dinler ve mezhepler tarihi İbn hazm - ye k

1096
EL-FASL Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM 3. CİLT

Upload: others

Post on 22-Oct-2021

23 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

EL-FASL

Dinler ve Mezhepler Tarihi

İBN HAZM

3. CİLT

Page 2: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

TÜRKİYE YAZMA ESERLER KURUMU BAŞKANLIĞI YAYINLARI: 84

Dinî İlimler Serisi : 14

Kitabın Adı : EL-FASL Fİ’L-MİLEL VE’L-EHVÂ’ VE’N-NİHAL Dinler ve Mezhepler Tarihi

Müellifi : İbn Hazm Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Saîd b. Hazm el-Endelüsî el-Kurtubî (ö. 456/1064)

Çeviren : Prof. Dr. Halil İbrahim Bulut İstanbul Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Temel İslâm Bilimleri Böl. (İslâm Mezhepleri Tarihi), Öğr. Üyesi

Son Okuma : Yazma Eser Uzm. Yrd. Hüseyin Örs

Arapça Metin Hazırlık : Yazma Eser Uzm. Yrd. Ayşegül Sıvakcı Yazma Eser Uzm. Yrd. Esra Tellioğlu Ünver

Arşiv Kayıt : Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi, Reîsülküttâb, No. 555

Kitap Tasarım : AS-64 Basın-Yayın Tanıtım, Org. ve Paz. Ltd. Şti. Divanyolu Cad. Erçevik İşhanı, No: 203, Sultanahmet-İstanbul Tel: 0212 513 39 90 / www.as64.org • [email protected]

Baskı : Bilnet Matbaacılık ve Yayıncılık A.Ş. Dudullu OSB 1. Cadde No. 16 Ümraniye / İstanbul Tel: 444 44 03 www.bilnet.net.tr / Sertifika No. 31345

Baskı Yeri ve Yılı : İstanbul 2017

Baskı Miktarı : 1. Baskı, 2000 adet

Copyright © Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı. Her hakkı mahfuzdur. Bütün yayın hakları Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’na aittir. Başkanlığın izni olmaksızın tümüyle veya kısmen, hiçbir yolla ve hiçbir ortamda yayınlanamaz ve çoğaltılamaz.

T. C. Türkiye Yazma Eserler Kurumu BaşkanlığıSüleymaniye Mah. Kanuni Medresesi Sok. No: 5 34116 Fatih / İstanbulTel.: +90 (212) 511 36 37Faks: +90 (212) 511 37 [email protected]

KÜTÜPHANE BİLGİ KARTILibrary of Congress A CIP Catalog Record

İbn HazmDinler ve Mezhepler Tarihi, el-Fasl1. İslâm Mezhepleri, 2. Dinler Tarihi, 3. Kelâm, 4. İbn Hazm, 5. el-FaslISBN: 978-975-17-3906-3 (Takım) 978-975-17-3909-4

Page 3: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

T Ü R K İ Y EY A Z M AE S E R L E RK U R U M UBAŞKANLIĞI

T Ü R K İ Y EY A Z M AE S E R L E RK U R U M UBAŞKANLIĞI

EL-FASL

(METİN – ÇEVİRİ)

Dİnler ve Mezhepler Tarİhİ

İBN HAZM

(ö. 1064)

3. CİLT

Çeviri

Halil İbrahim Bulut

Page 4: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 5: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

İÇİNDEKİLER

VA‘D VE VA‘ÎD KONUSU 12

Muvâfât 58

Davetin Ulaşmadığı Bir Kimsenin Dinî Durumu 64

ŞEFAAT, MİZAN, HAVZ, SIRAT, KABİR AZABI VE

KABİR FİTNESİ 76

Şefaat 76

Mizan 80

Havz 84

Sırat 84

Amellerin Yazılması 86

Kabir Azabı 86

Ruhların Konakladıkları Yer 94

Ergen Olmadan Önce Ölen Müşriklerin ve Müslümanların

Çocuklarının Dinî Durumu 106

KIYAMET VE YENİDEN DİRİLİŞ 128

Cennet ve Cehennemin Yaratılışı 136

Cennet ve Cehennemin Ebedî Oluşları 142

İMÂMET ve FAZİLET MÜCADELESİ 150

İmâmetin/Hilâfetin Gerekliliği 150

Hz. Peygamber’den Sonra İmâmet 216

Fasl [Kadının ya da Çocuğun İmâmetinin Geçerli Olmadığı

Hususu] 224

Page 6: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Faziletin Vecihleri ve Sahabe Arasında Fazilet Mücadelesi 228

Faziletin Dereceleri 232

Hz. Ali’nin Fazileti Meselesi 304

Ali’nin Sahabeden (r.a.) Kendisi ile Savaşan Kimselerle Savaşması 360

Tahkim Hadisesi 368

Ali’nin İmâmeti Meselesi 374

Mefdulün İmâmeti Meselesi 394

İmâmetin İcrası Ne ile Geçerli Olur? 408

İyiliği Emretmek Kötülükten Alıkoymak 418

Fâsık Bir Yöneticiye İtaat Konusu 434

Mu‘tezile, Hâricîler, Mürcie ve Şîa Olmak Üzere Bid‘at Ehlinin

Görüşlerinden Küfre ya da Muhale Götüren Büyük

Musibetlerin Açıklanması 442

Şîa’nın Rezilliklerinin Açıklanması 444

Galiyye Fırkaları 458

Hâricîlerin Rezilliklerinin Açıklanması 476

Mu‘tezilenin Rezilliklerinin Açıklanması 488

Mürcie’nin Rezilliklerinin Açıklanması 524

Fırkaları Bilinmeyen Bir Topluluğun Rezilliklerinin Açıklanması 592

LETÂİFÜ’L-KELÂM 598

Sihrin Mâhiyeti 598

Cin, Şeytanın Vesvesesi ve Cin’in Saralıda Yaptıkları Konusu 630

Tabiatlar Konusu 638

Kadınların Peygamberliği 644

Rüya Konusu 652

Mahlûkatın Hangisi Daha Faziletlidir 656

Fakirlik ve Zengilik Konusu 676

Page 7: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

İsim ve Müsemmâ Konusu 678

Yıldızların Hükmü, Feleklerin ve Yıldızların İdrak Edip

Edemeyecekleri Konusu 708

Allah’ın Yaratması Konusu 718

Bekâ ve Fenâ Konusu 724

Ma‘dûm Konusu: Ma‘dûm, Bir Şey Midir? Yoksa Değil Midir? 726

Muammer’e Göre Manalar Konusu 740

Eş‘arîler ve Onlara Uyanlara Göre Haller (Ahvâl) Konusu 748

Başka Bir Mesele 764

Yüce Allah’ın Âlemi Her An Yaratması ve Her Dakika Onu

Ziyadeleştirmesi Konusu 768

Hareketler ve Sükûn Konusu 770

Tevvellüt Konusu 782

Müdahale, Mücâvere ve Kümûn Konusu 788

Değişim-Dönüşüm (İstihâle) Konusu 796

Tafra (Sıçrama) Konusu 800

İnsan Konusu 802

Cevher ve Arazlar Konusu: Cisim Nedir? Nefis Nedir? 804

Helâ ve Müddet 818

Sûret 820

Akıl 822

Heyûlâ 826

Yüce Allah Cevher Midir? 828

Nefis Konusu 828

Kelâmcıların Parçalanmayacağını İddia Ettikleri Cüz (Atom)

Konusu 886

Diğer Bir Delil 916

Page 8: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Diğer Bir Delil 920

Diğer Bir Delil 922

Diğer Bir Delil 922

Arazın İki Vakitte Bâkî Kalmayacağı Konusu 930

Mârifetler Konusu 936

Delillerin Denkliğini (Tekâfü’)Kabul Eden

Bir Kimseye Dair Söz 972

Renkler Konusu 1030

Çoğalma ve Meydana Gelme Konusu 1042

NOTLAR 1051

DİZİN 1089

Page 9: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 10: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

EL-FASL

İBN HAZM

Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun

Page 11: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا

م ا ر ا

Page 12: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

VA‘D ve VA‘ÎD KONUSU

[1] Ebû Muhammed şöyle dedi: İnsanlar va‘d ve va‘îd konusunda ih-tilaf ettiler ve her bir grup bir görüş benimsedi. Bu gruplardan biri şöyle demiştir: Büyük günah işleyen bir kimse mümin olmayıp kâfir veya fâ-sıktır. Büyük günahlardan herhangi birisinde ısrarcı olarak ölen bir kimse müslüman olarak ölmemiştir. Ve müslüman olarak ölmediği için de ebedî olarak cehennemdedir. Amma büyük günahı olmadığı halde ölürse ya da ölmeden önce büyük günahından tövbe ederse, bu kişi cennet ehlinden olup asla cehenneme girmeyecektir.

[2] Bu gruplardan biri de, ister büyük isterse küçük günah olsun her günahın imandan ve İslâm’dan çıkardığını söylemişlerdir. Eğer söz konusu kişi bu hal üzere ölürse müslüman değildir, müslüman olmayan bir kimse de ebedî olarak cehennemdedir. Bunlar, Hâricîler ve Mu‘tezilenin görüş-leridir. Ancak Bekir b. Uhtü Abdulvahit b. Zeyd1, Talha2 ve Zübeyr’in3 (r.a.) cennet ehlinden iki kâfir olduklarını söylemiştir. Çünkü bu ikisi Be-dir ashabındandır. Nitekim Allah Elçisi (s.a.), yüce Allah’ın Bedir ashabı hakkında “Dilediğinizi yapın, sizleri bağışladım.” buyurduğunu haber ver-miştir. Bekir b. Uhtü Abdulvahit, Bedir ashabının -küfre düşseler bile- ba-ğışlandıklarını söylemiştir. Çünkü onlar, diğerlerinden farklıdırlar.

[3] Mürcie’den bazıları, küfürle birlikte iyiliğin fayda vermediği gibi, müslüman olduktan sonra günah (seyyie) da zarar vermez dediler. Onlar, her günahı işlemiş olsa da müslümanın cennet ehlinden olduğunu ve ce-hennemi görmeyeceğini söylediler. Çünkü cehennem kâfirler içindir. Bu iki gruptan her biri (yani Mu’tezile ile Hâricîler ve Mürcie grupları), cehen-neme giren bir kimsenin daha sonra oradan çıkacağını kabul etmez. Bilakis cehenneme giren bir kimse orada ebedî olarak kalıcıdır. Cennet ehlinden olan kimse de cehenneme girmez.

[4] Ehl-i Sünnet, Hüseyin en-Neccâr4 ve taraftarları, Bişr b. Ğiyâs el-Merîsî5, Ebû Bekir Abdurrahman b. Keysan el-Esamm el-Basrî6, Ğaylân Ebû Mervan ed-Dımeşkî el-Kaderî7, Muhammed b. Şebîb8, Yûnus b. İm-rân, Ebu’l-Abbâs en-Nâşî9, el- Eş’arî ve taraftarları, Muhammed b. Kerrâm10 ve taraftarları şöyle dediler: Şüphesiz kâfirler ebedî olarak cehennemde ka-lacaklardır. Müminlerin tamamı her ne kadar büyük günah işleseler ve bu günahlarında ısrarcı olarak ölseler dahi cennettedirler.

30

25

20

15

10

5

Page 13: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

م ا وا כ ا

ل. ] ١[ ــ ــ א ــ כ ــ ــ وا ــ ا ــאس ــ ا : ا ــ ــ ــאل أ

ــאت ــ ــ وأن כ א ــ و ــ כא כ ــא و ــ ة ــ כ ــ ا א ــאل: إن ــ ــ

ــ ــ ــ א ــ ــ ــ א، وإذا ــ ــ ــ ــ א כ ــ ا ة ــ ــ כ ا ــ

ــ ــ ــ ــ ــ ه ــ א ــ כ ــאب ، أو ــ ة ــ ــאت و כ ــ ا. وأن ــ ــאر أ ا

. ــ ــאر أ ــ ا ــ ــ ا أ

م ] ٢[ ــ אن وا ج ا ــ ــ ــ أو כ ــ ن כ ذ ــ ــאل ــ ــ و

ارج ت ا ــא ه ــ אر و ــ ا ــ ــ ــ ا . و ــ ــ ــ ــ ــאت ن ــ

ــ ر ا ، وا ــ ــ ــאل ــ ــ ز ــ ا ــ ا ــ ــ أ כــ . إ أن ــ وا

ــ ل ا ــ ــאل ر ــ ر، و ــ ــ ــ أ ــא ــ ــ ا ــ أ ان ــ ــא כא ــא، إ

ــאل: . כــ ت ــ ــ ــ ــא ا ــ ر: ا ــ ــ ــאل ــ א : إن ا ــ ــ و ا

. ف ــ ــ ، ــ ر ــ وا ــ ر إن כ ــ ــ

ــ ] ٣[ כ ــ ا ــ ــא ، כ ــ م ــ ــ ا ــ : ــ ــ ا ــאل و

ــאرا، ى ــ ، ــ ــ ا ــ أ ــ ــ ــ ــ ــ ــ و ــכ ا: ــ א ــ

ج ــ ــ ــאر ــ ا ا أ ــ ن أ ــ ــ ــ א ــ ا א ــא ــאر، وכ כ ــאر ــא ا وإ

ــ ــ ــ ا ــ أ ــ כאن ا، و ــ ــא أ ــ ــ ــאر ــ ا ــ د ــ ــא،

ــאر. ــ ا

]٤ [ ، ــ ــאث ا ــ ــ : و ــ א ــאر وأ ــ ا ــ وا ــ ا ــאل أ و

ــ وان ا ــ ــ ن ــ ي، و ــ ــ ا ــאن ا ــ כ ــ ــ ا ــ כــ ــ وأ

ي، ــ ، وا ــ א ــאس ا ــ ا ان، وأ ــ ــ ــ ، و ــ ــ ــ ري، و ــ ا

ــאر، وأن ا ــ ا ون ــ ــאر כ ، أن ا ــ א ام، وأ ــ כــ ــ ، و ــ א وأ

ــא. ــ ا ــ א ــ א ــאب כ ا أ ــ ، وإن כא ــ ــ ا ــ כ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 14: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi14

[5] Müslümanlar da iki gruptur: Bir grup, cehenneme girecek sonra da cehennemden çıkarılıp cennete konulacaktır. Diğer grup ise cehenneme hiç girmeyecektir. Yukarıda zikrettiğimiz grupların tamamı yüce Allah’ın büyük günah sahibi olan müminlerden dilediği kimselere cehennemde azap edip daha sonra onları cennete koyabileceğini veya bu kimseleri ba-ğışlayıp onlara azap etmeden cennete koyabileceğini kabul etmektedirler. Daha sonra gruplara ayrıldılar.

[6] Onlardan bir grup ile birlikte Muhammed b. Şebîb, Yûnus ve en-Naşî şöyle demiştir: Yüce Allah, kebire sahiplerinden birisine azap ederse, onların tamamına da kaçınılmaz olarak azap etmesi gerekir ve daha sonra onlardan birini cennete koyarsa zorunlu olarak hepsini cennete koyması gerekir. Bir grup da şöyle demiştir: Her ne kadar günahları eşit olsa dahi yüce Allah, dilediğine azap edebilir ve dilediğini bağışlayabilir. Hatta ister-se günahı daha fazla olanı affedebilir ve günahı diğerine nazaran daha az olana da azap edebilir.

[7] İbn Abbâs ve İbn Ömer (r.a.), yüce Allah’ın büyük günah işleyen kimselerden -kasıtlı olarak insan öldüren hariç- dilediğini bağışlayabilece-ğini, onlardan dilediğine azap edebileceğini söylemişlerdir. Çünkü kasıtlı olarak insan öldüren bir kimse ebedî olarak cehennemde kalıcıdır.

[8] Yine onlardan bir grup şöyle demiştir: Büyük günahların tamamın-dan tövbe ederek ya da asla büyük bir günah işlemeden müslüman olarak şanı yüce Allah’a kavuşan bir kimsenin seyyielerinin (küçük günahlarının) tamamı affedilmiştir. Bu kimse cennet ehlindendir ve küçük günahları yüce Allah’ın ulaşmasını dilediği noktaya kadar ulaşsa dahi cehenneme gi-remeyecektir. Ancak her kim tövbe etmediği bir veya birden çok büyük günahı olduğu halde yüce Allah’a kavuşursa, bu kişi hakkında verilecek hüküm günah-ceza dengesidir. Şayet iyilikleri, büyük ve küçük günahla-rına ağır basarsa onun büyük ve küçük günahlarının tamamı düşer ve o cennet ehlinden olur ve cehenneme girmez. Ancak iyilikleri, büyük ve kü-çük günahları ile eşit olursa işte bunlar A’raf11 ehlidirler, burada kalırlar ve cehenneme girmezler, daha sonra cennete girerler.

30

25

20

15

10

5

Page 15: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 15

ــ ] ٥[ ــאر إ ــ ا ــא أي ن ــ ــ ــאر. ن ا ــ ــ א ــאن، א ــ وأ

ب ــ ــ أن ــ و ا ــ א ــא ــ ذכ ــאر، إ أن כ ــ ا ــ א ، و ــ ا

ــ ــ ــ أن ، و ــ ــ ا ــ ــאر. א ــ א כ ــאب ا ــ أ ــ ا ــאء ــ

ا. ــ ــ ا ، ــ ون أن ــ ــ ــ ا و

ب ] ٦[ ــ ، إن ــ א ، وا ــ ، و ــ ــ ــ ــ ــ و ــ א ــ א

، ــ ــ ا ــ أد ، ــ ــ و ب ــ ــ א כ ــאب ا ــ أ ا ــ ــ وا א ا

ــאء، ــ ب ــ ــ : ــ א ــ א . و ــ ــ و ــ ــ ــ ا ــ وإن

ــ ــ أ ــ ــ ــ . و ــ ة ــ ــ כ ــ ذ ــאء، وإن כא ــ ــ و

ــא. ــ ــ أ ــ ب ــ ــא، و

ــאب ] ٧[ ــ أ ــאء ــ ــ ــ ــ ا ــ ر ــ ــאس وا ــ ــאل ا و

ا. ــ ــאر أ ــ ا ــ ــ ا. ــ ــ א ، إ ا ــ ــאء ــ ب ــ ، و ــ א כ ا

ــ ] ٨[ ة أو ــ ــ כ כ ــא א א ــ ــ ــ و ــ ا ــ : ــ ــ א ــ א و

ــאر، ــ ا ، ــ ــ ا ــ أ ــ رة، و ــ ــא ــ כ ــ ة ــ ــ כ כــ

ــ ــ ة ــ ــ כ ــ و ــ و ــ ا ــ ، و ــ ــאء ا أن ــא ــ ــ ــ و

، ــ ه، و א ــ כ א ــ ــ ــ ر . ــ از ــכ ا ــ ذ כــ א ، ــ כ ــא

ت ــ ــאر، وإن ا ــ ا ــ ــ ا ــ أ ــ ــ و ــא ــ כ ه و ــ א ن כ ــ

ــאر، ن ا ــ ــ و ــ و اف، و ــ ــ ا ء أ ــ ، ــ ه، و ــ א ــ כ א ــ

. ــ ن ا ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 16: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi16

[9] Büyük ve küçük günahları iyiliklerine ağır basanlar ise, işte bunlar günahların ağır bastığı miktarca bir defa ateşe dokundurulmaktan cehen-nemde elli bin yıla kadar kalma ile cezalandırılırlar. Sonra onlar Allah El-çisinin (s.a.) şefaati ve yüce Allah’ın merhameti ile cehennemden çıkarılıp cennete konulurlar.

[10] Zikrettiğimiz kimselerin tamamı iyiliklerinin üstün geldiği mik-tarca cennette mükâfatlandırılırlar. A’raf ehlinden ve diğerlerinden olup iyilikleri üstün gelmeyen kimseler ile şefaat ve Allah’ın merhametiyle ce-hennemden çıkarılanlar cennette eşittir. Bunlardan her biri için dünyada-kinin on katı vardır. Onlar, iyiliğin kendisine ağır bastığı kimselerden olup cennette en az hatası olan kimselerdir.

[11] Ebû Muhammed şöyle dedi: “Büyük günah sahibi ebedî olarak cehennemde kalır ve küçük günah sahibi de böyledir.” şeklinde söz söyleyen kimselere gelince, onların delilleri yüce Allah’ın şu âyetleridir:“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.”12 “Her kim iyi amel getirirse, ona ondan daha hayırlısı vardır. Onlar o gün korku-dan emindirler. Kimler de kötü amel getirirse, yüzüstü ateşe atılırlar. (Onlara), ‘Ancak yaptıklarınızın karşılığını görüyorsunuz ’ (denir.)”13 “Kötü işler yapmış olanlara gelince, bir kötülüğün cezası misliyledir ve onları bir zillet kaplaya-caktır. Onları Allah’(ın azabın)dan koruyacak hiçbir kimse de yoktur. Sanki yüzleri, karanlık geceden parçalarla örtülmüştür. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.”

14 “Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebedî kalacağı cehennem ate-şine sokar.”

15 “Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî kalacağı cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”

16 “... Onlar, zina etmeyen kimselerdir. Kim bunları yaparsa ağır azaba uğrar. Kıyamet günü onun azabı kat kat artırılır ve horlanmış olarak orada ebedî kalır. Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka.” 17

“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldu-rasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) girecek-lerdir.”

18 “İffetli ve (haklarında uydurulan kötülüklerden) habersiz mümin kadınlara zina isnat edenler, gerçekten dünya ve âhirette lânetlenmişlerdir.”

19

30

25

20

15

10

5

Page 17: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 17

ــ ] ٩[ ــא ر ر ــ ــאزون ء ــ ، א ــ ــ ه و ــ א ــ כ ــ ر و

ــ ــאر، ــ ا ــ ــ ــ أ ــאء ــ ة إ ــ ــ وا ــ ب، ــ ــ ا ــ

ــ ، و ــ ــ و ــ ا ل ا ــ א ر ــ ــ ــ ا ــא إ ن ــ

. ــ א ا

אت، ] ١٠[ ــ ــ ا ــ ــ ــא ــ ــ ــ ا ــאزون ــא ــ ذכ وכ

ج ــ ــ ، وכ ــ ــ دو اف ــ ــ ا ــ أ ــ ــ ــ ــ ــ ــא وأ

ئ ــ ــכ إ ،و ــ ا اء ــ ــ ــ כ ــ א ــ ا א و ــ א ــאر ــ ا

ــ ــ ــ ــ ر ــ ــ ا ــ ــ ــ أ ات و ــ ــ ــא ــ ا ــ

ا. ــ א

ــ ا ] ١١[ א ــ و ة ــ כ ــ ا א ن ــ ــאل: ــ ــא : ــ ــ ــאل أ

و ــ ف ــ ــאء ا : ﴿أ إن أو ــ ــ و ل ا ــ ــ ن ــ ــכ، כ

ع ــ ــ ــ ــא و ــ ــ ــ א ــאء ــ ــ ﴿ א ــ ن﴾ و ــ ــ ــאل: ــ و ــאر﴾ ا ــ ــ و ــ כ ــ א ــאء ــ و ۞ ن ــ آ ــ

ــ ا ــ ــ ــא ــ ذ ــ ــא و ــ اء ــ אت ــ ا ا ــ כ ــ ﴿وا

ــ ــאر ــאب ا ــכ أ ــא أو ــ ا ــ ــא ــ و ــ ــא أ כ ــ א

ــאرا ــ وده ــ ــ و ــ ور ا ــ ــ ــ ﴿و א ــ ون﴾ و ــ א ــא

ا ــ א ــ اؤه ــ ا ــ ــא ــ ــ :﴿و א ــ و ــא﴾ ا ــ א ــ ن و ــ ــ ﴿و ــא﴾ و ــא ا ــ ــ وأ ــ و ــ ا ــ ــא و

ــא ۞ א ــ ــ و ــ א م ا ــ اب ــ ا ــ ــ א ــא ۞ א أ ــ ــכ ذ ــ

ــא ــ א ا ال ــ أ ن ــ כ ــ ا ﴿إن ــ א ــ و ﴾ ــ وآ ــאب ــ إ

ــ ا ﴿إن ــ א ــ و ا﴾ ــ ن ــ و ــאرا ــ

ــ ن ــ כ ــא إ

ــ ا ة﴾ ــ وا ــא ا ــ ا ــ ــאت ا ت ــ א ا ــאت ا ن ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 18: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi18

“-Savaş taktiği olarak düşmanı vurmak için çekilme, ya da diğer bir birli-ğe katılmak durumu hariç- böyle bir günde her kim onlara arkasını dönerse mutlaka o, Allah’ın gazabına uğramış olur. Onun varacağı yer de cehennem-dir. Ne kötü varılacak yerdir orası!”

20 “Allah’a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Âhirette de onlara büyük bir azap vardır.”

21 “Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar...”

22

[12] Onlar, şarap içen, kediyi öldüren23, zehirlemek, hançerlemek (de-mir) ya da bir dağdan atmak suretiyle kendisini öldüren bir kimsenin azap-la tehdit edilmesi hususunda Hz. Peygamber’den (s.a.) sahîh olarak gelen hadisler zikrettiler. Her kim kendisini öldürürse (intihar ederse) cehen-nemde ebedî olarak bu şekilde kendisine azap edilir. Her kim kendisini öl-dürürse Allah ona cenneti haram kılmış ve cehennemi de zorunlu kılmıştır.

[13] Onlar, büyük günahın iman ismini giderdiğini/yok ettiğini söy-lediler. Onlardan bazıları bunun şirk olduğunu, bazıları nimetin inkârı, bazıları nifak, bazıları da fısk olduğunu söylediler. Söz konusu kişinin mü-min olmadığını ve dolayısıyla cennete giremeyeceğini söylediler. Çünkü cennete ancak müminler girecektir. İşte bunlar, onların delil olarak ortaya koydukları hususların tamamıdır. Bizim zikrettiklerimizin dışında onların lehine bir delil olduğunu bilmiyoruz.

[14] Cehennemde ebedî olarak kalmayı katile tahsis eden kimseye ge-lince, onlar yüce Allah’ın “Kim bir mümini kasten öldürürse..”

24 meâlindeki sözünü sadece delil getirdiler. Müslümandan va‘îdin (azap ile tehdit etmek) sâkıt olduğunu kabul eden kimseler ise, “O ateşe, ancak yalanlayıp yüz çeviren en bedbaht kimse girer.”

25 meâlindeki yüce Allah’ın sözünü delil getirdiler.

[15] Onlar şöyle dediler: Bu âyet, öldürme, zina etme, faiz yeme ve bu-nun dışındaki fiillere yönelik yüce Allah’ın azapla tehdit ettiği kimselerin tamamının müslümanlar değil de özellikle bunların kâfirler olduklarına dair delil getirdiler.

30

25

20

15

10

5

Page 19: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 19

אء ا إ אل أو ــא ه إ ــ د ــ ــ

ــ ــ ﴿و א ــ و

ن אر ــ اء ا ــ ــא ــ ﴿إ ﴾ و ــ ا ــ و ــ واه ــ و ا ــ ــ

: ــ א ــ ــ ا﴾ إ ــ ا أو ــ ــאدا أن رض ــ ا ن ــ و ــ ور ا

. א﴾ ا ن ا ــ כ ــ ــ ﴿ا א ــ ﴾ و ــ اب ــ ة ــ

ــ ا ــ ﴿و

ــ ] ١٢[ ــ و ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ــ אد وا أ وذכــ

، ــ ــ دى ــ ــ أو ــ أو ــ ــ ــ ة، و ــ ــ ا א ــ و ــאرب ا

، ــ ــ ا ام ا ــ ــ ــ ــ ا، و ــ א ــ ــ ــ ــכ ــ ذ ــ

ــאر. ــ ا ــ وأو

ك، ] ١٣[ ــ ــ إ ــאل ــ ــאن، ا ــ ا ــ ة ــ כ ا أن وا وذכــ

ــ ــ ــאل إ ــ ــאق، و ــ ــאل إ ــ ، و ــ ــ ــ כ ــאل إ ــ و

، ــ ــ إ ا ــ ا ــ ، ــ ــ ا ــ ــא ــ ذا ــ ا ــ א

ــא، ــא ذכ ــ ــ ــ أ ــ ــ ــא ــ ا ــ ــא ا ا כ ــ

]١٤ [: ــ א ــ ا ــ ا ــ ــ א ــ א ا ــ ــ ــא وأ

ــ ــ כ ــ אط ا ــ א ــ ــ ــא ــ وأ ا﴾ ــ ــא ــ ــ ﴿و

﴾ ــ ب و ي כــ ۞ا ــ ــא إ ا ﴿ : ــ א ل ا ــ ا ــ א

ــ ] ١٥[ ــ و ــ ا ه ــ ــ כ أن ــ ــ ا ه ــ و ا: ــ א

. ــ ــ א ــאر כ ا ــ ــא ــכ ذ ــ أو ــא ر أو ــא ز أو ــ

٥

١٠

١٥

Page 20: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi20

Ayrıca bunlar Allah Elçisinin (s.a.) “Her kim, “Allah’tan başka ilâh yoktur.” derse, Allah ona cehennemi haram ve cenneti ise vacip kılar.”, “Kalbinden gelerek samimiyetle “Allah’tan başka ilâh yoktur” diyen bir kimse, her ne kadar zina yapmış, hırsızlık yapmış ve şarap içmiş olsa da cennete girer. Ebû Zer istemese de.” şeklindeki hadisleri ile delil getirdiler. Yine Allah Teâlâ’nın “Şüphesiz, Allah’ın rahmeti iyilik edenlere çok yakındır.”

26 meâlin-deki sözünü de delil getirdiler.

[16] Onlar şöyle dediler: “Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun elçisidir.” şeklinde diyen bir kimse güzel davranmıştır ve o muh-sindir. Dolayısıyla Allah’ın rahmeti iyilik yapana yakındır. Allah her kime rahmet ederse ona azap etmez. Onlar şöyle dediler: Küfür bütün iyilikleri yok ettiği gibi, iman da bütün kötülükleri (seyyie) örter, siler. Rahmet ve af, şanı yüce Allah’a daha layıktır.

[17] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bunlar, onların delil getirdikleri şeylerin tamamıdır. Bunların dışında ya da açıkladığımız hususlara dâhil olan ve bundan çıkan onların lehine bir delil olduğunu asla bilmiyorum. Tevfîk Allah’ın yardımıyladır.

[18] “Yüce Allah, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Bazen ba-ğışladığı bir kimseden daha az günahı olan bir kimseye azap edebilir.” şek-linde söz söyleyen kimselere gelince, bunlar yüce Allah’ın “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar.”

27 sözünü ve “Allah dilediğini affeder ve dilediğini cezalandırır.”

28 meâlindeki sözünü delil getirdiler. Yine Al-lah Resulünün şu hadisini de delil getirdiler: “Yüce Allah kuluna beş vakit namazı farz kıldı. Her kim bir noksanlık olmaksızın bunları yerine getirirse onun cennete gireceği hususunda Allah katında bir ahit vardır. Her kim de bunları yerine getirmezse onun için Allah katında bir ahit yoktur. Allah diler-se ona azap eder, dilerse onu bağışlar.” Onlar, zikrettiğimiz bu iki âyeti, diğer grupların ilişki kurdukları âyetlerin tamamı üzerinde hüküm verici kabul ettiler ve şöyle dediler: “Hükmün tamamı Allah’a aittir; O, hükmünden dolayı sorgulanamaz. Dolayısıyla O, dilediğini yapar.” Biz, zikrettiğimiz bu durumun dışında onların lehine bir delil bilmiyoruz.

30

25

20

15

10

5

Page 21: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 21

م ا ــ ــ إ ا ــאل إ ــ ” : ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ا ــ وا

ــ ــ ا ــ د ــ ــא ــ إ ا ــאل إ ــ ــ ــ ا ــ ــאر وأو ــ ا

: ــ ــ و ل ا ــ ــ ذر“ و ــ أ ــ أ ــ ر ، ــ ب ا ــ ق وإن ــ ــא وإن وإن ز

﴾ ا ا ﴿إن ر

ــ ] ١٦[ ــ ــ ــ أ ل ا ــ ــ ر ــ إ ا ــאل إ ــ ا: و ــ א

ــכ ــ ــ כ ــא أن ا ا: כ ــ א ب و ــ ــ ــ ا ــ ر ، و ــ ــ ــ ا

. ــ ــ و ــא ــ ــ أو ــ وا ــ وا ــ כ כ ــאن ن ا ــ ، ــ

]١٧ [ ــ ا أ ــ ــ ــ ــ ــ ــא ــ ا ــ ــא ا ا כ ــ : ــ ــ ــאل أ

. ــ ــ ا א ــא . و ــ ج ــ ــא و ــא ذכ ــ أو

ــ ] ١٨[ ــאء، و ــ ب ــ ــאء، و ــ ــ ــ א ــאل: إن ا ــ ــא وأ

: ﴿إن ــ ــ و ل ا ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ــ ــא ــ ذ ــ أ ــ ب ــ

: ــ א ــ م ــ ــאء﴾ و ــ ــכ ــא دون ذ ــ و ــ ك ــ أن ــ

ا

ــ ا ــ ا ل ــ ر ل ــ و ــאء﴾ ــ ب ــ و ــאء ــ ــ ﴿

ــ ــ ــ ــ ــאء ــ ــ ــ ا ــ ا ات כ ــ ــ : ــ و

ــ ت ــ ــ ــ و ، ــ ا ــ أن ــ ا ــ ــ כאن א ــ ــ ود

ــ ا ا ــ . و ــ ــ ــאء ، وإن ــ ــאء ــ إن ــ ا ــ ــ כ ــ

، ــ ا ــא ا ــא ــ ــ ــאت ا ــ ا ــ ــ א ــא ــ ذכ ا

ــ ــ ــ ــא ــאء ــא ــ ــ ــ כ ــ ــ ــ כ ا ا ــ א و

ــא. ــא ذכ ــ

٥

١٠

١٥

Page 22: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi22

[19] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bunun bir benzerini kabul eden, ancak “Eğer yüce Allah onlardan birine azap ederse, tamamına azap eder; eğer onlardan birini affederse hepsini affeder.” şeklinde söz söyleyen kim-seye gelince, onlar Kaderiyye29 mensubudurlar ve bu sözle “adalet” pren-sibine meyletmişlerdir. Onlar, bir kimseyi affedip benzer günahları olan başka bir kimseyi cezalandırmanın zulüm ve kayırma/ iltimas olduğu ve yüce Allah’ın bu şekilde vasıflanamayacağı görüşündedirler.

[20] Dengeleme (muvazene) görüşünü kabul edenlere gelince, onlar da delil getirdiler ve şöyle dediler: Mu‘tezile ve Havâriç mezheplerini kabul edenlerin delil olarak ileri sürdükleri va‘îd âyetleri ve va‘îd haberleri, va‘î-di uygun görmeyenlerin delil getirdikleri af âyet ve hadisleri olmaksızın bunlarla ilişki kurulması ve anlamlandırılması câiz değildir. Aynı şekilde va‘îdin olmadığına dair ileri sürülen âyetler de va‘îdin varlığını gösteren âyetler olmaksızın anlaşılamaz, onlar üzerinden yorum yapılamaz. Asıl ya-pılması gereken şey bu âyet ve hadislerin tamamını cem’ etmektir. Bun-ların tamamı haktır ve Allah katındandırlar. Bunların tamamı muvazene âyetleri ve şefaat hadisleriyle açıklanan mücmel âyet ve hadislerdir. Öyle ki bu muvazene âyet ve şefaat hadisleri söz konusu âyet ve haberlerin umum ifadelerini açıklamaktadır ve bunların tamamı da Allah katındandır.

[21] Onlar, yüce Allah’ın aşağıdaki âyetlerinde dile getirilenler ile böyle bir sonuca varmışlardır: “‘Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!’ derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.”

30 “Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedil-meyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.”

31 “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.”

32 “Allah, sizin imanınızı boşa çıkaracak değil-dir.”

33 “... Bir de bakarsın, hepsi birden toplanıp huzurumuza çıkarılmışlardır. O gün kimseye, hiç mi hiç zulmedilmez. Size ancak işlemekte olduğunuz şey-lerin karşılığı verilir.”

34 “Allah, herkese kazandığının karşılığını vermek için böyle yapar. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.”

35 “... Sonra herkese ka-zandığı amellerin karşılığı verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır.”36 “Kıyamet mutlaka gelecektir. Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye...”

37

30

25

20

15

10

5

Page 23: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 23

ب ] ١٩[ ــ ــ إن א ــאل ا ــ ا إ أ ــ ــ ــאل ــ ــא : وأ ــ ــ ــאل أ

، ــ ر ــ ، ــ ــ ــ ــ ا ــ ، وإن ــ ب ا ــ ــ ا ــ وا

ــ ــ ــ ــ ، و ــ ا ة ــ ل، ورأوا أن ا ــ ــ ا ل ــ ا ا ــ ا ــ

ــכ. ــ ــ و ــ ا ــאة، و א ر، و ــ ــ ذ

ــאر ] ٢٠[ ، وأ ــ ــאت ا ا: إن آ ــ א ا ــ ــ ا ــ از א ــאل ــ ــא وأ

ز أن ــ ــא ارج، ــ ، وا ــ ــ ا ــ ــ ذ ــא ــ ــ ا ، ا ــ ا

ــ ــ أ ــא ــ ــ ا ــ ا ــ ا אد ، وأ ــ ــאت ا ــא دون آ ــ א ــ

ــ ز ا ــ ــ ــ و ــ ا ــ ا ــא ــ ــ ا ــאت ا ــכ ا ، وכ ــ ا

ــכ ــ ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ا ــ أ ــא ــ ــ ا ــאت ا ــא، دون ا

א ــ ــ ــא ، وכ ــ ا ــ ــא ــ وכ ــא ــאر، وכ ــכ ا ــאت، و ا

ــכ ــ و א ــכ إ آ م ــ ــאن ــ ــ ، ا א ــ ــ ا אد ، وأ ــ از ــאت ا

. ــ ا ــ ــא ــאر، وכ ا

ــאدر ] ٢١[ ــאب כ ا ا ــ ــאل ــא ــא و ــאل: ﴿ ــ ــ ــ و ــא ا ا: وو ــ א

ا﴾ ــ ــכ أ ر ــ ا و ــ

א ا ــ ــא وا ــ ــא وو א ة إ أ ــ כ ة و ــ

א وإن כאن ــ ــ ــ ــ ــ א م ا ــ

ــ ا ــ از ا ــ : ﴿و ــ א ــאل و

ه ۞ ــ ا ــ ــאل ذرة ــ ــ ﴿ : ــ א ــאل . و ــ دل﴾ ا ــ ــ ــ ــאل

ــאل ﴾ و כــ א إ ــ ــא כאن ا : ﴿و ــ א ــאل ه﴾ و ــ ا ــ ــאل ذرة ــ ــ و

ــאل . أو ــ א﴾ ا ــ ــ ــ م ــ א ون۞ ــא ــ ــ : ﴿إذا ــ א

: ــ א ــאل ــאب﴾ و ا ــ إن ا ــ ــא כ ــ כ ي ا ــ ﴿ : ــ א

﴾ א ى כ ﴿ : א אل ن﴾ و و א כ כ ﴿

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 24: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi24

“Ve şüphesiz ki, insan için kendi çalıştığından başkası yoktur. Ve elbette ki, ça-lışmasını yakında görecektir. Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir.”

38 “Şüphesiz zulmedenlere bundan başka bir azap daha var.” 39

“... (Bu) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırması için (böyle)dir.”

40 “Orada herkes daha önce yaptığı şeyleri yoklayacak (ve kendi akıbetini öğrenecek)...” 41 “Şüphesiz Rabbin onların her birine, yaptıklarının karşılığını tastamam verecektir. Şüphesiz Rabbin onla-rın yaptıklarından hakkıyla haberdardır.”

42 “...Kendiniz için önceden ne iyilik gönderirseniz, onu Allah katında daha üstün bir iyilik ve daha büyük mükâfat olarak bulursunuz.”

43 “İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kurun-tusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir.”

44 “...Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır.”

45 “Şüphesiz Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulmetmez. (Yapılan) çok küçük bir iyilik de olsa onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir.”

46 “Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim.”

47 “Herkes beraberin-de bir sevk edici, bir de şahitlik edici (melek) ile gelir. (Ona) “Andolsun ki sen bundan gaflette idin. Şimdi gaflet perdeni açtık; artık bugün gözün keskindir” (denir.) Beraberindeki (melek) şöyle der: “İşte bu yanımdaki hazır.” (Allah, şöyle der:) “Atın cehenneme, (hakka karşı) inatçı, hayrı hep engelleyen, haddi aşan şüpheci her kâfiri!” “Allah ile beraber, başka bir ilâh edinen o kimseyi atın şid-detli azabın içine!” Arkadaşı (olan şeytan) der ki: “Ey Rabbimiz! Onu ben az-dırmadım, fakat kendisi derin bir sapkınlık içinde idi.” Allah, şöyle der: “Benim huzurumda çekişmeyin. Çünkü ben bu (konudaki) uyarıyı size önceden yap-tım.” “Benim katımda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim.”

48 “İşte o vakit, kimin tartıları ağır gelmişse, Artık o, hoşnut olacağı bir hayat içinde olacaktır. Ama kimin de tartıları hafif gelirse, İşte onun anası (varacağı yer) Hâ-viye’dir. Sen Hâviye’nin ne olduğunu ne bileceksin? O, kızgın bir ateştir.” 49 “Çünkü iyilikler kötülükleri giderir.”

50 “Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölür-se, öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, âhirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.”

51 “Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.”

52 “Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün asla zulüm yoktur.”

53 İşte bu, kıyamet günü Allah Teâlâ’nın kelâmının ifadesidir. O, gizli ve kapalı olan her şeye hükmedendir.

30

35

25

20

15

10

5

Page 25: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 25

اء ــ ﴿ا : ــ ــ إ ﴾ ــ ــא إ ــאن ــ ﴿وأن : ــ א ــאل و

: ــ א ــאل ــכ﴾ و ــא دون ذ ا ا ــ ــ : ﴿وإن ــ א ــאل ﴾ و ــ و ا

כ ــ ــכ א ﴿ : ــ א ــאل و . ــ ا ا﴾ ــ ــא ــאءوا أ ــ ا ي ــ ﴿

ــאل ﴾ و ــ א ــכ أ ر ــ ــא : ﴿وإن כ ــ א ــאل ﴾ و ــ ــא أ ــ

: ــ א ــאل . و ــ ﴾ ا ا ــ وه ــ ــ ــ ــכ ا ــ ــא : ﴿و ــ א

ــ و ــ ــ ءا ــ ــ ــ ــאب כ ا ــ أ ــ א أ و כــ א ــ ﴿

: ــ א ــאل وه﴾ و ــ כ ــ ــ ــ ا ــ ــא : ﴿و ــ א ــאل . و ــ ﴾ ا ــ

ا ــ أ ــ ــ ت ــ ــא و א ــ ــכ ــאل ذرة وإن ــ ﴿إن ا

﴾ ــ أو أ ــ ذכــ כــ ــ א ــ ــ أ ــ : ﴿أ ــ א ــאل ــא﴾ و

﴿ : ــ א ــ ــ ﴾ إ ــ و ــא ــא ــ ــאءت כ : ﴿و ــ א ــאل و

: ــ א ــ ــ إ ﴾ ــ ل ــ ــ כאن כــ و ــ أ ــא ــא ر ــ ــאل

ــ ــ ــ از ــ ــ ــא ﴿ : ــ א ــאل و ﴾ ــ م ــ ــא أ ــא ﴿و

: ــ א ــאل و رة. ــ ا ــ آ ــ إ ﴾ ــ از ــ ــ ــא وأ ــ را ــ

ــ ــ د כــ د ــ ــ : ﴿و ــ א ــאل אت﴾ و ــ ا ــ

אت ــ ﴿إن ا

ــ א ــאء ــ ﴿ : ــ א ــאل ﴾ و ــ א أ ــ ــכ و ــ כא ــ و ــ

م ــ : ﴿ا ــ א ــאل ــא﴾ و ى إ ــ ــ ــ א ــאء ــ ــא و א أ ــ ــ

ــ ، و ــ א م ا ــ ــ ــ כ ا ــ م﴾ ــ ا ــ ــ ــא כ ــ ى כ ــ

. ــ ــ כ ــ א ا

٥

١٠

١٥

Page 26: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi26

[22] Onlar şöyle dediler: Böylece yüce Allah adalet terazilerini kuracağı-nı, hiç kimseye hayır ve şer açısından ne bir zerre miktarı ne de bir hardal tanesi kadar zulmedilmeyeceğini açıklamıştır. Böylece günahların iyilikleri yok etmeyeceği ve büyük günahların da imanı silip götürmeyeceği hususu-nun doğruluğu ortaya çıkmış olur.

[23] Yüce Allah, herkesi, kazandığı, yaptığı ve gayret ettiği şeyler sebebiy-le sorguya çekeceğini açıklamıştır. Kişi için ancak gayreti ve çalışması vardır. Böylece yüce Allah kötülük yapanı ameli sebebiyle ve iyilik yapanı da iyiliği sebebiyle bu şekilde hesaba çekecektir. O, insanlara amellerinin karşılığını tastamam verir, hayır ve şer de buna dâhildir. Şüphesiz yüce Allah bütün hayırlı ve bütün kötü amellerin karşılığını verir. Bütün bunlar, ( büyük günah sahibinin) ebedî olarak cehennemde kalacağını kabul eden kimsenin görüşü-nü ve genel olarak cezalandırmanın (va‘îd) sâkıt olduğunu kabul eden kim-selerin görüşünü zorunlu olarak iptal eder. Çünkü Mu‘tezile, imanın ( büyük günah sebebiyle) yok olacağını ve (küçük günahları) yok edeceğini söyler. Bu, yüce Allah’ın şu sözüne aykırıdır: O, bizim imanımızı ve bizden amel eden bir kimsenin amelini zayi etmez.

[24] Onlar, iyiliğin tek bir günahla düşeceğini, yok olacağını söyledi-ler. Halbuki Yüce Allah’ın sözü şöyledir: “Muhakkak ki iyilikler kötülükleri giderir.”

54

[25] Ayrıca onlar, günahların iyilikleri giderdiğini söylemişlerdir. Hal-buki yüce Allah, amellerin ancak şirk ve şirk üzere ölmekle yok olacağını açıklamıştır. Nitekim yüce Allah “Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır...”

55 şeklinde buyurmuştur.

[26] Şayet her küçük veya büyük günah cehennemde ebedî olarak kal-mayı zorunlu kılsaydı ve güzel amelleri yok etse idi, elbette her küçük ya da büyük günah küfür olur ve günahların hepsi eşit olurdu. Bu ise naslara aykırıdır. Zikrettiğimiz âyetler sebebiyle yüce Allah’ın “Onlara korku yok-tur, onlar üzülmeyeceklerdir.”

56 şeklinde haklarında buyurduğu kimselerin iyiliklerinin kötülüklerine üstün gelen kimseler olduklarını biliriz. Böylece onların ileri sürdükleri her bir günahı düşürmüştür. Yüce Allah’ın “Kimler de kötü amel getirirse, yüzüstü ateşe atılırlar.”

57 meâlindeki sözünün bü-yük günahları iyiliklerine üstün gelen kimse hakkında olduğu doğrudur.

30

25

20

15

10

5

Page 27: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 27

ا ] ٢٢[ ــ ــ أ ــ ، وأ ــ ــ ا از ــ ا ــ ــ أ ــ و ــ ا ا: ــ א

ــ ــ أن ا ، ــ ــ ، أو ــ ــ ــאل ذرة دل، و ــ ــ ــאل א، و ــ

. ــ א כ ــ ا ــאن ، وأن ا ــ ــ ا

ــ ] ٢٣[ ــא ــ و ــא ــ و ــא כ ــ ي כ ــ ــ ــ أ א ــ ا و

ــ ــ أ ــ و ــא ــאء ــ أ ــכ ي ــ ــ ــ وأ ــא ــ ا ــ ــ وأ

ــ . وأ ــ ــ وا ــכ ا ــ ذ ــ ، ــ א ــאس أ ــ ا ــ א ــ ، وأ ــ א

ــאل ــ ل ــ ــ ــ ا כ ــ ، و ــ ء ــ ــכ ــ و ــ ــכ ــאزى ــ א

ل: إن ــ ــ ن ا ، ــ ــ אط ا ــ א ــאل ــ ل ــ ورة، و ــ ــ א

ــ ــא و א ــ ا ــ ــ أ א ل ا ــ ف ــ ا ــ . و ــ ــ و ــאن ا

ــא. ــ א

אت ] ٢٤[ ــ : ﴿إن ا ــ א ــאل ة. و ــ ــ وا ــא ــ : إن ا ــ ا ــ א و

אت﴾ ــ ا ــ

ــאل ] ٢٥[ ــ أن ا א ــ ــ אت. و ــ ــ ا אت ــ : إن ا ــ ا ــ א

ى ــ ــ ــ א ــאء ــ : ﴿و ــ א ــאل . و ــ ت ــ ك وا ــ ــא إ ا

ــא﴾ إ

ــ ] ٢٦[ و ، ــ ــ د ــ ا ــ ة، ــ כ أو ، ــ כ ــ כא ــ

ت ــ ا ــאوت و ا، ــ כ ة ــ כ כ أو ، ــ כ ــ כא ، ــ ا ــאل ا

ــ א ا ــאل ــ ا أن ــא ذכ ــא ــא و ص، ــ ا ف ــ ا ــ و ــא، כ

א ــ ــ ر ــ ا ــ ن﴾ ــ ــ و ــ ف ــ ﴿ : ــ

ــאء ــ ﴿و : ــ א ــ أن ــ و ــא ــ כ ــ ، א ــ ــ

، א ــ ــ א כ ــ ر ــ ــ ــאر﴾ ا ــ ــ و ــ כ ــ א

٢٠

٥

١٠

١٥

Page 28: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi28

Cehennemde ebedî olarak kalmayı zorunlu kılan günah ise küfürdür. Çünkü naslar, günahları sınıflandırmayı getirmiştir. Nitekim yüce Al-lah aşağıdaki âyetlerde şöyle buyurmuştur:“Eğer size yasaklanan (gü-nah)ların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örte-riz...”

58 İşte bunlar, büyük günahlardan sakınmak suretiyle affedilen günahlardır. “Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır).”

59 “Kim zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.”

60

[27] Böylece yüce Allah, cezalandırılan günahların bazılarının zerre miktarında bazılarının da bundan daha büyük olduğunu haber vermiştir. Şüphe yok ki küfür günahların en büyüğüdür. Şayet büyük günahların tamamının cezası cehennemde ebedî kalmak olsa idi, bu durumda büyük günahların tamamı küfür olur ve hepsi de eşit olurdu. Halbuki naslarda bu şekilde bildirilmemiştir.

[28] Yüce Allah’ın, katil ve diğer büyük günah sahiplerini ebedî ola-rak cehennem azabı ile tehdit etmesine gelince, şayet sadece bu âyetler gelmiş olsa idi onlardaki anlamı esas almak zorunda olurduk. Fakat yüce Allah, “O ateşe, ancak yalanlayıp yüz çeviren en bedbaht kimse girer.”

61 şeklinde buyurmuştur. Yüce Allah’ın kelâmı değişmez ve tenakuz ifade etmez.

[29] Katilin ve zina edenin kâfir olmadığı hususu doğrudur. Hak-kında azap tehdidi bulunan bu nevi günahları işleyen kimseler, “Müs-lüman kadınlarla nikâhlanmalarının mubah olması, namaz kılmakla emredilmiş olmaları ve mallarının zekâtı alınması” bakımından daha önce ifade ettiğimiz hususlar sebebiyle kâfir değillerdir. Dolayısıyla on-lar öldürülmezler. Şayet böylesi bir kimse katil olmakla beraber bağış-lanırsa ve başka bir müslüman kişi kalkıp onu öldürse bu kişiye kısas uygulanır. Yine o miras alabilir ve miras bırakabilir, kestiği hayvanın eti yenilir. Böylesi bir kimse kâfir olmadığına göre onun ebedî kalışının belirli bir müddet anlamında olduğu kesin olarak bilinir. Yüce Allah’ın yalan söylemeyen ve yüz çevirmeyen herkesten uzak tuttuğu ateşe girme eylemi, ancak ebedî olarak ateşe girmektir. Bunun dışındaki bir şey el-bette mümkün değildir.

30

25

20

15

10

5

Page 29: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 29

אت. ــ ــ ا ــאءت ص ــ ن ا ، ــ כ ــ ا د و ــ ــ ــ ا وإن ا

אت ــ ه ــ ﴾ כ א ــ כــ ــ

כ ــ ن ــ ــא ــ א ا כ ــ

: ﴿إن ــ א ــאل

: ــ א ــאل ــא﴾ و ــ ــ اء ــ : ﴿و ــ א ــאل . و ــ א כ ــאب ا א رة ــ

ه﴾ ا אل ذرة ﴿و

ــא ] ٢٧[ ــא ار ذرة، و ــ ــ ــא ــא ــאزى אت ا ــ ــ ا ــ أن א ــ

د، ــ ــא ا اء ة ــ ــ כ כ ــ כא אت، ــ ــ ا ــ أכ כ ــכ أن ا . و ــ ــ أכ

. ــ א ــכ ــ כ اء، و ــ ــא ــ כ כא ــא و ــ כ כא

ص ] ٢٨[ ــ ه ا ــ ت إ ــ ــ ــ ه، ــ ــ و א ــ ا د ــ א ــ ا ــא و وأ

ب ي כــ ــ ۞ ا ــ ــא إ ا ﴿ : ــ א ــאل ــ ــ כ ــא، ف ــ ــ ا

. ــ א ــ و ــ א ــ ﴾ وכ ــ و

ــאب ] ٢٩[ ا، وأن أ ــ ــ כא ــ ا ا، وإن ا ــ ــ כא ــ א ــ أن ا ــ و

ــכאح ــ ــאح ــ ــ أ ــ ــא ــא ذכ ــאرا ا כ ــ ــא ــ ب ا ــ ــכ ا

ن، ــ ، وأ ــ ــ ا ت، وأن زכאة أ ــ א رون ــ ــ אت، أ ــ ا

כ ــ رث، و ــ ث، و ــ ــ ، وأ ــ ــ ــ ــ ــ ــ א ــ ا ــ ــ أن وأ

ــ ــא، وأن ا ة ــ ــאم ــ ــא ده إ ــ ري أن ــ ــ ا ــ ــ כא ذ ــ ، ــ ذ

د، ــ ــ ا ــ ــא ــ إ ب و כــ ــ ــ ــ כ ــ א ــאه ا ي ــ ا

ا. ــ ــ ــ ز ا ــ

٥

١٠

١٥

Page 30: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi30

[30] Bu şekilde âyetler/naslar telif edilebilir ve birleştirilebilir. Birisi bir

beldeden bir başka beldeye elçi olarak gönderilse ve orada bir şeyden dolayı

bir müddet hapsedilse, söz konusu kişi hapsedildiği bu belde halkından

olmadığından dolayı orada belli bir müddet hapsedilmesi gerektiği hu-

susu hitap konusunda bilinen şeylerdendir. Dolayısıyla cehenneme giren

sonra da oradan çıkarılan bir kimsenin cehenneme girişi/atılışı sona ermiş

ve tamamlanmıştır ve o cehennem ehlinden değildir. Cehennem ehli ve

mutlak olarak ve genel anlamda oraya atılanlar, orada ebedî olarak kalacak

olan kâfirlerdir. Sahîh hadiste bu şekilde gelmiştir. Nitekim Allah Resulü

(s.a.), günahları sebebiyle cehenneme giren ve daha sonra oradan çıkarılan

bir kimseyi zikretmiş ve cehennemde ebedî olarak kalacak olan kâfirleri

kastederek “Cehennem ehline gelince onlar, cehennem ehli olan kimselerdir.”

şeklinde buyurmuştur.

[31] Yüce Allah, “(Ey insanlar!) Sizden cehenneme varmayacak hiç kimse

yoktur. Rabbin için bu, kesin olarak hükme bağlanmış bir iştir. Sonra Allah’a

karşı gelmekten sakınanları kurtarırız da zâlimleri orada diz üstü çökmüş

hâlde bırakırız.” 62 şeklinde buyurmuştur. Allah Resulü (s.a.) bu durumu

sahîh haberdeki şu ifadeleri ile açıklamıştır: “... Sonra cehennemin üzeri-

ne sırat köprüsü kurulur.” Böylece Kur’ân’ın açıklaması ve Allah Elçisinin

(s.a.) kelâmıyla sahîh olmuştur ki insanların toplandıkları yerden cennete

gidişleri cehennemin ortasından geçmek suretiyle olacak ve Allah, dostları-

nı cehennemin hararetinden kurtaracaktır. Ki onlar da büyük günahları ol-

mayan ya da büyük günahlarına tövbe eden kimselerdir. Bunların iyilikleri

kötülüklerine baskın gelmiş ya da büyük ve küçük günahları iyiliklerine

denk gelmiştir. Yüce Allah, büyük ve küçük günahları iyiliklerine üstün

gelen kimseleri arındırır ve imanları sebebiyle onları cehennemden çıkarıp

cennetine sokar. Kâfirleri de cehennemde ebedî olarak bırakmak suretiyle

mahveder. Nitekim yüce Allah, “Bir de Allah, iman edenleri arındırmak ve

küfre sapanları mahvetmek için böyle yapar.” 63 şeklinde buyurmuştur.

25

20

15

10

5

Page 31: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 31

ــ و ] ٣٠[ ــ أن א ــ ا د ــ ــ ا ــ و ص و ــ ــ ا ا ــ و

ــכ ــ ذ ــ أ ــ ــ ــא، ة ــ ــ ــ א ــ ا ــ أو ــ ــ ــ ــ إ

ــא، ــ ــ ــ ا ــא ج ــ ــ أ ــאر ــ ا ــ ــ د ، ــ ــ ي ــ ــ ا ا

ــא ون ــ ــאر ا כ ــ ا ــ ق، وا ــ ــ ا ــא ــ ــא، وأ ــ أ ــ

ــאر ــ ا ــ ــ م ــ ــ ا ــ ذכــ ــ ــ ا ــ ا ــאء ا כــ ا ــ أ

ــא ــ أ ــ ــאر ا ــ ا ــא أ ــ وأ ــ و ــ ا ــאل ــ ــא ج ــ ــ ــ

ــא. ــ ــאر ا כ ــ ا

ــא ۞ ] ٣١[ ــא ــכ ر ــ ــא כאن إ وارد כــ : ﴿وإن ــ ــ و ــאل ــ و

ــ ــכ م ذ ــ ــ ا ــ ــ ــא﴾ ــא ــ א ر ا ــ ا و ــ ا ــ ــ ا ــ

ل ــ م ر آن وכ ــ א ــ ــ ا ــ اط ــ ب ا ــ ــ ــ ــ ا ــ ا

ــ ــא ــ إ ــ ا ــ إ ــ ــאس ــ ا ــ أن ــ ــ و ــ ا ا

ــ أو ــ א ــ כ ــ ا ــא و ــ ــאءه ــ ا أو ــ و ــ ــ و

א ــ ــ و א ــאوت כ ــ أو א כ אو ــ ــ ــא ور ا ــ א ــ א ــ כ

ــ ــ א ــ א ــ ه و ــ א ــ כ ــ ر ــ ــ א ــ א وأ ــ

: ــ א ــאل ــא ــאر כ ــ ا ــ ــאر כ ــ ا ــ و א ــ ــ ا ــא إ

﴾ כא ا ا و آ ا ا ﴿و

٥

١٠

١٥

Page 32: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi32

[32] Bunlara ilaveten, günahkârların ebedî olarak cehennemde kaldığı-nı kabul eden kimseler, her bir va‘îd âyeti ve haberiyle bağlantı kurmuştur. Bu âyetlerle delil getirenler, bunlara muhalefet edenlerin başında gelmek-tedir. Çünkü onlar, “söz konusu büyük günahları işleyen, sonra da tövbe eden kimselerden va‘îdin düştüğünü” söylerler. Böylece söz konusu âyetle-rin zâhirini terk etmiş olurlar.

[33] Eğer onlar, “Biz bunu gerekli kılan başka âyetler sebebiyle söyle-dik.” derlerse, onlara şöyle denilir: Evet, biz de başka âyetler sebebiyle böy-le yaptık. Onlar da muvazene âyetleridir. Şüphesiz yüce Allah, ister hayır isterse şer olsun -aralarında bir fark yoktur- amel eden bir kimsenin ame-lini boşa çıkarmaz. Va‘îd âyetlerinin tamamının kâfirler hakkında geldiği-ni söyleyerek genel anlamda va‘îd âyetlerini hükümsüz kılan bir kimseye bu görüşün bâtıl olduğu söylenir. Çünkü Kur’ân’ın va‘îd ile alakalı baştan sona açıklamaları, kesin olarak ancak müminlerle alakalıdır. Yüce Allah’ın “O gün onlardan her kim sırtını dönerse....”

64 sözündeki açıklaması bununla alakalıdır. Bu ifadenin kâfir hakkında olması asla mümkün değildir. Böy-lece ebedî cehennemde kalmayı kabul edenin ve va‘îdin sâkıt olduğunu söyleyenin görüşü hükümsüz kalmıştır. Geriye, affetmenin ve cezalandır-manın mümkün olmasını güzel kabul eden kimsenin görüşü kalmıştır.

[34] Ebû Muhammed şöyle dedi: Biz, bu görüşü mücmel/kapalı bul-duk. Muvazene âyetleri onu açıklamıştır. Onların bu konuyla alaka kur-dukları “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar.”

65 meâlindeki âyet, zâhiri ve umûmîliği üzere haktır. Onların kabul ettiği şekilde bunu diğer âyetler tefsir etmiştir. Çünkü yüce Allah’ın kendisine şirk koşan bir kimseyi şirkinden tövbe etmesinden dolayı affedeceği hususunda şüphesiz bir ihtilaf yoktur. Yüce Allah’ın “... Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar.”

66 meâlindeki sözü böyledir.

[35] Bunların tamamı haktır. Ancak yüce Allah kendilerini bağışlamayı dilediklerinin kimler olduğunu açıklamıştır. Böylece eğer Allah’ın beyanı-na dönüp varırsanız, o haktır. Eğer diretirseniz, ancak icmal üzere sebat gerekir. Öyleyse bize yüce Allah’ın aşağıdaki sözlerinden haber veriniz?

30

25

20

15

10

5

Page 33: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 33

ــ ] ٣٢[ ــ ا ــאل ــ ــ ــ ــ ــ و ــ و ــ و ن כ آ ــ ــא وأ

ــ ــ ن إن ــ ــ ــא ــ א ــ أول ص ــ ــכ ا ــ ن ا ــ

ص. ــ ــכ ا ــ א ا כــ ــ ــ ــ ا ــ ــאب ــ ــ א כ ــכ ا

ــ ] ٣٣[ ــ ــ ــכ ــ ذ ــ أو ص أ ــ ــכ ــא ذ ــא ا إ ــ א ن ــ

ــ ــ ــ א ــ ــ وأ از ــאت ا ــ آ ــ و ص أ ــ ــא ــכ وכ

ــאل ــ و ــ ــאت ا ــ آ ــ أ ــאل ق و ــ ــ و ــ أو ــ ــ א

ــ ــ א آن ــ ــ ا ن ــ א ا ــ ــאر أن כ ــ ا ــאءت ــא ــא إ ــא כ إ

: ــ א ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ــ إ ــ ــ ا ــאر ا

ــ ــ ــ أ ــ כא ا ــ ن כــ כــ أن ه﴾ و ــ د ــ ــ ــ ﴿و

ــ ل ــ ــ ا ــ ــ و אط ا ــ א ــאل ــ ل ــ ــ و א ــאل ــ ل ــ

ــאب. ز ا ــ ة و ــ از ا ــ ــ أ

ــ ] ٣٤[ از ــאت ا ــ آ ــ ــ ل ــ ا ا ــ ــא : ــ ــ ــאل أ

ــכ ــא دون ذ ــ و ــ ك ــ أن ــ

: ﴿إن ا ــ ا ــ ي ــ ــ ا א ــ و

ــאت ــ آ ار א ــ ــ ــא و ــ ــא و א ــ ــ ــאء﴾ ــ

ك ــ ــ ا ــאب ــ ــ ك ــ ــ أن ــ א ــ أن ا ــ ــ ــ أ

ــאء﴾ ــ ــכ ــא دون ذ ــ ــ ﴿و א ــ ــכ ــכ وכ ــ

ن إ ] ٣٥[ ــאء أن ا כ إ أ ا

: א ل ا א و אل אت ا א ا وأن أ إ ا אن ا

٥

١٠

١٥

Page 34: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi34

“De ki: ‘Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümi-dinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder...’ ”

67, “Siz de O’nun yarattıklarından bir beşersiniz. (Allah) dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder.”68

[36] Acaba sizler bu kapsayıcılığı kabul eder misiniz? Onun günahlardan bir günah olan küfrü bağışlamasını mümkün görür müsünüz yoksa görmez misiniz? Yüce Allah’ın kıyamet gününde Îsâ’nın (s.a.) kendisine söyleyecekleri konusunda ondan hikâye ederek buyurdukları hakkında bize haber veriniz?

[37] “Ey Meryem oğlu Îsâ! Sen mi insanlara, Allah’ı bırakarak beni ve ana-mı iki ilâh edinin, dedin?” Îsâ da şöyle diyecek: “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarım. Hakkım olmayan bir şeyi söylemem, benim için söz konusu olamaz. Eğer ben onu söylemiş olsaydım, elbette sen bunu bilirdin. Sen benim içimde olanı bilirsin, ama ben sende olanı bilemem. Şüphesiz ki yalnızca sen gaybları hakkıyla bilensin. Ben onlara, sadece bana emrettiğin şeyi söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin (dedim.) Aralarında bulun-duğum sürece onlara şahit (ve örnek) idim. Ama beni içlerinden aldığında, artık üzerlerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen, her şeye hakkıyla şahitsin. Eğer on-lara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin. Allah, şöyle diyecek: “Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.” Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır..”

69

[38] Îsâ’yı ve annesini, Allah’tan başka iki ilâh edinen hıristiyanların, Allah’ın bu sözündeki doğruluğundan dolayı, onların bağışlanması ya da cezalandırılmaları arasında tercih yapma açısından onların bağışlanma-sı imkân dâhilinde midir? Yine yüce Allah’ın “Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazaca-ğım.”

70 sözü hakkında bize haber veriniz?

[39] “Bağışlama (mağfiret), küfre düşen ve kâfir olarak ölen bir kimse için elbette söz konusu olmaz.” şeklindeki görüş onların görüşlerindendir. Yüce Allah’ın “Şüphesiz O, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışın-dakileri dilediği kimselerden affedebilir.”

71 sözü sebebiyle onlar bu kapsam-dan ve bu genellemeden çıkmışlardır.

30

25

20

15

10

5

Page 35: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 35

ب ــ ا ــ إن ا ا ــ ــ ر ا ــ ــ

أ ــ ا ــ أ ــ ــאدي ا

ــא ﴿

ــ ب ــ ــאء و ــ ــ ــ ــ ــ ــ أ ــ ﴿ : ــ א ــ ــא﴾ و

ــאء﴾

ــ ] ٣٦[ ــ ــ ذ ــ כ ــ ا ــ ون أ ــ ــ ن ــ م ــ ا ا ــ ون أن ــ أ

ــ م أ ــ ــ ا ــ ــ ــא אכ ــ ــ و ل ا ــ ــ ــא و ب أم وأ ــ ا

: ــ א م ا ــ ــ א ــ ل ــ

ــ دون ] ٣٧[ ــ إ ــ ــ وأ و ــאس ا ــ ــ أأ ــ ــ ــ ا ــא ﴿

ــ ــ ــ ــ إن כ ــ ــ ــ ــא ل ــ ــ أن أ ن כــ ــא כ א ــ ــאل ا

ء ــ ــ כ ــ : ﴿وأ ــ ــ ــכ﴾ إ ــ ــא ــ أ ــ و ــ ــא ــ

ــאر﴾ ــא ا ــ ي ــ ﴿ : ــ ــ ﴾ إ ــ

ا ] ٣٨[ دون ــ ــ إ ــ وأ ــ وا ــ ا ــ ا ــאرى ا ــ أ

ــ ل ــ ا ا ــ ــ ــ א ا ل ــ ق ــ ــ ة ــ ا از ــ ــ ــ א

ــאل ﴿ : ــ א ــ ــ ــא و وأ ــ أو ــ ة ــ ا ــ ــ ا

ــ א כ ــ ء ــ כ ــ و ــ ور ــאء أ ــ ــ ــ أ ــ ا

כאة﴾ ــ ا ن ــ و ن ــ

ــ ] ٣٩[ ا وأ ــ ــאت כא ــ و ــ כ ــ ن ا כــ ة ــ ــ إن ا ــ

ك ــ أن ــ : ﴿إن ا ــ א ــ ــ ه ا ــ ــ م و ــ ا ا ــ ــ ن ــ אر

ــאء﴾ ــ ــכ ــא دون ذ ــ و ــ

٥

١٠

١٥

Page 36: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi36

[40] Onlara şöyle denilir: Yüce Allah’ın “..Bunun dışındakileri dilediği kimselerden affedebilir.”

72 meâlindeki sözünü, “İşte o vakit, kimin tartıları ağır gelmişse, artık o, hoşnut olacağı bir hayat içinde olacaktır. Ama kimin de tartıları hafif gelirse, işte onun anası (varacağı yer) Hâviye’dir.”

73; “Ancak yaptıklarınızın karşılığını görüyorsunuz”

74 ve “Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir.” 75

meâlindeki sözleriyle tahsis etmediğiniz halde, niçin bu genellemeyi bu âyetle tahsis ettiniz? Halbuki bu âyetlerde herhangi bir nesih de söz konusu değildir.

[41] Eğer onlar, “Evet, ancak yüce Allah’ın onların bağışlanmasını dile-mesi hariç.” derlerse, onlara şöyle denilir: Yüce Allah, kıyamet günü herkese kazandıklarının karşılığının verileceğini haber vermek suretiyle bunu dileme-yeceğini bildirmiştir. Bunların arasında bir fark yoktur.

[42] Ebû Muhammed şöyle dedi: “Hz. Peygamber (s.a.) haber vermiştir ki, bir adam sadakası, namazı ve orucu olduğu halde kıyamet günü gelir, fakat o şunun kanını akıtmış ve buna sövmüştür. Bu sebeple iyiliklerinin tamamı alınır ve onlara karşılık olarak verilir. Geride kendisine ait bir hasenat kalma-yınca onların günahları da onun üzerine yüklenir ve cehenneme atılır.”

[43] Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.), cehennemden çıkarılan ve te-mizlenip saflaştırıldıktan sonra cennete sokulan bir topluluktan haber ver-miştir. Allah Elçisi (s.a.), bunu, kalbinde bir arpa miktarı iyilik bulunan bir kimse, sonra kalbinde bir buğday tanesi hayır olan bir kimse, sonra bir hardal tanesi kadar hayır olan kimse, sonra kalbinde bir zerre miktarı iyilik bulunan kimse, sonra bundan daha az, daha az... hayır bulunan bir kim-se cehennemden çıkar. Sonra da İslâm’a inanmaktan başka asla bir hayır işlememiş kimsenin cehennemden çıkacağını açıklamıştır.76 Genel anlam ifade eden nasları açıklayan bütün bu naslar üzerinde durmak gerekir.

[44] Sonra onlara şöyle denilir: Küçük günahların (lemem) dışında asla kötülük işlemeyen ve kötülüğe niyet ettiği halde onu yapmayan bir kim-senin durumunu bize haber veriniz? Böylesi bir kimsenin, yüce Allah’ın “.. ancak küçük günahlar hariç (lemem)”

77 meâlindeki sözü ve Hz. Peygam-ber’in (s.a.) “Yüce Allah, dile getirmedikleri ve yapmadıkları müddetçe, içlerinden geçirdikleri şeylerden dolayı ümmetimi sorumlu tutmaz, hesaba çekmez.”78 anlamındaki hadisi sebebiyle genel olarak affedildiği hususu Ehl-i hakkın görüşündendir.

30

25

20

15

10

5

Page 37: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 37

]٤٠ [ : ــ א ــ ا ــ ــ ــ و ا ا ــ ــ ه ا ــ ــ ــ ــ و ــ

ــ ــ ــ ــ از ــ ــ ــא ﴿ : ــ ــאء﴾ ــ ــכ ــא دون ذ ــ ﴿و

ــא ون إ ــ ــ ﴿ : ــ א ــ ﴾ و ــ אو ــ ــ از ــ ــ ــא وأ ــ را

ــ ا ــ ﴾ و ــ ــא כ ــ ى כ ــ م ــ : ﴿ا ــ א ــ ن﴾ و ــ ــ כ

. ــ ــ

ــ ] ٤١[ ــ أ א ــ ا ــ أ ــ ــ ــ ــ ــאء أن ــ إ أن ا ــ א ن ــ

ق. ــ ــ و ــא כ ــ ي כ ــ م ــ ــכ ا ــ ذ ــ ــ أ א ــאره ــכ ــאء ذ

ــ ] ٤٢[ ــ ــ أن ا ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ أ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ا ــ ــ ا و ــ כ دم ــ ــ ــ ة ــ ــאم و ــ و ــ ــ و א م ا ــ

ــ ــ ور ــ ــ ف ــ ــ ــ ــ ــ ذا ــ ــא ــ ــ ــא א כ ــ

ــאر. ــ ا

ا ] ٤٣[ ــ ــ إذا ــאر ــ ا ن ــ م ــ ــ م ــ ــ ا ــ ا أ כــ و

ــ ــ ــ ــאر ــ ا ج ــ ــ ــכ م ذ ــ ــ ا ــ ــ ــ و ا ا ــ ا أد ــ و

ــאل ــ ــ ــ ــ ــ ــ ة ــ ــאل ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــאل

ــ ــ ــכ ــ ذ ــ ــ أد ــ أد ــ أد ــאل ذرة إ ــ ــ ــ ــ دل ــ ــ ــ

ــא ص כ ــ ه ا ــ ــ ف ــ ــ ا م ــ אدة ا ــ ل ــ ا ــ ــ ــ

. ــ ــ ا ة ــ ا

ــ ] ٤٤[ ــ א ــ ــ ــ و ــ إ ا ا ــ ــ ــ ــ ــא و ــאل أ ــ

ل ــ ﴾ و ــ : ﴿ إ ا ــ א ــ ــ ــ ر ــ ــ ــ أ ــ ا ل أ ــ ــ ــ

ــ ــא א ــ ــ أ ــ ــא ــ ــאوز ــ إن ا ــ و ــ ا ل ا ــ ر

. ــ ل أو ــ ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 38: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi38

[45] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, pek çok kısımlara ayrılır. Bun-lardan biri; bir kimse herhangi bir kötülüğü yapmaya niyet etse, sonra da yüce Allah’ı tercih ederek onu terk etse, bu ona bir hasene/iyilik olarak yazılır. Şayet bunu tercih ederek değil de başaramayarak terk ederse, bu durumda ona -yüce Allah’tan bir lütuf olarak- ne hasene ne de seyyie ya-zılır. Şayet niyet ettiği bu kötülüğü işlerse, ona bir seyyie yazılır. Şayet kişi bir iyilik yapmaya niyet etse ve onu yapamasa, bu durumda ona bir hasene yazılır. Eğer bunu yaparsa bu durumda ona on hasene yazılır. Bunların tamamı Allah Resulünün (s.a.) açıklamasıdır.

[46] Bu durumu reddedenlerden birisi ile tartışmıştım. O, kötülüğe niyet etmenin onda ısrar etmek olduğu görüşünü dile getirmişti. Ona şöyle dedim: “Bu yanlıştır. Çünkü ısrar, bir şeyi yapmaya yönelik niyetin de-vamından sonra kişinin yaptığı şeye devam etmesi suretiyle olur. Henüz yapmadığı bir şeye niyet eden bir kimseye gelince bu ısrar değildir. Ni-tekim yüce Allah, ‘... Onlar yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.’79 diye buyurmuştur.”

[47] Sonra onlara, büyük günahlar hariç, küçük günahları pek çok sefer işleyen, büyük günahları asla işlemeyen ve bu hal üzere ölen bir kimsenin durumunu sorarız. Onlar, yüce Allah’ın küçük günahlar işleyen kimselere azap etmesini mümkün görürler mi? Yoksa onlar, söz konusu kişinin kesin olarak affedildiğini söylerler mi? Eğer onlar, “Şüphesiz küçük günahlar, Allah tarafından kesin olarak bağışlanmıştır.” derlerse, doğru söylemiş ve yüce Allah’ın “... Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar.”

80 sözünü tahsis etmiş olurlar. Bu âyetin genele hitap eden yoru-munu ise terk etmişlerdir. Başka bir âyet vesilesi ile bunu tahsis eden bir kimseye karşı da bunu inkâr edemezler.

[48] Eğer onlar, “Yüce Allah’ın onlara bundan dolayı azap etmesi câiz-dir.” derlerse, bu durumda yüce Allah’ın “Eğer size yasaklanan (günah)ların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız.”

81 meâlindeki sözü sebebiyle Allah onları yalanlamıştır. Biz, yüce Allah’ın tekzip etmesinden O’na sığınırız.

30

25

20

15

10

5

Page 39: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 39

ــ ] ٤٥[ ــ أي ــ ــ ــא א أ ــא ــ أ ا ــ : و ــ ــאل أ

ــא כ ن ــ ــ ــ ــ כ ا ــ ــ א ــאر ــא כ ــ ت ــ ــ ا ــ כא

ــ ــ و ــ و ــ ا ــ ــ ــ و ــ ــ כ ــ ــאرا ــא

ــ ــ ــ כ ــא ــ و ــ ــ ــ و ة ــ وا ــ ــ ــ כ ــא

ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ا כ ــ אت و ــ ــ ــ ــ ــא כ ة وإن ــ وا

. ــ ــ و

ار ] ٤٦[ ــ ــ إ א ــ ــ أن ا ــ إ ا ــ ــ כ ــ ا ت ــ א ــ و

ــ ء ــ ــ ا ــ ــא ــ ن إ כــ ار ــ ن ا ــ ا ــ ــ ــ ــא

: ــ א ــאل ا ارا ــ ــ إ ــ ــ ــ ــא ــ ــ ــא ــ وأ ــ أن ــאد

ن﴾ ا و א وا ﴿و

ت ] ٤٧[ ــ ــ ــא و دا ــ ــ א כ ــא ا א אت ــ א ــ ــ ــ ــ

אت ــ ــ ا ــ ــא ــ ــ א ــ ا ون أن ــ ــכ أ ــ ذ ــאت ــ و ة ــ כ

ــ ا ــ ا وכא ــ ــ رة و ــ ــא ا أ ــ א ن ــ ــ ــ و رة ــ ــא ن إ ــ أم

ــ ــ ه ا ــ ــ ا כــ ــאء﴾ و ــ ــכ ــא دون ذ ــ ــ ﴿و א ــ ا ــ

ــ ــ آ ــא ــא أ ــ ــ ــכ وا ذ כــ ــ ــא

ــ ] ٤٨[ א ــ ا ــכ أכ ــ ذ ــ א ــ ا ــ أن א ــ ا ــ א وإن

ــ ــ כ و כ א ــ ــ כ ــ

כ ــ ن ــ ــא ــ א ا כ ــ

: ﴿إن ــ

. ــ ــ و ــ ا כ ــ ــא ذ ــ ــא﴾ و כ

٥

١٠

١٥

Page 40: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi40

[49] Sonra onlara, büyük günah işleyen ve bu hal üzere ölen bir kim-senin durumunu sorarız. Halbuki bu kimse güzel amel işlemiş ve muva-zene sırasında iyilikleri büyük günahlarına üstün gelmişti. Yüce Allah’ın bu kimseye söz konusu büyük günahları işlemesi sebebiyle azap etmesi câiz midir? Yoksa bu kişi affedilmiş ve günahları sâkıt olmuş mudur? Eğer onlar, “Söz konusu büyük günahlar affedilmiş ve ondan düşmüşlerdir.” derlerse, doğru söylemiş ve yüce Allah’ın “... Bunun dışında kalan (günah)

ları ise dilediği kimseler için bağışlar.” 82 sözünü genel anlamda yorumlamış

olurlar ve bu kimseleri dilediği kimselerden ve bağışladığı kimselerden kıl-mışlardır. Eğer onlar, “Bilakis yüce Allah’ın onları cezalandırması câizdir.” derlerse, bu durumda yüce Allah onları, “İşte o vakit, kimin tartıları ağır

gelmişse, artık o, hoşnut olacağı bir hayat içinde olacaktır.” 83 ve “Çünkü iyi-

likler kötülükleri giderir.” 84 sözü sebebiyle yalanlamıştır.

[50] Ebû Muhammed şöyle dedi: İyilikleri ile büyük günahları denk gelen bir kimse hakkındaki görüş de böyledir. Onlar A’raf ehli olup asla azap görmezler. Bu dört tabakaya mensup kimselerin, yüce Allah’ın kendi-lerini affetmeyi dilediği kimseler oldukları hususu kesin olarak doğrudur. Böylece geriye yüce Allah’ın affetmeyi dilemediği kimseler kalmıştır. Söz konusu tabakalardan geriye kalan sadece muvazenede büyük günahları iyi-liklerine üstün gelen kimselerdir. Onlar, günahları miktarınca cezalandırı-lan kimselerdir, sonra şefaat ve yüce Allah’ın merhameti ile cehennemden çıkarılacaklardır.

[51] Onlar, “Bunlardan yüce Allah’ın bağışlayacağı ve cezalandıracağı kimseler vardır.” dediler. Onlara şöyle deriz: Size göre bunu açıklayan her-hangi bir nas var mıdır? Onlar, asla buna bir cevap bulamazlar. Böylece on-ların bu konudaki hükmünün delilsiz olduğu ve ilişki kurdukları âyetlerin ve haberlerin tamamına muhalefet ettikleri ortaya çıkmıştır. Onlar, bunun umûmî olmadığını, bilakis husûsî olduğunu kabul ederler. Çünkü yüce Al-lah şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla ba-

ğışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar.” 8530

25

20

15

10

5

Page 41: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 41

ــ ] ٤٩[ אت ر ــ ــ ــא و ــאت ــ و א כ ــ ا ــ ــ ــ ــ

ــ أم א כ ــכ ا ــ ــ ــא ــ א ــ ا ز أن ــ ــ أ از ــ ا ه ــ א כ

ا أو ــ ــ ــא رة و ــ ــ ــ ا ــ א ن ــ ــ ــא ــ رة ــ ــ

ا ــ ــאء﴾ و ــ ــכ ــא دون ذ ــ : ﴿و ــ א ــ م ــ ا ــ ــ ا ــ כא

ــ ــ أכ ــ أن א ــ ا ــ א ــ وإن ــ ــ أن ــאء و ــ ء ــ

: ﴿إن ــ ﴾ و ــ را ــ ــ ــ ــ از ــ ــ ــא ﴿ : ــ ــ א ا

אت﴾. ــ ا ــ אت ــ ا

ــ ] ٥٠[ ه و ــ א א وכ ــ ــאوت ــ ل ــ ــכ ا : وכ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ر ــאت ا ء ا ــ ــא أن ــ ــ ــ ن أ ــ ــ اف ــ ــ ا أ

ــ أن א ــאء ا ــ ــ ــ ا ــכ ــ ــ ــ ــ أن א ــאء ا ــ ا

ــ ــ از ــ ا ه ــ א ــ כ ــ ر ــ إ ــאت أ ــ ا ــ ــ ــ و ــ

א ــ א ــאر ا ــ ن ــ ــ ــ ذ ر ــ ــאوزون ــ ا ــ א ــ

. ــ ــ و ــ ا و

כــ ] ٥١[ ــ أ ــא ــ ــ ــ ــ و א ــ ا ــ ء ــ ــ ا ــ א

ــ و ــאن ــ ــ כ ــ ا ــ أ ــ و ــ و ــ ــאن ا ا ــ

ــ ــא ــ ــ ــא ــ أ ون ــ ــ ــא ا ــ ــ ــאت ا ــ ا

ــא دون ــ ــ و ك ــ ــ أن ــאل إن ا ــ א ن ا ــ ــ

ــאء. ــ ــכ ذ

٥

١٠

١٥

Page 42: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi42

[52] Yüce Allah’ın iman eden bir kimsenin (önceki) şirk günahını ba-ğışladığı hususunda tartışma yoktur. Böylece söz konusu âyetin, diğer âyet ve haberler tarafından açıklanan bir mücmel (kapalı ifade) olduğu ortaya çıkmıştır. Ubade86 hadisi de böyledir: “Yüce Allah, kullarına, beş vakit na-maz kılmayı farz kılmıştır. Her kim bir noksanlık olmasızın bunları yerine getirirse, o kimse hakkında Allah katında onu cennete sokacağına dair bir ahit vardır. Bunları yerine getirmeyen bir kimse için ise Allah katında bir ahit yoktur. Allah dilerse onu affeder, dilerse ona azap eder.”87

[53] Onlar, -öldürme, zina etme ve hırsızlık yapma hariç-, namazın sı-nırlarından herhangi bir şey eksiltmeksizin namaz ibadetini yerine getiren kimseye yüce Allah’ın bazen azap edeceği hususunda ittifak etmişlerdir. Onlar şöyle derler: Eğer bunları yerine getirmese idi, ebedî olarak azap görmezdi. Bilakis o, cezalandırılır sonra da cehennemden çıkarılırdı.

[54] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, onların bu haberin zâhirini terk etmeleridir.

[55] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah’ın “İşte o vakit, kimin tartıları ağır gelmişse, artık o, hoşnut olacağı bir hayat içinde olacaktır.”

88 sözü ile “Ama kimin de tartıları hafif gelirse, İşte onun anası (varacağı yer) Hâviye’dir.”

89 arasında bir fark yoktur. Her ikisi de haberdir. Bunlardan bi-rinin iptal edilmesi câiz olursa diğerininki de câiz olur. Böylesi bir görüşten Allah’a sığınırız. Aynı şekilde yüce Allah “Benim huzurumda çekişmeyin. Çünkü ben bu (konudaki) uyarıyı size önceden yaptım. Benim katımda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim.”

90 meâlindeki sözü sebebiyle bu görüşten menetmiştir.

[56] Biz de şöyle deriz: Yüce Allah, dilediği kimseye azap eder, dilediği kimseye merhamet eder ve dilediği kimsenin, şirkin dışındaki günahlarını bağışlar. Herkes yüce Allah’ın meşietine dâhildir. Ancak biz şöyle deriz: Şüphesiz yüce Allah, kendisini bağışladığı ve azap ettiği kimseleri açıkla-mıştır. Mizan (mevazin), denge (muvazene) ve şefaat haktır. Tevfîk Allah’ın yardımıyladır.

25

30

20

15

10

5

Page 43: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 43

ــ ] ٥٢[ ــא ــ أ ــ ــ آ ك ــ ــ ا ــ א ــ ــ أ ف ــ و

ــ ات כ ــ ــ ــאدة ــ ــכ ــאر وכ ــאت وا ــא ا א ــ

ــ ا א כאن ــ ــ ود ــ ــ ــ ــ ــאء ــ ــאد ــ ا ــ א ا

ــ ــאء ــ إن ــ ا ــ ــ ــ ت ــ ــ ــ ــ و ــ ا ــ أن

. ــ ــאء ــ وإن

א إ ] ٥٣[ ــ ــ ود ــ ــ ــ ــ ــאء ــ ــ أن ن ــ ــ

ــ ب ــ ــ ــ ت ــ ــ ن إن ــ ب و ــ ــ ــ ق ــ ــ و ــ وز ــ أ

ــאر. ــ ا ج ــ ــ ب ــ ــ ــ ا

]٥٤ [. ا ا א א ك أ ا : אل أ

]٥٥ [ ــ ــ ــא ﴿ : ــ א ا ل ــ ــ ق ــ و : ــ ــ أ ــאل

ــ ۞ ــ از ــ ــ ــא : ﴿وأ ــ ــ ﴾ و ــ را ــ ــ ــ ــ از

ــאذ ا . و ــ ــאل ا ــאز إ ــא، ــאل أ ــאز إ ، إن ــ ــא ﴾ כ ــ אو

: ــ א ــ ل، ــ ا ا ــ ــ ــ א ا ــ ــ ــכ وכ ل، ــ ا ا ــ ــ

ــא ــא أ ي و ــ ل ــ ل ا ــ ــא ۞ ــ א כــ إ ــ ــ ي و ــ ا ــ ﴿

﴾ ــ م ــ

ــ ] ٥٦[ א ــ ــאء وأ ــ ــ ــאء و ــ ب ــ ــ א ل إن ا ــ ــ و

ل: ــ ــא ــ إ أ א ــ ا ــ ــ ــ ــאء وأن כ أ ــ ك ــ ــא دون ا ــ

، ــ ــ از ، ا ــ ــ از ب، وأن ا ــ ــ ، و ــ ــ ــ ــ ــ ــ א ــ إ

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ א ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 44: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi44

[57] Bize Muhammed b. Said b. Beyan hadis olarak rivayet etti. Ona, Ahmed b. Abdunnasîr; ona, Kâsım b. Asbağ; ona Muhammed b. Abdusse-lam el-Heşenî; ona Muhammed b. Müsennâ; ona Veki’ b. el-Cerrah; ona Süfyan es-Sevrî, Halid el-Huzâi’den, o da Mücahid’den, o da İbn Abbâs’tan yüce Allah’ın “Şüphesiz biz onlara (azaptan) paylarını eksiksiz olarak tasta-mam vereceğiz.”

91 sözü hakkında Allah Resulünün (s.a.) “Burada hayır ve şer açısından vaat olundukları şeydir.” dediğini rivayet etmişlerdir. İşte bu, görüşümüzün açıklamasıdır.

[58] Bir topluluk, Araplar nazarında, va‘îde (uyarmaya, azap ile tehdit etmeye) muhalefet etmenin güzel olduğunu iddia etmiş ve şöyle bir şiir inşat etmişlerdir: “Her ne kadar ben onu tehdit edip gözünü korkutmuş isem de; şüphesiz va‘îdimden (cezalandırma sözümden) vazgeçtim ve vaa-dimi yerine getirdim.”

[59] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu şiirin bir değeri yoktur; söz ko-nusu şair kâfir ve ahmak bir çömezin övünmesini yüce Allah’a karşı bir delil göstermiştir. Halbuki Araplar zulümle övünürler. Nitekim er-Râciz92 şöyle demiştir:

“Hâşim b. Hermele, babasını diriltti,

Sen, kralların çevrelerindeki insanları eleyip dağıttıklarını görürsün,

Bazan krallar günahkârı ve günahı olmayanı da öldürürler.”

[60] Araplar, vaadine muhalefet eden bir kimseyi yalancı kabul ederler. Nitekim Ebû Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ’nın93 inşat ettiği bir şiirde şöyle demiştir:

“Rabahoğullarının ardından beni mi tehdit ediyorsun?

Kıymeti yok yalan tehditlerin, ellerin bana erişmez zaten...”

[61] Eğer onlar, “Şirk uyarısını, muvazene ile tahsis edin.” derlerse, bu-nun câiz olmadığını söyleriz. Çünkü Allah Teâlâ bundan men etmiş ve “Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, öylelerin bütün amelleri boşa gitmiştir.”

94 diye buyurmuştur. Dolayısıyla her kimin ameli boşa git-miş ise, onun hiçbir hayrı yoktur. 30

25

20

15

10

5

Page 45: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 45

ــא ] ٥٧[ ، ــ ــ ا ــ ــ ــא أ ــאن، ــ ــ ــ ــ ــא

، ــ ــ ا ــ ــא ، ــ م ا ــ ــ ا ــ ــ ــא ، ــ ــ أ ــ א

، ــ א ــ اء، ــ ــ ا א ــ ري، ــ אن ا ــ ــא اح، ــ ــ ا ــ ــא وכ

ــא ــאل ص﴾ ــ ــ ــ ــ ــא : ﴿وإ ــ א ل ا ــ ــ ــאس، ــ ــ ا

ــא. ــ ــ ا ــ ، و ــ ــ و ــ ــ وا ــ و

ــ وإن ] ٥٨[ وا وإ ــ ب، وأ ــ ــ ا ــ ــ ف ا ــ م أن ــ ــ ــ اد و

ى. ــ ه ــ ــאدي و ــ ــ ــ وأو وا

ــ ] ٥٩[ ــ ــ כא ــ أ ــ ــ ــ ء، ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

: ــ ا ــאل ا ــ א ــ ب ــ ــ وا א ــ ا

א אه א أ أ

. ك ى ا

. ، و ذ ذا ا

ة ] ٦٠[ ــ ــ ه أ ــ ــא أ ــאل ا ــא. ــ כאذ ــ ا ب ــ ــ ا ــ و

: ــ ــ ا ــ

. اك دو ن אح כ ر وراء أ

. از א ك ا و ا ا: א ن

د ] ٦١[ ــ ــ : ﴿و ــ א ــאل ــכ، ــ ذ ــ א ن ا ز، ــ ــא:

ــ ــ ــ ﴾ ــ א أ ــ ــכ و ــ כא ــ و ــ

ــ ــ د ــ כ

. ــ ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 46: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi46

[62] Ebû Muhammed şöyle demiştir: Cehennemlikler, cehennem azabı konusunda derecelere ayrılmışlardır. Onların içinde en az azap göre-ni Ebû Tâlib’tir ve onun iki ayağının tabanına ateşten iki taş konulacaktır. Cehennem ehlinin azabı, yüce Allah’ın “...Kıyametin kopacağı günde de, ‘Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun’ denilecektir.”

95, “Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar.”

96 -Yani en şid-detli azap cehennemin en alt kısmındadır- ve “Biz onlara en büyük azaptan önce yakın azabı elbette tattıracağız.”

97 meâlindeki sözlerinde ifade bulduğu üzere farklılık gösterir.

[63] Ebû Muhammed şöyle dedi: Kâfirler, küfrün dışında işledikleri günahlar sebebiyle de cezalandırılırlar. Bunun delili, yüce Allah’ın “Sizi Cehennem’e sürüp sokan nedir? Onlar şöyle derler: “Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksula yedirmezdik. Bâtıla dalanlarla birlikte biz de dalardık. Ceza gününü de yalanlıyorduk. Nihayet ölüm bize gelip çattı.”

98 meâlindeki sözleridir. Böylece yüce Allah, kâfirlerin namazı terk etmeleri ve yoksula yedirmemeleri sebebiyle de cezalandırılacaklarını açıklamıştır.

[64] Ebû Muhammed şöyle dedi: Kâfirlerden olup da köle azat eden, sadaka veren ve buna benzer şekilde iyilerin amellerinden işleyen kimselere gelince, bunların tamamı boşa gitmiştir. Çünkü yüce Allah, kâfir olarak ölen bir kimsenin amellerinin boşa gittiğini söylemiştir. Fakat yüce Allah, birisini, işlemediği günahlardan dolayı değil de yaptıklarından dolayı ce-zalandırır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ancak yaptıklarınızın karşılığını görüyorsunuz”

99

[65] Kâfirlerden olup yoksulları doyurmayan bir kimse (bundan dolayı fazladan bir azap ile) cezalandırılacaktır. Çünkü o, yoksulu doyurmamıştır. Kâfir olmasına rağmen yoksulları doyuran bir kimse ise, fazladan olan bu azap ile cezalandırılmayacaktır. Dolayısıyla onun azabı bizim görüşümüze göre daha az olacaktır. Çünkü o, kendisinden daha şiddetli azabı hak eden bir kimsenin işlediği kötülüğü işlememiştir, yoksa bu kişi hayır işledi diye azalmış değildir.30

25

20

15

10

5

Page 47: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 47

ــא ] ٦٢[ ا ــ ــאر اب ا ــ ــ ن ــ א ــאر ــ ا : وأ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ إ ــ ا ــ أن ــ إ ــ أ ــאر ــ ــאن ــ ــ ــ א ــ أ

ــ ــ א : ﴿إن ا ــ א ــ اب﴾ و ــ ــ ا ن أ ــ ا آل ــ : ﴿أد ــ א ــ

: ــ א ــאل دون. و ــ ا ــ ــ إ إ ن ا כــ ــאر﴾ و ا ــ ــ رك ا ــ ا

﴾ כ اب ا دون ا د اب ا ا ﴿و

ــ ] ٦٣[ ــ ا ــ ــ ــ ا א ــ ا ن ــ ــאر כ : وا ــ ــ ــאل أ

ــכ ــ ا א ۞ ــ ــ ככ ــ ــא ﴿ : ــ א א و ــ ل ا ــ ــכ ــאن ذ . ــ כ ا

ب כــ ــא ۞وכ א ا ــ ض ــ א ۞وכ ــכ ا ــ ــכ ــ ۞و ا ــ

ك ــ ــ ن ــ ــאر כ ــ أن ا ــ א ــ ﴾ ــ ــא ا א أ ــ ۞ م ا ــ

. ــכ ــאم ك ا ــ ــ ة و ــ ا

ــ ] ٦٤[ ــכ ــ ذ ، أو ــ ، وا ــ ــ ا ــ ــ ــא : وأ ــ ــ ــאل أ

ــ ا ــ ــ כא ــאت و ــ ــ ــאل: إ ــ ــ و ن ا ــכ، ــ כ ذ א ــ ــאل ا أ

ــאل ا . ــ ــ ــא ــ ، ــ ــא ــ ا إ ــ ب ا أ ــ כــ ــ

ن﴾ ــ ــ ــא כ ون إ ــ ــ ﴿ : ــ א

ا ] ٦٥[ ــ ــא زا ا ــכ ــ ذ ب ــ ــאر כ ــ ا ــכ ــ ا ــ ــא כאن

اب ــ ــכ ا ب ذ ــ ه ــ ــ כ ــכ ــ ا ي أ ــ א ــכ ــ ا ــ ــ

ــ ــא ا ــ ــ أ ــ ــ ــא ــ ــ ا ــ ــ ــ ــא ا ــ ــ أ ، ــ ا ا

ا. ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 48: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi48

[66] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hayır ve şer işleyen, sonra da müs-lüman olan her kâfire gelince, onun işlediği iyi amellerinin tamamı kay-dedilmiştir ve cennette bunlar vesilesi ile mükâfatlandırılacaktır. İşlediği kötülüklere gelince, küfürden tövbe etmekle birlikte bunlardan da tövbe ederse onlardan kurtulmuş olur. Eğer bu günahları işlemeye devam ederse, hem kâfir iken işlediği günahlar sebebiyle hem de müslüman olduğunda işlediği günahlardan dolayı cezalandırılır.

[67] Bunun delili, Hakîm b. Hizam’ın Hz. Peygamber’den (s.a.) riva-yet ettiği hadistir. İbn Hizam şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Elçisi! Câhiliye döneminde köle azat etmek, sadaka vermek ve sıla-i rahimde bulunmak gibi yaptığım ibadetler vardı. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.): Daha önceden yaptığın iyi amellerle müslüman oldun, demiştir.”

100 Böylece bunların iyilik olduğunu ve müslüman olduğunda söz konusu iyiliklerin kendisine ait olduğunu haber vermiştir.

[68] Hz. Aişe (r.a.), Allah Elçisine (s.a.) şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Elçisi! İbn Cüd’an’ı gördün mü? Şüphesiz o (câhiliyye döneminde) sıla-i rahimde bulunurdu ve misafire ikram ederdi. Bu hasletlerin ona bir fay-dası var mıdır? Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Hayır. Çünkü o bir defa olsun “Rabbim! Kıyamet gününde beni bağışla!” demedi.”101 Böylece Allah Resulü (s.a.), söz konusu kişinin müslüman olmamasından dolayı yaptığı iyiliklerden fayda görmeyeceğini haber vermiştir. Bu konudaki haberlerin tamamı, şayet o müslüman olsa idi bunların ona elbette fayda vereceği hususunda ittifak etmişlerdir.

[69] İşlediği günahlar sebebiyle cezalandırılmasına gelince, -daha önce ifade ettiğimiz gibi- İbn Mes’ud’un (r.a.) Hz. Peygamber’den (s.a.) dedikle-rimizi açıklamak suretiyle naklettiği hadis böyledir. Yüce Allah’ın “Eğer Al-lah’a ortak koşarsan elbette amelin boşa çıkar ve elbette ziyana uğrayanlardan olursun.”

102 meâlindeki sözünü gerekçe göstererek birisi itiraz ederse, bunun sadece müşrik olarak ölen bir kimse için geçerli olduğunu söyleriz. Bunun delili, yüce Allah’ın “Eğer Allah’a ortak koşarsan elbette amelin boşa çıkar ve elbette ziyana uğrayanlardan olursun.”

103 şeklinde buyurmasıdır. Biz kesin olarak biliriz ki her kim müslüman olursa o ziyana uğrayanlardan değildir. Allah Teâlâ bu durumu “Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, öy-lelerin bütün yapıp ettikleri boşa gitmiştir.”

104 meâlindeki sözüyle açıklamıştır.

30

25

20

15

10

5

Page 49: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 49

ــ ] ٦٦[ ــא ن כ ــ ــ ــ أ ا ــ ا و ــ ــ ــ : وכ כא ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــאب ن ــ ــ ــ ــ ــא ــא ، وأ ــ ــ ا ــ ــאزى ب ــ כ ــ ــ

ــ ــא ه و ــ ــ כ ــ ــא ــ ــ أ ــאدى ، وإن ــ ــ ــ כ ــ ا ــ

. ــ ــ إ

ــ ] ٦٧[ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ام ــ ــ ــ כ ــ ــכ: ــאن ذ

ــ ــ و ــ و ــ ــ א ــ ا ــא ــ ــ أ אء כ ــ ل ا أ ــ ــא ر ــאل: ــ أ

ــ ــכ ــ ــא ــ ــ : أ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאل ــ ر

. ــ ــ إذا أ ــ ــ وأ ــ ــ أ . ــ

ــ ] ٦٨[ ــאن ــ ــ ا ل ا أرأ ــ ــא ر ــא: ــ ا ــ ر א ــ ــ א و

ــא. رب ــ ــ ــ . ــאل: ــכ؟ ــ ذ ــ أ ى ا ــ ، و ــ ــ ا כאن

. ــ ــ ــ ــכ ــ ــ ــ م أ ــ ــ ا ــ . ــ م ا ــ ــ ــ ــ ا

ــכ. ــ ذ ــ ــ أ ــ ــ أ ــא ــאر כ ــ ا א

ــא ] ٦٩[ ــ ــ ــ ا د ر ــ ــ ــ ا ــ ــא ــ ا ــא وأ

ل ــ ض ــ ض ــ ن ا ــ ــאه. ــא ــ כ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــא

כא ــ ــאت ــ ا ــ ــא ــא: إ ــכ﴾ ــ כ ــ أ ــ ﴿ : ــ א ا

ــ ــ כ ــכ و ــ כ ــ أ ــ ــאل: ﴿ ــ א ــכ إن ا ــאن ذ . ــ

: ــ ــכ ــ ذ ــ ــ و א ــ ا ــ ــ ــ أ ري أن ــ ــ ﴾ و ــ א ا

﴾ ــ א أ ــ ــכ و ــ כא ــ و ــ

ــ ــ د ــ כ د ــ ــ ﴿و

٥

١٠

١٥

Page 50: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi50

[70] Eğer onlar, yüce Allah’ın “İnkâr edenlere söyle: Eğer vazgeçerlerse, geçmiş günahları bağışlanır...”

105 meâlindeki sözünü gerekçe göstererek bir kimsenin kâfir iken işlediği günahlar sebebiyle cezalandırılacağını söyle-memize itiraz ederlerse, onlara şöyle cevap veririz: Bu âyet bizim lehimi-ze bir delildir. Çünkü küfürden vazgeçen bir kimsenin günahları affedilir. Eğer zinadan vazgeçerse bağışlanır. Eğer zinadan vazgeçmezse bağışlanmaz. Dolayısıyla o, vazgeçtiği şeylerden dolayı affedilir ve vazgeçmediklerinden dolayı da bağışlanmaz. Nitekim yüce Allah, “Eğer onlar küfürden vazge-çerlerse, onların diğer günahları da bağışlanır.” dememiştir. Âyete ilâvede bulunmak Allah’a karşı yalan söylemektir. Gördüğünüz gibi bunlar farklı amellerdir. Günahların bir kısmına tövbe etmek diğerlerine de tövbe et-mek değildir. Günahların her biri için bir hüküm vardır.

[71] Eğer onlar, Amr b. el-As’ın106 Hz. Peygamber’den (s.a.) naklettiği “İslâm, kendisinden öncekileri siler, yok eder.”107 anlamındaki hadisi zikre-derlerse, onlara şöyle deriz: İslâm, bütün taatlerin ismidir. Dolayısıyla her kim bir günahta ısrar ederse, onun işlemeye devam ettiği günahı ne İslâm ne de imandır. Nitekim Allah Elçisi şöyle buyurmuştur: “Zanî, zina ettiği sırada mümin olarak zina etmez.”108

[72] Böylece sahîh olmuştur ki, İslâm ve iman, taatlerin tamamıdır. Kişi küfürden çıkıp müslüman olur ve bütün günahlardan tövbe ettiğinde, işte bu kendisinden önce olan şeyleri yok eden İslâm’dır. Söz konusu kişi -müslüman olduğu halde- günahlarından dolayı tövbe etmediğinde iyi bir müslüman değildir. Dolayısıyla o, önceki ve sonraki günahları sebebiy-le -Allah Elçisinin buyurduğu ve hadislerin de bu noktada ittifak ettiği gibi- sorgulanacaktır. Allah Resulünün (s.a.) “ Hicret kendisinden önceki günahları siler/kesip atar.” meâlindeki sözü de böyledir.

[73] “Muhacir, Allah’ın yasakladığı şeyden uzaklaşan kimsedir.”109 ha-disi, Hz. Peygamber’den (s.a.) sahîh olarak gelmiştir. Dolayısıyla kişi ön-ceki günahlarının tamamından tövbe ederse, Allah’ın yasakladığı şeyden uzaklaşmış olur. İşte bu, kendisinden önceki günahları kesip yok eden hic-rettir.

30

25

20

15

10

5

Page 51: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 51

ــ ] ٧٠[ ــ כ ا ــ ــ ــא ة ــ ا ا ــ ــא ــא ا ــ ا وإن

ا ــ : ــ ــא ﴾ ــ ــ ــא ــ ــ ا ــ وا إن ــ כ ــ ــ ﴿ : ــ א

، وإن ــ ــ ــא ــ ا ــ ، وإن ا ــ ــ ــ כ ــ ا ــ ــ ا ن ــא ــ

ــא ــ ــ ــ ، و ــ ــ ــא ا ــ ــ ــא ، ــ ــ ــ ــא ــ ا ــ ــ

. ــ ــא ذ ــ ــ ــ כ ــ ا ا ــ : إن ــ א ــ ــ . و ــ ــ ــ

ــ ــ ا ى ــ ــא ة כ ــ א ــאل ــ أ ــ و א ب ا ــ כــ ــ ا ــאدة وا

. ــ כ ــא ــ ــכ وا א، ــא ــ ــ ــא ــ

]٧١ [ : ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــאص ــ ا و ــ ــ وا ن ذכــ ــ

ــ ــאت، א ــ ا ــ م ا ــ ــא: إن ا ــ . ــ ــא ــ م ــ ا

א، و ــ ــא إ ــאدى ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ــ ــ ا ــ أ

ــ ــ ــ ا ــ ا : ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאل ر ــא ــא، כ א إ

. ــ ــ و

ــ ] ٧٢[ כ ــ ا ــ ذا أ ــ ــאت، א ــ ا ــ ــאن م، وا ــ ــ أن ا

ــ ــ ــ . وإذا ــ ــא ــ ي ــ م ا ــ ــ ا ــ א ــ ــ ــאب و

ل ا ــ ــאل ر ــא ، כ ــ ول وا ــ ذ ــ ــ م، ــ ــ ا ــ ــ ــ א

ة ــ م: وا ــ ــ ا ــ ــכ ــ وכ אد ــ ا ا ــ ــ و ــ و ــ ا

ــא. ــא ــ

אب ] ٧٣[ ــ ــ ــאه ا ــא ــ ــ ــ א م أن ا ــ ــ ا ــ ــ ــ

ة ــ ــ ا ه ــ ــ ــאه ا ــא ــ ــ ــ ــ ــ ــ ا א ــ ا ــ

ــא. ــא ــ ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 52: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi52

[74] Hz. Peygamber’in (s.a.) “Hac, kendisinden önceki günahları siler.” meâlindeki sözüne gelince, “umre diğer umreye kadar ikisi arasında vuku bulan günahlara kefarettir. Kabul olunmuş bir haccın karşılığı da ancak cennettir.” meâlindeki hadis de gelmiştir. İşte bu, mertebelerini ve mik-tarlarını şanı yüce olan rabbimizin bildiği muvazeneye (ölçü/tartıya) göre-dir. Ancak biz, yüce Allah’ın ve elçisinin bizi durdurduğu yerde dururuz. Tevfîk Allah’ın yardımıyladır.

[75] Ebû Muhammed şöyle dedi: Allah Resulünün (s.a.) kendisini öl-düren bir kimse hakkında “Allah ona cenneti haram, cehennemi de vacip kıldı.” meâlindeki sözünü, “Her kim halisane bir şekilde kalbinden gelerek Allah’tan başka ilâh yoktur derse, Allah ona cehennemi haram, cenneti de vacip kılar.” meâlindeki sözüyle birlikte anlamaya çalışmalıyız.

[76] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah, “O hevâ ve hevesine göre konuşmaz. Onun konuştukları, kendisine indirilen vahiyden başka bir şey değildir.”

110 şeklinde buyurmuştur. Böylece Hz. Peygamber’in (s.a.) söz-lerinin tamamının yüce Allah katından gelen vahiy olduğu doğrudur. Ni-tekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “(Hâlâ Kur’ân’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı?) Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.”

111 Böylece Allah Elçisinin söyle-diklerinin Allah katından olduğu, ondan gelen herhangi bir şeyde ihtilaf bulunmadığı ve bunların üzerinde ittifak edildiği hususu doğrudur. Bu durum, bu şekilde olunca, bu haberleri birbirlerine eklemek zorunludur. İşte o zaman yüce Allah’ın güç ve kudretiyle hakikat ortaya çıkacaktır.

[77] Hz. Peygamber’in (s.a.) kendisini öldüren kimse hakkındaki “Al-lah ona cenneti haram, cehennemi de vacip kılmıştır.”112 şeklindeki sözü-nün manası, muvazeneye dayanmaktadır. Eğer kişinin kendisini öldürmesi şeklindeki büyük günahı iyiliklerine üstün gelirse, Allah ona cenneti haram kılar ve böylece yaptıklarına karşılık olarak yüce Allah’ın vacip kıldığı cehen-nem ondan öcünü alır, misilleme yapar. Bunun delili, müslüman olan ve Amr b. el-Hammâme ed-Devsî ile birlikte hicret eden, sonra da büyük sıkın-tı çektiği bir yaradan dolayı kendisini öldüren bir kimsenin hadisidir. O, bi-leğindeki atar damarını kesmiş, kan akıp boşanmış ve nihayetinde ölmüştür.

30

25

20

15

10

5

Page 53: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 53

ــ ] ٧٤[ ة إ ــ ــאء أن ا ــ . ــ ــא ــ ــ م: وا ــ ــ ا ــ ــא وأ

ــ ا ــ . ــ اء إ ا ــ ــ ــ ور ــ ــ ا ــא، وا ــא ــאرة ة כ ــ ا

ــא ا ــ و ــ ــא ــא، وإ אد ــא، و ا ــ א ــ ــ و ــא ــ ر ــ ا از ا

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ ــ و ــ ا ــ ــ ور א

ــ ] ٧٥[ א ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ א رכ ــ : وا ــ ــ ــאل أ

ــא ــ إ ا ــאل إ ــ : ــ ــ ــאر، ــ ا ــ ــ وأو ــ ا م ــ ــ

. ــ ــ ا ــ ــאر وأو ــ ا م ــ ــ ــ

]٧٦ [ ــ إ و ــ ى۞إن ــ ا ــ ــ ــא : ﴿و ــ א ــאل ا : ــ ــ ــאل أ

ــאل ــ و א ــ ا ــ ــ ــ و ــ כ ــ و ــ ا ــ ــ أن כ ﴾ ــ

ــא ــ أن כ ا﴾ ــ ــא כ ا ــ وا ــ ا ــ ــ ــ כאن ــ : ﴿و ــ ــ و

ــ ــ ــ ف ــ ــ ا . وأ ــ א ــ ا ــ ــ ــ و ــ ا ل ــ ــ ر א

ــ ــ ــא إ ــאر ه ا ــ ــ ــ ا ــכ ــכ כ ذ ذ ــ ، ــ ــ ــ ــ כ وأ

. ــ ل ا و ــ ــ ــ ح ا ــ

]٧٧ [ ، ــ ــ ا م ا ــ ــ א ــ ا ــ ــ و ــ ا ــ ــ

א ــ ــ ــ ــ ة ــ ــ כ ن ر ــ ــ از ــ ا ــ ــאر، ــ ا ــ وأو

ــ اء ــ ــ א ــא ا ــ أو ــאر، ا א ــ ــ ــ ، ــ ــ ا م ا ــ

ــ و ــ ا ــ ا و ــ ــ ــ א ــ و ي أ ــ ــ ا ا ا ــ ــאن ، و ــ

ــאت ــ ف ــ ه ــ وق ــ ــ ــ ــ ــ ح ــ اح ــ ــ ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 54: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi54

Hz. Peygamber’in (s.a.) arkadaşlarından bazıları, onu, bileğini kesmesi ha-disesi hariç, iyi bir halde görmüşlerdi. Ona şöyle denildiği ifade edilmiştir: “İfsat ettiğin şey seni asla ıslah etmeyecektir.” Bunun üzerine Hz. Peygam-ber (s.a.), “Ey Allah’ım, ellerinden dolayı onu affeyle!” diye buyurmuştur.

[78] Hz. Peygamber’in (s.a.) “Her kim halisane bir şekilde kalbinden gelerek Allah’tan başka ilâh yoktur derse, Allah ona cehennemi haram, cen-neti de vacip kılar.” sözünün manası konusunda iki müslüman ihtilaf et-mez. Bu söz tek başına zâhiri anlamı üzere değildir. Bu söze, Hz. Muham-med’e iman etmeyi ve İslâmiyet hariç bütün dinlerden uzak durmayı ilâve etmek gerekir. O zaman bu sözün manası şöyle olur: Ya cezalandırmadan sonra ya da muvazenenin gereği olarak cezalandırmaksızın şanı yüce Al-lah kesin olarak cenneti ona vacip kılmıştır. Allah, ona cehennemde ebedî olarak kalmayı da haram kılmıştır. Böylece yüce Allah’ın “Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmeyeceğim.”

113, “Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır.”

114, “Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir.”

115, “Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır.” 116,

“Onlar cehennemden çıkmak istiyorlar, fakat onlar oradan çıkamazlar.” 117

sözlerinden önce açıkladığımız üzere onlar, oranın sakinlerinden olurlar. Böylece âyet, onun kâfirler içinde olduğunu göstermektedir. Âyetin met-ninde de böyledir.

[79] Ebû Muhammed şöyle dedi: Kebire (büyük günahlar) konusuna gelince, yüce Allah “Eğer size yasaklanan (günah)ların büyüklerinden kaçı-nırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız.”

118 şeklinde buyurmuştur.

[80] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah’ın bize bir şeyi haram kıldığını bildirdikten sonra onun hükmü konusunda ayrıma gidip bu ha-ram kılınan şeyin bir kısmından kaçınarak diğer kısmın bağışlanması veya diğer kısmından kaçınmadığı için ondan sorguya çekilmesi ve daha sonra kalkıp helâk edici şeyleri bildirmemesi imkânsız olan şeylerdendir. Biz bu konuyu inceledik ve “her günahın büyük günah olduğunu” söyleyen bir topluluğun olduğunu gördük.

30

25

20

15

10

5

Page 55: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 55

ــ ا ه وذכــ ــ ــ ا ــאل ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــאب ا ــ أ آه ــ

ــ ــ و : ا ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאل ر ت ــ ــא ا ــכ ــ ــ ــ

. א

ــ إ ا ] ٧٨[ ــאل إ ــ : ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ــ و

אن ــ ــ ــ ا ــ . ــ ــ ا ــ ــאر وأو ــ ا م ا ــ ــ ــ ــא ــ ا ــ ــאن ــ ا ه ــ ــ ــ إ כــ دا ــ ه ــ א ــ ــ ــ أ

ــ ــ أن ا ــאه م، و ــ ــ ا ــא د א ــ ــ כ د اءة ــ ، وا ــ ــ و

ــא ــ ــאص ــא دون ا ــאص، وإ ــ ا ــא ، إ ــ ــ و ــ ا ــ ــ أو و

ــ ــא ــ א ــא ا ــ أ ن כــ ــא و ــ ــ أن م ا ــ ، و ــ از ــ ا

ــ ﴿ ﴾ ــ أو أ ــ ذכــ כــ ــ א ــ ــ أ ﴿ : ــ א ــ ــ ــ ــא ــא

ــ ــ ــ ا ــ ــא ﴾ ﴿و כــ א إ ــ ــא כאن ا ﴾ ﴿و ــ ــ ءا ــ ــ

ــא﴾ ــ אر ــ ــא ــאر و ا ــ ا ــ ون أن ــ ﴿ : ــ א ــ وه﴾ و ــ כ

. ــ ــ ا ــ ا כــ ــאر، כ ــ ا ــא ــ أ ــ ا

ــא ] ٧٩[ ــ א ا כ ــ

ــאل: ﴿إن ــ א ن ا ــ ــ א כ ــא ا : وأ ــ ــ ــאل أ

ــא﴾ כ ــ ــ כ و כ א ــ ــ כ ــ

כ ــ ن ــ

ــ ] ٨٠[ ق ــ ا و ــ ــא أ ــ א م ا ــ ــאل أن ــ ا : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا ــ ــ إن ا ــ ا ــ و ــאب א را ــ ــ ــ ــ و כא أ

ن ــ ــא ــא ــכ ــ ذ ــא ــא ــ ــכאت ــא ا ــ ــ ، ــ ا

ة. ــ ــ כ ــ إن כ ذ

٥

١٠

١٥

Page 56: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi56

[81] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu yanlıştır. Çünkü -daha önce de-diğimiz gibi- Kur’ân’ın açıklaması, büyük günahlar ile diğerlerinin arası-nı ayırt edicidir. Zorunlu olarak biliriz ki, bir günaha, ancak kendisinden daha küçük olan bir günaha nispetle büyük günah denilebilir. Dolayısıyla büyük günahlar derece derecedir. Şirk, kendisi dışındaki günahların en bü-yüğüdür. Öldürmek (katl) ise diğerlerinden daha büyüktür.

[82] Allah Resulü (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Bunlar (bu ikisi) azap olu-nuyorlar, hem de azap olunmaları büyük bir şey için değildir. Onlardan biri sidiğinden sakınmazdı, diğeri de koğuculuk ederdi.”

119 Böylece Hz. Peygam-ber (s.a.), bu iki günahın - büyük günah olmadıkları halde- büyük oldukla-rını haber vermiştir. Bu açıktır. Çünkü sidiğinden sakınmamak ve koğucu-luk yapmak, küfür ve katil günahlarına nispetle büyük günah olmadıkları halde, büyük günahlardan sakınmak suretiyle affedilen küçük günahlara nispetle büyüktürler.

[83] Ebû Muhammed şöyle dedi: Böylece yukarıda ifade edilen görüş hükümsüz kalmıştır. Bu konuda düşündük ve günahlardan büyük olan-larının büyük olmayanlardan ayırt edilmesinin ve bilinmesinin ancak bu konuda varit olan bir nas ile mümkün olacağını gördük. Çünkü bu, yüce Allah katından gelen bir bilgi olmaksızın Allah’ın bilinemeyecek hükümle-rindendir. Bu konuyu araştırdık ve yüce Allah’ın bazı günahlara Kur’ân’da ve Hz. Peygamber’in lisanıyla dikkat çektiğini gördük. Yine başka günahla-ra azap uyarısının yapılmadığını gördük. Böylece yüce Allah’ın ya da Allah Resulünün cehennem ile tehdit edip uyardığı günahların tamamının büyük günah olduklarını kesin olarak bildik. Allah Resulünün (s.a.) “Yedi büyük öldürücü günahtan sakının; şirk, sihir, katil, zina..” ve “Anne-babaya karşı gelmek büyük günahlardandır.”

120 meâlindeki sözlerinde olduğu gibi, Hz. Peygamber’in önemini ve azametini açıkladığı şeylerin tamamı büyüktür.

[84] Önemi ve azametiyle alakalı bir açıklamanın gelmediği ve cehen-nem azabıyla uyarının bulunmadığı her günah, büyük günah değildir. Kü-çük günahların her biri hakkında tek tek ateşle tehdit etmek söz konusu olmaz. Çünkü küçük günahlar, büyük günahlardan sakınmak suretiyle affedilmişlerdir. Böylece dediğimiz hususun doğruluğu ortaya çıkmıştır. Tevfîk Allah’ın yardımıyladır.

30

25

20

15

10

5

Page 57: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 57

ــ ] ٨١[ א כ ــ ا ــא ــא ق כ ــ آن ــ ــ ا ن ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــא، ــ ــ أ ــא ــ ــ إ א א ة إ ــ ــאل כ ــ ري أ ــ ورة ــ א ــא و و

ه. ــ ــ ــ ــ أכ ، وا ــ ــא دو ــ ك أכ ــ א ــ א ــא ــ أ א כ وا

ــאن ] ٨٢[ ــא ــאن و ــא : إ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאل ر ــ و

ــ ــכאن ــ ــא ا ــ وأ ــ ئ ــ ــכאن ــא ــא أ ــ أ כ ــ ــ وأ ــ כ

ان ــ ــא כ ــ ا ــ ، و ــ כ ــא ــא ، و ــ ــא כ م أ ــ ــ ا ــ . ــ א

ــ ــ إ א א ــ כ ــא ، و ــ א כ ــאب ا א رة ــ ــ ا א ــ ا ــ إ א א

. ــ ــ وا כ ا

ــ ] ٨٣[ ــא ــכ ــ ذ ــא ر، כــ ل ا ــ ــ ا : ــ ــ ــאل أ

ا ــ ــא، إذ ــ وارد ــ إ ــ ا ــא ــ כ ــ ــא ب ــ ــ ا ــ כ ا

ــא ــכ ــ ذ ــא ــ א ه ــ ــ ف إ ــ ــ ــ ا א ــכאم ا ــ أ

ــ ا ل ا ــ ــאن ر ــ آن و ــ ــ ا ب ــ ــ ذ ــ א ــ ــ ــ א ا

ــ ــא ــא أن כ ــא ، ــ ــא ــ ــ ــ ــא أ ــא ذ ــ وو ــ و

ــ ــ כ ــאر א ــ ــ و ــ ا ــ ــ ر ــ ــאر أو א ــ ــ א ا

ــ ، כ ــ ــ כ א ــ א ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــא وכ

. ــ ــא وذכــ ا ــ وا ــ وا ك وا ــ ــאت ا ــ ا ا ا ــ م. ا ــ ــ ا

. ــ א כ ــ ا ــ ا ق ا ــ م: ــ ــ ا ــ وכ

כ و ] ٨٤[ ــאر א ــ و ــאء ، و א ــ א ــ ت ــ ــ ــא وכ

ــאب א رة ــ ــא ــא اد ــ ا ــ א ــ ا ــאر א ــ ن ا כــ כــ أن

. ــ ــ ا א ــא ــאه. و ــא ــ ــ א כ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 58: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi58

Muvâfât

[85] Ebû Muhammed şöyle dedi: Kelâmcılar, “muvafat”121 lafzıyla ifa-de ettikleri mana konusunda ihtilafa düştüler. Konu şudur: Mümin, salih ve hakkıyla kulluk yapmaya gayret gösteren bir insan var, sonra bu insan mürted ve kâfir olarak ölmüştür. Diğeri ise inatçı bir kâfir veya fâsık bir kimsedir; bu kişi de tövbe ederek müslüman biri olarak ölmüştür. Onlar, “Öldükleri hal üzere gelmezden evvel bu iki kişinin Allah katındaki hük-mü nedir?” diye sordular.

[86] Hişâm b. Amr el-Fuvatî122 ve Eş‘arîlerin tamamı, tövbe edip müs-lüman olarak ölenden yüce Allah’ın ezelde razı olduğunu; kâfir veya fâsık olarak ölenden de ezelde hoşnut olmadığını söylemişlerdir. Onlar, bu ko-nuda, şanı yüce Allah’ın ilminin değişmeyeceğini, öfkelendiği bir şeyden razı olmayacağını ve razı olduğu bir şeye de öfkelenmeyeceğini söyleyerek delil getirdiler.

[87] Eş‘arîler bu konuda, “Yüce Allah’ın hoşnut olmasının (rıza)” ve “Gazaplanmasının/Öfkelenmesinin” Allah’ın değişme kabul etmeyen ve ezelî olan zatına ait iki sıfat olduğunu söylemişlerdir. Diğer müslüman-lar ise, yüce Allah’ın kâfir ve fâsıka öfkelendiğini; ancak kâfir müslüman olunca, fâsık da tövbe edince Allah’ın bu ikisinden razı olduğunu söylemiş-lerdir. Yine onlar, yüce Allah’ın müslümandan ve salih olandan razı oldu-ğunu, ancak müslüman kâfir olduğunda ve salih kişi de günahkâr (fâsık) olduğunda Allah’ın bu ikisine öfkelendiğini söylemişlerdir.

[88] Ebû Muhammed şöyle dedi: Eş‘arîlerin bu konudaki görüşlerine delil getirme yöntemleri yahudilerin neshi iptal ederken kullandıkları yön-temlerle aynı olup aralarında bir fark yoktur. Biz onların delil getirme yön-temlerinin (metodolojilerinin) ve görüşlerinin yanlışlığını ortaya koyacağız. Başarı Allah’ın yardımıyladır. Yüce Allah’ın yardım ve desteğiyle şöyle de-riz: Yüce Allah’ın ilminin değişmeyeceği şeklindeki görüşlerine gelince, bu doğrudur. Fakat Allah’ın mâlumatı değişebilir. Nitekim biz de “Allah’ın ilmi değişir” demiyoruz. Böyle bir şey söylemekten Allah’a sığınırız. Allah’ın ilmi ezelde birdir (değişmez). Tasarrufta bulunduğu her şeyi bütün halleriyle bilir.

30

25

20

15

10

5

Page 59: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 59

אة ا ا

ــאة ] ٨٥[ ا ــ ا ــ وا ــ ــ ــ ن ــ כ ــ ا : ا ــ ــ ــאل أ

ا ــ ا כא ــ ــאت ــ ــאدة ــ ا ــ ــ א ــ ــאن ــ إ ا: ــ א ــ ــ أ و

ــ כــ כ وا ــ כאن ــא. כ א א ــ ــאت ــ ، ــ א د، أو ــ ــ ــ כא وآ

؟ ــ א ــ ا ــ ــאت ــא ــ ــ إ ــ أن ــא

ــ ] ٨٦[ ــ و ــ أن ا ، إ ــ ــ ا ــ و و وا ــ ــ ــאم ــ

ا ــ ــאت כא ي ــ ــ ا ــא ل ــ ــ ــא، و א א ــ ــאت ي ــ ــ ا ــא ل را ــ ــ

، ــ ــא ــ ، و ــ ــ ــ ــ و ن ا ــ ــכ ــ ذ ا ــ א. وا ــ א أو

. ــ ــא ر ــ و

ــאت ] ٨٧[ ــ ــ א ــ ــ ــ وا ــ و ــ ا ــא : ا ــ ــ ا א و

ــ כאن ــ و ــ أن ا ــ إ ــא ا ــ ان، وذ ــ ال و ــ ــ ات ــ ا

. ــ א ــאب ا ، و ــ כא ــ ا ــא إذا أ ــ ا ــ ر ، ــ א ــ وا כא ــ ا א ــא

ــ ــא إذا כ ا ــ ــ ــ א ــ ا ، و ــ ــ ا ــא ــ را א ــ כאن وأ

. ــ א ــ ا و

ــאل ] ٨٨[ ــ إ د ــ ــאج ا ــ ا ــא א ــ ــאج ا : ا ــ ــ ــאل أ

ــ א ــא ، و ــ ن ــ ، و ــ א ن ا ــ ــ ــ ق، و ــ ــ و ا

ــ ــ ــ و ــ ا ــ : ــ ــא . أ ــ ــ ــ و ــא ل و ــ . ــ ا

ــ ا و ــ ــ ــאذ ا ، و ــ ــ ــ إن ــ ، و ــ ــ א כــ ، و ــ

. ــ א ــ ــ ــ ــ ء ــ ــ כ ا ــ ــ وا א ــ ل ــ

٥

١٠

١٥

Page 60: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi60

[89] Allah, Zeyd’in önce bebek, sonra genç, sonra olgun, sonra yaşlı olacağını, sonra öleceğini ve diriltileceğini, sonunda cennet veya cehen-neme gideceğini ezelde bilir. Yine Zeyd’in iman edeceğini, sonra kâfir olacağını veya kâfir olup sonra iman edeceğini ya da kâfir olup iman et-meyeceğini veya iman edip sonra kâfir olmayacağını ezelde bilir. Fâsık ve salih olma konusundaki görüş de böyledir. Dolayısıyla yüce Allah’ın bütün bunlara dair mâlumatı farklı ve değişkendir. Kim bu görüşe karşı çıkarsa, gözle görülen ve duyularla müşahede edilenlere karşı çıkmış olur.

[90] Şimdi, “Allah razı olduğu bir şeye gazaplanmaz, gazaplanacağı şey-lere de razı olmaz” şeklindeki görüşlerine gelince, bu görüş bâtıl ve yalan-dır. Bilakis Allah, yahudilere cumartesi günü yasağını muhafaza etmeleri-ni ve içyağı yemenin haram olduğunu emretmiştir. Onların bunu yerine getirmelerinden razı olmuş, zıddını yapmalarına da öfkelenmiştir. Sonra bu emirlerini kaldırmış ve hükmünü iptal etmiştir. Onların içyağı yeme-lerinden ve cumartesi günü çalışmalarından razı olmuş ve bunun aksini yapmalarına da öfkelenmiştir. Aynen bunun gibi, İslâm geldikten sonra belli bir süre boyunca içki içmeyi helal kılmış, namazı ve orucu gerekli tut-mamıştır. (Bu zaman zarfında) İçki içmemiz, oruç tutmamamız ve namaz kılmamamızdan razı olmuştur. “Sana vahyedilmesi tamamlanmadan önce Kur’ân’ı okumakta acele etme”

123 âyetinde buyurduğu gibi sayılan şeyle-rin haram kılınmasından hoşnut olmamıştır. Sonra Allah bize namazı ve orucu farz kılmış, içkiyi de haram kılmıştır. Namazın terk edilmesinden, oruç tutulmamasından ve içkinin içilmesinden ise hoşnut olmamış, bunun zıddından ise razı olmuştur. Bu durumu hiçbir müslüman inkâr edemez.

[91] Allah, ezelde, belli bir süre için helal kıldığı şeyleri helal kıla-cağını ve ondan razı olacağını, sonra o şeyi haram kılacağını ve ondan hoşnut olmayacağını bilir. Yine Allah, ezelde, belli bir süre için haram kıldığı şeyleri haram kılacağını ve ondan hoşnut olmayacağını ve sonra onu helal kılacağını bilir. Tıpkı belli bir süre için hayat verdiği insanın canını alacağını, belli bir süre aziz kıldığı kulunu sonra zelil kılacağını ezelde bildiği gibi. Allah’ın kâinatta yarattığı eserlerinin hepsinde de du-rum budur. Birazcık aklı olan bu gerçeği anlar. Aynı şekilde mürted ola-rak ölen müminin ve müslüman olarak ölen kâfirin durumu da böyledir.

30

25

20

15

10

5

Page 61: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 61

ــ ] ٨٩[ א، ــ ــ ، ــ ــ כ א ــא ــ ا، ــ ن כ ــ ا ــ ــ أن ز ل ــ ــ

، أو ــ כ ــ ــ ــ ــ أ ل ــ ــ ــאر، و ــ ا ، أو ــ ــ ا ــ ــא ــ ــא، ل ــ ــכ ا . وכ ــ כ ــ و ــ ، أو أ ــ ــ و כ ــ ، أو أ ــ ــ ــ כ ــ أ

ا ــ ــ ــ כא ــ و ة ــ ــכ ــ כ ذ ــ א ــ א ح، و ــ ــ وا ــ ا

ات. ــא ــאن وا ــ ا ــ כא

ــ ] ٩٠[ ــא ــ ــ و ــא ر ــ ــ א : إن ا ــ ــא وأ

م، ــ ــ ا ــ و ــ ا א د ــ ــ ا א ــ ا ــ أ ــ ب ــ وכــ א

ــ ــ وأ ــכ ذ כ ــ ــ ــ ــ ــ و ــכ ذ ــ ــ ور

ــ أ ــכ وכ ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ وا م ــ ا أכ ــ

ــ م، ور ــ ــ ا ــ ز ــ م ــ ة و ا ــ ــא ا ــ ، و ــ ــא ا

ــכ ــ ــ א ــ ة، و ــ ــ ــאء ــאن، وا ــ وأכ ر ب ا ــ ــא

ــ أن ــ ــ آن ــ א ــ ﴿ : ــ א ــאل ــא ــכ כ ــ ذ ــאدرة ا

ــ ، ــ ــא ا م ــ م، و ــ ة وا ــ ــא ا ض ــ ــ ﴾ ــ ــכ و إ

ا ــ ــכ، و ف ذ ــ ــא ــ ، ور ــ ب ا ــ ــאن، و ة وأכ ر ــ ك ا ــ ــא

. ــ ه כــ

ــ ] ٩١[ ا، وأ ة כــ ــ ــכ ــ ذ ــ ــא כאن أ ــ ــ ــא أ ــ א ل ا ــ ــ و

ة ــ ــכ و ــ ذ م ــ ــא م ــ ــ ــ وأ ــ و ــ ــ أ ــ ــ

ــ وأ ا ة כ ــאه ــ أ ــ ــ أ ــ و ــ ــא ــאه כ ــ و ــ ــ أ

אر و ــ آ א א ا ــ ا כــ ، و ــ ــ ة ــ ه ــ ــ أ

א، ــ ت ــ ــ כא ا، وا ــ ت ــ ــ ا ا כــ ، و ــ ــ ــ أد ــ ــ ــכ ذ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 62: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi62

Allah, ezelde, kâfirin fiilinden kâfir kaldığı sürece hoşnut olmayacağını, müslüman olduğunda ondan razı olacağını bilir. Yine Allah Teâlâ, ezelde müslümanın ve salih kişinin fiillerinden razı olacağını ve dinden döndü-ğünde/çıktığında veya günahkâr olduğunda onlardan hoşnut olmayacağını bilir. Kur’ân bu konuda bize şahadet etmektedir: “Allah kullarının inkâr etmesine razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizin için buna razı olur.”

124

[92] Böylece yüce Allah’ın, şükreden kişinin şükrettiğinde şükründen razı olduğu; yine küfre düşen bir kimsenin küfre düştüğünde ve kâfir ol-duğunda da onun küfründen hoşnut olmadığı hususu kesin olarak ortaya çıkmıştır. Bu iki farklı durumun tek bir insana uygulanması nasıl olur? Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Sizden her kim dininden dönüp de kâfir olarak ölürse artık onların amelleri boşa çıkmış olur.”

125

[93] Böylece selim idrake sahip olan herkes, amelin boşa çıkmasının ancak boşa çıkanın dışında olması suretiyle mümkün olduğunu bilir. Daha önceden hesap edilmemiş bir amelin boşa çıkması muhaldir. Böylece irti-dat edip kâfir olarak ölen bir müminin ameli bu şekilde hesaplanmıştır. Daha sonra söz konusu kişi dinden döndüğünde ameli boşa çıkmış oldu. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah dilediğini siler dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap ( Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır.”

126

[94] Bu âyetten yüce Allah’ın ancak yazdıklarını sileceği hususu açıkça anlaşılmaktadır. Yazılmamış bir şeyin silinmesi muhaldir. Bu hüküm on-ların görüşlerinin geçersizliğini ortaya koymuştur, elhamdülillah. Nitekim Allah Teâlâ’nın “İşte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.”

127 meâ-lindeki sözünün açıklaması bu şekildedir. İşte bu âyet bizim görüşümü-zün açıklaması ve onların görüşünün geçersiz olduğunun delilidir. Çünkü âyette yüce Allah bazı kullarının geçmiş fiillerini “seyyiât/günahlar” olarak isimlendirmiştir. Seyyiâtın Allah nezdinde zemmedilmiş olduğunda şüphe yoktur. Sonra Allah, söz konusu fiilleri başka bir hale döndürdüğünü ve razı olduğu amellere çevirdiğini haber vermiştir. Bu hususa karşı çıkan kişi Allah’ı yalanlamış olur, Allah da onu yalanlayıcı olur. Nitekim Allah Teâlâ Hz. Âdem’in ağaçtan yemesinden ve Yûnus’un kızarak gitmesinden hoşnut olmadığını ifade etmiştir. Sonra şanı yüce Allah o ikisini bağışladığını ha-ber vermiş ve Yûnus’u kınadıktan sonra seçilmiş kullarından biri yapmıştır. Her akıl sahibi bilir ki kınamak seçip destek vermenin dışındadır.

30

25

20

15

10

5

Page 63: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 63

ــ ــ ــ أ ا، ــ ــאدام כא ــ כא ــ ا ــ ــ ــ أ ل ــ ــ ــ א ن ا ــ

ــאل ، وأ ــ ــאل ا ــ أ ــ ــ ــ أ ل ــ ــ ــ א ، وأن ا ــ ــ إذا أ

: ــ א ــאل ــכ ــ آن ــ ــ ا ، و ــ ، أو ــ ــ إذا ار א ــ أ ــ ــ أ ، ــ ا

﴾ כــ ــ وا ــכ وإن ــ כ ــאده ا ــ ﴿و

ــ ] ٩٢[ ه و ــכ ه إذا ــכ ــ ، ــכ ــ ا ــ א ــא أن ا ــ

ــאن ــ ا ال ــ ه ا ــ ــאل ــ כאن ا ، כ ــ ــ כ ، ــ ، إذا כ ــ ــ כ ــ כ ا

ــכ و ــ כא ــ و ــ

ــ ــ د כــ د ــ ــ : ﴿و ــ א ــ ، و ــ ا ا

﴾ ــ א أ ــ

ــ ] ٩٣[ ــ إ و ــ כــ أن ــ أ ــ ري כ ذي ــ ورة ــ א

ــ ــ أن ، ــ א ــ כــ ــ ــ ــ ــאل أن ــ ا ، و ــ א ــ כאن

ــאل ــכ ــ وכ ــ إذا ار ــ א ــ ــ כאن ا أ ــ ــאت כא ــ ــ ي ار ــ ــ ا ا

ــאب﴾ כ ه أم ا ــ و ــ ــאء و ــא ــ ا ﴿ : ــ א ا

ــא ] ٩٤[ ــ ــאل أن ــ ا ــ و ــ כ ــא כאن ــ إ ــ ــ أ

: ــ א ــ ــ ــכ ، وכ ــ ــא و ا ــ ن ــ ا ــ ــא و כ כــ ــ

ن ا ، ــ ن ــ ــא، و ــ ا ــ אت﴾ ــ א ــ ل ا ــ ــכ و ﴿

ــכ، ــ ــ א ه ــ ــ אت ــ אت وا ــ ــ א ــ ا א ــ أ ــ א

ب כــ ــ ا ــ כــ ــ أ ، ــ אت ــ ــא ــא و א ــ أ ــ أ א ــ ــ أ

ــ ــ أכ آدم ــ ــ أ א ــאل ا ــכ ، وכ ــ ب כــ ــ א ــ وا א

ــ ــא، وا ــאب ــ ــ أ ــ و ــ ــ أ ــא، א ــ ــאب ة، وذ ــ ا

ــאء. ــ ا ــ ــ أن ا ــכ כ ذي ، و ــ ــ أن ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 64: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi64

[95] Ebû Muhammed şöyle dedi: Sonra onlara şu soruyu sorarız: “Henüz iman etmemiş ve halihazırda kâfir olan kişide kâfir olduğundan dolayı küfür var mıdır? Bir fâsıkta, tövbe etmeden önce fısk var mıdır? Bir müminde irtidat etmeden önce iman var mıdır? Yoksa bunlar mevcut değil midir?” Eğer onlar, “Hayır” diye cevap verirlerse bu durumda duyu-ları inkâr etmiş ve imkânsız kılmış olurlar. Eğer onlar, “Evet” derlerse, biz onlara: “Allah, küfür ve fısktan dolayı gazaplanır mı? Ya da onlardan razı mı olur?” diye sorarız. Şayet onlar, “Bilakis yüce Allah küfür ve fıska öfke-lenir.” derlerse, bu durumda kendi görüşlerini terk etmiş olurlar.

[96] Şayet onlar, Allah’ın küfür ve fısktan razı olacağını söylerlerse kâ-fir olurlar. Onlara Vahşî’nin128 Hamza’yı129 (r.a.) öldürmesini sorarız: Sizce bu Allah’ın razı olduğu bir şey midir? Eğer onlar, “Evet” derlerse, kâfir olurlar. Şayet onlar, yüce Allah’ın bu fiilden hoşnut olmadığını söylerlerse, biz de onlara şunu sorarız: Peki Allah, Vahşî müslüman olduğunda Ham-za’yı öldürmesinden dolayı onu hesaba çeker mi? Onlar, “Hayır” derler. Bütün iyi ve kötü ameller hakkındaki görüş bu şekildedir. Böylece görüş-lerinin asılsız olduğu ortaya çıkmış oldu. Başarı Allah’ın yardımıyladır. Hz. Muhammed’e, ailesine ve ashabına selam olsun.

[Davetin Ulaşmadığı Bir Kimsenin Dinî Durumu]Kendisine Tebliğ Ulaşmayanlar, Günahına veya Küfre Tövbe Edip Daha Sonra Tövbe Ettiği Ameli Tekrar İşleyenler[97] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şanı yüce Allah şöyle buyurmuş-

tur: “Onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye...” 130 Ve yine şöyle bu-

yurmuştur: “Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.” 131 Allah

Teâlâ bu âyetlerle açıkça belirtmiştir ki uyarı (korkutma), ancak kendisine tebliğin ulaştığı kişiye gerekli olur, ulaşmadığına olmaz. Allah, kendi katın-dan bir elçi göndermedikçe kuluna azap etmez. Böylece kendisine İslâmi-yet ulaşmayan kişinin azaba uğramayacağı anlaşılmaktadır.

[98] Hz. Peygamber’den (s.a.) de bu doğrultuda haberler gelmiştir. O şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü bunamış, yaşlı, duvar gibi sağır olan, fetret döneminde yaşamış olan ve mecnun olan kimseler getirilir. Bunun üzerine mecnun “Ey rabbim! Bana İslâm geldi ama ben akıl sahibi değil-dim.” der. Aynı şekilde bunak yaşlı, sağır ve fetret döneminde yaşamış olan da benzer şeyler derler. Bunun üzerine ateş yakılır ve onlara “Ateşe girin” denilir. Her kim ateşe girerse, ateşi serin ve selamet yurdu olarak bulur.”35

30

25

20

15

10

5

Page 65: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 65

ــ أن ] ٩٥[ ا ــ ــ إذ כאن כא ــ כ כא ــ ا ــ أ ل ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ن ؟ ــ أم ــ أن ــאن ــ إ ــ ا ب؟ و ــ ــ أن ــ ــ א ــ ا ؟ و ــ

ــ ــ وا כ ــ ا ا ــ : ــ ــא . ــ ا: ــ א ا، وإن ــ א وا وأ ــ ا: כא ــ א

. ــ ا כــ א ــ ــ ا ــ א ن ــ ــא؟ ــ أو

ــ ] ٩٦[ ــ ــ و وا ــ כ ، ــ وا ــ כ ا ــ ــ ــ ا: ــ א وإن

وا، وإن ــ . כ ــ ا: ــ א ن ــ ؟ ــ א ــאء כאن ــ إر ــ ا ة ر ــ ــ و

: ــ ــ ؟ ــ ــ إذا أ ــ א ه ا ــ ا א ــ א، ــ ــא כאن إ ــ ا: ــ א

ــ . و ــ ــ ا א ــא ، و ــ ــאد ــ ، ــ ، و ــ ــ כ ا כــ . و

. ــ ــ و ــ و ــ آ ــ و ــ ا

אب ذ أو כ ة و م ا כ ا

אب א ر

ــאل ] ٩٧[ ﴾ و ــ ــ و ــ رכــ ﴿ : ــ و ــ ا ــאل : ــ ــ أ ــאل

ارة ــ ــ أن ا ــכ : ذ ــ א ــ ﴾ ــ ر ــ ــ ــ ــא ــא כ : ﴿و ــ א

ل ــ ــ ر ــ ا ــ ب أ ــ ــ א ــ ، وأ ــ ــ ــ ــ ــ م إ ــ

. ــ اب ــ ــ ــ م أ ــ ــ ا ــ ــכ أن ــ . ــ ــ و ــ ا ــ

م ] ٩٨[ ــ ــ ــ . أ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــאء ا ا כــ و

ل ــ ن، ــ ة وا ــ ــ ا ــ כאن ، و ــ ــ ا ف، وا ــ ــ ا א ــ א ا

ــ ي ــ ــ وا ف وا ــ ل ا ــ ، و ــ ــא أ م وأ ــ ــ ا א ــא رب أ ن: ــ ا

دا ــ ــא ــא و ــ د ــא، ــ اد ــאل ــאر، و ــ ــ ــא אء ذכ ــ ة أ ــ ا

א. ــ و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 66: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi66

[99] Aynı şekilde hadiste belirtildiği üzere dinin gereklerini yapacak durumda olmayanlar mazur kabul edilirler ve bundan dolayı kınanmazlar. Nitekim Ca‘fer b. Ebû Tâlib132 ve arkadaşları (r.a.), onunla beraber Habe-şistan’da bulunuyorlardı ve Hz. Peygamber (s.a.) de Medine’deydi. Kur’ân nâzil olmaya devam ediyor ve yeni hükümler konuluyordu. Bu hükümler, Ca‘fer ve onunla beraber bulunanlara, Medine’den Habeşistan’a irtibat ol-madığı için ulaşmıyordu. Bu hal üzere altı yıl kaldılar. Bu süreçte onlar, ha-ramları işlemiş, farzları terk etmiş olsalar da bu durum onlara dinî açıdan bir zarar vermemiştir.

[100] Ebû Muhammed şöyle dedi: Dinî hükümleri bilmeyen ve ken-disine ulaşmayan kişinin dinî hükümlerden sorumlu olmayacağını iddia eden birtakım insanlar gördüm.

[101] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu söz geçersiz bir sözdür. Bilakis dinî hükümler böylesi kimseler için de bağlayıcıdır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.) bütün insanlara ve cinlere gönderildiği gibi henüz doğmamış olup doğacak olanlara da gönderilmiştir.

[102] Ebû Muhammed şöyle dedi: Allah Teâlâ Hz. Peygamber’e (s.a.) şöyle demesini emretti: “Şüphesiz ben, (yer ve göklerin hükümranlığı ken-disine ait olan) Allah’ın hepinize göndermiş olduğu peygamberiyim.”

133 Bu umûmî bir hüküm olup herhangi bir kişinin ondan müstesna olması dü-şünülemez. Yine Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “İnsan, kendisinin başıboş bıra-kılacağını mı zanneder.”

134

[103] Allah Teâlâ bir kimsenin başıboş bırakılmasını (südâ)” geçersiz kılmıştır. “Südâ” kendisine emir ve yasaklamanın yapılmadığı mühmel (ih-mal edilmiş) kişi demektir. Allah Teâlâ böyle bir durumu iptal etmiştir. Fa-kat bu kişi (mühmel) bilgisizliğinden ve tanıma imkânının olmamasından ötürü mazur kabul edilir. Yeryüzünün uzak bölgelerinde bulunup da Hz. Peygamber’in (s.a.) zuhur ettiğine dair kendisine bilgi ulaşan bir kimsenin Hz. Peygamber’i (s.a.) araştırması gerekir. Hz. Peygamber’in (s.a.) uyarısı kendisine ulaştığı zaman ise onu tasdik etmesi, ona tabi olması, kendisine gerekli olan dinî hükümleri öğrenmesi ve memleketinden ayrılıp bu işler için yollara düşmesi gerekir. Aksi takdirde Kur’ân’ın belirttiği üzere küfre, ebedî cehennemde kalmaya ve azaba müstahak olur.

