır için-

deki kuvvetler çekişmesinin Gazze’ye yansıması-

nın -en azından geçiş döneminde- eskisinden de

olumsuz olması sürpriz olmamalıdır. Şüphesiz

İhvan, Mısır’da güçlendikçe Gazze’nin daha fazla

fayda elde etmesi mümkün olacak gibi görün-

mektedir.

Gazze açısından Mısır’ın önemine ilişkin bir

diğer önemli husus ise “Arapçılık” olarak zikre-

dilebilir. Mavi Marmara operasyonunun ardın-

dan Gazzelilerin gözünde Türkiye’ye olan sevgi

kuşkusuz artmıştır. Ancak nihayetinde Türkiye,

kuruluşunu takip eden 80 yıl boyunca doğusu

ile hatırı sayılır münasebette bulunmamıştır. Bu

açıdan Filistinlilerin gözünde, Türkiye’nin Gazze

davasının sahiplenilmesinde kat etmesi gereken

uzun bir yolu vardır.

Gazzelilere, Osmanlı ve Türkiye sorulduğunda

iki döneme ait olmak üzere toplam dört liderin

isminin öne çıktığı görülmektedir. Kürt lider

Selahaddin Eyyubi’nin dillere pelesenk oldu-

ğu Gazze’de, Osmanlı padişahlarından Sultan

Mehmed ve II. Abdulhamid’in ayrı bir yeri bu-

lunmaktadır. Türkiye siyasetinden ise Necmettin

Erbakan ve Recep Tayyip Erdoğan, Gazzeliler

için farklı bir anlam ifade etmektedir. İfade edi-

len liderlerin her birinin adına ya bir mahalle, ya

bir cadde ya da bir yetim merkezi bulunmakta-

dır.22

Filistin davasını sahiplenmiş olmalarına rağmen

ismi geçen liderler Türk’tür ve Filistin, altmış yıl-

dır neredeyse tamamıyla Arapların savunmuş

olduğu bir dava olarak günümüze gelmiştir. Bu

yüzden (çok güçlü de olsa) Türkiye’nin (çok zayıf

da olsa) Mısır etmeyeceği aşikârdır. Bu sebep-

tendir ki Mısır ve Mısır’da meydana gelen olaylar

Gazze’de, Türkiye de dâhil diğer ülkelere oranla

daha yakından takip edilmektedir. Mısır’ın coğ-

rafi yakınlığı, kültürel bağları, aldığı ve alacağı

kararlarla Gazze’nin ekonomisini belirleyen bi-

rinci ülke olması, Mısır’ı Gazze için diğer ülke-

Page 80: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

lerden farklı kılan diğer bazı önemli özellikler

olarak sayılabilir.

Sünni dünyanın liderliğini yapma potansiyelini

bünyesinde barındıran en önemli iki ülke olan

Mısır ve Türkiye’den hangisinin Gazze için ha-

yati önem taşıdığının daha net anlaşılması adı-

na küçük ancak önemli bir örnek yeterlidir.

Gazze’nin üç tarafı İsrail ile çevrilidir. Deniz

tarafı da birbirine dik, Gazze sahiline paralel

bir şekilde konuşlanmış onlarca İsrail gemisi ile

çevrilidir. Geriye çok küçük bir sınır kalmaktadır.

O sınır da Mısır’ladır. Türkiye, Gazze’ye milyar

dolarlık yardımda bulunmaya karar verse, (İsrail

dışında) Mısır’dan geçmek zorundadır. Başka bir

ifade ile Mısır’ın müsaadesi olmadan Türkiye’nin

Gazze’ye bir iğne yardımda bulunması bile

mümkün değildir. Dolayısıyla Gazze’nin kade-

rinin Mısır’ın kaderinden ayrı olmadığını belirt-

mek gerekir.

El-Fetih’in Gazze’de zayıflaması ve Hamas’ın gün

geçtikçe güçlenmesi Gazze ve İhvan arasında salt

çıkar birliğinden ziyade bir dava ve inanç birliği-

nin oluşmasına da sebep olmaktadır. Bu açıdan

Mursi demek Gazze demek, Haniye demek de

İhvan demektir. Mısır’ın Gazze için önemini bi-

raz da bu açıdan değerlendirmek gerekir.

İsrail’in Özrünü Farklı Okumak ve Özrün

Gazze’ye Muhtemel Etkileri

Öncelikle belirtmek gerekir ki 22 Mart 2013

günü itibariyle İsrail başbakanı Netenyahu’nun,

Mayıs 2010’da gerçekleştirilen Mavi Marmara

baskınından dolayı Türkiye’den özür dilemesi ve

baskında hayatını kaybedenler için tazminat öde-

meyi kabul etmesi Türkiye lehine diplomatik bir

başarı olarak tarih kayıtlarına geçmiştir. Ancak

gerek özür dilemesi gerekse Mavi Marmara’da

öldürülen dokuz kişi için tazminatı kabul etmesi

Direniş kültürü var ve canlı olduğu müddetçe Gazze’deki insanların motivasyonlarının eksilmesi zor görünmektedir. Zira Gazze,

her operasyondan sonra, İsrail’in karşısına daha da güçlenerek çıkan bir bölgedir.

Page 81: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

9

hususunda, İsrail’in samimi mi yoksa siyasi mi

hareket ettiğinin cevabını vermek için çok erken-

dir. Özrün altında yatan en mühim tez karşılıklı

bağımlılık çerçevesinde İsrail ile Türkiye’nin bir-

birlerine bağımlı oldukları ve ihtiyaç duydukları

tezidir. Bu tezin zıddı ile birlikte İsrail’in özrünün

nedeni ve arkasında ne olabileceği hakkında dört

farklı tez ileri sürülebilir.

İlk tez, İsrail’in Türkiye’ye muhtaç olduğu tezinin

yanlışlığı olarak ileri sürülebilir. Gerek Davos’tan

gerekse Mavi Marmara’dan sonra ilişkiler nor-

male dönmediği takdirde İsrail’in rahat nefes

almasının mümkün olamayacağı vurgulanmak-

taydı. Ancak 2008’de ortaya çıkan ve etkisi uzun

süren küresel ekonomik krizden -Türkiye’nin

sırtını dönmesine rağmen- bölgede Türkiye ile

beraber en başarılı şekilde çıkan ikinci ekono-

mi İsrail ekonomisi olmuştur. Yani öngörüldüğü

gibi İsrail, Türkiyesiz mahvolmamıştır.

İkinci tez, Suriye ile ilgili ileri sürülebilir. Suri-

ye meselesi gitgide bir açmaza dönüşmektedir.

Esed sonrasında, rejimin elindeki silahların kim-

lerin eline geçeceği endişesi, İsrail’in Türkiye’ye

yakınlaşmasını mecburi kılmış olabilir. Bu özür

vesilesi ile ilerleyen süreçte İsrail’in kendi güven-

lik kaygısını öne sürerek Suriye’ye girmesi veya

müdahale etmesi durumunda, Türkiye’nin sessiz

kalması hatta örtülü destek çıkması bile sağlana-

bilir. Ancak bunun için her şeyden önce Türkiye

ile ilişkilerin iyi olması gereklidir ki İsrail, özür

dileyerek ve tazminatı kabul ederek ilk adımı at-

mıştır.

Üçüncü tez, İsrail’in bir özürle kazançlı çıkacağı

tezidir. Türkiye basınında özürle ilgili İsrail diz

çöktü, hatasını anladı mealinde başlıklar yer al-

mıştır. Her şeyden önce Türkiye’nin Gazze’ye

uygulanan abluka kalkmadan ilişkiler normale

dönmeyecek restinin ne olacağı merak konu-

sudur. Eğer abluka kalkmadan ilişkiler normale

dönerse Türkiye kaybetmiş olacaktır. İkinci ola-

rak, Mavi Marmara operasyonunun kaza olma-

dığı bilakis kasti olduğu tezini savunan Türkiye,

ilişkilerin normale dönmesi halinde bu tezinden

de vazgeçmiş olacaktır. Böylece hukuki arena-

da Türkiye’nin eli zayıflamış olacaktır. İsrail’in

özür dilemesi, gurur kırıcı olarak yorumlansa da

İsrail’in kazançlı çıkmasını sağlayabilir.

Dördüncü tez ise Mısır’da ve civarında İslamcı

hükümetlerin yönetimi ele almasıyla köşeye sı-

kışan İsrail için Türkiye’nin çıkış noktası olacağı

iddiasının yanlışlığı olarak ileri sürülebilir. Bu ba-

kış açısı ile İsrail, zorda kaldığı için Türkiye’den

özür dilemiştir. Ancak görmek gereken önemli

bir nokta, Mısır’ın, Tunus’un ve yönetimlerin de-

ğiştiği sair yerlerin İsrail’e sorun çıkarmaları bir

yana henüz kendi içlerindeki asayişi sağlama ko-

nusunda bile yeterli olmadıklarıdır. Yakın bir ge-

lecekte, İsrail’in özellikle -devamlı göreceği ifade

edilen- Mısır’dan zarar görmesi pek mümkün

görünmemektedir. Şu an için Mısır, medyasıyla,

polisiyle kısmen de askeriyle muhalefetin destek

gördüğü bir ülkedir ve İhvan’ın, Mısır’ın kalkın-

ması ve iç güvenliğin sağlanması adına kat etme-

si gereken daha çok uzun bir yolu vardır.

Peki, İsrail Gazze’deki ablukanın kalkmasına

müsaade eder mi? İsrail’in Gazze’deki abluka-

nın kaldırılması hususunda sahip olduğu kanaati

görmek için son iki büyük operasyonların tari-

hine ve isimlerine bir daha bakmak yeterlidir.

İsrail’in Gazze’ye düzenlediği son iki operasyon

(2008 ve 2012), ABD’deki seçimlerden hemen

sonra İsrail’deki seçimlerden de hemen önce

olmuştur. Bu denk geliş, rastlantı olamayacak

kadar ilginçtir. Operasyonların seçim öncesine

denk gelmesi, İsrail’in kendi iç siyasetinde mal-

zeme olarak Gazze operasyonlarını kullanıyor

olması çıkarımlarını beraberinde getirmektedir.

Aynı şekilde savaşın isminin Tevrat kaynaklı ol-

ması, İsrail’in savaşa bakış açsını ortaya koymak-

tadır. Operasyonda, Hamas’ın Bulut Sütununa

karşılık “Siccil” ifadesini kullanması, Hamas’ın

da İsrail’den farklı bir bakış açısına sahip olmadı-

ğını göstermektedir. Her iki taraf da operasyon-

ları kutsal bir savaş olarak değerlendirmektedir.

İnançlar ve hissiyatlar değişmedikçe İsrail-Gazze

arasındaki karşılıklı atakların bitmesi ve abluka-

nın kalkması zor olacaktır.

Tamamen kaldırılması imkânsıza yakın olan ab-

luka, kısmî de olsa hafifletilebilir. Abluka hafifle-

tilse bile, bundan sonraki süreçte İsrail belli be-

lirsiz aralıklarla operasyonlara devam edecektir.

Özelikle lider kadrolara yönelik nokta atışı ope-

rasyonlar devam edebilir. Son operasyonlarda

İsrail, Hamas’ın askeri kanat sorumlusu Ahmed

Page 82: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

el-Cabiri’yi hedef almıştır. Ondan önceki askeri kanat lideri Salah Şehade 2002 yılında, Hamas’ın kurucusu Şeyh Ahmet Yasin ve ardından Abdü-laziz Rantisi 2004 yılında öldürülmüştür. Yukarı-da ifade edilen liderlerin tamamına yakınını füze ve hava saldırılarıyla öldüren İsrail, 2009 başında yine Hamas komutanı Said Siyam’ı öldürmüştür. Hatta bu politikanın Hamas liderleriyle sınırlı olmadığı da bilinmektedir. İslami Cihat Lideri Fethi Şikaki de 1995’te Malta’da öldürülmüştür.23 Özetle bundan sonraki süreçte İsrail’in benzeri hava saldırılarında bulunması sürpriz olmaya-caktır.

Önümüzdeki süreçte İsrail, (bir süreliğine) poli-tika değişikliğine de gidebilir. Enerjisini Suriye-İran konusuna harcayabilir. Bir teşbih yapmak gerekirse Gazze havuz, İran musluktur. Suri-ye’deki olayların bölgede oluşturduğu Sünni-Şii ayrışmasına rağmen Sünni Hamas’ın, Şii İran’dan destek gördüğü bilinmektedir. Dolayısıyla İsrail havuzdaki suyu boşaltmak yerine musluğu ka-patmak yoluna gidebilir. Bu ise beklenen sava-şın patlak vermesi ile mümkün olabilir. Bekle-nen İran-İsrail savaşı başladığında şüphe yok ki Lübnan’da Hizbullah tarafsız kalmayacaktır. Böyle bir durumda kuzeyinde iki cephede sava-şa girişecek olan İsrail’e, batısındaki Hamas’ın fırsattan istifade saldırması ihtimal dışı değildir. İsrail ile arası iyi olmayan Türkiye’nin, halklar bir yana yönetim olarak da İran’a yakın olması daha mümkün görünmektedir. Ancak Türkiye ile iyi ilişkilere sahip bir İsrail, olası İran ve Hizbullah savaşında Türkiye’nin en azından tarafsızlığını sağlamayı başarabilir. Zaten Suriye üzerinden girişilen mezhep kavgası ile ayrışmanın eşiğine gelen Sünniler, Şiilere karşı olası bir operasyona çok fazla ses çıkarmayacaklardır. Türkiye de böy-le bir durumda tarafsız kalabilir.

Körfez ülkeleri başta olmak üzere Sünni dün-

yada yayılmaya başlayan meşhur bir söz vardır:

“İran Ahtar Minel Yehud”. Yani İran, İsrail’den

daha tehlikelidir. Gazze’deki abluka -bir süre-

liğine- gevşetilirse olası bir Şia operasyonunda

Hamas’ın da sessiz kalması sağlanabilir. Zira Ha-

mas ve Hizbullah-İran-Suriye arasında bir inanç

birliğinden ziyade dava ve çıkar birliği vardır.

Her iki taraf da İsrail’in bölgede güçsüzleşmesi

ve ortadan kaldırılması amacıyla çalışmaktadır.

Ancak İsrail güçsüzleştikten veya ortadan kal-

dırıldıktan sonra taraflar, ne olacağı konusunda

hemfikir değillerdir. Özetle Gazze’deki abluka-

nın gevşetilmesi İsrail’in Hamas’a bakış açısının

değiştiği anlamına gelmeyecektir. Olası bir Şia-

İsrail savaşında İsrail, Gazze’nin en büyük des-

tekçilerinden birine darbe vurmuş olacaktır. Ha-

vuzu besleyen musluklar imha edildikten veya

etkisiz hale getirildikten sonra havuzdaki suyu

tahliye etmek daha kolay olacaktır. Bütün bu de-

ğerlendirmelere rağmen bundan sonra bölgede

nelerin vuku bulacağını her zaman olduğu gibi

en iyi zaman gösterecektir.

Sonuç ve Değerlendirme

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Oba-

ma, ilk başkanlık süreci başladığında Müslüman

ülkeleri ziyaret etmişti. Bu ziyaret Bush’un böl-

gede oluşturduğu olumsuz imajı tamir amaçlı

yorumlanmıştı. İkinci başkanlık dönemi başla-

dığında ise Başkan Obama, İsrail’i ziyaret etmiş-

tir. Obama’nın İsrail ziyareti, başkan olarak ger-

çekleştirdiği ilk ziyarettir. Ziyarette, her ne ka-

dar Filistin’in haklarından bahsetse de Modern

Siyonizm’in kurucusu olarak kabul edilen The-

odor Herlz’in kabrini ziyaret etmesi24 ve İsrail’in

Filistin üzerindeki tarihi haklarından bahsetme-

lgede meydana gelen b t n olaylar ia srail ve ii S nni geriliminin artt n g sterme tedir srail’in i inde olmas muhtemel bir atmada rfez l elerinin ran Suriye ve izbullah’ n u rayaca hezimete z lece i s ylenemez Geriye S nni l elerden b lgede ayda de er T r iye ve M s r alma tad r

Page 83: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

si Obama’nın duruşunun anlaşılması açısından

önemlidir. Buradan verilen mesaj hem Hamas’a,

hem Hizbullah ve İran’a hem de Mısır’adır. Böl-

gede İsrail ile sorun yaşama potansiyeli olan kim

var ise mesaj açık bir dille iletilmiştir. Türkiye ise

ABD bakış açısına göre, yeniden şekillenmeye

başlayan Ortadoğu’da hem ABD hem de İsrail ile

arası iyi olması gereken bir ülkedir. Bu sebepten

İsrail’in özür dilemesi biraz da ABD sayesinde

sağlanmıştır denebilir. Özür neticesinde ortaya

çıkan sulh havası İsrail ve Türkiye ile sınırlı ka-

lacaktır. Şu an için İsrail-Filistin (Hamas), İsra-

il-İran veya İsrail-Hizbullah kutuplaşmalarında

olumlu yönde mesafe kat edilmesi zor görün-

mektedir.

Bölgede meydana gelen bütün olaylar Şia-İsrail

ve Şii-Sünni geriliminin arttığını göstermektedir.

İsrail’in içinde olması muhtemel bir çatışmada

Körfez ülkelerinin, İran, Suriye ve Hizbullah’ın

uğrayacağı hezimete üzüleceği söylenemez.

Geriye Sünni ülkelerden bölgede, kayda değer

Türkiye ve Mısır kalmaktadır. Mısır kendi iç

sorunları ile mücadele etmektedir. Türkiye’yle

ilişkiler ise özürle başlayan süreçle birlikte nor-

male dönecek gibi görünmektedir. Türkiye ile

başlayacak bir normalleşme süreci, olası Suriye

veya İran operasyonlarında Türkiye’nin -en kötü

ihtimalle- tarafsız kalmasını da sağlamayı amaç-

layacaktır. Türkiye ile İsrail ilişkilerinin olumlu

yönde ilerlemesi Gazze’ye de fayda sağlayacaktır.

İsrail’in Gazze’ye yönelik operasyonları azaltma-

sı veya durdurması paradoksal bir şekilde İsrail’e

de fayda getirecektir.

Gazze’ye yapılan her operasyon, Gazze’de eks-

tra motivasyona sebep olmaktadır. Yani İsrail’in

Gazze’ye düzenlediği her operasyon neredeyse

Hamas ve direniş lehine yazılan bir operasyon

olmaktadır. Liderlere düzenlenen operasyon-

lar liderleri efsaneleştirirken, halka düzenlenen

operasyonlar da halkı İsrail’e karşı kinlendirmek-

tedir. İsrail, Gazze’ye operasyon düzenlemediği

takdirde, zamanla Hamas’ın güven ve seçimleri

kaybetme ihtimali bile mevcuttur. Aslında İsra-

il bu ihtimalin farkındadır. Ancak gerek İsrail’de

gerek Gazze’de motivasyonlar –özellikle halklar

düzeyinde- düşman algısı üzerinden oluş(turul)

maktadır.

Operasyon düzenlemediği takdirde Hamas’ın

zayıflayacağını bilmesine rağmen operasyon dü-

zenlemesi, İsrail’in iç politikası ile açıklanabilir.

İsrail seçimlerinin hemen öncesine denk gelen

operasyonlar, Gazze’nin seçim malzemesine

dönüştürüldüğünü göstermektedir. Ancak son

yıllarda, düzenlenen operasyonların bir sonuç

getirmediğini ve savunmaya harcanan paraların

işsizliğe harcanması gerektiğini ifade eden parti-

ler, seslerini İsrail içinde daha çok çıkarmaktadır.

Mutedil partilerin sesinin daha çok çıkmasının

yanında aşırı sağcı Evimiz İsrail partisinin baş-

kanı Liberman’ın dolandırıcılık ve yolsuzlukla

itham olunması ve yargılanması, Netenyahu’nun

daha az saldırgan bir dış politika izlemesine se-

bep olacak bir diğer durum olabilir.

Sonuç olarak Gazze ve İsrail arasında iki seçe-

nekten biri olmadıkça suların durulması müm-

kün görünmemektedir. İlk seçenek İsrail Dışişleri

eski bakanı Liberman’ın 2009 yılında sıradan bir

parlamenter iken ileri sürdüğü tekliftir: “Hamas’a

karşı ABD’nin II. Dünya Savaşı’nda Japonya’ya

yaptığını yapalım. Gazze’yi işgal etmek gereksiz”.

Üstü kapalı bir şekilde atom bombası atmayı ima

eden Liberman, Hamas başta olduğu müddetçe

İsrail’in huzur bulmayacağını ifade etmiştir.25 İn-

sanlık açısından korkunç bir teklif olsa da İsrail

açısından Hamas’tan kurtulmanın tek çaresi ola-

rak değerlendirmeye tabi tutulabilecek bir tek-

liftir. Liberman, bu teklifi Gazze’nin yapısını ve

Filistinlilerin direnişini iyi bildiğinden ileri sür-

müştür. Teklifin ileri sürüldüğü tarihe bakıldı-

ğında Dökme Kurşun Operasyonu’nun sonlarına

doğru olduğu görülecektir. Dolayısıyla bu açıkla-

ma, İsrail operasyonlarının sonuç vermediğinin

ilanıdır.

Direniş kültürü var ve canlı olduğu müddetçe

Gazze’deki insanların motivasyonlarının eksil-

mesi zor görünmektedir. Zira Gazze, her ope-

rasyondan sonra, İsrail’in karşısına daha da güç-

lenerek çıkan bir bölgedir. İki ülke arasındaki

çatışmayı nihayete erdirebilecek (atom bombası

dışında kalan) ikinci ve belki de son seçenek, iki

devletli çözüm için görüşmelere başlanması ve

uzlaşmaya varılmasıdır. Bu seçeneğin dışında ka-

lan diğer bütün seçeneklerin adı savaş ve yıkım

olacaktır.

O

Page 84: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

1 Radikal, “İsrail’in Dökme Kurşunu Barışı Ölürdü”, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=Radikal DetayV3&ArticleID=914650, Erişim Tarihi: 01.04.2013.

2 “Çöken Gazze: Dökme Kurşun Operasyonu’nun Bir Yıl Sonrası”, http://www.amnesty.org.tr/ai/system/files /gaz-ze_mazeret%20yok_amnesty.pdf, s.9, Erişim Tarihi: 01.04.2013.

