deĞerlerİmİz evrensel mİdİr? · 2014-04-22 · kökü eski yunan kültürüne dayanan...
TRANSCRIPT
E ğ i t i m Y ö n e t i m i , Y ı l : 1 , S a y ı : 3 , G ü z 1995
DEĞERLERİMİZ E V R E N S E L MİDİR? O l i v e r R E B O U L ( * )
Çev. Hüseyin I Z G A R ( * * )
K ö k ü eski Yunan kültürüne dayanan kültürümüz, başlangıcından bu
yana değerlerinin evrensel olduğunu kabul etmiştir. A n c a k , eski Y u n a n ' d a
bile değerlerin evrenselliğini reddedip, her değerin onu kabul ederi kişiye
bağlı olduğunu savunanlar olmuştur. Bunların başında " S o p h i s t l e r " gelir.
Günümüzde, kültürel antropoloji , değerlerin bağlı oldukları kültürlere göre
değiştiklerini göstererek, bu tezi doğrular görünüyor. Zaten değerler b i z i m
öz kültürümüz içinde bile değişiklik göstermiyor mu?
Fakat şu gerçek yadsınmamalı k i , kültürümüzün bizzat kendine böyle
b ir soru sorabilmesi izafilik ve değişkenliği aşabildiğini, herşeye rcğmen,
evrenselliğe ulaşabildiğini kanıtlıyor.
E v r e n s e l nedir?
" B i r kara kurbağasına güzelin, ne olduğunu s o r u n . S ize dişisi
olduğunu söyleyecektir".
Tek amacı "güzel l ik " m e f h u m u n u n izafi olduğunu ispat etmek o l a n
Vol ta ire ' in felsefe sözlüğünün " g ü z e l " başlığını taşıyan makalesi böyle
başlıyor.
Kanaat imce bu örnek yazarın iddia ettiğinden tamamen farklı b ir
şeyi kanıtlıyor. Gerçekte kurbağanın b izden farklı olarak gördüğü şey,
dişisinin güzelliği değil, onun dişiliğidir. O n u n bakış açısı, onun dünyası
b i z i m k i n d e n farklıdır. Şayet değişen şeylerin izafiliği kabul edilirse, o zaman
gerçekde izafdir demek doğru olur.
A h l a k (Törebi l im) sözkonusu olduğu z a m a n p r o b l e m daha d a
önemlidir. B i l i n c i m i z i n izafi olduğunu kanıtlamak isteyen Schopenîıauer,
Prusyalı b i r askerin "düel loyu' kabul etmemeyi çok aşağılayıcı b ir d u r u m
olarak kabul ettiğini, d o m u z eti y i y e n , dinine sadık bir y a h u d i n i n ise
kendis ini namusu kirletilmiş, hakarete uğramış b i r i olarak kabul ettiğini
müşahade ediyor.
(*) Strazburg Üniversitesi Felsefe Profesörü.
(**) Fatih End. Mes. Lis. Fransızca Öğretmeni. 363
E ğ i t i m Y ö n e t i m i , Y ı l : 1 , S a y ı : 3 , G ü z 1995
H e r ik is in in de bir ahlak b i l i n c i var fakat bu bilinç değişken b i r
keyfiyeti içeriyor. B i z i m kendi ahlak b i l i n c i m i z onlarınkinden farklı değil
midir?
Şu halde bütün değerler g ibi b i z i m değerlerimiz de değişken, kepfı
ve izafi olacaktır. Bu tez yeni değildir. O n a , kültüriimüzün oluşmaya baş ladığı
dönemlerde, eski Yunanlı 'Sophis t ler " de de rastlanmaktadır. Sophist ler
"değerler ve gerçekler onları doğrulayanların görüşlerine bağlı , bu nedenle
de izafidir. Gerçek o lan , güzel ve doğru olan o n u yorumlayan için böyledir.
Fakat b ir başkası için böyle o l m a y a b i l i r " diyorlar.
Sophist lerin bu eleştirisi kültürün kendisini evrensel i lan ettiği ve
değerlerini tanrı buyruklarından ayırdığı zaman ortaya çıktı. H a t a bu
eleştiriler Platon 'dan itibaren tanrılarım kendi değer ölçüleri ile yargılamaya
kadar gitti. Socrate E u t h p h r o n ' a " d i n d a r bir insan tanrıları sevdiği için mi
dindardır, yoksa , dindar olduğu için mi tanrıları sever? diye sorar. C e v a p
şüphesiz " çünkü dindardır" şeklinde olur. Aynı şey güzellik, doğruluk ve
diğer bütün değerler için sorulur. Sonuçta değerler evrenseldir. Çünkü her
insan onları kendi aklında bulabilir. Böylece değerler kendilerini her insana
kabul ettirir. Onları tanımayanlar sadece "barbarlardır" tezi kabul edilir .
F i lozofun evrensellik tezi ile Sophistin izafilik tezi arasındaki çelişki,
değişik biçimlerdi, bizzat b i z i m kültüıümüzde de bulunuyor . Özellikle
eğitim alanında bize tutarsız görünen bu iki tez arasında bocalayıp duruyoruz .