30

25

20

15

10

5

Page 67: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 67

ــ ] ٩٩[ ور ــ ــ ــ ــאت ا ــ وا ــאب ــ ا ــ ــ ــכ وכ

ــ رض ا ــ ــ ــ ا ــ ر א ــ وأ א ــ ــ أ ــ ــ כאن ــ و

ــ ــ ع، ــ ا ــ ل وا ــ آن ــ ــ وا א ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ور

، ــ ــ أرض ا ــ إ ــ ا ــ ــ ــאع ا ، ا ــ ــ أ א ــ وأ ــ إ

م ــ א ا ــ א إذ ــ ــ ــ د ــכ ــ ذ ــא ــ ــ ــכ ا כ ــ و

وض. ــ ا ا ــ כ و

ــ כאن ] ١٠٠[ م ــ ا ــ ــ أن ا ن إ ــ ــא ــ : ورأ ــ ــ ــאل أ

. ــ ــ ــ ــא و ــ א

ــ ا ] ١٠١[ ل ا ــ ن ر ــ ــ ز ــ ــ ــ א ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ، إذ ــ ــ ــ כ ــ وإ ــ כ ــ ا ، وإ ــ ــ כ ــ ا ــ إ ــ ــ و

دة. ــ ــ ا

]١٠٢ [ כــ إ ل ا ــ ــ ر ل: ﴿إ ــ ــ أن ا ــ ــ آ א ــאل ا : ــ ــ ــאل أ

ــאن ا ــ : ﴿أ ــ א ــאل . و ــ ــ أ ــ ز أن ــ م ــ ا ــ ــא﴾ و ى﴾ ــ ك ــ أن

ي ] ١٠٣[ ــ ــ ا ــ ا ى: ــ ى، وا ــ ــ ن أ כــ א أن ــ ــ

ــ ــ ــ و ور ــ ــ כ ، و ــ ا ا ــ ــ ــ و ــ ، ــ ــ و

ــ ــא כאن ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ذכــ ا ــ ، وأن ــ ــ ا

ــ ــ ا ض ــ ــ ار ــ ذا ــ ، ــ ــ ــ ا ض ــ رض ــ ا א أ

ــ ــ ا ــכ، وإ ــ ــ و وج ــ ، وا ــ زم ــ ــ ا ــ ا ، و ــ א ، وا ــ

آن. ــ ــ وا اب ــ ــאر، وا ــ ا د ــ ، وا ــ כ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 68: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi68

[104] Buraya kadar zikrettiğimiz deliller, Hâricîlerden olup şöyle diyen kimselerin görüşünü hükümsüz kılar: “Hz. Peygamber (s.a.) gönderildi-ğinde, yeryüzünün ıssız bölgelerinde yaşayan kişilerin ona iman etmesi ve şeriatın hükümlerini bilmesi gerekir. Eğer bunları yapmadan ölürler-se cehennemde ebedî kalmak üzere kâfir olarak ölürler.” Bu görüşü Allah Teâlâ’nın şu sözleri de iptal etmektedir: “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır.”

135 Gaybı bilmek hiç kimsenin gücü dâhilinde değildir.

[105] Şayet onlar, “İşte bu, ‘Şeriatın emirleri kendisine ulaşıncaya dek kişi onlardan sorumlu olmaz’ diyenlerin delilidir.” derlerse, bunun onların lehine bir delil olmadığını söyleriz. Çünkü insanların sorumlu tutulduk-ları şeylerin tamamı onların bedenlerinin gücü ve kuvveti dâhilindedir. Ancak şu kadar var ki onlar, söz konusu emirleri bilememeleri sebebiyle mazurdurlar. Yani yapmadıkları takdirde azaba uğrayacakları şeylerle so-rumlu tutulmamışlardır. Ancak onlar, kendilerine tebliğ ulaşıncaya kadar azap edilmeyecek kimselerin sorumluluğuyla mükellef tutulmuşlardır. Her kime, Allah Elçisinden, açıklaması ulaşmadığı halde mücmel olarak bir emir ulaşırsa, bu emrin talebi konusunda gayret göstermesi ona farzdır. Aksi takdirde o, aziz ve celil olan Allah’a asi olmuştur. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:“Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.”

136 Yine yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Öyleyse onların her kesiminden bir grup da din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimleri-ni uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.”

137

[106] Günahından veya küfründe tövbe edip de tekrar tövbe ettiği şeyi işleyen kişiye gelince, şayet ettiği bu tövbeden döneceğine inanmışsa o töv-be zaten geçersizdir. Böyle bir kişi Allah’a karşı saygısızlık yapmış ve O’nu aldatmaya cür’et etmiş olur. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Bunlar Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir. Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da elem dolu bir azap vardır.”

138

30

25

20

15

10

5

Page 69: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 69

ــ ] ١٠٤[ ــ ا ــ ــ ارج أن ــ ــ ا ــאل ــ ل ــ ــ ــא ــא ذכ وכ

، ا ــ ــ ، و ــ ــאن رض ا ــ ا א ــ أ ــ م ــ ــ ــ و ــ ا

: ــ ــ و ل ا ــ ا ــ ــ ــאر، و ــ ا ــאرا إ ا כ ــ א ــאل ــכ ا ــ ا ــ א ن ــ

ــ ــ و ــ ﴾ و ــ ــא اכ ــא و ــ ــא כ ــא א ــ ــא إ و ا ــ כ ﴿

. ــ ــ ا ــ أ

ا ] ١٠٥[ ــ ــ ا ء ــ ا ــ م أ ــ ــ ــ أ א ــ ا א ــ ا ه ــ ا ــ א ن ــ

، ــ ــ و ــ ــאس ــ ا ــא כ ن כ ــא ــ ــ ــא ، ــ ــ

ــא כ ــכ ا ذ ــ כ ــ ــ و ــכ ــ ذ ورون ــ ــ ، إ أ ــ ــאل وا

ــ ــ و ــ ن ــ ــ ــ כ ه ــ ــא כ ه، وإ ــ ــ ــ إن ن ــ

ــ ــ و ــ כــ ــ ا ا ــ ــ أ ــ أن ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ

ــ ــאص ــ ، وإ ــ ــכ ا ــ ذ ــ ــ ــאد ــ ا ض ــ ، ــ

: ــ א ــ ن﴾ و ــ ــ إن כ ــ כ ا ــ ا أ ــ א ﴿ : ــ א ــאل ا . ــ و

ا ــ إذا ر ــ روا ــ

و ــ ــ ا ا ــ ــ א ــ

ــ ــ כ ــ ــ ﴿

رون﴾ ــ ــ إ

ــ إن ] ١٠٦[ ، ــ ــאب ــא ــ ــ إ ــ ر ، ــ ، أو כ ــ ــ ذ ــאب ــ ــא وأ

ــאل ، ــ א ــאدع، ئ، ــ ، ــ א ــ دة ــ ــ ــ ــכ و ــ כאن

: ــ ــ ﴾ إ ــ ن إ أ ــ ــא ا و ــ آ ــ وا ن ا ــ אد ﴿ : ــ א ا

ن﴾ כ ا א כא اب أ ﴿

٥

١٠

١٥

Page 70: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi70

[107] Tövbe ettiği şeye bir daha dönmemeye azmeden kişiye gelince, bu kişinin tövbesi şüphesiz geçerli ve makbuldür. Böyle bir tövbenin, o kişiden günahları sileceği hususu nasla sabittir. Allah Teâlâ şöyle buyur-muştur: “Şüphe yok ki Ben, tövbe edip inanan ve salih ameller işleyen kimse için son derece affediciyim.”

139 Şayet kişi, bu noktadan sonra tövbe ettiği günahı tekrar işlerse (önceki günahı) ona avdet etmez. Çünkü Allah söz konusu günahı ebedî olarak affetmiştir. Şayet irtidat eder ve kâfir olarak ölürse amelleri boşa çıkar. Tövbe de bir ameldir ve boşa çıkmış olur. İşte bu durumda özellikle yaptığı ameller ona avdet eder. İslâm’a dönen ve bu hal üzere ölen kişiden küfür ve diğer günahlar düşmüştür.

[108] Ebû Muhammed şöyle dedi: Tövbe, ancak pişmanlık duymak, bağışlanma dilemek (istiğfar), tekrar o günahı işlemekten kaçınmak, bu konuda kararlı olmak ve -her ne kadar kötü davranıştan tövbe etse de- ken-disine haksızlık ettiği kimsenin hakkını helal etmesi ya da insaflı davran-ması suretiyle kötü davranıştan uzak durmakla mümkün olur. İbnü’l-İh-şîd140 namıyla bilinen Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Bağcûr diye birisi vardı. Öyle ki bu şahıs Mu‘tezile’nin büyük âlimlerinden biri idi. Bunun baba-sı Fergana’nın Türk yöneticilerinden birinin oğluydu. Babası da Soğd’da (es-Suğur) yöneticilik yapmıştı. İşte bu şahsın oğlu olan bu Ebû Bekr, Şâfiî mezhebindendi. Onun bazı kitaplarında; “Tövbe, -söz konusu büyük gü-naha tekrar dönmemeye niyet etmese bile- sadece pişmanlıktır.” dediğini gördüm.

[109] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu görüş, Mürcie görüşleri içeri-sinde olabilecek en kötü sözdür. Çünkü biliriz ki İslâm’a inanan herkes, hatalı olduğunu ve istiğfar edeceğini bilerek işlediği her günahtan pişman-lık duyar. Bu özelliği taşımayan ve yaptığından pişman olmaksızın onu güzel bulan bir kimse müslüman değildir. İbnü’l-İhşîd’in görüşüne göre büyük günah işleyenler bundan dolayı sorguya çekilmezler, çünkü tövbe etmişlerdir. Bu durum ise va‘îd prensibine terstir.

[110] Şayet birisi şöyle dese: Sizler müminin imanının kesin olarak ka-bul edileceğini söylüyorsunuz. Peki tövbe edenin tövbesinin ve hayır işle-yenin de amelinin kesin olarak kabul edileceğini söyler misiniz? Çünkü bu işlerin hepsi makbuldür. Sizler, çokça günah işleyen bir kimsenin cehen-nemde olduğunu da kesin olarak söyler misiniz?

30

25

20

15

10

5

Page 71: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 71

ــ ] ١٠٧[ ــ د ــ ــ أ ، ــ ــ ا א ــא، ــ ــ ــ כא ــא وأ

: ــ ــ و ــאل . ــ א ــ ــאب ــ ــכ ــ ــכ ــ ــ ــ

ي ــ ــ ا ــ ا ــכ إ ــ ذ ــאد ن ــ ــא﴾ א ــ و ــ ــאب وآ ــ ــאر ــ ﴿وإ

ــ ــ ا ــ ــאت כא ــ و ن ار ــ ا، ــ ه ا أ ــ ــ ــ ــ ذ د ــ ــ ــ ــאب

ــ ــ را ــא . وأ ــ א ــ ــא ــ د ــ ا ــ ــ ــ . ــ ــ ــ وا

ه. ــ ــ و כ ــ ا ــ ــ ــ ــאت م و ــ ا

אودة، ] ١٠٨[ ك ا אر، و ــ م، وا א ــ إ ن ا כــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ أو ــא א ــ ــא إ ــאب ــ أن ــ وج ــ ــכ، وا ــ ذ ــ وا

ــ ــ ا א وف ــ ر ا ــ ــ ــ ــ ــ כــ أ ــ ــ ــאف، ورأ إ

ه ــ ــ أ اك وو ــ ــ ا ــ א ك ــ ــאء ــ أ ه ــ ، وכאن أ ــ ــ أرכאن ا ــ أ و

ل: إن ــ ــ ــ כ ــ ــ ــ أ ، ــא ــ ــ כــ ا ــ ا أ ــ ر، وכאن ــ ا

ة. ــ כ ــכ ا ــ ا ك ا ــ ــכ ــ ذ ــ ــ ــ وإن م ــ ــ ا ــ ا

ــ ] ١٠٩[ ن כ ــ ل ا ــ ــ ن כــ ــא ــ ا أ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ء ــ ــ ـــא א ــ ــ ــ כ ذ ــאدم ــ ري أ ــ ــכ ــ م ــ

ــ ــאدم ــ ــ ــא א ــ כــ ــ ه ا ــ ف ــ ــ כאن ، و ــ ــ

ــ ــא ــ ا ــ ــ ــ ا ل ا ــ ــ ــ ة ــ ــ כ א ــכ א، ــ ــ

. ــ ف ا ــ ا ــ ــא، و ــ א

ن ] ١١٠[ ــ ، أ ــ ــאن ا ل إ ــ ــ ن ــ כــ : ــ א ــאل ن ــ

ن ــ ــ ل. و ــ ــכ ، أن כ ذ ــ ــ א ــ ا ، و ــ א ــ ا ل ــ ــ

ــאر؟ ــ ا ــ אت أ ــ ــ ا ــ כ ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 72: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi72

[111] Biz de şöyle deriz: Başarı Allah’tandır. Amellerin niyet, sıfat gibi

yerine getirilmesi gereken birtakım kuralları vardır. Şayet bu kuralların ye-

rine getirildiğinden emin isek, bu amel Allah’ın emrettiği gibi tastamam

gerçekleşmiş olur ve biz de Allah’ın bu ameli kesin olarak kabul ettiğine

inanırız. Tövbe eğer nasûh ise kesin olarak kabul edildiğine inanırız. Ha-

yır işleyenin kesin olarak cennette, şer ve günah işleyenin ise kesin olarak

cehennemde olacağı şeklindeki görüş ise hatalıdır. Çünkü biz, insanların

kalplerinde olan şeyleri bilemeyiz. Mesela dışarıdan hayır işleyen kişi ken-

di içinde bilmediğimiz küfür veya büyük günah saklıyor olabilir. Bundan

dolayı o kişi hakkında kesin bir hüküm vermememiz gerekir.

[112] Dış görünüşte büyük günah işleyen kişinin durumu da böyledir.

Böyle bir kişi görünüşünde küfür bulunmuş olsa da ölüm yaklaştığında

iman etmiş ve cenneti kazanmış olabilir. Veya günahkâr olup da daha son-

ra iyilikleri günahlarının önüne geçmiş ve cennet ehlinden olmuş olabilir.

Bundan dolayı herhangi bir kişi için kesin olarak cennette veya cehennem-

de olduğuna dair hüküm veremeyiz. Ancak Allah Teâlâ’nın kalplerindekini

bilip sekînet indirdiği Sahabe, Ehl-i Bedir ve Ehl-i Sevabık (ilk müslüman

olanlar) gibi haklarında nas bulunan gruplar bunun dışındadır. Biz bu

sayılan grupların kesin olarak cennette olduklarına hükmederiz. Çünkü

Allah, Resul’ü vasıtasıyla bize bunu bildirmiştir. Yine açıkça küfür izhar

eden kişinin kesin olarak cehennemde olduğuna hükmederiz. Bunlar hâri-

cindeki kişiler hakkında hüküm vermeyiz. Ancak biz, (şahıslar konusunda

değil) sıfatlar hakkında kesin hüküm verir ve şöyle deriz: Açıkça küfrünü

ilan eden veya küfrünü gizleyen kişi ebedî kalmak üzere cehennemdedir.

İyilikleri kötülüklerine ve büyük günahlarına üstün gelen veya eşit olan ve

bu hal üzere ölen kişi, cennette olup kendisine ateşle azap edilmeyecek-

tir. Büyük günahları iyiliklerine üstün gelen ve bu hal üzere ölen kişi ise

cehennemdedir. Şefaat ile oradan çıkıp cennete girebilir. Başarı Allah’ın

yardımıyladır.

25

20

15

10

5

Page 73: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 73

ــ ] ١١١[ ــ ا ــ وط ــ ــא ــאل . إن ا ــ ــ ا א ــא ــא: و

ــ ا ــא أ כ ــ ــ כא ــ و ــא أن ا ــ أ ــ ــ ــ ا ــ ــא، و

ــ ــא ــ ذا و ــ ــ ــא ا ، وأ ــ ــ ــ و ل ا ــ ــא ــ א

ــ ــ ا ــ ، و ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ــ ــ ــא ا ــא، وأ ــ

ــ ــ ا س و ــ ــ ا ــא ــ ــא ــ ا ــ ــאر، ــ ا ــ ــ א وا

ــ ــ أ ــ ــ أ ا ــא ــ א ــ כ ــ ــ أو כ ــ ــ

ء. ــ ــ ــכ ذ

ه ] ١١٢[ ــ ــ أ א ــ ــ כ ــ ا כــ أن ــ ــ א כ א ــ ــכ ا وכ

ه ــ ــ أ א ــ אت ــ ــ ــ ، أو ــ ــ ا א ــ ت آ ــ ــ ا ب ــ ذا ــ

ــ ــ أ ــ ــ أ ا و ــ ، ــ ــ ا ــ أ ن כــ א ــ ــ ء ــ

ــ ا ــ ر ــ א ا ــ ــ ــ ا ــאء ــ ــא א ــאر و ــ ــ

ر ــ ــ ، وأ ــ ــכ ل ا ــ ــ ــ ــא ــ ن ا ــ ، و ــ ــ ا ــ

ــ ــכ ــא ــ أ א ن ا ــ א ء ــ ــ ــ ــא ، ا ــ ــ ا وأ

ــ ــא ، ــ כ ــא ــאت ــ ــא א ، و ــ ــ و ــ ا ــ ــאن ر

ــ ل: ــ ــאت ــ ا ــ ــא ء إ أ ــ ا ــ ــ ــ ــאر، و א ــ

ــ א ــ ا ــ ــא و ا ــ א ــאر، ــ ا ــ ــ ــא ، أو ــ כ ــא ــאت

ب ــ ، ــ ــ ا ــ א ــאو ــ أو א כ אت وا ــ ــ ا אت ــ ــ ا را

ــא ج ــ ــאر. و ــ ا אت ــ ــ ا ــ א כ ــ ا ــ را א ــ ا ــ ــאر. و א

. ــ ــ ا א ــא ــ و ــ ا א إ ــ א

٥

١٠

١٥

Page 74: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi74

[113] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bazı arkadaşlarımızın “Şâhi-

dü’l-hâl” diye isimlendirdikleri bir görüşü benimsediklerini gördüm. Buna

göre kişi dinî yaşayışını açığa vurursa ve bu uğurda istemeden karşılaştığı

sıkıntılara katlanırsa o kişi, zâhiri ve bâtını hakkında kesin hüküm verilen

bir kişi olur. Ömer b. Abdülaziz141, Saîd b. el-Müseyyeb142, Hasan el-Bas-

rî143, İbn Sîrîn144 ve gerek onlarla beraber, gerek onlardan önce ve sonra,

onlarla aynı çizgide yaşayanlar bu kişilere örnek olarak gösterilebilir. Bu

kişiler, -şayet istemiş olsalardı saygınlıklarından hiçbir şey kaybetmeyecek-

leri- dünyayı ellerinin tersiyle itmişler ve şayet nefislerini gevşetselerdi bu

konuda onları hiç kimsenin kınamayacağı acılara tahammül etmişlerdi.

İşte bu kişiler, Allah katında Müslümanlıkları, hayır ve üstünlükleri kesin-

leşmiş kişilerdir.

[114] Aynı şekilde Amr b. Ubeyd’in145 kendi iç dünyasında (bâtın-i

emrihî) kaderin olmadığına inandığı, Ebû Hanife ve Şâfiî’nin kendi içle-

rinde Allah için kıyası kabul ettikleri, Dâvûd b. Ali’nin146 Allah için kıyası

kabul etmediği hususlarında kesin hüküm verebiliriz. Yine Ahmed b. Han-

bel’in işin özünde hadisi din olarak kabul ettiğine ve Kur’ân’ın yaratılma-

mış olduğuna inandığını kesin olarak kabul ederiz. Bunun gibi belli bir

inançta gayretini ortaya koyan ve tutumuyla bunu destekleyen, bundan

dolayı bu konuda müsamahayı terk edip eziyetlere ve acılara tahammül

gösteren herkes böyledir.

[115] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu söz şüphesiz doğrudur. Çünkü

yakın ya da uzak bir faydası olmaksızın bir kimsenin eziyetlere ve sıkıntı-

lara tahammül göstermesi insan tabiatına elbette aykırıdır. Başarı Allah’ın

yardımıyladır. Şüphesiz her inanç sahibine bu konudaki müsamahasını ya

da sabrını ortaya koyacak hususları inancına şahit göstermesi gereklidir. Bu

özellikleri taşımayan kişiye gelince, onun inancı hakkında kesin hüküm

vermeyiz. Başarı Allah’tandır.

25

20

15

10

5

Page 75: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 75

ــא ] ١١٣[ ــ ء ــ ــ ــ إ ــא א ــ أ ــ : ورأ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ذى ــ ــ ــאت، א ــ ا ء ــ ــ ا ــ כאن ــ أن ــאل، و ا

ــכ ــא ه ــ א ــ و א ــ ع ــ ــ ، ــא ــכ ــ ذ ــ ــא ــ

ــ ــ و ــ ي وا ــ ــ ا ــ وا ــ ا ــ ــ و ــ ا ــ ــ ــ כ

ا ــ ــ ر ــ ا ء ر ــ ن ــ ، ــ ــ أو ــ أو ــ ــ ا ى ــ

ــ ــ ا ا ــ א، وا ــ ــ א ــ و ــ ــא ه ــ ــ ا ــא ــא ــ ا

ــ ع ــ ء ــ ، ــ ــ أ ــ ــכ ح ذ ــ ــ ــ ــ أ ه ــ ــ ــא

. ــ ــ و ــ ، و ــ ــ و ــ ا ــ إ

ــכ ] ١١٤[ ــ ر ــ ــאل ا ــ ــ כאن ــ و ــ ــ أن ــ ــכ وכ

ــא ــ أ א ــ ــא ــא כא ــ ا ــא ر ــ وا ــא ه، وأن أ ــ ــ أ א ــ

ــ א ــ ا ــ ــ ا א ــ ــ כאن ــ ــאس، وأن داود א ــ א ــאن

ــ א ــ ا ــ כאن ــ ــ ا ــ ر ــ ــ ــכ. وإن أ ــ ــאس ــאل ا

ــכ، ــ ق ــ ــ آن ــ ن ا ــ ــכ، ــ ه ــ ــ أ א ــ ــ א ــ א

، ــ ــא ك ا ــ ــא، و ــ ــ ه، ــ ــ ، و ــ ا ت أ ــ א ــ ا כ כــ و

. ــ ــ أ ــ ذى، وا ــ ا وا

ــ ] ١١٥[ ــ ــ כــ ا ــ إذ ــכ ــ ل ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ א ــא ــא، و ــא أو ة ــ א ــ ــ ــ أذى و ــ أ ــ أن א ا

ــ ــ و ــ ــא ه ــ ــא ــ ــ ــ أن ــ ــכ ذي ــ . و ــ ا

ة، ــ ــ ــ ــ ــ ه ا ــ ــ ــ כאن ــא . وأ ــ ــ ، أو ــ ــא

. ــ ــ ا א ــא و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 76: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi76

ŞEFAAT, MİZAN, HAVZ, SIRAT, KABİR AZABI VE KABİR FİTNESİ

[Şefaat]

[116] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şefaat konusunda insanlar farklı görüşler ifade ettiler. Mu‘tezile ve Havâric’ten oluşan bir topluluk şefaati inkâr edip kişinin cehenneme girdikten sonra oradan çıkmasının söz konu-su olmadığını söylediler. Ehl-i Sünnet, Eş‘ariyye, Kerrâmiyye ve Râfızîlerin bir kısmı şefaatin olduğunu savundular. Şefaati inkâr edenler şu âyetleri delil getirdiler: “Artık şefaatçilerin şefaati ona fayda vermez.”

147“O gün kimse kimseye fayda sağlamayacaktır. O gün buyruk yalnız Allah’ındır.”

148“De ki: Şüphesiz ben size ne zarar verebilir ne de fayda sağlayabilirim.”

149“Öyle bir günden sakının ki o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul olunmaz.”

150 “Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce.”

151“İşte bu yüzden bizim şefaatçilerimiz yok. Candan bir dostumuz da yok.”

152“Hiç kim-seden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin (aracılığın) yarar sağlamayacağı ve hiç kimsenin hiçbir taraftan yardım göremeyeceği bir günden sakının...”153

[117] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şefaate inanan kişinin, Kur’ân’ın ve sünnetin diğer kısımlarını görmeksizin sadece bir kısmıyla yetinmesi ve yüce Allah’ın “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için.”

154 buyur-duğu Allah Elçisinin (s.a.) açıklaması olmaksızın sadece Kur’ân’la sınırlı kalması uygun değildir.

[118] Yüce Allah Kur’ân’da şefaatin geçerliliğini açıklamış ve şöyle bu-yurmuştur: “Rahmanın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkı-na sahip olmayacaklardır.”

155 Böylece şanı yüce Allah, kendi katında şefaat etmeleri hususunda söz almış olanlar için şefaati vacip kılmış ve bunların dışındakilere şefaati yasaklamıştır. Şüphesiz Hz. Muhammed (s.a.), şefaat etmek üzere Allah katında söz almıştır. Bu husus, büyük kalabalık top-lulukların nakletmesiyle mütevatir olan ve birbirini destekleyen haberler-le sabittir. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “O gün, Rahman’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.”

156 “Allah katında, O’nun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz.”

157

30

25

20

15

10

5

Page 77: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 77

ض ان وا א وا م ا כ ا

اب ا وا اط و وا

ــ ] ١١٦[ ــ ا م، و ــ ــא כ א ــ ــ ا ــאس ــ ا : ا ــ ــ ــאل أ

ــ ــ أ ــא، وذ ــ ــ د ــאر ــ ا ــ ج أ ــ ــ أ ــ ارج وכ ــ وا

ن ــ א ــ ا . وا א ــ א ل ــ ــ ا ــ إ ا ــ ا ــ و ا כ ــ وا ــ وا ا

م ــ ﴿: ــ و ــ ﴾ و ــא ا א ــ ــ ــא ﴿ : ــ ــ و ل ا ــ ــא

כــ ــכ أ ــ إ ــ ﴿ : ــ א ــ ﴾ و ــ ــ א وا ــ ــ ــ ــכ

א و ــ ــ ــ ــ ي ــ ــא ا ــ : ﴿وا ــ א ــ ا﴾ و ــ ر ا و ــ

و ــ و ــ ــ م ــ ــ أن ــ ــ

﴿ : ــ א ــ ﴾ و א ــ ــא ــ : ــ א ــ ﴾ و ــ ــ ۞ و ــא ــ ــא ــא ﴿ : ــ א ــ ﴾ و א ــ

ون﴾ ــ ــ و א ــ ــא ل و ــ ــא ــ ﴿و

ــ ] ١١٧[ ــ ــאر ز ا ــ ــ א أ ــ א ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــאن آن دون ــ ــ ا ، و ــ ــ دون ــ ا ــ ، و ــ آن دون ــ ا

ــא ــאس ــ ﴿ : ــ ــ و ــ ــ ر ــאل ي ــ ، ا ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

﴾ ــ ل إ ــ

]١١٨ [ ﴿ : ــ א ــאل آن. ــ ــ ا א ــ ــ ا ــ ــ א ــ ا ــ و

א إ ــ ــ ا ــ و ــ و ا﴾ ــ ــ ا ــ ــ ا ــ إ א ــ ن ا כــ ــ ة ــ א ة، ا ــ ا ــאر ا ــכ ا ــ א و ــ א ا ــ ه ــ ــ ــ ا

ــ ور ــ ا ــ أذن ــ إ א ــ ا ــ ــ ﴿ : ــ א ــאل ــא. اف כــ ا

﴾ ــ أذن ــ ه إ ــ א ــ ا ــ : ﴿و ــ א ــאل و ــ ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 78: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi78

[119] Yüce Allah, bu âyetlerle, kıyamet gününde kendisine izin verdiği ve sözünden razı olduğu kişilerin şefaatinin fayda vereceğini açıklamıştır. İnsanlardan hiçbiri buna Hz. Muhammed’den (s.a.) daha layık değildir. Çünkü o, Hz. Âdem’in (s.a.) en faziletli çocuğudur. Yüce Allah şöyle bu-yurdu: “İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir?”

158 “Gök-

lerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle, dilediği

ve hoşnut olduğu kimselere yarar.” 159“O’nu bırakıp taptıkları şeyler şefaat ede-

mezler. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler şefaat edebilirler.” 160“O’nun izni

olmaksızın hiç kimse şefaatçi olamaz.” 161

[120] Böylece ne inerken ne de indikten sonra kendisine bâtıl bir şey bulaşmamış olan Kur’ân’ın ifadesiyle şefaat sabit olmuştur. Yine yüce Al-lah’ın geçersiz kıldığı şefaatin, sabit kıldığı şefaatin dışında olduğu hususu yakînen ortaya çıkmıştır. Çünkü bu konuda şüphe yoktur. Böylece Al-lah’ın yasakladığı şefaat, cehennemde ebedî olarak kalacak olan kâfirlere yönelik olan şefaattir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Öldürül-

mezler ki ölsünler. Kendilerinden cehennem azabı da hafifletilmez.” 162 Böyle

bir durumdan Allah’a sığınırız. Bunda şüphe yoktur. Yüce Allah’ın gerekli gördüğü şefaat, kendisine izin verdiği, katından söz alan ve sözünden hoş-nut olduğu kimseler için olduğu hususu kesin olarak sabit olmuştur. Söz konusu şefaat müslümanların günahkârlarına yöneliktir. Sahîh haber bu şekilde gelmiştir.

[121] Ebû Muhammed şöyle dedi: İki çeşit şefaat vardır. [ı] Birinci tür şefaat ümmetin hem günah işleyenleri hem de sevap işleyenleri için geçerli olup kıyamet günü hesabın hızlandırılması, insanların içinde bu-lundukları ortamın korku ve sıkıntılarından emin kılınması gibi konuları kapsar ve buna “Makâm-ı Mahmud” denir. Bununla alakalı olarak şu âyet gelmiştir: “... ki Rabbin seni makâm-ı mahmûda ulaştırsın.”

163 Bu şekilde sahîh haber bir açıklama olarak gelmiştir. [ıı] İkinci tür şefaat ise, sahîh haberlerde belirtildiği üzere, büyük günah işleyenlerin derece derece ce-hennemden çıkarılması hususundadır.30

25

20

15

10

5

Page 79: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 79

ــ ] ١١٩[ ، ــ ــ و ه ــ ــ ــ א م ا ــ א ــ ــ أن ا ــ א ــ

ــ ا ــ ــ ــכ ــ ــאس أو ــ ا ــ ، و أ ــ ــ ــא، ور ــ أذن

ــ ي ــ ــ ذا ا ﴿ : ــ א ــאل م. و ــ ــ ا ــ آدم ــ و ــ أ ، ــ ــ و

ــ א إ ــ א ــ ــ אوات ــ ــ ا ــכ ــ ﴾ ﴿وכــ ــ ذ ه إ ــ

ــ ن ــ ــ ــכ ا : ﴿و ــ א ــאل ﴾ و ــ ــאء و ــ ذن ا ــ أن ــ

إ ــ ــ ــא ﴿ : ــ א ــאل ن﴾ و ــ ــ و ــ א ــ ــ إ א ــ ا ــ دو

﴾ ــ إذ ــ ــ

ــ ] ١٢٠[ ــ ــ ــ א ــ ا ي ــ آن ا ــ ــ ا א ــ ــ ا ــ

א ــ ــ ا ــ ، ــ ــ و ــא ا ــ أ א ا ــ ــא أن ا ــ ــ ــ و

ــ ــ ــ و ــ ــ أ א ا ــ א ــכ ــ ذ ــכ ، وإذ ــ ــ و ــא ــ أ ا

ا ــ ــ ــ ــ ﴿ א ــאل ــאر. ــ ا ون ــ ــ ــ ــאر ا כ א ــ ا

ــא أن ــ ــ ، ــ ــכ ذ ــ ــא، ــא ذ ــ ــא﴾ ا ــ ــ ــ و

. ــ ــ ا، ور ــ ه ــ ه ــ ، وا ــ ــ أذن ــ ــ و ــ ا ــ أو א ا ــ ا

. ــ א ــ ا ــאء ا ا כــ م و ــ ــ ا ــ أ ــ ــא

ــ ] ١٢١[ ــ ــ و ــכ ــ א ــא אن إ א ــ ــא : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ل ا ــ ــ ــ ــ ــא ــאس ــ ا ــ وارا א م ا ــ ــאب ــ ا

ــ أن ﴿ : ــ ــ ، ــ آن ــ ــ ا ــ ــאء ا ي ــ د، ا ــ ــאم ا ــ ا ــאل و ا

ــ : ــ א א ا ــ ــא. وا ــ א ــ ا ــאء ا ا כــ دا﴾ و ــ ــא א ــכ ــכ ر . ــ ــכ ا ــ ذ ــ ــא ــ ، ــ ــ ــאر، ــ ا ــ א כ ــ ا اج أ ــ إ

٥

١٠

١٥

Page 80: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi80

[122] Allah Teâlâ’nın şu âyetlerine gelince: “De ki: şüphesiz ben size ne zarar verebilir ne de fayda sağlayabilirim.”

164; “O gün kimse kimseye hiçbir fayda sağlayamayacaktır. O gün buyruk yalnız Allah’ındır.”

165 Biz aslında bu âyetlere muhalefet etmiş olmuyoruz. Bu âyetlerde şefaatle ilgili bir şey yoktur. Evet, kimse başka bir kimse için fayda sağlayamaz, başkasına zarar veremez, yol gösteremez, hidayet edemez. Şefaat Allah’a yönelme, O’na yakarma ve dua etmedir. Şefaati inkâr edenlerin bir kısmı şefaatin sade-ce muhsinler (sevabı günahından fazla olanlar) için olduğunu söylemiştir. “Onlar, O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler.”

166 meâlin-deki âyeti de buna delil gösterdiler.

[123] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu âyette onların lehine bir delil yoktur. Çünkü Allah Teâlâ’nın cehennemden çıkıp cennete girmesine izin verdiği ve kendisine şefaat edilmesine izin verdiği kişi kendisinden razı ol-duğu kişidir. Bu durum sevapları günahlarından çok olması veya büyük günahı olmaması veyahut da büyük günahına tövbe etmesi sebebiyle yüce Allah’ın günahlarını bağışladığı kimseye yönelik onun bir hakkı ve lut-fudur. Dolayısıyla o, şefaatçinin şefaatine muhtaç değildir. Şüphesiz yüce Allah’ın rahmet ve lutfu onun için hâsıl olmuş, bu vesile ile cennete girme-sini Allah emretmiştir. Şimdi, bu kişiye hangi konuda şefaat edilmiş oldu?

[124] Şefaate ihtiyacı olan kişi ise, büyük günahları sevaplarından fazla olup bundan dolayı cehenneme sokulan kimsedir. Yüce Allah, o kişinin cehennemden çıkmasına ancak şefaatle izin verir. İnsanların mahşerdeki durumu da böyledir, onlar çok zor ve sıkıntılı bir durumdadırlar. Onlar da şefaate muhtaçtırlar. Başarı Allah’tandır. Haberler de bu doğrultudadır.

[Mizan]

[125] Mizan konusuna gelince, bir grup onu inkâr etmiş ve aşırı gide-rek Allah’ın kelâmına muhalefet etmiştir. Diğerleri ise inatçılık yapmışlar ve mizanın altından iki kefesi olan bir tartı olduğunu söylemişlerdir. Bu da başka bir haddi aşmadır ve helal değildir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyur-du: “Hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz bir iş sanıyordunuz. Halbuki bu, Allah katında büyük bir günahtır.”

167

30

25

20

15

10

5

Page 81: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 81

ا﴾] ١٢٢[ ــ ر و ا ــ כــ ــכ أ ــ إ ــ ﴿ : ــ א ا ل ــ ــא وأ

ا ــ ــ ، و ــ ا أ ــ ــ ــ א א ــא א﴾ ــ ــ ــ ــכ م ــ ﴿

و ا ــ ر و ا ــ و ــא ــ ــכ ــ ء، ــ ــ א ــ ا ــ

ي כــ ــ ــאل ــאء. و ــ ود ا ــ و א ــ ا ــ إ א ر ــ ــא ا ى وإ ــ

: ﴿و ــ א ــ ا ــ . وا ــ ــ ــ ا ــ إ א ــ : إن ا א ــ ا

﴾ ــ ار ــ ن إ ــ

ــ ] ١٢٣[ ا ــ إ ــ أذن ا ن ــ ــ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــאه، ــ ار ــכ، ــ ذ ــ א ــ ــ ا ــא ، وإذن ــ ــ ا ــאر وأد ــ ا

ــ א ــ ــ ن ر ــ ــ ــ ذ ــ ــ ــ ــ ــ א ــ ــ و ا ــ و

א כ ــ ــ ــ ــ ــ ــא ــאب ن ــ ة أو ــ ــ כ כــ ــ ن ــ ه أو ــ א כ

ــאذا ــ ــ ا ــ إ ــ ، وأ ــ א ــ ا ز ــ ، وا ــ ــ ا ــ ــ ــא

؟ ــ ــ

ــאر ] ١٢٤[ ــ ا د ، א ــ ــ ه ــ א ــ כ ــ א ــ ــ ا ــ إ ــא ا وإ

ــ ا ــ ــ כ ــ ــכ ا . وכ א ــ א ــא إ ــ ا ــ א ذن ــ ــ و

، ــ ــ ا א ــא ، و א ــ ــ ا ن إ ــ א ــא ــ أ ــ ــאم ــ ــא ــ أ

ــכ. ــ ذ ــאر ــ ا ــא و

أة، ] ١٢٥[ ــ ــ א م ا ا כ ــ א م ــ وه כــ ــ أ ان ــ ــא ا ل، وأ ــ

ــ ام آ ــ ا إ ــ ، و ــ ــ ذ ــ כ ان ــ ــ ا: ــ א ون، ــ ــ آ ــא، و ا وإ

ــא ــ و ــ ــ כــ ــ ــא כــ ا ن ــ : ﴿و ــ ــ و ــאل ا ، ــ

﴾ ــ ا ــ ــ و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 82: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi82

[126] Ebû Muhammed şöyle dedi: Âhiret ahvali, ancak Kur’ân’dan gelen ya da Allah Resulünden (s.a.) gelen haberler vesilesi ile bilinebilir. Hz. Peygamber’den (s.a.) mizanın özellikleri konusunda sahîh haber bize ulaşmamıştır. Şayet bu konuda Hz. Peygamber’den (s.a.) sahîh bir hadis gelmiş olsa idi, elbette onu kabul ederdik. Bu konuda Hz. Peygamber’den (s.a.) sahîh bir haber gelmediğine göre, yüce Allah’ın bize bildirmediği bir şeyi herhangi bir kimsenin söylemesi doğru değildir. Fakat biz, yüce Allah’ın aşağıdaki âyetlerde buyurduğu gibi söyleriz: “Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilme-yecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.”

168“O gün amellerin tartılması da haktır.”

169“İşte o vakit kimin tartıları ağır gelmişse artık o hoşnut olacağı bir hayat içinde olacaktır. Ama kimin de tartıları hafif gelirse işte onun anası (varacağı yer) Hâviye’dir.”

170

[127] Bizler, kıyamet günü kulların amellerinin ölçülmesi için miza-nın kurulacağına kesin olarak inanırız. Allah Teâlâ kâfirler hakkında şöyle buyurmuştur: “... o yüzden de kıyamet gününde amelleri için terazi kurma-yacağımız kimselerdir.”

171 Bu, onların amellerinin tartılmayacağı anlamına gelmez, bilakis onların amelleri tartılır; fakat amelleri (tartıda) yukarıda kalmış ve ölçüleri hafiftir. Nitekim Allah Teâlâ şu âyetleriyle bu hususu açıklamıştır: “Kimlerin de tartıları hafif gelirse, işte onlar da kendilerini ziya-na uğratanların ta kendileridir. Onlar cehennemde ebedî kalacaklardır. Ateş yüzlerini yalar ve onlar orada sırıtır kalırlar. Allah ‘Âyetlerim size okunuyordu da siz onları yalanlıyordunuz, değil mi?’ der.”

172

[128] Böylece yüce Allah, âyetlerini yalanlayan bu kimselerin tartı-larının hafif olduğunu haber vermiştir. Allah’ın âyetlerini yalanlayanlar şüphesiz kâfirlerdir. Bu tartıların, hayır veya şer olması bakımından bizim ölçülerimizle ölçemeyeceğimiz derecede, zerre miktarı ve daha fazlası bile olsa yüce Allah’ın kullarının amellerinin miktarını açıkladığı şeyler oldu-ğunu kesin olarak kabul ederiz. Bu tartıların keyfiyetini bilemeyiz. Ancak biz, bunların dünya tartılarından farklı olduklarını biliriz. Bir dinar ya da inciyi sadaka olarak veren bir kimsenin tartısı, sıradan bir taşı sadaka ola-rak veren kimsenin tartısından daha ağırdır. Bu bir ağırlık (vezn) değildir.

30

25

20

15

10

5

Page 83: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 83

ــא ] ١٢٦[ آن أو ــ ــ ا ــאء ــא ــ إ ة ــ ر ا ــ : وأ ــ ــ ــאل أ

ــ ء ــ م ــ ــ وا ــ ت ــ ــ ، و ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאء

ــ ذ ــ ، ــ ــא ء ــ ــכ ــ ذ م ــ ــ ا ــ ــ ــ ان، و ــ ــ ا ــ

ــא ــ ــ و ــ ا ل ــ ــ أن ــ ــ ء ــ ــכ ــ ذ م ــ ــ ا ــ

م ــ ــ ا ــ از ا ــ : ﴿و ــ ــ و ــאل ا ــא ل כ ــ כــ ــ ــא ــ

﴾ ــ ا ــ زن ــ :﴿وا א ــאل ﴾ و ــ א ــא ــ : ﴿وכ ــ ــ ﴾ إ ــ א ا

ــ از ــ ــ ــא وأ ــ را ــ ــ ــ ــ از ــ ــ ــא ﴿ : ــ א ــאل و

﴾ ــ אو ــ

ــאل ] ١٢٧[ ــאد. ــאل ا زن أ ــ ــ א م ا ــ ــ ــ از ــ أن ا ــ

زن ــ ــ أ ا ــ ــ ــא﴾ و وز ــ א م ا ــ ــ ــ

ــ ــאر: ﴿ כ ــ ا ــ א

ــ ــ א ــ ا ــ ــאف، ــ از ــא و ــ א כــ أ زن ــ ــ ــ א أ

ــ ــ ــ وا أ ــ ــ ــכ ا و ــ از ــ ــ ل: ﴿و ــ ــכ إذ ذ

ن﴾ ــ כ ــא ــ כ ﴿ : ــ ــ ون﴾ إ ــ א

]١٢٨ [ ، ــ از ــ ــ א ــ כ ا ء ــ أن ــ و ــ ــ

ــכ أن ــ ــ و ــכ، ــ ــאر כ ــ و ــ ا ــאت ن ــ כ وا

ــ ــ أو ــ ــ א ــ أ אد ــאده ــא ــ ــ و ــ ا אء ــ ــ أ از ا

ري ــ ــא زاد، و ، ــ ــא أ از ــ ــא ــ وز ــ رة ا ــ ار ا ــ ــ

ان ــ وأن ــא، ا ــ از ف ــ ــא أ ري ــ ــא أ إ ــ از ا ــכ ــ כ

ــא وز ا ــ ــ و ــ آ כ ق ــ ــ ــ أ ة ــ أو ــאر ق ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 84: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi84

Yine katilin günahının tokat atan bir kimsenin günahından daha büyük olduğunu; farz olan bir namazı kılan bir kimsenin tartısının nafile namaz kılan bir kimseninkinden daha büyük olduğunu da biliriz. Bilakis farzların bazıları diğerlerinden daha büyüktür. Nitekim Hz. Peygamber’den (s.a.) şöyle bir sahîh haber gelmiştir: “Sabah namazını cemaatle kılan bütün ge-ceyi, yatsı namazını cemaatle kılan da gecenin yarısı ibadetle geçirmiş gibi olur.” Bu namazların ikisi de farzdır. Bütün amellerde de durum böyledir. İyisiyle kötüsüyle kulların bütün fiilleri tartılır.

[129] Mu‘tezile kendine karşı biraz insaflı davranmış olsa idi bunun adaletin ta kendisi olduğunu anlardı. Şimdi kişi bilmediği bu konuda “bu mizanlar iki kefelidir” derse, onları dünyadaki tartılara kıyas etmiş olur ve kıyasında hata etmiş olur. Çünkü dünyadaki tartılar içinde karistun(?) gibi kefesi olmayan tartılar da vardır. Bize gelince, sadece bu konuda gelen nas-larla yetindik. Kur’ân’dan veya Hz. Peygamber’den (s.a.) sahîh olarak gelen sünnetin getirdiği nasları kabul ederiz. Bu iki kaynakta (Kur’ân ve sünnet) bulunmayan şeyleri reddederiz. Bu iki kaynakta geçersizliği ortaya konmuş görüşleri de tekzip ederiz. Başarı Allah’tandır.

[ Havz]

[130] Havz’a gelince, bu konuda haberler sahîh olarak gelmiştir. Havz, Hz. Peygamber (s.a.) ve ümmetinden oraya varanlar için bir lütuf ve kera-mettir. Hz. Peygamber’den (s.a.) gelen haberleri bilmeyen kişi hariç, havzı inkâr eden kişilerin dayanaklarını bilmiyoruz. Gerek bu konuda gerekse başka konularda Hz. Peygamber’den (s.a.) gelen sahîh haberlere muhalefet etmek câiz değildir. Başarı Allah’tandır.

[Sırat]

[131] Sırat’a gelince, bundan önceki birinci bölümde bu konudan bah-setmiştik. Nitekim Allah Resulü (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Sırat, cehenne-min iki yakası arasına konulur, insanlar onun üzerinden geçerler; onlardan bazıları sapasağlam olduğu gibi kurtulur, kimi tırmıklar içinde perişan bir şekilde salı verilir; kimi de cehennem ateşinin içine sapır sapır dökülür...”

173 30

25

20

15

10

5

Page 85: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 85

ــ ــ ــ أ ــ ا ان ــ ــ وأن ــ ا ــ إ ــ ــ أ א ــ ا ري أن إ ــ و

ــ ــ ــ . ــ ــ ا ــ ــ أ ــ أ ا ــ ا ــ ع ــ ــ ا ان ــ

ــ ، و ــ ــאم ــ ــ כ א ــ ــ ــ ا ــ : أن ــ ــ و ــ ا ــ ا

ــ ا כــ ض و ــ ــא . وכ ــ ــ ــאم ــא כ ــ א ــ ــ ــ ا

ــאل. ا

ا ] ١٢٩[ ــ ــ ا أ ــ ه و ــ ــ ه ــ ــ ــ ا زن ــ ــא

ــ א ــא ــ ان ذو כ ــ ــכ ا ري إن ذ ــ ــא ــאل ــ ــא ل. وأ ــ ــ ا ا ــ أن

ــ ــ ــא כ ــא ــ ا از ــ ــ إذ א ــ ــ ــ أ ــא و ــ ا از ــ ــא א

ل إ ــ . و ــ ــכ ــ ذ اردة ــ ص ا ــ ــא ا ــא ا ــ ــא ن. وأ ــ כא

ــא כــ إ ــ و ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ــ آن أو ــ ــ ــאء ــא

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ א ــא إ ــא ب إ כــ ــא، و ت ــ ــ

ــ ] ١٣٠[ ــ ا ــ ــ ا ــ כ ــ و ــאر ــ ا ــ ض، ــ ــא ا وأ

ــאر א ــ ــא إ ا ه כــ ــ أ ري ــ ــ و ــ أ ــ ــ ورد ــ و و

ــא ه، و ــ ا و ــ ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ــא ــ א ز ــ و

. ــ ــ ا א

ــ ] ١٣١[ وأ ا ــ ــ ي ــ ا ول ا ــאب ا ــ ــאه ذכ ــ اط، ــ ا ــא وأ

ــ ا ــ اط ــ ا ــ : ــ و ــ ا ــ ا ل ــ ر ــאل ــא כ

. ــ ــאر ــ دس כــ و ــאج و وش ــ ــאس ا ــ ــ و ــ

٥

١٠

١٥

Page 86: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi86

İnsanlar sırat köprüsünden amellerine göre geçerler; yıldırım gibi geçenler olduğu gibi cehenneme düşenler de vardır. Sırat, cennet ehlinin mahşerden cennete giden ve yerden göğe kadar uzanan yoludur. Bu da, yüce Allah’ın “(Ey İnsanlar!) Sizden cehenneme varmayacak hiç kimse yoktur. Rabbin için bu, kesin olarak hükme bağlanmış bir iştir. Sonra Allah’a karşı gelmekten sa-kınanları kurtarırız da zâlimleri orada diz üstü çökmüş halde bırakırız.”

174 meâlindeki sözünün manasıdır.

[Amellerin Yazılması]

[132] Meleklerin bizim amellerimizi yazması haktır (doğrudur). Nite-kim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Halbuki üzerinizde muhakkak bekçi-ler, değerli yazıcılar vardır.”

175 “Çünkü biz yapmakta olduklarınızı kaydedi-yorduk.”

176 “Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız. ‘Oku kitabını!’ ”

177 “Üstelik, biri insanın sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki kalıcı melek de (onun yaptıklarını) alıp kaydetmektedir. İnsan hiçbir söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek bulunmasın.”

178

[133] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bunlar, müslüman olduğunu söy-leyenler arasında ihtilafın olmadığı konulardır. Ancak şu kadar var ki kim-se bu yazma işinin keyfiyetini bilemez.

Kabir Azabı

[134] Ebû Muhammed şöyle dedi: Mu‘tezile’nin önemli âlimlerden biri olan Dırar b. Amr el-Gatafânî179 kabir azabını inkâr etti. Bu, Hâricîler-den karşılaştığımız kimselerin de görüşüdür. Ehl-i Sünnet, Bişr el- Mu’te-mir180, Cübbâî181 ve Mu‘tezile’nin kalanı bu görüşü (yani kabir azabının hak olduğunu) kabul ettiler. Biz de, Allah Resulünden (s.a.) bununla ala-kalı olarak gelen haberlerden dolayı bunu kabul ederiz.

[135] Ebû Muhammed şöyle dedi: Kabir azabını inkâr edenler, yüce Allah’ın “Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin. (Gü-nahlarımızı kabulleniyoruz. Şimdi (bu ateşten) bir çıkış yolu var mı?)”

182 ve “Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah’ı nasıl inkâr ediyorsunuz?”

183 meâlindeki âyetleri delil getirdiler. 30

25

20

15

10

5

Page 87: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 87

ــ ــ ــ ــכ إ ــא دون ذ ف ــ ــ ا ــ כ א ر أ ــ ــ ــ ون ــ ــאس وأن ا

ــ אء، و ــ ــ ا رض إ ــ ا ــ ــ ا ــא ــ إ ــ ا ــ أ ــ ــאر، و ــ ا

ــ ــא ۞ ــא ــכ ر ــ ــא כאن إ وارد ــ כ : ﴿وإن ــ א ل ا ــ ــ

ــא﴾ ــא ــ א ر ا ــ ا و ــ ا ــ ــ ا

]١٣٢ [ כــ ﴿وإن : ــ א ا ــאل ــ ــא א כــ ا ــאب כ ــא وأ

ــאل ن﴾ و ــ ــ ــא כ ــ ــא ــא כ : ﴿إ ــ א ــאل ﴾ و ــ ــא כא ا ۞ כ ــ א

ــאه ــא א כ ــ א م ا ــ ــ ج ــ و ــ ــ ه ــ

א ــאه ــאن أ : ﴿وכ إ ــ א

אل ــ ا ــ و ــ ا ــ ــאن ــ ا : ﴿إذ ــ א ــאل ــכ﴾ و א أ כ ــ را ۞ ا ــ

﴾ ــ ــ ر ــ ل إ ــ ــ ــ ــא ۞ ــ

ــ ] ١٣٣[ ــ إ ــ ــ ــ أ ــ ف ــ ــא ا ــ : وכ ــ ــ ــאل أ

ــאب. כ ــכ ا ــ ذ ــאس כ ــ ا ــ ــ أ ــ م إ أ ــ ا

. اب ا

ــ ] ١٣٤[ خ ا ــ ــ ــ أ א و ا ــ ــ ار ــ ــ : ذ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ و ــ ا ــ أ ار. وذ ــ ــ ا ــא ــ ل ــ ــ . و ــ اب ا ــ ــכאر ــ إ إ

ــ ــאر ــ ا ل ــ ــ . و ــ ل ــ ــ ا ــ إ ــא ا ــ و א ــ وا ــ ا

. ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

ــא ] ١٣٥[ ــא أ : ﴿ر ــ א ل ا ــ ه כــ ــ أ ــ ــ ا : و ــ ــ ــאل أ

ــא ا أ ــ وכ ــא ون ــ כ ــ ﴿כ : ــ א ــ و ﴾ ــ ا ــא وأ ــ ا

. ــ ا ﴾ אכــ

٥

١٠

١٥

Page 88: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi88

[136] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu haktır, kabir azabının varlığı reddedilemez. Çünkü kabir fitnesi, azabı ve sorgusu, ruhun cesetten ayrıl-masının sonrasında -beden kabre gömülsün veya gömülmesin- sadece ruha yöneliktir. Bunun delili yüce Allah’ın şu sözüdür: “Zâlimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı kur-tarın! Allah’a karşı doğru olmayanı söylediğiniz ve onun âyetlerinden kibirlene-rek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız” diye-cekleri zaman hallerini bir görsen!”

184 Şüphesiz bu durum ölümün akabinde ve kıyametten öncedir. İşte bu da kabir azabıdır. Yine Allah Teâlâ şöyle bu-yurmuştur: “Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verile-cektir.”

185 Yüce Allah, Firavun ailesi hakkında da şöyle buyurmuştur: “(Öyle bir) ateş ki, onlar sabah-akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de, “ Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun” denilecektir.”

186 İşte burada be-lirtilen sunma (arz) işlemi, kabir azabıdır. Buna, kabre izafetle “ kabir azabı” denilmiştir. Çünkü ölülerin kâhir ekseriyetinin kabre konulduğu mâlumdur.

[137] Ölülerden yırtıcı hayvanların yiyip parçaladığı kimseler, denizde boğulup da deniz canlılarının yiyip bitirdiği kimseler, yanarak ölmüşler, asıl-mışlar ve akibeti meçhul kimselerin var olduğunu biliyoruz. Eğer durum, azabın sadece bilinen kabirde olduğunu düşünen kimsenin takdir ettiği şe-kilde olsa idi, elbette söz konusu kimseler için ne bir imtihan ne kabir azabı ne de sorgulama olurdu. Böyle bir şeyden Allah’a sığınırız. Bilakis her ölü için imtihan ve sorgulama ve bundan sonra kıyamet gününe kadar devam edecek sevinç veya üzüntü kaçınılmazdır. İşte o zaman onlar yaptıklarının karşılığını tastamam alırlar, sonrasında cennete ya da cehenneme gönderilirler.

[138] Buna ilaveten her insanın bedeni belli bir zamanda kaçınılmaz olarak toprağa dönecektir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “(Ey insanlar!) Sizi topraktan yarattık, (ölümünüzle) sizi oraya döndüreceğiz ve sizi bir kere daha oradan çıkaracağız.”

187 Asılmış, akıbeti meçhul, yangında yanmış veya yırtıcı hayvanların ya da kemirgenlerin yiyip bitirdiği kimse-lerden bahsettiklerimizin tamamı küle, toza toprağa ya da parçalanıp top-rağa dönüşecektir. Nefsin cesetten çıkmasının akabinde karar kıldığı her mekân kaçınılmaz olarak kıyamet gününe kadar nefsin kabri olacaktır.

30

25

20

15

10

5

Page 89: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 89

ــ ] ١٣٦[ ا ــ ن ــ ا اب ــ ــ ــ ا ــ و : ــ ــ أ ــאل

ــ ــ أو ــכ، ــ ذ ــ إ ــ ا ــ ــ وح ــ ــ ــא ــאء إ ــ وا ا و

ت ــ ات ا ــ ــ ن ــ א ى إذ ا ــ ــ : ﴿و ــ א ل ا ــ ــכ، ــאن ذ . ــ

ــ א ــ ا ا ــ . و ــ م﴾ ا ــ ا ــכ ا أ ــ أ ــ أ ــ א כــ وا

م ــ ــ رכ ن أ ــ ــא ــאل: ﴿وإ . و ــ اب ا ــ ا ــ ت و ــ ــ ا ــכ وأ ــ

א ــ وا و ــ ــא ن ــ ــאر ن: ﴿ا ــ ــ آل ــ א ــאل ا ﴾ و ــ א ا

ر כــ ض ا ــ ا ا ــ اب﴾ ــ ــ ا ن أ ــ ا آل ــ أد ــא م ا ــ م ــ و

ــ د ــ ن ا ــ ــ ا ــ إ ــ اب ا ــ ــ ــא ــ وإ اب ا ــ ــ

ون. ــ ــ ــ أ ــ ا أכ

]١٣٧ [ ، ــ ا دواب ــ כ ــ وا ، ــ ا ــ أכ ــ أن ــא ــ و

اب ــ ــ ــ أ ــ ر ــ ــא ــ ــ כאن ، ــ ب، وا ــ ق، وا ــ وا

، ــאء و ، ــ اب ــ و ، ــ ء ــ כאن ــא د ــ ا ــ ا ــ إ

ور ــ ــכ ــ ذ ال و ــ ، و ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ כ ا ــ ــ ــא ذ ــ و

ــאر. ــ أو ا ــ ا ن إ ــ ــ و ر ــ أ ن ــ . ــ א م ا ــ ــ כــ إ أو

ــא، ] ١٣٨[ ــא اب ــ ــ ا د إ ــ ــ ا ــ ــ ــאن ــ כ إ ن ــ ــא وأ

ى﴾ ــ ــאرة أ ــ כ ــא و ــ כ ــא و ــ אכ ــא ﴿ : ــ א ــאل ــא כ

ــ ــ ــ أو دا ــ ق أو أכ ــ ــ أو ب أو ــ ــ ــא ــ ذכ ــכ

ت ــ ــכאن ا ــ وכ رض، و ــ ا د إ ــ ــ ــא أو ــאدا أو ر د ر ــ

. ــ א م ا ــ ــ ــא إ ــ ــ ــ ــ ا ــא و ــ ــ أ ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 90: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi90

[139] Ölünün kabrinde yaşadığını düşünen bir kimseye gelince, bu yanlıştır. Çünkü yukarıda zikrettiğimiz âyetler böyle düşünmekten men‘ eder. Eğer böyle bir şey olmuş olsaydı, Allah bizi üç kez diriltip, üç kez öl-dürmüş olurdu ki bu bâtıldır ve Kur’ân-ı Kerim’e aykırıdır. Ancak yüce Al-lah’ın peygamberlerden herhangi birisine ait mûcize olarak dirilttiği kim-seler bunun dışındadır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Binlerce

kişi oldukları hâlde, ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi?

Allah, onlara “ölün” dedi, sonra da onları diriltti.” 188, “Yahut altı üstüne gel-

miş (ıpıssız duran) bir şehre uğrayan kimseyi görmedin mi? O, “Allah, burayı

ölümünden sonra nasıl diriltecek (acaba)?” demişti. Bunun üzerine, Allah onu

öldürüp yüzyıl ölü bıraktı, sonra diriltti.” 189 Yine yüce Allah’ın şu sözü de

böyledir: “Allah (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de

uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli

bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır. Şüphesiz bunda düşünen bir

toplum için elbette ibretler vardır.” 190 Böylece Kur’ân’ın açıklamasıyla ölen

bir kimsenin ruhunun belli bir zamana kadar -ki o da kıyamet günüdür- bedenine dönmeyeceği hususunun doğruluğu ortaya çıkmıştır.

[140] Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.) de, İsra gecesi dünya sema-sında ruhların kendisine gösterildiğini; Hz. Âdem’in (s.a.) sağ tarafında saidlerin (müminlerin) ruhlarının olduğunu ve sol tarafında da şakilerin (kâfirlerin) ruhlarının bulunduğunu haber vermiştir. Yine Allah Resulü (s.a.), Bedir günü, (kâfirlerden) öldürülenlere seslenmiş ve kabir ehli olma-dan önce azap ile uyarıldıkları hususların hakikat olduğunu anladıklarını haber vermiştir. Bunun üzerine orada bulunan müslümanlar: “Ey Allah’ın

Elçisi! Sen çürüyüp toprak olmuş bir kavimle mi konuştun? diye sorunca, on-

lara “Evet, tıpkı sizin gibi duyarlar” 191 cevabını vermiştir. Allah Elçisi (s.a.),

müslümanların “Onlar çürüyüp toprak olmuştur.” şeklindeki sözlerini inkâr etmemiş ve ölülerin duymakta olduklarını bildirmiştir. Böylece bu durumun onların sadece ruhları için söz konusu olduğu ortaya çıkmıştır. Cesede gelince onda bir his ve duyu yoktur. 30

25

20

15

10

5

Page 91: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 91

ــא ] ١٣٩[ ــ ذכ ــאت ا ن ا ــ ه ــ ــ ــ ــ ــ أن ا ــ ــא وأ

ــ א ا ــ ــא، و ــא א ــא وأ ــא א ــ أ ــ א ــכאن ــכ ــ כאن ذ ــכ. و ــ ذ ــ

ــ ا ــ ــ ــאء و: ﴿ا ــ ا ــ ــ ــ آ א ــאه ا ــ أ آن إ ــ ف ا ــ و

ــ ي ــ ﴾ و ﴿أو כא ــ א ــ أ ا ــ ا ــ ــאل ت ــ ر ا ــ ف ــ أ ــ و ــ אر د

א ا א א ه ا אل أ א ــ و אو

و

: ــ ــ ــא﴾ إ ــ ــ ــ ا : ﴿ا ــ א ــ ــכ ا ﴾ وכ ــ ــ ــאم

ه إ ــ ــ ــ إ ــאت ــ آن أن روح ــ ــ ا ــ ﴾ ــ ــ ــ أ ﴿إ

. ــ א م ا ــ ــ ، و ــ ــ ــ أ إ

ــ ] ١٤٠[ رواح ــ رأى ا ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــכ أ وכ

אدة ــ ــ ا م أرواح أ ــ ــ ا ــ آدم ــ ــא אء ا ــ ــ ــ ى ــ أ

ــ א إذ ر ــ م ــ م ــ ا ــ ــ وأ אء ــ ا ــ أ أرواح א ــ ــ و

ــאل ر، ــ ــ ن כــ ــ أن ــא ــ ــ ــא وا ــ ــ و ــ أ ــ وأ ا

ــ ــא أ م: ــ ــ ا ــאل ا؟ ــ ــ ــא ــ א ل ا أ ــ ــא ر ن: ــ ا

ــ ــ إ ــ ــ ا م ــ ــ ا כــ ــ . ــ ل ــ ــא أ ــ

ــכ، ــ ــ ــ روا ــכ ــ أن ذ ن ــא ــ ــ أ ا وأ ــ ــ

. ــ ــ ــ ــ ــא ا وأ

٥

١٠

١٥

Page 92: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi92

[141] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ölülerin ruhlarının sorgulama anında cesetlerine döndürüleceklerinin doğruluğunu göstermek üzere Hz. Peygamber’den (s.a.) asla bir haber gelmemiştir. Şayet Hz. Peygamber’den (s.a.) böyle bir haber sahîh olarak gelmiş olsa idi, elbette onu kabul ederdik. Dolayısıyla böyle bir haber sahîh olarak gelmediğine göre birisinin bunu söylemesi doğru değildir. Ruhların cesetlere iade edilmesi bakımından il-gili hadise yapılan bu ilave konusunda Mîhal b. Amr192 yalnız kalmıştır. Zaten o, güçlü bir ravi değildir. Nitekim Şu’be ve diğerleri onun hadisini terk etmiştir. Diğer sahîh haberler de bunun aksinedir. Bizim savunduğu-muz görüş, sahabeden gelen ve sahîh olan görüştür. Sahabenin hiçbirinden bizim dediğimizin dışında bir görüş sahîh olarak gelmemiştir.

[142] Nitekim bize Muhammed b. Said b. Beyan, İsmail b. İshak, Îsâb. Habib ve Abdullah b. Abdurrahman b. Muhammed b. Abdullah b. Yezid el-Makri hadis olarak rivayet etmiştir. Abdurrahman b. Abdullah, dedesi Muhammed b. Abdullah’dan; o da Süfyan b. Uyeyne’den; o da Mansur b. Safiye’den; o da annesi Safiye binti Şeybe’den naklen şöyle demiştir: İbn Ömer mescide girdi ve İbn Zübeyr’i darağacında asılmadan önce, (başı kesik olan bedenini) bir kenara atılmış bir halde gördü. Bu sırada ona şöy-le denildi: Bu, Ebû Bekir es-Sıddık’ın kızı Esma’dır. Bunun üzerine ona yöneldi ve taziyelerini iletip şöyle dedi: Bu bedenler bir şey değildir, ruhlar ise Allah katındadır. Bunun üzerine Esma da “Yahyâ b. Zekeriyyâ’nın başı İsrail oğullarından azgın bir gruba verilmişse, bu olay beni etkilemez” de-miştir.

[143] Bize, Muhammed b. Said b. Beyan, Ahmed b. Avnillah, Kasım b. İsbağ, Muhammed b. Abdisselam el-Haşenî, Ebû Mûsâ Muhammed b. el-Müsenna ez-Zaman, Abdurrahman b. Mehdi ve Süfyan es-Sevri hadis olarak rivayet etti. Süfyan, Ebû İshak es- Sebî’î’den, o da Ebü’l-Ahves’ten, o da İbn Mes’ud’dan rivayet etmiştir. Buna göre İbn Mes’ud, yüce Allah’ın “Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin.”

193 âyeti hakkında bunun Bakara sûresindeki “Siz ölüler idiniz. Allah sizi diriltti. Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir.”

194 meâlindeki âyetle alakalı olduğunu bildirmiştir.30

25

20

15

10

5

Page 93: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 93

ــ ] ١٤١[ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ت ــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ، و ــאء ــ ا ــאد ــ أ د إ ــ ــ ــ أن أرواح ا ــ ــ

ــא ، وإ ــ ــ أن ــ ــ ــ ذ ــ ، ــ ــא م ــ ــ ا ــ ــכ ذ

ى. ــ א ــ ه، و ــ و و ــ ــ ــאل رواح ا ــ رد ا ــאدة ه ا ــ د ــ ا

ــא ي ــ ا ا ــ ــכ، و ف ذ ــ ــ ــ א ــאر ا ــא ا ه، و ــ ــ و כــ

ــ ــ ــ أ ــ ــ ، ــ ــ ا ــ ر א ــ ا ــא ــ أ ي ــ ــ ا

ــא. ــא ــ

אق، ] ١٤٢[ ــ ــ إ א ــ ــא إ ــאن، ــ ــ ــ ــ ــא ــא כ

ــ ــ ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ ا ــא ، ــ ــ ــ ــא

ــ ، ــ ــ אن ــ ــ ، ــ ا ــ ــ ه ــ ــ ي ــ ــ ا ــ ا

ــ ــ ا ــ ــ ا : د ــ א ، ــ ــ ــ ــ ــ أ ، ــ ــ ر ــ

כــ ــ ــ أ אء ــ ه أ ــ : ــ ــ ، ــ ــ أن ــא ــ ــ ا ــ ا

رواح ء وإن ا ــ ــ ــ ه ا ــ ــאل: إن ــא، و ا ــא ــאل إ ، ــ ا

ــ ــא إ ــ زכ ــ ى رأس ــ ــ أ ــ و ــא אء: و ــ ــ أ א ، ــ ا

. ا ــ ــ إ ــא א ــ ــ

]١٤٣ [ ، ــ ــ أ ــ א ــא ، ن ا ــ ــ ــ ــא أ ــאن، ــ ــ ــא و

ــא ، ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ــ ــא أ ــ ، م ا ــ ــ ا ــ ــ ــא

ــ ــ أ ، ــ אق ا ــ ــ إ ــ أ ري، ــ אن ا ــ ــא ي، ــ ــ ــ ــ ا

﴾ א ا وأ א ا א أ : ﴿ر ل ا و د، ص، ا ا

﴾ כ כ אכ א ا أ ة: ﴿وכ د: ا ا אل ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 94: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi94

İşte bu İbn Mes’ud’a, Esma bnt. Ebû Bekir es-Sıddık’a ve İbn Ömer’e (Al-lah onlardan razı olsun) sahabeden muhalefet eden bir kimse olmamıştır. Esma ve İbn Ömer, ruhların Allah katında baki olduklarını ve bedenlerin ise bir şey olmadığını kesin olarak kabul etmiştir. İbn Mes’ud ise hayatın ve vefatın iki defa olduğunu kesin bir dille ifade etmiştir. Bu bizim görüşü-müzdür. Başarı Allah’tandır.

[144] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hz. Peygamber’in (s.a.) İsra ge-cesi Mûsâ’yı (s.a.) kabrinde ayakta namaz kılarken gördüğüne dair haber O’ndan (s.a.) sahîh olarak gelmiştir. Allah Elçisi (s.a.), Mûsâ’yı altıncı ya da yedinci semada gördüğünü haber vermiştir. Şüphesiz Hz. Peygamber onun ruhunu görmüştür. Onun cesedine gelince, ceset şüphesiz toprağa dönüşmüştür. Bu açıklamadan sonra her ruhun bulunduğu yer ona ait kabir olarak adlandırılır. Ruhlar orada azap görürler ve oldukları yerde sor-gulanırlar. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

Ruhların Konakladıkları Yer

[145] Ebû Muhammed şöyle dedi: İnsanlar ruhların konakladıkları yer konusunda farklı görüşler ileri sürdüler. Bu kitabımızın baş tarafında tenasüh taraftarlarının görüşünün yanlışlığını açıklamıştık. Hamd, âlem-lerin Rabbi olan Allah’a aittir.

[146] Râfizîlerden bir topluluk kâfirlerin ruhlarının “Hadramevt”te bir kuyu olan “Berhut”ta olduğunu; müminlerin ruhlarının ise -“Cabiye” ol-duğunu düşündüğüm- başka bir yerde bulunduğunu ileri sürmüştür. Bu geçersiz bir görüştür. Çünkü bu görüşün herhangi bir delili yoktur. Delili olmayan görüş ise geçersizdir. Ruhların bunların (Râfizîlerin) iddia ettiği yerin dışında başka bir mekânda olduğunu birisinin iddia etmesi güç de-ğildir. Durumu bu şekilde olan bir şeyi, ancak başarısızlığa düşen bir kimse din edinebilir. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

[147] Hadis taraftarlarının çoğunluğu ruhların kendi kabirlerinde ol-duğunu kabul etmiştir. Bu görüş, -benzeriyle delil getirilemeyecek zayıf bir haberin dışında- doğruluğunu ortaya koyacak bir delilin asla bulunmadığı bir görüştür. Çünkü bu haber geçersizliğin en uç noktasında olup, hadis âlimlerinden hiçbirinin ilgilenmeyeceği bir haberdir. Durumu bu şekilde olan bir haber, zaten geçersiz bir haberdir.

30

25

20

15

10

5

Page 95: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 95

ــ و ــ ا ــ ر ــ ــ وا כــ ا ــ ــ أ אء ــ د وأ ــ ــ ا ا ــ

ــ א رواح ــ أن ا ــ ــ אء وا ــ ــ أ ــ ــ ا ــ ر א ــ ا ــ א

ــאة ــאن وا ــאة ن ا ــ د ــ ــ ــ ا ء و ــ ــ ــ ــ ا وأن ا

. ــ ــא ا ــא، و ا ــ ــכ، و כ

ــ رأى ] ١٤٤[ ــ أ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

אء ــ ــ ا ــ رآه ــ أ اء، وأ ــ ــ ا ــ ه ــ ــ ــא א م ــ ــ ا ــ

ــ اب ــ א ارى ــ ه ــ ــא ، وأ ــ ــא رأى رو ــכ إ ــ ــא و ــ أو ا אد ا

ل ــ ، و ــ رواح ب ا ــ ــ ا ــ ــ ــ כ روح ا أن ــ ــ ــכ.

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ ــ כא

رواح ا

ن ] ١٤٥[ ــ ــא ــ ذכ رواح، و ــ ا ــ ــאس ــ ا : ا ــ ــ ــאل أ

. ــ א ــ رب ا ا، وا ــ ــא א ر כ ــ ــ ــ א ــאب ا ل أ ــ

ــ ] ١٤٦[ ــ ت، و ــ ــאر כ ــ أن أرواح ا ــ إ وا ــ ا م ــ ــ

ــ ، ــ א ل ــ ا ــ ــ و א ــ ا ــ أ ــ آ ــ ت وأن أرواح ا ــ

ــ ــ أن ــ ــ أ . و ــא ــ ــ ــ ــא د ، و ــ ــ أ ــ د

ول، ــ ــ إ ــ ــ ا כــ ــא כאن ء و ــ ــאه ــא اد ــ ــ ــא آ כא رواح ــ

. ــ ــ ا א ــא و

ــא ] ١٤٧[ ر ــ ــ أ رواح ــ أن ا ــ إ ــאب ا ام أ ــ ــ وذ

ــ ، ــ ــ ــ ــ ــ إ ــ ــ أ ــ ل ــ ا ــ و

ــ ا כــ ــא כאن ، و ــ ــאء ا ــ ــ ــ أ ــ ط ــ ــ ا א ــ

ــא. ــא أ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 96: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi96

[148] Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf195 ve Eş‘arîler, ruhların fani olan arazlar ol-duklarını ve iki vakitte baki kalmayacaklarını söylemişlerdir. Buna göre ölü öldüğünde orada asla bir ruh yoktur. Bu yanlış görüşü savunanların garip-liklerinden biri onların şu sözüdür: İnsanın şu andaki ruhu, bundan önceki (anda onda bulunan) ruhundan farklıdır. İnsan için bir ruh meydana gelir, sonra o ruh fenâ bulur, sonra bir ruh daha meydana gelir, sonra o ruh da fenâ bulur. Bu şekilde ebedî olarak devam eder. Böylece insan, bir saatten daha kısa bir zaman içinde binlerce ve daha fazla ruhu değiştirmiş olur. İşte bu du-rum akciğer zarı iltihabı hastalığının harekete geçirdiği bir kimsenin (aklını) karıştırmasına benzemektedir. Bazıları buna ilavede bulunup şöyle dediler: Ruhların azap göreceği hususundaki haberler doğruysa, hayat, cismin bölü-nemeyen en küçük parçasına döndürülür ve işte azap gören şey de budur. Bu görüş de başka bir saçmalık olup, bu iddialar tamamen tutarsızdır. Onlardan bazılarının hayatın acbü’z-zeneb’e196 döndürüleceğini, işte bu acbü’z-zeneb’in azab göreceğini veya nimetlendirileceğini iddia ettikleri hususu bana ulaşmış-tır. Bu görüşü de Allah Elçisinden (s.a.) sabit olan şu hadise dayandırmışlar-dır: “Âdemoğlunun hepsini toprak yiyip bitirir. Ancak acbü’z-zeneb müstesnadır. İnsan ondan yaratılmıştır; tekrar ondan meydana getirilecektir.”

197

[149] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu haber doğrudur, fakat bu konuda delil değildir. Çünkü bu hadiste acbü’z-zeneb’in yaşadığı, onda hayatın olduğu, azap göreceği veya nimetlendirileceği belirtilmiş değil-dir. Bu görüşlerin tamamı Allah Resulünün (s.a.) sözünden zorlamayla çıkarılmıştır.

[150] Hadis-i Şerif ’te toprağın özellikle acbü’z-zeneb’i yiyip bitirme-yeceği, onun toprak olmayacağı, kişinin yaratılmasına ondan başlanaca-ğı, insanın ikinci kez yine ondan yaratılacağı belirtilmiştir. Bu söylenenler hadisin zâhirinden çıkarılabilecek en güzel sözlerdir. Acbü’z-Zeneb, özel-likle parçalara ayrılabilir. O, toprağa dönüşmeyecek duyu sahibi bir ke-miktir. Yüce Allah acbü’z-zeneb’i toplayarak insanı ikinci kez yaratmaya başlar ve insanın yaratılışını onun üzerine bina eder. Acbü’z-zeneb, insan bedeninde yaratılan ilk parça olup, diğer organlar onun üzerine inşa edilir.

30

25

20

15

10

5

Page 97: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 97

اض ] ١٤٨[ ــ أ رواح ا أن ــ إ ــ وا ف ــ ا ــ ا ــ أ ــ وذ

ــ א ــ . و ــ ــכ أ א ــ روح ــ ــאت ا ذا ــ ــ ، و ــ ــ و

ــ ــ ــ رو ن ــאن ا ــ إن روح ا ة، ــ א ــ ا א ه ا ــ ــאب أ

ا، ــ ا أ כــ ــ و ــ ــ روح ــ ــ ــ روح ث ــ ــכ ــ ــכ، وأ ذ

. ــ א ــא ز ــ ــ ار أ ــ ــ ــ ــ روح وأכ ــ أ ل أ ــ ــאن وأن ا

ــ ــאر ــ ا ــאل إن ــ ــאم وزاد ــ ا ــאج ــ ــ ــ ا ــ و

ب، ــ ــ ــ ــ ا أ ــ ء ــ ــ ــ أ د إ ــ ــאة ن ا ــ رواح اب ا ــ

ــ ــ أ ــ ــ ــאد. و ــ ا א ــ ــאوى ، ود ــ ــ آ ــא ا أ ــ و

ــ א ــ ، و ــ ب أو ــ ــ ــ ــ ا ــ د إ ــ ــאة ــ أن ا

إ اب ــ ا ــ כ آدم ــ ا כ ، ــ و ــ ا ــ ا ل ــ ر ــ ــ א ا

. ــ כ ــ ــ و ــ ــ ــ ا

ــ ] ١٤٩[ ــ ــ ــ ــ ــ ــ إ أ ــ ا ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ا כ ــ ــ و ب و ــ ــ ــאة، و أ ــ כــ ــ ــא، و أ ــ ــ ا أن

. ــ ــ و ــ ا ــ م ا ــ כ ــ

ــ ] ١٥٠[ اب، ــ ا ــ כ ــ א ــ ا ــ أن ــ ا ــ ــא وإ

ــאرج ا ــ ، و ــ ــ א ــאؤه أ إ ــ ــ ء و ــ ــ ا اء ــ ــ ا ــ ــא وأ ا ل ــ

ــאم ــ اؤه، و ــ د أ ــ ــ א ــ ــ ا ة، وأن ــ א ــ وج ــ ــ أ

ــאم כــ ــ ــא ــ א ــאء ا ئ ا ــ ــ א ــא، وأن ا ا ل ــ א ــ

ه. ــא ــ ــ رכــ ــאن ــ ا ــ ــ ــא ــ أول ، وأ ــ ــאن ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 98: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi98

Zira bu konuyla alakalı olarak bir nas gelmemiş olsaydı bile burada dile getirilenler mümkündür. Allah Elçisinin (s.a.) haber vermesi ise, bütün haberlerden daha fazla tasdik edilmeye layıktır. Çünkü Hz. Peygamber, Allah’tan vahiy almak suretiyle haber vermiştir. Yüce Allah şöyle buyurdu: “O, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, sizi en iyi bilendir.”

198, “Ben onları ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de kendi-lerinin yaratılışına şahit tuttum.”

199 Ebû Bekir b. Keysan el-Esamm şöyle demiştir: Ruhun ne olduğunu bilmiyorum, cesedin dışında herhangi bir şey sabit olmamıştır.

[151] Ebû Muhammed şöyle dedi: İnşallah bu iki görüşün geçersizli-ğini bu kitabımızın “el-kelâm fi’r- ruh ve’n-nefs” bölümünde -Allah’ın güç ve kudretiyle- açıklayacağız. Ruhların konakladıkları yer hakkında kabul ettiğimiz görüşe gelince, bu görüş yüce Allah’ın ve O’nun elçisinin söyle-diği şeydir. Bunun ötesine geçemeyiz. O da apaçık delil olup yüce Allah’ın şöyle buyurmasıdır: “Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rab-biniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” deme-meniz içindir.”

200. Yine bu konuda yüce Allah şöyle buyurmuştur: “And olsun sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, ‘Âdem için saygı ile eğilin’ dedik...”201 Böylece yüce Allah’ın ruhları -ki bunlar da ne-fislerdir- topluca yarattığı hususu doğrudur. Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.) de şöyle haber vermiştir: “Ruhlar (sınıf sınıf, zümre zümre) toplanmış cemâatlerdir. Bundan ötürü içlerinden birbirleriyle tanışanlar sevişip anlaş-mışlardır. Aralarında birbirleriyle birleşemeyen (yâhud zıdlaşanlar) ise -dün-yada- ihtilâfa düşmüşler, anlaşamamışlardır.”

202

[152] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ruh, hissedebilen akıllı bir varlıktır. Şanı yüce Allah, meleklere Âdem’e saygı ile eğilmelerini (secde) emretme-den ve ruhları cesetlerine sokmadan önce, yaratılmış, suret verilmiş ve akle-debilen varlıklar olan ruhlardan söz ve şahitlik almıştır. O zaman bedenler henüz toprak ve su idiler. Sonra yüce Allah ruhları dilediği kadar bekletti.

30

25

20

15

10

5

Page 99: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 99

ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ ت ــ ــ ــ כــ ا ــ وإذ

ــ أ ــ ﴿: א ــאل . ــ ــ و ــ ا ــ ــ ــ כ ــ א ــ أ

: ــ א ــאل ﴾ و ــ כ א ن أ ــ ــ ــ أ ــ رض وإذ أ ا ــ כ ــ إذ أ ــ כ

ــ כــ ــ ــאل أ ﴾ و ــ أ ــ رض و אوات وا ــ ا ــ ــ ــא أ ﴿

. ــ ــ ا ء ــ ــ ــ وح و ــ ــא ا : أدري ــ ــאن ا כ

ــ ] ١٥١[ א ــ ا א ــאد ــ א ــאء ا ــ إن : و ــ ــ ــאل أ

ي ــ . وا ــ ل ا و ــ ا ــ ــא א ــ כ ــ وح وا ــ ــ ا م ــכ ــאب ا ــ

ــ ــ و ــ ا ــ ــ و א ــ א ــא ــ رواح، ــ ا ــ ــ ل ــ

ــ ــכ ر ــ ــאل: ﴿وإذ أ ــ א ــ أن ا ، و ــ ا ــאن ا ــ ا اه ــ

ا أن ــ א ــ כ ــ أ ــ أ ــ ــ وأ ــ ذر ــ

ر ــ ــ آدم

ــ אכــ ــ : ﴿و ــ א ــאل ﴾ و ــ א ا ــ ــ ــא ــא כ إ ــ א م ا ــ ا ــ

ــ ــ و ــ أن ا وا﴾ ــ دم وا ــ ا כــ ــא ــ אכــ ر

رواح م: أن ا ــ ــ ا ــ ــכ أ . وכ ــ ــ ا ــ و رواح ــ ا

. ــ ــא ا אכــ ــא ــ و ــא أ ــאرف ــא ة ــ د ــ

א ] ١٥٢[ אد ــ א و ، وأ و ــ א א ا : و ا אل أ

م، دم ا د א כ א أن ا رة و

אء، א א אء أ اب و אد אد، وا א ا و أن

٥

١٠

١٥

Page 100: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi100

Çünkü yüce Allah burada takip ve zaman vermeyi gerektiren “sümme”

lafzını zikretmiştir. Sonra Allah, ruhları dilediği kadar bekletti, burası da

“Berzah”’tır. Öyle ki ruhlar ölüm anında oraya döneceklerdir. Yüce Allah,

ruhlardan peyderpey göndermeye devam etmekte, erkeklerin sulplerinden

kadınların rahimlerine akan menilerden mütevellit bedenlere bunları üf-

lemektedir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “O dökülen meniden

ibaret az bir su değil miydi? Sonra bu, bir “alaka” oldu. Derken Allah onu

yaratıp güzelce şekillendirdi.” 203 “Andolsun, biz insanı, çamurdan (süzülmüş)

bir özden yarattık. Sonra onu az bir su (meni) hâlinde sağlam bir karargâha

(ana rahmine) yerleştirdik. Sonra bu az suyu “alaka” hâline getirdik. Alakayı

da “mudga” yaptık. Bu “mudga”yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere

de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık.

Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şanı ne yücedir!” 204 Aynı şekilde Allah

Elçisi (s.a.) şöyle haber vermiştir: “Sizin her birinizin yaratılışı (başlangıçta

ana baba maddeleri) kırk gün ananın karnında toplanır. Sonra o maddeler o

kadar zaman (yânî kırk gün) içinde katı bir kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine

o kadar zaman içinde mudğa, yânî bir çiğnem ete dönüşür. Sonra Allah ona

(dört kelime ile) bir melek gönderir (de, onun ameli, eceli, rızkı, şakı ve saîd

olduğu yazılır.) Sonra ona ruh üflenir (cenîn canlanır).” 205

[153] İşte bu, bizim görüşümüzün açıklamasıdır, Allah’a hamd olsun.

Böylece yüce Allah yarattığı bu ruhları dünyada dilediği gibi imtihan eder,

sonra onların canlarını alır ve böylece ruhlar Berzah’a dönerler. Öyle ki

Hz. Peygamber (s.a.) İsra gecesi bu ruhları dünya semasında iken orada

görmüştü. İyilerin ruhları Hz. Âdem’in (s.a.) sağ tarafında idi, kötülerin

ruhları ise sol tarafında idi. Bu da unsurların sona ermesi zamanındadır.

Peygamberlerin (s.a.) ve şehitlerin ruhları cennete gitmek hususunda acele

ederler. Muhammed b. Nasr el-Mervezi, İshak b. Rahuye’den naklederek

bizim de aynısını kabul ettiğimiz bu görüşü benimsediğini belirtmiş ve

“İlim ehli bu konuda icmâ etmiştir” demiştir.

25

20

15

10

5

Page 101: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 101

ــ ــ و ــא ــ أ ــ ــ وا ــ ا ــ ــ ا ــ ــכ ــ ذכــ ذ א ن ا

ــ ــ א ــ ال ــ ت ــ ــ ا ــ ــ إ ي ــ زخ ا ــ ــ ا ــאء و ــ

ــאل ب ا ــ ــ أ ر ــ ــ ا ــ ا ة ــ ــאد ا ــ ا ــא ــ ا

ــ ــ ــ כאن ۞ ــ ــ ــ ــכ ــ : ﴿أ ــ א ــאل ــא ــאء כ ــאم ا وأر

ــאه ــ ۞ ــ ــ ــ ــאن ــא ا ــ : ﴿و ــ ــ و ــאل ى﴾ و ــ

ــ ــא ا ــ ــ ــא ا ــ ــ ــא ا ــ ۞ כ ار ــ ــ ــ

ــ ــ ا ــ : ــ ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــכ أ . وכ ــ ــא﴾ ا א

ــכ ــ ذ ــ ن כــ ــ ــכ ــ ذ ــ ن כــ ــ ــא ــ ــ أر ــ أ ــ آدم

وح. ــ ــ ا ــ ــכ ــ ا ــ

ــאء ] ١٥٣[ ــא ــא כ ــ ا ــ ــ و ــ ا ، ــ ــא وا ــ ا ــ و

ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــא ي رآ ــ زخ ا ــ ــ ا ــ إ ــא א ــ

م ــ ة وا ــ ــ ا ــ آدم ــ אدة ــ ــ ا ــא أرواح أ אء ا ــ ــ ــ ى ــ أ

ــ ــ و א ــ ا ــ ــכ م، وذ ــ ــ ا ــאره ــ אوة و ــ ــ ا وأرواح أ

ــ ــ ــ ــ ذכــ . و ــ ــ ا اء إ ــ م وأرواح ا ــ ــ ا ــאء أرواح ا

ــ ــאل: ــ و ــא ي ــ ل ا ــ ا ا ــ ــ ذכــ ــ أ ــ را אق ــ ــ إ وزي ــ ا

. ــ ــ ا ــ أ ا أ ــ

٥

١٠

١٥

Page 102: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi102

[154] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu görüş, zikrettiğimiz kimselere muhalefet edenlere varıncaya kadar bütün ehli İslâm’ın görüşüdür. İşte aşa-ğıdaki âyetler yüce Allah’ın sözüdür: “Âhiret mutluluğuna erenler var ya; ne mutlu kimselerdir! Kötülüğe batanlara gelince; ne mutsuz kimselerdir! (İman ve amelde) öne geçenler ise (Âhirette de) öne geçenlerdir. İşte onlar (Allah’a) yaklaştırılmış kimselerdir. Onlar, Naîm cennetlerindedirler.”

206 “Eğer Âhiret mutluluğuna ermiş kişilerden ise, kendisine, “Selâm sana Âhiret mutluluğuna ermişlerden!” denir. Ama haktan sapan yalancılardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır. Bir de cehenneme atılma vardır. Şüphesiz bu, kesin gerçektir.”

207 Ruhlar cesetlerine üflenip adetleri tamamlanıncaya kadar ora-da durmaya devam ederler. Sonra zikredilen berzah âlemine döndürülürler ve kıyamet kopar. Yüce Allah ruhları ikinci kez bedenlere iade eder. İşte bu ikinci hayattır. Burada yaratılanlar hesaba çekilir, onların bir kısmı cennete bir kısmı da cehenneme gönderilir, onlar orada ebedî olarak kalıcıdırlar.

[155] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah’ın “O zaman ki (اذ), Rabbin Âdemoğullarından, onların sırtlarından zürriyetlerini aldı. Ve onları kendi nefisleri üzerine şahit tuttu...”

208 meâlindeki âyette “söz alma” husu-sunda Hz. Peygamber’in sözünün manası hakkında bazı Eş‘arîler görüş be-yan etmişlerdir. Buradaki (اذ) lafzı, (اذا) anlamına gelmekte olup beş açıdan sukutun (düşmenin ve yok olmanın) zirvesindeki bir sözdür. İlki; şüphesiz bu delili olmayan bir iddiadır. İkincisi; buradaki “iz” (اذ) lafzının “izâ” (اذا) manasında kullanılması dilde bilinmeyen bir şeydir.

[156] Üçüncüsü; buna dair bir tevil/yorum söz konusu olsa da bu yan-lıştır, sahîh değildir. Bu durumda söz konusu lafız akledilemeyen ve anlaşıl-mayan bir kelâm olurdu. Ancak yüce Allah onu bize karşı bir delil olarak ortaya koymuştur. Ve yüce Allah anlaşılamayan şeylerle değil, anlaşılan şey-lerle delil getirir. Çünkü Allah, zorluğu ve sıkıntıyı bizden düşürmek sure-tiyle bize lütufta bulunmuştur. Bünyemiz açısından anlaşılması mümkün olmayan bir şeyi anlamakla sorumlu tutulmamızdan daha büyük bir zorluk yoktur. Dördüncüsü; şayet iddia edildiği gibi olsa idi, bu durumda yeryü-zünde müminlerin dışında kimseler olmazdı. Halbuki gözle gördüğümüz dış dünya (iyân) bunu geçersiz kılmaktadır. Çünkü biz, önceki ve sonraki insanlardan, küfür üzere doğan ve ölünceye kadar bu şekilde yaşayan insan-lardan “Rabbimiz Allah’tır” demeyenlere, âlemin ezelî olduğuna ve onun bir yaratıcısının bulunmadığına inanan kimselere pek çok kez şahit olduk.

30

35

25

20

15

10

5

Page 103: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 103

ــא، ] ١٥٤[ ــ ذכ ــ א ــ م ــ ــ ا ــ أ ل ــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــאب ۞وأ ــאب ا ــא أ ــ ــאب ا ﴿ : ــ ــ و ل ا ــ ــ ا ــ و

ــאت ــ ن۞ כ ا ن۞أو ــא ن ا ــא ۞وا ــאب ا ــא أ ــ ا

ــאب أ ــ ــכ م ــ ۞ ــאب ا أ ــ ــא إن כאن : ﴿وأ ــ א ــ ﴾ و ــ ا

۞إن ــ ــ ۞و ــ ل ــ ۞ א ا ــ כ ا ــ ــא إن כאن ۞وأ

ا

ــא ــא رواح כ د ا ــ ــ ــ ــכ א رواح ال ا ــ ﴾ و ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ــ و ــ ، و ــא م ا ــ ر כــ زخ ا ــ ــ ا ــא إ ــ א ــאد ــ أ

ــ ــ ا ــ ، ــ ــ ا א ، و ــ א ــאة ا ــ ا ــאد، و ــ ا ــ إ א رواح ا

ا. ــ ــ أ ، ــ ــ ا ــ و

ــ ] ١٥٥[ ــ ا ــ ل ا ــ ــ ــ ــ ا ل ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ آدم ــ ــכ ر ــ : ﴿وإذ أ ــ ــ و ل ا ــ ــ ذ ــ ــ ا ــ ا ــ و

ــ א ــ ل ــ ــ إذا ــא א ﴾ إن إذ ــ أ ــ ــ وأ ــ ذر ــ

ر

ــ إذا : أن إذ ــ א ، وا ــ ــ د ى ــ ــ د ــא: أ ، أو ــ ده ــ ط ــ ا

. ــ ــ ا ف ــ

ــא ] ١٥٦[ ــכאن כ ــ ــ ــ و א ا ا ــ ــ و ــ ــ ــ ــ ــא: أ א و

ــא ــ إ ــ و ــ ا ــא و ــ ــ ــ و ــא أورده ، وإ ــ ــ و

ــ ــא، و إ ــ אط ا ــ ــא ــ ــ ــ א ن ا ، ــ ــא ــ

ــא ــ ــא اد ــ כאن כ ــ ــא: أ ، ورا ــ ــא ــ ــ ــא ــ ــא כ ــ ــ أ

ــאس ــ ا ا ــ ــא כ ــא ا ــ ــ ــאن . وا ــ رض إ ــ ا ــ כאن

ل ــ ــ ــאت، و ــ أن ــ إ ــ ، وو ــ כ ــ ا ــ ــ ــא ا ــ ر ا ــ ــ

. ــ ــ وا وا ــ ا ، ــ ث ــ ل و ــ ــ ــ א ن ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 104: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi104

[157] Beşincisi; şanı yüce Allah, bize, bu âyet vesilesi ile yaptığı şey-lerden haber verdi ve -tıpkı ruhun cesede girmesinden önce olduğu gibi- ruhun cesetten ayrıldıktan sonra da bedene döneceğini bu şekilde bize gös-terdi. Çünkü yüce Allah, bu şekilde şahit tutmak suretiyle kıyamet günü “Biz bundan habersizdik”

209 dememizin çirkinliğini göstermek üzere bize karşı bir hüccet ortaya koyduğunu, yani zikredilen bu şahit tutmayı, bize haber vermiştir. Böylece bu şahit tutma işi, şu anda içinde bulunduğumuz dünya yurdundan önce olmuştur. Öyle ki yüce Allah bu durumu, bu haber vesilesi ile burada ve kıyamet gününden önce bize bildirmiştir. Dolayısıyla bu vesile ile Eş‘arîlerilerden bazılarının ve onların dışındakilerin görüşü geçersiz olmuştur. Böylece bizim görüşümüzün âyetin açıklaması olduğu hususu ortaya çıkmıştır. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[158] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ancak onlardan muhalif olanlar bazı görüşler üzerinde anlaştıklarını ortaya koydular. Sonra onlar, Allah’ın kelâmını ve Hz. Peygamber’in (s.a.) sözlerini reddetme yoluna girdiler. İşte bu, kabul edilmeyecek bir bâtıldır. Allah’a hamd olsun ki biz, şanı yüce Allah’ın dediğine ve Allah Elçisinden (s.a.) sahîh olarak gelenlere tutunduk ve bunları kabul ettik. Bu konuda biz, hevâ ve hevesle hüküm vermedik. Kur’ân ve sünneti başkasının görüşüne sunmadık, bilakis bütün görüşleri Kur’ân ve sünnetin metinlerine arz ettik. Âlemlerin rabbi olan Allah’a çok-ça hamd olsun. İşte bu, aşılması helal olmayan hakikattir.

[159] Ebû Muhammed şöyle dedi: Peygamberlerin ruhlarına gelin-ce, onlar Allah’ın “mukarrebun”dan olduklarını zikrettiği kimseler olup “naîm” cennetlerindedirler ve onlar “ashab-ı yemin”in dışındadırlar. Ni-tekim Hz. Peygamber (s.a.), İsra gecesi peygamberlerin ruhlarını göklerin her bir katında gördüğünü haber vermiştir. Aynı şekilde şehitler de, “Allah

yolunda ölenler için ölüler demeyiniz, bilakis onlar diridirler” 210 ve “Onlar

Allah katında rızıklandırılırlar” 211 âyetlerinden dolayı cennettedirler. Âyet-

te zikredilen bu rızık, şüphesiz ruhlara yöneliktir, bu da ancak cennette olabilir. 30

25

20

15

10

5

Page 105: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 105

ــ أن ] ١٥٧[ ــא ــ ود ــא ــ ه ا ــ ــ ــא أ ــ إ ــ و א: أن ا ــ א و

ــא ــ أ א ــ ــ ــ ــ ــא כאن ، כ ــ وح ــ اق ا ــ ــ د ــ כــ ا

ــא ــא כ : إ ــ א م ا ــ ل ــ ــ أن ا ، כ ــ אد د ــ ــכ ا ــ ــא ا ــאم ــ أ أ

ــ אد כאن ــ ــכ ا ــ أن ذ ر، כــ אد ا ــ ــכ ا ــ ذ .أي ــ א ا ــ ــ

م ــ ــ ، و ــ ــכ ا ــא ــ ــ و ــא ا ــ أ ــא ا ــ ــ ار ا ــ ه ا ــ

ــ ــ ــא ــ أن ــא و ــ و ــ ا ل ــ ــכ ــ ــא ــ أ א ا

. ــ א ــ رب ا ، وا ــ ا

ــ ] ١٥٨[ وا ــ ــ أ ــ ن ــ א ا ــ أ ــא وإ : ــ ــ أ ــאل

ــ و ــ ا ــ ا ل ــ ر م وכ ، ــ א ا م כ رد ا ــ را ــ ال ــ أ

ــא ــ ــא إ ــא أ ــ إ ــ و ا ، و ــ ي ــ ــ ا א ــ ا ا ــ ــא، و إ

ــ ، و ــ ــא ــ ــ و ــ ا ــ ــ ر ــ ــא ــ و ــ و ــ ا א

ــ ــא ــ ردد ــ ل أ ــ ــ ــא إ ــא ى و ردد ــ ا و ــ ــכ ــ ذ כــ

ا ــ ا، و ــ ــ כ א ــ رب ا . وا ــ آن وا ــ ص ا ــ ــ ال إ ــ ا

. ــ ــ ي ــ ــ ا ــ ا

ــ ذכــ ا ] ١٥٩[ ــ ا م ــ ــ ا ــאء ــא أرواح ا : وأ ــ ــ ــאل أ

ــכ ، وכ ــ ــאب ا ــ أ ــ ، وأ ــ ــאت ا ــ ن، ــ ــ ا ــ أ א

ــכ אء، وכ ــ אء ــ ــ ــ ى ــ ــ أ ات ــ ــ ا ــ ــ رآ م أ ــ ــ ا ــ أ

ــ ــ ــ ــ ا ــ : ﴿و ــ ــ و ل ا ــ ــ ــ ا ــ ــא اء أ ــ ا

ــכ و ــ رواح ــ زق ــ ا ا ــ ن﴾ و ــ ز ــ ر ــ ــאء﴾ ﴿ أ ــ ات ــ أ ا

. ــ ــ ا ن إ כــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 106: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi106

[160] Nitekim Allah Rasulü (s.a.) kendisinden rivayet edilen şu hadis ile bunu açıklamıştır: “Müminin ruhu cennetteki meyve ağaçlarına asılı olan bir kuştur. Sonra Arş’ın altındaki kandillere sığınır.” Biz bu hadisi, İbn Mes’ud ta-rikiyle açıkça rivayet etmiştik. (Ona göre) onlar şehitlerdir. Buradaki âyet ve hadisler bu şekilde telif edilebilir. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[161] Şayet birisi “Kıyamet günü, peygamberler ve şehitler cennetten mahşer meydanına nasıl çıkacaklardır? diye sorsa, ona şöyle cevap verilir -başarı Allah’ın inayeti iledir-: Biz, kıyamet gününden önce, cennete girme ve oradan çıkmakla alakalı olarak Kur’ân’ın ve sahîh hadislerin şahitliğini inkâr edecek değiliz. Nitekim yüce Allah orada (cennette) Âdem’i ve Hav-vâ’yı yaratmış, sonra ikisini de oradan çıkarıp dünyaya göndermiştir. Me-lekler de cennettedir. Onlar da âlemlerin Rabbi olan Allah’ın resullere ve nebîlere gönderdiği elçileri olarak cennetten çıkıp dünyaya giderler. Kur’ân ve sünnetin açıklamasıyla gelen şeyleri, ancak câhiller veya gafiller ya da dini kötü olan kimseler inkâr edebilir. Ruhun cennetten çıkmasını kabul etmeyen ve bunun olmasını mümkün görmeyen kimselere gelince, cenne-te giren bir kimsenin ruhunun oradan çıkıp cehenneme girmesi ümme-tin tamamının icmâsı ile imkânsızdır ve bu kesindir. Aynı şekilde kıyamet günü mükâfat ve yüce Allah’tan bir lütuf olarak cennete giren kimse de böyledir. Böylece nassın açıklamasına göre, böylesi bir kimsenin cennetten çıkması ebedîyen mümkün değildir. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

Ergen Olmadan Önce Ölen Müşriklerin ve Müslümanların Çocuklarının Dinî Durumu

[162] Ebû Muhammed şöyle dedi: İnsanlar, müşriklerin ve müslü-manların kız ve erkek çocuklarından ölenlerin (dini) durumu konusunda farklı görüşler ileri sürdüler. Hâricîler’den Ezarika212 grubu, müşriklerin çocuklarının cehennemde olduğunu söylemiştir. Bir diğer grup ise, müş-riklerin ölen çocukları için kıyamet günü bir ateş yakılacağını; onlara bu ateşe girmelerinin emredileceğini, onlardan ateşe girenlerin cennete girece-ğini, ateşe girmeyenlerin ise cehenneme sokulacağını söylemiştir. Diğerleri ise bu konu da sessiz kalmış ve görüş bildirmemiştir. İnsanlar (yani müs-lümanların ekseriyeti), çocuk yaşta ölenlerin cennette oldukları görüşünü kabul etmiştir. Biz de bunu kabul ederiz.

30

25

20

15

10

5

Page 107: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 107

ــ ] ١٦٠[ ي روي: ــ ــ ا א ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ و

ا ــ ــא ش. ورو ــ ــ ا ــ אد ــ وي إ ــ ــ ــ ــאر ا ــ ــ ــ א ــ ا

ــ ا ــ اء و ــ ــ ا ــ وأ ــ ا د ر ــ ــ ــ ا ــ ــא ــ ا

. ــ א ــ رب ا ــאت، وا ــ وا אد ا

ــ ] ١٦١[ ــ ا اء ــ م وا ــ ــ ا ــאء ج ا ــ ــ : כ ــ א ــאل ن ــ

آن ــ אدة ا ــ כــ א ــ : ــ ــא ا ــ و ــ ؟ ــ א م ا ــ ــ ر ا ــ ــ إ

ــ ا ــ ، ــ א م ا ــ ــ ــא وج ــ ، وا ــ ل ا ــ ــ ــ ا وا

כــ ــא. وا ــ ا ــא إ ــא ــ أ اء ــ م و ــ ــ ا ــא آدم ــ ــ و

ــא، ــ ا ــאء إ ــ وا ــ ا ــ إ א ت رب ا ــא ــא ن ــ ، و ــ ــ ا

ــ ــ أو رديء ا ــ أو א ه إ כــ ــ ــ آن أو ــ ــ ــ ــאء ــא وכ

ــאر، ــ ا ــ إ ــ ا ــ د وج روح ــ ــ ن أ כــ ز أن ــ כــ و ي ــ ــא ا وأ

م ــ ــא ــ د ــכ ، وכ ــ ع ــ ــ ــ ــ ا ــ ــאع ا إ ــ ــ ــ א

، ــ א ا ــ ــא أ ــ و ــ ــ إ ــ ، ــ ــ و ــ ا ــ اء و ــ ــ א ا

. ــ ــ ا א ــא و

غ כ ا אل ا وا אت أ م כ ا

ــ ] ١٦٢[ ــאل ا ــ أ ــאت ــ כــ ــ ــאس ــ ا : ا ــ ــ ــאل أ

כ ــ ــאل ا ــא أ ارج: أ ــ ــ ا ــ زار ــ ا א . ــ א ــ وإ ر כ ذכ ــ وا

ــא א א ون ــ ــאر و ــ א م ا ــ ــ ــ ــ ــ أ : إ ــ א ــ ــאر. وذ ــ ا

ون ــ ــ آ ــאر. وذ ــ ا ــ أد ــא ــ ــ ، و ــ ــ ا ــ د ــא ــ د

ل. ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ أ ــאس إ ر ا ــ ــ . وذ ــ ف ــ ــ ا إ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 108: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi108

[163] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ezarika fırkasına gelince, onlar, yüce Allah’ın Hz. Nuh’tan (s.a.) hikâye ederek “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sade-ce ahlâksız ve kâfir kimseler yetiştirirler.”

213 şeklinde buyurduğu sözünü delil getirdiler. Yine onlar, Hz. Peygamber’den (s.a.) rivayet edilen şu hadisi delil getirdiler: “Müminlerin annesi Hz. Hatice (r.a.) şöyle dedi: Ey Allah’ın Elçi-si! Senden (olup vefat eden) çocuklarım nerededir? Hz. Peygamber, “Onlar cennettedir” diye buyurdu. Bunun üzerine Hz. Hatice: Senden başkasından olan çocuklarım nerededir? diye sordu. Hz. Peygamber, onların cehennemde olduklarını söyledi. Bunun üzerine Hz. Hatice soruyu tekrarlayınca Hz. Pey-gamber (s.a.), “İstersen sana onların seslerini (feryatlarını) dinleteyim.” diye buyurdu.” Başka bir hadiste “Yeni doğmuş kız çocuğunu diri diri gömen ve gömülen cehennemdedir.”214 diye buyrulmuştur.

[164] Onlar şöyle dediler: Size göre onlar cennete iseler, o zaman on-lar mümindirler. Çünkü cennete ancak müslüman olmuş nefisler girebilir. Dolayısıyla onlar mümin iseler, bu durumda müşriklerin çocuklarını müs-lümanlarla birlikte defnetmeniz gerekir. Söz konusu çocuk baliğ olduğun-da onu babasının dininde bırakmamanız gerekir. (Eğer onu bu hal üzere bırakırsanız), bu durum dinden dönmek ve İslâm’dan çıkıp küfre girmek olur. Yine ona miras bırakmanız ve onun müslüman akrabalarından miras almasını kabul etmeniz gerekir.

[165] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onların delil getirdikleri husus-ların tamamının onların lehinde bir delil olduğu asla bilinemez. Bunların hepsi bu konuda elbette onların lehine bir delil değildir. Hz. Nuh’un (s.a.) sözüne gelince, o, bu sözü bütün kâfirlere yönelik söylememiştir. Bilakis o, bu sözü, özellikle kendi kavminin kâfirlerine yönelik söylemiştir. Zira yüce Allah ona şöyle buyurdu: “Kavminden daha önce iman etmiş olan-lardan başka, artık hiç kimse iman etmeyecek.”

215 Böylece Hz. Nuh (a.s), bu vahiyle, kavminden hiç kimsenin inanmayacağını ve onların dünyaya getirdikleri çocuklarının da -eğer yetişip büyürlerse- mutlaka kâfir olaca-ğını kesin olarak anladı. İşte bu âyetin açıklamasıdır. Zira yüce Allah, Hz. Nuh’un “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma!”

216 diye söylediğini hikâye etmiştir.

30

25

20

15

10

5

Page 109: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 109

ع ] ١٦٣[ ــ ــ ــא אכ ــ א ل ا ــ ا ــ א ــ زار ــא ا : ــ ــ ــאل أ

ــכ אرا۞إ د ــ כא ا ــ رض ــ ا ر ــ ــאل: ﴿رب ــ م أ ــ ــ ا ح ــ

ل ــ ــ ر ل: روي ــ ــאرا﴾ و ا כ ــ א وا إ ــ ــאدك و ا ــ ــ ر إن

ــא : ــ א ــא. ــ ا ــ ر ــ أم ا : أن ــ ــ و ــ ا ا

ــ ــאل ك؟ ــ ــ ــ א : ــ א . ــ ــ ا ــאل ــכ ــ א ــ أ ل ا أ ــ ر

: ــ ــ آ . و ــ א כ ــ ــ أ ــא: إن ــאل ــ ــאدت ــאر. ا

ــאر. ــ ا ؤدة ــ ة وا ــ ا ا

ــ إ ] ١٦٤[ ــ ا ــ ، ــ ــ ــ ــ ا כــ ا ــ ا: إن כא ــ א و

، ــ ــ ا כ ــ ــאل ا ا أ ــ כــ أن ــ ا ــ ن כא ــ ــ ــ

، ــ כ ــ ا م إ ــ ــ ا ــא و ن ردة و כــ ــ ــ أ ــ د م إذا ــ ه כــ وأ

. ــ ــ ا ــ אر ــ أ ه ــ ر ه و ــ כــ أن ــ و

ا ] ١٦٥[ ــ ــ ــ ــ ــ ــא ــ ا ــ ــא ا ا כ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــכ ــ ذ ــ م: ــ ــ ا ح ــ ل ــ ــא . أ ــ ــ ا ــ ــ ــ ، وכ ــ أ

: ــ ــאل ــ א ن ا ، ــ א ــ ــאر ــ כ ــכ ــאل ذ ــ ، ــ ــ כ כא

ــ ا ا ــ م ــ ــ ا ح ــ ــ ﴾ ــ آ ــ ــ ــכ إ ــ ــ ــ ــ ﴿أ

ا و ــ כــ إ כא ــ وه ــ وه إن و ــ ــ و ا وأن כ ــ ــ أ ــ ث ــ ــ أ

ــ رض ــ ا ر ــ ــאل: ﴿رب ــ כــ أ ــ א ــ ــ ــ ا ــ ا ــ . و ــ

ــאرا﴾ د ــ כא ا

٥

١٠

١٥

Page 110: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi110

[166] Ancak Hz. Nuh, o vakit yeryüzünde bulunan kendi döneminde-ki kâfirleri kastetmiştir. Şayet Ezarika’nın en ufak bir bilgisi olsaydı, Hz. Nuh’un (s.a.) bu sözünün tüm kâfirler için olmadığını, özellikle kendi kav-minin kâfirlerine yönelik olduğunu elbette bilirlerdi. Çünkü Hz. İbrahim ve Muhammed’in (s.a.) ana babaları kâfir ve müşrik idi. Böyle olmasına rağmen onlar mümin olan insanların ve cinlerin en hayırlısını ve iman açısından en mükemmel olanını dünyaya getirmişlerdi. Fakat Ezarika mensupları, hayvan gibi câhil bedevî Araplar idiler. Bilakis onlar, yollarını sapıtmışlardı. Aynı şekilde Hz. Peygamber’den (s.a.) Evsed b. Seri et-Temi-mi yoluyla sahîh haberle gelmiştir. Hz. Peygamber, “Sizin en hayırlılarınız müşriklerin evlatları değil midir?” diye buyurmuştur.

[167] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ezarika mensuplarının dost kabul ettiği İbn Ebû Kuhâfe (Ebû Bekr), Ömer b. Hattab, müminlerin anası Hatice (r.a.) ve diğerleri gibi sahabenin faziletlileri ancak kâfirlerin evlat-ları değil miydiler? Onlar, kâfir olan babaların çocukları değil midir? Veya onlar, sarih iman ehli kimseleri dünyaya getirmediler mi? Sonra Nafi’ b. Ezrak’ın ve onların önde gelen âlimlerinin babalarında olduğu gibi, Eza-rika mensuplarının babaları müşriklerin çocukları değiller miydi? Fakat Allah’ın saptırdığına hidayet edecek kimse yoktur.

[168] Hz. Hatice hadisine gelince, bu hadis kötü şöhretli olup terk edil-miş bir hadistir. Bunu, senedinde hayırlıların bulunmadığı kimseler rivayet etmiştir. Yeni doğmuş kız çocuğunu diri diri gömen kimse hakkındaki ha-dise gelince, bu rivayet zikrettiğimiz şekilde gelmiştir: Bize, Yûsuf b. Abdul-ber, Abdulvaris b. Süfyan, Kasım b. Esbağ, Bekir b. Hammad ve Müsedded, Mu’temir b. Süleyman et-Temimî’den217 hadis olarak rivayet etmiştir. Mu’te-mir b. Süleyman şöyle dedi: Dâvûd b. Ebû Hind’i, Amir eş-Şa’bi’, Alkame b. Kays ve Süleyman b. Yezîd el-Ca’fî’den bahsederken işittim. O şöyle diyordu: “Ben ve kardeşim Allah Resulüne (s.a.) gelip ona şöyle dedik: Anamız câhili-ye zamanında öldü; o misafir ağırlar ve akrabasına bakardı. Ona bu amelleri fayda etmiş midir? Hz. Peygamber, “Hayır” diyerek cevap verdi. Bunun aka-binde şöyle dedik: Anamız, câhiliye döneminde henüz baliğ olmamış (günah işleme çağına yetişmemiş) bir kız kardeşimizi gömmüştü. Bunun üzerine Allah Elçisi (s.a.) şöyle buyurdu: “Gömen de gömülende ateştedir, ancak gömen İslâm’a ulaşır da müslüman olursa hariç.”

30

25

20

15

10

5

Page 111: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 111

ــ כאن ] ١٦٦[ ، و ــ ــ رض ــ ا ا ــ ــ כא ــ ا ــאر و ــא أراد כ وإ

ــ כ ــ م ــ ــ ا ح ــ م ــ כ ا ــ ا أن ــ ــ ــ و ــ ــ أد زار

ــ ــא و ــ ا ا ــ ــ و ا ن إ ، ــ א ح ــ م ــ ــ כــ ، ــ כא

ــ ، وأכ ــ ــ ا ــ ــ وا ــ ا ا ــ ــ و ، و כ ــ ــ ــא כא ا כאن أ

. ــ ــ ــ أ ــ ــאم، כא ــא ــא ا ا أ ــ ــ כא زار כــ ا ــא، و א ــאس إ ا

ــ ــ ا ــ د ــ ــ ا ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ا כــ و

. כ ــ د ا אرכــ أو ــ ــאل: أو م ــ ــ ا ــ أ

ــ ] ١٦٧[ ــ ا ــ ا ــ ر א ــ ا א ــ כאن أ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ أم ا ــאب، و ــ ا ــ ، و ــ א ــ ــ أ ــ כא زار ــ ا

وا ــ ــ و ــאرا؟ أو ــ כ אؤ ــ آ ــ و ــאر כ د ا . إ أو ــ ــ ا ــ ر و

ــ زرق و ــ ا ــ ا א ــ ا ــ כ ــ أ زار ــאء ا ــ آ ؟ ــ ــאن ا ــ ا إ أ

. ــ ــאدي ــ ــ ا ــ כــ ؟ و כ ــ د ا ا إ أو ــ ــ כא ــ ــ

ــ ] ١٦٨[ ــ ــ وه ــ ــ ح ــ ــא ــא ــ ا ــ ر ــ ــא وأ

ــא ، أ ــ ــ ا ــ ــ ــא ه. כــ ــא ــאء כ ــ ة ــ ا ــ ا ــא ، وأ ــ

د ــ ــא ــאد ــ כــ ــא ، ــ ــ أ ــ א ــא אن ــ ــ ارث ــ ــ ا

ــ א ــ ث ــ ــ ــ ــ أ ــ داود ــאل: ــ אن ا ــ ــ ــ ــ ا

ــ ــא وأ ــ أ ــאل: أ ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ ــ ا ــ ، ــ ا

ى ــ ــ ــ وכא א ــ ا ــ א ــא : إن أ ــ ــא ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

ــא ن أ ــ ــא: . ــאل: ء؟ ــ ــכ ــא ذ ــ ــא ــ ، ــ ــ ا ، و ــ ا

. ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאل ر ، ــ ــ ا ــ ــ א ــ ا ــא ــא وأدت أ

. ــ م ــ ة ا ــ ا رك ا ــ ــאر إ أن ــ ا ة ــ ا ودة وا ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 112: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi112

[169] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu lafız, yani “günah işleme çağına ulaşmadan” cümlesi, şüphesiz Hz. Peygamber’in değil, fakat Seleme b. Yezid el-Ca’fi’nin ve kardeşinin sözüdür. Hz. Peygamber (s.a.), toprağa gömülen yeni doğmuş kız çocuğunun ateşte olduğunu haber verdiğine göre, bu du-rum o ikisinin “o kız günah işleyecek çağa henüz ulaşmadı” şeklindeki söz-lerini reddedip hükümsüz kılmış ve onların sözünü düzeltmiş olur. Çünkü söz konusu kız çocuğu onların zannının hilafına günah işleyecek çağa ulaştı-ğında ancak bu söz mümkün olur. Çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.) sözü, şanı yüce Allah’ın kelâmına muhalefet etmez, çelişmez ve onu yalanlamaz. Bilakis Hz. Peygamber’in (s.a.) sözü birbirini tasdik eder ve şanı yüce rabbinden haber verdiğine uygun olur. Bunun dışındaki görüşlerden Allah’a sığınırız.

[170] Hz. Peygamber’in (s.a.) müşriklerin çocuklarının cennette olduğu-nu haber vermesi sahîh olarak gelmiştir. Nitekim Allah Teâlâ da şöyle buyur-muştur: “Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman...”

218 Böylece yüce Allah, diri diri gömülen kız çocuğunun hiçbir günahının olmadığını açıklamıştır. Bu apaçık bir durumdur. Çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.) söz konusu gömülen kız çocuğunun cehennemde olduğunu haber vermesi, -kardeşlerinin kanaatinin hilafına- onun günah iş-leyecek çağa ulaştığını haber vermesidir. Bu hadis Dâvûd b. Ebû Hind ve Muhammed b. Ebû Adiyy’den rivayet edilmiştir. O, Mu’temir’den aşağı de-ğildir. O, bu rivayette “ergenlik çağına girmemişti” lafzını ifade etmemiştir. Aynı şekilde Ubeyde b. Hamîd, bu hadisi Dâvûd b. Ebû Hind’den rivayet etmiş, fakat Mu’temir’in zikrettiği bu lafzı ifade etmemiştir.

[171] Ubeyde hadisine gelince, bu hadisi bize Ahmet b. Muhammed b. el-Cesur rivayet etmiştir. Ona Vehb b. Muyesser, ona Muhammed b. Vedah, ona Ebubekir b. Ebû Şeybe, ona da Ubeyde b. Hamid, Dâvûd b. Ebû Hind’ten o da Şa’bi’den, o da Alkame b. Kays’dan, o da Seleme b. Yezid’ten rivayet etmiştir. Seleme b. Yezid şöyle dedi: “Ben ve kardeşim Peygamber’e (s.a.) geldik ve ona dedim ki: “Ey Allah’ın Elçisi! Annemiz câhiliye döneminde iken öldü. O, misafire ikram eder, akrabasına bakardı. Bundan ona bir fayda gelir mi? Hz. Peygamber, “hayır” diye buyurdu.

30

25

20

15

10

5

Page 113: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 113

ــ ] ١٦٩[ ــכ ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ ه ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا ــ ــ م ــ כ ــא כ ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ م ر כ

ــא ــכאرا وإ ــכ إ ــאر כאن ذ ــ ا ودة ــ ــכ ا ن ــ م ــ ــ ا ــ ــא أ ــ وأ

ــא ف ــ ــ ــ ا ــ ــ כא ــא ــא ــ و ــ ا ــא ــא أ

ــ א ــכאذب و ــ و א م ــ ــ ا ــ ن כ ل، ــ ا ا ــ ز إ ــ

ــ ــ ــא أ ــ ا ــא و ــ ق ــ م ــ ــ ا ــ ــ כ ــ ــ و ــ م ر כ

ــכ. ــ ذ ــ ــאذ ا ، و ــ ــ و ــ ر

ــ ] ١٧٠[ כ ــ ــאل ا ن أ ــ : ــ ــ و ــ ا ــ ــאر ا ــ أ ــ و

ــ ــ א ــ ﴾ ــ ــ ي ذ ــ ــ ءودة ــ : ﴿وإذا ا ــ א ــאل ا . ــ ا

ــכ ن ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــאر ا ن أ ــ ا ــ ــכאن ؤدة ــ ــ ــ ذ أ

ــא. ــ أ ف ــ ــ ــ ا ــ ــ כא ــא ــ أ ــאر ــאر إ ــ ا ودة ــ ا

ــ دون ــ ي، و ــ ــ ــ ، ــ ــ ــ أ ــ داود ــ ا ا ــ ــ روي و

ــ ــ داود ــ ــ ة ــ ــא ــ ورواه أ ــ ا ــ ــ כــ ــ ، و ــ ا

. ــ ــא ا ــ ذכ ــ ا ه ا ــ כــ ــ ــ ــ أ

ــ ] ١٧١[ ــא و ــאل: أ ر ــ ــ ا ــ ــ ــ ــאه أ ة ــ ــ ــא

ة ــא ، ــ כــ أ ــ ــא أ ــאح، ــ و ــ ــא ــאل: ة، ــ ــ

ــ ــ ــ ، ــ ــ ــ ــ ، ــ ــ ا ، ــ ــ ــ أ ــ داود ، ــ ــ ا

ــא ل ا إن أ ــ ــא ر : ــ ، ــ ــא وأ ــ أ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــאل: أ . ــ

. אل: א؟ ــ ــכ ــא ذ ــ ، ــ א ــ ا . ــ ــ ا ، و ــ ى ا ــ ــ כא

٥

١٠

١٥

Page 114: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi114

Seleme şöyle dedi: “Annemiz, câhiliye döneminde bizim bir kız kardeşimi-zi gömmüştü. Annemizin yaptığı bu hayırlardan gömülen kız kardeşimize bir fayda var mı? Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Hayır, gömen ve gö-mülen cehennemdedir. Ancak gömen müslüman olmuş ve affolunmuş ise müstesna.” diye buyurmuştur.

[172] İbn Ebî Adiy’in hadisine gelince; bu hadisi Ahmed b. Ömer b. Enes el-Azrî, Ebû Bedr Abd İbn Ahmed el-Hirevi el-Ensari, Ebû Said el-Ha-lil b. Ahmet es-Sicistani, Abdullah b. Muhammed b. Abdulaziz, Ahmed b. Muhammed b. Hanbel ve Muhammed b. Ebî Adiy bize rivayet etmiştir. O da Dâvûd b. Ebû Hind’den, o da Şa’bi’den, o da Alkame’den, o da Seleme b. Yezid el-Ca’fi’den rivayet etmiştir. Seleme şöyle dedi: “Ben ve kardeşim Hz. Peygamber’e (s.a.) gittik ve şöyle dedik: “Ey Allah’ın Elçisi! Müleyke akrabaya bakar, misafire ikram eder ve şöyle, şöyle hayır işler yapardı. Fakat o câhiliye zamanında öldü. Bu hayırların ona faydası var mıdır? Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Hayır, gömen ve gömülen cehennemdedir. Ancak gömen müslüman olmuşsa Allah onu affeder.” diye buyurmuştur.

[173] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu şekilde biz, bu hadisi, gömenin kız kardeşi olduğunu gösterecek şekilde “א ” ile rivayet ettik.

[174] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, muhtasar olarak rivayet etti-ğimiz bir hadistir. Nitekim bu hadisi bize, Abdullah b. Rebi’ et-Temimi, Ömer b. Abdulmelik el- Havlâni, Muhammed b. Bekir b. Abdürrezzâk el-Varrak el-Basri, Ebû Dâvûd es- Sicistâni, İbrahim b. Mûsâ ve Yahyâ b. Zekeriyyâ b. Ebû Zaide rivayet etmiştir. Yahyâ, babasının bu hadisi Âmir eş-Şa’bî’den naklettiğini ve Allah Resulü’nün (s.a.), “Gömen de gömülen de cehennemdedir.” şeklinde buyurduğunu rivayet etmiştir. Yahyâ b. Zekeriy-yâ b. Ebû Zaide, babasının şöyle dediğini söylemiştir: Bana, Ebû İshak, ona Amir, ona da Alkame b. Mes’ud Hz. Peygamber’den (s.a.) rivayet etmiştir.

[175] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu muhtasardır. Belirttiğimiz üze-re Hz. Peygamber (s.a.) bununla söz konusu kızın baliğ olduğunu kas-tetmiştir. Açıkladığımız hususlardan dolayı bunun dışında bir şey olması mümkün değildir. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

30

25

20

15

10

5

Page 115: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 115

. ــאل: א؟ ــ ــא ــכ أ ــ ذ ــ ، ــ א ــ ا ــא ــא ــא وأدت أ ــאل:

ــא. ا ا ــ م ــ رك ا ــ ــאر إ أن ــ ا ؤدة ــ ة وا ــ ا ا

ري، ] ١٧٢[ ــ ــ ا ــ أ ــ ــ ــ ا ــאه أ ي، ــ ــ ــ أ ــ ــא وأ

ــ ــ ــ ا ــ ــא أ ــאري، وي ا ــ ــ ا ــ أ ، ا ــ ر ــ ــ ــא أ

ــ ــ ــא أ ، ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ا ــא ، א ــ ــ ا أ

، ــ ــ ا ، ــ ــ ــ أ ــ داود ي، ــ ــ ــ أ ــ ــא ، ــ ــ ــ

ــ ــ ــ ا ــ إ ــא وأ ــ أ ــאل: ا ، ــ ــ ا ــ ــ ــ ، ــ ــ

، ــ ى ا ــ ، و ــ ــ ا ــ כــ כא ل ا إن ــ ــא ر ــא: ــ ــ و ا

ة ــ ا . ا ــאل: א؟ ــ ــא א ــכ ــ ذ ، ــ א ــ ا כــ ، ــ ، و ــ و

ــא. ا ا ــ م ــ ة ا ــ ا رك ا ــ ــאر إ أن ــ ا ؤدة ــ وا

ة.] ١٧٣[ ا א أ ا אء أ א א אه ا رو כ : אل أ

ــ ا ] ١٧٤[ ــאه ــא ا، כ ــ ــאه ــ رو ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

כــ ــ ــ ــא ، ــ ــכ ا ــ ا ــ ــ ا ــא ، ــ ــ ا ــ ر

ــא ، ــ ــ ــ ا ــא إ ، א ــ ــ داود ا ــא أ ي، ــ راق ا ــ ا

ــ ل ا ــ ــאل ر ، ــ ــ ا א ــ ــ ــ أ ة، ــ ــ زا ــ أ ــא ــ زכ ــ

ة، ــ ــ زا ــ أ אا ــא ــ زכ ــ ــאل ــאر. ــ ا ودة ــ ة وا ــ ا : ا ــ ــ و ا

د ــ ــ ــ ا ــ ــ ــכ ــ ا ــ א ــ אق ــ ــ إ ــ أ ــ ــאل أ

. ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا

ــא ] ١٧٥[ م إ ــ ــ ا ــ ــא أ ــא ذכ ــ ــ ــ و ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

. ــ ــ ا א ــא ــא و ــא ذכ ا ــ ــ ز ــ ــ ــ ــכ ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 116: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi116

[176] Hz. Peygamber’in (s.a.) “onlar babalarındandır.” sözünü delil ge-tirmelerine gelince, Allah Resulü (s.a.) bunu dindeki konumları hakkında demiştir. Kullarının hükümlerini ayırt etmesi yüce Allah’a aittir. O diledi-ğini yapar, hükmünden dolayı sorgulanamaz. Bunlara ilaveten bu lafızla onların asla bir ilgisi yoktur. Onların babalarının sulbünden gelmeleri ha-sebiyle babalarından oldukları hususunda hiçbir şüphe yoktur. Hz. Pey-gamber (s.a.) de, onların babalarının dini üzere olduklarını söylememiştir.

[177] “Müşriklerin çocuklarına dua etmeniz (cenaze namazı kılmamız), onların mirasını almanız ve onlara miras bırakmanız gerekir. Baliğ oldukla-rında babalarının dinine uyacaklarından -ki bu da dinden dönmektir- on-ları bırakmamanız gerekir.” şeklindeki görüşlerine gelince, onların yüce Al-lah’a karşı itiraz etmeleri söz konusu değildir. Onların namazını kılmayı terk etmemiz, onların mümin olmadıkları anlamına gelmez. Nitekim şehitler müminlerin en faziletlileri oldukları halde onlara namaz kılınmaz. Bizimle onların arasındaki miras bağının kesilmesine gelince, bu da onların mümin olmadıklarına dair bir delil değildir. Nitekim fazilet sahibi mümin bir köle ne miras alır ne de miras bırakır. Bazen bir müslüman, kâfir olan kölesinin malını öldüğünde alabilir. Fakihlerin ekseriyeti, kâfirin, müslüman olan sonra da satılmadan önce ölen kölesinin malını miras olarak alacağını kabul ederler. Yine fakihlerin çoğunluğu, mürtedin malını - mürted kâfir olarak öldüğünde ya da riddet halinde iken öldürüldüğünde- müslümanlara miras olarak verirler. İşte ümmetin önderlerinden olan Muaz b. Cebel, Muaviye b. Ebû Süfyan, Mesruk b. Ecda’ ve diğerleri, öldüklerinde kâfir akrabala-rının mallarına müslümanları mirasçı yapmışlardır. Kullarından dilediği kimselere yönelik hükümlerini ayırt etmek yüce Allah’a aittir. Ancak biz, nassın bizi durdurduğu yerde dururuz. Daha fazla söze gerek yok.

[178] Aynı şekilde onlar da babalarının defnedildikleri yerlere defne-dildiler ve yine baliğ olduklarında babalarının dinlerine çıkacak şekilde bırakıldılar. Şüphesiz ki yüce Allah, böyle olduğu halde onları terk etme-mizi bize zorunlu kılmıştır. Biz, yüce Allah’ın hükümlerine itiraz etmeyiz ve “Allah yaptığından dolayı sorgulanamaz.”

219 Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Her doğan çocuk din üzere doğar, ta ki ana babası onu yahu-di, hıristiyan, Mecûsî veya müşrik yapar.”

30

25

20

15

10

5

Page 117: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 117

]١٧٦ [ . ــ א ــ آ ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ــ א ــא ا وأ

ــכאم ــ أ ق ــ ــ أن א ، و ــ ــ ا כــ ــ ا م ــ ــ ا ــ א ــא

، ــ ــ أ ا ا ــ ــ ــ ــ ــא ، وأ ــ כ ــ ــאء ــא ــ ــאده و

ــ ــ ، و ــ א ــ آ وا ــ ا ــ ــ أ ــכ ا ــ ، و ــ א ــ آ ــ ــ أ ــא ــ إ

. ــ א ــ آ ــ د ــ م أ ــ ــ ا

ــ ] ١٧٧[ ر و ، כ ــ ا ــאل أ ــ ا ــ أن ــ : ــ ــא وأ

ــ ــ ــא ردة ا، ــ ــ إذا א ــ آ ا د ــ ــ כ ، وأ ــ و

ا ــ ــ ــ أ ــ ة ــ ــא ا כ ــ . ــ א ــ ا ا ــ أن

ــאع ــא ا ، وأ ــ ــ ــ ــ ا א ــ أ اء و ــ ء ا ــ ، ــ

ــ ن ا ــ ، ــ ا ــ ــ ــ أ ــכ ــ ذ ــ ــ ــ ــא و ــ ار ا

إذا ــ כא ا ه ــ ــאل ــ ا ــ ــ و رث، ــ و ث ــ ــ א ــ

ت ــ ــ ــ ه ــ ــ ــ ــאل ا ــ כא ن ا ــ ر ــאء ــ ا ــ ــאت، وכ

ــאت ــ إذا ــאل ا ــ ن ا ــ ر ــאء ــ ا ــ ، وכ ــ ــאع ــ أن

אن ــ ــ ــ أ ــ אو ــ و ــ ــאذ ا ــ دة، و ــ ــ ا ــ ا أو ــ ا ــ כא

ــ ــ ن ا ــ ر ــ ــ ا ــ ر ــ ا ــ ع و ــ ــ ا ق ــ و

ــאده، ــ ــאء ــ ــכאم ــ أ ق ــ ــ أن א ا، و ــ א ــאر إذا כ ــ ا אر أ

. ــ ــ و ــא ا ــ أو ــ ــא وإ

ن ] ١٧٨[ ــ ــ כ ــכ وכ ــא، أ ــ א آ ــ א ــ ــ د ــכ وכ

ــכ، و ــ وذ כ ــא أن ــ ــ أو א ن ا ــ ا، ــ ــ إذا א ــאن آ ــ أد إ

ل ا ــ ــאل ر ــ . و ــ ــא ل ــ ــ و ــ و ــכאم ا ــ أ ض ــ

ــ دا اه ــ ن أ כــ ــ ــ ــ ا ــ د ــ : כ ــ ــ و ــ ا

. כא ــ و ــא و ــ ا و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 118: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi118

[179] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onların zikrettiğimiz hususlardan

herhangi birisine tutunmaları geçersiz olmuştur. Ancak o, zihinleri bulan-

dırdıkları bir kargaşadır. Çünkü ifade ettiğimiz hususların tamamı, ancak

soyut hükümlerdir. “Müşriklerin çocuklarının kâfir veya kâfir olmadıkları”

şeklindeki bu istidlallerden herhangi birisi hakkında bir nas yoktur. Sözle

kastettiğimiz sadece bu iki nüktedir. Başarı Allah’ın yardımıyladır. Müş-

riklerin çocuklarının dinî konumu hakkında konuşmaktan geri duranla-

ra gelince, onlar Allah Resulünün (s.a.) sözünü delil olarak getirmişlerdir.

Ölen çocukların durumu sorulduğunda Hz. Peygamber (s.a.), “Onların ne

işlediğini Allah en iyi bilendir.” diye buyurmuştur.

[180] Ayrıca onlar, müminlerin annesi Hz. Aişe’nin (r.a.) Ensar’ın

çocuklarından birisi öldüğünde “O, cennet serçelerinden bir serçedir.” şek-

lindeki sözünü de delil getirdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.),

Aişe’ye şöyle demiştir: “Bunu nereden biliyorsun Ey Aişe! Allah, babalarının

sulbünde oldukları halde cehennem için bir topluluk yaratmıştır.”

[181] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu iki haber herhangi bir husus-

ta onlar için delil olmaz, çünkü Allah Elçisinin (s.a.) onların cennette

olduklarını ifade ettiği bu iki haberi kendisine vahiy edilmeden önce söy-

lemiştir. Nitekim yüce Allah, gelmiş geçmiş bütün günahlarını affettiğini

elçisine haber vermeden önce şöyle demesini emretmiştir: “Bana ve size

ne yapılacağını bilmem.” 220 Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.) Osman b.

Maz’un’a “Ben peygamber olduğum halde bana ne yapacağını bilmiyorum.”

demesi de böyledir. Bu, yüce Allah’ın Bedir savaşına şahit olan müslü-

manların cehenneme girmeyeceklerini haber vermesinden öncedir. Hz.

Peygamber (s.a.), yüce Allah’ın kendisine “Ben sadece bana vahyedilene

uyarım.” 221 demesini emretmesi gibi, kendisine gelen vahiyle söz söyle-

miştir. Dinden olup vahyin gelmediği her hususun hükmü hakkında kişi

tevakkuf etmelidir. Açıklama geldiğinde, nassın getirdiğini kabul etmede

tevakkuf câiz olmaz.

25

20

15

10

5

Page 119: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 119

]١٧٩ [ ، ــ ــא ــא ذכ ء ــ ــ ــ ن כــ ــ أن : ــ ــ ــאل أ

، ــ دة ــ ــכאم ــ أ ــא ــא ــא ذכ ن כ ، ــ ا ــ ــ ــ ــא وإ

ــאر כ כ ــ ــאل ا ــ أن أ ، ــ ت ــ ه ا ــ ــ ء ــ ــ ــ و

ــא . و ــ م ــכ א ــא ــאن ــא ا ــאن כ ه ا ــ ــאر، و ــ כ ــ ــ أ و

ــ ل ا ــ ل ر ــ ا ــ ــ ا ــ א ــ ــאل ــ ــא ــ وأ ــ ا א

ــא ــ م: ا أ ــ ــ ا ــאل ن ــ ــאل ــ ا ــ ــ إذ ــ و ا

. ــ א ا ــ כא

ــאت ] ١٨٠[ ــא إذا ــ ا ــ ر ــ أم ا א ــ ــ و ــ ا ــ و

م: ــ ــ ا ــא ــאل . ــ ــ ا א ــ ر ــ : ــ א ــאر ــאء ا ــ أ ــ

. ــ א ب آ ــ ــ أ ــ ــאر و ــא ــ ؟ إن ا ــ א ــא ــכ ر ــא و

ــא ] ١٨١[ ــא إ أ ء ــ ــ ــ ــ ان ــ ان ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

، ــ ــ ا ــ ــ أ ــ إ ــ أن ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــא ر א ــא إ

ــ ــא ــא أدري ل: و ــ ــ أن ــ و ــ ا ــ ا ــ ــ آ א ــאل ــ و

ــא ــ و ــ ذ م ــ ــא ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ و ه ا ــ ــ أن . כــ ــ و

ــ ا ن ر ــ ــ ــאن ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאل ر ــא ، وכ ــ

ــ ــ و ه ا ــ ــ أن ا ــ . وכאن ــ ــ ــא ل ا ــ ــא ر ــא أدري وأ : و ــ

، ــ ــ ا ــאء ــא ل إ ــ م ــ ــ ا ــ را و ــ ــ ــ ــאر ــ ا ــ

ــ ء ــ כــ כ ﴾ ــ إ ــ ــא إ ــ ل: ﴿إن أ ــ ــ أن ــ و ــ ا ــא أ כ

ــ ــ ا ــ ــאن ــאء ذا ــ ء، ــ ــ ا ــ ــ أن ــ ا ت ــ ــ ــ ا

. ــ ــ ا ــאء ــא ل ــ ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 120: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi120

[182] Çocukların ergenliğe ulaşmasından önce cinayet, zina, içki iç-mek, iftira etmek, namaz kılmamak ve oruç tutmamak şeklinde yaptıkları şeylerden dolayı -akıl baliğ olmadıkça- bunlardan herhangi birisi sebebiyle âhirette sorgulanmayacakları hususunda icmâ vardır. Aynı şekilde yapma-dığı bir şey sebebiyle yüce Allah’ın birilerini cezalandırmayacağı hususun-da tartışma yoktur. Bilakis Allah Resulünden (s.a.) “Kim bir günaha niyet eder, fakat onu işlemezse, ona günah yazılmaz.” şeklinde buyurduğu sahîh olarak gelmiştir. Dolayısıyla yüce Allah’ın çocukları işlemedikleri fiiller/günahlar sebebiyle -şayet yaşasalardı yaparlardı diyerek- cezalandırması muhal olan şeylerdendir. Kaldı ki onlar işledikleri günahlar sebebiyle bile cezalandırılmazlar. Ergen olarak ölen bir insanın şayet yaşasa idi zina eder-di diyerek işlemediği zina fiilinden dolayı cezalandırılmayacağı hususunda hiç kimse tartışmaz. Yüce Allah, bu şekilde düşünen bir kimseyi, “Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir.”

222 ve “Ancak yaptıklarınızın karşılığını görüyorsunuz”

223 meâlindeki âyetleriyle yalanlamıştır. Böylece hiç kimsenin yapmadığı ve yapılmasına vesile olmadığı şeyler sebebiyle cezalandırılma-yacağı doğrudur.

[183] Hz. Peygamber’in (s.a.) “Allah onların ne yaptıklarını en iyi bi-lendir.” meâlindeki sözü sahîhtir. Bu sözde, onların ne kâfir oldukları ne cehennemde bulundukları ne de henüz yapmadıkları şeyleri yaşasalardı yapacaklardı diyerek onların cezalandırılacağı bildirilmemektedir. Biz bu konuda ihtilaf ettik, bunun dışındakilerde değil. Ancak yüce Allah bu nok-tada olmayanı ve olmayacak olanı bilir ve şayet olsa idi nasıl olacağını da elbette bilir. Evet, bu gerçektir ve müslüman bu konuda asla şüphe etmez. Böylece bu iki haber konusunda tevakkuf ehlinin lehinde bir delilin olması söz konusu değildir (geçersizdir). Çünkü Hz. Peygamber’den (s.a.) bu ko-nuda sahîh bir açıklama gelmiştir.

[184] “Müşrik çocuklarının babalarının azabı sebebiyle cezalandırıl-dıklarını” ileri süren kimseye gelince, bu geçersizdir. Zira yüce Allah şöyle buyurur: “Herkesin günahı yalnız kendi aleyhine kazanır. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez.”

224 “Onlar için ateş yakılır” şeklinde görüş beyan edene gelince, bu da geçersizdir. Çünkü bu konudaki rivayet -inşallah bundan sonra izah edeceğimiz üzere- deliler ve baliğ olup kendisine İslâm çağrısı ulaşmayan kişilerin durumu hakkında gelmiştir.

30

25

20

15

10

5

Page 121: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 121

ــ ] ١٨٢[ ــ ــא ــ ــאل ــ ا ــא ــ أن ــאع ــ ا ــ و

ــ ــ م، ــ ة، أو ــ ــ ف، أو ــ ، أو ــ ب ــ ــ أو ــ أ أو و

ــ ــ أ ف ــ ــכ ا، وכ ــ ــ ــא ــכ ــ ذ ء ــ ة ــ ــ ا ــ ا

ــ ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ ــ ، ــ ــ ــא ا ــ ــ أ ــ و ــ ا ا

ن כــ ــ أن ــאل ا ــ ا ــ ــ כ ــ ــא ــ ــ ــ ــ ــ أن و

ــ ه، و ــ ه ــ ا ــ א ــ ــא ا، ــ ــ ــא ــאل ــ ا ا ــ ــ و ا

ــא ــאش ــ ــאت و ــא א א ــא ــ أن إ ــאن ــ ا ا و ــ ــא ــ ا

ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ و ب ا ــ כــ ، و ــ ــ ي ــ ــא ا א ــ ا ــ أ

ــא ون إ ــ ــ ﴿ : ــ א ــ ﴾ و ــ ــא כ ــ ى כ ــ م ــ ــאدق: ﴿ا ا

. ــ ــ ــא ــ و ــ ــא ــ ي أ ــ ــ ــ أ ن﴾ ــ ــ כ

ــ ] ١٨٣[ א ا ــ ــא כא ــ ــ إ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ــ أن

ا ــ כא ا ــ א ــ ــא ــ ا ــ ــאر، و أ ــ ا ــ ــאر، و أ ــ כ ــ أ ــ

ــ أن ا ــא اه، وإ ــ ــא ــא ا ا ــ ــ ، و ــ ه ــ ــ ــא ــ ــ א

ا ــ ــ ، و ــ ن כــ ــ כאن ــ כאن כ ن כــ ــא כــ و ــ ــא ــ ــ א

ــ ــ ء ــ ــ ــ ــ ــ ا ن כــ ــ أن ــ ــ ــכ ــ

ــאن. ــ ه ا ــ ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ إذ ا

ل: ] ١٨٤[ ــ ــ א ن ا ، ــ א ــ א اب آ ــ ن ــ ــ ــאل إ ــ ــא وأ

ــ ــאل إ ــ ــא ى﴾ وأ ــ ر وازرة وزر أ ــ ــא و إ ــ כ ــ כ ﴿و

ــ ــ و א ــ ا ــאء ــא ــ إ ه ا ــ ــ ي ــ ــ ا ن ا ، ــ א ــאر ــ ــ

. ــ א ــאء ا ا إن ــ ــ כــ ــא ــ ــ א ــ ا م ــ ــ ذכــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 122: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi122

[185] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu görüşlerin tamamı geçersiz olunca, bu konuda hüküm vermek için naslardan sahîh rivayetlere bakma-mız gerekir. Biz de böyle yaptık ve yüce Allah’ın şöyle buyurduğunu gör-dük: “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştir-me yoktur. İşte bu dosdoğru dindir.”

225

[186] “Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene (Kur’ân’a), İbrahim, İsmail, İshak, Ya‘kûb ve Yakuboğullarına indirilene, Mûsâ ve Îsâ’ya verilen ( Tevrat ve İncil) ile bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik. On-lardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz ona teslim olmuş kimseleriz. Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah, onlara karşı seni koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilen-dir. Biz, Allah’ın boyasıyla boyanmışızdır. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir? Biz ona ibadet edenleriz”

226 Böylece yüce Allah insan fıtratının iman üzere olduğunu açıklamıştır. İman da yüce Allah’ın boyasıdır. “Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet” demişlerdi.”

227

[187] Böylece yüce Allah’ın Âdemoğullarından, cinlerden ve melekler-den yarattığı her bir nefsin akıllı olarak mümin ve mümeyyiz oldukları hususu kesin olarak doğrudur. Bu böyle olunca, -bu ahdi, fıtratı ve boyayı değiştiren, imandan diğerine geçen ve bu değişiklik üzere ölen kimseler hariç- onların tamamı imanları sebebiyle cenneti hak etmişlerdir. Biz, ço-cukların bunlardan herhangi birini değiştirmediklerini kesin olarak biliriz. Dolayısıyla onlar cennetliktirler. Hz. Peygamber’in (s.a.) “Dünyaya gelen herkes, fıtrat üzere doğar, (yine Allah resulünün (s.a.) “her çocuk din üzeri-ne doğar; şeklinde buyurduğu rivayet edilmiştir.), “ana babası sonradan onu yahudi, hıristiyan, Mecûsî, müşrik yapar, yeni doğmuş bir kuzu gibi. Siz ilk doğduğunda kuzunun kulaklarında -siz kesene kadar- bir kesik görüyor mu-sunuz?” şeklinde buyurduğu sahîh olarak gelmiştir. İşte bu, yukarıda ifade edilen âyetlerin tefsiridir.

30

25

20

15

10

5

Page 123: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 123

ــ ] ١٨٥[ ــא ــ ــ ا ــא و ــ כ אو ه ا ــ ــ ــא : ــ ــ ــאل أ

ــ ــאل: ﴿ ــ ــ א ــא ا ــא ، ــ ه ا ــ כــ ــ ص ــ ــ ا

ــ ــכ ا ذ ا ــ ــ ــא ــאس ا ــ ــ ا ة ا ــ ــא ــ ــכ و

﴾ ــ ا

]١٨٦ [ ــ ا إ ــ ل إ ــ ــא أ ــא و ل إ ــ ــא أ و ــא ــא ا آ ــ ﴿ : ــ ــ و ــאل و

ــ ــ أ ــ ق ــ ﴿ : ــ ــ אط﴾ إ ــ ب وا ــ אق و ــ وإ א ــ وإ

ــ ــ و ــ ا ــ ــ أ ــ و ا ــ

﴿ : ــ ــ ن﴾ إ ــ ــ ــ و

ــ ــ ــאن ــאن وأن ا ــ ا ــאس ــ ا ــ أن ــ ــ و ــ ون﴾ ــ א

ــ ذر ــ ر ــ ــ آدم ــ ــכ ر ــ : ﴿وإذ أ ــ ــ و ــאل ، و ــ א ا

﴾ ــ ا ــ א ــ כ ــ أ ــ أ ــ ــ وأ

ــ ] ١٨٧[ ــ ا ــ آدم و ــ ــ א ــא ا ــ ــא أن כ ــ

ــ ا כ ــ ــ ا ــכ ــכ כ ذ ذ ــ ون، ــ ــ ــ ن כ ــ כــ وا

، ــ ا ه ــ و ة، ــ ا ه ــ و ، ــ ا ا ــ ل ــ ــ ــא א ، ــ א ــ ا

ــ ــאل ري أن ا ــ ــ ، و ــ ــ ا ــאت ــא و ــ ــא إ ج ــ و

ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ، و ــ ــ ا ــ أ ــ ــכ ــ ذ א ــ وا ــ

م ــ ــ ا ــ ة. وروي ــ ــ ا ــ د ــ ــאل: כ ــ ــ أ ــ و

ــ ــא כא כ ــ ــא و ــ و ا ــ و دا ــאه ــ ــ ا ــאل: ــ أ

ي ــ ــ ا ا أ ــ כ ــ ــאء؟ ــ ــא ون ــ ــ ــא و ــ ــ ا

رات. כــ ا ــאت ا ــ ا ــ و ــא.