3 Kitabı Mukaddes, Çıkış: 13, Ayet: 21, s. 67, Zafer Matbaası, İstanbul, 1991.4 Feyz-ül Kur’an, Kur’an-ı Kerim Meali, Hasan Tahsin Feyizli, Sure: 105, 3. Baskı, Acar Matbaacılık, İstanbul, 2006.5 Hamaslı Yetkilerle Görüşmeler, Gazze, 18–20.03.2013.6 Hamaslı Yetkilerle Görüşmeler, Gazze, 18–20.03.2013.7 Gazze’de Yapılan Gözlemler, Gazze, 18–20.03.2013.8 Gözlemler ve Mülakatlar, Gazze, Filistin, 18.03.2013.9 İsmail Haniye ile Görüşme, Gazze, 19.03.2013.10 Filistin Dışişleri eski bakanı Mahmud Zahar ile Görüşme, Gazze, 18.03.2013.11 Hamaslı Yetkililerle Görüşmeler ve Gözlemler, 18–21.03.201312 Kişisel Gözlemler, Gazze, Filistin, 18.03.2013.13 CNN Türk, “Mısır-İsrail Sınırında Saldırı: 16 Mısır Polisi Öldürüldü”, http://www.cnnturk.com/2012/dunya/ 08/06/

misir.israil.sinirinda.saldiri.16.misir.polisi.olduruldu/671727.0/index.html, Erişim Tarihi: 17.05.2013.14 Hamaslı Yetkilerle Görüşmeler, Gazze, 18–20.03.2013.15 Yaşar, Nebahat Tanrıverdi O., “Mısır’daki Geçiş Sürecinin Aktörler Üzerinden Değerlendirilmesi”, Ortadoğu Analiz

Dergisi, s.70, Cilt:4, Sayı:44, Ağustos–2012. 16 Muhyi Al-Zahid ile Kişisel Görüşme, Müslüman Kardeşler Kahire İdari Sorumlusu & Müslüman Kardeşler Şura

Meclisi Üyesi, Kahire, 21.03.2013.17 İhvan’lı Yetkililerle Görüşmeler, Kahire, 22.03.2013.18 Kişisel Gözlemler ve Görüşmeler, Takattum, Kahire, 22.03.2013.19 CIA, The World Factbook, Egypt: “People and Society”, https://www.cia.gov/library/ publications/the-world-

factbook/geos/eg.html, Erişim Tarihi: 01.04.2012.20 İhvan’lı Yetkililerle Görüşme, Kahire, 21.03.2013.21 Muhyi Al-Zahid ile Kişisel Görüşme, Müslüman Kardeşler Kahire İdari Sorumlusu & Müslüman Kardeşler Şura

Meclisi Üyesi, Kahire, 21.03.2013.22 Gözlemler ve Mülakatlar, Gazze, Filistin, 18–21.03.2013.23 Erol Kurubaş, “Bulut Sütunu İsrail’i Korur mu?”, Ankara Strateji Enstitüsü, http://www.ankarastrateji. org/yazar/

prof-dr-erol-kurubas/-bulut-sutunu-israil-i-korur-mu/, Erişim Tarihi: 01.04.2013.24 Sabah, “En Turistik Ziyaret”, http://www.sabah.com.tr/Dunya/2013/03/19/en-turistik-ziyaret, Erişim Tarihi:

01.04.2013.25 Milliyet, Gazze’ye Atom Bombası Atalım, http://dunya.milliyet.com.tr/-gazze-ye-atom-bombasi-atalim/dunya/

dunyadetay/14.01.2009/1046926/default.htm, Erişim Tarihi: 01.04. 2013.

DİPNOTLAR

Page 85: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

A general trend of the Russian foreign policy -“the reactionism”- is very much pronounced here in the South Caucasus where on many

occasions the Kremlin behavior signals bewilderedness. It is especially true on a number of issues with Georgia.

Assesing Russian Soft Power

in the South Caucasus:

Ten Reasons Why Moscow Looks Lame

Rusya’nın Güney Kafkasya’daki Yumuşak Gücünün Değerlendirilmesi: Moskova’nın Zayıf Görünmesinin 10 Nedeni

Maxim A. SUCHKOV

Özet Söz konusu makale, Rusya’nın Güney Kafkasya’da izlediği dış politikasındaki sorunu yumuşak güç bakımından ele almaktadır. Moskova’nın bölgedeki potansiyel ve deneyim açısından büyük bir kazancı olmasına rağmen, bölgede yer alan cumhuriyetler kendisini çok da cazip bir ortak olarak görmemekte-dir. Rusya bölgedeki varlığını garantilemek ve Güney Kafkasya halkları arasındaki popülerliğini arttırmak adına bazı hassas etki araçları mı kullanacak, yoksa nüfuz mücadelesi için sert güç – askeri ve boru hattı politikasına mı başvuracak? Yazar bu açıdan Rusya’nın bölgesel dış politikasını zedeleyen kilit unsurları ana hatlarıyla belirtip geleceğe yönelik beklentileri ele almaktadır.

Page 86: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Abstract

The article tackles the problem of Russian foreign

policy in the South Caucasus through the lens of

its soft power toolbox. While obtaining so much of

the potential and experience in the region, Mos-

cow is often looked at by the republics as not so

attractive of a partner. Can Russia use some ex-

quisite influence instruments to secure its pres-

ence in the region and increase its popularity rate

among the peoples of the South Caucasus or it is

bound to use the hard power - the military and

the pipeline politics to struggle for influence? The

author outlines key factors that make Russian re-

gional foreign policy in this regard weak and ex-

amines prospects for the future.

Keywords: Russia, soft power, the South Cauca-

sus, foreign policy toolbox

Introduction

The term «soft power» has been a buzz word in

discussions on international relations since it was

coined by J. Nye in the early 1990s.1 Nowadays,

it’s often regarded - mostly by default - as criteria

for how subtle a foreign policy of a state is. Es-

sentially, in the time when intellectual and infor-

mational resources acquire greater importance

in the global “battle for the hearts and minds”,

soft power tools are getting more sophisticated

and diverse. Working with the media, support-

ing political opposition, taking advantage of

NGOs, engaging ethnic lobbyists and diasporas,

influencing expert community, implementing

exchange programs are nothing new but nowa-

days, more then ever, it demands a great deal

of political will, wit, patience, expertise and re-

sources - simply because the stakes are higher.

Vladimir Putin has a reputation of a stalwart

critic of the West who is, considering his back-

ground, inclined to use rather tough foreign

policy toolbox. He is often portrayed as an iron-

fist ruler, restoring Russia’s role as world’s super-

power through conventional means - upgrading

the weaponry, reforming the army, empowering

the security ministries (the “siloviki”), suppress-

ing the dissent, and expanding the pipelines

network to the West and the East. But is this

enough in making things work for Russia in its

probably most volatile neighborhood - the South

Caucasus? The immediate damage to the Rus-

sian international image after the war in Geor-

gia in 2008 exposed Moscow’s own vulnerability

in the Caucasus2 and demonstrated its inability

to delicately use some fine political tools in the

region where it has so much of “the soft power

potential”.

A Decade of Missed Opportunities

Remarkably, Moscow seemed to learn little les-

sons from the conflict. Shortly after, it secured

its stronghold in the region through the key mili-

tary treaties. On September 15th, 2009 it signed

military agreements with Abkhazia and South

Ossetia for the 49-year term.3 Later, in 2010, it

managed to prolong the presence of the 102nd

military base in Armenian Gyumri until 2044.4

Although it can be deemed as an immediate for-

eign policy success, in the long term it strength-

ened “the stick” not “the carrot”. In fact, since the

collapse of the Soviet Union, Russia made little

effort in projecting its soft power onto its neigh-

bors in the South Caucasus. The reasons are

many and quite nuanced.

One of the common arguments both among diplomats and in the Russian expert community is that Russia still maintains healthy potential to overplay its opponents in the humanitarian area due to some historical ties common values and culture large diasporas

Page 87: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

The first, and an obvious one, is that it lost its

time and an array of opportunities in the 1990-s.

Being plagued by internal concerns and external

problems Russia failed to come up with a decent

integration project. The Commonwealth of In-

dependent States (CIS), crafted to be the one,

was (and, to a great extent, is) a lame bureaucra-

cy-dragged organization unable to fully engage

former USSR republics. The stunning statistics

show that by 1997 of all the 880 treaties conclud-

ed in the framework of the CIS only 130 (15%)

were implemented.5 The republics chose their

own identity models, development patterns,

prioritized their foreign partners and formed al-

ternative organizations -such as GUAM. It was

getting even more challenging for Russia as the

two rivals- a regional (Turkey) and a global (the

United States)6 craved for the same geopolitical

space, forging political alliances, developing en-

ergy projects, clinching military deals with the

republics.

The success of the Rose Revolution in Geor-

gia was a promise for the rest of the post-sovi-

et space, including the South Caucasus. Or, at

least, they thought so in Washington. However,

similar failed attempts to unseat governments in

Azerbaijan and Armenia rose suspicions in the

ruling circles of the respective countries and as

they tried hard to remain in power it made them

more careful (or fearful) in their relations with

Western partners. This was probably Russia’s

second historical opportunity to bolster its influ-

ence in the two countries. Once again Moscow

failed to fully embrace it. Certainly, there was

visible, some would even argue sustainable, eco-

nomic activity: a strategic Russian bank “VTB”

came to own 100% of CJSC “VTB Armenia”7

and 51% of “Bank VTB in Azerbaijan”;8 in 2006

world-largest gas company Gazprom signed a

25-year strategic cooperation agreement with

Armenian government enabling the company to

control all of the natural gas-related projects in

the country; Russian cell phone operators Bee-

line, MTC and Megafon purchased large shares

in national operators in Georgia, Armenia, and

Abkhazia.

However, these were targeted moves which en-

riched Russian companies and fortified eco-

nomic presence of Russia as a state but which

did little for Russia as a country. And in time

when it could have obtained loyalty it brushed

it off. Surely, Georgia chose a path toward part-

nership with the US while Azerbaijan was rely-

ing on its own development through natural

resources, Turkish support and West-oriented

pipelines. In that sense it was hard, if ever pos-

sible, to divert their course. But Armenia which

is often referred to as “Russia’s last bastion in the

region” deserved a treatment of a partner. When

in 2006 Russia increased the gas price twice to

$110 per 1000 m³ it raised many eyebrows in Ye-

revan, so did many other economic “initiatives”.9

Armenian alliance with Russia is rather the one

born out of necessity than that of choice - that

is one thing Moscow should bear in mind and is

something the Kremlin should learn how to take

advantage of, not how to abuse.

Russia in the South Caucasus: A Problem of

the Policy-Making

This second problem, failure to secure greater

loyalty, has a lot to do with the third one - rooted

in the very making of the Russian foreign pol-

icy.10 Russia’s limited toolbox is in that it often

supports current authorities and neglects oppo-

sition forces. As a result, many of the conflicting

policies of ruling elites get associated with Mos-

cow which supports the government and not

the nation. This is especially true with Armenia

and the South Ossetia. The attitude and policy

are plain and sometimes remind of the worst

practices of the imperial time. Indeed, inserting/

supporting a loyal ruler, allocating wads of cash,

leaving it all for them to work it out is a poor

strategy in modern politics with dynamic com-

petitiveness. Even if it works it does so to a point

- until some offers more resources and/or brings

their own man in a more exquisite manner (a

color revolution may be?). The Kremlin has a

lot to learn in the art of diversifying its contacts

inside the republics making sure the relations at

least do not deteriorate when a new government

is in place. To a great extent it is what happened

to Russian-Georgian relations after Mikhail Saa-

kashvili’s rise to power.

Page 88: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Working with the opposition without irritating

the ruling elite is a gentle resource-demanding

and a time-consuming effort. However, taking

advantage of the “second track diplomacy” is

even more challenging to some degree. NGOs

and other civil groups are critical to country’s

foreign policy in the era when states delegate

more powers to non-state actors. In the Rus-

sian case it could be exactly the instrument that

would have made up for the pitfalls of the official

policies, improved country’s profile among the

population, brought an understanding that Rus-

sia is bigger than its current ruling class, but this

is exactly the absence of the tool that is the forth

problem.

The idea to project influence through non-gov-

ernmental sector would probably trigger a fair

amount of skepticism. Some Russian NGOs are

preoccupied with Russia’s own issues of democ-

racy and civil-society building; many set local

goals, and receive foreign funding for the needs

inside the country. Almost all lack resources to

operate outside of Russia and unlike their West-

ern counterparts do not position themselves as

“globally-oriented”. The bigger question would

be what kind of a constructive agenda they may

be able to bring to South Caucasus societies?

With this in mind it is still worth to note that

it is exactly the “people-to-people” platform that

other actors effectively utilize and until Russia

does not have its own fully-fledged civil society

and powerful non-governmental organizations

this vital resource will remain underdeveloped.

One of the common arguments both among dip-

lomats and in the Russian expert community is

that Russia still maintains healthy potential to

overplay its opponents in the humanitarian area

due to some historical ties, common values and

culture, large diasporas.11 This view reflects the

trend of relying on the inertia of brotherly [spe-

cial] relations with post-Soviet republics just be-

cause “we used to be one country”. While Rus-

sia does have this advantage one should bear in

mind that this resource is quickly fading away

as new generations appear who do not have this

experience of living in a “common home” and

to whom Russia is just a foreign, though neigh-

boring, country. This is Russia’s fifth miscalcula-

tion in the region. The diasporas could indeed

be a potential leverage but to a point. The latest

census showed there are 1,182,388 Armenians,

157,803 Georgians and 603,070 Azerbaijani liv-

ing in Russia.12 Although the numbers are grossly

underestimated it shows the significance of eco-

nomic and cultural ties between Russia and the

republics for their peoples. Some would justly

argue that they have little, if any, power to influ-

ence policies toward their native lands. Russia is

no the United States in that politicians running

for Parliament aren’t pressured on foreign policy

issues from their constituencies neither are there

heavy-weight ethnic lobbying groups such as the

ANCA, the AAA or the USAN. The challenge is

how to master the resource and engage the dia-

sporas in decision-making process concerning

the South Caucasus, though for now the pros-

pects for it look bleak.

A general trend of the Russian foreign policy -

“the reactionism” - is very much pronounced

here in the South Caucasus where on many

occasions the Kremlin behavior signals bewil-

deredness. It is especially true on a number of

issues with Georgia. When Tbilisi offered a vi-

sa-free travel for North Caucasus residents, and

later, for all Russian citizens Moscow looked as

it if was taken by surprise. The best it could do

was to suggest restoring diplomatic relations -

a move that was initially not only unacceptable

for Georgia without first resolving the so called

“status issues” but that also puzzled the leader-

ship in Tskhinvali and Sukhumi who for a second

thought the Kremlin was going to trade them

in.13 This can be considered as Moscow’s sixth

problem in dealing with regional challenges.

Russia watches as the United States, the Euro-

pean Union, Turkey, and other principle actors

build up their political, military, economic14 and

cultural presence in the region with ill-concealed

irritation. Frequently it is reflected in the cold

war-style rhetoric coming from the Kremlin

which also renders bad services for the Russian

image in the world and in the post-Soviet space

in particular. It feeds various phobias on its “im-

perial” ambitions and scares many in the region

Page 89: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

off the Russian presence there. The whole idea

of any Russian activity in the South Caucasus as

part of its “revisionist” strategy is a tremendous

stumbling block for Russian foreign policy and

the seventh problem Russia encounters. The

phobias are partly fueled by other interested

players, partly - a product of Russia’s own actions

and wordings. In November 2008, shortly after

the war in South Ossetia, then-President Med-

vedev called the former Soviet space “a zone of

Russian privileged interests”,15 raising even more

suspicions on whether Russia is willing to restore

its regional and global status via assertive policy

toward its neighbors.

The Internal Dimension as a Diagnosis

What really concerns (at least it should) Rus-

sian policy-makers is something many analysts

talk about time and again: Russian foreign policy

in the South Caucasus is in many ways a direct

continuation of its domestic politics in the North

Caucasus.16 Since this region, in the words of

Moscow Carnegie Center expert Alexey Malash-

enko became Russia’s own “internal abroad”17

many of the problems the Kremlin encounters

in the North “spill over” to and get projected in

the South.18 So do some policy patterns. While

a number of experts and political activists argue

What really concerns (at least it should) Russian policy-makers is something many analysts talk about time and again:

Russian foreign policy in the South Caucasus is in many ways a direct continuation of its domestic politics in the North Caucasus.

Page 90: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

Russia should “stop feeding the Caucasus” the

general consensus, however, recognizes Russia’s

need to have a stable South in order to have a

stable North. But sometimes there’s a feeling

that either nobody knows what exactly is to be

done or they believe it is too complicated to get

serious about it. Unfortunately for Russia, leav-

ing it up for grabs is in many cases a preferred

“solution”. The challenge of “binding the man-

agement” in the Caucasus is am eighth, probably

most daunting problem Russia faces and until it

puts its own house in order, no substantial prog-

ress in its foreign policy in the South Caucasus

should be expected.

Quite often Moscow’s failure to project more of

its political capacity is linked to Russia’s inability

to become a fully functional mediator in regional

conflicts. While this could be considered anoth-

er, ninth, problem of Russian soft power toolbox

in the region one needs to admit a great deal

of mediating efforts it took in concluding the

truces. And if “the politics is the art of the pos-

sible” it did the best it could at the initial stage

in South Ossetia, Abkhazia and Nagorno-Kara-

bakh (the Dagomys Agreements of 1992, the

Moscow agreements of 1993, and the Bishkek

Protocols of 1994 respectively). With time, how-

ever, Russia transformed from an intermediary

into a conflict party and, later, into a belligerent

in Georgian conflicts pushing the prime partici-

pants -Abkhazia and South Ossetia to the side- a

strategic miscalculation Russia cannot now and

probably won’t find a smart solution for.

In Nagorno Karabakh, however, the picture

looks different. Putin’s personal attitude toward

mediation is well known19 and since Russia un-

der Medvedev showed more mediating activity

in the Minsk Group it doesn’t look like there’s

anything more it can and wants to do - especially

after many of the efforts were labeled a failure.

Being caught between the devil and the deep

blue sea Russia will not, for its own geopolitical

sake, choose sides, thought tacitly nodding to

Yerevan. Eventually the role of a mediator is to

help settle a conflict, not guarantee its resolution

while it’s for the two parties to come to agree-

ment. If Russia decides to go beyond that it will

most likely run into another disastrous blunder

of the kind -the tenth- picking up initiatives that

are politically dead on arrival.

Conclusion

A common recommendation for raising Russia

foreign policy efficiency in the post-Soviet space

reads as “become a role-model”, “lead by ex-

ample”, and “offer a decent [political, economic,

cultural] integration project”. It could have been

a main conclusion of the paper as well and to a

large extent it is. The bitter truth for the Kremlin

is that Russia is in many ways a fairly unattractive

partner for its regional neighbors and for twenty

years since the end of the Soviet Union it did not

design any project to engage them. This is some-

thing that many seem to understand and talk

about in the Russian expert community20 and

is probably no surprise for the Russian govern-

ment.

But there is some paradox a few talk about:

while Russia displays a great number of politi-

cal “tumors” -suffocating scale of corruption,

non-transparency of governing institutions, lack

of (if any) rule of law, non-accountability of the

officials, irremovability of the elites, and basic

theatricality of the political system- many of the

same features can be observed in the republics of

the South Caucasus.21 In other words, on the one

hand they shy away from Russia for these rea-

sons, on the other - they themselves do little to

get rid of them within their countries. So wheth-

er Moscow prefers to work within this very “en-

vironment” or to change itself and its partners

to a more transparent and effective relationship

system is in some sense a decisive question. But

until Russia is able to show a positive example

of managing ethnic conflicts, religious tensions,

territorial disputes it will be perceived by many

as a part of the problem, not a part of the solu-

tion.

Russia’s opportunities in the regions are not yet

fully wasted but are evaporating at a high speed.

Russia is still a largest investor and a trading

partner for Armenia. It has military presence in

the country (about 5,000), as well as Abkhazia

Page 91: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

9

and South Ossetia (up to 4,000 in each republic).

The latter two are totally dependant on Russian

aid and in a short-run will be under its tight pa-

tronage. At the same time, there is a promise of a

Russia-Georgian “reset” with a new government

in Tbilisi in place and several cooperation ave-

nues are already being worked through.22 Some

joint projects with Azerbaijan, though fall under

the fire of skepticism, are negotiated.23 Although

it is unlikely to change the main course of the

events it may open some space for Russian po-

litical maneuvering, give it some amount of time

to fill in the gaps of the past pitfalls. The main

conclusion Moscow should draw is not to try to

pin the blame for them on others, but look into

its own policy or the absence of thereof. As far

as the very soft power facet is concerned it is

important to pre-analyze how any political and

economic initiative Russia comes up with would

resonate with country’s popular image in the re-

gion.

Certainly, every state has a record of foreign

policy miscalculations. But the record shows

that making too many errors in regions of stra-

tegic importance, which the Caucasus is, can be

costly. To paraphrase the idiom - it takes a strong

state to make tender foreign policy. The question

is how tender Russian regional foreign policy re-

ally is?

O

1 Nye J. Jr., Bound to Lead: The Changing Nature of American Power, NY: Basic Books, 1991. P.314.2 See: Cornell S. “War in Georgia, Jitters All Around”, Current History, October 2008. p. 307-314; King Ch. “The

Five-Day War. Managing Moscow after the Georgia Crisis” , Foreign Affairs, November / December 2008, Volume 87,№6, p. 2-11.

3 “Russia signs military cooperation deals with Abkhazia”, S.Ossetia. RIANovosti. 2009-09-15. URL: http://en.rian.ru/military_news/20090915/156135405.html

4 “Armenia vyslushala rossijskuu otsenku karabakhskogo vorposa (Armenia listened to Russia’s assessment of the Nagorno Karabakh conflict)”. VESTI. 2010-08-20. URL: http://www.vesti.ru/doc.html?id=387102

5 Khrustalev M. “Analiz mezhdunarodnykh situatsij i politicheskaya ekspertiza: ocherki teorii I metodologii (The Analysis of International Situations and Political Expertise: Theory and Methodology)” ,Moscow, 2008. p.232.

6 For more on US foreign policy in the South Caucasus see: Nation C. Russia, the United States and the Caucasus, Washington D.C.: US Army War College, The Strategic Studies Institute, February, 2007. p.40.

7 “O Banke VTB (Armenia) (About the VTB Armenia)”, 2013-01-25. URL: http://ru.vtb.am/about/8 “Ot mezhdunarodnogo opyta k azerbajdzhanskoj praktike (From the international experience to the practice of

Azerbaijan)”, 2013-01-25. URL: http://ru.vtb.az/9 See more on this: Markedonov S. “Rossiya teryaet Armeniu (Russia loses Armenia)”, Политком.RU. 2006.05.26.

URL: http://www.politcom.ru/2788.html10 For more on the issue see: Russian foreign policy in the twenty-first century and the shadow of the past , Ed. by R.

Legvold, NY: Columbia University Press, 2007. p.534.11 Kosatchev K, “ Ne rybu a udochku: v chem sostoit osobennost’ myagkoj sily Rossii (A Fishing Rod rather than

Fish: Peculiarities of Russia’s Soft Power)” , Russia in Global Affairs, 2012.09.04.URL: http://www.globalaffairs.ru/number/Ne-rybu-a-udochku-15642

12 “Informatsionnye materialy ob okonchatel’nykh itogakh vserossijskoj perepisi naseleniya 2010 goda (Informa-tion bulletin on the final results of the 2010 Russian census)”, 2013.01.14. URL: http://www.gks.ru/free_doc/new_site/perepis2010/perepis_itogi1612.htm

13 See more: Markedonov S., “Initsiativa bez effekta (The Initiative without an Effect)” , Ekho Kavkaza. 2012.03.07. URL: http://www.ekhokavkaza.ru/content/article/24509625.html

ENDNOTES

Page 92: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

İnceleme

9

14 While it is well-known that Turkey is Abkhazia’s second and Azerbaijan’s first trade partner, The United States too has recently pushed Russia to the 3rd place in the Caspian state becoming Baku’s second biggest foreign trade partner.

15 Medvedev vkluchil v “zonu privilgirovannykh interesov Rossii strany byvshego SSSR, Evropu i SShA (Medvedev included the former USSR states, as well as Europe and the US in the “zone of Russia’s privileged interests”). 2008.11.16. URL: http://www.newspb.ru/allnews/1084377/

16 See: Markedonov S, “ Turbulentnaya Evrasiya: mezhetnicheskie, grazhdanskie konflikty, ksenofobia v novykh nezavisimykh gosudarstvakh postsovetskogo prostranstva (The Turbulent Eurasia: interethnic, civil conflicts and xenophobia in the Newly Independent States of the post-Soviet space)”, Moscow: Moscow Bureau on Hu-man Rights, Academia, 2010, p. 260.