Gerçekten de, şayet değerlerimiz evrencel dersek, haklı o larak ,
ethnocentrisme (kendi kültürünü başka kültürlerden üstün görme) le ve
diğer kültürlere baskı y a p m a k l a suçlanırız . Z i r a h a n g i h a k l a k e n d i
kültürümüzü başka kültürlere empoze edeceğiz? Diğer y a n d a n , şayet
değerlerimizin izafiliğini kabul edersek o z a m a n da kültürümüz i iğer
kültürler arasanda yer alamayacak ve meşruluğunu kaybedecektir. Bu durumda
başkaları için hiç b ir şey ifade etmeyen değerleri kendi çocuklarımıza
öğretmeye hakkımız var mı? Bu bir anlamda kültürel keyfiliğe b o y u n eğmek
o l m a z mı?
B i r eğitimcinin, ister ana-baba o lsun , ister öğretmen o l s u n , bu tür
p r o b l e m l e r i n içinden çıkması mümkün değildir. Eğitimci anlamını ve
önemini y i t irmek tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Bu k o n u ile i lgi l i o larak:
1. D i l l e r i n de, dini kurallar, gelenekler, nezaket kuralları gibi zamanla
değiştiği kolaylıkla söylenebilir. A h l a k için de aynı yargıyı kabul etmek np>rp\rı\ır\r
Eğitim Y ö n e t i m i , Yı l : 1 . Sayı : 3 , Güz 1995
Z i r a ahlak kurallları da kültürden kültüre değişiklik gösteriyor. Bu
konuda etnolog L u c i e n M a l s o n ' u n "Vahşi Çocuklar " i s imli eserinde yer
alan birkaç örnekten bahsetmek istiyorum. M o l s o n eskimoların "karı -koca
misafirperverliği" uyguladığını, kişisel bir düşmanı öldürmeyi normal kabul
ettiklerini , fakat insanı tanımadığı bir insanı öldürmeye zorlayan savaşları
saçma bulduklarını; F id j i adası yerlilerininse yaşlıları dir i diri gömdüklerini
doğruluyor. Ya c inse l ahlak anlayışı k o n u s u n d a kültürler arasındaki
farklılıklara ne demeli? U z u n zamandan beri bu çeşit problemlere cevap
aranıyor. Jean Jacques Rousseu, 18. yüzyılda sadece geleneklerin değiştiğini,
temel değerlerince her zaman ve her yerde aynı şekilde bulunduğunu
söylüyordu. M o t a i g n e ' y e hitab ederek; " E y M o n t a i g n e , sen k i , dürüst ve
s a m i m i o l m a k l a övünüyorsun. B i r flozofun olabileceği kadar dürüst ol ve
bana yer yüzünde dini korumanın, merhametl i , yardım sever ve cömert
olmanın suç sayıldığı; buna bukabi l , i y i insanın horgörüldüğü ve hainliğin
şeref sayıldığı bir ülke olup olmadığını s ö y l e ! " d iyordu . Y i n e Rousseau :
" h e r insanın özünde, diğer insanlarla ortak o l a n , tabiat ananın kutsal
tanrısının bahşettiği bir adalet ve fazilet prensibi vardır" d i y o r d u .
Şüphesiz her top lumda b i r " i y i " v e b i r " k ö t ü " n ü n var olduğu
düşünülebilir. B i r b i r i n d e n tamamen farklı di l ler üzerinde yapılacak bir
araştırma "cesaret, adalet, cömertlik, sadakat" gibi bazı kavramların takdir
etmek için kullanıldığını, bunların karşıtı olan bazı kavramlarm ise horgörücü
bir anlam ifade ettiklerini gösterecektir.
Peki ama bunun sebebi nedir? Çünkü hiç bir toplum bu değerlerden
vazgeçemez. Şayet insanlar her zaman korkuya b o y u n eğseler, ilişkilerini
sadece şiddete dayasalar, en küçük bir fedakarlık gösterecek kapasitede
olmasalardı, değil bir devlet, küçücük bir haydut çetesi bile kuramazlardı.
Net icede M a f y a ' n m bile sahip olduğu bazı değerler vardır.
A n c a k şunu belirtel im k i ; değerleri belirleyen kavramlar aynı bi le
olsalar, ifade ettikleri anlam her zaman ve her yerde, şüphesiz aynı değildir.
Örnek adalet kavramı; adaletsiz toplum o l m a z . A k s i takdirde başkalarına
olan borçlar, yükümlülükler tanınmazdı. Adalete inanmayanlar, başkalarına
adil davranmayanlar bile, başkalarının adaletine muhtaçtır. A n c a k borç
kavramı her zaman ve her yerde aynı anlamı taşımaz. M e s e l a ; b i r eski
Yunanlı 'yı gözönüne alalım. O n a göre kadın ile erkeğe, efendi ile köleye,
asil b ir Yunanlı ile köle b i r Y u n a n h ' y a aynı şeyler borç olarak v e r i l e m e z .
Ayrıca fakir halk çocuklarının zengin çocukları ile aynı eğitimi g ö ı m e y e
haklarının olmadığı düşüncesi b i z i m t o p l u m u m u z u n da yabancısı olduğu
bir düşünce olmasa gerek.
Eğ i t i m Y ö n e t i m i , Y ı l : 1 S a y ı : 3 G ü z 1995
Değişen sadece değerlerin somut içeriği değildir. Aynı zamanda önem
dereceleri de değişmektedir. İki ayrı toplum aynı değerlere sahip olabi l ir .