٥

١٠

١٥

Page 124: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi124

[188] Bize Abdullah b. Rebi’, Muhammed b. İshak es-Seken, Ebû Said b. el- A’rabi, Ebû Dâvûd Süleyman b. el-Eş’as, Hasan b. Ali ve Haccac b. el-Minhal rivayet ederek şöyle dedi: Ben, Hammad b. Seleme’den “her doğan İslâm üzere doğar.” hadisini açıkladığını işittim. Dedi ki: İşte bu, Allah’ın babalarının sulplerinde iken onlardan aldığı sözdür. Yüce Allah: “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” diye buyurdu. Onlar da “evet” dediler.

[189] Yine Hz. Peygamber’den (s.a.) İyaz b. Hımar el-Mecaşi’i tarikiyle gelen bir sahîh hadis-i kutside Yüce Allah “Kullarımın hepsini hanif olarak yarattım. Şeytan onları dinlerinden ayırdı.” şeklinde buyurmuştur. Şeytan-ların dininden döndürmeden önce ( fıtrat üzere) ölen herkesin hanif olarak öldüğü hususu kesin olarak doğrudur. Yüce Allah’ın “Kullarımın hepsini hanif olarak yarattım.”228 şeklinde buyurması sebebiyle melekler, cinler ve insanlar bu hadisin hükmüne dâhildir. Çünkü melekler, cinler ve insanlar yüce Allah’ın yarattığı kullarıdır.

[190] Buna ilaveten şanı yüce Allah, İblis’in insanları saptıracağına dair kendisine söylediği bir sözü haber vermiş ve şöyle buyurmuştur: “Az-gınlardan sana uyanlar dışında, kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin yoktur”

229 Böylece saptırmanın imana dâhil olduğu hususu yakînen ortaya çıkmıştır. Şüphesiz her bir kimsenin aslı imandır ve her mümin de cen-nettedir. Yine yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Sizi alevler saçan ateşe karşı uyardım. O ateşe, ancak yalanlayıp yüz çeviren en bedbaht kimse girer.”

230 Bu âyette belirtilen husus da çocuğun sıfatı değildir. Böylece onların ce-henneme girmeyecekleri ve cennet veya cehennemden başka da bir yurdun olmadığının doğruluğu ortaya çıkmıştır. Onlar cehenneme girmediklerine göre, bu durumda şüphesiz cennettedirler.

[191] Hz. Peygamber’den (s.a.) “büyük rüya” hadisi sahîh olarak gelmiş-tir. Allah Resulü, rüyasında Hz. İbrahim’i (s.a.) etrafı açık yeşil bir bahçede içinde görmüştü. Bulunduğu bahçede her türlü nur ve nimet bulunmakta idi, etrafında en güzel çocuklardan kalabalık bir grup vardı. Hz. Peygam-ber (s.a.) bu durumu ona sordu. İbrahim (s.a.) da bu çocukların henüz bu-luğ çağına ulaşamadan önce ölen insanların çocukları olduklarını bildirdi.

30

25

20

15

10

5

Page 125: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 125

ــ ] ١٨٨[ ــא أ ، ــכ אق ا ــ ــ إ ــ ــא ، ــ ــ ر ــ ا ــא

، ــ ــ ــ ــא ا ، ــ ــ ا אن ــ ــ داود ــא أ ، ــ ا ــ ا ــ

د ــ ــ כ ــ ــ ــ ــאد ــ ــאل: ــאل، ــ ا ــאج ــא ا

ب ــ ــ أ ــ ــ ــ ا ا ــ أ ــא ا ــ ــאل: ة، ــ ــ ا ــ

﴾ ــ ا ــ א כــ ــ ــאل: ﴿أ ــ ، ــ א آ

ــאض ] ١٨٩[ ــ ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــא ــ أ ــ و

ــ ــאء כ ــאدي ــ ــאل: ــ ــ أ א ــ ا ــאل: ــ א ــאر ا ــ

א ــ א ا ــאت أن ــ ــ כ ــא أ ــ . ــ ــ د א ــ ــ ا א א

ــ ــ ــ وا כــ وا ــ ا ــ ــ ا ــ ــא، و ــאت ــ ــ ــ د

ــ ــ ــ و ــ ــאد ــ ــ وا כــ وا ن ــ ــאء כ ــאدي ــ

ــאس ] ١٩٠[ ي ا ــ ــ أن א ــ ــ ل إ ــ ــ ــ أ ــ و ن ا ــ ــא وأ

﴾ ــ אو ا ــ ــכ ا ــ אن إ ــ ــ ــכ ــ ــאدي : ﴿إن ــ א ــאل

ــאن ــ ا ــ ــ כ وا ــ ــאن، وأن ا ــ ا ــ ــ دا ا ــא أن ا ــ

ــ ۞ ــאرا כــ ر ــאل: ﴿ ــ א ن ا ــ ــא ، وأ ــ ــ ا ــ وכ

ــ ــ أ ــאن. ــ ا ه ــ ــ ﴾ و ــ ب و ي כــ ۞ا ــ ــא إ ا ــכ ــ ــ ــאر ا ا ــ ــ ذا ــ ــאر، ــ أو ا ــאر، و دار إ ا ن ا ــ

. ــ ــ ا

ــא ] ١٩١[ ؤ ا ــ ــ و ــ ا ــ ا ل ــ ر ــ ــ ــ و

ــ اء ــ ــ رو ــ م ــ ا ــ ــ ا إ رأى ــ أ ــא رآ ــ ا ة ــ כ ا

ل ــ ، ــ وأכ ــאن ــ أ ــ ــ ا و ، ــ و ر ــ כ ــ ــא و

ا، ــ أن ــ ــאس ا د أو ــ ــאت ــ ــ أ ــ ــ م ــ ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 126: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi126

Bunun üzerine Hz. Peygamber’e “Ey Allah’ın Elçisi! Ya müşriklerin ço-

cukları?” diye soruldu. Hz. Peygamber de, “Müşriklerin çocukları da” diye

buyurdu. Böylece problem ortadan kalktı. Sünnet ve sahîh hadislerden

gelen sağlam rivayetlerle sabit olmuştur ki müslümanların ve müşriklerin

çocuklarından henüz buluğ çağına ulaşmadan (ölenlerin) tamamı cennet-

tedir. Hiç kimsenin Kur’ân ve sünnette sahîh olarak bildirilen hususlarda

aşırılığa gitmesi helal değildir. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

[192] Birisi, “Sizler, cehennemin ceza yurdu olduğunu, cennetin de

böyle olduğunu söylediniz. Halbuki çocuklara ceza/mükâfat yoktur.” şek-

linde demiş olsa, -başarı Allah’ın yardımıyladır- biz şöyle deriz: Biz, şeriat

konusunda âyetlerin ortaya koydukları hükümler yanında duraklarız. Ni-

tekim âyetler, cehennemin sadece ceza yurdu olduğunu, cennetinde mükâ-

fat ve lütuf yurdu olduğunu ortaya koymuştur. Cennet amel sahiplerine ait

olup amelleri miktarınca mükâfat yurdudur. Ameli bulunmayan kimseler

için yüce Allah katında mutlak olarak lütuf ve ikram vardır. Bir topluluk

şöyle demiştir: Çocuklar, cennet ehlinin hizmetçileridir. Nitekim yüce Al-

lah, Kur’ân’ın birçok yerinde “ebedî çocuklar” ifadesini zikretmiştir. Şüp-

hesiz onlar cennet ehlinin hizmetkarlarıdırlar. Muhtemelen onlar, (zikri

geçen) bunlardır. Allah en iyisini bilendir.

[193] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ölünceye kadar aklını kullanama-

yacak olan delilere gelince, -daha önce ifade ettiğimiz üzere- onlar, hanif

dini üzere doğarlar, mümindirler, dinlerini değiştirip bozmamışlardır. Böy-

lece mümin olarak ölürler ve onlar cennettedir.

[194] Bize Ahmed b. Muhammed el-Telmenkî es-Sağrî rivayet edip

şöyle dedi: Bize Muhammed b. Ahmed b. Yahyâ b. el-Muferrec el-Kâdî,

Muhammed b. Eyyub es-Sumuti el-Berki, Muhammed b. Ömer b. Ab-

dilhalik el-Bezzaz, Muhammed b. Müsenna Ebû Mûsâ ez-Zaman, Muaz

b. Hişam ed-Düstuvayî rivayet etti. Babam da Katade’den, o da el-Esved

b. Seri et-Temimi’den, o da Hz. Peygamber’den (s.a.) şöyle rivayet etti:

25

20

15

10

5

Page 127: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 127

ــכאل ــ ا אر . כ ــ د ا ــאل: وأو ؟ כ ــ د ا ل ا وأو ــ ــא ر ــ ــ

ــ ــאل ا ــ أ ــ ــ ــ ــ ــא أن ــ و ــ ا ــ א א ــ و

ــא . و ــ آن وا ــ א ــ ــא ى ــ ــ ــ ، و ــ ــ ا כ ــ وا

. ــ ــ ا א

اء ] ١٩٢[ ــ ــכ، و ــ כ א اء ــ ــאر دار : إن ا ــ : إذا ــ א ــאل ن ــ

ــ ص ــ ــ ا ــאءت ــא ــ ــא : إ ــ ــ ا א ــא ــא و ــאن

ــ ــ اء و ــ ــ دار ، وأن ا ــ اء ــ ــאر دار ن ا ــ ــ ــאء ا ــ ، ــ ا

ــ ا ــ ــ دار ــ ــ ، و ــ א ر أ ــ اء ــ ــאل دار ــאب ا

ــ א ــ ذכــ ا ، و ــ ــ ا م أ ــ ــ ــאن م: إن ا ــ ــאل ــ د، و ــ ــ א

ء ــ ــ ــ ــ ا م أ ــ ــ ، وأ ــ א ــ כ ــ ــ ــ ــ ان ا ــ ا

. ــ وا أ

ــא ] ١٩٣[ ــ כ ا ــ ــ ن ــ ــ ــ ا א ــא ا : وأ ــ ــ ــאل أ

ــ ا ــ א ا، ــ وا، و ــ ــ ، و ــ ــאء، ــ ــ ا ون ــ ــא ذכ

. ــ ــ ا ــ

ــ ] ١٩٤[ ــא ــאل ي ــ א כــ ا ــ ــ ــ أ ــא

ط ــ ا ب ــ أ ــ ــ ــא ، ــ א ا ج ــ ا ــ ــ ــ ــ أ ــ

ــ ــ ــא از، ــ ا ــ א ا ــ ــ ــ ــ ــ ــא أ ، ــ ا

ــ ــ أ ــא اي، ــ ا ــאم ــ ــאذ ــא ، ــ ا ــ ــ أ ــ ا

ــאل: ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ، ــ ا ــ ــ د ــ ا ــ ــאدة

٥

١٠

١٥

Page 128: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi128

“Allah’a, bir şey işitmeyen sağır, akılsız, düşkün ve fetrette ölen adam arz olu-nur. Sağır şöyle der: Rabbim İslâm geldi, fakat ben bir şey işitmedim. Ahmak şöyle der: İslâm geldi, fakat ben bir şey düşünemedim. Fetret döneminde ölen de şöyle der: Senden bana bir elçi gelmedi.” Burada Bezzaz, dördüncünün (düşkün) ne dediğini unuttuğunu belirtmiştir. “Böylece onlardan Allah’a itaat etmeleri için söz alınır. Sonra da yüce Allah onlara elçi gönderip ateşe girmele-rini emreder. Canım kudretinde olan Allah’a kasem olsun ki, şayet onlar ateşe girerseler, ateş onlara serin ve selamet olur.”

KIYAMET ve YENİDEN DİRİLİŞ[195] Ebû Muhammed şöyle dedi: Çeşitli fırkalara ayrılmış olmakla

birlikte Ehl-i Kıble, Kıyamet Gününde yeniden dirilişi kabul etmek ve bunu inkâr edeni de kâfir olarak nitelemek üzere ittifak etmiştir. Bunun anlamı şudur: İnsanoğlu ve nesli imtihan yurdunda -ki orası dünyadır- yüce Allah’ın bildiği bir müddet eğleşir. Bu müddet sona erdiğinde yeryü-zündeki herkes ölür. Daha sonra yüce Allah, canlıları yaratmasından belir-tilen zamanın sona ermesine kadar ölen bütün insanları diriltir, sonra bu ruhları ait oldukları bedenlere tekrar iade eder, onları belli bir mekânda bir araya getirir, onları yaptıkları amellerin tamamından hesaba çeker ve yap-tıklarının karşılığını tam olara onlara verir. Bunun akabinde insanlardan ve cinlerden bir kısmı cennete bir kısmı da cehenneme gönderilir. Kur’ân ve sünnet bize böyle haber vermiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

[196] “Çürümüşlerken kemikleri kim diriltecek? De ki: “Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir.”

231 “Şüphesiz Allah, kabirlerdeki kimseleri diriltecektir.”

232 Yüce Allah Hz. İbrahim’den (s.a.) hikâye ederek şöyle buyurmuştur: “Rabbim! Bana ölüleri nasıl di-rilttiğini göster” demişti. (Allah ona) “İnanmıyor musun?” deyince, “Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için” demişti. “Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

233“Görmedin mi o kimseleri ki kendileri binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çık-tılar. Allah da kendilerine “ölün!” dedi, sonra da onlara bir hayat verdi.”

234

30

25

20

15

10

5

Page 129: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 129

ــ ــאت ــ م، ور ــ ، وا ــ א، وا ــ ــ ي ــ ــ ا ــ ا ا ض ــ

ــאء : ــ ل ا ــ א، و ــ ــ ــא أ م، و ــ ــאء ا : رب ــ ل ا ــ ة، ــ ا

ل، ــ ــ ر ــכ ــא א ــא أ ة: ــ ــ ا ــאت ي ــ ل ا ــ א، و ــ ــ ــא أ م، و ــ ا

ــ ــ ا إ ــ ــ ا ــ ــאل ــ ا ــאل ا ــא ــ ــ از: وذ ــ ــאل ا

א. ــ دا و ــ ــ ــ כא ــא ــ د ه ــ ــ ي ــ ا ــאر، ا ا ــ اد

אد א و ا م ا כ ا

ل ] ١٩٥[ ــ ــ ا ــ ــ א ــ ــ ــ ا ــ أ ــ : ا ــ ــ ــאل أ

כــ ل أن ــ ا ا ــ ــ ــכ، و כــ ذ ــ أ ــ כ ــ ــאدة و ــ ا ــ א

ــכ ــ ذ ذا ا ــ ، ــ א ــ ا ا ــ ــא أ ــ ا ــ ء ا ــ ــ دار ا ــאس ا

ــ ا ــ ــאت ــ ــ כ ــ و ــ ا ــ رض ــ ا ــ ــאت כ ــ ا

ــא א ــ ــ כא ــ ا ر، ورد أروا כــ ــ ا ــאء ا ــ ا ان إ ــ ــ ا ــ و

ــ א ــ وو א ــ أ ــ ــ א ــ و ــ وا ــ ــ א و ــאد ــ أ ا

آن ــ ــאء ا ا ــ ، و ــ ــ ا ــ ، و ــ ــ ا ــ ــ وا ــ ا ــ ــ اء

. ــ وا

א ] ١٩٦[ ــ ي أ ــ ــא ا ــ ۞ ــ ر ــ

ــאم و ــ ا ــ ﴿ : ــ א ــאل

ــאل ر﴾ و ــ ــ ا ــ ــ : ﴿وأن ا ــ א ــאل ﴾ و ــ ــ ــכ ــ ة و ــ أول

ــ ــאل أو ــ ــ ا ــ ــ כ ــאل: ﴿رب أر ــ م أ ــ ــ ا ــ ا ــ إ ــ א

ــ إ ــ ــ : ﴿أ ــ א ــאل . و ــ ــ ا ــ آ ﴾ إ ــ ــ ــ כ و ــ ــאل ــ

﴾ א ــ أ ا ا ــאل ت ــ ر ا ــ ف ــ أ ــ و ــ אر د ــ ا ــ ــ

ا

٥

١٠

١٥

Page 130: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi130

“Bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü, sonra diriltti, “Ne kadar kal-dın?” diye sordu. O da: “Bir gün yahut bir günden eksik kaldım.” dedi. Allah buyurdu ki: “Hayır, yüz sene kaldın, öyle iken bak yiyeceğine, içeceğine henüz bozulmamış, hele eşeğine bak, hem bunlar, seni insanlara karşı kudretimi-zin bir işareti kılalım diyedir. Hele o kemiklere bak, onları nasıl birbirinin üzerine kaldırıyoruz? Sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?” (Böylece gerçek ona açıkça belli olunca: “Şimdi biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir.” dedi.)235 Yine yüce Allah Hz. Îsâ’nın (s.a.) şöyle dediğini buyurmuştur: “… Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim …”

236

[197] Bu âyetlerde belirtilen ihyanın (diriltmenin), ruhun cesede iade edilmesi, kaybolduktan sonra duyuların ve irâdî hareket kabiliyetinin yeni-den verilmesinden başka bir şey değildir. Ancak Ebu’l-’As Hakem b. Mün-zir b. Said el-Kadî, İsmail b. Abdullah er-Ruaynî’nin bedenlerin yeniden diriltileceğini kabul etmediğini ve ruhun bedenden ayrılmasının ruhun cennete veya cehenneme gönderilmesi olacağını söylediğini haber vermiş-tir. İsmail’i tanıyan bazı kimseler bu görüşü önemsemişlerdir. Onlardan güvenilir olan bazı kimseler, İsmail’in “Şüphesiz ki yüce Allah, cesetlerden sadece hayat kısmını çekip alır.” şeklinde görüş beyan ettiğini işittiklerini bana bildirdiler.

[198] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu karışık bir görüştür. Hakem b. Münzir’in bana anlattıklarından böyle bir sonuç çıkarılamaz. Çünkü cesetlerde ruhun/nefsin dışında bir hayat cüz’ü yoktur.

[199] Ebû Muhammed şöyle dedi: İsmail er-Ruaynî ile aynı dönem-de yaşamama rağmen onunla asla bir araya gelmedim. O da benim gibi Endülüs şehirlerinden biri olan ve ‘ Bicaye’ diye adlandırılan bir şehirde bir müddet kalmıştı. Fakat o kendisini teşhir etmeyen (siyasi karkaşadan dolayı kendisini gizleyen) bir kimse idi. O çalışkan, zahit, ibadet ehli, na-mazını kılan ve orucunu tutan bir kişi idi. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

[200] Hakem b. Münzir de sözünde güvenilir biri olup naklettiği haberlerde yalandan uzaktır. Hakem, İsmail er-Ruaynî’nin görüşünde değildi. Ancak daha önce, o ikisi İbn Meserre’nin237 kader konusunda-ki görüşünde birleşmişlerdi. Yine şüpheci ve tartışmacıların ileri gelenle-rinden olan İbrahim b. Sehl el- Erivani de onunla aynı görüşte değildir.

30

25

20

15

10

5

Page 131: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 131

ــ ــא أو ــ ــאل ــ ــאل כــ ــ ــ ــאم ــ א ا ــ א ﴿ : ــ א ــאل و

ــ א ــ ــ ــאم כ ــ ا إ ــ : ﴿وا ــ ــ ــאم﴾ إ ــ א ــ ــ ــאل م ــ ــ ــ ا م: ﴿وأ ــ ــ ا ــ ــ ا ــ א ــאل . و ــ ــא﴾ ا א ــ כ

﴾ ذن ا ــ

ــאت إ رد ] ١٩٧[ ه ا ــ ــ ــ ر כــ ــאء ا ن ا כــ ــ أن כــ ا و

כــ ــ ــ ــא ــ ــ ــ ا راد כــ ا ــ وا ع ا ــ ، ور ــ ــ ا وح إ ــ ا

ــ ــ ــ أ א ــ ا ــ ر ــ ــ ا כــ ــאص ــא ا ، إ أن أ ــ ا ا ــ ــ

ــאل ــ ل إن ا ــ ــאد و ــ ا כــ ــ כאن ، أ ــ ــ ا ا ــ א ــ إ

ــ ل ــ ا ا ــ ــ ــ ــאر، وو ــ أو ا ــ ا ــא אد ــ ــ إ ــ ــא ا ا

ــ ــ ــ א ل إن ا ــ ه ــ ــ ــ أ ــאة ــ כــ א ــ ــ אر ا

ــא. ــאة ء ا ــ ــאد ا

ــ ] ١٩٨[ ــ כــ ــא ــ ج ــ ــ ل ــ ــ ا ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــא. ــ و ــאة إ ا ء ا ــ ــאد ــ ا ــ ــ ر ــ ــ ا כــ

ــ ] ١٩٩[ ــ أدرכ ــ ــ أ ــ ــ א ا ــ ــ إ ــ أ : و ــ ــ ــאل أ

ــ כאن כ ة و ــ ــ א ــ ــ ــ ا ا ــ ــ ــ ــ א ــאכ وכאن

. ــ ــאم وا أ ة و ــ ــאدة و ــכ و ــ و ــאد ــ ا ــא وכאن

ــ ] ٢٠٠[ أ ــ و ب כــ ا ــ ــ ــ ــ ــ ر ــ ا ــ כــ و

ر ــ ا ــ ة ــ ــ ــ ــא ــכ ذ ــ وכאن ر ــ ا ــ כــ

ــ ا رؤوس ــ وכאن ، ــ ا ر ا ــ ــ ــ ا إ ــא أ ــ أ ــ و

٥

١٠

١٥

Page 132: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi132

Yine damadı Ahmed et-Tabib, şüphecilerden bir grup ve İsmail’e muhab-bet besleyen bir başka topluluk da aynı şekilde ondan teberri etmiştir. İs-mail, bu görüşünü desteklemek üzere, Hz. Peygamber’in (s.a.) bir ölünün yanında durup “Bu kişi için kıyamet kopmuştur!” diye buyurmasını delil olarak ileri sürdüğü bana ulaşmıştır. Onun bu konuda delil olarak ileri sür-düğü diğer bir haber de şudur: Bedevinin biri Allah Resulüne (s.a.) gelerek; “Kıyamet ne zaman kopacaktır?” diye sorduğu bir soruya Hz. Peygamber, huzurda bulunan cemaatin yaşça en küçük olanını işaret ederek: “Bu vefat etmeden kıyamet kopmayacaktır!” diyerek cevap vermiştir.

[201] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.) bu kıyam ile ölüm anından yeniden diriliş gününe kadar devam edecek olan ölü-mü kastetmiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Sonra da siz, şüphesiz, kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz.”

238 Böylece yüce Allah, ‘mühlet’ ifade eden (sümme) kelimesini kullanmak suretiyle yeniden diri-lişin (ba’s) ölümden sonra kıyamet günü olacağını açıklamıştır. Aynı şekil-de yüce Allah, onların kıyamet günü konusunda “Onlar: “Eyvah başımıza gelenlere! Mezarımızdan bizi kim kaldırdı? …”

239 şeklindeki sözlerini de haber vermiştir. Yine yüce Allah, o günün (kıyamet) süresinin 50 bin yıl olacağını, insanların kemiklerini ihya edip kabirlerinde olanları dirilteceği-ni Kur’ân’ın pek çok yerinde haber vermiştir.

[202] Bu konudaki zorunlu aklî delil (burhan) şudur: Cennet ve ce-hennem iki mekândır. Her mekân, daha önce cisimlerin sonlu ve sınırlı olmalarının gerekliliğine dair ortaya koyduğumuz aklî delil çerçevesinde, sınırlı ve sonlu bir alana sahiptir ve belli bir sayıda olan her şey sonlu ve sınırlıdır. Bu durum yüce Allah’ın “Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, Allah’tan gereği gibi korkanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun!”

240 meâlindeki sözüyle de sabittir.

[203] Şayet yaratmanın devamlılığı açısından bir son olmasaydı, el-bette bu sonu olmayan bir “yeniden var olma” olurdu. Biz onların va-racağı yerin cennet ya da cehennem olduğunu biliriz. Mekân açısından bir nihayeti bulunan bir şeyin sonsuz olması imkânsız olan şeylerden-dir. Böylece mahlûkatın bir sonunun olması zorunlu olarak gereklidir.

30

25

20

15

10

5

Page 133: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 133

ــ ــ א ــ ــ و ــ ا ــ א ، و ــ ــ ا ه أ ــ ــא ــ أ أ ــ و

ــ إذا ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ا ــ ــ ــ ــ כאن ــ أ ــ و

اب ــ ا م כא ــ ــ ا . و ــ א ــ א ــ ا ــ ــא ــאل: أ ــ ــ ــ و

ــ ــ ــ ــ ــ ا ــ أ ــ ــ أ ــ إ ــא ... ــ ا ــ

. ــא ــ أو א م ــ

ــאم ] ٢٠١[ ا ا ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــא : وإ ــ ــ ــאل أ

ــ א م ا ــ כــ ــ إ ﴿ : ــ ــ و ــאل ــא ــ כ م ا ــ ــ ــכ إ ــ ذ ــ ت ــ ا

ــ ــ ــ ا ــ ت ــ ــ ا ــ א م ا ــ ــ ــ أن ا ــ א ــ ن﴾ ــ

ــ ــא ــ ــא ــא و ﴿ . ــ א م ا ــ ــ ــ ــ ــ و ــ ا أ כــ ، و ــ

ــ ــ ــאم و ــ ا ــ ، وأ ــ ــ ن أ ــ اره ــ م ــ ــ ا﴾ وأ ــ ــא

آن. ــ ــ ا ة ــ ــ כ ا ــ ر ــ ــ ا

ــ ] ٢٠٢[ ــאن وכ כא ــאن و ــאر ــ وا ــ أن ا وري و ــ ــאن و

ــ א ب ــ ــ و ــאه ي ــ ــאن ا א وده و ــ ــ א ــא ــכאن و و

אوات ــ ــא ا ــ : ﴿و ــ א ل ا ــ د و ــ ــ ــא ــ כ א ــאم، و ا

رض﴾ وا

]٢٠٣ [ ، ــ آ ــ ن ــ ا ــ أ ا ــ כא ــ א ــ ا ــ כــ ــ ــ

أن כــ ــ ــ ــאل و ــאر، ا أو ــ ا ــ إ ــ أن ــא ــ و

، ــ א ــ ورة أن ــ ــ אכــ ــ ا ــ א ــ א ــ ــ א ــא ــ

٥

١٠

١٥

Page 134: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi134

Bu zorunlu olduğuna göre, bu durumda atomlar âleminin ve çoğalma-nın sonlu olması da zorunlu olarak gereklidir. Ancak bizim bu görüşümüz Kur’ân’a, Hz. Peygamber’in (s.a.) nübüvvetine inanan ve müslüman oldu-ğunu iddia edenler için geçerlidir. İslâm’ı kabul etmeyenlere gelince, bizim bu konudaki sözümüz Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve getirdiği hususların doğruluğunu kabul etmelerine dair bu eserimizin ilhat taraftar-larını eleştirme kısmında ele almıştık. Tartışma için ilgili kısma müracaat olunsun. Başarı Allah’ın yardımıyla birliktedir.

[204] Yüce Allah, kemikleri ilk günkü gibi iade edeceğini ve yeniden canlandıracağını beyan etmiştir. Et ise bu kemiklerin elbisesidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Andolsun, biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık Sonra onu az bir su (meni) hâlinde sağlam bir karargâha (ana rahmine) yerleştirdik. Sonra bu az suyu “alaka” hâline getirdik. Alakayı da “mudga” yaptık. Bu “mudga”yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir!”

241

[205] Yüce Allah, insanın yaratılış evrelerinden bahsederken, onun ke-mikten, kemiğin ise bir parça etten, etin ise embriyodan yaratıldığını, daha sonra o kemiklere et giydirildiğini açık ve net bir şekilde ifade etmiştir. Bu gözle görülen bir durumdur. Çünkü et, hastalık sebebiyle -geriye önem-siz bir miktar kalıncaya kadar- eriyip yok olur. Kişi iyi beslendiğinde ise kilo almaya ve bedeni güçlenmeye başlar. Bu şekilde yüce Allah, âhirette derilerin değiştirilip yenilerinin verileceğini bize haber vermiş ve şöyle bu-yurmuştur: “Şüphesiz ki âyetlerimizi inkâr eden kâfirleri biz yarın bir ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı duysunlar diye, kendilerine başka deriler ve-receğiz. Çünkü, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”242

[206] Bazı (hadis) kaynaklar(ın)da yer aldığı üzere, kâfirlerin derisi yetmiş küsur zira’ kalınlığında, azı dişleri ise cehennemde Uhud dağı büyüklüğünde olacaktır.243 şeklinde buyrulmuştur. Bu şekilde insan bedenindeki etten diğer canlıların beslendiğini ve bu canlıların bedeninde ete dönüştüğünü görürüz. Zira insan cesedindeki etler (insan öldüğünde) kurtçuklara dönüşmektedir. Kur’ân’ın ifadesiyle kıyamet günü diriltilecek olanın kemikler olduğu an-laşılmaktadır. Her kim Kur’ân ile ortaya konulan bu hakikati inkâr ederse onun İslâm’dan bir nasibi yoktur. Dalâlete düşmekten Allah’a sığınırız.

30

25

20

15

10

5

Page 135: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 135

ا ــ ــא ــא כ ورة، وإ ــ ــ א ر وا ــ ــ ا א ــ א ــ ــ و ــ ــכ وا ذا ذ ــ

ــא م، وأ ــ ــ ا ، واد ــ ــ و ــ ا ــ ة ــ آن، و ــ א ــ ــ ــ

ــ ــ أ ــ ــ ا ا ــ ــא ا ــ د ــאه ــא ر ــ ــ ــא כ م ــ כــ ا ــ أ

ــ ــ إ ــ ــאء ــא ــ ــ و ــ و ــ ا ــ ة ــ ــ ــ ــאد ا

. ــ ــ ا א ــא ــאزع و ــ ا

ــ أول ] ٢٠٤[ ــא כא ــא כ ــא و ــאم ــ أن ا ــ א ــ ا ــ و

ــ ــ ــאن ــא ا ــ ــאل: ﴿و ــא ة כ ــ ــ כ ــא ــ ــא ا ة، وأ ــ

ــ ــא ــאم א ا ــ כ ﴿ : ــ ــ ﴾ إ ــ כ ار ــ ــ ــ ــאه ــ ۞ ــ

﴾ ــ א ا ــ أ ــאرك ا ــ ــא آ אه ــ أ

ــ ] ٢٠٥[ ــ ي ا ــ ــאم ا ــ ا ــא ــאن إ ــ ا : أن ــ ــ و ــ

ــ ــאم وأن ا ــ ا ــ إ ــ ا ــ إ ــ ا ــ إ ــ ا ــ إ ــ ــ ــ ا ا

ــא ــ ــ ــ ض ــ א ــ ــ ن ا ــא ــ ا أ ــ ــאم، و ة ا ــ כ

ــ ــ و ــא ــכ أ ــ وכ ــ ا ــ إذا ــ آ ــ ــ כ ــ ، ــ ر ــ

ــא دا ــ ــ א ــ د ــ ــא ــאل: ﴿כ ة ــ ــ ا د ــ ل ا ــ ــ أ

اب﴾ ــ ا ا ــ و

א ] ٢٠٦[ ــ ذرا ــא و ن כــ ــ ــ ــאر כ د ا ــ ــ أن א ــאر ا ــ ا و

ى ــ ــאن ــ ا ــ ي ــ ــ ا ــ ا ــכ . وכ ــ ــאر כ ــ ا ــ وأن

آن ــ ــ ا ــ ــ دودا ان، إذ ــ ــכ ا ــא ــ ــ ان آ ــ ــ

ــ ــ ــ ــ آن ــ ــ ا ــאء ــא כــ ــ أ ، و ــ א م ا ــ ــ ــ ــ ا ــאم ا

ن. ــ ــ ا ــא ذ ــ م. و ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 136: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi136

Cennet ve Cehennemin Yaratılışı

[207] Ebû Muhammed şöyle dedi: Mu‘tezile’den bir grup ile birlikte Hâricîler, cennet ve cehennemin henüz yaratılmadığı görüşünü benimse-miştir. Müslümanların çoğunluğu ise, her ikisinin yaratılmış olduğu gö-rüşündedir. Cennet ve cehennemin henüz yaratılmadığını savunan kim-selerin şöyle demekten öte bir delillerinin olduğunu bilmiyoruz. Onlar-dan bazıları şöyle demiştir: Allah Resulünün (s.a.) şöyle buyurduğu sahîh olarak gelmiştir: “Güzel amel namına kim bir şeyler yaparsa, cennette onun adına şöyle şöyle ağaçlar bitirilir.” Onlar, yüce Allah’ın Firavun’un hanımın-dan hikâye ederek “Rabbim! Bana yanında cennetin içinde bir ev yap,...”244 şeklinde dua etmesini de delil olarak ileri sürmüşler ve şöyle demişlerdir: Şayet cennet yaratılmış olsa idi, ev yapılması ve ağaç dikilmesi hususunda dua edilmesinin bir manası olmazdı.

[208] Ebû Muhammed şöyle dedi: Biz, cennet ve cehennemin -tıpkı yeryüzünün yaratılmış olması gibi- genel olarak yaratılmış olduğunu söyle-riz. Sonra yüce Allah, orada, yapılardan dilediğini ihdas edecektir.

[209] Ebû Muhammed şöyle dedi: Cennetin ve cehennemin yaratıl-mış olduğuna dair bir diğer delil de, Peygamberimizin İsra gecesi cenne-ti bizzat gördüğünü haber vermesidir. Allah Elçisi (s.a.), altıncı semada “sidretü’l-münteha”yı gördüğünü bildirmiştir. Yüce Allah da “Sidretü’l Müntehâ’nın yanında. Onun yanında ise Cennetü’l Me’vâ bulunmaktadır.”

245 şeklinde buyurmuştur. Böylece “Cennetü’l-Me’va”nın altıncı sema oldu-ğu anlaşılmaktadır. Yüce Allah, bu cennetin, kıyamet günü müminlerin oraya girdikleri bir cennet olduğunu haber vermiş ve şöyle buyurmuştur: “Evet, iman edip de salih amelleri işleyen kimselerin, yaptıklarına karşılık bir konukluk (ağırlanma) olarak Me’vâ (barınak) cennetleri vardır.”

246 Artık bu âyetten sonra hiçbir kimse oranın yaratılmamış ve sonsuz olmayan bir cennet olduğunu söyleyemez.

[210] Yine Hz. Peygamber, göğün katlarını tek tek gezerken, diğer pey-gamberleri gördüğünden bahseder. Dolayısıyla peygamberlerin (s.a.) ruh-larının cennette olduğu hususunda hiçbir şüphe yoktur. Böylece cennetle-rin gökler (göklerin katları) olduğu hususu sahîh olarak ortaya çıkmıştır.

30

25

20

15

10

5

Page 137: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 137

אر م ا وا כ ا

ــ ] ٢٠٧[ ــ أن ا ارج إ ــ ــ وا ــ ا ــ א ــ : ذ ــ ــ ــאل أ

ــ ــא ــא، و ــ ــא ــ أ ــ إ ر ا ــ ــ . وذ ــ ــא ــ ــאر وا

ــ ــ ــ ــאل: ــ ــ أن ــ أכ ــ ــ أ ــ ــא ــ ــא ــאل أ ــ

ــא ــ ــ ــאل ا ــ أ אء ــ ــאل: وذכــ أ ــ ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

ــא ن أ ــ أة ــ ــ ا ــא אכ ــ א ل ا ــ ة. و ــ ا ا وכــ ــ כــ ــ ا ــ س ــ

ــ כــ ــ ــ ــ ــ כא ا: و ــ א ﴾ ــ ــ ا ــא ك ــ ــ ــ : ﴿رب ا ــ א

. ــ س ــ ــאء وا אف ا ــ ــ ا ــאء ا

رض ] ٢٠٨[ ــא أن ا ــ כ ــ ا ــאن ــא ــא إ ــא : وإ ــ ــ ــאل أ

ــאن. ــ ا ــאء ــא ــא ــ א ث ا ــ ــ ــ

ــ ] ٢٠٩[ ــ ــאر ا ــ أ ــאن ــא ــ أ ــאن : وا ــ ــ ــאل أ

رة ــ ــ رأى م أ ــ ــ ا ــ اء. وأ ــ ــ ا ــ ــ رأى ا ــ أ ــ و ا

ــ ــא ۞ رة ا ــ ــ ﴿ : ــ א ــאل ، و ــ אد אء ا ــ ــ ا ــ ا

ــא ــ أ ــ و ــ ا ــ أ ، و ــ אد אء ا ــ ــ ا وى ــ ــ ا ــ أن وى﴾ ــ ا

ــ وى ــ ــאت ا ــ ﴿ : ــ א ــאل . ــ א م ا ــ ن ــ ــא ا ــ ــ ا ا

. ــ ــ ا ــ ــ ــא ل أ ــ ا أن ــ ــ ــ ــ ن﴾ ــ ا ــ ــא כא

אء ] ٢١٠[ ــ ات ــ ــ ا م ــ ــ ا ــאء ــ رأى ا م أ ــ ــ ا ــ وأ

ــ أن . ــ ــ ا م ــ ة وا ــ ــ ا ــאء ــ أن أرواح ا ــכ אء و ــ

ات. ــ ــ ا ــאت ا

٥

١٠

١٥

Page 138: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi138

[211] Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.) Firdevs cennetinin cennetlerin en üst derecesi olduğunu bildirmiştir. Öyle ki yüce Allah, bizzat bu cenneti (Firdevs cennetini) istememizi bizlere emretmiştir. Firdevs cennetinin fev-ki, Allah Teâlâ’nın Arş’ıdır. Arş ise, cennetten sonra yaratılmıştır. Dolayı-sıyla cennet de yaratılmıştır. Aynı şekilde Hz. Peygamber, cehennemin şöy-le dediğini haber vermiştir: “Cehennem, Rabbine şikayet etti. Bunun üzerine Allah, cehennemin iki nefes almasına izin verdi. İşte bu, (dünya hayatında) bizim karşılaştığımız sıcaklık ve soğukluğun en şiddetli olanıdır.247

[212] Kadı Münzir b. Said, cennet ve cehennemin yaratılmış olduğu görüşünü kabul eder. Ancak o, bu cennetin, Âdem (s.a.) ve eşinin içinde bulunduğu cennet olmadığını söyler. Bu konuda o bazı deliller ileri sür-müştür. Bunlardan biri şudur: Şayet Âdem ve Havvâ’nın içinde bulunduk-ları cennet, ebedîyet cenneti olsa idi, ebedîlerden olmayı umarak (ölüm-süzlük) ağacından tatmalarına lüzum yoktu. Yine o, ebedîyet cennetinde yalanın olmayacağını delil olarak ileri sürmüştür. Halbuki Âdem’in bulun-duğu cennette İblis yalan söylemişti. Ayrıca o, cennete giren bir kimsenin bir daha oradan çıkmayacağını da söylemiştir. Halbuki Âdem ve eşi Havvâ (s.a.) cennetten çıkarılmışlardır.

[213] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bütün bunlar, bu konuda, onun lehine bir delil değildir. İlk olarak, “Âdem (s.a.), ebedîlerden olmayı uma-rak (ölümsüzlük) ağacından tatmıştır.” şeklindeki sözüne gelince, biz biliriz ki Âdem’in söz konusu ağaçtan tatma konusundaki zannı doğru olmadığı gibi yemesi de doğru değildi. Zanna dayanan bu durum, delil olmaya elve-rişli değildir. Şanı yüce Allah, cennette ebedî olarak kalacağını da Âdem’e bildirmemiştir. Bilakis yüce Allah’ın ilminde Âdem’i cennetten çıkaracağı bilgisi de vardı. Böylece Âdem, bir garantisi ve kesin bilgisi olmadığı halde ebedîlik umarak bu ağaçtan yemiş oldu.

[214] “Cennette yalan söylemek yoktur ve cennete giren bir kim-se bir daha oradan çıkmaz. Halbuki İblis yalan söylemiş ve Âdem ve eşi de oradan çıkarılmışlardır.” şeklindeki sözüne gelince, bu da onun lehine bir delil değildir. Ancak cennetten çıkarılma işlemi cennet ehline yöne-lik bir ceza olduğunda bu şekilde olabilir. Nitekim yüce Allah “Orada boş bir söz işitmezsin.”

248 meâlinde buyurduğu yerde bundan haber vermiştir.

30

25

20

15

10

5

Page 139: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 139

ــא ] ٢١١[ ــ أ ــ ا ــ ا ــ دوس ا ــ م أن ا ــ ــ ا ــ ــכ أ وכ

ــ א ــ ــ ا ق ــ ش ــ ، وا ــ ش ا ــ ــא ــא א ــ إ ــ أن א ا

ــ ــא ذن ــ ــא ــ ر כ إ ــ ــאر ا م أن ا ــ ــ ا ــ ــכ أ ، وכ ــ

د. ــ ــ وا ــ ا ه ــ ــא ــ ــכ أ وإن ذ

ــאن ] ٢١٢[ ــאر ــ وا ــ أن ا ــ إ ــ ــ ر ــ ــ א وכאن ا

ــ ــ ــ وا أ م وا ــ ــ ا ــא آدم ــ כאن ــ ا ــא ل: إ ــ ــ כאن إ أ

ن כــ ــאء أن ة، ر ــ ــ ا ــא أכ ــ ــ ا ــ ــ כא ــ ــא أ אء ــ ــכ ذ

، ــ ــא إ ب ــ כــ ــא، و ب ــ כــ ــ ا ن ــ ــא ــ أ ، وا ــ א ــ ا

ــא. ــא ــ م ــ ــא ا ــ أ ــא. وآدم وا ج ــ ــ ــ ــ ا ــ د ــאل و

م ] ٢١٣[ ــ ــ ا : إن آدم ــ ــא . أ ــ ــ ــ ا د ــ : כ ــ ــ ــאل أ

ــ ة ــ ــ ا ــ ــא أن أכ ــ ــ א ــ ا ن כــ ــאء أن ة ر ــ ــ ا أכ

ه ــ ــא כאن ــ ــא و ــא כאن ــא، وإ ا ــא ــ ــא، و أכ ا ــ ــ כــ

ــ א ــ ا ــ ــ כאن ــ ، ــ ــ ا ــ ــ ه ــ ــ ــ ــ و ، وا ــ

ــ ــ ي ــ ــ ا ــאء ا ة ر ــ ــ ا م ــ ــ ا כ ــ ــא، ــ ــ أ

. ــ ــ ــ ، و ــ

ب ] ٢١٤[ א و כ ج א א وأن د ب : إن ا כ א وأ

ــכ ن כ כــ ــא ــ وإ ــ ــ ا ــ ، ــ أ ــא آدم، وا ج ــ ــ ، و ــ ــא

﴾ א ــ ل: ﴿ ــא ــ ــ و ــ ــא أ ــא כ اء ــ ــ إذا כא

٥

١٠

١٥

Page 140: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi140

Şüphesiz bu yeni bir cümlenin başlangıcıdır, yoksa öncesinin devamı de-ğildir. Bununla birlikte iddia ettiği hususa dair ne bir nas ne de bir icmâ vardır. Yine bu kişi, yüce Allah’ın Âdem’e (s.a.) “Muhakkak ki, senin için orada acıkmak da yoktur, çıplak kalmak da yoktur.”

249 şeklinde buyurmasını da bir delil olarak ileri sürmüş ve “Âdem (s.a.) cennette çıplak kalmıştır.” demiştir.

[215] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu âyet bu konuda delil olamaz, bilakis bu âyet onların aleyhine bir delildir. Çünkü yüce Allah, Âdem’in iskân ettiği cenneti tanımlarken orada açlığın, çıplaklığın, susamanın ve güneşte yanmanın olmayacağını belirterek tasvir etmiştir. Bu, şüphesiz cennetin sıfatıdır. Semanın dışında bu vasıfların bulunduğu bir mekân şüphesiz yoktur. Bilakis semanın dışındaki her yerde acıkma, çıplak olma, susama ve güneşte yanmanın olması gerekli ve zorunludur. Hz. Âdem, va-sıfları bu şekilde olan bir mekânda iskân etmiştir. Burası elbette cennetin dışındaki bir yer değildir. Âdem, yasak ağaçtan yediğinde çıplak olmuş ve neticede ceza olarak (yer yüzüne) indirilmiştir. Yüce Allah şöyle buyur-muştur: “Orada ne yakıcı güneş görürler, ne de şiddetli soğuk.”

250 Âdem’e de cennette güneşin doğmayacağını haber vermiştir.

[216] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu âyet, onun aleyhine en bü-yük delildir. Çünkü bir yerde güneş varsa orada güneşe mâruz kalmak da kaçınılmaz olarak vardır. Böylece Âdem’in (s.a.) iskân ettiği cennette güneşin bulunmadığı hususu sahîh olarak ortaya çıkmış oldu. Şüphesiz burası ebedîyet cennetidir. Buna ilaveten yüce Allah, -( cennet kelimesinin başındaki) lam-ı tarife/el takısına dikkat çekerek- “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette durun, (dilediğiniz yerden yeyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yok-sa zâlimlerden olursunuz.)”

251 şeklinde buyurmuştur. Burada ‘ cennet’ lafzı mârife (belirli isim) olarak zikredilmiştir. Dolayısıyla “el-cennetü” lafzı, ancak ebedîyet cennetini ifade etmek için kullanılır. Başka bir yere işaret edilmesi ise ancak izafet ile mümkün olabilir. Buna ilaveten şayet Âdem (s.a.) yeryüzündeki herhangi bir cennette iskân etmiş olsa idi, oradan çıka-rılıp yine yeryüzündeki başka bir yere konulmuş olması bir ceza olmazdı.

30

25

20

15

10

5

Page 141: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 141

ــ و ــא اد ــ ــ ــ ، و ــ ــא ــ ــ ــ ا ا ــ ــא

ــא ع ــ ــכ أ م: ﴿أن ــ ــ ا دم ــ ــ و ل ا ــ ــא ــ أ ــאع وا إ

م. ــ ــ ا ــא آدم ى ــ ــ ــאل: و ى﴾ ــ و

ــ ] ٢١٥[ ــ و ن ا ــ ــ ــ ــ ، ــ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــא ــ ى، و ــ ــא و ــאع ــא ــא آدم ــכ ــ أ ــ ا ــ ا و

ــכאن אء ــ ــא دون ا ء ــ ــ ــ ــכ، و ــ ــ ــ ا ه ــ ، و ــ و

ى، ــ ــ و ــאع ــ أن ــ אء ــ ــ دون ا ــ כ ــכ، ــ ــ ه ــ

ه ــ ي ــ ــכאن ا ــכ ا ــא ــ إ ــ أ ورة، ــ ــכ ــ ذ ــ ، و ــ ــ و و

ــ א ة، ــ ــ ا ــ أכ ى آدم ــ ــא ، وإ ــ ــ ا ــ ا ا ــ ــ ، و ــ

ــ ــ آدم أ ا﴾ وأ ــ ز ــא و ــא ون ــ ﴿ : ــ ــ و ــאل ا . و ــ ــ

. ــ

ــכאن ] ٢١٦[ ا ــ כאن ــ ــ ــ ــ ــ أ ا ــ و : ــ ــ أ ــאل

ــא ــכ ــ أ ــ ا ــ أن ا ، ــ ــ و ــ ــ ــ ــ ي ــ ا

ــ ــ ن ــ ــא وأ ــכ، ــ ــ ا ــ ــ ــא، ــ ــ כא آدم

ن כــ و م، ــ وا ــ א ــאرة إ ﴾ ــ ا ــכ وزو ــ أ ــכ ﴿ا : ــ و

ــ ، و ــ ــ ا ــ ا إ כــ ــ ــ ا د و ــ ــ ــכ إ ذ

م ــ ا ــ آدم ــכ أ ــ ــא وأ . ــ א א إ ــא ــ ــ ا ا ــ

، ــ رض ا ــ ــא ــ إ ــא ــ ا إ ــ כאن ــא رض ا ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 142: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi142

Bilakis yüce Allah, söz konusu cennetin yeryüzünde olmadığını “Birbiri-nize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve ya-rarlanma vardır”

252 meâlindeki sözüyle açıklamıştır. Böylece bu nas vesilesi ile Âdem’in (as.) cennetten yeryüzüne indiği ve cennetin de yeryüzünde olmadığı hususu kesin olarak sabit olmuştur. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

Cennet ve Cehennemin Ebedî Oluşları

[217] Ebû Muhammed şöyle dedi: Cehm b. Safvan253, Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf254 ve Râfizîlerden bir grup hariç, İslâm mezheplerinin tamamı cen-net ve içindeki nimetlerin, cehennem ve oradaki azabın yok olmayacağı hususunda ittifak etmiştir. Cehm’e gelince o şöyle demiştir: Cennet ve ce-hennem yok olacağı gibi, onların ehli de yok olacaktır. Ebü’l-Hüzeyl ise, cennet ve cehennemin ve içindekilerin yok olmayacağını, ancak onların hareketlerinin son bulacağını, böylece hareket etmeksizin lezzet ve acı çe-keceklerini söylemiştir. Râfizîlerden bir grup ise, cennetliklerin cennetten, cehennemliklerin de cehennemden çıkarılacağını ve Allah’ın dilediği bir yere gönderileceklerini söylemiştir.

[218] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu görüşe gelince, fikir ayrılığı çı-karması bakımından oldukça zayıf ve mesnetsiz bir iddiadır. İkna ya da delil açısından nasıl dikkate alınabilir? Dolayısıyla durumu bu şekilde olan bir şey, hükümsüz ve geçersizdir. Ebü’l-Hüzeyl’in görüşüne gelince, bu iddia onun lehinde bir delil değildir. Ancak o, sayılabilen her şeyin kaçı-nılmaz olarak sonlu olduğunu, hareketlerin de sayılı olduğunu dolaysıyla onlarında sonlu olduklarını söylemiştir.

[219] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ebû Hüzeyl, -cehaletinden dolayı- henüz fiil sahasına çıkmamış olan sözün ve varlıkların tabiatlarının sınırlı olduğunu sanmış ve bunların sayılı olduğunu iddia etmiştir. Bu açık bir ha-tadır. Çünkü henüz fiil sahasına çıkmamış olan bir şey, “şey/varlık” değildir. Sayı ancak varlıklar için geçerlidir. Cennet ve cehennem ehlinin hareketleri fiile dönüştükleri zaman ancak sayı ile ifade edilebilirler. Sayıyla ifade edilen varlıklar da sonlu ve sınırlıdır. Bu da bu şekilde ebedî olarak devam eder. Biz bu hususu, bu kitabın başlangıcında, “Âlemin sonradan yaratılmış oluşunun zorunluluğu ve varlıkların sonlu oluşu” başlıklı bölümde ele almıştık. Burada tekrarına gerek duymuyoruz. Başarı Allah’tandır. Böylece Ebü’l-Hüzeyl’in akılları bulandırdığı görüşleri geçersiz olmuştur, Allah’a hamdolsun.

30

25

20

15

10

5

Page 143: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 143

כــ ــא ــא ــא : ﴿ا ــ א ــ رض ــ ا ــ ــא ــ أ א ــ ــ ــ

ــ ــ ــ أ א ــא ــ ﴾ ــ ــ ــאع إ و ــ رض ــ ا כــ و﴾ ﴿و ــ ــ

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ رض ا ــ ا כــ ــ ــא ــ أ رض، ــ ا ــ إ ــ ا ــ أ

ا אر أ אء ا وا م כ ا

، و ] ٢١٧[ ــ ــאء ــ ــ أ ــא ــ כ ق ا ــ ــ : ا ــ ــ ــאل أ

ــא ف و ــ ــ ا ــא ا ان وأ ــ ــ ــ ــא، إ ا ــאر، و ــא، و

ــ ــאل أ ــא، و ــ أ ــאن و ــאر ــ وا ــאل: إن ا ــ ــא ، ــ وا ــ ا

ن ــ ، و ــ ــ כא ــא، إ أن ــ أ ــאن و ــאر ــ وا : إن ا ــ ا

ــכ ــ א ن. و ــ ذون أو ــ ــאء ــכ أ ــ ذ ــ ن و כــ ــאد ــ ا

ــ ــאر ــ ا ــכ أ ، وכ ــ ــ ا ن ــ ــ ــ ا : إن أ ــ وا ــ ا ــ א ا

. ــאء ا ــ ــ ــאر إ ا

ء ] ٢١٨[ ــ ــ ى ــ ، وا ــ א ــ ا א ــ ــ א ه ا ــ ــא : أ ــ ــ ــאل أ

ــ ل أ ــ ــא . وأ ــא ــ ا כــ ــא כאن ــאن، و ــאع أو ــ إ ــ כ ، ــ ــ

، ــ ــ و א ــ ذو د ــ ــאه ا ــא أ ــאل: כ ــ ــ إ أ ــ ــ ــ ا

. ــ א ــ د ــ כאت ذات ــ وا

ــ ] ٢١٩[ א و م ــכ ا ود ــ ــ ــ ا ــ أ ــ : ــ ــ أ ــאل

ــ א ــ ا ــ د، و ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ا ج إ ــ ــ ــא دات أن ــ ا

ء، ــ ــ د إ ــ ــ ا ز أن ــ א، و ــ ــ ــ ــ ا ج إ ــ ــ ــא ن

ــא ــ ــ ــאر وا ــ ا כאت أ ــ ــ ــ ــ ا ج إ ــ ــא ــ د ــ ــ ا ــא وإ

ــאب כ ا ا ــ ــ أول ــ ا ا ــ ــא כ ــ أ ا. و ــ ا أ כــ ــאه و ود ــ ــ ج ــ

ــא ــ و אد ــ إ ــ دات، ــ ــ ا א ، و ــ א وث ا ــ ــאب ــאب إ ــ

. ــ ــ و ا ــ ا ــ أ ه ــ ــא ــ . ــ ــ ا א

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 144: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi144

[220] Sonra biz, Ebü’l-Hüzeyl’in bu görüşünün, kesin olan icmâya ay-kırı olduğunu da söyleriz. Bunlara ilaveten, hareketler konusunda onun ortaya koyduğu görüş, cennet ve cehennemliklerin kalmaları, nimetlenme-leri ve acı çekmeleri noktasında söz konusudur. Çünkü o, cennet ehlinin nimetlerden faydalanarak orada kaldıklarını, cehennemliklerinde azap ile acı çekerek orada baki kalacaklarını kabul etmiştir. Biz, sükûn (kalış), ni-met ve azabın belli bir sayısının olduğunu zorunlu olarak biliriz. Bunların tamamı sayılabilir, tıpkı hareket ve bu hareketin zamanının sayılabileceği gibi. Bunların arasında bir fark yoktur.

[221] Şayet Ebü’l-Hüzeyl’in dediği şey doğru olsa idi, bu durumda cennet ehlinin uyuşturulmuş, donuklaştırılmış, adeta felçli ve yatalak biri gibi daimî bir azap içinde olurdu. Bu ise cefa ve şekavetin alasıdır. Böylesi bir durumdan Allah’a sığınırız. Cehm b. Safvân’ın iddiasına gelince, o yüce Allah’ın “Allah, (onların her hâlini kuşatmış ve) her şeyi inceden inceye sayıp dökmüştür.”

255 ve “... O’nun zatından başka her şey yok olacaktır...” 256 meâ-

lindeki âyetlerini delil getirmiş ve şöyle demiştir: Yüce Allah’ın zatının dı-şında hiçbir şeyin ezelî olması mümkün olmadığı gibi, aynı şekilde O’nun zatının dışında hiçbir şeyin ebedî olması da mümkün değildir.

[222] Ebû Muhammed şöyle dedi: Biz, bunun dışında ona ait bir de-lil asla bilmiyoruz. Bunların tamamı, bu konuda, onun lehine bir delil değillerdir. Yüce Allah’ın “O’nun zatından başka her şey yok olacaktır...”

257 sözüne gelince, bununla yüce Allah, bir şeyin başka bir şeye, bir durumun da başka bir duruma dönüşmesini kastetmiştir. Bu, yüce Allah’ın dışındaki bütün varlıklar için geçerli ve umûmî bir durumdur. Cennetteki nimetin ve cehennemdeki azabın devamlılığı da böyledir. Bir şey bir an yok oldu-ğunda Allah onu başka bir anda yeniden yaratır. Bu durum nihayetsiz bir şekilde ebedî olarak devam eder. Cennet ve cehennemin ve bunların ehli olan kimselerin ebedîliğini gösteren delillerden -inşallah daha sonra açıkla-yacağımız hususlar- bunu gösterecektir.

[223] Yine yüce Allah’ın “O, her şeyi inceden inceye sayıp dökmüştür.” 258

meâlindeki sözüne gelince, şüphesiz “şey” ismi, ancak mevcut hakkında kullanılabilir. “Saymak” da zikrettiğimiz üzere ancak fiile dönüşmüş ve he-nüz var olmuş şeyler için geçerlidir. Fiil sahasına çıkmamış ise, o henüz bir “şey” değildir ve “şey” olmayanın da sayılması doğru değildir.

30

25

20

15

10

5

Page 145: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 145

ــ ] ٢٢٠[ ي ــ ن ا ــ ــא . وأ ــ ــאع ا ف ــ ا ــ ــ ل إن ــ ــ

ــ ــ ــ ، ــ ــ و ــכ و د ــ ــ ــ زم ــ כאت ــ ــ ا ــ

ــ ن وا ــכ ري أن ــ ورة ــ א اب، و ــ א ــ ــ ــאכ ن ــ

ق. ــ ــא و د כــ و ــ ا ــא ــכ כ ــ כ ذ دا ــ اب ــ وا

اب ] ٢٢١[ ــ ــ ــ ــ ا ــכאن أ ــא ــ ــ ا ــ أ א ــא ــ כאن ــא وأ

ا ــ ــ و ــ ا ــ س و ــ כא ه ا ــ ــ أ ج و ــ ور وا ــ ــ ا ــ ــ و وا

ــ ــ ا ان ــ ــ ــ ــא ــאل. وأ ا ا ــ ــ ــא ذ ــ אء، و ــ ، وا כــ ــ ا א

ــכ إ א ء ــ : ﴿כ ــ א ــ دا﴾ و ــ ء ــ כ ــ : ﴿وأ ــ א ل ا ــ

ز ــ ــכ כ ــ א ــ ا ل ــ ــ ء ــ ــ ز أن ــ ــא ــאل: כ ﴾ و ــ و

. ــ א ــ ا ال ــ ء ــ ــ أن

ــ ] ٢٢٢[ ــ ا ــ ، وכ ــ ا أ ــ ــ ــ ــ ــ ــא : ــ ــ ــאل أ

ــ א ــ ــ ا א ــ ــא ﴾ ــ ــכ إ و א ء ــ : ﴿כ ــ א ــ ــא . أ ــ

، ــ א ــאت دون ا ــ ا ــאم ا ــ ــאل و ــ ــאل إ ــ ء و ــ ــ ء إ ــ

ــ ث ا ــ ة أ ــ ــ ــא ــאر، כ ــ ا اب ــ ، وا ــ ــ ا ــ د ا ــ ــכ وכ

ــאء ــ أن ه כــ ــא ا ــ ــ ل ــ ، ــ ــ و آ א ــ ا ــ ا أ כــ ى، و ــ ــ أ و

ــא. ــאر وأ ــ وا د ا ــ ــ ــ ــ ا ــ א ا

ء ] ٢٢٣[ ــ ــ ا ن ا ــ دا﴾ ــ ء ــ כ ــ : ﴿وأ ــ א ــ ــא وأ

ــ ج إ ــ ــא ــ ــא، إ ــא ذכ ــ ــ ــאء د، وا ــ ــ ــ إ

ز ــ ، و ــ ء ــ ــ ــ ــ ا ج ــ ــ ، وإذا ــ ــ ، وو ــ ا

ء. ــ ــ أن

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 146: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi146

[224] Hiç şüphesiz cennet, cehennem ve bu ikisinin ehli olanların ora-da kaldıkları müddetçe fiile dönüşen “şeyler”in tamamı sayılan varlıklardır. Sonra yüce Allah onlar için başka zamanlar/müddetler ihdas eder. Bu yara-tış, bir nihayet olmaksızın ebedî olarak devam eder. Onlar, “Allah’ın ilmi, cennet ve cehennemin süresinin tamamını kapsar mı, kapsamaz mı?” diye sordular. Eğer sizler “Hayır” diye cevap verirseniz, bu durumda Allah’a cehalet nispet etmiş olursunuz. Eğer “Evet” diye cevap verirseniz, bu du-rumda da cennet ve cehennemi zamanla/müddet ile kuşatılmış kılarsınız. Bu da bizatihi sonlu olmaktır.

[225] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah, varlıkları mâhiyetleri üzere bilir. Çünkü bir varlığı mâhiyetinden farklı (yani olduğundan başka) bir şekilde bilen bir kimse, gerçekte onu bilmeyen, inancında hatalı ve bâtılı kabul eden bir kimsedir. Bu ne ilimdir ne de hakikattir, ne de onu bilmektir. Bunda hiçbir şüphe yoktur. Yüce Allah’ın ilmi ise, mâlumatına uygun kesin bir hakikattir. Sonlu olan varlıkların tamamı, yüce Allah’ın ilminde de sonludur. Aynı şekilde sonlu olmayan (bilâ nihaye) varlıklar, yüce Allah’ın ilminde de sonlu değillerdir. Elbette bunun dışındaki bir şe-yin imkânı yoktur. Dolayısıyla cennet ve cehennem için zamanla kuşatıl-mış sonlu olan müddetler vardır. Ancak cennet ve cehennemin fiil alanına çıkan her bir şeye ait zamanı (müddet) vardır. İşte bu, sayı ile kuşatılabilen ve sayılabilen bir varlıktır. Fiil alanına çıkmayan şeyler ise, sayılabilen şey-ler değillerdir. Fakat yüce Allah’ın ilmi, cennet ve cehennemi bir nihayetle-ri olmayacak şekilde kuşatmıştır.

[226] Yine “Yüce Allah’ın dışında herhangi bir varlığın sonsuz ve ezelî olması söz konusu olmadığı gibi, bundan dolayı yüce Allah’ın dışındaki herhangi bir varlığın nihayetsiz/sonsuz ve daimi/ebedî olması da mümkün değildir.” şeklindeki görüşüne gelince, şüphesiz bu yanlış bir hükümdür ve doğru olmayan yanlış bir kıyastır. Onların arasındaki fark şudur: Sayılarla ifade edilebilen varlıkların bir evvelinin olmaması ve ezelî olmaları elbet-te hayal edilmesi ve kurgulanması mümkün olmayan bir şeydir. Bilakis bunlar, “âlemin ezelî olduğunu kabul edenlerin reddedilmesi” konusunda ifade ettiğimiz gibi, varlık noktasında imkânsızdır. Bu konuya tekrar dön-meyi gerekli görmüyorum. Bizim “lâ yezal” görüşümüz bu şekilde değildir.

30

25

20

15

10

5

Page 147: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 147

ــא ] ٢٢٤[ وأ ــאر وا ــ ا ــאء ة ــ ــ ــ ا ــ إ ج ــ ــא وכ

ــ א ــ ا ــ ا أ כــ ــ و دا آ ــ ــ ــ א ث ا ــ ــ ــכ، ــ ــ

؟ ــאر أم ــ وا ة ا ــ ــ ــא ــ א ــאط ا ــ أ ا: ــ א ، و ــ و آ

ــ ا ــ ــא و ــא א ــא ــ . ــ : ــ ، وإن ــ ا . : ــ ن ــ

. ــ ــ א ا

ــ ] ٢٢٥[ ــא ــ אء ــ א ــ ــא إ ــ א ا إن : ــ ــ أ ــאل

ــ ــ ــ ــ א ــ ــ ــ ــא ف ــ ــ ء ــ ــ ا ــ ن ــ

ــ ــכ ــא ا ــ ، و ــ ــ א ــא و ــא و ــ ، و ــ א ــאن ــאده ا

ــא כאن ــכ ــ ــ א ــ ــא ــ ــ ــ ا ــ ا ــ ــ و ــ ا و

ــ ــ ــ ــ א ــ ذي ــא כאن ــ و א ــ ذو א ــ ا ــ ــ ــ א ذا

ــאر ــ وا ــ ، و ــ ا ا ــ ــ ــ ــ إ ــ و א ــ ذي ــ א ا

ــ ــ ــ ا ــא إ ج ــ ــא د כ ــ ــא ــא ــא وإ ــאط ــ א ــ د ــ

ــ ا כــ ــ ــ ــ ــ ا ج إ ــ ــ ــא ده، و ــ ــאط ــ

ــא. ــ א ــ ــאط أ ــ أ א

ل ] ٢٢٦[ ــ ــ א ــ א ــ ا ء ــ ــ ز أن ــ ــא ــ כ ــא وأ

ــ ه ا ــ ن ــ ال ــ ــ و ــ א ــ א ــ ا ــ ــ ز أن ــ ــכ

ــ ــא، و د أول ــ אء ذوات ــ ــא أن أ ق ــ ــ وا ــ א ــאس ة و ــ א

ــ ــא ــא ذכ د כ ــ ــ ا ــאل ــ ــ ــככ ــ و ــ ا כــ أن ل ــ

ال ــא ــכ ــ כ ــ و אد ــ إ ــ ل، ــ ــ ــ א ن ا ــ ــאل ــ ــ د ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 148: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi148

Çünkü yüce Allah’ın bir şeyden sonra başka bir şeyi amaçsız bir şekilde daimi olarak yaratması düşünülebilen mümkün bir durumdur ve bu ko-nuda bir zorluk ve imkânsızlık da yoktur. Mümkün olan ve düşünülebilen bir şeyin düşünülemeyen muhal ve imkânsız bir şeye kıyas edilmesi, kıyası kabul edenlere göre de bâtıldır. Kıyası kabul etmeyenlere göre nasıl bâtıl olmasın?

[227] Şayet birisi, “Başlangıcı olan her şeyin sonu da olmalıdır!” derse, bunun yanlış bir kaziye ve soyut bir iddia olduğunu söyleriz. Bunu, ne bir aklî hüküm, ne de bir haber asla zorunlu kılmamıştır. Çünkü varlıkların başlangıçlarının olduğu hususu zorunlu olarak bilinmektedir. Çünkü son-radan var olan bir varlığın zamanını adet/sayı kuşatmıştır. Sayının kuşattığı her bir şeyin zorunlu olarak bir ilki ve başlangıcı vardır. O da “bir/vahid” dediğimiz şeydir. Sonra bir’i takip eden sayılar ebedî olarak sürüp gider. Bunları bir nihayet olmaksızın artırmak mümkündür. Böylece başlangıç noktasının (mebde’) hilafına varlık devam edip gider. Çünkü söz konusu varlığın bir anda baki kaldığına göre onun iki anda/zamanda baki kalma-sı mümkündür. Bu durum nihayetsiz bir şekilde böyle devam eder. Baki olma süreci sırasında (zamanında) fiil sahasına çıkan her bir şey şüphesiz sonlu ve nihayetlidir. Sayı da böyledir.

[228] Biz, “İnsanların bu dünyadaki bekâları (kalışları) sonludur.” derken, bunu bir nassa dayanarak söyledik. Şayet yüce Allah, insanların dünyada baki olduklarını bildirmiş olsa idi, elbette bu mümkün olur ve ni-hayetsiz bir şekilde dünyanın baki kalması câiz olurdu. Elbette yüce Allah buna muktedirdir. Nas, bunun hilafını doğru bulmaz. Aynı şekilde şayet Allah Teâlâ, âhiret yurdunun fani olacağını haber verse idi, âhiretin fani olması da mümkün olurdu. Fakat yüce Allah’ın haber verdiklerine itiraz etmek helal değildir. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

[229] Ebû Muhammed şöyle dedi: Cennet ve Cehennemin sonsuz bir şe-kilde baki oluşlarına dair delil yüce Allah’ın aşağıdaki âyetidir: “(Mutlu olanlara gelince,) gökler ve yerler durdukça içinde ebedî kalmak üzere cennettedirler. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Bu, onlara ardı kesilmez bir lütuf olarak verilmiştir.”

259

30

25

20

15

10

5

Page 149: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 149

ــ ا כــ ــ ــ א ــ ا ــ ء أ ــ ــ ء ــ ــ א اث ا ــ ن إ

ــ ــ א ــ ي ــ ــ ا ــ ا ــ ا ــ כــ ا ــאس ا ، ــ

؟ ــ ل ــ ــ ــ ــ כ ــאس، א ــ א ا

ة ] ٢٢٧[ ــ א ــ ه ــ : ــ ــא . ــ ــ آ ــ أول ــא : إن כ ــ א ــאل ن ــ

ــ ن أوا ن כــ ــ ــ و ــ ، ــ ا ــ ــ ــא و دة و ــ ى ــ ود

ــאن د ز ــ ه ــ ــ ــ ــ ــא و ن ورة ــ א م ــ ــ ــא أوا دات ــ ا

ــ ــ ــא وا ــ ورة، و ــ د أول ــ ــכ ا د ــ ه ــ ــא ده، وכ ــ و

ــ أ ــ ف ا ــ د ــ ــאدي ا ــ و א ــ ــאدة כــ ا ا ــ د أ ــ ــאدى ا

د ــ ــ ج ــ ــא ــ وכ א ــ ا ــ ا أ כــ ، و ــ ــ و ــאز أن ــא ــ و إذا أ

ــא. د أ ــ ــ ا ــכ ــכ، כ ــ ــ א و ــ ــ ــ ا ــ ــאء إ ا

]٢٢٨ [ ، ــ ــ ا ــ ــ إ א ــ ــא ه ا ــ ــ ــאس ــאء ا ــ إن ــ و

כــ ا ــ و א ــ ا ــ ــא أ ــ ا ــאز أن כــ و ــכ ــ א ــ ا ــ أ و

ــ א ــאر ا ــ أ ــכ . وכ ــ ــ ــ כــ ا ــכ و ــ ذ ــאدرا ــ א

ــא. ا ــ ا ــ א ــאر ا כــ ا ــא و אؤ כــ ــא ا ــאء ة ــ ن ا ــ

. ــ ــ ا א ــא و

]٢٢٩ [ : א ل ا ــ א אر ــ وا ــאء ا ــ ــאن : وا ــ ــ ــאل أ

وذ﴾ ــ ــ ــאء ــכ ــאء ر ــא رض إ אوات وا ــ ا ــ ــא دا ــא ــ א ﴿

٥

١٠

١٥

Page 150: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi150

Yine yüce Allah’ın Kur’ân’ın birçok yerinde: “Orada ebedî olarak kalıcıdır-lar...”

260 şeklindeki sözü de buna delildir. Yine yüce Allah’ın “Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar...”

261 meâlindeki sözü de böyledir. Ulemânın ekserisi de bu düşünce üzerinde ittifak halindedir. Başarı, Al-lah’ın yardımıyladır.

[230] Ebû Muhammed şöyle dedi: Biz, Abdullah b. Amr b. el-As’tan şöyle dediğini rivayet ettik: “Şayet Allah dileseydi, cehennem ehli cehennemde ebedî kalırdı. Ancak bir gün gelecek onlar oradan diğerine (cennete) gitmek üzere çıkarılacaklardır.”

[231] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu (yani cehennemden kurtulup cennete girme hali), büyük günahları sebebiyle cehenneme giren müslü-manlarla alakalıdır. Onlar, daha sonra şefaat vesilesi ile cehennemden çı-karlar ve bu mekân boş bir şekilde baki kalır. Salih ve fazilet sahibi kimse-lerin Kur’ân’ın hilafına bir tavır sergilediklerini düşünmek hiçbir kimseye helal değildir. Böylesi bir durumdan onları tenzih ederiz. Başarı Allah’ın yardımıyladır. İman, va‘îd ve buna bağlı diğer bahisleri içeren bu bölüm Allah’ın lutfu ve yardımıyla burada tamamlanmış oldu. Salât ve selam Efendimiz Muhammed’e (s.a.), O’nun âli ve ashâbına olsun.

İMÂMET ve FAZİLET MÜCADELESİ

[İmâmetin/Hilâfetin Gerekliliği]

[232] Fakih, imam ve zamanında eşsiz olan Ebû Muhammed Ali

b. Ahmed b. Hazm (Allah ondan razı olsun) şöyle dedi: Ehl-i Sünnet, Mürcie, Mu‘tezile, Şîa ve Hâricîler imâmetin gerekliliği hususunda görüş birliğine varmışlardır. Allah’ın ahkâmını tatbik eden, Rasulullah’ın getir-diği şeriatın hükümleriyle yöneten adil bir imama ümmetin itaat etmesi vaciptir. Bu görüşe, Hâricîlerin bir grubu olan “ Necedât”262 katılmamış ve şöyle demişlerdir: “İnsanların bir imama uyması için zorlama yapılmaz, ancak aralarında hak ile hükmetmeleri gerekir.” Bu gruba mensup her-hangi bir kimsenin kaldığını görmüyoruz. Bunlar, Yemâme’de isyan eden Necde b. Amir el-Hanefi’ye mensup olan kimselerdir.

25

30

20

15

10

5

Page 151: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 151

﴿ : ــ א ــ ا﴾ و ــ ــא أ ــ א آن: ﴿ ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ א ــ و

ــ א ــא ــכ، و ــאع ــ ا ــ ﴾ ــ و ا ــ ت إ ا ــ ــא ا ن ــ و

. ــ ا

ــ ] ٢٣٠[ ــאم أ ــ أ ــאص ــ ا و ــ ــ ــ ا ــ ــא : ورو ــ ــ ــאل أ

ــא. ــ ن ــ م ــ ــכ ــ ذ ــ ــכאن ا ــ ــאء ا أن ــא ــאر ــ ا ــאر ا

ــאر ] ٢٣١[ ــ ا ــ ا م ا ــ ــ ا ــ أ ــ ــא ا إ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــא و א ــכאن ــכ ا ــ ذ א و ــ א ــא ن ــ ــ ــ א כ

ــ א ــא ــכ و ــ ذ ــא ــא א آن و ــ ف ا ــ ــ א ــ ا א ــ ا ــ أن

ه ــ ــ ــ ه ــכ ــ ا و ــ ا ــ و ــאن وا ــאب ا ــ כ . ــ ا

. ــ ــ و ــ و ــ وآ א ــ ــ ــ ا ، و ــ و

א א وا م ا כ ا

ــ ] ٢٣٢[ م ر ــ ــ ــ ــ أ ــ ــ ــ ــ أ و ــאم ا ــ ا ــאل ا

ــ ــ ا ــ و ــ ا ــ و ــ ا ــ و ــ ا ــ أ ــ : ا ــ ا

ــאم ــאد ــא ا ــ ــ وا ، وأن ا ــ א ب ا ــ ــ و ارج ــ ــ ا و

ل ا ــ ــא ر ــ ــ أ ــ ا ــכאم ا ــ ، و ــכאم ا ــ أ ــ ــאدل

ــאس م ا ــ ا: ــ א ــ ارج ــ ــ ا ات ــ ــא ا א ــ ــ و ــ ا

ــ ــ ى ــ ــא ــ ه ــ ، و ــ ــ ا ا ــ א ــ أن ــא ــ وإ א ض ا ــ

. ــ א א ــ א ــ ا ــ ا ــ ة ــ ــ ن إ ــ ــ ا ، و ــ أ

٥

١٠

١٥

Page 152: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi152

[233] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu fırkanın sözü geçersizdir. Onların görüşünü reddetmek ve geçersiz olduğunu belirtmek açısından zikrettiğimiz fırkaların tamamının (onların görüşünün geçersiz olduğu hususunda) icmâ etmiş olması yeterlidir. Ayrıca Kur’ân ve sünnet de imamın gerekliliğini orta-ya koymuştur. Söz konusu naslardan biri, “Allah’a, Peygamber’e ve sizden olan ulû’l-emre itaat edin”

263 meâlindeki âyettir. Bununla birlikte ümmetin itaati ve imâmetin gerekliliği hususunda sahîh hadisler de vardır. Bunlara ilaveten yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez.”

264 Böylece yüce Allah’ın insanları takatinin ve tahammülünün üs-tünde olan şeylerle sorumlu tutmayacağı hususu kesin olarak vacip olmuştur.

[234] Yüce Allah’ın insanlara gerekli kıldığı; mallar, cinayetler, kan, nikâh, boşanma gibi bütün hükümlerin yanında, zâlimi engelleme, mazlu-mun hakkını savunma, insanları işlerinden ve topraklarından uzaklaştıran-lardan kısas alma ve görüş ayrılıkları gibi hususların aklın ve bedihi kural-larının zorunlu kılması suretiyle gerekli olduğunu biliriz. Bütün bu husus-larda hakkını arayanlara karşı kayıtsız kalmak mümkün değildir. Zira bir kişi veya topluluk kendilerini bir insanın yönetmesini isterken, bir başkası ya da başka bir topluluk kendilerinin yönetilmesini istemeyebilir. Çünkü aynı konuda farklı içtihat yapmış olabilirler. Onlara yapılan soyut muhale-fete gelince bu zaruri olarak gerekir. Bu durum yönetici olmayan ülkelerde müşahede edilir. Orada ne hakkın hükümleri ne de hadler uygulanabilir, ta ki ülkenin büyük bir kısmında dinî kurallar uygulanamaz. Böylece dinî kuralların uygulanması ancak bir veya daha fazla kişiye dayanmak suretiyle mümkün olur. Bu iki ihtimalden birisi kaçınılmazdır. Bahsettiğimiz iki veya daha fazla kişi arasındaki uygulamada durum elbette tamam olmaz (yani din tam bir şekilde uygulanamaz). İşlerin tamamlanması açısından tek bir kişiye dayanmaktan başka bir yöntem kalmamıştır. Bu kişinin fa-ziletli, bilgili, siyaseti iyi bilen, hükümleri uygulamada dirayetli olan birisi olması gerekir. Aksi takdirde -belirttiğimiz hususlara muhalif olursa- iki ve daha fazla kişiyle birlikte ortaya çıkacak zulüm ve ihmalkarlık ondan daha az cari olur. Bu durum bu şekilde olduğunda, insanların tamamı-na imkânları ölçüsünde zulümden el çekmeleri gerekli olur. Eğer zulmün tamamından uzak kalmaya muktedir olurlarsa bu onlara gereklidir. Aksi takdirde tek bir hüküm dahi olsa uzak kalmaya güç yetirdikleri şeylerden uzak kalmaları gerekir, bundan başkası câiz değildir.

30

35

25

20

15

10

5

Page 153: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 153

ــ ] ٢٣٣[ א ــ وإ د ــ ــ ا ــ כ ــא ــ ه ا ــ ل ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــכ ــ ذ ــאم. ــאب ا ــ ورد ــ آن وا ــ ــ وا ــ ــא ــ ذכ ــאع כ إ

ــ אد ــ أ ﴾ ــ כ ــ ــ ا ل وأو ــ ا ا ــ وأ ا ا ــ : ﴿أ ــ א ل ا ــ

ل: ــ ــ ــ و ن ا ــ ــא ــ وأ א ــאب ا ، وإ ــ ــ ا א ــ ــאح ة ــ כ

ــא ــאس ــ ا כ ــ א ن ا ــ ــ ــ ا א﴾ ــ ــא إ و ا ــ כ ﴿

. ــ א ، وا ــ ــ ــ

ــ ] ٢٣٤[ א ــ ا ــא أو ــאس ــאم ا ــ أن ــ و ورة ا ــ ــא ــ و

ــא ق، و ــ ــכאح، وا ــאء، وا ــאت، وا א ال، وا ــ ــ ا ــ ــכאم ــ ا

ــ א ــ ــאص ا ــ وأ م، ــ ا ــאف وإ ، ــ א ا ــ و ــא כ ــכאم ا

ــ ــכ ــ כ ذ ى ــ ــ ــאع ، وا ــ ف آرا ــ ، وا ا ــ ، و ــ אر أ

ــ ــ آ ــאن، و ــ إ כــ ــ أن א ــ أو ــ وا ــ ، إذ כــ ــ

ــא رأى ف ــ ــא אد ــ ا ى ــ ــא ــא ، إ ــ כــ ى أ ــ ــ أ א أو

ــ ــא ا ــ ورة و ــ ــ ــ ي ــ ا ا ــ ــ و دا ــ ــא ــא ء، وإ ــ

ــ ــ ا ــ ذ ــ ــ ــ و כــ ــאك ــאم ــ ــא ــ ــ ر د ا ــ ا

، ــ ــ وا ــ ــ أכ ، أو إ ــ ــ وا אد إ ــ א ــ إ ــ ا א ــ إ ــ ــא ــ أכ

ــא ــא ذכ ــ ــא أو ا ــ א ــ ن ا ــ ــ ــ ا ــ ــ أ ــ ذ ــ

، ــ א ، ــ ــ وا אد إ ــ ر إ ا ــ ــ ا ــ ــ ــ و ــ . ــ ــ ا ــ أ ــ

، ــ א ــא ــא ذכ ف ــ ــ وإن כאن ــאذ، إ أ ــ ا ي ــ ، ــ א ــ ا ، ــ א

ــכ زم ض ــ ــכ ــכ כ ا، وإذ ذ ــ א ــ ــ ا ــ ــ ــ أ ــאل وا

ــכ، وإ ــ ذ ــ ــ כــ כ روا ــ ، أن ــ כ ــא أ ــ ــ ا ا ــ כ ــאس أن ا

ــכ. ــ ذ ز ــ ة ــ ــ وا ــ ــ و ــ ــ כ روا ــ ــא כــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 154: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi154

[235] İmâmetin gerekli olduğunu kabul edenlerden yukarda zikret-tiğimiz gruplar, dünyada aynı zaman diliminde iki imamın bulunması-nın mümkün olmayacağı ve bir imâmetin geçerli olacağı hususunda itti-fak ettiler. Ancak Muhammed b. Kerram es-Sicistanî265 ile Ebu’s-Sabbâh es-Semerkandî266 ve bu ikisinin taraftarları, aynı anda iki veya ikiden fazla imamın bulunabileceğini mümkün görmüşlerdir. Bunlar, Sekîfe günü En-sar’ın Muhacirûn’a söyledikleri “Bizden bir imam, sizden bir imam olsun.” şeklindeki sözü delil göstermişlerdir. Yine bunlar, Ali ve Hasan’ın (Allah o ikisinden razı olsun) Muaviye (Allah ondan razı olsun) ile birlikte aynı anda hükümdar olmasını delil göstermişlerdir.

[236] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu hadiseler bu konuda onların le-hine bir delil değildir. Çünkü Ensar’ın (r.a.) zikrettiğimiz sözü doğru değil, bilakis hatalıdır. Zira Ensar’ı bu kanaate içtihatları götürmüş ve muhacir-ler de bu konuda onlara muhalefet etmişlerdir. Aynı konuda birbirine zıt iki farklı görüş dile getirildiğinde bunlardan birisinin hakikat diğerinin de yanlış ve hatalı olması kaçınılmazdır. Durum bu şekilde olduğunda, hak-kında tartıştıkları hususun yüce Allah’ın çekişme anında müracaat edilme-sini farz kıldığı Kur’ân’a arz edilmesi gerekli olmuştur. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin.”

267 Bu konuda inceleme yaptığımızda Allah Resulünün (s.a.) de şöyle buyur-duğunu görürüz: “İki imama biat edilirse, birisini öldürün”

268 Yüce Allah da şöyle buyurdu: “Parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın.”

269, “Birbirinizle didişmeyin. Sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider.”

270 Böylece yüce Allah, ayrılığa düşmeyi ve çekişmeyi yasaklamıştır. İki imam olunca yasaklanan fırkalaşma ve ayrışma meydana gelir, çekişme vücut bulur. Böy-lece yüce Allah’a karşı bir mâsiyet (günah) vâki olur ve bize helal olmayan bir şeyi yapmış oluruz.

[237] Düşünce ve maslahat açısından meseleye bakıldığında, dünya-da aynı zaman diliminde iki imamın olması câiz olsa idi, bu durumda dünyada üç, dört ve daha fazla imamın olması da câiz olurdu. Eğer birisi bundan alıkoyarsa aklî bir delil olmaksızın hüküm sahibi olur ve bir delil bulunmaksızın iddia sahibi olur. Bu bâtıl olup hiçbir kimsenin kayıtsız kalamayacağı bir şeydir.

30

25

20

15

10

5

Page 155: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 155

ن ] ٢٣٥[ ز כــ ــ ــ ــ أ ــ א ض ا ــ ى ــ ــ ــא ــ ذכ ــ ــ ا

ام ــ כــ ــ ة إ ــ ــ وا א ز إ إ ــ ، و ــ א ــ ا ــ ــ وا ــ و ــ א إ

ــ ــ א ن إ ــאزوا כــ ــ أ ــא، א ي، وأ ــ ــאح ا ــא ا א وأ ــ ا

م ــ ــ ــאل ــ ــאر، أو ل ا ــ ء ــ ــ . وا ــ ــ وا ــ و ــ ، وأכ ــ و

، ــ ، وا ــ ــ ــא ا أ ــ . وا ــ כــ أ ، و ــ ــא أ : ــ א ــ ا

. ــ ــ ا ــ ر אو ــ

ــ ا ] ٢٣٦[ ــאر ر ل ا ــ ن ــ ــ ــ ا ــ : وכ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ א ــאد، و ــ ا ــ إ ــ إذ أدا ــ כאن ــא ا כــ ــ ــא ــא ذכ ــ

ــא ن أ כــ ــ أن ــ א ــ ــ ن ــ א ــ ا ــ إذ ا ون، و ــ א ا

ض ا ــ ــא ا ــ ــ إ ا ــ אز ــא ــ رد ا ــכ ــכ כ ، وإذ ذ ــ ــ ــא، وا

دوه ــ ء ــ ــ ــ אز ن ــ ﴿ : ــ א ل ا ــ ــאزع، إذ ــ ا ــ د إ ــ ــ ا ــ و

ــא ــכ ــ ذ ــא ﴾ ــ م ا ــ وا ــא ن ــ ــ ل إن כ ــ وا ــ ا إ

ــא. ــ ا ا ــ א ــ א ــ ــאل: إذا ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

ا ــ אز : ﴿و ــ א ــאل ا﴾ و ــ ا وا ــ ــ ا כא ــ כ : ﴿و ــ א ــאل و

ــאن א ــאزع، وإذا כאن إ ق، وا ــ ــ ا ــ و م ا ــ ﴾ כــ ر ــ ا و ــ

ــא ــא ــ و א ، ــ ــ ا ــאزع، وو ــ ا م، ــ ق ا ــ ــ ا ــ

ــא. ــ

ــאن ] ٢٣٧[ א ــ إ א ــ ا ن כــ ــאز أن ــ ، ــ ــ وا ــ ا ــ ــא وأ

ــ ــא כ ــ כאن א ــכ ــ ذ ــ ن ــ ، ــ ، وأכ ــ ، وأر ــ ــ ن כــ ــאز أن

. ــ ــ أ ــ ي ــ ــ ا א ا ا ــ ، و ــ ــ د ــא ــאن، و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 156: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi156

[238] Buna cevaz verildiği takdirde, her iş için bir imamın olması ya da her şehirde yahut her köyde bir imamın olmasına varıncaya kadar iş uza-yacak ve böylece herkes kendi mekânının imamı ve halifesi olacaktır. Bu ise mutlak anlamda yanlıştır, din ve dünya işlerinin bozulmasıdır. Böylece Ensar’ın (r.a.) görüşünün bir anlık bir hata olduğu hususu doğrudur ve bu görüşten hakka dönmüşlerdir. Yüce Allah da onları bu yanlış görüşte ısrar etmekten korumuştur.

[239] Ali, Hasan ve Muaviye’nin durumuna gelince, Hz. Peygamber’in (s.a.) Hâricîler sebebiyle ümmetini uyardığı hususu sahîh olarak bizlere gelmiştir. Buna göre Hz. Peygamber, ümmetten iki grup çıkacağını, bun-lardan birinin diğeriyle hak üzere savaşacağını haber vererek Hâricîlere dikkat çekmiştir. Hz. Ali (r.a.) bu grupla savaşmıştır. O, şüphesiz haklıdır. Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.), Ammâr’ın271 da bozguncu bir taife tara-fından öldürüleceğini haber vermiştir. Böylece Hz. Ali’nin - imâmet konu-sunda öncelikli olduğundan dolayı- haklı olduğu hususu ortaya çıkmıştır. Böylece Ali’nin imâmetin sahibi olduğu ve bu konuda onunla çekişenin ise hatalı olduğu hususu doğru olarak ortaya çıkmıştır. Muaviye ise -Allah ona rahmet etsin-, hatalıdır, ancak içtihat ettiğinden dolayı bir defa ecir kazanmıştır. Hata edenin hatası konusunda bir delil yoktur. Dolayısıyla bu taifenin görüşü geçersizdir.

[240] Bunlara ilaveten, Ensar’ın (Allah onlardan razı olsun) “Bizden bir imam, sizden bir imam” şeklindeki sözünden, muhacirlerden olan yö-netici öldüğünde yeni yöneticinin kendilerinden olmasını, bu şekilde bir yöneticiden sonra kendilerinden olan diğer bir yönetici şeklinde devam etmesini istedikleri sonucu çıkarılabilir. Yoksa aynı anda iki imamın olma-sını istemeleri söz konusu değildir. Bu durum, onların sözünün zâhirine daha uygundur.

[241] Ali ve Muaviye (Allah o ikisinden razı olsun) yönetimi birbirlerine asla teslim etmediler. Bilakis her ikisi de kendisinin haklı olduğunu düşünü-yordu. Hasan (r.a.) da yönetimi Muaviye’ye teslim edinceye kadar bu şekilde düşünüyordu. Hal böyle olunca, İbn Kerram ve Ebu’s-Sabbâh’ın görüşleri-nin yanlış olduğu hususundaki icmâ doğrudur. Bu konuda onların herhangi bir delil getirmeleri söz konusu değildir. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

30

25

20

15

10

5

Page 157: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 157

ــ ] ٢٣٨[ ــ כ ــאم أو ــ إ ــ ن כــ ــ ــ ــכ زاد ا ــאز ذ وإن

ــ ا ــ ، و ــ ــ ــ ــא و א ــ إ ن כ أ כــ ــאم، و ــ إ ــ כ ــאم، أو إ

ــ ــ ا ــאر ر ل ا ــ ــ أن ــא، ــ وا ك ا ــ ــ و ــאد ا ا

. ــ ــאدي ــ ا ــ א ــ ا ، و ــ ــ ا ــ إ ا ــ ــ ر ــ و و

ــ ] ٢٣٩[ ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ــ אو ــ و ــ وا ــ ــא أ وأ

. ــ א ــ א ــ ا ــא أو ــ ــ أ ــ א ــ ج ــ ــ אر ر ــ ــ أ ــ أ و

ــכ ــכ وכ ــ ــ ــ ا א ــ ــ ــ ا ــ ر ــ א ــכ ا ــ א ــכאن

، ــ ــ ا א ــ ــא ــ أن . ــ א ــ ا ــ ا ــאرا ن ــ م ــ ــ ا ر ــ أ

، ــא ــ אز ــ ــא وأن א ــ ــ أ ــ ، ــ א ــ ا ــא إ ــ ا وכאن

ــ ــ ا ــ ــ ، و ــ ــ ة ــ ر، ــ ــ ــ ا ــ ر אو

. ــ א ه ا ــ ل ــ ــ

ج ] ٢٤٠[ ــ ، ــ כــ أ ــ و ــא أ ــ ــ ا ــאر ر ل ا ــ ن ــ ــא وأ

ا כــ ــ و ــ آ א ــ ا ــ ــאت و ذا ــ ــ ــ وال ــא أرادوا أن ــ إ ــ أ

. ــ ــ כ ــ ــ ا ا ــ ، و ــ ــ و ــאن א ن إ כــ ــ أن ا ــ أ

]٢٤١ [ ، ــ ــא ــ أ ــ ــא ــא ــ ا ــ ر ــ و ــא وأ

ــ ــ إ ــ ا ــ ر ــכ כאن ا ، وכ ــ ــ ا ــ أ ــא ــ ــ כ وا

ن ــ ــ ــאع ــ ا ــ ــכ ا כ ــ ذ ــ ، ــ אو ــ ــ إ ــ ا أن أ

ــא و ــ ء أ ــ ــ ــ ــ ن כــ ــ أن ــאح، و ــ ا ام وأ ــ כــ ل ا ــ

. ــ ــ ا א

٥

١٠

١٥

Page 158: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi158

[242] Sonra, imâmetin gerekliliğini kabul edenler imamın Kureyş’ten olması hususunda görüş ayrılığına düştüler. Ehl-i Sünnet, Şîa’nın tama-mı, Mu‘tezile’nin bir kısmı ve Mürcie’nin çoğunluğu imâmetin ancak Ku-reyş’in ve özellikle Fihr b. Malik’in272 neslinden gelenlerin hakkı olduğu görüşünü kabul etmiştir. Babası, Fihr b. Malik’in neslinden olmayan kim-selerin, -her ne kadar annesi Kureyş’ten olsa ya da Kureyş’in müttefiki veya mevlası olsa da- imâmeti câiz değildir.

[243] Hâricîlerin hepsi, Mu‘tezile’nin çoğunluğu ve Mürcie’nin bir kıs-mı, ister Kureyşî, ister Arap, isterse bir kölenin oğlu olsun Kur’ân ve sünnet ile hüküm veren herkesin imâmetini câiz görmüşlerdir. Dırar b. Amr el-Ğa-tafânî273 şöyle demiştir: “Her ikisi de kitap ve sünnet ile hüküm veren Habeşî ve Kureyşî iki kişi bir araya geldiklerinde, Habeşî’nin yönetime getirilmesi gereklidir. Çünkü yanlış yaparsa Habeşî’nin azledilmesi daha kolaydır.”

[244] Ebû Muhammed şöyle dedi: İmâmetin Fihr b. Mâlik’in soyun-dan gelenlerde olmasının gerekliliğini Allah Resulünün (s.a.) açıklamaları sebebiyle kabul ederiz. Buna göre Hz. Peygamber, “İmamlar Kureyşten’dir.” ve “İmâmet Kureyş’tedir.” diye buyurmuştur. Bu rivayet tevatür yoluyla gel-miştir. Bu hadisi Enes b. Malik, Abdullah b. Ömer b. el-Hattab ve Muavi-ye rivayet etmiştir. Cabir b. Abdullah, Cabir b. Semura ve Ubade b. Samit de bu hadisi manası itibarıyla rivayet etmişlerdir.

[245] Bu rivayetin doğruluğunu gösteren hususlardan biri, “ Sakîfe Günü”274 Ensar’ın (r.a.) itaat etmesidir. Halbuki onlar ev sahibi idiler, güç-lü, hazırlıklı, sayıca üstün ve İslâm’a girmede önde gelen kimseler idiler. Bu konuda Muhacirlerin haklı olduğunu gösteren Allah Resulünün (s.a.) açıklaması sebebiyle kendileri aleyhine bir delil olmasa idi, Ensar’ın kendi içtihatlarını onların içtihatlarından dolayı terk etmeleri muhal olurdu. Bi-risi yine Hz. Peygamber’in “Kavmin mevlası onlardandır.” ve “Kız kardeşin oğlu o topluluktandır.” şeklindeki sözlerinden hareketle Kureyş’in müttefi-ki, mevlası ve kız kardeşinin oğlu olan kimselerin de Allah Resulünün (s.a.) “İmamlar Kureyş’tendir” sözüne dâhil olduğunu söylerse, şöyle cevap veririz -başarı Allah’tandır-:

30

25

20

15

10

5

Page 159: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 159

]٢٤٢ [ ، ــ ــ ا ــ أ ــ ــ ــ א ب ا ــ ن ــ א ــ ا ــ ا

ز إ ــ ــ א ــ أن ا ــ إ ر ا ــ ، و ــ ــ ا ، و ــ ــ ا و

ــ ه ــ ــ כאن أ ز ــ ــא ــכ، وأ א ــ ــ ــ ــ و ــ כאن ــ א ــ

. ــ ــ ــ و ــ ، و ــ ــ ــ ــ أ ــכ، وإن כא א ــ ــ ــ ــ

ــא ] ٢٤٣[ ــ أ ، إ ــ ــ ا ، و ــ ر ا ــ ــא، و ارج כ ــ ــ ا وذ

ــאل ، و ــ ــ ــא، أو ا א כאن أو ــ ، ــ ــאب، وا כ א ــאم ــ ــ כ ة ــ א

، ــ אب وا כ א ــ א ــא ــ כ ــ و ــ : إذا ا ــ א و ا ــ ــ ار ــ

. ــ ــ ا ــאد ، إذا ــ ــ ــ أ ــ م ا ــ ــ أن ا א

ل ] ٢٤٤[ ــ ــ א ــכ א ــ ــ ا ــ ــ و ــ א ب ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ א ــ أن ا . و ــ ــ ــ ــ أن ا ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر

ــ ا ــכ، و א ــ ــ ــא أ ، وروا ــ ا ء ا ــ ــאءت ــ ه روا ــ . و ــ ــ

ــאدة ة، و ــ ــ ــ א ، و ــ ا ــ ــ א ، وروي ــ ــאب، و ــ ا ــ ا ــ

ــא. א ، ــ א ــ ا

]٢٤٥ [ ، ــ م ا ــ ــ ــ ا ــאر ر ــאن ا ــכ إذ ــ ذ ــ ل ــ ــא و

. ــ ــ ا م ر ــ ــ ا ــא د، وا ــ ة وا ــ ، وا ــ ار وا ــ ــ ا ــ أ و

ــ ــ ــ ــאم ا ــ ــ ــאد ــ אد ا ا כــ ــאل أن ــ ا و

ــ إن א ــאل ن ــ ــכ . ــ ذ ــ ــ ــ أن ا ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

ــ ــכ ا ــ ذ ــ . ــ ــ ــ : ا ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ

ــ م ــ ــ ا : ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ، ــ ــ ا ، وا ــ وا

. ــ م ــ ــ ا ــ أ ــ وا ــ أ و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 160: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi160

[246] Bu konudaki icmâ kesindir. Müttefik, mevla ve kız kardeşin oğ-lunun hükmü; müttefiki, mevlası ve kız kardeşinin oğlu bulunmayan bir kimsenin hükmü gibidir. Dolayısıyla imâmeti bunların dışındakilere câiz gören bir kimse, bunlara da câiz görür. İmâmeti Kureyş’in dışındakilere yasaklayan bir kimse, Kureyş’in müttefiki, mevlası ve kız kardeşinin oğlu olan kimselere de yasaklar. İmâmetin Kureyş’in dışındakilere değil, sadece Kureyş’e ait olduğuyla alakalı delil sahîh olduğuna göre, Kureyş’in müttefi-ki, mevlası ve kız kardeşin oğlunun hükmünün Kureyş’ten olmayan kimse-lerin hükmü gibi olduğu hususunda ümmetin tamamının icmâ etmesi se-bebiyle onların hilâfet konusunda hiçbir haklarının olmadığı hususu icmâ ile sabittir. Başarı Allah’tandır.

[247] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bir topluluk, imâmet isminin ba-zen âlim ve fakih bir kimse için kullanıldığını, bazen de herhangi bir mes-cit halkına namaz kıldırmakla görevli bir kimseye isim olarak verildiğini söylemiştir. Evet, biz bunu kabul ederiz, ancak söz konusu kimseler için imâmet ismi mutlak olarak değil izafetle kullanılabilir. “Filan, din konu-sunda imamdır.”, “Filanın oğlu imamdır.” şeklinde denilebilir. Ümmetten herhangi bir kimsenin itirazı olmaksızın imâmet ismi, ancak müslüman-ların işlerini yönetmek üzere görevlendirilen bir kimse için kullanılabilir.

[248] Şayet birisi, “Emirlik/yöneticilik ismi, -tartışmasız bir şekilde- müslümanları herhangi bir şekilde yöneten kimse için kullanılır. Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.) -müslüman oldukları halde- herhangi bir konuda veya seriyyede ya da seferde görevlendirdiği her bir kimseyi “emir/yöneti-ci” olarak isimlendirmiştir. Dolayısıyla bunlardan her birine “Müminlerin Emiri” isminin verilmesine engel nedir? Bizim cevabımız şöyledir -Başa-rı Allah’ın yardımıyladır-: Yalan söylemek, tartışmasız bir şekilde haram kılınmıştır. Yönetici olarak zikrettiğimiz kimselerin tamamı, müslüman-ların hepsinin değil, bir kısmının yöneticisi/emiridir. Şayet “müminlerin emiri” diye isimlendirilirse, bu durumda söz konusu kişiyi bu şekilde isimlendiren kimse yalancı olmuş olur. Çünkü bu ifade müminlerin ta-mamını kapsamaktadır. Halbuki o böyle değildir, ancak müminlerin bir kısmının emiridir. Böylece ne imâmet isminin ne de müminlerin emiri isminin mutlak olarak kullanılmasının doğru olmadığı ortaya çıkmıştır.

30

25

20

15

5

10

Page 161: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 161

ــ أن ] ٢٤٦[ ــ ــ و ــ ــאع : إن ا ــ ــ ا א ــא اب و ــ א

ــ و ــ و ــ ــ ــ כــ ــ כ ــ ا ــ وا ــ وا כــ ا

ــ ــא ــ ء. و ــ ــ ــא ز ء ــ ــ ــ ــ א ــאز ا ــ أ ، ــ ــ أ ا

ن כــ ــ ــאن ــ ا ذا ــ ، ــ ــ ا ، وا ــ ــ وا ــ ا ــא ــ ــ

ــ ــ وا ــ و ــ ــאع أن א ــ א ــ ــ ــ ــ ــ إ

ــ כــ ــ כ כ ــ أن ــא ــ כ ــאع ا ــ ــ ا ــ ــ ــ أ

. ــ ــ ا א ــא א و ــ ــ

ــ ] ٢٤٧[ א ــ ا ــ ا ــ ــ ــ א ــ ا م إن ا ــ ــאل : و ــ ــ ــאل أ

ــ א א ء إ ــ ــ ــ . ــ ــא: ــא، ــ ــ ة ــ ــ ا ــ و

ــ ــ ا ــ ــ ن، ــ ــ ــאم ، وإ ــ ــ ا ــאم ن إ ــ ــאل ق، ــ א

م. ــ ــ ا ر أ ــ ــ ــ ا ــ إ ــ ا ــ ــ أ ف ــ ــ ــ א ا

ــ ] ٢٤٨[ و ــ ــ ف ــ ــ ــ وا ــאرة ا ــ ا ن ــ ــ א ــאل ن ــ

ــ ل ا ــ ه ر ــ و ــאرة כ א ــ ــ ، و ــ ــאت ا ــ ــ

ن، ــ ء ــ و ــא، أو ، ــ أو ــאت، ا ــ ــ ــ و ــ ا

ــא و ــא ا ؟ ــ ا ــ أ ــ ا ــ وا כ ــ ــ أن ــ ــ א ا ــא

ــ أ ــ ــא ــא ذכ ــא وכ ف، ــ ــ م ــ ب כــ ا إن . ــ ا ــ א

ــכ ــ ــכאن ــ ا ــ أ ــ ــ ، ــ כ ــ ا ــ

ــ ــא وإ ــכ כ ــ ــ و ، ــ ا م ــ ــ ــ ا ه ــ ن ــא כאذ

ــא، ــ א ــ ا ــ ا ــ أن ز ا ــ ــ ــ ــ أ ــ ــ ا ــ أ

٥

١٠

١٥

Page 162: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi162

Ancak bu ismin müslümanların tamamının işlerini idare eden ya da bu kendisine gerekli olan Kureyşli bir kimse için kullanılması söz konusudur. Müminlerin çoğunluğu ona isyan eder, ona itaat etmekten uzaklaşırlarsa, bu durumda onlar isyankar bir topluluk olurlar, onlarla savaşmak ve onları öldürmek helal olmuş olur. Hilâfet isminin kullanılması da böyledir, ancak vasfı bu şekilde olan kimse için kullanılması câizdir. Başarı Allah’tandır.

[249] İmâmetin sadece Kureyş soyuna ait olduğunu söyleyenler ihtilafa düştüler. Bir topluluk, imâmetin sadece Fihr b. Malik‘in neslinin tamamı için câiz olduğunu söylemiştir. Bu, Ehl-i Sünnetin, Mürcie’nin çoğunluğu-nun ve bir kısım Mu‘tezile mensuplarının görüşüdür. Bir topluluk da, hilâ-fetin Abbâs bin Abdulmuttalib’in soyuna ait olduğunu söylemiştir. Bu da Ravendiyye275 fırkasının görüşüdür. Diğer bir taife ise hilâfetin Hz. Ali’nin soyuna, başka birileri ise Ca‘fer b. Ebû Tâlib’in soyuna ait olduğunu söy-lemiştir. Sonra hilâfeti, Abdullah b. Muaviye b. Abdullah b. Ca‘fer b. Ebû Tâlib’in soyuna has kılmışlardır.

[250] Haris b. Abdülmuttalib’in çocuklarından birisinin, hilâfetin özellik-le Abdulmuttalib oğullarına ait olduğunu iddia ettiği bize ulaşmıştır. O, hilâ-fetin Ebû Tâlib, Ebû Leheb, Haris ve Abbâs olmak üzere Abdulmuttalib’in çocuklarının hepsine ait olduğu görüşünde idi. Ürdün’de bulunan bir kişinin hilâfetin Ümeyye b. Abdişşems oğullarına ait olduğunu söylediği bize ulaş-mıştır. Bu görüş diğer bütün görüşleri birleştirmektedir. Ömer b. el-Hattab’ın çocuklarından birisinin telif ettiği bir kitapta hilâfetin Ebû Bekir ve Ömer’in (r.a.) çocuklarına ait olduğuna dair delil getirildiğini rivayet etmiştik.

[251] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu dört fırkanın, hiçbir gerçekliği bulunmayan yalancı iddiaları dışında ilgilenmeyi hakkedecek hiçbir bir id-diaları yoktur. Hilâfet işinin sadece Abbâs ya da Ali’nin çocuklarına ait oldu-ğunu düşünen kimselerin sözlerine gelince bunların sayısı oldukça fazladır.

[252] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hilâfetin sadece Abbâs’ın oğulları-na ait olduğu görüşünü kabul edenler, (halihazırdaki) halifelerin Abbâs’ın neslinden olduğunu delil getirmişlerdir. Abbâsoğullarından olan halife-lerin dışındakilere dair bir parça bilgisi bulunan hiçbir kimse buna razı olmaz ve bunu kabul etmez. Fakat bu taife şöyle demiştir: Abbâs, Allah Resulünün (s.a.) akrabası ve mirasçısıdır. Onun durumu böyle olunca, Hz. Peygamber’in konumuna mirasçı olmuştur.

5

10

15

20

25

30

Page 163: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 163

، أو ــ ــ כ ر ا ــ ــ أ ــ ــ ا ــ ا ــ إ ــ ا ــ أ و ا

ــ ، ــ ــ ا ــ ا ا ــ ، و ــ ــ ا ــ ــאه כ ــכ، وإن ــ ذ ــ ا ا

، ــ ــ و א ــ ، ــ א ــ ــכ ا ــ כא ، ــ ــ ــ ض ــ ــ وا א

. ــ ــא ا ، و ــ ه ــ ــ ــא إ ز أ ــ ق ــ ــ ــ ا ــכ ا وכ

]٢٤٩ [ : א א ، ــ ــ ز إ ــ ــ א ن ا ــ ن ــ א ــ ا وا

ر ــ ، و ــ ــ ا ل أ ــ ا ــ ، و ــ ــכ. א ــ ــ ــ ــ و ــ ة ــ א ــ

ــ ــאس ــ ا ــ و ــ إ ز ا ــ : ــ א ــ א . و ــ ــ ا ، و ــ ا

ــ ــ ــ و ــ إ ز ا ــ ــ א ــ א ، و ــ او ل ا ــ ــ ــ و ــ ا

ــ ــ א ــ ــ أ ــ ــ ــ و ــ إ ز ا ــ ــ א ــ א ــ و א ــ ــ أ ا

. ــ א ــ ــ أ ــ ــ ــ ا ــ ــ אو ــ ــ ا ــ ــא و

ز ] ٢٥٠[ ــ ل: ــ ــ כאن ــ أ ــ ا ــ ــאرث ــ ا ــ ــ ــא و

ــ ــ و ــ ا ــ ــ و ــ ــא ا ــ و א ــ ــ ا ــ ــ ــ إ ا

ل: ــ ردن ــא ــ כאن ــ ر ــא ــאس. و ــאرث، وا ، وا ــ ــ ، وأ ــ א ــ أ

ع، ــ ــ ــכ ــ ذ ــ ، وכאن ــ ــ ــ ــ ــ أ ــ ــ إ ز ا ــ

ن ــ ــ ــ ــ ــ ا ــאب ر ــ ا ــ ــ ــ و ــ ــא ا ــא א ــא כ ورو

ــא. ــ ا ــ ر ، و כــ ــ ــ أ ز إ ــ ــ ا

ــ أن ] ٢٥١[ ــ ــ ــא ــא و رع ق ا ــ ه ا ــ ــא : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ون ا ــ ــ ــ ا م ــכ ــא ا ــא. وأ ــ ــ و ــאوي כאذ ــא إ د ــ

. ــ د ة ــ כ ــ ــ ــ ــאس أو ا

ــ ] ٢٥٢[ ــ و ز إ ــ ــ ــ أن ا ــ إ ــ ذ ــ : ا ــ ــ ــאل أ

ــאء ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ ــ ه، وכ ــ ــ و ــאء ــ أن ا ــ ــאس ا

ــ ــאس ــ כאن ا א ــ א ــכ ا כــ ــ ن ــ ا و ــ ن ــ ــ

. ــ כא ــ ورث ــכ ــכ כ ذا כאن ذ ــ ، ــ ــ ووار ــ و ــ ا ل ا ــ ر

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 164: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi164

[253] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, önemsiz bir iddiadır. Çünkü Abbâs’ın (r.a.) Hz. Peygamber’den miras alması gerekli olsa idi, bu sadece mal konusunda olurdu. Mertebe ya da statüye gelince, bunun miras olarak alınabileceği hususunda dinde herhangi bir bilgi asla gelmemiştir. Böylece zihni bulandıran bu iddianın genel olarak geçersiz olduğu ortaya çıkmıştır, Allah’a hamd olsun.

[254] Şayet mertebe ve makamların miras olarak bırakılması câiz olsa idi, Hz. Peygamber’in (s.a.) belli bir makama görevlendirdiği kimselere asabelerinin276 (erkek çocuklarının) mirasçı olması gerekirdi. Bunu ise kimse söylememiştir. Râfizîler277 hariç, Ehl-i Kıblenin tamamının icmâ-sı ile Allah Resulünün (s.a.) “Biz miras bırakmayız, bıraktığımız şeyler sa-dakadır” şeklinde buyurduğu sahîh olarak geldiği halde böyle bir iddia nasıl ileri sürülebilir. Eğer birisi, yüce Allah’ın “Süleyman, Dâvûd’a varis oldu”

278 meâlindeki sözünü ve yine yüce Allah’ın Zekeriyyâ’dan hikâye ede-rek “Bana kendi tarafından; bana ve Ya‘kûb hanedanına varis olacak bir çocuk bağışla ve onu hoşnutluğuna ulaşmış bir kimse kıl!”

279 buyurmasını gerekçe göstererek itiraz edebilir.

[255] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu âyetler bu konuda delil olamaz. Çünkü bütün raviler, haberleri nakledenler, kadîm tarihçiler ve İsrail oğulla-rından büyük bir topluluk -ki böyle bir durum kat’i bilgi ifade eder- Dâvûd’un (s.a.) Süleyman’dan (s.a.) başka birçok oğlunun var olduğunu aktarmışlardır. Böylece Süleyman’ın sadece nübüvvete varis olduğu ortaya çıkmıştır.

[256] Bunun delili şudur: Bütün raviler, Süleyman’ın (s.a.) on iki yaşında olduğu halde, babasının yerine yönetici olduğu hususunda bir-leşmişlerdir. Halbuki Dâvûd’un (s.a.) büyük küçük yirmi dört (24) tane daha oğlu vardı. Aynı şekilde Yahyâ b. Zekeriyyâ’nın (s.a.) mirasçı ol-ması konusundaki söz de böyledir. Bunun delili, bizzat âyetin metninde olan yüce Allah’ın “...bana ve Ya‘kûb hanedanına varis olacak bir çocuk bağışla..”

280 meâlindeki sözüdür. Onlar yüz binlerce kişi idiler. Onların her bir boyunun büyük kalabalıkları vardı. Böylece Dâvûd’un sadece peygam-berlik konusunda kendisine mirasçı olacak bir çocuk istediği doğrudur.

5

10

15

20

25

30

Page 165: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 165

ــ ] ٢٥٣[ ــ ــ ا ــאس ر اث ا ــ ن ء، ــ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــא ــאت أ א ــ ا ــ ــאء ــא ــ ــא ا ، وأ ــ א ــאل ــ ا ــכ ــכאن ذ ــ ــ و

. ــ ــ و ا ــ ا ا ــ ــ رث. ــ

ــ ] ٢٥٤[ ــ ا ل ا ــ ه ر ــ و ــכאن ــ ا رث ا ــ ــאز أن ــ و

ــא ا ــ ، و ــ ، ووار ــ א ــ ــכ ا ث ــ ــ أن ــאت و ــא إذا ــא כא ــ و

ل ــ ــ أن ر وا ــא ا א ــ ــ ا ــ أ ــאع ــ ــ ــ و כ ــ

ض ــ ض ــ ن ا ــ ؟ ــ ــאه כ ــא رث ــ ــאل: ــ ــ و ــ ا ا

ــ ــא ــ زכ ــא אכ ــ א ــ אن داوود﴾ و ــ : ﴿وورث ــ ــ و ل ا ــ

ــ ب وا ــ آل ــ ث ــ ــ و א۞ ــכ و ــ ــ ــ ــאل: ﴿ ــ م أ ــ ا

ــא﴾ رب ر

ــ ] ٢٥٥[ ــאر و ــ ا واة ــ ن ا ــ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا ــ ف ــ ــ ن ــ ا ــ ــ إ اف ــא وכــ ــ כ ــ ا ار ا

ة. ــ ــ ورث ا ــ أ م ــ ــ ا אن ــ ــ ن ــ ــ م כאن ــ ــ ا أن داود

ــ ] ٢٥٦[ ــכאن أ ــ م و ــ ــ ا ــ ــ أ ن ــ ــ ــ כ ــכ أ ــאن ذ و

ــאرا ــא כ ون ا ــ ــ و اود أر ــ ، و ــ ة ــ ــ ــ إ ا ــ م و ــ ــא ا

ــכ ــאن ذ م. و ــ ــא ا ــא ــ زכ ــ اث ــ ــ ل ــ ا ا כــ ــאرا، و و

ا ــ ــ ب و ــ ــ آل ث ــ ــ و م ــ ــ ا ــ א ــ ــ ــ ا ــ

ــ ث ــ ا ــ ــ و ــא ر ــ إ ــ أ ــ ــאب א ــ ــ أ ــ ــכ ف ــ أ

. ــ ة ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 166: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi166

[257] Buna ilaveten, Zekeriyyâ’nın (s.a.) yakınlarını/akrabalarını miras-tan mahrum bırakacak bir çocuk istemesi imkânsızdır. Bu durumda Zeke-riyyâ dünya ve onun metaını isteyen bir çocuk istemiş olur. Nitekim yüce Allah peygamberlerini (s.a.) böyle bir kusurdan tenzih etmiştir. Bunun delili şudur: Zekeriyyâ, kendi himayesinde bulunan Meryem’e (s.a.) yüce Allah’ın mûcize kabilinden verdiği nimetleri gördüğünde, O’ndan kendisine bir ço-cuk vermesini istemiştir. Yüce Allah bunu şöyle ifade etmiştir: “Zekeriyyâ, onun bulunduğu bölmeye her girişinde yanında bir yiyecek bulurdu. ‘Meryem! Bu sana nereden geldi?’ derdi. O da ‘Bu, Allah katından’ diye cevap verirdi. Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık verir. Orada Zekeriyyâ Rabbine dua etti: ‘Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bahşet. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin’ dedi.”

281 Dolayısıyla Hz. Zekeriyyâ, bu manaya uygun olarak dua edip şöyle demiştir: “Bana kendi tarafından; bana ve Ya‘kûb hanedanına varis olacak bir çocuk bağışla ve onu hoşnutluğuna ulaşmış bir kimse kıl!”

282

[258] Yüce Allah’ın Zekeriyyâ’dan hikâye ederek “Gerçek şu ki ben, ben-den sonra gelecek akrabalarım(ın isyankâr olmaların)dan korkuyorum.”

283 şek-linde buyurması sebebiyle hataya düşen kimseye gelince, ona şöyle cevap verilir: Bu düşüncenin yanlış olduğunun delili şudur; Allah Zekeriyyâ’ya, neslinin devamını sağlasın ve böylece onlara ait mirası elde etsin diye bir çocuk vermedi. Bilakis ona, kadınlara hiç yaklaşmayan iffetli bir çocuk ver-miştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Allah sana efendi, nefsine hâkim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahyâ’yı müjdeler.”

284

[259] Hz. Zekeriyyâ’nın (s.a.), malına mirasçı olacak bir çocuk değil, nebî olacak bir evlat istediği hususu doğrudur. Buna ilaveten Abbâs da Hz. Peygamber’in mirasını elde eden bir kimse değildi. Zaten Hz. Pey-gamber’in üç tane kıymetli malı vardı. Makam ve mertebenin miras olarak bırakılmasına gelince, Hz. Peygamber vefat ettiğinde Abbâs (r.a.) hayatta ve sağlıklı idi. Abbâs bu konuda ne o zaman ne de daha sonra hiçbir hak iddia etmemiştir. Şûra oluştu ve orada anılmadı. Şûrada anılmamasını ne o ne de başka birisi eleştirdi. Böylece bu görüşün, hiçbir şekilde meşgul olmayı haketmeyen yanlış ve uydurma bir görüş olduğu anlaşılmıştır. Ab-bâs’ın çocuklarından gelen halifeler ve halifelerin dışında olup da onlardan gelen faziletli kimseler, bu iddialar sebebiyle, düşkünlükten ve zayıflıktan kendilerini üstün görmüş değillerdi. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

5

10

15

20

25

30

Page 167: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 167

ــ ] ٢٥٧[ ــ ــ و م ــ ــ ا ــא ــ زכ ــאل أن ــ ا ــא وأ

ــא ا ــ ص ــ ا ذو ــ ا ه ــ ــ ــ ــא اث ــ ــ ــ

م ــ وا ة ــ ا ــ ــאءه أ ــכ ذ ــ ــ و ــ ا ه ــ ــ و ــא، א و

ــ ا ــאه ا ــא أن ى ــ إذ ــ ا ــ ــא إ م ــ ا ــ ــ أ ــכ ذ ــאن و

: ــ א ــאل ات، ــ ــ ا ــ א ــ כ ــ ــ כא م ا ــ ــא ا ــ ــ و

ــכ ــ أ ــ ــא ــאل ــא ــא رز ــ اب و ــ ــא ا ــא زכ ــ ــא د ﴿כ

: ــ ــ ــאب﴾ إ ــ ــאء ــ زق ــ إن ا ا ــ ــ ــ ــ א ا ــ ــכ ــ ــ ــ ــאل: ﴿ ــא ــ د ا ا ــ ــ ــאء﴾ و ا ــ ــכ ﴿إ

ــא﴾ رب ر ــ ب وا ــ آل ــ ث ــ ــ و ــא ۞ و

ــ ] ٢٥٨[ ــאل: ﴿وإ ــ م أ ــ ــ ا ــ ــא אכ ــ א ــ ــ ــ ا ــא وأ

ــ ــ ــ א ــ أن ا ا ا ــ ن ــ ــ ــ ﴾ ــ ــ ورا ــ ا ا ــ

ب ــ را ــ ا ــ ــאه و ــ أ ــ اث ــ ــ ا ــ ــ ن כــ ا ــ و

﴾ ــ א ا ــ ــא را و ــ ا و ــ : ﴿و ــ א ــאل ــאء ا

ث ] ٢٥٩[ ــ ــ ــא و ا ــ ــ و ــא م إ ــ ــ ا ــ ورة أ ــ ــ

ــ ــ و ــ ا ــ اث ا ــ ــא ــאس כــ ا ــ ــא ــאل، وأ ا

ــאس ــ כאن ا ــ כא اث ا ــ ــא ــ وأ ــ א ــ أ ــ ن כــ ــא כאن وإ

ــאس ــ ا ــא اد ــ ــ و ــ ا ــ ــאت ا ــא إذ א ــא ــ ــ ا ر

ــא ذכــ رى ــ ــאءت ا ــכ، و ــ ذ ــ و ــא، ــכ ــ ذ ــ ــ

ــ א ث ــ ــ رأى ــ أ ــא، ه ك ذכــ ــ ه ــ ــ و כــ ــא و أ

ــאء ــ ا ــ ــ ــ א ه وا ــ ــ و ــאء ، وا ــ אل ــ ــ و

. ــ ــ ا א ــא ــא، و א وو ــ ــ ــא ة ــ ه ا ــ ــ ون ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 168: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi168

[260] İmâmetin Ali (r.a.) evladına ait olduğunu kabul edenlere gelince, onlar iki gruba ayrıldılar. Bir grup şöyle dedi: Allah Resulü (s.a.), kendi-sinden sonra Ali b. Ebû Tâlib’in (r.a.) halife olduğunu açıklamıştır. Sahabe de, Hz. Peygamber’den (s.a.) sonra Ali’ye haksızlık edilmesi ve Peygam-ber’in açıklamasının gizlenmesi noktasında birleşmiştir. İşte bu müslü-manlar Râfizîler’dir.

[261] Diğer grup ise şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a.) Ali’nin hilâ-fetini açıklamamıştır. Fakat Ali, Allah Resulünden (s.a.) sonra insanların en faziletlisi ve hilâfete en layık olanı idi. Bunlar da, Zeyd b. Ali b. Hü-seyin b. Ali b. Ebû Tâlib’e nisbet edilen Zeydiler’dir. Sonra Zeydiler de, fırkalara bölündüler. Onlardan bir grup, sahabenin Ali’ye haksızlık ettiğini söylediler ve sahabeden Ali’ye muhalefet edenleri tekfir ettiler. Bunlar Ca-rudiyye285 fırkasıdır. Başka bir grup ise sahabenin Ali’ye haksızlık etmedi-ğini, fakat onun kendi rızasıyla hakkını Ebû Bekir ve Ömer’e (r.a.) teslim ettiğini söylediler. Onlar da hidayete götüren imamlardır. Bu gruba men-sup olanlardan bazıları Osman’ın (r.a.) hilâfeti konusunda tevakkuf ettiler. Bazıları da Osman’ı dost kabul ettiler. Bir grup, bu görüşün fakih Hasan b. Salih b. Hay el-Hemedani’nin286 görüşü olduğunu ifade etmiştir.

[262] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu yanlıştır. Hişam b. Hakem er-Râfizî el-Kûfî’nin287 “Mizan” diye bilinen kitabında, Hasan b. Hay’ı ve mezhebini zikrettiğini görmüştüm. O, hilâfetin Fihr b. Malik’in bütün oğullarına ait olduğunu söylüyordu.

[263] Ebû Muhammet şöyle dedi: Hasan b. Hay’a münasip olmayan bu görüş başkasınındır. Çünkü Hasan, din imamlarından/âlimlerinden bi-risidir. Hişam b. Hakem ona nisbet edilen görüşleri başkalarından daha iyi bilir. Çünkü Hişam, Hasan’ın Kûfe’deki komşusudur. Bu sebepten Hişam, Hasan’ı en iyi tanıyan, bilen ve gören kimsedir. Hasan b. Hay (Allah ona rahmet etsin), Muaviye’yi ve İbn Zübeyr’i (Allah her ikisinden de razı ol-sun) delil getiriyordu. Bu durum, onun kitaplarında ve kendisinden riva-yet edenlerin rivayetlerinde görünüp bilinmektedir.

[264] Zeydîlerin hepsi, hilâfetin Ali b. Ebû Tâlib’in evladına ait olduğu hususunda ittifak ederler. Onlara göre, Ali oğullarından kitaba ve sünnete davet ederek ortaya çıkan kimsenin yanında kılıç sallamak vaciptir.

5

10

15

20

25

30

Page 169: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 169

ــ ] ٢٦٠[ ــ ــ ا ــ ر ــ ــ و ن إ כــ ــ א ن ا ــ ن ــ א ــא ا وأ

ــ ــ ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ : إن ر ــ א ــ א . ــ ا ــ ا

، ــ ــ ا ــ م ا ــ ــ ا ه ــ ــ א ه، وأن ا ــ ــ ــ ا ــ أ א ــ ــ أ

. ــ وا ن: ا ــ ء ا ــ ، و ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــאن ــ כ و

ــ כאن ] ٢٦١[ כ ــ ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ــ א ــ א و

ــ ء ــ ، و ــ א ــ ــ وأ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאس ــ ا أ

ــ ــ ا . א ــ ــ أ ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ز ا إ ــ ــ ا

، ــ א ــ ا ــ א ــ وا، ــ ه، وכ ــ ــ א : إن ا ــ א ــ א ــא، ــ ا

ــ א ــ כ ه ــ ــ ــ ــ ا ــ ر א ى: إن ا ــ ــ أ א ــ و אرود ــ ا و

ــ ى، وو ــ ــא א ــ إ ــא، وأ ــ ا ــ ر ، و כــ ــ ــ أ ــ إ ــ ــ

ــ ا כאن ــ : إن ــ א ، وذכــ ــ ه ــ ــ و ــ ا ــאن ر ــ ــ

. ــ ا ــ ا ــ ــ א ــ ــ ــ ا ا

ــ ] ٢٦٢[ ا כــ ا ــ ا ــאم ا ــ ا ــ رأ ــ و ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ כאن ، وأن ــ ــ ــ ا ــ ذכــ ا ان، و ــ א وف ــ ــ ا א ــ כ ــ כ ا

ــכ. א ــ ــ ا ــ ــ و ــ ــ א أن ا

ــ כאن ] ٢٦٣[ ه، ــ ــ ــ ــ א ــ ي ــ ا ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

א ــא ن ــכ، ــ ذ ــ ــ إ ــ ــ ــ כــ أ ــ ا ــאم ا ، و ــ ــ ا ــ أ أ

ــ ا ــ ر ــ ــ ه، وا ــא ــ وأدرכــ و ــאس ف ا ــ ــ وأ כ א ــאره כאن

ــ ــ ر ــ ا ــ ــא و ــ ا ــ ر ــ ا א ، و ــ ــ ا ــ ر אو ــ

. ــ ــ روي ــ א ــ وروا כ

ــ ] ٢٦٤[ ــ أ ــ ــ ــ و ــ ــ א ــ أن ا ن ــ ــ ــ ا و

. ــ ــ ــ ا ــ ــ و ــאب وا כ ــ ا ــ إ ــ ج ــ ــ ، ــ א

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 170: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi170

[265] Râfizîler, imâmetin nas ile sadece Ali’ye, sonra Hasan’a, sonra da Hüseyin’e ait olduğunu söylediler. Onlar, Hz. Peygamber’den (s.a.) gelen başka bir nas ile babalarından sonra imâmetin Hasan ve Hüseyin’in hakkı olduğunu iddia ettiler. Yine yüce Allah’ın “Hısımlar Allahın kitabınca bir-birine daha yakındırlar”

288 şeklinde buyurmasından hareketle imâmetin daha sonra Ali b. Hüseyin’in hakkı olduğunu söylemişlerdir.

[266] Onlar, Hüseyin evladının imâmete Hasan evladından daha la-yık olduklarını söylediler. Sonra Muhammed b. Ali b. Hüseyin, sonra da Ca‘fer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyin’in imâmete layık olduğunu söy-lediler. İşte bu, Hişâm b. Hakem, Hişam el-Cevâlâkî, Dâvûd el-Hivârî, Dâvûd er-Rakkî, Ali b. Mansur, Ali b. Heysem, Hişam b. Hakem’in öğ-rencisi Ebû Ali es-Sekkâk, Muhammed b. Ca‘fer b. Nu’man Şeytânu’t-Tâk, Ebû Malik el-Hadramî ve diğerleri olmak üzere Râfizî kelâmcıların tama-mının görüşüdür. Daha sonra Râfizîler, yukarıda zikredilen kelâmcıların vefatından ve Ca‘fer b. Muhammed’in vefatından sonra kendi içlerinde fırkalara ayrıldılar.

[267] Bir grup, Ca‘fer’in oğlu İsmail’in imâmetini savundu. Başka bir grup, İsmail’in oğlu Muhammed’in imâmetini ileri sürdü. Bunlar az sa-yıdadır. Başka bir grup ise Ca‘fer’in ölmediğini, hayatta olduğunu savun-muştur.

[268] Râfizîlerin geneli ise Mûsâ b. Ca‘fer’in [VII. İmam Mûsâ Kazım], sonra Ali b. Mûsâ’nın [VIII. İmam Ali Rıza], sonra Muhammed b. Ali b. Mûsâ’nın [IX. İmam Muhammed Tâkî], sonra Ali b. Muhammed b. Ali b. Mûsâ’nın [X. İmam Ali Nâkî], sonra el- Hasan b. Ali’nin [XI. İmam Hasan el-Askerî] hilâfetini iddia ettiler. Sonra Hasan arkasında çocuk bırakmadan öldü. Bunun üzerine Râfizîler fırkalara bölündüler. Râfizîlerin ekseriyeti, Ha-san b. Ali’nin bir erkek evladı olduğunu ve onu gizlediğini ileri sürdüler. Bu çocuğun, babasının vefatından sonra ismi “Sakîl” olan -ki bu görüş en meşhur olanıdır- cariyesinden dünyaya geldiği de söylenmiştir. Bazıları, bu çocuğun, adı “ Nercis” olan cariyesinden dünyaya geldiğini, bazıları da onun adının “Suzan” olduğunu söylemiştir. Zâhir olan ise onun adının “ Sakîl” olduğudur.

5

10

15

20

25

30

Page 171: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 171

ــ ] ٢٦٥[ ــ ا ــ ــ ــ א ه ــ ــ و ــ ــ א : ا ــ وا ــ ا א و

ــ ــא ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ــא آ ا ــ ، واد ــ ــ ا ــ

ــ أو ــ ــאم ر ــ ا : ﴿وأو ــ ــ و ل ا ــ ــ ــ ا ــ ا ــ ــא أ

﴾ ــאب ا ــ כ ــ

]٢٦٦ [ ، ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ، ــ ــ أ ــ ــ أ ــ ا ا: ــ א

، כــ ــ ا ــאم ــ כ כ ــ ــ ا ــ ــ و ــ ا ــ ا ــ ــ ــ

ــ ــ ر، و ــ ــ ــ ــ و اري، وداود ا ــ ــ وداود ا ا ــאم ا و

ــאن ــ ا ــ ــ ــ כــ و ــ ا ــאم ــ ــכאك ــ ا ــ ، وأ ــ

ت ــ ــ ــ ا ــ ا ــ ا . ــ ــ و ــכ ا ــ ــאق وأ אن ا ــ

. ــ ــ ــ ت ــ ــ و ر כ ء ا ــ

ــ ] ٢٦٧[ ــ ا א : ــ א ــ א . و ــ ــ א ــ ــ إ ــ א : ــ א ــ א

. ــ ــ ــ ــ : ــ א ــ א . و ــ ــ ــ و ــ ــ

ــ ] ٢٦٨[ ا ــ ــ ، ــ ــ ــ ــ ا ــ א ــ ا ا ر ــ ــאل و

ــ ، ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ، ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ ، ــ

ــ ر ــ ــא و ا ــ א ــ ــ ــ ــ ــאت ا ــ ، ــ ــ ــ ا

ــ אر ــ ــ ــ ــ ــ ــ و ــ ــאه، و ــ ــ و ــ ــ ــ ــ و ــ أ

، ــ א ــ ــ ا ــ אر ــ ــ ــ ــאل ، و ــ ــ ا ــ و א ــ ــ ا

، ــ א ــ ــא ا ــ أ ــ ــ وا א ــ ــ ا ــ אر ــ ــ ــאل و

٥

١٠

١٥

Page 172: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi172

Bu cariye, efendisi Hasan b. Ali’nin vefatından sonra hamile olduğunu iddia etmiştir. Bundan dolayı Hasan’ın mirası yedi sene bekletilmiştir. Ha-san’ın kardeşi Ca‘fer b. Ali, miras konusunda mücadele etmiştir. Devlet ricalinden bir grup Sakîl’in tarafını tutmuş, diğerleri de Ca‘fer’in tarafını tutmuştur. Sonra bu hamilelik asılsız çıktı ve bunun üzerine Hasan’ın kar-deşi Ca‘fer mirası aldı. Hasan’ın ölümü iki yüz altmış yılındadır. Râfizîlerin bu Sakîl hususundaki tartışmaları artmıştır. Râfizîler, Hasan’ın vefatından yirmi küsur yıl sonra (Abbâsî Halifesi) el-Mu‘tazıd’dan289 bu cariyeyi hap-setmesini istemişlerdir. Bu cariye, katip olan Hasan b. Ca‘fer en-Nevbah-tî’nin290 evinde olmakla suçlanmış ve orada bulunmuştur. Bunun üzerine el-Mu‘tazıd’ın sarayına taşınmış; Halife el- Muktedir’in291 döneminde sa-rayda ölünceye kadar orada yaşamıştır. Râfizîler ise, sapkın bir şekilde yüz seksen yıldan beri (gaybetteki imamın dönmesini) beklemektedirler.

[269] Kaybolup giden eski bir fırka vardı, onların liderleri el-Muhtar b. Ebû Ubeyd292, Keysân Ebû Amre293 ve bu ikisinin dışındaki kimseler-di. Bunlar, Hüseyin’den sonra imâmetin kardeşi “İbnü’l-Hanefiyye”294 diye bilinen Muhammed’e geçtiğini iddia ediyorlardı. Önde gelen şairlerinden olan Seyyid el-Himyerî295 ve Kuseyr bu fırkadan idi. Bu fırka mensupları, Muhammed b. el-Hanefiyye’nin Radva dağında diri olduğunu iddia edi-yordu. Onlar, sayfalara sığmayacak kadar yalan yanlış şeyler uydurdular.

[270] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bütün bu grupların temel özelliği uydurulmuş yalan hadisleri delil getirmeleridir. Dini ve hayası olmayan bir kimse bunların benzerlerini uydurmaktan âcîz değildir.

[271] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onlara karşı rivayetlerimizle de-lil getirmemizin hiçbir manası yoktur. Çünkü onlar rivayetlerimizi kabul etmezler. Aynı şekilde onların da bize karşı kendi rivayetleriyle delil ge-tirmelerinin de bir manası yoktur. Çünkü biz de söz konusu rivayetleri kabul etmeyiz. Muhaliflere/rakiplere gerekli olan şey, ister doğru bulsun ister yanlışlasın birbirilerinin kabul edecekleri delilleri birbirlerine karşı ileri sürmeleri gerekir. Çünkü bir şeyi doğru kabul eden kimse, bu kabu-lün gerekliliğini ve ondan neş’et eden zorunlu bilgiyi de kabul etmiş olur.

5

10

15

20

25

30

Page 173: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 173

ــ ا ــ א ــ ــ ــ ــ ت ا ــ ــ ــ ــ ا ه اد ــ ــ ن

ــ א ــא ــ ــ و ــ ــ ا ه ــ ــכ أ ــ ذ ــ אز ــ و ــ ــכ

ــ ــ وأ ــ و ــכ ا ــ ذ ــ ا ون، ــ ــ آ ــ ، و ــ و ــאب ا ــ أر

ــ ، وزادت ــ א ــ و ــ ا ــ ــ ت ا ــ ه، وכאن ــ ــ أ اث ــ ا

ــ ــ ــ و ــ ــ א ا ــ ــ أن ــא إ ا ه ود ــ ــ ــ وا ا

ــ ــ ا ــ ــ ل ا ــ ــ ــא ــא أ ــ ــ ــ א، و ــ ت ــ ــ

ــ א ــ أن ــכ إ א ــ ــ ــ ا ــ ــ إ ، و ــ ت ــ ــ כא ا

ــ א ــאم و ــ א ــ ــ א ون ــ م ــ ــ ا ــ إ ر، ــ ــאم ا ــ أ ، ــ ــ ا

ــא. א

ــ ] ٢٦٩[ ــ ــ ا ــאر ــ ا ــאدت כאن ر ــ ــ ــ א ــ وכא

ه ــ ــ أ ، ــ ــ ا ــאم ــ أن ا ن إ ــ ــא ة و ــ ــא ــאن أ وכ

ــא ة ا ــ ــ ي وכ ــ ــ ا ــ כאن ا א ه ا ــ ــ ، و ــ ــ ا א وف ــ ا

ــא ــ ــ ا ــ ي و ــ ــ ر ــ ــ ــ ا ــ ن: إن ــ ا ــ أن وכא

. ــ ــ ا ــ

ــ ] ٢٧٠[ אد ــאج أ ــ ا ــא ــ כ ا ه ا ــ ة ــ : و ــ ــ ــאل أ و

ــאء. ــ و ــ ــ د ــא ــ ــ ــ ــ و כ ــ

א و ] ٢٧١[ א א وا ــ ــא א ــ : ــ ــ ــאل أ

م ــ أن ا ــא ــא، وإ ــ ــ א و ــא ــ א ــ

ــ أو ــ ا اء ــ ــ ــ ــ ا ــאم ي ــ ــ ا ــא ــ ــ ــ

وري ــ ــ ا ــ ا ــא ــ أو ل ــ ــ ا ء ــ ق ــ ــ ن ، ــ ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 174: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi174

Aksi takdirde kesin olarak kabul ettiği bir şeyi yalanlamış olur. Bunların da zikrettiği bazı hadislerin sahîhliği konusunda onlara katılmaktayız. Buna örnek olarak da şu hadisi zikredebiliriz: Allah Resulünün (s.a.) Ali’ye (r.a.) hitaben söylediği “Senin bana göre konumun Hârûn’un Mûsâ’ya göre konu-

mu gibidir. Fakat benden sonra nebî yoktur.” 296

[272] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu hadis, Hz. Ali’nin diğer sahâbe-nin üzerinde bir fazileti olduğunu ya da Hz. Peygamber’den sonra imâmete layık olduğunu ifade etmez. Çünkü Hârûn, Mûsâ’dan (s.a.) sonra İsrail oğullarının yönetimini üstlenmemiştir. Mûsâ’dan sonra yönetimi Yuşa b. Nûn üstlenmiştir. O da, Hızır’ı aramaya gittiklerinde Mûsâ ile birlikte yol-culuk yapan ve Mûsâ’nın arkadaşı olan gençtir. Nitekim Allah Resulünden (s.a.) sonra, Medine’ye doğru birlikte yola çıktığı mağara arkadaşı (Hz. Ebû Bekir) yönetimi üstlenmiştir.

[273] Ali, Hârûn gibi bir peygamber değildi. Hârûn da, Mûsâ’nın ölümünden sonra İsrail oğullarına halife olmamıştı. Böylece Ali’nin Hz. Peygamber nezdindeki konumu, Hârûn’un Mûsâ’nın yanındaki konumu gibi olması sadece akrabalık noktasında olduğu anlaşılmaktadır. Şu kadar var ki Allah Elçisi (s.a.), Tebük savaşında Ali’yi Medine’de kendi yerine bıraktığında bu sözü ona söylemişti. Bunun üzerine münafıklar, “Peygam-ber Ali’yi küçümsedi, onu geride bıraktı..” gibi sözler söylemişlerdi. Ali de Allah Resulüne yetişti ve bu durumu ona şikâyet etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) işte o zaman ona “Senin bana göre konumun Hârûn’un

Mûsâ’ya göre konumu gibidir.” dedi. Hz. Peygamber, bu sözü ile onu se-çerek Medine’de kendi yerine bıraktığını kastediyordu. Tıpkı Mûsâ’nın Hârûn’u seçerek kendi yerine bıraktığı gibi. Kaldı ki Hz. Peygamber, hem Tebük’ten önce hem de Tebük’ten sonraki seferlerinde Ali’den başkalarını Medine’de kendi yerine bırakmıştır. Dolayısıyla bu vekil bırakma durumu, Ali’nin bir başkasına üstün olduğunu ve Hz. Peygamber’den sonra onun hilâfete layık olduğunu göstermez. Nitekim aynı durum diğer vekiller için de söz konusudur.

5

10

15

20

25

30

Page 175: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 175

ــא ــ أن إ ــ כאن ــא ــ ــ أن ــא ا ــ כא ــ ــ

ــ ل ا ــ ل ر ــ ــא ــא، ــ ــ ا ــאح ــ אد ــ أ ن ــ

ــ إ ــ ــאرون ــ ــ ــ : أ ــ ــ ا ــ ر ــ ــ و ا

ي. ــ ــ ــ أ

و ] ٢٧٢[ اه ــ ــ ــ ــ ــ ــ ا ــ و : ــ ــ أ ــאل

ــ ا ــ ــ إ ــ ــ أ ــ ــאرون ن م، ــ ــ ا ه ــ ــ א אق ا ــ ا

ــ ــ م ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ا ــא و م، وإ ــ ــא ا ــ

م، ــ ــא ا ــ ــ ا ــ ــ ــא ــ ــ ا א ــ و ــ ن، ــ

ي ــ ــאر ا ــ ا ــ א ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ ا ــא و כ

. ــ ــ ا ــ إ ــא

]٢٧٣ [ ، ــ ــאرون ــא، و כאن ــאرون ــא כאن ــא כ ــ כــ ــ وإذا

ــ ا ــ ــ ا ــ ر ــ أن כ ، ا ــ ــ إ ــ ــ ت ــ ــ

ــא ــא ، وأ ــ ــ ا ــ ا ــ ــא ــ إ ــ ــאرون ــ ــ ــ و

ــ ــ ا ــ ل إذا ا ــ ا ا ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאل

ــ ل ا ــ ــ ــ ــ ــ ن: ا ــ א ــאل ا ك ــ وة ــ ــ

ــ و ــ ا ــ ا ل ــ ر ــ ــאل ــ إ ــכ ذ ــכ ــ و ــ ا

ــ ــ ا م أ ــ ــ ا ــ . ــ ــ ــאرون ــ ــ ــ : أ ــ

ــאرون م ــ ا ــ ــ ــ ا ــא כ ــ ا ــאرا ــ ا ــ

ك ــ ــ م ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ، ــ ــאر ا ــא م أ ــ ــ ا

ــ ــ ــ ا ــ ر ى ــ ــא אره ر ــ ــ أ ، ــ ــ ا ك ــ ــ و

ه، ــ ــ ــ ا ه، و و ــ ــ ــ ــ ــ ف ــ ا ا ــ أن

. ــ ــ ا ه ــ ــכ ــ ذ ــ ــא כ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 176: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi176

[274] Ebû Muhammed şöyle dedi: İmamiyye’nin delil olarak ileri sür-

dükleri şeylerin özü şöyle demeleridir: Masum bir imamın olması gerekli-

dir. Şeriata dair ilmin tamamı ondadır. Dinî hükümlerde insanlar -ibadet

ettikleri hususlarda kesin bir bilgiye ulaşabilmeleri için- ona müracaat et-

melidirler.

[275] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu konuda hiçbir şüphe yoktur.

Bu, apaçık aklî delilleriyle, mûcize olan işaretleriyle ve parıldayan âyet-

leriyle (mûcizeleriyle) bilinmektedir ki o (yani imam), Muhammed b.

Abdullah b. Abdulmuttalib’tir. O, bağlı olduğumuz dinini açıklamak için

Allah’ın bize gönderdiği elçidir. Onunu sözleri, vaatleri ve yüce Allah’ın

kelâmından tebliğ ettiği şeyler her türlü eksiklikten korunmuş geçerli bir

delildir. Hz. Peygamber, dinini, yanındakilere, hayatta olup da yanında

olmayanlara ve vefatından sonra kıyamete kadar gelecek bütün insanlara

ve cinlere getirmiş ve tebliğ etmiştir.

[276] Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Rabbinizin katından

size indirilene uyun. Onun dışında başka dostlara tabi olmayın.” 297 İşte bu,

bizim görüşümüzün açıklaması ve Hz. Peygamber’den (s.a.) başkasına

tabi olmanın bâtıl olduğunun delildir. Allah Resulünün (s.a.) insanlara

getirip tebliğ ettiği dinin bilinmesi hususunda onların istemedikleri şey-

leri yapsın diye değil, sadece yüce Allah katından bizlere gelen emirleri

uygulamak için imâmetin gerekliliğine ihtiyaç vardır. Nitekim Ali (r.a.),

Kur’ân’ın hakemliğine davet edildiğinde buna cevap vermiş ve Kur’ân’ın

hakemliğinin hak olduğunu bildirmiştir. Eğer Ali, bu konuda isabet et-

miş ise işte bu bizim görüşümüzdür. Eğer Ali bâtıl ve geçersiz olan bir

davete icabet etmiş ise, bu da Ali’nin vasfı değildir. Şayet imamın huzu-

runda Kur’ân’ın hakemliği câiz olmasa idi, bu durumda Ali’nin ya da

imamın “Ben Allah Elçisinin bildirdiği bir imam olduğum halde sizler

nasıl olur da (benim huzurumda) Kur’ân’ın hakemliğini talep edersiniz?”

şeklinde demesi gerekirdi.

5

10

15

20

25

Page 177: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 177

ــ أن ] ٢٧٤[ ــ ا ــ א ــ أن א ــ ا ــ ــא ا ة ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــכאم ا ــ أ ــ ــאس إ ــ ا ــ ــ ا ــ ه ــ م ــ ــאم ن إ כــ

. ــ ــ ــ وا ــ ــא ا ــ כ

]٢٧٥ [ ، ــ ا ــ ا ا وف ــ ــכ ، وذ ــ ــכ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ل ــ ــ ر ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ــ ة، و ــ א ــ ا א ة، وآ ــ ــ ا وا

ــכאن ــ ــ و ــ ا ــאه ــא إ ي أ ــ ــ ا ــאن د ــא ــ إ ــ و ــ ا ا

ــ ، إ ــ ــ כ آ ــ ة ــ א ــ ــ א م ا ــ כ ــ ــא ده و ــ ــ و כ

ــ ــ ــ ــ כ ، وإ ــ ــ ــא א ــ א ــ ــ כאن ــ ــ وإ ــ

. ــ ، وإ ــ ــ ــ א م ا ــ ــ ، إ ــ ــ و ــ ا ــ

ــ ] ٢٧٦[ ا ــ و כــ ــ ر כــ ل إ ــ ــא أ ا ــ : ﴿ا ــ ــ و ــאل

ــ ا ل ا ــ ــ دون ر ــאع أ ــאل ا ــא، وإ ــא ــ ا ــ ــאء﴾ أو ــ دو

ــ א د ا ــ ــאم ــ ا ــ א ض ا ــ ــ ــ إ א ــא ا ــ وإ ــ و

ــ ــ ــאؤ ــא ــאس ــ ا ن ــ ــ ــ ــ ــא اردة إ ــ ا

ــא ــא وو ، ــ و ــ ا ــ ا ل ــ ر ــ ــ א أ ي ــ ا ــ ا ــ

ــ אכــ إ ــ أن ا ــאب، وأ آن أ ــ ــ ا אכــ إ ــ ا ــ إ ــ إذ د ــ ا ر

ــ ــאب إ ــא، وإن כאن أ ــ ــכ ــ ذ ــאب ــ أ ن כאن ــ ــ آن ــ ا

آن ــ ــ ا ــ إ אכ ــ כאن ا ، و ــ ــ ا ــ ر ــ ه ــ ــ א ــ ا א ا

ــא آن، وأ ــ ــ ا כ ن ــ ــ ــ כ ــ ــאل ــאم ة ا ــ ز ــ

؟ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــאم ا ا

٥

١٠

١٥

Page 178: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi178

[277] Onlar, “Hz. Peygamber vefat ettiğine göre dini tebliğ edecek bir imamın olması zorunludur.” derlerse, şöyle cevap veririz: Bu yanlıştır, de-lili olmayan bir iddiadır ve doğruluğuna dair hiçbir delilin bulunmadığı bir sözdür. Şüphesiz insanların Allah Resulüne (s.a.) olan ihtiyacı sadece dini açıklaması ve tebliğ etmesidir. Bu konuda Hz. Peygamber’in yanında bulunanlar, onun zamanında yaşadığı halde huzurunda bulunmayanlar ve O’ndan sonra gelen kimseler eşittir. Zira bu, Hz. Peygamber dine dair herhangi bir hususun açıklamasını yapmadığında O’nun şahsından kay-naklanan bir durum değildir. Allah Resulünden (s.a.) murat, yeryüzünde bulunan herkese tebliğ ettiği ebedî ve baki olan kelâmdır.