17 See: Malashenko A. , “The North Caucasus: Russia’s Internal Abroad?” , Carnegie Moscow Center Briefing Paper, Vol. 13. Issue 3, November 2011, p.12.

18 For more on the issue see: Kuchins A., Malarkey M., Markedonov S., “The North Caucasus: Russia’s Volatile Fron-tier”, A Report of the CSIS Russia and Eurasia Program, Washington D.C., 2011, p.28.

19 For more on the subject see: Waal Th. de., “Vladimir Putin and the South Caucasus” , National Interest, October 4, 2011, http://carnegieendowment.org/2011/10/04/vladimir-putin-and-south-caucasus/5vzy

20 See: Epifantsev A., “Rossiya v Zakavkaz’e: chto ne tak? (Russia in the South Caucasus: What Goes Wrong?”, Russia in Global Affairs, 2011.08.03.

URL: http://www.globalaffairs.ru/number/Rossiya-v-Zakavkaze-chto-ne-tak-1528721 Ryabov A., “Raspadauschayasya obshnost’ ili tselostnyj region? (The falling apart union or an integral region?)” ,

Pro et Contra, May-August 2011. ,p. 6-18.22 Silaev N., Sushentsov A., Georgia after the 2012 Elections and the Prospects for Russo-Georgian Relations, Moscow,

Moscow State Institute of International Relations, MGIMO, 2012. p. 66.23 Korchemkin M. Pochemu “Gazprom” khochet poteryat’ polmilliarda dollarov (Why Gazprom would want to lose

half a billion dollars)”, Forbes, 2010.09.13. URL:http://www.forbes.ru/svoi-biznes-column/biznes-i-vlast/56376-pochemu-gazprom-hochet-poteryat-polmilliarda-dollarov.

Page 93: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

9

KONFERANS DEĞERLENDİRMESİ SERİSİ: 12

Bilgehan ÖZTÜRK

“Güncel Gelişmeler Işığında Türk Dış Politikası: Zorluklar ve Fırsatlar”

“Turkish Foreign Policy in the Light of Current Developments: Challenges and Opportunities”

10 Mayıs 2013, Antalya10 May 2013, Antalya

Uluslararası Antalya Üniversitesi Sosyal, Ekono-

mik ve Politik Araştırmalar Merkezi (SEPAM)

10 Mayıs 2013 tarihinde, Antalya Rixos Down-

town Otel’de “Güncel Gelişmeler Işığında Türk

Dış Politikası: Zorluklar ve Fırsatlar” temalı bir

sempozyum düzenlemiştir. Sempozyumda alan-

larında uzman isimler son zamanlarda ortaya

çıkan iç ve dış gelişmeler ışığında Türk dış politi-

kasını bekleyen zorlukları ve fırsatları değerlen-

dirmişlerdir.

Sempozyum, Uluslararası Antalya Üniversitesi

Rektörü sayın Prof. Dr. Cihat Göktepe ve SEPAM

Müdürü Prof. Dr. Tarık Oğuzlu’nun yapmış ol-

dukları açılış konuşmalarıyla başlamıştır. Sayın

Göktepe ve Sayın Oğuzlu, SEPAM’ın ve Ulus-

lararası Antalya Üniversitesi’nin yeni kurumlar

olduklarını, ancak bir misyonu ve vizyonu olan,

topluma ve akademik dünyaya yayınlarıyla katkı-

da bulunmayı, toplumun sosyal, ekonomik ve po-

litik alanlarda karşılaştığı problemlere çözümler

üretmeyi hedefleyen kurumlar olduklarını vur-

gulamışlardır. Üç oturum şeklinde düzenlenen

sempozyumun birinci oturumunda “Kürt soru-

nunun çözüm süreci ve PKK’nın silah bırakması

bağlamında Türk Dış Politikası” ele alınmıştır. Bu

oturuma Süleyman Demirel Üniversitesi Öğre-

tim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Seydi, BİLGESAM

Başkanı Doç. Dr. Atilla Sandıklı, Koç Üniversi-

tesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Somer, AK

Parti İzmir Milletvekili ve TBMM Dış İlişkiler

Komisyonu Üyesi Sayın Rıfat Sait ve Gazeteci

İlnur Çevik katılmışlardır. Oturuma başkanlık

eden Prof. Seydi, konuşmacıları kısaca tanıttık-

tan sonra kendilerine sırasıyla söz vermiştir. İlk

olarak Milletvekili Sayın Sait söz almış ve “Kürt

sorununun çözüm süreci ve Türk Dış Politikası”

başlıklı bir konuşma yapmıştır.

Sayın Sait, konuşmasına başlarken, öncelikle

‘Kürt Sorunu’ diye bir sorunun olmadığını, bu-

nun aslında bir ‘PKK Sorunu’ olduğunu, ülkede

yaşayan Kürtlerin PKK kapsamında değerlendi-

rilmesi ve dolayısıyla bir ‘sorun’ olarak algılan-

masının çözüm sürecini olumsuz etkileyecek bir

anlayış olduğunu belirtmiştir. Ülkede yaşanan bu

sorunun anlaşılmasında Balkanların incelenmesi

gerektiğini vurgulayan Sait, Balkanlarda yaşayan

Türk ve Müslüman azınlıkların, yıllardır çek-

mekte oldukları zorluklardan bahsetmiş, Türk-

lerin bugün hâlâ Batı Trakya’da, Gümülcine’de,

İskeçe’de Türkçe tabela bile asamadıklarına dik-

kat çekmiştir. Balkanlardaki Türk ve Müslüman

unsurların maruz kaldıkları baskıları yakinen

bildiğini, kendisinin de aslen Arnavut olduğunu

belirten Sait, ülkemizdeki Kürt kökenli vatan-

Page 94: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Konferans

9

daşlarımızın da kendi sosyal çevrelerinde ve aile

ilişkilerinde serbestçe Kürtçe konuşabilmeleri

gerektiğini ifade etmiştir. Ülkemizdeki Balkan

kökenli vatandaşlarımızın, kendi tarihi ve sosyal

şartları altında, ülkelerini terk etmek zorunda

kalmış, “elde kalan son toprak parçası” hissiya-

tıyla Anadolu’ya çok sıkı bir şekilde bağlanmış

bir insan topluluğu olduğunu belirten Sait, bu

vatandaşlarımızın doğal olarak daha milliyetçi

olduklarını, vatan, bayrak gibi konularda daha

hassas olduklarını ifade etmiştir. Sait, kesin ol-

mamakla beraber ülkede 18 Milyon civarında

Balkan göçmeninin yaşadığını ve bu vatandaş-

larımızın hassasiyetleri istismar edilerek Kürt

kökenli vatandaşlarımızla aralarında suni bir ça-

tışma ortamının yaratılmaya çalışıldığına dikkat

çekmiş, bunun mutlaka önüne geçilmesi gereken

bir durum olduğunu vurgulamıştır. Kendisinin

‘Balkan-Anadolu Projesi’ adında bir sivil toplum

faaliyetinin olduğunu, bu faaliyet çerçevesinde

Urfa’yı, Diyarbakır’ı ziyaret ettiğini, bu ziyaret-

lerin Balkan kökenli vatandaşlarla yapıldığını ve

Kürt kökenli vatandaşlarla çok sıcak temaslar-

da bulunduklarını belirtmiştir. Türkiye’nin çok

önemli enerji kaynaklarına komşu olduğunu ve

enerji nakil hatları üzerinde olduğunu vurgula-

yan Sait, Kuzey Irak’taki enerji kaynakları bağla-

mında Türkiye’nin ve bölgenin istikrara ihtiyacı

olduğunu ifade etmiştir. Sait, istikrar ve güvenin

bölgede herkesin çıkarına olacağını, çözüm süre-

ciyle beraber Güneydoğuda ekonomik faaliyetle-

rin canlandığını, önceden terörün olduğu yerler-

de şimdi insanların piknik yaptığını belirterek,

çözüm sürecine herkesin katkı yapması gerekti-

ğini vurgulamıştır.

İkinci konuşmacı BİLGESAM Başkanı Doç. Dr.

Atilla Sandıklı, “Küresel ve Bölgesel Etkileşimde

Çözüm Süreci” başlıklı bir konuşma yapmıştır.

Sandıklı, konuşmasına ‘güvenlik’ kavramının

zaman içerisinde uğradığı değişime dikkat çe-

kerek başlamıştır. Buna göre güvenlik eskiden

sadece askeri alana ait bir kavram olarak algıla-

nırken, artık sosyal, ekonomik, sosyo-kültürel ve

hatta çevre alanlarını da içine alan çok boyutlu

bir kavram haline gelmiştir. Bu çerçevede bir

ülkenin güvenliği tartışılırken sadece o ülkenin

güvenliğini ele almak mümkün değildir. Bunun

küresel güvenlik, bölgesel güvenlik, ülkesel gü-

venlik, toplumsal güvenlik ve hatta bireyin gü-

venliğiyle birlikte değerlendirilmesi, bu farklı

düzeyler arasındaki etkileşimlerin incelenmesi

gerekmektedir. Önceleri sosyo-kültürel ve eko-

nomik kısıtlamalar sebebiyle Kürt Sorunu ola-

rak tebarüz eden olgu, Kürtlerin sosyo-kültürel

ve kimlik alanlarında sorunlarının giderilmesiy-

le giderek artan bir şekilde PKK sorununa dö-

nüşmüştür. Soğuk Savaşın bitimiyle Ortadoğu,

Balkanlar ve Kafkaslar gibi daha önce sosyalist

sistemle yönetilen bölgelere bir boşluk ortaya

çıkmış, bu boşluğu bölgesel aktörler ve terörist

hareketler doldurmaya çalışmışlardır. Soğuk Sa-

vaş döneminde büyük güçlerin belli ulusları yön-

lendirme aracı olarak kullandığı terörizm, Soğuk

Savaşın bitimiyle küresel bir boyut kazanmış,

bu da uluslararası sistemin yöneticileri tarafın-

dan ortadan kaldırılması gereken bir olgu olarak

belirlenmiştir. Bu dönemde terörizmi destekle-

yen ülkeler kesin bir biçimde dışlanmış ve bas-

kı altına alınmıştır. Terörizm bir yöntem olarak

terk edilirken, geniş halk hareketleriyle ülkeleri

yönlendirmek uluslararası sistemde kabul edi-

len ve uygulanan bir yöntem haline gelmiştir.

Küreselleşmeyle beraber insan hakları, hukukun

üstünlüğü, serbest piyasa ekonomisi, demokrasi

gibi değerler dünyaya yayılırken, sosyal ve eko-

nomik olarak zeminin müsait olduğu eski Doğu

Bloku ülkelerde de halk hareketleri bu süreci hız-

landırmıştır. Türkiye de istikrarsızlık bölgesinde

yumuşak gücüyle, ekonomik başarısı ve Batılı

değerlerle İslami kimliğini barıştırmış bir figür

olarak ortaya çıkmıştır. Küresel güç değişimleri-

ne bakıldığında Çin’in Asya-Pasifikte beklenen-

den çok daha hızlı bir biçimde ekonomik alanda

yükselişi ve askeri alandaki yatırımları, Ameri-

ka Birleşik Devletleri’ni, dikkatini ve enerjisini

Ortadoğu’dan Asya-Pasifiğe kaydırması konu-

sunda ikna etmiştir. Türkiye, küresel hedeflerle

uyumlu bir şekilde ABD’den boşalan yere böl-

gesel bir oyuncu olarak girmiştir. Bölgesel bir

güç olan Türkiye’nin prangalarından kurtulması,

PKK’dan kurtulması gerekmektedir. Dikkat edil-

diğinde Çözüm Süreci, İsrail’le ilişkilerin düzel-

diği ve Maliki Hükümetinden sıcak mesajların

geldiği bir ortamda yürümektedir. PKK, küresel

ve bölgesel düzlemdeki değişimleri gözlemleyip,

Arap Baharının rüzgarını arkasına alarak strateji

değişikliğine gitmiş, mücadelesini kır savaşın-

Page 95: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Konferans

9

dan, halk destekli şehir savaşına dönüştürmeyi

denemiştir. Çözüm Sürecinde karşımızda olum-

lu ve olumsuz olmak üzere iki senaryo vardır, an-

cak güvenlik söz konusu olduğunda olumsuz se-

naryo göz önünde bulundurulmak ve buna göre

tedbir almak gerekmektedir. Buna göre PKK İran

ve Suriye’de etkinliğini artırabilir, Kuzey Irak’ta-

ki silahlı varlığına dayanarak serbest kalan KCK

mensupları aracılığıyla savaşı şehre taşıyabilir

ve Türkiye’de artan özgürlük ortamını istismar

edebilir. Bu çerçevede süreç sonuçlanana kadar

istihbarat faaliyetleri devam etmeli, olumsuz se-

naryoya karşı gerekli güvenlik tedbirleri alınma-

lı, PKK silah bırakana ve kendini lağvedene ka-

dar bir terör örgütü olarak muamele görmelidir.

Üçüncü konuşmacı Koç Üniversitesi Öğretim

üyesi Doç. Dr. Murat Somer, “Kürt Meselesinin

Temel İkilemleri Işığında Yeni Türk Dış Politi-

kası ve Söylemi” başlıklı bir konuşma yapmış-

tır. Somer, bölgesinde cazibe merkezi olmaya

çalışan Türkiye’nin çok önemli bir prangadan

kurtulmak istediğini ifade etmiştir. Bunun ger-

çekleşebilmesi için Türkiye’nin önünde üç aşa-

malı bir yol olduğu görülmektedir. İlk aşama,

PKK’nın sınır dışına çekilmesidir. Bu aşamada

toplumun önemli bir çoğunluğunda bir uzlaşma

mevcuttur. İkinci aşama, Türkiye’nin Kürt mese-

lesini çözebilmek için yasal ve kurumsal reform-

lar yapmasıdır. Bu aşamada Türkiye’de kimlik

meselesinin tartışılması, Kürtlerin hukuku, tüm

vatandaşların devletten eşit bir şekilde muamele

görmesi ve haklardan faydalanması gibi konuları

tartışmak gerekecektir. Toplumda bu konudaki

kavramlar konusunda çok daha alt düzeyde bir

uzlaşma olduğu görülmektedir. Bu aşamada sü-

reci sekteye uğratabilecek riskler ortaya çıkabilir.

Sorunun kimlik boyutu bakımından Anayasa ve

devlet yönetiminde bütün grupların nasıl temsil

edileceğinin belirlenmesi zor ve hassas bir nok-

tadır. Üçüncü aşamada, Türkiye’de eskiden meş-

ru olarak kabul edilmeyen PKK gibi aktörlerin

demokratik siyasette yer alma istekleri söz ko-

nusu olacaktır. 40 bin insanın hayatını kaybettiği

Page 96: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Konferans

9

bir sorunda bu insanların demokratik siyasete

katılmaları çok zor bir süreç olacaktır. Kürt me-

selesinin köklerine bakıldığında, bunun sadece

Türkiye’nin değil, İran’ın ve eski Osmanlı toprak-

ları olan Irak ve Suriye gibi ülkelerin de meselesi

olduğu görülmektedir. Ancak Türkiye’de, diğer

ülkelerden farklı olarak, bu meselenin kimlik

boyutu çok daha ön plana çıkmıştır. Irak’ta çok

daha kanlı olan Kürt meselesi hiçbir zaman Kürt-

lerin varlığı, onların haklarının olup olmadığı bir

tartışma konusu olmamıştır. Türkiye çok daha

demokratik bir ülke olmasına rağmen burada

kimlik tartışmaları yaşanmaktadır. Bunun kök-

leri Cumhuriyetin kuruluş yıllarına dayanmak-

tadır. Milli Misak çerçevesinde olan Kürtlerin,

Lozan’la birlikte üç farklı ülkeye bölünmesi, Pan-

Kürdist eğilimleri harekete geçirmiş, bu da yeni

kurulan Türkiye devletinde Kürtlerin bir tehdit

olarak algılanmasına sebep olmuştur. Bugün,

Kürtlerin hukukun nasıl tanınacağı tartışmaları

yapılırken bu tartışmanın Türk kimliği tartışma-

sına dönüşmesinden kaçınmak gerekmektedir.

Çünkü Kürt kimliğinin tanınması, Türk kimli-

ğinin reddini gerektiren bir durum değildir. Çö-

züm Süreci demokratikleşmeyle ve reformla aynı

anda yürütülmesi gereken bir süreçtir.

Son konuşmacı Gazeteci İlnur Çevik, “Kuzey

Irak’la Isınan İlişkiler ve Türk Dış Politikası” baş-

lıklı bir konuşma yapmıştır. Çevik, Kuzey Irak

konusunda uzmanlığı sebebiyle öncelikle bura-

nın Türkiye için ne ifade ettiğini anlatmıştır. 1)

Kuzey Irak öncelikle Türkiye’nin komşusu ve

Türkiye’de yaşayan Kürt kökenli vatandaşların

akrabalarının bulunduğu yerdir. 2) PKK Kan-

dil’dedir. Türkiye’nin Barzani’yle ilişkilerin iyi

olmadığı dönemlerde PKK şehirlerdeki sağlık

hizmetlerinden yararlanmış, ulusal televizyon-

larında röportajlar vermiştir. 3) Kuzey Irak,

Türkiye’nin Irak’a açılan kapısıdır. İran-Irak

Savaşından önce Türkiye’nin Basra Körfezi’ne

inmesi ve Körfez ülkelerine olan ihracatını ar-

tırması Irak üzerinden mümkün olabilmiştir.

İran-Irak Savaşından sonra bu kapı kapanmıştır.

Page 97: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Konferans

9

Bu kapının tekrar açılması, bölgeyi Türkiye’nin

doğal hinterlandına dönüştürecektir. 4) Enerji

bakımından bu bölge önemlidir. Bu bölgede çok

geniş doğalgaz ve petrol kaynakları bulunmakta-

dır. Çevik, Kuzey Irak’taki temel siyasi aktörler

hakkında bilgi vermiş, Türkiye’nin Kuzey Irak’a

yönelik politikasını genel Irak politikası çerçeve-

sinde değerlendirmiştir. Türkiye Kerkük mesele-

si gibi konularda Sünni ve Şii Arap grupları bir

araya getirerek Kürtlere karşı kullanmış, enerji

meselesinde ise Maliki hükümetinin düşmanca

tavırlarına karşılık olarak Kürt bölgesini des-

teklemektedir. Türkiye Irak politikası çerçeve-

sinde, Irak merkezi hükümeti ve Kürt yönetimi

arasında ikilemde kalmış olmakla birlikte, Kuzey

Irak’la olan ilişkilerin geliştirilmesi Türkiye’nin

çıkarına olacaktır.

İkinci oturumda; “AB, ABD ve NATO ile İlişkiler

Bağlamında Türk Dış Politikası” ele alınmıştır.

Bu oturuma Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim

Üyesi Prof. Dr. Sabri Sayarı, Bahçeşehir Üni-

versitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cengiz Aktar,

Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr.

Serhat Güvenç ve Gazi Üniversitesi Öğretim

Üyesi Doç. Dr. Mehmet Akif Okur katılmıştır.

Başkanlığını Prof. Sayarı’nın yaptığı oturumun

ilk konuşmacısı Aktar “Türkiye’nin Dolaylı Dış

Politika Ortağı AB” başlıklı bir konuşma yapmış-

tır. Aktar, AB’nin bütün üye devletlerini kapsayı-

cı şekilde ortak bir dış politikasının olmadığın-

dan ve her üye devletin kendi dış politikalarını

uyguladığından bahsetmiştir. Aktar, 2002’den bu

yana Türkiye’nin dış politikasında ve Avrupa ile

ilişkilerinde belli başlı dönüm noktalarına ve bü-

yük olaylara göndermede bulunarak, Türkiye’nin

AB’ye rağmen ve ona karşı bir dış politika geliş-

tirdiğini ifade etmiştir. Türkiye’nin Batının bir

peyki olmak yerine, Batıyla ilişkili olup başka

coğrafyalarla ilişkilerini geliştirme ve keşfet-

me yönelimi ilişkilere farklı bir boyut getirmiş-

tir. Türkiye AB’ye girecek olursa acaba “Türkiye

AB’de İslam’ın temsilcisi mi olur?” algısı ortaya

çıkmıştır. Avrupa böyle bir Türkiye’yi istediğin-

den, buna ihtiyacı olduğundan emin değildir. Ay-

rıca Avrupa devletlerinin iç dinamiklerinin de-

ğişmesi, aşırı sağ ve solun güçlenmesi, Türkiye ve

AB ilişkilerini zorlaştırıcı bir etki yapmaktadır.

Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’yle olan ya-

kınlaşması, örgütün niteliği ve Türkiye’nin temel

dış politika tercihleri arasındaki tezatlar sebebiy-

le absürt bir nitelik arz etmektedir. Bu örgütün

ortak bir biçimde radikal İslam’a karşı olan sert

tutum ve tedbirleri, Suriye konusundaki farklı

tutumları, Türkiye’nin dış politika öncelikleriyle

tam bir karşıtlık içindedir. Buna ek olarak, Türk

dış politikasında eylem ve söylem arasında cid-

di bir tutarsızlık söz konusudur. Kamuoyunda,

ABD ve AB’yle değil, kendi başına hareket eden

bir Türkiye özlemi ve temennisi vardır. Bu da

Türkiye’nin AB ile olan ilişkisini etkilemektedir.

Türkiye AB’ye üye olmak isteyen bir ülke gibi

davranmamaktadır. Türkiye’nin Kürt meselesi-

nin çözümü için attığı adımlar, yumuşak gücü-

nün en önemli unsurudur.

İkinci konuşmacı Kadir Has Üniversitesi Öğre-

tim Üyesi Doç. Dr. Serhat Güvenç “Türkiye’nin

NATO Üyeliği: Dış Politikaya katkı mı yük mü?”

başlıklı bir konuşma yapmıştır. Güvenç, Psikana-

litik bir yaklaşımla Türkiye’nin iki kimlikliliğine

vurgu yapmıştır. Buna göre Türkiye, hem kendi

başına hareket etmek isteyen, hem de sıkıştığın-

da NATO’nun yardımını talep eden bir ülke gö-

rünümündedir. Mesela yapılan kamuoyu araştır-

malarında “Türkiye dış politikada kiminle ortak

hareket etmeli?” sorusuna halk büyük bir çoğun-

lukla Türkiye’nin yalnız hareket etmesi gerektiği

cevabını vermiştir. 1990’lardan itibaren NATO,

Türkiye’nin gözünde bir değer kaybına uğra-

mıştır. Birinci Körfez Savaşı’nda ve PKK ile olan

mücadelesinde Türkiye’nin yalnız bırakılması bu

değer kaybının sebepleri olmuştur. 2003 Irak Sa-

vaşı’ndaki tutum da Türkiye’nin bu düşüncesini

doğrulayan niteliktedir. Genel olarak Türkiye ve

NATO arasında güvenlik öncelikleri farklılaşmış-

tır. Arap Baharıyla birlikte, Türkiye NATO’nun

değerini yeniden keşfetmiş görünmektedir.