A n c a k onlara verdikleri önem derecesi mutlaka farklıdır. M e s a l a bir E s k i m o
d a , b i z i m g i b i , karı-kocaya sadakat ve misafirperverl ik kültürel değerlerine
sahiptir. Fakat onun için misafirperverlik sadakatten daha önemli bir değerdir
ve sadakatten önce gelir. H a l b u k i b i z i m kültürümüzde bu d u r u m büyük b i r
standal olarak kabul edilir. Aynı şekilde Hıristiyan geleneğinde merhamet
çok yüce bir değerdir ve adaletten önce gelir. Buna mukabi l sosyalizm sosyal
adaleti herşeyin üstünde tuttuğu g i b i , merhameti de zaaf o larak kabul eder.
Bu değişiklikler tesadüfi değildir. Durmaksızın savaşa m a r u z kalmış
bir toplumda, şüphesiz, cesaretin erdemlerin en yücesi olarak kabul edilmesi
ve eğitimin, dürüstlük ve iyi l ik hilafına, öncelikle cesareti gerçekleştinıesi
istenir. Aynı şekilde sosyal adaleti hiç tanımayan bir toplumda da merhamet ,
kaybolmuş adaletin yerini alarak, en önemli değer olabil ir . Şayet b i z i m öz
kültürümüz, endüstri dünyasının ihtiyaç duyduğu, yaratıcı ve takdir edic i
b ir eğitim anlayışını kabul eder ve bunu gerçekleştirirse sanıyorum k i , her
yerde kabul görecektir.
Kültürel antropolojinin vardığı sonuçlar bunlardır. Bu sonuçlar bana inkar edi lemez görünüyor. Fakat, söylemlisiniz , bunlar b i z i gerçekten i lg i lendir iyor mu? E s k i Yunandan bahsetmeden F i d j i adası halkı ile ve E s k i m o l a r l a , yeterince, ilişki kurabilir miyiz? Sonuçta biz i i lgilendiren b i z i m kendi t o p l u m u m u z ve kendi kültürümüzdür.
2 . A s ı l p r o b l e m , b i z i m k e n d i t o p l u m u m u z u n , b i z i m k e n d i kültürümüzün, kendi içinde dahi bu tür değişiklikleri gösteriyor olmasıdır. T o p l u m u m u z u n farklı sosyal çevrelerinin, farklı kuşaklarının farklı değer yangılarına sahip olması, gerçekten, bir çelişkidir. Değerlerin izafi oldukları konusunda ikna o lmak için E s k i m o l a r m veya kelle avcılarının ülkelerine gitmeye hiç gerek yok. K e n d i kültürel değerlerimizin incelenmesi yeterli olacaktır.
İşte size çarpıcı b ir örnek; 1940 yılının 20 H a z i r a n günü, Mareşal Petain, radyoda yayınlanan bir konuşmasında, Fransız halkına yeni lg in in sebeplerini açıklıyordu. Öncelikle askeri sorunlara değindikten sonra ahlak konusuna geliyor ve şöyle diyordu: " Z e v k duygusu fedakarlık şuuruna galip ge ldi . H a k edi lenden fazlası istendi. Savaş kazanmayı sağlayacak tedbirler zamanında alınmadı, kazanmak için gerekli çaba harcanmadı. N e t c e d e bugün bedbahtlıkla karşılaştık".
Günümüzde olsa bu tür suçlamalar kabul edilemez olarak nitelendirdi.
Hiç k imse toplumun göstereceği tepkiden k o r k m a d a n veya gülünç duınma
düşmeden bu sözleri ağzına alamazdı. A m a 19401ı yılların şartlarında kabul
Eğitim Y ö n e t i m i . Yı l : 1 , Sayı : 3 , Güz 1995
ediliyorlardı. Petain sözlerinin sadece tutucu katoliklere değil halt kitlelerine
de dokunacağını b i l iyordu. H e d e f alınanlar, ki ol lar kendilerini ; o k i y i
biliyorlardı, bu suçlamalara katılıyorlardı. Özellikle gazetesinde " P e t a i n ' i n
konuşması takdire şayandı" diye yazan A n d r e G i d e " d u r u m u ancak bu kadar
i y i anlatabilen bu sözler daryonun parazitli sesleri arasında gerçekleri ifade
ett i " d iyordu .
İzleyen haftalarda, Petain yanlısı olmaksızın, G i d e " h e r eğitim
çocukların maddi gelişimleri yanında maneviyatlarını da geliştirecek şekilde
düzenlenmelidir" diyecek kadar iieri g idiyordu (13 T e m m u z 1940).
Şunu belirtelim ki Petain' in m a h k u m ettiği " z e v k " kavramı sadece cinsel anlamda bir zevk ifadesi değil, bazı kimselere tanınan imtiyazlar ve özel özel izin günleri idi .
Fedakarlık ise Verdun savunmasında kendisi ile birlikte bulunan askerlerin sahip olduğu fedakarlık duygusuydu. Tarih bize gösetermiştir k i , 1940'tan 1944'e kadar. Fransızlara zorla öğretilen fedakarlık, esas olarak, sadece işgal kuvvetlerinin işine yaramıştır. Fakat esas s o m n bu değildir.