[278] Bunlara ilaveten, şayet onların “İmamın daimi olarak mevcut ol-masına ihtiyaç vardır” şeklinde dile getirdikleri görüşlerini, dünyanın farklı bölgelerinde bulunup da imamın yanında olmayan kimseler sebebiyle ten-kit etmeyiz. Çünkü fakir, zayıf, kadın, hasta ve geçim meşgalesiyle uğraşan kimseler olması bakımından yeryüzünün doğusunda ve batısında bulunan insanların tamamının imamı görmelerinin imkânı yoktur. Dolayısıyla teb-liğ gerekli ve zorunludur. İmamın tebliği gerekli olduğuna göre Allah Re-sulünün (s.a.) tebliğine uymak başkalarının tebliğine tabi olmaktan daha evladır. Bu, onların uzak kalamayacakları bir husustur.

[279] Ebû Muhammed şöyle dedi: Özellikle Ali, Hasan ve Hüseyin’den (r.a.) sonra, onların imam dedikleri kimseler kendi haneleri dışındaki hiçbir kimseye emir olmamışlar ve bir köye bile hükmetmemişlerdir. Şu durumda, özellikle de yüz seksen yıldan bu yana, onlara ne ihtiyaç vardır? Onlar, hayalî olan Anka kuşu gibi, hiç yaratılmamış kayıp bir imamın var olduğunu iddia ediyorlar. Onlar, rezillik, ahlaksızlık, bühtan ve yalan iddia sahibidirler. Hiç bir kimse bunun bir benzerini yapmaktan âcîz değildir. Bunlara ilaveten, masum imamın masum olduğu hususu ancak ondan zuhur eden bir mûcize veya bir nas ile bilinebilir. Öyle ki bu nas, Hz. Peygamber’den (s.a.) kat’i bilgi nakledebilen bir kimsenin her bir imamın ismini ve nesebinin açıklandığı bir nas olmalıdır. Aksi takdirde bu iddia herhangi bir kimsenin kendisi hak-kında ya da dilediği bir kimse hakkında bir benzerini yapmaktan âcîz kalma-dığı bir iddiadır. Her aklıselim sahibine gerekli olan şey, bu rezil, aptalca ve ahmakça cehalete inanmaktan uzak durmasıdır. Öyle ki çocukların aklı bile bunun fevkindedir. Başarımız ancak Allah’tandır.

5

10

15

20

25

30

Page 179: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 179

ــאم ] ٢٧٧[ ــ إ ــ ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאت ر ا: إذ ــ א ن ــ

ــא ، وإ ــ ــ ــ ل د ــ ــאن، و ــ ى ــ ــ ود א ا ــ ــא: . ــ ــ ا

ــ ــ و א ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر رض ــ ا ــ أ ــאج إ ي ــ ا

ــ ه إذ ــ ــאء ــ ، و ــ ــאب ــ ، و ــ ــ כאن ــכ ــ ذ اء ــ ، ــ

اد ــ א ــ ــ ا ء ــ ــ ــאن ــ כ ــ ــ إذا ــ و ــ ا ــ ــ

رض. ــ ا ــ ــ כ ــ إ ا ــ ــאق أ م م כ ــ ــ ا ــ

ــ ] ٢٧٨[ ا ــ د أ ــ ــאم ــ إ ــ إ א ــ ا ا ــ א ــא ا כאن ــ ــא وأ

ــ أن ــ إ رض، إذ ــאر ا ــ أ ــאم ة ا ــ ــ ــא א ــ כאن ــ ــכ ذ

ــ ــ و ــ ب ــ ق وا ــ ــ ا ــ رض ا ــ ا ــ أ ــאم ــא ا

ــ ــ ــ ا ــ ــ ، ــ ــ أن أ ي ــ ــ ا א ل ــ ــ و أة و ــ وا

ــ ــ ــ ا ــאع א ــ ــ أو ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ א ــאم ا

. ــ ــ ــכאك ــא ا ا ــ ــ و ــ دو

ــ ] ٢٧٩[ ن وا ــ ا ــ أ א و ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ا ــ כ ــא ، و א ــכ ــאزل ــ ــ ــ وا ــ ــא أ ــ ــ ا ــ ر وا

ــא א ــ א ــאم و ــ א ــ א ــ ؟ ــ ــ إ א ــא ا ، כــ ــא ــא ــ

، ــ ، و ــ ــ ــ أو ب، و ــ ــאء ــ כ ــ ــא ــא א ن إ ــ ــ

م ــ ــאم ا ن ا ــ ــא ، وأ ــ ــא أ ــ ــ ــ ــ ى כאذ ــ ــאن، ود و

ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ، أو ــ ة ــ א ة ــ م إ ــ ــ ف أ ــ

ــ ، وإ ــ ، و ــ ، وا ــ ــאم ــ כ إ ، ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا

ــ ــ م כ ذي ــ ــ ــאء، و ــ ــ أو ــ ــא أ ــ ــ ى ــ د

ــ ي ــ ، ا ــ ــאرد، ا ، ا ــ ، ا ــ ا ا ــ ــאد ــ ا ــ ــ أن

. ــ ــ و ــא ــא إ ــא ، و ــ ــאن ل ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 180: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi180

[280] Başka bir zorunlu/kat’î aklî delil ise şudur: Hz. Peygamber (s.a.) vefat ettiğinde uzak bölgelerde bulunup insanlara dinlerini öğreten saha-biler dışında orda bulunan sahabilerin çoğunluğu Hz. Ali’nin imâmetine dair Hz. Peygamber’den herhangi bir açıklamayı/rivayeti zikretmediler ve Hz. Ali’nin kendisi de ne o zaman ne de daha sonra hiçbir şekilde böyle bir iddiada bulunmadı. Ayrıca söz konusu zaman diliminde Ali için bunu iddia eden kimse de yoktur. Düşünceleri, niyetleri ve nesepleri farklı olan yirmi bin kişiden daha fazla insanın ittifak etmesi asla mümkün değildir. Nitekim onların ekseriyeti, câhiliye dönemindeki kan davalarından dolayı, akrabalarının kanını akıtmışlardı. Nasıl olur da bunlar Ali’nin imâmetini gizlemek üzere ittifak etsinler! Biz, meçhul ravilerin yine meçhul raviye -ki o “Ebu’l-Hamra” diye anılmış ve kim olduğu da bilinmez- isnat ede-rek rivayet ettikleri birkaç cılız rivayet dışında, iddia edilen bu açıklamaya (nassa) dair herhangi bir kimseden gelen bir rivayet bilmiyoruz.

[281] Ali’nin (r.a.) Ebû Bekir’e (r.a.) biatini altı ay geciktirdiğini görü-rüz. Hz. Ebû Bekir, herhangi bir zorlama olmaksızın Ali’nin müracaat edip tabi olacağını bildirerek biat edinceye kadar Ali’yi biat etmeye zorlama-mıştı. Bu gerizekâlılara göre Ali’nin Allah Resulünün (s.a.) açıklamasını/sözünü inkâr ettiği için kâfir veya fâsık olan bir kimseye itaat etmesini, emirlik konusunda ona yardımcı olmasını, onun meclisinde bulunmasını ve ölünceye kadar onun valisi olmasını nasıl mümkün görürler? Bu yet-mezmiş gibi daha sonra bırak zorlamayı bir saniye bile tereddüt etmeksizin Hz. Ömer’e biat etmeyi ve emirlik konusunda ona yardımcı ve dost olma-yı, Hz. Fatıma’dan (r.a.) olan kızını onunla evlendirmeyi ve altı kişilik şurâ grubuna dâhil olmayı nasıl mümkün görürler? Bu câhillere göre Ali’nin bizatihi kendisinin sapkın ve küfre düşmüş bir şuraya/heyete iştirak etmesi ve ümmeti fena bir şekilde aldatması nasıl mümkün olur? İşte bu tutum, Ebû Kâmil’i298, Ali b. Ebû Tâlib’in (r.a.) kâfir olduğunu iddia etmeye gö-türmüştür. Çünkü Ali, Ebû Kâmil’in iddiasına göre, küfürleri konusunda kâfirlere yardım etmiş, dini ve dinin ancak kendisiyle tamamlanacak olan şeyin gizlenmesi hususunda onlara destek vermiş.

5

10

15

20

25

30

Page 181: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 181

ــאت ] ٢٨٠[ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ أن ر وري و ــ ــ ــאن آ و

ــאس ــ ا ــ ا ــ ا ــ ــ כאن ــא א ــ ــ ا ــ ر א ر ا ــ و

ــ ــ ا ل ا ــ ــא أن ر כــ ــ כ ــ ــ ــאر إ ــ أ ــ أ ــא ، ــ ا

ــאه ه، و إد ــ ــ و ــכ ا ــ ذ ــ ــ ــכ ــ ذ ، و اد ــ ــ ــ و

ز ــ ــ و כــ ا ي ــ ــ ا ــאل ا ــ ا ، و ــ ــכ ا ــ ذ ــ ــ أ

ــ ــאب، أכ ــאت، وا ، وا ــ ى ا ــ א ــאن ــ إ ــ أ ــ ــ ــאق أכ ا

ل ا ــ ه ر ــ א ــ ــ ــ ــ ــ א ــ ا ــאء ــ ا ، ــ א ــ ن ــ

ــ ــ ا ا ا ــ ــ ــ أ ــ ــ روا ــא ــא و ، و ــ ــ إ ــ و ــ ا

ــ ف ــ اء ــ א ــ כ ل ــ ــ ، إ ــ ــ ــ ة وا ــ ــ وا إ روا

. ــ ــ ا ــ

ــ ] ٢٨١[ ــ ا כــ ر ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ــא ر ــא وو

ــ כ ه، כــ ــ ــא، ا ــא، א ــ א ــ ــ ــ ا כــ ــ ــ أ ــא أכ ، ــ أ

ــא ا، وإ ــ ــא כא إ ــ ــא ر א ــ א כــ أن ء ا ــ ــ ــ ــ ا ــ ر ــ

ــ ــ א ه و ــ ــ أ ــ ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ا، ــ א א ــ א

ــאردد ــ ــאدرا ــאب ــ ا ــ ه ــ ــ א ــ ــאت؟ ــ أن ــ إ ا ــ و א

ــ ــ ا ــ כ ه وا ــ ــ أ ــ א ــ وأ ــא و א ــ ه، כــ ــ ــא ــא ــא

ــ ــ כ ــאل، ــ ر ــ رى أ ــ ــ ا ــ א ــ إد ــ أ ــא، ــ ا ــ ر א

ــ ــ ا ، و ــ ، وכ ــ א رى ــ ــ ــ ــאرك ــאل أن ء ا ــ ــ ــ

ــ ا ــ ر א ــ ــ أ ــ ــ כ ــ ــ إ ــא כא ــ أدى أ ا ا ــ ور؟ و ــ ا ا ــ

ــ ، و ــ א ــאن ا ــ כ ــ ، وأ ــ ــ כ ــאر כ ــאن ا ــ أ ــ ز ــ ، ــ

. ــ ــ إ ــ ا ــא

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 182: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi182

[282] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ali’nin ölüm korkusu yüzünden bir nassı ifade etmekten kendisini geri çektiğini düşünmek mümkün de-ğildir. Çünkü o, aslan gibi cesurdu. Nitekim Allah Resulünün (s.a.) hu-zurunda defaatla, daha sonra Cemel ve Sıffîn’de ölümden çekinmeyerek kendisini ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu iki pozisyonda onu korkaklığa sevk eden şey nedir? Yine Ali’nin hakkını gasp etmek ve gizlemek üzere insanların basiretlerini bağlayan şey nedir? Hz. Peygamber’in (s.a.) vefa-tından Osman’ın (r.a.) katledilmesine kadar geçen süre zarfında Ali’yi hak ettiğinden alıkoyan şey nedir? Daha sonra Ali insanları kendi imâmetine davet ettiğinde, Ali’ye yardım etme hususunda basiretlerini açan şey ne-dir? Nitekim Ali ile birlikte müslümanlardan oluşan büyük topluluklar harekete geçmiş ve onun yolunda kanlarını akıtmışlardır. Söz konusu dö-nemde onlar, Ali’yi yönetimin sahibi olarak görmüşler ve onunla mücadele edenlere göre Ali’nin hakka daha layık olduğunu düşünmüşlerdir. Yine Ömer (r.a.) öldüğünde, Ali’yi ve sahabeyi konuşmaktan ve yalancıların id-dia ettiği nassı açıklamaktan alıkoyan şey nedir? Zira müslümanlar üç gün lidersiz kalmışlardı. Sakife günü de böyledir. Bütün bu iddialar içinde en uygun olanı, Ali’nin (r.a.) Ebû Bekir’e (r.a.) biatini altı ay geciktirmesidir. Halbuki Ebû Bekir, Ali’den biat etmesini istememiş, onu zorlamamış ve onu mükellef tutmamıştır. Ali kendi işlerinde tasarruf hakkına sahipti. Şa-yet o, bu konuda hakikati görmüş ve durumunu anlamış olmasa idi, dini konusunda kendi payını talep ederek ve hakka dönerek biat ederdi. Aksi takdirde biat etmezdi.

[283] Râfizîler, “Ali, alt aydan sonra bâtıla dönmeyi uygun gördü.” derlerse, işte bu gerçekten bâtıl olan şeydir. Ali (r.a.) bunu yapmamıştır. Daha sonra Ali (r.a.) yönetimi ele aldı. Ancak o, Ebû Bekir’in, Ömer’in ve Osman’ın verdiği hükümlerden hiçbirini değiştirmedi ve onların ahitlerin-den (anlaşmalarından) hiçbirini de iptal etmedi. Şayet Ali’ye göre bunlar bâtıl olsaydılar, - takiyye ondan kalktığından dolayı- bâtılın uygulanması hiç kimsenin gücü dâhilinde olmazdı.

5

10

15

20

25

30

Page 183: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 183

ــ ] ٢٨٢[ ــכ ــ أ ــ أ ــ ا ــ ر ــ ز أن ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ت ــ ــ ض ــ ــ ، א ــ ــ ــ ا ت، و ــ ف ا ــ ــ ــ ذכــ ا

ي ــ ــא ا ، ــ ، و ــ م ا ــ ــ ات ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ي ر ــ

، ــ ــ ــאن ــ כ ــאس ــ ا א ــ ــ ي أ ــ ــא ا ؟ و ــ א ــ ا א ــ ــ

ــאن ــ ــ أن ــ إ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאت ر ــ ــ ــ ــ أ ــא ــ و

ــ ــ א ــ ــ ــא إ ، إذ د ــ ــ ــ א ــ ي ــ ــא ا ــ ؟ ــ ــ ا ر

، ــ ــ ا א ــ ، ورأوه ــ ــ دو אء ا د ــ ، و ــ ــ ــ ا ــ ا

ــ ــאر ا م وإ ــכ ــ ا ــ ــ و ي ــ ــא ا ؟ ــ אز ــ ــ א ــ و وا

ــ ــ رأس ــאس ــ ا ، و ــ ــ ا ــ ر ــאت ن إذ ــ ا כ ــ ا ي ــ ا

ــ כــ ر ــ ــ أ ــ ــכא ــאؤه ــ ا כ ــ ــ ف ــ ؟ وأ ــ م ا ــ ــאم أو أ

ــ ــ ف ــ ــ ــא، و ــא و כ ــ א و أ ــ ــא ، ــ ــ أ ــ ا

، ــ ــ د ــ ــ ــא א ــ א ه ــ رك أ ــ ــא وا ــ ــ رأى ا ــ أ ره ــ أ

. ــ א ــא ــ ــ ا ــא إ را

ا ] ٢٨٣[ ــ ــ א ــ ا ع إ ــ ــ رأى ا ــ أ ــ ــ : إ ــ وا ــ ا א ن ــ

ــא ــ ــ ا ــ ر ــ ــ و ، ــ ــ ا ــ ر ــ ــא ــא، ــ א ــ ا

، ــ د ــ ا ــ ــ ــאن، و أ ، و ــ ، و כــ ــ ــכאم أ ــ أ ــא כ ــ

ــ ه، و ــ ــ و א ــ ا ــ أن ــ ــ ــא כאن ــ א ه ــ ــכ ــ כאن ذ و

. ــ ــ ــ ا ار

٥

١٠

١٥

Page 184: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi184

[284] Bunlara ilaveten, Ensar (r.a.) Ebû Bekir ile tartışmış ve insanları Sa’d b. Ubade’ye (r.a.) biat etmeye davet etmişti. Muhacirler de onları Ebû Bekir’e biat etmeye çağırmıştı. Bu sırada Ali (r.a.) her iki gruba da dâhil olmaksızın evinde oturuyordu. Onun yanında Zübeyr b. el-Avvam’dan başka kimse yok-tu. Sonra Zübeyr (s.a.) gerçeği anlayınca hemen biat etti. Ali ise tek başına kalmıştı. Kimse onu takip etmiyor; hiç kimse onun insanlarla görüşmesini engellemiyor ve insanların onunla buluşmasına da mani olmuyordu. Ensar’ın tamamının Ebû Bekir’e biat etmeyi kabul etmesi; ya mağlup olmalarından, ya gerçeğin ortaya çıkması ve bunun neticesinde Ebû Bekir’e biat etmek zorunda kalmalarından ya da bunu başka bir anlam gözeterek yapmış olmalıdırlar. Bu konuda hiçbir şekilde dördüncü bir ihtimalden söz edilemez.

[285] Eğer onlar, “ Ensar, mağlup olduğundan dolayı biat etmiştir.” der-lerse, yalan konuşmuş olurlar. Çünkü orada ne bir savaş, ne vuruşma, ne söz-lü sataşma, ne bir tehdit olmuş, ne de korkutmak için kılıç çekecek veya silah getirilecek kadar uzun bir vakit olmuştur. Hepsi tek bir aşiretten oluşan iki binden fazla usta süvarinin orayı terk etmesi imkânsızdır. Onların cesaretli oldukları hususu arkalarından konuşulamayacak kadar açıktır. Nitekim on-lar, ülkelerinin farklı bölgelerinde, Arapların tamamını muhatap alıp ölüme meydan okuyarak aralıksız sekiz yıl boyunca savaşmaya devam etmişlerdi. Bunlara ilaveten Mute ve diğer yerlerde Kayser ve Rumlarla; Basra’da Kisra ve Farslılarla mücadele etmişlerdi. Ona hitap eden kimse, onu ve onları ken-disine tabi olmaya ve huzurunda herhangi bir kimse gibi olmaya çağırıyor. İşte bunlar Ensar’ın vasıflarıdır. Bunları, açıktan yalan söyleme cesareti olma-yan hiçbir kimse inkâr edemez. Bundan dolayıdır ki Ebû Bekir ve yanında gelen sadece iki kişiden korkmaları imkânsızdır.

[286] Dolayısıyla ne aşiretlerinin çokluğuna, ne mallarını, ne asabi-yetlerini, ne de imkânlarını dikkate aldılar. Bu yüzden onlar, yanlarında bir kahraman olarak duran Ebû Bekir’e yöneldiler, tereddüt etmeksi-zin ve vakit kaybetmeksizin ona biat ettiler. Böylece onların sözlerinden döndükleri görüşü geçersiz oldu. Onlar, hakkın kendilerinde olmadı-ğını ve amcaoğullarına biat etmenin bir aşırılık olduğunu görmüşlerdi.

5

10

15

20

25

30

Page 185: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 185

ا ] ٢٨٤[ ــ ــ ود ــ ا כــ ر ــא ــ أ ــ ا ــאر ر ــאزع ا ــ ــא وأ

ــ כــ ر ــ ــ أ ــ ون إ ــ א ــא ا ، ود ــ ــ ا ــאدة ر ــ ــ ــ ــ إ

ء، ــ ــ ء و إ ــ ــ ــ إ ــ ــ ــ ا ــ ر ــ ، و ــ ــ ا

ــ א ــ ــ ا ــ ر ــ אن ا ــ ــ ا ام ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ــ أ ــ

ــ ــ أ ــאس و ــאء ا ــ ــ ــ و ــ ه ــ ــ و ــ א، و ــ

ــ ــ ن כــ ــ أن כــ ــ ــ أ ــ ــ إ ــאر כ ع ا ــ ــ ر ــ ، ــ א ــ

ــ ــ אر ــכ ا ذ ــ ، أو ــ ــאد ــכ ا ــ ذ و ــ ــ إ ر ــ ــ أو

ه. ــ ــ ا ــ ــ ــ را ــ ــ إ ــ و

ــאرب ] ٢٨٥[ ــאل ــכ א כــ ــ ــ ا ــ ــ כ ه ــ א ا ــ א ن ــ

ــאل ذ، و ــ ح ــ ــ و ــ ــ ــ ــ و و אب و ــ و

ــ ــ ــ ة، ــ ة وا ــ ــ ــאل כ ــאد إ ــאرس أ ــ ــ أ ــ ك أز ــ أن

ــ ــ אر ــ ام ــ ــ أ א ــ ــ ــ أ ــ وراءه، و ــא א ــ

ــ ب ــ ــכ ــ ذ ــ ت ــ ــ ا ــ ــ د ــאر ــ أ ب ــ ا

ــ ــ ــ א ــ ى ــ س ــ ى وا ــ כ ــא و ــ و وم ــ ــ وا

ــ ــאر ا ــ ا ه ــ ، ــ ــ ــ ــ ن כ כــ ــ وأن א ــ ا ه إ ــ و

ــ כــ ور ــא ا أ ــ ــ أن ــאل ا ــ ا ب כــ א ــ א ــ ــא إ ر כ

. ــ ــ ــא أ

ــ ] ٢٨٦[ ــ إ و ال، ــ ــ إ و ة، ــ כ ة ــ ــ إ ــ

، ــ و دد ــ ــ ه ــ א و ، ــ ــ ــ و ، ــ إ ا ــ ــאل، و

ــ ا أن ــ رأوه ــ ا ــ כא ــא و ، ــ ــ ا ــ أن ــ ــכ وכ

، ــ إ ــ ا ر ــ و ف ــ ــ ــ אر ــ ــ ا ــ ــ و ، ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 186: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi186

Bu kadar kalabalık bir topluluğun arzu ve istekleri, bâtıl olduğunu bil-dikleri bir konuda korku duymaksızın birleşmeleri imkânsızdır. Mal ve makam elde etme arzusu olmadığı halde onları buna zorlar. Bilakis burada izzeti, dünyayı ve liderliği terk etmek vardır ve bütün bunları ne aşireti, ne malı, ne koruyucusu, ne kapısında bekçisi, ne sarayı, ne köleleri ne de malı olan birisine teslim etmektir. Öte yandan cesurlukta bir benzeri olmayan, kendisi ile birlikte Haşim oğulları ve Muttalib oğullarından bir topluluk bulunan Ali nerede? Şayet yanında bir zâlim olsa onun engelle-mesi ve zorlamasından kendisini koruyamayan bu ihtiyar nerede? Bilakis Ali (r.a.) -Allah’a yemin olsun ki- Ebû Bekir’in haklı olduğunu ve ona muhalefet edenin de bâtıl üzere olduğunu bilmiştir. Böylece Ali, bu konu-da tökezledikten sonra hakka boyun eğmiştir. Ensar da (r.a.) aynı şekilde davranmıştır.

[287] Bunların tamamı geçersiz olduğuna göre geride Ali ve Ensar’dan başkası kalmamıştır. Onlar da -kendi içtihatları gibi bir içtihattan ya da kendi düşünceleri gibi bir düşünceden hareketle değil,- Hz. Peygamber’den (s.a.) sahîh olarak gelen gerçek bir delilden hareketle Ebû Bekir’e dönüp biat etmişlerdir. Neticede yönetimin Ensar’da olması söz konusu olmayın-ca, riyaset de onlardan gitmiş oldu. Şu halde ilkinden sonuncusuna varın-caya kadar Ensar’ın tamamını Hz. Peygamber’in (s.a.) Ali’nin imâmetini açıklamasını inkâr etme hususunda birleştiren şey nedir? Bütün sahabenin zulümde yardımlaşmak ve (Haşim oğullarının) haklarını gasp etmek üzere birleşmesi imkânsızdır. Ancak Râfizîler, onların tamamının bu ahdi unut-mak suretiyle ittifak ettiklerini iddia ettiler. Bu ise imkânsızdan daha tuhaf bir durumdur ve mümkün değildir. Sonra şayet bu mümkün olursa, her bir kimsenin muhalden dilediği şeylerin meydana geldiğini iddia etmesi de mümkün olur. Bütün insanlar da onu unutmuştur. Böyle bir görüşte hakikatlerin tamamının iptal edilmesi söz konusudur. Bunlara ilaveten, şayet Resulüllah’ın (s.a.) sahabesinin tamamı, bu nassı (Ali’nin imam tayin edilmesini) gizleme ve inkâr etme hususunda ittifak etmiş ve tabiatları da bunu unutmada birleşmiş ise, bu durumda Râfizîler Ali’nin durumuna nasıl vakıf oldular ve onlara bu hususu kim bildirdi?

5

10

15

20

25

30

Page 187: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 187

ف، ــ ــ دون א ــ ن أ ــ ــא ــ ــ د ا ــ ا ا ــ اء ــ ــאق أ ــאل ا ــ ا

ــ ك ا ــ ــ ــא ــ ــאه، ــאل أو ــ ــ ــ ــכ دون ــ ذ ــ إ

، و ــ ــ و ة ــ ــ ــ أ ــ ر ــכ إ ــ כ ذ ــ و א ــא وا وا

ــ ــאل، ــ و ا ، و ــ ــ ــ ، و ــ א ــ س، ــ ــ و א

ــ ، و ــ א ــ ــ ــ א ــ ؟ و א ــ ــ ا ــ ــ ي ــ ــ ا ــ و כאن

ــ ــ ـــא و א ه ــ ــ כאن ، ــ ــ دو ي دا ــ ــ ا ا ا ــ ــ ــ ، ــ ا

ــ ــ ا ــ ــ ا כــ ر ــא ــ أن أ ــ ا ــ ر ــ وا ــ ــ ه، ــ وز

ــכ ة כ ــ ــ כ ــ ــ ــ أن ــ ــ ذ ، ــ א ــ ا ــ א ــ وإن

. ــ ــ ا ــאر ر ا

ــ ] ٢٨٧[ ــ ا ــאر ر ــא وا ــ إ أن ــ ا ــ ــ כ ــ وإذ

ــ ــ ا ــ ــ ــ ــאن ــ ــ ا כــ ر ــ ــ أ ــ ا إ ــ ــא ر إ

ــ أن ــ ذ ــ ، ــ ــ כ ، و ــ אد ــאد כא ، ــ ــ و ــ ا

ــ ــ ــ أو ــ כ ي ــ ــא ا ــ ــ א ــ ا ــאر. وزا ــ ا ــ ن ا כــ

ــ א ــ إ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ــ أن ــ آ

. ــ ــ ــ و ــ ــ ــ ــ ــ כ ــ آرا ــאل أن ــ ا ؟ و ــ

ــ ــ ه أ ــ ، ــ ــכ ا ــאن ذ ــ ــ ــ ا ــ כ ــ أ وا ــ ا إ أن

ــאل ــ ا ــאء ــא ــ ــ أن ــכ أ ــאز ــ כ ــ أ ــ ــ כ ــ ــאل ا

ن ــ ــא ــא. وأ ــ כ א ــאل ا ا ا ــ ــ ه، و ــ ــ ــאس כ ــ כאن، وإن ا ــ إ

ــ ــכ ا ــ ذ ــ ا ــ ــ ا ــ و ــ ا ل ا ــ ــאب ر ــ أ כאن

ــ ه و ــ ــ أ وا ــ ا ــ و ــ أ א ــ ــ ــ ــ כ א ــ ــ وا א وכ

؟ ــ ــ إ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 188: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi188

[288] Bu iddiaların tamamı saçmalık ve muhaldir. Böylece Ali’nin imâ-metinin açıklanması durumu kesin olarak geçersizdir ve bu konuda hiçbir kapalılık yoktur. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun. Şayet onlar, “Ali b. Ebû Tâlib (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.) zamanında söz konusu kimselerin akrabalarını (savaş meydanlarında) öldürmüştü. Bu yüzden sahabenin bir kısmının kalplerinde Ali’ye karşı bir kin ve düşmanlık hâsıl olmuştu. Bun-dan dolayı da onlar Ali’den uzaklaşmışlardı.” şeklinde bir itiraz dile getirir-lerse, onlara şöyle cevap veririz: “Bu, yalan ve zayıf bir çarpıtmadır. Çünkü bu durumu Abdüşems oğulları, Mahzum oğulları, Abduddar oğulları ve Amir oğulları hakkında da söylemeniz mümkündür. Çünkü Ali, bu kabi-lelerin her birinden bir ya da birkaç kişiyi öldürmüştür. Nitekim Amir b. Lüey oğullarından adı Amr b. Abduved olan bir adamı öldürmüştür. Yine Mahzum oğullarından ve Abdu’d-dar oğullarından birkaç kişi öldürmüş-tür. Abdüşems oğullarından el- Velid b. Ukbe’yi ve el-As b. Said b. el-As’ı öldürmüş ve Utbe b. Rebia’nın öldürülmesine iştirak etmiştir. Yine Ukbe b. Ebû Muayt’ı öldürdüğü söylenmiştir. Ayrıca Asım b. Sabit el-Ensarî’yi de öldürdüğü söylenmiştir. Daha fazla söze gerek yok.

[289] Böylece haberlere dair en küçük bir mâlumatı olan herkes bilir ki, Sakife gününde, bu kabileler ve onlardan herhangi bir kimse için ne bir çözüm, ne bir akit, ne bir görüş ne de bir durum söz konusu olmuştur. An-cak şu kadar var ki Ebû Süfyan b. Harb b. Ümeyye, dinî bir duygu ile de-ğil, akrabalık hassasiyetini göstererek söz konusu zamanda Ali’nin tarafını tutmakta idi. Ebû Süfyan’ın oğlu Yezîd, Hâlit b. Sa’id b. el-As ve Haris b. Hişam b. el-Mugîre el-Mahzûmî dinî hassasiyetten dolayı Ensar’ın tarafını tutmakta idi. Halbuki Ensar, kardeşi Ebû Cehil b. Hişam’ı öldürmüştü. Yine Muhammed b. Ebû Huzeyfe b. Utbe b. Rebîa ise Osman’ın zamanın-da ve daha sonrasında, hatta Muaviye bu yüzden onu öldürünceye kadar güçlü bir şekilde Ali’nin tarafını tutmakta idi. Şu halde lütfen bize bildirir misiniz: Teym b. Mürre oğullarından veya Adiy b. Ka’b oğullarından kim-leri Ali öldürmüştür ki bu iki kabile Ali’ye kin beslemişlerdir?

5

10

15

20

25

30

Page 189: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 189

ــ ا ] ٢٨٨[ ــ ر ــ ــ ــ ا ــ أ ــאل، س و ــ ــ ا ــ وכ

ــ ــ : إن ــ א ــאل ن ــ . ــ א ــ رب ا ، وا ــ ــכאل ــ إ ــ

ــ ل ا ــ ي ر ــ ــ ــ ــאرب ــ ا ــ ــ כאن ــ ا ــ ر א ــ أ

ــכ ــ و א ــ ا ــ א ب ــ ــ ــ ــכ ــ ــ ــ ــ و ا

ــ ــכ כــ ذ ــאغ ــ إن ــ כאذب، ــ ا ــ : ــ ــ . ــ ا ــ ا

ــ ــ ــ ، ــ א ــ ار، و ــ ــ ا ــ وم، و ــ ــ ــ و ــ ــ

ــ ى ر ــ ــ ــ א ــ ــ ــ ، ــא أو ر ــ ــ ر א ه ا ــ ــ ــ כ

ــ ، و ــא ار ر ــ ــ ا ــ وم و ــ ــ ــ ــ ــ ود، و و ــ ــ ا و ــ وا

ــכ ــ ــאص ــ ا ــ ــ ــאص ــ وا ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ

ه ــ ــ ــ ــ و ــ ــ أ ــ ــ ــ ، و ــ ــ ر ــ ــ ــ ــאرك و

. ــ ــאري و ــ ا א ــ ــ א ــ و

ه ] ٢٨٩[ ــ כــ ــ ــ أ ــאر א ــ ــ ــ أ ــ ــ כ ــ ــ

ــ إ ، ا ــ ، و رأي و أ ــ ــ و ــ م ا ــ ــא ــ ــ و א ا

ــ ــ ــכ ا ــ ذ ــ ــ إ ــ א ــ כאن ــ أ ب ــ ــ אن ــ ــא أن أ

ــ ــאرث ــאص وا ــ ا ــ ــ ــ א ــ و ــ ــא، وכאن ا ــ ا

ــא ا أ ــ ــאر ــא وا ــאر ــ ا ــ إ א ، ــ و ة ا ــ ــ ا ــאم

ــ ــ ــ ر ــ ــ ــ ــ ــ أ ــ ــ כאن ــאه و ــאم أ ــ ــ

ــכ. ذ ــ ــ אو ــ ــ ــא و ــאن ــ ــ ــ ــ إ ــ ا

ــ ، ــ ــ כ ي ــ ــ ــ ة أو ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــא

؟ ــ ا ــ ــא ــ أ ــ ا ــ أ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 190: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi190

[290] Dahası Ali, Ensar’dan kimi öldürmüştür ya da onlardan kimi yaralamıştır ya da zarar vermiştir, söyler misiniz? Halbuki Ensar, bütün bu olaylar sırasında bir kısmı Ali’nin önünde, bir kısmı yanında ve bazısı da onun ardında olmak üzere onunla birlikte olmadılar mı? Dolayısıyla Ensar’ın kalbinde Ali’ye yönelik nasıl bir kin ve nefret vardı ki Ali’nin imâmetinin açıklanmasını inkâr hususunda onların tamamı ittifak etsin-ler? Dahası onun hakkını iptal etmek, ismini genel olarak anmayı terk et-mek ve onun yerine Sa’d b. Ubade’yi tercih etmek üzere ittifak etsin? Daha sonra da Ebû Bekir ve Ömer’i ona tercih ettiler ve onların halifeliklerine biat etmek üzere yarıştılar. Halbuki Ali onlarla birlikte ve onların arasında idi. Onlar, Ali’yi sabah akşam görüyorlardı. Onunla kendileri arasına hiç kimse girmemişti. Sonra, bize haber verir misiniz? Hz. Ali, Mudar, Rebîa, Yemen ve Kudaa kabilelerinden olan muhacirlerin yakınlarından kimle-ri öldürmüştür ki bunların tamamı Ali’nin velâyetine (yönetimine) karşı çıkma ve imâmetinin açıklanmasını (nas ile tayin) inkâr hususunda ittifak ettiler? Şüphesiz bu tuhaf olan şeylerdendir, böyle bir ittifakın bir benzeri dünyada asla mümkün değildir.

[291] Ali’nin yaptığı gibi Talha, Zübeyir ve Sa’d b. Ebû Vakkâs’ın da müşriklerden öldürdükleri kimseler vardır. Şayet Râfizîlerin aklı ve haya duyusu varsa, söz konusu kimseler değil de neden sadece Ali’ye kin bes-lenildiği inancını dile getirdiler? Yine İslâm’a davet konusunda Kureyş ile çatışma ve zıtlaşma noktasında -Ali’nin olmadığı kadar- Ebû Bekir’in payı vardır. Halbuki Kureyş’in kâfirlerine göre Ebû Bekir tesir açısından insan-ların en etkilisi olduğu halde bu durum onların Ebû Bekir’e biat etmesine mani olmamıştır. Yine Kureyş kâfirlerinin mağlup edilmesi ve İslâm’ın ilan edilmesi konusunda Ali’nin olmadığı kadar Ömer b. Hattab’ın payı vardır. Onların tamamının izlerini unutmayı zorunlu kılan ve bunların arasın-da sadece Ali’ye düşmanlık göstermelerine sebep olan şeyin ne olduğunu keşke bilseydim? Râfizîlerin haya duyularının azlığı ve arsızlıkları, onların Sa‘d b. Ebû Vakkas, İbn Ömer, Hz. Peygamber’in (s.a.) azatlısı Üsame b. Zeyd, Râfi’ b. Hudeyc el-Ensarî, Muhammed b. Mesleme el-Ensarî, Zeyd b. Sabit el-Ensarî, Ebû Hureyre, Ebu’d-Derdâ ve bunların dışında muha-cirlerden oluşan bir topluluğa düşmanlık beslemeye kadar götürmüştür.

5

10

15

20

25

30

Page 191: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 191

؟ ] ٢٩٠[ ــ ــ أذى ؟ أو ــ ح ــ ــ ــאر؟ أو ــ ا ــ ــ ــא و ــ أ

ــ ــ و ــאو ــ م و ــ ــ ــא ــא כ ــכ ا ــ ــ ا ــ כ ــ أ

ــ ــ ــ ا כ ــ ــ ــאر ب ا ــ ــ ــ ــ כאن ي ــ ؟ ــ ــ

ــאدة ــ ــ ــאر ؟ وا ــ ــ ك כــ ا ــ ــ ؟ و ــ ــאل ــ إ ؟ و ــ ــ ا

ــ ــ و ــ دو א ــ ــ ــאر إ ــ وا ــ כــ و ــ ــאر أ ــ إ ــ ــ

ــא و ــ أ ، ــ ــ أ ــ و ل ــ א ــ وا و ــ ــ ر ــ ــ أ ــ و

، ــ ، وا ــ ، ور ــ ــ ب ــ ــ ا ــ א د ا ــאرب أو ــ أ ــ ــ ــ

ــ ــ ا ــ ــ ا כ ــ ، و ــ ــ و ا ــ כ ــ ا כ ــ ــ ، ــ א و

. ــ ــ أ א ــ ا ــא ــאق כــ ا ــ א ه ــ . إن ــ

ــ ] ٢٩١[ ــ ا ــ ــאص، و ــ أ ــ ــ و ، ــ وا ، ــ כאن ــ و

ــ כאن ؟ ــ ــ دو ــאد ــאد ا א ــ ي ــ ــא ا ، ــ ي כאن ــ כ כא ــ ا

ــאدة ــ ــ ــ ــ ا ور ــ ر כ ــ ــ כאن . و ــ ــאء أو ــ وا

ــ ــ و ــ ــכ ــ ذ ــא ، ــ כــ ــ ــא م ــ ــ ا ــאء إ ــ ا ــ

ــ ــ ــ ا ــאب ر ــ ا ــ ــ כאن . و ــ אر ــ כ ا ــ ــאس أ أ ا ــ أ

، ــ ــ ا ــ ر כــ ــ ــא ــ ــ ز م ــ ــ ا ــ وإ ــאر ــ כ א

ــ ــ ــא ــאدوا ، و ــ ء כ ــ ــא אر ــ آ ــ أن ي أو ــ ــא ا ي ــ ــ

ــ أن ــ إ ــ ــ ا ــ ، ــ د ــ و א ــ و وا ــאء ا ــ ــ ؟ ــ כ

ــ ل ا ــ ــ ر ــ ــ ز ــא ــ وأ ــ ــאص وا ــ و ــ أ ــ ــ وا ــ

ــ ــאري وز ــ ا ــ ــ ــאري و ــ ا ــ ــ ــ ورا ــ و ا

ــ א ــ ا ء ــ ــ ــ א رداء و ــ ــ ا ة وأ ــ ــ ــאري وأ ــ ا א ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 192: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi192

Çünkü bunlar, Ali hilâfeti ele aldığında ona biat etmemiş, daha sonra Mua-viye’ye ve oğlu Yezid’e -ona yetişenler- biat etmişlerdir. Râfizîler, söz konusu kin ve nefretin onları bu şekilde davranmaya götürdüğünü iddia etmiştir.

[292] Ebû Muhammed şöyle dedi: Râfizîlerin ahmaklığı, aşırı derecede câhil olmaları ve arsızlıkları onları harap olmaya, helâke, utanca, cehenneme ve çirkinliklere dikkat göstermemeye sürüklemiştir. Keşke Ali ile bunların ya da en azından bunlardan biri arasında herhangi bir hamaset veya güzel sözde bir benzerlik görebilseydim!. Ancak onlar ve onların takip edenler herhangi bir fırkaya biati uygun görmezler. Ancak müslümanlar bir kişi üzerinde itti-fak ettiklerinde bunlar da hemen kalkıp onlara tabi olurlar. Nitekim bunlar-dan İbn Zübeyr’e (r.a.) ve Mervan dönemine yetişenler ilk önce onlara biat etmediler, beklediler ve ne zamanki Abdülmelik b. Mervan tek başına kaldı hemen ona biat ettiler. Ona biat etmeleri de ne Abdülmelik b. Mervan’dan razı olduklarından, ne İbn Zübeyr’e düşmanlıklarından, ne de Abdülme-lik’in İbn Zübeyr’den üstün olduğunu düşündüklerinden dolayı değildi. Bilakis yukarıda zikrettiğimiz sebepten dolayıydı. Onların Ali ve Muaviye konusundaki durumları da böyledir, daha fazla söze ihtiyaç yoktur. Böyle-ce bu mecnunların ağızlarında geveleyip durdukları sözleri açığa çıkmıştır. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[293] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte Zeyd b. Hârise, Bedir günü Han-zala b. Ebû Süfyan’ı öldürmüştü. Zübeyr b. Avvam da Bedir günü Ubeyde b. Saîd b. el-As’ı öldürmüştü. Yine Ömer b. el-Hattab aynı gün el-As b. Hişam b. el-Mugîre’yi katletmişti. Öldürülen bu kimselerin yakınları söz konusu kimselere düşmanlık beslemedi mi? Şu halde öldürülen kimselerin yakınları -yukarda ifade ettiğimiz kimselere değil de- düşmanlığı sadece Ali’ye tahsis etmeleri Râfizîlerin akılsızlığı ve arsızlıklarından başka bir şey değildir.

[294] Sonra onların dile getirdiği hususlar doğru olsa idi, Ömer’in şuraya dâhil ettiği kimselerin arasına Ali’yi de eklemesinin sebebi ne-dir? Şayet Ömer, Said b. Zeyd’i şûrâdan çıkardığı gibi, Ali’yi de şûrâ-dan çıkarsa ya da başka bir kimseye yönelip onu yönetici tayin etse idi, bu konuda hiç kimse ona bir kelime dahi olsa itiraz etmezdi.

5

10

15

20

25

30

Page 193: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 193

ــ أدرכــ ــ ــ ا ، و ــ אو ا ــ א ــ ــ ــ ا ــא إذ و ا ــ א ــ ــ إ

ــכ. ــ ذ ــ ــאد ــכ ا ا أن ــ واد

]٢٩٢ [ ، ــ א ــ ، و ــ ــ ة ــ ، و ــ ا ــ ا : ــ ــ ــאل أ

ي ــ ــ ، و ــ א א ة ــא ــ ا ــאر، و ــאر، وا ار، وا ــ ــאر، وا ــ ا ــ ر

ــא כאن ؟ وإ ــ ــ ء؟ أو أ ــ ــ ــ و ــ ــ ــ כא ــ ــ وأي כ א أي

ــא ــ ن ــ ــ ا ــא ا ــ ــ ــ ون ــ ــ ا ى ــ ــ ء و ــ

ــ ء ا ــ ــ ــ أدرك ــ ا כــ ، و ــ א ــ ا ا ــ ــ כאن د ــא ــ כא ا ــ ا

وان ــ ــ ــכ ــ ا د ــ ــא ا ــא وا ــ ــ وان ــ ــ و ــ ا ــ ر ا

ــכ ــ ا ــ ، و ــ ــ ز اوة ــ ــ و ــא ر ــ ــ أدرכــ ــ א

כــ ــ ــ אو ــ و ــ ــ ا כאن أ כــ ــא. و ــא ذכ כــ ــ ــ ا ــ ا

. ــ א ــ رب ا ، وا ــ א ء ا ــ

אن ] ٢٩٣[ ــ ــ ــ أ ــ ر ــ م ــ ــ ــ אر ــ ــ ا ز ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ا ــ ــאص و ــ ا ــ ــ ة ــ ــא را أ ــ م ــ ــ ام ــ ــ ا ــ ا ا ــ و

ء ــ ــ ــ أ אدا ــ ة ــ ــ ا ــאم ــ ــאص ــ ا ــ ــאب ــ ا

ــ ــא ــ ذכ ــא ــ دون ــ ــאء اوة أو ــ ــא ــ ي ــ ــא ا ، و ــ ا

. ــ ــ و ــאء م ا ــ ــ و ا ن ا ــ

ــ ] ٢٩٤[ א إد ــ إ ــ ــא د כאن ي ــ ا ــא ــא وه ذכــ ــא כאن ــ ــ

ــ ــ ج ــ أ ــא כ ــא ــ أ ــ و ــא، ــ أد ــ ــ رى ــ ا ــ

، ــ כ ــכ ــ ذ ــ ــ أ ض ــ ــא ا ه ــ ه ــ ــ ــ ر ــ إ ، أو ــ ز

٥

١٠

١٥

Page 194: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi194

Böylece dile getirdiğimiz hususların tamamından hareketle, sahabe Ali’yi ne hakketmediği bir konuma yükseltmiş ne de hakkını gasp etmiştir. Allah onların hepsinden razı olsun. Onlar, “en uygun” olanı “en uygun” olana ve “en faziletli” olanı yine “en faziletli” olana tercih ettiler. Böylece onlar, Ali’yi emsalleri ve kendisi gibi olan insanlarla eşit seviyede gördüler.

[295] Sonra Râfizîlerin uydurmalarının yanlışlığı hususundaki en açık aklî delil ve en açık söz şudur: Ali, Osman’ın (r.a.) öldürülmesinden sonra kendi imâmetine davet ettiğinde muhacir ve Ensar’dan oluşan topluluk-lar ona biat etmeye koşmuştur. İnsanlardan herhangi biri, daha önceden Ebû Bekir, Ömer ve Osman’a biat etmelerinden dolayı onlardan herhangi birinin Ali’den özür dilediğini zikretmiş midir? Ya da Ali’nin imâmetinin açıklanmasını (nas ile tayin) inkâr etmelerinden dolayı onlardan herhangi biri tövbe etmiş midir? Ya da onlardan biri “Bu adamın durumu hakkında unuttuğum nassı/açıklamayı hatırladım. Şüphesiz sapkınlığa düşen akılla-ra bu apaçık hakikat gizli kalmıştır, Allah onları hidayete erdirmeyi dileme-miştir.” şeklinde demiş midir?

[296] Daha sonra Ömer (r.a.) vefat etti ve yönetimi sahabeden altı kişi-den oluşan şûraya bıraktı. Ali de bunlardan biri idi. Bu üç gün zarfında ne korkulacak bir sultan, ne sakınılacak bir lider, ne birisinden korkmak ne de ezip geçmek için hazırlanmış bir ordu vardı. Acaba Ali’nin (r.a.) kendisine tahsis edilen açık bir hakkı ve Allah Resulünden (s.a.) gelen onun imâmeti-ne dair bir açıklama olsa idi ya da sahabenin arasında onu öne çıkaran açık bir fazileti olsa idi, bu durumda Ali’nin: “Ey insanlar! Bana yaptığınız bu zulüm nedir? Hakkımı nice zamandır gizliyorsunuz? Allah Elçisinin (s.a.) açıklamasını nicedir inkâr ediyorsunuz? Apaçık faziletimden dolayı nicedir yakınlarımdan yüz çeviriyorsunuz?...” şeklinde demesi gerekli değil miydi? Böyle yapmadığına göre, niçin böyle yapmadığını bilmiyoruz!

[297] Haşim oğulları içinde bu sözü söyleyecek dindar bir kimse yok muydu? Amcası Abbâs niçin böyle bir şey söyleme-di? Hz. Ömer’in yağmur duasında insanların huzurunda Ab-bâs’ı vesile kılarak Allah’tan dilemesine varıncaya kadar ona say-gı ve ihtiram gösterenlerin tamamı niçin böyle bir söz söylemediler?

5

10

15

20

25

30

Page 195: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 195

ــ ــ ر ــ و א ــ ــ ه ــ م أ ــ ــא أن ا ــא ذכ ــכ ورة ــ ــ

ــאووه ــ و א ، ــ ، وا ــ א ــ ا ا ــ ــ ، وأ ــ ــ أ ا

. ــ ــ ا

ــ ] ٢٩٥[ ــא ر ــ أن ا ــ ا ن أכאذ ــ ــ ــאن ــ ــאن وأ ــ ــ أو

ــ ــ ا ــאر ــ ــ ا ــאن ر ــ ــ ــ ــ ــ إ ــא اد ــ ا

ــ ر إ ــ ــ ا ا ــ ــאس أن أ ــ ا ــ ــ ذכــ أ ، ــ ــ ــאر إ ــ وا א ا

ه ــ ــ ــ ــ ــאب أ ــ ــאن، أو ــ و כــ و ــ ــ ــ ــ ــא

ــ ــ أ ي כ ــ ــ ا ا ا ــ ت ــ ذכــ : ــ ــ ــאل أ ، أو ــ א ــ إ ــ

ــ ــ و ل ــ ــ ــ ا א ا ا ــ ــא ــ ــ ــ أن ا ا ــ ــ ــ أ

ــא. د ا أن ــ

]٢٩٦ [ ، ــ א ــ ا ــ ــ رى ــ ــ ك ا ــ ــ و ــ ا ــ ر ــאت ــ

ــ و ــ ــאف و ر אن ــ ــ ــאم ا ــכ ا ــ כــ ــ ــ و ــ أ

ــ ــ ــ ا ــ ر ــ כאن ى ــ ــ أ ــ ــ ، و ــ ــ أ ــ א

ــ ــ ــ أو ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ ــ ــ و ــ ــ א

ــאس ــא ا ل أ ــ ــ أن ــ ــ ا ــא כאن ا ــ أ ــ د ــ ــ ــ ــ ــ א

ل ا ــ ــ ر ــ ا ا ــ ــ ؟ وכ ــ ــאن כ ا ا ــ ــ ــ وכ ــ ا ا ــ ــ כ

ــ و ء ا ــ ــ ــ א ــ ا ــ اض ــ ا ا ــ ؟ وכــ ــ ــ و ــ ا

ــאذا؟ ري ــ ــ ــ ذ ؟ ــ

م؟ ] ٢٩٧[ ــכ ا ا ــ ل ــ ــ د ــ ــ أ ــ א ــ ــ כאن ــא أ

ــ ــ و ه ــ ــ ــ א ا ــ و ــ ــאس ا ــא أ

אء. ــ ا ــ ــאس ا ة ــ ــ א ا ــ إ ــ ــ ــ أن

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 196: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi196

İster oğullarından biri, isterse kardeşi Akîl, ya da kardeşi Ca‘fer’in oğul-larından biri, ya da başka biri niçin böyle bir söz söylemedi? Şayet bunu kabul edersek o zaman Haşim oğulları içinde yüce ve ulu Allah’tan sakınan bir kimse olmadığına ve ikiyüzlülükten dolayı doğru sözü söylemekten çe-kindiklerini söyleriz.

[298] Hatta muhacirler, Ensar ve diğerlerinden oluşan bütün müslü-manlar içinde “Ey müslümanlar! Kölelik ve boyun eğme dönemi sona er-miştir. İşte bu Ali’dir; onun, nassın zorunlu kıldığı bir hakkı vardır ve hiçbir şüphenin olmadığı apaçık üstün bir fazileti vardır... Ona biat ediniz. Onun durumu açıktır.” şeklinde söz söyleyecek bir kimse yok muydu? Yoksa Rak-ka’dan Horasan’a, Cezire’den Yemen’in en uç bölgelerine kadar ilkinden sonuncusuna varıncaya kadar ümmetin tamamının bu adamın hakkını sa-vunmama, ona zulmetme ve hakkına mani olma hususunda birlikte hareket edilmesine dair herkese bir haber mi ulaştı? Halbuki bu insanların imkânsız garip şeylerden korkacakları bir durum da yoktu ve nitekim onlar arasında daha sonra ona biat edenler de vardı. Çünkü hak artık onun olmuştu. Ve insanlar onun yolunda kendilerini feda etmişler. Rezil ve aşağılık Râfizîlerin onun hakkında indiğini söyledikleri nassın açıklaması nerde?

[299] Sonra garip olan şudur ki; maden insanların tamamının Ali’ye karşı böyle bir kin ve nefretleri vardı ve onun hakkını inkâr etme nokta-sında bu şekilde ittifak etmişlerdi, onları Ali’yi öldürmekten alıkoyan şey neydi? Onu öldürür ve rahatlarlardı. Oysa hiç kimse ona saygıda kusur etmemiş ve onu şûrâ ekibine dâhil etmişlerdi. Hişam b. el-Hakem şöyle dedi: Ali’nin nas ile tayinini gizlemedikleri hususunda sahabeye nasıl hüs-nü zan beslenebilir ki? Halbuki onlar savaştılar ve birbirlerini öldürdüler. Bu konuda onlara hüsnü zan beslenebilir mi?

[300] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şayet fâsık kişi kendisinden hâsıl olan bu görüşün kendi aleyhinde en büyük delil olduğunu bilse idi bu ahmaklığı dile getirmezdi. Çünkü Ali b. Ebû Tâlib (r.a.), insanlar fırkalara ayrıldığı zaman onlarla savaşanların ilkidir. Onların hakkında hüsnü zan ya da suizan besleyenlerden olup da savaşa katılanların tamamı savaşma hususunda Ali’yi takip edenlerdir. Bu konuda onunla diğer sahabe arasın-da bir fark yoktur. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

5

10

15

20

25

30

Page 197: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 197

ــ ذ ــ ، ــ ، أو ــ ــ أ ــ ــ ــא أ ه، وإ ــ ــ أ ــא ، وإ ــ ــ ــא أ وإ

. ــ ا ــ ل ا ــ ــ ه ــ ، و ــ ــ و ــ ا ــ ــ أ א ــ ــ כــ

ــ ] ٢٩٨[ ــאر و ، وا ــ א ــ ا م ــ ــ ا ــ أ ــ ــא כאن أ

ــ א ــ ــ وا ــ ــ ا ــ ــ و ــ ا ــ زا ــ ــ ا ــא ل: ــ ــ وا

ــא ــ أو ــ ا ــאق ــ أن ا ه ــ ه ــ א ــ ى ــ ــ א ــ א ــ ــ و

ــ ، إذ ــ ــ ا ــ أ ة إ ــ ــ ا ــאن، و ا ــ أول ــ إ ــ ــא ــ آ

، ــ ــ ــ ــ و ــ ــ א ، وا ــ ا ا ــ ــ ــ ت ــכ ــ ا ــ ا

ه ــ א ــ ــ ا ، و ــ ــאل ا ــ ا א ى ــ ــ א ء ــ ــאك ــ و

ــא ــאر ــ إ ا ــ ــ כא ، ــ ــ دو ا أ ــ ، و ــ ــ ــאر ا ــכ، إذ ــ ذ

ال؟ ــ ــ ا وا ــ ا ــ

ه ] ٢٩٩[ ــ ــ ــ א ، وا ــ ا ا ــ ــ ــ ــ إذ כאن ــ ا

وه ــ ه و ــ ــ أכ ؟ أم כ ــ ا ــ ــ ــ ا ــ ر ــ ــאق، כ ا ا ــ ــ

ــ أ א א ــ ــ ا ــ : כ כــ ــ ا ــאم ــאل رى؟ و ــ ــ ا ه ــ وأد

ــ ــ ــ ــא ــ ــ ا و ــ ــ ا ــ ــ و ــ ــ ا ا ــ כ

ا. ــ ــ ــ ا

ــ ] ٣٠٠[ ــ ــ ــ ل. أ ــ ا ا ــ ــ أن א ــ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ א ــ ــ أول ــ ا ــ ر א ــ ــ أ ــ ن ، ــ ا ا ــ ــ

ــ ء ا ــ ــ ــ أو ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ا ــא ــכ ــאس، ق ا ــ ا

، ــ ــכ כ ــ ــ א ــא ا ــ ــ و ق ــ ، و ــ א ــ ــ ــ ــ ــ

. ــ ــ ا א ــא و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 198: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi198

[301] Onun hakem olarak tayin edilmesi ile onlardan bir başkasının hakem olarak tayin edilmesi arasında herhangi bir fark yoktur. Buna ila-veten onların savaşmaları, bâtıl olarak gördükleri bir şeye karşı hiçbir şey yapmaksızın durmayacaklarının en güçlü delilidir. Oysa onlardan her bir grup, hak olduğunu düşündükleri şey için savaşmıştır. Kendi düşüncesinin hilafına olan bir şeye sabretmek yerine ölüme razı olmuşlardır. Onlardan bir topluluk da savaşta bir hak görmediği zaman savaşa katılmayıp tarafsız kalmıştır. Bu da göstermektedir ki şayet onların yanında ya da onlardan birinin yanında Ali’nin imâmetini gösteren bir nas olmuş olsa idi, ardına düşüp savaştıkları ve ölümü göze aldıkları şeyde olduğu gibi elbette bu konuda da hakkı ortaya koymak için savaşırlardı. Şayet birisi şöyle derse: Sizler bir imamın gerekliliğini kabul ettiniz. Özellikle, Kur’ân’ın nassını ve sahîh haberleri kabul eden siz zâhir ehli topluluğuna göre imam nasıl bilinir? Bu da kıyas ve rey taraftarlarına sorduğumuz hususlardandır.

[302] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bizim cevabımız -başarı yüce Al-lah’ın yardımıyladır- şöyledir: Allah Resulü (s.a.) imâmetin gerekliliğini ve biat etmeden bir gece geçirmenin helal olmayacağını açıklamıştır. Hz. Peygamber, “Yüce Allah’ın kitabıyla yönettiğinde, hakkında çekişme ve tartışma olmayan Kureyşli bir imama itaat gereklidir.” meâlindeki sözüyle bunu bizlere farz kılmıştır.

[303] Böylece bu açıklamalardan, kendisine itaatin gerekli olduğu bir imamın vasıflarına dair açıklamanın/nassın olduğu anlaşılmaktadır. Tıpkı hükümlerde şahitlerin vasıflarının açıklanması, zekât verilmesi ge-rekli olan fakir ve miskinlerin sıfatlarının açıklanması; namazda imam olacak kişinin vasıflarının açıklanması; kadınlardan nikâhı câiz olanların vasıflarının açıklanması; diğer bütün şeriat konuları da böyledir. İsimle-rin zikredilmesine ihtiyaç yoktur, çünkü yüce Allah bundan bizi sorum-lu tutmamıştır. Böylece kendisinden sonra birisini veliaht olarak tayin etmemiş olan -dolayısıyla birileri ona biat etmemiştir- bir imamın ölü-münden sonra ortaya çıkan akıllı ve yetişkin her Kureyşli, Allah’ın kitabı ve -kitabın kendisine uymamızı emrettiği- Resulüllah’ın (s.a.) sünnetiy-le yönettiği müddetçe kendisine itaat edilmesi gerekli olan bir imamdır.

5

10

15

20

25

30

Page 199: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 199

ق. ] ٣٠١[ ــ ــא و כ ــ ه ــ ــ ــ ــא כאن כ כ ــ ن ــ

ــא رأوه ــ ــאروا ــ ــ ــ أ ــאن ــ أوכــ ــ ا ــ ر א ن ــ ــא وأ

ــ ت دون ا ــ א ــ ــא، ور ــא رأوه ــ ــ ــ ــ כ א ــ ، ــ א

ــכ ل ذ ــ ــאل ــ ا ــ ــ ا ــ ت إذ ــ ــ ــ א ه، و ــ ــא ف ــ ــ

ه ــ وه، أو ــ ــ ــ ــ وا ــ أو ــ ــ ــ ــ כאن ــ ــ

ــ ر ــ أ ا: ــ א ن ــ . ــ ت دو ــ ــאل وا ــ ا أ ــ ــא رأوا أن وا ــ ــא أ כ

ــ ــ أ ــ א ــ א وأ ــ ــאم؟ ف ا ــ ء ــ ي ــ ــאم ــ إ ــ ــ أ

ــ א ــ ــא ــא ا أ ــ ، و ــ ــ آن، أو ــ ــ ن إ ــ ــ ــ ا א ا

أي. ــ ــאس وا ــאب ا أ

ــ ا ] ٣٠٢[ ل ا ــ : أن ر ــ ــ ا א ــא ــא و ا : ــ ــ ــאل أ

ض ــ ، وا ــ ــ دون ــאء ــ ــ ، وأ ــ א ب ا ــ ــ و ــ ــ ــ و

ــ ــאب ا כ ــא אد ــאزع إذا ا ــ ــא وا א ــ إ ــ א : ا ــ ــ ــא

. ــ و

]٣٠٣ [ ، ــ א ــ ا ــאم ا ــ ا ــ ــ ص ا ــ ه ا ــ ــ ــ

اء، ــ ــאכ وا ــ ا ــכאم، و ــ ا د ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ــא כ

ــא כא ز ــ ــ ــ و ة، ــ ا ــ م ــ ــ ــ و כאة، ــ ا ــ ــ ا ا

ــ אء، إذ ــ ــ ذכــ ا ــאج إ ــא، و ــ כ ــא ا ــכ ــאء، وכ ــ ا

ي ــ ــאم ا ت ا ــ ــ ــאدر إ ــ א ــ א ــ ــכ ــכ ــ ذ ــ و ــא ا כ

ــא אد ــא ــ א ــ ا ــאم ا ــ ا ا ــ א ــ ــ وا א ــ ــ أ ــ إ ــ

ــא א א ــאب כ ــ ا ي أ ــ ، ا ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ و א ــאب ا כ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 200: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi200

Eğer söz konusu imam Kur’ân ve sünnetten saparsa imâmetten men edilir ve ona had cezası uygulanır ve hak yerine getirilir. Eğer sadece imâmetten alınmak suretiyle cezalandırılabiliniyorsa bu durumda yönetimden alınır ve onlardan bir başkası onun yerine atanır.

[304] Eğer onlar, “İnsanlar Kur’ân’ın ve sünnetin yorumlanmasında farklı görüşler ileri sürdüler.” derlerse, şöyle cevap veririz: Evet, yüce Allah bizlere, tartışma ve çekişme durumunda Kur’ân’ın ve sünnetin zâhirine rucu etmemizi emretmiş ve başka bir nas olmaksızın Kur’ân ve sünneti te’vil etmekten de alıkoymuştur. Yine şöyle deriz: Bir delil ortaya konul-madan yapılan te’vil, sözü asli maksadından tahrif etmektedir. Nitekim bundan men eden naslar gelmiştir. Ayrıca ihtilaf bir delil değildir. Delil, Kur’ân’ın ve sünnetin nasları, bu naslardan bize hitap edilen Arap dilinden anlaşılan iktiza ve şeriatın ilzam ettiği şeylerdir.

[305] Ebû Muhammed şöyle dedi: Sonra onlara sorar ve şöyle deriz: Bütün fırkalarınızın iddia ettiği imâmet anlayışınızın gerekliliği konusun-daki delilinizin esasının sadece iki yönü vardır. Bunlardan biri, Ali’nin is-miyle belirtilmiş/nas edilmiş olması. İkincisi ise, şeriatın açıklanmasında ona olan aşırı ihtiyaçtır. Zira ondaki şeriat bilgisi başka hiçkimsede yoktur. Bunlar dışında herhangi bir delilleri yoktur. Öyle ise, hangi sebepten do-layı Muhammed b. Ali b. Hüseyin, kardeşleri Zeyd, Amr, Abdullah, Ali ve el- Hüseyin’e göre imâmete daha layık olduğunu lütfen bize haber veriniz?

[306] Eğer onlar, Muhammed b. Ali konusunda babasından ya da Hz. Peygamber’den (s.a.) imamın “el-Bakır” olduğuna dair bir nas geldi-ğini iddia ettiyseler, bu durum onların yalan konuşmaları hususundaki ilk girişimleri değildir. Onlar, Keysaniyye299 fırkasının (Muhammed) İbn Hanefiyye’nin nas ile tayin edildiği iddiasına karşı bu konuma daha la-yık değillerdir. Eğer onlar, Muhammed b. Ali’nin (V. İmam Muhammed Bakır) kardeşlerinden daha faziletli olduğunu iddia ederlerse, bu da delili olmayan bir iddiadır. İnsanlarda görünen şeylerden hareketle yüce Allah katında kişinin faziletinin böyle olduğuna kesin hüküm verilemez. Bazen onun içyüzü zâhirinden farklı olabilir.

5

10

15

20

25

30

Page 201: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 201

ــ أذاه ــ ن ــ ــ ، وا ــ ــ ا ــ ــכ وأ ــ ذ ــ ــא ء ــ ــ ن زاغ ــ

. ــ ه و ــ ــ ــ وو ــ إ

ــ ] ٣٠٤[ ــ و ــא ــ آن وا ــ ــ ا و ــ ــאس ــ ا ــ ا ا: ــ א ن ــ

ــא و ــ ــ ــ و آن وا ــ ــ ا א ــ ــאزع ا ــ ا ع ــ א ــ א ــא ا أ

ــ ــ כ ــ ا ــאن ــ ــ ــ ي ــ ــ ا و ــא: إن ا . ــ ــ آ ــ

ــ ــא ا ، وإ ــ ف ــ ــ ا ــכ و ــ ذ ــ א ــ ــאء ا ــ ، و ــ ا

ــא ــ أ ، و ــ ــא ي ــ ــ ا ــא ا ــאه ــא ا ، و ــ آن وا ــ ــ ا ــ

. ــ ا

ــ ] ٣٠٥[ כــ א ة ا ــ : إن ــ ل ــ ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــא: ا ، أ ــ ــאن ــ و ــא כــ إ ــ ــא ــ כــ ا א ــאب إ إ

ه ــ ــ ه ــ ــא ــ إذ ــאن ا ــ ــ ــ إ א ة ا ــ : ــ א ــ وا א ــ

ــ א א ــ ــ أو ــ ا ــ ــ ــ ــאر ء ــ ي ــ ــ و ، ــ و

؟ ــ ــ وا ــ ا و و و ــ ــ و ــ ز ــ إ

ــ ] ٣٠٦[ א ــ ا ــ أ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ أو ــ ــ أ ــא ا ــ ن اد ــ

. ــא כ ــ ا ى ــ ــכ ا ــ ا أو ــ כ ــ ، و ــ ــ כ ع ــ ــכ כــ ذ ــ

ــ ــ כא ــ ا ــ ــא أ ــ כאن ا أ ــ ، وإن اد ــ ــ ــ ا ــ ــ ا ا ــ د

و ــ ــא ــ ــ ــ و ــ ا ــא ــ ــ ــ ــאن وا ــ ى ــ ــא د أ

ه. ــ א ف ــ ــ א ن כــ ــ ــאن، ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 202: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi202

[307] Aynı şekilde onlara, “Mûsâ b. Ca‘fer’i (VII. İmam Mûsâ Kazım), kardeşleri Muhammed, İshak veya Ali’ye göre imâmete daha layık kılan şey nedir?” diye sorulur. Onlar, buna kuru bir iddiadan başka cevap bu-lamazlar. Yine onlara şöyle sorulabilir: “On sekiz erkek kardeş oldukları halde kardeşlerini değil de Ali b. Mûsâ’yı (VIII. İmam Ali Rıza) imam olarak belirleyen şey nedir? Onlar, buna da kuru bir iddiadan başka cevap bulamazlar. Aynı şekilde onlara, “Muhammed b. Ali b. Mûsâ’yı (IX. İmam Muhammed Tâkî), kardeşi Ali b. Ali’ye göre imâmete daha layık kılan şey nedir? Yine Ali b. Muhammed’i (X. İmam Ali Nâkî), kardeşi Mûsâ b. Mu-hammed’e göre, yine Hasan b. Ali b. Muhammed b. Ali b. Mûsâ’yı (XI. İmam Hasan el-Askerî), kardeşi Ca‘fer b. Ali’ye göre imâmete daha layık kılan şey nedir? diye sorulur.

[308] Burada yalancı ve uydurma bir iddianın -öyle ki bu iddia sahibi-nin hiçbir utanma duyusu yoktur- dışında bir şey var mıdır? Bu iddianın bir benzerini herhangi bir kimse Hasan b. Hasan, Abdullah b. Hasan, ya da kardeşi Hasan b. Hasan ya da İbn Ali b. Hasan, ya da Medine’de is-yan eden Muhammed b. Abdullah300 veya kardeşi İbrahim, ya da Abbâs oğullarından veya Ümeyye oğullarından herhangi bir kimse için, ya da insanlardan herhangi bir topluluğa mensup bir kimse için iddia etmiş olsa idi ahmaklık ve aptallıkta onlara denk olurdu. Bunlara benzer iddialarla bir tutam aklı olan ya da az da olsa dinî bir hissiyatı olan veya bir parça haya duygusu bulunan bir kimse meşgul olmaz. Böylece imâmetin nasla tayin edildiği görüşü geçersiz olmuştur.

[309] Şeriatın açıklanması konusunda imama olan ihtiyaca gelin-ce, insanların ihtilaf ettikleri hususlardan herhangi birine dair bir açık-lama imamların pek çoğundan asla zuhur etmemiştir. Bu açıdan onla-rın elinde uydurulmuş bir iddiadan başka hiçbir şey yoktur. Diğer fır-kaların ihtilaf ettiği gibi onlar da bu konuda aynı şekilde ihtilaf etmiş-tir. Ancak şu kadar var ki onların durumu diğerlerinden daha kötüdür. Çünkü Ebû Hanife’nin taraftarlarının Ebû Hanife’yi, Malik’in taraftar-larının Malik’i, Şafii’nin taraftarlarının Şafii’i ve Ahmed’in taraftarları-nın da Ahmed’i takip etmesi gibi, herkesin taklît ettiği bir insan vardır.

5

10

15

20

25

30

Page 203: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 203

ــ ] ٣٠٧[ א א ــ ــ أو ــ ــ ــ ي ــ ــא ا ــא ن أ ــ ــכ وכ

، ــ ى ــ ا ــ ــ إ ون ــ ــ ؟ ــ أو אق ــ وإ ــ ــ أ ــ

ــ ــ و ــ دون ا א א ــ ــ ــ ــ ــ ــא إ ن ــ ــא ــכ أ وכ

ي ــ ــא ا ن ــ ــכ ى وכ ــ ــ ا א ــ ون ــ ــ ا! ــ ذכــ ــ

ــא ؟ و ــ ــ ــ ــ ــ أ ــ א א ــ ــ أو ــ ــ ــ ــ ــ

ــא ؟ و ــ ــ ــ ــ ــ أ ــ א א ــ ــ أو ــ ــ ــ ــ إ

ــ ــ א א ــ ــ أ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ا ي ــ ا

؟ ــ ــ ــ ــ أ

ــא ] ٣٠٨[ א ــאء ــ ا ــ כאذ ا ى ــ ا ــ ء ــ ــא ــא ــ

ــ ، أو ــ ــ ا ــ ا ــ و ــ ا ــ ع ــ ــא ــ ــ اد ــ وا

ــ א ــ ا ا ــ ــ ــ أو ــ ا ــ ــ ، أو ــ ــ ا ــ ا

، أو ــ ــ أ ــ ــאس، أو ــ ا ــ و ــ ــ أو ا ــ إ ، أو ــ א

ــ ــ ا ــ ــ ، و ــ א ــ ا ــאوا ــאس כאن، ــ ا م ــ ــ أي

ــאء، ــ ا ــ : أو ر ــ ــ ، و ــ ــ د ــ ، أو ــ ــ ــכ ــ ــ

. ــ ــ ا ــ و

ــ ] ٣٠٩[ ــ أ ــ أכ ــ ــ ــא ــ ــאن ا ــ ــ ــ إ א ــ ا ــא و وأ

ــ ــאوي ء، إ د ــ ــכ ــ ذ ــ ــא ــאس، و ــ ا ــ ــא ا ء ــ ــאن

أ ــ ــ أ اء، إ أ ــ اء ــ ق ــ ــ ا ــ ــ ــא ا ــא כ ــא ا أ ــ ــ ا

، ــ ــ ــ ــ أ ــאب כ א ــא إ ــ ــ כ ن ــ ــ ــא

. ــ ــ ــאب أ ، وأ ــא ــא ــאب ا ــכ، وأ א ــכ א ــאب وأ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 204: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi204

Şüphesiz zikredilen bu kimseler için, imamlarının görüşlerinin kendilerin-den nakledildiği meşhur taraftarları vardır ve onlar söz konusu görüşleri imamdan alıp diğerlerine nakletmişlerdir. Onların elindeki açık seçik bir habere ulaşmanın imkânı yoktur. Öyle ki bu haberin Mûsâ b. Ca‘fer’in sözü olduğu hususunda muhalif olan bir kimseye mecbur kılsın. Aynı şe-kilde Ali b. Mûsâ’nın ya da Muhammed b. Mûsâ’nın yahut Ali b. Muham-med’in ya da Hasan b. Ali’nin sözü olduğunu bilmenin imkânı da yoktur. Hasan b. Ali’den sonra (imam) olana gelince, o tamamen yok olmuştur. Bu da açık bir ahmaklıktır. Mûsâ b. Ca‘fer’den öncekilere gelince, Hasan ve Hüseyin (r.a.), Ali b. Hüseyin, Muhammed b. Ali, Cafer b. Muhamed’den fıkıh konusunda rivayet edilen bilgilerin tamamı toplansa birkaç sahifeye bile baliğ olmaz.

[310] Acaba yüce Allah’ın ne onların ne de başkalarının nezdinde, ne ilim ne de amel olarak hiçbir kimseyi faydalandırmadığı ve sadece imamla-rında olduğunu iddia ettikleri maslahat nasıl ortaya çıkmıştır? İmamlardan biri olarak isimlendirdikleri Hüseyin’den (r.a.) sonra, imamlardan hiçbiri ortaya çıkmamış, açıktan ve bilinen bir şekilde emir olmamıştır. Dinin, imamların nezdinde olduğunu kabul eden İmamiyye’ye intisap eden bu sapkınların vasıflarını okuduk, ancak biz, görüşlerin en çirkinleri olarak saçma iddialar ve tutarsız görüşlerden başka bir şey görmedik.

[311] İsimlerini zikrettikleri bu imamlar için iki ihtimal söz konusudur. Ya onlara susmaları emredilmiştir ya da bu konuda açıklama yapmakta ser-best bırakılmışlardır. Bu iki ihtimalin birinden uzak kalmaları mümkün değildir. Eğer onların sessiz kalmaları emredilmiş ise bu durumda insan-ların sapkınlıkta kalmaları mubah kabul edilmiş, din konusundaki hüccet bütün insanlardan sâkıt olmuş ve din de bâtıl olmuştur. İslâm’ın farziyeti de bağlayıcı değildir. Bu ise açıkça küfürdür. Bunu onlar da kabul etmez-ler. Ya da imamlar konuşmak ve açıklama yapmakla emredilmişlerdir. Bu durumda sessiz kaldıklarında Allah’a asi olmuş olurlar ve böylece imâmet-leri geçersiz olur. İmamlar hakkındaki iddialarının sıhhati sorulduğunda onlardan bazıları bu konuda ilhamın olduğunu iddia etmeye sığınmıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 205: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 205

ــ ــא ، و ــ א ال ــ ــ أ ــ ــא ــא א ــ أ ر כ ء ا ــ ن ــ

ــ أن ــ إ ــ ا ف ــ כ ــ א ــ ــ ــאل ــ ا ــ إ ، و ــ

ــ ــ ل ــ ــ ، و أ ــ ــ ــ ل ــ ــ ، و أ ــ ــ ــ ل ــ ا ــ

ــ ــ ــא ، وأ ــ ــ ــ ل ا ــ ــ ــ و أ ــ ــ ل ــ ــ ، و أ ــ

، ــ ــ ــ ا ــ ــ ــא ة، وأ ــ א ــ א ــ و כ א م ــ ــ ــ ــ ا

ــ ــ ــא و ــ ا ــ ر ، وا ــ ــ ا ــ ــ ا ــא روى ــ כ ــ

ــ ــא أ ــ ــ ا ــ ر ــ ــ ــ ــ و ــ ــ ــ ــ و ــ ا ا

ــ أوراق.

ــ ا ] ٣١٠[ ت و ــ ــ א ــ إ ــא ــ ــ ا ى ا ــ ــא

ــ ــ ، و ــ ــ ــ و ، ــ ــ و ــ ــ ــא ــ א

ــ ــ أ ــ ا و أ ــ ا أ ــ ــ ء ا ــ ــ ــ ــ ا ــ ر ــ ا

ــ א ــ ا ــ إ ــ ا א ء ا ــ ــ ــא أ ــ ، و ــ وف ــ ــ

ة، ــ א ــאردة، وآراء ــאوي ــא إ د ــא رأ ، ــ ــ أ ــ ن ا ــ ــ א ا

ال. ــ ــ ا ن כــ ــא ــ כ

ــ ] ٣١١[ ر ا ــ כ أن ــ ون כــ ــ ا ــ ا ء ــ ــ و

ــאس ــ ــ أ ت ــכ א ــ ر ا ــ כ ن ــ ، ــ ــ א ــ ت، أو ــכ א

، ــ ــ ا ــאس، و ــ ا ــ ــ א ــ ا ــ ــ ا ل، و ــ ــ ا ــאء ا

ا ــ כ ا. أو ــ ن ــ ــ د. و ــ ــ ا כ ــ م و ــ ض ا ــ م ــ ــ و

ــ ــ . و ــ א ــ إ ا و ــכ ا ا إذ ــ ــ ــאن، م وا ــכ א ــ ر

ــכ، ــ ذ ــאم ا ا ــ ــ أن اد ــ إ ــ ا ــ ا ــ د ــ ا ــ ــ إذ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 206: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi206

Böylece onlar bu konuda fitneye ve münakaşaya vardılar. Çünkü herhangi bir kişi veya hasımları onların iddialarının bâtıl olduğuna dair kendilerine ilham edildiği iddiasında bulunabilir. Hişam b. el-Hakem şöyle dedi: İma-mın kardeşlerinde bazı afetler olması gerekir ki bunlardan dolayı onların imâmete layık olmadıkları açıklansın.

[312] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, ahmaklığı artıran kabul edilmez bir iddiadır. Zira ben, Zeyd, Amr, Abdullah, Hasan ve Ali b. Ali b. Hüse-yin’de imâmeti men eden bir afetin olduğunu bilmiyorum. Ancak Zeyd’in ve Muhammed’in kardeşi olan Hasan topal ve aksaktı ve bizler topallığın imâmete mani olan bir kusur olduğunu da bilmeyiz. Topallık ancak yürü-mesi için satın alınan bir kölede ayıp ve kusur sayılabilir. Onların hasım-ları, Muhammed b. Ali’de, Ca‘fer b. Muhammed’de ve diğer imamlarında -Hişam’ın imamların kardeşleri için iddia ettiği- bu afet ve kusurları iddia etmekten geri durmazlar. Sonra, isimleri belirtilen imamlardan bazıları he-nüz üç yaşında oldukları halde babaları ölmüştü. Bu küçük çocuk, -yaşının küçük olmasından dolayı babasının bilgisini alması mümkün olmadığı hal-de- şeriat ilimlerinin tamamını nerden öğrenmiştir? diye onlara sorarız. Söz konusu imamın vahiy aldığını iddia etmelerinden başka yol kalmamıştır, bu da nübüvvet demektir. Böylesi bir iddia da apaçık bir küfürdür. Bununla birlikte onlar, -her ne kadar sözünün doğruluğunu göstermek için imamın mûcize gösterdiğini iddia etseler de- onun peygamberliğini iddia edecekleri bir noktaya varmamışlardır. Bu bâtıl bir iddiadır ve bundan bir sonuç asla çıkmaz. Ya da onlar, imamın ilham aldığını iddia ederler. Herhangi bir kimse böylesi bir iddiada bulunmaktan âcîz değildir.

[313] Ebû Muhammed şöyle dedi: “Yüce Allah’ın dilediğini saptıra-cağı, dilediğini hidayete erdireceği ve her ümmete kendi amelini güzel gös-tereceği” esasından hareketle bu iğrenç görüşlere inanan kimselerin varlığı-nın dışında şayet bir hüccet/delil olmasa idi, elbette (onların dile getirdik-leri bu iddia) en güçlü delil ve en açık hüccet olurdu. Ancak şu kadar var ki yüce Allah böylesi ahmaklıkları câiz gören bir akıl yaratmamıştır. Bize yönelik cömertliğinin yüceliğinden dolayı Allah’a hamd olsun. Allah’ın cö-mertliğine rağmen ahmaklığı devam ettiren kişi sorumludur. Amin.

5

10

15

20

25

30

Page 207: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 207

ــ ــאس و ــ ا ــ ــ أ ــ ــ ــ ا ا ــ ــ ــאروا إ ــ ذ ــ

: כــ ــ ا ــאم ــאل . ــ ا ن د ــ ا ــ ــ أ ا أ ــ ــ أن ــ

. ــ א ن ا ــ ــ ــא أ ــ ــאت ــאم آ ة ا ــ ــ إ ن כــ ــ أن

ري ] ٣١٢[ ــ ، و ــ א ــ ا ــ دودة ــ ى ــ ه د ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــאت ــ آ ــ ا ــ ــ ــ ، و ــ ، وا ــ ا و، و ــ ، و ــ ــ ز

ــ ــ ج ــ ــא أن ا ــא ج و ــ ــ כאن أ ــ و ــא ز ــ أ إ أن ا

ــ ــ ــא ، و ــ ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ــא ، إ ــ א ــ ا

ــכ ــ ــא أ ــ ــ و ــ ــ ــ ــ و ــ ــ ــ ا ــ أن

ــאت ــ ر כ ــ ا ــ أ ــ إن ، ــ ــאم ــא א ــ اد ــאت ا ا

م ــ ــ ــ ا ا ــ ــ ــ ــ أ ــ . ــ ث ــ ــ ــ ا ه و ــ أ

ــ ا ــ ــ إ أن ــ ه؟ ــ ــא ــ ــ ــ أ م ــ ــ ؟ و ــ ا

ة وإن ــ ــ ا ا ــ ــ أن ن إ ــ ــ ، و ــ ــ ة، وכ ــ ه ــ ــ ا

ــ ــ ــא ــ ــא ، ــ א ى ــ د ه ــ . ــ ــ ة ــ ــ ا ــ

ى. ــ ه ا ــ ــ ــ ــ أ ــא ــאم ــ ا ا ــ ء، أو ــ

ــאء ] ٣١٣[ ــ ــ ــ أن ا ــ ــ ا כــ ــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ال ــ ا ا ــ ــ ــ د ــ ــא إ و ــ ــכ أ ــ ــאء و ــ ي ــ و

ــ ــ ــ ــ ا ــא ــאن، وإ ــ ــ وأو ى ــ ــכאن أ ــ ا

ــ ول ــ ــ ا ــא، و ــ ــ ــ ــ ــאت، وا א ه ا ــ ــ

. ــ ــ آ ــא دوا

٥

١٠

١٥

Page 208: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi208

[314] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bunlara ilaveten, imâmet konusun-daki durum şayet bu geri zekâlıların dediği şekilde olmuş olsa idi, Hasan’ın (r.a.) imâmeti Muaviye’ye teslim etmesi imkân dâhilinde olmazdı. Böylece Hasan, sapkınlık, hakkın iptal edilmesi ve dinin yok edilmesi hususunda Muaviye’ye yardım etmiş; zülüm konusunda ona ortak olmuş ve böylece Allah Resulü’nün (s.a.) ahdini iptal etmiş olur. Bütün bu hususlarda kardeşi Hüseyin (r.a.) de onunla birlikte hareket etmiş, ölünceye kadar Muaviye’ye biatını bozmamıştır. Bu durumda Hasan ve Hüseyin (r.a.), itaat ederek ve zorlanmaksızın Hz. Peygamber’in (s.a.) ikisine yönelik ahdinin iptal edil-mesini nasıl doğru kabul ederler? Muaviye öldüğünde Hüseyin hakkını ta-lep ederek isyan etmişti. Çünkü o, Yezid’e biat etmeyi “dalâlet biati” olarak görüyordu. Şayet o, Muaviye’ye biat etmeyi doğru kabul etmemiş olsa idi elbette ona biat etmez ve Yezid’e isyan ettiği gibi Muaviye’ye de isyan etmesi gerekirdi. İnsaf sahibi hiç kimse de bu konuda şüphe duymazdı. Nitekim yüz binlerce insan Hasan ve Hüseyin’in yolunda ölüme gitmişlerdi.

[315] Allah’a yemin olsun ki şayet Hasan (r.a.) imâmeti Muaviye’ye teslim edip etmesinin imkân dâhilinde olduğunu bilmese idi, iki duru-mu birleştirmezdi. Nitekim imâmet onun hakkı olduğundan dolayı altı ay boyunca onu kendisinde tutmuş, daha sonra bir zaruret olmaksızın imâ-meti teslim etmiştir. Bu, onun için mubah, bilakis hiç şüphesiz en faziletli olanıdır. Çünkü dedesi Hz. Peygamber (s.a.), minberde müslümanların huzurunda, yanında bulunan Hasan’ı onlara göstererek şöyle buyurmuş-tur: “İşte bu benim oğlumdur, şeref sahibi bir efendidir (seyyit). Allah’ın bu oğlum sebebiyle müslümanlardan kalabalık iki fırkanın arasını ıslah etmesi umulur.”

301 Biz bu hadisi Buhari’nin tarikiyle rivayet etik.

[316] Sadaka, İbn Uyeyne’den, [o da Ebû Mûsâ’dan]302, o da el- Hasan (el-Basrî)den hadis olarak rivaet etmiştir. Buna göre Hasan el-Basrî, Ebû Be-kir’in (r.a.) “bunu duyduğunu ve Allah Resulü’nün bu şekilde davrandığına şahitlik ettiğini” söylediğini işitmiştir. Bu, Hz. Peygamber’in (s.a.) gaybtan bil-dirmesi ve gayb ile uyarmasıdır. Öyle ki gayba dair bu haberler ancak vahiy ile bilinebilir. Ziyad303 (işin başında Muaviye’ye itaat etmekten) imtina etmişti.

5

10

15

20

25

30

Page 209: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 209

ء ] ٣١٤[ ــ ل ــ ــא ــ ــ א ــ ا ــ ــ כאن ا ــא : وأ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ر אو ــ א إ ــ ــ أن ــ ــ ــ ــ ا ــ ر ــא כאن ا אء ــ ا

כ ــ ن כــ ، ــ م ا ــ ، و ــ ــאل ا ــ إ ل، و ــ ــ ا ــ ــ ا

ــכ ــ ذ ــ ا ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ، و ــ ــ כ

ــ כ ــאت، ــ أن ــ إ אو ــ ــ ــ ــא ــא، ــ ا ه ر ــ ــ أ ا

ــ ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאل ــא إ ــ ا ــ ر ــ وا ــ ا ا

ــ إذ ــ ــ ــאم ا ــ אو ــאت ــא ؟ ــ כ ــ ــ א ــא ــ إ و

ــא ــ כ ، و ــ א ــ ــא ــא ــ אو ــ ــ رأى ــ أ ، ــ ــ ــא رأى أ

ــ ــ أز ــ ا ا و ــ ــאف ــ ذو إ ي ــ ــא ا ــ ــ ــ ، إذ و ــ ــ

. ــ ن دو ــ ــאن ــ ــ أ א ــ

א ] ٣١٥[ ــ ــ إ ــ ــ ــ ــ أ ــ ــ ا ــ ر ــ أن ا ــא

ــ ــ أ א ــכ ــ ــ ا ــ ــא א ــ ــ أ ــ ــ ، و ــ אو ــ إ

ــ ــ ا ــ ــאح، ــ ــכ ورة وذ ــ ــ ــכ ــ ذ א ــ ، و ــ ــ ــ و

ــ ــ ا ــכ ــ ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ه ر ــ ن ــכ، ــ

ــ ــ و ا ــ ــ ــאل: إن ا ، و ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ــ وأرا ة ا ــ

ــאري. ــ ا ــ ــאه ــ رو ــ ا ــ ــ א ــ ــ ــ ا أن

ــ ] ٣١٦[ ل أ ــ ة כــ ــא ــ أ ، ــ ــא ا ، أ ــ ــ ــא ا ، أ ــ ــא

ــ ــ ــ أ ا ــ ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ه ــ ــכ و ــ ذ

ــאد ــ ز ــ ا . و ــ א ــ إ ــ ا ــ ب ا ــ א اره ــ ــ وإ ــ و ا

٥

١٠

١٥

Page 210: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi210

O, nesebi belli olmayan bir kimsedir. Onun ne ailesi, ne nesebi, ne de bir öncesi vardır. Muaviye, ancak kandırmak suretiyle ona güç yetirebilmiş, böylece onu hoşnut etmiş ve vali tayin etmiştir.

[317] Şayet onlar, bu konuda Hasan’ın yanında bir ahit olduğunu id-dia ederlerse, şüphesiz küfre düşerler. Çünkü Allah Resulü (s.a.), bir zo-runluluk ve zorlama olmadan, küfür ile İslâm’ın nurunun söndürülmesine ve bâtıl olan şeylerle Allah’ın ahitlerinin bozulmasına yardım etmeyi hiç kimseye emretmez. Halbuki bunlar, Râfizîlere göre, Hasan ve Hüseyin’in (r.a.) vasıflarıdır. İmamiyye mensuplarından bazıları ve Zeydilerin tamamı, diğer sahabeye göre faziletinin açıklığı ve diğerlerinde olmayan faziletleri-nin çokluğundan hareketle Ali’nin imâmete insanlar içinde en layık kimse olduğunu delil getirdiler.

[318] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hz. Peygamber’in (s.a.) ashabı arasındaki fazilet mücadelesi konusundaki kelâm -inşallah- bu konudaki görüşlerin tartışıldığı yerde gelecektir. Burada, sadece imâmet konusu ele alınmıştır. Allah’ın inayet ve yardımıyla- şöyle deriz: Farz edelim ki sizler, İslâm’a girişte ilk olması, Hz. Peygamber ile birlikte cihat etmesi, ilminin ve zühdünün çok olması gibi Ali’nin (r.a.) bilinen faziletlerinin olduğunu or-taya koyuyorsunuz. Bunların bir benzerini Hasan ve Hüseyin (r.a.) için de söyleyebilir misiniz? Zikrettiğiniz şeylerden herhangi birisinde Sa’d b. Ebû Vakkas’a, Said b. Zeyd’e, Abdullah b. Ömer’e ve Abdullah b. Abbâs’a nis-petle Hasan ve Hüseyin’e bu şekilde bir üstünlük gerekli kılabilir misiniz?

[319] Bu konuda hiçbir kimse Hasan ve Hüseyin’in lehinde bir söz söy-leyebilecek ya da daha fazlasını söyleyebilecek durumda değildir. Yani, bu faziletlerden herhangi birinde, zikrettiğimiz kimselere göre Hasan ve Hüse-yin’in daha üstün olduğunu söylemeye kimsenin gücü yetmez. Dolayısıyla Hasan ve Hüseyin’in nas ile belirlendiğini iddia etmenin dışında herhangi bir yol kalmamıştır. Bu ise, benzerini herhangi birisinin dile getirmekten âcîz olmadığı bir iddiadır. Şayet Hâricîlerin Abdullah b. Vehb er-Râsîbî’nin nas ile belirlendiğini iddia etmeleri hususunda yalanla itham edilmeleri câiz olsa idi, bu konuda onlar elbette Râfizîlerle aynı durumda olurlardı.

5

10

15

20

25

30

Page 211: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 211

ــ إ אو ــ א ــא أ م ــ ــא و ــ و ة و ــ ــאع ــ ا ــ و

ه. وو ــאه أر ــ و اراة ــ א

ل ] ٣١٧[ ــ ن ر وا ــ ــ כ ــ ــ ــ ا ــכ ــ ذ ــ כאن ــ ا أ ــ ن اد ــ

، ــ כ א م ــ ر ا ــ ــאء ــ إ ن ــ א ا ــ ــ أ ــ ــ و ــ ا ا

ــ ه ــ اه، و ورة و إכــ ــ ــ ــ ــ א א ــ א د ا ــ ــ ــ و

ــ ــ و א ــ ا ــ . وا ــ وا ــ ا ــא، ــ ا ــ ر ــ وا ا

ة ــ כ ، و ــ ــ ــ ــ ــ א א ــאس ــ ا ــא כאن أ ن ــ ــ ا

. ــ ــ دو א

ــ ] ٣١٨[ م ــכ ــ ا ــ א ــאء ا ــ إن م ــכ ــ ا ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــא א م ــכ ــא ا ، وإ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאب ر ــ أ ــ א ا

ــ ــ ا ــ ر ــ כــ و כــ أ . ــ ــ ا א ــא ل: و ــ ، ــ ــ א ا

، ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאد م وا ــ ــ ا ــ إ ، כא ــ ــ א

ــא؟ ــ ا ــ ر ــ وا ــכ ــ ذ ــ ــ و ، ــ ، وا ــ ــ ا و

ــאص، ــ و ــ أ ــ ــ ــא ــא ذכ ء ــ ــ ــ ــכ ــא ــ ــ أو

ــאس؟ ــ ا ــ ا ، و ــ ــ ــ ا ــ و ــ ز ــ و

אن ] ٣١٩[ כ א א א א כ ر أ أن א ا

א، ــ ى ا ــ إ د ، ــ א ه ا ــ ــ ء ــ ــ ــא ــ ذכ ــ ق ــ ــ

ى ــ ــ د ب כــ א ــ ارج ا ــ אزت ا ــ ــ ا ، ــ ــ أ ــ ــ ــא ا ــ و

اء، اء כ ا ذ ا إ ا א כא ، ا ا ا و ا

٥

١٠

١٥

Page 212: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi212

Şayet Emeviler, Muaviye’nin nas ile belirlendiğinin iddia edilmesi konu-

sunda yalan söyleyerek seslerini yükseltmeyi helal kabul etselerdi, bu du-

rumda Emevilerin pozisyonu yüce Allah’ın “Kim haksız yere öldürülürse,

biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede

meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü kendisine yardım edilmiştir.” 304 sözünden

dolayı Râfizîlerin pozisyonundan daha güçlü olurlardı. Fakat Râfizîler ve

hıristiyanların dışındaki her ümmet, hıristiyan ve Râfizîlerin çirkin ve

rezil yalanlardan ve hayasızlıktan kendilerini koruyamadıkları şeylerden

haya eder ve kendilerini korumaya çalışırlar. Dalâlete düşmekten Allah’a

sığınırız.

[320] Ebû Muhammed şöyle dedi: Aynı şekilde onlar, Muhammed

b. Ali b. Hüseyin’in Sa’id b. el-Müseyyeb’e, Kasım b. Muhammed’e, Sâ-

lim b. Abdullah b. Ömer’e, Urve b. Zübeyr’e, Ebû Bekir b. Abdurrah-

man b. el-Haris b. Hişam’a ve amcaoğlu el- Hasan b. Hasan’a ne ilim ne

de amel konusunda bir üstünlüğü olduğunu ortaya koyamazlar. Aynı

şekilde Muhammed b. Ali b. el- Hüseyin’in ne Abdurrahman b. Kasım b.

Muhammed’e, ne Muhammed b. Amr b. Ebû Bekir b. el-Münkedir’e, ne

Ebû Seleme ibn Abdurrahman b. Avf ’a, ne de kardeşi Zeyd b. Ali’ye, ne

Abdullah el- Hasan b. Hasan b. Ali’ye, ne Ömer b. Abdulaziz’e ne ilim ne

amel ne de takva konusunda bir üstünlüğü ve fazileti vardır.

[321] Yine onlar, Ca‘fer b. Muhammed’in Muhammed b. Müslim

ez-Zühri’ye, İbn Ebû Zueyb’e, Abdullah b. Abdülaziz b. Abdullah b.

Ömer’e, Ubeydullah b. Amr b. Hafs b. Asım b. Ömer’e, ne de amcası-

nın oğulları Muhammed b. Abdulaziz b. el- Hasan b. el- Hasan’a ve Ali b.

el- Hasan ibnu’l- Hasan’a ilim, din ve amel konusunda bir üstünlüğünün

olduğunu ortaya koyamazlar. Bilakis zikrettiğimiz şahısların tamamı ilim

ve züht konusunda ondan daha üstündürler, fetva ve hadis sahasında daha

yüksek bir konuma sahiptirler. Râfizîlerden hiç kimse bundan herhangi bir

şeye mani olamaz.

5

10

15

20

25

Page 213: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 213

ــכאن ــ אو ــ ــ ى ا ــ ــ د ب כــ א ــ א ــ أن ــ ا ــ ا و

ــ ــא ــ ــ : ﴿و ــ א ــ ، ــ ا ــ ا ــ أ ى ــ ــכ أ ــ ذ ــ أ

ــא ــ כــ כ أ را﴾ و ــ כאن ــ إ ــ ــ ا ف ــ ــ א א ــ ــ ــא

ــאرى ن ا ــ ــא א ــ ن أ ــ ــ و ــא ــאرى ــ وا ا ا ا ــ

. ــ ن ــ ــא ــאء، ــ ا ــאرد و ــ ا א ب ا כــ ــ ا ــ ــ ــ أ وا وا

ن. ــ ــ ا ــא ذ ــ و

א ] ٣٢٠[ ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ ون ــ ــכ : وכ ــ ــ ــאل أ

ــ ــא ، و ــ ــ ــ א ، ا ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ــ ، و ــ ــ

ــאرث ــ ا ــ ــ ا ــ כــ ــ ــ أ ، و ــ ــ ا وة ــ ، و ــ ــ ــ ا

ــ ــ ون ــ ــכ ، وכ ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ا ــאم، و ــ

ــ ــ ا ــ ا ــ ــ و ورع ــ ــ و ــ א ــ ــ ــ ا ــ

ــ ر، و כــ ــ ا כــ ــ ــ أ و ــ ــ ــ ــ ، و ــ ــ ــ א ا

ــ ــ ، و ــ ــ ــ ــ ز ــ أ ف، و ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ ا ــ أ

. ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ و ــ ــ ا ــ ا ــ ا ا

ــ و ] ٣٢١[ ــ د ــ و ــ א ــ ــ ــ ــ ون ــ ــכ وכ

ــ ــ ، و ــ ــ ذؤ ــ أ ــ ا ى، و ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ

و ــ ــ ــ ا ــ ، و ــ ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ــ ا

ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ ا ، و ــ ــ ــ ا א ــ ــ ــ

ــ ــ ــא ــ ذכ ــ כ ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ، و ــ ــ ا

ء ــ ــ ــ ــ ــ أ ــ ــא وا ــ ا ــ ــ ــ أر ، وכ ــ ــ وا ا

ــכ. ــ ذ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 214: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi214

[322] İşte İbn Abbâs (r.a.), kendi fıkhını yirmi kitapta toplamıştır. Naklettiği hadisleri de -araştırıldığında- bunun gibidir. Halbuki Hasan ve Hüseyin’in fetvaları iki sahifeye ulaşmaz, rivayet ettikleri hadisleri de bir ya da iki varak ancak vardır. Ali b. Hüseyin (Zeynülabidin) de böyledir. An-cak Muhammed b. Ali’nin (Muhammed Bakır) hadisleri ve fetvaları küçük bir cüze ulaşabilir. Ca‘fer b. Muhammed de böyledir.

[323] Onlar şöyle derler: Şeriat ilminin tamamı imamın yanındadır. Zikrettiğimiz kimselere ne oluyor da bilgilerinin sadece çok az bir kısmı-nı izhar ediyorlar, büyük ve çok olan kısmını gizliyorlar? Şayet ilimlerini gizlemek onlara farz kılındı ise, bu durumda hakikate muhalefet etmişler-dir. Çünkü onlar, ilan ettikleri şeyi ilan etmişlerdir. Şayet bilgilerini beyan etmek onlara farz kılınmış ise, yine hakikate muhalefet etmişlerdir. Zira onlar, gizlediklerini gizlemişlerdir.

[324] Ca‘fer b. Muhammed’den (VI. İmam Ca‘fer Sadık) sonra gelen imamlar dikkate alındığında, dönemlerinin bize yakın olmasına rağmen, ne rivayet ne de fetva açısından onlara ait bir ilim olduğunu bilmiyoruz. Şayet onların yanında bu türden bir şey olmuş olsa idi, -Muhammed b. Ali, onun oğlu Ca‘fer ve onlardan olup da insanların haklarında konuştuğu başka kimseler hakkında bilindiği gibi-, elbette bilinirdi. Böylece iğrençliğe varan yalancı ve açık olan iddiaları bâtıl olmuştur. Öyle ki onların iddiala-rı, uzun gece sohbetlerindeki hurafeler ve komik saçmalıklar nevindendir.

[325] Eğer onlar, imamlara ait mûcizelerin olduğu iddiasına dönerler-se, onlara şöyle deriz: Şüphesiz mûcizeler, sika ahad ravilerin naklî ile değil, tevatür naklî ile ancak sabit olurlar. Dolayısıyla kim oldukları bilinmeyen yalancı arsız ve yüzsüzlerin uydurmasıyla nasıl olabilir? Nitekim biz, Râ-fizîlerin kendi imamları hakkında yalan yere iddia ettikleri şeylerin kat be katını bazı kimselerin Bişr el-Hafî, Şeyban er-Raî ve Rabia el-Adevî hak-kında rivayet ettiğini, ifşa edip yaydığını görürüz. Bunların tamamı, din ve akıl sahibi bir kimsenin meşgul olmayacağı bir ahmaklıktır. Güven ve selamete çıkardığından dolayı Allah’a hamd olsun. Zira onların iddia et-tikleri şeylerin tamamı geçersizdir. Hamd Allah’a mahsustur. Böylece Allah Resulünden (s.a.) sonra imâmetin -Allah’ın teyit ve desteğiyle- burhan ile olacağını söyleyebiliriz.

5

10

15

20

25

30

Page 215: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 215

ــ ] ٣٢٢[ ــא، و א ــ כ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ا ــאس ر ــ ا ا ــ و

א ــ ، و ــ ــ ور ــ وا ــא ا ــ ــ و ــכ إذا ــ ذ ــ

ــ ــ ــ ــ ــ ــ إ أن ــ ا ــ ــכ ، وכ ــ ــ أو رو ور

. ــ ــ ــ ــכ ا، وכ ــ أ ــ ــאه و

ــא ] ٣٢٣[ ــ ذכ ــאل ــא ، ــ ــ ا ــ ه ــ ــאم ن إن ا ــ ــ و

ن ــ ، ــ ــ ا כ ــ ا ه و ــא ا ــ ، وכ ــ ــ ا ــ ا ــכ و ــ ذ وا ــ أ

ــאن ــ ا ا، وإن כאن ــ ــא أ ا ــ ــ إذ أ ا ا ــ א ــ ــאن כ ــ ا כאن

ا. ــ ــא כ ا ــ ــ إذ כ ا ا ــ א ــ

ــ ] ٣٢٤[ ــ روا ــ ــא أ ــ ــא ــא ــ ــ ــ ــ ــ ــא وأ

ــא ف כ ــ ء ــ ــכ ــ ذ ــ ــ כאن ــא، و ــ ب ــ ــ ــא ــ و

ــ ــאس ث ا ــ ــ ــ ه ــ ــ ــ و ــ ــ وا ــ ــ ــ ف ــ

، ــ ــאت ا ا ــ ــ ــ ، ا ــ ــ ا ــ ا כאذ ة ا ــ א ــ ا ا ــ د

אء. ــ ــכ ا א و

ــ ] ٣٢٥[ ات ــ : إن ا ــ ــא ــ ات ــ ــאء ا ــ اد ا إ ــ ن ر ــ

ــ ــ ا ا כ ــאء ا ــ ا ــ כ ــאت ــאد ا ــ ا ــ ا ــ ا إ

ــ و ــ ا ــ ورا ا אن ا ــ ــ و א ــ ا وي ــ ــ ــא ــ و ، و ــ ــ ري ــ

ــ ــ א ــכ ، وכ ــ ــ وأ ــ وأ ب כــ ــ ا ــ ــא ــאف أ

ــ و ــא ــ כ ــ ذ ــ ، ــ ــ ا ــ ا ــא و ــ ــ ذو ذو د

ــאن א ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ א ــ ا ــ ــ ــ ا א

. ــ ــ א ــא و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 216: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi216

[Hz. Peygamber’den Sonra İmâmet]

[326] Ebû Muhammed şöyle dedi: İnsanlar bu konuda farklı görüşler ileri sürdüler. Bir topluluk şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.), hiçbir kimseyi halife olarak bırakmamıştır. Sonra onlar ihtilaf ettiler ve bazıları şöyle dedi: Fakat Hz. Peygamber, namaz kıldırmak üzere Ebû Bekir’i (r.a.) halef olarak bıraktığından dolayı bu durum onun işleri yönetmek üzere imâmete ve hilâfete insanların en uygunu olduğuna delildir. Bazıları da şöyle dediler: Hayır, fakat Ebû Bekir fazilet açısından insanların en üstün olanı idi, bun-dan dolayı onu öne geçirdiler. Başka bir topluluk şöyle dedi: Bilakis Allah Resulü (s.a.), kendisinden sonra insanların işlerini idare etmek üzere Ebû Bekir’in halife olmasını apaçık bir nas ile açıklamıştır.

[327] Ebû Muhammed şöyle dedi: Biz, bazı aklî delillerden dolayı bunu kabul ederiz. Bu delillerin ilki, insanların tamamının mutabakata varmalarıdır. Onlar, yüce Allah’ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir: “Bu mallar özellikle, Allah’tan bir lütuf ve hoşnutluk ararken ve Allah’ın di-nine ve peygamberine yardım ederken yurtlarından ve mallarından uzaklaş-tırılan fakir muhacirlerindir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.”

305 Yüce Allah’ın doğruluklarına şahitlik ettiği bu kimseler ve Ensar’dan olan kardeşlerinin tamamı Hz. Ebû Bekir’i “Allah Resulünün Halifesi” şeklinde isimlendirmek üzere ittifak ettiler.

[328] Sözlükte “halife”nin manası, kişinin kendi yerine halef olarak bı-raktığı, ardından gelen ve kendisini takip eden kimse demektir. Nitekim “Filan, kendi ardından gelen falanı kendi yerine vekil olarak bıraktı” dersi-niz. Dolayısıyla o, onun halefi ve takipçisidir. Bir kimse, halef olarak tayin etme olmaksızın aslın yerine geçerse, ona sonradan gelen anlamında “falan filanın halefidir” denir. Bununla namaz kıldırmak üzere vekil ve temsilci bırakmayı kastetmeleri iki zorunlu vecihten dolayı imkânsızdır. Bunlardan ilki; Ebû Bekir namazda Hz. Peygamber’in (s.a.) yerine geçtiği halde, onun hayatında mutlak olarak bu ismi hak eden biri değildi. Böylece Ebû Be-kir’in Allah Resulünün halifesi diye isimlendirilmesinin namaz kıldırmak üzere onun halifesi olması anlamında olmadığı yakînen sabit olmuştur.

5

10

15

20

25

30

Page 217: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 217

ل א ا ا

ــ ] ٣٢٦[ ــ ــ إن ا א ــ א ا ــ ــ ــאس ــ ا ــ ا : ــ ــ ــאل أ

ــ ــא ا כــ : ــ ــאل ا. ــ ــ ا ا، ــ ــ أ ــ ــ ــ و ا

، ــ א א ــ ــ أو ــ أ ــ ــכ د ة כאن ذ ــ ــ ا ــ ــ ا כــ ر ــא أ

ــכ، ه ــ ــ ــ כــ כאن ا . و : ــ ــאل ر، و ــ ــ ا ــ وا

כــ ــ ف أ ــ ــ ا ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ : ــ א ــ א و

ــא. ــא ــאس ر ا ــ ــ أ ه ــ

ــ ] ٣٢٧[ ــ و ــאس כ ــאق ا ــא: أ ــ أ ا ل ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ا وأ

אر د ا أ ــ ا א اء ا ــ ﴿ : ــ ــ א ــאل ا ــ ا

ــ ن﴾ ــ אد ا ــ ــכ أو ــ ور ون ا ــ ــא و ا ور ا ــ ــ ن ــ ــ ا ــאر ر ــ ا ــ ا ــ إ ق و ــ א ــ ــ ا ــ ء ا ــ ــ أ

. ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ه ــ ــ أن ــ

ــ دون ] ٣٢٨[ ي ــ ء ا ــ ــ ا ي ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ا و

ــ ل ا ــ ف. ــ ــ ــ ــ ا ــ ا ا ــ ــ ز ــ ، ــ ــ أن

ــ ــ ــ ــ دون أن כא ــאم ن ــ ــ ، و ــ ــ ــ ــא ن ــ

ف ــ ــכ ا ا ــ ــאل أن ، و ــ א ــ ــ ــא ن ــ ــ ــ إ

ــ ــ ا ا ــ כــ ــ ــ أ ــ ــא: أ ــ أ ور ــ ة ــ ــ ا

ــ ــ ــ ــ ، و ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאة ر ــ ق ــ ا

ة. ــ ــ ا ــ ــ ــ ــא ــ ــ ــ ا ــא أن ــ ة، ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 218: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi218

İkincisi; Allah Resulü (s.a.) hayatta iken kendi yerine vekil ve temsilci olarak bıraktığı kimselerin, mesela Tebuk Gazvesinde Ali’yi, Hendek Sa-vaşında İbn Ümmü Mektûm’u, Zat-ı Rika’ gazvesinde Osman b. Affan’ı; Yemen, Bahreyn, Taif ve bunların dışındaki beldelere temsilci olarak ta-yin ettiği kimselerin tamamının mutlak anlamda Allah Resulünün halifesi diye isimlendirilmeleri -ümmetten hiçbir kimsenin itirazı olmaksızın- uy-gun değildir.

[329] Böylece Ebû Bekir’in halife diye isimlendirilmesinin, Hz. Pey-gamber’den sonra ümmetine halife olması manasında olduğu kesin bir şe-kilde zorunlu olarak sabit olmuştur. Öyle ki bundan kaçınılması imkânsız-dır. Ebû Bekir’i bir nas ile halef tayin etmediği halde (müslümanların) bu konuda icmâ etmeleri de imkânsızdır. Şayet Allah Resulünün Ebû Bekir’i namaz kıldırmak üzere kendi yerine halef bırakması dışında başka bir delil olmasa idi, burada isimlerini zikrettiğimiz onun dışındaki kimselere göre Ebû Bekir “Resulüllah’ın halifesi” diye isimlendirilmeye daha layık olmaz-dı. İşte bu, bütün muhaliflere karşı ileri sürebileceğimiz zorunlu bir aklî delildir.

[330] Bunlara ilaveten, sahîh olarak gelen bir rivayete göre bir kadın, ölümü kastederek Hz. Peygamber’e şöyle demiştir: Ey Allah’ın Elçisi! Dö-nüp de seni bulamazsam ne dersin? Bunun üzerine Hz. Peygamber: Ebû Be-kir’e git, diye buyurmuştur. İşte bu, Ebû Bekir’in halife tayin edildiğine dair apaçık bir beyandır.

[331] Yine kesin ve güvenilir yollarla gelen bir haberde Allah Resu-lü (s.a.), vefat ettiği hastalığı sırasında Aişe’ye (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Babana ve kardeşine bir elçi göndermeye, bir mektup yazmaya ve bir ahitte bulunmaya niyet ettim. Böylece hiçbir kimse “Ben daha layığım demesin ya da kimse bir beklenti içinde olmasın. Allah ve müminler ancak Ebû Bekir’den razı olurlar.” Başka bir rivayette de “Allah ve nebîler ancak Ebû Bekir’i kabul ederler.” denilmiştir. İşte bu rivayet Hz. Peygamber’in (s.a.) kendisinden sonra Ebû Bekir’i (r.a.) ümmeti yönetmek üzere halife tayin ettiği husu-sunda apaçık bir beyan ve nasdır.

5

10

15

20

25

30

Page 219: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 219

ــ ــ ــ כ א ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ا : أن כ ــ א وا

وة ذات ــ ــ ــאن ــ ــאن ق، و ــ وة ا ــ ــ م ــ כ ــ أم ك، وا ــ وة ــ

ــ ــא، ــ و א ــ وا ــ وا א د ــ ــ ا ــ ــ ا ــא ــאع، و ا

ل ا ــ ــ ر ــ ــ أن ــ ا ــ ــ أ ف ــ ــ ــ ــ ــ ــ أ

ق. ــ ــ ا ــ ــ و ــ ا

ــ ] ٣٢٩[ ــ أ ه ــ ــ ــא ــא أ ــ ــ ورة ا ــ א ــא ــ

ــ ــ ــא و ــ ــ م ــ ــ ا ــ ــכ، و ــ ذ ا ــ ــ أن ــ ا و

ــ ــ ه ا ــ ــ כــ أو ــ ــא כאن أ ة ــ ــ ا ــאه ــ إ ــא إ ا ــא כــ

م. ــ ــ ا ــ ــאرض وري ــ ــאن ا ــ ــא، و ــ ذכ ه ــ

ــ أن ] ٣٣٠[ ل ا أرأ ــ ــא ر : ــ א أة ــ ن ا ــ ــ ــ ــ وا ن ا ــ ــא وأ

ــ ــ ــ ا ــ ، و כــ ــא ت أ ــ ــאل ت ــ ــ ا ــא ك כ ــ ــ أ ــ و ر

. כــ ــ ف أ ــ ا

ــ ] ٣٣١[ ــ ا ل ا ــ ــ أن ر א ق ا ــ ــ ا ــאء ــ ــ ن ا ــ ــא وأ

ــ م: ــ ــ ا ــ ــ ي ــ ــ ا ــ ــא ــ ا ــ ر א ــאل ــ و

ــא ــ أ א ل ــ ــ כ ا ــ ــ ــא وأ א ــ כ אכ ــכ ــכ وأ ــ أ ــ إ ــ أن أ

ــ ا ــא. و . وروي أ כــ ــא ن إ أ ــ ــ ا وا ، و ــ ــ ــ أو أ

כــ ــא م أ ــ ة وا ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ا ــ . כــ ــא ن إ أ ــ وا

ه. ــ ــ ــ ا ــ و

٥

١٠

١٥

Page 220: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi220

[332] Ebû Muhammed şöyle demiştir: Şayet bizler hile ve dolandırı-cılığı câiz görseydik ve muhaliflerimizin sevinçten uçtukları veya üzüntü-den sukut ettikleri şeylerle başarılı oldukları durumları doğru kabul etse idik, elbette “Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer’e tabi olunuz.” şeklinde riva-yet edilen hadisi delil getirirdik.

[333] Ebû Muhammed şöyle dedi: Fakat bu rivayet sahîh değildir, sahîh olmayan bir şeyi delil olarak ileri sürmekten Allah’a sığınırız.

[334] Ebû Muhammed şöyle dedi: “Allah Elçisi (s.a.) bir halife bırak-mamıştır.” diyen bir kimse, Abdullah b. Ömer’in babasından naklettiği bir haberi delil olarak getirmiştir. Buna göre Ömer şöyle demiştir: Eğer bir ha-life bırakırsam, benden daha hayırlı olanı halife olarak bırakırım. (Burada Ömer, Ebû Bekir’i kasteder.) Fakat bir halef bırakmıyorum, nitekim ben-den daha hayırlı olan da -Resulullah’ı kastederek- bir halef bırakmamıştı.

[335] Yine Aişe’den (r.a.) rivayet edilen “Şayet Hz. Peygamber bir halef tayin etse idi, Resulullah’ın halefi kim olurdu?” şeklindeki soruya verdiği cevabı da delil getirilir. Bu haberlerin bizim zikrettiğimiz sahabe icmâsı-na karşı çıkması düşünülemez. Yukarıda lafız olarak Allah Elçisine (s.a.) dayanan iki güvenilir habere karşı Ömer ve Aişe’den (r.a.) mevkuf olarak nakledilen bu iki haber delil olabilecek konumda değildir. Nitekim bilin-diği gibi izin isteme ve onun dışındaki birçok olayda olduğu gibi Allah Resulünün (s.a.) durumlarından pek çoğunu Ömer (r.a.) bilmiyor olabilir ya da bizim Ebu Bekir’in hilâfetinin yazılı bir ahid şeklinde olmadığını bilmemize rağmen kendisi yazılı bir ahidle bunu ifa etmek istemiş olabilir. Hz. Aişe’nin (r.a) haberi ise aynı şekilde nastır. Sözü soru soranın sözüne binaen olup delillik yönü onun rivayetinde olup onun sözlerinde değildir.

[336] Ebû Bekir’in namaz kıldırmak üzere öne geçmesine kıyas ederek onun önde olduğunu iddia eden bir kimseye gelince, bu kesin olarak bâtıl-dır. Çünkü namazda imam olmaya layık olan herkes, hilâfette imam olmaya layık değildir. Zira ister Arap isterse acem olsun bir topluluğun en güzel Kur’ân okuyanı namazda imam olmaya layıktır; fakat hilâfete ancak Kureyşî olan layıktır. Dolayısıyla kıyasın tamamı geçersiz olduğu halde bu nasıl olur?

5

10

15

20

25

30

Page 221: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 221

ــ ] ٣٣٢[ ــ ــ ي ــ ــ ا ــ وا ــ ا ــא ــ أ : و ــ ــ ــאل أ

وا ــ ــא روى: ا ــכ ــ ذ ــא א ــ ا أ ــ ــא، أو ا ــ ــאروا ــא

. ــ כــ و ــ ي أ ــ ــ ــ א

]٣٣٣ [. א אج א ا ا כ و : و אل أ

ــ ] ٣٣٤[ ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــאل ــ ــ : وا ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــאل: إن ا ــ ــ أ ــ أ ــ ــ ــ ا ــ ر ــ ــ ا א ــ و

ــ ــ ــ ــ ــ ــ כــ وإ ا ــא ــ أ ــ ــ ــ ــ ــ ا

. ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ

ــ ا ] ٣٣٥[ ل ا ــ ــ כאن ر ــא: أ ــ ا ــ ر א ــ ــא روى و

ــ א ــ ا ــאع ــאرض ا ــאل أن ــ ا . ــ ــ ا א ــ ــ ــ و

ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ان إ ــ ــאن ا ان ا ــ ــא، وا ي ذכ ــ ا

ــא ــא ــ ا ــ ر א ــ و ــ ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ــ

ــ ــ ا ــ ر ــ ــ ــ ا ا ــ ــ أن ــ א ــ ــ و ــא ــ ــ م ــ

ه، أو ــ ان و ــ ــ כא ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ أ ــ ــ כ ــ ــא כ

ــאب כ כــ ــ כــ ــ ف أ ــ ــ أن ا ــ ب و ــ כ ــ א ــ ــ أراد ا أ

ــ ــא ج כ ــ ــ ــא، و ــכ כ ــ א ــ ــכ ــ ذ ــ ــא ا ب، وأ ــ כ

ــא. ــ ــא ــ روا ــ ــא ا ــא وإ ال ــ

]٣٣٦ [ ، ــ א ــ א ــ ا ــ إ ــ ــא א م ــ ــא ــ إ ــ أ ــ اد ــא وأ

ــ ، إذ ــ ــ ا ــ א ــ ا ــ א ــ ا ــ א ــ ا ــ ا ــ כ ــ

ــ ــא، و ــא أو م، وإن כאن أ ــ أ ا ــ ة ا ــ ــ ا ــ א ــ ا

؟ ــ א ــ ــאس כ ــ وا כ ــ ــ إ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 222: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi222

[337] Ebû Muhammed şöyle dedi: Kur’ân’ın metninde, Ebû Bekir,

Ömer ve Osman’ın (r.a.) halifeliklerinin sıhhatine ve onlara itaat etmenin

gerekliliğine dair delil vardır. O da, yüce Allah’ın nebîsine (s.a.) bedevi

Araplar hakkında hitap ederek şöyle buyurmasıdır: “Eğer (bundan böyle)

Allah seni onlardan bir zümrenin yanına döndürür de, onlar (sefere) çıkmak

için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz benimle birlikte ebedîyen çıkmaya-

cak ve benimle birlikte hiçbir düşmanla asla savaşmayacaksınız.” 306

[338] Bu hükmün yer aldığı Berâe/Tevbe sûresinin nüzulü, şüphesiz

Tebuk Gazvesinden sonradır. Öyle ki mazeret sahibi üç kişi seferden geri

kalmışlardı da yüce Allah onların tövbesini Berae süresinde kabul ettiğini

açıklamıştı. Hz. Peygamber, Tebuk Gazvesinden sonra vefat edinceye ka-

dar bir savaşa çıkmamıştı.

[339] Yine yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Savaştan geri bırakılanlar,

siz ganimetleri almaya giderken, “Bırakın biz de sizinle gelelim” diyeceklerdir.

Onlar Allah’ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz bizimle asla gelmeye-

ceksiniz. Allah, önceden böyle buyurmuştur.” 307 Böylece yüce Allah, Tebuk

Gazvesinden sonra bedevi Arapların Hz. Peygamber’le (s.a.) birlikte bir

daha gazveye gitmeyeceklerini açıklamıştır. Sonra yüce ve ulu Allah, bede-

vileri, Hz. Peygamber’le birlikte savaşa çıkmaktan men etmesinin ve tövbe

kapısının kapatılmasının akabinde onlara merhamet etmiş ve şöyle buyur-

muştur: “Bedevîlerin (savaştan) geri bırakılanlarına de ki: “Siz, güçlü kuv-

vetli bir kavme karşı teslim oluncaya kadar savaşmaya çağrılacaksınız. Eğer

itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden döndüğünüz

gibi yine dönerseniz, Allah sizi elem dolu bir azaba uğratır.” 308 Böylece yüce

Allah, Hz. Peygamber’in dışında başka birinin onları bir kavme karşı sa-

vaşmaya ya da teslim olmaya çağıracağını haber vermiştir. Buna davet eden

kimseye itaat etmeleri durumunda bedevilerin büyük bir ecirle mükâfat-

landırılacaklarını vaat etmiş; buna davet edene isyan etmeleri durumunda

da onları acı bir azap ile tehdit etmiştir.

5

10

15

20

25

Page 223: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 223

כــ ] ٣٣٧[ ــ ــ أ ــ ــ ــ آن د ــ ــ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــאل ــ א ــ أن ا ، و ــ ــ א ب ا ــ ــ و ، و ــ ــ ا ــאن ر ــ و و

ــ ــ א ــ إ ــכ ا ن ر ــ اب: ﴿ ــ ــ ا ــ ــ و ــ ا ــ ــא א

وا﴾ ــ ــ ا ــ א ــ ا و ــ أ ــ

ا ــ ــ ــ وج ــ ك ذ ــ א

ــכ ] ٣٣٨[ ــ ك ــ وة ــ ــ כــ ا ا ــ ــא ــ اءة ا ــ رة ــ ول ــ وכאن

ــ اءة و ــ رة ــ ــ ، ــ ــאب ا ــ ورون ا ــ ــ ا ــא ا ــ ــ ا

. ــ ــ و ــ ا ــאت ــ أن ك إ ــ وة ــ ــ م ــ ــ ا ــ

ــא ] ٣٣٩[ و ــ א ــ إ ــ ن إذا ا ــ ل ا ــ ــא: ﴿ ــ أ א ــאل و

﴾ ــ ــ ــאل ا כــ

ــא כ ــ ــ م ا ا כ ــ ون أن ــ כــ ــא ذرو

ــ ا ــ ك أ ــ ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ون ــ ب ــ ــ أن ا

ــ ا ل ا ــ ــ ر و ــ ــ ا ــ א ــ إ ــ ــ إ ــ א א و ــ ــ

اب ــ ا ــ ــ ــ ﴿ : ــ א ــאل ــ ــאب ا ــ ــ ــ و ــ و

ا ــ כ ا ــ ن ــ ن ــ أو ــ א ــ س ــ ــ م أو ــ ــ ن إ ــ

ــ א ــ ــא﴾ ــא أ ا כــ ــ ــ ــ ــא ا כ ــ א وإن ــ ا ــ أ

ن، ــ ــ أو א م ــ ــ ــ إ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ــ أ

ــ ــ ، و ــ ــ ا ــ ا ــכ ــ ذ ــ إ א ــ د ــ א ــ ــ وو

. ــ اب ا ــ ــכ ا ــ ذ ــ إ ــ ا ــאن ا

٥

١٠

١٥

Page 224: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi224

[340] Ebû Muhammed şöyle dedi: Allah Resulünden (s.a.) sonra, söz konusu bedevileri bir kavme karşı savaş etmeye ya da teslim olmaya ancak Ebû Bekir, Ömer ve Osman davet etmiştir. Nitekim Ebû Bekir (r.a.), be-devileri, Benû Hanife, Esved, Seca’ ve Tuleyha’nın taraftarlarından olup irtidat eden Araplar, Rumlar, Farslar ve diğerleriyle savaşmaya çağırmış-tır. Ömer de onları Rumlar ve Farslarla savaşmaya çağırmıştır. Osman ise bedevileri Rumlar, Farslar ve Türklerle savaşmaya davet etmiştir. Netice olarak Ebû Bekir, Ömer ve Osman’a itaat edilmesi, yorumlama ihtimali bulunmayan Kur’ân’ın metniyle vaciptir.

[341] Onların itaat etmeleri farz olarak gerekli olduğuna göre, söz ko-nusu kimselerin (r.a.) imâmet ve hilâfetleri de sahîhtir. Bu, yüce Allah’ın onlara itaat etmelerini emrettiği hususların dışındakilere boyun eğmelerini gerekli kılan bir durum değildir. Çünkü Allah Teâlâ, ancak bu kavimle sa-vaşmaya çağrılmalarında bunu onlara emretmemiştir ve bu konuda imam-ların cümlesine itaat vacip olmuştur. Başarı Allah’ın yardımıyladır. Kendi içtihatlarıyla fetva verdikleri hususlara gelince, asla onları bu konudaki gö-rüşlerine uymakla zorunlu tutamazlar. Bunu onların dışındakilere nasıl zo-runlu kılarlar. Başarı Allah’ın inayeti iledir. Bunlara ilaveten, şüphesiz bu, ümmetin tamamının icmâsıdır. Zira çok az bir kimse hariç, ilim ehlinden hiçbir kimse bu üç imamın fetvalarına muhalefet etmemiştir. Böylece dile getirdiğimiz hususun doğru olduğu ortaya çıkmış oldu. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

Fasl [Kadının ya da Çocuğun İmâmetinin Geçerli Olmadığı Hususu]

[342] Ebû Muhammed şöyle dedi. Ehl-i Kıbleye mensup fırkaların ta-mamı, kadının ve baliğ olmamış çocuğun imâmetini câiz görmezler. Ancak Râfizîler, henüz baliğ olmamış küçük çocuğun ve annesinin karnında olan doğmamış çocuğun imâmetini câiz görürler. Bu yanlıştır. Çünkü henüz buluğ çağına ulaşmamış bir çocuk dinî emirlerle muhatap değildir. Hal-buki imam, dini ikame etmekle sorumludur. Tevfîk Allah’ın yardımıyladır. Bâkıllanî; “İmamın ümmetin en faziletlisi olması zorunludur.” demiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 225: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 225

ــ ] ٣٤٠[ ل ا ــ ــ ر ــ اب أ ــ ــכ ا ــא أو ــא د : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــאن ر ــ و כــ و ــ ن إ أ ــ ــ أو א م ــ ــ ــ إ ــ و ا

ــ ب ــ ي ا ــ ــאل ــ ــ إ א ــ د ــ ا כــ ر ــא ن أ ــ ، ــ ا

ــ א ، ود ــ س و ــ وم وا ــ ــ وا אح و ــ د و ــ ــאب ا ــ وأ

ك ــ س وا ــ وم وا ــ ــאل ا ــ ــ إ א ــאن د س و ــ وم وا ــ ــאل ا ــ ــ إ

ي ــ آن ا ــ ــ ا ــ ــ ا ــאن ر ــ و כــ و ــ ــ أ א ــ

. ــ و ــ

ــ ] ٣٤١[ و ــ א إ ــ ــ ــא ــ א ــ و ــ وإذ

ــ א ا ــ أ ــא ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ و ، ــ ا ــ ر

ء ــ ــאل ــ ــ إ א ــ د ــכ إ ــ ــ ــ א ن ا ــ ــ א

ــא ــא . وأ ــ ــ ا א ــא ، و ــ ــ ــ ــ א ــ ا ــא م، و ــ ا

ــ ــ أن כ ، ــ ــ ا ــאع أ ــ ا ــ ــא أو ــ אد א ــ ا ــ أ

ــ ــא إذ ــ כ ــאع ا ا إ ــ ن ــ ــא . وأ ــ ــ ا א ــא ؟ و ــ ــכ ذ

ــ ــ ر ــ ا ء ا ــ ــאوي ــ ــ א ــ ــ إ و ــ ا ــ أ ــ أ

. ــ א ــ رب ا ــא وا ــא ذכ ــ ، ــ ا

أة أو א ا از إ م

ــ ] ٣٤٢[ א ــ إ ــ ــ أ ــ ــ ــ ا ق أ ــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ي ــ ــ ا ــ ا א ــ إ ــא ــ ا ، إ ا ــ ــ ــ و ــ א أة، و إ ــ ا

، ــ א ــ ــ ــ ــ ــ ن ــ ا ــ ، و ــ ــ أ ــ ــ ، وا ــ

ــ أن : وا ــ א ــאل ا . ــ ــ ا א ــא ، و ــ ــ ا א ــ א ــאم وا

. ــ ــ ا ــאم أ ن ا כــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 226: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi226

[343] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu görüş de iki aklî delilden dolayı kesin olarak yanlıştır. Bunlardan ilki şudur: “En faziletli”nin bilinmesi, ancak durumunun zâhirine bakarak zannetmekle mümkün olur. Nite-kim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Fakat zan, gerçekten hiçbir şey ifade etmez.”

309 İkincisi ise, Kureyş kabilesi çok kalabalıktır ve doğudan batıya, güneyden kuzeye yeryüzüne yayılmıştır. Dolayısıyla her açıdan sayıları bü-yük rakamlara ulaşmış bu kavmin en faziletlisini bilmenin imkânı yoktur ve bu asla mümkün değildir. Dahası, bu görüşün yanlışlığı hususunda üm-metin bunun bâtıl olduğunda icmâ etmesi yeterlidir. Söz konusu dönemde müslümanlardan olup da sahabeye yetişenlerin tamamı Hasan’ın veya Mu-aviye’nin imâmeti konusunda ittifak etmiştir. Halbuki insanların içinde Sa’d b. Ebû Vakkas, Said b. Zübeyr, İbn Ömer ve diğerleri gibi, şüphesiz onlardan daha faziletli olanları vardı.

[344] Şayet Bâkıllanî’nin dediği şey doğru ve gerçek olsa idi, bu du-rumda Hasan’ın ve Muaviye’nin imâmetleri geçersiz olurdu. Böyle bir şeyden yüce Allah’ı tenzih ederiz. Bunlara ilaveten, mezkûr kişinin dile getirdiği bu görüş, fasid bir iddiadır ve doğruluğuna dair ne Kur’ân’da, ne sahîh sünnette, ne sakim rivayetlerde, ne sahabe kavlinde, ne de kıyasta bir delil vardır. Bâkıllanî’nin şu sözleri de işi tam olarak tuhaflaştırmaktadır: “Hz. Peygamber’in (s.a.) elçi olarak gönderilmesinden ölünceye kadar bu ümmet içinde Allah Resulünden daha faziletli birisinin olması mümkün-dür. Sonra da imamdan daha faziletli birisinin olması mümkün değildir.”

[345] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bâkıllanî’nin Hz. Peygamber (s.a.) hakkında dile getirdiği bu görüş hiçbir kapalılık olmaksızın açıkça küfür-dür. Bu konuda ümmete muhalif davranmıştır. Nitekim ümmet, imamın Kureyşli, baliğ, erkek, mümeyyiz, zâhiri günahlardan uzak, Kur’ân ve sün-netle hükmeden bir kimse olması gerektiğini söylemiştir. İmamın zulmüne engel olunabilindiği müddetçe makamından uzaklaştırılması câiz değildir. Eğer zulümden alıkoymak ancak onun izale edilmesiyle mümkün olursa, yüce Allah’ın “... İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yar-dımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın...”310 sözünden dolayı zulmün giderilmesini mümkün kılan her bir şeyi yerine getirmek farzdır. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

5

10

15

20

25

30

Page 227: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 227

כــ أن ] ٣٤٣[ ــ ــא: أ ، أ ــ א ــ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــ : ﴿إن ا ــ א ــאل ــ ه، و ــ ــ أ א ــ ــ א ــ إ ف ا ــ

ــ ق إ ــ ــ ا ــ أ رض ــ ا ت و ــ ــ כ ــא : أن ــ א א﴾ وا ــ ــ ا

م ــ ــ ــ ف ا ــ ــ أن אل، و ــ ــ ا ب إ ــ ــ ا ب، و ــ ــ ا أ

ن ــ ــ ــ כ ــ ــ ــכ أ כــ ذ ه، و ــ ــ ا ــ ــ د ــ ا ــ

ــ ا ــ ر א ــ ا ــ أدرك ــ ن ــ ، ــ ــ ــ ــאع ا ل إ ــ ا ا ــ

، أو ــ ــ ا א ــ إ ــ ا ــ ــ أ ــ ــכ ا ــ ذ ــ ــ ا ــ ــ

ــ ــאص، و ــ و ــ أ ــ ــכ כ ــ ــ ــ ــאس أ ــ ا ــ כאن ، و ــ אو

. ــ ــ و ــ ــ وا ــ ز

ــ ] ٣٤٤[ א ــ אو ــ و ــ ا א ــ إ כא ــא ــ א ــ ا א ــא ــ כאن

ر כــ ا ا ــ ــ א ي ــ ل ا ــ ا ا ــ ن ــ ــא ــכ. وأ ــ ذ ــ ــ و ــא א و

، و ــ ــ ــ آن و ــ ــ ــא. ــ ــ ة د ــ א ى ــ د

ــ أن א ــ ل إ ــ ــ أن ــ כ ــאس، وا ــ ، و ــ א ل ــ ــ ، و ــ

ــ ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ أ ــ ــ ه ا ــ ــ ن כــ

ــאم. ــ ا ــ ــ أ ن أ כــ ــ أن ــ ــאت، ــ أن ــ إ

ــ ] ٣٤٥[ ــ כ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ل ــ ا ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

א ــ ــאم ن ا כــ ــ أن ــא م وإ ــ ــ ا ف ــ ــ ، و ــ ــאء د و ــ

. و ــ ــ آن وا ــ א ــא אכ ة، ــ א ــ ا א ــ ا ــא ا ــ ا ــא ذכــ א

ض ــ ــ زا ــכ إ כــ ذ ــ ن ــ ــ ــ ا ــ כــ ــא دام ــ ز ــ

ــ ــ ا ا ــ אو : ﴿و ــ א ل ا ــ ، ــ ــ ا ــ د ــ إ ــ ــא ــאم כ أن

. ــ ــ ا א ــא وان﴾ و ــ وا ــ ــ ا ا ــ אو ى و ــ وا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 228: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi228

Faziletin Vecihleri ve Sahabe Arasında Fazilet Mücadelesi

[346] Ebû Muhammed şöyle dedi: Müslümanlar, peygamberlerden

(s.a.) sonra insanların en faziletlisinin kim olduğu hususunda farklı gö-

rüşler ileri sürdüler. Ehl-i Sünnet, Mu‘tezile ve Mürcie fırkalarından bazı

kimseler ile Şîa’nın tamamı, Allah Elçisinden (s.a.) sonra ümmetin en fa-

ziletlisinin Ali b. Ebû Tâlib (r.a.) olduğu görüşünü kabul etmiştir. Biz bu

görüşü bazı sahabilerden, tabiinden ve fakihlerden oluşan bir cemaatten

rivayet ettik.

[347] Hâricîlerin tamamı ile Ehl-i Sünnet, Mu‘tezile ve Mürcie’nin bir

kısmı Hz. Peygamber’den (s.a.) sonra sahabenin en faziletlisinin Ebû Bekir,

sonra da Ömer olduğu görüşündedir. Biz, Ebû Hüreyre’den (r.a.) onun

şöyle dediğini rivayet ettik: “Hz. Peygamber’den (s.a.) sonra insanların en

faziletlisi Ca‘fer b. Ebû Tâlib’tir.” Âsım en-Nebîl, yani Dahhak b. Muhal-

led ve Îsâb. Hâzır bunu kabul etmişlerdir. Îsâ, Ca‘fer’den sonra Hamza’nın

(r.a.) en faziletli olduğunu söylemiştir. Sahabeden olan yaklaşık yirmi kişi-

den “Allah Resulüne (s.a.) göre insanların en asil ve onurlu olanı Ali b. Ebû

Tâlib ve Zübeyr b. Avvam’dır.” dediklerini rivayet ettik. Yine müminlerin

annesi Aişe’den (r.a.) şöyle dediğini rivayet ettik: “Resulüllah (s.a.) vefat et-

tikten sonra, fazilet itibarıyla şu üç kişiyi hiç kimse geçemez: Sa’d b. Mu’az,

Üseyd b. Hudayr311 ve Abbad b. Bişr.312”

[348] Yine müminlerin annesi Ümmü Seleme’den (r.a.); fazileti ve ki-

min daha hayırlı olduğunu hatırlayıp şöyle dediğini rivayet ettik: “Allah

Resulüne (s.a.) hicret eden ilk hanenin sahibi olan Ebû Seleme’den daha

hayırlı kim olabilir?” Biz, Mesruk b. Ecda’, Temîm b. Hazlem, İbrahim

en-Nehaî ve diğerlerinin şöyle dediklerini rivayet ettik: “Allah Elçisinden

(s.a.) sonra insanların en faziletlisi Abdullah b. Mes’ud’dur.” Tabiin nesli-

nin önde gelenlerinden olan Temîm şöyle demiştir: “Ben, Ebû Bekir’i ve

Ömer’i gördüm. Fakat Abdullah b. Mes’ud’un benzerini görmedim.”

5

10

15

20

25

Page 229: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 229

א א ا ه ا وا م و כ ا

ــאء ] ٣٤٦[ ــ ا ــאس ــ ا ــ أ ــ ن ــ ــ ا : ا ــ ــ ــאل أ

، ــ ا ــ و ، ــ ا ــ و ، ــ ا ــ أ ــ ــ م. ــ ا ــ

ــ ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ ا ــ أن أ ، إ ــ ــ ا و

ــ ــ و ــ ا ــ ر א ــ ا ــ ــא ل ــ ا ا ــ ــא ــ رو ــ و א ــ أ

ــאء. ، وا ــ א ــ ا ــ א

ــ ] ٣٤٧[ ، و ــ ــ ا ، و ــ ــ ا ــ أ ــא، و ارج כ ــ ــ ا وذ

ــ ، כــ ــ ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ א ــ ا ــ أن أ ، إ ــ ا

ــ ل ا ــ ــ ر ــאس ــ ا ــ أن أ ــ ا ة ر ــ ــ ــ أ ــא . ورو ــ

ــ ــאك ــ ا ، و ــ ــ ا א ــאل ا ــ ، و ــ א ــ ــ أ ــ ــ ــ و ا

ــא . ورو ــ ــ ا ة، ر ــ ــ ــ : و ــ ــאل . ــ א ــ ــ ، و ــ

ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאس م ا ــ أن أכــ א ــ ا ــ ــ ــ

ــ ا ــ ر א ــ ــ أم ا ــא ام. ورو ــ ــ ا ــ ، وا ــ א ــ ــ أ ــ

ــ ــ ــ ــ أ ــאل ث ر ــ ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ــאت ر ــא

. ــ ــ ــאد ــ و ــ ــ ــאذ وأ ــ ــ

ــ ] ٣٤٨[ ت ا כــ ــא ــא أ ــ ا ــ ر ــ أم ا ــ أم ــא ورو

ل ا ــ ــ ر ــ إ א ــ ــ أول ــ ــ أ ــ ــ ــ : و ــ א ــ ــ ــ و

ــ ا ــ وإ ــ ــ ع و ــ ــ ا وق ــ ــ ــא . ورو ــ ــ و ــ ا

ــ ــ ا ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאس ــ ا ــ أن أ ــ و ا

ــ ــ ــ ــא رأ ــ כــ و ــא ــ أ ــ رأ א ــאر ا ــ כ ــ ــ و ــאل د، ــ

د. ــ ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 230: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi230

[349] Hz. Peygamber’e (s.a.) yetişen bazı kimselerden şöyle dediklerini rivayet ettik: “Allah Elçisinden (s.a.) sonra insanların en faziletlisi Ömer b. el-Hattab’tır. O, Ebû Bekir’den de faziletlidir.” Muhammed b. Abdullah el-Hâkim en-Nisâbûrî’nin bu görüşte olduğu bilgisi bana ulaşmıştır. Fa-kih olan Dâvûd b. Ali şöyle demiştir: Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi Allah’ın Elçisinin (s.a.) sahabesidir. Sahabenin en faziletlisi muhacirlerden olan ilklerdir, sonra Ensar’dan olan ilklerdir. Sonra, onlar-dan sonra gelenlerdir. Biz, onlardan olan bir kimsenin kendi tabakasından olan herhangi bir kimseden daha faziletli olduğunu kesin olarak bilemeyiz. İlimde önde gelen âlimlerin bu görüşe kanaat getirdiklerini gördük. Bana, Yûsuf b. Abdullah b. Abdulberr en-Nemîrî, birçok defa, bu görüşün kendi görüşü ve inancı olduğunu söylemiştir.

[350] Fakih Ebû Muhammed (Allah ona rahmet eylesin) şöyle dedi: Bizim kabul ettiğimiz, din olarak boyun eğdiğimiz ve yüce Allah katında hak olduğuna kesin olarak inandığımız şey, peygamberlerden (s.a.) sonra in-sanların en faziletlileri Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarıdır. Sonra da Ebû Bekir’dir.313 Yüce Allah’ın “Siz, insanlar içinden çıkarılmış en hayırlı ümmetsi-niz.” 314 şeklindeki sözünden dolayı Muhammed (s.a.) ümmetinin ümmetle-rin en faziletlisi olduğu hususunda müslümanlardan hiçbiri ihtilaf etmez. Şüp-hesiz bu, “Şüphesiz ben, sizleri âlemlere üstün kıldım.”

315 şeklinde yüce Allah’ın İsrail oğulları hakkındaki sözüne dayanan bir hükümdür. Bu açıktır, çünkü yüce Allah’ın bundan maksadı, bu ümmet dışındaki ümmetler âlemidir.

[351] Ebû Muhammed şöyle dedi: Sonra -başarı Allah’ın yardımıyla-dır- şöyle deriz: Şüphesiz ihmal edilmiş ve dikkate alınmamış söz, bu söz ile murat edilen mananın tahkik edilmemesidir. Bu ise, manaları silmiş ve doğruyu anlamaya engel olmuş, haktan saptırmış, anlamaktan uzaklaştırmış ve körlüğü yaymıştır. Allah’ın yardımı ve desteğiyle üstünlük çekişmesine sebebiyet veren faziletin vecihlerini kısımlara ayırmaya ve tefsir etmeye baş-layabiliriz. Faziletin manası ve bu lafzın neye karşılık geldiği açıkça ortaya konulursa, o zaman kendisinde bu sıfatların bulunduğu kimsenin şüphesiz daha üstün olduğunu zorunlu olarak biliriz. Şöyle deriz -güç ve kudret sa-dece aziz ve ulu olan Allah’ındır-: Fazilet, bir üçüncü ihtimal olmaksızın iki kısma ayrılır: Amel olmaksızın yüce Allah’tan kaynaklanan özel/ayrıcalıklı fazilet ve amel sebebiyle yüce Allah’ın mükâfat olarak verdiği fazilet.

5

10

15

20

25

30

Page 231: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 231

ــ ] ٣٤٩[ : إن أ ــ ــ و ــ ا ــ ــ أدرك ا ــ ــ ــא وروــ ــ أ ــ ــ أ ــאب وأ ــ ا ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאس اــ כאن ري أ ــא אכــ ا ــ ا ا ــ ــ ــ ــ ــא و ــ ا כــ رــ ــאس ــ ا ــ أ ــ ا ــ ر ــ ا ــ ــאل داود ل. ــ ا ا ــ ــ ــ إــ ن ــ و ــ ا א ــ ا ــ وأ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאب ر ــאء أ اــאن ــ إ ــ ــ و ــ ــ ــ ــאر ــ ا ن ــ و ــ ا ، ــ א اــ ــ ــ ا ــ أ ــ ــא ــ رأ ، و ــ ــ ــ ــ آ ــ ــ أ ــ أ ــ ــא ــ ي ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ــ ــאل ل. و ــ ا ا ــ ــ ــ إ

ه. ــ ــ و ــ ا ــ ة أن ــ

]٣٥٠ [ ، ــ ــ א ــ ا ــ و ل ــ ي ــ : وا ــ ا ــ ر ــ ــ أ ــאل ام ــ ــ ا ــאء ــ ا ــאس ــ ا ــ أن أ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ أ ــ وــ ف ــ ، و ــ ــ ا כــ ر ــ ــ أ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאء رل ــ ، ــ ــ ا ــ أ ــ و ــ ا ــ ــ ــ أن أ ــ ــ ا ــ أــ א ــ ــ ــ א ه ــ ــאس﴾ وأن ــ أ ــ أ ــ ــ : ﴿כ ــ ــ و ا ــכ ــ ذ ــ א اد ا ــ ن ــ ــא ﴾ وأ ــ א ــ ا כــ ﴿ : ا ــ ــ إ

. ــ ه ا ــ ــא א ــ ــ ا א

ــ ] ٣٥١[ م ا ــכ : إن ا ــ ــ ا א ــא ل و ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ إدراك ــ ، و ــ א ــ ــ م ــכ ــכ ا ــאرد ــ ا ــ ا دون ن ا ــ أ ــ ــ ــ ــ و ــ ا ــאد ، وإ ــ ــ ا ــ اب، و ــ اאن ــ ذا ا ــ א ــ ــ و א ــ ا ــא ــ ــ ا ه ا ــ ــ و ــ ــ و אت ــ ــ و ــ أن ــ ورة ــ א ، ــ ه ا ــ ــ ــאذا ــ ــ و ــ اــ ــא ا ة إ ــ ل و ــ ل و ــ ــכ، ــ ــ ــ أ ــ ــאت أכ ه ا ــ ــ ــ ــ ا ــאص ــ ا ــא: ــ א ــ ــ ــ إ ــ . إن ا ــ ا

. ــ ــ א ــ ا ــאزاة ــ ، و ــ ــ ــ و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 232: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi232

[352] [ı] Amelden kaynaklanmayan özel ve ayrıcalıklı fazilete gelince, bu fazilette konuşan canlılar, hayvanlar, cansız varlıklar ve arazların tama-mı müşterektir. Nitekim meleklerin yaradılışlarının başlangıcında diğer varlıklara üstün olmaları böyledir. Yine peygamberlerin yaradılışlarının başlangıcında cinlere ve insanlara üstün olmaları; Allah Elçisinin (s.a.) oğlu İbrahim’in diğer erkek çocuklarına üstün olması; Salih’in (s.a.) de-vesinin diğer develere üstünlüğü; İbrahim’in (s.a.) kurbanının diğer kur-banlara üstünlüğü; Mekke’nin diğer beldelere üstünlüğü; Medine şehrinin Mekke’den sonra diğer beldelere üstün olması; mescitlerin diğer mekânlara üstün olması; Haceru’l-esved’in diğer taşlara üstünlüğü; Ramazan ayının diğer aylara üstün olması gibi; Cuma, Arafe, Aşure ve (Zilhicce’nin) On Gecesi’nin diğer günlere üstünlüğü; Kadir gecesinin diğer gecelere üstün olması; farz namazların nafile namazlara üstünlüğü; ikindi ve sabah na-mazlarının diğer namazlara üstün olması; secdenin kaadeye (oturmaya) üstün olması ve bazı zikirlerin diğerlerine üstün olması da böyledir. İşte bu amelden kaynaklanmayan mücerret anlamda özel ve ayrıcalıklı fazilettir.