Türkiye, Libya krizinde NATO içinde Fransa’yı

dengelemek suretiyle operasyonu NATO çerçe-

vesine çekmeyi başarmıştır. Şikago Zirvesi de,

Türkiye’nin faydacı bir mantıkla NATO üyeliğini

etkin bir şekilde kullanmasının güzel bir örneği

olmuştur. Türkiye Pakistan davetli olmamasına

rağmen bu devletin zirveye katılmasını sağla-

mış, İsrail’in katılmasını engellemiş ve ittifakın

sivil yeteneklerle donatılması konusunda önemli

kararlar aldırmıştır. Türkiye’nin ittifak içerisin-

Page 98: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Konferans

9

de Balkanlarda ve Afganistan gibi coğrafyalarda

faaliyetlerde bulunması NATO’nun Türkiye’ye

katkısı olarak algılanabilir, zira bu bölgelerde

Türkiye’nin kendi başına askeri faaliyetlerde bu-

lunması farklı endişelerde yol açabilirdi. Yine

NATO’nun Türkiye’ye bir yük olması hususu,

Türkiye’nin üçüncü ülkeler nezdindeki imajının

niteliğiyle alakalıdır.

Üçüncü konuşmacı Gazi Üniversitesi Öğretim

Üyesi Doç. Dr. Mehmet Akif Okur, “Yeni Dö-

nemde ABD-Türkiye İlişkileri: Temel İmkân ve

Sorun Alanları” başlıklı bir konuşma yapmıştır.

Okur, ABD ve Türkiye arasındaki ilişkileri an-

lamak adına bir model çizmekle sözlerine baş-

lamıştır. İki ülke arasındaki ilişkilerin tarihine

bakıldığında, zamana ve şartlara direnen belli

sabitelere yaslandığı ve ciddi kurumsal temelle-

re dayandığını söylemek mümkündür. İki ülke-

nin birbirleriyle olan ilişkileri stratejik bir eksene

oturtmak mümkün olmakla birlikte, uluslarara-

sı sistemin bir parçası olmak münasebetiyle bu

eksenle bir takım salınımlar da söz konusudur.

Obama’yla birlikte ABD dış politikasında deği-

şim sinyalleri verilmiş, Ortadoğu özelinde artık

özgürlükler pahasına istikrarın desteklenmeye-

ceği mesajı verilmiştir. Ancak bu tutum, Libya’da

ABD Büyükelçisinin öldürülmesine kadar sür-

müş, ABD yeniden Ortadoğu’da güvenlikçi ve

istikrarcı paradigmaya geri dönmüş, Türkiye

de Suriye kriziyle birlikte stratejik özerkliğinin

sınırlarını görüp eski ittifaklarına yeniden baş-

vurmuştur. Suriye kriziyle birlikte Türkiye’nin

stratejik salınımında ABD’yi rahatsız eden un-

surları Türkiye kendiliğinden düzeltmiş, İran’ın

Suriye’deki tutumu buna büyük oranda katkıda

bulunmuştur. Boston’daki saldırıların ardından

Rusya ve ABD arasındaki ortak zemin ve anlaş-

ma, Suriye’de Esed’in kalabileceği bir ihtimali

de ortaya çıkarmıştır. ABD dış politikada stra-

tejik değişikliklere giderek Çin’in güçlenmesi

karşısında Asya’ya önem vermiş ve önceliğini

Ortadoğu’dan Asya’ya kaydırmıştır. Bu durum

ise Türkiye’nin bölgede öne çıkan aktörlerden

birisi olmasına destek olmuştur. Ancak 2. Oturu-

mun kapanış değerlendirmesinde oturum başka-

nı Bahçeşehir Üniversitesi Prof. Dr. Sabri Sayarı,

İsrail’in güvenliği, petrol meselesi ve İran’ın nük-

leer programı gibi nedenlerden dolayı ABD’nin

Ortadoğu’daki önceliğinin azalacağına inanma-

dığını belirtmiştir.

Üçüncü oturumda; “İsrail’le İlişkiler, Kuzey

Irak’la yakınlaşma ve Ortadoğu’daki son geliş-

meler bağlamında Türk Dış Politikası” konusu

ele alınmıştır. Başkanlığını Uluslararası Antalya

Üniversitesi Öğretim Üyesi ve SEPAM Müdürü

Prof. Dr. Tarık Oğuzlu’nun yaptığı bu oturuma,

TBMM Dış İşleri Komisyonu Üyesi ve CHP İs-

tanbul Milletvekili Osman Korutürk, TOBB

ETÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şaban Kardaş ve

ODTÜ Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özlem Tür ka-

tılmıştır. İlk konuşmacı, T.B.M.M. Dış İşleri

Komisyonu Üyesi ve CHP İstanbul Milletvekili

Osman Korutürk, “Ortadoğu Girdabında Türk

Dış Politikası: Arap Baharı Öncesi ve Sonrası”

başlıklı bir konuşma yapmıştır. Korutürk, Tür-

kiye ve İran’ın Ortadoğu’ya bakış açıları ve dış

politika tarzlarındaki farklılıklara vurgu yapmış-

tır. Korutürk, istikrarsızlık ortamının Türkiye’yi

İran’dan çok daha fazla etkilediğini belirtmiştir.

Türkiye’nin bölgesel politikadaki başarısı büyük

oranda istikrara bağlıyken, İran istikrarsızlık or-

tamında da politika yürütmeyi başarabilmekte,

hatta bazen de istikrarsızlıktan faydalanmak-

tadır. Türkiye’nin son 10 yıllık dış politikasının

geleneksel dış politikadan farklı olduğu doğru

değildir, bu sadece son dört yıl için geçerlidir.

Buna göre Türkiye genel olarak son dört yıla

kadar geleneksel dış politikadan ayrılmamıştır.

AKP iktidarına kadar Türkiye’nin Ortadoğu’ya

yönelik olarak pasif bir politika izlediği, hiçbir

meseleye müdahil olmadığı iddiaları doğru de-

ğildir. Türkiye’nin Ortadoğu politikası bağla-

mında çok üst perdeden ifadeler kullanması,

kendisinin bölgenin lideri gibi görmesi ve ilan

etmesi yanlış hamlelerdir. Araplar kendi sorun-

larına başkalarını müdahil etmek istemezler ve

bir lider de istemezler. Davutoğlu’nun bir mec-

lis konuşmasında bölgenin “lideri, sahibi ve hiz-

metkarıyız” şeklindeki ifadesi bölge ülkeleri nez-

dinde çok olumsuz algılanmaktadır. Türkiye’nin

İsrail’le ilişkilerinin bozulması bir başka yanlıştır.

İsrail’le ilişkilerin çok kötü bir düzeyde olması,

Türkiye’nin İran’la aynı kefeye konmasına sebep

olmaktadır. Türkiye’nin Kuzey Irak ve Kürt poli-

tikasını da eleştiren Korutürk, Türkiye’nin Kuzey

Irak’la bir federasyon çatısı altında birleşmesinin

Page 99: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Konferans

9

kurulacak bir Kürt devletine “taşıyıcı annelik”

yapacağını ifade etmiştir.

İkinci konuşmacı, TOBB-ETÜ Öğretim Üyesi

Doç. Dr. Şaban Kardaş, “Arap Baharının Türk Dış

Politikasına Etkileri” başlıklı bir konuşma yap-

mıştır. Kardaş, Türkiye’nin dış politikasında yu-

muşak güç unsurunu bir yere kadar kullandığını,

ancak şartlar sertleştiğinde yumuşak güç unsur-

ları kullanılamaz hale geldiğinde Türkiye’nin de

doğal olarak sert güç unsurları arayışına girdi-

ğini, NATO’ya yaklaşmasının da bu bağlamda

değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Stra-

tejik özerklik kavramının da çift yönlü bir şekil-

de düşünülmesi gerekmektedir. Türkiye ABD’ye

karşı özerkliğini artırmak adına İran’la ilişkilerini

geliştirirken, İran’dan gelen tehditler arttığında,

bunu ABD ile olan ilişkileriyle dengeleme çabası

stratejik özerkliğin bir sonucudur. Kardaş, bura-

da problemin Türk dış politikasının söylem ve

eylem arasındaki tutarsızlığından kaynaklandı-

ğına dikkat çekmiş, ancak bu durumun pratikte

bir esneklik getirdiğini belirtmiştir. Türkiye’nin

aldığı pozisyonları eleştirirken bu pozisyonla-

rı alırken sahip olduğu motivasyonun da göz

önünde bulundurulması gerekmektedir. Türkiye,

Arap Baharıyla birlikte demokrasi ve değerler

üzerinden kurduğu söylemi değiştirmek zorun-

da kalmıştır, zira bu uygulamada bazı çelişkileri

barındırmakta, Türkiye’nin Suudi Arabistan ve

Katar’la ilişkisini sorgulanır hale getirmektedir.

Türkiye, eylemsel anlamda “koruma sorumlulu-

ğu” olarak adlandırılabilecek olan motivasyonu

demokrasi söylemi şeklinde oturttuğu için bazı

problemler ortaya çıkmaktadır. Pragmatizmin

Türk dış politikasında artmakta olan bir özellik

olduğunu ve bunun olumlu karşılanması gerek-

tiğini belirten Kardaş, bu durumun Türkiye’nin

“stratejik özerkliği” ne katkı yaptığını ifade et-

miştir. Davutoğlu’na atfen, Türkiye’nin bölge

ülkelerine model olmaya çalışmadığını, sadece

“tecrübe paylaşımı” nda bulunduğunu belirten

Kardaş, Arap Baharının Türkiye’yi Batı’ya yak-

laştırdığını ifade etmiştir.

Son konuşmacı, Ortadoğu Teknik Üniversitesi

Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özlem Tür, “Son Geliş-

meler Işığında Türkiye-İsrail İlişkileri: Kalıcı Ba-

rış Mümkün mü?” başlıklı bir konuşma yapmış-

tır. Tür, Türkiye ve İsrail arasındaki 2009 sonrası

Page 100: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Konferans

9

süreçte ikili ilişkilerde yaşanan kriz dönemini

ele almıştır. Aslında 1999’dan bu yana iki ülke

arasındaki ilişkiler kötüye gitmektedir. Ecevit’in

İsrail’in soykırım yaptığına dair açıklamaları iliş-

kilerde küçük çaplı bir krize sebep olmuş, 2000’li

yıllarda da Türkiye’nin İran ve Suriye ile ilişkile-

rinin gelişmesiyle düşük bir seviyeye gerilemiştir.

İlişkilerin genel seyrine bakıldığında, iki ülkenin

ilişkilerinin hep üçüncü ülkeler sebebiyle iyi ya

da kötü olduğu görülmektedir. Bu ilk defa Mavi

Marmara saldırısıyla değişikliğe uğramış, ilk defa

iki ülkenin birbirleriyle doğrudan olan problem-

leri sebebiyle ilişkiler kötüleşmiştir. 2000’den beri

İsrail’in İran’ı en büyük tehdit olarak algılaması,

Ahmedinecad’ın Cumhurbaşkanı olmasından bu

yana da bu ülkenin mutlak surette durdurulması

gereken bir düşman şeklinde algılanması, Türki-

ye ile olan farklı bakış açılarını ortaya koymuştur.

2003 Irak Savaşını takiben İsrail’in Kuzey Irak’ta-

ki faaliyetleri de Türkiye kamuoyunda tepkiyle

karşılanmış, bu da ilişkilere olumsuz etkileyen

bir etken olmuştur. 2008 Dökme Kurşun ope-

rasyonuyla ilişkilerin farklı bir boyut kazandığı,

Başbakan Erdoğan’ın arabuluculuk faaliyetleri-

nin de boşa çıkmasının etkisiyle İsrailli yönetici-

lere güvenilmeyeceği mesajını vermesi, ardından

Davos krizinin gelmesi ve Mavi Marmara sal-

dırısı ilişkileri kopma noktasına getirmiş, İsrail

kamuoyunda Erdoğan’ın “Abdülhamit’in torunu”

olarak anılmasına sebep olmuştur. İsrail’den öz-

rün şimdi gelmesinin farklı sebepleri vardır. Bi-

rincisi, Netanyahu Arap Baharının başlangıcın-

dan bu yana çok pasif bir dış politika izlemekle

suçlanmakta ve giderek oy kaybetmektedir. Da-

hası Netanyahu ülkeyi izole etmek, yalnızlaştır-

makla suçlanmaktadır. Bunu aşabilmek, Suri-

ye’deki krize çözüm bulabilmek, İran’a yapılacak

muhtemel bir askeri operasyon halinde Türkiye

ile kötü ilişkiler içinde olmama gereği İsrail’i özre

iten sebepler arasında gösterilebilir. Ancak İsra-

il ve Türkiye’nin, özellikle de Arap Baharından

sonra bölgeye yönelik farklı tehdit algılamaları

sebebiyle, ikili ilişkilerdeki iyileşme uzun soluklu

olmayacaktır.

Değerlendirme ve Sonuç oturumunda, Ulus-

lararası Antalya Üniversitesi Öğretim Üyesi ve

SEPAM Müdürü Prof. Dr. Tarık Oğuzlu, Bahçe-

şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sabri

Sayarı ve Süleyman Demirel Üniversitesi Öğre-

tim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Seydi kendi otu-

rumlarındaki konuşmacıların sunumlarını özet-

leyerek kendi değerlendirmelerini paylaşmış ve

programı kapatmışlardır.

O

Page 101: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

99

Hazırlayan:

Zeynep SÜTALAN

KİTAP İNCELEMESİ SERİSİ: 8

Lloyd C. Gardner, Rutgers Üniversitesi’nde (New

Jersey Devlet Üniversitesi) tarih profesörüdür.

Amerikan dış politkasi ve diplomasi tarihi konu-

sunda çok sayıda eseri bulunan Gardner, Ame-

rika Dış İlişkiler Tarih Topluluğu’nun (Society

of Historians of American Foreign Relations)

eski başkanıdır. Gardner’ın en önemli özellikle-

rinden biri de Winconsin Amerikan Diplomatik

Tarihi Ekolünün (Winconsin School of Ameri-

can Diplomatic History) ilk temsilcilerinden biri

olmasıdır.1 Revizyonist tarih yazımcılığı olarak

da bilinen Winconsin Ekolü, genel olarak, dış

politikanın iç siyasetin bir uzantısı olduğunu

söylemektedir. Bu çerçevede, Amerika’nın, ülke

içinde demokrasinin ve refahın devamlılığını

sağlayabilmek maksadıyla dışarıya açılma ve ya-

bancı piyasalara erişmeye yönelik bir dış politika

yürütmekte olduğunu iddia etmektedir. Bu ne-

denle, söz konusu ekol, Amerikan dış politikası-

nı, kökenleri, amaçları ve sonuçları bakımından

emperyalist olarak görmektedir.2 Yekpare olma-

yan ve içinde pek çok farklı görüş bulunduran

ekolün tarihe yaklaşımındaki en önemli özellik-

lerinden biri de ‘değişim’e ‘devamlılık’tan fazla

önem atfedilmesine karşı çıkmasıdır. Bu bağlam-

da, Gardner, Mısır’da 25 Ocak 2011’de başlayan

halk ayaklanması ve 11 Şubat 2011’de Hüsnü

Mübarek’in istifası karşısında Amerika’nın izle-

diği politikaları incelerken Amerika-Mısır ilişki-

lerine tarihsel bir bakışın gerekliliğinden hareket

etmektedir.

Lloyd C. Gardner, Tahrir Meydanına Giden Yol:

Nasır’ın Yükselişi’nden Mübarek’in Düşüşüne

Mısır ve Amerika Birleşik Devletleri (The Road

to Tahrir Square: Egypt and the United States

from the Rise of Nasser to the Fall of Mubarak)

isimli eserinde İkinci Dünya Savaşının sona er-

The Road to Tahrir Square:

Egypt and the United States

from the Rise of Nasser to the

Fall of Mubarak, Lloyd C. Gardner, (London: Saqi, 2011),

ISBN: 978-1595587213, 240 sayfa.

Page 102: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Kitap İncelemesi

mesinden Mübarek rejiminin çözülmesine kadar

geçen sürede Amerika-Mısır ilişkilerini tarihi,

ekonomik, diplomatik ve askeri açılardan ele al-

maktadır. Mübarek’in devrilmesi ve Mısır Silahlı

Kuvvetleri Yüksek Konseyi’nin geçici yönetimi de

dâhil olmak üzere yakın tarihi gelişmelere ilişkin

değerlendirmeleri de içeren eser, bugüne ve hat-

ta yarına, geçmişten ışık tutmayı tercih etmek-

te ve Mısır’ın ABD için neden önemli olduğunu

anlatmaya çalışmaktadır. Yazar, eserinde, Ame-

rikan başkanlık arşivinden, diplomatik arşivlere,

dönemin önde gelen isimlerinin hatıratlarından

Wikileaks belgelerine kadar pek çok birincil ve

ikincil kaynak kullanmıştır. Kaynakların büyük

bir çoğunluğu genelde Batı, özelde Amerika Bir-

leşik Devletleri (ABD) menşelidir.

Gardner, Tahrir meydanında Mısır halkının de-

mokrasi ve özgürlük talepleriyle ayaklanmasını,

30 yıllık Mübarek döneminin baskıcı politikala-

rına bağlarken, ABD’nin, bu duruma, doğrudan

olmasa da dolaylı olarak destek vermiş olduğunu

savunmaktadır. Cemal Abdülnasır döneminin

çalkantılı ve çatışmalı ABD-Mısır ilişkileri, Enver

Sedat döneminde uzlaşmacı bir zemine oturmuş

ve Hüsnü Mübarek döneminde ise bir ittifaka

dönüşmüştür. Böylelikle Mısır, ABD’nin, İsra-

il ve Suudi Arabistan ile birlikte Ortadoğu’daki

en önemli müttefiklerinden biri haline gelmiştir.

Yazara göre, ABD’nin bu durumun devamlılığını

sağlamak adına Mısır’a yönelik yürüttüğü yük-

lü ekonomik ve askeri yardıma dayalı siyaset,

Mübarek’in iktidarını güçlendirmiş ve onun bu

iktidarı korumak amacıyla ülke içinde uyguladığı

baskıcı politikaları mümkün kılmıştır. Kitabın gi-

riş bölümünde bu konuyu yazar, şu şekilde ifade

etmektedir:

Tahrir meydanındaki olaylar, büyük bir ihti-

malle, Amerika’nın 11 Eylül 2001’den sonraki

(demokrasiyi yayma) söylemi olmasa da ger-

çekleşirdi. Ancak Tahrir meydanındaki olay-

lar, Mübarek’e Amerika tarafından yıllar boyu

cömert bir şekilde sunulmuş olan destek ol-

masa gerçekleşir miydi sorusu, daha ilginçtir.

Amerika’nın neredeyse 30 yıl süren tam des-

teği olmasa, Mübarek baskıcı politikalarını

yürütebilecek miydi? (s.ix).

Yazara göre, Tahrir’deki ayaklanmalar sırasında,

ABD’nin en temel kaygısı, Mübarek iktidarı bo-

yunca 50 milyar dolarlık yatırım yapmış olduğu

Mısır ordusuyla bağının kopması ihtimaliydi.

Burada yazarın ABD dış politikasıyla ilgili olarak

eleştirdiği nokta, ABD’nin Mübarek döneminde

ülkeyi bir diktatör gibi yönetmesi karşısında ka-

yıtsız kalmış olmasıdır (s.viii). ABD, Mübarek’e

reformlar yapması, halkın refahını artırmaya

yönelik politikalar izlemesi, baskıcı siyasetin-

den vazgeçerek daha demokratik ve özgürlükçü

bir anlayış benimsemesi konusunda telkinlerde

ve tavsiyelerde bulunmuştur; fakat Mübarek’in

reform yapmaya direnmesine, müttefikini kay-

betmemek adına göz yummuştur (s.179). Yazara

göre, ABD, Sedat döneminde Mısır ile iyi ilişki-

ler geliştirene kadar 1952’den beri birçok yanlış

adım atmıştır.

Garner’in eseri, kısa giriş bölümün dışında, altı

bölümden oluşmaktadır. Kitabın birinci bölü-

münde yazar, ABD’nin Mısır’la sürdürülebilir bir

ilişki kurmaya yönelik politika arayışının tarihi

arka planını ortaya koymaktadır. İkinci Dünya

Savaşı’ndan sonra ABD, Ortadoğu’da savaş son-

rası dönüşümün sorunsuz sağlanabilmesinin,

bölge ülkelerinin bağımsızlıklarını garanti al-

tına alabilmelerine ve ülkeleri içinde güvenliği

ve istikrarı inşa edebilmelerine bağlı olduğunu

öngörmüştür. Bu maksatla, söz konusu ülkelere,

ekonomik ve gerekirse askeri yardım sağlama-

ya yönelik bir dış politika belirlemiştir (s.3). Bu

dönemde, ABD, bir taraftan bölgede Sovyet et-

kisinin yayılmasına engel olmaya çalışırken, di-

ğer taraftan, kendi stratejik çıkarlarını korumak

için İngiltere’yle birlikte hareket etmektedir. Bu

çerçevede, ABD ile Mısır ilişkilerinde en önemli

sorunu, İngiltere’nin Süveyş kanalındaki varlığı

teşkil etmektedir. Amerika, İngiltere ve Mısır

arasındaki bu sorunda, tıpkı Filistin-İsrail soru-

nunda, taraflardan hiçbirini karşısına almayacak

şekilde bir denge siyaseti yürütmeye çalışmıştır.

ABD, İkinci Dünya Savaşı’nda sekiz kat artmış

olan Mısır’la pamuk ticaretinin devamlılığını ve

bu ticaretin başka ürünlere ve alanlara da sirayet

etmesini arzulamıştır. Bu nedenle, Kral Faruk’a

ekonomik yardım önerisinde bulunmuştur. Fa-

kat Kral Faruk’un rejimi, Mısır halkıyla, yönetici

elitler arasında gittikçe büyüyen sosyo-ekono-

Page 103: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Kitap İncelemesi

mik farklara ve 1948 Arap-İsrail Savaşı yenilgisi-

ne uzun süre direnememiştir. 1952 yılında Özgür

Subaylar (Free Officers) askeri bir darbeyle kralı

devirmiş ve cumhuriyet ilan etmiştir (s.1-34.)

Kitabın ikinci bölümü, ABD’nin Nasır dönemin-

de Mısır’la ilişkilerini konu almaktadır. 1952 as-

keri darbesinden sonra, ABD, Mısır’daki yeni re-

jimle iyi ilişkiler geliştirmek istemiştir. Öte yan-

dan, yazar, ABD’nin söz konusu dönemdeki dış

politika çabalarını bir kumara benzetmekte ve

sonuç olarak, ABD’nin bu kumarda kaybettiğini

söylemektedir. Amerika’nın, Mısır’ı Sovyet nü-

fuz alanından uzak tutmak için izlediği siyaset,

nihayetinde Mısır’ı Batı dünyasından uzaklaştı-

rıp Sovyetlere yakınlaştırmıştır. Nasır, ABD’nin,

Mısır’a silah satımı konusundaki isteksizliği ve

İngiltere’nin Süveyş kanalındaki askeri varlığı-

na son vermesi taleplerine karşılık, kendisinden

yana tavır koymaması nedenleriyle hoşnutsuz

olmuştur. Akabinde Nasır, istediği silahları, Sov-

yetler Birliği (SSCB) vasıtasıyla Çekoslavakya’dan

elde etmiştir. İngilizlerle Süveyş’ten çekilmeleri

konusunda anlaşamayınca da kanalı millileştir-

miştir. Buna karşılık İngiltere-Fransa-İsrail itti-

fak halinde Mısır’a savaş açmıştır. 1956 Süveyş

Savaşında, birbiriyle rekabet halinde olan iki sü-

per güç, ABD ve SSCB, ironik bir biçimde benzer

tavır sergilemiş, İngiltere-Fransa-İsrail ittifakına

karşı cephe almış ve ittifakı geri çekilmeye zor-

lamıştır. Nasır, Süveyş krizinden sonra daha da

güçlenmiş, Arap dünyasının kahramanı haline

gelmiştir. Ayrıca 1955 Bandung Konferansı’ndan

sonra Bağlantısızlar Hareketi’ne katılmış, Tito ve

Nehru’yla birlikte hareketin en önemli üçüncü li-

deri olmuştur. Bu arada Amerika, Süveyş krizine

müdahale ederek, Mısır’ın savunucusu konumu-

na düşmüş, bölgeye Sovyet etkisinin sızmasına

engel olacağını ve Nasır’ın da bölgedeki gücünü

zayıflatacağını düşündüğü Bağdat Paktı projesi

de başarısız olmuştur (s.66-74). Sonuçta, Ame-

rika, sadece Mısır’ı kendinden uzaklaştırmakla

kalmamış, aynı zamanda bölgedeki silahlanma

yarışına da engel olamamıştır.