Önemli olan 1940' lardan "gevşeklik, uyuşukluk, i h m a l c i l i k " ile eş anlamlı olan bu " z e v k " kavramı sosyal bir değer olmuştur. Bazıları için bu m a d d i (veya cismani) b ir değeri ifade ediyordu. B u n d a n daha uygunsuz bir şey o lamaz . Şayet ruh ona katılmıyorsa " z e v k " diye bir şey olamaz. D i y e l i m k i , elde edi lmesi kaçınılmaz o lan . bütün değerlerin ve zevklerin ilk örneği olarak kabul edilen cinsiyetten ziyade, sadece fedakarlık olarak kabul edilen şeylerdir. O z a m a n bu seçim diğerlerini r e d d e t m e y e , yalnızl ığa ve anlamsızlığa sürükleyecektir. Z ira "ahlaki bir s e ç i m " , " e n yüce değer olarak z e v k " , " z e v k i n üst noktası" gibi değerler de mevcuttur. B u n l a r o l m a d a n diğer değerler o l m a z .
Fedakarlık şuuru mu? Yoksa zevk ruhu m u ? Bu seçim aptalca
bulunabil ir . İnsan hayatı, insana yakışan hayat biçimi, her ikisine de ihtiyaç
duyar. H e r h a l d e biraz yaşamış olan bir i kendi öz kültüründe; cinsiyet
k o n u s u n d a , kadm-erkek ilişkileri konusunda, çocuk-ebeveyn arasındaki
ilişkilerde meydana gelen değer değişmelerine tanık olmuştur. Sevecenl ik ,
misaf irperver l ik , yaratıcılık gibi bazı kel imeler zaman zaman ideoloj ik bir
slogan, bir bayrak kelime olmuştur. Acaba bu kelimeler b i z i m gerçeklerimizi
ifade ediyor mu? Bu her zaman şüphe götüıür. Sevecenlik konusunda kaygılı
o lmamızın nedeni , top lumumuzda sanayileşmenin sonucu olarak ortaya
çıkan yeni bürokratik düzenlemeler ile, çalışma saatlerinin yaratmış olduğu
stresli ve sıkıntılı ortamın başkalarına karşı sevecen ve samimi davranmamıza
engel olacağı korkusudur. Şayet yaratıcı olmamız gerektiği bilincine varmişsak
E ğ i t i m Y ö n e t i m i . Y ı l : 1 . S a y ı : 3 , G ü z 1995
b u n u n nedeni k e n d i m i z i sadece s o r u m l u l u k taşımayan üreticiler ve
pasif tüketiciler olmaya vakfettiğimizi anlamış olmamızdır. Şayet Konuksever
b i r dünyaya ihtiyaç duyuyorsak bu b i z i m dünyamızın paramparça olmuş
h a l i , insanı yalnızlığa iten rekabetçi ortamı ile konuk sever b i r dünya olma
özelliğini yitirmiş olmasındandır. Bu değerler b i z i m gerçeklerimizden ziyade
hiç b ir manevi değer taşımayan devletler, k u r u m l a r ve ekonomik sistemler
g i b i acubelerıe b i z i baskı altında tutan gerçeklere isyanımızı ifade ediyor.
Böyle bir ortamda değerin gerçeğin yansımasından ziyade gerçeğin reddini
ifade ediyor olması kaçınılmaz olacaktır.
Değerler her zaman değişiklik gösteriyor. Bu değişiklik sadece
kültürler arasında değil b i z i m kendi kültürümüz içinde de görülmektedir.
Bu nedenle değerlerin evrensel olduğundan bahsetmek oldukça zordur.
Şimdi bu yargıyı kabul edebilir m i y i z ? C e v a p v e r m e d e n ö r c e b i r
şeye dikkat etmek gerekiyor. Değerlerin izafiliği onun size veya bana bağlı
olduğu anlamına gelmez. H e r insanın zevkleri g ibi değerleri de kendisine
aittir denemez . Z i r a söz konusu olan tek tek insanlar değildir. Değerlerin
kültürden kültüre değişiklik göstermesi her kültürün kendi değerlerini
bireylerine zorla kabul ettirdiği anlamına gelir. B irey ler in seçme hakları ne
kadar az ise, değerlerin izafiliği konusundaki bi lg i ler inin de o oranda az
olduğu söylenebilir. Doğruluk değerini alışkanlıkla kazandıkları akla
uygunluğu da sahip oldukları doğruluk değeri sayesinde kazanç ıkları
söylenebilir.
Sonuçta sadece alışkanlıklara ve ön yargılara sahip olmayı kabul
edebil ir m i y i z ? Bu kendi kültürümüzü anlamsızlığa ve istibdada vakfetmek
o l m a z mı? Bu eğitimi büsbütün başıboş düzenlemelere ve doktirinsizliğe
teslim etmek anlamına gelmez mi?
C e v a p vermeden önce bu konuda , her üçü de b irb ir i ile çelişkili, her
b i r i diğeri kadar ölçüsüz o lan, üç ayrı görüşten bahsetmek gerekiyor
B i r i n c i s i ; kültürel antropolojinin ortaya koymuş olduğu sonuçları
k a b u l etmek ve bu sonuçlan kültürümüzün değerleri ile uyuşturmak
olacaktır. B u n u n l a birlikte kültürümüzün, her görüşten insanın ihtiyaçlarına
u y g u n düşen, kendine özgü , sahip olduğu değerleri vardır. Verdiği eğitim
Sirüs gezegeni insanını değil, bu değerlen kabul etmiş olan bu günün, bu
ülkenin insanını yetiştirmek mecburiyet indedir . B u açıkça tutuculuk,
geleneklere bağlılık demektir. A m a b u , D u r k h e i m ' i n söylediği g i b i , hiç
b i r zorlamaya dayanmayan, hoş görülen bir tutuculuktur.