[353] [ıı]Amel sebebiyle mükâfat olarak verilen fazilete gelince, elbette faziletin bu çeşidi sadece melek, insan ve cinlerden oluşan konuşan varlık-lar için geçerlidir. İşte insanların tartıştığı kısım budur, biz de kimin buna daha layık olduğunu şimdi burada konuşacağız. Böylece kendisi vesilesi ile faziletin ve önceliğin hak edildiği bu kısmın alt başlıklarına dikkat et-memiz gerekli oldu. Böylece biz, -yüce Allah’ın güç ve kuvvetiyle- bunları özetleyip açıklayacağız. Sonra kimin buna daha layık olduğunu, kimin bu konuda daha üstün olduğunu ve böylece bu konularda daha az payı olan kimselere göre şüphesiz kimin daha faziletli olacağını göreceğiz. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[Faziletin Dereceleri]

[354] Biz, -yüce Allah’tan yardım dileyerek- şöyle deriz: Amel eden bir kimse, -sekizinci ihtimal olmaksızın- şu yedi vecih sebebiyle amel eden başka bir kimseye amelinde üstün olur. [ı] Amelin bizatihi kendisi olan Mâhiyet; [ıı] Ameldeki maksadı ifade eden Kemiyet; [ııı] Nitelik (Keyf ); [ıv] Nicelik (Kem); [v] Zaman; [vı] Mekân; [vıı] İzafet.

5

10

15

20

25

30

Page 233: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 233

ــ ] ٣٥٢[ ــ ــ ا ــ ك ــ ــ ــ ــאص دون ــ ا ــא

ــ כــ ــ ا اض כ ــ ــאدات وا ــ وا א ــ ا ان ــ ــ وا א ان ا ــ ا

ــ ــא ا ــ ــ اء ــ ــ ا ــאء ــ ا ــ وכ ــא ا ــ ــ اء ــ ا

ــאل، ــא ا ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ا ا ــ إ ، وכ ــ وا

ــ ــ ا ــ إ ــ ذ ق. وכ ــ ــא ا ــ م ــ ــ ا ــ א ــ א ــ وכ

ــ ــ ــ ا د، وכ ــ ــא ا ــ כــ ــ . وכ ــ א ــא ا ــ م ــ ا

ــ ــ ا ــאع، وכ ــא ا ــ ــא ــ ا د وכ ــ ــ ا ــא ــ כــ

ــ ر، وכ ــ ــא ا ــ ــאن ــ ر ــ ــאرة، وכ ــא ا ــ د ــ ا

ــ ر ــ ــ ا ــ ــאم وכ ــא ا ــ ــ راء وا ــ א ــ و ــ م ا ــ

ة ــ ــ و ة ا ــ ــ ، وכ ــ א ــ ا ض ــ ة ا ــ ــ ، وכ ــ א ــא ا

כــ ــ ا ــ د، وכ ــ ــ ا د ــ ــ ا ات، وכ ــ ــא ا ــ ــ ا

. ــ ــ د ــ ــאص ا ــ ا ا ــ ــ ــ

ــ ] ٣٥٣[ ــ א ا ــ إ ــ ا ن כــ ــ ــ א ــאزاة ا ــ ــא

ــאب ا ا ــ ــ ــ ــאزع ي ــ ــ ا ــ ا ا ــ ، و ــ ــ ، وا ــ ، وا כــ ا

ــ ــ ا ا ا ــ ــאم ــ أ ــא ــ أ ــ أن ــ ــ ــ أ ن ــ ا ــ כ ي ــ ا

ــ ــ ، ــ ل ا و ــ ــא כ ــא و م ــ ــ وا ــ ــ ا ــא

ــ ــ أ ــ ــ ــכ أ ــ ن כــ ، ــ ق ــ א ــ ــ وأ ــ ــ أ ــ ــ

. ــ ــ ا א ــא ــכ، و ــ ــא ــא

ــ ] ٣٥٤[ ــא ــ ــ א ــ ا ــ א : إن ا ــ ــ א ــא ل و ــ

ض ــ ــ ا : و ــ כ ، وا ــ ــ وذا ــ ا ــ : و ــ א ــ ا ــא: و ــ א ــ أو

. ــ א ــכאن، وا ــאن، وا ، وا כــ ، وا ــ כ ــ وا ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 234: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi234

[355] [ı] Mâhiyete gelince; iki kişi düşünelim; bunlardan biri farz olan amelleri tam olarak yerine getirir, diğeri ise farzların bir kısmını kaçırmış-tır, bununla birlikte bu ikinci şahsın nafile ibadetleri de vardır. Ya da her ikisi farz ibadetlerin tamamını yerine getirmiş ve fazladan olarak nafileleri de yapıyor olsun. Ancak bunlardan birinin nafile ibadetleri diğerininki-lerden daha faziletlidir. Onlardan biri, namazda bolca zikir yapıyor olsun, diğeri ise otururken ya da buna benzer bir durumda iken bolca zikir yapı-yor olsun. Yine iki insan düşünelim, bunlardan biri savaş meydanında ve korku zamanında savaşmış; diğeri ise ridde zamanında (dinden dönenlerle savaşmak) savaşmıştır. Ya da bunlardan biri cihat etmiş, diğeri ise oruç tutmak ve nafile namaz kılmakla meşgul olmuştur. Ya da her ikisi içtihat ediyor, ancak onlardan biri hakka isabet ediyor, diğeri ise bundan mahrum kalıyor. Böylece bunlardan biri diğerine, bizzat ameli sebebiyle üstün geli-yor. Böylece bizzat onun amelinin diğerinin amelinden daha üstün olduğu ortaya çıkmış oluyor. İşte bu, amelin mâhiyeti noktasındaki üstünlük ve fazilet mücadelesidir.

[356] [ıı] Kemiyet’e gelince, bu özellik ( araz)dır. Söz konusu şahıslar-dan biri ameline sadece yüce Allah’ın rızasını gözeterek yönelir ve başka hiçbir şeyi buna karıştırmaz. Diğeri ise, bütün amellerinde eşit davranır. Ancak o ameline dünyadaki iyilik muhabbetinden bir şey karıştırır ve bu şekilde kendisinden bir eziyeti uzaklaştırmak ister. Bazen ameline riya bu-laştırır. Böylece ilk kişi, amelindeki özellik/ araz sebebiyle ona üstün gelir ve daha faziletli olur.

[357] [ııı] Keyfiyet’e gelince, söz konusu kişilerden biri, amelini, ne bir fazla ne de bir eksik olmaksızın bütün hukukuna ve mertebesine dikkat ederek tam olarak yerine getirir. Diğeri ise, -her ne kadar farzını iptal et-mese de- amelinin bazı derece, makam ve sünnetlerini noksan bırakabilir. Ya da bu şahıslardan biri amelini büyük günahlardan temizler; diğeri ise bazı büyük günahları işlemiş olabilir. Böylece amelinin kemiyeti itibarıyla diğerine üstün olur.

5

10

15

20

25

30

Page 235: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 235

ــא ] ٣٥٥[ ــאة כ ــא ــאل أ ــ أ وض ــ ن ا כــ ــ أن ــ א ــא ا

ــ ــ ــא و ن כ כــ ، أو ــ ا ــ ــ و و ــ ــ ــ ن ا כــ و

، ــ ــ ا ا ــ ــ ــא أ ــ أ ا ة إ أن ــ ــ زا ا ن ــ ، و ــ

ــאل ــ כــ ا ــ כ ــ وا ة، ــ ا ــ כــ ا ــ כ ــא أ ن כــ ن כ

ــ وا ، כــ ا ــ ــא أ ــ א ــא وכ ا، ــ ــ أ ــא و ، ــ

ــאم، ــ ــ ا ــא وا ــ أ א د. أو ــ ــ ا ــ ــ ا א ف، و ــ ا

ــ ــ ــ ا ــ و ــא ا ــאدف أ ان ــ ع. أو ــ ة ــ و

ــ ــ ــ أ ــאن ذات ، أو ــ ــ ه ــ ه ا ــ ــ ــ ــא ا أ

. ــ ــ ا ــ א ــ ا ــ א ــ ا ا ــ ، ــ ــ ا ذات

ــ ] ٣٥٦[ ــ و ــ ــא ن أ כــ ن ــ ض ــ ــ ا : و ــ כ ــא ا وأ

، إ ــ ــ ــ ــאو ــ ن ا כــ ، و ــ א ا ــ ــ ج ــ ــ א ا

ذى ــכ ا ــ ــא، وأن ــ ا ــ ــ ا ــ א ــ ــ ج ــ ــא ــ ر أ

. ــ ــ ــ ول ــ ا ــאء ــ ا ء ــ ــ ــא ، ور ــ ــ

ــ ] ٣٥٧[ . ور ــ ــ ــ ــ ــא ن أ כــ ن ــ ــ כ ــא ا وأ

ــ ا ــכ ذ ــ ر ــ ــ ا ــא ر ــ ا ن כــ و ا ــ و ــא

ــ ــ ــ ــ ــא ن أ כــ ــא أو ــ ــ ــ ، وإن ــ و

. ــ ــ כ ــ ــ ا ــ א כ ــ ا ــ ــ ا ــא أ ، ور ــ א כ ا

٥

١٠

١٥

Page 236: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi236

[358] [ıv] Niceliğe gelince, söz konusu iki kişi farz ibadetlerin edasın-da eşit olurlar, fakat bunlardan birinin nafile ibadetleri daha fazla olursa, bu durumda onun diğerine üstünlüğü nafile ibadetlerinin sayısının çoklu-ğu sebebiyledir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) döneminde İslâm’a girmiş ve hicret etmiş iki adam hakkında şöyle bir hadise rivayet edilmiştir: Bu iki kişiden biri şehit olmuş, diğeri ise arkadaşından sonra bir yıl daha ya-şamış ve akabinde yattığı yerde vefat etmişti. Sahabeden birisi bu iki kişiyi rüyasında görmüş ve daha sonra ölen kişinin şehit olarak ölenden daha faziletli olduğuna şahit olmuştu. Bunun üzerine o sahabi, bu durumu Hz. Peygamber’e (s.a.) sormuş, o da (s.a.) “Arkadaşının şehit olmasından sonra onun kıldığı namazlar ve tuttuğu oruçlar nerede?” manasında bir söz söyle-mişti. Böylece söz konusu iki kişiden biri, amellerinin sayısındaki artıştan dolayı diğerine göre daha faziletli olmuştur.

[359] [v] Zamana gelince, İslâm’ın başlangıç yıllarında ya da açlık ve yokluk yılında ya da müslümanların bela ve musibetle imtihan edildiği vakitte yapılan nice ameller vardır. Yine İslâm’ın güç-kuvvet bulmasın-dan sonra, bolluk ve güven zamanında yapılan ameller vardır. İslâm’ın başlangıcında dile getirilen bir söz, infak edilen bir hurma, zorluklara sabır ve o vakitte kılınan bir rekat namaz, daha sonraki dönemde bü-tün ömür boyunca ortaya konulan gayret ve cihada ve büyük miktarda mal infak etmeye denktir. Bundan dolayı Allah Elçisi (s.a.) şöyle bu-yurmuştur: “Ashabıma dua ediniz, şayet sizden birisinin Uhud dağı kadar

altını olsa ve onu infak etse, onlardan birinin ne bir ölçek buğdayına ne de

onun yarısına ulaşabilir.” Böylece o vakitte infak edilen yarım ölçek buğ-day ya da hurma, daha sonraki bir zamanda Allah yolunda bizim infak edeceğimiz Uhud dağı kadar altından daha faziletlidir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “İçinizden, fetihten ( Mekke fethinden) önce harcayanlar ve

savaşanlar, (diğerleri ile) bir değildir. Onların derecesi, sonradan harcayan

ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, hepsine de en gü-

zel olanı (cenneti) vaad etmiştir.” 316

5

10

15

20

25

30

Page 237: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 237

ــ ] ٣٥٨[ أכ ــא أ ن כــ و ض، ــ ا أداء ــ א ــ ن ــ : כــ ا ــא وأ

ا ــ א א و ــ ــ أ ــ ر ــא روي ، כ ــ ا د ــ ة ــ כ ا ــ ــ ــ ا

ه ــ ــ ــאش ا ــא و ــ أ ــ ا ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאم ر أ

ــ ــ و ــ ا ــ ــאب ا ــ أ أى ــ ــ ا ــ ــאت ــ ــ

ــ ل ــ ــ ــאل ا ــ ــ ــ أ ــא ــא ــ آ م و ــ ــ ا ــא أ

ــ ــאه ــא כ م ــ ا ــ ــאل ــ و ــ ا ــ ا ل ــ ر ــכ ذ

ــ ــ ــא زاد ــ ا ــאدة א ــ ا ــא أ ــ ه. ــ ــ א و ــ

. ــ א د أ ــ

]٣٥٩ [ ، ــ א ــאم ا ــ م أو ــ ر ا ــ ــ ــ ــ כ ــאن ــא ا وأ

ــאء ــ ر ــ ز م، و ــ ة ا ــ ــ ه ــ ــ ــ و א ــ אز ــ ــ و أو

ــכ ــ ــ ــ ورכ ــ ة وا ــ م وا ــ ــ أول ا ــ כ ن ا ــ ، ــ وأ

ــ ــאم ال ا ــ ل ا ــ ــא، و אد ال، و ــ ــאن ا ز ــאد ا ل ا ــ ــ ا

ــ ــ א ــ أ ا إ ــ : د ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאل ر ــכ ــכ، و ذ

ــכאن . ــ و ــ أ ــ ــ ــא ــ ــא ذ ــ أ ــ כــ כאن

ــ ــ ــא ــ ذ ــ أ ــ ــ ــ أ ــכ ا ــ ذ ــ ــ و ــ ــ

ــ أ ــ כــ ي ــ ﴿ : ــ א ــאل ا ــכ، ــ ذ ــ ــ و ــ ا ــ

ا ــ א و ــ ــ ا ــ أ ــ ا ــ ــ در ــ ــכ أ أو ــ א و ــ ا ــ ــ

.﴾ ــ ا ا ــ وכ و

٥

١٠

١٥

Page 238: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi238

[360] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu âyet, sahabenin kendi ara-sındaki fazilet farkını göstermektedir. Şu halde sahabeden (Allah onların cümlesinden razı olsun) sonra gelenler ile sahabe arasındaki fazilet farkının nasıl olduğunu siz düşünün!

[361] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu âyet, Ebû Hâşim Muham-med b. Ali el- Cübbâî’nin ve Muhammed b. et-Tayyîb el-Bakıllânî’nin görüşünü tekzip eder. Nitekim Cübbâî: “Eğer bir kimsenin ömrü uzun olursa, herhangi bir peygamberin ameline denk gelecek kadar amel işleme-si mümkündür.” demiştir. Bakıllânî de; “İnsanların içinde, Hz. Peygam-ber’den (s.a.) - nübüvvet ile görevlendirildiği andan ölünceye kadar geçen zaman zarfında- daha faziletli birisinin olması mümkündür.” demiştir.

[362] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, hiçbir tartışma olmaksızın açıkça küfürdür, geri dönmek ve İslâm dininden çıkmaktır ve Allah Resu-lünün (s.a.) “Hiç kimse sahabenin derecesine ulaşamaz” ve “onların dengi olamaz” anlamındaki haberlerini yalanlamaktır. Öyle ki Hz. Peygamber, Allah için onları uyarmış, getirdiği ve ortaya koyduğu şeyleri onlara bil-dirmiştir. Hâricîler ve Şîa da aynı şekilde söylemiştir. Nitekim Şîa, -aziz ve ulu Allah’ın yarattıklarının en şerlileri oldukları halde- kendilerini Ebû Bekir, Ömer, Osman, Talha, Zübeyr, Aişe ve sahabenin (r.a.) tamamından -Ali, Hasan, Hüseyin ve Ammâr b. Yasir hariç- üstün görürler. Hâricîler de, -aziz ve ulu Allah’ın yarattıklarının en şerlileri ve cehennemin köpekleri oldukları halde- kendilerini Osman, Ali, Talha ve Zübeyr’den daha üstün görürler. Yüce Allah’ın kelâmına ve Hz. Peygamber’in (s.a.) hükmüne mu-halefet eden kimse kaybetmiştir.

[363] Ebû Muhammed şöyle dedi: Aynı şekilde, sıkıntı ve zor-luk zamanında az miktardaki gayret (cihat) ve sadaka, kuvvet ve bol-luk zamanında çokça yapılan cihat ve sadakadan daha faziletlidir. Aynı şekilde kişinin fakir ve sağlıklı iken hayatı arzulayan ve fakirlikten kor-kuyor olduğu halde bir dirhem sadaka vermesi, zenginliği döneminde ve öldükten sonraki vasiyetinde çokça tasadduk yapmasından daha fa-ziletlidir. Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.) “Bir dirhem, yüz bin dir-hemin önüne geçmiştir...” şeklinde buyurduğu sahîh olarak gelmiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 239: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 239

ــ ] ٣٦٠[ ــ ــ ــ כ ــ ــא ــ א ــ ا ا ــ : ــ ــ ــאل أ

. ــ ــ أ ــ ا ر

ــ ] ٣٦١[ ــ ــ ــ א ــ أ ل ــ ب כــ ا ــ و : ــ ــ أ ــאل

ــאل ــ أن א ــאل: ــ א ن ا ــ ، ــ א ــ ا ــ ا ــ ل ــ ، و ــ א ا

ــ א : ــ א ــאل ا ــאء. و ــ ا ــ ــ ازي ــ ــא ــ ئ أن ــ ــ ا

ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ أ ــ ــאس ــ ا ن כــ أن

ــאت. ــ أن ة إ ــ א ــ ــ

ــ ] ٣٦٢[ م ــ ــ ا ــ د وج ــ د وردة . و ــ ــ ا כ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ رك أ ــ ــא ــאره، إ ــ إ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ כ ــ و

، ــ ــ ــ ــ ــ ا ــ ر א ــ أ م ــ ــ ا ــאره ــ إ ــ و א أ

ــ ارج وا ــ ــ ا א ــא ــכ أ ر، وכ ــ ــא ــ و ــא ــ ــ وأ א ــ ا وأ

، ــ ، و כــ ــ ــ أ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ــ و ن أ ــ ــ ن ا ــ

ــא، ــא א ــ ــ ا ــ ر א ــ ا ــ و א ، و ــ ، وا ــ ــאن، و و

ــ ــ ــ ــ و ن أ ــ ارج ــ ، وا ــ א ــ ــאر ، و ــ ، وا ــ وا

ــ א ــ ــאب ــ ، و ــ ، وا ــ ، ــ ــאن، و ــ ــאر ب ا ــ وכ א ا

. ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאء ر ــ و א م ا כ

ا ] ٣٦٣[ ــ ــאن ا ــ ز ــ ــאد وا ــ ا ــ ــכ ا : وכ ــ ــ ــאل أ

אن ر ز ء כ ا ، وכ ة وا א و ا أ כ

אه، و ض ق כ אف ا أ ا אة و و ا

، א أ ل ا ا و در ، و ر و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 240: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi240

Buna göre iki dirhemi olan bir insan bunlardan birini tasadduk etmiştir.

Diğeri ise, çokça mala sahiptir ve bu malından yüz bin dirhemi tasadduk

etmiştir. Aynı şekilde kişinin korku ve hastalık durumunda farzları eda

etmede sabırlı olması ve az da olsa nafileleri yerine getirmesi, sağlıklı ve

emniyette iken işlediği amelinden ve çokça nafile ibadet etmesinden daha

faziletlidir. Dolayısıyla zikrettiğimiz kimseler, amellerinin zamanı itibarıyla

diğerlerinden daha faziletli olmuşlardır. Aynı şekilde ömrünün son anla-

rında hayırlı bir işe vesile olan bir kimse, ömrünün son demlerinde yanlış

yapan kimseden daha faziletlidir.

[364] [vı] Mekâna gelince, Mescid-i Haram’da ya da Hz. Peygamber’in

mescidinde namaz kılmak gibi. Bu iki mescitte kılınan namaz, bu ikisinin

dışında kılınan namazdan yüz bin derece daha faziletlidir. Mescid-i Ha-

ram’da kılınan namaz, Resulüllah’ın (s.a.) mescidinde kılınan namazdan

yüz derece daha faziletlidir. Düşman yurdunda ve cihat sırasında tutulan

oruç, cihat dışında tutulan oruca göre böyledir. Faziletli bir mekânda amel

eden bir kimse, bu mekânın dışında amel eden bir kimseden -her ne kadar

ameller eşit olsa da- amelinin mekânı itibarıyla daha faziletlidir.

[365] [vıı] İzafete gelince, nebînin bir rekatı ya da nebî ile birlikte bir

rekat namaz, ya da nebînin sadakası veya nebîyle birlikte bir sadaka ya

da nebînin zikri veya onunla birlikte zikir ve nebîden gelen veya onunla

birlikte yapılan diğer iyi ve güzel ameller böyledir. Nebîyle birlikte yapılan

az bir amel, ondan sonraki bir zamanda yapılan çokça amelden daha fazi-

letlidir. Bu durumu, az önce zikrettiğimiz yüce Allah’ın “İçinizden, fetihten

( Mekke fethinden) önce harcayanlar ve savaşanlar, (diğerleri ile) bir değil-

dir...” 317 meâlindeki sözü açıklamaktadır. Hz. Peygamber’in (s.a.) “Şayet

bizden birisi, Uhut dağı kadar altın infak etse, yine de sahabeden (r.a.) her-

hangi birisinin derecesinin yarısına ulaşamaz.” şeklindeki haberi de böyle-

dir. İşte bu, sahabenin (r.a.) kendilerinden sonra gelen müslümanlara olan

üstünlüğüdür.

5

10

15

20

25

Page 241: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 241

ق ــ ــ א ض ــ ــ ــ إ ــ ــא، وا ق ــ ــאن ــ در ــאن כאن ــ إ و

، ــ ، و ــ ــאل ــ ــ ا ــ أداء ا ء ــ ــ ا ــכ ، وכ ــ ــ أ א ــ

ــ ــאن ــ ز ــ ــ ــ وכ ــ ــ ــ أ ــ و ــאن ــ ز ــ ــ و

ــ ــ ــ ا ــ ــ و ــכ ــ وכ ــאن ــ ــא ــ ذכ ــ ، ــ وأ

. ــ ــ أ ــאن آ ــ ز ــ ــ ــ ــ أ ــ ــ أ ــאن آ ز

ــא ] ٣٦٤[ ــ ــ ا ام، و ــ ــ ا ــ ا ة ــ כ ــכאن ــא ا وأ

ام ــ ا ــ ا ــ ة ــ ا ــ و ــא، ا ــא ة ــ ــ أ ــ ــ أ

ــאم ، وכ ــ ــ در א ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ة ــ ــ ا

ــ ــ ــ ــאد ــ ا ــ ــאم ــ ــאد ــ ا و، أو ــ ــ ا ــ

، وإن ــ ــכאن ــכאن ــכ ا ــ ذ ــ ــ ــ ه ــ ــ א ــכאن ا ــ ا

ن. ــ ــאوى ا

ــ أو ] ٣٦٥[ ــ ــ ــ أو ــ ــ ــ أو رכ ــ ــ כ ــ א ــא ا وأ

ــכ . ــ ذ ــ ــ أو ــ ــאل ا ــא أ ــ و ــ ــ أو ذכ ــ ــ أو ذכ ــ

: ــ ــ و ل ا ــ ــ ــא ــא آ ــ ذכ ــא ــכ ــ ذ ه، و ــ ــאل ــ ا ــ כ ــ أ

ــא م أن أ ــ ــ ا ــאره ﴾ وأ ــ א و ــ ا ــ ــ ــ أ ــ כــ ي ــ ﴿

ــ ــ ا ــ ر א ــ ا ــ ــ أ ــ ــ ــ ــא ــא ــ ذ ــ أ ــ ــ أ

. ــ ــאء ــ ــ ــ ا ــ ر א ــ ا ا ــ

٥

١٠

١٥

Page 242: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi242

[366] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hz. Peygamber’in (s.a.) vefatından

sonra sahabenin bizzat kendilerinin işledikleri amellerin tamamı ve de bu

sahabinin Hz. Peygamber’den sonra işlediği ameller, bizzat bu sahabinin

Hz. Peygamber’le birlikte yaptığı hayır amellerinden herhangi birine denk

gelmediğini kesin olarak kabul ederiz. Şayet dediğimizin dışındaki olsa idi,

bu durumda Enes, Ebû Ümâme el-Bâhilî, Abdullah b. Ebû Evfâ, Abdullah

b. Büsr, Abdullah b. el-Haris b. Cüz’, Sehl b. Sa’d es-Sâidî’nin (r.a.) Ebû

Bekir, Ömer, Osman, Ali, Ebû Ubeyde, Zeyd b. Harise, Ca‘fer b. Ebû Tâ-

lib, Mus’ab b. Umeyr, Abdullah b. Cahş, Sa’d b. Muaz, Osman b. Maz’un,

ve Muhaciler ve Ensar’ın (r.a.) önde gelenlerinden daha faziletli olmaları

câiz olurdu. Çünkü bunların bazıları, söz konusu kimselerin ölümünden

sonra yüce Allah’a ibadet etmişlerdir. Bu sahabilerin bir kısmı diğerlerinin

ölümünden sonra doksan yıl kadar yaşamıştır. Dolayısıyla onların arasında

elli yıl kadar bir zaman vardır. Bu, aklı başında kimsenin söylemediği bir

şeydir.

[367] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hz. Peygamber’in (s.a.) vefatı

zamanında Sahabe arasında olan bir kimsenin, daha sonra onlara katılan

bir kimseden daha faziletli olduğunu kesin olarak kabul ederiz. Mefdulün

ömrü uzun olsa ve efdal olanın ölümü de erkenden vuku bulsa, mefdul

efdalin derecesine ebedîyen ulaşamaz. Buna ilaveten, Hz. Peygamber’den

(s.a.) hakkında bir nas/açıklama gelen kimse hariç, Allah Resulü hayatta

iken sahabeden (r.a.) vefat eden herhangi bir kimsenin faziletini kesin ola-

rak iddia etmeyiz. Bilakis bundan sonraki bölümde -inşallah- açıklayacağı-

mız üzere, bunların hakkında sükut ederiz.

[368] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bunlar, ameller sebebiyle fazi-

letlerin çeşitleridir. Öyle ki bunların dışındaki hususlarda bir amel sahibi

başka bir amel sahibine elbette üstün olamaz. Sonra bu vecihlerin tama-

mının neticesi ve semeresi; yine amel olmaksızın soyut ihtisas faziletinin

neticesi iki şekildedir, bunun bir üçüncüsü yoktur.

5

10

15

20

25

Page 243: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 243

ــ ] ٣٦٦[ ــ א ــ ا ــ ــ أن כ ــא ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ א ــכ ا ــ ذ ــ ــ ا א ــ ازي ــ ــ ــ و ــ ا ــ ت ا ــ ــ

ــ ــ ا ــ א ــכ ا ــ ذ ــ ــא ، و ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ

ــ א ــ أ ، وأ ــ ن أ כــ ــאز أن ل ــ ــא ــ ــ כאن ، و ــ ــ و ــ ا

ء، ــ ــ ــאرث ــ ا ــ ا ، و ــ ــ ــ ا ، و ــ ــ أو ــ أ ــ ا ، و ــ א ا

ــאن ــ و כــ و ــ ــ أ ــ ــ أ ــ ا ي، ر ــא ــ ا ــ ــ و

، ــ ــ ــ ، و ــ א ــ ــ أ ــ ، و ــ אر ــ ــ ا ة وز ــ ــ ــ وأ و

ــ ، ــא ــא ا ن، و ــ ــ ــאن ــאذ و ــ ــ ، و ــ ــ ــ ا و

ــכ ــ أو ن ، ــ ــ أ ــ ا ، ر ــ ــאر ا ، وا ــ א ا

ــא ــא א ــ ــ ت ــ ــ ــ ــכ، ت أو ــ ــ ــ ــ و وا ا ــ

. ــ ــ ــ ــ أ ــא ا ــ ــא و א ــ ــ ــכ إ ــ ذ

ت ] ٣٦٧[ ــ ــ ــ א ــ ا ــ כאن ــ أن ــא ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ل ــ ــכ ا ن ذ ــ ــ ــ ــ آ ــ ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

. ــ א ت ا ــ ــ ل و ــ ــ ا ــאل ا. وإن ــ ــ أ ــ ــ א ــ ا در

ــ ــ ورد ــא א ــ ــ ا ــ ر ــ ــ أ ــ ــ ــ ــא ا أ ــ و

ــ ا ــ ــאة ا ــ ــ ــאت ــ ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ا

. ــ א ــאء ا ا إن ــ ــ ــ ــא ــ ء ــ ــ ــ ــ ــ ــ و

ــ ] ٣٦٨[ ــ ذو ــ ــאل ا א ــ א ه ا ــ ه و ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــא و ــא و ه כ ــ ه ا ــ ــ ــ ، ــ א ا ا ــ ــא ــ ذا

. ــ ــא ا ــ א ــא ــ أ د دون ــ ــאص ا ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 244: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi244

[369] Bunlardan biri; yüce Allah’ın dünyada iken mefdule (faziletli kılınan varlığa) nispetle faziletli olana saygı göstermeyi gerekli kılmasıdır. Faziletin bu çeşidinde, araz, cansız varlıklar, konuşan ve konuşamayan canlı varlıklardan olup, ameli sebebiyle ya da ameli olmaksızın salt tahsis sebebiyle faziletli olanların tamamı müşterektir. Nitekim yüce Allah Ka-be’ye, mescitlere, Cuma gününe, haram aylara, Ramazan ayına, Salih’in devesine, Hz. Peygamber’in (s.a.) oğlu İbrahim’e, Allah’ı zikretmeye, me-leklere, nebîlere (Allah’ın selamı onların hepsinin üzerine olsun) ve sahabe-ye, -zikrettiğimiz kimselerin ve mekânlar, günler, develer, çocuklar, söz ve insanlardan zikrettiklerimizin dışındakilere- gösterdiğimiz saygı, hürmet ve tazimden daha fazlasını göstermemizi emretmiştir. Bu konuda hiçbir şüphe yoktur. Bu, fazilet sahibinin bunlardan asla uzak olamayacağı her faziletlinin özelliğidir ve ancak bunlar, faziletlide olurlar.

[370] İkinci vecih ise; yüce Allah’ın cennette faziletliye mefdulün derecesinden daha üstün bir derece vermeyi gerekli kılmasıdır. Zira yüce Allah’ın mahlûkatından hiçbirine göre, mefdulün faziletlinin yüceltilme-sinden daha fazla yüceltilmesini emretmesi ve mefdulün faziletliye göre cennette daha üst derecede olması câiz değildir. Şayet bu câiz olsa idi, genel olarak faziletin manası bâtıl olur; bir gerçekliği ve manası olmayan bir lafız olurdu. Cennetteki derecenin üstünlüğü olan bu ikinci vecih, melekler, insanlar ve cinlerden olup amel işleyen her faziletliye özgüdür. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[371] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüceltilmesi ve tazim edilmesi em-redilen her şey faziletlidir. Faziletli olan her şeyin de yüceltilmesi emredil-miştir. Kâfir olan anne-babaya ihsan, iyilik, saygı ve ilgi ve alaka söz konu-su tazimden bir parça değildir. Nitekim kişi komşusuna, çocuğuna ve işçi-sine iyilik yapması gibi, ne yücelttiği ne de küçümsediği bir kimseye iyilik yapabilir. Bu yüceltme/tazim olmaz. Bazen insan komşusuna ve ailesinden yaşlı birine iyilik yapar, bu durum tazim/yüceltme diye isimlendirilemez. Bazen de zarar vermesinden korktuğu bir kimseye saygılı davranabilir; bu da tazim/yüceltme diye isimlendirilemez. Bazen insan zâlim bir yöneticiye mutî‘ olabilir, bu da tazim diye isimlendirilemez. Her müslümana, kâfir olan anne babasından ve onların yüce Allah’a karşı düşmanlıklarından beri olması farzdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

5

10

15

20

25

30

Page 245: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 245

ل، ] ٣٦٩[ ــ ــ ا ــא ــ ا ــ א ــ ا ــ א ــאب ا ــא: إ أ

ض ــ ــ ــ ــ د ــ ــאص ــ أو ا ــ א ــ כ ك ــ ــ ا ا ــ

، ــא ــ وا כ ــ ا ــ א ــא ا ــ أ ، ــ א ــ ــ أو א ــ ــאد، أو أو

ل ــ ــ ر ــ ا ا ، وإ ــ א ــ א ــאن، و ــ ر م ، و ــ ــ ا ــ وا م ا ــ و

ات ــ ــ ــ ــ כــ وا ــ وذכــ ا وا ــ و ــ ا ا

ــ ــא ــ ذכ ــא، و ــא ذכ ــ ــא ــא و ــ ــ ــ أכ א ، وا ــ ا و

ا ــ ــ و ــכ ــא ا ــ ــאس، م وا ــכ ــאل وا ق وا ــ ــאم وا ــ وا ا ا

. ــ א ــ إ ا ن ا כــ و ــ ــ أ א ــא ــ ــ א ــ כ א

ــ ] ٣٧٠[ ــ أ ــ ا ــ ــ در א ــ א ــאب ا ــ إ ــ א ــ ا وا

ل ــ ــ ــ أن א ــ ا ــ ــ ــ أ ز ــ ل، إذ ــ ــ ا ــ در

ــ ــ ا ــ ــ در ل أ ــ ن ا כــ ، و أن ــ א ل ا ــ ــ إ ــ ل أכ ــ ا

ــ ــ ــא ــכאن ، و ــ ــ ــ ا ــ ــכ ــאز ذ ــ ، و ــ א ــ ا

ــ א ــ ــ ــ ا ــ ر ــ ا ــ ي ــ ــ ا א ــ ا ا ا ــ ، و ــ ــ و

. ــ ــ ا א ــא . و ــ ، وا ــ ، وا כــ ــ ا ــ ــ ــ א ــכ

ر ] ٣٧١[ ــ ــ א ، وכ ــ א ــ ر ــ ــכ : ــ ــ ــאل أ

ــ ا ــ ض ــ ا ــ وا ــ وا ــ وا ــאن ا ــ و ــ

ــ ــ و ــ ــ ء إ ــ ــ ا ــ ء، ــ ــ ــ ــ ا ــ כא ا

ــ ــ ــא، و ــכ ن ذ כــ ه، و ــ ، وأ ــ ــאره، و ــ ء إ ــ ــאن ا כ

ــאن ــ ا ــ ــא، و ــכ ــ ذ ــ و ــ أכ ــ ــאره وا ــאن ا

ــ ــאن ا ــ ذ ــ و ــא، ــכ ذ ــ و ه، ــ ــאف ــ

ــ أ ــ اءة ــ ا ــ כ ــ ض ــ و ــא، ــכ ذ ــ و ــ א ا

. ــ ــ و ــ ا ــא او ، و ــ כא ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 246: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi246

[372] “Allah’a ve âhiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy sopları olsalar bile, Allah’a ve peygambe-rine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onlarınkalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiş-tir...”

318 “ İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir ör-nek vardır. Hani onlar kavimlerine, ‘Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıkları-nızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir’ demişlerdi.”

319 “İbrahim’in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi. Onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca, ondan uzak-laştı. Şüphesiz İbrahim, çok içli, yumuşak huylu bir kişiydi.”

320

[373] Böylece kâfir olan anne babaya kaşı iyilik yapmanın, ihsanda bu-lunmanın ve itaatkar olmanın gerekliliği, yüce Allah’ın faziletli kıldığı bir kimseye karşı yapılması gereken tazim ve hürmet cinsinden olmadığı kesin olarak anlaşılmıştır. Çünkü yüce Allah’ın faziletli kıldığı bir kimseye karşı yapılması gereken tazim ve hürmet, Allah için sevmek, O’ndan dolayı mu-habbet beslemek ve O’nun için dost edinmektir. Kâfir olan anne babaya iyilik yapmak, onlara güzel davranmak ve itaatkar olmaya gelince; bunla-rın tamamı, onların yüce Allah’a düşman olmaları, ondan uzak durmaları ve onu sevmemeleriyle bağlantılıdır. Nitekim yüce Allah Kur’ân’ın ilgili âyetinde bunu ifade etmiştir. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

[374] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bazen cennete girmek, amel ol-maksızın, mutlak ve salt bir lütuf ile olabilir. Daha önce açıkladığımız üzere bu durum çocuklar içindir. Daha önce açıkladığımız hususun doğ-ruluğu kesin olarak ortaya çıktığına ve hiç kimsenin de bu konuda bir itirazı olmadığına göre, bu durumda biz, yüce Allah’ın peygamberlere (s.a.) saygı göstermemizi emretmesinden sonra, yüce Allah’ın saygı gösterme-mizi zorunlu kılması sebebiyle dünyadaki insanlardan herhangi birisinin hak ettiği saygı (tazim), -aşağıdaki buyruğu sebebiyle- Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarına saygı ve hürmet göstermemizi (tazim) zorunlu kılmasın-dan daha gerekli ve daha güçlü bir tazim olmadığını kesin olarak biliriz. “Peygamber, müminlere kendi canlarından daha önce gelir. Onun eşleri de müminlerin analarıdır...”

321

5

10

15

20

25

30

Page 247: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 247

ادون ] ٣٧٢[ ــ ــ م ا ــ وا ــא ن ــ ــא ــ ﴿ : ــ ــ و ــאل ا

ــכ أو ــ أو ــ ا أو إ ــ אء أو أ ــ אء ا آ ــ כא ــ و ــ ور ــאد ا ــ

ــ כ ــ כא ــ ﴿ : ــ ــ و ــאل ﴾ و ــ وح ــ ــ ــאن وأ ا ــ ــ ــ כ

ون ــ ــא و כــ

آء ــ ــא إ ــ ا ــ א إذ ــ ــ وا ــ

ا ــ إ ــ ة ــ أ

ــא ا ــ ــ ا ــ ــאء أ اوة وا ــ ا כــ ــא و ا ــ و כــ ــא כ ــ دون ا

ــא ة و ــ ــ إ ــ ــ ا אر إ

ــ ــא כאن ا : ﴿و ــ ــ و ــאل ه﴾ و ــ و

﴾ ــ واه ــ

ا إن إ ــ أ ــ

و ــ ــ أ ــ ــ ــא ــאه إ

ــ ] ٣٧٣[ ــאن و ــ وإ ــ ــ כא ــ ا ــ ــא و ــ أن ــ ــ

ــ ــ ا ــ ا ن ا ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ا ــ ا ــ

ــ ا ــ ا ــא ا ، وأ ــ ــ ــ وو ــ ــ ا و دة ــ ــ ــ ــ و ــ ا

اوة ــ א ــ ــכ ــכ ذ ــא، ــאن إ ــא، وا ــ ، وا ــ כא ــ ا

ــא آن و ــ ــ ا ــ ــ א ــאل ا ــא دة כ ــ אط ا ــ ، وإ ــ اءة ــ ــ و א و

. ــ ــ ا א

ــ ] ٣٧٤[ دا دون ــ ــא א ــ ا ل ا ــ ن د כــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ أ ف ــ ــ ــא ــ ــא ــא ذכ ــ ــ ذ ــ ــ ــא ــא ذכ ــאل כ ــכ وذ

ــאب ــא ــ ا ــאس ــ ا ــ ــ أ ــ ــ ري أ ــ ــ ــ ء ــ ــ

ــ و م أو ــ ــ ا ــאء ــא ــ ا ــ ا ــ ا ــא ــכ ــ ذ א ا

ــ ــ ا ــ ــאء ا ــא ــ ا ــ ا ــ ا ــ א ــאه ا ــא أ أوכــ

﴾ ــ وأزوا ــ أ ــ ــ א ــ ــ أو : ﴿ا ــ א ل ا ــ ــ و

٥

١٠

١٥

Page 248: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi248

[375] Böylece yüce Allah, Hz. Peygamber’in hanımlarının bütün müs-lümanların anneleri oldukları şeklindeki annelik hükmünü gerekli kıldı. Bu, onların, Allah Resulünün (s.a.) sahabesi olmaları sebebiyle hak ettik-leri saygı ve tazimin dışındadır. İlgili âyetin açıklamasıyla birlikte, Hz. Pey-gamber’in (s.a.) hanımlarının (r.a.) -diğer sahabiler gibi- Allah Resulünün sahabesi olmalarından dolayı hak ettikleri bir tazim daha vardır. Ayrıca sa-habelikte de bir ayrıcalıkları vardır; Hz. Peygamber’i kesin olarak destek-lemeleri, onun yanında ev şenliği ve dostu olmaları, ona yakın olmaları ve onun nezdinde kıymetli olmaları sahabeden (r.a.) hiç kimseye nasip olma-yan bir fazilettir. Bundan dolayı onlar, bütün sahabeye göre arkadaşlıkta en üst derecededirler. Sonra onlar, zaid bir hak sebebiyle diğer sahabeye üstün-dürler. O da, Kur’ân’ın açıklamasına göre Hz. Peygamber’in hanımlarının tamamı için geçerli olan annelik hakkıdır. Sahabenin fazileti hak ettiği her bir hususta Hz. Peygamber’in hanımlarının da bu fazilete ortak olduğunu ve bu konuda da onlardan üstün olduklarını görürüz. Sonra onlar, sahabeye fazladan bir hak/fazilet ile üstün olmuşlardır. O da, annelik hakkıdır. Sonra namaz, sadaka, oruç, hac ve cihada iştirak etmek gibi bir amel olmaksızın onların, sahabenin (r.a.) her birinin önüne geçtiklerini görürüz. Ancak şu kadar var ki, diğer sahabenin işlediği amelleri onlar da işlemişlerdir. Sadaka vermek ve köle azat etmek suretiyle çalışma noktasında hayatlarının zor ve ağır işlerinde bizzat kendileri çalışmışlar ve Hz. Peygamber’le (s.a.) birlikte savaşa katılmışlardı. Hz. Peygamber’in hanımlarının bütün sahabeden daha faziletli oldukları hususunda bu kadar açıklama yeterlidir.

[376] Sonra, Kur’ân’ın metninin şahitliğiyle müslümanların nezdin-de, yüce Allah’ın Hz. Peygamber’in hanımlarını dünya ve âhiret yurt-ları arasında Allah ve Resulü için seçtiği; onların da Allah’ı, Resulünü (s.a.) ve âhiret yurdunu tercih ettikleri hususunda hiçbir şüphe yoktur. Onlar, âhiret yurdunda da kesin olarak Hz. Peygamber’in eşleridir. Bu durumda onlar, cennette Hz. Peygamber’in (s.a.) köşklerinde ve döşek-lerinde şüphesiz onunla birliktedirler. Zira cennete Hz. Peygamber ile hanımları arasına herhangi bir şeyin engel olması ve Allah Resulünün sahabesinden daha aşağı bir dereceye düşmesi elbette mümkün değildir.

5

10

15

20

25

30

Page 249: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 249

ــ ] ٣٧٥[ ى ــ ا ــ ــ כ ــ ــ ا כــ ــ ا ــ و

ــ א ــ ا ــ ر ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ א ــ א إ

ــאص ــ ا ــ ، إ أن ــ א ــא ا ــ כ ــ ــ ا ــכ ــ ذ ــ

ــ ه ــ ــ ا ــ و م، ــ ا ــ ــ ــ ز ا ــ ووכ ــ ا ــ

ــ ا ــ ر א ــ ا ــ ــ ــא ، ــ ة ــ ــ وا ب ــ م، وا ــ ا

ــא ــ ــ ، ــ א ا ــ ــ ــ ا ــ ــ در ــ أ ــ ، ــ

آن، ــ ا ــ ــ כ ــ ــ ا ا ــ ا ــ ــ و ــ زا ــ ــ א ا

ــ ــ و ــאرכ ــ ــ ــ ا א ــ ا ــ ا ي ــ ــ ا ــא ا

ــ ــ א ــ و ــ ــ ا ــ ــ و ــ زا ــ ــ ــא، ــ أ

ــ ــ א ــ ــ ــאد ر ا ــ ــ و ــאم وا ــ وا ة وا ــ ــ ا

ــ ن أ ــ ــ כــ ــ א ــ ا ــ ــא ــכ ــ ذ ــ ــ إ و א ا

ــ ــאد ن ا ــ ، و ــ ــ وا א ــ ــ ا כــ ــ ا ــ ــ ــ

. ــ א ــ כ ــ ــ أ ــ أ ــ ــ א ا כ ــ ــ م، و ــ ــ ا

ــ ] ٣٧٦[ ا ه ــ إذ آن ــ ا ــ אدة ــ و ــ כ ــ ــכ ــ

ــ ور ــ א ا ن ــ א ــ ور وا ة ــ ا ار ــ ا ــ و ــא ا ــ ــ و

ذ ــ ــ ة ــ ا ــ ــ أزوا ــ ة، ــ ا ار ــ وا ــ و ــ ا ــ

ــ ــ ا ة ــ ــ وا ــ در ــכ ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــכ ــ כ

ــ ا ــ ــ و ــ ــאل أن ــ ا כــ إذ ره، ــ ــ و ره ــ ــ

، ــ א ا ــ ــ أ ــ ــא ــ ــ در ــ إ م ــ ا ــ ــ أن و

٥

١٠

١٥

Page 250: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi250

Bu, bir müslümanın düşünemeyeceği bir şeydir. Öyle ise Hz. Peygamber’in

hanımlarının bu konumu elde ettikleri hususunda şüphe yoktur. Böylece

nas ve icmâ ile biliriz ki onlar, bu mertebeyi -amel olmaksızın- mücerret

tahsis ile elde etmemişlerdir. Bilakis onların bu mertebeye hak kazanmala-

rı, yüce Allah’ı, Resulünü (s.a.) ve âhiret yurdunu tercih etmeleri sebebiy-

ledir. Çünkü yüce Allah, onları hayırlı ve faziletli kılmayı emretmiş ve yüce

Allah’ın onları Elçisi (s.a.) için -ki o insanların en faziletlisidir- seçmesin-

den dolayı ilk olarak tahsisin en faziletlisi hâsıl olmuştur. Sonra da daha

önce açıkladığımız ve özellikle ameller konusundaki fazilet mücadelesinin

ancak bunlarla mümkün olacağı yedi esasın tamamı açısından amellerin

en faziletlileri Hz. Peygamber’in hanımları için hâsıl olmuştur. Sonra da,

dünyadaki en güçlü tazim ve saygı onlar için gerçekleşmiş, sonra da âhiret

yurdundaki en üst dereceleri elde etmişlerdir. Fazilet türlerinin her birinde

en büyük pay şüphesiz onlarındır.

[377] İbrahim’in annesi Mariye de bu konuda onlara dâhildir. Çünkü

Mariye, Hz. Peygamber’le (s.a.) birlikte, ondan olan oğlu da yanlarında

olduğu halde şüphesiz cennettedir. Babalıktan dolayı bütün bunlar sabit

olduğuna göre, melekler ve nebîlerden (s.a.) sonra Hz. Peygamber’in ha-

nımlarının mahlûkatın tamamından daha faziletli olduklarına şahitlik et-

mek zorunlu olarak gereklidir.

[378] Hz. Peygamber’in (s.a.) açıklaması elimizde olduğu halde bu na-

sıl mümkün olmasın? Nitekim bize, Ahmed b. Muhammed b. Abdullah

et-Telmenkî, Muhammed b. Ahmed b. Muferreh, Muhammed b. Eyyûb

er-Rakiyy es-Samûd, Ahmed b. Amr b. Abdulhâlik el-Bezzâz, Ahmed

b. Ömer, el- Mu’temir b. Süleyman et-Teymî ve Hamîd et-Tavîl, Enes

b. Malik’ten şöyle dediğini hadis olarak rivayet etmiştir: Allah Resulüne

şöyle soruldu: “Senin için insanların en sevimlisi kimdir? Hz. Peygamber,

“ Aişe”dir, diye buyurdu. Bunun üzerine “Erkeklerden kimdir” diye sorulmuş,

Hz. peygamber de “ Aişe’nin babasıdır” diye cevap vermiştir.”

5

10

15

20

25

Page 251: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 251

ــ א ــ ه ا ــ ــ ــ ــ ــכ ذ ــ ، ــ ــ ــא ا ــ

א ــ א ــ ــ دا دون ــ ــא א ــכ ا ــ ذ ــ ــ ــא أ ــאع وا

ــ ــ ــ أن ــ و ه ا ــ ة، إذ أ ــ ار ا ــ ، وا ــ ــ ا ور אر א ــכ

ــ ــ ا ــ ــ و ــ و ــ ا ن ــ ــאص أو ــ ا ــ أ ــ

ه ــ ــ ا ــ ــאل ــ ا ــ أ ــ ــ ــ ــאس ــ ا ــ أ ــ و و

ــ ــ ، ــ א ــאل ــ ا ــא ــ إ א ن ا כــ ــ ــא أ ــא آ ــ ــ ا ا

ــאت ر ــ ا ــ أر ــ ــ ــ ــא ــ ا ــ ــכ أوכــ ا ــ ذ ــ ــ

ــכ، ــ ــא ظ כ ــ ــ ا ــ أ ــ ــ إ و ه ا ــ ــ و ــ ــ و ة ــ ــ ا

ــ ] ٣٧٧[ م ــ ــ ا ــ ــא ــכ ــ ذ ــ ــ ــ دا ا ــ أم إ אر و

ــ ــ و ــ ــ ا ــ ر ــכ ــ כ ذ ــ ذ ــ ــכ، ــ ــ ــא ــ ا ، و ــ ا

، כــ ــ ا ــ ــ כ ــ ا ــ ــ ــ أ ــ ــ כ ــ ورة أن ــ

م. ــ ــ ا ــ وا

ــ ] ٣٧٨[ ــ ــא أ ــא ــ כ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــא ــ و وכ

ب ــ ــ أ ــ ــא ح، ــ ــ ــ ــ أ ــ ــא ، כــ ــ ا ا ــ ــ

، ــ ــ ــ ــא أ از، ــ ــ ا א ــ ا ــ و ــ ــ ــ ــא أ ت، ــ ــ ا ا

ــאل: ــכ א ــ ــ ــ أ ، ــ ــ ا ــא ، ــ אن ا ــ ــ ــ ــא ا و

ــאل: ــאل؟ ــ ا ــאل . ــ א ــאل: ــכ؟ ــאس إ ــ ا ــ أ : ل ا ــ ــא ر ــ

ــא إذن.

٥

١٠

١٥

Page 252: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi252

[379] Bize, Abdullah b. Yûsuf b. Nâmî hadis olarak nakletmiş ve şöyle demiştir: Bize Ahmed b. Feth, Abdulvehhab b. Kays, Ahmed b. Muham-med b. el-Eşkar, Ahmed b. Ali el-Kalanisi, Müslüm b. el- Haccac, Yahyâ b. Yahyâ b. Halid b. Abdullah -ki o Tahhân’dır, Halid el-Hazai’den, o da Ebû Osman en-Nehdî’den tahdis etmiş ve şöyle demiştir: Bana, Amr b. el-As haber verdi ki, Resulüllah onu Zât-ü Selasil birliğine (ordu) elçi olarak gönderdi ve “onu getirmesini” söyledi. Ben de “sana insanların en sevgili olanı kimdir?” diye sordum. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.): “ Aişe’dir, diye buyurdu. Erkeklerden kimdir? diye sordum. O da “ Aişe’nin babası-dır.” diye buyurdu. “Sonra kimdir?” diye sordum. Allah Elçisi “ Ömer’dir” diye buyurdu sonra da bazı erkeklerin isimlerini saydı.”

[380] İşte bu ikisi, yani Enes ve Amr, adalet sahibi iki kimse olup Allah Resulünün; Aişe’nin, sonra da onun babasının kendisine insanların en sev-gilisi olduğunu haber verdiğine şahitlik ederler. Nitekim Allah Teâlâ, “O, nefis arzusu ile konuşmaz. (Size okuduğu) Kur’ân, ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.”

322 şeklinde buyurarak ondan bahsetmiştir.

[381] Böylece Allah Resulünün insanlar arasında kendisine en sevimli olanın kim olduğuyla alakalı sözünün, -bu şekilde olsun ve bu şekilde ha-ber versin diye- yüce Allah’ın kendisine vahyettiği bir vahiy olduğu anla-şılmaktadır. Bu sözü, onun hevâsından kaynaklanan bir şey değildir. Her kim böyle düşünürse, Allah Teâlâ’yı tekzip etmiş olur. Fakat Aişe’nin buna layık olması, din konusundaki faziletinden ve bütün insanlara göre bu konudaki önceliğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Hz. Peygamber onu bütün insanları sevdiğinden daha çok seviyor. Nitekim Resulüllah, Aişe’yi, babasına, Ömer’e, Ali’ye ve Fatıma’ya (r.a.) açık bir şekilde hiç şüphesiz faziletli ve üstün kılmıştır.

[382] Şayet birisi; “Allah Resulünün (s.a.) oğlu İbrahim’in -cennete babasıyla birlikte aynı derecede olmasından dolayı- Ebû Bekir, Ömer, Os-man ve Ali’den (Allah hepsinden razı olsun) daha faziletli olduğu nakle-dilmiştir.” derse, -başarı Allah’ın yardımıyladır- biz de şöyle cevap veririz:

5

10

15

20

25

30

Page 253: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 253

ــא ] ٣٧٩[ ، ــ ــ ــ ــא أ ــאل: ، ــ א ــ ــ ــ ــ ا ــא

ــ ــ ــ ــא أ ، ــ ــ ا ــ ــ ــא أ ، ــ ــ ــאب ا ــ ا

ــ ــ ا ــ ــ א ــ ــ ــ ــ ــא ــאج، ــ ا ــ ــא ، ــ ا

ــאص ــ ا و ــ ــ ــאل أ ي، ــ ــאن ا ــ ــ أ اء، ــ ــ ا א ــ ــאن، ا

: ــ ــ ــאل ــ ــ ذات ا ــ ــ إ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ أن ر

؟ ــ ــ : ــ ــא، ــאل: أ ــאل؟ ــ ا : ــ ــ א ــאل: ــכ؟ ــ إ ــאس أ أي ا

. ــא ــ ر . ــ ــאل:

ــ ] ٣٨٠[ ــ و ــ ا ل ا ــ ان أن ر ــ ــ و ، و ــ ن أ ــ ان ــ

ــא م: ﴿و ــ ــ ا ــ ــ و ــאل ــ ــא، و ــ أ ــ ــאس إ ــ ا ــ أ א ن ــ ــ أ

﴾ ــ ــ إ و ــ ى ۞ إن ــ ا ــ ــ

ــאه ا ] ٣٨١[ ــ أو ــ و ــאس إ ــ ا ــא أ م أ ــ ــ ا ــ ــ أن כ

ب ــ כــ ــכ ــ ذ ــ ، و ــ ى ــ ــ ــכ ــ ــכ و ن כ כــ ــ ــ إ א

ــאس ــ ا ــ ــ م ــ ــ وا ــ ا ــ ــכ ا א א ــ כــ ــ א ا

ــאس ــ ا ــ ــ ــ ــ أכ ــ و ــ ا ل ا ــ ــא ر ن ــ ا

ــ ــ ، و ــ ــ ــא، و ــ أ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــא ر ــ

ــכ. ــ ا ــ א ــ ــ ــ ــ ا ، ر ــ א ــ و

ــ ] ٣٨٢[ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ا ا ــ إن إ : ــ א ــאل ن ــ

ــ ــ כ ــ ــ ا ــ ا ، ر ــ ــאن، و ، و ــ ، و כــ ــ ــ أ ــ أ

. ــ ــ ا א ــא : و ــ ــא ة، ــ ــ وا ــ در ــ ــ ا م ــ ــ ا ــ أ

٥

١٠

١٥

Page 254: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi254

[383] Allah Resulünün (s.a.) oğlu İbrahim, kendisinden kaynaklanan bir amel sebebiyle bu makamı elde etmiş değildir. Ancak bu salt bir tah-sistir. Bazen fazilet sahibi iki kişi arasındaki, -onların faziletleri aynı tür-den olduğu zaman- bir fazilet mücadelesi vâki olur. Dolayısıyla bu konuda yarışırlar. Şayet bu fazilet iki açıdan olursa, bu ikisi arasında bir fazilet mücadelesine imkân yoktur. Çünkü, “Bu ikisinden hangisi daha faziletli-dir?” diyen bir kimsenin sözünün bir manası yoktur. Ancak bu soru: “Bu ikisinden hangisi, müşterek oldukları konuda daha fazla özelliğe (evsaf ) sahiptir?” şeklinde olmalıdır. Nitekim “ Ramazan mı yoksa Salih’in devesi mi? Hangisi daha faziletlidir?; Kabe mi, namaz mı? Hangisi daha fazilet-lidir? şeklinde denilmediğini görüyor musun? Bilakis biz şöyle kullanırız: Mekke mi yoksa Medine mi daha faziletlidir? Ramazan mı yoksa Zilhicce ayı mı daha faziletlidir? Zekât mı yoksa namaz mı daha faziletlidir? Salih’in devesi mi yoksa diğer peygamberlerin develeri mi daha faziletlidir? Böylece fazilet mücadelesinin, sorunlu tutulan iki kişinin müşterek oldukları bir konuda gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Bunlardan biri, diğerini bu konuda geçmiş ve böylece daha faziletli olmaya hak kazanmıştır. İbrahim’in üstün-lüğü, gerçekte bir amele dayanmamaktadır. Ancak bu üstünlük, mücerret bir tahsis ve babasından (s.a.) dolayı bir ikramdır.

[384] Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarına gelince, onların ve diğer sa-habenin (r.a.) cennette olması, amellerine göre onlar için bir mükâfattır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “(İşte bunlar Cennet ehlidirler,) işledikleri amellerine karşılık orada ebedîdirler.”

323 Yine yüce Allah, saha-beyi zikrettikten sonra şöyle buyurmuştur: “... Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.”

324 Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’in hanımlarına hitap ederek şöyle buyurmuş-tur: “İçinizden kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder ve salih bir amel işlerse, ona mükâfatını iki kat veririz.”

325 İşte bu âyet, bizim görüşümüzün açıklama-sıdır. Allah’a hamd olsun. Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “İşte bu, yapmakta olduklarınıza karşılık size mîras verilen cennettir.”

326 “(Fakat Rab-bine karşı gelmekten sakınanlar için cennette) üst üste yapılmış ve altlarından ırmaklar akan köşkler vardır.”

327 “Ve şüphesiz ki, insan için kendi çalıştığın-dan başkası yoktur. Ve elbette ki, çalışmasını yakında görecektir. Sonra (onun çalışması) en tamam bir mükâfaat ile mükâfaatlandırılacaktır.”

328

5

10

15

20

25

30

Page 255: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 255

ــ ] ٣٨٣[ ــכ ا ــ ــא ا ، ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ا ا إن إ

ــ إذا א ــ ا ــ א ــ ا ــא د، وإ ــ ــאص ــ ا ــא ، وإ ــ ــ כאن

ــ ــ و ــ ــא إن כאن ا ، وأ ــ ــ א ــ ــ وا ــ و ا ــ ــא وا כאن

؟ ــ ــ أ : أي ــ א ل ا ــ ــ ن ــא ــ א ــ ا ــ إ ــ ــ ا

ــאل: ــ ى أ ــ ؟ أ ــ כא ــ ي ا ــ ــאب ا ــ ا ــא א ــ أو ــ أכ ــ أي ــא إ

ــ ة؟ ــ ــ أو ا כ : ا ــ ــא أ ؟ و أ ــ א ــ א ــאن، أو : ر ــ ــא أ أ

ــא ؟ وأ ــ ــאن أو ذو ا ــ ر ــא أ ؟ وأ ــ כــ أو ا ــ ــא أ ل أ ــ

ــ ــאء؟ ــ ا ه ــ ــ א ــ أو א ــ א ــ ــא أ ة؟ وأ ــ כאة أم ا ــ ــ ا أ

ــא ــ أ ــא ل ــ ــ ا ك ــ ــ ا ــ و ن כــ ــא ــ إ א ــ أن ا

ــ ــא ، وإ ــ ــ أ ــ ــ ــ ا ــ إ ، و ــ ن أ כــ ــ أن א ، ــ

. ــ ــ و ــ ا ــ ام د وإכــ ــ ــאص ا

م ] ٣٨٤[ ــ ــ ا ــ א ــא أ ن ــ وכــ כ م ــ ــ ا ــאؤه ــא وأ

: ــ א ــאل ا ، ــ א ــ وأ א ــ أ ــ ــ و اء ــ ــ ــא ــ إ ــ ا

ا ــ ا و ــ آ ــ ا ا ــ : ﴿و ــ א ــ ذכــ ا ــאل ن﴾ و ــ ا ــ ــא כא اء ــ ﴿

م: ــ ــ ا ــא ــא א ــ א ــאل ــא﴾ و ا ــ ة وأ ــ ــ

ــאت א ا

ــ ا ــ ﴾ و ــ ــא ــא أ ــא א ــ و ــ ور ــ כ ــ ــ ﴿و

ن﴾ ــ ــ ــא כ ــא ــ أور ا ــ ــכ ا : ﴿و ــ א ــאل . و ــ ــא و ا

ــאن إ ــ : ﴿وأن ــ א ــאل ﴾ و ــ ف ــ ــא ــ ف ــ ﴿ : ــ א ــאل و

﴾ ــ و اء ا ــ اه ا ــ ــ ى ۞ ــ ف ــ ــ ۞ وأن ــ ــא

٥

١٠

١٥

Page 256: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi256

[385] Şayet birisi, Hz. Peygamber’in (s.a.) “Hiç kimse ameliyle cennete giremez.” anlamındaki sözü hakkında ne dersiniz? diye sorarsa, ona hadisin devamındaki cümleleri hatırlatırız: “Ey Allah’ın Elçisi sen de mi?” diye soru-lunca, “Ben de amelimle cennete giremem. Ancak Allah beni kendisinden bir rahmet ve lütufla kuşatmıştır...” diyerek cevap vermiştir. Evet, bu, daha önce zikredilen âyetlere uygun bir hakikattir, deriz.

[386] Aynı şekilde şöyle deriz: Şayet bir kimse ömrünün tamamını ibadet ederek geçirse, yüce Allah katından herhangi bir şey elde edemez. Çünkü Allah Teâlâ’ya herhangi bir şey gerekli değildir. Zira Allah’tan başka gerekli olan varlıkları (şeyleri) vacip kılan bir kimse yoktur. O, âlemdeki her şeyin yaratıcısı ve var edenidir. Şayet Allah Teâlâ kullarına merhamet etmemiş olsa idi, kullarının kendisine itaat etmeleri karşılığında cenne-ti onlara vereceğine hükmederdi. Elbette bu yüce Allah’a vacip değildir. Dolayısıyla yüce Allah’ın merhameti olmadan bir kimsenin sadece ameli sebebiyle cennete giremeyeceği doğrudur. Fakat kul, yüce Allah’ın mer-hametiyle cennete girer. Öyle ki yüce Allah, cenneti, söz konusu ameller vesilesiyle kendisine itaat etmelerine karşılık olarak yaratmıştır. Böylece söz konusu âyetler, bu hadisle uyum halindedir. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[387] Ebû Muhammed şöyle dedi: O zaman, bütün bunlarda bir şüp-he yoktur. Dolayısıyla fazilet açısından daha noksan olan bir kimseyi en fa-ziletli diye mükâfatlandırmak; yine fazilet açısından daha mükemmel olan bir kimseyi de noksan olmakla cezalandırmak kesin olarak imkânsızdır. Amel sahibi olan herhangi bir kimsenin, ancak amellerinin mükâfatı ola-rak yüce Allah’ın merhameti vesilesi ile hak ettiği şeyler sebebiyle cennette ödüllendirileceği hususu kesin olarak doğrudur. Amellerine karşılık olarak kendisine cennetin verilmediği kimseye gelince, dilediği kimselere dilediği şekilde onu üstün kılması yüce Allah’a aittir ve onu üstün amel sahipleri-nin önüne geçirmesi mümkündür. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuş-tur: “... Oysa Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder...”

329 “... İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir.”

330

5

10

15

20

25

30

Page 257: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 257

ــ ] ٣٨٥[ ــ ا ــ م؟ ــ ــ ا ــ ــ ن ــ ــ כ : ــ א ــאل ن ــ

ــ ــ ــ ا ــא إ أن ــאل: و أ . ل ا ــ ــא ر ــ : و أ ــ ــ ــ أ

رة. כــ ــאت ا ــ ا ــ ا ــ ــ ــא: ــ و

ــ ] ٣٨٦[ א ــ ا ــ ــא ا ــ ه כ ــ ــאن د ــ ا ــ ــ ل إ ــ ا כــ و

ــ א ه ــ ــ ا אء ا ــ ــ ء إذ ــ ــ א ــ ا ــ ــ א ــ

כــ ــאده ــ ــ ر א ــ أن ا ــ ــ א ــ وا א ــ ا ــא ــכ ئ ــ ــ ا

ــ ــ أ ــ ــ أ ــ ــכ ــ ذ ــא و ــ ــא ا ــ ــ ــ א ن ــ

ــ ــ ــ ا א ــ ــא כــ ــ א ــ ا دا دون ر ــ ــ ــ ا

ــ ا ا ــ ــ ــאت ــ ا א ــא ه ــ א ــ أ ــ ا א ــ أ اء ــ ــ ــא ا

. ــ א ــ رب ا وا

ــאزى ] ٣٨٧[ ــא أن ــ ــ ا ــ ا כ ــ ــ ــכ ذ ــ : ــ ــ ــאل أ

، ــ ــ أ כאن ــ ــ א ــאرى وأن ، ــ ــ أ כאن ــ ــ א

ــ ــ ا ــ إ ــ ا ــאل ــ ا ــ أ ــ ي أ ــ ــ ورة أ ــ ــ و

ــ اء ــ ــ ــ כــ ا ــ ــ ــא ــ وأ א ــ أ اء ــ ــ א ــ ا

ــ م ــ أن ــ א و ــאء ــא ــאء ــ ــ ــ أن ــ א ــא ــ

: ــ א ــאل ــאء﴾ و ــ ــ ــ ﴿ : ــ א ــאل . ــ ــאل ا ذوي ا

ــאء﴾ ــ ا ــ ــכ ﴿ذ

٥

١٠

١٥

Page 258: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi258

[388] Böylece bu âyetlere herhangi bir kimsenin muhalefet etmesi mümkün değildir. Her kim bu âyetlere muhalefet ederse Kur’ân’ı yalan-lamış olur. Şayet bu âyetler olmasa idi, yüce Allah’ın kendisine itaat edene azap etmesini; kendisine isyan edeni nimetlendirmesini; en faziletli olanı kusurlu olmakla, en kusurlu olanı da en faziletli olmakla cezalandırma-sını uzak görmezdik. Çünkü her şey onun mülkü ve onun yaratmasıdır. Ondan başka malik yoktur, hükmünden dolayı sorumlu tutulamaz ve hiç kimsenin onun üzerinde bir hakkı yoktur. Fakat bütün bunlardan, yüce Allah’ın “Amel sahibi, ameli sebebiyle mükâfatlandırılmaz; O, dilediği kim-seyi faziletli kılar.” şeklinde haber vermesiyle emin olduk. Dolayısıyla bun-ların hepsini ikrar etmek lazımdır. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

[389] Şayet birisi, “Cennette hangisi daha faziletli ve derece itibarıyla daha yücedir? Hz. Peygamber’in (s.a.) oğlu İbrahim’in makamı mı? yoksa Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin (r.a.) makamları mı?” diye sorsa, şöyle cevap veririz: İbrahim’in mekânı şüphesiz daha yüksektir. Fakat bu mekân, mezkûr İbrahim’e verilmiş salt tahsistir, bunu amelle elde etmiş değildir ve amellerin eksikliği sebebiyle de ondan uzak kalmış değildir. İsimleri belir-tilen şahısların makamları ise, faziletlerinin derecesi ve önceliklerine göre onların mükâfatıdır. Aynı şekilde, Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarının mekânları da onların faziletlerinin yüceliğine ve önceliklerine göre onların mükâfatıdır. “Hz. Peygamber’in (s.a.) oğlu İbrahim, Ebû Bekir ve Ömer’den daha faziletlidir.”, şeklinde bir söz söylenemez. Yine “Ebû Bekir ve Ömer, İbrahim’den daha faziletlidir.” şeklinde de söylenemez. Fazilet mücadelesi sahabe arasında ve Resulüllah’ın (s.a.) hanımları arasında vâkidir. Çünkü onların amelleri ve öncelikleri için şüphesiz münasip mertebeler vardır.

[390] Şayet birisi, “Allah Resulü olmasa idi onlar bu dereceye ulaşa-mazlardı. Şüphesiz bu derece Allah Resulüne (s.a.) aittir.” şeklinde derse, -başarı Allah’ın yardımıyladır- şöyle deriz: Evet, aynı şekilde şayet Resulül-lah olmasa idi sahabenin tamamı da şüphesiz bulundukları dereceyi elde edemezlerdi. Sizin sözünüze göre bu derece -dediğiniz gibi- Allah Resulüne aittir. Bunların arasında bir fark yoktur. Bunların hepsinde olduğu gibi, onlar için fazilet ve önde olma bakidir. Bunların arasında bir fark yoktur.

5

10

15

20

25

30

Page 259: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 259

آن، ] ٣٨٨[ ــ ب ا ــא כــ א ــ ، ــ ص ــ ه ا ــ ف ــ ز ــ ــ

ــ ، وأن ــ ــ א ــ ا ــ א ب ا ــ ــא أن ــא أ ص ــ ه ا ــ ــ و

ء ــ ن כ ، ــ א ــ ، وا ــ א ــ ــאزي ا ، وأن ــ ــ

כــ ، ــ ــ ــ ، و ــ כ ــ اه و ــ ء ــ ــכ א ، ــ כــ و

ــ ــ ، وأ ــ ــ إ ــאزي ذا ــ ــ أ א ــאر ا ــ ــכ כ ــא ذ ــ أ

. ــ ــ ا א ــא ــכ. و ــכ ذ ار ــ م ا ــ ــאء ــ ــ

ــ ] ٣٨٩[ ــ ا ا ــכאن إ را ــ ــ ــ وأ ــ ا ــ ــא ــ أ א ــאل ــ

؟ ــ ــ ا ــ ر ــאن و ــ و כــ و ــ ــכאن أ ــ أو ــ و ل ا ــ ر

ــ ا د ــ ــאص ــכאن ا ــכ ا כــ ذ ــכ، و ــ ــ ــ أ ا ــכאن إ ــא:

ء ــ ــ ا ، و ــ ــ ــ ــא أن ــ أ ــ و ا ــ ــ ر، כــ ا

ــ ــ ا ــאؤه ــכ ا وכ ــ ــ و ر ــ ــ ــ اء ــ ــ ر כ ا

ــ ــ ا ا ــאل إن إ ــ ، ا ــ ــ و ر ــ ــ ــ اء ــ ــ כא ــ و

ــא ــא أن أ ــאل أ ، و ــ כــ أو ــ ــ أ ــ ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

ل ــ ــאء ر ــ ، و ــ א ــ ا ــ ــ وا א ، وا ــ ا ــ إ ــ ــ أ כــ و

ــכ. ــ ــ א ــ ا ــא ا ــ ــ و א ن أ ــ ــ و ــ ا ا

ــ ] ٣٩٠[ ــא ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ : إ ــ א ــאل ن ــ

ــ . ــ ــ ا א ــא ــא: و م. ــ ــ ا ــ ــ ر ــכ ا ــא ، وإ ــ ر ــכ ا

ــא ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ א ــ ا ــ أن ــא ــכ أ و

ل ا ــ ــ כ ــ ــ إذا ــא ــא، ــ ــ رج ا ــ ــ ا ــא ا أ ــ

ــ ــא כאن ــ כ م ــ ــ وا ــ ا ق، و ــ ــ و ــא ــ כ ــ و ــ ا

ق. ــ ــכ و כ ذ

٢٠

٥

١٠

١٥

Page 260: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi260

[391] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hz. Peygamber’in (s.a.) kızlarına

göre hanımlarının faziletlerine gelince; bu, Kur’ân’ın metniyle açıktır, bu

konuda bir kapalılık yoktur. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ey

Peygamber’in hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer

Allah’a karşı gelmekten sakınıyorsanız (erkeklerle konuşurken) sözü yumuşak

bir eda ile söylemeyin..” 331 İşte bu kesin bir açıklamadır, bunu bilmemek

hiçbir kimseye câiz değildir.

[392] Şayet muarız, Allah Resulünün (s.a.) “Dünya kadınların en ha-

yırlısı, Fatıma bint. Muhammed’dir.” meâlindeki sözünü gerekçe göstererek

bize itiraz ederse, -başarı Allah’ın yardımıyladır- ona şöyle deriz: Dediğimiz

şeylerden dolayı bu hadiste apaçık bir beyan vardır. O da şudur: Hz. Pey-

gamber, “kadınların en hayırlısı Fatıma’dır” dememiştir. Ancak o, “Dünya

kadınlarının en hayırlısı” demiş ve umûmîleştirmeyip tahsis etmiştir. Yüce

Allah’ın, Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarını kadınlara üstün kılması,

husûsî değil umûmîdir. Başka bir nassın istisna etmesi hariç, onlardan hiç-

birini istisna etmek doğru değildir. Böylece Hz. Peygamber’in (s.a.), kendi

hanımlarından sonra, Fatıma’yı müminlerin kadınlarına üstün kıldığı an-

laşılmaktadır. Sonuç olarak âyet hadisle uyumlu hale gelmiş oldu.

[393] Allah Resulü (s.a.) şöyle buyurdu: “ Aişe’nin kadınlara üstünlüğü,

tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.” Bu da, âyete uyumlu ola-

rak umûmîdir. Allah Resulünün “nisaiha/onun kadınları” sözüyle bu ge-

nellemeden tahsis ettiğini istisna etmek gerekir. Böylece sahîh olmuştur ki

onun kadınları, Hz. Peygamber’in (s.a.) “nisaiha/onun kadınları” sözüyle

bu genellemeden tahsis ettiği şeydir. Neticede Hz. Peygamber’in kadın-

larının, bütün kadınlardan daha faziletli olduğu anlaşılmaktadır. Ancak

yüce Allah’ın nübüvvetle tahsis ettiği İshak’ın annesi, Mûsâ’nın annesi ve

Îsâ’nın annesi (s.a.) gibi kadınlar bunun istisnasıdır. Nitekim yüce Allah,

“Ey Meryem! Allah, seni seçti. Seni tertemiz yaptı ve seni dünya kadınlarına

üstün kıldı.” 332 meâlindeki açık ve anlaşılır sözüyle bunu açıklamıştır.

5

10

15

20

25

Page 261: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 261

ــ ] ٣٩١[ ــ و ــ ا ــ ــאت ا ــ ــ ــא : وأ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ כ ــ ــ ــאء ا ــא ﴿ : ــ ــ و ــאل ا . ــ ــכ آن ــ ــ ا ــ

. ــ ا ــ ــ أ ــ א ــאن ا ــ ل﴾ ــ א ــ ــ ــ ــאء إن ا ا

א ] ٣٩٢[ ــא ــ : ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ــאرض ــא אر ن ــ

ــא ــ ــאن ــ ا ا ــ ــ : ــ ــ ا א ــא ــ و ــא . ــ ــ ــ א

א ــא ــ ــאل: ــא ، وإ ــ א ــאء ــ ا ــ ــ م ــ ــ ا ــ ــ أ ــא و

ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــאء ا ــ ا ــ و ــ ا ، و ــ ــ ــ و

، ــ ــ آ אء ــ ــ ا ــ ــ أ ــ ز أن ــ ص، ــ م ــ ــאء ا

ــ ا ــא ــ ــ ــאء ا ــ ــ א ــ ــא م إ ــ ــ ا ــ ــ أ

. ــ ــ ا ــ ــ ا א ــ ــ و

ــ ] ٣٩٣[ ــאء כ ــ ا ــ א ــ : ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאل ر و

ــא ــ ــ أن ، وو ــ ــ ا م ــ ــא ا أ ــ ــאم. ــא ا ــ ــ ا

ــ ــאءه ــ أن م ــ ا ا ــ ــ א ــא : ــ ــ ــ و ــ ا ــ ا

אق، ــ م إ ة כ ــ א ــ א ــ ا ــ ا ــא ا א ــ ــאء ــ ا م ا ــ ا

ــאدق: ــ ا ا ــ ــ ــ א ــ ا ــ م و ــ ــ ا ، ــ ، وأم ــ وأم

﴾ ــ א ــאء ا ــ ــאك ك وا ــ ــאك و ا إن ا ــ ــא ﴿

١٥

٥

١٠

Page 262: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi262

[394] “Peygamberler topluluğundan olan her bir nebînin, peygamber

olmayan diğer insanlardan daha faziletli olduğu” hususunda müslüman-

ların arasında bir tartışma yoktur. Buna muhalefet eden bir kimse kâfir

olmuştur. Aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.), Fatıma’ya, mümin kadınların

efendisi olduğunu haber vermiş ve kendisini bu cümleye dâhil etmemiştir.

Bilakis kendisi dışındakilerden haber vermiştir. Diğer bir aklî delil, yüce

Allah’ın Hz. Peygamber’in hanımlarına hitaben “İçinizden kim Allah’a ve

Resûlüne itaat eder ve salih bir amel işlerse, ona mükâfatını iki kat veririz.” 333

şeklinde buyurmasıdır.

[395] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu, Hz. Peygamber’in hanım-

larının sahabenin tamamından daha faziletli olduğu hususunda açık bir

fazilet ve beyandır. Bu âyet vesilesiyle, hiçbir müslümanın tartışamayacağı

kesin bir doğruluk ortaya çıkmıştır. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Fatı-

ma ve diğer sahabilerden (r.a.) biri, belli bir ecir kazanacağı bir amel işle-

diğinde ve Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarından biri de bu amelin bir

benzerini işlediğinde, onlar için de bu ecrin bir misli vardır. Fatıma (r.a.)

da buna dâhil olduğu halde sahabeden birisinin nasibi, kendilerinden son-

raki kimselere göre, Uhut dağı kadar altının benzerinden daha fazlasının

yerini tutar. Hz. Peygamber’in hanımlarından birisi için, onun yarısında,

altın olarak Uhut dağının benzeri olan iki dağın benzerinden daha fazlası

vardır. İşte bu, peygamberlerden (s.a.) sonra sadece Hz. Peygamber’in ha-

nımlarına nasip olan bir fazilettir. Nitekim Allah Elçisinden (s.a.) sahîh

olarak gelmiştir ki o, rahatsız (hasta) olduğunda sahabesinden iki kişinin

rahatsızlığı kadar bir rahatsızlık geçirirdi. Çünkü onun için burada sevabın

iki katı vardır.

[396] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bundan sonra, -Allah’ın kalbini

hakikate kapattığı kimseler hariç-, Hz. Peygamber’in hanımlarının saha-

benin her birine üstün oldukları konusunda bir açıklamaya gerek yoktur.

Dalâlete düşmekten Allah’a sığınırız.

5

10

15

20

25

Page 263: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 263

ــ ] ٣٩٤[ ــ أ ــ ــאء כ ــ ا ــ أن ــ ــ ا ف ــ و

ــ ــ ــכ أ ــ وכ ــ כ ا ــ ــ א ــ ــאس، و ــא ا ــ ــ ــ ــ

ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ــ ، و ــ ــאء ا ة ــ ــא ــ أ א م ــ ا

: ــ ــא א ــ א ل ا ــ ــ ــ و ــאن آ اه، و ــ ــ ــ ــ أ ــ ه ا ــ

﴾ ــ ــא ــא أ ــא א ــ و ــ ور כــ ــ ــ ﴿و

ــ ] ٣٩٥[ ــ ــ أ ــ أ ــ ــאن ــ و א ــ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــא ي ــ ــ ــ ــ ه ا ــ ــ ، ــ ــ ا ــ ر א ــ ا

ــ إذا ــ ا ــ ر א ــא ا ، و ــ א ، و ــ ــאن، و ، و ــ ، و כــ ــ

ــ أة ــ ــ ا ، و ــ ــ ا ــא ارا ــ ــ ــ ــ ــ ــ ا ــ ا

ار ــ ــכ ا ــ ذ ــא ــ כאن ــ ــכ ا ــ ذ ــ ــ و ــ ا ــ ــאء ا

ــ ــ ــ כ ــ ــ ــ ا ــ ر א ــ و א ــ ا ذا כאن ــ ، ــ ــ ا

ــ ــ ــא أכ ــ م ــ ــ ا ــא ــ أة ــ ه כאن ــ ــ ــא ــ ذ ــ أ

ــאء ــ ا ــ ــ ــ ه ــ ــא، و ــ ذ ــ أ ــ ، ــ ــ ا ــ

ــכ ــכ כ ــ ــ أ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ، و ــ م إ ــ ــ ا

. ــ ــ ا ــ ــכ כ ــ ذ ــ ن ــ א ــ أ ــ ر

ــ ] ٣٩٦[ ــ ــ כ أ ــ ــ ــאن ا ــ ــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ن. ــ ــ ا ــא ذ ــ ، و ــ ــ ا ــ ــ ا ــ أ כــ إ ، ــ א ا

٥

١٠

١٥

Page 264: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi264

[397] Ebû Muhammed şöyle dedi: Dostlarımızdan birisi, yüce Al-lah’ın “İşte onların, sabretmeleri karşılığında, mükâfatları kendilerine iki kez verilecektir.”

334 şeklinde iman ettiklerinde Ehl-i Kitabın durumunu haber veren sözünü gerekçe göstererek bu konuda bize itiraz etmiş ve “Bu durumda Ehl-i Kitabın bizden daha faziletli olması lazım gelir.” demiştir. Ona şöyle cevap verdim: Şüphesiz bu âyet ve oradaki haber, “Üç kimse vardır ki onların ecirleri iki kat verilir.” (rivayetiyle alakalıdır.) Bu haberde Ehl-i Kitaptan olan mümin kişi, itaatkar köle, cariyesini azat eden sonra da onunla evlenen kimse zikredilmiştir. Burada, iki kere mükâfatlandırıl-dıkları hususunun beyanı vardır. O da, Hz. Peygamber’e (s.a.) ve önceki kitapla gönderilen önceki nebîye imandır. Biz de, onların inandığı gibi, bunların tamamına inanırız. Bu iki iman konusunda biz de onlardan olan bu müminle ortağız. Aynı şekilde itaatkar köle efendisine itaat etmesinden dolayı bir sefer, Allah’a itaatinden dolayı da ikinci defa mükâfatlandırılır. Yine cariyesini azat eden sonra da onunla evlenen kimse de cariyesini azat ettiğinden dolayı bir ecir kazanır, sonra da onunla evlendiğinden dolayı -yüce Allah’ın rızasını murat ettiğine göre- ikinci bir ecir kazanır.

[398] Bunlara, amellerinin tamamında değil, bu özel amellere göre ecirlerinin iki kat verildiği hususu âyetin ifadesiyle kesin olarak ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte başkalarının bu amellerin dışında bunların ecirlerinden daha fazlasıyla mükâfatlandırılmalarına mani bir durum yok-tur. Buna ilaveten, kendi dönemlerindeki insanların işledikleri amellere göre bu kimselerin ecirleri iki kat artırılır. Hz. Peygamber’in hanımlarının ecirlerinin iki kat olması, ne vurud ne de sudur noktasında bir ziyadelik değildir. Çünkü onlar için iki kat artırma, Kur’ân’ın ifadesiyle, işledikleri her bir amelde vardır. Yüce Allah şöyle buyurur: “İçinizden kim Allah’a ve Resûlüne itaat eder ve salih bir amel işlerse, ona mükâfatını iki kat veririz.”335 Dolayısıyla sahabeden her birinin işlediği her amelde kendisi için bir ecir vardır. Hz. Peygamber’in hanımlarından her biri için de, bu amelin bir benzerinde iki ecir vardır. Onlar açısından ecrin ikiye katlanması, sahabe-den olan kendi dönemlerindeki insanların ameline göre olur. Sahabinin ameli ile başkasının ameli arasında fark, Uhut dağı kadar altın ile bir öl-çek buğdayın yarısı arasındaki farktan daha büyük olduğunu biz biliriz.

5

10

15

20

25

30

Page 265: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 265

ــכאن ] ٣٩٧[ ا ا ــ ــ ــא א ــ أ ــא ض ــ ــ ا : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ أ ن ــ ــכ ﴿أو ا: ــ آ إذا ــאب כ ا ــ أ ــ ــ א ا ل ــ

ي ــ ــ ا ــ وا ه ا ــ ــ إن ــ ــא ــ ــ أ م أ ــ ــאل وا﴾ ــ ــא

ــ א ا ــ وا ــאب כ ا ــ أ ــ כــ . ــ ــ أ ن ــ ــ ــ

ــ و ــ ــ وا ــ أ ي ــ ا ــ ا ــאن ــא ــא. و ــ ــ أ ــ

ول ــאب ا כ א ث ــ ول ا ــ ا א ــ و ــ و ــ ا ــ א ــאن ا

ــכ ــ ذ ــ ــ ــכ ا כאء ذ ــ ــ ا ــ ــא آ ــ כ ا כ ــ ــ ــ و

ا ــ ــ ا أ א ا و ــ ه أ ــ ــ א ــ ــ א ــ ا ــכ ا ، وכ ــ א ا

ــ إذا أراد כא ا ــ ــ أ ــ ــ ــא و ــ ــ ــ أ ــכ ــא ، وכ א

ــא. א ا ــ ــ أ א ــ ا ــ و

ــ ] ٣٩٨[ ــאص ــ ــ ــ ن أ ــ ــא ء إ ــ ــא أن ــ א ــ

ــ ــ ــ ــ أن ــ ــא ا ــ ــ ــ ــ و א ــ أ ــ ــ א أ

א أ ــ ء א ــא ــא ء، وأ ــ ر ــ ــ أ ــ ــאل أכ ه ا ــ

ا ــ ــ ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــאء ا ر ــ ــ א ــ ا ــ و

آن إذ ــ ــ ا ــ ــ ــ כ ــ ــא ــ إ ــ א ن ا ر ــ ــ ورد و

﴾ ــ ــא ــא أ ــא א ــ و ــ ور כــ ــ ــ : ﴿و ــ א ل ــ

ــכ ــ ذ ــ ــ أة ــ ــכ ا ، ــ ــ أ ــ ــ א ــ ا ــ א ــ ــ ــכ

، و א ــ ا ــ ــא ــ ن כــ ــא ــ إ ــ א ان، وا ــ ــ أ ا

ــ א و ــא أ ذ ــ ه أ ــ ــ ــ و א ــ ا ــ ــא أن

٥

١٠

١٥

Page 266: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi266

Dolayısıyla onlardan her biri için bunun benzerinin iki katı gerçekleşir. Bu

durum, sağlıklı duyulara sahip olan bir kimseye gizli kalmaz. Böylece zik-

rettiğimiz itiraz bâtıl olmuştur. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[399] Ebû Muhammed şöyle dedi: İnsanlardan bazıları, “ Aişe’nin Hz.

Peygamber’e insanların en sevimlisi, babasının da erkeklerden en sevimli-

si olduğu” şeklindeki hadis hakkında şöyle demek suretiyle bize itiraz et-

miştir: Hz. Peygamber’in (s.a.) Usame b. Zeyd’e şöyle dediği sahîh olarak

gelmiştir: “Şüphesiz onun babası, insanlardan bana en sevimli olandır ve bu

da ondan sonra bana insanların en sevimli olanıdır.” Yine Hz. Peygamber’in

(s.a.) Ensar hakkında “Sizler bana insanların en sevimli olanlarısınız.” diye

buyurduğu sahîh olarak gelmiştir.

[400] Ebû Muhammed şöyle dedi: Usame b. Zeyd hadisinde “Usa-

me’nin Hz. Peygamber’e insanların en sevimlisi olduğu” şeklindeki bu la-

fız; Hammad b. Seleme tarafından Mûsâ b. Ukbe’den, o da Sâlim’den, o da

babasından gelen bir tarik ile rivayet edilmiştir. Bu hadiste zikredilen Usa-

me ve Zeyd’e (r.a.) gelince, bunu, Ömer b. Hamza Sâlim b. Abdullah’tan,

o da babasından ve Ömer b. Hamza’dan rivayet etmiştir. Bu zayıftır. Bu

haberin sahîh olanı ise Abdullah b. Dinar’ın İbn Ömer’den, onun da Hz.

Peygamber’den (s.a.) kusursuz bir senetle rivayet ettiği haberdir. Bu haber-

de, Allah Resulünün (s.a.) şöyle buyurduğu ifade edilmiştir: Hz. Peygam-

ber, Zeyd b. Harise’yi kast ederek, “Allah hakkı için Zeyd kumandanlığa

nasıl tamamıyla layıksa ve o, bana insanların en sevimlilerinden biri ise,

hiç şüphesiz şu Usame de babasından sonra bana insanların en sevimlile-

rindendir.”336 Bu rivayet, Mûsâ b. Ukbe’nin Sâlim’den, onun da babasın-

dan naklettiği hadise hükmeder. Çünkü söz konusu rivayet, Abdullah b.

Dinar’ın hadisinden özetlenerek alınmıştır. Bu hadis vesilesi ile İbn Ömer,

Enes ve Ömer’den nakledilen iki rivayet arasındaki tearuz giderilmiş olur.

Yoksa bu rivayetlerden biri diğerinden daha evla olmazdı.

5

10

15

20

25

Page 267: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 267

، ــ ــ ــ ذي ــ ا ــ ، و ــ ــכ ذ ــ ــ ة ــ ــכ وا ــ

. ــ א ــ رب ا ــא وا א ــ ذכ ــ ا אر ت ا ــ

ــ ] ٣٩٩[ ا ــ ــאس ا ــ ــא أ ــא ض ــ وا : ــ ــ أ ــאل

ــ ــ ــ ــאل ن ــ ــא ــאل أ ــ ا ، و ــ ــאس إ ــ ا ــ أ א ــ أن ي ــ ا

ــאس ــ ا ــאه כאن أ : إن أ ــ ــ ز ــא ــאل ــ ــ أ ــ و ــ ا ــ ا

כــ ــאر أ ــאل م ــ ــ ا ــ ــ أ ه و ــ ــ ــאس إ ــ ا ا أ ــ ــ وأن إ

. ــ ــאس إ ــ ا أ

ــ ] ٤٠٠[ ــא أ ــ ــ ي ــ ا ــ ا ا ــ ــא وأ : ــ ــ أ ــאل

ــ ــאد ــ ــ روي ــ م، ــ ا ــ ــ إ ــאس ا ــ أ ــ أ ــ ز

ــא ــ ذכــ أ ي ــ ــא ا ، وأ ــ ــ أ ــא ــ ، ــ ــ ــ ــ ــ

ا ــ ــ ــא ــ ة ــ ــ ــ رواه ــא ــא ا ــ ر ــ وز

ــא رواه ــ ــ ا ا ــ ــ ــ ، وا ــ ا ــ ة ــ ــ و ــ و ــ أ

אد ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ــ ــאر، د ــ ا ــ

ــ وأ ــ אر ــ ــ ــ ــאل ــ و ــ ــ أ ــ כــ ــ ــ

ــ ا ــ وأن ــ إ ــאس ا ــ أ ــ כאن وأن ــאرة א ــ כאن إن ا

ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ا ــ و ه. ــ ــ إ ــאس ا ــ أ

ــ ا ــ و ــאر، د ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ ــ أ ــ ــא

ــ وإ و، ــ و ، ــ أ ــ و ــ ــ ا ــ ــ وا ا ــ ــאرض ا

. ــ ــ ا ــ ــא أو أ

٥

١٠

١٥

Page 268: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi268

[401] Ensar hadisine gelince, Hişam b. Zeyd’in belirttiği gibi, onlar

bu hadisi Enes’ten rivayet ettiler. Abdülaziz b. Suheyb Enes’ten, o da Hz.

Peygamber’den (s.a.) rivayet etmiştir. Allah Resulü (s.a.), “Sizler bana in-

sanların en sevimli olanlarısınız.” diye buyurmuştur. Bu, ahad bir hadistir

ve adil bir kimsenin yaptığı ziyade makbuldür. Böylece adalet sahibi kim-

seler tarikiyle gelen hadisin senedindeki kişinin ziyadeliğiyle, Ensar, Zeyd

ve Usame’nin Hz. Peygamber’e (s.a.) insanların en sevimlileri olan bir

topluluktan oldukları anlaşılmaktadır. Bu, hiçbir şüphenin olmadığı bir

hakikattir. Çünkü onlar, Hz. Peygamber’in ashabındandırlar. Onun ashabı

ise, şüphesiz ona insanların en sevimli olanlarıdır. Aişe hakkındaki cevabı

ise bu şekilde değildir. Nitekim Hz. Peygamber’e insanların en sevimlisi

sorulduğunda “ Aişe’dir” diye cevap vermişti. Bunun üzerine “Erkeklerden

kimdir?” diye sorulduğunda, “Onun babasıdır.” diye buyurmuştur. Çünkü

bu, -Hz. Peygamber’in (s.a.) muhabbetiyle alakalı olarak insanlardan belli

bir şahsın bilinmesi bakımından- soran kişinin sorduğu şeyi beyan nokta-

sında kesin ve kat’idir.

[402] Bazı Eş’arîler, yüce Allah’ın “Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru

yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir.” 337 şeklinde

buyurmasını gerekçe göstererek bize itiraz ettiler. Hz. Peygamber’in (s.a.)

sevdiği bir kimseye olan muhabbeti, (söz konusu kişi için) bir fazilet değil-

dir. Çünkü Allah Resulü, kâfir olduğu halde amcasını da sevmişti.

[403] Ebû Muhammed şöyle dedi: Biz, bu âyetin zannedildiği gibi

olmadığını söyleriz. Yüce Allah’ın “Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola

iletemezsin.” 338 buyurmasından maksat, “Sen, hidayetini arzuladığın kim-

seyi doğru yola iletemezsin.” anlamındadır. Bunun delili de, yüce Allah’ın

“Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir.” 339 meâlindeki buyruğu-

dur. Yani, Allah kimi dilerse, onu doğru yola iletir. Hz. Peygamber’e (s.a.)

ve bizlere farz olan, her bir kâfirin doğru yola ulaşmasını arzu etmek olup

onu seçmek değildir.

5

10

15

20

25

Page 269: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 269

ــ ورواه ] ٤٠١[ ــ أ ، ــ ــ ز ــאم ه ــא ذכــ ووه כ ــ ــאر ــ ا ــא وأ

ــאل ــ ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ أ ، ــ ــ ــ ــ ا

ــאدة ــ ، ــ ل ــ ــאدة ا ، وز ــ ــ وا ــ . و ــ ــאس إ ــ ا ــ أ ــ أ

ــ ــ ــ ا ــא ر ا وأ ــ ــאر وز ول أن ا ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ــ

ــ ا ــ ، و ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאس إ ــ ا ــ أ م ــ ــ

ا כــ ــ ــכ، و ــ ــ ــאس إ ــ ا ــ أ א ، وأ ــ א ــ أ ــ ، ــ ــכ

. ــ א ــאل: ــכ؟ ــאس إ ــ ا ــ أ ــ ــא إذ ــ ا ــ ر א ــ ــ ا

ــ ــא ــ ا ل ــ ــא ــאن ــ ــ ا ــ ن ــא، ــאل: أ ــאل؟ ــ ا : ــ

م. ــ ــ ا ــ ــאس ــ ا ــ א د ا ــ ــ ا ــ

]٤٠٢ [ ــכ ل: ﴿إ ــ ــ א ــאل: إن ا ن ــ ــ ــ ا ــא ض ــ وا

ــ م ــ ــ ا ــ ــ أن ــאء﴾ ــ ي ــ כــ ا و ــ أ ــ ي ــ

. ــ ــ כא ــ و ــ ــ أ ــ ، ــ ــ ــ أ

اد ا ] ٤٠٣[ ــ ــא ــ وإ ــא ــ ــ ــ ه ا ــ ــא إن : ــ ــ ــאل أ

: ــ א ــ ــכ ــאن ذ اه. ــ ــ ﴾ أي أ ــ أ ــ ي ــ ــכ : ﴿إ ــ א

ــ ــ ا ــ ــ ا ض ــ اه و ــ ــאء ــ ــאء﴾ أي ــ ي ــ כــ ا ﴿و

. ــ כא ــ ا ، أن ــ ــכ כא ى ــ ــ ا ــא أن ــ و و

٥

١٠

١٥

Page 270: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi270

[404] Bunlara ilaveten, “men ehbabte/sen sevdiğin kimseyi” âyeti-

nin manası bu muarızın zannettiği gibi olması sahîh olsa idi, bu şekil-

de bizim aleyhimize bir delil olması söz konusu olmazdı. Çünkü bu âyet

Mekkî olup, Ebû Tâlib hakkında nazil olmuştur. Daha sonra yüce Allah,

Medine’de şu âyeti indirmiştir: “Allah’a ve âhiret gününe iman eden hiç-

bir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy sopları olsalar

bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremez-

sin.” 340 Yine Medine’de şu âyet indirilmiştir: “ İbrahim’de ve onunla birlikte

bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, “Biz

sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir

tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve

nefret belirmiştir” demişlerdi.” 341

[405] Eğer Allah Resulü (s.a.) Ebû Tâlib’i sevmiş ise, yüce Allah bu

âyetten sonra bunu ona haram kılmış, ona muhabbet beslemesini yasak-

lamış ve ona düşmanlık beslemesini farz kılmıştır. Sağlıklı duyulara sahip

olan herkes, düşmanlık ve muhabbetin asla bir araya gelmeyeceğini zo-

runlu olarak bilir. Mevedde, Kur’ân’ın nazil olduğu lisanda “muhabbet”

demektir. Bu konuda dilcilerden hiçbirinin bir itirazı yoktur. Böylece Hz.

Peygamber’in (s.a.) mümin olmayan bir kimseyi sevmesi geçersiz olmuştur.

[406] Allah Resulünün (s.a.) muhabbetinin sevdiği kimse için bir fazi-

let olduğu hususunda naslar ve icmâ varittir. Hz. Peygamber’in (s.a.) “Ya-

rın, bayrağı, Allah’ı ve Resulünü çok seven, Allah’ın ve Resulünün de ken-

disini sevdiği bir adama vereceğim.” şeklindeki sözü böyledir. Dolayısıyla

Allah Resulünün muhabbetinin câhillerin ve yalancıların iddia ettiklerinin

hilafına olduğu hususunda hiçbir şüphe ve itiraz yoktur. Böylece fazilet

noktasında en büyük paya sahip olanın, bu fazilet konusunda daha az pay

sahibi olandan üstün olduğu hususu yakîni olarak ortaya çıkmıştır. Bu,

zorunlu olarak bilinen bir şeydir.

5

10

15

20

25

Page 271: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 271

ض ] ٤٠٤[ ــ ا ا ــ ــ ــא ــ כ ــ أ ــ ــ ا ــ أن ــ ــא: وأ

ل ا ــ ــ أ ــ א ــ ــ أ ــ ــ כ ــ ه آ ــ ن ــ ــכ ــא ــא כאن

ــאد ا ــ ادون ــ ــ م ا ــ وا ــא ن ــ ــא ــ ﴿ : ــ ــ ا ــ א

ــ א ل ا ــ ﴾ وأ ــ أو ــ ا أو إ ــ אء أو أ ــ אء ا آ ــ כא ــ و ــ ور

ــ ا ــ א إذ ــ ــ وا ــ

ا ــ إ ــ ة ــ أ כــ ــ כא ــ ﴿ : ــ ــ ا

اوة ــ ا כــ ــא و ا ــ و כــ ــא כ ــ دون ا ون ــ ــא و כــ

آء ــ ــא إ

ه﴾ ــ و ــא ا ــ ــ ا ــ ــאء أ وا

م ا ] ٤٠٥[ ــ ــ ــ א ــא ــ أ ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ وإن כאن ر

ري ــ ورة ــ א ، و ــ او ــ ض ــ ، وا ــ ــ ــאه ــכ و ــ ذ ــ ــ א

ــ ــ ا دة: ــ . وا ــ ــאن أ ــ اوة وا ــ ــ أن ا ــ כ ذي

ــ أن ــ . ــ ــ ا ــ أ ــ ــ أ ف ــ ــ آن، ــ ل ا ــ ــא ــ ــ ا ــ ا

. ــ ــ ا ــ ــ أ ــ و ــ ا ــ ــ ا

ــ ا ] ٤٠٦[ ل ا ــ ــ ر ــ أن ــאع ص وا ــ ــ ا ــ و

ا ــ ــ ا ــ ا : ــ م ــ ــ ا ــ ــכ כ ــ وذ ــ ــ أ ــ ــ و

ــ ــ أن ف ــ ــכ و ذ ــ . ــ ــ ا ور ــ و ــ ا ور ــ ر

ــ ــ ب. כــ ــ وا ــ ا ــאل أ ــא ف ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

ــ ــכ ا ــ ــא ــ ــ أ ــ ــ ــ ــ ــ ا ــא ــ ــא أن כאن أ

ورة. ــ ــ ء ــ ا ــ

٥

١٠

١٥

Page 272: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi272

[407] Hz. Aişe, muhabbet açısından en büyük paya sahip olduğuna göre, bu konuda daha az paya sahip olanlardan daha faziletlidir. Bundan dolayı Hz. Peygamber’e, “Sana, erkeklerden en sevimli olan kimdir?” diye sorulduğunda “ Aişe’nin babasıdır”, sonra Ömer’dir diye cevap vermiştir. İşte bu cevap, Ebû Bekir’in, sonra da Ömer’in diğer sahabeden (r.a.) daha fazilet-li olmalarını gerekli kılmaktadır. Hz. Aişe’nin muhabbet noktasında Ebû Be-kir ve Ömer’in önünde olmasından dolayı, fazilet konusunda Ebû Bekir’in sonra da Ömer’in öne geçirilmesi doğru değildir. Bu bâtılla hükmetmek-tir. Bizler, -bu haber hariç-, Ebû Bekir’in sonra da Ömer’in diğer sahabenin önüne geçirilmesinin kabul edilmesini zorunlu kılan bir nas bilmiyoruz.

[408] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hz. Peygamber (s.a.) kadınlarla evlenmenin gerekçelerini açıklamış ve bu bağlamda soy, mal, güzellik ve dini zikretmiştir. Sonra da “Dindar olanı tercih etmen gerekir ki elin toprağa değsin..” buyurarak bunların hepsine mesafe koymuştur. Hz. Peygamber’in (s.a.), kadınlarla evlenmeye ve sadece dinlerinden dolayı onları tercih etme-ye teşvik etmesi muhal ve imkânsız olan şeylerdendir. Aksi takdirde daha sonra Hz. Peygamber (s.a.) Aişe’yi dinin dışındaki özelliklerden dolayı da sevdiği için buna muhalefet etmiş olur. Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.) “ Aişe’nin diğer kadınlara üstünlüğü, tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.” sözü böyledir.

[409] Bir müslümanın din hakkında Allah katındaki faziletin dışında herhangi bir şey düşünmesi burada doğru değildir. Dolayısıyla bir erkeğin hanımını erkeklere tasvir etmesi, ancak aşağılık, rezil ve düşük bir kimse-nin razı olacağı bir şeydir. Bir tutam aklı olan bir kimsenin, insanlardan fazilet sahibi bir kimse hakkında bunu aklından geçirmesi helal değildir. Nasıl olur da mukaddes, mutahhar ve bütün insanlara üstünlüğü açık olan bir kimse (s.a.) hakkında bunu yapabilir?

[410] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şayet dönemimiz insanlarında olup ilmin neşrine mukavemet gösteren bazı kimselerden -ki onlar Abdullah b. İbrahim el-Asîl’in arkadaşı olan el-Muhelleb b. Ebû Sufre et-Temîmî’dir- bu çirkin manaya işaret ettiği ve bunu açıkladığı hususu bize ulaşmamış olsa idi, buna işaret etmemize gerek olmazdı. Fakat herhangi bir münker ortaya çıktığında müslümanların yapmaları gereken şey bunu güçleri oranınca de-ğiştirmeye çalışmaktır. Allah bize yeter, o ne güzel vekildir.

5

10

15

20

25

30

Page 273: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 273

ــ ] ٤٠٧[ ــ أ ــ ــ ــ أ ــ ــ ا ــ ا ــא ــ ــ أ א ــ ذا כא ــ

ــאل ــ ا م ــ ــ ا ــ ــ ــא ــכ ــא، و ــ ــ ــכ أ ــ ذ ــ ــ

א ــא ا ــ ــ ــ כــ ــ ــ أ ــא ــכ ــכאن ذ ، ــ ــ ــא، ــאل أ

ــ ــ ، כــ ــ م أ ــ ن כــ ــ أن ز ــ ــ א א כــ א ، ــ ــ ا ر

ل ــ ب ا ــ ــ و ــא ــ ــא ــא، و ــ ــ ا ــא ــ ــ أ ــ ــ ا

ه. ــ ــ و ا ا ــ ــ إ א ــא ا ــ ــ ــ כــ ــ ــ أ

ــ ] ٤٠٨[ כــ ــא ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ و ــאل وا ــאل وا ــ وا כــ ا ــאء ــ ا

ن כــ ــ أن ــאل ا ــ ا اك. ــ ــ ــ ات ا ــ ــכ : ــ ــכ כ ذ

ــ א م ــ ــ ا ــ ن כــ ــ ــ ــ ــ אر ــאء وا ــכאح ا ــ ــ

ــאء ــ ا ــ א ــ م: ــ ــ ا ــ ــכ ــ وכ ــ ا ــ א ــ ــכ ذ

ــאم. ــא ا ــ ــ ــ ا כ

ــ ] ٤٠٩[ ــ א ــ ا ــ ــ ا א ــ ــכ ــ ذ ــ ــ أن ــ

ــ ــא و ل ــ ــ ــ إ ــ ــאل ــ أ ــ ا ــ ا ، ــ ا

ــ ــ כ ــאس ــ ا ــ א ــ ــ א ــ ا ــ ــ ــ أن ــ ــכ ــ ــ أد ــ

. ــ ــ و ــ ا ــאس، ــ ا ــ ــ ــ א ، ا ــ س، ا ــ ا

ــ ] ٤١٠[ ــ ــ ا ر ــ ــ ــ ــ ــא ــ ــ أ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ا ــ إ ــ ا ــ א ، ــ ة ا ــ ــ ــ أ ــ ــ ا ــא و א ــ ز أ

ــ ــאء إ א ــא ــ ــא ا ــ ح ــ ــ و ــ ا ا ا ــ ــ ــאر إ ــ أ ، أ ــ ا

ــ ــ ــא ه ــ ــ ــ ا ــ ــ و כــ إذا כــ ا ــאن، و

. ــ כ ــ ا א ا و ــ ، و ــ א

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 274: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi274

[411] Ebû Muhammed şöyle dedi: Aynı şekilde, bir meleğin, doğu-mundan önce bir parça ipek içinde Aişe’yi (r.a.) Hz. Peygamber’e (s.a.) arz edip “İşte bu senin eşindir” diye seslenmesi ve bunun üzerine Hz. Peygam-ber’in “Eğer o Allah katından ise gerçekleşecektir.” şeklinde buyurması da böyledir. Bundan sonra faziletin daha ötesi var mıdır?

[412] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bize, Mekkî b. Ebû Tâlib el-Mukrî; “Buna göre, Ebû Bekir’in hanımının Ali’den daha faziletli olması lazım gelir. Çünkü Ebû Bekir’in hanımı, cennette, aynı derecede onunla birliktedir. Dolayısıyla Ali’nin derecesinden daha yüksektir. Böylece Ebû Bekir’in hanımının konumu Ali’nin konumundan daha yüksektir. Dolayı-sıyla o, Ali’den daha faziletlidir.” diyerek itiraz etmiştir.

[413] Ebû Muhammed şöyle dedi: Biz de, -Allah’ın yardım ve deste-ğini dileriz- şöyle diyerek ona cevap verdik: Bu itiraz, şu açılardan dolayı hiçbir anlam ifade etmez: Birincisi; Ebû Bekir’in derecesinin Ali’nin de-recesinden yüksek olmasından dolayı gerekli olan fazilette Ebû Bekir’in derecesi ile Ali’nin derecesi arasında cennette bir farklılık yoktur. Nitekim Hz. Peygamber’in derecesinin diğer sahabenin derecelerine göre yüksek olmasından dolayı gerekli olan fazilet noktasında da Hz. Peygamber’in de-recesi ile Ebû Bekir’in derecesi arasındaki fark da böyledir. Bilakis fazilet noktasında bizden derecesi daha düşük olan bir kimse, sahabenin en üs-tün olanının derecesine nispetle, sahabenin en faziletsinin derecesinin Hz. Peygamber’in (s.a.) derecesine nispetle, daha yakındır. Buna ilaveten, Ebû Bekir ile Ali arasında fazilet noktasındaki farklılık, Ebû Bekir’in kendisine tabi olan hanımının Ali’den daha faziletli olmasını gerekli kılacak durum-da değildir. Bilakis Allah yolunda eziyet çeken ilk mühacirlerin konumları -faziletleri farklılık gösterse de- birbirine yakındır. Sonra da aynı şekilde önde gelenlerin dereceleri, -her ne kadar fazilet dereceleri farklılık gösterse de- fazilet açısından birbirine yakındır. Sonra -her ne kadar fazilet derece-leri farklılık gösterse de- Ensar’ın önde gelenlerinin (ilklerinin) konumları da birbirine yakındır. Yine hicretten sonra öncelikli olanların dereceleri de fazilet noktasında birbirine yakındır. Aynı şekilde Mekke’nin fethinden sonra müslüman olan bir kimse de böyledir ve üstünlük ziyadeleşip artabi-lir. Böylece görünürde ortak özelliklere sahip olan kimselerden kaynakla-nan üstünlük de buna göre karşılık bulur.

5

10

15

20

25

30

Page 275: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 275

ل ] ٤١١[ ــ ــ ر ــא ــ ا ــא ر ــכ ض ا ــ ــכ : وכ ــ ــ ــאل أ

ــכ ه زو ــ ــ ل ــ ــ ــ ــ ــ ــא د ــ و ــ ــ و ــ ا ا

. ــ א ــ ــ ا ا ــ ــ ــ ــ ــ ا ــ כــ م: إن ــ ــ ا ل ــ

ــאل: ] ٤١٢[ ن ــ ي، ــ ــ ا א ــ ــ أ כــ ــא ض ــ : وا ــ ــ ــאل أ

ــ ــ أ כــ ــ أة أ ــ ن ا ، ــ ــ ــ כــ أ ــ أة أ ــ ن ا כــ ا أن ــ ــ م ــ

כــ ــ أة أ ــ ــ ا ، ــ ــ ــ در ــ ــ أ ة، و ــ ــ وا ــ در ــ ــ ا כــ

. ــ ــ ــ ــ أ ، ــ ــ ــ ــ أ

اض ] ٤١٣[ ــ ا ا ــ ــ أن ــ א ــא ــ و ــא ن ــ ــאه : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا ــ ــ כــ ودر ــ ــ أ ــ در ــא ــא: أن ه أ ــ ء ــ ــ

ــא ــ ــ ــ א ــ ا ــ ، ــ ــ ــ در ــ ــ ا ــ ــ در ــ ا

ــ ــ ا ــ ا כــ ــ ــ أ ــ در ــ و ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ در

ــא ــ أ ــ ، ــ ــ ا ــ ر א ــא ا ــאت ــ در م ــ ــ ا ــ ــ در

ــ ــ ــ ر ــ ــ در ــ أ ــ ب ــ ــ أ ــ ا ــא ــ ــ ر ــ أ أن در

، ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ در ــ إ א ــ ا ــ أ ــ در ــ ــ א ا

أة ــ ن ا כــ ــ أن ــא ــ ــ ا ــ א ــ ا ــ כــ و ــ ــ أ ــ ــא وأ

ــ أوذوا ــ ا و ــ ا א ــאزل ا ــ ــ ــ ــ ــ أ ــ א כــ ا ــ أ

ا ــ ا ــ ــ ا ــכ أ ــ כ ، ــ א ــ وإن אر ــ ــ و ــ ا ــ

ــ و ــאر ا ــאزل ا ــ ــ א ، وإن ــ אر ــ ــ ا ــ ا، در ــ

ــ ا در ــ ا ــ ة ــ ــ ا ــא ــ ا ــכ أ ــ כ ــ א ــ وإن אر

ــ א ــ داد ا ــ ــא و ــ أ ــ ا ــ ــ أ ــכ ــ כ ــ ــ ا ــ אر

ــכ. ــ ذ اء ــ ــא ــ ا כ ــ ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 276: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi276

[414] Şöyle deriz: Ebû Bekir’in hanımı, Ümmü Rûmân misali, Ebû Bekir’in derecesinde onunla birlikte olmaya ameli sebebiyle layık olursa, bu durumda onun mu yoksa Ali’nin mi daha faziletli olduğunu bileme-yiz. Çünkü bu konuda yanımızda bir nas/açıklama yoktur. Faziletli olmak ise ancak nas ile bilinebilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.); “Sizin en ha-yırlılarınız, peygamber olarak gönderildiğim dönemdekilerdir. Sonra onları takip edenlerdir, sonra onları takip edenlerdir...”

342 buyurmuş ya da bunun benzerini söylemiştir. Böylece Hz. Peygamber, onları, hayır ve fazilet ko-nusunda tabakalara ayırmıştır. Onların cennetteki mükâfatlarının da aynı şekilde olduğunda şüphe yoktur. Aksi takdirde faziletli olmanın bir manası olmazdı. Nitekim yüce Allah da, “Ancak yaptıklarınızın karşılığını görüyor-sunuz”

343 diye buyurmuştur.

[415] Bunlara ilaveten, sahabenin kadınlarından olan ilk muhacirlerin fazilet konusunda sahabeyle müşterek oldukları hususunda şüphe etmeyiz. Onların en faziletli olanları ve daha az faziletli olanları vardır. Muhacir kadınları içinde erkeklerin çoğundan üstün olanlar vardır. Erkeklerin için-de de söz konusu kadınların çoğundan daha faziletli olanlar vardır. Yüce Allah, “Tasadduk eden erkekler ve tasadduk eden kadınlar; oruç tutan erkek-ler ve oruç tutan kadınlar..” şeklinde buyurduğu gibi, fazilet açısından bir mevki zikretmemiştir ki kadınlar bu fazilette erkeklerle birlikte olmasınlar. Bunun bir istisnası vardır o da cihattır. Çünkü cihat, kadınlara değil, er-keklere farzdır. Biz, Ebû Bekir’in (r.a.) sahabenin tamamının önüne geçen bazı saray ve köşklerin olacağını inkâr etmeyiz. Sonra Ebû Bekir’in hanım-larından bu makama layık olmayan birinin, sahabeden olup da söz konusu kadınlardan daha faziletli olan kimselerin makamlarından daha alt derece-de bazı makamları olabilir. Nitekim sahabeden olan erkekler (r.a.), saha-bi olan hanımlardan sonra, tabiinden olan hanımlarla da evlenmişlerdir. Dolayısıyla bu makamlar, söz konusu hanımların sahabeden olan eşlerinin faziletine ilave edilmiş olur. Böylece sahabeden olan erkekler (tabiinden olan) hanımların konumuna inerler, sonra da (sahabeden olan hanımların) yüksek makamlarına çıkarlar.

5

10

15

20

25

30

Page 277: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 277

ــ ] ٤١٤[ ــ ــ در ــ ن כــ ــא ا ــ כــ ا ــ أة أ ــ ل: إن ا ــ

ــ ــכ وا ــ ذ ــא ــ ــ ؟ ــ ــ أم ــ أ ري أ ــ א ــ ــאن، أم رو

ــ ــ ا ــ ــ ي ــ ن ا ــ כــ ا م: ــ ــ ا ــאل ــ . و ــ ف إ ــ

ــ ــכ ــ ــ ــ وا ــ ا ــאت ــ م، ــ ــ ا ــאل ــא ــ أو כ

: ــ ــ و ــאل . و ــ ــ ــ ن ا כــ ــכאن ــ وإ ــ ا اء ــ ــ ا ــכ כ

ن﴾ ــ ــ ــא כ ون إ ــ ــ ﴿

ــ ] ٤١٥[ ــ ر א ــאء ا ــ ــאت و ات ا ــ א ــכ أن ا א ــ ــא وأ

ل، ــ ــ و א ــ و ــ و א ، ــ ــ ا ــ א ــאرכ ا ــ ا

ــא ذכــ ، و ــ ا ــ ــ כ ــ ــאل ــ ا ــאل، و ــ ا ا ــ ــ כ ــ ــ

: ﴿إن ــ א ــ ــא כ ــאل ــ ا ــאء ن ا ــ ــ إ و ــ ا ــ ــ א ا

ــאء، ــאل دون ا ــ ا ض ــ ــ ــאد ــא ا א ــ אت﴾ ا ــ وا ــ ا

ــ ــ ــ ــאزل ر و ــ ــ ــ ا כــ ر ــ ن כــ כــ أن א ــ و

ــ دون ــ ا ــאزل ــ ــכ ا ــא ــ ــ ــ ــ ن כــ ــ ، ــ א ا

ــ ــ ا ــ ر א כــ ا ــ ، ــ א ــ ا ــ ــ ــ أ ــ ــאزل

ــ ــ أزوا ــ ة ــ ــאزل زا ــכ ا ن כــ ــ ــאت و א ــ ا ــאت، א ا

. ــ א ــ ا אز ــ ن إ ــ ــ ــ ن إ ــ ــ א ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 278: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi278

[416] Bilakis bu, Hz. Peygamber’den (s.a.) sahîh olarak gelmiştir. Allah Resulü, manası ve lafızlarının çoğu şu şekilde olan bir ifade kullanmıştır: “Şöyle yapan kimse için cennetin kenarında, ortasında ve en üst noktasında bir evin kefiliyim.”344 Böylece Allah Resulü bu durumu tasvir etmişti. Böyle-ce yukarıda dediklerimizin açıklaması olarak; Hz. Peygamber’in dışındaki bazı kimseler için yüksek mertebeler ve diğerleri için bu mertebelerden daha aşağısı vardır. Onlar bu mertebelere inerler ve sonra da yüksek mertebelere çıkarlar. Bu durum, iki açıdan Hz. Peygamber’den (s.a.) uzaktır. Bunlardan ilki; Hz. Peygamber’in hanımlarının tamamının bütün sahabelerle ortak ol-dukları sahabelik hakkı vardır. Onlar, özel yakınlık sebebiyle sahabeden daha faziletlidirler. Sahabe olma bakımından hiç kimse Hz. Peygamber’in hanım-larından üstün değildir. Öyle ki sahabenin fazileti, kendileri dışındakilere göre bunun üzerine bina edilmiştir. Bu konuda bu kadarıyla yetiniyoruz.

[417] İkincisi ise; -her ne kadar bazı konumlarda sonradan gelen, baş-ka bir konumda önde gelen olsa da- bazı sahabilerin bazı konumlarda di-ğerlerine göre arkada olması söz konusudur. Biz, Bilal’in Allah yolunda Ali’nin görmediği kadar eziyet gördüğünü; Ali’nin de Bilal’in savaşmadığı kadar savaştığını; Osman’ın da Ali ve Bilal’in infak etmediği kadar infakta bulunduğunu biliriz. Böylece genel olarak sahabeden daha az faziletli olan bir kimse, faziletlerinin bir kısmında kendisinden üstün olan bir kimsenin önünde olabilir.

[418] Bu durumun sahabe ile Hz. Peygamber (s.a.) arasındaki haller-de olması mümkün değildir. Faziletlerden herhangi birisinde Âdemoğul-larından -ilkinden sonuncusuna kadar- herhangi birisinin Hz. Peygam-ber’in önüne geçmesi ve bu faziletlerin herhangi birisinde ona yetişmesi mümkün değildir. Hz. Peygamber’in (s.a.) sahabesinden herhangi birisi-ne denk düşecek bir mertebeye inmesi de mümkün değildir. Sahabenin ondan üstün olması nasıl mümkün olabilir? Bu, inananları ürperten bir durumdur. Nitekim Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.), Allah Resulünün iskân ettiği evin üzerindeki bir odada oturmayı kibirlenmek olarak kabul et-miştir. Dolayısıyla bunun âhiret yurdunda olabileceğini nasıl düşünebilir?

5

10

15

20

25

30

Page 279: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 279

ــאه ] ٤١٦[ ــא ــאل כ ــ ــ وأ ــ و ــ ا ــ ــ ا ا ــ ــ ــ ــ

ــ أ ــ و ــ ا ــ و ــ ــ ا ــ ر ــ ــ م: ز ــ ــ ا ــ ــ أ ــ وأכ

ــא ــ ــ . ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ا و ــ ا، أ ــ כــ ــ ــ ا

ــאزل ــכ ا ــ ــ ــ ــ وآ א ــאزل م ــ ــ ا ــ ــ دو ــ أن ــא

ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ا ــ ــ و א ــ ا ون إ ــ ــ ــא ن إ ــ

ــא כ ــ ــ ــ ا ــ ا ــ م ــ ــ ا ــא ــ ــא: أن ــ أ

م و ــ ــ ا ــא ــ ــ ــ א ب ا ــ ــא ــ ــ و א ــ ا

ــ ــ و ا ــ ــ ا ــ א ــא ــ ــ ا ــ ــ ــ ا א ــא ة ــ وا

ــאب. ا ا ــ ــא כ

אכــ ] ٤١٧[ ــ ا ــ ــ ــ ــ א ــ ا ــ : أن ــ א ــ ا وا

ــ ــ ــכאن آ ــ ــא אכــ ــ ا ــ ــ ــכ ا دة وإن כאن ذ ــ

ــ ــא ــ א ــא ، وأن ــ ب ــ ــ ــא ــ ــ و ــ ا ب ــ ــ ــא أن

ــ ل ــ ن ا כــ ــ ل، و ــ ــ ــ ــא ــ ــאن أ ل، وأن ــ ــ א

. ــ א ــ ــ ــ ي ــ ــא ــ ــ ا

ــ ] ٤١٨[ ــ ا ــ ــ ا ــ و ــא ا ــ ــ ــ أن ــ إ و

ــ ــא ــ أو א ــ ا ء ــ ــ ــ آدم ــ و ــ ــ أ ز أن ــ ، و ــ و

ــ ــ ــ آدم ــ ــ א ــ ا ء ــ ــ ــ ــ ــ أن ــא، و إ آ

ــ ــ א ــא ــא از ــ ــ در ــ إ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ أن إ

، ــ د ا ــ ــ ــ ــ ا أ ــ ؟ ــ א ــ ا ــ ــ أن כ ــ א ا

ــ ــ ــ ــ ــכ ــ أن ــ ا ــאري ر ب ا ــ ــ أ ــ أ ــ ا و

اء ــ ــ دار ا ن כــ ا ــ ن ــ ــ ــ כ ــ ــ و ــ ا ــ ــכ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 280: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi280

Şu halde sahabeden olan birisi, mevkilerinin/makamların ekseriyetindeüstün olduğuna göre, söz konusu mevkilerden bazısında diğer sahabiden aşağı derecede olabilir. Nitekim amellerindeki fazilet derecelerine göre diğer mevkilerde/makamlarda -az önce ifade ettiğimiz gibi- ondan daha üstün olabilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) şöyle haber vermiştir: “Oruç tutanlar, “Reyyan” kapısından çağırılırlar; mücahitler, “cihat” kapısından ça-ğırılırlar; tasadduk edenler “sadaka” kapısından çağırılırlar.” Hz. Peygamber, Ebû Bekir’in bu kapıların tamamından davet edileceğini umduğunu söyle-miştir.345

[419] Bazen sahabeden birisinin, söz konusu kapılardan birisinden olmak üzere bu faziletlerin birisinde, Ebû Bekir’den daha üstün olması mümkündür. Fakat herhangi birisinin, fazilet kapılarının birisinde Allah Resulüne (s.a.) üstün olması mümkün değildir. Böylece bu itiraz genel olarak geçersiz olmuştur. Âlemlerin rabbine hamd olsun. Yine Mekkî b. Ebû Tâlib346, “Hz. Peygamber (s.a.) Mûsâ’dan (s.a.) ve enbiyanın (s.a.) her birinden daha faziletli olduğuna göre, bu durumda o peygamberlerin hep-sinden cennette daha yukarı derecededir ve hanımları da Hz. Peygamber’le birlikte cennette onun derecesindedirler. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in hanımlarının cennetteki dereceleri, Mûsâ’dan ve diğer peygamberlerin de-recelerinden daha yüksektir. Bu hükme göre onlar, Mûsâ’dan ve diğer pey-gamberlerden daha faziletlidirler.” diyerek bize itiraz etmiştir.

[420] Ebû Muhammed şöyle dedi: Biz, -Allah’a hamd olsun ki- bu itiraz da bizi bağlamaz diyerek ona cevap verdik. Çünkü cennet, mülk (hükümranlık), itaat, üstün mertebe, riyaset/liderlik ve tabi olanın ken-disine uyulana tabi olduğu yurttur. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuş-tur: “Ve gördüğün zaman orada bir nimetler ve pek büyük bir mülk (hü-kümranlık) görürsün.”

347 Yine yüce Allah, Mûsâ’dan (s.a.) hikâye ederek şöyle buyurdu: “Mûsâ, Allah katında itibarlı bir kimse idi.”

348 Allah Teâlâ, Cebrâil’den (s.a.) haber vererek şöyle buyurmuştur: “Büyük bir kuvvet sahibidir, arş’ın sahibi nezdinde âlî bir makama nâildir. O elçi kendisine uyulandır, güvenilirdir.”

349

5

10

15

20

25

30

Page 281: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 281

ــ א ــ ــא ــ ــא ــ أ ــ אز ــ ــ أכ ــ א ــ ا ــ א ذا כאن ا ــ

ــא ــא آ ــא ذכ ــ כ א ــ أ ــ א ر ــ ــ ــ ــאزل أ ــ ه ــ ــ ــ آ

ــאن وأن ــאب ا ــ ن ــ ــ א : أن ا ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ أ

ــ ــאب ا ــ ن ــ ــ ــאد وأن ا ــאب ا ــ ن ــ ــ א ا

ــכ ــ ــ ــ ــ أن ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ כــ ــא وأن أ

اب. ــ ا

ــ ] ٤١٩[ ــ ــ א ــ ا ه ــ ــ ــ ا כــ ر ــא ــ أ ز أن ــ ــ و

ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ أ ز أن ــ ــא و ــאب د ــ ــא ا ه ــ ــכ ا

ــ رب ــ وا اض ــ ا ا ــ ــ ، ــ اب ا ــ ــ أ ء ــ ــ ــ ــ و

ل ا ــ ــאل إذا כאن ر ن ــ ــ א ــ ــ أ כــ ــא ــא ض أ ــ . وا ــ א ا

ــאء ــ ا ــ ــ כ وا م، و ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ أ ــ و ــ ا

ــ ــאء ــ ا ــ ــ ــ ا ــ ــ در م أ ــ ــ ا م، وכאن ــ ــ ا

ــ ــא أ ــ ر ــ ــ ا ــ ــ در ــ م ــ ــ ا ــאؤه م، وכאن ــ ا

ــ ــ م ــ ــ ا ــאء ــא ا ــ درج م، و ــ ــ ا ــ ــ ــ در

م. ــ ــ ا ــאء. ــא ا ــ و ــ ــ כــ أ ا ا ــ

ــ ] ٤٢٠[ ــא و ا ــא اض أ ــ ا ا ــ ن ــ ــאه : ــ ــ ــאل أ

ــאل ــא ع، כ ــ ــ א ــ ا ــאع ــ وا א ــ ور ــ ــ و א ــכ و ــ دار ن ا

ــ ــ ــ ــ א ــאل ا﴾ و ــ ــכא כ ــא و ــ ــ رأ ــ : ﴿وإذا رأ ــ ــ و

ــ ــ و ــ ا ــ ــ ــ ــ و ــ ــא﴾ وأ و ا ــ م: ﴿وכאن ــ ا

﴾ ــ ــ أ ــאع ۞ ــ כ ش ــ ذي ا ــ ة ــ ــאل: ﴿ذي

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 282: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi282

[421] Bizler, dünya hükümranlığının aldatıcı, âhiret hükümranlığının ise gerçek olduğunu biliriz. Hz. Peygamber (s.a.), nebîleri tebaları ile bir-likte gördüğünü; yanında bir, iki ya da üç kişinin, bir kişi ya da bir toplu-luğun bulunduğu nebîler gördüğünü haber vermiştir. Yüce Allah da orada büyük bir mülkün; itaat ve itibarın; tabi olma ve emretmenin olduğunu haber vermiştir. Yüce Allah, -lezzetler, ipek, kumaş, şarap, altın, gümüş, misk, cariyeler ve ziynet eşyalarından bize sunduğu gibi-, mükâfat yurdun-daki mülkün miktarını bilelim diye, bu dünyada mülkten bir parçasını bize arz etmiştir. Hz. Peygamber’den (s.a.) sahîh olarak şöyle bir haber gel-miştir: “Cennete girenlerin sonuncusu, dünyada bildiği mülkün en büyüğüyle kuvvet bulan kimsedir. O, mülkünün benzerini temenni eder. Allah Teâlâ da ona dünyadakinin benzerinin on katını verir.”

[422] Ebû Muhammed şöyle dedi: Zikrettiğimiz şeylerin doğruluğu ortaya çıktığına göre, melekler de tek bir sınıf/kategoridir. Ancak onlar, bu sınıf içinde fazilet mücadelesi yaparlar. Resullerin ve nebîlerin tabakası da bir sınıf olup, konumları birbirine yakın derecededir. Ancak onlar da bu konumlarında fazilet mücadelesi yaparlar. Onların tamamı tek bir sınıftır. Resullerin dışındaki nebîler de tek bir sınıftır. Ancak onlar da bu konum-larında fazilet mücadelesi yaparlar. Sahabenin hepsi tek bir sınıftır. Ancak onlar da bu konumlarında fazilet mücadelesi yaparlar. Kadınlardan ve as-haptan resullere tabi olanların, kendilerine tabi olunanlar gibi -ki onlar resullerdir- olmadıkları hususu şüphe olmaksızın vacip olmuştur. Çünkü en yüce olana tabi olan bir kimsenin, tabi olduğu kimsenin derecesine ula-şamayacağını zorunlu olarak biliriz. Dolayısıyla ondan daha üstün olması nasıl mümkün olur. Aynı şekilde sahabenin kadınlarından olan tabiiler de sahabeden olan eşlerinin derecelerine ulaşamazlar. Zira onlar, eşleriyle aynı tabakadan değillerdir. Ancak, her tabaka mensubu ile kendi tabakasında olan bir kimse arasında benzerlik kurabiliriz. Hz. Peygamber’in hanımları, sahabe ile birlikte, aynı tabakadadır. Böylece onların arasında fazilet mü-cadelesinin olduğu doğrudur. Ne Hz. Peygamber’in hanımlarından biri ne de sahabeden biri, nebîlerle birlikte aynı tabakadan değildir. Dolayısıyla onların arasında benzerlik kurmamız mümkün değildir. Nitekim Hz. Pey-gamber (s.a.), İsra gecesi nebîleri semanın her bir katında görmüştür.

5

10

15

20

25

30

Page 283: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 283

ــ ] ٤٢١[ ، و ــ ة وا ــ ــכ ا ور، وأن ــ ــא ــכ ا ــא أن ــ

ــ ا ــ ا ــ א ، ــ א ــ ا م ــ ــ ا ــאء ــ رأى ا م أ ــ ــ ا ــ أ

، ــ כ ــכ ا ــכ ا א ــ أن ــ و ــ ــ א ــ وا ، وا ــ ــאن وا وا

ــא ــ ا ــא ــ א ض ا ــ ــא אر، وإ ــ ــאع وا ، وا ــ א ــ وا א وا

ــא ض ــ ــא اء، כ ــ ــ دار ا ي ــ ــכ ا ار ا ــ ــ ــ ــא ــכ ــ ا

اري، ــ ــכ، وا ــ وا ــ وا ــ وا ــאج، وا ، وا ــ ات، وا ــ ــ ا

ــ ا ــ ــ ا ــ ــא ــכ، وכ א ــא ــ א ــ ا כ ــ ــא أن ، وأ ــ وا

ــא ــ ا ــ ــכ ــ ــ أ כــ ــ ــ ا ــ ــ : أن آ ــ ــ و

ات. ــ ــ ــא ــ ا ــ א ــ ا כــ ــ ــ

ة إ ] ٤٢٢[ ــ ــ وا כــ ــ ا ــא وכא ــא ذכ ــ ــא : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ אز ة و ــ ــ وا ــ ــ ا ــ ا ــ ــא وכא ن ــ א ــ إ

ن ــ ة وا ــ ــ وا ــ ــ כ ــא و ن ــ א ــא ــ أ ــ إ أ אر ــאت در

ــ ــ א ا وכ ــא ن ــ א ــא أ ــ أ إ ة ــ وا ــ ــ ــ

ــאء ــ ا ــ ــאع ا ن ا כــ ــכ أ ــ ــ ــא، ن ــ א ــ ة إ أ ــ وا

ــ ــ ا א ــ أن ورة ــ א ن ــ ــ ا ــ ــ ا ــאب כא وا

ــאء ــ ــאت א ــא أن ا . כ ــ ــ ن أ כــ ــ أن כ ــ ــ ــא ــ

ــ ــ ــ ــ إذ א ــ ا ــ اء أزوا ــ ــ ــ ــ ا ــ ر א ا

ــ ــ ــאء ا ، و ــ ــ ــ ــ ــ و ــ כ ــ أ ــ ــא ، وإ ــ ــ

ــ ة ــ ــ وا ــ و ــ א ــ ا ــ א ــ ا ة ــ ــ وا ــ ــ و ا

ــ م أ ــ ــ ا ــ ــ أ ــ و ــ ــ أن ــ ــ ــ ــאء ــ ا ــ و

אء. ــ אء ــ ات ــ ــ ا م ــ ــ ا ــאء اء ا ــ ــ ا رأى

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 284: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi284

[423] Biz, dünya semasında kendisine tabi olunan ve emrine itaat edi-len bir nebînin konumunun, yedinci semada olup da oradaki nebîye tabi olan bir kimsenin konumundan daha yüksek olduğunu zorunlu olarak biliriz. Zira Hz. Peygamber’in (s.a.) “Şüphesiz her nebî kendi ümmetiy-le gelir.” şeklinde buyurduğu sahîh olarak gelmiştir. Dolayısıyla bizler de, peygamberimizle birlikte olacağız.

[424] Mekkî b. Ebû Tâlib’i ilzam ettiği şeyin aynısının bizim hakkı-mızda da geçerli olması gerekir. Çünkü biz de Hz. Peygamber ile beraber olacağız. Dolayısıyla bizim hakkımızda “Peygamberlerden daha faziletli olmak” şeklindeki bir söylem onu bağlar. Halbuki “Fazilet konusunda, ancak aynı tabaka mensupları arasında denklik gözetilir.” şeklindeki ifa-demizden dolayı bu gerekli değildir. Böylece onlardan biri diğerinden daha yüksek bir mevkide olursa şüphesiz ondan daha faziletli olur. Fa-kat bu farklı tabakalarda geçerli değildir. Cehennemin bekçisi Malik’in cennetin bekçisinin bulunduğu yerden ve yine Cebrâil’in mekânından farklı bir mekânda olduğunu görmüyor musunuz? Onun derecesi, insan-lardan olup da cennette bulunan bir kimsenin derecesinden daha aşağı değildir, öyle ki melekler genel olarak insanlardan daha faziletlidirler. Çünkü Malik, cehennemin yöneticisi, önde geleni ve itaat olunanıdır. Bundan dolayı cennetteki tabilerden ve hizmetkarlardan şüphesiz daha faziletlidir. Böylece bu münakaşa ve ihtilaf geçersiz olmuştur. Özetle bu cevap şöyle toparlanabilir: Cennette her tabakadaki liderler ve önderler, kendilerine tabi olanlardan daha üstündür. Hz. Peygamber’in hanımla-rı ve sahabesinin tamamı onun (s.a.) taraftarlarıdır. Nebîlerin hepsi de önderdirler. Ancak önderler arasında hangisinin daha faziletli olduğu şeklinde denklik kurulabilir, aynı şekilde taraftarlar arasında da hangisi-nin daha faziletli olduğu söylenebilir. Böylece fazilet hususunda kendisi dışındakilere göre her faziletlinin derecesinin yüksekliği fazilet bilinir. Taraftarlar ile önderler arasında denklik kurmak doğru değildir. Çünkü önderler, tabilerin derecesinden daha aşağı elbette değillerdir. Başarı Al-lah’ın yardımıyladır.

5

10

15

20

25

30

Page 285: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 285

ه ] ٤٢٣[ ــ ــא أ אء ا ــ ــ ع ــ ــ ي ــ ــ ا ــ ا ــ أن ورة ــ א و

ــ ــכ وإذ א ي ــ ــ ا ــא אء ا ــ ــ ا ــ א ــ ا ــ ــ ــאع أ ــאك

ــא ــ ــ ــ ــ أ ــ ــ : أن כ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ

. ــ ــ و ــ ا

ن ] ٤٢٤[ כــ ــא أن ــא أ ــכ ــ ذ ــ ــא، ــא ز כــ ــאه ــא أ ن כ ــ

ــ ــ إ ــ ا ــ ــ ــ أ ــא ــא ذכ زم ــ ا ــ ــאء و ــ ا ــ أ

ــ ــ כאن أ ــ ا ــ ــ ــ أ ــ כאن ة ــ ــ وا ــ ــ أ ــ כאن

ــאر ــאزن ا ــכ א ن ى أن כــ ــ ــ إ ــאق ا ــ ا ــכ ــ ذ ــכ، و ــ ــ

ــ ــ در ــ ــ در ــ ا ــכאن ــ ــ و ــאزن ا ــכאن ــ ــכאن ــ

ــאر ع ــ ــכא א ن ــ ــ ــ أ כــ ــ ا ــאس ا ــ ا ــ ــ ا ــ

ا ــ ــ ــכ ــ ــ ــ ا ــ ــ وا א ــ ا ــכ ــ ــאع م ــ و

ــ ــ כ ــ ــאء وا ؤ ــ أن ا ــאر و א اب ــ ا ا ــ ــ ، و ــ ا

ــ א ــ وأ ــ و ــ ا ــ ــאء ا ، و ــ ــ א ــ ا ــ ــ أ ــ ا

ــ ــ ا ــ ــא ن، ــ ــאء ــ ا م، و ــ ــ ا ــ ــאع ــ أ כ

ــ א ــ כ ــ در ــ ــ ا ، و ــ ــ أ ــאع أ ــ ا ــ ــ و ــ أ أ

ــ ن ا ــ ــאع وا ــ ا ــ ز أن ــ ، و ــ ــ ا ــ ــ دو

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ א ــ ا ــ ــ در ــ أ ن ا ــ כ

٥

١٠

١٥

Page 286: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi286

[425] Şayet birisi, “Huriler hakkında ne dersiniz? Onlar, melekler konu-sunda dediğiniz gibi, insanlardan ve peygamberlerden daha faziletli midir-ler?” diye sorarsa, -başarı Allah’ın yardımıyladır- şöyle cevap veririz: Fazilet, yüce Allah’ın Kur’ân’da bildirdiği ya da Hz. Peygamber’in açıkladığı bir de-lil ile bilinebilir. Halbuki biz, yüce Allah’ın meleklerin faziletini açıkladığı gibi, hurilerin faziletini açıkladığını bilmiyoruz. Ancak yüce Allah, hurile-rin tertemiz, güzel, tatlı dilli ve yaştaş olduklarını, bütün lezzetlerde eşleriyle birlikte olduklarını belirtmiştir. Onlar, müminler kendilerinden lezzet alıp hoşnut olsunlar diye yaratılmışlardır. Durum bu şekilde olunca, bu durum-da hurilerin makamı kendisiyle birlikte oldukları kimsenin makamı olmuş olur. Bu da amel ve sorumluluk olmaksızın onlara ait bir tahsistir. Huriler, bu konuda meleklerden farklıdırlar. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

[426] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah’ın “Şüphesiz cennet-likler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler. Onlar ve eşleri gölgelerde koltuklara yaslanmaktadırlar.”

350 meâlindeki sözü, görüşümüzü teyit eden delillerden biridir. Bu açıklama sahîh olduğuna göre, onu kabul etmek zorunludur. Şayet bu itirazların bazı kısımlarını açıklamaktan âcîz kalsak da bu konuda bir noksanlık bize lazım gelmez. Zira bu nassa itiraz etmek mümkün değildir. Kesin olarak doğru olan bir şeye, başka bir kesinlikle itiraz etmek mümkün değildir. Burhan, burhan ile iptal edilemez. Biz, cen-netin mükelleflerin amellerine göre mükâfatlandırıldıkları bir yurt oldu-ğunu açıklamıştık. Dolayısıyla mükelleflerin en üstünü, fazilet açısından en üstün olanıdır. Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımları, cennette sahabenin tamamından daha üst derecededirler. Çünkü onlar, onlardan daha fazi-letlidirler. Her kim bunu kabulde diretirse, bu durumda bize kendisine göre faziletin manasının ne olduğunu haber versin? Zira bu kelimenin bir manasının olması kaçınılmazdır. Eğer o kişi, “Bu kelimenin bir manası yoktur.” derse, onun çektiği sıkıntı ve meşakkat bize yeter. Eğer o, “Bu kelimenin bir manası vardır.” derse, bu mananın ne olduğunu ona sorarız. Bu durumda o, dediğimizden farklı bir şey bulamaz. Başarı Allah’ın yardı-mıyladır. Nasıl olabilir ki, -yüce Allah’ın destek ve yardımıyla- bu konuda bize itiraz ettiği her bir hususa bir izah getirdik ve bu konuda hak ortaya çıkmış oldu. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

5

10

15

20

25

30

Page 287: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 287

ــאس ] ٤٢٥[ ــ ا ــ ــ أ ــ أ ر ا ــ ــ ا ن ــ ــ כ ــ א ــאل ن ــ

ــ . إن ا ــ ــ ا א ــא ــא و ا ؟ כــ ــ ا ــ ــא ــאء כ ــ ا و

ــ ا ل ــ م ا ــ כ آن، أو ــ ــ ا ــ א ــ ا ع ــ ــאن ف إ ــ

ــ ــ ــ ــא ــ כ ر ا ــ ــ ا ــ ــ ــ א ــ ا ــ ، و ــ ــ و

ــאرכ ــ و א اب، ــ ب أ ــ ــאن ات ــ ــ ــ أ ــ ــא ، وإ כــ ا

ا כــ ــ ذا ا ــ ن ــ ــ ا ــ ــ ــ ــא، وأ ات כ ــ ــ ا ــ أزوا

، ــ ــ ــ ــאص ــכ ا ــ أن ذ ــ ــ ــ ــ ــ ر ا ــ ــ ا ــא

. ــ ــ ا א ــא ا ــכ و ــ ذ כــ ف ا ــ ــ ــ כ و

]٤٢٦ [ ــ ــאب ا : ﴿إن أ ــ א ل ا ــ ــא כــ ــא : و ــ ــ ــאل أ

ا ــ ن﴾ و ــ כ ــכ را ــ ا ل ــ ــ ــ وأزوا ــ ن ۞ ــ אכ ــ ــ م ــ ا

ه ــ ــאم ــ أ ــ ــ ــא ــ ، ــ ار ــ ــ ا ــ و ــ ــ ــ إذ ا

، ــ ا ا ــ ــ اض ــ ز ا ــ ــא إذ ــכ ــ ذ ــא ــא أ ــאت ا ا

ــ ــאن، و ــ ــאن ، وا ــ ــ آ ــאرض ز أن ــ ــ ــ ــ ــא وכ

، ــ ــ ــ أ ــ در ــ כ ــאل ا ــ أ اء ــ ــ دار ــא أن ا أو

ــ ــ א ــ ا ــ ــ ــ ا ــ ــ در ــ أ ــ و ــ ا ــ ــאء ا و

ه ــ ن כــ ــ أن ه؟ إذ ــ ــ ــ ا ــא ــא ا ــ ــ ــ أ ، ــ ــ أ

אه ــ ــ ــא ــאل:إن ، وإن ــ ــא א ــ כ ــא ــ ــאل: ن ــ ، ــ ــ כ ا

ــ ا ــא ــ أ ــ و כ . ــ ــ ا א ــא ــאه، و ــא ــ ــ ــ ؟ ــ ــא

ــא ــכ ــ ذ ــ ح و ــאب؟ و ا ا ــ ــ ــ ــא ض ــ ــא ا ــ כ ــא ــ ــ و

. ــ א ــ رب ا وا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 288: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi288

[427] Ebû Muhammed şöyle dedi: “ Fatıma’nın mümin kadınların ya da ümmetin kadınlarının efendisi” olduğu şeklinde Hz. Peygamber’in (s.a.) sözü hakkında fazladan bir açıklama ilave ettik. Başarı Allah’ın yardı-mıyla olduğu halde şöyle deriz: Gerekli olan şey, hadisin lafızlarına riayet etmektir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) bu hadiste “fazilet” değil, “siyade/efendilik” lafzını zikretmiştir. Halbuki Aişe ile alakalı hadiste Hz. Peygam-ber, “ Aişe’nin kadınlara üstünlüğü, tirit yemeğinin diğer yemeklere üstün-lüğü gibidir.” sözleriyle metin olarak “fazilet”i zikretmiştir.

[428] Ebû Muhammed şöyle dedi: Siyadet (liderlik, üstünlük), fa-ziletten farklıdır. Fatıma’nın Hz. Peygamber’in çocuğu olması sebebiyle dünya kadınlarının efendisi olduğu hususunda şüphe yoktur. Siyadet, şe-ref babından olup fazilet babından değildir. Dolayısıyla iki hadis arasında bir tearuz elbette yoktur. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun. Arap lisanında hüccet olan İbn Ömer (r.a.), Ebû Bekir’in Muaviye’den daha ha-yırlı ve daha faziletli olduğunu; Muaviye’nin de Ebû Bekir’den daha iyi bir yönetici olduğunu söylemiştir. Gördüğünüz gibi İbn Ömer, yöneticilik (siyadet) ile fazilet ve hayrı birbirinden ayırmıştır. Biz, faziletin bizzat hayır olduğunu biliriz. Çünkü bir şey başka bir şeyden daha hayırlı olduğunda, şüphesiz ondan daha faziletli olmuş olur.

[429] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu konuda bize muhalefet eden-lerden biri, yüce Allah’ın “Erkek, kız gibi değildir.”

351 şeklinde buyurdu-ğunu söylemiştir. Biz, -başarı Allah’ın yardımıyladır- şöyle cevap veririz: O zaman bizzat sen, Meryem’den, Aişe’den, Fatıma’dan daha faziletlisin. Çünkü sen erkeksin, onlar da kadındırlar.

[430] Eğer bunu söylerse, ahmaklara ve câhillere katılır ve kâfir olur. Eğer âyetin manasını sorarsa, ona şöyle denilir: Âyet, zâhiri üzeredir. Erke-ğin kız gibi olmadığında şüphe yoktur. Çünkü erkek kız gibi olsa idi, kız olurdu. Kız da erkek gibi değildir; çünkü bu kızdır, bu da erkektir. Fazi-let açısından burada elbette bir şey yoktur. Aynı şekilde kırmızı, yeşilden farklıdır. Yeşil, kırmızı gibi değildir. Bu da fazilet açısından bir şey değildir. Şayet birisi, yüce Allah’ın “... Erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır.”