Kitabın üçüncü bölümünde, yazar, ABD-Mısır

ilişkileri ekseninde, Eisenhower doktrini ve 1967

Arap-İsrail Savaşını değerlendirmektedir. Eisen-

hower doktrini, Ortadoğu ülkelerine ekonomik

ve askeri yardım sağlayarak, bölgede komüniz-

min yayılmasını engellemeyi öngörüyordu (s.77-

82). Öte yandan, Gardner’a göre, Eisenhower

doktrini Ortadoğu’da Nasırcılık ideolojisini bir

güç olarak ortadan kaldırmayı hedeflemiştir

(s.80). Mısır, Süveyş Krizi’nden sonra, Akabe

Körfezi’yle Kızıldeniz’i birleştiren Tiran Boğazı’nı

İsrail gemilerine kapatmıştır. Bu durum, Mısır

ile İsrail arasında krize sebep olmuştur. Gardner,

Johnson yönetiminin, 1967 Savaşı’na neden olan

Mısır-İsrail arasındaki bu krizi önlemeye yönelik

tedbir almadığını ve hatta İsrail’in savaş planla-

rını bilmesine rağmen, İsrail’i engellemek için

bir adım atmadığını ileri sürmektedir (s.107).3

Sonuç olarak, 6 Haziran 1967’de İsrail sürpriz

bir saldırıyla sadece Mısır’ın hava kuvvetlerine

büyük bir darbe vurmamış, aynı zamanda Sina

yarımadasını, Batı Şeria’nın tamamını, Doğu

Kudüs’ü ve Golan tepelerini işgal etmiştir. Altı

Gün Savaşı ya da Haziran Savaşı olarak da bili-

nen 1967 Arap-İsrail Savaşı, Nasır ve Mısır için

büyük bir hezimetle sonuçlanmıştır. (s.109). 12

Haziran 1967’de ateşkese razı olan Nasır, bu ye-

nilgiden sonra istifa etmiş; ancak halkın ısrarı

ve desteğiyle cumhurbaşkanlığı görevine geri

dönmüştür. 1967 Savaşı, Ortadoğu tarihinde bir

dönüm noktası olmuş ve Arap-İsrail uyuşmaz-

lığının dinamiklerini tamamen değiştirmiştir.

Mısır, Suriye, Ürdün gibi toprakları işgal edilmiş

Arap ülkeleri açısından, Arap-İsrail sorunu, artık

İsrail’i yok etmekten, söz konusu ülkelerin 1967

Savaşı önceki sınırlarıyla var olma çabasına dö-

nüşmüştür (s.110).

Kitabın dördüncü bölümü, Nasır’ın 1970’de

ölümünün ardından Enver Sedat’ın Mısır Cum-

hurbaşkanı olmasından bir suikasta kurban ol-

masına kadarki dönemde, Mısır’ın Amerika’yla

ilişkilerini değerlendirmektedir. Hiç şüphesiz,

söz konusu dönemin en önemli olayı, Mısır’la

İsrail’in barış anlaşması imzalamasıdır. Böyle-

likle, ABD-Mısır ilişkileri bir iş birliği zeminine

oturmuş ve Mısır bölgede İsrail’den sonra en

çok ABD ekonomik ve askeri yardımı alan ülke

olmuştur. Sedat iktidarının ilk yıllarında ülke

içinde meşruiyetini sağlayabilmek için Sina ya-

rımadasını geri almanın yollarını aramaya baş-

lamıştır. Bunun yolunun ABD’yle yakınlaşmak-

tan geçeceğinin bilincinde olan Sedat, SSCB ile

Page 104: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Kitap İncelemesi

ilişkilerine bir mesafe koymaya karar vermiş ve

1972’de ülkesindeki Sovyet askeri personelinin

Mısır’ı terk etmesini istemiştir (s.122). ABD ile

ilişkilerini güçlendirmek için Nasır döneminin

sosyalist ekonomik politikalarından da vazgeçen

Sedat, diplomatik kanallar yoluyla gerek ABD’yle

ilişkilerini derinleştirmek ve gerekse ABD’nin

İsrail’i barışa zorlamasını sağlayamayınca, askeri

yönteme başvurmuş ve 1973’te İsrail’e savaş aç-

mıştır. Savaşta İsrail’i yenilgiye uğratmasının güç

olduğunu bilen Sedat, bu savaşla sınırlı bir zafer

elde ederek, hem ülke içinde, hem de ABD’nin

gözünde meşruiyetini sağlamak istemiştir. 6

Ekim 1973’te Mısır, Suriye ile birlikte İsrail’e sa-

vaş açmıştır. Mısır ordusu, Süveyş kanalını geçe-

rek Bar-Lev savunma hattının 15 kilometre do-

ğusuna kadar ilerlemeyi başarmıştır. Bu beklen-

medik saldırı karşısında İsrail ilk şaşkınlığı atlat-

tıktan sonra askeri anlamda üstünlük sağlamayı

başarmıştır. Savaşın sona ermesinden sonra ise

petrol ihraç eden Arap ülkeleri, Suudi Arabistan

önderliğinde, İsrail’i destekleyen ülkelere karşı

petrol ambargosu uygulamıştır. Ambargo, pet-

rol fiyatlarının yükselmesiyle birlikte dünya ça-

pında bir ekonomik krize sebep olmuştur. Sonuç

olarak, Enver Sedat, amacına ulaşmış, ABD’nin

dikkatini çekmeyi başarmıştır. Savaşla alamadı-

ğı Sina yarımadasını, 1979 yılında, ABD arabu-

luculuğuyla, İsrail ile imzaladığı Camp David

Barış Anlaşmasından sonra elde etmiştir. Mısır,

İsrail’le barış yapması sebebiyle Arap dünyası ta-

rafından dışlanmıştır. Ancak gerek Amerika’dan

almayı başardığı büyük miktardaki ekonomik

yardım ve gerekse barışın sağladığı avantajla ya-

bancı yatırımları ülkesine çekebilme umuduyla

iflasın eşiğindeki Mısır ekonomisini toparlama

şansını elde etmiştir. Ancak Sedat İsrail’le yaptığı

barışın bedelini hayatıyla ödemiş4, 1982 yılında

bir suikast sonucu hayatını kaybetmiştir. Sedat’ın

ölümünden sonra Mısır’ın yeni cumhurbaşkanı

Hüsnü Mübarek olmuştur (s. 112-148).

Kitabın beşinci bölümünde, yazar, Mübarek’in

cumhurbaşkanlığı döneminde iş birliğinin öte-

sinde bir karşılıklı bağımlılık haline dönüşmüş

olan Mısır-Amerika ilişkilerini incelemektedir.

(s.149). Sedat’ın ölümünün ardından cumhur-

başkanı olan Hüsnü Mübarek, ilk olarak, Sedat

suikastının faillerini yakalamış ve cezalandırmış-

tır. İslamcı hareketin rejim için büyük bir tehdit

haline geldiğini fark eden Mübarek, sert tedbir-

lerle bu hareketi baskı altında tutmaya başla-

mış ve Mısır, bir polis devleti haline gelmiştir.

Bu arada, ABD, İsrail’in güvenliğini gözeterek

Mısır’ın talep ettiği modern silahları sağlamaya

çalışmıştır (s.149). 1979 İran İslam Devriminden

sonra, ABD bir müttefik olarak İran’ı kaybedin-

ce, Mısır’ın ABD nazarında önemi daha da art-

mıştır. Özellikle ABD’nin, 11 Eylül 2001 terör

saldırılarının ardından başlattığı Küresel Terö-

rizmle Savaş ve 2003 Irak Savaşı’nda Mübarek,

istihbarat paylaşımından terör fiili zanlılarının

sorgulanmasına kadar pek çok alanda önemli

destek sağlamıştır (177-185). Ayrıca, Mısır, ül-

kesinin hava sahasını ABD’ye açmış; Süveyş ka-

nalında da ABD germilerine serbest geçiş hak-

kı ve önceliği vermiştir (s.179). ABD, Mısır’a iş

birliği ve desteği için ekonomik ve askeri yardım

yaparken, Mübarek’i ülke içinde ekonomik ve si-

yasi reformlar yapması konusunda ikna etmeye

çalışmış, ancak başarılı olamamıştır. Mübarek,

Amerika’dan aldığı yardımları ordusunu güçlen-

dirmek, ordusunun rejime sadık kalmasını ve re-

jimi için tehdit oluşturan İslamcı unsurları baskı

altına almak için kullanmıştır. Bu nedenle halkın

ekonomik refah düzeyinde herhangi bir iyileş-

me olmamış ve 2008 yılında 1977’den sonra ilk

kez Mısır’da ekmek isyanları (bread riots) vuku

bulmuştur (s. 160). ABD’nin nasıl bir ‘Mübarek

sonrası Mısır’ tahayyül ettiğini bilmek mümkün

değilse de Mübarek’in halk ayaklanmasıyla dev-

rileceğini öngörememişti.

Gardner, kitabın altınca bölümünde, Arap ba-

harı arka planında, ABD’nin Mısır dış politika-

sının bir özetini sunmaktadır. Bu bölümde yazar,

ABD’nin Mübarek’in istifasından önceki gün-

lerde Mısır ordusuyla yakın temasta olduğunu

ifade etmektedir (s.195). Mısır, ABD’nin Orta-

doğu’daki nüfuzunun devamlılığı açısından pek

çok fırsat sunmuş, hatta Soğuk Savaş yıllarında,

pek çok kez, bunu tehdit etmiş bir ülke olarak,

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden itiba-

ren ABD için önemli bir ülke olmuştur (s.198).

Ancak bu süreçte, yazar, Amerikan siyaset yapı-

cılarının, ABD’nin Mısır da dâhil olmak üzere,

pek çok Ortadoğu ülkesine yaptığı ekonomik ve

askeri yardımların, bu ülkelerde siyasi gelişmeyi

Page 105: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Kitap İncelemesi

ve ilerlemeyi geciktirip geciktirmediği konusun-

da çok az düşündüğünü iddia etmektedir (s.199).

Bu nedenle, ABD-Mısır ilişkilerinin geleceği

açısından, ABD’nin Mısır’a ekonomik yardım-

larına devam edip etmeyeceği, devam edecekse,

bunu nasıl ve hangi amaçlarla yapacağı, üzerin-

de önemle durulması gereken sorulardır (s.202-

204) Bu çerçevede, Gardner, eserini, Mısır’daki

devrimden sonra, ABD’nin Ortadoğu’daki lider-

liğinin ve ulusal çıkarlarının yeniden tanımlan-

masının kaçılmaz olduğunu belirterek sonlan-

dırmaktadır (s.204).

Gardner, eserinde okuyucuya seçici bir tarih

okuması sunmaktadır. Yazar, tarihsel gerçeklere

eleştirel bir tavırla yaklaşırken bunu oldukça akı-

cı bir dille ve çoğu kez karar alıcıların arasında

geçen konuşmalardan, ustaca yaptığı alıntılarla,

okuyucuyu, belirli olaylar üzerinde düşündür-

mektedir. Fakat yazarın, bazı bölümlerde orta-

ya attığı iddiaları destekleyecek tarihsel verileri

sunmamasını bir zafiyet olarak değerlendirmek

mümkündür. Örneğin, Gardner, kitabında 1952

yılında Özgür Subaylar (Free Officers) tara-

fında Mısır’da gerçekleştirilen askeri darbede

CIA’in rolü olup olmadığına yönelik spekülas-

yonlara yer vermektedir. Yazara göre, İran Şa-

hının yeniden tahta çıkmasını sağlayan Kermit

Roosevelt’in (Teddy Roosevelt’in torunu) Özgür

Subaylar’la irtibat kurmakla görevlendirilmesi ve

dönemin Mısır Büyükelçisi Jefferson Caffery’nin

Özgür Subaylardan söz ederken ‘bizim çocuklar’

gibi ifadeler kullanması manidardır (s.49). Ancak

1952 darbesinde Özgür Subaylar ve CIA arasın-

daki ilişkiye yönelik herhangi bir veri olmaması

sebebiyle, yazar, bu durumun bir bilmece ola-

rak kalmış olduğunu söylemektedir. Öte yandan

bu iddiaların doğrulanması ya da yalanlanması

durumunun Amerika’nın Mısır’a yönelik politi-

kasının tarihsel incelemesine katkısına yönelik

de herhangi bir yorum yapmamaktadır. Benzer

şekilde, Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ın, 6

Ekim 1981 tarihinde bir suikasta kurban gitme-

sinin en önemli sebeplerinden birinin Sedat’ın,

1979 İran İslam Devrimi’nde sonra, İran’ı terk

eden İran Şahı Rıza Şah Pehlevi’yi son günlerin-

de Mısır’da ağırlaması olduğuna dikkat çekmek-

tedir (s.148). Fakat yazar, vurguladığı bağlantıyı

açıklayacak herhangi bir gerekçeden söz etme-

mektedir.

Sonuç olarak, Gardner’ın eseri, güncelliği, tarih-

selliği ve referansları sebebiyle Ortadoğu’yla ilgi-

lenen, bugün bölgede vuku bulan devrimsel ge-

lişmelerin tarihsel arka planını, ABD’nin bölge-

deki rolünün dününü ve bugününü merak eden

herkesin okuması gereken bir çalışmadır. Ancak

kitabın hacmi ve kapsadığı dönem karşılaştırıldı-

ğında bazı tarihsel olayları daha iyi anlayabilmek

için ek okumalara ihtiyaç duymak muhtemeldir.

O

1 Winconsin Ekolünün diğer tanınmış isimleri Fred Harvey Harrington, Thomas J. McCormick, Walter F. LaFaber, William Appleman Williams’tır. Yeni Sol akımıyla da birlikte anılan ekol, radikal ve ideolojik bir tarih yorumu yaptığı gerekçesiyle nesnel olmamakla eleştirilmiştir.

2 Bknz William Appleman Williams, The Tragedy of American Diplomacy, New York, London: W. W. Norton & Com-pany, 1984 , Lloyd C. Gardner, Walter F. LaFeber, and Thomas J. McCormick, Creation of the American Empire: U.S. Diplomatic History, Chicago: Rand McNally & Co., 1973.

3 Ayrıca bknz. Lloyd C. Gardner, Three Kings: The Rise of an American Empire in the Middle East After World War II, New York, London: The New Pres, 2009, s. 207-208, 215-220.

4 Enver Sedat’ın eşi Cihan Sedat, benzer bir vurgu yaparak Sedat’ın barışa verilmiş bir kurban olduğunu belirtir. Ayrıca “Enver’in Silahlı Kuvvetlere olan güveni, radikal İslamcılarla iş birliği yapamayacakları konusundaki inancı öldürdü onu…” diye yazmıştır. Bknz Cihan Sedat, Piramit Yolunda Aşkın ve Devrimin Hikâyesi, İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2004, s.28.

DİPNOTLAR

Page 106: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Söyleşi

WWF-TÜRKİYE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK VE STRATEJİK İŞBİRLİKLERİ MÜDÜRÜ BUKET BAHAR DIVRAK İLE SÖYLEŞİ

AN INTERVIEW WITH BUKET BAHAR DIVRAK, WWF-TURKEY’S SUSTAINABILITY AND STRATEGIC ALLIANCES DIRECTOR

BUKET BAHAR DIVRAK: “TURKEY IS THE ONE OF THE COUNTRY THAT EXPERIENCES POPULATION AND SECTORAL WATER DEMAND GROWTH”

BUKET BAHAR DIVRAK: “TÜRKİYE NÜFUSU VE SEKTÖREL SU TALEPLERİ HIZLA ARTAN ÜLKELERDEN BİR TANESİDİR.”

ORSAM Su Araştırmaları Programı, WWF- Türkiye, Sürdürülebilirlik

ve Stratejik İşbirlikleri Müdürü Sayın Buket Bahar Dıvrak ile söyleşi

gerçekleştirmiştir. Söyleşide WWF Türkiye’nin ülkemizde gerçekleştirdi-

ği projeleri, son yıllarda ön çıkan “su ayakizi” kavramını ve ülkemizde

yeniden yapılanma süreci içerisinde olan su yönetimindeki gelişmeleri

değerlendirdik.

ORSAM Water Research Programme conducted an interview with Buket

Bahar Dıvrak, WWF-Turkey’s Sustainability and Strategic Alliances Di-

rector. During the interview, we assessed the projects that WWF Turkey

has carried out in our country, the term “water footprint” that has come

to the forefront in recent years, and the developments on water manage-

ment under reconstruction process in our country.

ORSAM: Kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?

Buket Bahar DIVRAK: 2003 yılında su kaynak-

ları ekibine dahil olduğum WWF-Türkiye’de ha-

len Sürdürülebilirlik ve Stratejik İşbirlikleri Mü-

dürü olarak çalışıyorum. ODTÜ Şehir ve Bölge

Planlama bölümünden 2002’de mezun oldum,

yine ODTÜ’de 2005’te Kentsel Politika Planlama

ve Yerel Yönetimler ABD’da yüksek lisansımı ta-

mamladım. Şu anda Ankara Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü, Sosyal Çevre Bilimleri’nde

doktora çalışmalarıma devam ediyorum. Su poli-

tikaları ve yönetimi, AB su politikaları, havza öl-

çeğinde planlama, tarım-su-çevre ilişkileri, iklim

değişikliğine adaptasyon, sulak alan yönetimi,

katılımcı planlama gibi konularda on yılı aşkındır

çalışıyorum. Tuz Gölü, Eğirdir Gölü, Bafa Gölü,

Fırtına Havzası, Uluabat Gölü, Konya Havzası,

Büyük Menderes Havzası gibi ülkemizin doğa

koruma ve su yönetimi açısından önemli alanla-

rında birçok projenin uygulanmasında ve koor-

dinasyonunda çalıştım.

Page 107: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

ORSAM Konuk

ORSAM: WWF nedir? Dünya da diğer hangi

ülkelerde ofisleri vardır? ülke seçiminde her-

hangi bir kriter var mıdır?

Buket Bahar DIVRAK: WWF, 1961 yılında

İsviçre’de kurulan ve dünyada 100’den fazla ül-

kede çalışmalar yürüten uluslararası bir doğa

koruma kuruluşudur. WWF, küresel ölçekte bir

değişim yaratmaya, yeryüzünün en değerli ya-

şam alanlarını ve canlı türlerini korumayı he-

deflemektedir. Doğa korumanın ülke sınırlarını

aşan boyutu nedeniyle WWF, biyolojik çeşitlili-

ğin korunmasına yönelik mücadelesinde ülkeler

arasında işbirliklerinin gerçekleşmesine öncü-

lük eder. WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma

Vakfı) ise 1996 yılında Doğal Hayatı Koruma

Derneği’nin öncülüğünde kurulmuş, 2001 yı-

lında WWF’nin Türkiye ulusal kuruluşu olarak

WWF-Türkiye ünvanını almıştır. WWF-Türkiye

çalışmalarını bağışlar ve kurumsal sponsorluklar

ile yürüten kâr amacı gütmeyen bağımsız bir va-

kıftır.

WWF, biyolojik çeşitlilik değerlerinin yüksek

olduğu orman alanları, nehir havzaları, deniz ve

okyanuslarda çalışmalarını odaklamaktadır. Kü-

resel düzeyde yapılan araştırmalar sonucunda

biyolojik çeşitlilik bakımından hassas ve değerli

olan 238 ekolojik bölge belirlenmiştir ve projeler

bu alanlara odaklanmaktadır. “Global 200 eco-

regions” olarak kısaca bilinen bu alanların 142

tanesi karasal, 53 tanesi tatlısu ve 43 tanesi de

denizel alanlardır. Örneğin Amazon Ormanları

ve Nehri, Himalayalar, Yangzte Havzası, Mekong

Havzası, Borneo, Akdeniz Havzası, Kafkasya

Bölgesi, Antartika WWF’in uzun yıllardır ça-

lıştığı on derece hassas ve önemli alanlarlardan

bazıları.

ORSAM: WWF Türkiye kaç ilde bulunmakta-

dır ve projeye göre mi il seçimi yapılmaktadır?

Buket Bahar DIVRAK: WWF-Türkiye’nin mer-

kez ofisi İstanbul’dadır. Ankara ve Aydın’da da

ofislerimiz mevcut. Küresel düzeydeki 238 eko-

lojik bölgeden 3 tanesi ülkemizde bulunuyor:

Orta Anadolu (Konya Havzası), Akdeniz/Ege

kıyılarımız ve Aşağı Batı Kafkasya(Doğu Kara-

deniz ve Doğu Anadolu’nun Kuzeyi) Dolayısıyla,

biz de WWF-Türkiye olarak çalışmalarımızı ço-

ğunlukla bu alanlara odaklıyoruz. Uzun soluklu

projeler çerçevesinde kimi zamanda geçici alan

ofisleri açıyoruz ve projeyi yerinden yürütme-

yi tercih ediyoruz. Geçmişte Rize’de, Antalya-

Kaş’ta, Adana-Akyatan’da alan ofislerimiz oldu.

Aydın ofisimiz de Yaşayan Nehirler, Yaşayan Ege

Projemiz kapsamında açıldı örneğin.

ORSAM: WWF’in, Türkiye’de suyla ilgili yü-

rüttüğü ve geçmişte başarı ile tamamladığı

projeler nelerdir?

Buket Bahar DIVRAK: Su kaynaklarımızın ko-

runması ve akılcı kullanımı WWF-Türkiye’nin

kurulduğu günden bu yana öncelikli çalışma

alanlarından bir tanesi olmuştur. Önceleri tür

koruma odaklı çalışmalar yürütülürken (özel-

likle çeşitli kuş türleri- dikkuyruk, pelikan gibi),

daha sonra alan korumaya ve sulak alan ölçeği-

ne geçilmiş ve özellikle ülkemizin önemli sulak

alanlarında koruma ve yönetim çalışmaları ger-

çekleştirilmiştir. Uluabat Gölü, Dilek Yarıma-

dası ve Menderes Deltası, Göksu Deltası, Tuz

Gölü WWF-Türkiye olarak geçmişte başarılı

çalışmalar yürüttüğümüz alanlardan bazıları-

dır. Sulak alanların korunmasıyla ilgili ulusla-

rarası Ramsar Sözleşmesi’ne ülkemizin taraf

olmasından sonra Sulak Alanların Korunması

Yönetmeliği’nin hazırlanmasında ve Ulusal Su-

lak Alan Komisyonu’nun kurulmasında öncülük

ettik. Birçok alanın koruma statüsüne kavuştu-

rulması ve etkin yönetimi için ilgili kurumlarla

işbirliği içerisinde çalıştık ve halen de çalışmala-

rımıza devam ediyoruz. 2000li yıllardan itibaren

de su alanındaki çalışmalarımızı daha çok havza

ölçeğine ve su politikaları düzeyine genişlettik.