E ğ i t i m Y ö n e t i m i , Y ı l : 1 , S a y ı : 3 , Güz 1995
B u r a d a üzerinde durulması g e r e k e n i k i n o k t a var. Ö n c e l i k l e
kabullenilmiş o lan tutuculuk kaçınılmaz bir sonuçtur. Gerçek konlörmist
onun ne olduğunun farkında değildir. O n u n ne olduğunu b i l m e z . Z a m a n m
ve yaşadığı çevrenin kurallarını olduğu gibi kabul eder. B u n u n sebebi, tutucu
olması değil, onları mantıklı, tabii ve kaçınılmaz sandığı için kabul edilmesi
gerektiğine inanmasıdır. Tutucu o lmak isteyen, tutucu olduğunu göstermek
isteyen bir is i aptallık yapan birisi gibidir . Rol yapar.
İsteyerek veya istemeyerek, günümüz dünyasında, tutucu o lunabi l ir
m i ? Kül türümüz farklılıklarla d o l u d u r . İhtiyaçları çok çeşitli hatta,
çelişkilidir. Sadece karışıklıklarla dolu bir sistemdir be lki de. Bu nedenle
basitçe bir değer sistemine bağlanamaz. Örneğin, kültürümüz cinsiyete
ilişkin sorunlarımızda çok çelişkili cevaplar içeriyor. Şayet birisi bu konuda
tutucu o lmak isterse bunu nasıl yapacağını asla bilemeyecektir . T u t u c u
olduğunu; Hıristiyan olduğunu " P e r i g o r d ' l u olduğuma göre Hıristiyanım"
diyerek doğrulayan Montaigne gibi doğrulayamaz artık. Z i r a günümüzde
P e r i g o r d ' l u l a r m çoğu, belki de, Hıristiyan değildir.
İkinci g ö r ü ş ise, değerlerin izaf i l iğini , o n u n aklın getirdiği
evrensellikle tamamıyle uzlaştırarak, kabul etmekten ibatettir. Nasıl m ı ?
Tabi ki evrensel gelişmeyi kabul ederek. Şayet değerler izafi iseler g e i ş m e
kaçınılmazdır ve onlara her alanda anlam verir. Böylece önyargılı ve hatalı
o l a r a k k a b u l e d i l e n düşünce biç imler i , bu açıdan bakıldığı z a m a n ,
evrenselliğe doğru giden düşüncenin evreleri, aşamaları ve kaynakları ol.ıyor.
Henüz tam anlamı ile ulaşılmamış olsa da, bu m o d e r n batı kültürüm izün
en doğru yaklaşımıdır. İnsanlık evrensel b i r bi l ime doğru yol aldığı için,
kültür de evrensel bir ahlak, evrensel bir po l i t ika , evrensel bir sanat
anlayışına doğru ilerliyor. Hatta, niçin, kendisi için h e m amaç hem de
kaynak olacak evrensel b i r inanca doğru ilerlemesin?
Agustte Compte ' tan esinlenen bu gelişme felsefesi 5 0 ' l i yıllara dar,
özellikle, L e o n B r u n s c h v i n g ve Jean Piaget g i b i düşünürlerin düşünce
biçimlerine de h a k i m olmuştur. Bu düşünürler insanlığın evr iminin çocuğun
zihinsel gelişimine benzediği konusunda hemfikirdir ler? Bu görüşe göre
i lkel insanın düşüncesi b ir çocuğun düşüncesine eşdeğer olacaktır. E s k i
y u n a n m , özellikle, A r i s t o ' n u n düşüncesi dokuz yaşında bir çocuğun zihinsel
gelişimine u y g u n düşecektir. Descartes ve 18. yüzyıl düşüncesi çocuğun
gelişim döneminde rastlamaktadır. B i z ise objektif b i l i m i m i z l e , bağımsız
inanç anlayışımızla yetişkinlik dönemine ulaştık.
B u bakış açısı insana biraz ürKuntü veriyor. Z i r a ister istemez t a z ı
sonuçlan çağrıştırıyor. Ya sonra ne olacak? Olgunluk döneminden sonra
Eğitim Y ö n e t i m i . Yı l 1 Sayı : 3 Güz 1995
yaşlılık ve ölümden başka ne bekleyebiliriz? Henüz o aşamada olmadığımızı
k i m kanıtlayabilir. Etienne Gi l son şöyle cevap veriyor Piaget'ye: Ah hafızasını
kaybetmiş hüzünlü yaşlılık dönemi! Şayet söylendiği gibi Saint Thomas 'n ın
dünyamızın çocukluk dönemi, Descartes ' in yetişkinlik dönemi oldukları
doğruysa b iz de ölümün eşiğindeyiz demektir.