352 sözünü gerekçe göstererek itiraz ederse, ona şöyle cevap verilir:

5

10

15

20

25

30

Page 289: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 289

ــ ] ٤٢٧[ ــ ا ــ ل ا ــ ــ ا ــ ــא زا א א رכ ــ : وا ــ ــ ــאل أ

ــ א ــא ل و ــ ــ ه ا ــ ــאء ــ أو ــאء ا ة ــ ــ א ــ أن ــ و

ا ا ــ م ــ ــא ذכــ ا ــ وإ ــאظ ا ــאة أ ا ــ ا ــ أن ا ا

ــ ــא ــ ــ ا א ــ ــ م ــ ــ ا ــ وذכــ כــ ا ــ אدة و ــ ا

ــאم. ــא ا ــ ــ ــ ا ــאء כ ــ ا ــ א ــ م: ــ ــ ا

ــ ا ] ٤٢٨[ ــ ر א ــכ أن ، و ــ ــ ا ــאدة : وا ــ ــ ــאل أ

ــאب ــ ــאدة א ــא ــ ــ و ــ ا ــ دة ا ــ ــ א ــאء ا ة ــ ــא

ــ رب ، وا ــ ــ ا ــ ا ــאرض ــ ، ــ ــאب ا ــ ف، ــ ا

ــ ، כאن أ ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ــא ــ ا ــ ر ــ ــאل ا ــ . و ــ א ا

ــ ــ ق ا ــ ، כــ ــ ــ أ د ــ ــ أ אو ، وכאن ــ אو ــ ــ ا وأ ــ כــ

ــ ــ ــ ا ــ ــא أن ا ــ . و ــ ــ وا ــ ا ــאدة و ــ ا ى ــ ــא כ

ــכ. ــ ــ ــ ــ أ ــ ء آ ــ ــ ا ــ ء إذا כאن ــ ن ا

]٤٢٩ [ : ــ ــ و ــאل ا ا. ــ ــ ــא א ــ ــ א ــאل ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــכ أ ــ ــ إذا : ــ ــ ا א ــא ــא و ﴾ ــ כא כــ ا ــ ﴿و

ــאث. ء أ ــ ــכ ذכــ و ، ــ א ، و ــ א ، و ــ

ــ ] ٤٣٠[ ــ ا ــ ــ ــ ا ــ ــ ن ــ ــ כــ وכ א ــ ا ا ــ ــאل ن ــ

، ــ ــכאن أ ــ ــ כאن כא ــ ، ــ ــ כא כــ ــ أن ا ــכ ــא و א ــ

ــ ــ ــ ا ا ــ ــ ا ذכــ و ــ ، و ــ ه أ ــ ن ، כــ ــ כא ــא ــ أ وا

ا ــ ــ ة، و ــ ــ כא ة ــ ة، وا ــ ــ ا ة ــ ــכ ا ، وכ ــ ء ا ــ

﴾ ــ ــ در ــאل : ﴿و ــ א ل ا ــ ض ــ ض ــ ن ا ــ ، ــ ــאب ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 290: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi290

Şüphesiz bu âyet, erkeklerin eşleri üzerindeki haklarıyla alakalıdır. Her kim bu âyeti zâhirine hamletmek isterse, bu durumda erkeklerden olan her bir yahudinin, Mecûsî’nin ve fâsıkın Mûsâ’nın annesinden, Îsâ’nın annesinden, İshak’ın annesinden ve Hz. Peygamber’in hanımlarından ve kızlarından daha faziletli olduklarını kabul etmesi lazım gelir. Bu ise, ümmetin ittifakıyla, bunu söyleyen kimseden meydana gelen bir küfür-dür. Aynı şekilde Yüce Allah’ın “Süs içinde yetiştirilip büyütülen ve iddia-sını ispat edemeyen kimseyi (yaratılışça pek zayıf olan kızları) mı? (Allah’a çocuk isnad ediyorlar).”

353 meâlindeki sözü de böyledir. Şüphesiz bu âyet, kadınların cesaretlerinin azlığından dolayı delil getirip ispat emekte ge-nellikle noksan kalmaları hakkındadır. Yoksa bunda, fazilet sahibi kadın-lardan fazilet noktasında daha aşağı olma anlamı yoktur. Yine birisi itiraz edip; “Kendilerine itaat etmekle emredildiğimiz sahabeden olan halifele-rin (r.a.), yüce Allah’ın “(Ey iman edenler!) Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de.”

354 sözü sebebiyle Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarından daha faziletlidirler.” şeklinde demiş olsa, cevap -başarı yüce Allah’ın yardımıyladır- şöyle olur: Şüphesiz bu, pek çok açıdan yanlıştır.

[431] İlki şudur: Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlar da onun bize ken-dilerine itaat edin diye emrolunduğumuz kişiler arasındadırlar. Sahabeden olan imamlar ile aynı durumda olup aralarında fark yoktur.

[432] İkincisi; hilâfet kişinin sadece dini konusundaki faziletinden kay-naklanmaz. Hilâfet, kendisine vacip olan kimse için zorunlu olur. Emirlik de böyledir. Çünkü emirlik (yöneticilik), daha faziletli olan kimselerin dı-şındakiler için de mümkün olabilir. Nitekim Ömer (r.a.), Amr b. el-As’a itaat etmekle sorumlu tutulmuştu. Zira Hz. Peygamber (s.a.), Zat-ü Selasil Gazvesinde Amr’ı komutan olarak tayin etmişti. Böylece en faziletli olana itaat etmenin vacip olduğu görüşü iptal olmuştur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.), Ebû Zer’i komutan olarak atamadığı halde, Amr b. el-As’ı ve Halid b. Velid’i pek çok sefer komutan olarak tayin etmiştir. Halbuki Ebû Zer, şüphesiz o ikisinden daha hayırlı ve faziletlidir.

5

10

15

20

25

30

Page 291: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 291

ه ا ــ ــ ــ أراد ــאت، و و ــ ا زواج ق ا ــ ــ ا ــ ــא ــ إ ــ

ــ ــאل أ ــ ا ، ــ א ، وכ ــ دي وכ ــ ن כ כــ ــ أن ــא א

ــ ا ــ ــאء ا ــ م، و ــ ــ ا אق، ــ ، وأم إ ــ ، وأم ــ ــ أم

ــ : ﴿أو ــ א ــ ــכ ، وכ ــ ــאع ا ــ א ــ ــ ــ כ ، و ــ א ــ و ــ و

ــ ــ ا ــ ــ ــכ ــא ذ ﴾ إ ــ ــ ــאم ــ ا ــ و ــ

ــ ا ــ ــ ــ ذوات ا ــ ــ ا ــ ــא ا ــ ــ ــ ــ و ــ ذر ــ א ــ ا

ــ ــ ر א ــאء ا ــ ــ א ــא ي أ ــ ــאل ا ض ــ ض ــ ن ا ــ ، ــ

ا ا ــ : ﴿أ ــ א ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــאء ا ــ ــ ، أ ــ ا

ــ ا ــ : أن ــ ــ ا א ــא اب و ــ א ﴾ כــ ــ ــ ا ل وأو ــ ا ا ــ وأ

ــאت. ــ

ــא ] ٤٣١[ ــ ــ ا ــ أو ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــאء ا ــא: أن ا إ

ــ ــ ــ כא ــ و ــ ا ــ ــ ا ــא ــ إ ــא ــ א ــא ــ أ ا

ق. ــ اء و ــ ــ א ا

]٤٣٢ [ ، ــ ، ــ ــ د ــ ا ــ ا ــ ــ ــ ــ : أن ا ــ א ــ ا وا

ــ ه أ ــ ــ ز ــ ــ ــאرة ن ا ــאرة ــכ ا ، وכ ــ ــ ــ و ــ و

ل ا ــ ــ ر ــאص إذ أ ــ ا و ــ ــ א را ــ ــ ــ ا ــ ر ــ כאن ، و ــ

ــ ــא ــ إ א ن ا כــ ــ أن ، ــ وة ذات ا ــ ــ ــ ــ و ــ ا

ــ א ــאص و ــ ا و ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ أ ، و ــ א ــ

ــכ. ــ ــא ــ ــ ــ ذر أ ــא ذر، وأ ــ أ ــ ا و ــ ــ כ ــ ا ا

٥

١٠

١٥

Page 292: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi292

[433] Bunlara ilaveten, sahabeden olan halifelere emrettikleri husus-larda itaat etmek -bundan önce değil, emir tayin edildikleri andan itiba-ren-vaciptir. Hükümranlığın (vilayet) onların konumuna bir fazilet ek-lemediği hususunda bir ihtilaf yoktur. Ancak, hükümdarlıktaki adaletli oluşları onlara fazladan bir fazilet katar, yoksa hükümdarlık değil. Onların adaletle hükmetmeleri, fazileti hakkettikleri amelleri cümlesine dâhildir. Muaviye ve Hasan’ı görmüyor musunuz? Yönetici olduklarında, Sa’d b. Ebû Vakkas’ın onlara itaat etmesi zorunlu olmuştu. Halbuki Sa’d, o ikisin-den -gerçekten açık ara- daha faziletlidir. Sa’d, o ikisi ile birlikte hayattadır ve onlara itaat etmekle sorumlu tutulmuştur. Aynı şekilde Cabir, Enes b. Malik ve İbn Ömer’in (r.a.) Abdülmelik b. Mervan’a itaat etmelerinin ge-rekliliği hususundaki görüş de böyledir. Öyle ki Cabir, Enes b. Malik ve İbn Ömer ile Abdülmelik arasında fazilet noktasındaki fark, nur ile zulmet arasındaki fark gibidir. Dolayısıyla yöneticilere itaat etmenin gerekliliği, cennette üstünlüğü zorunlu kılan bir durum değildir.

[434] Şayet birisi, yüce Allah’ın “İman eden ve nesilleri de iman konu-sunda kendilerinin yoluna uyanlar var ya, biz onların nesillerini kendilerine kattık. Bununla beraber onların amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazandığı karşılığında rehindir.”

355 meâlindeki âyetini gerekçe göstererek itiraz ederse, onun itirazının beyanı âyetin sonunda açıkça ifade edilmiştir. O da şudur: Nesillerin babalarına eklenmesi, onların babalarıyla birlikte bir derecede olmalarını gerektirmez. Bu, âyetin metninden anlaşılmamak-tadır. Bilakis âyetin açıklamasına göre, nesillerin babalarıyla eşit oldukları hususlarda onlara eklenmeleri söz konusudur. Sonra yüce Allah bunu açık-lamış ve “Herkes kazandığı karşılığında rehindir.”

356 buyurmak suretiyle bizleri şüphe içinde bırakmamıştır.

[435] Böylece babalar ve çocuklardan her birinin, sadece kazandığına göre mükâfatlandırılacağı hususu doğru olarak ortaya çıkmıştır. Halbuki eşlerin hükmü böyle değildir. Bilakis Hz. Peygamber’in eşleri, köşklerinde ve döşeklerinde onlardan hoşlanan Hz. Peygamber’le birliktedirler ve hayır olarak işledikleri ve sabırları sebebiyle, ayrıca Allah’ı, Resulünü ve âhiret yurdunu tercih etmeleri sebebiyle mükâfat görürler. Nebîler ve Resullerden sonra hiç kimse bu makamı elde edemez. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in hanımları, nebîlerin (s.a.) dışındaki her bir kimseden daha faziletlidirler.

5

10

15

20

25

30

Page 293: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 293

ــ ] ٤٣٣[ ــ ــ ا ــ ر א ــ ا ــאء ــ ا א ــ ــא و ــא: وأ

ــ ــ ــ د ــ ــ ــ أن ا ف ــ ــכ، و ــ ذ ا ــ ــ و ــ ا أ

ــ א، و ــ ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ــ ــא زاد ، وإ ــ ا ــ ــא כא

ــ ــ وا אو ى أن ــ ــא، أ ــ ن وا ــ ــ ــ ا א ــ أ ــ ــ دا

ــא ــ ــ أ ــאص، و ــ و ــ أ ــ ــ ــ ــא وا א ــ ــא כא إذ و

ــ ــ وأ א ــ ل ــ ــכ ا ــא وכ א ر ــ ــא ــ ــ ا، و ــ ــ ن ــ

وان ــ ــ ــכ ــ ا ــ א ب ــ ــ و ، ــ ــ ا ــ ر ــ ــכ، وا א ــ

ر، ــ ــ ا ي ــ ــ כא ــ ا ــכ ــ ا ــ ــ و ــ ، وا ــ ــ وأ א ــ ي ــ وا

. ــ ــ ا ــ ــ ــ ــא ة ــ ــ ا א ب ــ ــ و ــ ، ــ وا

ــ ] ٤٣٤[ ذر ــ ا وا ــ آ ــ : ﴿وا ــ א ل ا ــ ض ــ ض ــ ن ا ــ

ــ ــא כ ئ ــ ء כ ا ــ ــ ــ ــ ــ א ــא أ و ــ ذر ــ ــא ــאن أ

ــ ــאء א ــ ر ــאق ا ــ أن إ ــ و ــ ا ــ آ ــ א ــ ا ــאن ا ﴾ ــ ر

ــ ــ א ــא إ ــא ــ إ ، ــ ــ ا ــ م ــ ا ــ ، و ــ ــ در ــ ــ כ

: ﴿כ ــ ــכ ــ ــא ــ ــכ و ــ ذ א ــ ــ ، ــ ــ ا ــ ــאور ــא

﴾ ــ ر ــ ــא כ ئ ــ ا

]٤٣٥ [ ، ــ ــ ــא כ ــ ــאزى ــאء ــאء وا ــ ا ــ ــ أن כ وا

ره ــ ــ ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ أزواج ا ــכ، زواج כ כــ ا ــ و

ــאر ، وا ــ ، و ــ ــ ا ــ ــא ــ اء ــ ــ ــ و ــ ره ــ ــ و

ــ ــא أ ــ ه ــ ة، و ــ ار ا ــ ــ وا ــ و ــ ا ــ ــ ور א ا

ــ دون ــ כ وا ــ ــ أ م، ــ ة وا ــ ــ ا ــ ــ وا ــ ا

م. ــ ــ ا ــאء ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 294: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi294

[436] Şayet kavgacı birisi, Allah Resulünün (s.a.) “Tam akıllı ve ihti-yatlı bir kimsenin aklını, sizin kadar eksik akıllı, eksik dinli hiçbir kimsenin çelebileceğini görmedim...”

357 anlamındaki sözünü gerekçe göstererek fit-ne çıkarmak isterse, ona -başarı yüce Allah’ın yardımıyladır- şöyle deriz: Eğer bu hadis zâhiri anlamına hamledilirse, bu durumda senin “Şüphesiz sen Meryem’den, Mûsâ’nın annesinden, İshak’ın annesinden, Aişe ve Fatı-ma’dan daha üstün bir akla ve daha mükemmel bir dine sahipsin.” şeklinde söz söylemen gerekir. Eğer bunda ısrar ederse, söz sâkıt olur ve küfürden uzak kalamaz. Eğer, “Hayır” derse, bu durumda itirazı düşer ve erkekler-den bazılarının kadınların pek çoğundan din ve akıl açısında daha eksik olduğunu itiraf eder. Eğer bu hadisin manasını sorarsa, ona şöyle denilir: Hz. Peygamber (s.a.), bu noksanlığın şeklini açıklamıştır. Bu noksanlık, kadının şahitliğinin erkeğin şahitliğinin yarısı olmasıdır ve kadın hayız ol-duğunda namaz kılamaması ve oruç tutamamasıdır. Bu da, faziletin ve dinin noksanlığını gerekli kılmaz. Akıl ise bu iki şeklin dışındadır. Zira biz, Hz. Peygamber’in (s.a.) belirttiği vecihlerin dışında -ki o, hakikatten başka bir şey söylemez- kadınların içinde erkeklerin çoğundan daha fazi-letli, din ve akıl açısından daha mükemmel kimselerin olduğunu zorunlu olarak biliriz. Böylece Hz. Peygamber’in (s.a.) şahitlik ve hayız bakımında bizzat hadiste açıkladığı hususları kastettiği kesin olarak anlaşılmıştır. Do-layısıyla bu fazileti eksilten şeylerden değildir. Ebû Bekir, Ömer ve Ali, bir zina olayına şahitlik etselerdi (sadece) onların şahitlikleriyle hüküm verilmeyeceğini biliriz. Şayet bizden adalet sahibi dört kişi görünürdeki bir olaya şahitlik ederlerse, onların şahitlikleriyle hükmedilir. Bu durum, bizlerin, mezkûr şahıslardan daha faziletli olmamızı gerektirmez. Kadın-ların şahitlikleri konusundaki görüş de böyledir. Dolayısıyla şahitlik, ne vurut ne de sudur noktasında fazilet mücadelesi babından değildir. Fakat burada sadece nassın belirlediği noktada dururuz. Bütün müslümanlara göre Hatice, Aişe, Fatıma ve Ümmü Seleme gibi, Hz. Peygamber’in (s.a.) kadınları ve kızları, kendilerinden sonra gelen bütün tabilerden ve bu üm-metten olup da kıyamet gününe kadar gelecek erkeklerin her birinden dinî açıdan ve Allah katındaki konumları bakımından daha faziletlidirler.

5

10

15

20

25

30

Page 295: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 295

ــ ] ٤٣٦[ ــא رأ : ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ــ ــ ن ــ

ــא ــ و ــא . ــ اכ ــ إ ــאزم ــ ا ــ ا ــ ــ أ ــ ود ــאت א ــ

ــ ــכ أ ل إ ــ ــכ أن ه ــ א ــ ــ ا ا ــ ــ : إن ــ ــ ا א

ــאدى ن ــ ، ــ א ، و ــ א ــ אق و ــ ، وأم إ ــ ، وأم ــ ــ ــא ود ــ

ــ ا ــ ا . ــאل: . وإن ــ כ ــ ا ــ ــ ــ و م ــכ ــ ا ا ــ ــ

ن ــ ــאء. ــ ا ــ ــ כ ، ــ ــא و ــ د ــ أ ــ ــאل ــ ا ن ــ ض ــ وا

ــ ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ ــ . ــ ا ا ــ ــ ــ ل ــ

ــא إذا ، وכ ــ אدة ا ــ ــ ــ ــ ا أة ــ אدة ا ــ ن ــ כــ ، و ــ ــכ ا

ــאن ، و ــ ــאن ا ــ ا ــ ــ م، و ــ ــ و ــ א

ــאء ــ ا ري أن ــ ورة ــ א ــ إذ ــ ــ ا ــ ــ ــ ، وا ــ ا

ــ ــ ذכــ ا ه ا ــ ــ ا ــ ــא و ــ د ــאل وأ ــ ا ــ ــ כ ــ ــ أ ــ

ــ ــא ــ إ ــא أ ــ ــא، ل إ ــ م ــ ــ ا ــ ــ و ــ و ــ ا

ــ ، و ــ ــ אدة وا ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ــ ــ ــא م ــ ــ ا

ــא ــ ز وا ــ ــ ــא ــ و כــ و ــא ــא أن أ ــ . ــ ــ ا ــא ــכ ذ

، אد ــ כــ ــ א ــ ا ول ــ ــא ــ ــ أر ــ ــ ، و אد ــ כــ ــ

אدة ــ ــ ل ــ ــכ ا ، وכ ــ ر כ ء ا ــ ــ ــ ــא أ ــ أ ــכ ــ ذ و

ــא ــ כــ ر، ــ ــ ورد و ، ــ א ــאب ا ــ אدة ــ ــ ا ــאء ا

ــ א ــא و ــ ــ ا ــ أن ــ ــ כ ــכ ، و ــ ــ ه ا ــ ــא

ــ ا ــ ــא و ــ د ــ أ ــ ،وأم א ، و ــ א ، و ــ م כ ــ ــ ا

، ــ א م ا ــ ــ ــ إ ه ا ــ ــ ــ ــ ــ כ ر ــ و ــ ــ أ א ــ כ ــ א

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 296: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi296

Böylece mezkûr hadise yapılan itiraz geçersiz olmuş ve söz konusu hadi-

sin açıkladığımız ve tefsir ettiğimiz şekilde olduğu sahîh olmuştur. Âlem-

lerin rabbi olan Allah’a hamd olsun. Bunlara ilaveten, yüce Allah’ın “Ey

Peygamber’in hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz...” 358

meâlindeki sözü, itiraz sahibinin -zikrettiğimiz ve benzeri hususlarda- ileri

sürdüğü her bir şeyde onları diğer kadınlardan ayrı kılar.

[437] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şayet birisi, Hz. Peygamber’in

(s.a.) “Erkeklerden kemale erişenler çoktur. Kadınlardan ise, İmran kızı Mer-

yem ve Firavun’un karısı hariç, kemale erişen yoktur.” sözünü gerekçe göste-

rerek itiraz ederse, şüphesiz ki bu kemal, erkeklerin tek başlarına kaldıkları

risâlet ve nübüvvettir. Nübüvvet konusunda bazı kadınlar erkelere ortak

olmuşlardır. Nübüvvet konusunda da fazilet mücadelesi vardır. Nitekim

nebîlerin bazısı diğerlerinden daha ekmel/mükemmeldir. Yine resullerden

bazısı diğerlerinden daha ekmel/mükemmeldir. Yüce Allah şöyle buyur-

muştur: “İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık.

İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükselt-

miştir...” 359 İşte bu haberde, kendi tabakası içinde kemalin en üst seviyesi-

ne ulaşan ve peygamberlerden hiçbirinin onun önüne geçemeyeceği kimse

zikredilmiştir. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

[438] Şayet birisi, Hz. Peygamber’in (s.a.) “İşlerini bir kadına bıra-

kan bir topluluk felah bulmaz.” 360 meâlindeki sözünü gerekçe göstererek

itiraz ederse, bu hadis bu konuda onun lehine bir delil değildir. Çünkü

burada kadınların faziletlerinin noksan olması gerekçe gösterilerek onla-

rın yöneticiliği yasaklanmış değildir. Nitekim biz, İbn Mes’ud, Bilal ve

Zeyd b. Harise’nin (r.a.) hilâfette bir paylarının olmadığını biliriz. Bu

durum, Hasan, İbn Zübeyr ve Muaviye’nin onlardan daha faziletli olma-

larını gerektirmez. Hilâfet bunlar için mümkün olmadığı halde şunlar

için mümkündür. Fazilet konusunda onların arasında her müslümanın

bileceği hususlar vardır.

5

10

15

20

25

Page 297: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 297

ــ ــאه وا אه و ــ ــא ــ ــ ــ أ ر و כــ ــ ا א اض ــ ــ ا

ــ ــ כ ــ ــ ا ــאء ــא ﴿ : ــ א ا ل ــ ــא وأ ــ א ا رب

ــא ض ــ ــ ض ــ ا ــא כ ــ ــאء ا ــא ــ ــ ج ــ ــאء﴾ ا

. ــ و ــאه ذכ

ــ ] ٤٣٧[ ــ ا ــ ل ا ــ ض ــ ض ــ ن ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ان ــ ــ ــ ــאء إ ــ ا ــ כ ــ ــ و ــאل כ ــ ا ــ : כ ــ و

ــא د ــ ــ ا ة، ا ــ ، وا ــא ــ ا ــא ــאل إ כ ا ا ــ ن ــ ن. ــ أة ــ وا

ن כــ ــא ــא ن أ ــ א ــ ة، و ــ ــ ا ــאء ــ ا ــאرכ ــאل و ا

ــאل ا . ــ ــ ــ ــ أכ ــ ا ن כــ ، و ــ ــ ــאء أכ ــ ا

ــ ور ا ــ ــ כ ــ ــ ــ ــ ــא ــ ــכ ا ﴿ : ــ ــ و

ــ ــ ــאل כ ــ ا א ــ ــ ــ ا ا ــ ــ ــ ــא ذכ ــאت﴾ در ــ

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ ــ أ ــ ــ و

ــ ] ٤٣٨[ وا أ ــ م أ ــ ــ م: ــ ــ ا ــ ض ــ ض ــ ن ا ــ

ــ ــ ــ ــ ــאع ا ــ ا ــ ــכ ــ ذ ــ ــ ــ أة. ــ ــ ا إ

ــ ا ، ر ــ אر ــ ــ ا ، وز ــ د، و ــ ــ ــא أن ا ــ ، ــ ــ ا

ــ ، وا ــ ن ا כــ ــ أن ــ ــ و ــ ا ــ ــ כــ ــ ــ

ــ ــכ و و ة ــ א ــ ء ــ ة ــ א ــ ــ وا ــ ، أ ــ אو ، و ــ ا

. ــ ــ ا ــא ــ ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 298: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi298

[439] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımları-nın en faziletlisine gelince, Aişe ve Hatice (r.a.), faziletlerinin yüceliğinden dolayı en faziletlilerdir. Nitekim Allah Resulü (s.a.) “ Aişe, bana insanların en sevimli olanıdır.” ve “ Aişe’nin kadınlara üstünlüğü, tirit yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.” şeklinde haber vermiştir. Yine Hz. Peygamber (s.a.), Hatice bint. Huveylid’i zikredip şöyle buyurmuştur: “Dünya kadın-larının en faziletlisi Meryem bint. İmran’dır; yine dünya hanımlarının en faziletlisi, -İslâm’daki önceliği ve sebatıyla birlikte- Hatice bint. Huveylid’dir.” Sonra Ümmü Seleme, Sevde, Zeynep bint. Cahş, Zeynep bint. Hüzeyme ve Hafsa’nın İslâm’a girişteki öncelikleri büyüktür; Allah ve Resulü uğruna zorluklara tahammül etmeleri, hicret, vatandan ayrılmak, İslâm’a davet, Allah ve Resulü uğrunda belalara göğüs germeleri gibi faziletleri vardır. Bu açık faziletlerinden sonra da onların her birinin üstünlükleri vardır. Allah onların hepsinden razı olsun.

[440] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, yüce Allah katında haklı oldu-ğumuzu kesin olarak kabul ettiğimiz biz meseledir. Bu konuda bize muha-lefet edenler, şüphesiz yüce Allah katında hatalıdırlar. Bu konuda şüpheye fırsat vermek asla mümkün değildir.

[441] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şayet birisi, “sizden önce birileri bunu söylemiş midir? diye sorarsa, -Allah’ın tevfîk ve yardımıyla- şöyle deriz: Şu anda bize muhalefet eden kimseden başka onun dediğini diyen olmuş mudur? Biz, Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarının şüphesiz fazilet derecelerinin olduğunu zorunlu olarak biliriz. Dolayısıyla bunları araştır-mak gereklidir. Öyle ise bize muhalefet eden kimse onları hangi makama koyduğumuzu söylesin? Onlar, sahabenin tamamından sonra mıdırlar? Bu, hiçbir kimsenin söylemediği bir şeydir. Yoksa onlar, sahabenin bir gru-bundan sonra mı gelirler? Dolayısıyla ona delil gerekir. Bu da varlığına ulaşması mümkün olmayan bir şeydir. Bu iki görüş bâtıl olduğuna göre, bunlardan biri icmâ ile bâtıl olmuştur; ikincisi ise delili ve burhanı olma-yan bir iddia olmasından dolayı bâtıl olmuştur. Şu halde geriye sadece bi-zim görüşümüz kalmıştır. Lütfüyle bizleri doğruya muvafık kılan âlemlerin rabbi Allah’a hamd olsun.

5

10

15

20

25

30

Page 299: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 299

]٤٣٩ [ ، ــ ، و ــ א م ــ ــ ا ــא ــ ــא أ : وأ ــ ــ ــאل أ

ــאس ــ ا ــ أ א م أن ــ ــ ا ــאره ــא وإ א ــ ــא ــ ا ر

ــ ــ ذכــ ــאم. و ــא ا ــ ــ ــ ا ــאء כ ــ ا ــא ، وأن ــ إ

ــ ان، وأ ــ ــ ــ א ــא ــ ــאل: أ ، ــ ــ ــ م ــ ا

ــ ا ــא ر א م، و ــ ــ ا ــ ــא ــ ــ ــ ــ א ــא

ــ ، و ــ ــ ــ ، وز ــ ــ ــ دة وز ــ ــ و م ــא و

ــ ور ــ و ــ ا ــ אت ــ ــאل وإ ، ــ م ــ ا ــ ا ــ

م ــ ــ ا ــאء إ ، وا ــ ــ ا ــ ة، وا ــ ــ وا ــ و ــ ا

ــכ ذ ــ ــ כ و ــ و ــ ا ــ ــ ور ــ و ــ ا ــ ء ــ وا

. ــ ــ أ ان ا ــ ــ ر ــ ا ا

]٤٤٠ [ ، ــ ــ و ــ ا ن ــ ــא ا ــא أ ــ ــ ه ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــכ ــ ا ــא ــ ــכ و ــ ــ ــ و ــ ا ء ــ ــא ــא א ــ وأن

. ــ ــ أ

ــא ] ٤٤١[ ، و ــ ــא ؟ כــ כــ ا أ ــ ــאل ــ ــ א ــאل ن ــ : ــ ــ ــאل أ

ورة ــ ــא ــ ن؟ و ــא ا א ــ ــ ــ ا أ ــ ــ ــאل ــ . و ــ ــ ا א

ــ ــ ا ــ ــ ــכ ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــאء ا أن

ــא ا ــ ؟ ــ ــ כ א ــ ا ــ ــ أ ــ ــ أي ــא א ــ ــא

ده، وإذ ــ ــ و ــ إ ــ ــא ا ــ ــ و ــ ا ؟ ــ ــ א ــ . أم ــ ــ أ

ى ــ ــ د ــ א ، وا ــ א ــ ــ أ ــאع א ــא ن أ ــ ان ا ــ ــ ــ

ــא. ــ إ ــ ــאن ــא و ــ د

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 300: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi300

[442] Sonra -Allah’tan yardım dileyerek- şöyle deriz: Ebû Bekir es-Sıd-dîk (r.a.), Allah Resulünün (s.a.) vefatından sonra, yönetimi ele aldığın-da, “Ey insanlar! Ben en hayırlınız olmadığım halde sizin yöneticinizim.” diyerek insanlara hitap ettiği sahîh olarak gelmiştir. Böylece Ebû Bekir’in (r.a.) sahabenin (r.a.) hepsinin huzurunda, onların en hayırlısı olmadığını ilan ettiği doğrudur. Sahabeden hiçbiri bu sözü inkâr etmemiştir. Onların Ebû Bekir’e tabi olmaları ve ona muhalefet etmemiş olmaları, -insanlara hitabından dolayı -sadece Ali, İbn Mes’ud ve Ömer değil- hazır bulunan-lardan hiçbiri hakkında herhangi bir kimsenin filanın Ebû Bekir’den daha hayırlı olduğunu söylemiş olmadığını gösterir. Bu meselede bize muhalefet edenlerden ekseriyeti Ehl-i Sünnet, Mürcie, Mu‘tezile ve Hâricîlerdendir. Onlar, Ebû Bekir’in Ali’den, Ömer’den ve İbn Mes’ud’dan daha faziletli ve daha hayırlı olduğu hususunda ihtilaf etmezler. Böylece Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarından başka geriye kimse kalmamıştır.

[443] Şayet birisi, “Ebû Bekir bu sözü tevazu olarak söylemiştir.” derse, ona şöyle cevap veririz: Bu kesin olarak yanlıştır. Çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.) bu isim ile kendisini isimlendirdiği es-Sıddîk’ın yalan konuşması mümkün değildir. Böyle bir şeyi ondan tenzih ederiz. O, sadece hakikati ve doğru olanı söyler. Nitekim sahabenin ekseriyeti, bu konuda onu tasdik etmek üzere ittifak ettiler. Bu durum bu şekilde olup, açık bir delil ile saha-beden herhangi birisinin Ebû Bekir’den daha hayırlı olması sâkıt olduğuna göre, geriye sadece Hz. Peygamber’in eşleri ve kadınları kalmaktadır. Şayet “Sahabenin cumhurundan hâsıl olan icmâ, doğruluktan uzak değildir.” şeklinde dersek durum açıklığa kavuşmuş olur.

[444] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bunlara ilaveten, Yûsuf b. Abdul-lah en-Nemrî bize hadis olarak tahdis edip şöyle demiştir: Bize Hulf b. Kasım tahdis etti; bize, Ahmed b. İbrahim b. Ali el-Kindî tahdis etti; Bize Muhammed b. el-Abbâs el-Bağdâdî tahdis etti; bize İbrahim b. Muham-med el-Basrî tahdis etti; bize Ebû Eyyub Süleyman b. Dâvûd el-Şâzekûnî tahdis edip şöyle dedi: “Ammâr b. Yasir ve el- Hasan b. Ali, Ali b. Ebû Tâlib’i, Ebû Bekir es-Sıddîk ve Ömer’den daha faziletli görüyorlardı.”

5

10

15

20

25

30

Page 301: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 301

ــ ] ٤٤٢[ א ــא ل و ــ ــ ــ اب ــ ــ ــ ا א ــ رب ا وا

ــ ــ و ــאس ــ ا ــ ــ ا ــ ر כــ ا ــא ــ أن أ ــ : ــ

ــ כــ و ــ و ــאس إ ــא ا ــאل: أ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ت ر ــ ــ

ــ ــ ر א ــ ا ة ــ ــ ــ أ ــ أ ــ ا ــ ر ــ ــ . כــ

ــ א ــ ل ــ ، ــ ــ أ ل ــ ا ا ــ כــ ــ ، و ــ ــ ــ ــ أ ا

ــ ــ أ ل ــ ــאن ــ إ ــ א ــ ا ــ ــ أ ــ ــ ــ أ ف ــ ــ و

ر ــ ــא ، وأ ــ د، و ــ ــ ، وا ــ ، إ כــ ــ ــ أ ــ ــ ــאس أ ــ ا

، ــ ، وا ــ ، وا ــ ــ ا ــ أ ــ ه ا ــ ــ ــא א ــ ــ א ا

د، ــ ــ ، وا ــ ، و ــ ــ ــ כــ أ ــא ــ أن أ ن ــ ــ ارج، ــ وا

. ــ ــ و ــ ا ــ ــ إ أزواج ا ــ ــ ــ أ ــ ــ و

ــ ] ٤٤٣[ א ــ ا ا ــ ــ ــא: ــא ا ا ــ כــ ــ ــאل أ ــא ــ إ א ــאل ن ــ

ــ ا ا ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ אه ر ــ ي ــ ــ ا ن ا ــ ا

ــ أن ق، ــ ــ وا ل إ ا ــ ــכ، و ــ ذ ــ ــא א ب، و כــ ز أن ــ

ــ ــכ و ــכ כ ذ ذ ــ ــכ، ــ ذ ــ ــ ــ ــ ا ن ــ ــ א ا

ــ כــ ــ ــ أ ا ــ ــ ــ ا ــ ر א ــ ا ــ ن أ כــ ــ أن ا ــאن ا א

ــאع ــ إ ــא: إ ــ ــא ــ أ ــאؤه وو ــ و ــ و ــ ا ــ ــ إ أزواج ا

ق. ــ ــ ا ــ ــ ــ א ر ا ــ ــ

ــאل ] ٤٤٤[ ــא ي ــ ــ ا ا ــ ــ ا ن ــ ــא : وأ ــ ــ ــאل أ

ــא ي، ــ כ ــ ا ــ ــ ا ــ إ ــ ــאس أ ــ ا ــא أ ، ــ א ــ ــ ــא

אن ــ ب ــ ــ أ ــא أ ي، ــ ــ ا ــ ــ ا ــא إ ادي، ــ ــאس ا ــ ا ــ

ــ ــ ن ــ ــ ــ ــ ا ــ وا א ــ ــאر ــאل: כאن ، ــ ــאذ כ ــ داود ا

. ــ ــ و כــ ا ــ ــ أ ــ א ــ أ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 302: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi302

[445] Bize Ahmed b. Muhammed el-Havzî tahdis etti; bize Ahmed b. el-Fazl ed-Dîneverî tahdis etti; bize Muhammed b. Cerîr et- Taberî tahdis edip şöyle dedi: “Ali b. Ebû Tâlib, Ammâr b. Yasir ve el- Hasan b. Ali’yi Kûfe’ye elçi olarak göndermişti. Zira Müminlerin Annesi ( Aişe) Basra’ya gitmişti. Basra’ya vardıklarında insanlar mescitte toplandılar, Ammâr on-lara hitap etti ve onlara Müminlerin Annesi Aişe’nin Basra’ya geldiğini ha-tırlattı, sonra da onlara şöyle dedi: İşte size söylüyorum. Allah’a yemin olsun ki ben, Aişe’nin dünyada Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımı olduğu gibi, cennette de onun hanımı olacağını biliyorum. Fakat Allah, sizleri, Aişe’ye ya da Ali’ye itaat ettiğinizden dolayı bununla imtihan edecektir. Bunun üzerine Mesruk b. el-Esved şöyle dedi: Ey Ebu’l-Yakazan! Biz, cennete şahitlik etmeyenle değil, şahitlik edenle birlikteyiz. Bunun üzerine Ammâr sustu. Hasan ise ona şöyle dedi: O zaman sen bizden uzaksın?

[446] İşte Ammâr, Hasan, sahabeden ve tabiinden mescitte hazır bulu-nanların tamamı -ki o gün Kûfe bunlarla dolup taşmıştı- Aişe’nin Ali’den daha faziletli olduğunu duymuşlardı. Halbuki Ali, Ammâr ve Hasan’a göre, Ebû Bekir ve Ömer’den daha faziletli idi. Onlar, bunu inkâr etme-diler ve bunu inkâr etmeye çok ihtiyaç hissetmelerine rağmen buna itiraz etmediler. Böylece onların, Aişe’nin ve Hz. Peygamber’in (s.a.) eşlerinin, peygamberlerden sonra (s.a.) insanların en faziletlileri oldukları hususunda ittifak ettikleri ortaya çıkmıştır.

[447] Ebû Bekir’in “Sizin en hayırlınız olmadığım halde sizin yönetici-niz oldum” şeklindeki sözünü bâtılı söylemek suretiyle tevazu olsun diye değil, ancak bir hakikati ve doğruyu ifade etmek üzere söylediği ortaya çıkmaktadır. Ahmed b. Muhammed et-Telmenkî’nin dile getirdiği şeyden onu tenzih ederiz. Nitekim o şöyle demiştir: Bize Ahmed b. Muhammed b. Müferrec tahdis etti; bize Muhammed b. Eyyub es-Samûd er-Refî tah-dis etti; bana Ahmed b. Ömer b. Abdülhalik el-Berân haber verdi; bize Abdülmelik b. Sa’d tahdis etti; bize Ukbe b. Halid tahdis etti; bize Şu’be b. el- Haccac tahdis etti; bize el-Harîrî, Ebû Basra’dan, o da Ebû Said el-Hud-rî’den tahdis etmiştir. Hudrî şöyle dedi: “Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.) şöyle dedi: Ben, yönetime insanların en layık olanı değil miyim? Ya da müslüman-ların ilki değil miyim? Bu işin sahibi değil miyim?..”

5

10

15

20

25

30

Page 303: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 303

ــא ] ٤٤٥[ ري، ــ ــ ا ــ ا ــ ــא أ زي، ــ ــ ا ــ ــ ــא أ

ــ ــ وا א ــ ــאر ــ ــ א ــ ــ أ ــ ي، أن ــ ــ ا ــ ــ

ــא ــ إ ــא ا א ــא أ ة، ــ ــ ا ــ إ ــ أم ا ــ إذ כ ــ ا ــ إ ــ

ــ ــ إ ــ أم ا א وج ــ ــ ــאر وذכــ ــ ، ــ ــ ا ــאس ا

ــ ل ا ــ ــ ر ــא زو ــ أ ــ أ כــ وا إ ل ــ ــ أ : إ ــ ــאل ــ ة ــ ا

א א כــ כ ا ا ــא، و ــ ا ــ ــ زو ــא ، כ ــ ــ ا ــ ــ و ا

ــ ت ــ ــ ــ ــ ــאن ــא ا ــא أ د ــ ــ ا وق أ ــ ــ ــאل ه، ــ أو

ــא. ــכ ــ ــ أ ــ ا ــאل ــאر و ــכ ، ــ ــ ــ ــ ــ دون א

ــ ] ٤٤٦[ ــ ا ــ ر א ــ ا ــ ــ ــ وכ ــאر وا ا ــ

ــ ، و ــ ــ ــ א ــ ن ــ ، ــ ة ــ ــ ــ כ ، وا ــ א وا

ــ ــכ و ون ذ כــ ــ ، ــ ، و כــ ــ ــ أ ــ ــ أ ــאر وا ــ

م ــ ــ ا ــ ــא وأزوا ــ أ ن ــ ــ ــ أ ــכאره ــ إ ا إ ــ ــא כא ج ــ أ

م. ــ ــ ا ــאء ــ ا ــאس ــ כ ا ــ أ

כــ إ ] ٤٤٧[ ــ כــ و ــ و ــ ــ ــ ا כــ ر ــא ــ أن أ ــא و

ــ ــאه أ ــא ــכ ــ ذ ــ ــא א ، و ــ א ــ ا ل ــ ــא ا ــא، אد ــא،

ب ــ ــ أ ــ ــא ح، ــ ــ ــ ــ ــ ــא أ ــאل . כ ــ ا ــ

ــ ــכ ــ ا ــא ان، ــ ــ ا א ــ ا ــ ــ ــ ــ ــא أ ، أ ــ ت ا ــ ا

ــ ة ــ ــ ــ أ ي ــ ــא ا ــאج، ــ ا ــ ا ــא ، ــ א ــ ــ ــא ، ــ

ــאس ــ ا ــ أ : أ ــ ــ ا ــ ر כــ ا ــ ــאل أ ــאل: ري، ــ ــ ا ــ أ

؟ ــ כــ א ــ ؟ أ ــ ــ أ ــ أول ــא أو

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 304: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi304

[448] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu Ebû Bekir (r.a.), bu ko-nuda güvenilir olduğuna göre, kendisinin faziletlerini ifade etmiştir. Şayet Ebû Bekir, onların en faziletlisi olsa idi, elbette bunu açıklar ve gizlemezdi. Yüce Allah, onu, yalan konuşmaktan tenzih etmiştir. Böylece bizim görü-şümüz, bir açıklama (nass) olarak da sahîh olmuştur. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[449] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hz. Peygamber’in (s.a.) kadınla-rından sonra, sahabenin (r.a.) en faziletlisinin kim olduğu hususundaki söz gerekli olmuştur. İbn Mes’ud, Ömer, Ca‘fer b. Ebû Tâlib, Ebû Seleme ya da Sehl adlı üç kişinin (ki bunların Sehl b. Amr, Sehl b. Huneyf ve Sehl b. Ebû Hasme oldukları söylenmiştir) sahabenin tamamından üstün olduk-larını söyleyen bir kimsenin dayandığı bir delilinin olduğunu bilmiyoruz. Tevakkuf edip onların en faziletliler olduklarına dair bir delil ortaya koy-mayan kimseler gördük. Eğer bir delil olduğunu görmüş olsalardı elbette bunu söylerlerdi. Nitekim biz, Ali’nin en faziletli olduğunu kabul edenlere itiraz edenleri ve sayılarını biliyoruz. Dolayısıyla burada hakikatin ortaya çıkması için, fitne ve ihtilaf çıkardıkları şeyleri açıklamaları gerekir. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

[Hz. Ali’nin Fazileti Meselesi]

[450] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onların “Ali’nin sahabenin en fazla cihat edeni olduğunu, kâfirleri en fazla aşağılayan ve darp eden ol-duğunu ve cihadın da amellerin en faziletlisi olduğunu” delil olarak ileri sürdüklerini gördük.

[451] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu yanlıştır, çünkü cihat üç kısma ayrılır: Bunlardan biri; yüce Allah’a lisan ile dua etmektir. İkincisi; savaş sırasında görüş ve tedbirle cihat etmektir. Üçüncüsü ise; el ile vurup yara-lamak suretiyle cihat etmektir. Nitekim biz, dil ile cihat etme konusunda, Hz. Peygamber’den (s.a.) sonra, bu konuda, Ebû Bekir ve Ömer’e yetişebi-lecek bir kimse bilmiyoruz. Ebû Bekir’e gelince, şüphesiz sahabenin önde gelenleri onun vasıtasıyla İslâm’a girmişlerdir. Dolayısıyla bu, amelin en faziletli olanıdır. Halbuki Ali’nin bu amel türünden fazla bir payı toktur.

5

10

15

20

25

30

Page 305: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 305

، إذا ] ٤٤٨[ ــ ــ א כــ ــ ــ ا כــ ر ــ ا أ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ א ــ ا ــ ــ و ــא כ ــכ و ح ــ ــ ــ כאن أ ــא، ــא אد כאن

. ــ א ــ رب ا ــא وا ــא ــ ب، כــ ا

ــאء ] ٤٤٩[ ــ ــ א ــ ا ــ أ ــ ل ــ ــ ا ــ و : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ، أو ــ د، أو ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ و ــ ا ــ ا

ــ ــ ــ א ــ ا ــ ــ ــ ا ، أو ا ــ ــא ، أو أ ــ א ــ أ

ح ــ ــ و ــ أ ــאن أ ــ ا ــ ــ ــ ــ أ د ــ ــ ــ ــ ــא ــא، وو

ــ ، ــ ــ أכ ــא أ ن ــ ــ א ــ ا ــ אر د وا ــ ــא ا ، وو ــ ــאل ــ

. ــ ــ ا א ــא ــכ و ــ ذ ــ ح ا ــ ــ ا ــ ــא ــ أن

ــאدا، ] ٤٥٠[ ــ א ــ ا ــא כאن أכ ن ــ ن ــ ــ א : و ــ ــ ــאل أ

ــאل. ــ ا ــאد ا ــא، وا ــאر، و כ ــ ا ــא. و

אء ] ٤٥١[ א: ا : أ א ــא ــ أ אد ن ا ا : אل أ

: ــ א . وا ــ أي وا ــ א ب ــ ــ ا ــאد : ا ــ א ــאن. وا א ــ ــ و ــ ا إ

ــ ــ أ ــ ــאن ــ ا ــאد ــא ا ب. ــ ــ وا ــ ا ــ א ــאد ا

ــ א ــ ا ن أכא ــ כــ ــ ــא أ ، أ ــ כــ و ــא ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر

، ا כ ــ ــ ــ و ــ ا أ ــ ، ــ ــ ا ــ ــ أ ــ ا ر

٥

١٠

١٥

Page 306: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi306

Ömer’e gelince, şüphesiz o müslüman olduğu günden itibaren İslâm’ı yü-celtmiş, Mekke’de yüce Allah’a açıktan ibadet etmiş ve fiili olarak Mekke’de müşriklerle cihat etmiştir. Kâfirlerle vuruşmuş ve onlar usanıncaya kadar onlarla uğraşmıştır, neticede onlar Ömer’i terk etmişlerdir. Böylece Ömer, alenen Allah Teâlâ’ya kulluk etmiştir. Bu, cihadın en büyüğüdür. Böylece bu iki adam (Ebû Bekir ve Ömer), bir benzerleri olmayan bu iki cihat türünde tek başlarınadırlar ve Ali’nin bunda bir payı asla yoktur. Geriye ikinci kısım kalmıştır, o da görüş ve meşverettir. Biz, samimi olarak bunun Ebû Bekir ve Ömer’e ait olduğunu kabul ederiz. Şu halde geriye üçüncü kısım kalmıştır; o da vurmak, yaralamak ve savaş meydanında mücadele etmektir. Bu türün, cihat mertebelerinin en alt derecesi olduğunu zorunlu aklî delil gerekçesiyle biliriz. O da şudur; Allah Resulünün (s.a.) faziletin her türüyle tahsis edildiği hususunda hiçbir müslüman şüphe etmez. Do-layısıyla Hz. Peygamber’in (s.a.) amellerinin ve hallerinin ekseriyetindeki cihadının, yüce Allah’a dua etmek, tedbirli davranmak ve idare etmek şek-linde ilk iki kısımda olduğunu görmekteyiz.

[452] Allah Resulünün amelinin çok az bir kısmı yaralamak, vurmak ve mübareze etmek şeklindedir. Bu korkaklıktan dolayı değildir, bilakis o yeryüzü halkının beden ve kol gücü olarak en cesur olanı ve onların en cesaretlisidir. Fakat o, en faziletli olanı tercih etmiş ve böylece amellerin en iyi olanlarını öncelemiş ve onlarla meşgul olmuştur. Nitekim Hz. Peygam-ber’i (s.a.) Bedir günü ve diğer zamanlarda bu şekilde yaptığını görmekte-yiz. Ebû Bekir (r.a.) Hz. Peygamber ile birlikte olup bu şekilde onu tercih etmek, harpteki görüşünü ortaya koymak ve bulunduğu yerde ona arkadaş olmak suretiyle Allah Resulünden ayrılmamıştır. Sonra Ömer de buna or-tak edilebilir. Nadiren bulunmaları hariç, Ali ve diğer sahabiler olmaksızın o bu konumda tek başınadır.

[453] Sonra, bununla birlikte yaralama, vurma ve savaş meydanın-da mübareze olan cihadın bu kısmına dikkat edelim. Ali’nin (r.a.) bu konuda da üstün ve galip gelmek suretiyle tek başına olmadığını görü-rüz. Bilakis bu konuda başkaları da ona ortak olmuştur. Nitekim Tal-ha, Zübeyr ve Sa’d; İslâm’ın başlangıç döneminde öldürülen Hamza, Ubeyde b. el-Hâris ibnu’l-Muttalib, Mus’ab b. Umeyr; Ensar’dan olan Sa’d b. Muaz, Semak b. Haraşe ve bunların dışındakiler de böyledir.

5

10

15

20

25

30

Page 307: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 307

ــ א ا و ــ כــ ــ א ــ ا م و ــ ــ ا ــ م أ ــ ــ ــ ــ ــא وأ

، ــ ــ א ــ ا ه כــ ه ــ ــ ب ــ ب و ــ ، ــ כــ כ ــ ا

ــא ــ ــ ــ ا אد ــ ا ن ــ ان ا ــ د ــ ــ ا ــאد، ــ ا ا أ ــ و

ــאه رة ــ أي وا ــ ــ ا : و ــ א ــ ا ــ ا و ــ ا أ ــ ــ ــ ــ و

ــאرزة ب وا ــ ــ وا ــ ا : و ــ א ــ ا ــ ا ، و ــ ــ כــ ــ ــא א

ــ ــ ا ل ا ــ ــ أن ر وري و ــ ــאن ــאد ــ ا ا ــ ــ ــאه أ

ــ ــאده ــא ــ ــכ ص ــ ــ ا ــ أ ــ כ ــכ ــ و

ــ ــ ا ــאء إ ــ ا ــ و ــ ا ــ ا ا ــ وأ א ــ أ ــ أכ ــא כאن م إ ــ ا

رادة. ــ وا ــ وا و

ــאرزة ] ٤٥٢[ ب وا ــ ــ وا ــ ا ــ و ــ ا ــ ــ وכאن أ

ة، ــ ــ ا وأ ــ ــא و ــ א رض ــ ا ــ أ م أ ــ ــ ا ــ כאن ــ ــ

ــ ــ م و ــ ــ ا ــ ــאل، ــ ا ــ א ــ ــ ا ــ כאن כ و

ــ אر ــ ــ ــ ا כــ ر ــ ه وכאن أ ــ ر و ــ م ــ م ــ ــ ا ــאه وو

ب، ــ ــ ا ــ أ אرا ــ ــכ وا ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאرا إ

ــ ا ا ــ د ــ ــ ا ــא، و ــכ أ ــ ذ رك ــ ــא ــ ر ــ כאن ، ــ כא ــא وأ

رة. ــ ــ ا ــ إ א ــא ا ــ ودون دون

]٤٥٣ [ ، ــ ا ــ ي ــ ا ــאد ا ــ ــ ا ا ــ ــ ــכ ذ ــ ــא ــ

ــ ــ ق ــ א د ــ ــ ــ ا ــ ر ــא ــא ــאرزة، وا ب، ــ وا

ــ و ، ــ و ، ــ وا ، ــ כ ــאن، ا כ ــ ه ــ ــכ ذ ــ ــאرכ ــ

ــ و ، ــ ا ــ ــאرث ا ــ ة ــ و ة، ــ כ م ــ ا ر ــ ــ ــ

ــא و ــ ــ אك ــ و ــאذ، ــ ــ ــאر ا ــ و ، ــ ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 308: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi308

Biz, Ebû Bekir ve Ömer’in -her ne kadar yukarıda isimleri belirtilen şahıs-ların paylarına ulaşamasalar da- bu konuda güzel bir paya sahip oldukları-nı biliriz. Ancak bu, Ebû Bekir ve Ömer’in, Allah Resulünün (s.a.) gerekli görmesi ve savaş zamanında denge unsuru kılması açısından daha fazilet-li olan ile meşgul olmalarından dolayıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.), Ali’yi elçi olarak göndermesinden daha fazla Ebû Bekir ve Ömer’i elçi olarak göndermiştir. Ebû Bekir’i, Fizare oğullarına ve diğerlerine; Ömer’i de filan oğullarına elçi olarak göndermiştir. Fakat Ali’nin elçi olarak gönderildiğini bilmiyoruz, ancak Hayber’in bazı kalelerine gönderilmiş ve orayı fethetmiş-tir. Ali’den önce Hz. Peygamber, Ebû Bekir ve Ömer’i göndermişti. Ancak onlar Hayber’i fethedememişlerdi. Böylece cihat türlerinden dört tanesi Ebû Bekir ve Ömer için hâsıl olmuştur. Onlar, kendileri dışındaki bir toplulukla birlikte cihat türlerinin en alt derecesinde de Ali’ye ortak olmuşlardır.

[454] Ebû Muhammed şöyle dedi: Birileri, “Ali’nin ilim açısından onların en üstünü olduğunu” söylemek suretiyle delil getirmiştir.

[455] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bunu söyleyen kişi yalancıdır. Saha-benin ilmi, bir üçüncüsü olmaksızın şu iki vecihten hareketle bilinir. Bun-ların ilki; söz konusu sahabinin rivayetlerinin ve fetvalarının çok olması, ikincisi ise; Hz. Peygamber’in söz konusu kişiyi çalıştırmasının çokluğudur.

[456] Hz. Peygamber’in (s.a.) ilmi olmayan bir kimseyi çalıştırması bâtıl ve muhal olan şeylerdendir. Bu (yani Hz. Peygamber’in bir kimseyi çalıştır-ması), ilim ve kapasitesine dair şahitliklerin en büyüğüdür. Biz bu konuda araştırdık ve Hz. Peygamber’in (s.a.), Ebû Bekir’i, hastalığı döneminde ken-disi huzurunda ve Ali, Ömer, İbn Mes’ud, Ubeyy ve diğerleri gibi sahabenin önde gelenlerinin tamamının huzurunda namaz kıldırmakla görevlendirdi-ğini gördük. Bu şekilde Hz. Peygamber, Ebû Bekir’i sahabenin tamamına tercih etmiştir. Bu durum, savaşa gittiğinde Hz. Peygamber’in (s.a.) kendisi yerine birisini halef bırakmasına aykırıdır. Çünkü savaş zamanında halef olarak bırakılan kimse, ancak kadınlara ve özür sahiplerine bakmak üzere halef bırakılmıştır. Böylece Ebû Bekir’in insanlar içinde namazı ve kuralları-nı en iyi bilen ve söz konusu kimselere namazı öğreten -ki o dinin direğidir- kimse olduğunu bilmemiz zorunlu olarak gerekli olmuştur.

5

10

15

20

25

30

Page 309: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 309

ظ ــ ــא ــ ــ وإن ــ ــכ ــ ذ ــאرכאه ــ ــ כــ و ــא ــא أ وو

ــ ــ ا ل ا ــ ــ ر ز ــ ــ א א ــ ــכ ــא ذ ء، وإ ــ

ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــא ر ــ ب و ــ ــ ا ــ ــ ازر ، و ــ و

، ــ ارة و ــ ــ ــ כــ إ ــא ــ أ ــ ــא و ــ ــא ــ ث، أכ ــ ــ ا

ــ ن ــ ــ ــ ــא إ إ ــ ــ ــא ن، و ــ ــ ــ ــ إ ــ و

ــאد اع ا ــ ــ أ ــ أر ــאه، ــ ــ כــ و ــא ــ أ ــ ــ ، و ــ

ــ א ــ ــאد اع ا ــ ــ أ ــ أ ــא ــאرכא ــ ، و ــ ، و כــ ــ ــא א

. ــ

א.] ٤٥٤[ א כאن أכ ن אل: א : وا أ אل أ

ــ ] ٤٥٥[ ــ א ــ ا ف ــ ــא ، وإ ــ א ا ا ــ ب : כــ ــ ــ ــאل أ

ــ אل ا ــ ة ا ــ : כ ــ א ــ وا אو ــ و ة روا ــ ــא: כ ــא، أ ــ א ــ و

. ــ ــ ــ و ــ ا

ــ ] ٤٥٦[ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ أن א ــאل ا ــ ا

ــא ــכ ــ ذ ــא ، ــ ــ و ــ ا אدات ــ ــ ه أכ ــ ، و ــ ــ

، ــ ل ــ ــ ة ــ ا כــ ــא أ ــ و ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا

ــ ، و ــ د وأ ــ ــ ، وا ــ ، و ــ ر، כ ــ ــ א ــ ا ــ أכא و

ن ا ــ م إذا ــ ــ ا ــ ف ا ــ ا ــ ، و ــ ــ ــכ ه ــ

، ــ ار ــ ا وذو ــאء، ا ــ إ ــ ــ وة ــ ا ــ ــ ا

ــ א، وأ ا ــ ة، و ــ א ــאس ــ ا כــ أ ــא ــ أن أ ورة أن ــ ــ

. ــ د ا ــ ــ ــא و ــ ر כ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 310: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi310

[457] Hz. Peygamber’in (s.a.) sadakalar konusunda Ebû Bekir’i çalş-

tırdığını görürüz. Buradan hareketle Ebû Bekir’in sadaka ilmine sahip ol-

duğu, bu konudaki bilgisinin kendisi dışındaki âlim sahabilerden daha az

olmadığı ve muhtemelen daha fazla olduğu hususu zorunlu olarak vaciptir.

Zira Hz. Peygamber (s.a.) sadakalar konusunda başkalarını da istihdam

etmiştir. Allah Resulü (s.a.), istihdam edeceği şeyle alakalı olarak sadece

bilgili kimseleri çalıştırmıştır. Zekât da, namazdan sonra, dinin rükünle-

rinden biridir.

[458] Ebû Bekir’in (r.a.) sadakalar konusundaki bilgisinin mükemmel

olması bakımından dile getirdiğimiz görüşün delili, zekât konusunda gelen

haberlerin daha güvenilir haberlerle amel etmek gerekir ve bunlara mu-

halefet etmek doğru değildir. Bu da, Ömer vasıtasıyla gelen Ebû Bekir’in

hadisidir. Ali tarikiyle gelen hadise gelince, bu muzdaribtir361 Bu rivayette

fakihlerin genel olarak terk ettikleri şeyler vardır. O da, yirmi beş deve için

beş koyun verileceğidir.

[459] Yine Hz. Peygamber’in (s.a.) Ebû Bekir’i hac ibadetinde görev-

lendirdiğini görürüz. Böylece onun hac ile alakalı hususlarda sahabenin

en bilgilisi olduğu hususu zorunlu olarak anlaşılmaktadır. Bunlar, İslâm

dininin direkleridir. Sonra Hz. Peygamber’in (s.a.) onu elçilikte istihadam

ettiğini görüyoruz. Bu da, Allah Resulünün (s.a.) cihat konusunda elçi ola-

rak kullandığı diğer sahabilerin sahip olduğu bilgilerin benzerinin Ebû Be-

kir’de de olduğunu göstermektedir. Zira Allah Resulü (s.a.), belli bir işte,

ancak o işi bilen kimseyi istihdam etmiştir. Böylece Ali’nin ve elçi olarak

gönderilen diğer kimselerin yanında olduğu gibi, Ebû Bekir’in nezdinde

de -ne daha fazla ne de daha az olmak üzere- cihada dair bilgiler mevcuttu.

Şu halde namaz, zekât ve hac bilgisi konusunda Ebû Bekir’in Ali’nin ve

diğerlerinin önünde olduğu, cihat bilgisinde de onlarla eşit olduğu anlaşıl-

maktadır. İşte bunlar ilmin direğidir.

5

10

15

20

25

Page 311: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 311

ــ ] ٤٥٧[ ــאت ــ ا ــ ــ ا ــ ــ و ــ ا ــאه وو

، ــ א ــאء ا ــ ه ــ ــ ي ــ ــאت כא ــ ا ــ ه ــ ورة أن ــ

ــ ه و ــ ــא ــא م أ ــ ــ ا ــ ــ ا ، إذ ــ ــא כאن أכ ــ ور أ

ــ أرכאن כאة رכــ ــ ، وا ــ ــ ــא ا ــא ـ א ــ إ م ــ ــ ا

ة. ــ ــ ا ــ ا

ــאت ] ٤٥٨[ א ــ ــ ا כــ ر ــ ــ أ ــאم ــ ــא ــא ــאن و

ــ ز ــ ــ و ــ م ا ــ ي ــ ــא، وا כאة أ ــ ــ ا اردة ــ ــאر ا أن ا

ب ــ ــ ــ ــ ــא ، وأ ــ ــ ــ ي ــ ــ ا כــ ــ ــ أ ــ

ــ ــ ــ ا ــ ــ و ــ ــ أن ، و ــ ــאء כــ ا ــ ــא ــ و

אه. ــ

ورة ] ٤٥٩[ ــ ــ ، ــ ــ ا כــ ــא ــ أ ــ ا م ــ ــ ا ــא وو

ــ ــאه ــ و م، ــ ــ ا א ه د ــ ، و ــ א ــ א ــ ا ــ ــ ــ أ أ

ــא ــ ــאد ــכאم ا ــ أ ه ــ ــ أن ث ــ ــ ا ــ ــ ا م ــ ا

ــ ث ــ ا ــ ــ و ــ ا ــ ا ل ــ ر ــ ا ــ ــא ــ

ــ כ ــ ــ أ ، ــ ــא ـ א ــ إ ــ ا م ــ ــ ا ــ ــאد، إذ ا

ــ أכ ث، ــ ا اء ــ أ ــא و ، ــ ــ ي ــ כא ــ ــ ا ــ ــאد ا ــ

ة، ــ ــ ا ــ ه ــ ــ و ــ כــ ــ م ــ ــ ا ــ ذ ــ ، ــ و أ

. ــ ة ا ــ ه ــ ــאد، ــ ا ــ ــאواه ، و ــ כאة، وا ــ وا

٥

١٠

١٥

Page 312: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi312

[460] Sonra Hz. Peygamber (s.a.) oturmasında, gece sohbetinde, sefer-lerinde ve ikametinde bizzat Ebû Bekir’i yanında tutmuştur. Böylece Ebû Bekir, Hz. Peygamber’in hükümleri ve fetvalarına Ali’nin şahit olmasından daha fazla şahit olmuştur. Böylece söz konusu ahkâmı ve fetvaları en iyi bilen olduğu hususu zorunlu olarak ortaya çıkmaktadır. Şu halde ilimden herhangi bir şey geride kalmış mıdır ki Ebû Bekir yetişip ele geçiremediği bu ilimde öne geçmiş olmasın? Ya da öne geçmediği ilimde ortak olmasın? Böylece onların ilim konusundaki iddiaları da geçersiz olmuştur. Âlemle-rin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[461] Rivayet ve fetvalara gelince, Ebû Bekir (r.a.) Hz. Peygamber’den (s.a.) sonra sadece iki yıl altı ay yaşamış, hac ve umre hariç Medine’den ayrılmamıştı. O, Resulüllah’tan gelen rivayetlerden yanında bulunanları insanlara karşı delil olarak kullanmamıştı. Çünkü çevresinde bulunanların tamamı, Hz. Peygamber’i (s.a.) idrak etmişlerdi. Bütün bunlara rağmen Ebû Bekir, Hz. Peygamber’den (s.a.) senetli olarak yüz kırk iki hadis riva-yet etmiştir. Ali de senetli olarak sadece beş yüz seksen altı hadis rivayet etmiştir. Bunlardan elli kadarı sahîh olarak gelmiştir. Halbuki Ali, Hz. Pey-gamber’den (s.a.) sonra otuz yıldan daha fazla yaşamış; insanların onunla görüşmeleri çok olmuş ve sahabenin ekseriyetinin gidişinden dolayı onun yanında bulunan hadislere ihtiyaç hissetmişlerdi. Basra ve Medine döne-minde, Sıffîn sürecinde uzak ülkelerin halklarının ve Kûfeli yardımcıları-nın ondan hadis dinlemeleri çok olmuştur.

[462] Ebû Bekir’in dönemini Ali’nin hayatına nispet ettiğimizde, Ali’nin ülkeden ülkeye dolaşmasını ve insanların ondan hadis dinle-melerinin çokluğunu Ebû Bekir’in kendi yurduna bağlı kalmasına ilave ettiğimizde onun etrafındaki insanların Ebû Bekir’deki rivayetlere ihti-yaçlarının fazlaca olmadığını anlarız. Sonra da hadislerin ve fetvaların sayısı bakımından hadisleri ve fetvalarını dikkate aldığımızda, ilimden bir nebze nasibi olan herkes Ebû Bekir’in bilgisinin Ali’den kat kat fazla olduğunu bilir.

5

10

15

20

25

30

Page 313: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 313

]٤٦٠ [ ، ــ ، و ــא ، و ــ ــ ــ م ــ ــ أ م ــ ــ ا ــאه ــ و

ــא، ــ ة ــא ــ ــ ــ أכ אو م، و ــ ــ ا ــ כא ــא أ כــ ــא ــ أ א وإ

ــא م ــ ــ ا כــ ــ ــ إ وأ ــ ــ ا ــ ــ ــא ــ ــ أ ورة أ ــ ــ

ــ ، وا ــ ــ ا ــ ا ــ د ؟ ــ ي ــ ــאرك ا ؟ أو ا ــ ي ــ ا

. ــ א رب ا

ل ] ٤٦١[ ــ ــ ر ــ ــ ــ ــ ا כــ ر ــא ن أ ــ ى، ــ ، وا ــ وا ــא ا وأ

ــא أو א ــ إ ــאرق ا ــ ، و ــ ــ أ ، و ــ ــ إ ــ و ــ ا ا

ــ ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ وا ــ ا ه ــ ــא ــ ــאس إ ــ ا ــ ا و ــ

ــ ــ ــכ כ ــ ذ ، و ــ ــ و ــ ا ــ ا ا ــ أدرכــ ا ــ ن כ ، ــ و

ة، ــ ــא ن ــ ــאن وأر ــ وا ــ א ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا روي

ــ ــא ــ ة، ــ ــא ن ــ א ــ و ــ و א ــ ــ إ ــ و ــ ــ و

، ــ ــ ــ ــ ــ أز ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאش ــ ، و ــ

ــ ا ــ ر א ر ا ــ ــאب ه، ــ ــא ــ ــ إ א ــאه، و ــאس إ ــאء ا ــ وכ

ة، ــ א ة ــ ــ و כ א ــא ا ــ وأ ة ــ ــ ــאق ــ ا אع أ ــ ــ ، وכ ــ

. ــ وا

ا ] ٤٦٢[ ــ ا ــ د ــ ــ ا ي ــ ــא ــ وأ א ــ כــ ــ ة أ ــ א ــ ذا ــ

ــ ا ــ ــ א ــ כ ــ ــ ــ وأ כــ ــ وم أ ــ ــ ــ إ ــאس אع ا ــ ة ــ وכ

ــ ــאوى، ــ ــאوي ، و ــ د ــ ــ ــ د ــ א ــ ــ ــ ــ وا ــ ا إ

ــ ــא כאن ــאف ــ أ ــ ا כــ ــ ــ أ ي כאن ــ ــ أن ا ــ ا ــ כ ذي

. ــ ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 314: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi314

[463] Bunun delili şudur; Hz. Peygamber’in (s.a.) ashabından olup da ömrü kısa olanların ondan hadis nakletmeleri az olmuş; sahabeden olup da ömrü uzun olanların hadis nakletmeleri çok olmuştur. Ancak insanları eğitmek konusunda Hz. Peygamber’den münavebeli olarak hadis almakla iktifa eden küçük bir topluluk bunun istisnasıdır. Ali, Ömer b. Hattab’tan sonra, -birkaç ay eksik- on yedi yıl yaşamıştır. Halbuki Ömer’in senetle-riyle birlikte naklettiği hadisler beş yüz otuz yedi tanedir. -Ali’den gelen rivayetlere denk gelecek şekilde- bunlardan yaklaşık elli tanesi sahîh olarak gelmiştir. Bu uzun dönemde, Ali’nin hadisleri Ömer’in hadislerinden sa-dece kırk dokuz hadis fazla olmuştur, sahîh hadisler bağlamında da bir ya da iki hadis fazlası vardır.

[464] Fıkıh konularında Ömer’in fetvaları, Ali’nin fetvalarıyla denge-lidir. Şu halde Ömer’in ve Ali’nin yaşadıkları süreleri dikkate aldığımızda, gezdikleri ülkeleri kıyas ettiğimizde ve hadisi hadise, fetvaları da fetvalara kıyas ettiğimizde duyu sahibi herkes, Ömer’in sahip olduğu ilmin Ali’nin sahip olduğu ilimden kat kat fazla olduğunu zorunlu olarak bilir.

[465] Sonra ömrü uzun olanların tamamının, kendilerinde bulunan bilgiler konusunda sahabeye fazlaca ihtiyaç hissettiklerini gördük. Nite-kim Aişe’nin (r.a.) hadislerinin iki bin iki yüz on tane ve Ebû Hureyre’nin hadislerinin de beş bin üç yüz yetmiş dört tane senetli hadis olduğunu gördük. Yine İbn Ömer ve Enes’in hadis rivayetlerinin Aişe’ninkilere yakın olduğunu görüyoruz. Cabir b. Abdullah ve Abdullah b. Abbâs’ın hadis rivayetlerinin, bunlardan her birinin bin beş yüzden daha fazla ol-duğunu görüyoruz. İbn Mes’ud’un sekiz yüzden daha fazla hadis riva-yetinin olduğunu biliyoruz. Ebû Hureyre ve Enes b. Malik hariç, isim-lerini zikrettiğimiz kimselerin fetvaları da Ali’nin fetvalarından ya daha çoktur ya da buna yakındır. Böylece bu utanmaz câhiller topluluğunun görüşü geçersiz olmuştur. Eğer bu konuda bize bir inatkar ayak diretir-se, o câhil ve utanması az bir kimsedir. Yalancılığı ve câhilliği ortaya çık-mıştır. Biz, sahabeden herhangi bir kimseyi ne kendi konumundan daha aşağı olmakla ne de mertebesinin üstünde olmakla itham etmiyoruz.

5

10

15

20

25

30

Page 315: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 315

ــ ] ٤٦٣[ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאب ر ــ أ ــ ــ ــכ أن ــאن ذ و

ــ ، إ ا ــ ــ ــ ا ــ כ ه ــ ــאل ــ ، و ــ ــ ــ ا ــ ا ــ

ــאب ــ ا ــ ــ ــ ــאش ــ ــאس، و ــ ا ــ ــ ه ــ ــ א ــא ــ اכ

ــא، ن ــ ــ و ــ و א ــ ــ ــ ، و ــ ــ ــא א ــ ــ

ــ ــ ــא زاد ــכ اء، ــ اء ــ ــ ــ ي ــ ــ כא ــ ــא ــ

ــ ــ د ــ ــ ، و ــ ة ا ــ ه ا ــ ــ ــא ــ ــ وأر ــ ــ ــ

. ــ ــא أو ــ إ ا

ــ ] ٤٦٤[ ة ــ א ــ ذا ــ ، ــ اب ا ــ ــ أ ــ ــאوى ــ از ــ ــאوى و

ــ ــאوى إ ، و ــ ــ ــ إ ــא ــא وأ ب ــ ــ د ــ ــ ا ــא ة و ــ

ــאف ــ أ ــ ا ــ ــ ي כאن ــ ــא أن ا ور ــא ــ ــ כ ذي ــאوى،

. ــ ــ ا ــ ــ ــא כאن

ــא ] ٤٦٥[ ــ א ا ــ إ ــ א ا ت ــ כ ــאل ــא כ ــ ا ــא و ــ

ــ א و ــ ــ أ ــא ا ــ ر ــ א ــ ــא ــ ا ــ ــ

ــ ــ א ــ و ف ــ آ ة ــ ــ ــ أ ، و ــא ة ــ ــ و

ــ א ــ ــ ــא ــ ــ وأ ــ ــ ا ــא ا وو ــ ــ ــ و وأر

ــכ ــאس، ــאن ــ ا ، و ــ ا ــ ــ ا א ــ ــא ــא، وو ــ ــכ وا

ــ ــ א ــאن د ــ ــ ــא ، وو א ــ ــ و ــ أ ــ ــא أز ــ وا

ــ أכ ــאوى ا ــ ــכ א ــ ــ وأ ة ــ ــא أ ــא א ــא ذכ ــ ــכ و ، ــ و

ــ א ــא א ن ــ ــאل، ــאح ا ه ا ــ ل ــ ــ ــא، ــ أو ــאوى ــ

ــ ــ ــ ــא ، ــ ــ و ح כ ــאء ــ ا ــ أو א ــאب ا ا ــ ــ

، ــ ق ــ ــ ــ ر ــ و ــ ــ ــ ا ــ ر א ــ ا ــ ــ أ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 316: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi316

Çünkü biz, şayet Ali’den inhiraf edip ayrılırsak, -bundan Allah’a sığını-

rız- bu konuda Hâricîlerin mezhebine varmış oluruz. Taassup konusunda

böyle bir sapkınlığa düşmekten Allah bizleri korumuştur. Yine bu konuda

aşırı gidersek (yani Ali’yi sevmede aşırı gidersek), bu konuda da Şiîlerin

mezhebine varmış oluruz. Taassup konusunda böylesi bir iftiradan Allah

bizleri korumuştur. Böylece Ali’den uzaklaşanlar ya da onun hakkında aşı-

rı gidenlerden bizim dışımızda olanlar; ya Ali’nin lehine ya da aleyhine

olmak üzere bu konuda itham eden ve suçlayan kimselerdir. Bütün bu

açıklamalardan sonra, İslâm’a mensup olan bir kimse, Hz. Peygamber’in

(s.a.) sahabeden olup da çalıştırdığı ve dinî işlerde istihdam ettiği kimseleri

istihdam etmesiyle alakalı olarak söz konusu kimselerin ilminin çokluğunu

delil getirmede inatçı davranmaya güç yetiremez.

[466] Şayet onlar, “Hz. Peygamber (s.a.) Ali’yi humusları almak ve

Yemen’de kadılık yapmak üzere istihdam etmiştir.” derlerse, onlara şöyle

deriz: Evet, fakat Hz. Peygamber’in (s.a.) hükümlerini Ebû Bekir’in mü-

şahede etmesi ilim noktasında daha güçlüdür ve Ali Yemen’de iken onun

nezdinde olan şeyleri de tesbit etmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.), Ebû

Bekir’i elçi olarak görevlendirmiştir, bunların içinde humusun toplanması

da vardır. Şüphesiz humusun hükmü konusunda Ebû Bekir’in ilmi Ali’nin

ilmine denktir. Zira Hz. Peygamber (s.a.), istihdam ettiği konuda bilgi-

si olan kimseleri çalıştırmıştır. Ebû Bekir ve Ömer, Hz. Peygamber dö-

neminde -o bunu bildiği halde- fetva verdikleri doğrudur. Ebû Bekir ve

Ömer’in, kendileri dışındakilerden daha âlim olmaları durumu hariç, Hz.

Peygamber’in bu konuda onlara müsaade etmesi imkânsızdır. Allah Resulü

(s.a.), Yemen’de kadı olarak Ali ile birlikte Muaz b. Cebel’i ve Ebû Mûsâ

el- Eş’arî’yi de görevlendirmiştir. Dolayısıyla kadılık konusunda Ali’nin pek

çok ortağı vardır; Ebû Bekir ve Ömer bunlardandır. Sonra Ebû Bekir, zik-

rettiğimiz üzere, ilmin ekseriyetinde cumhurun önündedir. Söz konusu

kişi,” Ali, sahabe arasında en fazla Kur’ân okuyan kimse idi.” dedi.

5

10

15

20

25

Page 317: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 317

ــ ــא ــכ ذ ــ ــא ذ ــ و ــ ا ــ ر ــ ــ ــא ا ــ ــא

ــ ــ و ــ ا ل ــ ا ا ــ ــ ــ ــ و ــא ا ــ ارج، و ــ ــ ا

ــ ــכ ا ا ــ ــ ــ א ــא ا אذ ــ أ ، و ــ ــ ا ــ ــא ــ ــא

ــ ن ــ ــ ا ــ ــ א ــ أو ا ــ ــ ا ــא ــאر ــ ا

ــ א م أن ــ ــ ا ــ إ ــ ر ــ ــ ــ ا כ ــ ــ ، و ــ ــא ــ وإ ــא إ

ــ ــ ــ و ــ ا ــ אل ا ــ א ــ ة ا ــ ــ כ ل ــ ــ ا

. ــ ر ا ــ ــ أ ــ ــ ــא ا ــ ــ ــ ا

ــא ] ٤٦٦[ ــ ا ــ ــ و ــ ا ــ ا ل ــ ر إن ا: ــ א ن ــ

ــ أ ة ــא כــ و ــ : ــ ــא ؟ ــ א ــאء ا ــ و ــאس ا ــ

ــ ــא ــ ــ وأ ــ ا ى ــ ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر כــ

ــ כــ ــא ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ا ، و ــ א ــ ــ و

ــכ، إذ ــ ــא כ ــ ــ ــ ــ ــאوي ــ ــאس، ــא ا ث ــ

כــ ــא ــ أن أ ــ ، و ــ ــ ــא ـــא א م إ ــ ــ ا ــ

م ــ ــ ا ــ ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــאن ــא ــ כא و

ــ ــא و ــ دو ــ ــא أ ــכ إ و ــא ذ ــ ــכ أن ــאل ذ ــכ، و ــ ذ

ــא ، وأ ــ ــ ــאذ ا ــ ــ ــ א ــאء ــ ا ــא م أ ــ ــ ا ــ ا

ــ ــ ، ــ ، و כــ ــ ــ أ ، ــ כאء כ ــ ا ــ ــ ــ ي ــ ــ ا

: ــ א ا ا ــ ــאل ــא. و ــא ذכ ــ ــ ــ ا ــ ر ا ــ א כــ ــ د أ ــ ا

. ــ א أ ا ــ ــא כאن أ إن

٥

١٠

١٥

Page 318: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi318

[467] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu soyut bir arsızlık ve farklı se-beplerden dolayı bir bühtandır. İlki; böyle bir söylem, Allah Resulünü (s.a.) reddetmektir. Çünkü o şöyle buyurmuştur: “Bir topluluğa onların en iyi Kur’ân okuyanı imam olur; eğer bu konuda denk iseler bu durumda en fakih olanı imam olur; Eğer burada da denk iseler bu durumda hicret konu-sunda önde gelenleri imam olur.”

[468] Sonra, Hz. Peygamber’in hasta olduğu günler boyunca -Ali ya-nında olup akşam sabah onu gördüğü halde- namaz kıldırmak üzere Ebû Bekir’i öne çıkardığını görürüz. Dolayısıyla Hz. Peygamber, namaz kıldır-ması için Ebû Bekir’den daha uygun bir kimse bulamamıştır. Böylece Ebû Bekir’in sahabenin en fazla Kur’ân okuyanı, en fakihi ve hicrette en önde geleni olduğu anlaşılmaktadır. Bazen Kur’ân’ın tamamını ezberleyemeyen bir kimse onun tamamını ezberleyenden daha iyi okuyabilir, onu daha güzel ifade edebilir ve daha güzel tertil edebilir.

[469] Buna göre, Ebû Bekir, Ömer ve Ali’den hiçbiri Kur’ân sûreleri-nin tamamını ezberlemiş değillerdi. Ancak Hz. Peygamber’in (s.a.) -Ali hazır bulunduğu halde- Ebû Bekir’i namaz kıldırmak üzere öne geçirmesi Ebu Bekir’in Ali’den daha iyi Kur’ân okuduğunu kesin bir şekilde göster-mektedir. Yoksa Hz. Peygamber (s.a.), kıraati daha az olan bir kimseyi en iyi okuyana veya daha az fakih olanı en fakih olana imam olsun diye öne geçirecek değildir. Dolayısıyla bu konuda onların ileri sürdükleri fitne ve ihtilaflar da geçersiz olmuştur. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun. Bu câhil kişi, Ali’nin sahabenin içinde Allah’tan en fazla korkan kimse ol-duğunu söylemiştir.

[470] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu müfteri yalan konuştu. Ali (r.a.) takvalı bir kimse idi, ancak faziletler konusunda fazilet sahipleri dere-celere ayrılırlar. Sahabenin en takvalısı ancak Ebû Bekir’dir. Bunun delili, Ebû Bekir’in Allah Resulünü bir kelime dahi olsa asla üzmemiş, herhangi bir hususta onun iradesine muhalefet etmemiş, tasdikini geciktirmemiş ve Hudeybiye günü emrini tutmada tereddüt etmemiş olmasıdır. Zira Hu-deybiye günü bazıları tereddüt emiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 319: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 319

ــ ] ٤٦٧[ ــ رد ــא أ ه أو ــ ــאن دة وا ــ ــ ا ه ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ن ــ ، ــ ؤ م أ ــ م ا ــ ــאل: م ــ ــ ا ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

ة. ــ ــ وا ــ ن ا ــ ، ــ א وا ــ ا

ــ ] ٤٦٨[ ــאم ا ة ا ــ ة ــ ــ ا כــ ــא م أ ــ ــ م ــ ــ ا ــא ــ و

ــא ــ وة و ــ ــ ــ و ــ ا ــ اه ا ــ ة ــ א ــ ــא و ض ــ

ــ ــ وا أ ــ כאن أ ــ أ ــא، כــ ــ ــ أ ــ ــ أ م أ ــ ــ ا ــא رأى

أ ــ ــ أ ــ ــ ــ آن כ ــ ــ ا ــ ــ ــ ن כــ ــ ة، و ــ ــ وا

. ــ ــ ــ وأ ــ ن أ כــ ــ ــ ــ ــ ــ כ ــ

ر ] ٤٦٩[ ــ ــ ــ ــ כ أ ــ ــ ــ ــ و כــ و ــא ــ أن أ ا ــ

ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــא ــ ــ و ــ ا إ أ ــ א ــ آن כ ــ ا

ــ ا ــ ــא כאن ا ، و ــ ــ أ ــ כــ أ ــא ان أ ــ א ــ ة و ــ ــ ا כــ

ــ ــא ــ أ أو ا ــ ــ ا اءة ــ א ــא ــ ــ ا א ــ ا م إ ــ ــ ــ و

ا ــ ــאل ــ .و א ــ رب ا ــאب، وا ا ا ــ ــ ــ ــא ــ أ ــ ا

. ــ א ــ أ ــ כאن א ا

ــא ] ٤٧٠[ ــ ــ ا ــ ر ــ כאن ــאك، و ا ا ــ ب : כــ ــ ــ ــאل أ

ــ ــאن . وا כــ ــא ــ إ أ א ــא כאن أ ــא و ــא أ ــ א ــ א إ أن ا

ــ א ــ و ــ כ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ כــ ر ــ ــ أ ء ــ ــ ــ ــכ أ ذ

ــ ــאر ــ ا دد ــ ــ و ــ ــ ، و ــ ء ــ ــ م ــ ــ ا ــ إراد

دد. ــ ــ دد ــ ــ إذ م ا ــ

٥

١٠

١٥

Page 320: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi320

[471] Bilindiği üzere Ali, Ebû Cehil’in kızını nikâhlamak isteyince, Hz. Peygamber minberde bunu dile getirmiştir. Biz, Allah Resulünün ken-disine emrettiği herhangi bir hususta Ebû Bekir’in tevakkuf ettiğini asla görmeyiz. Ancak bir defasında o, Hz. Peygamber’e özür beyan etmiş, o da yaptığını uygun görmüştür. Şöyle ki, Allah Resulü (s.a.) odasından/bölme-sinden geldiğinde, Ebû Bekir’i insanlara namaz kıldırırken bulmuştu. Ebû Bekir, Hz. Peygamber’i görünce geri çekilmiş, Peygamber de ona yerine geçmesini işaret etmişti. Bundan dolayı Ebû Bekir Allah’a hamd etmişti. Sonra Ebû Bekir geri çekilmiş ve safa girmişti. Bunun üzerine Allah Re-sulü öne geçmiş ve insanlara namazını kıldırmıştı. Selam verdiğinde Allah Elçisi, Ebû Bekir’e; “Sana emrettiğimde orada durmana mani olan ne idi?” diye sordu. Ebû Bekir, “Ebû Kuhafe’nin oğlunun Allah Resulünün huzu-runda öne geçmesi olmaz.” diye cevap vermişti.

[472] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu, Hz. Peygamber’e (s.a.) saygı göstermenin, itaat etmenin ve boyun eğmenin en üst derecesidir. Al-lah Resulü (s.a.), bunu yaptığından dolayı onu eleştirmedi. Zikrettiğimiz zorunlu aklî delil ile Allah Resulünün arkadaşlarının en bilgilisinin Ebû Bekir olduğu hususu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla onların yüce Allah’tan en fazla korkanının o olması da gereklidir. Nitekim Allah Teâlâ “Allah’dan, kulları içinde, ancak (kudret ve azametimi bilen) âlimler korkarlar.”

362 diye buyurmuştur. Takva, yüce Allah’tan korkmaktır. Yine birisi, “Ali, sahabe-nin en zahit olanı idi.” demiştir.

[473] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu câhil yalan söyledi. Bunun delili şudur: Züht, nefsin ses, mal, lezzetleri sevmekten ve çocuk ve maiyete mey-letmekten uzak kalmasıdır. Zühdün bu mananın dışında başka bir manası yoktur. Nefsin maldan uzaklaşmasına gelince, mevcut haberlere dair en kü-çük bir basireti olan herkes bilir ki Ebû Bekir çok malı olduğu halde -malı-nın kırk bin dirhem olduğu söylenir- müslüman olmuş, malının tamamını Allah rızası için infak etmiş ve yüce Allah uğrunda azap gören mümin köle-lerden ezilenleri azat etmiştir. Müşriklerin engelledikleri dayanıklı bir köleyi azat edememişti, fakat yüce Allah için işkenceye maruz bırakılan kadın ve erkeklerin hepsini -Hz. Peygamber (s.a.) ile birlikte hicret edinceye kadar- azat etmişti. Ebû Bekir’in malından sadece altı bin dirhem geri kalmıştı.

5

10

15

20

25

30

Page 321: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 321

כאح ] ٤٧١[ ــ ــ إذ أراد ــ ا ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ و

ل ــ ــ ر ء أ ــ ــ ــא כــ ــ ــ ــא ــא و ف و ــ ــ ــא ــ ــ ــ أ ا

ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــא ر ره ــ ة ــ ة وا ــ ــ إ ــ و ــ ا ا

ــ ه ــ ــאء ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ إذ أ ، و ــ ــ ــאز وأ

ــכ כא ــ ــ أن أ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــאر إ ــ כــ ــ ــא رآه أ ــאس א

ل ا ــ م ر ــ ، و ــ ــ ا ــאر ــ ــ ــכ ــ ذ כــ ــ ــ أ א ــ ا

ــ ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאل ــ ــא ــאس א ــ ــ ــ و ــ ا

ــ أن א ــ ــ أ ــא כאن ، כــ ــ ــאل أ ــכ، ــ أ ــ ــכ أن ــא ــ و

. ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ي ر ــ ــ م ــ

ــ ] ٤٧٢[ ل ا ــ ع ــ ــ وا א ــ وا ــ ا א ا ــ : ــ ــ ــאل أ

وري ــ ــאن ا א ــ ــ ، وإذ ــ ــכ م ذ ــ ــ ا כــ ــא أ ــ و ــ و ا

ــ ــ و ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאب ر ــ أ כــ أ ــא ــא أن أ ي ذכ ــ ا

ــאء﴾ ــאده ا ــ ــ ا ــא : ﴿إ ــ ــ و ــאل ا ، ــ ــ و ــא ــ أ أ

. ــ ــ כאن أز ن ــ א ــאل . و ــ ــ و ــ ــ ا ــ وا

ــ ] ٤٧٣[ ــא ــ إ ــכ أن ا ــאن ذ ، و ــ א ا ا ــ ب : כــ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ إ ــ ا ات، و ــ ــ ا ــאل، و ــ ا ت، و ــ ــ ا ــ ــ وب ا ــ

وب א ، ــ ا ا ــ ــ إ ــ ا ــ ا ــ ــ ــ ــ ا ــ א ــ وا ا

ــא ــ أن أ א ــאر ا ــ ا ء ــ ــ ــ ــ أد ــ ــ כ ــ ــאل ــ ا ــ ا

، ــ א ــ ذات ا ــא ــא כ ، ــ ــ در ــ أ ــ أر ــ ــאل ــ ــ و כــ أ

ــ ــ ، و ــ ــ و ــ ذات ا ــ ــ ا ــ ا ــ ا ــ ــ ا و

ل ــ א ر . ب و ا و כ כ ا ا ــ ف در ــ آ ــ إ א ــ ــ כــ ــ ــ ــ ــ و ــ و ــ ا ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 322: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi322

Bunun tamamını Allah Resulüyle birlikte götürmüş ve çocukları için bu maldan bir dirhem dahi bırakmamıştı. Sonra da bu malının tamamını Al-lah yolunda infak etmiş ve sadece kendisine ait bir abası kalmıştı. Konak-ladığında onu altına sermiş, bineğe bindiğinde onu üzerine almıştı. Hal-buki sahabeden (r.a.) kendisi dışındaki kimseler çok mal edinmişler, geniş imkânlara ve büyük malvarlığına helalinden ve hakları olarak ulaşmışlardı. Ancak yüce Allah’ın rızasını bu şekilde tercih edenler, infak eden ve elde tutan kimselerden daha zahittirler.

[474] Sonra Ebû Bekir halife oldu, fakat ne bir cariye edindi ne de malında artış oldu. Ölümü sırasında, kendisi ve çocukları için, tam olarak değil ama hakkının bir kısmını aldığı Allah’ın malından harcadıklarını he-sapladı ve Allah Resulü ile birlikte savaş ganimetlerindeki payından elde ettiği malından geri alınıp Beytülmal’e sarf edilmesini emretmişti. İşte bu, lezzetler ve mal konusundaki zühttür. Öyle ki bu konuda, ilk muhacirler olan Ebû Zer ve Ebû Ubeyde hariç, sahabeden hiçbir kimse, ne Ali ne de bir başkası, ona yaklaşamamıştır. Şüphesiz Ebû Zer ve Ebû Ubeyde, Allah Resulünden (ölümü sebebiyle) ayrıldıkları bu yol üzere hayatlarına devam ettiler. Sahabeden (r.a.) onların dışındaki kimseler, yüce Allah’ın kendile-rine helal kıldığı mubahlar konusunda geniş imkânlara sahip oldular. An-cak, kendi nefsi için Allah’ın rızasını tercih eden kimse en faziletlidir. Şayet Ebû Zer’in kendisi dışındakilere bir önceliği olmasa idi, ancak onun bir benzeri olan kimse onun önüne geçebilirdi.

[475] İşte bu, mal ve lezzetler konusundaki zühttür. Ömer, bu zühtte Ebû Bekir’i takip etti. Bu konuda o -yani mal ve lezzetlerden yüz çevirme hususunda- Ali’nin fevkinde idi. Ali’ye (r.a.) gelince, bu konuda o helalin-den büyük imkânlara kavuşmuştu. Öldüğünde, dört hanımı ve -hizmetçi ve kölelerinin dışında- on dokuz tane cariyesi (ümmü velet) vardı. Erkek ve kız olmak üzere yirmi dört tane çocuğu vardı ve onlara -toplumlarının zenginlerinde ve servetlerinde olmayan- mal ve mülkler bırakmıştı. Bu, bu konuda gelen haberler ve eserlerle alakalı en küçük bilgisi olan bir kimse-nin inkâr etmeye güç yetiremeyeceği bilinen bir durumdur. Ali’nin sadaka olarak verdiği malının miktarı, bağı-bahçesi dışında, bin vasak hurmayı aşıyordu. Nereden nereye?

5

10

15

20

25

30

Page 323: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 323

ــ ــא، ــא در ــ ــ ــ ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــא ــא כ

ــא ــ ــ ــאدة ى ــ ء ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــא ــא כ أ

ــ ــ ا ــ ر א ــ ا ه ــ ل ــ א إذ ــ א وإذا رכــ ــ ل ا ــ د إذ ــ

ــ ــ أ ــא، إ أن ــא و ــ ــ ــאع ا ــ وا ا ــאع ا ا ا ــ ــ وا

ــכ. ــ وأ ــ أ ــ ــ أز ــ و ــ ا ــכ

ــ ] ٤٧٤[ ــ ــ ــאل، و ــ ــ ــ و אر ــ ــא ا ــ ــ ا ــ و

ــ ــ إ ف ــ ــ ي ــ ــ ا ــ و ــאل ا ــ ه ــ ــ وو ــ ــ ــא أ

ــאزي א ا ــ ــ ــ ي ــ ــ ا א ــ ــ ــאل ــ ا ــ ــ إ ــ ــ وأ

ــאل ات وا ــ ــ ا ــ ــ ا ا ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ א وا

ــא ــא ذر وأ ن أ כــ ه، إ أن ــ ــ و ــ א ــ ا ــ ــ أ ــ ا ي ــ ا

ــא ــא אر ــ ــ ا ه ا ــ ــ ــא ــא ــ و ــ ا א ــ ا ة ــ

ــ ــ ا ــ ر א ــ ا ا ــ ــ ــ ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ر

، ــ ــ أ ــ ــ ا ــ ــ آ ، إ أن ــ ــ ــ و ــ ا ي أ ــ ــאح ا ــ ا

. ــ ــ כאن ــ إ ــא ه ــ ــא ــ כــ ــ ــא ذر ــ أن أ و

ــ ا ] ٤٧٥[ ــ ر כــ ــ ــ أ ــ ات، و ــ ــאل وا ــ ا ــ ــ ا ا ــ

ــאل ــ ا ــ ا ــ إ ــ ــכ ــ ذ ــ ق ــ ــכאن ــ ا ا ــ ــ ــא

ــ ــ أر ــאت ــ و ــ ــאب ا ا ــ ــ ــ ــ ــ ا ــ ر ــא ات، وأ ــ وا

ــ ــ و ــ أر ــ ــ و م وا ــ ى ا ــ ، ــ ة أم و ــ ــ ــאت و زو

ــ ــאء ــ أ ــ ا ــ ــא כא ــאع ــאر وا ــ ا ــ ك ــ ، و ــ ــ ذכــ وأ ا ــ و

ــאر، ــאر وا א ــ ــ ــ أ ــ ــכאره ــ إ ر ــ ر ــ ــ ا أ ــ ــ א و

ــ ــא ى زر ــ ا ــ ــ ــ و ــ أ ــ ــא כא ق ــ ــ ــאره ا ــ ــ و

ا؟ ــ ــ ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 324: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi324

[476] Çocuk sevgisine, çocuklara ve yakın çevreye meyletmeye gelince, bu konudaki durum, haberlere dair en küçük bilgisi olan hiçbir kimseye gizli kalmayacak kadar açıktır. Nitekim Ebû Bekir’in (r.a.) akrabalık ve soy-sop açısından -İslâm’daki fazilet konularının her birinde büyük fazi-letlere sahip olan kimselerden olup önde gelen ve ilk muhacirlerden olan- Talha b. Ubeydullah ve oğlu Abdurrahman b. Ebû Bekir gibi yakınları var-dı. Onun, Hz. Peygamber’le (s.a.) birlikte kadîm bir dostlukları, öncelikli hicreti ve açık bir fazileti vardı. Ebû Bekir, onlardan hiçbirini, bölgelerin herhangi birinde görevlendirmemişti (istihdam etmemişti). Söz konusu beldeler, genişliği ve işlerinin çokluğuna göre Yemen’in tamamı, Umman, Hadramevt, Bahreyn, Yemâme, Taif, Mekke, Hayber ve Hicaz’ın diğer iş-leridir. Şayet Ebû Bekir onları görevlendirmiş olsa idi, elbette onlar bu işlere ehil kimseler olurlardı. Fakat o, taraf tutmaktan/ iltimas geçmekten çekinmiş, nefsinden kaynaklanan bir meyil ile onlara meyletmekten endişe duymuştu.

[477] Sonra Ömer, bu konuda onun yolundan yürüdü. Ülkelerin ge-nişliği ve çokluğuna rağmen Adî b. Kâ’b oğullarından -sadece en- Nu’man b. Adî’yi Meysan’a vali olarak görevlendirmenin dışında- herhangi bir kimseyi görevlendirmedi. Halbuki o, Şam’ı, Mısır’ı ve Horasan’a varıncaya kadar bütün Fars ülkesini fethetmişti. Daha sonra en- Nu’man b. Adî’nin görevden alınmasında aceleci davrandı. Hicretten sonra onların içinde Kureyş’e mensubiyet açısından bir bağlantı kalmamıştı. Çünkü Mekke’de Adî oğullarından hicret etmeyen hiçbir kimse kalmamıştı. Bunların içinde öncelik sahiplerinden olup ilk muhacirlerden biri olan Said b. Zeyd, Ebu’l-Cehm b. Hüzeyfe, Harice b. Huzafe, Muammer b. Abdullah ve kendi oğlu Abdullah b. Ömer gibi şahıslar vardı. Sonra Ebû Bekir, oğlu Abdurrah-man’ı -sahabeden biri olduğu halde- kendi yerine halef olarak bırakmadı. Ömer de oğlu Abdullah’ı hilâfet işinde görevlendirmedi. Halbuki Abdul-lah, sahabenin faziletlilerinden ve hayırlılarından biri idi, insanlar ondan memnundu ve o hilâfet işine ehildi. Şayet Ömer, onu halife olarak bıraksa idi, hiç kimse ona muhalefet etmezdi. Fakat o böyle yapmadı.

5

10

15

20

25

30

Page 325: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 325

ــ ] ٤٧٦[ ا أ ــ ــ ــ א ــ א ــ ا ــ وإ ــ إ ــ وا ــ ا ــא وأ

ــ ر כــ ــ כאن ــ ــאر، א ــ ــ أ ــ ــ أ ــ ــ أن ــ

ــ و ــ ا א ــ ا ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ وا ا ــ ا ــ ا

ــ ــ ا اب ــ أ ــ ــאب כ ــ ــ ا ــ א ا ذوي ــ ــא وا

ــ ــ ا ــ ــ ا ــ כــ و ــ ــ أ ــ ــ ا ــ ــ ا م، و ــ ا

ــ כــ ر ــ ــ أ ــא ا ، ــ א ــ ، و ــא ة ــ ــ و ــ ــ و

א ــ ــ ــא ــ כ د ا ــ ــ ــאت، و ــ ا ء ــ ــ ا ــ ــ أ ا

כــ و ــ א وا ــ א وا ــ وا ت ــ و ــאن و ــא، א أ ة ــ وכ

כــ و . ــ أ ــכ ا ــ כא ــ ا ــ و ــאز، ا ــאل أ ــא و ، ــ و

ى. ــ ــ ا ء ــ ــ ــ إ ــ أن ــאة و א ء ا ــ

ي ] ٤٧٧[ ــ ــ ــ ــ ــ ــכ ــ ذ اه ــ ــ ــ ى ــ ــ

ــ و ــ و ــאم ا ــ ــ و ــא، وכ د ــ ا ــ ــ ا ــ أ ــ כ ــ

ــ ــאن، ــ ه ــ ي و ــ ــ ــאن ا ــאن، إ ا ا ــ س إ ــ כــ ا

ــ ن ــ ــאذ ــ ا ء ــ ــ ــ ــא ة ــ ــ ا ــ ــ و ع ــ أ

ــ ــ أ ــ ز ــ ــ ــ ، وכאن ــ א כــ إ ــ ــ أ ــ ــ ي ــ

ــ ا ــ ــ אر ــ و ــ ــ ا ــ ا ا وأ ــ ــ ذوي ا و ــ ا א ا

ــ ــ כــ ا ــ ــ أ ــ ــ ، ــ ــ ــ ا ــ ــ ا وا ــ ــ و

ــ ــכ ــ ا ــ ــ ا ــ ، و ا ــ א ــ ا ــ א ــ ــ و ا

ــכ ــאس وכאن ــ ا ــ ــ ر ــ و אر ــ و א ء ا ــ ــ ــ ــ و ا

. ــ ــא ــ ــ أ ــ ــא ا ــ ــ ا ، و ــ أ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 326: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi326

[478] Ali (r.a.) yönetimi ele aldığında, yakınlarını yönetici olarak gö-revlendirdiğini görmekteyiz. Nitekim o, Abdullah b. Abbâs’ı363 Basra’ya; Ubeydullah b. Abbâs’ı Yemen’e; Abbâs’ın iki oğlu Küsem364 ve Ma’bed’i Mekke ve Medine’ye; Ca’de b. Nemîre’yi -ki o kız kardeşi Ümmühânî b. Ebû Tâlib’in oğludur- Horasan’a; Muhammed b. Ebû Bekir’i -ki o, hanı-mının oğludur ve oğlunun kardeşidir- Mısır’a yönetici olarak görevlendir-mişti. Ali, insanların oğlu Hasan’a halife olarak biat etmelerinden hoşnut olmuştu. Biz, ne Hasan’ın ne de Abdullah b. Abbâs’ın hilâfeti hakkettiği-ni inkâr etmeyiz. Nasıl olur da Basra’ya yönetici olmalarına karşı çıkarız? Fakat şöyle deriz: İnsanlar bu konuda ittifak ettikleri halde, Abdullah b. Ömer ve Abdurrahman b. Ebû Bekir gibi kendi çocukları için hilâfeti; Talha b. Abdullah ve Said b. Zeyd gibi şahısları emir tayin etmeyi önem-siz görüp terk eden bir kimse, şüphesiz zühdün zirvesindedir ve alınması mubah olan şeyleri alan kimselerin bu yaptıklarının tamamından kesin olarak uzaktır. Böylece Ebû Bekir’in (r.a.) bütün sahabenin en zahidi ol-duğu, ondan sonra da Ömer’in en zahit kişi olduğu hususu zorunlu bir delil ile ortaya çıkmıştır. Söz konusu kişi, “Ali, sahabenin en fazla sadaka verenidir.” demiştir.

[479] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, bâtılı yüksek sesle dillendir-mektir. Çünkü Ali’nin mal ile alakalı olarak açık bir ortaklığının olduğu kaydedilmemiştir. Yüce Allah’ın rızasını kazanmak için Ebû Bekir’in (r.a.) malını infak etmesi durumuna gelince, bu durum yahudi ve hıristiyanlara gizli kalmayacak kadar meşhurdur, nasıl olur da müslümanlara gizli kalır? Sonra, bu konuda Osman b. Affan’ın zorluk ordusunun hazırlanması ba-kımından, başkalarına nasip olmayan bir üstünlüğü vardır. Böylece Ebû Bekir’in malı sebebiyle Ali’den (r.a.) daha fazla sadaka veren, ortaklık ve zenginliği daha çok olan bir kimse olduğu anlaşılmaktadır. Onlar, “Ali, İslâm’a girişte önceliği olandır ve asla putlara tapınmamıştır.” dediler.

[480] Ebû Muhammed şöyle dedi: Öncelikli olmaya gelince, Ali’nin öldü-ğünde altmış üç yıldan daha fazla ömrünün olduğunu ve kesin olarak hicretin kırkıncı yılında öldüğünü dikkate alan bir kimse yukarıdaki sözü asla söylemez.

5

10

15

20

25

30

Page 327: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 327

ــכ ] ٤٧٨[ ــ ا ــ אر ــ أ ــ ا ــ ــ إذا و ــ ا ــא ر ــא وو

ــ ا ــ ــ و ، و ــ ــ ا ــאس ــ ــ ا ة، و ــ ــ ا ــאس ــ

ــ ــ א ــ أم ــ أ ــ ا ة و ــ ــ ة ــ ــ و כــ وا ــ ــאس ا

ه ــ ــ و ــ وأ أ ــ ا ــ ا כــ و ــ ــ أ ــ ــאن، و ا ــ ــ א ــ أ

אق ــ כــ ا א ــ ، و ــ א ــ ــ ا ــאس ــ ا ــ ، ور ــ ــ

ــאرة أ ــ כ ، ــ ــאس ا ــ ا ــ אق ــ ا و ــ ــ ا

ــ ، و ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ ز ل إن ــ ــא כ ة ــ ا

ــ ــ ــ ــ ــ ــ ، و ــ ن ــ ــאس כــ وا ــ ــ أ ــ ا

ــ א ــ ــ ب ــ ــ أو أ ــ ز ــ أ ــ أ ــכ ــ ، ــ ــ ز ــ ا و

ــא وري أن أ ــ ــאن ا א ــ ه، ــ ــ أ ــ ــא أ ــ ــ أ ــא ــא ا

ــ א ا ا ــ ــאل ه، و ــ ــאب ــ ا ــ ــ ــ א ــ ا ــ ــ כــ أز

. ــ ــ ــ أכ وכאن

ــאرכ ] ٤٧٩[ ــ ــ ــ ــ ــ א א ة ــ א ه ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا ــ ــ א ــאق ــ إ ــ ــ ا כــ ر ــ ــ أ ــא أ ــאل وأ א ة ــ א

ــ ؟ ــ ــ ا ــ כ ــאرى د وا ــ ــ ا ــ ــ أن ــ ــ و

ــ ــא ة ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ا ــ ــ ــ ــ ا ــאن ر ــ ــאن

ــ ــ א م، ــ ــ ا ــאء ــאرכ و ــ ــ وأכ ــ כــ أ ــא ــ أن أ ه، ــ

ــא. ــ و ــ ــ م و ــ ــ ا ــא إ ــ ا ــ ا ــ א . و ــ ــ ا ــ ر

ــא ] ٤٨٠[ أن ــ ــ ــ أ ــ ــ ــ ــא ا ــא أ : ــ ــ أ ــאل

ة، ــ ــ ا ــ ــ أر ــכ ــ ــאت ــ و ــ ث و ــ ــ ــ ــ أכ ــאت و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 328: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi328

Böylece Hz. Peygamber (s.a.) hicret ettiği sırada Ali’nin yirmi üç yaşında ol-duğu anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’in (s.a.) Mekke’deki nübüvvet dönemi on üç yıl idi. Böylece Ali on yaşında olduğu halde Allah Resulü elçi olarak gönderilmişti. Dolayısıyla on yaşındaki bir çocuğun müslüman olması ve onun İslâm’a davet edilmesi, kişinin küçük çocuğuna din konusunda alış-tırma yaptırması gibidir. Ona ihtiyacı yoktu ve eğer inat edip yüz çevirseydi ona günah da yoktu. Eğer konuyu “Ali, elli üç yaşında olduğu halde ölmüş-tür.” diyen kimsenin görüşü dikkate alınırsa, bu durumda o, Allah Resulü peygamber olarak görevlendirildiğinde beş yaşında idi. Ebû Bekir ise otuz sekiz yaşında iken müslüman olmuştu. İşte bu, yüce Allah katında kendisiyle sorumlu tutulduğu İslâm’dır. Buluğ çağına ulaşmamış bir kimseye gelince, o ne mükelleftir ne de muhataptır. Dolayısıyla Ebû Bekir ve Ömer’in (r.a.) öncelikli olması Ali’nin öncelikli olmasından daha önce gelir.

[481] Ömer’e gelince, onun müslüman olması bi’setten altı yıl sonra-dır. Onun zenginliği, kendisinden önce müslüman olan pek çok kimsenin zenginliğinden daha çok olmuştur. Ali, Hz. Peygamber’in (s.a.) elçi olarak gönderilmesinden, sahabeden erkek ve kadın pek çok kimsenin müslüman olmasından, Allah yolunda eziyet çekmelerinden ve zorluklarla karşılaş-malarından yıllarca sonra sorumluluk (teklif ) sınırına ulaşmıştır. Ali’nin asla puta tapmamış olmasına gelince, bizler ve İslâmiyet döneminde dün-yaya gelenlerin tamamı asla putlara kulluk etmedik. Ammâr, Mikdat, Sel-man, Ebû Zer, Hamza ve Ca‘fer putlara kulluk etmişlerdir. Acaba bizler, bu açıdan, onlardan daha mı faziletliyiz? Bundan Allah’a sığınırız. Bunu, bir müslüman söyleyemez. Böylece bu durumun, Ali’nin, sahabeden (r.a.) herhangi bir kimseden daha faziletli olmasını gerekli kılması geçersiz ol-muştur. Şayet bu fazladan bir fazileti gerektirse idi, bu fazilet konusunda Aişe (r.a.) Ali’den (r.a.) öncelikli olurdu. Çünkü o, Hz. Peygamber (s.a.) hicret ettiğinde, sekiz yaşı geçkin bir kız idi ve babasının müslüman olma-sından yıllar sonra dünyaya gelmişti. Ali doğduğunda, onun babası Hz. Peygamber’in (s.a.) gönderilişinden yıllarca önce puta tapmakta idi. Ab-dullah b. Ömer de, dört yaşında iken babası müslüman olmuştu. Dolayı-sıyla o da asla puta tapınmamıştır. Böylece o, bu fazilette Ali’ye ortaktır. Bazıları, “Ali, sahabenin en iyi idarecisi idi.” demiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 329: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 329

، ــ ــ ث و ــ ــ ــ ا ــ و ــ ا ــ ــ ا א ــ ــ כאن ــ أ

ــ ــ ة ــ ث ــ ة ــ ــ ا כــ ــ ــ و ــ ا ــ ة ا ــ ــ وכא

ــ ــא ــ إ ــאؤه إ ام ود ــ ة أ ــ ــ م ا ــ ام، ــ ة أ ــ ــ م و ــ ــ ا

، ــ ــא أن أ ــ إ ــאء، و أن ه ــ ــ أن ــ ا ــ ه ا ــ ء و ــ ــ ا ر כ

ــ כאن ، ــ ن ــ ــאن و ــ ــאت و ــא ــאل أن ــ ل ــ ــ ــ ــ ا ن أ ــ

ــ כــ ا ــ م ا ــ ام، وכאن إ ــ ــ أ ــ ــ ا ــ و ــ ا ــ ــ ا إذ

ــ ــ ــא ، وأ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ر ــ م ا ــ ــ ا ، و ــ ــ ــאن و

ــ ــ ــכ أ ــ ــ כــ و ــ ــא أ ــ א ــ و כ ــ ــ ــ ا

. ــ ــא

ــאءه ] ٤٨١[ ن ــ ام ــ ــ أ ــ ــ ا ــ ــ ــ כאن إ ــ ــא وأ

ام ــ ــ أ ــ إ כ ــ ا ــ ــ ــ ــ و ــ ــ أ ــ ــאء أכ ــ ــ כאن أכ

ــאل ــ ر א ــ ا ــ ــ כ ــ أن أ ، و ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ

ــא ــ و ــ ــ ــ ــא כ ــ وأ ــ ا ا ــ ــ و א ــ ا ا ــ ــ أن ــאء و

ــ אن وأ ــ اد و ــ ــאر وا ــא، و ــ و ــ ــ م ــ ــ د ــ ــ وכ

ــ ــ ــ ــא أ ا ــאن ا و وا ا ــ ــ ــ ــ ا ، ر ــ ة، و ــ ذر، و

ــ ا ــ ن כــ ــ أن ، ــ ــ ــ ا، ــ ــ ــאذ ا ــכ؟ ــ ذ أ

ــ ــ ــ ــכ ــ כאن ذ ــ و ــ ا ــ ر א ــ ا ــ ــ أ ــ ــ

ــ ــא כא ، ــ ا ا ــ ــ ــא ــ ا ــ ر ــא ــ א ــ כא ا وإ ــ زا

ــ ــ إ ــ ، و ــ ــ وأ ــ א ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا א إذ

ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ــ و א ه ــ ــ وأ ــ و ، و ــ ــא م أ ــ إ

ــ ــ ــ ــ و ــ ــ أر ه و ــ ــ أ ــא أ ــ أ ــ ــ ا ، و ــ ــ و

. ــ ــ כאن أ ــ ــאل . و ــ ه ا ــ ــ ــ כ ــ ــ ــא، و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 330: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi330

[482] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu görüş, ne mümin ne de kâ-fire gizli kalmayacak bir şekilde yanlıştır. Yakın uzak, âlim câhil ve mü-min kâfir, İslâm’ı kimin iyi idare ettiğini bilir. Çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.) ölümünden sonra insanlardan pek çoğu küfre düştü. Dinden dönen Arapların istedikleri şeyleri Ebû Bekir hariç herkes kabul etmişti. Onlar İs-lâm’dan bölük bölük çıktıkları gibi, İslâm’a bölük bölük girinceye kadar ve zekâtlarını gönüllü ya da gönülsüz verinceye kadar, düşmanın saldırısına ve şiddetli korkuya Ebû Bekir’in sebat ettiği gibi bir kimse sebat etmiş midir? Ne onların topluluğu, ne yardımlaşmaları ne de müslümanların azlığı onu korkutmadı, ta ki Allah İslâm’ı aydınlattı ve onu izhar etti.

[483] Sonra Fars ve Rum sınırları boyun eğinceye kadar Kisra ve Kay-ser bütün mülküyle bozguna uğradı, orduları yenildi, bayrakları boynunu eğdi; İslâm yeryüzünün her tarafında üstün geldi, küfür ve taraftarları zelil oldu, müslümanların açları doydu, garibanları şeref buldu, fakirleri zengin oldu ve aralarında çekişmenin olmadığı kardeşler oldular, Kur’ân’ı okudu-lar ve dinde fakih oldular. Bütün bunlar Ebû Bekir’in sayesinde oldu.

[484] Sonra Ömer ikinci oldu. Daha sonra da Osman üçüncü oldu. Sonra insanlar, bütün bunların aksine ve müminlerin birliğinin parçalan-masına şahit oldular. Müslümanlar birbirlerine kılıç çekip savaştılar, kalp-lerine mızrak sapladılar ve on binlerce insanı öldürdüler. Bu durum onları, kâfirlerin ülkelerinden bir köy bile fethetmekten ya da onları dehşete dü-şürmekten veya savaşmaktan alıkoydu. Sonuçta, müslümanların ellerinde bulunan beldelerdeki kâfirler çoğaldı, müslümanlar da kıyamet gününe kadar bir araya gelemediler. Siyasette nereden nereye gelindi?

[485] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu câhillerin iddia ettikleri husus-ların tamamı yanlış olduğuna göre, bu durumda onlar yalan olduğu zâhir olan iddialardan başkasını elde edemediler. Bu iddiaların herhangi birisi-nin doğruluğunu gösteren bir delil de yoktur. Ortaya koyduğumuz üzere burhan ile sabit olmuştur ki Ebû Bekir, ilim, Kur’ân, cihat, züht, takva, haşyet, sadaka, köle azat etme, malî ortaklık, itaat ve siyaset konularında üstün bir derece, ezici bir öncelik ve yüce bir pay kazanmıştır. İşte bunlar, faziletin çeşitleridirler. Şüphesiz o, Hz. Peygamber’in (s.a.) kadınları hariç, sahabenin tamamından daha faziletlidir.

5

10

15

20

25

30

Page 331: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 331

ــ دري ] ٤٨٢[ ، ــ ــ و כא ــ ــ ــאء ــ א ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ م إذ כ ــ ــאس ا ــ ــ כא ــ وا ــ وا א ــ وا א ــ وا ــ وا ا

ــ ــ ا ــ وأذ ــ و ــ ا ــ ت ا ــ ــ رض ــ ا ــ أ ــ ــ כ

כــ ــ ــאت أ ــ ــ أ ــ ، כــ ــא ــא أ א ب ــ ــ ا ــ إ ــא د ل ــ ــ و

ــ ا ــ ــא ــא כ ا م أ ــ ــ ا ا ــ ــ د ف؟ ــ ة ا ــ و و ــ ــ ا ــ כ

ــ ــ و א ــ و ــ ــ ــ و ــ وכאر א כאة ــ ا ا ــ ــא وأ ا أ

ه. ــ م وأ ــ ــאر ا ا ــ أ م ــ ــ ا أ

ود ] ٤٨٣[ ــ ــ ــ أ ــא כ ة ــ ــ أ ــ ى و ــ ــ כ א ــ ــ

رض ــאر ا ــ أ م ــ ــ ا ــ وأ א כــ ر ــ و ود ع ــ وم، و ــ ــאرس وا

ــאروا ، و ــ ــ ، وا ــ ــ ذ ــ و ــ ا א ــ ــ و ــ وأ כ وذل ا

؟ כــ ــ ــ إ أ ــ ا ا ــ آن، و ــ ؤا ا ــ ــ و ف ــ ة ا ــ إ

ــ ] ٤٨٤[ ــכ כ ف ذ ــ ــאس ر رأى ا ــ ــ ــאن ــ ــ ــ ــ ــ

ــכ ف، و ــ א ــ ه ــ ــ و ــ ب ا ــ ، و ــ ــ ا اق כ ــ وا

ــ ف، و ــ ات ا ــ ــ ــ ــ ــ ــאح و א ــ ب ــ ــ

ــ ــ أ ــ א ب، أو ــ ــ ــ ــ أو ــ כ د ا ــ ــ ــ ــ أن ــכ

ــ ــ ، ــ د ــ ــ ي ا ــ ــאر ــא ا ــ ــ כ כ ــ ا ــ أ ــ ار

؟ ــ א ــ ــ א ــ ــ א م ا ــ ــ ن إ ــ ا

ا ] ٤٨٥[ ــ ــ ــאل و ء ا ــ ــאه ــא اد ــ כ ــ ذ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــאن א ــ ــא و ء ــ ــ ــ ــ ب د כــ ة ا ــ א ــאوي ــ د ــ إ

ــ ز، وا ــ ــ ا ، وا ــ ح ا ــ א ــאز ي ــ ــ ا כــ ــא ــא أن أ ــא أورد כ

ــ ــ وا ، وا ــ ى وا ــ ــ وا ــאد، وا آن وا ــ ــ وا ــ ا ، ــ ا

ــ ــ ــכ أ ــ ــ ــא ــ כ ه ا ــ ه و ــ . ــ א ــ وا א ، وا ــאرכ وا

. ــ ــ و ــ ا ــ ــאء ا ــ ــ ــ כ א ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 332: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi332

[486] Ebû Muhammed şöyle dedi: Biz, onlara (Şiîlere) karşı hadislerle delil getirmedik. Çünkü onlar bizim hadislerimizi, biz de onların hadis-lerini tasdik etmeyiz. Ancak büyük kalabalıkların naklîyle gelen zorunlu aklî delillerle iktifa ettik. Şayet imâmet, faziletteki öncelik sebebiyle hak ediliyor olsa, Allah Resulünün (s.a.) vefatından sonra Ebû Bekir (r.a.) ke-sin olarak insanların imâmete en layık olanıdır. Onun halifeliğine dair nas sahîh olarak geldiği halde bu nasıl olmasın? Ebû Bekir’in (r.a.) imâmeti sahîh olduğuna göre, kendisinden sonra Ömer’i (r.a.) halef bırakmasında ona itaat etmek de farzdır. Böylece ifade ettiğimiz ve müslümanların bu ikisi üzerinde -herhangi bir kimsenin muhalefeti olmaksızın- icmâ etmele-ri sebebiyle, Ömer’in imâmeti de farz olarak gerekli olmuştur. Sonra her-hangi birinin muhalefeti olmaksızın ümmetin tamamı Osman’ın imâme-tinin doğruluğu ve ona itaat etmenin gerekliliği hususunda ittifak etmiştir. Ali’nin hilâfetine gelince, nas ya da icmâ ile değil, savaşları konusunda -inşallah- açıklayacağımız bir delil ile sabittir.

[487] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ebû Bekir’in çok bilinen faziletlerin-den biri, yüce Allah’ın “İnkâr edenler onu iki kişiden biri olarak ( Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” di-yordu.”

365 meâlindeki sözüdür. İşte bu, büyük bir topluluğun naklîyle men-kul bir fazilettir ve âyette zikredilen kişinin Ebû Bekir olduğu hususunda hiç kimsenin itirazı yoktur. Böylece yüce Allah, Ebû Bekir’e, Allah Resulü (s.a.) ile birlikte yola çıkmasından dolayı arkadaşlık fazileti takdir etmiş; onu arka-daş ismiyle ve mağarada ikinci kişi olmakla tahsis etmiştir. Bütün bunlardan daha muazzamı ise, yüce Allah’ın onlarla birlikte olduğunu açıklamasıdır. İşte bu, başka hiç kimsenin ulaşamayacağı bir fazilettir.

[488] Ebû Muhammed şöyle dedi: Buna bazı arsızlar itiraz edip, yüce Allah’ın “... Arkadaşıyla konuşurken ona dedi ki: “Benim malım seninkinden daha çok...”

366 şeklinde buyurduğunu ileri sürdüler. Yine şöyle dediler: Ebû Bekir üzülmüştü, bunun üzerine Allah Resulü (s.a.) onu bundan nehyet-mişti. Şayet Ebû Bekir’in hüzünlenmesi yüce Allah’ın rızasına uygun olsa idi, elbette Allah Resulü (s.a.) onu yasaklamazdı.

5

10

15

20

25

30

Page 333: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 333

ن ] ٤٨٦[ ــ ــ ــ אد א ــ ــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ور ا ــ ا ا ــ ــא ا ــא وإ ــ אد أ ق ــ و ــא אد أ

ــאس ــ ا כــ أ ــ ــ ــ ا م ــ א ــ ــ א ــ ا ن כא ــ اف، כــ ا

ــ ــ ــ ــ وا כ ــא، ــ ــ و ــ ا ــ ت ا ــ ــ ــא

ــ ض ــ ــ א ــ ا ــ ر כــ ــ أ ــ א إ ــ ــ وإذ ؟ ــ

ــאع ــא، و ــא ذכ ــא ــ ــ א ــ إ ــ ــ ا ــ ر ــ ا

ــא ــא أ ــ כ ــ ا ــ أ ــא، ــ ــ أ ف ــ ــא دون م ــ ــ ا أ

ــ ــא ــא، وأ ــ ــאن وا ــ א ــ إ ــ ــ ــ ــ أ ف ــ ــ

م ــכ ــ ا ــאء ا ه إن כ ــ ــאن، כــ ــאع ــ و ــ ــ

. ــ و ــ

]٤٨٧ [: ــ و ــ ــ رة ــ ا כــ ــ أ ــ א ــ و : ــ ــ أ ــאل

ن ــ ــ א ل ــ ــאر إذ ــ ا ــא إذ ــ ا ــ א وا ــ כ ــ

ا ــ ﴿إذ أ

، כــ ــ ــ أ ــ أ ــ ــ أ ف ــ ــ כא ــ ا ــ ــ ه ــ ــא﴾ إن ا

ــ ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ا ــ إ ــאرכ ــ ا ــ ــ א ــ ا و

ــ ــכ כ ــ ذ ــ ــאر، وأ ــ ا ــ א ــ ، و ــ ــ ــ ا א ــ ــ ــ أ ــ و

. ــ ــ أ ــ ــא ا ــ ــא، و أن ا

ــאل ا ] ٤٨٨[ ــ ــאل: ــ ــ ا ــ أ ا ــ ــ ض ــ א : ــ ــ ــאل أ

ــ ن أ ــ ــ ــאل: و ﴾ ــא ــכ ــ ــא أכ ــאوره أ ــ ــ و א ــאل ﴿ : ــ ــ و

ــ ــא ــ ر ــ כאن ــכ ــ ذ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאه ر כــ

. ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאه ر ــא ــ و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 334: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi334

[489] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, bâtılı yüksek sesle açıklamaktır. Yüce Allah’ın yukarıdaki âyette “... Arkadaşıyla konuşurken...”

367 şeklinde-ki sözüne gelince; yüce Allah bunlardan birinin mümin diğerinin de kâfir olduğunu ve o ikisinin farklı olduklarını haber vermiştir. Dolayısıyla yüce Allah, sadece konuşma ve birlikte oturma noktasında onu “arkadaşı” diye isimlendirmiştir. Nitekim Allah Teâlâ, “ Medyen halkına da kardeşleri Şuayb’ı peygamber olarak gönderdik...”

368 diye buyurmuş, din konusunda değil ama yurt ve nesep hususunda Şuayb’ı onların kardeşi yapmıştır. Halbuki yüce Al-lah’ın “Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” diyordu.”

369 meâlindeki sözü bu şekilde değildir. Bilakis Allah Teâlâ din, hicret, yurttan çıkarılma, mağarada bulunma, Allah’ın onlara yönelik zaferinde, kâfirlerin onlardan korkmaları ve yüce Allah’ın onlarla birlikte olması hususlarında Ebû Bekir’i Hz. Peygamber’e arkadaş kılmıştır. İşte bu arkadaşlık, faziletin zirvesidir. Diğeri ise, Kur’ân’ın ifadesi ile eksikliğin zirvesidir.

[490] Ebû Bekir’in (r.a.) hüzünlenmesine gelince, Hz. Peygamber’in (s.a.) yasaklamasından önce bu hüzün, Allah’ın hoşnutluğunun en üst de-recesi idi. Çünkü Ebû Bekir, Allah Resulünün üzerine titriyordu. Bundan dolayı da Allah Teâlâ onunla birlikte idi. Yüce Allah, asilerle birlikte olmaz, bilakis onlara karşı olur. Hz. Peygamber (a.s) üzüntüyü Ebû Bekir’e yasak-lamasından sonra o hüzünlenmemiştir. Şayet bu rezillerin bir haya duyusu yada bir bilgisi olsa idi, böyle bir şeyi ileri sürmezlerdi. Zira Ebû Bekir’in üzüntüsü onun aleyhine bir kusur olsa idi, elbette bu Allah’ın elçisi olan Hz. Muhammed ve Hz. Mûsâ’nın aleyhinde de bir kusur olurdu. Çün-kü yüce Allah, Mûsâ’ya (s.a.) şöyle hitap etmiştir: “Allah, ‘Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size bir iktidar vereceğiz de âyetlerimiz sayesinde size (kötü bir amaçla) ulaşamayacaklar. Siz ve size uyanlar, galip gelecek olanlardır’ dedi.”

370

[491] Sonra yüce Allah, sihirbazların Mûsâ’ya şöyle dediklerini haber vermiştir: “Ey Mûsâ! Ya önce atmayı tercih edersin, ya da ilk atan biz oluruz” dediler. Mûsâ: “Yok, (önce) siz atın” dedi. Bir de ne görsün, onların ipleri ve değ-nekleri yaptıkları sihirden dolayı kendisine hızla sürünür gibi görünüyor. Bu-nun üzerine Mûsâ, içinde bir korku hissetti. Şöyle dedik: “Korkma (ey Mûsâ!). Çünkü, sensin en üstün olan.”

371 İşte Mûsâ, Allah’ın elçisi ve kelimesidir.

5

10

15

20

25

30

Page 335: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 335

א ] ٤٨٩[ ــ ا א ــ ــא . أ ــ א א ة ــ א ه ــ : و ــ ــ ــאل أ

אن، ــא ، و ــ ــ כא ــ وا ــא ن أ ــ ــ א ــ ا ــ أ ــאوره ــ و

ــ ــ ــ ﴿وإ א ــאل ــא . כ ــ ــ א ــאورة وا ــ ا ــ א אه ــ ــא

ا כــ ــ ، ــ ار وا ــ ــ ا כــ ــ ــ ا ــ א ــ أ ــ א﴾ ــ ــ א أ

ــ ــ ا ــ א ــ ــ ــא﴾ ن إن ا ــ ــ א ل ــ : ﴿إذ ــ א ــ

ــאر כ ــ ا א ــא وأ ــ א ة ا ــ ــ ــאر، و ــ ا اج و ــ ــ ا ة، و ــ وا

ــ א ى ــ ــכ ا ــ و ــ ا א ــ ه ا ــ ــא، ــ א ــ ــ כ ــא، و

آن. ــ ــ ا ــ ا

ــ ] ٤٩٠[ ل ا ــ ــאه ر ــ أن ــ ــ ــ ا כــ ر ــ ن أ ــ ــא وأ

ــ ــ ا ل ا ــ ــ ر א א ــ ــ כאن إ ، ــא ــ ا א ــ כאن ــ و ا

ن ــ ــא ، و ــ ــ ــאة ــ ا ن כــ ــ א ــ ــ و ــכ כאن ا ــ و و

ــכ ــכאن ذ ن و ــ ــ ا ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאه ر ــ أن ــ כــ ــ أ

ــ ــאء أو رذال ء ا ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ و ــ

ــ ــ ــכ ــכאن ذ ــ ــא כــ ــ ن أ ــ ــ כאن ا إذ ــ ــ ا ــ ــ

م: ــ ــ ا ــ ــאل ــ ــ و ن ا ــא، ــ ــ و ــ ــ و

ــ ــא و ــא أ א ــא כ ن إ ــ ــ א א ــ ــא כ ــ ــכ و ك ــ ــ ﴿

ن﴾ ــ א ــא ا כ ا

]٤٩١ [ ــ أن ــא ﴿إ ــ ا ــ א ــ أ ة ــ ا ــ ــ א ــאل ــ

ــ ــ و ــ א

ذا ــ ا ــ أ ــ ــאل ۞ ــ أ ــ أول ن כــ أن ــא وإ

ــא ۞ ــ ــ ــ ــ ــ و ۞ ــ ــא أ ــ ــ ــ إ

ــ وכ ــ و ــ ا ــ ا ل ــ ر ا ــ ﴾ ــ ا ــ أ ــכ إ ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 336: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi336

Yüce Allah, Firavun ve taifesinin ona ulaşamayacağını, Mûsâ ve kendisine inananların üstün geleceğini ona haber vermiştir. Sonra Mûsâ, sihirbaz-ların durumunu gördüğünden dolayı içinde bir korku hissetti, ta ki yüce Allah, ona “Kokma!” diye vahyedinceye kadar. İşte bu, Ebû Bekir’in duru-mundan daha ileri bir durumdur.

[492] “Ebû Bekir’in hüznü, şayet Allah’ın rızasına uygun olsa idi, Allah Resulü onu yasaklamazdı.” şeklinde bu fâsıkların dile getirdiği itiraz Ebû Bekir için kaçınılmaz olunca, -onu böyle bir şeyle ilzam etmekten Allah’ı tenzih ederiz-, bundan daha aşırısı Mûsâ için de kaçınılmaz olur. Mûsâ’nın kendi içinde bir korku hissetmesi, şayet Allah’ın rızasına uygun olsa idi, Al-lah bu korkuyu ona yasaklamazdı. Böyle bir şeyden Allah’a sığınırız. Bilakis Mûsâ’nın kendi içinde bir korku hissetmesi, ancak önceki vaadin unutulma-sıdır. Ebû Bekir’i üzülmekten nehyeden önceden belirtilmiş bir emir olmadı-ğından dolayı onun hüznü, yasaklanmadan önce Allah’ın rızasına uygundu.

[493] Hz. Muhammed’e (s.a.) gelince, yüce Allah aşağıdaki âyetler-de şöyle buyurmuştur: “Kim inkâr ederse, onun inkârı seni üzmesin.”

372

“Onlardan yana üzülme. (Tuzak kurmalarından dolayı da) sıkıntıya düşme.”

373 “Onların (inkârcıların) sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün güç Allah’ındır.”

374 “(Ey Muhammed!) Onlar için duyduğun üzüntüler yüzünden kendini helâk etme!”375”Demek sen, bu söze (Kur’ân’a) inanmazlarsa, arkala-rından üzülerek âdeta kendini tüketeceksin!”

376 Yine biz yüce Allah’ın şöyle buyurduğunu görüyoruz: “(Ey Muhammed! Biz çok iyi biliyoruz ki) söyle-dikleri elbette seni incitiyor.”

377

[494] İşte yüce Allah, kâfirlerin söyledikleri şeylerin Allah Resulü-nü üzdüğünü bildiğini ve Hz. Peygamber’i âyetle bundan nehyettiğini haber vermiştir. Dolayısıyla onların, Ebû Bekir’in hüznünde aynı şeyi murat ettikleri gibi, yüce Allah’ın Elçisine yasakladığı hüznü de gerek-çe göstermeleri gerekirdi. Evet, küfür olması bakımından onların söyle-dikleri şeyler sebebiyle Allah Elçisinin üzülmesi, yüce Allah’ın bunu ona yasaklamasından önce Allah’a itaat idi. Hz. Peygamber, yüce Allah’ın hüzünlenmeyi kendisine yasaklamasından sonra üzüntü duymamıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 337: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 337

ــ ــ و ، وأن ــ ن إ ــ ه ــ ن و ــ ن ــ ــ ــ و ه ا ــ ــ כאن أ

ــ ة ــ ــ ا ــכ إذ رأى أ ــ ذ ــ ــ ــ ــ ــ أو ، ــ א ــ ا ــ ا

. כــ ــ ــ أ ــ أ ــ ــ أ ا أ ــ ، ــ ــ ــ إ ــ و ــ ا أو

ــ أن ] ٤٩٢[ ــ ــא أن א כــ و ــא ــאق أ ء ا ــ ل ــ ــא م ــ وإذا

ــ ــ ــ م أ ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאه ر ــא ــא ــ כאن ر ــ

ــ א ــאه ا ــא ــ א ــא ــ כאن ر ــ ــ ــ ــ ا א م وأن إ ــ ــ ا

אن ــ כــ إ ــ ــ ــ ــ ــ ا ــאس ــ إ ا، ــ ــ ــאذ ا ــ و

، ــ ــ ــ أن ــ א ــא ــ ر ــ ا כــ ر ــ ن أ ــ م، و ــ ــ ا ا

ن. ــ ــ ا ــ ــ م إ ــ כــ ــ و

]٤٩٣ [ ــ ــ ــ כ ــאل: ﴿و ــ ــ و ن ا ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــא وأ

ون﴾ כــ ــא ــ ــ ــכ و ــ ن ــ : ﴿و ــ א ــאل ه﴾ و ــ ــכ כ ــ ــ ﴿ : ــ א ــאل ــא﴾ و ة ــ إن ا ــ ــכ : ﴿و ــ א ــאل و

ــ إن ــ אر آ ــ ــכ ــ א ــכ ﴿ : ــ א ــאل ات﴾ و ــ ــ ــכ

ــכ ــ إ ــ ــ ــאل: ﴿ ــ ــ ــ و ــאه א﴾ وو ــ أ ــ ا ا ــ ا ــ ن﴾ ــ ي ــ ا

ل ] ٤٩٤[ ــ ر أن ــ ــ أ ــא أ ــ א ا ا ــ ــאم ا ــ ــא أ ــ א و

ــכ ــ ذ ــ ــ و ــאه ا ن، و ــ ي ــ ــ ا ــ ــ و ــ ا ا

ــ א ــאه ا ي ــ ــ ا ــ و ــ ا ل ا ــ ن ر ــ ــ ــ ــא، ا ل ــ ر ن ــ إن ــ و اء. ــ اء ــ כــ ــ أ ن ــ ــ أراد ي ــ כא ــ

ــ أن ــ א ــ א ــ כאن כ ــ ا ن ــ ا ــ ــא כא ــ ــ و ــ ا

ن، ــ ــ ا ــ א ــ ــאه ر ــ أن م ــ ــ ا ن ــ ــא ــ و ــ و ــאه ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 338: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi338

Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.) üzüntü duymasını Ebû Bekir’e yasakla-masından önce, Ebû Bekir’in hüznünün yüce Allah’a yönelik bir ibadet olması da böyledir. O da, Hz. Peygamber’in hüzünlenmeyi kendisine ya-saklamasından sonra üzüntü duymamıştır. Allah Resulü (s.a.), kendisin-den dolayı üzüntü hissetmesini ona yasaklamış olduğu halde Ebû Bekir’in üzülmemesi nasıl mümkün olurdu? Nitekim yüce Allah, elçisine şöyle bu-yurmuştu: “Onlardan hiçbir günahkâra ve hiçbir nanköre itaat etme.”

378 Böylece yüce Allah, elçisine, onlara itaat etmesi söz konusu olmadığı halde, onlara itaat etmesini yasaklamıştır. İşte bu, ancak câhillerin ve ahmakların ileri sürebileceği bir itirazdır. Sapkınlığa düşmekten Allah’a sığınırız.

[495] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bazı câhiller, Allah Resulünün (s.a.), Ali b. Ebû Tâlib’i, hac emiri olduğu hac ibadetinde Ebû Bekir’in ardından göndermesini ve Ebû Bekir’den yetkiyi almasını, hacılara tebliğ edilmesi ve onlara okunması hususunda Ali’yi görevlendirmesini gerekçe göstererek bize itiraz etmiştir.

[496] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şüphesiz bu, Ebû Bekir’in fazilet-lerinin en büyüklerindendir. Çünkü o, hac mevsiminde, Ali b. Ebû Tâlib’e ve diğerlerine emir olmuştu. Onlar, ancak Ebû Bekir’in ilerlemesiyle iler-liyorlar, durmasıyla duruyorlar, onunla birlikte namaz kılıyorlar, hitap et-tiğinde susuyorlardı, hemen her konuda durum böyle idi. Berae sûresinde yüce Allah, Ebû Bekir’in faziletini ortaya koymuş; burada mağarayı, Hz. Peygamber’le birlikte çıkmasını ve yüce Allah’ın onlarla birlikte olduğunu zikretmiştir. Bu sûrenin Ali tarafından okunması, Ebû Bekir’in Ali’den ve onun dışındakilerden üstün olduğunun ilan edilmesi açısından daha etki-lidir. Dolayısıyla bu durum, Ebû Bekir’in lehinde kesin bir delildir. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

[497] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ancak Râfizîler Kur’ân’ı inkâr et-meye, onda noksanlık ve ziyadelik olduğu görüşüne varıyorlar. İşte bu, her bir âlim ve câhile varıncaya kadar, onların ahmaklıklarının, câhilliklerinin ve rezilliklerinin ortaya çıktığı durumdur. Ne kâfir ne de mümin, iki kapak arasında olan bu kitabın Hz. Muhammed’in (s.a.) getirdiği kitap olduğu hususunda şüphe duymaz. Allah Resulü, bu kitabı, yüce Allah’ın kendisine vahyettiğini bize haber vermiştir. Her kim buna itiraz ederse, düşmanıyla aynı olmayı kabul etmiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 339: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 339

ن ــ ــ ا ــ ــ و ــאه ا ــ أن ــ ــ و ــ א כــ ــ ن أ ــ ــא כאن כ

כــ ــ ــ و כ ن، ــ ــ ا م ــ ــ ا ــאه ــ أن ــ כــ ــ ن أ ــ ــא و

ن ــ ــ ن כــ ــ أن م ــ ــ ا ــאه כــ ؟ ــ ن ــ ــ כــ ــ ن أ כــ أن

ــ أن ــאه را﴾ ــ ــא أو כ آ ــ ــ م: ﴿و ــ ــ ا ــ ــ א ــאل ــא כ

، א ــ ــ وا ــ ا ــ أ ض ــ ــא ا إ ــ ، و ــ ــ א ــ כــ ــ ــ و

ل. ــ ــ ا ــא ذ ــ و

ــ ا ] ٤٩٥[ ل ا ــ ــ ر ــאل ــ ا ــא ض ــ : وا ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا ــ ا ــא ــ ا כــ ر ــ ــ أ ــ א ــ ــ أ ــ ــ ــ و

ــ ــ ا ــ أ ــא إ ــ ــ ، و כــ ــ ــ أ آءة ــ ــ ، وأ כــ ــ ــא أ

. ــ ــא ا و

ــ ] ٤٩٦[ ا ــ ــ כאن أ כــ ــ ــ أ א ــ ــ أ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ن إ ــ ــ و ن إ ــ ، ــ ــ ا ــ أ ه ــ ــ و א ــ ــ أ ــ

ــכ، ــ כ ــ ا ــ ــ و ن إذا ــ ، و ــ ن إ ــ ــ و

ــ و ــאر و ــ ا ــ أ ه ــ وذכــ ــ ا כــ ر ــ ــ أ ــא ــ آءة و ــ رة ــ و

ــ ــ ــא أ ــ اءة ــ ــא ــ א ن ا ــ وכــ ــ و ــ ا ــ ــ ا

ــא ، و ــ א כــ ــ ــ اه، و ــ ــ و ، و ــ ــ כــ ــ ــ أ ن ــ إ

. ــ ــ ا א

ــ ] ٤٩٧[ ــ آن وا ــ ــכאر ا ــ إ ــ إ وا ــ ا : إ أن ــ ــ ــאل أ

، ــ א ــ و א ــ כ ، إ ــ ــ و ــ و ــ ــ ــ ا أ ــ ، ــ ــאدة وا

ي ــ ــ ا ــאب כ ــ ا ــ ــ ا ي ــ ا ا ــ ــ أن ــ ــ و ي כא ــ ــ

ض ــ ــ ، ــ ــ إ א ــאه ــ أو ــא ــ وأ ــ و ــ ا ــ ــ ــ أ

وه. ــ ــ ــ ــ أ ا ــ ــ إ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 340: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi340

[498] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ebû Bekir’in imâmetine, ancak Allah Resulüne (s.a.) muhalefet eden, müslümanlara namaz kıldırması için öne geçirmesine karşı çıkan ve Allah Resulünün ikame ettiği bir makam-dan onu uzaklaştırmayı murat eden bir kimse itiraz eder.

[499] Ebû Muhammed şöyle dedi: “Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler.”

379 âyetinin yorumunda “Bundan maksat Ali’dir” demelerinden dolayı onları tekzip etmeyiz. Bilakis bu sahîh değildir. Çün-kü âyetin manası umûmîdir ve âyetin zâhiri, bunu yapan herkes için ge-çerlidir.

[500] Ebû Muhammed şöyle dedi: Böylece Ebû Bekir’in, Hz. Pey-gamber’in (s.a.) kadınlarından sonra sahabenin (r.a.) tamamından daha faziletli olduğu hususu zikrettiğimiz mezkûr deliller vesilesiyle ortaya çık-mıştır. Bu konudaki hadislere gelince, bunlar çoktur. Nitekim Allah Resulü (s.a.), Ebû Bekir hakkında şöyle buyurmuştur: “Arkadaşımı bana bırakınız. İnsanlar, ‘Yalan söyledin’ derken Ebû Bekir ‘Doğru söyledin’ demiştir.” “Şayet birisini dost edinecek olsa idim, hiç şüphesiz Ebû Bekir’i edinirdim. Fakat o benim kardeşim ve arkadaşımdır.” İşte doğru olan budur. Ali’nin kardeşliği meselesine gelince, bu sahîh değildir. Ancak o Sehl b. Huneyf ile kardeştir. Ebû Bekir’in faziletini gösteren hadislerden biri de şudur: Hz. Peygamber (s.a.), Ebû Bekir’in kapısı hariç, mescitteki bütün kapı ve aralıkların kapa-tılmasını emretmişti. İşte doğru olan budur.

[501] Yine Hz. Peygamber’in (s.a.) Ebû Bekir’e karşı çıkana ve namaz için Ebû Bekir’in dışındaki bir kimseye işaret edene kızması bunlardandır. Yine Hz. Peygamber’in “Malı hususunda da insanların bana en çok destek vereni Ebû Bekir’dir.” şeklinde buyurması da böyledir. Hz. Peygamber’in (s.a.) kadınlarından sonra, Ebû Bekir’in sonra da Ömer’in sahabenin hep-sinden faziletli olmaları hususundaki dayanağımız, Allah resulünün şu sö-züdür: Hz. Peygamber’e, “İnsanların hangisi sana en sevimlidir? diye soruldu-ğunda, “ Aişe’dir” diye cevap vermiştir. “Erkeklerden en sevimli olan kimdir?” diye sorulunca, “Âişe’nin babasıdır” diye buyurmuştur. “Ey Allah’ın Elçisi! Sonra kimdir?” diye sorulunca, “ Ömer’dir” diye cevap vermiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 341: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 341

ل ا ] ٤٩٨[ ــ ــ ر כــ إ زار ــ ــ أ א ض إ ــ ــא : و ــ ــ ــאل أ

م، ــ ــ ا ة ــ ــ ا כــ إ ــא ــ أ ــ ه ــ ، راد ــ ــ و ــ ا

. ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ א ــאم أ ــ ــ زا ــ

]٤٩٩ [ ــ ــאم ن ا ــ : ﴿و ــ و ــ ــ ــ כ א ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ا ــ ــ ــ ــ ا ــ ر ــכ اد ــ ا﴾ وإن ا ــ ــא وأ א و ــכ ــ

ــכ. ــ ذ ــ ــכ ــא א ــא و ــ ــ ن ا

ــ ] ٥٠٠[ א ــ ا ــ כــ ــ ــ أ ــא ــא ذכ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــא رة، وأ כــ ــ ا ا א ــ ــ و ــ ا ــ ــאء ا ــ ــ ــ ا ر

: כــ ــ ــ أ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ة כ ــ כ ــכ ــ ذ ــ אد ا

ــ ا ــ . و ــ : כــ ــ ــאل أ ــ و ا כ ــ א ــאس ن ا ــ ــ א ــ ا ــ د

. ــ א ــ و כــ أ و ــ כــ ــא ت أ ــ ــ ا ــ ــ ــ כ : ــ ــ و

، ــ ــ ــ ــ ــ إ ــ ــ ة ــ ــא إ ه، وأ ــ ــ ي ــ ا ا ــ و

ــ ــא א ــ ــ ا ــ ــאب و ــ כ ــ ــ و ــ ا ه ــ ــא أ و

ه. ــ ــ ي ــ ــ ا ا ــ . و כــ ــ أ

ــ ] ٥٠١[ ــ כــ و ــא ــאرج أ ــ ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــא و

ــ ــ أ : إن ــ ــ و ــ ا ــ ــא ة و ــ כــ ــ ــ أ ــ ــאر أ

ــ ــ ــ ــ כــ ــ ــ أ ــ ــא . و כــ ــ ــ أ א ــ ــ ــאس ا

ــ ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــאء ا ــ ــ א ا

ــ : ــ . ــ א ــאل: . ل ا ــ ــא ر ــכ ــאس إ ــ ا ــ أ ــ ــ إذا و

. ــ ــאل: ؟ ل ا ــ ــא ر ــ ــ ــ ــא. ــאل: أ ــאل؟ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 342: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi342

[502] Ebû Muhammed şöyle dedi: Biz, buna kesin olarak inandık, sonra da tevakkuf ettik. Şayet Allah Resulü (s.a.) bir açıklama ilave etmiş olsa idi, elbette onu eklerdik. Fakat biz, dine dair herhangi bir konuda sadece nassın ortaya koyduğu hususları söyleriz.

[503] Ebû Muhammed şöyle dedi: İnsanlar, Osman’ın mı yoksa Ali’nin mi (Allah her ikisinden de razı olsun) daha faziletli olduğu husu-sunda ihtilaf ettiler.

[504] Ebû Muhammed şöyle dedi: Kesin olarak kabul etmediğimiz ve bu konuda bize muhalefet edenleri de hatalı bulmadığımız halde, gön-lümüze düşen görüş, Osman’ın Ali’den daha faziletli olduğudur. En doğ-rusunu Allah bilir. Çünkü o ikisinin faziletleri, ekseriyetle birbirine denk gelmektedir. Nitekim Osman daha fazla Kur’ân okurdu, Ali’nin de fetva ve rivayetleri daha çoktu. Aynı zamanda Ali’nin kıraatte büyük bir payı vardı, Osman’ın da fetva ve rivayetlerde önemli bir payı vardı. Ali’nin biz-zat savaşlarda önemli bir konumu vardı; Osman’ın da malı sebebiyle buna benzer bir konumu vardı. Sonra Rıdvan Biatı’nda380 Hz. Peygamber (s.a.) Osman’ın sağ eli yerine kendi mübarek sol eline biat etmek suretiyle Os-man’ın eşsiz bir konumu vardır. Yine Osman’ın iki hicreti, kadîm bir ön-celiği, övülen ve çok değerli bir hısımlığı vardır. Bedir Savaşında bulunma-mıştır, buna rağmen yüce Allah ecrini ve payını tam vermek suretiyle onu Bedir ashabına ilave etmiştir. Hz. Peygamber de Osman’ı Bedir’de hazır bulunanlara ilave etmiştir. Böylece o, Bedir ashabından sayılmıştır.

[505] Dahası Ali’nin olmadığı kadar Osman’ın İslâm’da büyük fetihleri ve yol gösteren sireti vardır. Müslüman kanının akıtılmasına sebep olma-mıştır. Onun hakkında; meleklerin ondan haya ettikleri ve ona tabi olma-nın hak olduğu şeklinde sahîh haberler gelmiştir. Ali’nin faziletlerinden sahîh olanları, Hz. Peygamber’in (s.a.) şu sözleridir: “Senin benim yanımda-ki konumun, Hârûn’un Mûsâ’nın yanındaki konumu gibidir, ancak benden sonra nebî gelmeyecektir.” “Yemîn olsun, İslâm bayrağını yarın muhakkak bir adama vereceğim; o, Allah ve Rasûlünü sever, Allah ve Rasûlü de onu sever.”