Bu anlamda Konya Kapalı Havzası, Büyük Men-

deres Havzası, Doğu Karadeniz Havzası bizim

için önemli ve öncelikli alanlar.

ORSAM: “Su ayak izi” nedir? Dünya da bu ça-

lışmanın temelleri nasıl atılmıştır?

Buket Bahar DIVRAK: Su Ayak İzi, birim za-

manda harcanan (buharlaşma dâhil) ve/veya kir-

letilen su miktarıdır. Bir bireyin, toplumun veya

iş kolunun Su Ayak İzi; bireyin veya toplumun

Page 108: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

ORSAM Konuk

tükettiği malların ve hizmetlerin üretimi için

kullanılan veya üreticinin mal ve hizmet üreti-

mi için kullandığı toplam temiz su kaynaklarının

miktarıdır. Su Ayak İzi bir birey, aile, köy, şehir

veya bir ülke için hesaplanabilir. Aynı şekilde, bir

kamu veya özel sektör kuruluşu için de hesapla-

nabilir. Su Ayak İzi, suyun sadece kullanım veya

kirlenme miktarını değil, aynı zamanda kullanım

bölgelerini ve coğrafi tanımlarını da belirtir. Aşı-

rı su kullanımı veya su kaynaklarının kirlenmesi,

suyu kullanan ve kirletenlerin gerçekleştirdikleri

faaliyetlerin toplamı olarak kabul edilir. Kullanı-

lan mal ve hizmetlerin üretiminde ne kadar su

kullanıldığı, bugüne kadar gereğince üzerinde

durulmayan bir konudur. Bu bağlamda, suyun

üretim süreçleriyle tedarik zincirlerindeki rolü

göz ardı edilmiştir. Ancak bugün gelinen nokta-

da, herhangi bir nihai tüketim malı içerisindeki

“saklı suyu” hesaplamanın ve görselleştirmenin,

tüketimin ve ticaretin su kaynakları üzerindeki

etkisini ölçmek için son derece önemli olduğu

herkesçe kabul edilmiş bir gerçektir. Küreselle-

şen ekonomiyle hız kazanan uluslararası ticare-

tin sayesinde, ürünlerle birlikte su kaynakları da

dünyanın bir ucundan diğer ucuna taşınmakta-

dır. Üretim süreçlerinde su kullanımı yoğun olan

ürünlerle birlikte su kaynakları coğrafi sınırları-

nın dışına çıkmaktadır. Örneğin; Özbekistan’da

üretilen pamuk, Türkiye’ye ithal edilerek tekstil

ürününe dönüştürülmekte, buradan dünyanın

dört bir yanına ulaşmaktadır.

Su Ayak İzi kavramının yaratıcısı Twente

Üniversitesi’nden Prof. Arjen Y. Hoekstra’dır.

2002 yılında bu kavramı geliştirmiştir ve aynı

zamanda Su Ayak İzi Değerlendirmesi (Water

Footprint Assessment) adındaki disiplinlera-

rası yaklaşımı ortaya koyarak Water Footprint

Network’ü kurmuştur.

Su kullanımı ve suyun dolaşımı arasında gizli

kalmış ilişkinin ortaya çıkarılması, su yönetimi-

ne yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu anlamda,

su kaynaklarının yönetimi sadece kamu sektö-

rü veya sivil toplum kuruluşlarının meselesi ol-

maktan çıkmış, tüm insanlar ve iş dünyası için

de belirli bir öneme sahip olmuştur. Su ayak izi

kavramı bu anlamda suyun yönetimine yeni bir

bakış açısı getiren önemli bir göstergedir. Biz

de WWF-Türkiye olarak su ayak izi konusunda

2008 yılından bu yana çalışmalar yürütüyoruz.

Ve bu sene Su Yönetimi Genel Müdürlüğü ve

UNILEVER/OMO işbirliği ile Türkiye’nin Su

Ayak İzi Raporu’nu hazırlıyoruz. Yakın bir gele-

cekte çalışmanın sonuçlarını paylaşacağız.

ORSAM: Türkiye’de su kaynaklarının gelişti-

rilmesini sürdürülebilir bir model içinde ol-

duğunu düşünüyor musunuz? Türkiye’de su

kaynakları verimli kullanılıyor mu?

Buket Bahar DIVRAK: Türkiye nüfusu ve sek-

törel su talepleri hızla artan ülkelerden bir tanesi.

Ekonomik kalkınma hedefleri iddialı. Elbette bu

ölçüde de su kaynakları üzerindeki talep ve baskı-

lar artıyor. Su kaynaklarının yönetimi konusunda

1950’li yıllardan itibaren izlenen bazı politikalar

var. Sulu tarımın geliştirilmesi, enerji üretimi bu

politikaların temelinde yer alıyor. Çevresel, eko-

nomik ve sosyal açıdan sürdürülebilirlik kaygısı

ve yaklaşımı 1990’lı yıllardan itibaren ülkelerin

gündeminde yoğun bir şekilde yer alıyor. Rio zir-

vesi ve sonrasında bu üç bileşendeki sürdürüle-

bilirlik hedeflerini ülkelerin belirlemesi ve buna

uygun politika ve uygulamaların hayata geçiril-

mesi gündemde. Ancak maalesef ülkemizde su

alanındaki birçok faaliyetin çevresel açıdan do-

ğurduğu olumsuz sonuçları hep beraber yaşadık,

hala da bazı sorunları yaşamaya devam ediyoruz.

Sulak alanların kuruması, küçülmesi, suyun kali-

tesinin bozulması en sık karşımıza çıkan sorun.

Elbette sorunların şekli ve boyutu aradan geçen

60 yıl içinde farklılaştı. Geçmişte sulak alanlar

tarım arazisi elde etmek için kurutulurken bu-

gün havza bazında planlama yapılmadan hayata

geçirilen yüzlerce mikro HES tatlısu ekosistem-

lerimizi tehdit ediyor. Bütüncül politikalara olan

ihtiyaç bir kez daha çok açıkça karşımıza çıkıyor.

Geçmişte doğa koruma ve sürdürülebilirlik bir

arka plan konusuyken bugün artık artan toplum-

sal farkındalık ve küresel düzeydeki gündem sa-

yesinde çevresel kaygılar esas mesele olarak gün-

demde. Türkiye’de su kaynaklarının %70’inden

fazlasını kullanan tarım sektöründe maalesef

ciddi verimlilik sorunları var. Havzaların su, top-

rak ve iklim koşullarına göre bir tarımsal üretim

planlaması ve bununla entegre bir arazi kullanım

ve su yönetim uygulaması olmadığını görüyoruz.

Page 109: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

ORSAM Konuk

AB uyum süreciyle birlikte artık havza yönetim

planlarımızı hazırlamamız gerekiyor ve çok cid-

di yükümlülükler bizi bekliyor. Bu noktada hem

sektörel tahsis ve verimlilik, hem de ekolojik,

ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik sağlanmak

durumunda. Geçmişteki hatalardan ders alarak

çok daha bütüncül ve katılımcı politikalara ihti-

yacımız olduğunu düşünüyorum.

ORSAM: Türkiye’de son iki yıldır su yöneti-

minde hem yapısal hem de yönetmelik anla-

mında gelişmeler söz konusu bu gelişmeleri

nasıl değerlendiriyorsunuz?

Buket Bahar DIVRAK: Suyu yönetmek çok cid-

di bir iddia diye düşünüyorum. Su kaynaklarını

geliştirmek veya tahsis etmek “yönetme”nin alt

bileşenleri. Ama su yönetimi son derece geniş,

birçok bileşeni olan temel bir konu. Su kaynakla-

rının gerek kalite gerekse miktar olarak karşı kar-

şıya kaldığı sorunların temelinde yanlış politika

ve uygulamalar ile yetersiz yönetim yaklaşımları

olduğu bugün artık dünyada bu alanda çalışan

herkesçe dile getiriliyor. Bu çerçevede, özellikle

son yirmi yıl içerisinde su kaynaklarının etkin

yönetimi ve sürdürülebilirliğinin sağlanması için

yeni yönetim yaklaşımlarına olan ihtiyaç sıkça

tartışıldı. Bu tartışmaların sonucunda su kaynak-

larının yönetiminde “havza” ölçeğinin esas alın-

dığı, hem mekansal hem de sektörler arası tah-

sis, planlama ve uygulamaların entegre edildiği

katılımcı bir yönetim yaklaşımının hayata geçi-

rilmesi gerektiği üzerinde fikir birliğine varıldı.

Bütünleşik (entegre) Havza Yönetimi olarak bili-

nen bu yeni yaklaşımın temelinde su havzalarını

sadece coğrafi alanlar değil aynı zamanda sürek-

liliği olan sistemler olarak ele alınması ve dolayı-

sıyla havza içerisinde sektörel kalkınmaya imkan

tanınırken ekosistem hizmetlerinin sürdürüle-

bilirliğinin sağlanması yatıyor. Bu çerçevede Su

Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün kurulmasını

olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyorum.

Havza bazında planlama esas alınmış durumda,

izleme ve tahsis konularında birçok yeni çalışma

yapılıyor. Ancak hala politika ve idari yapılanma,

özellikle de havza bazında yönetim modeli anla-

mında eksikliklerimiz var. Katılımcılık konusun-

da da arzu edilen seviyede değiliz. Bu alanların

iyileştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

ORSAM: Su yönetiminin yeni yapılanması

içinde STK’lara verilen görevler yeterli midir?

Buket Bahar DIVRAK: Giderek artan su talebi-

nin ve yanlış yönetim yaklaşımlarının doğurduğu

sorunların çözümü için suyu kullanan ve yöne-

ten tüm tarafların bir arada olduğu bir yönetim

yaklaşımına olan ihtiyaç dünyada ve Türkiye’de

neredeyse bütün paydaşlarca dile getiriliyor.

Paydaşları su kaynaklarının yönetimine ilişkin

karar alma ve uygulama süreçlerine dâhil ede-

rek görüşlerini almak, beklentilerini karşılamak

bugünkü demokratik toplumların daha fazla ka-

tılım, şeffaflık ve hesap verebilirlik yönündeki ta-

leplerini karşılamakta son derece kritik. Çünkü

mesele su olunca herkes birer paydaş ve söz hak-

kı doğuyor. Ancak bu katılım sürecinin ne şekil-

de ve hangi mekanizmalar aracılığı ile gerçekle-

şeceği konusunda Türkiye’de uygulamaya yöne-

lik somut adımlar atılmadı. Her ne kadar kamu

ve kamu-dışı paydaşlar “katılımcılık” konusunda

ilkesel düzeyde temel söylemlere sahip görünse

de uygulamada katılımcılığın nasıl sağlanacağına

dair bir fikir birliğinden söz edemiyoruz henüz.

ORSAM: Şu anda çalışmaları devam eden yeni

Su Kanunu hakkında düşünceleriniz nedir?

Buket Bahar DIVRAK: Uzun yıllardır eksikliği

dile getirilen bir Kanun’un hazırlanması önemli

bir adım diye düşünüyoruz. Elbette eksik gör-

düğümüz hususlar var ve bunları Su Yönetimi

Genel Müdürlüğü’ne ilettik. Kanun şuanda ne

aşamada ve ne zaman çıkacak bilemiyoruz an-

cak yayınlanan ilk taslakta hem olumlu hem de

yetersiz bulduğumuz kısımlar var. Kanun’un ge-

nelinde suyun kullanılması ve tahsisinin yanı sıra

korunmasına ilişkin düzenlemelerin yer alıyor

olması önemli. Zira bugüne kadar ki geleneksel

hidrolojik yaklaşımda suyun korunması ve sür-

dürülebilir kullanımı göz ardı edildi ve bu yakla-

şımın olumsuz sonuçları birçok alanda yaşandı.

Diğer taraftan, Kanun’un amaç maddesinde su-

yun “tek merciden yönetiminin” hedeflendiği be-

lirtilmiş olsa da, Kanun’un geri kalan maddele-

rinde bu tek elden yönetimin sağlanamadığı gö-

rülüyor, örtüşen ve çakışan yetkiler var. Kanun’da

“havza ölçeğinde su yönetimi” yaklaşımının vur-

Page 110: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

ORSAM Konuk

gulanmış olmasını çok önemli ve pozitif değer-

lendiriyoruz. Suyun idari veya siyasi sınırlardan

bağımsız olarak kendi doğal akışıyla tanımladı-

ğı havza ölçeğinde yönetilmesi, özellikle son 10

yıldır WWF-Türkiye’nin dile getirdiği konular-

dan bir tanesi. Ancak, Kanun’da havza ölçeğin-

de planlamanın esas olduğu belirtilmiş olsa da

havza ölçeğinde yönetimden ve kararların alın-

masından sorumlu bir birim tarif edilmemiş.

Yanı sıra, Havza Yönetim Planları’ndan bağımsız

olarak Su Tahsis Planları adı altında bir plandan

bahsedilmiş ve fakat bu planlar arasındaki uyum

ve hiyerarşiye dair bir düzenleme getirilmemiş

durumda. Kanun’da ayrıca Ulusal Su Planı’nın

hazırlanacağı ifade edilmiş ve yine Havza Yöne-

tim Planları ile nasıl bir uyum ve hiyerarşi içe-

risinde olacağı netleştirilmemiştir. Dolayısıyla,

Kanun’da tanımlanan farklı planlar arasındaki

hiyerarşi ve uyum konusunda kanun tasarısında

bir boşluk olduğu görülüyor. Kanun genelinde

sağlıklı ve yeterli miktarda suya erişimin temel

bir yaşam hakkı olmasına dair herhangi bir dü-

zenleme bulunmuyor ve bu eksikliğin giderilme-

si gerekiyor.

Kanun içerisinde birkaç ayrı bölümde katılımcı-

lığa dair genel geçer ifadelere yer verildiği ancak

paydaşların karar alma ve uygulama süreçlerine

nasıl katılacağına dair somut düzenlemelerin yer

almadığını görüyoruz. Gerek taraf olduğumuz

uluslararası sözleşmelerde gerekse AB Su Çer-

çeve Direktifi’nde paydaşların aktif katılımının

sağlanması öncelikli konulardan bir tanesi. Bu

konuda ciddi beklentilerimiz var.

ORSAM: Önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin su

durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Buket Bahar DIVRAK: Su yönetiminin güç-

lendirilmesi ve yeni araçlarla, katılımcı ve etkin

bir yapının sağlanması beklentisi içerisindeyiz.

Kalite ve miktar açısından ciddi sorunlarla kar-

şı karşıyayız ve talepler giderek artıyor. İklim

değişikliğinin Akdeniz Havzası’nda bulunan ül-

kemizi olumsuz etkileyeceğini biliyoruz. İklime

koşullarına karşı hassas ve kırılgan bir coğrafya-

dayız. Ekonomi büyüyor, kentler büyüyor, tüke-

tim talepleri artıyor. 2012 yılı itibariyle 75 milyon

nüfusumuz var ve bunun %77,2’si kentsel alanda

yaşıyor. Plansız bir kentleşme olgusu maalesef

hala bir gerçek. Su havzaları, orman alanları ve

verimli tarım arazileri baskı altında. Havzalar

arası su transferleri, aynı akarsu üzerinde onlar-

ca hidroelektrik üretim tesisi, içme suyu havza-

larını etkileyecek büyük yatırımlar gibi birçok

sorunumuz var. Bütün bu fotoğrafı görüp bütün-

cül politikaları geliştirmek durumundayız. Ve

en önemlisi bu politikalarla uyumlu projeler ve

uygulamalar hayata geçirilmeli. Tüm paydaşların

katılımı da bu süreçte göz ardı edilmemesi gere-

ken temel bir konu diye düşünüyorum.

ORSAM: Bize vakit ayırdığınız için teşekkür

ederiz.

* Bu söyleşi ORSAM Su Araştırmaları Programı

Uzmanı Dr. Tuğba Evrim Maden tarafından 20

Mayıs 2013 tarihinde Ankara’da gerçekleştiril-

miştir.

O

Page 111: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

ORSAM Konuk

9

TÜRKİYE – SURİYE SINIR HATTINDA YAŞANAN GELİŞMELERİ YAKINDAN TAKİP EDEN VE BÖLGEYİ İYİ BİLEN ŞANLIURFALI ÖĞRETMEN ABDÜLKADİR GÖK İLE SÖYLEŞİ

AN INTERVIEW WITH ABDÜLKADİR GÖK, A TEACHER FROM ŞANLIURFA WHO CLOSELY FOLLOWS THE DEVELOPMENTS ON TURKEY – SYRIA BORDERLINE AND KNOWS THE REGION VERY WELL

ABDÜLKADİR GÖK: “SYRIAN KURDS DO NOT FEEL SAFE IN THEIR OWN REGIONS. BECAUSE THEY FEEL THEMSELVES THREATENED UNDER THE ADMINISTRATION OF FREE SYRIAN ARMY WHEN ASSAD LEAVES POWER.”

ABDÜLKADİR GÖK: “SURİYE KÜRTLERİ HALA KENDİ BÖLGELERİNDE KENDİLERİNİ GÜVENDE HİSSETMİYORLAR. ÇÜNKÜ YARIN ESAD GİTTİĞİ ZAMAN, ÖZGÜR SURİYE ORDUSU’NUN YÖNETİMİNDE KENDİLERİNİ TEHDİT ALTINDA GÖRÜYORLAR.”

Türkiye – Suriye sınır hattında sosyal, ekonomik ve güven-lik anlamında inanılmaz boyutta gelişmeler yaşanıyor. Göç olgusu, ekonomik etkiler, açık kapı politikasının sonu-cu olarak güvenlik risklerinin ortaya çıkması gibi gelişme-ler yaşanıyor. Bu gelişmeler sınırın Türkiye’de tarafındaki etkilerini giderek artıyor. Söz konusu etkileri yerinde gör-mek için ORSAM olarak sınır bölgesine bir haftalık gezi gerçekleştirdik. Şanlıurfa’da bölgeyi çok iyi bilen ve yaşa-

nan gelişmeleri yakından takip eden öğretmen Abdülkadir Gök ile sınır hattının genel durumunu, sınır halkları arasındaki sosyal, kültürel etkileşim sürecini ve son olayların bu sürece etkisini ele aldık.

Incredible developments in social, economic and security terms have taken place on Turkey – Syria bor-derline. Security risks emerge as a result of migration, economic impacts and open-door policy. Those developments increase the impacts on Turkish side of the border. As ORSAM, we organized a one-week trip to the border zone to see the aforesaid impacts on site. We talked to Abdülkadir Gök, a teacher from Şanlıurfa who knows the region very well and follows the developments closely, about the general situation of the borderline; social, cultural interaction process between the communities on both sides of the border; and the impact of recent developments on the process.

Söyleşi

ORSAM: Kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?

Abdülkadir GÖK: Şanlıurfa merkezde öğret-

men olarak görev yapıyorum. Sosyoloji mezu-

nuyum. 23 yıldır öğretmenlik yapıyorum. Aslen

Şanlıurfalıyım.

ORSAM: Suriye sınır bölgesinde yaşayan biri

olarak sizce Suriye’de başlayan olayların göç

bağlamında siyasal ve ekonomik anlamda ne

gibi etkileri oldu?

Page 112: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

ORSAM Konuk

Abdülkadir GÖK: Bence bu olayın tarihi arka

planına bakmak gerekir. Sınır dediğimiz zaman

sanki birbirinden ayrı iki milletmiş gibi algılanı-

yor. 60-70 yıl önce sınırın çekilmesi, sınırla bir-

likte mayınların döşenmesi, zamanla ilişkilerin

sekteye uğraması ile birlikte bizim zihnimizde

sanki farklı bir bölgeymiş, sanki farklı insanlar-

mış gibi bir portre oluşuyor. Ancak gerçek böyle

değil. 2 köyü düşünelim. Bıçakla kesilmiş gibi bu

sınır halkı bölünmüştür. Sosyal hayata indiğimiz

zaman iki millet de aynıdır. Bu milletin içinde

Türkmenler, Kürtler, Araplar hatta Ermeni ve

Süryaniler var. Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa,

Mardin ve Şırnak illerini kapsayacak şekilde sını-

rın kendisi tahminen 877 kilometredir. I. Dünya

Savaşı’ndan önce bu bölgede insanlar ayrıma ta-

bii değildi. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Türkiye

Cumhuriyeti ve Misak-ı Milli’nin belirlenmesiyle

birlikte 1921 Ankara Antlaşması ile bu hayali sı-

nır çizildi. O zamanın şartlarında da hakikaten

hayaliydi.

Sınırın diğer tarafında 1946’da Suriye Devleti ku-

ruldu. Bu tarihten itibaren yeni yeni devletleşme

başladığı için bu defa da Suriye-Türkiye arasında

geçişler, bağlantılar kesilmek istendi. Ancak bu

ilişkilerin kesilmesi mümkün değildi. Bu durum-

da farklı bir yönteme başvuruldu. Bu yöntem de

sınır hattının korunması idi. Türkiye’de 1920’den

1955’lere kadar sınırımızı demiryolu hattı belir-

liyordu. Yeni kurulmuş Suriye Devleti’yle 1955’te

Halep Antlaşması yapıldı. Özellikle mayınların

döşenmesi istendi. Suriye tarafının güçsüz ol-

ması sebebiyle Türkiye bütün mayınların dö-

şenmesini üstlendi. 1955-1958 arası mayınlar

döşenmeye devam etti. 877 kilometre boyunca

mayın alanı 500-1000 hatta 1500 metreye kadar

genişliyor. Mayınlar döşenmeden önce halkın gi-

diş gelişinde zerre kadar aksama olmazken, top-

rağı olan insanlar gelip toprağını ekip giderken,

alışverişini burada yaparken, büyüklerimizin de

anlattığı gibi öbür taraftaki bir köyün bütün in-

sanları bizim taraftaki köye gelip Cuma namazını

kılarken; mayınlar ve 20 metrede bir nöbet tutan

askerlerle birlikte yeni bir süreç başladı. Psiko-

lojik ayrım dedikleri şeyi uyguladılar. İnsanların

beyinlerinde, yaşam tarzlarında bir ayrım söz

konusu olmaya başladı. İnsanlar eski alışkanlık-

larına göre rahat rahat bu tarafa geçmek ister-

ken, karşılıklı gelinler alınırken, kardeşler sınır-

ların iki tarafında yaşarken, insanlar zihinlerinde

bu yaşamı kabullenmediler. Kabullenmeleri de

mümkün değildi zaten. Zaman zaman kaçakçı-

lık oluyordu. İnsanlar mayın tarlası arasında pa-

tika yollar hazırladılar. O esnada çeşitli ölümler,

yaralanmalar yaşandı. Binlerce insanın ayakları

koptu. 1980’li yıllarda bu kaçakçılık olayları da

hiçbir zaman durmadı. En sert, güvenliğin en

üst düzeyde olduğu bölgede dahi kaçakçılık ola-

yı seyrek olsa da oluyordu. Kaçakçılık olmasa da

girişkenlik söz konusu olurdu. Kız alıp-vermeler,

akraba görüşmeleri, yıllar boyunca yaşanan has-

ret hepsi kaçakçılığın içine girdi.

ORSAM: İki sınır bölgesi arasındaki geçiş-

kenliğin azalması, sınır boyunca yaşayan top-

lumlar arasında kültürel anlamda bir farklılık

yarattı mı?