Sonuçta, bu gelişme düşüncesinde, diğer kültürleri ezen ve dünyaya
h a k i m olmaya çalışan, kendisini haklı çıkarmak için de " k o l o n i l e r (yani
kolonilerde yaşayan insanlar) ilkedir, gelişmemişlerdir, onları eğitim görevi
bize düşer diyen batı kültürümüzün zafer şarkıları nasıl d u y u l m a z .
Kültürümüz, " N a z i z i m " ve " S t a l i n i z m " deneylerini yaşadıktan soma,
varlık nedenim açıklama konusunda daha mütevazi görünüyor. K e n d i s i n i
başka kültürlere nodel olarak sunmak şöyle dursun, varlık nedenini açıklama
konusunda bizzat kendisi için bile bir problem o l d u .
S o n olarak, değerlerin izafiliğini kaçınılmaz olarak kabul eden ve
ikincisi ile çelişen, üçüncü görüşe gel iyorum. Bu görüş kültürümüzün diğer
kültürler arasında herhangi bir kültür olduğunu, diğer kültürlerden üstünlük
gibi bir özelliğe sahip olmadığını, evrensellik iddiasının ise diğer kültürleri
ele geçirmek ve nüfusunu kötüye kullanarak iki yüzlülük yapmaktan başka
bir şey olmadığını savunur. Şu halde, şayet, bütün değerlerimiz izafi iseler,
onları ne başka kültürlerin insanlarına, ne de kendi öz kültürümüzün
çocuklarına empoze etmemiz doğru değildir. Bu durumda insanları b raraya
getirecek sadece iki şey kalıyor geriye: " B i l i m " ve " H o ş g ö r ü " .
B i l i m : Gerçekte bi l imsel bi lg inin evrensel olduğunu inkar etmek
oldukça zordur . Şüphesiz b i l i m s e l b i lg i geçmişin hoş inançlarından,
büyücülük, simyacılık, falcılık gibi gizl i b i l i m l e r i n bi lg i ler inden çok daha
gerçektir. B i l i m olarak kabul edilen alanları ve b i l i m dalları arasındaki
bölünmeleri evrensel ve objektif oldukları kabul edilen bazı eğitim projeleri
yönlendiriyor. B u n u n dışında kalan alanlar izafi ve sübjektif olarak kabul
ediliyor. Bu da d i n i , sanatı, edebiyatı, ahlakı, felsefeyi, kısaca insana ait ne
varsa hepsini içine alıyor.
Tolerans (Hoşgörü) : Öncelikle kabul ede l im ki M o t z a r t ' m müziği
H i n t ve R o c k müziğinden daha değerli değildir. Y i n e kabul e d e l i m k i b i z i m
tek eşliliğe dayanan evli l ik k u r u m u m u z u n daha iy i olduğu anlayışı zaten
izafidir ve de çok eşli evliliğe tercih edilmesi zorunluluk ifade etmez. B i z i m
karşı çıkılamaz kabul ettiğimiz insan haklarımız, onları tanımayan ve: onları sadece kendilerine zulmetmek için bir bahane olarak gören halkların gözünde
hiçbir anlam ifade etmez.
E ğ i t i m Y ö n e t i m i , Y ı l : 1 , S a y ı : 3 , G ü z 1995
B u r a d a bir soru akla geliyor. N e y i hoşgörmemiz gerekiyor? B u n u n cevabı ise; başkalarında gördüğümüz hataları, kusurları, ön yargıları, ksacası bize affedilmez gibi görünen her şeyi hoşgörmemiz gerekiyor ş e d i n d e olacaktır.
Böylece Levi -Straus "kişilerin veya grupların bağlı olduğu değerler onları başka değerlere karşı duyarsız kılar (Le regard eloigne. p: 15) diyerek değerleri başka değrlerle yargılamayı redediyor.
B u n u n l a birlikte, hoşgörüsüzlüğü, fanatikliği (tasarrubu), kapalılığı k a b u l etmek g i b i , k e n d i kültüründe hoşgörmediği davranışları başka kültürler için hoşgörmek şüphesiz bir tutarsızlıktır. Ç o ğ u insanda hcşgörü sadece başkalarını rahatsız etmeyen farklılıkları hoşgörmek anlamın taşır. Örneğin, kuskus hoşgörülür, folklorla ilgili davranışlar kabul edilir, buna m u k a b i l camiler rededilir. B u n u n yanında, çelişkilerine bakılmaksızın, "eşitlik, namus, özgürlük" gibi bazı değerler korunur. A n d r e M a l s o n çoğulcu değerleri b ir bir saydıktan sonra şöyle diyor :
" A h l a k sorunu, antropolojik çoğulculuk bi l incine sahip olanlar için, ızdırabı azaltan, özgürlüğü artıran şeyler arasında bir seçim yapmaktan ibarettir. İnsan kendisi için istediği her şeye başkasının da sahip olmasını i s temel idir . "
Fakat niçin bu güzel formül, antropoloj ik çoğulculukta gözden kaçırılıyor? H e p s i n d e n önemlisi , günümüz dünyasında hala özgürlüklerin kısıtlandığı, insanlığa işkence edilen birçok toplum mevcuttur. H a n g i hakla onlara bazı şeyler zorla kabul ettirilmeye çalışılıyor, farklı şeyleri seçmelerine karşı çıkılıyor.
B u n u n iki sebebi olabilir. Ya hoşgörülü değiliz ya da hoşgörüsüzlüğü de hoşgörüyoruz.