5

10

15

20

25

Page 343: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 343

ــ ] ٥٠٢[ ل ا ــ ــא ر ــ زاد ــא و ــ و ا ــ ــא : ــ ــ ــאل أ

ــ ــאء ــא ــ إ ــ ا ء ــ ــ ل ــ ــא כ ــא د ــא א ــ ــ و ا

. ــ ا

ــ ] ٥٠٣[ ــ ر ــאن أم ــ أ ــ أ ــאس ــ ا : وا ــ ــ ــאل أ

ــא؟ ا

ء ] ٥٠٤[ ــ ــ و ــ א دون أن ــ ــ ــ ي ــ : وا ــ ــ ــאل أ

ــא א ن ، ــ ، وا أ ــ ــ ــ ــאن أ ــ أن ــכ ــ ذ ــא א ــ

ــא ــ أ . و ــ ــא وروا ــ ــ أכ أ وכאن ــ ــאن أ ــכאن ــ כ ــ ا ــאوم

ــ ، و ــ وا ــא وا ــ ا ي ــ ــ ــא ــאن أ اءة، و ــ ــ ا ي ــ ــ

ــאن د ــ ــ ا ، ــ א ــכ ــ ذ ــאن ــ و ــאد ــ ا ــ ــאت א

ــ ــאن ــ ــ ــ ــאره ا ــ א ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ن ر ــ

ــ ــ د و ــ م כــ ــ ــ و ــא ــאن و ــ ان، و ــ ــ ا

ــ ــא ــ ــ ، ــ ــאم و ه ا ــ ــ ــ ــ و ــ ا را ــ

. ــ ود ــ

ــ ] ٥٠٥[ ة ــ ، و ــ כــ ــ ــ م ــ ــ ا ــאت ــ ــ ــ כא

כ אح، وأن ا אر אءت آ ، و כ دم ، و אد م ا

ل ا ــ ــ א ــ ــ ي ــ ــ وا ــ ا ــ ــ أ ــ و ــ وأ ــ

ي. ــ ــ ــ ــ إ أ ــ ــאرون ــ ــ ــ : أ ــ ــ و ــ ا

. ــ ــ و ا ور ــ ا ور ــ ا ر ــ ــ ا ــ ا م: ــ ــ ا ــ و

٥

١٠

١٥

Page 344: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi344

İşte bu, her mümin ve fazilet sahibi kimse için gerekli olan bir sıfattır.

“Ali’yi ancak mümin olan sever ve ona ancak münafık olan buğzeder.” şeklin-

de Hz. Peygamber’in (s.a.) ahdine gelince, bunun benzeri “ Ensar’a, Allah’a

ve âhiret gününe iman eden bir kimse buğz etmez.” şeklinde Ensar hakkında

da sahîh olarak gelmiştir.”Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.”

rivayetine gelince, asla güvenilir raviler tarikiyle sahîh olarak gelmemiştir. Râfizîlerin ilişki kurduğu diğer hadislere gelince, bunların tamamı uydur-

madır. Bu durum, haberler ve bunların nakledilmesi konusunda en küçük

bilgisi olan bir kimse tarafından bilinir.

[506] Ebû Muhammed şöyle dedi: Biz, Ömer b. Hattab’tan sonra

önde gelen muhacirlerin faziletini kesin olarak kabul ederiz. Ancak şu ka-

dar var ki, onlardan herhangi birisinin Osman b. Affan, Osman b. Maz’un,

Ali, Ca‘fer, Hamza, Talha, Zübeyr, Mus’ab b. Umeyr, Abdurrahman b. Avf,

Abdullah b. Mes’ud, Sa’d, Zeyd b. Harise, Ebû Ubeyde, Bilal, Said b. Zeyd,

Ammâr b. Yasir, Ebû Seleme, Abdurrahman b. Cahş ve bunların dışında

onlara denk olan kimseler gibi, onun arkadaşından daha faziletli olduğunu

kabul etmeyiz.

[507] Sonra bu kimselerden sonra Akabe ehli gelir; daha sonra Bedir

ehli; sonra da sırasıyla her bir savaşa katılmış kimseler gelir. Hudeybiye’ye

varıncaya kadar her bir savaş ehli, kendisinden sonraki savaş ehlinden daha

faziletlidir. Muhacir ve Ensar’dan olup Rıdvan Biatı gerçekleşinceye kadar

ismi ifade edilen her bir kimsenin iman, hidayet ve iyilik üzere ölen sa-

lih müminler olduklarını, hepsinin cennet ehli olduklarını ve hiçbirinin

-aşağıdaki âyetlerden dolayı- cehenneme girmeyeceğini onların gıyabında

kesin olarak kabul ederiz. “(İman ve amelde) öne geçenler ise (Âhirette de)

öne geçenlerdir. İşte onlar (Allah’a) yaklaştırılmış kimselerdir. Onlar, Naîm

cennetlerindedirler.” 381 “Şüphesiz Allah, ağaç altında sana bîat ederlerken

inananlardan hoşnut olmuştur. Gönüllerinde olanı bilmiş, onlara huzur ve

güven duygusu vermiştir.” 382

5

10

15

20

25

Page 345: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 345

ــ إ ــא م: أن ــ ــ ا ه ــ ــ و א ــ و ــכ ــ ــ وا ه ــ و

ــ ــ أ ــ ا ــאر ر ــ ا ه ــ ــ ــ ــ . و ــ א ــ إ ــ و

ــ ــ ه. ــ ــ ه ــ ــ ــ כ ــא . وأ ــ م ا ــ א ــא و ــ ــ ــ

ــ ــ ا ــא ا ــ ــ ــ ا אد ــא ا ــא . وأ ــ ــאت أ ــ ا ــ

ــא. ــאر و א ــ ــ ــ أد ــ ــכ ف ذ ــ

ــ ] ٥٠٦[ ــ ــ ــ و ا ــ א ا ــ ل ــ و : ــ ــ أ ــאل

ــאن، ــ ــאن ــ כ א ــ ــ ــ ــ أ ــ ــא ــא إ أ ــאب ا

، ــ ــ ــ ــ و ــ وا ة و ــ ، و ــ ــ و ن، و ــ ــ ــאن و

ة ــ ــ ، وأ ــ אر ــ ــ ــ وز د، و ــ ــ ــ ا ف، و ــ ــ ــ ــ ا و

ــ ــ و ــ ــ ا ــ و ــ ، وأ ــ א ــ ــאر ــ و ــ ز ــ ل، و ــ و

. ــ ا ــ

ا ] ٥٠٧[ ــ ــא ــא כ ــ ا ــ أ ر، ــ ــ ــ أ ، ــ ــ ا ء أ ــ ــ ــ

ــ ــ ا ــ ه ــ ي ــ ــ ا ــ ا ــ أ ــ ــ أ ــ כ ا. ــ

ــ ــ إ ــ ا ــאر ر ــ وا א ــ ا ه م ذכــ ــ ــ ــכ ، ــ ــ ا إ

ن ــ א ن ــ ــ ــ כ ــ وأ ــ ــ ــ ــא ان، ــ ــ ا ــאم

ــ ــ ــ أ ــ ــ ا ــ أ ــ ، כ ــ ى وا ــ ــאن وا ــ ا ــ ا כ ــ א

ــ ن ۞ ــ ــכ ا ن ۞ أو ــא ن ا ــא : ﴿وا ــ א ل ا ــ ، ــ ــאر أ ا

ــ ــכ א إذ ــ ا ــ ا ــ

ر ــ ﴿ : ــ ــ و ــ ﴾ وכ ــ ــאت ا

﴾ ــ ــכ ل ا ــ ــ ــ ــא ــ ة ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 346: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi346

[508] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah’ın, onların kalplerinde-kini bildiğini, onlardan hoşnut olduğunu ve onlara huzur ve güven indir-diğini haber vermiştik. Dolayısıyla herhangi bir müslümanın onların du-rumları hakkında tevakkuf etmesi ve şüpheye düşmesi, -Hz. Peygamber’in (s.a.) “Kırmızı deve sahibi hariç383, (Bey’atürrıdvan’da) ağaç altında beyat edenlerden hiçbiri cehenneme girmeyecektir.” buyurması ve “ Bedir savaşına şahit olanlardan hiçbiri cehenneme girmeyecektir.” şeklinde haber vermesin-den dolayı- elbette doğru değildir.

[509] Sonra kesin olarak kabul ederiz ki samimi bir niyetle Allah Re-sulüne (s.a.) -bir saat dahi olsa- sahabe olan herkes cennet ehlindendir ve azap görsün diye cehenneme sokulmayacaktır. Ancak şu kadar var ki onlar, fetihten önce müslüman olan herhangi bir kimsenin derecesine ulaşama-yacaklardır. Bu, yüce Allah’ın aşağıdaki âyetleri sebebiyledir: “İçinizden, fe-tihten ( Mekke fethinden) önce harcayanlar ve savaşanlar, (diğerleri ile) bir de-ğildir. Onların derecesi, sonradan harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, hepsine de en güzel olanı (cenneti) vaad etmiştir.”

384

“Allah, (onlara zafer konusunda) bir vaadde bulunmuştur. Allah, vaadinden dönmez.”

385 “Şüphesiz kendileri için tarafımızdan en güzel mükâfat hazırlan-mış olanlar var ya; işte bunlar cehennemden uzaklaştırılmışlardır. Onlar ce-hennemin hışıltısını bile duymazlar. Canlarının istediği nimetler içinde ebedî olarak kalırlar. En büyük korku bile onları tasalandırmaz ve melekler onları, ‘İşte bu, size vaad edilen (mutlu) gününüzdür’ diyerek karşılarlar.”

386

[510] Böylece fetihten ( Mekke fethinden) önce malını harcayan ve savaşanların -yüce Allah’ın bizzat onları faziletli kılmasından dolayı- gı-yabında hükümleri verildiği hususu zorunlu olarak anlaşılmaktadır. Yüce Allah, sadece fazilet sahibi bir mümini üstün kılar. Fetihten sonra harcayan ve savaşan kimselere gelince, onların içinde Allah Resulünün (s.a.) de bil-mediği münafıklar vardır. Biz onları nasıl bilebiliriz? Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Çevrenizdeki bedevîlerden birtakım münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklıkta direnenler var ki sen onları bilmezsin. Biz onları biliriz. Onlara iki defa azap edeceğiz. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir.”

387

5

10

15

20

25

30

Page 347: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 347

ــ ] ٥٠٨[ ــ ر ــ ــא ــ ــ ــ أ ــ و ــא ا ــ أ : ــ ــ ــאل أ

ــכ ، و ا ــ ــ أ ــ ــ ا ــ ــ ، ــ ــכ ل ا ــ ، وأ ــ ا

ــ ــ א ــ ــאر أ ــ ا : ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ، و ــ ــ أ

ــ ــאر أ ــ ا ــ م أ ــ ــ ا ــאره . و ــ ــ ا ــ ا א ة إ ــ ا

را. ــ ــ

ــ ] ٥٠٩[ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ أن כ ــ ــ

ن ــ ــ ــ إ أ ــאر ــ ا ــ ــ ا ــ أ ــ ــא ــ ــ و אد

ــ ــ أ ــ כــ ي ــ ﴿ : ــ ــ و ل ا ــ ــכ ــ وذ ــ ا ــ ــ أ

ــ ا وכ و ــ א و ــ ــ ا ــ أ ــ ا ــ ــ در ــ ــכ أ أو ــ א و ــ ا ــ

ــ : ﴿إن ا ــ א ــאل ه﴾ و ــ و ا ــ ا ــ : ﴿و ــ א ــאل ﴾ و ــ ا ا

ــ ــ א و ــ ن ــ ون ۞ ــ ــא ــכ أو ــ ــא ا ــ ــ

ا ــ ــ כ ا ــ א و ــ כ ع ا ــ ا ــ ون ۞ ــ א ــ أ ــ ــא ا ون﴾ ــ ــ ي כ

ــ ا כــ

ــ ] ٥١٠[ ع ــ ــ ــ א ــ و ــ ا ــ ــ ا ورة أن כ ــ א ــ

ــ ــא ، وأ ــ א ــא ــ إ ــ א ، وا ــ א ــ إ א ــ ا ــ

ــ ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ن ــ א ــ ــ כאن ــ א ــ و ــ ا ــ أ

ــ أ ــ ن و ــ א اب ــ ا ــ כــ ــ : ﴿و ــ א ــאل . ــ ــ כ ــ و

ــ دون إ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــאق ــ ا دوا ــ ــ ا

﴾ ــ اب ــ

٥

١٠

١٥

Page 348: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi348

[511] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bundan dolayı onlardan her biri-ni bizzat bilemeyiz. Fakat şöyle deriz: Münafıklardan olmayan bir kimse, kesin olarak cennet ehlindendir. Çünkü yüce Allah, hepsine de en güzel olanı (cenneti) vaad etmiş ve vaadinden dönmeyeceğini de haber vermiştir. Kendisi için en güzel mükâfat hazırlanmış olan bir kimse, cehennemden uzaklaştırılmıştır. O, cehennemin hışıltısını bile duymaz. En büyük kor-ku bile onu tasalandırmaz ve canının istediği nimetler içinde ebedî olarak kalır.388 İşte bu, bizim görüşümüzün açıklamasıdır. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[512] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah’ın “Rıdvan biatında ağacın altında beyat edenlerden razı olduğu; onların kalplerinde olanı bil-diği ve onların üzerine huzur ve güven indirdiği” şeklindeki sözünü redde-den bir kimse, kaybetmiş ve hüsrana uğramıştır. En küçük bir bilgisi olan herkes Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Ammâr ve Mugîre b. Şu’be’nin (Allah onların hepsinden razı olsun) bu sıfata sahip olan kimse-lerden olduğunu bilir. Bu iki lanetli taife, yani Hâricîler ve Râfizîler, -Allah onlardan uzak eylesin- yüce Allah’a muhalefet etmek ve ona inat etmek üzere düzenlenmiştir. Dalâlete düşmekten Allah’a sığınırız.

[513] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu, sahabe (r.a.) hakkında-ki görüşümüzdür. Tabiine ve onlardan sonra gelen nesle gelince, tek tek onların gıyabında kesin bir hüküm veremeyiz, ancak din konusunda zorluklara sabırla göğüs gerdiği, hemen elde edeceği bir hedef olmaksı-zın dünyayı ötelediği açık olan kimseler bunun dışındadır. Ancak biz, -her ne kadar onlara saygı gösterilmesinde, ihtiramda; mağfiret ve rah-metle dua etmekte ve onlardan razı olmakta en üst seviyeye ulaşsak da-, söz konusu kimsenin ne durumda öldüğünü bilemeyiz. Fakat biz, genel anlamda kesin olarak onları dost kabul ederiz ve onlardan her birini -zâ-hiri itibarıyla- dost kabul ederiz. Herhangi birisinin ne cennetlik ne de cehennemlik olduğuna kesin olarak hükmetmeyiz, fakat onların cennete gireceklerini ümit eder, cehenneme girmelerinden üzüntü duyarız. Zira onlardan bizzat herhangi biri hakkında bir nas yoktur. Katından ge-len bir açıklama olmaksızın yüce Allah’tan haber vermek doğru değildir.

5

10

15

20

25

30

Page 349: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 349

ل: ] ٥١١[ ــ כــ ــ ــ يء ــ ــ כ ا ــ ــ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ا ــ و ــ ــא، ــ ــ ا ــ أ ــ ــ א ــ ا ــ כــ ــ ــ כ

ــ ــ ــ ا ــ ــ ه. وأن ــ ــ و ــ ــ أ ، وأ ــ ــ כ ــ ا א

. ــ א ــ ــא ا ــ ، و ــ כ ع ا ــ ــ ا א، و ــ ــ ــאر ــ ا ــ

. ــ א ــ رب ا ــא، وا ــ ا ــ و

ــ ] ٥١٢[ ــ ر ــ أ ــ و ــ ل ر ــ ــ رد ــ ــאب و ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــ و ــכ ل ا ــ ــ ــ ــא ــ ة و ــ ــ ا ــ א ــ ا

אر، ، و ــ ، وا ــ ــא، و ــאن، و ، و ــ ، و כــ ــא ــ أن أ ــ ــ أد ــ כ أ

، ــ وا ارج، وا ــ ، وا ــ ه ا ــ ــ ــ أ ــ ــ ا ، ر ــ ــ ة ــ وا

. ــ ــאدا ، و ــ ــ و ــא ، ــ اءة ــ ــאن ا ــאن ا א ــ ا ــ ا

ن. ــ ــ ا ــא ذ ــ و

ن ] ٥١٣[ ــ א ــא ا . ــ ــ ا ــ ر א ــ ا ــא ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــאل ا ــ ا ن ــ ــ ا إ ــ ا وا ــ ــ وا ــ ــ ــ ــ ــ و

ــ ري ــ ــא ، إ أ ــ ض ا ــ ــ ــא ــ ا ، ور ــ ــ ــ ا

ــ ة وا ــ א ــאء ، وا ــ ، و ــ ــ ــ א ــא ا ــאت، وإن ــאذا

ه، و ــ א ــ ــאن ــ כ إ ــא، و ــ ــ כــ ، ــ ان ــ وا

ــ ــ إذ ــאف ، و ــ ــ כــ ــאر. ، و ــ ــ ــ ــ أ ــ

ه. ــ ــ ــ ــ إ ــ و ــ ا ــאر ــ ا ــ و ــ ــאن ــ إ

٥

١٠

١٥

Page 350: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi350

Fakat şöyle deriz, tıpkı Allah Resulünün (s.a.) buyurduğu gibi; “Sizin en

hayırlınız, peygamber olarak gönderildiğim asırda olanlardır, sonra onları

takip edenlerdir, sonra da onları takip edenlerdir...” Bu hadisin manası, Al-lah Resulünün zikrettiği bu asırlardan her birinin kendisinden sonra ge-len asırdan genel olarak daha faziletli olduğudur. Elbette bundan başkası mümkün değildir.

[514] Bunun delili, tabiin asrında Müslim b. Ukbe el-Merrî, Hubeyş b. Dulce el-Kînî, el- Haccac b. Yûsuf es- Sakafî, Osman’ın katilleri, İbn Zübeyr’in ve Hüseyin’in (r.a.) katilleri (Onları katledenlere ve bu katilleri gönderenlere lanet olsun) gibi, fâsıkların en kötülerinin bulunmasıdır. Bu haber hakkında bize muhalefet eden kimseye, “Bu aşağılık ve çirkin fâsık-ların, üçüncü asırda ve sonraki asırlarda faziletli olan herkesten daha fazi-letli olduklarını” söylemesi lazım gelir. Öyle ki üçüncü hicri asırda Süfyan es-Sevrî, Fudayl b. İyaz, Mis’ar b. Kuddam, Şu’be, Mansur b. el-Mu’temir, Malik, el-Evzâ’î, el-Leys, Süfyan b. Uyeyne, Vekî’, İbn Mübarek, eş- Şafii, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhûye ve Dâvûd b. Ali (Allah onların hepsin-den razı olsun) gibi kimseler vardır. Dolayısıyla bu hiç kimsenin söyleme-yeceği bir şeydir.

[515] Zamanımızdaki bir kimsenin ya da bizden sonraki dönemde gelen bir kimsenin, yüce Allah nezdinde, Tabiin’den daha faziletli olması uzak olan şeylerdendir. Zira bunu meneden ne bir nas ne de bir delil gel-miştir. Veysel Karanî389 (Üveys el-Karanî) hakkında nakledilen hadis ise sahîh değildir. Çünkü bu rivayetin dönüp vardığı yer (medar) Üseyr b. Câbir’dir, o da güçlü bir ravi değildir. Şu’be, Amr b. Şu’be’ye -ki o Kûfeli olup Karanî ve Muradî’dir (Yemen’deki Murâd kabilesinin Karan aşiretine mensuptur.)- “Murad kabilesinin en şereflisi kimdir?” diye sorduğunu ve onlara Veysel Karanî’yi bildirdiğini zikretmiştir. Fakat o, kavmi içinde onu tanımamıştı. Sahabeye (r.a.) gelince, bunun hilafınadır. Yeryüzü ahalisin-den herhangi birisinin onların en alt derecesine ulaşması mümkün değil-dir. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

5

10

15

20

25

30

Page 351: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 351

ــ ي ــ ن ا ــ כــ ا : ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאل ر ــא ل: כ ــ כــ

ن ــ ــ أن כ ــא ــ إ ا ا ــ ــ .“ و ــ ي ــ ــ ا ــ ي ــ ــ ا ــ

ه. ــ ي ــ ن ا ــ ــ ا ــ א ــ ــ م أכ ــ ــ ا ــ ذכــ ون ا ــ ه ا ــ ــ

. ــ ا أ ــ ــ ز ــ

ــ ] ٥١٤[ א ــ ا ــ أ ــ ــ א ــ ا ــ ــ כאن ــ ــכ أ ــאن ذ و

ــ ــ ا ــ ــאج ، وا ــ ــ ا ــ د ــ ي و ــ ــ ا ــ ــ כ

ــ ــ ــ و ــ ، و ــ ــ ا ــ ر ــ ا ــ و ــ ا ــאن، و ــ و

ــ ــ أ א ــאق ا ء ا ــ ل: إن ــ ــ أن ــ ا ا ــ ــ ــא ــ א ــ

ــאض ــ ــ ا ري وا ــ אن ا ــ ه، כ ــ ــ ــ و א ن ا ــ ــ ا ــ א ــ כ

אن ــ ــ و ــ وا وزا ــכ وا א ــ و ــ ا ر ــ ــ و ام و ــ כــ ــ و

، ــ ــ را אق ا ــ ــ وإ ــ ــ ــא وأ ــאرك وا ــ ــ وا ــ ووכ ــ

. ــ ــ أ ــא ا ــ ، و ــ ــ ا ــ ر ــ وداود

ــ ] ٥١٥[ ــ ــ أ ــ ــא ــ ــ ــא و א ــ ز ن כــ ــ أن ــא و

ــ ــכ ــ ذ ــ ــ ا ت ــ ــ ، إذ ــ ــ و ــ ا ــ א ــ ا ــ ــ ر أ

ــ ــ أ اره ــ ن ــ ــ ــ ا ــ أو ر ــ ــ ا ، وا ــ ــ أ و د

ــ ــ ــ כ ة و ــ ــ و ــ ل ــ ــ ــ أ ــ ذכــ ى، و ــ א ــ ــ و א ــ ا

ــא ، وأ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ا ــ أو ــ ــ اد وأ ــ ف ــ ــ أ ادي ــ

ــ ــ أ ــ در ــ أ ــ أن ــ إ ا و ــ ف ــ ــ ــ ا ــ ر א ا

. ــ ــ ا א ــא رض، و ــ ا ــ أ

٥

١٠

١٥

Page 352: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi352

[516] Ebû Muhammed şöyle dedi: Râfizîlerden bazıları, Allah Resu-lüne (s.a.) akraba olanların sadece akrabalık sebebiyle bir faziletlerinin ol-duğu görüşünü kabul etmiştir. Bu görüşü savunanlar, yüce Allah’ın aşağıda zikredilen âyetlerini delil getirdiler: “Şüphesiz Allah, Âdem’i, Nûh’u, İbra-

him ailesini (soyunu) ve İmran ailesini (soyunu) birbirinden gelmiş birer nesil

olarak seçip âlemlere üstün kıldı. Allah, her şeyi hakkıyla işitendir, hakkıy-

la bilendir.” 390 “De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden,

akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” 391 “... İçlerinden

onlara bir peygamber gönder.” 392

[517] Ebû Muhammed şöyle dedi: Söz konusu âyetlerin tamamı bu konuda delil değillerdir. Yüce Allah’ın İbrahim ailesini (soyunu) ve İmran ailesini seçip âlemlere üstün kıldığını haber vermesine gelince, bir üçün-cü ihtimal olmaksızın şu iki durumun birinden uzak kalamaz: Ya bütün müslümanları kastetmiştir, nitekim bazı âlimler bunu dile getirmişlerdir. Ya da İbrahim’in ve İmran’ın ehl-i beytinden olan bir mümini kastetmiştir. Bunun dışındaki bir şey câiz değildir. Çünkü İbrahim’in babası Azer, Allah düşmanı olan bir kâfir idi. Allah onu, ancak cehenneme sokmak için seç-miştir. Zikrettiğimiz yönü murat etmiş ise, bu durumda İmran soyundan gelen Mûsâ ve Hârûn’un; İbrahim soyundan gelen İsmail, İshak, Yûsuf ve Ya‘kûb’un seçilip âlemlere üstün kılındıkları hususunda buna itiraz etmez ve bu konuda çekişmeyiz. Dolayısıyla burada Haşim oğulları lehinde nasıl bir delil vardır?

[518] Eğer onlar, “Allahım, Muhammed’e ve Muhammed ailesine salat ve selam olsun, Muhammed ve Muhammed ailesi mübarek olsun.” şek-linde yapmakla emrolunduğumuz duayı zikrederlerse, bu konudaki söz, dediğimiz gibidir, aralarında bir fark yoktur. Bu, her mümin için geçerli olan bir duadır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Onların malla-

rından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al

ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların kalplerini

yatıştırır.)” 393

5

10

15

20

25

30

Page 353: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 353

ل ا ] ٥١٦[ ــ ــ ر ا وي ــ ــ أن ــ إ وا ــ ا ــ : وذ ــ ــ ــאل أ

آدم ــ ا : ﴿إن ا ــ א ــ ــ ، وا ــ ــ ا א ــ ــ ــ و ــ ا

ــ ﴾ و ــ ــ ــא ــ ۞ ذر ــ א ــ ا ان ــ وآل ــ

ا ــא وآل إ و

: ــ א ــ ﴾ و ــ ــ ا دة ــ ا إ ا ــ أ ــ כ ــ ــ أ ﴿ : ــ ــ و

﴾ ر

﴿وا

ــ ] ٥١٧[ ــ ا ــ א ــאره ــא إ ، أ ــ ــ ــ ا כ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ א ــ ــ و ــ أ ــ ــ . ــ א ــ ا ان ــ ــ وآل ا آل إ

ــ ــ ــ أ ــ ــאء أو ــ ا ــכ ــאل ذ ــ ــ ــ כ ــא أن ــא: إ

ا ــ م כאن כא ــ ــ ا ــ ا ــ إ ن آزر وا ا ــ ــ ز ــ ان ــ ــ و ا إ

ــ ــא ي ذכ ــ ــ ا ن أراد ا ــ ــאر، ل ا ــ ــ إ א ــ ا ــ وا ا ــ

אق ــ א وإ ــ ان، وأن إ ــ ــ آل ــאرون ــ و ــ أن ــ אز ــ و א

ــ ــא ــא ــ ي ــ ، ــ א ــ ا ن ــ ــ ا ــ آل إ ب ــ ــ و و

؟ ــ א

ــ آل ] ٥١٨[ ــ و ــ ــ ــ ، ا ــ ــ و ر ــ ــאء ا وا ا ن ذכــ ــ

ق، ــ ــא و ــא ا כ ــ ــ ل ــ א . ــ ــ آل ــ و ــ ــאرك ــ و

ــ כ و ــ ــ ــ ا أ ــ ــ ﴿ : ــ א ــאل ــ ــ و ــכ ــאء ا د ــ و

﴾ ــ ــכ ــכ إن ــ ــ ــא و

٥

١٠

١٥

Page 354: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi354

[519] Allah Resulü (s.a.) de, “Allahım! Vefa sahibi olan babamın soyuna salat ve selam olsun.” diye buyurmuştur. İşte bu, onlara salat ve selam getir-mek suretiyle -tartışmasız bir şekilde- her müminin yapması gereken bir du-adır. Aynı şekilde her namazda farz olan teşehhütte kişinin “Selam, bizim ve Allah’ın salih kullarının üzerine olsun” şeklinde dua etmesi de böyledir. İşte bu selam, kadın erkek bütün müminlere yöneliktir. Dolayısıyla kendilerine selat ve selam getirilmek suretiyle gerçekleştirilen duada Haşim oğulları ve onların dışında kalanlar eşittirler. Bunların arasına bir fark yoktur.

[520] Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Sabredenleri müjdele. Onlar; başları-na bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.”

394 Böylece sabreden her mümine yüce Allah’ın rahmet ve merhameti vacip olmuştur. Haşim oğul-ları, Kureyş, Arap ve Acem olsun, bu sıfatı taşıyanların tamamı bu konuda eşittir. Buna ilaveten, yüce Allah’ın “Şüphesiz Allah, Âdem’i, Nûh’u, İbrahim ailesini (soyunu) ve İmran ailesini (soyunu) birbirinden gelmiş birer nesil ola-rak seçip âlemlere üstün kıldı.”

395 meâlindeki sözünü delil getiren kimseye, “Şüphesiz yahudilerin Hârûn neslinden olan bir kimse müslüman olursa, Haşim oğullarından daha faziletli, daha şerefli ve öne geçmeye daha layık-tır. Çünkü o İmran ailesinden ve İbrahim soyundandır; onların hakkında nas varit olmuştur.” demesi lazım gelir.

[521] Ebû Muhammed şöyle dedi: Böylece yüce Allah’ın sadece bu peygamberleri (s.a.) murat ettiği hususu kesin olarak anlaşılmaktadır. Yüce Allah’ın İbrahim’den (s.a.) hikâye ederek buyurduğu “(Rabbi şöyle buyur-muştu: “Ben seni insanlara önder yapacağım.”) İbrahim de, “Soyumdan da (önderler yap, ya Rabbi!)” demişti. Bunun üzerine Rabbi, “Benim ahdim (verdiğim söz) zâlimleri kapsamaz” demişti.”

396 meâlindeki sözü bu durumu açıklamaktadır. Böylece yüce Allah, İbrahim’in (s.a.) zürriyetinden gelen zâlimler ile başkalarının zürriyetlerinden gelen zâlimleri denk kılmıştır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz, insanların İbrahim’e en yakın olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamberdir (Muhammed)...”

397 Böylece yüce Allah, İbrahim’in (s.a.) velâyetini Hz. Peygamber’e (s.a.) ve İbrahim’e tabi olan kimselere tahsis etmiş ve buna kadın erkek her mümin -bir üstünlük ve bir ayrım olmadan- dâhil olmuştur.

5

10

15

20

25

30

Page 355: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 355

ــ ] ٥١٩[ ــ أو ــ آل أ ــ ــ : ا ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאل ر و

ــאء ــכ ا ف، وכ ــ ــ ــ ــ و ــ כ ة ــ א ــ ــאء ــ ا ا ــ

ــאد ا ــ ــא و م ــ : ا ــ ل ا ــ ــ ة ــ ــ כ ض ــ ــ ا ــ ا

ــ ــ ــ و א ــ ى ــ א ــ ــ و ــ כ م ــ ا ا ــ ، ــ א ا

ق. ــ ــ و م ــ א ــ و ة ــ א ــאء ق ا ــ إ

ا ] ٥٢٠[ ــ א ــ ــ א إذا أ ــ ۞ ا ــ א ا ــ : ﴿و ــ א ــאل و

ــכ وأو ــ ور ــ ــ ر ات ــ ــ ــכ ن ۞ أو ــ را ــ ــא إ وإ ــא إ

ى ــ א ــ א ــ כ ــ ــ א ا ات ــ ــ ون﴾ ــ ا ــ

، ــ ه ا ــ ــ ــ כאن ــ و ب وا ــ ــ وا ــ و א ــ ــ ا כ ــ

ــ ا ــא وآل إ آدم و ــ ا : ﴿إن ا ــ א ــ ــ ــ ا م ــ ــא وأ

د ــ ــ ا ــ אرو ــ ا ــ ــ أ ل: إن ــ ﴾ أن ــ א ــ ا ان ــ وآل

ــ آل ان و ــ ــ آل ــ ، ــ א ــ ف وأو ــ ، وأ ــ א ــ ــ ــ أ

. ــ ــ ورد ا ــ و ا إ

ــאء ] ٥٢١[ ــכ ا ــא أراد ــ إ ــ و ــא أن ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ا ــ إ ــא אכ ــ ــ و ل ا ــ ــא ــא א ا ــ ــ ــ و م ــ ــ ا

ى ا ــ ﴾ ــ א ي ا ــ ــאل ــאل ــ ــ ذر ــאل: ﴿و ــ م أ ــ ــ ا

ــ ــ ذر ــ א ــ ا م و ــ ــ ا ــ ا ــ إ ــ ذر ــ و א ــ ا ــ א

ــ ا ا ــ ه و ــ ا ــ ــ ا ــאس ــ ا : ﴿إن أو ــ ــ و ــאل ه و ــ

ــ ا ــ إ ــ ا م ــ ــ ا ــ ا ــ إ ــ א ــ ا ا﴾ ــ آ ــ وا

. ــ ــ و ــ و ا כ ــ ــ ــ ــ כאن ــא כא

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 356: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi356

[522] Yüce Allah’ın “De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.”

398 meâlin-deki sözüne gelince, bu âyet zâhiri üzere haktır. Nitekim Hz. Peygamber, Kureyş’ten olan akrabalarına sevgi göstermelerini onlardan istemiştir. Hz. Peygamber (s.a.), amcası Ebû Leheb’e sevgi göstermelerini müslümanlar-dan asla istemediği hususunda ümmetten hiçbir kimse ihtilaf etmez. Öte yandan Hz. Peygamber’in (s.a.) Bilal’e, Ammâr’a, Suheyb’e Süleyman’a ve Ebû Huzeyfe’nin azatlısı Sâlim’e müslümanların sevgi göstermelerini mu-rat ettiği hususunda şüphe yoktur.

[523] Yüce Allah’ın “Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder; (onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın.)”

399 anlamında İbrahim (s.a.) hakkındaki âyetine gelince, ni-tekim Allah Teâlâ, “... Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.”

400 ve “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın.”

401 diye de buyur-muştur. Böylece yüce Allah’ın kendileri içinden onlara bir elçi göndermesi suretiyle bu davet konusunda bütün ümmetler eşittir.

[524] Eğer itiraz eden kişi, “Allah, İsmail oğullarından Kinane’yi, Kina-ne’den Kureyş kabilesini, Kureyş’ten Haşim oğullarını, Haşim oğulları içinden de beni seçmiştir.” anlamındaki hadisi delil getirirse, bunun manası açıktır. Şöyle ki yüce Allah, Mûsâ’nın Levi oğullarından ve Levi oğullarının da İshak (s.a.) oğullarından olmasını dilemesi gibi, Hz. Peygamber’in (s.a.) Haşim oğullarından olmasını, Haşim oğullarının Kureyş’ten, Kureyş’in Ki-nane’den ve Kinane’nin de İsmail oğullarından olmasını dilemiştir. O, her peygamberi mensup olduğu kendi aşiretinden seçmiştir. Elbette bundan başkası mümkün değildir.

[525] Bu hadisi, bu mananın dışına hamletmek isteyen kimseye, “Haşim oğullarından, ya da Kureyş’ten ya da Kinane’den veya İsmail oğullarından her-hangi bir kimse cehenneme girecek midir yoksa girmeyecek midir? diye sora-rız. Eğer bunu inkâr ederlerse bu durumda küfre düşerler ve icmâya, Kur’ân’a ve sünnete muhalefet etmiş olurlar. Allah Resulü (s.a.) “Benim babam ve se-nin baban cehennemdedir.” ve “Ebû Tâlib cehennemdedir.” diye buyurmuştur.

5

10

15

20

25

30

Page 357: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 357

ــ ] ٥٢٢[ دة ــ ا إ ا ــ أ ــ כ ــ ــ أ ﴿ : ــ ــ و ل ا ــ ــא وأ

ــ ا دوه ــ ــ أن ــ م ــ ــ ا ــא أراد ه، وإ ــ א ــ ــ ا ــ ﴾ ــ ا

ــ أن ــ ا ــ د ــ ــ م ــ ــ ا ــ ــ أ ــ ــ ا ــ ــ أ ــ و

دة ــ ــ ــ ا م أراد ــ ــ ا ــ ــ أ ــכ ــ و ــ ــ و ــא دوا أ ــ

. ــ ــ ــ أ ، ــא אن، و ــ ، و ــ ــאر، و ل، و ــ

]٥٢٣ [ ــ ر ــ ــ م: ﴿وا ــ ــ ا ــ ا ــ إ ــ ــ و ــ ــא وأ

ــא : ﴿و ــ א ــאل ﴾ و ــ ــא ــ إ ــ أ ــ : ﴿وإن ــ ــ و ــאل ــ ﴾ ــ

ة ــ ه ا ــ ــ ــא ــ כ ت ا ــ א ﴾ ــ ــ

ــ ــאن ل إ ــ ــ ر א ــ أر

. ــ ــ ــ ــ ــ ــ ر ــ ن ــ

ــ ] ٥٢٤[ א ــ כ : إن ا ا ــ ي ــ ــ ا א ــ ا א ــ ــ ن ا ــ

، ــ א ــ ــ ــ ــ ، وا ــ א ــ כ ــא ــ ، وا א ــ ــ إ ــ و

ة ــ ــ ا ــ ــאر כ ــ ا א ــ ــ أ ــ و א ــאه . ــ א ــ ــ ــ א وا

ن ــ وכــ א ــ כ ــ ن ، وכــ ــ ــ ــ א ــ ن ــ وכــ א ــ ــ م ــ وا

ــ ن כــ وي، وأن ــ ــ ــ ن כــ ــ أن ــא ا א כ ــ ــ إ ــ ــ א כ

ــא. ــ ــ ــ ا ــ ــ م، وכ ــ ــ ا אق ــ ــ إ ــ وي

ــ ] ٥٢٥[ ــ ــא ا ــ ــ أراد ل ــ ، و ــ ا أ ــ ــ ز ــ و

ــ ــ أو א ــ כ ــ أو ــ ــ أو א ــ ــ ــ ــ أ ــ أ ا ا ــ ــ

آن ــ ــאع وا ا ا ــ א وا، و ــ ا כ ــ وا כــ ن أ ــ ؟ ــאر أم א ا ــ ــ إ

ــאر. ــ ا ــ א ــא ــאر، وأن أ ــ ا ك ــ ــ وأ م، أ ــ ــ ا ــאل ــ ، و ــ وا

٥

١٠

١٥

Page 358: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi358

Kur’ân-ı Kerim, Ebû Leheb’in ve diğer Kureyş kâfirlerinin cehennemde

olduklarını bildirmiştir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “ Ebû

Leheb’in elleri kurusun. Zaten kurudu. Ona ne malı fayda verdi, ne de ka-

zandığı. O, bir alevli ateşe girecektir.” 402 Böylece Haşim oğullarından olup

cehenneme girmeye müstahak olan bir kimsenin cehenneme gireceği ka-

bul edildiğine göre, Haşim oğulları ile diğer insanlar arasındaki eşitlik de

ortaya çıkmış oldu.

[526] Ebû Muhammed şöyle dedi: Allah Resulünün (s.a.) “Ey Mu-

hammed kızı Fatıma! Allah’ın dilediği bir şeyi senden uzaklaştıramam. Ya

Allah Resulünün halası Safiye! Allah’ın dilediği bir şeyi senden uzaklaştıra-

mam. Ey Abdulmuttalib oğlu Abbâs! Allah’ın dilediği bir şeyi senden uzak-

laştıramam. Ey Abdulmuttalib oğulları! Allah’ın dilediği bir şeyi sizden uzak-

laştıramam.” meâlindeki sözü, bu yanlış kanaati tekzip etmektedir. Allah

Teâlâ’nın aşağıdaki âyetleri, bütün bunlardan daha açıktır: “Ey insanlar!

Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız

için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na

karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.” 403 “Yakınlarınız ve çocuklarınız size

asla fayda vermeyecektir. Kıyamet günü Allah aranızı ayıracaktır.” 404 “Hiçbir

babanın çocuğuna hiçbir yarar sağlayamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına

hiçbir yarar sağlayamayacağı günden korkun!” 405 Yüce Allah Ad ve Semûd

kavimlerini, Nuh’un kavmini ve Lût’un kavmini zikrettikten sonra şöyle

buyurmuştur: “(Ey Mekkeliler!) Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlı?

Yoksa sizin için kitaplarda bir berat mı var?” 406

[527] Böylece herhangi bir kimseye -peygamberin oğlu, babası veya

annesi olsa dahi- Allah Resulüne (s.a.), ya da enbiyadan herhangi bir nebî-

ye veya resule (s.a.) akraba olması fayda vermeyeceği hususu zorunlu olarak

ortaya çıkmıştır. Nitekim yüce Allah’ın Nuh’un oğlu, İbrahim’in babası ve

Muhammed’in (Ona ve Allah’ın resullerine salat ve selam olsun) amcası

hakkındaki açıklaması bu konuda yeterlidir.

5

10

15

20

25

Page 359: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 359

ــאل ا ــכ ــאر، כ ــ ا ــ ــאر ــא כ ــאر، و ــ ا ــ ــא ن أ ــ آن ــ ــאء ا و

ــ ۞ ــ ــא כ و ــ א ــ ــ ــא أ ــ ۞ و ــ ــ ا أ ــ ــ ﴿ : ــ א

ــ ــא ــ أن ــ ــ ر ــ ا ــ ــ ــ ذا أ ــ ﴾ ــ ــאرا ذات

ــאس. ــא ا ــ ــ و ــאواة ا

ــ ] ٥٢٦[ ل ا ــ ل ر ــ ــ א ــ ا ا ا ــ ب כــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــא א، ــ ــ ا ــכ ــ ــ أ ــ ــ א ــא : ــ ــ و ا

ــ ــ أ ــ ا ــ ــאس ــא א، ــ ــ ا ــכ ــ ل ا أ ــ ــ ر

ــ א. وأ ــ ــ ا כــ ــ ــ أ ــ ا ــ ــא א، ــ ــ ا ــכ

ــ وأ ذכــ ــ אכــ ــא إ ــאس ا ــא أ ــא ﴿ : ــ א ا ل ــ ــ כ ا ــ ــ

: ــ א ــ ﴾ و ــ אכ أ ا ــ ــ כ ا إن أכ ــ אر ــ א א و ــ ــ אכ و

: ــ א ــ ﴾ و כــ ــ ــ א م ا ــ ــ دכ أو و ــ כ א أر ــ כ ــ ﴿

א﴾ ــ ه ــ ــ وا ــאز ــ د ــ ه و ــ ــ و ــ ي وا ــ ــא ا ــ ﴿وا

אرכــ ــאل: ﴿أכ ــ ط ــ م ــ ح و ــ م ــ دا و ــ ــאدا و : وذכــ ــ א ــאل و

﴾ ــ ــ ا اءة ــ ــ כ أم ــ כ أو ــ ــ

ــ ] ٥٢٧[ ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ا ــ ــ أ ــ ورة أ ــ ــ

ه ــ ــ أو أ ــ ا ــ أن ا م. و ــ ــ ا ، ــ ــאء وا ــ ا ــ ــ ، و ــ و

ــ ــ ر ــ ــ ــ و ا ــ إ ح ووا ــ ــ ــ ا : ــ א ــ ا ــ . و ــ ــ وأ

. ــ א כ ــ ا ــא م ــ ة وا ــ ا ا

٥

١٠

١٥

Page 360: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi360

[528] Yüce Allah, fetihten önce harcayan ve savaşanların fetihten sonra harcayan ve savaşanlardan daha yüksek derecede olduklarını açıklamıştır. Böylece Bilal, Suheyb, Mikdat, Ammâr, Sâlim ve Selman’ın Abbâs’tan, oğulları Abdullah, Fazl, Küsem, Ma’bed ve Ubeydullah’tan, Akîl b. Ebû Tâlib’ten, Hasan ve Hüseyin’den (Allah hepsinden razı olsun) daha faziletli oldukları yüce Allah’ın şahitliğiyle zorunlu olarak ortaya çıkmış oldu. Zira bunda şüphe yoktur. Âhiret yurdunda ancak amele binaen bir mükâfat vardır, Allah katında ne akrabalık ne de doğum sebebiyle bir menfaat elde etmek söz konusudur. Dünya mükâfat yurdu değildir. Dolayısıyla Haşimî ile Kureyşî arasında, Arap ile acem arasında ve habeşî ile siyahî arasında bir fark yoktur. Asalet ve kazanç, yüce Allah’tan sakınan kimseler içindir.

[529] Bize, Muhammed b. Sa’id b. Beyan tahdis etti; bize Ahmed b. Abdullah el-Basrî haber verdi; bize Kâsım b. Esbağ tahdis etti; bize Mu-hammed b. Abdusselam b. el-Haşenî tahdis etti; bize Muhammed b. el-Müsennâ tahdis etti; bize Abdurrahman b. Mehdî tahdis etti; bize Süf-yan es-Sevrî, Ebû İshak es-Sebîî’den, o da Hassan b. Fâid el-Absî’den tahdis edip şöyle dedi: Ömer b. el-Hattab (r.a.) şöyle dedi: “Farisî veya Nabatî olsa dahi kişinin asaleti dini, düşüncesi ve ahlakıdır.”

Ali’nin Sahabeden (r.a.) Kendisi ile Savaşan Kimselerle Savaşması

[530] Ebû Muhammed şöyle dedi: İnsanlar, bu savaş hakkında üç gruba ayrıldılar: Şîa’nın tamamı, Mürcie’nin bir kısmı, Mu‘tezile’nin cum-huru ve Ehl-i Sünnetin bir kısmı, Ali’nin savaşında isabet ettiğini ve ona karşı çıkanların hepsinin hatalı olduğunu söylemiştir. Vasıl b. Ata, Amr b. Ubeyd, Ebu’l-Hüzeyl ve Mu‘tezileden bazı gruplar şöyle dediler: “Ali, Mu-aviye ve Ehl-i Nehrevan ile savaşında isabet etmiştir.” Fakat onlar, Ali’nin Cemel ehli ile savaşması konusunda tevakkuf ettiler ve “İki taifeden biri hatalıdır, fakat onun hangisi olduğunu bilmiyoruz.” dediler.

[531] Hâricîler şöyle dediler: “Ali, Ehl-i Nehrevan ile savaşın-da hatalı olduğu halde, Cemel ve Sıffîn ehli ile savaşında isabet etmiş-tir.” Sa’d b. Ebû Vakkas, Abdullah b. Ömer ve sahabenin ekseriyeti Ali, Cemel ve Sıffin ehli hakkında tarafsız kalmayı benimsemiştir. Ehl-i Sünnetin ekseriyeti ve Ebû Bekir b. Keysan da bunu kabul etmiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 361: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 361

ــ ] ٥٢٨[ ــ در ــ أ א ــ و ــ ا ــ ــ ــ أ ــ أن ــ א ــ ا ــ واد ــ ــא، وا ، و ــ ورة أن ــ ــ ا، ــ א ــ و ــ ا ــ ــ أ ــ اــ ، و ــ ، وا ــ ا ــ ــאس، و ــ ا ــ אن، أ ــ ـــא، و א ــאرا و وــ ــ ا ، ر ــ ــ وا ، وا ــ א ــ ــ أ ــ ، و ــ ا ، و ــ وــ ة إ ــ ــ ا اء ــ ــ و ــכ ا ــ ذ ــ ، ــ א אدة ا ــ . ــــ و ــא دار ــ ا دات و ــ א ــאم، و ر א ــ א ــ ا ــ ــ و ه ــ ــ ــ ز ــ وا ، و ــ ــ و ، و ــ ــ و א ــ ق ــ ــ اء ــ

. ــ ــ و ــ ا ــ ا ز ــ م وا כــ وا

ــא ] ٥٢٩[ ، ــ ــ ا ا ــ ــ ــא أ ــאن، أ ــ ــ ــ ــ ــא ــ ــא ، ــ ــ ا ــ ــא ، ــ م ا ــ ــ ا ــא ، ــ ــ ا ــ אــאن ــ ، ــ אق ا ــ ــ إ ــ أ ري، ــ אن ا ــ ــא ي، ــ ــ ــ ا : ــ ــ د م ا : כــ ــ ــ ا ــאب ر ــ ا ــ ا ــאل ــאل ــ ــ ا א ــ

ــא. א أو ــ אر : وإن כאن ــ ــ و و

א ر ا אر ا ب و م כ ا

ــאل ] ٥٣٠[ ق، ــ ث ــ ــ ب ــ ــכ ا ــ ــאس ــ ا : ا ــ ــ ــאل أ

ــא כאن ، أن ــ ــ ا ــ أ ، و ــ ر ا ــ ، و ــ ــ ا ــ و ــ ا ، و ــאء، و ــאل وا . و ــ ــ ــ א ــ ، وכ ــ ــ ــ اا ، وو ، وأ ا ــ אو א ــא ــא ــ أن ــ ا ــ ا ، و ــ ــ ا وأ

. ــ ــא ف أ ــ ــ و ــ א ى ا ــ ا: إ ــ א ، و ــ ــ ا ــ أ ــ א ــ

ــ ] ٥٣١[ وأ ، ــ ا ــ أ ــ א ــ ــ ا ــ ارج: ــ ا ــ א وــאص، و ــ أ ــ ــ ــ وذ . ــ ا ــ أ ــ א ــ ء ــ ــ و ، ــــ وأ ، ــ ــ ف ــ ا ــ إ ــ א ا ر ــ و ، ــ ــ ا ــ و

ــאن. כ ــ כــ ــ وأ ، ــ ا ــ أ ر ــ ل ــ ــ و ، ــ ــ وأ ، ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 362: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi362

Sahabeden bir topluluk, Tabiin’in seçkinleri ve onlardan sonra gelen bazı gruplar Ali’nin Cemel ve Sıffin ehliyle savaşmasını -söz konusu iki savaşta Ali ile birlikte savaşmak için hazır bulundukları halde- doğru bulmuşlardır. Ebû Bekir b. Keysan da buna işaret etmiştir.

[532] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hâricîlere gelince, bu kitabımızın daha önceki kısmında, -hakemlerin hüküm vermesini inkâr etmek sure-tiyle delil getirmeleri hariç-, onların ve seleflerinin hatalarını açıklamıştık. Biz, onların diğer hükümleri konusunda konuşacağımız gibi, inşallah bu konuda da konuşacağız. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[533] Tevakkuf edene gelince, hakikatin kendisine tebeyyün etmedi-ği söylemekten başka bir delil yoktur. Hakikatin kendisine tebeyyün et-mediği kimseye de kalkıp hakikat vechini açıklamaya çalışmak ve onunla münazara etmenin anlamı yoktur. Onlar, ihtilaf zamanında savaşmayı terk etme hususundaki hadisler zikredip onunla delil getirmeye çalışmışlardır. İnşallah bunların genelini size açıklayacağız. Böylece geriye sadece Ali’yi bütün savaşlarında tasvip eden bir grup ile Cemel ve Sıffin ehlinden olup Ali ile savaşanları tasvip eden grup kalacaktır.

[534] Ebû Muhammed şöyle dedi: Cemel ve Sıffin günlerinde Ali’ye karşı savaşanları tasvip eden kimseler, şöyle demek suretiyle delil getirmiş-lerdir: “ Osman (r.a.), haksız olarak öldürülmüştür. Onu öldürenlerin kı-sas gereği öldürülmelerini talep etmek farzdır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişiz-dir.”

407 ve “İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımla-şın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.”

408

[535] Onlar, “Her kim zâlimleri barındırırsa, ya onlarla birlikte hare-ket etmiştir, ya da onlardan hakkı çekip almakta güçsüz kalmıştır. Her iki durum, bunu yapan kimsenin imâmetinin düşeceğinin ve onunla savaşıla-cağının delilidir.” dediler.

[536] Yine onlar şöyle dediler: “ Osman’ın bilgisi olmaksızın bazı şeyle-rin uygulanmasının imkânı açısından, bunların küçük bir kısmı hariç Os-man’ı ayıplamadılar. Nitekim bunların benzerleri gizli olarak uygulanabilir ve bunu insanlar ancak ortaya çıktıktan sonra bilebilir.”

5

10

15

20

25

30

Page 363: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 363

ــ ــ ، إ ــ ــ ــ ا ، و ــ א ــאر ا ، و ــ א ــ ا ــ א ــ وذ

ــ ــ א ون ــ א ــ ا ، و ــ ــאب ، وأ ــ ــאب ا ــ أ ــ ــ אر

ــאن. ــ כ כــ ــ ــא أ ا أ ــ ــ ــאر إ ــ أ ، و ــ ر כ ــ ا ا

ــ ] ٥٣٢[ ــ أ ، و ــ ــא ــ أو ارج، ــ ــא ا : أ ــ ــ ــאل أ

، ــ כ ا ــ ــ כ ــכאر ــ א ا ــא א ا ــ ــא א כ ــ ــ ــא

ــ ، وا ــ כא ــא أ ــ ــא כ ــא ــ כ א ــאء ا ــכ إن ــ ذ כ ــ

. ــ א ا رب

ــ ] ٥٣٣[ ــ ، و ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ أ ــ ــ أכ ــ ــ ــ ــ و ــא وأ

اه، ــ ــ ــ ــ ا ــ و ــ ــ أن ــ כ ــ א ــ ــ إ ــ ــ ــ ا ــ

ــאء ــא إن כــ כ ــ ف ــ ــ ا ــאل ك ا ــ ــ ــ אد ــא أ وا أ وذכــ

، ــ ــ ا א ، وا ــ و ــ ــ ــ ــ ــ ا א ــ إ ا ــ ــ א ا

. ــ ــ ــ وأ ــ ا ــ أ ــ אر ــ

ــ ] ٥٣٤[ م ا ــ ــ ــ אر ــ ــ ــ إ ــ ذ ــ : ا ــ ــ ــאل أ

ــ د ــ ــ ا ــ א ــא ــ ــ ــ ا ــאن ر ــאل: إن ن ــ ــ م ــ و

ــאل א﴾ و א ــ ــ ــא ــ ــא ــ ــ : ﴿و ــ ــ و ــאل ض. ــ ــ א

وان﴾ ــ وا ــ ــ ا ا ــ אو ى و ــ وا ــ ــ ا ا ــ אو : ﴿و ــ א

ــ ] ٥٣٥[ ــ أ ــ ــא ، وإ ــ ــאرك ــא ــ إ ــ א ــ آوى ا ا: و ــ א

ــכ ــ ذ ــ ــ ــ א אط إ ــ ــ إ ــ ــ ا: وכ ا ــ א ، و ــ ــ ا

. ــ ب ــ وو

אء ] ٥٣٦[ ــ ــאذ أ از إ ــ ــ ا، ــ ــ ــ ــאن إ أ ــ وا כــ ــא أ ا: و ــ א

ــא. ر ــ ــ إ ــא أ ا و ــ ــא ــ ــ ، ــ ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 364: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi364

[537] Onlar, “ Osman’a uygun görülmeyen şeylerin tamamı doğru olsa bile, -müslümanlardan herhangi birinin itirazı olmaksızın- bunlar sebebiy-le onun öldürülmesi helal değildir. Çünkü onlar, Osman’ın mallardan arta kalanlardan az bir kısmını kendisine ayırmasını ayıpladılar, halbuki bunu menetmek belli bir kimseye vacip değildir.”Yine onlar, yakınlarını yönetici yapmasından dolayı Osman’ı eleştirdiler. Söz konusu yöneticileri Osman’a şikâyet ettiklerinde onları azletmiş ve hak edene had cezası uygulamıştı. Yine Osman, el-Hakem b. Ebü’l-As’ın409 Medine’ye gelmesine müsaade etmişti. Halbuki Allah Resulü (s.a.), zorunlu bir had cezası ve cezalandırılmasına yönelik bir kanun söz konusu olmadan el-Hakem’i sürgüne göndermişti. Ancak bu, sürgünü gerektiren bir günahın cezası idi ve tövbe geçerli idi. Ha-kem tövbe ettiğinde, -müslümanlardan herhangi birisinin itirazı olmaksızın- bu ceza ondan düşmüştür. Böylece yeryüzünün tamamı onun için mubah olmuştur. Yine Osman, Ammâr’a beş kırbaç vurmuş, Ebû Zerr’i Rebeze’ye sürgün etmiştir. Bunların tamamı onun öldürülmesini mubah kılmaz. On-lar şöyle dediler: Ali’nin ( Osman’ın öldürülmesi) olayını gerçekleştirenleri barındırması, Allah Resulünün (s.a.) hareminde haksız yere kan dökülmesi, özellikle imamın ve Hz. Peygamber’in arkadaşının kanının akıtılması olay-ların en büyüğüdür. Hakkın uygulanmasına mani olmak ise, şüphesiz ifade ettiğimiz hususların hepsinden daha büyüktür.

[538] Onlar şöyle dediler: Muaviye’nin Ali’ye biat etmekten uzak dur-ması, Ali’nin Ebû Bekir’e biattan imtina etmesi gibidir. Ebû Bekir, (böyle yaptığından dolayı) Ali ile savaşmamış ve onu biate zorlamamıştı. Halbuki Ebû Bekir, Ali’nin Muaviye’ye güç yetirdiğinden daha fazla Ali’ye muktedir idi. Muaviye, Ali’ye biatini tehir hususunda Ali’nin Ebû Bekir’e biatini tehir etmesinden daha fazla mazeret sahibi ve daha uygun bir söylem sahibi idi. Çünkü Ensar’ın ve Zübeyr’in biat etmesinden sonra Ali’den başka müslü-manlardan hiçbiri Ebû Bekir’e biat etmekten imtina etmemişti. Ali’ye biat edilmesine gelince, sahabenin ekseriyeti ya Ali’ye karşı olmak ya da taraf-sız olmak üzere ona biati tehir etmişti. Sahabenin içinde Ali’ye tabi olanlar - Şam, Irak, Mısır ve Hicaz’daki yüz binden daha fazla müslümanın dışında-ki- küçük bir topluluktu. Onların tamamı Ali’ye biat etmekten imtina et-mişti. Muaviye, bu konuda, söz konusu kimselerden sadece biri değil midir?

5

10

15

20

25

30

Page 365: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 365

ــ ] ٥٣٧[ ــכ ــ ــא ــ ــאن ــ כــ ــא أ ــ أن כ ــ ا: و ــ א

ــ ء ــ אرا ــ ــ ا وا כــ ــא أ ــ إ م ــ ــ ا ــ أ ، ــ ــ أ ف ــ ــ

ــ ا إ ــכ ــא ــ אر ــ أ ــא، و ــ ــ ــ ــ ال، ــ ت ا ــ ــ

ــ ــאص إ ــ ا ــ أ כــ ا ف ا ــ ــ ، وأ ــ ــ ا ــ ــ ــאم ا ــ وأ ــ

ــא، و ا وا ــ כــ ــ כــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ، و ــ ا

، ــ ــ ، وا ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ذ ــ ــא כאن ، وإ ــ ــ ا ــ

אرت م، و ــ ــ ا ــ أ ــ ــ أ ف ــ ــ ــ ــכ ا ــ ــ ــאب ذا ــ

ة. ــ ــ ا ــא ذر إ ــ أ اط، و ــ ــ أ ــאرا ب ــ ــ ، وأ ــ א ــ ــא رض כ ا

כ ــ ــ اث ــ ــ ا ــ أ ــ ا آء ــ ا: وا ــ א م. ــ ــ ا ــ ا כ ــ و

ــ א ــאم، و א دم ا ــ ، ــ ــ و ــ ا ل ا ــ م ر ــ ــ ام ــ م ا ــ ا

ــ ، ــ ــ أ ــ ــאذ ا ــ إ ــ ، وا ــ ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

ــכ. ــ ــא ــא ذכ כ

]٥٣٨ [ ، כــ ــ ــ أ ــ ــ ــאع ، כא ــ ــ ــ ــ אو ــאع ا: وا ــ א

، ــ אو ــ ــ ــ ــ ــ ر ــ כــ أ ــ ، وأ ــ ، و أכ כــ ــ ــ أ אر ــא

ــ ه ــ ــ ــ ــ ــא ــ ر، وأ ــ ــ أ ــ ــ ه ــ ــ ــ אو و

ــ ه، ــ ــ ــ ا ــ כــ أ ــ ــ أ ــ ــ ــ ــא ن ، כــ ــ ــ أ

ــא ــא، إ وا ــ ــ א ر ا ــ ن ــ ــ ــ ــא ، وأ ــ ــאر، وا ــ ا א أن

ــ ــ ــ أ א ــ ــ ى أز ــ ــ ــ إ ا ــ א ــא ، و ــ ــ و ــא ــ وإ

ــ ا ــ إ כ אو ــ ــ ــ ــ ــ ا ــאز כ ــ وا اق، و ــ ــאم، وا א

ــכ؟ ــ ذ ء ــ ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 366: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi366

[539] Bunlara ilaveten, Ebû Bekir’e biat edilmesinde olduğu gibi, Ali’ye biat edilmesi de Hz. Peygamber (s.a.) tarafından belirlenmemiştir; Osman’a biat edilmesinde olduğu gibi, ümmetin icmâsı ile olmamıştır; Ömer’e biat edilmesinde olduğu gibi, itaat edilmesi zorunlu olan bir ha-lifenin tayin etmesi ile de olmamıştır. Ali’ye biat edilmesi, ne Ali’nin di-ğerlerine fazilet konusunda -hiçbir kimsenin itiraz edemeyeceği- açık bir üstünlük ile ne de istişare ile olmuştur. Ali’ye biat etmeye yaklaşmayanlar -ki Muaviye bunlardandır-, Ali’nin basiretle davranıp hakka dönünceye kadar, Ebû Bekir’e biat etmekten uzak durup altı ay diretmesinden daha mazurdur.

[540] Onlar şöyle dediler: “Şayet sizler, Allah Resulünün (s.a.) Ebû Bekir’i tayin etmesi Ali’ye gizli kalmıştır.” derseniz, size şöyle cevap ve-ririz: Şüphesiz Allah Resulünün (s.a.) Ebû Bekir’i namaz kıldırmak üzere öne geçirmesi ve Ali’ye müslümanlarla birlikte onun arkasında namaz kıl-masını emretmesinden dolayı bu durum Ali’ye gizli kalmamıştır. Ali’nin Ebû Bekir’e biatinin gecikmesi, Allah Resulünün (s.a.) Ebû Bekir’e bir hak olarak tanıdığı konumundan onu aşağıya çekme gayretidir, yine Allah re-sulünün (s.a.) Ebû Bekir’i namaz kıldırmak üzere öne geçirdiği açıklama-sını geçersiz kılma gayretidir. Bu ise, Allah Resulünün (s.a.) bir günahtan dolayı sürgüne gönderdiği bir insanı -ki o daha sonra tövbe etmiştir- geri getirmekten daha büyüktür. Dahası Ali de tövbe etmiş ve hatasını itiraf etmiştir. Çünkü o, altı ay tehir ettikten sonra Ebû Bekir’e biat ettiğine göre, şu iki durumun birinden zorunlu olarak uzak kalamaz: Ali ya biati geciktirmede isabet etmiş olmalıdır: bu durumda biat ettiğine göre hata etmiştir. Ya da biatinde isabet etmiş olmalıdır: Bu durumda da biatini ge-ciktirdiğinden dolayı hata etmiştir.

[541] Onlar şöyle dediler: Ali’ye biat etmekten uzak duranlar, ona biat etmeyi geciktirmelerinde hata yaptıklarını asla itiraf etmemiş-lerdir. Yine şöyle dediler: Şayet onların fiili hata ise, bu hata, Ali’nin Ebû Bekir’e biati geciktirmesindeki hatadan daha hafiftir. Şayet onla-rın fiili doğru ise, bu durumda genel olarak hatadan uzak kalmışlardır.

5

10

15

20

25

30

Page 367: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 367

ــ ] ٥٣٩[ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ــ כــ ــ ــ ــ ن ــ ــא وأ

ــ ــאن. و ــ ــ ــא כא ــ כ ــ ا ــאع ــ إ ، و כــ ــ ــ أ ــ ــא כא כ

ــ ــ ا ــ א ق ــ ، و ــ ــ ــ ــא כא ــ כ א ــ ا ــ وا ــ ــ

ــ אو ــכ و ــ ــא ون ــ א رى، ــ ــ ــ و ــ أ ــ ه ــ ــ

ــ رآى ــ ــ أ כــ ــ ــ أ ــ ده ــ ــ ، ــ ــ ر ــ ــ أ ــ

ــכ. ــ ذ ــ ــ ــ ا ة، ورا ــ ا

ــ ] ٥٤٠[ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ ــ ــ ن ــ ا: ــ א

ــ ــ ا ل ا ــ ــ ر ــכ ــ ــ ــ ــ כــ ــא: : כــ ــ ــ أ

، ــ ــ ا א ــ ــ ورآءه ن ــ ــא ه ــ ة، وأ ــ ــ ا כــ إ ــא ــ أ و

ــ ا ل ا ــ ــ ر ــכאن ــ ــ ــ ــ ــ כــ ــ ــ أ ــ ــ

ــ ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ ــ ــ ، و כــ ــ ــא ــ ــ و

ــ ا ل ا ــ ــאه ر ــאن ــ رد إ ــ ا أ ــ ة، و ــ ــ ا ــ إ ــ ــ و

ــ إذا ــ א ف ــ ــאب، وا ــ ــא ن ــ ــא ، وأ ــ ــאب ــ ــ ــ ــ و

: ــ ــ و ــ أ ورة ــ ــ ــ ــ ــא ــ ــ ــ أ ــ כــ ــא ــ أ א

ــ ــ ــ ــא ن כــ ، أو ــ א ــ إذ ــ أ ه ــ ــ ــא ن כــ ــא أن إ

ــא. ــ ــ إذا أ

ــ ] ٥٤١[ ــ أ ــ א ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ ن ــ ا: وا ــ א

ــ ــ ــ ا ــ ــ أ ــ ــ ن כאن ــ ا: ــ א ــ ــ ــ ــ

، ــ ــ ــ ا ا ــ ــ ــא ا ــ ، وإن כאن כــ ــ ــ أ ــ ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 368: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi368

Onlar şöyle dediler: Talha, Zübeyr, Sa’d b. Ebû Vakkas ve Ali arasındaki ay-rım/fasıla gerçekten kapalıdır/gizlidir. Nitekim onlar şurada Ali ile birlikte idiler, Ali’nin ne onların tamamına ne de onlardan birine üstün olduğunu gösteren bir fazileti ortaya çıkmamıştı. Halbuki Ali ile Ebû Bekir arasın-daki fark daha açık ve daha görünürdür. Dolayısıyla onlar, -aralarındaki fazilet mücadelesinin gizliliğinden dolayı- Ali’ye biatten imtina etmeleri bakımından daha mazurdurlar.

[542] Onlar şöyle dediler: Ali, Abdullah b. Habbab b. Eret’in katilleri-ne yaptığı gibi, Osman’ın katillerini de niçin cezalandırmadı? Halbuki iki olay da haramlık açısından eşittir. Dolayısıyla Osman’ın katledilmesindeki musibet, İslâm’da, yüce Allah nezdinde ve müslümanlara göre daha büyük bir cürüm, daha geniş bir ihlal ve daha çirkin bir günahtır, Abdullah b. Habbab’ın öldürülmesindeki musibetten daha etkili bir fâsıklıktır. Onlar şöyle dediler: Abdullah b. Habbab’ın kanını talep konusunda Ali’nin tutu-mu, “Bir kişi sebebiyle bir topluluğun öldürülmesini” gerekli görmemesi şeklindeki yorumundan kaynaklanan bir delili göstermektedir.

[543] Ebû Muhammed şöyle dedi: Özetlediğimiz bu hususların ta-mamını bu grubun delil olarak ileri sürmesi mümkün olan şeylerdendir. İnşallah biz, bu konuda hakikat ortaya çıkıncaya kadar, bu gruplardan her birinin kabul ettiği görüşleri -yüce Allah’ın yardım ve desteğiyle- konuşa-cağız.

[544] Ebû Muhammed şöyle dedi: -Yüce Allah’ın yardımıyla- Hâricî-lerin tahkimi inkâr etmeleri ile söz başlıyoruz.

[Tahkim Hadisesi]

[545] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onlar şöyle dediler: Ali, yüce Allah’ın dini konusunda bazı adamları hakem seçti. Halbuki yüce Allah, bunu, “Hüküm, yalnızca Allah’a aittir.”

410 ve “Hakkında ayrılığa düştüğü-

nüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir.” 411 meâlindeki sözleriyle haram

kılmıştır.

5

10

15

20

25

Page 369: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 369

ــ ا، ــ ــ ، ــ ــאص، و ــ و ــ أ ــ ، و ــ ، وا ــ ــ ن ــ ا: وا ــ א

ــא ، وأ ــ ــ ــ وا ، و ــ ق ــ ــ ــ و ــ ــ رى ــ ــ ا ا ــ כא

ــאء ر ــ ــ أ ــ ــ א ــ ا ــ ، ــ ــ وأ כــ ــ ــ وأ ــ ن ــ ا

. ــ א ا

ــאب ] ٥٤٢[ ــ ــ ا ــ ــ ــא ــאن כ ــ ــ ــ ــ ــ ا: و ــ א

م ــ ــ ا ــאن ــ ــ ــ א ، ــ ــ ا א ــ ــ ا ن ا ــ رت ــ ا

ــא، ــ إ ــא، وأ ــ ــא وأو ــ ــ أ ــ ا ــ و ــ و ــ ا و

ــ دم ــ ــ ا و ــ א ــאب، ــ ــ ا ــ ــ ، ــ ــ ا ــא ل ــ وأ

ــ ى ــ ن כــ כــ أن ــ ــ أ ــ ول ــ ــ ــ ــ ــאب ــ ــ ا

. ــ ا א ــ א ا

ــאه، ] ٥٤٣[ ــ ــ א ه ا ــ ــ ــ כــ أن ــא ا כ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ا ه ا ــ ــ ــ א ــ כ ــ إ ــא ذ ــ ن ــ כ ــ א ــאء ا ــ إن و

ه. ــ ــ و א ن ا ــ ــכ، ــ ذ ــ ح ا ــ ــ

]٥٤٤ [. כ ارج כאر ا ن ا و أ : אل أ

ــ ] ٥٤٥[ ، وا ــ א ــ ا ــ د ــאل ــ ا כــ ا ــ א : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــא ا : ﴿و ــ א ــ ﴾ و إ כــ : ﴿إن ا ــ ــכ م ذ ــ ــ ــ و

﴾ ــ ا إ ــ כ ء ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 370: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi370

[546] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ali (r.a.), Allah’ın dini konusun-da hiçbir kimseyi hakem olarak seçmemiştir. Böyle bir şeyden onu tenzih ederiz. Ancak o, yüce Allah’ın kendisine farz kıldığı gibi, O’nun kelâmını hakem olarak kabul etmiştir. Mushaflar mızrakların ucunda havaya kal-dırıldıkları zaman kavmin hepsi ittifak etmiş ve birbirlerini yüce Allah’ın Kur’ân’da indirdiği ile hüküm vermeye davet etmişlerdi. İşte bu, gayrısı hiçbir kimseye helal olmayan bir hakikattir. Çünkü yüce Allah şöyle bu-yurur: “Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin.”

412

[547] Ali (r.a.), Ebû Mûsâ’yı ve Amr’ı (r.a.), her biri kendi kavminin de-lilini ortaya koysun, iki grup adına tartışsın ve sonra da Kur’ân-ı Kerim’in gerekli kıldığı kimsenin lehine hükmetsinler diye hakem olarak tayin etti. Zira askerlerin gürültü ve karmaşasını anlamak ya da bütün askerlerin kendi delillerini ortaya koyup konuşması mümkün olmayan muhal şeyler-dendir. Böylece Ali’nin iki hakemi hakem olarak atamasında ve Kur’ân’ın zorunlu kıldığı hükme dönmesinde isabet ettiği hususu kaçınılmaz bir şe-kilde kesin olarak doğrudur. Bu, gayrı mümkün olmayan bir şeydir. Fakat Hâricîlerin ilkleri bedevî idiler; Allah Resulünden (s.a.) sahîh olarak gelen hadisleri/sünnetleri bütün inceliğiyle anlamadan önce Kur’ân’ı okudular. Fakihlerden herhangi biri onların içinde olmadı. Ne İbn Mes’ud’un taraf-tarlarından, ne Ömer’in taraftarlarından, ne Ali’nin, ne Aişe’nin, ne Ebû Mûsâ’nın, ne Muaz b. Cebel’in, ne Ebu’d-Derdâ’nın, ne Süleyman’ın taraf-tarlarından, ne de Zeyd’in, İbn Abbâs’ın ve İbn Ömer’in taraftarlarından biri onların içinde bulundu. Bundan dolayı, fetvaların incelikleri ve küçük-lükleri açısından kendilerine gelen en küçük musibet anında onlardan ba-zılarının diğerlerini tekfir ettiğini görürsün. Böylece bu topluluğun zaafı ve câhilliklerinin büyüklüğü ortaya çıkmış oldu. Onlar, hak olduğunu ortaya koyduğumuz burhanın desteklediği hususları inkâr ettiler. Şayet onların bilgisizliğinden kaynaklanmış olmasa idi, Sakife günü Ensar’ın haberini ka-bullenmeleri ve bütün muhacirlerle beraber onlara (r.a.) itaat etmeleri daha uygun olurdu. Ensar ve başkaları olmaksızın, yönetim Kureyş’e vacip oldu.

5

10

15

20

25

30

Page 371: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 371

]٥٤٦ [ ، ــ ا ــ د ــ ــ ر ــ ــ ا ــ ر כــ ــא : ــ ــ ــאل أ

ــא ، وإ ــ ــ א ض ا ــ ــא ا ــ כ ــ و م ا כــ כ ــא ــכ وإ ــ ذ ــאه א و

ــ ــא ــא ــ ا إ ــ ا ــאح، و ــ ا ــ א ــ ا ــ إذا ر م כ ــ ــ ا ا

ــ ــ ي ــ ــ ا ــ ا ا و ــ آن، و ــ ــ ا ــ ــ و ل ا ــ ــא أ כــ ا

ــ ل إن כ ــ وا ــ ا دوه إ ــ ء ــ ــ ــ אز ن ــ ل: ﴿ ــ ــ א ن ا ه ــ

﴾ ــ م ا ــ وا ــא ن ــ

ــא ] ٥٤٧[ ــ ا و ر ــ ــ و ــא ــ أ ــ ا ــ ر כــ ــא

ــ א ــ ا ــ א ــא כ ، و ــ ــ ــ ــא ــא ــ ن כ وا כــ

ي ــ ــ ا ــאل ا ــ ا ، وإذ ــ כــ آن ا ــ ــ ا ــ أو ــ אכ ــ

، ــ ــכ ــ ا ــ أ ــ כ ــכ أو أن ــ ا ، ــ ي ــ כــ ا

ــא ــ ع إ ــ ــ وا כ ــ ا כ ــ ــ اب ــ ــ ــ ــא ــ

ا ــ כא ارج ــ ا ف ــ أ כــ و ه، ــ ز ــ ي ــ ا ا ــ و آن، ــ ا ــ أو

ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ א ــ ا ــ ا ا ــ ــ أن آن ــ ؤا ا ــ ــא ا أ

د، ــ ــ ــאب ا ــ أ ــאء، ــ ا ــ ــ أ כــ ــ ، و ــ ــ و

ــ ــאب أ ، و أ ــ א ــאب ، و أ ــ ــאب ، و أ ــ ــאب و أ

ــאب رداء، و أ ــ ــ ا ــאب أ ، و أ ــ ــ ــאذ ــאب ، و أ ــ

ــ ــ כ ــ ا ــ ، و ــ ــ ــאس، وا ــ ، وا ــ ــאب ز אن، و أ ــ

م، ــ ــ ا ــ ــא، אر ــא و ــ ا א ــ د ــ ل ــ ــ אز ــ ــ أ ــא

כــ ــ ــ ، و ــ ــ ــא ي أورد ــ ــאن ا ــאم ا ــא وا כــ ــ أ ، وأ ــ ة ــ و

ــ ا ــ ر א ، وإذ ــ م ا ــ ــאر ــ ا ــ ب ــ ــ إ ــ

ــ ــאر، و ــ دون ا ــ ــ ب ا ــ ، ــ א ــ ا ــ ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 372: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi372

Onların bunu kabullenmeleri yirmi beş yıldan daha fazladır. Onların ekse-riyeti bunu bir sünnet sebebiyle idrak etti ve Hz. Peygamber’in (s.a.) duru-munun kesinlik kazanması gibi, onların hepsine göre sabit oldu. Bunların arasında bir fark yoktur. Çünkü Allah Resulünün (s.a.) durumunu onlara nakledenler, aynı zamanda Kur’ân’ı ve kanunları da onlara naklettiler. Böy-lece onlar, bütün bunlar vesilesi ile -ne bir ziyadelik ne de bir noksanlık ol-maksızın- bizzat onlara yakın oldular. Onlara sakife haberini ve yönetimin ancak Kureyş’te olacağı görüşüne Ensar’ın rucu ettiğini naklettiler.

[548] Onlar, yüce Allah’ın şu âyetlerini okuyorlardı: “İçinizden, fetihten ( Mekke fethinden) önce harcayanlar ve savaşanlar, (diğerleri ile) bir değil-dir. Onların derecesi, sonradan harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, hepsine de en güzel olanı (cenneti) va’detmiştir.”

413 “Muhammed, Allah’ın Resûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onları, rükû ve secde hâlinde görürsün...”

414 “Hakikaten Allah, ( Hudeybiye’de) ağacın altında sana biat etmekte oldukları vakit, o müminlerden razı oldu. Böylece kalblerinde olan sadakatı bildi de, üzerlerine manevî huzuru indirdi. Kendilerine de yakın bir zafer ( Hayber’in fethini) verdi.”

415

[549] Sonra şeytan onları kör etti. Yüce Allah, onları bir ilim üzere dalâlete sevk etti. Böylece onlar, Ali gibi birisine biat etmekten geri dur-dular. Said b. Zeyd, Sa’d, İbn Ömer ve diğerleri gibi, fetihten önce Al-lah yolunda harcayan ve savaşan kimselerden yüz çevirdiler. Aynı şekil-de fetihten sonra Allah yolunda harcayan, savaşan ve Allah’ın kendileri-ne güzeli (cenneti) vaadettiği diğer sahabilerden de yüz çevirdiler. Onlar, yüce Allah’ın kalplerindekini bildiğini, böylece onların üzerine huzur ve güven indirdiğini, onlardan hoşnut olduğunu ve Allah’a biat ettiklerini kabul eden kimseleri terk ettiler. Onlar, inkârcılara karşı çetin, birbirle-rine karşı da merhametli olan, rükuya ve secdeye giderek Allah’ın lütfü-nü ve rızasını gözeten, yüzlerinde secde izi bulunan, yüce Allah katından gelmiş olan İncil’de ve Tevrat’ta övülmüş olan sahabenin tamamını terk ettiler. Öyle ki yüce Allah onlar sebebiyle kâfirlere öfkelenmiştir. Ha-yır konusunda onların içyüzlerinin dışları gibi olduğuna hükmetmiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 373: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 373

ــ أدرك ر ، و ــ ــא وأ א ــ ــ و ــ ــ ــכ ــ وأن

ق، ــ ــ و ــ و ــ ا ــ ــ ا ــאت أ ــ כ ــ ــ ، و ــ ــכ ذ

آن، ــ ــ ا ا إ ــ ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ أ ا إ ــ ــ ن ا

ــ ــ ا ا ــ ، ــ ــ و ــאدة ــ ز א ــ ــכ ــכ ذ ا ــ ا ، ا ــ وا

. ــ ــ ن إ כــ ــ ــ أن ا ــאر إ ع ا ــ ، ور ــ ا

]٥٤٨ [ ــ ــ ــ أ ــ כــ ي ــ ﴿ : ــ א ــ أون ــ ــ و و

وכ ا ــ א و ــ ــ ا ــ أ ــ ا ــ ــ در ــ أ ــכ أو ــ א و ــ ا

ــ اء ــ أ ــ ــ وا ل ا ــ ر ــ ﴿ : ــ א ــ ﴾ و ــ ا ا ــ و

ا ــ ر ــ ﴿ : ــ א ــ . و ــ ا﴾ ا ــ ــא رכ ــ ا ــ ــאء ــאر ر כ ا

ــכ ل ا ــ ــ ــ ــא ــ ة ــ ا ــ ــכ א إذ ــ

ا ــ

ــא﴾ ــא ــ א وأ ــ

]٥٤٩ [ ، ا ، ــ ــ ــ א ــ ا אن وأ ــ ــ ا א ــ أ

ــ ــ ــ ــ أ ــ ، و ــ ــ ، وا ــ ، و ــ ــ ز ــ ــ ــ ا ــ وأ

ا، وو א ا ا و ــ א ا أ ــא ا ــ ا ــ ، وأ ــ א ــ و ا

ل ــ ، ــ ــ ــא ــ ــ ــ و ــ א ن ا ــ ون ــ ــ ا כــ ، و ــ ا ا

اء ــ ــ ا ، و ــ א ــ ا ا כــ ا ا و ــ א ، و ــ ــ ، ور ــ ــכ ا

א א، ا ا ور ن כ ا ا ، ا אء אر، ا כ ا

ــ ا ــ ، ــ راة وا ــ ــ ا ــ ــ د، ا ــ ــ ا ــ أ ــ ــ و

، ــ א ــ כ ــ ا ــ א ــ أن ع ــ ــאر ا כ ــ ا ــ ا ــ ــ ا ــ و

٥

١٠

١٥

Page 374: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi374

Çünkü yüce Allah, bunun böyle olduğuna şahitlik etmiştir. Neticede onlar (yani Hâricîler), sahabeden hiçbirine biat etmediler. Onlar, Hz. Peygam-ber’in (s.a.) vefatından sonra, peygamberlik iddiasında bulunduğu günler-de Secah’ın yandaşı olan Şeys b. Rib’i’ye biat ettiler, ta ki Allah ona idrak verdi ve sonrasında onlardan kaçtı ve onların sapkınlıklarını görüp anla-dı. Hâricîler için Abdullah b. Vehb er-Rasibi’den başka seçenek kalmadı. Abdullah b. Vebh, ne önceden (müslüman) bir geçmişi vardı ne de saha-bedendi, ne fakihliği vardı ne de Allah’ın hayırlı olduğuna şahitlik ettiği insanlardandı; o, topuklarına bevleden bir bedevî idi. Gidişatı ve seçimi bu şekilde olandan daha sapkın kim olabilir ki!?

[550] Aklının ve anlayışının noksanlığı, verdiği hükümde Allah Re-sulünü (s.a.) haksızlıkla itham etmeye götüren Zü’l-Huveysıra’nın önder-lerinden biri olduğu böylesi bir topluluğa bu haktır. Nitekim Zü’l-Hu-veysıra, Hz. Peygamber’in (s.a.) yüce Allah’ın kendisine gönderdiği elçisi olduğunu, onun vesilesi ile doğru yolu bulduğunu ve dini tanıdığını kabul ettiği halde, kendisini Allah Resulünden (s.a.) daha muttaki görmüştür. Halbuki Allah Resulü olmasa idi, bu durumda o eşek ya da ondan daha aşağı bir varlık olacaktı. İnayetin kesilmesinden (hızlân) Allah’a sığınırız.Tarafsız kalmayı tasvip eden gruba gelince, onlardan hakikatin kendisine ayan beyan olmadığı kimselerle, hakikatin kendisine açıklanması için ko-nuşulabilir. Böylece bir neticeye varması ona gerekli olur.

[Ali’nin İmâmeti Meselesi]

[551] Biz, -başarı Allah’ın yardımıyladır- şöyle deriz: İmâmetin gerek-liliği konusunda daha önce ifade ettiğimiz hususlar sebebiyle, imâmetin farz oluşu doğrudur ve vaciptir. Çünkü imâmet farzdır. Dolayısıyla farzın ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bu durum bu şekilde olduğuna göre, mevcut imam öldüğünde, yeni bir imamın takdimi için girişim-de bulunmak gerekli ve farzdır. Biz, bir imamın önder kabul edilmesi-nin gerekliliğini daha önce açıklamıştık. Zira bunun tamamı bizim ifade ettiğimiz gibidir. Osman (r.a.) halife olduğu halde öldüğünde, -imamsız kalmamaları için- insanlara önderlik edecek bir imamın seçilmesi farzdı.

5

10

15

20

25

30

Page 375: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 375

ذن ــ ــ ــ ر ــ ا ــ א ، و ــ ا ــ ا أ ــ א ــ ــכ ــ ــ ــ و ن ا

ارכــ ا ــ ، ــ ــ و ــ ا ــ ت ا ــ ــ ة ــ ــ ا ــאم اد אح أ ــ

ــ ــ ا ــ ــ إ אر ــ ا ــ ــ ــ ــ ، و ــ ــ ــ ــ و

. ــ ــ و ــא ــ ــ ال ــ ــ ا ــ أ ا ــ ا و

ــאره ] ٥٥٠[ ــ وا ه ــ ــ ــ ــ أ ، ــ ــ ــ ــ ا ــ و و

ــ ــ د ، و ــ ــ ــ ي ــ ة ا ــ ــ ذو ــ أ ــ כאن أ ــ כــ و

ــ ارك ورأى ــ ، وا ــ כ ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ه ر ــ ــ إ

ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ أ ــ ا و ــ ، ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر أورع

ذ ــ ، و ــ ــאرا أو أ ــכאن ه ــ ، و ــ ف ا ــ ــ ى و ــ ــ ا ــ و ــ إ ــ و

ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ ن ــ ــ א ــ ــ ا א ــא ا ن. وأ ــ ــ ا ــא

. ــ ــ إ ــ ا ، ــ ــ ا ــ ــ ــ כ ــא

ــ ] ٥٥١[ א ا ض ــ ــ وو ــ ــ ــ إ : ــ ا ــ א ــא و ل ــ

ض ــ ــ ا ز ــ ــ ض، ــ ــ ــ وإذ א ــאب ا ــ إ ــ ــא ــא ذכ

، ــ وا ض ــ ــאم ا ت ــ ــ ــאم إ ــ ــ إ ــאدرة א ــכ כ ــכ ذ وإذ

ــאن ــאت ذ ــ ــא، ــא ذכ ــ כ ا כ ــ ذ ــ ــאم א ــאم ب ا ــ ــא و ــ ذכ و

ــאم. ــ إ ا ــ ــ ــאس ــ ا ــ א ــאم ــ إ א ض إ ــ ــאم ــ ا ــ و ــ ا ر

٥

١٠

١٥

Page 376: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi376

Ali ileri çıkınca müslümanlardan pek çok kimse ona biat etti. Böylece o imâmet makamına geçti ve ona itaat etmek özellikle farz oldu. Ona biat edilmesinin öncesinde herhangi bir kimseye biat edilmesi de söz konusu olmadı ve genel olarak onun imâmetini eleştiren birileri de olmadı. İşte bu durum, onun imâmetinin gerekliliği, ona biat etmenin doğruluğu ve müminleri yönetmesinin lüzumu hususunda en açık ve en gerekli delildir. Ali, hakkıyla imamdır. Ölünceye kadar biatini bozacak herhangi bir şey Ali’den (r.a.) asla sadır olmadı. Yine ondan adalet, ciddiyet, iyilik, takva ve hayırdan başkası zuhur etmemiştir. Nitekim Talha, Zübeyr, Sa’d, Said veya imâmete layık olan bir kimseye daha önceden biat edilmiş olsa idi, elbette bu Ali ve diğerleri için bağlayıcı ve gerçek bir biat olurdu. Bunların arasın-da bir fark yoktur. Neticede Ali, kendisine ve kendi imâmeti altına girme davetinde isabet etmiştir. İşte bu, kaçışı olmayan bir delildir.

[552] Müminlerin annesi ( Aişe), Talha, Zübeyr ve onlarla birlikte olanlara gelince, bunlar Ali’nin imâmetini asla geçersiz kılmamışlar (ip-tal etmemişler), bu konuda itiraz etmemişler, imâmetin değerini düşüren yaralayıcı bir ifade kullanmamışlar, başka bir imâmet ihdas etmemişler ve başka birine yeniden biat etmemişlerdir. İşte bu, birisinin herhangi bir şe-kilde iddia etmeye muktedir olamayacağı bir şeydir. Bilakis ilim sahibi her-kes bunların olmadığını kesin olarak kabul eder. Zira bunların tamamında şüphe yoktur. Böylece bu konuda herhangi bir problemin olmadığı zorun-lu olarak ortaya çıkmış oldu. Onlar, Ali ile savaşmak, ona karşı çıkmak ve biatini bozmak için Basra’ya gitmemişlerdi. Şayet bunu murat etselerdi, elbette Ali’ye biat etmelerinin sonrasında yeni bir biat ihdas ederlerdi. Bu ise, bu konuda hiçbir kimsenin şüphe etmeyeceği ve inkâr edemeyeceği bir husustur.

[553] Böylece müminlerin yöneticisi olan Osman’ın (r.a.) haksız yere öl-dürülmesinden dolayı müslümanlar arasında meydana gelen ayrılığı gider-mek için Aişe, Talha ve Zübeyr’in Basra’ya gittikleri anlaşılmaktadır. Ali’nin de Basra’ya gidişi onlarla savaşmak için değil; bu konuda onlarla anlaşmak, onları desteklemek ve Osman’ın (r.a.) katillerine dair bir görüşte birleşmek idi.

5

10

15

20

25

30

Page 377: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 377

ــ א ض ــ ــ א ــאم ــ إ ا ــ א ــ ــ ا ــ ــ وا א ــ ــאدر ذا ــ

ــ ــ وأو ا أو ــ ــ ــ ــ أ א ــ ا אز ــ ، و ــ ــ م ــ ــ א و ــ

ــא ، و ــ ــאم ــ ا ، ــ ــ وم أ ــ ، و ــ ــ ــ و א ب إ ــ ــ و

ــ ــ ــא ، و ــ ــ ــ ء ــ ــ ــ ا ــאت ر ــ أن ــ إ ــ ــ

، ــ ، أو ا ــ ــ ــ ــ ــא ــ כ ى، ا ــ ، وا ــ ، وا ــ ل، وا ــ ــ إ ا

ــ ــ ز ــ ــ ــא ــ أ כא ــ א ــ ا ــ ، أو ــ ، أو ــ أو

ــ א ــ إ ل ــ ــ ا ــ وإ ــ ــאء إ ــ ا ــ ــ ق، ــ ه، و ــ و

. ــ ــ ــאن ا ــ و

ــ ] ٥٥٢[ ــ כאن ــ و ــ ا ، ر ــ ، و ــ ، وا ــ ــא أم ا وأ

، ــ א ــ ا ــ ــ ــ وا ــא و ذכــ ا ــ ــ و ــ א ــ إ ا ــ ــא أ

ــ ــ ــ أ ر أن ــ ــא ا ــ ه ــ ــ دوا ــ ى و ــ ــ أ א ا إ ــ و أ

ــ כ ــכ ذ ــ ، כــ ــ ــכ ــ أن כ ذ ــ ــ כ ذي ــ ه، ــ ــ ا

ب ــ ة ــ ــ ا ا إ ــ ــ ــ ــא، أ ــכאل ــ إ ور ــ ــ ــ ا ــ

ا ــ ــ ــ ــ ا ــ ــכ ــ أرادوا ذ ، و ــ ــא ــ و ــא ــ و

. ــ ه أ כــ ، و ــ ــ أ ــכ ــא

م ] ٥٥٣[ אدث ا ة ا ا ا إ ا א أ إ

א ة ــ ض ا ا ــ כــ ــ ــא و ــ ــ ا ــאن ر ــ ــ ا أ

אن ر ا כ ى و ا כ א ذ ا כ

٥

١٠

١٥

Page 378: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi378

Bunun delili, onların bir araya gelmeleri, kavga etmemeleri ve savaşma-malarıdır. Gece olduğunda Hz. Osman’ın katilleri kendilerinin yakalan-ması için plan kurulduğunu öğrendiler. Geceleyin Zübeyir ve Talha’nın askerlerine saldırdılar ve onlara karşı kılıç çektiler. Bunun üzerine Talha ve Zübeyr’in askerleri kendilerini savundular, ta ki Ali’nin askerleri de işin içine karıştı. Onlar da kendilerini savundular. Her bir grup savaşı diğer grubun başlattığını düşünüyordu. Böylece durum karmaşık bir hale gel-miş ve insanlar kendilerini savunmaktan daha fazlasına güç yetirememişti. Osman’ın katillerinden olan sapkınlar -Allah onlara lanet etsin- savaşın fi-tilini tutuşturmuşlardı. Her iki grup, maksat ve niyetlerinde ve kendilerini savunma hususunda isabet etmiştir.

[554] Zübeyir döndü ve savaşı bıraktı. Talha ayakta iken bilinmeyen (ğair) bir ok gelip ona isabet etti. Bu karmaşanın hakikati bilinmiyor. Ne-ticede Talha’nın bacağı yaralandı. Uhut savaşında Hz. Peygamber’in (s.a.) yanında savaşırken aynı bacağı yaralanmıştı. Ayrılıp gitti ve vakti geldiğin-de öldü. Zübeyir de Basra’ya en az bir gün uzaklıkta olan Siba’ vadisinde öldürüldü. İşte olay bu şekilde oldu.

[555] Osman’ın katledilmesi de bu şekilde olmuştu. Mısırlılar onun evini kuşatmıştı. Evini kuşatanlar, Osman’dan Mervan’ı (Mervan bin Ha-kem) kendilerine teslim edilmesini istiyordu. Osman (r.a.) da buna direti-yor ve eğer Mervan’ı teslim ederse -bir delil olmaksızın- onu öldüreceklerini biliyordu. Bunun üzerine o ve sahabeden bir topluluk -ki bunların içinde Ali’nin oğulları Hasan ve Hüseyin, Abdullah b. Zübeyr, Muhammed b. Tal-ha, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Ömer, sahabeden ve diğerlerinden yaklaşık yedi yüz kişi vardı- evinde onu himaye ediyorlar, vuruşmaktan kaçınıyorlar ve kararlı durmak suretiyle onları engelliyorlardı. Ta ki asiler, komşusu olan İbn Hazm el-Ensari’nin evinin çatısından aşarak içeri sızmışlar ve böylece Osman’ı öldürmüşlerdi. Kimsenin bundan haberi olmamıştı. Allah’ın lane-ti, Osman’ı öldürenlere ve onun öldürülmesinden hoşnut olanlar üzerine olsun. Sahabeden hiç kimse Osman’ın öldürülmesine asla razı olmamıştı. Onlar, Osman’ın katledilmesinin planlandığını da bilmiyorlardı. Çünkü kanının dökülmesini mubah kılacak bir durum yoktu.

5

10

15

20

25

30

Page 379: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 379

ــ ف ــ ــ ــא כאن ا ا، ــ אر ا و ــ ــ ا و ــ ــ ا ــכ أ ــאن ذ و

ــ ا ا ــ ، و ــ ــ وا ــכ ا ــ ، ــ ــ ــ وا را ــאن أن ا

ــ ــ أ ــ ــכ ا ــ א ــ ى ــ ــ د ــ ــ أ م ــ ــ ا ــ

ــ ــ ا א ــאل א ــא أ ى ــ ــכ أن ا ــ و ــ א ، وכ ــ ــ أ

ــאن ــ ــ ــ ، وا ــ ــ ــאع ــ ا ــ ــ أכ ــ ر أ ــ ــ ــא ا

ــא، ــ ــ ــ א ــא ا כ ــ ا ب، وأ ــ ــ ا ــ ون ــ ــ ا

א. ــ ــ ــ ا ــא، و

ــ ] ٥٥٤[ א ــ ، و ــ א ــ ــ ــ ــא وأ א ب ــ ك ا ــ ــ و ــ ا ور

ــ ــ م أ ــ ــ א ــא כאن أ ــ ــא ــאدف ط ــ ــכ ا ــ ذ ري ــ

، ــ ــ ا ــ ر ــ و ــאت ف و ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ي ر ــ

ا כــ ة. ــ ــ ا م ــ ــ ــ ــ أ אع، ــ ادي ا ــ ــ ــ ا ــ ر ــ ا و

. ــ כאن ا

ــ ] ٥٥٥[ ن، و ــ ه ا ــ א ــא ــ إ ــ ا ــאن ر ــ ــכ כאن وכ

ــכ، ــ ذ ــ ــ ــ ا ــ ر ، و ــ وان إ ــ م ــ ــ إ ــ و ــ ــ

ــ ــ א ــ ا ــאت א ــכ، و ــ ذ ــ ــ ــ دون ــ ــ أن أ ــ أ و

ة ــ ــ ، وأ ــ ــ ــ ا ، و ــ ــ ا ــ ا ، و ــ ــא ، ا ــ ، وا ــ ا

، ــ ار ــ ــ ا ــ ــ ــ و א ــ ا א ــ ــ ــ ، ــ ــ ــ ا و

ــ ــ دار ا ، ــ ــ ــ روا ــ ــ أن ــא إ ــ د ــאل ــ ا ن إ ــ و

، ــ ــ ــ ا . ــ ــ أ ــכ ــ ذ ــ ه، و ــ ــ ــאره ــאري م ا ــ

ــ ــ ، ــ اد ــ ــ ا أ ــ ، و ــ ــ ــ ــ ــ أ ــא ر ، ــ ــ ا وا

ام. ــ م ا ــ ــ ا ء ــ ــ ت ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 380: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi380

[556] Osman’ın (r.a.) öldürülüp üç gün boyunca bir çöplüğe atıldığını söyleyen bir kimsenin sözüne gelince, bu mutlak olarak yalandır, uydu-rulmuş bir iftiradır, utanması olmayan bir kimsenin uydurmasıdır. Bila-kis Osman (r.a.), akşam vakti öldürülmüş ve gecesinde de defnedilmiştir. Osman’ın defnedilmesine sahabeden Cübeyr b. Mut’im, Ebu’l-Cehm b. Huzeyfe, Abdullah b. Zübeyr, Mukrim b. Siyad ve bunların dışındaki bir topluluk şahit olmuştur. Bu, haberlere dair bilgisi bulunan bir kimsenin itiraz edemeyeceği bir durumdur.

[557] Allah’ın yaratmış olduğu en şerli insanlar olmalarına rağmen, Al-lah Resulü (s.a.), Bedir günü Kureyş kâfirlerinden öldürülenlerin cesetle-rinin bir çukura bırakılmasını ve üzerlerine toprak atılmasını emretmişti. Yine Hz. Peygamber (s.a.), toprağın örttüğü en kötü kimseler oldukları halde Kurayza yahudilerinden öldürülenlerin cesetlerinin çukurlar kazı-lıp oraya atılmasını emretmişti. Dolayısıyla mümin ve kâfirin gömülmesi müslümanların üzerine farzdır. Utanma duyusu olan bir insanın imam olan Ali’ye ve sahabeden Medine’de bulunan kimselere “Onlar, öldürülmüş ve bir mezbeleliğe atılmış bir adamı üç gün boyunca terk ettiler ve onu göm-mediler” şeklindeki bir cümleyi nispet etmesi nasıl mümkün olur? İster mümin, ister kâfir ve fâsık olsun böyle bir şeyi düşünemeyiz. Fakat Allah Teâlâ, yalancıları kendi lisanlarıyla rezil etmekte ısrar eder.

[558] Eğer Ali bunu yaptı ise, bu onun üzerinde bir leke olarak kalırdı. Çünkü Osman’ın kâfir, fâsık ya da mümin olmaktan başka bir ihtima-li yoktur. Ali’ye göre Osman kâfir veya fâsık birisi olsa idi, bu durumda Osman’ın müslümanlar hakkındaki hükümlerini feshetmesi Ali’ye farz olurdu. Bunu yapmadığına göre, Ali nezdinde Osman bir mümindir. Do-layısıyla hayâ sahibi birisi nasıl olurda “öldürülüp bir çöplüğe atılan bir mümini terk ettiğini ve gömülmesini emretmediğini” Ali’ye nispet ede-bilir? Yoksa o, Ali’nin kâfir veya fâsık birine ait hükümleri müslümanlara uygulandığını nasıl mümkün görebilir? Bu yalancı fâsıklardan başka hiç kimse Ali’ye böylesine büyük bir iftirada bulunmamıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 381: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 381

ــאم ] ٥٥٦[ ــ أ ــ ــ ــא و ــאم ــ أ ــ ا ــ ر ــאل إ ــ ل: ــ ــא وأ

ــ ــ ود ــ ــ ، ــ ــ و ــאء ــ ــ ع، و ــ ــכ ، وإ ــ ب כــ

ــ ــ وأ ــ ــ ــ ــ و א ــ ا ــ א ــ ــ د . ــ ــ ا ــ ر ــ

ــא ا ــ ، ــ ــ א אد و ــ ــ م כــ ــ و ــ ا ــ ا ا ــ و ــ ــ ا

ــאر. א ــ ــ ــ ــ ــ أ ــאرى

ــאر ] ٥٥٧[ כ ــ ا ــאد ــ أ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ أ و

، ــ א ــ ا ــ ــ ــ و اب ــ ــ ا ، وأ ــ ــ ا ر ــ م ــ ــ ــ

رض، ــ ا ــ وار ــ ــ ، و ــ د ــ ــ ــ אد ــ أ م أن ــ ــ ا ــ وأ

ــ ــאء ــכ ز ــ ــ כ . ــ ــ ا ض ــ ــ כא ــ وا اراة ا ــ

ــ ا ر כــ ــ ــ أ א ــ ا ــ א ــ ــאم و ــ ا ــ و ــ ــ إ ــ أن و

ــא כאن أو ــ א ؟ و ــ ارو ــאم ــ أ ــ ــ ــ ــ أ ــ ــא

. ــ ــ ا כ ــ ا ــ إ أن כــ ا א و ــ א ا أو ــ כא

ــאن ] ٥٥٨[ ن כــ ا أن ــ ــ ــ ــ ــ כא ــ ا ــ ــ ــ و

ــ ــ ــא ــ כאن ه، ــ א ــ א ا أو ــ ن כאن כא ــ ــא ، א، أو ــ א ا، أو ــ כא

ه، ــ ــא ــ כאن ــ أ ــ ــ ــ ذا ــ ، ــ ــ ا ــ כא ــ أ أن

ــ ــ ــא ــא و ــא ك ــ ــ ــ أ ــ ــאء إ ــ ذو ز أن ــ ــ כ

ــ ــ أ ــ א ــ أو ــכאم כא ــ أ ــ أ ــ أ ــ ز أن ــ ــ ؟ أم כ ــ ارا ــ

ة. ــ ــ ا כ ء ا ــ ــ ــ ــ ــאء أ ــ ــ أ ــא أ م؟ ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 382: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi382

[559] Ebû Muhammed şöyle dedi: Dile getirdiğimiz hususların doğ-ruluğunun delillerinden biri şudur: Birilerinin Âli’nin hükümlerinde çe-lişkiye düştüğünü, dinî konularda hevâ ve hevesine uyduğunu düşünmesi açıkça onun câhilliğindendir. Yine Ali’nin kendisine biat etmeyen Sad b. Ebi Vakkas, Abdullah b. Ömer, Usame b. Zeyd, Zeyd b. Sabit, Hasan b. Sabit, Rafi b. Hudeyc, Muhammed b. Mesleme, Ka‘b b. Malik ve diğer sahabeleri terk ettiğini düşünmesi de onun câhilliğindendir. Çünkü Ali, Medine’de ve başka yerlerde kendisiyle birlikte oldukları halde onları biat etmeleri için zorlamamıştır. Evet, Ali Kûfe mescidinin minberinde iken, Hâricîler mescidin etrafında seslerini yükselterek, onun huzurunda “Hü-küm ancak Allah’ındır, Hüküm ancak Allah’ındır.” diyerek bağırıyorlardı. Bunun üzerine Ali (r.a.) onlara şöyle diyordu: “Sizin bizim üzerimizde üç hakkınız vardır: [ı] Sizleri camilerden men etmeyiz. [ıı] Fe’y gelirinden hakkınızı alıkoymayız. [ııı] Sizinle savaşmaya da başlamayız. (Bizimle sa-vaşmadığınız sürece sizinle savaşmayız.) Nitekim Ali, Abdullah b. Hab-bab’ı öldürdükleri ana kadar Hâricîlerle savaşmadı. Sonra bu olaya rağmen Ali onlarla yine savaşmadı, ta ki onları Abdullah b. Habbab’ın katillerini kendisine teslim etmeye davet etti. Onlar, “Onu hepimiz birlikte öldür-dük.” dedikleri zaman, işte o vakit onlarla savaştı. Sonra, söz konusu kişi -bütün bunlara rağmen- Ali’nin, kendisine biat etmediklerinden dolayı Cemel ehli ile savaştığını sanır. Bu açık bir deliliktir, uydurulmuş bir iftira-dır ve şüphesiz katıksız bir yalandır.

[560] Ebû Muhammed şöyle dedi: Muaviye’nin (r.a.) durumuna gelince, bundan faklıdır. Ali (r.a.), kendisine biat etmediğinden dolayı Muaviye ile savaşmamıştır. Çünkü Ali, biat konusunda İbn Ömer’e izin verdiği gibi ona da izin veriyordu. Ancak Ali, Şam diyarının tamamın-da kendi emirlerinin uygulanmasına karşı çıktığından dolayı Muaviye ile savaşmıştır. Ali, kendisine itaat edilmesi vacip olan bir imamdır, dolayı-sıyla o burada isabet etmiştir. Muaviye de Ali’nin faziletini ve hilâfeti ha-kettiğini asla eleştirmemiştir. Fakat kendi içtihadı, Osman’ın katillerinin cezalandırılmasının biatın önüne alınması görüşüne götürmüştür. Yine yaşından ve bunu talep etmede daha güçlü olmasından dolayı Osman’ın kanını talep etme ve bu konuda konuşmaya Osman’ın çocuklarından ve el-Hakem b. Ebu’l-As’ın çocuklarından daha layık görmesine götürmüştür.

5

10

15

20

25

30

Page 383: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 383

ــ ] ٥٥٩[ ــ ا ــאه أن ــא ــ ــ ــאن ــ ا : و ــ ــ ــאل أ

ــ כא ــ أ ــ א ــ ا ــ ــ ــ ا ــא ر ــאن أن ــ ــ أن א ا

ــ ــ ا ــאص و ــ و ــ أ ــ ك ــ ــ أن ــ وا ــ د ى ــ ــאع ا وإ

، ــ ــ ــ ، ورا ــ א ــ ــאن ــ ، ــ א ــ ــ ، وز ــ ــ ز ــא ، وأ ــ

ــ ه ــ א ــ ــ ــ ا א ــא ا ــכ و א ــ ــ ، وכ ــ ــ ــ و

ن ــ ــ ارج و ــ ــ وا ــא، ــ و ــ ا ــ ــ ــא و ــ

ــ ــ ــ ــ ا ــ ، و ــ ــ ا ــ أ ــ ــ ا ا ــ

ــא כــ : ــ ــ ا ــ ر ل ــ ، כــ إ ا ، כــ إ ا ، ــ כ ا

ــאل ءوכــ ء، و ــ ــ ا כــ כــ ، و ــא כــ ا ث ــ

ــכ ــ ذ ــ א ــ ــ ــאب ــ ــ ا ا ــ ــ ب ــ ــ ء ــ ــ أو

ــא ا כ ــ א ــא ــאب. ــ ــ ا ــ ــ ا ا ــ ــ أن ــ إ א ــ د

ــ א ــ ــ ا ــ أ א ــ ــ أ ا כ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ א ، ــ

ــכ. ــ ــ ب ــ وכــ ن ــ ، و ــ א ــכ ا إ ــ ، ــ ــ

ــ ] ٥٦٠[ ــכ و ف ذ ــ ــ ــ ا ــ ر אو ــ ــא أ : وأ ــ ــ ــאل أ

ــ ــא و ــכ ــ ذ ــ ــ כאن ــ ــ ــ א ــ ــ ا ــ ر ــ א

ــ ــאم، و ــ أرض ا ــ ه ــ ــאذ أوا ــ إ ــ א ــ א כــ ه ــ ــ و ــ ا

ــ ــ ــ ــ אو כــ ــ ا، و ــ ــ ــ ــ ا ــ א ــ ا ــאم ا ا

ــ ــ د ــ ــ ا ــ أ ــ أن رأى ــאده أداه إ כــ ا ــ א ا ــ وا

ــ م ــכ ــאن، وا ــ دم ــ ــ أ ، ورأى ــ ــ ا ــ ــ ا ــאن ر

ــכ، ــ ــ ا ــ ــ و ــאص ــ ا ــ أ כــ ــ ا ــאن، وو ــ ــ و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 384: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi384

Nitekim Allah Resulü (s.a.), Hayber’de öldürülen Abdullah b. Sehl’in kardeşi Abdurrahman b. Sehl’e “İşi, senden yaşça büyük olana bırak!” -bu hadise “büyük olan, büyük olan” şeklinde de rivayet edilmiştir- demek su-retiyle onun susmasını emretmişti. Halbuki o öldürülenin kardeşi idi. Bu-nun üzerine Abdurrahman sustu ve Mes’ud’un oğulları Mahisa ve Huveysa konuşmuşlardı. Bu iki şahıs, öldürülen kişinin amcasının oğulları idiler. Çünkü onlar, öldürülenin kardeşi olan Abdurrahman’dan daha yaşlı idiler.

[561] Muaviye, bu açıdan Osman’ın kanını talep etmiş değildi, ancak bunu talep etme hakkından dolayı böyle yapmıştı. Bu konuda zikrettiği-miz haber isabetlidir. Ancak o, kan talebini biatin önüne alma hususunda hata etmiştir. Dolayısıyla Muaviye’nin içtihat etmesinden dolayı bu ko-nuda bir ecri vardır ve içtihatlarında hata eden diğer kimseler gibi isabet edemediğinden dolayı günahı yoktur. Öyle ki Allah Resulü (s.a.), içtihat edip hata edenlerin bir sevabının olduğunu, isabet edenlerin ise iki sevap kazandığını haber vermiştir.

[562] Kan, namus, nesep, mal-mülk ve kanunlar hakkında içtihat et-meyi câiz gören kimselerden daha tuhaf bir şey yoktur. Öyle ki bunlar, haram kılma, helal kılma ve vacip kılma bakımından Allah’a ait bir din olarak kabul edilirler ve bu konuda hata edenler mazur görülürler. Ni-tekim Leys416, Ebû Hanife417, es-Sevrî418, Malik419, eş-Şafii420, Ahmed421, Dâvûd422, İshak, Ebû Sevr423 ve bunların dışında Züfer, Ebû Yûsuf, Mu-hammed b. Hasan, el- Hasan b. Ziyad, İbnü’l-Kâsım, Eşheb, İbnü’l-Mâ-cişûn424, Müzenî ve diğerleri bunu mubah gördüler. Yukarıda ismi zikredi-lenlerden birisi, bir insanın kanını mubah görebilir, diğeri ise onu haram kılabilir. Nitekim öldürmediği halde savaşan veya Lût kavminin amelini işleyen bir kimsenin durumu böyledir. Bunun dışında pek çok örnek var-dır. Yine söz konusu fakihlerden biri, bir kadınla evlenmeyi mubah saya-bilir, diğeri ise bunu haram sayabilir. Nitekim akil ve baliğ olduğu halde, kendi gönlü ve rızası olmaksızın babası tarafından evlendirilen bakire kızın durumu böyledir. Bunun dışında çokça örnek vardır. Kanunlar, mal-mülk ve nesep hakkındaki içtihatları da bu şekildedir.

5

10

15

20

25

30

Page 385: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 385

ــ ــ ا ــא ــ أ ــ ــ ــ ا ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــא أ כ

ــ כ ، وروى ا ــ ــ כ : כ ــ ــאل ل و ــ ــ ا ــ أ ت، و ــכ א ــ ل ــ ــ ا

ــ ــא ــא ا د، و ــ ــ ــ أ ــ و ــ כ ــ و ــ ا ــכ ، ــ כ ا

. ــ ــ أ ــ ــא أ ــא כא ل ــ ا

ــאب ] ٥٦١[ ، وأ ــ ــ أن ــ ا ــ ــא כאن ــכ إ ــ ذ ــ אو ــ ــ

ــ ، ــ ــ ــ ا ــכ ــ ذ ــ ــ ــא أ ــא وإ ي ذכ ــ ــ ا ــכ ا ــ ذ

ــ ــא ا ــ כ א ــ ا م ــ ــא ــ ــ ــכ و إ ــ ذ ــאد ــ ا أ

ا ــ ا وا ــ ــ أ ــ أن ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ أ ــ ا אد ــ ا

. ــ ــ أ و

وج، ] ٥٦٢[ ــ ا ــ و ــאء ا ــ ــאد ا ــ ــ ــ أ ــ و

ــאب ، وإ ــ ــ و ــ ــא ان ا ــ ــ ا ا ــ ال، وا ــ ــאب، وا وا

ري، ــ ، وا ــ ــ ــ أ ــ وا ــא א ــכ ى ذ ــ ــכ و ــ ذ ــ ر ا ــ و

، ــ ــ ــ وأ ــ כ ر و ــ ــ אق وأ ــ ــ وداود وإ ، وأ ــא ــכ وا א و

ن، ــ א ــ ا ، وا ــ ــ وأ א ــ ا ــאد، وا ــ ز ــ ، وا ــ ــ ا ــ و

ــ ــ כ ــ ــ ــאن، وآ ا ا ــ ــ دم ء ــ ــ ــ ا ــ ــ و وا

ا ــ ــ ــ ــ ، ووا ــ ا כ ــ ــ ط و ــ م ــ ــ ــ ، أو ــ ــ ــאرب و

ــא و ــ إذ ــ א ــ א ــ ــא و ــא أ כ כــ أ ــ כ ــ ــ ج وآ ــ ا

ــאب. ال و وا ــ ا وا ــ ــ ا ــכ ، وכ ــ ا כ ــ ــ ــא، و א ر

٥

١٠

١٥

Page 386: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi386

[563] Vasıl, Amr ve Mu‘tezile’nin diğer âlimleri ve fakihleri gibi, onların önde gelen âlimleri de bu şekilde davrandılar. Hâricîlerin fakihleri ve müf-tüleri de bu şekilde davrandılar. Sonra onlar, bu imkânı, - Muaviye, Amr ve sahabeden onlarla birlikte olan kimseler gibi-, sahabe olan, fazilet, ilim, öncelik, içtihat hakkı olan kimselerle sınırlandırdılar. Halbuki Muaviye, kanla alakalı meselelerde fetva verenlerin içtihat ettiği gibi içtihat etmiştir. Nitekim fetva verenlerden bazısı sihirbazın öldürülmesini uygun görürken bazısı da bunu doğru bulmaz. Yine onlardan bazıları hür bir kimsenin köleyi öldürdüğü için öldürülmesine fetva verirken bazıları da bunu doğru bulmaz. Yine onların içinde müminin kâfiri öldürdüğü için öldürülmesine cevaz verenler olduğu gibi bunu uygun görmeyenler de vardır.

[564] Şu halde bu içtihatlar ile Muaviye’nin, Amr’ın ve bu ikisinin dı-şındakilerin içtihatları arasında -şayet bilgisizce yapılan câhillik, körlük ve cinnet yoksa- ne fark vardır? Biz biliriz ki, zorunlu bir hakkın kendisine gerekli olduğu bir kimse, onu yerine getirmekten imtina eder ve başkası kabul ederse, -her ne kadar içtihat etmiş olsa da- imamın/devlet başka-nının onunla savaşması gereklidir. Bu durum, onun adaleti ve faziletini etkilemez ve onun fâsık olmasını gerektirmez. Bilakis o, içtihadından ve hayrı dilemesindeki niyetinden dolayı mükâfatlandırılmıştır. Böylece biz, bununla, Ali’nin (r.a.) isabet ettiğini, imâmetinin geçerli olduğunu ve onun hak sahibi olduğunu kesin olarak kabul ettik. Onun içtihat ve isabet olmak üzere iki ecri vardır. Ve yine Muaviye (Allah ona merhamet eylesin) ve onunla birlikte olanların içtihat edip hata ettiklerini ve bir ecir ile mükâ-fatlandırıldıklarını da kesin olarak kabul ettik. Bunlara ilaveten, Allah Re-sulünden (s.a.) gelen sahîh bir hadiste Hz. Peygamber, ümmetinden olan iki topluluk arasında fırlatılan ve iki topluluğun en hayırlılarını öldüren bir oku haber vermiştir. İşte bu oku fırlatanlar, Ali’nin ve Muaviye’nin taraftarlarından olan Hâricîlerdir. Ali, onları ve taraftarlarını öldürmüştür. Böylece söz konusu iki topluluğun hakka layık oldukları anlaşılmaktadır. Yine Hz. Peygamber’den (s.a.) sahîh olarak gelen bir haberde “Ammâr’ı isyankar bir topluluk öldürecektir.” diye buyrulmuştur.

5

10

15

20

25

30

Page 387: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 387

ــ ] ٥٦٣[ ــא و و ــ ــ و ا ــ כ ــ ــ ا ا כــ و

ــ ــ ــכ ن ذ ــ ــ ــ ــ و א ارج ــ ــ ا ا כــ ، و ــ א و

ــא ــ و و ــ ــ و אو ــאد כ م وا ــ ــ وا ، وا ــ ــ وا ــ ا

ــא ــ ــ ا ــאء כא ــא د ــ وا ــ ــא ا ، وإ ــ ــ ا ــ ر א ــ ا

ى ــ ــ ــ اه، و ــ ــ ــ ــא و ــ ا ى ــ ــ ــ ــ ا ن، و ــ ا

ــ ، و ــ כא א ــ ــ ا ى ــ ــ ــ اه و ــ ــ ــ ، و ــ א ــ ــ ا

اه. ــ ــ

ــ ] ٥٦٤[ ــא، و و ــ ــ و אو ــאد ــאدات وا ه ا ــ ــ ق ــ ي ــ

ــ ــ وا ــ وا ــ ــ ــא أن ــ . و ــ ــ ــ ــ وا ــ وا ا

ــכ ــ ذ و و ــ ، وإن כאن ــ א ــאم أن ــ ا ــ ــ ــ ــ دو א ــ و ــ أدا

ــ ــ ــאده و ر ــ ــ ــ א ــ ــ ــ ، و ــ ــ و ا ــ ــ

ــ ، وأ ــ א ــ إ ــ و ــ ا ــ ر اب ــ ــ ــא ا ــ ، ــ ــ ا

ــ אو ــא أن ، و ــ א ــ ا ــאد وأ ــ ا ــ أ ــ أ ــ وأن ــ ا א

ــ ــ ا ــא ا. وأ ــ ا وا ــ رون أ ــ ن ــ ــ ــ ــ و ــ ا ر

ق ــ ــ אر ــ ــ ــ أ ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ ا ا

ــ ــ و אر ــכ ا ــ .، ــ א ــ א ــ ا ــא أو ــ ــ أ ــ א ــ

ــ ــ أ ــ א ــ وأ ــ ــ אو ــאب ــ وأ ــאب ــ أ ارج ــ ا

: ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ ا ــא ا ــ وأ א ــ א ــ ا أو

. ــ א ــ ا ــאرا ا ــ

٥

١٠

١٥

Page 388: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi388

[565] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hatalı olan bir müçtehit, haklı ol-duğunu düşünerek savaştığına, Allah rızasını kastettiğine ve hata ettiğini de bilmediğine göre, her ne kadar mükâfatlandırılsa da o asi bir kimsedir. Sava-şı ve kısası terk ettiğinde ona had cezası gerekmez. Hatalı olduğunu bildiği halde savaştığında, bu şekilde savaşan kimseye muharebe ve kısas cezaları gerekli olur. Böylesi bir kimse fıska düşer ve dinden çıkar, hata eden bir müçtehit değildir. Bunun açıklaması yüce Allah’ın şu sözüdür: “Eğer inanan-lardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (on-lara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever. Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.”

425

[566] İşte bu, tevil etme zorunluluğu ve âyetin zâhirinin gereğini yo-rumlama ihtiyacı olmaksızın sözümüzün açıklamasıdır. Yüce Allah onları “asi müminler” diye isimlendirdi. Onlar birbirleriyle savaştıkları sırada bir-birlerinin kardeşidirler. Kendilerine isyan edilen adalet sahibi kimseler on-ların arasını düzeltmekle sorumludurlar. Yüce Allah, bu savaşmadan dolayı onları fâsıklıkla ve iman noksanlığıyla vasıflandırmamıştır. Ancak onlar isyan eden hatalı kimselerdir. Onlardan herhangi birisi bir diğerini öldür-mek istememişti. Ammâr’ı (r.a.), “Rıdvan Biatına” şahit olan Ebu’l-Adiye Yesar b. Siba’ es-Selemî öldürmüştür. Ammâr, yüce Allah’ın kalbinde olan şeyleri bildiğine dair hakkında şahitlik ettiği, üzerine sekînet indirdiği ve kendisinden hoşnut olduğu kimselerdendir. Ebu’l-Âdiye (r.a.) ise, yorumda bulunan, içtihat eden ve bu konuda hata eden ve bir ecir ile mükâfatlandı-rılan asi bir kimsedir. Ammâr’ın öldürülmesi Osman’ın (r.a.) öldürülmesi gibi değildir. Çünkü Osman’ın öldürülmesinde fâillerinin içtihat etmeleri söz konusu değildir. Çünkü Osman herhangi bir kimseyi öldürmemiş, sa-vaşmamış, vuruşmamış ve uzaklaştırmamış, namuslu olduktan sonra zina etmemiş ve dinden de dönmemişti ki onunla savaşan bir kimse tevil ve yorumda bulunması mümkün olsun. Bilakis Osman’ı öldürenler, fâsık ka-tiller olup zulüm ve düşmanlık yaparak bir yorumda bulunmaksızın haksız yere kasıtlı olarak kan akıtan kimselerdir. Onlar, lanetlenmiş fâsıklardır.

5

10

15

20

25

30

Page 389: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 389

ــ ] ٥٦٥[ ــ ا ى أ ــ ــא ــ ــ א ــ إذا ــ ا : ا ــ ــ ــאل أ

כאن وإن ، ــ א ــ ــ ــ ــ ــ א ــ ــ ــ א ا ــ إ ا ــ א

ري ــ ــ و ــ א إذا ــא وأ د، ــ و ــ א ا ك ــ إذا ــ ــ و را ــ

ج ــ ــ و ا ــ د، و ــ ــ وا אر ــ ا ــאرب ا ا ــ ــ ــ أ

ــ ا ــ ــאن א : ﴿وإن ــ א ل ا ــ ــכ ــאن ذ ء، و ــ ــ ا ا

ــ ــ ا ا ــ א ى ــ ــ ا ــא ا إ ــ ن ــ ــא ا ــ ا ــ ا

ــ ا ــ ة ــ إ ن ــ ا ــא ﴿إ : ــ ــ إ ﴾ ا ــ أ ــ إ ء ــ ــ ﴾ כــ أ

ــ ] ٥٦٦[ א ــ ــ زوال و ــ و ــ כ دون ــא ــ ا ــ

ــ ــ ــ ة ــ ــ إ ــ א ــ ــ ــ و א ا ــ ــ ، و ــ ا

، ــ ، و ــ ح ــ א ــ ر ــ وا ــ ل ا ــ ــ ا ، وأ ــ א

ــא ــאن، وإ ــ إ ــ و א ــכ ا ــ ذ ــ أ ــ ــ ــ و ــ ــ و

ــ ا ــאر ر ، و ــ ــ آ ــ ا ــ ــ وا ن و ــ א ــ ن ــ ــ

ــ ــ ان، ــ ــ ا ــ ، ــ ــ ا ــ ــאر ا ــ אد ــ ا ــ أ ــ

ــ ، ــ ــ ــ ور ــכ ل ا ــ ، وأ ــ ــ ــא ــ ــ ــ اء ا ــ

ا، ــ ا وا ــ ر أ ــ ــ ــאغ ــ ــ ــ ول ــ ــ ــ ا ــ ر אد ا

ــ ــ ــ ــאد ــאل ــ ــ ــ ا ــאن ر ــ ا כ ــ ــ و

ــ ــאن و ار ــ إ ــ ــ و ز ــ و دا א ــאرب و ا و ــ ــ أ ــ

ــ ا ــ ــא ا ــא ن د כ ــא ن ــ אر ــאق ــ ــ ، ــ و ــ אر غ ا ــ

ن. ــ ــאق ــ وان ــ ــ وا ــ ا ــ ــ و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 390: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi390

[567] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu mesele geçersiz olduğuna göre, Ali’nin hak sahibi olduğu hususu sahîhtir. Evlerde oturmanın ve savaşın terk edilmesinin gerekliliğini belirten hadislere gelince, şüphe-siz bunlar, hakikatin nerede olduğunu kesin olarak bilmeyen kimseler hakkındadır. Biz de şöyle deriz: Hakikat ortaya çıktığında, asi toplulukla savaşmak Kur’ân’ın ifadesine göre farzdır. Aynı şekilde iki topluluk bir-likte asi iseler, o ikisi ile savaşmak vaciptir. Çünkü Allah’ın kelâmı, Hz. Peygamber’in (s.a.) kelâmıyla çatışmaz. Çünkü bunların tamamı yüce Allah katındandır. Nitekim Allah Teâlâ, “O, nefis arzusu ile konuşmaz. (Size okuduğu) Kur’ân ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.”

426 ve “Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.”

427 diye buyurmuştur. Böylece Allah Resulünün (s.a.) dile getirdiklerinin tamamının yüce Allah katından gelen vahiy oldukları kesin olarak doğrudur. Bu böyle olduğuna göre, bu durumda yüce Allah katından gelen vahiylerde herhangi bir çelişki yoktur. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[568] Ebû Muhammed şöyle dedi: Geriye sadece Ali’nin (r.a.) savaşı-nı gören bir kimsenin itiraz ettiği hususlara dair kelâm kalmıştır.

[569] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah’ın yardımıyla şöyle de-riz: “Şüphesiz Osman’ı (r.a.) öldürenlere karşı kısasın yerine getirilmesi, Al-lah ve Resulü için savaşanlara, yeryüzünde kötülüğü yaymaya çalışanlara, İslâm’ın saygınlığına, hareme, imâmete, hicrete, hilâfete, sahabeye ve önde gelenlere vaciptir.” şeklindeki sözlerine gelince, evet, Ali ne bu konuda ne de onlardan uzak olma noktasında asla onlara muhalefet etmedi. Fakat onlar, Ali’nin kendilerine güç yetiremeyeceği kadar çok ve kalabalık idiler. Dolayısıyla namaz, oruç ve hac farizasını yerine getirmekten âcîz kalan her bir müminden bunların düşmesi gibi, Ali’nin (r.a.) de güç yetiremediği şeyler ondan düşmüştür. Bunların arasında bir fark yoktur. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yü-kümlü kılar.”

428 Allah Resulü (s.a.) da şöyle buyurmuştur: “Size bir hususu emrettiğimde, gücünüz imkânında onu yerine getiriniz.”

5

10

15

20

25

30

Page 391: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 391

ــ ] ٥٦٧[ א ــ ــא ــ أن ــ و ا ا ــ ــ ــ ذ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــכ ــ ــ ــא ــאل إ ك ا ــ ت و ــ ام ا ــ ــא ا ــ ــ ا אد א ، ــ ا

ض ــ ــ א ــ ا ــאل ا ــ ــ ا ذا ــ ل ــ ا כــ ، و ــ ــ ــ أ ــ ا ــ ــ

ــ ــ و م ا ن כ ــ ــא وا א . ــ א ــא ــא ــכ إن כא آن، وכ ــ ــ ا

ــאل ا . ــ ــ و ــ ا ــ ــ ــ כ ــ ــ و ــ ا ــ م ــאرض כ

: ــ ــ و ــאل ﴾ و ــ ــ إ و ــ ى ۞ إن ــ ا ــ ــ ــא : ﴿و ــ ــ و

ــ א ــא ــא أن כ ــ ا﴾ ــ ــא כ ا ــ وا ــ ا ــ ــ ــ כאن ــ ﴿و

ــכ ــ כ ، وإذ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ــ و ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

. ــ א ــ رب ا ــא، وا ــ א ــ ا ــא ء ــ ــ

ــ ] ٥٦٨[ ــא ض ــ ــ ا ه ا ــ ــ ا م ــכ ــ إ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

. ــ ــ ا ــ ر ــאل رأى

د ] ٥٦٩[ ــ ــ ا ــ إن أ ــא . أ ــ ــ ا א ــא ل و ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا ــ ــ و א ــ אر ــ ا ــ ا ــאن ر ــ ــ ــ وا

ــ א م وا ــ م، وا ــ ــ ا ــ כ א ــאد، وا א رض ــ ا ــא ــ ا و

ــכ و ــ ذ ــ ــ ــ א ــא . و ــ ــא ــ وا ــ وا ة، وا ــ وا

ــ ــ ، ــ ــ ــ א ــא ــא دا ــ ا ــ ــ כא כ ، و ــ آءة ــ ــ ا

ــ ــא ــ ــ כ ــ و ــ ــא ، כ ــ ــ ــא ــ ــ ا ــ ر ــ

ــא ا ــ כ ﴿ : ــ א ــאل ا ق، ــ ــ و م وا ــ ة وا ــ א ــאم ــ ــ

ــא ــ ا ــ ء ــ כــ : إذا أ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאل ر א﴾ و ــ إ و

. ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 392: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi392

[570] Şayet Muaviye Ali’ye biat etse idi, Osman’ı öldürenlerin ceza-landırılması hususunda onu desteklemiş olurdu. Böylece isyancılara karşı hakkın uygulanması açısından Ali’nin elini zayıflatan şeyin bu ihtilaf ol-duğu doğrudur. Şayet bu ihtilaf olmasa idi, elbette Ali - Abdullah b. Hab-bab’ın katillerine uyguladığı gibi- onlara da hakkı uygulardı. Çünkü Ali, Abdullah’ı öldürenleri isteyip almaya muktedir idi. Muaviye’nin Ali’ye biat etmekten imtina etmesi konusunda Ali’nin Ebû Bekir’e biatini erteleme-siyle teselli bulmasına gelince, kötü örnek örnek değildir (hata örnek ola-maz). Ali, başlangıçta diretti, görüşünden rucu etti ve bir müddet sonra biat etti. Şayet Muaviye de böyle yapmış olsa idi elbette isabet etmiş olurdu ve o zaman sahabeden olup da diğer fırkada bulunmaktan dolayı Ali’ye biatten imtina edenlerin tamamı şüphesiz biat ederlerdi.

[571] Ali ile Talha, Zübeyr ve Sa’d arasındaki yakınlığa gelince, evet bu doğrudur. Fakat hilâfete layık kimselerden olduğu halde biati önce gerçek-leşen kimse, yüce Allah’a itaat etmek açısından emrettiği hususlarda kendi-sine itaat edilmesi zorunlu olan imamdır. Orada kendine denk ya da ken-disinden daha faziletli birisinin olup olmaması eşittir. Nitekim Osman’a biat edilmesi daha önce vuku bulmuştur. Böylece Osman’a itaat edilmesi, onun Ali’ye ve diğerlerine imam olması vacip olmuştur.

[572] Şayet şûra sırasında orada Ali’ye, Talha’ya, Zübeyr’e, Abdurrah-man’a ya da Sa’d’a biat edilmiş olsa idi, elbette o imam olur ve Osman’ın ona itaat etmesi lazım gelirdi. Osman (r.a.) öldürüldüğünde de durum böyledir. Şayet Talha, Zübeyr, Sa’d ya da İbn Ömer ileri çıkıp biat almış olsa idi, elbette o imam olurdu ve bu durumda Ali’nin ve diğerlerinin ona itaat etmesi gerekli olurdu. Nitekim Ali ileri çıkmıştır ve ona itaat etmek vacip olmuştur. Bunların arasında bir fark yoktur. Netice olarak Ali’nin hak sahibi ve kendisine itaat edilmesi farz olan imam olduğu hususu doğ-rudur. Muaviye ise hatalıdır, içtihat ettiğinden dolayı bir ecir ile mükâfat-landırılmıştır. Bazen dinî ahkâmdan olan bir hususun daha açık ve daha net olması noktasında doğru olan husus dünya ehline gizli kalabilir. Ba-zen kişi, durum kendisine ayan beyan olduktan sonra rucu edebilir, bazen de ölünceye kadar hakikat ona ayan-beyan olmaz. Bizim başarımız ancak yüce Allah’ın yardımıyladır. O, ismetten ve hidayetten mesul olandır, O’n-dan başka ilâh yoktur.

5

10

15

20

25

30

Page 393: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 393

ــאن، ] ٥٧٠[ ــ ــ ــ ــ ا ــ أ ــ ي ــ ــא ــ א ــ אو ــ أن و

ــכ ــ ذ ، و ــ ــ ــאذ ا ــ إ ــ ــ ــ ي أ ــ ــ ا ف ــ ــ أن ا

ــ א ــ ر ــ ــאب إذ ــ ــ ا ــ ــ ه ــ ــא أ ــ כ ــ ــ ا

כــ ــ ــ أ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ א ــ ا ــ אو ــ ــא . وأ ــ

ــ אو ــ ــ ــ ــ ــ א ــ و אل ور ــ ــ ا ــ ة، و ــ ــ أ ــ ا ــ

ــ ــ ا ــ א ــ ا ــ ــ ا ــכ כ ــ ــ ــ א ــאب و ــכ ــ ذ

. ــ ــ ا ــ أ

ــ ] ٥٧١[ ــ כــ ، و ــ ــ ــ و ــ وا ــ و ــ ــא ــאرب ــא وأ

ــ ــ ــ ــא أ ــ א ــ ا ــאم ا ــ ا ــ אق ــ ــ ا ــ أ ــ ــ و

ــא כــ כ ــ ــ أو ــ ــ أو أ ــ ــ ــכ א اء כאن ــ ، ــ ــ و ــ ا א

ه. ــ ــ و ــ ــ א ــ وإ א ــ ــ ــאن ــ ــ

ــ ] ٥٧٢[ ، أو ــ ــ أو ا ــ أو رى ــ ــ ا ــ و ــכ א ــ ــ و

ــאن ــ ــכ إذ ، وכ ــ א ــאن ــ ــאم، وو ــכאن ا ــ ــ أو ا

ــאم ــ ا ــכאن ــ ــ ــ ــ أو ا ــ أو ــ أو ا ر ــ ــ ، ــ ــ ا ر

ــ ــאم ا ــ وا ــ ا א ــ ــא ــ أن ، ــ ــ ــ א ــ و

ــ ــ ــ و ر ــ ء ــ ــ אو ــ و ر ــ ــא إذ ه، כ ــ ــ و א

ــכאم ــ أ ــ ا ا ــ ــ ــ ــ وأو ــ أ ــא ــ א ــ ا א ــ ا اب ــ ا

ــא ــא ، و ــ ت ــ ــ ــ ــ ــ ــא ، ور ــ אن ــ ــ إذ ا ــא ر ــ ا

. ــ ــ إ ــ إ ا ــ وا ل ا ــ ــ ا ــ و ــ و ــא إ

٥

١٠

١٥

Page 394: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi394

[573] Ebû Muhammed şöyle dedi: Neticede Ali hakkını talep etti ve bu uğurda savaştı. Müslümanların bir kelimede birleşmeleri için -tıpkı oğlu Hasan’ın (r.a.) yaptığı gibi- savaşı terk etmesi onun lehine olurdu. Hasan’ın bu şekilde davranması onun lehinde büyük bir fazilet olmuştur. Nitekim Allah Resulünün (s.a.) onunla alakalı uyarısı daha önceden vuku bulmuştur. Zira Hz. Peygamber, “Benim bu oğlum efendidir. Umulur ki yüce Allah onun vesilesi ile ümmetimden iki büyük cemaatin arasını ıslah eder.” şeklinde buyurmuştur. Böylece Allah Elçisi (s.a.) bu şekilde Hasan’ı övmüştür. Her kim müslümanların kanının dökülmemesini arzu ederek kendi hakkını terk ederse, başkalarının elde edemeyeceği bir fazilete sahip olmuş olur. Her kim de bu uğurda savaşırsa, bir kuruş dahi olsa onu talep etmek onun hakkıdır, bundan dolayı kınanmaz. Bilakis o bu konuda isa-bet etmiştir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır ve onun yardımını dileriz.

Mefdulün (Daha Az Faziletli Olanın) İmâmeti Meselesi

[574] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hâricîlerden, Mu‘tezileden ve Mürcie’den bazı gruplar, Muhammed b. Tayyib el-Bakıllânî ve ona tabi olanlar ile Şîa’dan olan Râfizîlerin tamamı, “İnsanlar arasında kendisinden daha faziletli birisinin bulunduğu bir kimsenin imâmetinin câiz olmadığı” kanaatine varmışlardır. Hâricîlerden, Mu‘tezileden ve Mürcie’den bir top-luluk ile Şîa’dan olan Zeydiyye fırkasının tamamı ve Ehl-i Sünnetin hepsi, “imamın dışında, daha faziletli bir kimsenin bulunduğu bir yerde imâme-tin geçerli olduğu” kanaatindedirler.

[575] Ebû Muhammed şöyle dedi: Râfizîlere gelince, daha önce tutar-sızlığını ortaya koyduğumuz -bundan dolayı âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun- görüşlerinden ifade ettiklerimize göre onlar, dünyada imamın bir tane olduğunu ve bizatihi maruf olduğunu söylemişlerdir. “İmâmetin, ancak var olan kimselerin en faziletlisine ait olduğunu” söyleyen birisinin ne Kur’ân’dan, ne sünnetten, ne icmâdan, ne sağlıklı bir akıldan, ne kıyas-tan ne de sahabe kavlinden bir delilinin olduğunu bilmiyoruz. Bu şekilde olan bir şey, atılmaya en layık olan bir sözdür.

5

10

15

20

25

30

Page 395: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 395

ــ ] ٥٧٣[ כــ ــ כאن ــ و ــ א ــ ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــכ ــ ــכאن ــא ــ ا ــ ر ــ ا ــ ا ــא ــ כ ــ ا כ

ــ ــ و ا ــ ــ ــאل: ا ــ إذ ــ و ــ ا ل ا ــ ار ر ــ ــ إ م ــ ــ

ــ ــ ا ل ا ــ ــ ر . ــ ــ أ ــ ــ א ــ ــ ــ ا أن

ــ ــ ا ــ ــ أ ــ ــאء ا ــ د ــ ــ ــ ر ك ــ ــ ــכ. و ــ و

ــ ــ ، ــ م ــ ، و ــ ــ ــ ــ ــ أ ــ و ــ א ــ ه و ــ ــא وراء

. ــ ــ ا א ــא ــכ، و ــ ذ ــ

ل א ا م إ כ ا

]٥٧٤ [ ، ــ ــ ا ــ ا ارج، و ــ ــ ا ــ ا ــ : ذ ــ ــ ــאل أ

ــ ، و ــ ــ أ ، و ــ א ــ أ ــ ا ــ ــ ، ــ ــ ا ــ ا و

. ــ ــ ــאس أ ــ ا ــ ــ ــ א ز إ ــ ــ ــ أ ــ إ ــ ا ــ ا ا

ــ ، و ــ ــ ا ــ א ، و ــ ــ ا ــ א ارج و ــ ــ ا ــ א ــ وذ

. ــ ــ ه أ ــ ــ ة ــ א ــ א ــ أن ا ــ إ ــ ا ــ أ ، و ــ ــ ا ــ ا

ــ ] ٥٧٥[ وف ــ ــ ــאم وا ا أن ا ــ א ــ ا ــא ا : وأ ــ ــ ــאل أ

ــ رب ــא، وا א ــאد م إ ــ ــ ــ ــ ا ا ــ أ ــא ــא ذכ ــ ــ א ــ ا

ــ ــ أ ــ ــ ــ ز إ ــ ــ א ــאل إن ا ــ ــ ــא . و ــ א ا

ــאس، و ــ ــ و ــ ــ ــאع، و ــ إ ، و ــ ــ آن و ــ ــ

اح. ــ א ل ــ ــ ــ أ ا כــ ــא כאن ــ و א ل ــ

٥

١٠

١٥

Page 396: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi396

[576] Ebû Bekir (r.a) Sakife günü, Ebû Ubeyde ve Ömer’i kastederek, “Bu iki adamdan birinin size halife olmasına razıyım.” demişti. Halbuki Ebû Bekir, o ikisinden şüphesiz daha faziletli idi. Müslümanlardan her-hangi birisi, “Bunun dinde doğru olmayan bir şey olduğunu” söylediği-ni ifade etmemiştir. Müslümanların içinde Sa’d’dan daha faziletli pek çok kimse olduğu halde Ensar, Sa’d b. Ubade’ye biat etmeye davet etmişti. Böy-lece ifade ettiklerimiz vesilesi ile, sahabenin tamamının mefdul imâmetin imkânı hususunda icmâ ettiği anlaşılmaktadır. Sonra Ömer (r.a) altı kişiyi görevlendirdi. Mutlaka onlardan bazıları diğerlerinden daha faziletli idi. O zaman müslümanlar onlardan birine biat etme hususunda icmâ ettiler, dolayısıyla o kendisine itaat edilmesi gerekli olan imamdır. İşte bu, mefdul imâmetin imkânına dair sahabenin mutabakatıdır.

[577] Sonra Ali (r.a.) öldü ve akabinde Hasan’a (r.a.) biat edildi. Sonra Hasan, yönetimi Muaviye’ye teslim etti. Sahabenin içinde Hasan ve Mu-aviye’den daha faziletli olan kimseler vardı. Nitekim sahabeden fetihten önce malını harcayan ve savaşan kimseler vardı. Onların tamamı -ilkinden sonuncusuna kadar- Muaviye’ye biat etti ve onun imâmetini onayladı. İşte bu, kendisi dışında daha faziletli birisi bulunan bir kimsenin imâmetinin imkânına dair yakîni bir icmâdan sonraki kesin bir icmâdır, bu konuda şüphe yoktur. Allah katında değeri olmayan (ölçüsü olmayan) bir kim-senin sözüne gelince, işte onlar, delil olmaksızın kendi fâsid görüşleriyle icmâyı delmişlerdir. Dalâlete düşmekten Allah’a sığınırız.

[578] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hayret doğrusu, bütün bunlarla “İnsanların en faziletlisinin dışındaki bir başka kişinin imâmetini doğru bulmayan” Bâkıllanî’nin sözü nasıl bir araya getirilir. Nitekim o, insanlar-dan en faziletli olanın dışındaki başka bir kimseye nübüvvet ve risâletin verilmesini mümkün kabul etmiştir. Bâkıllanî, arkadaşı olan Musul kadısı Ebû Ca‘fer es-Simnanî el-A’ma’nın kendisinden nakille aktardığı bir sö-zünde “Ümmet içinde, Allah Resulünden (s.a.) -peygamberlikle gönde-rilmesi anından ölünceye kadar geçen zaman zarfında- daha faziletli bir kimsenin olmasının mümkün olduğunu” açıklamıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 397: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 397

ــ ] ٥٧٦[ כــ أ ــ ــ ر ــ م ا ــ : ــ ــ ا כــ ر ــ ــאل أ ــ و

ــאل ــא ــכ، ــ ــא ــ כــ أ ــ ، وأ ــ ة و ــ ــא ــ أ ــ ــ ا

ــ ــאر إ ــ ا ، ود ــ ــ ا ــ ــא ــכ ــ ذ ــאل: ــ ــ أ ــ ا ــ أ

ــ ــכ، ــ ــ ــ ــ أ ــ כ د כ ــ ــ ــ ا ــאدة، و ــ ــ ــ

ــ ل، ــ ــ ا א از إ ــ ــ ــ ــ ا ــ ر א ــ ا ــאع ــא إ ــא ذכ

ــ . و ــ ــ ــ ــ ــ أن ــאل و ــ ر ــ ــ إ ــ ا ــ ر ــ

، ــ א ــ ا ــאم ا ــ ا ــ ــ أ ــ إن ــ أ ــ م ــ ــ ا ــ أ أ

ل. ــ ــ ا א از إ ــ ــ ــ ــאق ا إ ــ ــ و

]٥٧٧ [ ، ــ אو ــ ــ إ ــ ا ــ ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ر ــאت ــ

ــ א ــ و ــ ا ــ ــ أ ف ــ ــ ــא ــ ــ أ ــ ــ א ــא ا א ــ و

ــ ــ ــאع ا إ ــ ، و ــ א ، ورأى إ ــ אو ــ א ــ ــ آ ــ ــ أو כ

ــ ث ــ ــ أن ، إ ــ ــכ ــ ــ ــ ه أ ــ ــ ــ א از إ ــ ــ ــאع إ

ــא ذ ــ ، و ــ ــ د ة ــ א ــ ا را ــאع ا ا ــ ــ א ــ ا ــ وزن

ن. ــ ــ ا

ز ] ٥٧٨[ ــ ــ ــ أ א ل ا ــ ــ ــ ــ כ ــ כ : وا ــ ــ ــאل أ

ه ــ ــ ــא ة وا ــ ز ا ــ ــ ــ ، و ــ ــ ــאس أ ــ ا ه ــ ــ ــ א ا

א ــ ــ ا ــ ــ أ א ــ ه ــא ذכــ ح ــ ــ ، ــ ــ ــאس أ ــ ا

ل ــ ــ ر ــ ــ أ ــ ــ א ــ ا ن כــ ــ أن א ــ ــ ــ ا א ــ ا

ــאت. ــ أن ــ إ ــ ــ ــ ــ و ــ ا ا

٥

١٠

١٥

Page 398: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi398

[579] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah’ın saptırması nokta-sında bu iki hükümden -özellikle birbirlerine yakın olduklarında- daha ahmakça olanı yoktur. Selamete çıkardığından dolayı Allah’a hamd olsun.

[580] Şayet birisi şöyle derse: Sizler burada Ensar’ın Sa’d b. Ubade’ye biat etmeye çağırdığı sözünü -size göre hatalı olduğu ve Allah Resulünün açıklamasına aykırı olduğu halde- nasıl delil getirirsiniz? Yine bu konuda, size göre Ebû Bekir’in hilâfeti Allah Resulünden gelen bir nassa dayandığı halde, Ebû Bekir’in “Sizin hakkınızda bu iki kişinin birinden razı oldum.” şeklindeki sözünü nasıl delil getirirsiniz? Ebû Bekir, Allah Resulünün (s.a.) kendisiyle alakalı açıklamasını nasıl terk edebilir?

[581] Biz, Allah’ın tevfîk ve yardımıyla- şöyle cevap veririz: Ensar’ın (r.a.) fiili, iki hüküm altında düzenlenir. Bunlardan ilki; Kureyşli olmayan bir kimsenin öne geçirilmesidir. Bu yanlıştır ve bu konuda muhacirler En-sar’a muhalefet etmiştir. Dolayısıyla bu hüküm düşmüştür. İkincisi ise “en faziletli”nin dışındaki bir kimsenin imam olarak sunulmasının imkânıdır. Bu görüş doğrudur, Ebû Bekir ve diğerleri bu konuda onlara muvafakat etmiştir. Böylece icmâ olmuş ve bununla delil ikame edilmiştir. Bir görüşte yanılan bir kimsenin bir görüşe muhalefet etmesi ve bu görüşüne de ehl-i hakkın hak olarak sunduğu ile ihticacta bulunmasında herhangi bir hata söz konusu değildir. İşte burada herhangi bir tartışma yoktur. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[582] Ebû Bekir’in durumuna gelince, şüphesiz hak, nas ile onun lehine idi ve hakkını terk etmek hususunda müslümanların arasını ıs-lah edeceğini gördüğünde kişinin hakkını terk etmesi onun lehinedir. Müslümanlardan herhangi bir kimseye Allah Resulünün (s.a.) bir atiyye vermesi ve onun da atiyyesini başkasına vermesi ile kendisine verilen bir konumu/makamı başkasına vermesi arasında herhangi bir fark yoktur. Ancak bunun yapılamayacağına dair herhangi bir nas veya icmâ olma-ması gerekir. Aksi takdirde böyle bir şeye kalkışamaz. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

5

10

15

20

25

30

Page 399: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 399

ــ ] ٥٧٩[ ــ ا א ــ ــ ــ أ ــ و ن ا ــ ــ ــא : ــ ــ ــאل أ

. ــ ــ ا ــ ــא، وا א إذا ا ــ

ــ ] ٥٨٠[ ــ ــ ا ــאر ر ل ا ــ ــא ن ــ ــ : כ ــ א ــאل ن ــ

ــ ل ا ــ ــ ر ــ ف ــ ــ و כــ ــ ــאدة و ــ ــ ا ــ ــ إ א د

ــ כــ أ ــ : ر כــ ــ ل أ ــ ــא ا أ ــ ــ ن ــ ــ ، وכ ــ ــ و ا

ــ ــ أ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ כــ כــ ــ ــ أ ، و ــ

؟ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــא ك ــ ــ أن

]٥٨١ [ ، כ אر ر ا ا : إن ا א ا א א و

ــ ون. ــ א ــ ا ــ א ــ ــ و ا ــ א، و ــ ــ ــ ــ ــא: أ

ــ ــ اب وا ــ ا ــ ــ و ــ ه أ ــ ــ ــ از ــ : ــ א . وا ــ ه ا ــ

ــ ــ א ــ و ــ أ ــ ــ ، و ــ ــ ا ــ א ــא א ــאر إ ه ــ כــ و ــ أ

ــ ــ أ ــ ي وا ــ ــ ا ا ــ ــ أ ــ ــאب ا ــ أ ــ ــ א ل و ــ

. ــ ــ ا א ــא ــ و ف ــ ــא ا ــ ، و ــ ا

ــ إذا ] ٥٨٢[ ك ــ ء أن ــ ، و ــ א ــ ــ כאن ن ا ــ כــ ــ ــ أ ــא أ وأ

ل ا ــ ــא ر א ــ أ ــ ق ــ ، و ــ ــ ا ح ذات ــ כــ إ ــ رأى

ــאه ــא أ ه ــ ــ ــ أن ــכאن ــ ــ ا א ــא ــ ا ــ و ــ ا

ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــא ر ــ ــ ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ر

ــאع، ــ و إ ــכ ــ ذ ــ ــ ه إذ ــ ــא ــ א ــ أن ــכאن ــאن

. ــ ــ ا א ــא و

٥

١٠

١٥

Page 400: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi400

[583] Ebû Muhammed şöyle dedi: En faziletlinin dışındaki bir kim-senin imâmetinin câiz olduğunu kabul edenin sözünün doğruluğunun ve buna muhalefet edenin sözünün yanlışlığının delili şudur: “Efdal”in bilin-mesi ancak nas, icmâ ya da ortaya konulan bir mûcize ile mümkün olur. Burada mûcize, tartışmasız bir şekilde imkânsızdır, icmâ ve nas da böyledir.