Abdülkadir GÖK: 60-70 yıllık bir süreçten bah-

sediyoruz. Bu süreçte ayrım oluşturulmaya ça-

lışıldı. Buna rağmen bu iki toplumun sosyolojik

yapısı değişmedi. Giyim kuşamları, aşiret yapı-

lanmaları arasında bir farklılık söz konusu değil.

Bu konuyu birçok noktada irdelemek gerekir. Bu

durum birbirlerine karşı özlem duygusunu pe-

kiştirdi. Diyelim ki bizim taraftaki bir köyde iki

aşiret arasında bir kavga oldu. Karşı tarafta aynı

aşiretten olanlar aynı şekilde bu husumeti devam

ettiriyorlar. Dolayısıyla sosyal anlamda, gelenek-

sel anlamda birbirlerinden hiçbir zaman kopma-

dı bu insanlar. Şiveleri dahi hala benzer. Biz biraz

daha Türkçe eğitimin etkisinde kalırken onlar

Arapça eğitimin etkisinde kalıyor. Aradaki tek

fark bu.

ORSAM: Türkiye – Suriye ilişkilerinin geliş-

meye başladığı 1999 sonrası dönem, Türkiye

ve Suriye tarafındaki toplumların ilişkileri

açısından nasıl sonuçlar doğurdu?

Abdülkadir GÖK: Türkiye halklarıyla, Suriye

halkları arasında muazzam bir bahar yaşandı.

2004’te ben ailemle birlikte Suriye’ye gittim. Ora-

daki akrabalarımızın yanında 1 ay kaldım. Suriye

ve Türkiye Devleti arasındaki yakınlaşma halkın

ruh haline muazzam bir şekilde yansımıştı. Biz-

zat bunu gördüm. Şam’a kadar gittim. Oradaki

Page 113: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

ORSAM Konuk

sevinci gördüm. Abdullah Gül denildiği zaman

muazzam bir insanmış gibi hemen gülümsüyor-

lardı. Tayyip Erdoğan dediğin zaman “tamam”dı.

2004-2007 yılları arasında ciddi anlamda bir se-

vinç vardı. Bu yakınlaşma iki toplum arasındaki

geçişkenliği artırdı. İnsanlar rahat bir şekilde gi-

dip gelmeye başladı. Eskiden insanlar Ankara’ya

kadar gelip vize alırlardı. Konsolosluklar bu dö-

nemde sınıra yakın bölgelerde kuruldu. Ben 40

yaşıma kadar 10-15 tane öz amca çocuğumu

daha hiç görmemiştim. Sebebi ise 2000’li yıllara

kadar uygulanan sert politika idi. Siyasal anlam-

da bir gerilim söz konusuydu. Vize alma verme

konusunda ciddi sorunlar yaşanıyordu. Bu an-

lamda 2000’li yıllarda iki sınır arasındaki halklar

arasında bir sevinç oldu. Maalesef bu sevinç kay-

nağı Arap Baharı’yla birlikte trajik duruma düş-

tü. Şu anda giriş-çıkışlar son derece doğal hale

dönüştü ama bu bütünleşme ne yazık ki trajik bir

şekilde oluyor. İnsanlar evlerini terk edip buraya

gelmeye çalışıyor.

ORSAM: Sınır bölgesinde nasıl bir süreç ya-

şanıyor, Suriye’deki olayların toplumlar arası

ilişkiler anlamında nasıl etkileri oldu?

Abdülkadir GÖK: Onların hayatı savaş nede-

niyle ciddi anlamda harap oldu. Savaşın yaşan-

ması her aile ferdine etki etmiş. Ölümler, göç

dalgaları söz konusu. Suriye’deki büyük şehirle-

re son 10-15 yılda yerleşen Kürtler de etkilendi.

Şehirler bombalanırken yüz binlerce insan ve

aile göç ediyor, geri dönüyor veya boş araziler-

de çadır kurmaya, yaşamaya çalışıyor. Bu Arap

ve Türk bölgelerinde de söz konusu. Afrin, Ko-

bani, Ceylanpınar, Kamışlı ve Haseki dediğimiz

sınır bölgesindeki şehirleşmiş yerleşim alanları-

na müthiş derecede bir akım, bir göç söz konusu.

ORSAM: Oradan buraya göç edenler nerede

ve nasıl yaşıyorlar?

Abdülkadir GÖK: Genelde medyada gördüğü-

müz kadarıyla sanki o savaştan kaçan insanlar

hep çadır kente yerleşiyormuş gibi yansıtılıyor.

Gerçekte bu böyle değildir. Bu buzdağının gö-

rünen kısmıdır. Büyük kısmı aslında gayri resmi

olarak geçiş yapıyor. Biz bunu kendi ailelerimiz-

den biliyoruz. Kampın kendisi anormal bir sü-

reçtir. Gelen insanlar bir yardım, bir iş bekliyor.

Son birkaç ayda benim tanıdığım 50-60 aile gayri

resmi olarak geldi. Biz onlara küçük bir ev, ev ol-

mazsa köy içerisinde geçici olarak bir çadır bu-

luyoruz. Onlara özellikle Şanlıurfa bölgesindeki

iş imkanlarını ayarlıyoruz ki bunlar da genelde

tarla, bağ bahçelerde günlük çalışmalar oluyor.

ORSAM: Genelde bu göç olgusunun Arap kö-

kenli Suriye vatandaşları tarafından olduğu

düşünülüyor ama anladığımız kadarıyla Kürt

bölgelerinden de Türkiye’ye yönelik göç dal-

gası yaşanıyor. Doğru mu?

Abdülkadir GÖK: Şanlıurfa sınır hattı boyunca

düşündüğümüzde Arap bölgesi biraz azdır. Ora-

da kamp olduğu için onlar direk kampa gelirler.

Ama Şanlıurfa’nın karşısındaki Kobani dediğimiz

yer büyük bir Kürt yerleşim alanıdır. O insanlar

bizim taraftaki Suruç ilçesine akın ediyorlar.

ORSAM: Bunlara devlet yardımı yapılıyor

mu?

Abdülkadir GÖK: Hayır sadece halk arasında

oluşan yardımlaşma var.

ORSAM: Peki halk bu yardımları ne kadar

daha sürdürebilecek ekonomik güce sahip?

Abdülkadir GÖK: Herkes kendi ailesine, çev-

resine gücü yettiğince yardım yapıyor. Büyük

çapta olmasa da yatak, yorgan, yastık tarzı her-

kes kendi çapında yardım ediyor. İlerde bunlar

büyük sorunlara yol açabilir. Bizim de asıl mese-

lemiz onlara iş imkanı bulmak. Sadece Şanlıurfa

bölgesinde tarımsal alanda çalışma imkanı değil,

batı illerimize mevsimlik işçi olarak gönderiyo-

ruz. Ancak işçi ücretlerinde büyük bir düşüş var.

Günlük 5-10 milyona dahi çalışan, çalışmak iste-

yenler var.

ORSAM: Savaştan sonra gayrı resmi olarak

yaşanan geçiş tahminen ne kadardır?

Abdülkadir GÖK: Resmi rakamlara göre

200.000 olduğu söyleniyor. Ama ben 500 bin ki-

şiden aşağı olduğunu düşünmüyorum. Türkiye

Devleti de sınır geçişlerine tolerans tanıdığı için

Page 114: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

ORSAM Konuk

insanlar günlük gelip gidiyor. Hatta günlük se-

ferlere başlayan, insanları parayla taşıyan kişiler

meydana çıktı.

ORSAM: Son birkaç aydır Suriye’de savaşın

yoğunlaşması sebebiyle Şam ve Halep’te ya-

şayan Kürtler yoğun bombardıman ve çatış-

malardan kaçarak önce Kürtlerin yaşadığı

Afrin, Kobani gibi sınır illerine gelip oradan

Türkiye’ye geçmeleri söz konusu oluyor mu?

Abdülkadir GÖK: Birkaç ay önce Kürt bölge-

sinde bu kadar geçiş söz konusu değildi. Ancak

dediğiniz gibi Halep ve Şam’da yaşanan büyük

savaş insanları korkutup köylerine döndürme-

ye, göç ettirmeye başladı. Aynı zamanda geçim

sıkıntısı da yaşandı. Elektriğin, alışverişin, ben-

zinin, ekmeğin bulunmadığı, bulunsa bile insan-

ların parasının olmadığı yerden mecburen taşın-

dılar. Yani asıl amaç maddi anlamda bir geçim

kaynağı sağlamak.

ORSAM: Sizce bu geçici bir durum mu yoksa

insanlar buraya yerleşmeye mi geldi?

Abdülkadir GÖK: Bu süreç daha devam eder.

Suriye Kürtleri hala kendi bölgelerinde ken-

dilerini güvende hissetmiyorlar. Çünkü yarın

Esad gittiği zaman, Özgür Suriye Ordusu’nun

yönetiminde kendilerini tehdit altında görüyor-

lar. Sanılmasın ki Kürtler kendi bölgelerinde bir

oluşum oluşturdular, kendilerini savunabilirler.

Esad gidince kendi statüleri ne olacak onu merak

ediyorlar.

ORSAM: Türkiye tarafından şu ana kadar bu

konuda herhangi bir tedbir, herhangi bir yar-

dım kampanyası yürütülmüş durumda mı?

Abdülkadir GÖK: O çerçeveyi kurmak zor bir

olay. Gördüğüm kadarıyla Suriye’den gelen göç

ve gayrı resmi geçiş hakikaten çok büyük. Dev-

letin hepsini kuşatması, hepsine sahip çıkması

mümkün değil. O yüzden STK’ların harekete

geçmesi şart. Bazı partiler, STK’lar ufak çapta

yardımlar gönderiyor ama bunlar yeterli değil.

Türkiye tarafına geçen insanlar arasında dram

yaşanıyor. Şanlıurfa bölgesini düşünürsek şu an

çarşı pazara çıksak yüzlerce Suriyeli ile karşıla-

şabilirsiniz. Dilencilik yapanlar var. Ev bulama-

yan insanlar çoğunlukta. Kampın şartlarına razı

olmayıp şehirde çözüm arayanlar var. Bununla

birlikte insanın kişiliğinin bozulması görülüyor.

Namus mefhumunun ciddi anlamda bozulduğu-

nu görüyoruz.

ORSAM: Son olarak, bu durum karşısında

size göre nasıl tedbirler alınmalıdır?

Abdülkadir GÖK: Bunun çözümü birkaç kol-

dan sürdürülmelidir. En başta yerel olması gere-

kiyor. Yerel olmazsa insanlar kendilerini güvende

hissetmez. Yerele önem verilmesi şart. Akrabası

olan insanlara sahip çıkılmalı. Diyelim ki benim

karşı taraftaki akrabalarım geldi; iş arıyoruz, ev

bakıyoruz. Benim devlet yetkililerine “Biz bu ka-

dar aileyi koruyup kolluyoruz” dediğimde, devlet

tarafından bir destek görmem lazım. Sivil top-

lum örgütlerinin ciddi anlamda çalışması lazım.

Göç eden insanlar sadece sınır bölgesine değil iç

bölgelere de yayılıyorlar. Mesela Diyarbakır’da

muazzam derecede hırsızlık, kapkaç olayı yaşa-

nıyor. Sadece kamp bölgeleriyle yetinememek

gerekiyor. İnsanların bir kısmı o kamplarda ya-

şamayı kabul etmiyor. Çok çocuklu geniş aile-

lerin o kamplarda yaşaması mümkün değil. Bu

insanın doğasına aykırı bir durum. Küçücük bir

oda veya çadırda, 10-15 kişinin yaşama ihtimali

yok. Kampın sosyal yapısı iyi olsa da yemek ba-

rınak olsa da 20-30 bin kişiden bahsederken yet-

miyor. Birçok akrabam oraya geldi ve bana “Bizi

buradan kurtar” dedi. İnsanlar dışarıdaki rezaleti

kamplardaki hayata tercih etmekte.

ORSAM: Çok teşekkür ederiz.

* Bu söyleşi ORSAM Uzmanları Serhat Erkmen,

Oytun Orhan ve Bilgay Duman tarafından 23

Nisan 2013 tarihinde Şanlıurfa ilinde gerçekleş-

tirilmiştir.

O

Page 115: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Bu Sayıda Katkıda Bulunan Yazarlar

Oytun Orhan

Lisans eğitimini Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamlayan Orhan, yük-

sek lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde “Kimliğin Suriye’nin

Bölgesel Politikalarına Etkisi (1946-2000)” başlıklı tezi vererek tamamlamıştır. Orhan, halen Bolu

Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora

eğitimine devam etmektedir. 1999 – 2009 yılları arasında Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

(ASAM)’nde Ortadoğu Araştırmaları Masası’nda çalışan Orhan, 2009 yılından bu yana Ortadoğu

Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM)’nde araştırmacı olarak görevine devam etmektedir.

Prof. Dr. Erol Kurubaş

Lisansını 1993’te Gazi Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümünde, Yüksek Lisansını 1996’da

ve doktorasını 2000’de Ankara Üniversitesi SBF Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalında tamamladı.

2005’te doçent, 2010’da profesör oldu. Halen Kırıkkale Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde

öğretim üyeliği görevini sürdürmektedir. Ayrıca 2011’den beri de Ankara Strateji Enstitüsü’ne da-

nışmanlık yapmaktadır. İlgi alanları arasında azınlıklar ve etnik çatışmalar, milliyetçilik, Ortadoğu,

Türk dış politikası ve Kürt sorunu yer almaktadır. Başlıca eserleri arasında “Sevr-Lozan Sürecinden

1950’lere Kürt Sorununun Uluslararası Boyutu ve Türkiye (C.I)”, “1960’lardan 2000’lere Kürt Soru-

nunun Uluslararası Boyutu ve Türkiye (C.II)”, “Asimilasyondan Tanınmaya: Uluslararası Politikada

Azınlık Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı”, “Yöntem, Kuram Komplo: Türk Uluslararası İlişkiler Disip-

lininde Vizyon Arayışları (E. Aydınlı ve H. Özdemir’le birlikte), “Kürt Sorununun Çözüm Mantığını

Anlamak: Zorluklar, Zorunluluklar ve İdealler” (Rapor) sayılabilir.

Doç. Dr. Özlem Tür

Dr. Tür, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesidir. Kendisi,

Ortadoğu’nun politik ekonomisi ve Arap-İsrail ilişkileri dersleri vermekte ve Türkiye’nin Ortado-

ğu politikası, özellikle de Suriye, İsrail ve Lübnan ile ilişkileri üzerine çalışmaktadır. Son yayınları

arasında “Political Economy of Turkey’s Relations with the Middle East” (Turkish Studies, Aralık

2011), “Turkey and Israel in the 2000s - From Cooperation to Conflict” (Israel Studies, Güz 2012) ve

Raymond Hinnebusch ile birlikte editörlüğünü yaptığı Nisan 2013’de çıkacak olan Turkey and Syria

– Between Enmity and Amity (Londra: Ashgate, Nisan 2013) başlıklı kitap sayılabilir.

Dr. Can Kasapoğlu

Dr. Kasapoğlu 2008 yılında Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü’nden yüksek lisans dere-

cesini, müteakip olarak, 2011 yılı sonunda Harp Akademileri Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nden

Page 116: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Yazarlar

doktor unvanını kazanmıştır. 2012 yılında İsrail realist okulunun önemli temsilcilerinden Bar-Ilan

Üniversitesi bünyesinde bulunan BESA Center’da doktora sonrası akademik çalışmalarını tamamla-

yan Dr. Can Kasapoğlu, hali hazırda İstanbul merkezli bağımsız bir think-tank olan EDAM’da görev

yapmaktadır. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da askeri-politik konular, Türk-İsrail ilişkileri, İsrail Stra-

tejik Kültürü ve güvenlik bilimleriyle ilgilenen Dr. Kasapoglu’nun söz konusu sahalarda akademik

çalışmaları ve Jerusalem Post ile Today’s Zaman ORSAM dış politika sayfaları için kaleme aldığı

çeşitli analizleri bulunmaktadır.

Dr. Şebnem Udum

ODTÜ-Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden lisans derecesine (1999), Monterey Institute of Interna-

tional Studies (Monterey, Kaliforniya, ABD)’den Uluslararası Politika Çalışmaları yüksek lisans de-

recesine (2001) ve Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Önlenmesi (Non-proliferation) Çalışmaları

sertifikasına (2002) sahiptir. James Martin Center for Nonproliferation Studies’de Araştırmacı olarak

çalışmıştır (2002-2003). Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden yüksek lisans (2003)

ve doktora (2010) derecelerini almıştır. Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Öğ-

retim Görevlisi olarak çalışmaktadır.

Doç. Dr. Barış Doster

Kars’ta doğdu (1973). İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü

bitirdi (1994). İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, Türk siyasal

yaşamı üzerine yazdığı tezle yüksek lisans, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda izlediği dış politikayı in-

celediği çalışmayla doktora yaptı. 2011’de siyasi tarih doçenti oldu. Halen Marmara Üniversitesi İle-

tişim Fakültesi’nde öğretim üyesidir.

Dr. Özüm S. Uzun

2012 yılında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümünde “2000’li Yıllarda Türkiye-İran İlişkileri: Yakın-

laşma mı?” başlıklı doktora tez çalışmasını tamamlamıştır. Yeni Yüzyıl Üniversitesinde (İstanbul)

Uluslararası İlişkiler Bölümünde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak çalışmaktadır.

Abdulgani Bozkurt

1985 Bayburt doğumlu olan Abdulgani Bozkurt, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, İ.İ.B.F. Siyaset

Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak görev yapmaktadır. Lisans eği-

timini Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi’nde (Uluslararası İlişkiler–2008) tamamlamıştır. Yüksek lisans

derecesini ise, Hizbullah başta olmak üzere Lübnan’daki bazı siyasi parti yetkilileriyle de görüşerek,

Hizbullah üzerine hazırladığı tezle (Uluslararası İlişkiler–2010) Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde

almıştır. Bozkurt, doktora eğitimine Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde devam etmektedir.

Dr. Maxim A. Suchkov

Pyatigorsk State Linguistic Universitesi, PSLU (Pyatigorsk, Rusya) Stratejik Çalışmalar Enstitüsü

bünyesinde araştırma görevlisidir. 2010 – 2011 döneminde Washington.D.C’de Georgetown Üni-

versitesi’ndeki Avrasya, Rusya ve Doğu Avrupa Çalışmaları Merkezi (CERES) bünyesinde Fulbright

Konuk Araştırmacı olarak görev yapmıştır. Uzmanlık alanı; Büyük Kafkasya, ABD-Rusya ilişkileri,

Page 117: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Yazarlar

bölgesel güvenlik, terörizm, etnik gruplararası çatışmalar gibi konuları içermektedir. Yakın zaman

önce yayınlanan “US Foreign Policy in the South Caucasus: sources, interests, tools of implementa-

tion” (ABD’nin Güney Kafkasya’daki Dış Politikası: kaynaklar, çıkarlar, uygulama araçları) adlı eserin

yazarıdır (Saarbrucken, Deutschland: LAP Lambert Academic Publishing, 2012).

Bilgehan Öztürk

Uluslararası Antalya Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde araştırma

görevlisidir. Lisans eğitimini TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler bö-

lümünde almış, yüksek lisansını da King’s College, Londra Üniversitesi Ortadoğu ve Akdeniz Çalış-

maları bölümünde tamamlamıştır. Türk Dış Politikası, Türkiye-Ortadoğu ve AB-Ortadoğu ilişkileri

konularında çalışmalar yapmaktadır.

Zeynep Sütalan

2003 yılında Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden lisans, 2006

yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Bölümünden yüksek lisans derecesi

aldı. 2004 yılında Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezinde (TASAM) çalıştı. 2005 yılında Yuna-

nistan, Bulgaristan, Türkiye Sınır Valilikleri Sınır-ötesi İşbirliği Ağı Türkiye temsilcisi olarak görev

yaptı. 2005-2011 yılları arasında Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezinde konsept uzmanı

olarak çalıştı. Küresel terörizm ve Ortadoğu siyaseti ve ekonomisi hakkında yayınları bulunmaktadır.

Şu anda Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde doktor adayıdır.

O

Page 118: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Ortadoğu Güncesi

Hazırlayan:

Seval KÖK

Günce No: 54

Ortadoğu Güncesi

21 Nisan – 20 Mayıs 2013

Page 119: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Ortadoğu Güncesi

21 Nisan 2013: Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Baş-

kanı Mesud Barzani, Bölgesel Yönetim Başbaka-

nı Neçirvan Barzani ve Bölgesel Yönetim Parla-

mentosu Başkanı Arsalan Bayiz, Irak hüküme-

tinde bulunan Kürt milletvekilleri ve temsilcileri

ile bir araya geldi.

21 Nisan 2013: Suriye Halkının Dostları Grubu

Dışişleri Bakanları Toplantısı’nın ardından bir

konuşma yapan Dışişleri Bakanı Ahmet Davu-

toğlu, toplantıya katılan 11 ülkenin, kararlı bir

şekilde Suriye halkına destek vereceğini söyledi.

Davutoğlu, “Bu ülkelerin, katliamların durdurul-

ması yönünde gösterdiği irade önemlidir.” dedi.

21 Nisan 2013: Mısır Adalet Bakanı Ahmed

Mekki görevinden istifa etti.

21 Nisan 2013: ABD Dışişleri Bakanı John Kerry,

ölümcül olmayan yardım konusunda, “Hangi

maddelere ihtiyaç olduğunu Suriye muhalefeti-

nin askeri kanadıyla görüşerek, onlara danışarak

kararlaştıracağız.” dedi.

22 Nisan 2013: Suriye Devlet Başkanı Beşşar

Esed, aralarında Hizbullah’ın da olduğu dini ve

siyasi şahsiyetlerin oluşturduğu Lübnanlı heyeti

kabul etti. Suriye’deki krizin yanı sıra Lübnan’da-

ki durumun da ele alındığı görüşmede Esed, “te-

rörist” olarak nitelendirdiği muhaliflerle sonuna

kadar mücadele edeceklerini söyledi.

22 Nisan 2013: Kahire Ceza Mahkemesi, Mısır

eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek hakkında

verilen tahliye kararını bozdu.

22 Nisan 2013: İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Pe-

res, “Azerbaycan terör ve savaşa karşı duruşunu

devam ettirecektir. İran, dünyanın barış ve istik-

rarı için büyük bir tehlike” dedi.

23 Nisan 2013: Hamas sözcüsü Salah el-Berdevil,

İsrail›in Gazze›ye yönelik saldırı, tehditleri ve Ei-

lat kentine atılan roketlerin Gazze›den fırlatıldı-

ğına dair iddiaları, Başbakan Erdoğan’ın Gazze

ziyaretini engelleme girişimi olarak nitelendirdi.

23 Nisan 2013: Eski Suriye Başbakanı Riyad Hi-

cab, Suriye›deki devrimi yetim bir devrim olarak

niteledi.

23 Nisan 2013: Irak Bilim ve Teknoloji Baka-

nı Abdulkerim  Es-Samarrai, Irak ordusunun

Havice›ye düzenlediği saldırıyı protesto için gö-

revinden istifa etti.

24 Nisan 2013: NATO Genel Sekreteri Anders

Fogh Rasmussen,  Suriye’de kimyasal silahların

NATO’nun güvenliğini doğrudan etkileyebilece-

ğini söyledi.

25 Nisan 2013: Suriye Muhalefeti ve Devrimci

Güçler Milli Koalisyonu Başkanı Muaz el Hatib,

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’tan Suriye için-

deki tüm savaşçılarını çekmesini istedi. El Hatib,

Nasrallah’a bölgede mezhepsel bir çatışma olma-

ması için tüm savaşçılarını Suriye’den çek çağrı-

sında bulundu.