Kanaatimce hoşgörü, kültürümüzün başka kültürlere karşı göstermiş o lduğu, heryerde kolayca rastlanamayan, oldukça tipik b i r davranıştır. B u r a d a ; çok eşli müslümanlar b i z i m tek eşliliğe dayanan ahlak anlayış ımıza karşı hoşgörülü müdürler? Muammal ı bi l imler , b i l i m d e n istenen güven başlıklarının k e n d i l e r i n d e n de is tenmesini k a b u l e d i y o r l a r m ı ? Tanrı buyrukları adına insan haklarını raddeden toplumlara karşı olan bir tutumu, yani b i z i m t u t u m u m u z u , hoşgörüyorlar mı? g ib i sorular akla ge iyor. Hoşgörü p r o b l e m i , bütün kültürlerde, artık bir davranış olmaktan çok uzaktır. B u , sadece , b i z i m kültürümüze has b i r davranıştın. İhtiyaç, cömentlik, mazoşistlik d a i m a bir sebebe dayanır. P r o b l e m i n ç ö z ü m ü , sanıyorum, b i z i m kendi kültürümüzde bulunabilir .
4. D i k k a t e d i y o r u m , gerçekten de, b iz im kültürümüz-modern batı
kültürü-iktidarı ele alış biçimiyle diğer kültürlerden ayrılmaktadır. Şüp leşiz
E ğ i t i m Y ö n e t i m i . Y ı l : 1 . S a y ı : 3 , Güz 1995
b i z i m kültürümüz de kusursuz olmaktan uzaktır. Hatta birçok bakımdan
başka kültürlerden daha aşağıdır denebilir. M e s e l a , bana öyle ge l iyor k i ,
b iz cesareti tanımıyoruz. M o d e r n hayat, ağrı kesic i ler i ve sakinleştiricileri
artırarak, b iz i her türlü ızdıraptan korumak istiyor. Eğitimimiz gençlerimizi,
tehlikelere karşı hazırlamak yerine, sadece dikkat edin demekle yetiniyor.
Yaratmış olduğumuz, verimi ve rekabeti herşeyin üstünde tutan, suni ortamda
boş zamanın değerini gözden kaçırıyoruz. Kültürümüz kusursuz değildir.
B u n u n da bi l incindedir . Bu günün birçok kültürünün aksine, kendis ine y o k
o l m a k tehlikesiyle karşı karşıya hissetmeden, eleştirileri kabul eder, yok
olmaksızın kendisini değiştirebilir, yenileyebilir. B i z i m kültürümüzün aksine
başka kültürlere karşı, kindar ve korkak bir havaya bürünerek, kendis in i
k o r u m a k amacıyla, başka kültürlerle ilişki kurmayan kültürler, bana öyle
geliyor k i , b i z i m kültürümüzün en önemli özelliği o lan " k e n d i s i n inkar
etmeden değişebilmek, yok olmadan başka kültürlere kapılarını açabi lmek"
prensibine sırtlarını dönüyorlar.
Hoşgörünün sınırlarını i y i ç izmek zorundayız . K ı z çocukların
öldürülmesi g ibi sadece hayal kırıcı değil, aynı z a m a n d a , acı veren; insan
için kutsal o lan insan haklarını b i l m e m hangi kutsal kitap adına reddederek
kadının liyakatına zarar veren uygulamaları hoşgöremeyiz . Basitçe ifade
etmek gerekirse hoşgörüsüzlüğü hoşgöremeyiz. O n u anlayabilir fakal kabul
edemeyiz . Z i r a bu kültürümüzün evrensel nitel iklerini yok etmeye kadar
gidecektir .
Fakat niçin? Şunu belirtel im k i , evrensellik bir gerçeklik p r o b l e m i
değil b i r kural problemidir . Gerçeklik evrensel b ir değer değildir. Çünkü:
araştırma ve referandumlarla doğrulanmış ve dünyaca kabul edilmiştir.
E v r e n s e l l i k başka bir kavramdır. Bi l imsel bir kanunu ele alalım. Şayet
evrensel se bu onu herkes öyle kabul ettiği için değil, kabul edenlerin o n u n
başka birşey olamayacağını anladıkları için evrenseldir. Bu örnek, aynı
z a m a n d a , gerçeğin izafiliğinin çürütülmesini de sağlıyor.
Değerlerin izafiliğinin kanıtı ise, bütün değerlerin, çağa ve çevreye
g ö r e d e ğ i ş m e l e r i d i r . B u d u r u m d a d e ğ e r l e r e v r e n s e l l i k iddias ında
bulunamazlar . H a l b u k i , şayet b i l i m tarihine dönersek, b i l imsel gerçeklerin
be l l i tarihlere dayandığını, bel l i çağlarda ve çevrelerde doğmuş olduğunu
m ü ş a h a d e e d e r i z . B i r defa bulunmuş o lmalar ının e v r e n s e l l i k l e r i n i
etkilemediğini görürüz. Mese la , Arşiment'in bulmuş olduğu Arşimet kanunu
k i , (ondan önce kimse b i lmiyordu, şimdi de milyonlarca insan hala bi lmiyor)
doğruluğundan hiçbir şey kaybetmemiştir. Y i n e , 18. yüzyılda Nevvton
tarafından keşfedilen yerçekimi kanunu Arşimet kanundan sonra bulunduğu
için ondan az evrensel değildir.
E ğ i t i m Y ö n e t i m i , Y ı l : 1 , S a y ı : 3 , Güz 1995
İnsan hakları konusunda da evrensellikten bahsedilebilir mi? Şüphesiz
o n l a r m keşfi için de yüzyıllar gerekmiştir. İşin aslı şudur ki 6 0 ' l ı yıllara
kadar katolik ki l isesi tarafından bile reddedilmişlerdir. Fakat, birçok insan
onları kabul etmese de, evrensel olarak keşfedilmişlerdir. B u n u n içm her
insanın kabul etmesi gereken bir kavramdır.
Özellikle b ir çevreye, bir döneme ait olan şey izafidir. Bu nedenle de
zorlayıcıdır. B u n u n aksine evrensel, her insanın kendi kendine bulabileceği,
bu yüzden de bir insana, b ir çevreye ve bir döneme bağlı o lmayan , özür
olarak var olan bir şeydir. Pascal'ın dediği gibi "evrensel l ik bizzat insanın
kendisine ait muaffakiyetleridir" .
Kısacası , bir değer, tamamiyle bi l imsel bir gerçek g i b i , insanların tümü tarafından kabul edilmese bile evrensel olabilir . Bu k o n u d a b i l i m örneğinden daha uygun bir örnek olduğunu düşünüyorum. Bu di ld ir
D i l : Gerçek anlamda birbir inden tamamen farklı birçok di l vardır.
B a b i l kulesi efsanesi "d i l ler arasında mevcut bütün farkları yok edecek ortak
bir dil oluşturmak isteği'nin bir hata olacağı konusunda b i z i uyarmıştı.
Herkes b i r b i r i ile anlaşabilecek fakat aralarında anlamaları gereken bir şey
kalmayacaktı. Çoğulculuk bir engeldir ama, aynı zamanda , bir zenginliktir .
B u n a rağman di lb i l imci ler dil ler arasında mevcut o lan konuşma kalıpları, çifte telafuz, özne ve yüklem gibi ortak kavramlar aramakla meşgul oluyorlar . Aslında gerçekten değişmez olan şey d i l in kendisidir . Z i r a b i r yandan di l sadece insan topluluklarına aittir, diğer yandan başka b i r dile tercüme edi lemeyen dil yoktur. Bazen anlam ve şiirselliğini kaybetmekle beraber her mesaj başka bir dile uyarlanabilir.
Aynı özellik eğitim için de geçerlidir. Şüphesiz, bi lgi ler ve değerler
kültürden kültüre değişebilir. Bununla birlikte bu konuda üzerinde durulması
gereken ik i k o n u gözden uzak tutulmamalıdır. B i r yandan insan her zaman
ve her yerde b i r eğitimin ürünüdür. Diğer yandan eğitimin verdiği bi lgi ve
kazandırdığı değerler her zaman anlaşılabilir ve kabul edilebil ir nitelik edir.
O halde kültürümüzün evrensellikte neyi içerdiği birtek c ü m e ile
özetlenebilir. " D i ğ e r kültürlerle karşılaşma ve kendisinden diğer kültürlere
birşeyler aktarma olasılığı" .
B u n u açıklamak için S c h o p e n h a u e r ' i n örneğine geri dönüyorum.
Bu örnekte ahlak b i l i n c i n i n değişken ve izaf i o lmadığını g ö s t e r m e k
arzusundadır. Hiçbir ortak y a n l a n olmayan, her ikis i de ayrı b i r geleneğin
ürünü o lan Prusyalı subayın ahlak bi l inci ile dindar b i r y a h u d i n i n ahlak
b i l i n c i b i r b i r i ile çelişiyor. Fakat her ikis inin de sahip olduğu b i r ahlak
b i l i n c i vardır. Bu bilinç gözardı edilebil ir mi?
E ğ i t i m Y ö n e t i m i . Y ı l : 1 , S a y ı : 3 . Güz 1995
Y a h u d i ile Prusyalı subayın karşılaştıklarını f a r z e d e l i m . D e ğ e r
sistemlerinin farklı olması, farklı eğitim sistemlerinin ürünü olmaları , h e r
b ir inin farklı geleneği, tabuları olduğu bahanesiyle birbirlerini aldatmalarına
iz in veri lecek mi? B u n a iz in verilse bile diğeri aldatılmış olmayı n o r m a l
karşılayacak mı?
Hayır b u n a i z i n v e r i l e m e z . H e r h a n g i b i r i n e karşı n a m u s l u l u k
göstermek gibi geleneğe bağlı bazı değerlerin z a m a n içinde karşılaştıkları
kabul edi lmel idir . B u n u , farklı kültürlere ait değerlerin karşılaştığını,
kültürler arası hayat ve uluslar arası hayat doğrulamaktadır. Özellikle:, başka
kültürlerle temas bir değerdir. Z i r a ancak bu yol la ahlak b i l i n c i gerçek
bilinç olacak ve ancak bu yol la evrenselliğe ulaşılacaktır.
B e n başka kültürlerle temas kuran eğitimi savunuyorum .Başka
kültürlerle temas kurarak başka kültürlerle temas k u r m a k için yapılan
e ğ i t i m i ( l ) .
374 (1) Pedagoje D e r g i s i , sayı: 97 , 1991,ss. 5-11