26 Nisan 2013: Irak’ın el-Enbar kentindeki gös-

tericilerin  sözcüsü Said el-Lafi, Başbakan Nuri

el-Maliki ile taraftarlarını fitne ateşini yakmakla

suçladı.

26 Nisan 2013: İngiltere Başbakanı David Ca-

meron, Suriye rejiminin kimyasal silah kullandı-

ğına dair “sınırlı ancak artan oranda kanıt” oldu-

ğunu söyledi.

26 Nisan 2013: Avrupa Birliği, Suriye’de kimya-

sal silah  kullanımının kesinlikle kabul edileme-

yeceğini vurguladı.

26 Nisan 2013: Dünya Müslüman Alimler Bir-

liği Başkanı Şeyh Yusuf el-Karadavi, Irak›ta gü-

venlik güçlerinin göstericilere yönelik kanlı mü-

dahalesiyle ilgili olarak, “Irak Başbakanı Nuri el-

Maliki Sünnileri hedef  alarak İslam ümmetiyle

savaşıyor” dedi.

28 Nisan 2013: İslam Alimleri Küresel Vak-

fı Genel Sekreteri Prof. Saad El Şahrani, Suriye

krizi ile bölgede tırmanan mezhepsel gerilimin

bir çatışmaya dönüşmesinden endişe edildiğini

ifade etti. El Şehrani, “Bölgede savaş tamtamları

çalıyor.” dedi.

28 Nisan 2013: Rusya Dışişleri Bakanı Yardım-

cısı Mikhail Bogdanov, Suriye›deki krize son ver-

menin tek yolunun Cenevre Anlaşması olduğu-

nu belirtti.

Page 120: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Ortadoğu Güncesi

29 Nisan 2013: Irak Kürt Bölgesel Yönetimi

(IKBY) Başbakanı  Neçirvan Barzani, Irak hü-

kümeti ile IKBY arasındaki sorunları görüşmek

üzere Irak Başbakanı Nuri el-Maliki ile bir araya

geldi.

29 Nisan 2013: Eski İsrail Savunma Bakanı Bin-

yamin Ben-Eliezer, Batı›nın Suriye›ye müdahale

etmesi gerektiğini söyledi.

29 Nisan 2013: AK Parti Genel Başkan Yardım-

cısı Hüseyin Çelik, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi

Başkanı Mesut Barzani ile bir araya geldi.

30 Nisan 2013: Tunus’un devrik lideri Zeynel

Abidin bin Ali, göstericileri öldürmek suçundan

gıyabında bir kez daha ömür boyu hapse mah-

kum edildi.

30 Nisan 2013: Suriye yönetimi, iki gündür

Şam’da meydana gelen patlamaları Birleşmiş

Milletler’e (BM) şikayet etti.

1 Mayıs 2013: Hizbullah Genel Sekreteri Hasan

Nasrallah, Suriye’de siyasi çözümden yana oldu-

ğunu belirterek, “Beşşar Esed askeri yöntemlerle

düşmeyecek” dedi.

1 Mayıs 2013: İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber

Salihi,  Suriye’de kimyasal silah kullanıldığına

ilişkin iddialara ilişkin, ülkedeki muhaliflerin so-

ruşturulması gerektiğini söyledi.

2 Mayıs 2013: ABD vatandaşları, Amerikan

askerlerinin Suriye’deki iç savaşa müdahalesi-

ni istemiyor. Reuters/Ipsos şirketleri tarafından

yapılan ankete göre Amerikalıların sadece yüz-

de 10’u ülkelerinin Suriye’deki olaylara müdaha-

le etmesini isterken, yüzde 61’i ise müdahaleye

karşı çıktı.

2 Mayıs 2013: BM Genel Sekreteri Ban Ki-

mun, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerine

Suriye’de kimyasal silah kullanıldığı  iddiaları ve

bunların araştırılması amacıyla kurduğu ekibin

çalışmalarına ilişkin bilgi verdi.

2 Mayıs 2013: ABD Savunma Bakanı Chuck Ha-

gel, Suriyeli muhaliflere silah temin etmek konu-

sunun yeniden düşünüldüğünü açıkladı.

3 Mayıs 2013: Irak’ın başkenti Bağdat’ta Başba-

kan Nuri Maliki’ye destek gösterisi düzenlendi.

4 Mayıs 2013: ABD Başkanı Barack Obama,

Suriye’de kimyasal  silah kullanıldığı iddialarına

ilişkin “Bunun üzerinde durmaya devam edece-

ğiz” dedi.

4 Mayıs 2013: Suriye eski Devlet Başkanı Hafız

Esed’in Yardımcısı Abdulhalim Haddam, ülkede-

ki savaşa duyarsız kaldıkları gerekçesiyle uluslar

arası kamuoyu ve Arap dünyasını eleştirdi. Ülke-

nin gittikçe kötüye gittiğini ifade eden Haddam,

ABD yönetimine muhaliflere askeri destek ver-

me çağrısında bulundu. Haddam ayrıca Esed’i

etnik temizlik yapmakla suçladı.

4 Mayıs 2013: Rusya Dışişleri Bakanı Sergey

Lavrov, muhalif Özgür Suriye Ordusu Komutanı

Salim İdris dahil Suriye’de tüm muhalif temsilci-

lerle görüşmeye hazır olduklarını açıkladı.

5 Mayıs 2013: Iraklı Şii liderlerden Mukteda es-

Sadr, Suriye’nin İsrail’e karşılık vermesi gerekti-

ğini belirtti.

5 Mayıs 2013: Suriye yönetimi, İsrail’in başkent

Şam yakınlarındaki askeri bir tesisi vurmasının

“teröristlere direkt askeri destek vermek amaçlı”

olduğunu iddia etti.

6 Mayıs 2013: Suriye Muhalif ve Devrimci Ulu-

sal Güçler  Koalisyonu (SMDK) İsrail’in Şam’ın

kuzeybatısındaki El-Cemraya bölgesine  düzen-

lediği saldırıyı kınadı, yönetimi suçladı.

6 Mayıs 2013: Fransa Dışişleri Bakanı Laurent

Fabius, Suriye’deki krize siyasi çözüm bulunması

gerektiğini belirtti.

6 Mayıs 2013: Suriye lideri Beşşar Esed’in Rus-

ya aracılığı ile Washington’a İsrail’in saldırılarına

cevap verecekleri yönünde mektup gönderdi-

ği iddia edildi. İnterfax’ın sorularını yanıtlayan

Şam›da bulunan Rusya Büyükelçiliği yetkilileri,

ABD›ye gönderilen mektupla ilgili yorum yap-

mak istemedi.

Page 121: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Ortadoğu Güncesi

9

6 Mayıs 2013: Irak Başbakanı Nuri el-Maliki,

İsrail’in Suriye’ye gerçekleştirdiği hava saldırısını

kınayarak, İsrail’in saldırılarının  bölgede bozul-

maya sebebiyet verdiğini belirtti.

7 Mayıs 2013: Suriye Muhalif ve Devrimci Ulu-

sal Güçler  Koalisyonu (SMDK), NATO Genel

Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’in, “BM’den

bir  heyetinin kimyasal silah kullanıldığı iddia

edilen bölgelerde inceleme yapması  gerektiği”

yönündeki açıklamasını memnuniyetle karşıladı.

7 Mayıs 2013: İran Dışişleri Bakanlığı Sözcü-

sü Ramin  Mihmanperest, Suriye’deki durumun

hassas olduğunu belirterek, “bölge ülkeleri-

nin, gelişmeleri tahrik edecek hareketlerden ka-

çınmasını” istedi.

7 Mayıs 2013: Suriye Başbakan Yardımcısı ve

Dışişleri Bakanı Velid el Muallim, İsrail’in saldırı-

ları sonrası Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov

ile telefonda görüştü.

7 Mayıs 2013: İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Sa-

lihi, ülkesinin Suriye rejiminin güçlü bir müttefi-

ki olduğunu vurgulayarak, muhaliflerden Suriye

hükümetiyle müzakere masasına oturmalarını ve

geçiş hükümeti kurmalarını istediklerini söyledi.

7 Mayıs 2013: İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Sa-

lihi, ülkesinin Suriye rejiminin güçlü bir müttefi-

ki olduğunu vurgulayarak, muhaliflerden Suriye

hükümetiyle müzakere masasına oturmalarını ve

geçiş hükümeti kurmalarını istediklerini söyledi.

7 Mayıs 2013: ABD Başkanı Barack Obama,

Suriye konusunda  “kolay yanıtların” olmadığını

belirterek, kararlarını algılamalara dayanarak al-

madığını söyledi.

8 Mayıs 2013: Suriye Devlet Başkanı Beşşar

Esed, İran Dışişleri  Bakanı Ali Ekber Salihi ve

beraberindeki heyeti kabul etti.

8 Mayıs 2013: Libya Savunma Bakanı Muham-

med El-Bergasi istifasını geri çekti.

8 Mayıs 2013: ABD Dışişleri Bakanı John Kerry,

Suriye lideri Beşşar Esed’in gelecekte iktidarda

kalma ihtimalini hayal edemediğini söyledi.

9 Mayıs 2013: ABD Dışişleri Bakanı John Kerry,

Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in bir geçiş

hükümetinde yer almayacağını söyledi.

10 Mayıs 2013: ABD Dışişleri Bakanı John

Kerry, Ortadoğu Dörtlüsü Temsilcisi Tony Blair

ile görüştü.

10 Mayıs 2013: Rusya Dışişleri Bakanı Sergey

Lavrov, Suriye’ye yeni bir silah satışının gündem-

lerinde olmadığını, eski kontratlara göre sevki-

yatların yapıldığını söyledi.

14 Mayıs 2013: Rusya, Suriye’de uçuşa kapalı

bölge ya da insani yardım koridoru oluşturul-

masının yıkıcı sonuçları olacağı, bu yönde bir

kararın da sadece Birleşmiş Milletler Güvenlik

Konseyi’nde alınabileceği uyarısında bulundu.

14 Mayıs 2013: Arap dünyasının tanınmış ya-

zarlarından Mısırlı düşünür Fehmi Huveydi,

Reyhanlı’daki saldırılara ilişkin “Beşşar Esed bu

saldırılarla komşusuna ‘Sizi rahatsız etmeye ka-

dirim’ mesajı vermek istiyor” dedi.

14 Mayıs 2013: ABD Dışişleri Bakanı John

Kerry, Washington ve Moskova’nın desteklediği

Suriye barış konferansının Haziran ayı başında

yapılabileceğini söyledi. Kerry, Esed rejiminin

konferansa katılmamayı planladığı iddiasının da

doğru olmadığını söyledi.

14 Mayıs 2013: Irak’ın Bakuba kentinde, göste-

rileri organize  eden halk hareketi liderlerinden

Abdurrahman Ahmed el-Bedri, uğradığı sui-

kast sonucu hayatını kaybetti.

14 Mayıs 2013: Mısır Şura Meclisi, İsrail ile dip-

lomatik ilişkilerin kesilmesini talep etti.

14 Mayıs 2013: Afganistan’ın Logar kentinde

helikopterlerinin  acil iniş yapması sonucu Ta-

liban tarafından kaçırılan 8 Türk vatandaşının

geri kalan 4’ü daha serbest bırakıldı.

15 Mayıs 2013: BM Genel Kurulu, Suriye’de

siyasi geçiş çağrısı yapan bağlayıcı olmayan ta-

sarıyı onayladı. Aralarında Türkiye’nin de bulun-

duğu ülkelerin verdiği taslak 12’ye karşı 107 oyla

kabul edildi.

Page 122: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Ortadoğu Güncesi

16 Mayıs 2013: Başbakan Recep Tayyip Erdo-

ğan, ABD Başkanı Barack Obama ile yaptıkları

görüşmede Suriye’nin bir numaralı konu olduğu-

nu söyledi.

16 Mayıs 2013: ABD Başkanı Barack Obama,

Suriye’ye tek taraflı müdahale niyetinde olmadık-

larını söyledi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la

ortak basın toplantısı düzenleyen Obama, Suri-

ye’deki kimyasal silahların komşularını ve mütte-

fik ülkeleri tehdit ettiğini dile getirdi. Bu konuda

gerek diplomatik gerekse askeri adımlar atma

seçeneğini saklı tuttuğunu dile getiren Obama,

“Ama bu ABD’nin kendi başına yapacağı bir şey

değil. Bölgede başbakan da dahil kimse ABD’nin

bu konuda tek taraflı bir adıma atacağını düşün-

mez.” diye konuştu.

16 Mayıs 2013: ABD Başkanı Barack Obama,

Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkilerini normalleş-

tirmesi çabasını hatırlatarak, bu sürecin her iki

ülkenin de menfaatine olduğunu söyledi.

17 Mayıs 2013: Rusya Dışişleri Bakanı Sergey

Lavrov, Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde meydana ge-

len ve 51 kişinin ölümüne neden olan terör sal-

dırısı ile ilgili soruşturmanın devam ettiğini ve

herhangi bir tarafı suçlamak için erken olduğunu

söyledi.

18 Mayıs 2013: Rusya Devlet Başkanı Vladimir

Putin, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri

Ban Ki-Mun’la başta Suriye krizi olmak üzere

uluslararası sorunları ele aldı. Putin ve Ban, tüm

krizlerin uluslararası hukuka uygun olarak çö-

zülmesi gerektiğini kaydetti.

18 Mayıs 2013: Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Baş-

kanı Mesud Barzani, Irak Cumhurbaşkanı Celal

Talabani›nin sağlığıyla ilgili gelişmenin kendile-

rini sevindirdiğini belirtti.

20 Mayıs 2013: Irak Bölgesel Kürt Yönetimi

Başkanı Mesud Barzani, terör örgütü PKK’nın

Suriye’deki yapılanması olan PYD’ye yönelik sert

bir açıklama yaptı. Barzani, PYD›nin karanlık

yöntemlerle silahlandığını belirterek artık muha-

tap almayacaklarını dile getirdi. Kürt muhalifle-

rin sitesi nasname.com ise PYD›nin Irak-Suriye

sınırına mevzi kazmaya başladığını duyurdu.

20 Mayıs 2013: Irak Bölgesel Kürt Yönetiminin

askeri gücü Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Cebbar

Yaver, kendi bölgelerinde bulunan Suriye sınırını

kapattıkları yönündeki haberlerinin asılsız oldu-

ğunu söyledi. Yaver, Suriye’de yaşanan çatışma-

larla kendilerinin bir ilgisinin olmadığını ifade

etti.

O

Page 123: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Ortadoğu Güncesi

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Ra or ar

Page 124: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM Ortado rkmen eri

Ara t rma ar

Page 125: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

93

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Page 126: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Geniflletilmifl 2. Bask›

ANKARA - 2009

ERMEN‹ SORUNU

TEMEL B‹LG‹ VE

BELGELER

Ömer Engin LÜTEM

(Der.)

������ ��

������ ����� �����������������

����������������������������������������

���

������������������

Ömer E. LÜTEM

����������������������������������� ������

!�����"������������#��$������������%�

Jean-Louis MATTEI

"��������$��� �&������������������������'�()�

*������+�#���,��-�.��(�����/0/1���������������������

Sadi ÇAYCI

2�������3�����������������)

�������#������ ��������4��� �����"���������,���3�5�(�$�$���

Bahar Senem ÇEVİK-ERSAYDI

"������������&��������6��������7�'�4�����$����,����

Derk Jan van der LINDE

����������������)���#��,����������������$

Zeynep KAYA

��������3��8���-�������9�������2-����������'-������!�

����:��

2�����������5�;�%)���������������������"������<�����������������

Doğanay ERYILMAZ

���������

���

������

�������������� ���� �����������������������������������Doç. Dr. Ali Fuat ÖRENÇ������ �������������� ������!�"���#������Yrd. Doç. Dr. Deniz ALTINBAŞ$��������������%�&�������������Dr. Mustafa Serdar PALABIYIKYrd. Doç. Dr. Yıldız Deveci BOZKUŞ���������������"�������'����%�&��������(�)�*������Dr. Erhan TÜRBEDAR

+����,���-���'(�.�/���0�����1��.��1�������������.�����0��2�����Van Regemorter MAÏTÉ

����

����

����

THE ARMENIAN QUESTION

BASIC KNOWLEDGEAND DOCUMENTATION

Ömer Engin LÜTEM (Editor)

ANKARA - 2009

ERMENİ

ARAŞTIRMALARI

Dört Aylık Tarih, Politika ve Uluslararası İlişkiler Dergisi

Olaylar ve Yorumlar

Ömer E. LÜTEM

Fransa’nın Soykırım Çelişkisi

Yaşar YAKIŞ

Milletlerarası Hukukta Soykırım Kavramı:

1915 Ermeni Olayları Açısından

William A. Schabas’ın Görüşleri

Sadi ÇAYCI

Bir Adil Bellek Sorunu ya da İfade Özgürlüğünün

Sınırları Hakkında Bir AİHM Davası

Pulat TACAR

Sahteciliğe Karşı Tarihsel Araştırma:

Aram Andonyan’ın “Naim Bey’in Hatıraları ve

“Hakikiliğini” Savunmak İçin Yapılan Çağdaş Girişimler

Maxime GAUIN

KRONOLOJİ (2010-2011)

KİTAP TAHLİLLERİ

EN SON ÇIKAN KİTAPLAR

sayı

201140

Page 127: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

ORSAM Rapor No: 1Mart 2009

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 2Nisan 2009

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 3

(Tr - Eng)

(Tr)

ORSAM Rapor No: 5

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 6

(Tr - Eng - Ar)

ORSAM Rapor No: 7

(Tr - Eng - Ar)

ORSAM Rapor No: 8

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 9

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 10

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 11

ORSAM Rapor No: 12

ORSAM Rapor No: 13

(Tr)

(Tr)

ORSAM Rapor No: 15

(Tr)

ORSAM Rapor No: 16

(Tr)

ORSAM Rapor No: 17

(Tr)

ORSAM Rapor No: 18

ORSAM Rapor No: 19

(Tr)

ORSAM Rapor No: 20

(Tr)

ORSAM Rapor No: 21

(Tr)

ORSAM Rapor No: 22

ORSAM Rapor No: 23

(Tr - Eng)

(Tr)

ORSAM Rapor No: 25

(Tr)

ORSAM Rapor No: 26

ORSAM Rapor No: 27

(Tr)

ORSAM Rapor No: 28

(Tr)

ORSAM Rapor No: 29

(Tr)

ORSAM Rapor No: 30

(Tr)

ORSAM Rapor No: 31

(Tr)

ORSAM Rapor No: 32

(Tr)

ORSAM Rapor No: 33

(Tr)

ORSAM Rapor No: 35

(Tr)

ORSAM Rapor No: 36

(Eng)

ORSAM Rapor No: 37

(Tr)

ORSAM Rapor No: 38

(Tr)

ORSAM Rapor No: 39

(Tr)

(Tr)

(Tr)

ORSAM RAPORLARI

Page 128: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

(Tr)

(Tr)

(Tr)

(Tr)

(Tr)

(Tr)

(Tr)

(Tr)

ORSAM Rapor No: 50

(Tr)

ORSAM Rapor No: 51

(Tr)

ORSAM Rapor No: 52

ORSAM Rapor No: 53

(Tr)

(Tr)

ORSAM Rapor No: 55

(Tr)

ORSAM Rapor No: 56

ORSAM Rapor No: 57

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 58

(Tr)

ORSAM Rapor No: 59

(Tr)

ORSAM Rapor No: 60

(Tr-Eng)

ORSAM Rapor No: 61

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 62

(Tr)

ORSAM Rapor No: 63

(Tr)

ORSAM Rapor No: 65

(Tr)

ORSAM Rapor No: 66

(Tr)

ORSAM Rapor No: 67

(Tr)

ORSAM Rapor No: 68

(Tr)

ORSAM Rapor No: 69

(Tr)

ORSAM Rapor No: 70

ORSAM Rapor No: 71

(Tr)

ORSAM Rapor No: 72

(Tr)

ORSAM Rapor No: 73

(Tr-Eng)

(Eng)

ORSAM Rapor No: 75

(Tr)

ORSAM Rapor No: 76

(Tr - It)

ORSAM Rapor No: 77

(Tr)

ORSAM Rapor No: 78

(Tr)

ORSAM Rapor No: 79

(Tr)

ORSAM Rapor No: 80

(Tr)

ORSAM Rapor No: 81

(Tr-Eng)

Page 129: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

ORSAM Rapor No: 82

(Tr-Eng)

ORSAM Rapor No: 83

(Tr)

(Tr-Eng)

ORSAM Rapor No: 85

(Tr)

ORSAM Rapor No: 86

(Tr)

ORSAM Report No: 87

(Eng)

ORSAM Rapor No: 88

(Tr)

ORSAM Rapor No: 89

(Tr)

ORSAM Rapor No: 90

(Tr-Eng)

ORSAM Rapor No: 91

(Tr)

ORSAM Rapor No: 92

(Tr)

ORSAM Report No: 93

(Eng)

(Tr)

ORSAM Rapor No: 95

(Tr)

ORSAM Rapor No: 96

(Tr)

ORSAM Rapor No: 97

(Tr)

ORSAM Rapor No: 98

(Tr)

ORSAM Rapor No: 99

(Tr)

ORSAM Rapor No: 100

(Tr)

ORSAM Rapor No: 101

(Tr)

ORSAM Rapor No: 102

ORSAM Rapor No: 103

(Tr)

ORSAM Rapor No: 105

(Tr)

ORSAM Rapor No: 106

(Tr)

ORSAM Rapor No: 107

(Tr)

ORSAM Rapor No: 108

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 109

(It)

ORSAM Rapor No: 110

(Tr)

ORSAM Rapor No: 111

(Tr)

ORSAM Rapor No: 112

(Tr)

ORSAM Rapor No: 113

Mining(Eng)

(Tr)

ORSAM Rapor No: 115

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 116

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 117

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 118

Analizi

ORSAM Rapor No: 119

ORSAM Rapor No: 120

(Tr)

ORSAM Rapor No: 121

(Tr - Eng - Ger)

ORSAM Rapor No: 122

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 123

(Tr)

Page 130: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

ORSAM Rapor No: 125

(Tr)

ORSAM Rapor No: 126

(Tr)

ORSAM Rapor No: 127

(Tr)

ORSAM Rapor No: 128

ORSAM Rapor No: 129

ORSAM Rapor No: 130

(Tr - Eng)ORSAM Rapor No: 131

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 132

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 133

(Tr)

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 135

ORSAM Rapor No: 136

ORSAM Rapor No: 137

ORSAM Rapor No: 138

(Tr)

ORSAM Rapor No: 139

(Tr - Eng)

(Tr - Eng)

(Tr)

(Eng)

(Tr)

(Tr - Eng)

(Tr - Eng)

(Eng)

(Tr - Eng)

(Eng)

ORSAM Rapor No: 150

ORSAM Rapor No: 151

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 152

(Tr)

ORSAM Rapor No: 153

(Tr)

(Tr)

ORSAM Rapor No: 155

(Tr) ORSAM Rapor No: 156

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 157

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 158

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 159

(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 160

(Tr - Eng)

Page 131: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

Indexed by

54

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Haziran 2013 Cilt 5

ORSAM ORSAM (Eng)

ORSAM WATER

RESEARCH PROGRAMME

ORSAM SU

Page 132: istihbaratsahasi.files.wordpress.com · CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES History In Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi

www.orsam.org.tr