[584] Başka bir delil ise şudur: “Efdal”in bilinmesi cihetinden onların sorumlu tutulmaları imkânsızdır. Çünkü Kureyş kabilesine mensup olan-lar, Sind’in en uzak noktasından Endülüs’ün en ücra köşesine, Yemen’in ve Berberî çöllerinin en uç noktasına, Ermenistan’a, Azerbeycan’a, Ho-rasan’a ve bunların arasında kalan bütün ülkelere yayılmışlardır. Onların isimlerinin bilinmesi bile imkânsızdır. Dolayısıyla onların hallerinin ve en faziletlilerinin bilinmesi nasıl mümkün olur?

[585] Bir başka delil de şudur: Bizler, sahabeden (r.a.) sonra gelen insan-lardan herhangi birisinin diğer insanlardan daha faziletli olduğu hususunu duyu ve müşahede yoluyla değil, ancak zan ile bilebiliriz. Zan ile hüküm vermek doğru değildir. Nitekim yüce Allah, bir topluluğu zemmederek şöyle buyurmuştur: “Kıyametin ne olduğunu bilmiyoruz, sadece zannediyoruz. Biz bu konuda kesin kanaat sahibi değiliz” demiştiniz.”

429 “Bu konuda hiçbir bilgi-leri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.”

430 “Yalancılar kahrolsun.” 431 “Onlar

yalnız zanna ve nefislerinin arzularına tabi oluyorlar. Andolsun ki, kendilerine Rablerinin katından yol gösterici gelmiştir. Yoksa insan her temenni ettiği şeye sahip mi olacaktır.”

432 “Onlar sadece zanna uyuyorlar. Şüphesiz zan, hakikat namına hiçbir şey ifade etmez.”

433 Allah Resulü de (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Zandan sakınınız. Şüphesiz zan sözlerin en yalanıdır.”

434

[586] Bunlara ilaveten, bizler insanların fazilet konusunda farklı farklı olduklarını görürüz. Birisi daha zahit olabilir, bir diğeri daha takvalı, bir başkası daha iyi bir idareci, bir dördüncüsü daha cesaretli, beşincisi daha bilgili olabilir. Bazen onlar, aralarında herhangi bir farklılık olmaksızın, fazilet mücadelesinde birbirlerine yakın olabilirler. Böylece “efdal”in bi-linmesi geçersiz oldu ve bu görüşün fâsid, güç yetirilemeyecek bir teklif ve bir ilzam olduğu ortaya çıktı. Bu bâtıldır ve helal değildir. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

5

10

15

20

25

30

Page 401: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 401

ــ ] ٥٨٣[ ة ــ א ــ א ن ا ــ ــאل ــ ل ــ ــ ــאن : و ــ ــ ــאل أ

ــ ف ا ــ ــ أن ــ إ ــ ــכ: أ ــ ذ א ــ ل ــ ن ــ ــ و ــ ه أ ــ

ــכ ف، وכ ــ ــ ــא א ــ ة ــ א ، ــ ة ــ ــאع أو ــ أو إ إ

. ــ ــכ ا ــאع وכ ا

ــ ] ٥٨٤[ ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ــ ي כ ــ ــ أن ا : و ــ ــאن آ و

ــ ، إ ــ ــ ا ــ أ ــ إ ــ ا ــ أ د ــ ــ ا ن ــ ــא ن ــאل

ــ ــא ــאن ا ــאن، و ــ وأذر ــ أر ــ أ ــ إ ــאري ا ، و ــ ــ ا أ

ــ ــ כ ؟ ــ ا ــ أ ــ כ ، ــ א ــ ــ أ د، ــ ــ ا ــכ ذ

؟ ــ أ

ــ ] ٥٨٥[ ري أ ــ ــ ري أ ــ ة ــא ــ وا א ــא ــ أ : و ــ ــאن آ و

כــ ، وا ــ א ــ إ ــ ا ــ ر א ــ ا ــ ه ــ ــ ــאن ــ إ

﴾ ــ ــ ــא ــא و ــ إ م: ﴿إن ــ ــא ــ ذا א ــאل ا . ــ ــ א

ــ ﴿ : ــ א ــאل ن﴾ و ــ إ ــ إن ــ ــ ــכ ــ ــא ﴿ : ــ א ــאل و

ــ אء ــ و ــ ى ا ــ ــא ــ و ن إ ا ــ : ﴿إن ــ א ــאل ن﴾ و ــ ا ا

ــ وإن ن إ ا ــ : ﴿إن ــ א ــאل ﴾ و ــ ــא ــאن ى۞أم ــ ا ــ ــ ر ــ אכــ وا : إ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאل ر א﴾ و ــ ــ ا ــ ــ ــ ا

. ــ ب ا ــ أכــ ن ا ــ

]٥٨٦ [ ، ــ ــ أز ا ن ا כــ ، ــ א ــ ا ن ــ א ــאس ــא ا ــא و ــא: وأ

ن כــ و ، ــ أ ــ ا ا ن כــ و س، ــ أ ــ ا ن כــ و أورع، ــ ا ا ن כــ و

ــ ، ــ ــאوت ــ ا ــ א ــ ا ــ אر ن ــ כ ــ ، و ــ ــ أ א ا

ــא ام ــ ــאق، وإ ــא ــ כ ن و ــ א ل ــ ا ا ــ ــ أن ، و ــ ــ ا

. ــ א ــ رب ا ، وا ــ ــ א ا ــ אع، و ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 402: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi402

[587] Biz, Allah Elçisinin (s.a.) her açıdan taklît edildiğini ve ahkâ-mın tamamının uygulandığını görmekteyiz. Öyle ki imamlar (yöneticiler), kendilerinden daha faziletli olan bir topluluğa bu ahkâmı uyguluyorlardı. Nitekim Hz. Peygamber, Yemen’in işlerini yönetmek için Muaz b. Cebel’i, Ebû Mûsâ’yı ve Halid b. Saîd’i görevlendirmişti. Yine Umman’ın işlerini yönetmek üzere Amr b. el-As’ı; Necran’a Ebû Süfyan’ı; Mekke’ye İtab b. Useyd’i; Taif ’e Osman b. Ebu’l-As’ı; Bahreyn’e el-A’la b. el-Hadremî’yi gö-revlendirmişti. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Ammâr b. Yasir, Sa’d b. Ebû Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Ebû Ubeyde, İbn Mes’ud, Bilal ve Ebû Zerr’in yukarda isimlerini zikrettiğimiz kimselerden daha fa-ziletli oldukları hususunda hiçbir tartışma yoktur. Böylece yakînen sahîh olmuştur ki, imâmet ve hilâfetin kendisiyle elde edildiği sıfatlar arasında fazilette önde olma sıfatı yoktur.

[588] Bunlara ilaveten, faziletler gerçekten çoktur. Takva, züht, ilim, şecaat, cömertlik, hilm, iffet, sabır, kararlılık ve benzerleri bunlardandır. Söz konusu sıfatların tamamına sahip olan (gösteren) bir kimse buluna-maz. Bilakis onların bir kısmından uzak olan ve bir kısmından da geri kalmış kimseler vardır. Dolayısıyla “mefdulün imâmetini” câiz görmeyen bir kimse nasıl bir fazilet araştırmaktadır?

[589] Eğer söz konusu sıfatların bir kısmıyla yetinirse, bu durumda delil olmaksızın iddiacı olmuş olur. Sıfatların tamamını teşmil ederse, Al-lah Resulünden (s.a.) sonra hiçbir kimsede bulunmasına imkân olmayan bir şeyle mükellef tutmuş olur. Dolayısıyla bunda şüphe yoktur. Böylece mefdulün imâmeti konusundaki görüş doğrudur. Bunun dışındakini söy-leyenin görüşü ise geçersizdir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[590] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bâkıllanî, imâmetin şartları konu-sunda on bir özellik zikretti. Bu da, delili olmayan bir iddiadır. Bu şekilde olan bir şey bâtıldır. Dolayısıyla imâmetin şartlarına bakılması gerekir. Öyle ki söz konusu şartların olduğu kimseler dışındakiler için imâmet geçerli değildir. Dolayısıyla biz, söz konusu şartların şöyle olduğunu görmekteyiz:

5

10

15

20

25

30

Page 403: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 403

]٥٨٧ [ ، ــ ا ــ ا ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــא أن ر ــ و ــ

ــכ ــ ــ م כאن ــ ــ ــ إ ــא ا ــ ــכאم ا ــ ا ــ ف ــ و

ــ א ، و ــ ــא ، وأ ــ ــ ــאذ ا ــ ــאل ا ــ أ ــ א ، ــ ــ أ

כــ ــ אن، و ــ ــא ان أ ــ ــ ــאص، و ــ ا و ــ ــאن: ــ ، و ــ ــ ا

ــ ء ــ : ا ــ ــ ا ــאص، و ــ ا ــ أ ــאن : ــ א ــ ا ــ و ــ أ ــאب

ــ ــ ــ وا ــ و ــאن و و و ــ כــ و ــא ــ أن أ ف ــ . و ــ ا

ــ ة، وا ــ ــא ف، وأ ــ ــ ــ ــ ا ــאص، و ــ و ــ أ ــ ــ و א ــ ــאر

ــא ــ ــ ــאت ا ــא أن ا ــ ــא ــ ذכ ــ ــא ذر أ ، وأ ــ د و ــ

. ــ ــ ا م ــ ــא ا ــ ــ ــ وا א ا

]٥٨٨ [ ، ــ وا ، ــ وا رع، ــ ا ــא ا، ــ ة ــ כ ــ א ا ن ــ ــא: وأ

ــ ــכ و ــ ذ ــ ،و ا ، وا ــ ، وا ــ ، وا ــ אء، وا ــ ، وا א ــ وا

ــא ــ أ ــא، ــ ا ــ ــא و ــ ــא א ن כــ ــ ــא، ــ ــ ــ أ

ل؟ ــ ــ ا א ــ إ ــ ــ ــ ا ا

ــ ] ٥٨٩[ ــא כ ــ ، وإن ــ ــ د ــא ــא כאن ــ ــ ن ا ــ

ذ ــ ، ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ أ ا ــ ده أ ــ ــ و ــ إ ــ

ــ ــאل ــ ل ــ ــ ل، و ــ ــ ا א ــ إ ل ــ ــ ا ــ ــכ، ــ ذ ــכ

. ــ ــ ا א ــא ــכ، و ذ

ــ ] ٥٩٠[ ــ ــא أ ــ أ א وط ا ــ ــ ــ א : وذכــ ا ــ ــ ــאل أ

أن ــ ، ــ א ــ ا כــ כאن ــא و ــאن، ــ ى ــ د ــא أ ا ــ و א ــ

ــא א . ــ ــ ــ ــ ــ א ا ز ــ ــ ا ــ א ا وط ــ ــ ــ

: ــ و ــ ا ــ ا ل ــ ر ــאر ــ ــ ــ ن כــ أن

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 404: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi404

[ı] Allah Resulünün (s.a.) “İmâmet, Kureyş’tedir” diye haber verdiği için imâmet Kureyş neslinde olmalıdır; [ıı] Allah Resulü (s.a.), baliğ oluncaya kadar çocuktan ve iyileşinceye kadar deliden diye zikrederek “Üç kişiden kâlem kaldırılmıştır.” şeklindeki sözünden dolayı, imam baliğ ve mümeyyiz olmalıdır; [ııı] Allah Resulünün (s.a.) “İşlerini bir kadına emanet eden bir topluluk felah bulmaz.” diye buyurmasından dolayı imam erkek olmalıdır;

[591] [ıv] İmam müslüman olmalıdır. Çünkü Allah Teâlâ, “Allah, mü-minlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.”

435 şeklinde buyurur. Hilâfet yolların en büyüğüdür. Yüce Allah, Ehl-i Kitab’ın hakir ve basit kılınmasını, onlardan cizye alınmasını ve Ehli Kitab’tan olup da iman et-meyen kimselerin müslüman oluncaya kadar öldürülmelerini emretmiştir. [v] (İmam); Allah’ın emrini uygulayan, [vı] Dinin farzlarından ona gerekli olanları bilen, [vıı] Genel olarak yüce Allah’a karşı takvalı olandır. Yüce Allah’ın “İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımla-şın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.”

436 meâlindeki sözün-den dolayı yeryüzünde fesadı yaymamalıdır. Çünkü yüce Allah’a karşı ve varlıklardan herhangi birisine karşı takvalı davranmayan ya da güvenilir olmaksızın yeryüzünde kötülüğü açıktan işleyen ya da Allah’ın emrini uy-gulamayan veya dinine dair herhangi bir şey bilmeyen bir kimseyi öne geçiren -iyilik ve takvaya yardım etmediği halde- günaha ve düşmanlığa yardım etmiştir.

[592] Allah Resulü (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Bizim emrimizin olmadı-ğı bir ameli işleyen kimse reddedilmiştir.” Yine Hz. Peygamber şöyle buyur-muştur: “Ey Ebû Zerr! Sen güçsüzsün. İki kişiye yönetici tayin edilmeyecek-sin, yetim malına veli kılınmayacaksın.” Allah Teâlâ da şöyle buyurmuştur: “Eğer borçlu, aklı ermeyen, veya zayıf bir kimse ise, ya da yazdıramıyorsa, velisi adaletle yazdırsın. (Bu işleme) şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun...”

437

[593] Böylece aklı ermeyen, zayıf olan ve herhangi bir şeye gücü yet-meyen bir kimse için veli lazım geldiği anlaşılmaktadır. Bir veliye muhtaç olan bir kimsenin müslümanlara veli/yönetici olması doğru değildir. Böy-lece bu sekiz şartın tekemmül etmediği bir kimsenin idareciliği bâtıl olup câiz değildir ve asla imâmetinin gerçekleşmediği ortaya çıkmıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 405: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 405

: ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ا ــ ــא א ن כــ . وأن ــ ــ א أن ا

ن כــ ، وأن ــ ــ ن ــ ، وا ــ ــ ــ כــ ا ث، ــ ــ ــ ــ ا ر

ــ ــ إ وا أ ــ م أ ــ ــ : ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ : ــ ر

أة. ــ ا

ــ ] ٥٩١[ ــ כא ا ــ ــ ل: ﴿و ــ ــ א ن ا א: ــ ن כــ وأن

ــאب، כ ــ ا ــאر أ ــ א ه ــ ، و ــ ــ ا ــ أ ﴾ وا ــ ــ ا

ا. وأن ــ ــ ــאب כ ــ ا ــ أ ــ ــ ــ ــ ، و ــ داء ا ــ ــ وأ

، ــ א ــ א ــא ، ــ ــ ا ا ــ ــ ــא ــא ـ א ه، ــ ا ــ ن כــ

ى و ــ وا ــ ــ ا ا ــ אو : ﴿و ــ א ل ا ــ رض ــ ا ــאد א ــ ــ

ء ــ ــ ، و ــ ــ و ــ ا ــ م ــ ــ ن وان﴾ ــ وا ــ ــ ا ا ــ אو

ــ ا، أو ــ ــ أ ــ ن، أو ــ ــ رض ــ ا ــאد א ــא אء، أو ــ ــ ا

ى. ــ ــ وا ــ ا ــ ــ وان، و ــ ــ وا ــ ا ــאن ــ أ ، ــ ــ د א ــ ري ــ

ــ ] ٥٩٢[ ــ ــ ــ ــ : ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאل ر ــ و

، و ــ ــ ا ن ــ ــ ــכ ــא ذر إ ــא أ م: ــ ــ ا ــאل ــ رد. و ــא أ

ــא﴾. א أو ــ ــ ا ــ ي ــ ن כאن ا ــ ﴿ : ــ א ــאل . و ــ ــאل ــ

ــ ] ٥٩٣[ ــ ــ ــ ء ــ ــ ر ــ ــ ، و ــ ــ وا ــ أن ا

ــ ــ أن و . ــ ــא ن و כــ ز أن ــ ــ ، ــ ــ و ــ ــ ــ ، و ــ و

. ــ ــ أ ز، و ــ ــ א ــ א وط ا ــ ه ا ــ כ ــ ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 406: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi406

[594] [vııı]Sonra imamın dinin emirlerinden, ibadetlerden, siyaset ve ahkâmdan tahsis ettiklerini bilen, farzlardan herhangi birini kaçırmadan onların tamamını yerine getiren, aleni ve gizli olmak üzere büyük günah-ların tamamından kaçınan ve -eğer kendisinde varsa- küçük günahları gizleyen bir kimse olması arzu edilir. Bu dört sıfatı yerine getirmeyen bir kimsenin ümmete yönetici olması insanların hoşuna gitmez. Eğer böyle-si bir kimse yönetici olursa, -biz bunu hoş karşılamadığımız halde- onun yönetimi geçerlidir. Yüce Allah’a itaat ettiği hususlarda ona itaat etmek zorunludur ve yüce Allah’a itaat etmediği hususlarda ona karşı çıkmak da vaciptir. Burada arzulanan hedef şudur: İmam zayıflık göstermeksizin in-sanlarla dost olmalı, kabalık ve sertlik göstermeksizin çirkin olanı reddet-mede güçlü olmalı; zorunluda aşırı gitmemeli, gaflete düşmeksizin uyanık olmalı, kendisi hakkında malı men edici olmadan ve başkaları hakkında da malı israf edici olmadan cesaretli olmalıdır. İmamın Kur’ân’ın ahkâmını ve Allah Resulünün (s.a.) sünnetlerini yerine getiriyor olması bütün bunları kendisinde cem etmesi anlamına gelir. İşte bu bütün faziletleri birleştirir.

[595] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yaratılışında körlük, sağırlık, iki eli ve iki ayağı olmayan kötürüm, cüzamlı ve kambur olmak gibi bir ku-surun olması, imama bir zarar vermez. Bir kimse, akledebildiği müddetçe iyice yaşlansa hatta yüz yaşında olsa, sara hastalığına maruz kalıp sonra şifa bulsa, hatta imâmet şartlarını taşıdığı halde buluğ çağına ulaşmasının aka-binde kendisine biat edilse, bu kimselerin tamamının imâmeti geçerlidir. Zira ne Kur’ân’ın nassı, ne sünnet, ne icmâ, ne fikir/idrak, ne de bir aklî delil bunu yasaklamamıştır.

[596] İmâmette tevarüs geçerli değildir. Çünkü ne Kur’ân’ın nassı, ne sünnet, ne icmâ ne de delil tevarüsü gerekli kılmamıştır. Nitekim yüce Al-lah, “(Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa,) Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun.”438 diye buyurmuştur. Dolayısıyla her kim adaleti titizlikle ayakta tutarsa, kendisine emredileni yerine getirmiş olur. İmâmet konusunda te-varüsün câiz olmadığı hususunda müslümanlar arasında bir ihtilaf yoktur. Yine buluğ çağına erişmemiş bir kimsenin imâmetinin geçerli olmadığı hususunda da -Râfizîler hariç- bir ihtilaf yoktur. Onlar, her iki durumu da mümkün kabul etmişlerdir. Yine kadının imâmetinin geçerli olmadığı hususunda da bir ihtilaf yoktur. Yüce Allah’ın yardım ve desteğini dileriz.

5

10

15

20

25

30

35

Page 407: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 407

ــאدات ] ٥٩٤[ ــ ا ، ــ ر ا ــ ــ أ ــא ـــא א ن כــ ــ أن ــ

ــ ــא ــא، ء ــ ــ ــא ــ כ ا ــא د ــכאم، ــ وا א وا

ه أن כــ ــאت ــ ه أر ــ . ــ ــ ــ إن כא א א ا ــ ا، ــ ا و ــ ــ א כ ا

ــאع ــא أ ــ א ــא، و כ ــ و ــ ــ ن و ــ ــא، ــ ــ ــ ــ ا

ن כــ : أن ــ ــ ــ ا א ــ وا ــ وا ــ ا ــ ــא ــ ، و ــ ــ وا ا

ــאوز ، و ــ ــ ــ כــ ــכאر ا ــ إ ا ــ ، ــ ــ ــ ــאس א ــא ر

را ــ ، و ــ ــ ــאل ــ א ــ ــ אع ا ــ ، ــ א ــ א ــ ، ــ ا

ــ آن، و ــ ــכאم ا ــא א ــאم ن ا כــ : أن ــ ا כ ــ ــ . و ــ ــ ــ ــ

. ــ ــ כ ا ــ . ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

ــ ] ٥٩٥[ ، כא ــ ــ ــ ن כــ ــאم أن ــ ا : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ن، و ــ ، و ر ــ ان ــ ي ــ ب، وا ــ م، وا ــ ع، وا ــ ــ وا وا

ــ ، و ــ ــ ع ــ ــ ا ض ــ ــ ــאم، و ــ א ــ ــ ا ــ أ ، و ــ ــא دام م ــ ا

ة إذ ــ א ــ א ء إ ــ ــכ ، ــ א وط ا ــ ف ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ إ

. ــ ــ أ ، و د ــ ــאع، و ، و إ ــ آن، و ــ ــ ــא ــ ــ

آن ] ٥٩٦[ ــ ــ ــא ــכ أ ــ ذ ــ ــ ــ א ــ ا ارث ــ ز ا ــ و

ــאم ــ ﴾ ــ א ــ ا ا ــ : ﴿כ ــ א ــאل ــ ــ ــאع و د ــ و إ و

ز ــ ــ ــ أ م ــ ــ ا ــ أ ــ ــ أ ف ــ ، و ــ ــ ــא أ ــ أدى ــ א

ــאزوا כ ــ أ ــ وا ــא ا א ــ ــ ــ ز ــ ــא ــ أ ــא، و ارث ــ ا

. ــ ــ א ــא أة، و ــ ز ــ ــא ــ أ ــ ــ أ ف ــ ، و ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 408: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi408

İmâmetin İcrası Ne ile Geçerli Olur?

[597] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bir topluluk, imâmetin her bölge-deki müslümanların faziletli ve kültürlü olanlarının icmâsı ile sahîh olaca-ğı görüşünü kabul etmiştir. Diğerleri ise imâmetin, imamın huzurundaki topluluğun anlaşması/icrası ile sahîh olacağı görüşüne varmıştır. Buradaki mevzu, imamların (liderlerin) kararıdır. Ebû Ali Muhammed b. Abdül-vehhab el-Cubbâî ise, imâmetin en azından beş kişinin anlaşmasıyla sahîh olacağı görüşüne varmıştır. Onlar imâmetin akdedilmesi konusunda, (öl-meden önce) ölü imam nefsi arzusu ile değil, ümmet için en iyisini tercih etmek üzere kendisinden sonra kimin imam olacağını tayin etmesini sahîh görmüşlerdir. Biz, Râfizîlerin ve Keysaniyye’nin görüşünün yanlışlığını açıklamıştık. Her kim bizatihi bir kişinin imâmetini iddia ederse, dili olan herkesin -Allah’tan korkmadıkça ve insanlardan utanmadıkça- bu nevi id-diaları ifade etmekten âcîz kalmayacağını haber veririz. Çünkü bunlardan kaynaklanan herhangi bir şeye dair delil yoktur.

[598] Ebû Muhammed şöyle dedi: “İmâmetin her bölgedeki müslü-manların faziletli olanlarının icmâsı ile sahîh olacağını” söyleyen bir kim-seye gelince, bu yanlıştır. Çünkü bu güç yetirilemeyen bir şeyle sorumlu tutulmak (teklîf-i mala yutak) olup imkân dâhilinde olan bir şey değildir ve zorluğun en büyüğüdür. Yüce Allah, kişiyi, ancak gücünün yettiği şeyle sorumlu tutar. Nitekim Allah Teâlâ, “...Allah, dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi.”

439 diye buyurmuştur.

[599] Ebû Muhammed şöyle dedi: Mihre bölgelerine, Aden’e, Me-samit beldelerine, Tanca’ya, Uşbûne’ye, Cezair’e, Şam sahillerine, Erme-nistan ve Cebel-i Kabç’e, Esmar’a, Fergana’ya, Esrûşene’ye, Horasan’ın en uzak yerlerine, Cürcan’a, Kabil’e, Multan’a varıncaya kadar Multan ve Mansura’daki ve bunların arasında bulunan şehir ve köylerdeki faziletli kimselerin icmâsını bilmekten daha büyük bir zorluk ve âcîzlik yoktur. Bu bölgelerdeki halkın faziletli olanlarının yüzde birinin bu konuda itti-fak etmelerinden önce müslümanların işlerinin mahvolması kaçınılmazdır. Dolayısıyla bu fâsid görüş bâtıldır. Bununla birlikte şayet bu görüş müm-kün olsa idi elbette bağlayıcı olurdu. Çünkü bu delili olmayan bir iddiadır.

5

10

15

20

25

30

Page 409: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 409

אذا א م ا כ ا

ء ] ٥٩٧[ ــ ــאع ــ إ ــ א ــ أن ا م إ ــ ــ : ذ ــ ــ ــאل أ

ة ــ ــ ــ أ ــ ــא ــ إ א ــ أن ا ون إ ــ ــ آ د. وذ ــ ــאر ا ــ أ ــ ا

ــאب ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ أ . وذ ــ ار ا ــ ــ ي ــ ــ ا ــאم وا ا

ــ أن ا ــ ــ ــאل، و ــ ر ــ ــ ــ ــ ــ א ــ أن ا ــ إ א ا

ــ ــ ــאر ــ ا ــ ــ ــ إذا ــאم ا ــ ا ــ ــ ــ א ــ ا

، ــא כ ل ا ــ ــ و وا ل ا ــ ــאد ــ ــא ــ ذכ ي. و ــ ــכ ــ ــ ــ و

ــאن، إذا ــא ذو ــ ــא و ــכ د ــ أن כ ذ ، وأ ــ ــ ــ ر א ــ إ ــ اد و

ــא. ء ــ ــ ــ ــאس إذ د ــ ا א ــ ، و ا ــ ا ــ

ــ ] ٥٩٨[ ء ا ــ ــ ــ إ ــ א ــאل إن ا ــ ــא : أ ــ ــ ــאل أ

ــ ــא ــ و ــ ا ــ ــא ــאق، و ــא ــ כ ــ ــ א د ــ ــאر ا ــ أ

ــ ــא : ﴿و ــ א ــאل א. و ــ ــא إ و ــ כ ــ א ج، وا ــ ــ ا أ

ج﴾ ــ ــ ــ ــ ا ــ כ

ء ] ٥٩٩[ ــ ــאع ف إ ــ ــ ــ ــ أכ ج و ــ : و ــ ــ ــאل أ

ة ــ א ــ ا א ــ أ ن إ ــ ــ ة إ ــ د ــ ــ رة إ ــ ــאن وا ــ ا ــ

ــ ــ و ــ أر ــאم إ ا ا ــ ــ ــ إ ــ ا ا ــ ــ إ ــ ا ــ إ ــ أ

ــאن ر ا ــ إ ــאن ا ــ א أ ــ إ ــ و وأ ــ א و ، אر ــ أ ــ إ ــ ا

ر ــ ــאع أ ــ ــ ى، و ــ ن وا ــ ــ ا ــכ ــ ذ ــא ــאن. ــ ا ــ כא إ

ــ د ــ ه ا ــ ــ ء أ ــ ــ ء ــ ــ א ــ ء ــ ــ ــ أن ــ ا

ــאن. ــ ى ــ د ــ م ــ ــא ــא כ כאن ــ ــ أ ــ ــ א ا ل ــ ا ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 410: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi410

Ancak yüce Allah, “İyilikte yardımlaşın.” 440 ve “Adaleti titizlikle ayakta tu-

tan kimseler olun.” 441 diye buyurmuştur. Bu iki emir, iki hususa yöneliktir.

Bunlardan biri, haddi zatında bütün insanlara yöneliktir ve burada başka-sının beklenmesi adaleti titizlikle uygulamasının gereğini ondan düşürmez.

[600] İyilik ve takva konusunda yardımlaşmaya gelince, bu da iki ya da daha fazla kişiye yöneliktir. Çünkü yardımlaşma, bir kişinin fiili olmayıp, iki fâilden meydana gelen bir fiildir. Takva ve iyilik üzere iki kişinin yar-dımlaşmasının farziyeti, üçüncü bir kişiyi beklemek suretiyle o ikisinden düşmez. Şayet bu olsa idi, bu durumda adaleti yerine getirmek, iyilik ve takva üzere yardımlaşmak bir kişiye gerekli olmazdı. Çünkü yeryüzü aha-lisinin bölgelerinin uzak olması, bir özür ya da günah sebebiyle muhalefet eden bir kimsenin karşı çıkmasından dolayı bu hususta birleşmesinin im-kânı yoktur. Şayet bu olsa idi, bu durumda yüce Allah’ın adaleti titizlikle ayakta tutmak ve iyilik ve takva üzere yardımlaşmakla alakalı emri yanlış ve anlamsız olurdu. Bu ise İslâm’dan çıkmaktır. Böylece mezkûr görüş düş-müştür. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır. “İmâmetin akdedilmesi, an-cak imamın huzurundaki topluluğun anlaşması ile sahîh olur ve buradaki mevzunun taraftarları, imamların (liderlerin) kararıdır.” şeklinde söz söyle-yen bir kimsenin görüşüne gelince; şüphesiz Şamlılar, bunu, kendileri için iddia ettiler. Bu iddiaları onları Mervan’a ve oğlu Abdülmelik’e biat etmeye sevk etti. Onlar, bu vesile ile müslümanların kanını helal kabul ettiler.

[601] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu yanlış bir görüş olup, taraftar-larının lehinde bir delil değildir. Kur’ân’dan veya Allah Resulünün (s.a.) sünnetinden, ya da ümmetin kesin olan icmâsından kaynaklanan bir delil-den yoksun olan din konusundaki her görüş kesin olarak bâtıldır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Eğer doğru söyleyenler iseniz (iddianızı ispat edecek) delilinizi getirin.”

442 Sözünün doğruluğuna dair delili olmayan bir kimsenin bu konuda sadık bir kimse olmadığı ortaya çıkmıştır. Böylece bu görüş de geçersizdir. Cübbâî’nin görüşüne gelince; şüphesiz bu görüş Ömer’in (r.a.) şura konusundaki tutumuyla alakalıdır. Zira Ömer şûraya altı kişiyi atamış ve içlerinden birisini seçmelerini emretmişti. Böylece se-çim, onların sadece beş tanesi ile gerçekleşmiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 411: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 411

ان ــ ﴾ ــ א ــ ا ا ــ ى﴾ و ﴿כ ــ وا ــ ــ ا ا ــ אو ﴿ : ــ א ــאل ــא وإ

ــאم ب ا ــ ــ و ــ ، و ــ ــ ذا ــאن ــ כ إ ــא: إ ــאن أ ان ــ ا

ــכ. ــ ذ ه ــ ــאر ــ ا א

ن ] ٦٠٠[ ا ــ א ــ ــ כ ا ــ إ ى ــ ــ وا ــ ا ــאون ــא ا وأ

ض ــ ــ ــ ا ــ ، و ــ ــ وا ــ ، و ــ א ــ ــ ــאون ا

ــאم ا ــ م أ ــ ــא ــכ ــ כאن ذ ، إذ ــ א ــאر ى ا ــ ــ وا ــ ا ــא אو

ــ رض ــ ا ــאع أ ــ ا ــ إ ى، إذ ــ ــ و ــ ــאون ، و ــ

ــ ــ و ر أو ــ ــכ ــ ذ ــ ــ ــ ــ و אر ــ أ א ا ــ ــכ أ ذ

ــ ــאون א ، و ــ א ــאم א ــ א ــ ا ــכאن أ ا ــ ــ כאن ، و ــ ا

ر כــ ل ا ــ ــ ا م، ــ ــ ا وج ــ ا ــ ــא، و אر ــ א ى ــ ــ وا ا

ــ ــ أ ــ إ ــ א ــ ا ــאل إن ــ ل ــ ــא . وأ ــ ــ ا א ــא و

ــ ا ــ ــאم כא ــ ا ن أ ــ ، ــ ار ا ــ ــ ي ــ ــ ا ــ ا ــאم وأ ة ا ــ

ــכ، ــ ا ــ وان وا ــ ــ ــ ــכ ــ ذ ــ ــ ــכ ا ذ ــ اد

م. ــ ــ ا ــאء أ ــכ د ا ــ وا

ــ ] ٦٠١[ ــ ا ل ــ ، وכ ــ ــ ــ א ل ــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ أو ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ آن أو ــ ــ ا ــ ــ د ى ــ

إن כــ א ا ــ א ــ ﴿ : ــ א ــאل ا . ــ ــ א ــ ــ ــ ا ــאع ا إ

ــ ــ ــא אد ــ ــ ــ ــ ــ ــאن ــ ــ أن ﴾ ــ אد ــ כ

ــ ــ ــ ا ــ ر ــ ــ ــ ــ : ــ א ل ا ــ ــא ا ــא. وأ ل أ ــ ا ا ــ

ــאر ــאر ا ، ــ ا ــ ــאروا وا ــ أن ــאل، وأ ــ ر ــא رى، إذ ــ ا

. ــ ــ ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 412: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi412

[602] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu görüş, çeşitli açılardan dolayı bir anlam ifade etmez. Birincisi; Ömer, seçim atamasının beş kişiden daha az olmasının geçersiz olduğunu söylememiştir. Bilakis Ömer’in şöyle dedi-ği ondan haber olarak gelmiştir. “Onlardan üç kişi birine, diğer üç kişi de ötekine meylederse, sizler Abdurrahman b. Avf ’ın içlerinde olduğu üç ki-şiye tabi olunuz.” şeklinde söz söylediği bildirilmiştir. Böylece o, üç kişinin imamı belirlemesini/atamasını mümkün görmüştür.

[603] İkincisi şudur: Ömer’in (r.a.) uygulaması, ümmeti bağlamaz, ta ki Kur’ân’ın nassına veya sünnete muvafık olsun. Ömer, diğer sahabiler gibidir, sahabeden (r.a.) diğerleri olmaksızın kendisine uyulmasının vücû-biyetini belirtmesi doğru değildir.

[604] Üçüncüsü şudur: Bu beş kişi (r.a.), seçimden uzak durdular ve kendilerinden birisini Ömer’in tercih etmesini istediler. Ömer, imâmete ehil olduğunu düşündüğü birisini -ki o, Abdurrahman b. Avf ’tır- hem şû-radakiler hem de müslümanlar için seçti. Bu durum kendilerine ulaştı-ğında, orada bulunanlar ve bulunmayanlar dâhil olmak üzere sahabeden hiçbiri buna karşı gelmedi. Böylece imâmetin bir kişiyle akdedilmesi hu-susunda onların icmâsı doğru olmuştur.

[605] Şayet birisi, “Bu mümkündür, çünkü müslümanların faziletli-lerinden olan beş kişi onu atadılar.” derse, ona şöyle denilir: Sana göre bu bir itiraz olsa idi, aynı şekilde onun bir benzeri sana söyleyen kim-seye gerekli olurdu. Bu beş kişinin ataması (imam akdetmesi) doğrudur. Çünkü ölmüş olan önceki imam onlara bu sorumluluğu yükledi. Şayet bu olmaz ise onların akdetmesi geçerli olmaz. Bunun delili, onların dışındaki bir kimseyi değil, onlardan birinin seçilmesini gerçekleştirmeleridir. Şayet onlar, kendileri dışındaki bir kimseyi seçse idiler, onlara boyun eğmek ge-rekli olmazdı. Dolayısıyla beş ya da daha fazla kişinin imam akdetmesi, ancak bu (mevcut) imamın onları ataması durumunda mümkün olur. Ya da sana şöyle diyen kimseye bunun bir benzeri gerekli olur. “Bu beş kişinin imam akdetmesi, onların seçtikleri kimseden memnun kalmaları hasebiyle bu asırdaki müslümanların faziletli olanlarının icmâsından dolayı sahîhtir. Şayet onlar gönüllü olarak imamda icmâ etmezlerse bu durumda onların akdi geçerli değildir. Böylece bu görüş yakîni olarak bâtıl olmuştur, bu ko-nuda hiçbir şüphe yoktur. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

5

10

15

20

25

30

Page 413: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 413

ــ إن ] ٦٠٢[ ــ ــ ــא: أن ه: أو ــ א ــ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــאل ــאل: إن ــ ــ أ ــאء ــ ــ ز ــ ــ ــ ــ ــאر أ ــ ا

ف ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ا ا ــ א ، ــ ــ وا ــ إ ــ و ــ وا إ

. ــ ــ ــאز ــ أ

ــ ] ٦٠٣[ ا ــ ــ م ا ــ ــ ــ ا ــ ر ــ ــ أن ــאن: و ــ وو

ــ ز أن ــ ــ ــ ا ــ ر א ــא ا ــ כ ، و ــ آن أو ــ ــ

. ــ ــ ا ــ ر א ــ ا ه ــ ــ دون א ب ا ــ

ــאر ] ٦٠٤[ ــ ا ؤا ــ ــ ــ ــ ا ــ ر ــכ ا : أن أو ــ א وا

ــ ــ ــ و א ــ ــ رآه أ ــ ــ و ــאر ــ ــ ــ وا ه إ ــ و

ــ إذ א ــ و ا א ــ ا א ــ ا ــ ــכ أ כــ ذ ــא أ ف، و ــ ــ ــ ا

. ــ ــ وا ــ ــ א ــ أن ا ــ א ــ إ ــ ــכ، ــ ذ

وه، ] ٦٠٥[ ــ ــ ء ا ــ ــ ــ ن ــכ ــאز ذ ــא : إ ــ א ــאل ن ــ

ــ ــא ــכ إ ــאل ــ اء ــ اء ــ ــ م ــ א ــא ا ك ا ــ ا ــ : إن כאن ــ ــ

، ــ ــ ــ ــכ ــ ذ ــכ، و ــ ذ ــ ــאم ا ن ا ــ ــכ ا ــ أو

ــ ــאروا ــ ا ، ــ ــ ــ ــאر ــ ا ــ ــא ــ إ ــכ أ ــאن ذ و

ــאم ــ ا ــ إ إذا ــ أو أכ ــ ز ــ ــ ، ــ ــאد م ا ــ ــא ــ

ــכ ــ ذ ء أ ــ ــאع ــ ــכ ا ــ أو ــ ــא ــכ إ ــאل ــ ــכ أو ذ

، ــ ــאز ــא ــ ــא ــ ا ا ــ ــ ــ ــאروه، و ــ ا ــא ــ ا ــ ا

ــ ، وا ــ ــכאل ــ إ ل ــ ا ا ــ ــ ــ ــ أ ــ ــא ا ــ و

. ــ א رب ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 414: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi414

[606] Bu görüşlerin tamamı bâtıl olduğuna göre, bu konuda Kur’ân’da, sünnette ve müslümanların icmâsı noktasında yüce Allah’ın vacip kıldığı üzere düşünmek gereklidir. Nitekim yüce Allah, “(Ey iman edenler!) Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin.”

443 diye buyurarak bizlere bunu farz kılmıştır.

[607] Böylece bizler, imâmetin akdedilmesinin çeşitli şekillerde sahîh olduğunu gördük. Bunların ilki, ölen imamın, en faziletli ve en güvenilir olan kişiyi imam olarak tercih edip ölümünden sonra görevlendirmesidir. Bunu sağlıklı iken veya hasta iken ya da ölümü anında yapması aynıdır. Zira bu şekillerden herhangi birisini men eden ne bir nas ne de bir icmâ vardır. Nitekim Allah Resulü (s.a.) Ebû Bekir’e, Ebû Bekir de Ömer’e böyle yapmıştır. Yine Süleyman b. Abdulmelik, Ömer b. Abdulaziz’i bu şekilde atamıştır. İşte bu, bizim tercih ettiğimiz ve gayrısından hoşlanmadığımız yöntemdir. Bu yöntemde, imâmetin kopmaksızın devam etmesi; İslâm’ın ve müslümanların durumunun düzenli olması; ümmetin bekâsı, yöneti-min yaygınlaştırılması, nefislerin yüceltilmesi, arzu ve isteklerin meydana gelmesi açısından onun dışındakilerden beklenen ihtilaf ve fitnenin zuhu-ru endişesinin ortadan kaldırılması vardır.

[608] Ebû Muhammed şöyle dedi: “Sahabeden (r.a.) ve tabiinden bazı kimseler, Yezid b. Muaviye’ye, Velid’e ve Süleyman’a biat etmeyi red-detmişti. Çünkü onlar, kendilerinden razı olunan kimseler değillerdi.” Ha-yır, bu doğru değildir, çünkü imam hayatta iken onları görevlendirmişti.

[609] İkinci yöntem şudur: İmam, birisini görevlendirmeden ölürse, bu durumda imâmete layık olan birisinin ortaya çıkması ve kendi imâ-metine davet etmesi gerekir. Onunla tartışılmaz. Dolayısıyla taraftarları-na ona biat etmeleri, imâmetine bağlanmaları ve ona itaat etmeleri farz-dır. Nitekim Ali, Osman (r.a.) öldürüldüğünde böyle yapmıştı. Yine İbn Zübeyr de (r.a.) böyle davranmıştı. Halid b. Velid de, ordu komutanları olan Zeyd b. Harise, Ca‘fer b. Ebû Tâlib ve Abdullah b. Ravaha şehit düş-tüklerinde bu şekilde davranmış, bir emir olmaksızın sancağı kapmıştı.

5

10

15

20

25

30

Page 415: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 415

ــא ] ٦٠٦[ ــ ــכ ــ ذ ــ ــ ا ا أ ــ א ــא ال כ ــ ه ا ــ ــ ــ ذ ــ

ــ ــ و ــא ض ــ ــא ا ــ כ ــאع ا ــ وإ آن وا ــ ــ ا ــ א ــ ا أ

ء ــ ــ ــ אز ن ــ כــ ــ ــ ا ل وأو ــ ا ا ــ وأ ا ا ــ ل: ﴿أ ــ إذ

﴾ ــ م ا ــ وا ــא ن ــ ــ ل إن כ ــ وا ــ ا دوه إ ــ

ــ ] ٦٠٧[ ــא أن ــא وأ ــא وأ ه: أو ــ ــ ــ א ــ ا ــא

ــ ــ أو ــ ــכ ــ ذ ــאء ــ و ــ ــא א ــאره إ ــאن ــ إ ــ إ ــאم ا ا

ــא ه כ ــ ه ا ــ ــ ــ أ ــ ــ ا ــאع ــ و إ ــ إذ ــ ــ أو

ــא ، وכ ــ כــ ــ ــ أ ــא ، وכ כــ ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر

ــאره ي ــ ــ ا ــ ا ا ــ ، و ــ ــ ا ــ ــ ــכ ــ ا ــ אن ا ــ ــ

، ــ م وأ ــ ــ ا ــאم أ ، وا ــ א ــאل ا ــ ا ــ ا ا ــ ــ ــא ه، ــ ه כــ و

ــ ــאء ا ــ ه ــ ــ ــ ــא ــ ف وا ــ ــ ا ف ــ ــא ــ ور

ــאع. وث ا ــ س و ــ ــאع ا ، وار ــ ــאر ا ــ ا ــ و

ــ ] ٦٠٨[ ــ و ــ ا ــ ر א ــ ا כــ ــ أ כــ ــא أ : إ ــ ــ ــאل أ

ن ، ــ ــ ا ــ ــ כא אن ــ ــ و ، وا ــ אو ــ ــ ا ــ ــ א ا

. ــ א ــ ــ ــ إ ــאم ا

ــ ] ٦٠٩[ ــאدر ر ــ أن ــ أ ــ إ ــ ــאم و ــאت ا : إن ــ א ــ ا وا

، ــ ــאد ــ وا א ض إ ــ ــ ــאزع ــ و ــ ــ إ ــ א ــ

ــ ــא ــא، وכ ــ ا ــאن ر ــ ــ إذ ــ ــא ــ כ א ــ و א ام إ ــ وا

، אر ــ ــ اء ز ــ ــ ا ــ إذ ــ ا ــ ا א ــ ــ ــא و ــ ا ــ ر ــ ا ا

ه، ــ ه أ ــ ــ ــ ا ــ ا א ــ ــ ــ روا ــ ا ــ و א ــ ــ أ ــ و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 416: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi416

Onun bu tutumu Allah Resulüne bildirildiğinde onu tasvip etmişti. Bütün müslümanlar (r.a.) bu konuda Halid’e yardım etmişlerdi. Ya da gördüğü bir olumsuzluğun zuhuru anında bu şekilde davranması gerekir. Bu du-rumda iyilik ve takva hususunda ona yardım etmek gerekir, bundan geri durmak ise doğru değildir. Çünkü bu (yani iyilik konusunda yardımlaşma-yı tehir etmek) kötülük ve düşmanlık üzere yardımlaşmaktır. Nitekim yüce Allah, “İyilik ve takva üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.”

444 şeklinde buyurmuştur. Zeyd b. Velid ve Muhammed b. Hârûn el-Mehdi445 (Allah onlara rahmet eylesin) bu şekilde yapmıştır.

[610] Üçüncü yöntem ise, Ömer’in (r.a.) ölüm anında yaptığı gibi, imamın ölüm anında müslümanların halifesinin seçimini güvenilir bir adama ya da birden fazla kimseye havale etmesidir. Bize göre bu yöntem, o zamandaki müslümanların söz konusu şahıs üzerinde birleşmelerinden dolayı güvenilir bir yöntemdir. Hz. Peygamber’den (s.a.) sabit olan “Biatı olmadığı halde bir gece geceleyen bir kimse...” şeklindeki sözünden dolayı imamın seçilmesinde üç geceden daha fazla tereddüt etmek doğru değildir. Çünkü müslümanlar, bu konuda, bundan daha fazlası üzerinde icmâ et-mediler. Buna ilavede bulunmak bâtıldır ve helal değildir. Buna göre müs-lümanlar, o günden Ömer’in (r.a.) ölüm anına kadar, bu altı kişiden birine biat etmelerinin gerekli olduğuna şüphesiz inandılar. Her ne kadar onlar bizatihi onu bilmeseler de, şüphesiz o bu altı kişiden birisidir. Dolayısıyla bu yöntemlerden biri ile imâmet geçerli olur ve bu yöntemlerin dışındaki bir yöntemle elbette sahîh olmaz.

[611] Ebû Muhammed şöyle dedi: İmam, bizatihi bir kimseyi be-lirlemediği halde ölürse, bunun üzerine imâmete uygun bir kimse hamle yapar, bir ya da daha fazla kişi ona biat eder, sonra da başka birisi bir an bile olsa onunla mücadele etmeye kalkışırsa, bu durumda imâmet hakkı ilk defa davrananındır. Allah Resulünün (s.a.) “İlk defa davrananın biati-ne sadık kalın. Her kim onunla mücadele ederse, kim olursa olsun boynunu vurun.” diye buyurmasından dolayı, ikinci sırada gelenin ilkinden daha faziletli olması ya da onun dengi olması yahut ondan daha aşağı derecede bulunması fark etmez.

5

10

15

20

25

30

Page 417: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 417

ــ ا ــ א ــא ، و ــ ــ ــ إذ ــ و ــ ا ل ا ــ ــכ ر ب ذ ــ و

ــ אو م ــ اه، ــ כــ ر ــ ــ ــכ م כ ــ ، أو أن ــ ــ ا ــ ر ا

وان، ــ ــ وا ــ ا ــ אو ــכ ن ذ ، ــ ــ ز ا ــ ى، و ــ ــ وا ــ ا

وان﴾ وا ــ ا ا אو ى و وا ــ ــ ا ا ــ אو : ﴿و ــ ــ و ــאل ــ و

. ــא ا ي ر ــ ــאرون ا ــ ــ ، و ــ ــ ا ــ ــ ز ــא כ

ــ ] ٦١٠[ ــ إ ــ ا ــאر ــ ا א ــ و ــאم ــ ا : أن ــ א ــ ا وا

ــ ، و ــ ــ ــ ــ ا ــ ر ــ ــא ــ כ ــ وا ــ ــ أכ ــ أو إ ــ ر

ز ــ ، و ــ ن ــ ــ ا ــ ــא أ ــ ــ إ ا ا ا ــ ــ ــא

ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ א ــאل ث ــ ــ ــ ــאر أכ ــ ا دد ــ ا

ــכ ــ ذ ا ــ ــ ــ ن ا . و ــ ــ ــ ــ ــ ــאت ــ : ــ ــ

ــ ــ ــ ــ أن ا ، ــ ــ א ــכ ــ ذ ــאدة ــכ وا ــ ذ ــ أכ

ــכ ــ أو ــ א ــ أ ــ ز ــ وا ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ر ت ــ ــ

، ــ ــכ ا ــ أو ــ ــכ وا ــ ــ ــ ه ــ ــ ــ وإن ــכ، ــ ــ ا

. ــ ه أ ــ ه ا ــ ــ ــ ، و ــ א ــ ا ه ــ ه ا ــ ــ

ــ ] ٦١١[ ــ ــאن ــ إ ــ إ ــ ــאم و ــאت ا ن ــ : ــ ــ ــאل أ

ه، ــ ــ ــ ــ ــ و אز ــ ــאم آ ــ ، ــ כ ــ ــ وا א ــ א ــ ــ ر

ل ــ ل ر ــ ، ــ ــ أو دو ــ أو ــ ــ أ א اء כאن ا ــ ول و ــ ا ــ ــ א

ــ ا ــ א ــ אز ــאء ــ ول ــא ول ــ ا ا ــ : ــ ــ و ــ ا ا

ــ כאن. ــא כא

٥

١٠

١٥

Page 418: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi418

[612] Şayet iki kişi ya da daha fazlası aynı anda birlikte hareket eder ya da hangisinin biatinin önce olduğunu bilmede ümitsizliğe düşülürse, bu durumda onların en faziletli ve en iyi idareci olanına bakılır ve niha-yetinde imâmet hakkı onun olur ve yüce Allah’ın “İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın.”

446 meâlindeki sözünden dolayı diğerinin çekilmesi lazım gelir. En iyi şekilde yönetenin görevlendirmesi, iyilik hususunda yardım-laşmaktandır. Bu, vefa gösterilmesi ve arkadaşıyla mücadele edene karşı savaşılmasını gerektiren önceden vuku bulmuş bir biat değildir. Eğer fazi-let konusunda eşit olurlarsa, büyük günahlardan kaçınan, küçük günahla-rını gizleyen, farzları ve sünnetleri yerine getiren bir kimse olduğuna göre, evet, fazilet açısından daha aşağı derecede olsa bile, idareciliği iyi olan öne geçer. Çünkü imâmetten maksat, güzel bir siyaset takip etmek ve emirleri uygulamada güçlü ve kudretli olmaktır. Şayet onlar, fazilet ve siyaset nok-tasında eşit olurlarsa, bu durumda onların arasında kura çekilir ya da o ikisi dışındaki birine bakılır. Yüce Allah, kullarına böyle bir zorlukla sıkıntı vermez ve Allah Teâlâ’nın “dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi.”

447 diye buyurmasından dolayı onları bu zorluk üzere bırakmaz. İşte bu, zorluğun en büyüğüdür. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

İyiliği Emretmek Kötülükten Alıkoymak

[613] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ümmetin tamamı, yüce Allah’ın “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.”

448 şeklinde buyurmasından dolayı iyiliği emretmenin ve kötülüğü men etmenin gerekliliği hususunda -onlar-dan herhangi birinin muhalefeti olmaksızın- ittifak etmiştir.

[614] Sonra onlar, bunun nasıllığı hususunda farklı görüşler ileri sür-düler. Sahabenin (r.a.) önde gelenler, Ehl-i Sünnet ve onlardan sonra ge-lenler, bundan maksadın sadece kalp ile ya da -eğer güç yetirirse- dil ile olmasıdır; ne el ile ne kılıç çekmek ne de silah kullanmakla olmayaca-ğı görüşüne varmışlardır. Bu görüş, Ahmed b. Hanbel, Sa’d b. Ebû Vak-kas’ın, Üsame b. Zeyd’in, İbn Ömer’in, Muhammed b. Mesleme ve di-ğerlerinin görüşüdür. Ebû Bekir b. Keysan el-Esamm449 da bu görüştedir.

5

10

15

20

25

30

Page 419: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 419

ــא ] ٦١٢[ ــ أ ــ ــ ــ أو ــ وا ــ و ــא ا ــ א ــאن ــאم ا ــ

ل ا ــ ــ ع ا ــ ــ ، وو ــ ــ א א ــ ــא وأ ــ أ ــ ــ

ــ وان﴾ و ــ وا ــ ــ ا ا ــ אو ى و ــ وا ــ ــ ا ا ــ אو : ﴿و ــ א

ــאزع ــ ــ אر ــא و ــאء ــ ا ــ ــ ا ــ ــ س، و ــ ــ ا ــ ا

إذا כאن ــ ــ ــ وإن כאن أ س، ــ م ا ــ ــ ــ ا א ــ ن ا ــ ــא، א

ــ א ــ ا ض ــ ن ا ــ א א ا ــ ، و ــ א כ ــא ــ ــ وا ا ــא د

ع ــ ــ أ א ــ وا ــ ا א ــ ن ا ــ ر، ــ א ــאم ــ ا ة ــ ، وا ــ א ــ ا

، و ــ ا ا ــ ــאده ــ ــ ــ ــ و ــא، وا ــ ــ ــא، أو

ج﴾ ــ ــ ــ ــ ا כــ ــ ــא : ﴿و ــ א ــ ج ــ ا ا ــ ــ ــ

. ــ ــ ا א ــא ج، و ــ ــ ا ا أ ــ و

כ وف وا ا א ا

وف ] ٦١٣[ ــ א ــ ا ب ــ و ــ ــא כ ــ ا ــ ا : ــ ــ أ ــאل

ــ أ כــ כــ : ﴿و ــ א ل ا ــ ــ ــ ــ أ ف ــ ــ כــ ــ ا ــ وا

﴾ כــ ا ــ ن ــ وف و ــ א ون ــ و ــ ــ ا ن إ ــ

א ] ٦١٤[ ــ ا אء ــ ا ــ ا ــ أ ــ ، ــ ــ כ ا ــ ــ ا

ــ ــ ل ــ ــ ه، و ــ ــ و ــ ــ ل أ ــ ــ ، و ــ ــ ــ ــ ا ر

ض ، إ أن ا ، و و ، وا א ا ز אص وأ أ و

א ن כ כ، و ر ذ ــאن إن א ، و أو א א כ إ ذ

. ــ ــאن ا ــ כ כــ ــ ل ا ــ ــ ، و ــ ح أ ــ ــ ا ف، وو ــ ــ ا و

٥

١٠

١٥

Page 420: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi420

Râfizîlerin tamamı bu görüşü kabul ederler. Şayet onların tamamı katle-dilse bile natık imam zuhur edinceye kadar bunu uygun görmezler. İmam huruç ettiğinde, işte o zaman imamla birlikte kılıçları kınından çekip çı-karmak vacip olur. Aksi takdirde kılıç kullanılması gerekli değildir.

[615] Ehl-i Sünnet, bu konuda, Osman’a (r.a.) ve sahabeden (r.a.) isimlerini zikrettiğimiz kimselere ve onlardan kuudu (tarafsız kalmayı/oturmayı) uygun gören kimselere uydular. Ancak Ehl-i Sünnetten olup da bu görüşü kabul edenlerin tamamı, bunu, adaletin/düzenin olmadığı durumda uygun gördüler. Eğer kurulu bir düzen varsa ve bir fâsık da buna karşı çıktı ise bu durumda onlara göre adil imamla birlikte kılıçları çekmek -şüphesiz- vaciptir. Biz, İbn Ömer’in şöyle dediğini rivayet ettik: “İsyankar topluluğun kim olduğunu bilmiyorum. Şayet onu bilse idim, ne sen ne de baş-ka birisi onlarla savaşmakta beni geçemezdiniz.”

[616] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu, söz konusu sahabenin (r.a.) gayrısını düşünmeyeceği bir şeydir. Ehl-i Sünnetten bazı gruplar, Mu‘tezile’nin ve Hâricîlerin tamamı ile Zeydiler, “iyiliği emretmek ve kötülüğü men etmek” konusunda kılıç çekmenin -kötülüğü ancak bu şekilde defetmek mümkün olduğunda- vacip olduğu görüşündedirler. Onlar, “Ehl-i Hakkın zaferden ümit kesmedikleri halde kötülüğü defet-meleri mümkün olacak bir topluluk olduklarında bunu yapmaları onlara farzdır.” dediler. Şayet onlar, azlıkları ve zayıf oluşlarından dolayı başarıyı ümit edemeyecek bir sayıda isler, kötülüğü el ile değiştirmeyi terk etme imkânları vardır. Bu görüş, Ali b. Ebû Tâlib’in (r.a.) ve sahabeden olup onunla birlikte olanların görüşüdür. Ayrıca müminlerin annesi Aişe’nin (s.a.), Talha’nın, Zübeyr’in ve sahabeden olup onlarla birlikte olanların görüşüdür. Yine bu görüş Muaviye’nin, Amr’ın, Nu’man b. Beşir’in450 ve sahabeden olup onunla birlikte olanların görüşüdür. Ayrıca bu görüş Ab-dullah b. Zübeyr’in, Muhammed ve Hasan b. Ali’nin, muhacirlerden ve Ensar’dan olan sahabenin geri kalanının ve Harre günü451 bulunanların tamamının görüşüdür. Enes b. Malik gibi, fâsık el- Haccac’a ve sahabeden olup onu dost edinen ve ona yardımcı olanlara karşı çıkanların görüşüdür.

5

10

15

20

25

30

Page 421: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 421

ج ــ ــאم ــכ ا ــ ذ ــ ــא ــ إ أ ا כ ــ ــ ، و ــ ــ כ وا ــ ا א ــ و

. ــ ، وإ ــ ــ ف ــ ــ ا ــ ج و ــ ذا ــ ــ א ا

ــ ] ٦١٥[ ــא ــ ذכ ، و ــ ــ ا ــאن ر ا ــ ــ ــ ــ ا ى أ ــ وا

ه ــ ــ א ــ ا . إ أن ــ د ــ ــ رأى ا ، و ــ ــ ا ــ ر א ا

ــ ــאم و ــ ن כאن ــ ــ כــ ــ ــא ــכ ــא رأوا ذ ــ إ ــ ا ــ أ ــ א ا

ــ ــא ــ رو ل، و ــ ــאم ا ــ ا ف ــ ــ ا ف ــ ــ ــ ــ ــ و א

ــ و ــ أ ــא ــא ــ ؟ و ــ א ــ ا ــ ا ــ ــאل: أدري ــ ــ أ ــ ا

ــא. א ــ ك إ ــ

ه. ] ٦١٦[ א ر ا כ ا و ي ا ا : و אل أ

ــ ، إ ــ ارج وا ــ ــ ا ، و ــ ــ ا ، و ــ ــ ا ــ أ ــ ا ــ وذ

ــ כــ د ــ ــ إذا כــ وا ــ ا ــ وف وا ــ א ــ ــ ا ف ــ ــ ا أن

ن ــ א ، و ــ ــ ا כ ــ א ــ ــ ــ ا ذا כאن أ ــ ا: ــ א ــכ. כــ إ ا

ــ ــ و ن ــ د ــ ــ ا ــ ــכ. وإن כא ــ ذ ض ــ ، ــ ــ ا

ــ ا ــ ر א ــ ــ أ ــ ل ــ ا ــ ، و ــ א ــ ك ا ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ כא

، ــ ــא، و ــ ا ــ ر א ــ ل أم ا ــ ، و ــ א ــ ا ــ ــ ــ وכ

ــ ــאن و، وا ــ ــ و אو ل ــ . و ــ א ــ ا ــ ــ כאن ، وכ ــ وا

ــ ل ــ ــ ، و ــ ــ أ ــ ا ، ر ــ א ــ ا ــ ــ ــ ، و ــ

ــאر ، وا ــ א ــ ا ــ א ــ ا ، و ــ ــ ــ ــ وا ، و ــ ــ ا ا

ــ ــאم ــ أ ل כ ــ ، و ــ ــ أ ــ ــ ا ة ،ر ــ م ا ــ ــ א وا

כ، א ــ כ ــ ــ ا ــ ر א ــ ا ه ــ وا ــאج، و ــ ا א ا

٥

١٠

٢٠

١٥

Page 422: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi422

Ayrıca Abdurrahman b. Ebû Leyla, Said b. Cübeyr, Ebu’l-Buhterî et-Tâî, Ata es-Selemî el-Ezdî, Hasan el-Basrî, Malik b. Dînar, Müslim b. Yesar, Ebu’l-Cevzâî, Şa’bî, Abdullah b. Ğâlib, Ukbe b. Veşâc (el-Ezdî), Ukbe b. Abdulğâfir, Ukbe b. Mahân, Mahân, Mutarrif b. Mugîre b. Şu’be, Ebu’l-Mi’dal Hanzale b. Abdullah, Ebû Şeyh el-Hennâî, Talk b. Habîb, el- Mu-tarrif b. Abdullah b. eş-Şihhîr, Nadr b. Enes, Ata b. es-Sâîb, İbrahim b. Yezîd et-Temîmî, İbn Cevsâ, Cebele b. Zahr ve diğerleri gibi tabiinin önde gelenlerinden olup isimlerini zikrettiğimiz kimselerin tamamının görüşü-dür. Bunlardan sonra tebeu’t-tabiinden olanlar, Abdullah b. Abdulaziz b. Abdullah b. Ömer, Ubeydullah b. Ömer ve Muhammed b. Aclan gibi on-lardan sonra gelenler de bu görüştedirler. Yine Muhammed b. Abdullah b. el- Hasan, Huşeym b. Beşîr ve Mutar el- Verrâk ile birlikte huruç edenler ve İbrahim b. Abdullah ile birlikte huruç edenler de bu görüştedir. Öyle ki Ebû Hanife, el- Hasan b. Hayy, Şerîk, Malik, Şafii, Dâvûd ve taraftarları gibi fakihlerin görüşlerinin işaret ettiği kimse odur. Eskilerden ve yeniler-den olmak üzere isimlerini zikrettiğimiz kimselerin tamamı, ya fetvaların-da bunu dile getirmişlerdir ya da çirkin olarak gördükleri şeyin reddedil-mesinde kılıcını çekmek suretiyle fiili olarak bu şekilde davranmışlardır.

[617] Ebû Muhammed şöyle dedi: Mezkûr grup, ilk olarak hadisle-ri delil getirdi. Delil olarak getirdikleri hadislerden bazıları şöyledir: “Ey Allah’ın Resulü! Onlarla savaşâlim mı? Hz. Peygamber, “Hayır. Namaz kıl-mazlar ise?” diye buyurdu. Bazı rivayetlerde “Ancak, size göre Allah katından bir delilin bulunduğu konuda açık bir inkâr/küfür görmeniz durumu hariç.” şeklinde denilmiştir. Bazı rivayetlerde de “Bizden birisinin sırtına vursa ve malını alsa bile sabretmenin gerekliliği” bildirilmiştir. Bazı rivayetlerde de, “Kılıcın parıltısının gözünü kamaştırmasından endişe edersen, elbiseni yüzüne ört ve şöyle de: “Ben, günahımı ve senin günahını geri göndermek istiyorum. (Aksi takdirde) cehennemlik olursun. “Bazı rivayetlerde de şöyle buyrulmuş-tur: “Sen, Allah’ın katil/öldüren kulu olma, öldürülen kulu ol!” Yüce Allah da şöyle buyurur: “(Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gel-mekten sakınanlardan kabul eder” demişti.”

452

5

10

15

20

25

30

Page 423: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 423

، ــ ــ ــ أ ــ ــ ا ، כ ــ א ــ ا א ــ أ ــא ــ ذכ ــ כאن وכ

ــ زدي، وا ــ ا ــאء ا ، و ــ א ي ا ــ ــ ا ، وأ ــ ــ ــ و

ــ ، و ــ زاء، وا ــ ــ ا ــאر، وأ ــ ــ ــאر، و ــ د ــכ א ي، و ــ ا

ــאن، ــ ــ و ، ــ א ا ــ ــ ــ و ــאح، و ــ ــ و ، ــ א ــ ا

، ــ ا ــ ــ ل ــ ــ ا ، وأ ــ ــ ة ــ ــ ا ف ــ ــאن وا א و

، ــ ا ــ ا ا ــ ــ ف ــ وا ، ــ ــ ــ و ــ א ا ــ ــ وأ

ــ وا ، ــ ا ــ ــ ــ ا وإ ، ــא ا ــ ــאء و ، ــ أ ــ ــ وا

ــ א ــ ا א ــ ء ــ ــ ــ ــ ، ــ ــ و ــ ز ــ ــאء ، و ا

، ــ ــ ــ ا ، وכ ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ــ ــ ا ــ כ ــ و

ــ ــ ــ و ــ ا ــ ا ــ ــ ــ ج ــ ــ ن، و ــ ــ ــ و

ــ ل ــ ي ــ ــ ا ، و ــ ا ــ ــ ا ــ إ ج ــ ــ راق، و ــ ــ ا ، و ــ

ــא ــכ، وا א כ، و ــ ، و ــ ــ ــ ، وا ــ ــ ــאء כ ال ا ــ أ

ــ ــכ ــ א ــא ، إ ــ ــ و ــ ــא ــ ذכ ن כ ــ . ــ א وداود، وأ

ا. כــ ــא رأوه ــכאر ــ إ ــ ــ ــכ، ــ א ــא ا ــאواه وإ

ــא: ] ٦١٧[ ــ אد أو رة כــ ا ــ א ا ــ ا : ــ ــ أ ــאل

ــא ا ا ــ وا כ ــ ــא: إ أن ــ ا. و ــ ــא و . ــאل: ؟ ل ا ــ ــא ر ــ א أ

ــא ــ أ ب ــ ب وإن ــ ب ا ــ ــא و ــ ــאن. و ــ ا ــ כــ

ــכ ح ــ א ــ אع ا ــ ك ــ ــ أن ن ــ ــא: ــ . و ــ א ــ وأ

ــאر. ــאب ا ــ أ ن כــ ــכ ــ وإ ء ــ ــ أن ــ أر : إ ــ ــכ و ــ و

: ــ א ــ و . ــ א ا ا ــ כــ و ل ــ ا ا ــ כــ ــא: ــ و

ــ ــ ــא و أ ــ ــ ــא א ــא إذ ــ א آدم ــ ا ــ ــ ــ ﴿وا

. ــ ﴾ ا ــ ا ــ

٥

١٠

٢٠

١٥

Page 424: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi424

[618] Ebû Muhammed şöyle dedi: “el-İttisâl ilâ fehmi marifeti’l-hisâl” adlı kitabımızda, detaylı bir şekilde tek tek haberleri senetleri ve manalarıy-la tedkik ettiğimizden dolayı, bunların tamamı, bu konuda onların lehine bir delil değildir. Biz, burada, yeterli olacak bir şekilde bunları açıklayaca-ğız, inşallah. Yüce Allah’ın yardım ve desteğini dileriz. Hz. Peygamber’in (s.a.) “malın alınmasına ve sırta vurulmasına tahammül gösterilmesiyle” ala-kalı emrine gelince, şüphesiz bu (meşru) imamın hukuka uygun olarak buna hükmettiği zaman böyledir. İşte bu, sabretmenin bizlere farz olduğu hususunda şüphenin bulunmadığı bir durumdur. Eğer o -boynu vurulan bir kimse bile olsa- kendisine vacip olduğu halde bundan imtina ederse, yüce Allah’a isyan eden bir fâsıktır. Bunun bâtıl olmasına gelince, Allah Resulünün (s.a.) buna tahammül göstermeyi emretmesinden Allah’a sığı-nırız. Bunun delili, yüce Allah’ın “İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşma-yın.”

453 meâlindeki sözüdür.

[619] Biz, Allah Resulünün (s.a.) sözünün yüce Allah’ın sözüne ters düşmeyeceğini biliriz. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “O, ken-di hevesine uyarak söz söylemez. Kur’ân ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.”

454 “(Hâlâ Kur’ân’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı?) Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.”

455 Böylece Allah Resulünün (s.a.) ifade ettiklerinin tamamının yüce Allah katından gelen vahiy olduğu anlaşılmaktadır. Vahiyde ne bir ihtilaf, ne tearuz ne de bir tenakuz vardır. Durum bu şekilde olduğuna göre, her müslüman, bir müslümanın ya da zımmînin malını haksız yere almanın ve sırtına haksız yere vurmanın günah, düşmanlık ve haram oldu-ğunu bu konuda herhangi bir şüphe olmaksızın yakîni olarak bilir. Nite-kim Allah Resulü (s.a.) “Kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız size haramdır.” şeklinde buyurmuştur.

[620] Şu halde bu konuda şüphe olmadığına ve müslümanlardan hiç-biri itiraz etmediğine göre, -mümkün olan herhangi bir şekilde bundan imtina etmeye muktedir olduğu halde- malını haksız yere alana ve sırtına da haksız yere vurana boyun eğen bir kimse günah ve düşmanlık üzere zâlime yardım eden bir kimsedir. Bu ise Kur’ân’ın açıklamasıyla haramdır.

5

10

15

20

25

30

Page 425: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 425

ــ ] ٦١٨[ ــ ا א ــאه ــ ــא ــ ــ ــ ا ــ : כ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــ إ ــאل א م ــ ا ــא א כ ــ ــא א و א ــא ا ــ ا ــ

ه ــ ــא أ . أ ــ ــ א ــא ــ و כא ــ ــא א ــאء ا ــ إن כــ ــאل، و ا

ــ ــכ إذا ــ ــכ ــא ذ ــ ب ا ــ ــאل، و ــ ا ــ أ ــ א م ــ ــ و

ــ ــ . وإن ا ــ ــ ــא ا ض ــ ــ ــ أ ــכ ــא ا ــ ، و ــ ــכ ــאم ذ ا

ــא إن כאن ــ وأ א ــאص ــ א ــ ــ ــ ــ إن و ب ر ــ ــ ــ ــכ ذ

ــכ، ــ ذ ــ א ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאذ ا أن ــ א ــכ ذ

ــ ــ ا ا ــ אو ى و ــ وا ــ ــ ا ا ــ אو : ﴿و ــ ــ و ل ا ــ ا ــ ــאن

وان﴾ ــ وا

ــ ] ٦١٩[ م ر ــ כ א ــ ــ و ــ ا ل ا ــ م ر ــא أن כ ــ و

ــאل ﴾ و ــ ــ إ و ــ ى۞إن ــ ا ــ ــ ــא : ﴿و ــ ــ و ــאل ا ــ א

ــ א ــא ــ أن כ ا﴾ ــ ــא כ ا ــ وا ــ ا ــ

ــ ــ כאن ــ : ﴿و ــ א

ــ ف ــ ــ و ا ــ و ــ ا ــ ــ ــ و ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

ــ ري כ ــ ــ ــכ ــ ــכ ا כ ــ ذا כאن ــ ، ــ א ــאرض و و

وان ــ ــ و ــ إ ــ ه ــ ب ــ ، و ــ ــ ــ ــ أو ذ ــאل ــ ــ أ أن

כــ ا כــ وأ ا אءכــ وأ : إن د ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאل ر ام. ــ و

. כــ ام ــ

ــ ] ٦٢٠[ א ــ ــ ا ــ ــ أ ف ــ ا، و ا ــ ــ ــכ ذ ــ

ــכ ــ ذ ــאع ــ ا ر ــ ــ ــא، و ب ــ ه ــ ــא، و ــ ــ א

آن. ــ ــ ا ام ــ ا ــ وان، و ــ ــ وا ــ ا ــ א ــאون ــ כ ــ أ ي و ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 426: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi426

Zikrettiğimiz diğer hadislere ve Âdemoğlu kıssasına gelince, onlar herhan-gi bir konuda delil değillerdir. Âdemoğlu kıssasına gelince, onun şeriatı bi-zim şeriatımızın dışında başka bir şeriattır. Nitekim yüce Allah, “... Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk.”

456 şeklinde buyurmuştur.

[621] Hadislere gelince, Allah Resulünden (s.a.) sahîh olarak şöyle bu-yurduğu gelmiştir: “Sizden her kim bir kötülük görürse -eğer gücü yeterse- onu eliyle değiştirsin, eğer buna gücü yetmez ise dili ile değiştirsin, eğer buna da gücü yetmez ise kalbi ile (buğz etsin). Bu, imanın en zayıf olanıdır. İman noktasında bundan öte bir şey yoktur.” Yine Allah Resulünden (s.a.) şöyle buyurduğu sahîh olarak gelmiştir: “Mâsiyette itaat yoktur. Ancak taat, ita-attedir. Sizden birine günah işlemesi emredilmediği müddetçe işitmesi ve itaat etmesi gerekir. Eğer günah işlemesi emredilirse, duyup itaat etmesi gerekmez.” Yine Allah Resulü şöyle buyurmuştur: “Malından dolayı öldürülen bir kim-se şehittir. Dininden dolayı öldürülen kimse de şehittir. Mazlum olarak öldü-rülen de şehittir.”

[622] Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Mutlaka iyiliği emre-diniz ve kötülükten men ediniz, yoksa yüce Allah katındaki azabı sizlere teş-mil eder.” Bu haberlerin zâhiri anlamı, diğerlerine muarızdır. Böylece bu iki cümleden biri diğerini nesh etmektedir, bundan başkası mümkün de-ğildir. Onlardan hangisinin nasih olduğu hususunda düşünmek gerekir. Savaşmaktan nehyeden bu hadislerin asıl manaya uygun olduğunu görü-rüz. Şüphesiz buradaki durum, İslâm’ın ilk devresine aittir. Buradaki diğer hadisler ise, ilave bir kanun ile -ki o da savaşmaktır- gelmişlerdir. Bunda hiçbir şüphe yoktur. Hz. Peygamber’in bu diğer hadisleri ifade ettiği anda, bu hadislerin metninin neshedilmesi ve hükümlerinin kaldırılması şüphesiz gerçekleşmiştir. Dolayısıyla mensuh olanı almak ve nasihi terk etmek, şüp-heliyi almak ve kesin olanı terk etmek haram olan hususlardandır. Her kim bu haberlerin nasih olduktan sonra mensuh hale döndüklerini iddia ederse, bâtılı iddia etmiş, hakkında bilgisi olmadığı bir şeyin peşine düşmüş ve yüce Allah’a bilmediği bir şeyi yakıştırmıştır. Bu da helal değildir. Şayet bu olsa idi, yüce Allah Kur’ân’da “Sana bu kitabı, her şey için bir açıklama olarak indirdik.”

457 şeklinde buyurmasından dolayı, bu hükmü, mensuhun nasihe rucu ettiğini açıklayan bir delil ve burhandan yoksun kılmazdı.

5

10

15

20

25

30

Page 427: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 427

ــא، ء ــ ــ ــ ــ آدم ــ ا ــ و ــא، ذכ ــ ا ــ אد ا ــא ــא وأ

: ــ و ــ ا ــאل א، ــ ــ ى ــ أ ــ ــכ آدم ــ ا ــ ــא أ

א﴾ א و כ

א כ ﴿

ــ ] ٦٢١[ : ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ : ــ אد ــא ا وأ

ــ ــ ن ــ ، ــא ــ ــ ن ــ אع، ــ ه إن ا ــ ه ــ ا כــ כــ رأى

ــ ــ ء. و ــ ــאن ــ ا ــכ ــ وراء ذ ــאن، ــ ا ــכ أ ــ وذ

ــ ــ א ــא ا ــ إ ــ ــ א ــאل: ــ ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

ــ ــ ــ ن أ ــ ، ــ ــ ــ ــא ــ א ــ وا כــ ا ــ أ ، و ــ א ا

ل ــ ــ وا ــ ــ א ــ دون ــ ــאل: م ــ ــ ا ــ ، وأ ــ א ــ و

. ــ ــ ل دون ــ ــ وا ــ دون د

כــ ] ٦٢٢[ כــ أو ــ ا ن ــ وف، و ــ א ن ــ م: ــ ــ ا ــאل و

ى ــ ــ أن إ ، ــ ــא אر ــאر ه ا ــ ــ א ــכאن ه. ــ ــ اب ــ ا

ــא ــ أ ــ ــ ا ــכ، ــ ذ כــ ى، ــ ــ א ــ ــ ا א

د ــ ــ ا ــאل ــ ا ــ ــא ا ــ ــ ا אد ــכ ا ــא ، ــ א ــ ا

ــ אد ه ا ــ ــ ــכ، وכא ــ م ــ ــ أول ا ــ ــאل ــ ا ــא כא ، و ــ ا

ــ ــ ــ ، ــ ــכ ــא ا ــ ــאل، ــ ا ة و ــ ــ زا ــ واردة ا

ــכ، ــ ــ ه ا ــ م ــ ــ ا ــ ــ ــא כ ــ ــ ور אد ــכ ا ــ

ك ــ ــכ و ــ ا ، وأن ــ א ك ا ــ خ و ــ א ــ م أن ــ ــאل ا ــ ا

ــ ــאدت ــ א ــ ا ــ ــ أن כא ــאر ه ا ــ ــ أن ــ اد . و ــ ا

. ــ ا ــ ، و ــ ــ ــא ــ ا ــאل ــ ــ ــ ــא ــא . و ــ א ــ ا ــ اد

ع ــ ــ ر ــ ــאن ــ و ــ د כــ ا ا ــ ــ ــ و ــ ا ــא أ ا ــ ــ כאن و

ء. ــ ــכ ــא א آن: ــ ــ ا ــ א ــ א، ــ א خ ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 428: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi428

[623] Diğer bir delil ise yüce Allah’ın şöyle buyurmasıdır: “Eğer ina-nanlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın.”

458 Dolayısıyla haddi aşan grupla savaşılmasının farz kılındığı bu âyetin muhkem olup mensuh olmadığı hususunda iki müs-lüman tartışmamıştır. Böylece bu âyetin söz konusu hadislere hükmettiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu âyete muvafık olan, nasih ve kesindir; bu âyete muhalif olan ise mensuh ve hükmü kaldırılmış olandır. Bir topluluk bu âyetin ve söz konusu hadislerin yönetimle alakalı olmayıp hırsızlık ko-nusunda olduklarını iddia etmiştir.

[624] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, kesin olarak yanlıştır. Çünkü bu iddia, delil olmayan bir sözdür. Herhangi bir kimse, bu hadislerin şu topluluk değil ama filan topluluk, şu zaman değil ama filan zaman hakkın-da olduğunu iddia etmekten âcîz değildir. Delili olmayan bir iddia geçerli değildir, nasların bir iddia ile tahsis edilmeleri de doğru değildir. Çünkü bu şekilde davranmak, bilgisizce yüce Allah’a karşı söz söylemektir. Allah Re-sulünden (s.a.) şöyle bir haber ya da manası şöyle olan bir haber gelmiştir: “Birisi, Hz. Peygamber’e haksız yere malını almak isteyen bir kimse hakkında sormuştu. Bunun üzerine Allah resulü: Malını verme, diye buyurdu. Adam: Eğer benimle savaşırsa? Hz. Peygamber: Onunla savaş. Adam: Eğer onu öldü-rürsem? Hz. Peygamber: O, cehennemdedir. Adam: Eğer o beni öldürürse? Hz. Peygamber: Sen cennettesin” diye buyurmuştur.”

[625] Yine Hz. Peygamber’den (s.a.) şöyle buyurduğu sahîh olarak gel-miştir: “Müslüman, müslümanın kardeşidir, onu teslim etmez ve ona zulmet-mez.” Yine Hz. Peygamber’in (s.a.) zekât konusunda şöyle buyurduğu sahîh olarak gelmiştir: “Herhangi bir müslümandan (bu kitap’ta bildirilen miktar-lar) vechiyle zekât istenirse, o müslüman bu zekâtını versin. Bundan fazlası is-tenirse (ziyadeyi) vermesin.”

459 Bu doğru bir haberdir. Biz, Enes b. Malik’ten, o da Ebû Bekir es-Sıddik’ten, o da Allah Resulünden olmak üzere güvenilir ravilerden oluşan bir tarik ile onu rivayet etik. İşte bu, mal için savaşılacağını bildiren hadisleri hırsızlığa yorumlayan bir kimsenin tevilini geçersiz kılar.

5

10

15

20

25

30

Page 429: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 429

]٦٢٣ [ ــ ــאن א ﴿وإن ــאل: ــ و ــ ا أن ــ و : ــ آ ــאن و

ا ــ א ى ــ ا ــ ــא ا إ ــ ن ــ ــא ا ــ ا ــ ا ــ ا

ــ ه ا ــ ــ أن אن ــ ــ ــ ﴾ و ا ــ أ ــ ء إ ــ ــ ــ ــ ا

ــ אכ ــא ا ــ أ ، ــ ــ ــ כ ــ א ــ ا ــאل ا ض ــ ــא ــ ا

ــא و ، ــ א ا ــ א ا ــ ــ ا ه ــ ــא ا כאن ــא ، ــ אد ا ــכ ــ

ه ــ ــ و ه ا ــ م أن ــ ــ ــ اد ع. و ــ خ ا ــ ــ ا ــא ــא א כאن

אن. ــ ا دون ص ــ ا ــ ــ אد ا

ــ ] ٦٢٤[ ــא ــאن، و ــ ل ــ ــ ، ــ ــ א ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــאن، ــאن دون ز ــ ز م، و ــ م دون ــ ــ ــא ــ أ אد ــכ ا ــ ــ ع أن ــ

ل ــ ــ ز، ــ ى ــ א ص ــ ــ ا ، و ــ ــאن ى دون ــ وا

ــא ــ أن ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאء ــ ، و ــ ــ ــ א ــ ا

؟ ــ א ن ــ ــאل: ، ــ م: ــ ــ ا ــאل . ــ ــ ــ א ــ ــ ــ ــ

. أو ــ ــ ا ــ ــאل: ؟ ــ ن ــ ــאل: ــאر، ــ ا ــאل: إ . ــ ن ــ ، ــ א ــאل:

ــאه. ا ــ ــא כ

، و ] ٦٢٥[ ــ ، ــ ــ ا ــ أ ــאل: ا ــ م أ ــ ــ ا ــ ــ و

ــא، ــא ــ و א ــ ــ כאة: ــ ــ ا ــאل م ــ ــ ا ــ ــ أ ــ . و ــ

ــ ــ ــאه ــ رو א ــ ا ــ ــא. و ــ ــא ــ و ــ א ــ ــ و

ــ ــ ا ل ا ــ ــ ر ، ــ כــ ا ــ ــ أ ــכ، א ــ ــ ــ أ ــאت ا

ص، ــ ــ ا ــאل ــ ا ــאل ــ ا אد ول أ ــ ــ ــ و ــ ا ــ . و ــ و

٥

١٠

١٥

Page 430: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi430

Çünkü hırsızlar zekât istemezler, zekâtı sultan talep eder. Böylece Hz. Peygamber (s.a.), emrettiğinden fazlası istenildiğinde, -ehl-i bâtılın onlara mukavemet ettiği hususta ehl-i hak ittifak etmiş olsa bile- ziyadenin veril-memesini farz kılmıştır. Biz, yardım ve başarıyı Allah’tan dileriz.

[626] Ebû Muhammed şöyle dedi: Osman’ın uygulamalarından itiraz ettikleri şeylere gelince, Osman öldürüleceğini asla düşünmemişti. Ancak o, isyancıların kendisini muhasara edeceklerini sanıyordu. Onlar, bugün, bunu adil imama uygun görmezler. Bilakis onunla birlikte ve onsuz savaş-mayı farz olarak görürler. Osman’ın (r.a.) durumunda onların lehine bir delil yoktur.

[627] Bazıları şöyle dediler: Savaşta haram olanın normal görülmesi, kanın akıtılması, malların alınması, gizliliklerin açığa vurulması ve yöneti-min dağılması vardır. Diğerleri de onlara şöyle cevap verdiler: Hayır, iyiliği emreden ve kötülüğü men eden bir kimseye ne kutsal olana (haram olana) leke sürmek, ne haksız yere mal ve mülkü almak, ne de savaşmayan bir kimseye saldırmak helaldir. Eğer o bunlardan herhangi birisini yaparsa, yaptığını değiştirmesi gerekir. İster az isterse kalabalık olsunlar, kötülük taraftarlarıyla savaşmasına gelince, bu ona farzdır.

[628] Kötülük taraftarlarının insanları öldürmesine, mallarını al-malarına ve kutsallarını lekelemelerine gelince, bunların tamamı çirkin şeyler olup değiştirilmesi insanlara gereklidir. Buna ilaveten, kötülüğün değiştirilmesi ve iyiliğin emredilmesi açısından zikrettikleri şeyin korku-su bir engel olsa idi, elbette bu ehl-i harbin savaşması açısından da bir en-gel olurdu. Bu, müslümanların kadınlarını ve çocuklarını hıristiyanların esir almalarına, mallarını zorla gasp etmelerine, kanlarını akıtmalarına ve kutsallarına leke sürmelerine sebep olsa bile, bir müslümanın demeyece-ği bir şeydir. Bütün bunların varlığıyla birlikte cihadın vacip olduğu hu-susunda müslümanlar arasında bir tartışma yoktur ve iki durum arasında bir fark bulunmamaktadır. Bunun tamamı cihattır, Kur’ân’a ve sünnete davettir.

5

10

15

20

25

30

Page 431: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 431

ــא م ــ ــ ا ــ א אن، ــ ــ ا ــא כאة. وإ ــ ن ا ــ ص ــ ن ا

ــ ــ أ אو ــא ــ ــ ا ــ أ ــ ا م، و ــ ــ ا ــ ــ ــא أ ــ ــ א ــ إذا

. ــ ــ وا ل ا ا ــ ، ــ א ا

ــ ] ٦٢٦[ ــ أ ــ ــא ــאن ــ ــ ــ ا ــ ــא ا ــא : وأ ــ ــ ــאل أ

ل، ــ ــאم ا م ــ ا ا ــ ون ــ ــ ، و ــ ون ــ א ــ ا ــא כאن ، وإ ــ

. ــ ــ ا ــאن ر ــ ــ أ ــ ــ ــ ــא، ــ ــ ودو ــאل ون ا ــ ــ

ــ ] ٦٢٧[ وأ ــאء، ا כ ــ و ــ ا ــ א إ ــאل ا ــ إن : ــ ــאل و

ــ ــ ــ ون: כ ــ ــ ا ــאل . ــ ــאر ا אر، وا ــ ــכ ا ال، و ــ ا

، و ــ ــ ــא ــ ــא، و أن ــכ כــ أن ــ ا ــ وف و ــ א ــ أ

ــ ــ أن ــא ــ ي ــ ــ ا ا ــ ــ א ــ ــ ن ــ ، ــ א ــ ض ــ أن

. ــ ض ــ ا ــ وا ــ ا أو כ ــ כــ ــ ا ــ أ ــא ، وأ ــ

ــ ] ٦٢٨[ ــ כ ، و ــ ا ــ أ ــאس، وأ כــ ــ ا ــ أ ــא وأ

وا ــא ذכــ ف ــ ــ כאن ــא: ه. وأ ــ ــאس م ا ــ ي ــ כــ ا ــ ا ــ ا כ ــ

ــאد ــ ــא א ــ ا ــ ــכאن وف ــ א ــ ــ ا ، و כــ ــ ا ــ ــא א

ــאء ــאرى ــ ا ــ ــכ إ ــ ذ ، وإن اد ــ ــ ــא ا ــ ب، و ــ ــ ا أ

ف ــ . و ــ ــכ ، و ــ א כ د ــ ، و ــ ا ــ أ ، وأ ــ ــ وأو ا

. ــ ــ ا ق ــ ، و ــ ا כ ــ د ــ ــ و ــ ــאد وا ــ أن ا ــ ــ ا

. ــ آن وا ــ ــ ا ــאء إ ــאد ود ــכ وכ ذ

٥

١٠

١٥

Page 432: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi432

[629] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onlara şöyle denilir: yahudileri kendi yönetiminin taraftarları ve hıristiyanları askerleri yapan; müslüman-lara cizyeyi gerekli kılan, müslüman çocuklarına kılıç çekmeye teşvik eden, müslüman kadınlarını zinaya sevk eden, müslümanlardan olan herkese kılıç çekmeye, kadınlarını ve çocuklarını mülk edinmeye sevk eden bir hükümdar hakkında ne dersiniz? Halbuki o bütün bu konularda İslâm’ı kabul ettiğini, bunu açıkladığını ve namazı bırakmadığını ifade edip söz konusu hususların çirkinliklerini ilan etmiştir?

[630] Eğer onlar, “Ona karşı kıyam etmek doğru değildir.” derlerse, onlara şöyle cevap verilir: Genel olarak o, öldürülmedik bir müslüman bırakmamıştır. Eğer ona karşı kıyam etmek terk edilirse, bu durum onu ve onunla birlikte küfür ehlini baki bırakması zorunlu olarak kaçınılmaz olacaktır. Eğer onlar, buna sabretmeyi câiz görürlerse, genel olarak İslâm’a muhalefet ederler ve İslâm’dan sıyrılıp çıkarlar.

[631] Eğer onlar, kendi sözleri olduğu halde “Bilakis ona karşı kıyam edilir ve savaşılır.” derlerse, onlara şöyle cevap veririz: Şayet o, müslüman-ların onda dokuzunu ya da birisi hariç hepsini öldürürse, aynı şekilde kadınlarını esir alır ve mallarını gasp ederse, eğer müslümanlar ona karşı kıyam etmekten men ederlerse, tenakuza düşerler. Eğer onlar kıyamı zo-runlu görürlerse, bu durumda bunun en azını onlara sorarız: Bir müslüma-nı öldürme veya bir kadına galebe çalma ya da malı gasp etme veya haksız yere kadınların iffetini kirletme konusunda onlara karşı koymaya gayret ederiz. Eğer onlar bunlardan herhangi birisini ayırt ederlerse bu durumda tenakuza düşerler ve delil olmaksızın hüküm vermiş olurlar. Bu ise doğru değildir. Eğer onlar bütün bu hususları reddetmeyi zorunlu görürlerse bu durumda hakka dönmüş olurlar.

[632] Onlara şunu sorarız: Zâlim ve günahkar olan yöneticisi, onun eşine, kızına, oğluna zina etmek üzere niyet etti veya bizzat ken-disiyle günah işlemeye niyet etti, bu durumda onun kendisini, kadı-nını, çocuğunu ve kızını kötülüğe ve çirkinliğe teslim etmesi müm-kün müdür? Yoksa bunu isteyen kimseye karşı koymak ona farz mıdır?

5

10

15

20

25

30

Page 433: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 433

د ] ٦٢٩[ ــ ا ــ אن ــ ــ ن ــ ــא ــ ــאل و : ــ ــ أ ــאل

ــ ــ ــ ا ، و ــ ــ ا م ا ــ ه، وأ ــ ــאرى ه، وا ــ ــאب أ أ

ــ ــ ــ و ــ כ ــ ــ ا ــא، و אت ــ ــאح ا ، وأ ــ ــאل ا أ

ــ ــכ ــ כ ذ ــ ، و ــ ــ ــ ا ، وأ ــ א ــאء وأ ــכ ، و ــ ا

ة؟ ــ ع ا ــ ، ــ ــ م، ــ א

ــ ] ٦٣٠[ א إ ــ ع ــ ــ : إ ــ ــ . ــ ــאم ز ا ــ ا: ــ א ن ــ

ن ــ . ــ ــ כ ــ ا ه، وأ ــ ــ و ــ إ ورة أ ــ ــ ك أو ــ ا إن ــ ــ و

. ــ ا ــ ، وا ــ م ــ ا ا ــ א ا ــ ــ ــ ــאزوا ا أ

ــ ] ٦٣١[ ــ ن ــ : ــ ــא . ــ ــ ــ و א ــ و ــאم ــ ا: ــ א وإن

ــ ــ ــכ، وأ ــא כ ــ ــ ا، و ــ ــ إ وا ــ أو ــאر ا أ

ــ ــ أ א ــ ا ــ ا. وإن أو ــ א ــ ــאم ــ ا ا ــ ن ــ ــכ، ــ כ ا أ

ــ ــ ا ، أو ــ ــ وا ــ ــ ــ ــ ــ أن ــ إ ال ــ ــכ، و ــ ذ

ــ ا ــ ن ــ ، ــ ة ــ ــאك ــ ا ــאل أو ــ ــ أ ة، أو ــ أة وا ــ ــ ا

ــכאر ا إ ــ ز وإن أو ــ ــא ا ــ ، و ــ ــ د ا ــ כ ا، و ــ א ــכ ــ ذ ء ــ

. ــ ــ ا ا إ ــ ــכ ر כ ذ

]٦٣٢ [ ، ــ وا ، ــ وا ، ــ زو ــ א ا ــ א ا א ــ ــ ــ ــ و

، ــ أ وا ، ــ م ــ إ ــ ــ ــ ــ أ ، ــ ــ ــ أو ، ــ ــ

؟ ــ ــכ ذ أراد ــ ــ أن ــ ض ــ أم ، ــ א ، ــ وا ه، ــ وو

٥

١٠

١٥

Page 434: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi434

Eğer onlar, “Kişinin kendisini ve ailesini teslim etmesi ona farzdır.” der-

lerse, bu durumda bir müslümanın diyemeyeceği büyük bir günah işlemiş

olurlar. Eğer onlar, “Kişinin bundan sakınması ve savaşması ona farzdır.”

derlerse, bu durumda hakka dönmüş olurlar. Bu, her müslümana, her

müslüman hakkında gereklidir. Mal da böyledir.

[633] Ebû Muhammed şöyle dedi: -Az da olsa- zulümden herhangi

bir şey gerçekleşirse, imamın bu konuda konuşması ve bunu men etme-

si vaciptir. Eğer (zulüm yapmaktan) imtina eder, hakka döner, uzuvlara

yönelik kısası uygular; zina, zina iftirası ve şarabın cezasını (hadd) yeri-

ne getirirse, imamın azledilmesine imkân yoktur. O, var olduğu gibi bir

imamdır ve azledilmesi helal değildir. Eğer imam, kendisine gerekli olan

bu uygulamalardan herhangi birini yerine getirmez ve girişimde bulunmaz

ise, mevcut imamın azledilmesi ve Yüce Allah’ın “İyilik ve takva (Allah’a

karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere

yardımlaşmayın.” 460 meâlindeki sözünden dolayı hukuku uygulayabilecek

başka birisinin göreve getirilmesi gerekir. Kanunların zorunlu olarak ge-

rektirdiği hususlardan herhangi birini ihmal etmek mümkün değildir. Ba-

şarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[Fâsık Bir Yöneticiye İtaat Konusu]

Fâsık birinin ardında namaz kılmak, onunla birlikte savaşmak,

haccetmek ve zekâtı ona ödemek; hükümler, had cezaları ve

diğerleri nevinden ahkâmın uygulanması konusundaki kelâm.

[634] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bir topluluk, namazın sadece

faziletli olanın ardında kılınmasının mümkün olduğu görüşündedir. Bu

görüş, Hâricîlerin, Zeydiyye’nin, Râfizîlerin, Mu‘tezilenin genelinin ve

bazı Ehl-i Sünnet mensuplarının görüşüdür. Diğerleri ise, böylesi bir

kimsenin ardında sadece cuma ve iki bayram namazının kılınmasının

mümkün olduğunu kabul etmiştir. Bu, Ehl-i Sünnetten bazı kimselerin

görüşüdür.

5

10

15

20

25

Page 435: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 435

ا: ــ א . وإن ــ ــא ــ ا ــ ، أ ــ ــ وأ م ــ ــ إ ض ــ ا: ــ א ن ــ

ــ ــכ כ م ذ ــ ، و ــ ــ ا ا إ ــ ــ ر א ــכ و ــ ذ ــ ــ أن ض ــ ــ

ــכ. ــאل כ ــ ا ــ و ــ כ

ــ ] ٦٣٣[ כ ــ أن ر، وإن ــ ــ ا ء ــ ــ ــ أن و ا : وا ــ ــ ــאل أ

ة، أو ــ ــ ا د ــ ــ ، وأذ ــ ــ ا ــ ورا ن ا ــ ، ــ ــ ــכ و ــ ذ ــאم ا

ــ ــ و ــ ــ إ ــ . ــ ــ ف وا ــ ــא وا ــ ا ــ א ــאء، و ــ ا

ــ ــאت ا ه ا ــ ــ ء ــ ــאذ ــ إ ــ ن ا ــ . ــ ــ ــא כאن ــאم כ إ

ا ــ אو : ﴿و ــ א ــ ــ א م ــ ــ ه، ــ ــ א ــ وإ ــ ــ و ا ــ و

ــ ء ــ ــ ز ــ وان﴾ و ــ وا ــ ــ ا ا ــ אو ى و ــ وا ــ ــ ا

. ــ ــ ا א ــא ، و ا ــ ــאت ا وا

א ة ا م ا כ ا

ود כא ا وا אذ أ ، و כאة إ ، ود ا ، وا אد وا

כ و ذ

ــ ] ٦٣٤[ ة إ ــ ز ا ــ ــ ــ أ ــ إ א ــ : ذ ــ ــ ــאل أ

، ــ ا ر ــ و ، ــ وا وا ، ــ وا ارج ــ ا ل ــ ــ و ، ــ א ا

ــ ل ــ ــ و ــ وا ــ ا إ ون: ــ آ ــאل و . ــ ا ــ أ ــ و

. ــ ا ــ أ

٥

١٠

١٥

Page 436: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi436

[635] İçlerinden herhangi birisinin muhalefeti olmaksızın sahabenin tamamı, tabiinden olan fakihlerin hepsi, onlardan sonra gelen neslin ek-seriyeti, Hadis taraftarlarının çoğunluğu, cuma ve diğer namazlar da dâhil olmak üzere bir fâsıkın ardında namaz kılmanın imkânını benimsemişler-dir. Bu görüş, Ahmed’in, Şafii’nin, Ebû Hanife’nin, Dâvûd’un ve diğerle-rinin de görüşüdür. Biz de bu görüşü kabul ederiz. Bu görüşün zıddı ise bid‘at ve uydurmadır. Muhtar [b. Ubeyd es- Sakafî], Haccac, Ubeydullah b. Ziyad, Hubeyş b. Delce ve diğerlerini idrak eden sahabeden hiçbiri bun-ların ardında namaz kılmaktan asla uzak kalmamıştır. Halbuki bu şahıs-lar fâsıkların en kötü olanlarıdır. Muhtar’a gelince, dini konusunda itham edilmiş ve kâfir olduğu düşünülmüştür.

[636] Ebû Muhammed şöyle dedi: Söz konusu kimselerin ardında namaz kılınamayacağını kabul eden bir kimse, yüce Allah’ın “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder.”

461 sözünü delil olarak ileri sürmüştür.

[637] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onlara şöyle denilir: Her fâsık, Allah Teâlâ için namaz kılmaya niyet ettiğinde o bu konuda Allah’a karşı gelmekten sakınanlardandır, dolayısıyla onun namazı makbuldür. Şayet sadece günahı olmayan kimseler Allah’a karşı gelmekten sakınanlar olmuş olsalardı, bu durumda Allah Resulünden (s.a.) sonra hiç kimse bu isme layık olmazdı. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Eğer Allah, in-sanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı.”

462

[638] Fâsıkın namazını Allah rızasına ulaşmak niyetiyle kılmadığı husu-sunda bir kesinlik mümkün değildir. Her kim bunu kesin bir şekilde kabul ederse, hakkında bilgisi olmadığı bir şeyin peşine düşmüş ve bilmediği bir şeyi söylemiştir. Bu ise haramdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme.”

463 ve “Hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz bir iş sanıyordunuz. Halbuki bu, Allah katında büyük bir günahtır.”

464 Bazıları, “me’mumun (cemaatin) namazı, imamın namazıyla irtibatlıdır.” demiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 437: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 437

א ] ٦٣٥[ אء ا ، و ــ أ ف ــ ــ دون ــ כ א ــ ا وذ

، ــ ــאب ا ر أ ــ ، و ــ ــ ــ ، وأכ ــ ــ ــ أ ف ــ ــ دون כ

ــ ة ــ از ا ــ ــ ــ إ ، وداود، و ــ ــ ، وأ ــא ، وا ــ ل أ ــ ــ و

ــ ــא ، ــ ــ ل ــ ا ا ــ ف ــ ل. و ــ ا ــ ــא. و ــ و ــ ا א ا

ــ ــ ا ــאج، و ، وا ــ ــ ــאر ا ا ا ــ أدرכــ ــ ا א ــ ا ــ ــ أ

ــא ــאق. وأ ــ ا ء أ ــ ، و ــ ة ــ ــ ا ــ ــ و ــ د ــ ــאد و ز

. ــ כ ــ ا ــא ، ــ ــ د ــא ــכאن ــאر ا

]٦٣٦ [ : ــ א ل ا ــ ــ ة ــ ــ ا ل ــ ــ ــ : ا ــ ــ ــאل أ

﴾ ــ ا ــ ا ــ ــא ﴿إ

ــ ] ٦٣٧[ א ــ ا ــ ر ى ــ ــ إذا א : כ ــ ــאل : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ إ ــ ا כــ ــ ــ . و ــ ــ ، ــ ــ ا ــכ ــ ذ ــ

ــ ــאل ا . ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ا ا ــ ــ ــ أ א ــ ــ ذ

﴾ ــ ــ دا ــא ــ ك ــ ــא ا ــ ــא כ ــאس ا ا ــ ا ــ : ﴿و ــ و

ــ ] ٦٣٨[ ، و ــ א ــ ا ــ و د ــ ــ ــ ــ א ــ ا ــ ز ا ــ و

: ــ א ــאل ام. و ــ ا ــ ، و ــ ــא ــאل ، و ــ ــ ــ ــא ــא ــ ا ــ ــ

ــ ــא כــ ا ن ــ : ﴿و ــ ــ و ــאل ﴾ و ــ ــ ــכ ــ ــא ــ ﴿و

م ــ ة ا ــ : إن ــ ــאل ﴾ و ــ ا ــ ــ ــא و ــ و ــ

ــ כــ

ــאم. ة ا ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 438: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi438

[639] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu fesadın en uç noktasıdır. Çün-kü bu, delili olmayan bir sözdür. Bilakis yüce Allah’ın “Herkes günahı yal-nız kendi aleyhine kazanır.”

465 ve “Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez.”

466 meâlindeki sözlerinden dolayı, delil bu gö-rüşü geçersiz kılar.

[640] Buradaki irtibat iddiası, ne Kur’ân’dan, ne sünnetten, ne icmâ-dan, ne de mâkulden kaynaklanan bir delilin olmadığı bir görüştür. Onlar, imamın temizliğinin cemaatin (ona uyanın) temizliği yerine geçmeyeceği hususunda icmâ ettiler. Aynı şekilde imamın kıyamının ona uyanın kıyamı yerine geçmeyeceği, imamın kaadesinin cemaatin kaadesi, imamın secde-sinin cemaatin secdesi, imamın rukusunun cemaatin rukusu ve imamın niyetinin cemaatin niyeti yerine geçmeyeceği hususunda da icmâ ettiler. Öyle ise iddia ettikleri bu irtibatın manası nedir?

[641] Bunlara ilaveten; zâhiri fazilet olan bir gizemden kesin olarak emin olmak mümkün değildir. Ancak bu bir zandır. Burada faziletli ve fâ-sık hakkındaki durum eşittir. Bir kimsenin başkasından dolayı namaz kıl-mayacağı ve herkesin kendisi için namaz kıldığı hususu doğrudur. Nitekim yüce Allah, “(Ey kavmimiz!) Allah’ın davetçisine uyun, (ona iman edin ki, günahlarınızı bağışlasın ve sizi elem dolu bir azaptan kurtarsın.)”

467 diye bu-yurmuştur. Böylece her davetçinin namaz, hac, cihat veya iyilik ve takvada yardımlaşma türünden bir hayra davet ettiği hususu bu şekilde zorunlu olarak gerekli olmuştur. Dolayısıyla davetçiye cevap vermek ve onunla bir-likte bu hayrı işlemek, Yüce Allah’ın “İyilik ve takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşma-yın.”

468 meâlindeki sözünden dolayı bir farzdır. Her kim kötülüğe davet ederse, günaha ve düşmanlığa icabet etmek hiçbir kimseye helal değildir. Bilakis onu reddetmek ve menetmek farzdır. Biz, yüce Allah’ın yardımını ve desteğini dileriz.

[642] Ebû Muhammed şöyle dedi: Fâsıklık, kendisinden daha fa-ziletli olan kimseden kaynaklanan bir noksanlık konumudur. Öyle ki müslümanlarda olan en günahkar (facir) bir kimse ile sahabenin (r.a.) en faziletlisi arasındaki oran, sahabenin (r.a.) en faziletlisi ile Hz. Pey-gamber (s.a.) arasındaki orandan daha yakın olduğunda şüphe yoktur.

5

10

15

20

25

30

Page 439: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 439

ــאن ] ٦٣٩[ ــ ا ، ــ ــ د ل ــ ــ ــאد، ــ ا א ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ر ــ : ﴿و ــ א ــ ــא﴾ و إ ــ כ ــ כ : ﴿و ــ א ــ ــ

ى﴾ ــ أ وزر وازرة

]٦٤٠ [ ، ــ ــ آن، و ــ ــ ــאن، ــ ل ــ ــא א ــאط ر ى ا ــ ود

ب ــ ــאم ــאرة ا ــ أن ا ــ ــ أ ــ ل، و ــ ــ ــאع ،و ــ إ و

ــ ده ــ ده، و ــ ــ ده ــ ، و ــ א ــ ــ א م، و ــ ــאرة ا ــ

ي ــ ــאط ا ر ا ا ــ ــ ــא ، ــ ــ ــ ، و ــ ــ رכ ــ ده، و رכ ــ

ــ إذن؟

ز، ] ٦٤١[ ــ ــ ا ه ــ א ي ــ ا ة ــ ــ ــ ا ن ــ ــא: وأ

ــ ــ أ . و ــ א ــ وا א ــ ا ــכ ــ ذ ــ ى ا ــ א ــ ــ ــא وإ

ا ــ : ﴿أ ــ א ــאل ، و ــ ــ ــ ــ ، وأن כאن أ ــ ــ أ ــ ــ أ

أو ة ــ ــ ــ ــ إ ــ د داع כ أن ورة ــ ــכ ــ ﴾ ا ــ دا

ــ ــכ ا ــ ذ ــ و א ض إ ــ ى ــ ــ و ــ ــאون ــאد أو ــ أو

ــ ــ ا ا ــ אو ى و ــ وا ــ ــ ا ا ــ אو : ﴿و ــ א ل ا ــ ، ــ

وان، ــ ــ وا ــ ا ــ ا א ــ إ ــ ــ כــ ــ ــ إ ــ د وان﴾ و ــ وا

. ــ ــ א ــא . و ــ ــ و א ض د ــ ــ

ــ ] ٦٤٢[ ــ ــ ــ ــ ا ن ــ ــא وأ : ــ ــ أ ــאل

، ــ ا ــ ــ א ــ أ ــ ــ ا أن ــ ــכ ي ــ وا ، ــ ــ أ

ــ أ ــ ــ ا ــ ب ــ أ ــ ا ــ ر ــ א ا ــ أ ــ و

ــ و ــ ا ــ ا ل ــ ر ــ و ، ــ ا ــ ر ــ א ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 440: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi440

Allah Resulünden (s.a.) sonra hiçbir kimse günah ve kusur etmekten uzak değildir. Müslümanlar arasındaki fazilet derecelendirmesi günahların azlığı ve çokluğu, büyük günahlardan ve sonuçlarından kaçınma konusundadır. Küçük günahlara gelince, peygamberlerden (s.a.) sonra hiçbir kimse bun-lardan uzak değildir. Allah Resulü (s.a.) Ebû Bekir’in ve Abdurrahman b. Avf ’ın arkasında namaz kılmıştır. Bu vesile ile Allah Resulünün (s.a.) “Topluluğa, içlerinden Allah’ın kitabını en iyi okuyan kimse imam olsun. Eğer onlar Kur’ân okumakta eşit iseler, bu durumda en fakih olanı imam olsun.” şeklinde emretmesinin farz değil bir tavsiye olduğu doğrudur. Bundan sonra faziletli bir kimsenin gayelerin en uç noktasında kendisinden daha aşağı derecede olan bir kimsenin ardında namaz kılmaktan imtina etmesi söz konusu değildir.

[643] Ebû Muhammed şöyle dedi: Zekâtın imama ödenmesine ge-lince, eğer faziletli ya da fâsık Kureyşli bir imam ise, faziletli bir kimse ona ödenmesi konusunda mücadele etmez. Allah Resulü (s.a.), “Zekât memuru size geldiğinde mutlaka sizden razı olmuş olarak dönsün.”

469 şeklindeki sö-zünden dolayı bu mümkündür.

[644] Kendisini zekât memuru diye isimlendiren herkes, zekât memuru olmayabilir. Fakat kendisine itaat edilmesi zorunlu olan imamın görevlen-dirmesiyle zekât memuru olduğuna dair bir burhan ikame eden bir kimse (gerçek anlamda) zekât memurudur. Zekâtı, mezkûr imamın ya da zekât memurunun dışındaki bir kimse adına isteyen kimseye gelince, zekâtın ele geçirilmesinde hakkı olmayan bir yola girmiştir ve ona zekâtın ödenmesi câiz değildir. Çünkü o, kendisine zekâtın ödenmesi emredilen kimsenin dı-şındaki birisine zekâtını ödemiştir. Nitekim Allah Resulü (s.a.) şöyle buyur-muştur: “Kendisine emretmediğimiz bir işi yapan kimse, ameli reddedilmiştir.”

[645] Hadler ve diğer cezalar açısından hükümlerin tamamı hak-kındaki görüş de böyledir. Kendisine itaat edilmesi vacip olan imam söz konusu ahkâmı yerine getirir -ki bunu mutlaka yapmalıdır-, Kur’ân ve sünnete uygun da olurlarsa geçerli olurlar. Aksi takdirde zikret-tiğimiz sebeplerden dolayı söz konusu ahkâm geçersizdir (merdut).

5

10

15

20

25

30

Page 441: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 441

ــא . وإ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ و ــ ذ ــ ــ ى أ ــ ــא و

ــא ــא. وأ ا ــ و א כ ــאب ا ــ ا ــא، و ب و ــ ة ا ــ ــ כ ن ــ ــ ا א

ــ ل ا ــ ــ ر ــ م، و ــ ــ ا ــאء ــ ا ــ ــא أ ــא ــא ــ א ا

ل ــ ــ ر ــ أن أ ا ــ ف، و ــ ــ ــ ــ ا כــ و ــ ــ أ ــ ــ و ا

ض، ــ ب ــ . ــ وا ــ ن ا ــ ــ أ م أ ــ م ا ــ ــ أن ــ و ــ ا ا

ــ ى ــ ــ ا ــ ــ دو ــ ــ ة ــ ــ ا ــ ا أن ــ ــ ــ א ــ

אت. א ا

ــ ] ٦٤٣[ ــאم ا ن כאن ا ــ ــאم، ــ ا כאة إ ــ ــ ا ــא د : وأ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ، ــ אر ــ ــ א ــ אز ــ ، ــ א ، أو ا ــ א ا

. כــ ا ــ : أر ــ و

ــאن ] ٦٤٤[ ــאم ا ــ כــ ــא، ــ ــ ــ ــא כ ن כــ و

ــאم ــ ا ــ ــ א ــ ــ ــא . وأ ــ ــ א ــ ا ــאم ا ــאل ا ر ق ــ ــ

ــא ز د ــ ــ ــא، ــ ــ ــ ــ ــ א ــ ــ ــ ر، أو כــ ا

ــ ــ ا ل ا ــ ــאل ر ــ . و ــ ــא إ ــ ــ أ ــ ــ ــא إ ــ د ، ــ إ

ــ رد. ــא ــ أ ــ ــ ــ ــ : ــ و

ــא ] ٦٤٥[ א أ إن ــא و ود ــ ا ــ ــא כ ــכאم ا ــ ل ــ ا ا כــ و

ت، وإ ــ ــ آن وا ــ ــ ا ن وا ــ ــ ــ ي ــ ــ وا א ــ ا ــאم ا ا

دودة، ــ ــא כ ــ ــ وإ أو ــאم ا ــ ــא א أ وإن ــא. ذכ ــא دودة ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 442: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi442

Eğer bunları imamın dışındaki bir kimse ya da onun valisi yerine getirirse, bunların tamamı geçersizdir ve dikkate alınmazlar. Çünkü söz konusu emir-leri, kendisine emredilmeyen birisi yerine getirmiştir. Şayet imam bunları ye-rine getirmeye muktedir değil ise, o zaman hak olması bakımından herhangi bir şeyi ikame eden herkes, adaleti yerine getirenler olmamız sebebiyle yüce Allah’ın emrini bizim için uygulamış olur. İmam ya da komutanı veya valisi mevcut ve işinin ehli olduğu zaman ümmet arasında bu konuda bir tartışma yoktur. Şüphesiz hükmü icra etmeye kalkışan kimse imama varır. Şüphesiz o ya zâlimdir, bu durumda reddedilir, ya da boş sözdür ve hüküm icra edemez. Buna göre Allah Resulü’nün (s.a.) ameli ve beldelerdeki amillerinin tamamı-nın amelleri, asırdan asra müslümanların tamamının nakletmesiyle, sonra da sahabenin (r.a.) tamamının ameliyle gerçekleşmiştir.

[646] Cihada gelince, bu, müslümanlardan olan her imama, her galibe, her âsiye ve her savaşçıya vaciptir. Çünkü bu iyilik ve takvada yardım-laşmadır. Dolayısıyla yüce Allah’a ve İslâm dinine davet eden ve müslü-manları kasteden kimselere engel olan herkese farzdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “(Haram aylar çıkınca) bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin.”

470 İşte bu, Kur’ân’ın ifadesiyle her mekânda ve her zamanda her müslüman için geçerlidir. Başarı yüce Allah’ın yardımıy-ladır. Böylece -yüce Allah’a hamd ve O’na şükürler olsun ki- “İmâmet ve Fazilet Mücadelesi Kitabı” tamam oldu.

****

Mu‘tezile, Hâricîler, Mürcie ve Şîa Olmak Üzere Bid‘at Ehlinin Görüşlerinden Küfre ya da Muhale Götüren Büyük Musibetlerin Açıklanması

[647] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yahudi, hıristiyan ve Mecûsî-lerin kitaplarında olup da İslâm dinine muhalefet eden mezheplerin çirkinlikleri açısından bundan sonra onlara ait herhangi bir hususun kalmadığı ve onların dalâlet ve batıl içinde olduklarına vakıf olan bir kimsenin şüpheye düşmeyeceği hususları bu kitabımızda yazmıştık.

5

10

15

20

25

30

Page 443: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 443

ــאم ــא ا ر ــ ــ ن ــ ــא، א ــ ــ ــ ــא א ــ أ ــא ــ و

ــ ا ن כــ ن ــ ــא ــ א ــ ا ــ ــ ــ ــ ا ء ــ ــאم ــ ــכ

أو ــא، כ ا ــ א ــאم ا כאن إذا ــ ا ــ ــ أ ــ ف ــ و ، ــ א

ــ ــא ــ إ ــאم. ــ ا ــ إ כــ ــ ــ ــאدر إ ــ ن ــ ، ــ ه أو وا ــ أ

ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ى ــ ا ــ ــ . ــ ــ ــא د، وإ ــ

ــ ــ ، ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ــ د ــ ا ــ ــ א ــ

. ــ ــ ا ــ ر א ــ ا

ــאغ، ] ٦٤٦[ وכ ، ــ وכ ــאم، إ כ ــ ــ وا ــ ــאد: ا ــא وأ

ــ כ ض ــ ى، و ــ ــ وا ــ ا ــאون ــ ، ــ ــ ا ــאرب وכ

. ــ ــ أراد ــ ــ ا م، و ــ ــ ا ــ د ــ وإ א ــ ا ــא إ ــ د أ

ــ و وا ــ و و ــ و ــ כ ــ ا ا ــ א ﴿ : ــ א ــאل

ــ כ ــ ــ ا ــ ــכ م ــ ا ــ . ــ ﴾ ا ــ כ ــ وا ــ وا

ــ ــ א ــ وا א ــאب ا ــ כ . ــ ــ ا א ــא ــאن، و ــכאن، وכ ز

ه. ــכ ــ و א ا

כ א ا إ ا ذכ ا

ارج وا وا ع، ا وا ال أ ا אل أ أو إ ا

ــ ] ٦٤٧[ ا ــ א ــ ا ــ ــא ا د ــ ــא כ ــ : ــ ــ أ ــאل

س، ــ ــאرى، وا د، وا ــ ــ ا ــ ــ כ ي ــ م ا ــ ــ ا ــ א ا

، ــ א ل و ــ ــ ــ ــא، أ ــ ــ و ي أ ــ ــא، و ــ ــ ــא

٥

١٠

١٥

Page 444: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi444

İnşallah biz, burada bu dört fırkanın görüşlerinin çirkinliklerini yazaca-ğız. Bunları okuyan bir kimseye, onların sapıklık ve batıl içinde oldukları hususu gizli kalmayacaktır. Bunu, Allah’ın tevfikini murat ettiği kimseleri uyarıcı olsun diye yapacağız. Güç ve kuvvet ancak yüce ve büyük olan Allah iledir.

[648] Bu kitabımızı okuyan kimse bilsin ki biz, bir kimsenin yazılı ola-rak ifade etmediği şeyleri söylediğini iddia etmek suretiyle -her ne kadar kendi sözü kendine dönse de- kendisinde hayır bulunmayanın helal kabul ettiğini helal görmeyiz. Zira onun sözünün neticesi herhangi bir şeyi ge-rekli kılmaz. Dolayısıyla tezat meydana gelir. Böylece biliniz ki, ister kâfir olsun isterse bid‘atçi ya da günahkar olsun, yazılı olarak ifade etmediği şeyi söylediğini iddia etmek aleyhine bir yalandır. Yalan söylemek hiçbir kimseye helal değildir. Fakat bazen onlar çirkin bir manayı anlaşılmaz ve karışık bir lafızla süsleyip sunabilirler. Bunu da, meseleyi cahillere basit göstermek ve taraftarlarının hüsnü zan beslemelerini sağlamak ve ayrıca halkın muhalefeti açısından bu musibetlerin (azîme) anlaşılmasını uzak kılmak ve zorlaştırmak için yaparlar. Nitekim bid‘at ve dalâlet ehlinden olan bazı grupların “Yüce Allah muhale, zulme, yalan söylemeye, olacağını bildiği şeyin dışındakine muktedir olmakla vasıflandırılamaz.” şeklindeki sözleri böyledir. Böylece onlar, “Yüce Allah’ın zulme kudreti yoktur, yalan söylemeye gücü yoktur ve muhali gerçekleştirmeye takati yoktur” şeklin-deki görüşlerinin açıkça ortaya çıkmasından kaçınmak suretiyle, mensup-larından pek çok kimsenin aklını karıştırmasından korumak ve muhalifle-rinden kaynaklanan kara propagandayı dindirmek için ifade ettiğimiz bu olaydaki küfrün büyüklüğünü gizlemişlerdir. Böylece onların bu şekildeki çarpıtmalarını izah etmemiz ve uydurmalarını açıklamak suretiyle sözlerini ortaya koymamız gerekir. Onların perdelerini yırtmak ve sırlarını ifşa et-mekle Allah’a yaklaşırız. Allah bize yeter, o ne güzel vekildir.

Şîa’nın Rezilliklerinin (Çirkinliklerinin) Açıklanması

[649] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu fırkadan olup da büyük çir-kinliklere/günahlara sahip olanlar üç gruptur: Bunların ilki, Zeydiyye’nin Cârûdiyye471 fırkasıdır, sonra Râfizîlerden olan İmâmiyye fırkasıdır, sonra da Gâliyye472 grubudur.

5

10

15

20

25

30

Page 445: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 445

ــא ، ــ ا ــ أ ا ــ ــ ر ق ا ــ ه ا ــ ــ ــ א ــאء ا ــ إن כ و

ــ أراد ا ــ ــכ زا ن ذ כــ ، ــ א ل و ــ ــ ــ أه أ ــ ــ ــ أ ــ

ــ ــא ا ة إ ــ ل و ــ ، و ــ ــאدي ، وا ــ א ــ ــ ا

. ــ ا

ــ ] ٦٤٨[ ــ ــ ــא ــ ــא ا أ ــ ــא א أ כ ــ ــ ــ و

ــ ــא م ــ ــ ، إذ ــ ــ إ ــא، وإن آل ــ ــ א ــ ــ أ ــ ــ

ــא ــא ــא، أو ا כאن أو ــ ــ כא א ــ ا ا أن ــ . ــ א ــ

ــ ا ا ــ ــא د כــ ر ، ــ ــ أ ب כــ ــ ا ، و ــ ب ــא כــ ــ

ــ ــ ــ ا ــ و ، ــ ا ــ أ ــ ه ــ ، ــ ــ ــ א ا

ــ ا ل ــ ــ כ א ــ ــ א ــ ا ــ ــכ ا ــ ــ ، و ــ א أ

و ــאل ا ــ رة ــ א ــ א ا ــ : ــ وا ــ ا ــ أ ــ

ــ ا ــ ن، כــ ــ ــ أ ــא ــ ــ ب، و כــ ــ ا ، و ــ ــ ا

ــכ ، و ــ א ــ أ ــאر ــ ا ــ ــא ــא ذכ ــ ه ا ــ ــ ــ כ ا

ــ א ــ ــ أ ي ــ ــא ا ا ــ ــ ــ כ ارا ــ ــ א ــ ــאء ا

ــאل، و ــ ا ــ א ــ ب، و כــ ــ ا ة ــ ــ ــ و ــ ا ر ــ

، ــ א ــ ــ כ אرا ــ اده ــ ا، وإ כــ ه ــ ــא ــאح ــ إ ــא ــ

. ــ כ ــ ا א ا و ــ ، و ار ــ ــ أ ، وכ אر ــ ــכ أ ــ ا ــא إ

ــ ــ ا ذכ

ــא: ] ٦٤٩[ : أو ــ ا ث ــ ــ ه ا ــ ــ ــ ــ ا : أ ــ ــ و ــאل أ

. ــ א ــ ا ، ــ ا ــ ا ــ א ــ ا ، ــ ــ ا ــ אرود ا

٥

١٠

١٥

Page 446: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi446

[650] Cârûdiyye’ye gelince, bunlardan bir grup şöyle demiştir: Mu-hammed473 b. Abdullah b. el-Hasen b. el- Hüseyin b. Ali b. Ebû Talib, Medine’de Ebû Ca‘fer el-Mansûr’a474 karşı isyan etmişti. Bunun üzerine Mansûr, Îsâ b. Mûsâ b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas’ı ona karşı göndermiş ve Muhammed b. Abdulah’ı -Allah ona rahmet etsin- öldür-müştü. Bunun akabinde bu gruba mensup olanlar: “Şüphesiz mezkur Mu-hammed diridir, öldürülmemiştir ve ölmemiştir; yeryüzü şu anda zulümle dolu olduğu gibi adaletle doluncaya kadar ölmeyecektir.” demişlerdir.

[651] Onlardan diğer bir grup ise şöyle demiştir: Yahya b. Ömer b. Yahya b. el- Hüseyin b. Zeyd b. Ali b. el-Hasen b. Ali b. Ebû Talib, Kûfe’de el-Müstaîn475 döneminde kıyam etmişti. Bunun üzerine Hasan b. İsmail b. el-Hüseyn’in amcasının oğlu ve Tahir b. el- Hüseyin’in kardeşinin oğlu olan Muhammed b. Abdullah b. Tahir b. Hüseyin, Halife Mustaîn’in em-riyle Yahya b. Ömer’in üzerine gönderilmişti. Muhammed b. Abdullah, Yahya’yı -Allah ona rahmet etsin- öldürmüştü. Bu olayın sonrasında mez-kur taife “Şüphesiz Yahya b. Ömer, diridir, öldürülmemiştir ve ölmemiştir; yeryüzü şu anda zulümle dolu olduğu gibi adaletle doluncaya kadar ölme-yecektir.” demişlerdir.

[652] Yine onlardan bir grup şöyle demiştir: Halife Mu’tasım476 döne-minde Talikan’da isyan eden Muhammed b. Kasım b. Ali b. Ömer b. Ali b. el-Huseyn b. Ali b. Ebû Talib diridir, ölmemiştir, öldürülmemiştir; yeryüzü şu anda zulümle dolu olduğu gibi adaletle doluncaya kadar ölmeyecektir.

[653] Muhtar b. Ebû Ubeyd’in taraftarları olan Keysâniyye477 fırkası da -bize göre onlar Zeydiyye’nin bir grubu olup onların yolundadırlar- şöyle demiştir: İbnü’l-Hanefiyye diye de isimlendirilen Muhammed b. Ali b. Ebû Talib, Radva dağında diridir, sağ tarafında bir aslan ve sol tarafında bir kaplan vardır, melekler onunla konuşmaktadır, yiyecek ve içeceği ak-şam sabah ona gelmektedir. O, ölmemiştir, yeryüzü şu anda zulümle dolu olduğu gibi adaletle doluncaya kadar ölmeyecektir.”

[654] “ Memtûre”478 diye isimlendirilen bir fırka olan İmâmî-Râfizîler-den bazıları da şöyle demişlerdir: Mûsâ479 b. Ca‘fer b. Muhammed b. Ali b. el- Hüseyin b. Ali b. Ebû Talib diridir, ölmemiştir, yeryüzü şu anda zulümle dolu olduğu gibi adaletle doluncaya kadar ölmeyecektir.”

5

10

15

20

25

30

Page 447: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 447

ــ ] ٦٥٠[ ، ــ ا ــ ــ : أن ــ א ــ ــ א ن ــ : ــ אرود ــא ا

ــ ــ ــ أ ــ א ــ א ، ا ــ א ــ ــ أ ــ ــ ، ا ــ ــ ا ، ــ ا

ــ ا ــ ، ــ ــ ، ــ ــ ، ــ ــ ــ ا ر ــ ــ ا ــ إ ر، ــ ا

، إن ــ א ه ا ــ ــ א . ــ ا ــ ر ــ ا ــ ا ــ ــ ــ ــאس، ــ ا

ــא כ ــ رض ــ ا ــ ت ــ ــאت و ، و ــ ــ ــ ر כــ ــ ا

را. ــ ــ

ــ ] ٦٥١[ ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ : إن ــ ى ــ ــ أ א ــ א و

، ــ ــאم ا ــ أ כ א ــ א ــ ا א ــ ــ أ ــ ــ ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ز

ــ ــ ــ ا ــ ا ، ــ ــ ا ــ א ــ ، ا ــ ا ــ ــ ــ ــ إ

ــ ــ ، ــ ــ ا ــ א ــ ــ أ ــ ا ــ و ــ ا ، א ــ ــ إ ــ ا

، ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ رة: إن כــ ــ ا א ــ ا א . ــ ا ــ ر ــ

را. ــ ــ ــא ــ כ رض ــ ا ــ ت، ــ ــאت، و و

ــ ] ٦٥٢[ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ א ــ ا ــ : إن ــ ــ א ــ א و

، ــ ــ ــ ــ ــאم ا ــאن، أ א א ــ א ، ا ــ א ــ ــ أ ــ ا ــ ــ ا

را. ــ ــ ــא כ ــ رض ــ ا ــ ت، ــ ، و ــ و

ــא ] ٦٥٣[ ــ ، و ــ ــ ــ أ ــאر ــאب ا ــ أ : و ــא כ ــ ا א و

ــ ــ ا ــ ا ، و ــ א ــ ــ أ ــ ــ ــ : أن ــ ــ ــ ــ ا ــ

ــ ــ رز ، כــ ــ ا ــ ــאره ــ ، و ــ ــ أ ــ ى ــ ــ ر ــ

را. ــ ــ ــא כ ــ رض ــ ا ــ ت، ــ ، و ــ ــ א ــ وا و ــ

رة: إن ] ٦٥٤[ ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ا : و ــ א ــ ا وا ــ ا ــאل و

ــ ــ ــ א ــ ــ أ ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ

را. ــ ــ ــא כ ــ رض ــ ا ــ ت، ــ ، و ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 448: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi448

[655] Yine onlardan bir grup -ki bunlar İbn Nâvûs el-Mısrî’nin taraftar-ları olan Nâvûsiyye’dir480- Mûsâ’nın babası Ca‘fer b. Muhammed hakkında da bunun bir benzerini söylemişlerdir. Yine onlardan bir grup, Mûsâ’nın kardeşi İsmail b. Ca‘fer hakkında da bunun bir benzerini söylemişlerdir.

[656] Abdullah b. Sebe el- Himyerî el-Yahudî’nin taraftarları olan Se-beiyye grubu da bunun bir benzerini Ali b. Ebû Talib (r.a.) hakkında söy-lemiş ve “O bulutlardadır” sözünü de buna ilave etmişlerdir. Şaşılacak bir şey! Acaba Ali bulutların hangisindedir? Yüce Allah’ın buyurduğu gibi, yer ile gök arasında hizmete amade kılınan bulutlar gökyüzünde çok fazladır. Ali’nin (r.a.) öldürülmesi haberi kendisine ulaştığında Abdullah b. Sebe şöyle demiştir: “Şayet sizler, Ali’nin başını yetmiş bohça içerisinde bize getirseniz de biz onun öldüğünü tasdik etmeyiz. O, yeryüzü zulümle dolu olduğu gibi adaletle doluncaya kadar ölmeyecektir.”

[657] Keysâniyye’den bazıları da Ebû Müslim es- Serrâc’ın481 diri oldu-ğunu, ölmediğini kesin olarak ortaya çıkacağını kabul etmiştir. Yine Key-sâniyye’den bazıları, Abdullah b. Muaviye b. Abdullah b. Ca‘fer b. Ebû Talib’in482 İsfahan dağlarında günümüze kadar diri kaldığını ve kesin ola-rak zuhur edeceğini kabul etmiştir. İşte bu Abdullah, Mervan b. Muham-med’in döneminde Faris’te kıyam etmiş ve Ebû Müslim, uzun bir zaman onu hapsettikten sonra katletmiştir. İşte bu Abdullah, muattile görüşünü kabul etmek ve Dehrîlerle arkadaş olmak suretiyle dini mahvetmiştir.

[658] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bunlar, Milkisaduk b. Âmir b. Erfahşazî b. Sâm b. Nuh’un, -Neteval b. Nahur b. Tahur’un kızı Re-beka’yı kendi oğlu İshak’a (s.a.) nişanlamak için- İbrahim’in (s.a.) tevec-cüh ettiği bir kölenin, İlyas’ın (s.a.) ve Finhas b. Azer b. Harun’un (s.a.) günümüze kadar diri olduklarını kabul eden yahudilerin yoluna girdiler. Bazı ahmak sufiler de bu yola girdiler. Onlar, Hızır ve İlyas’ın (s.a.) gü-nümüze kadar diri olduklarını iddia etmişlerdir. Onlardan bazıları da İlyas’ın çöllerde, Hızır’ın da denizlerde ve yeşilliklerde insanların yardı-mına yetişeceğini ve her ne zaman zikredilirse onu ananın yanında hazır olacağını iddia etmişlerdir.

5

10

15

20

25

30

Page 449: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 449

ــ ] ٦٥٥[ ي، ــ ــאوس ا ــאب ــ أ אوو ــ ا : و ــ ــ א ــ א و

א ــ ــ إ ــ أ ــכ ــ ذ : ــ ــ א ــ א . و ــ ــ ــ ــ ــ أ ــכ ذ

. ــ ــ

ــכ ] ٦٥٦[ ــ ذ دي، ــ ي، ا ــ ــ ا ــ ــ ا ــאب ــ أ ــ ا א و

ــ ي! ــ ــ אب. ــ ــ ا ــ ، وزادوا: أ ــ ــ ا ــ ر א ــ ــ أ ــ ــ

אء ــ ــ ا اء ــ ــאر ا ــ أ ــ אب כ ــ אب؟ وا ــ ــ ا ــ א ــ أي

ــ ــ ر ــ ــ ــ إذ ــ ــ ا ــאل . و ــ ــ و ــאل ا ــא رض، כ وا

ــ ــ ت ــ ، و ــ ــא ــא ة ــ ــ ــ א ــא ــ أ : ــ ا

را. ــ ــ ــא כ ــ رض ا

ــ ] ٦٥٧[ ، و ــ ــ ــ اج ــ ــ ا ــא ن أ ــ : ــא כ ــ ا ــאل و

ــ ــ ــ ، ــ ا ــ ، ــ אو ــ ــ ا ــ : ــא כ ــ ا ــאل . و ــ و

ا ــ ــ ا ، و ــ ــ أن ــ ــ م، و ــ ــ ا ــאن إ ــאل أ ــ ، ــ א ــ أ

ا. ــ ــ د ــ أن ــ ــ ــ أ ، و ــ ــ وان ــ ــאم ــאرس أ ــ א ــ ا

. ــ א ــ ، ــ ــ ا ردي ا ــ ــ ا وכאن

ق ] ٦٥٨[ ــ כ ن ــ ــ א د ا ــ ــ ا ــ ء ــ ــאر : ــ ــ ــאل أ

م ــ ــ ا ــ ا ــ إ ي و ــ ــ ا ح، وا ــ ــ ــאم ــ ــ ــ أر ــ ا א ــ

م، ــ ــ ا ــ אق ا ــ ــ إ ــאرح، ــ ر، ــ א ــ ال ا ــ ــ ــא ــ ر

ــ ــאء إ م، أ ــ ــ ا ــאرون ــ ــאزار ــ ا ــאس ا م و ــ ــ ا ــאس وإ

ــאس، ، وإ ــ ا أن ا ــ ــ כــ ا ــ ــ ا ا ــ כ ــ م، و ــ ا

ات، ــ ــ ا ــאس ــ إ ــ ــ أ ــ م. واد ــ ــ ا ــאن إ م ــ ــא ا

ه. ــ ذاכــ ــ ــ ــ ذכ ــ ــאض، وأ وج وا ــ ــ ا ــ وا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 450: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi450

[659] Ebû Muhammed şöyle demiştir: Şayet ( Hızır ya da İlyas), yer-yüzünün doğusunda, batısında, güneyinde ve kuzeyinde aynı anda bin yerde anılırsa bu durumda nasıl yapacaktır? Biz, bu görüşü kabul eden bir toplulukla karşılaştık ve onlarla konuştuk. Bunlardan biri, ehlü’l-inayeden olup rivayeti bol olmakla birlikte “İbn Nefeki’l-leyl” diye bilinen Talbî-re’nin muhaddisidir.

[660] Bunlardan bir diğeri ise Katip Muhammed b. Abdullah’tır. Bu şahıs, defalarca Hızır’la oturduğunu ve onunla konuştuğunu bana haber vermiştir. Ondan başka bu şekilde düşünenler, yüce Allah’ın “Fakat o, Allah’ın Resûlü ve nebîlerin sonuncusudur.”

483 şeklindeki sözünü ve Allah Resulünün “Benden sonra nebi gelmeyecektir.” şeklindeki ifadesini duyduk-ları halde, pek çoktur. Allah Resulünün güvenilir haberlerde istisna ettiği ahir zamanda Îsâ b. Meryem’in (s.a.) gökten inmesi ile Berğata kâfirlerinin kendilerine bir din vazeden Salih b. Tarîf ’i günümüze kadar beklemeleri hususu hariç bir müslüman, Hz. Peygamber’den (s.a.) sonra yeryüzünde bir nebinin mevcut olmasını nasıl mümkün görebilir?

[661] Râfizîlerin İmâmiyye fırkasından olan Kat’iyye484 grubunun ta-mamı -öyle ki onlar Şîa’nın cumhurunu oluştururlar, kendilerinin kelâm-cıları ve düşünürleri vardır, İmam Mehdi’yi ve çok sayıda imamın geri dö-neceğini beklerler- şöyle demişlerdir: Muhammed b. Hasan b. Ali b. Mu-hammed b. Ali b. Mûsâ b. Ca‘fer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyn b. Ali b. Ebû Talib (yani On İkinci İmam, Muhammed Mehdî) diridir, ölmemiştir; yeryüzü zulümle dolu olduğu gibi adaletle doluncaya kadar ölmeyecektir. Kat’iyye grubuna göre o, Beklenen Mehdi’dir ( Mehdi el-Muntazar). Yine onlardan bir grup “Bu şahsın doğumu (yani On ikinci İmam el-Mehdî), babasının öldüğü yıl olan iki yüz altmış yılında henüz gerçekleşmemişti.” demiştir. Onlardan bir diğer grup ise “Onun doğumu, babasının ölümün-den bir müddet sonra olmuştur” demiştir.

[662] İmâmiyye’den bir diğer grup ise, “Bilakis o, babası hayat-ta iken vardı” demiştir. Onlar, bunu, Hakîme binti Muhammed b. Ali b. Mûsâ’dan rivayet etmişlerdir. Hakîme, Mehdî’nin doğumunu gör-müş, doğduğunda konuştuğunu ve Kur’ân okuduğunu işitmişti. Meh-dî’nin annesi Nercis idi ve o İslâm’ı kabul etmiş bir cariye idi. İmâmiy-ye’nin çoğunluğu ise Mehdî’nin annesinin “Sakîl” olduğunu söylemiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 451: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 451

ــא، ] ٦٥٩[ א و א ــ ــא، و رض و ق ا ــ ــ ن ذכــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ا ــ ــ ــ إ ــ ــא ــ ؟ و ــ ــ ة כ ــ ــ وا ــ د ــ ــ ــ أ و

ــכ ــ ذ ــ ة و ــ ث ــ ــ ا ــ ا ــ א وف ــ ــ ا ، ــ א ــא، وכ

. ــ وا ــ ا ــ و א ــ ا ــ أ

ــ ] ٦٦٠[ ــ وכ ــ ا א ــ ــ أ ، وأ ــ כא ــ ا ا ــ ــ : ــ و

ــ א و ل ا ــ כــ ر : ﴿و ــ א ل ا ــ א ــ ــ ا ــ ــ ه כ ــ ارا، و ــ

ه ــ ــ כ ي. ــ ــ : ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ﴾ و ــ ا

ــ ل ا ــ אه ر ــ ــא ا ــא א رض ــ ا ــא م ــ ــ ا ه ــ ــ ــ أن

م ــ ــ ا ــ ــ ــ ول ــ ــ ــ א ة ا ــ ــאر ا ــ ا ــ ــ و ا

ع ــ ي ــ ، ا ــ ــ ــ א ون ــ م ــ ــ ا ــ إ ا ــאر ــאن، وכ ــ ا ــ آ

. ــ ــ د

ــ ] ٦٦١[ ــ و ر ا ــ ــ ــ و ــ כ ا ــ ا א ــ ا ــ ــ ا א و

ــ ، ــ ــ ــ ــ ا ــ ن ــ ، ــ د ا ــ ــאرون، وا ن، وا ــ כ ا

، ــ ــ ــ ــ ا ، ــ ــ ــ ــ ، ــ ــ ــ ا ــ ، ــ ــ ــ

ــא כ ــ رض ــ ا ج ــ ــ ت ــ ، و ــ ــ ــ ، ــ א ــ ــ أ

ا ــ ــ : إن ــ ــ א ل ــ . و ــ ي ا ــ ــ ا ــ را، و ــ ــ

: ــ ــ א ــ א . و ــ ت أ ــ ــ ــ א ــ و ــ ــ ــ ــ ــ ي ــ ا

ة. ــ ــ ت أ ــ ــ ــ

כ ] ٦٦٢[ כ ، ورووا ذ אة أ : א א و

، ــ أ ــ ــ כ ــ ، و ــ د ت و ــ ــא ، وأ ــ ــ ــ ا ــ

. ر: أ ــאل . و א ــ ا ــא כא ، وأ ــ ــ آن وأن أ ــ أ ا ــ و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 452: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi452

Bir taife ise onun annesinin “Suzan” olduğunu söylemiştir. Bunların ta-mamı deliliktir (heves). Adı zikredilen Hasan ( Hasan el-Askeri, On birinci İmam) ne erkek ne de kız bir evlat bırakmıştır. Bu Şîa’nın ahmaklığının ilkidir ve büyük günahlarının/suçlarının anahtarıdır. Helak edici olsa da bunların en hafifidir.

[663] Sonra onların tamamı, dile getirdikleri husustaki delilleri sorul-duğunda “Bizim delilimiz ilhamdır, bize muhalefet eden bir kimse doğru-luğundan dolayı muhalefet etmiş değildir” demişlerdir. Gerçekten bu çok garip, tuhaf bir şeydir. Şaşılacak bir şey! Onlar ile ilham yoluyla görüşle-rinin iptal edildiğini iddia eden benzeri serseriler arasında ne fark vardır? Şüphesiz ki Şîa, doğruluk üzere değildir ya da onlar ahmaktırlar ya da onlar kafalarında cinnet olan bir topluluğa mensupturlar. Acaba onlar, kendile-rinden iken daha sonra muhalifleri olan ya da muhalif iken sonradan ken-dileri tarafına geçen bir kimse hakkında ne derler? Acaba onu zina çocuğu olarak doğmaktan normal doğuma, normal doğumdan zina çocuğu olarak doğmaya intikal ederler mi? Şayet onlar, “Onun hükmü, öldüğü durum üzeredir” derlerse, onlara şöyle denilir: Muhtemelen sizler zina çocuğusu-nuz. Zira bir kimsenin ya da sizden bir kimsenin bugün bulunduğu duru-mun hilafına rucu etmesinden emin olunamaz. Özet olarak bu topluluk fasit dinlere sahiptir, akılları karışıktır ve hayadan yoksundurlar. İnayetin kesilmesinden Allah’a sığınırız.

[664] -Her ne kadar o delilerden biri olsa da, saçmalık ona üstün gelse de ve dalâlete düşmüş sapkınlardan biri olsa da- Amr b. Bahr el-Câhiz485şöy-le anlatmıştır: Yüce Allah “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme.”

486diye buyur-muştur. Dolayısıyla biz, onun kitaplarında -başkalarını tekzip etmek için pek çok şey ortaya koymuşsa da- bir şeyi ispat etmek gayesiyle kasıtlı olarak bir yalan ortaya koyduğunu görmedik. Câhiz şöyle dedi: Ebû İshak İbrahim b. en-Nazzâm487 ve Bişr b. Hâlid, “Şeytânüttâk” diye bilinen Muhammed b. Ca‘fer er-Râfizî’ye488 şöyle dediklerini bana bildirmişlerdir: Sana yazık-lar olsun! İmâmetle alakalı kitabında, şüphesiz ki yüce Allah’ın Kur’ân’da

5

10

15

20

25

30

Page 453: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 453

ر כــ ــ ا ــ ا ــ س. و ــ ا ــ . وכ ــ ــ ــ أ : ــ א ــ א و

ــ ــא إن כא ــ وأ א ــאح ، و ــ ك ا ــ ا أول ــ . ــ ا و أ ذכــ

. כــ

ــאم، ] ٦٦٣[ ــא ا ن: ــ ــא ــ ــ ا ا ــ ــ إذ ا כ ــ א ــ

ق ــ ــא ا ي! ــ ــ ا. ــ ــא ا ــ ــכאن ه، ــ ــ ــא א ــ وأن

ا ــ ــ ــאم؟ وإن ا ــ ا ــאل ــ إ ــ ، ــ ــאر ــ ــ و

ــא ــ و ــ رؤ ن ــ ــ ــ ــ ذوو ــ ، أو أ כــ ــ ة، أو أ ــ

ــאر ــ ــ ــ ــ כאن ؟ أو ــ ــ ــאر ــ ــ ــ כאن ــ

ة ــ ا دة و ــ و ة، ــ ا دة و ــ إ ــ ا دة و ــ ــ اه ــ أ ؟ ــ

د כــ أو : ــ ــ . ــ ت ــ ــא ــ כ ا: ــ א ن ــ ؟ ــ دة ا ــ و إ

م. ــ ــ ا ــ ــא ف ــ ــ כــ إ ــ ا א ــ ا ع ا ــ ــ ر ــ إذ

ذ ــ ــאء، و ــ ، و ــ ل ــ ة، و ــ א ــאن ــ ذوو أد א م ــ وا

ل. ــ ــ ا ــא

ــ ] ٦٦٤[ ــ ــאن، و ــ ا ــ وإن כאن أ ، و ــ א ــ ا ــ و ــ وذכــ

رض ا ــ ــ ﴿و : ــ א ا ــאل . ــ ا ل ــ ا ــ وأ ل ــ ا ــ

اد ــ ا ــ ــא، وإن כאن כ ــא ــא رد ــ ــ כ ــ ــ כ ــ ــא ــא رأ ــא ــא﴾

ــא ــא ــ أ א ــ ــ ــאم، و ــ ا ا אق إ ــ ــ إ ــ أ ــאل أ ه. ــ ب כــ

ــא ؟ أ ــ ــא ا ــכ أ ــאق: و אن ا ــ وف ــ ــ ا ا ــ ا ــ ــ

آن: ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ א ــ إن ا א ــ ا ــכ א ــ כ ل ــ ــ ا أن ا

٥

١٠

١٥

Page 454: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi454

“(Eğer siz ona yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkâr edenler onu) iki kişiden biri olarak ( Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzül-me, çünkü Allah bizimle beraber” diyordu...”

489 şeklinde asla buyurmadığını söylemekten utanmadın mı? Allah’tan korkmadın mı? demişlerdi. Bunun üzerine Şeytânüttâk, günah işleyenin biz olduğumuzu düşünecek kadar uzunca kahkaha attı, demişlerdi.

[665] Nazzam şöyle dedi: Biz, Râfizîlerin önde gelenlerinden ve onla-rın kelâmcılarından biri olan Ali b. Mîsem es-Sâbûnî ile konuştuk. Ona, imamlardan herhangi birini görüp sözünü işittin mi? diye sorduk. Bunun üzerine o, görmek suretiyle onunla konuştuğunu inkar etti. Ona, bun-dan önce bu konudaki görüşünü bildirdik. O, “Allah’a yemin olsun ki mahcubiyetten onu görmedim.” dedi. Bu fiilinden dolayı asla utanmadı. Kur’ân’ın tebdil edildiği, onda olmayan bir kısım şeylerin Kur’ân’a ilave edildiği ve onda var olan pek çok şeyin çıkarıldığı ve Kur’ân’dan pek çok şeyin değiştirildiği şeklindeki görüş, -Ali b. Hasan b. Mûsâ b. Muham-med b. İbrahim b. Mûsâ b. Ca‘fer b. Muhammed b. Ali b. el-Hasen b. Ali b. Ebû Talib hariç- ister eski isterse yeni olsun İmâmiyye’nin tamamına ait görüşlerden biridir. Ali b. Hasan, Mu‘tezile’ye destek veren bir İmamî idi. Bununla birlikte o, bu görüşüinkar ediyor ve bunu söyleyen kimsele-ri de tekfir ediyordu. Ali’nin arkadaşları olan Ebû Ya’lâ Mîlâd et-Tûsî ve Ebu’l-Kâsım er-Râzî de böyle düşünüyordu.

[666] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu iki kapak (levha) arasında bir değişiklik olduğunu kabul etmek açık bir küfürdür ve Allah Resulünü (s.a.) tekzip etmektir.

[667] Keysaniyye’den bir grup ruhların tenasühüne inandı. Şair Seyyid el- Himyerî -Allah ona lanet etsin- bu görüşü kabul ediyor ve bu anlayışa taraftar olanlara “Sizden birisi bir katır veya merkep alsın, Ebû Bekir ve Ömer’in -Allah onlardan razı olsun- ruhları bu hayvanda bulunduğuna göre ona işkence etsin, vursun, aç ve susuz bıraksın.” diye tebliğ ediyordu. Bir benzeri olmayan bu ahmaklığa hayret doğrusu! Onların ruhlarının di-ğer merkep ve katırlara değil de bu şaki katıra ve bu miskin eşeğe geçme-sini belirleyen nedir? Aynı şekilde onlar, müminlerin annesi Aişe’nin (r.a.) ruhunun bir dişi keçiye geçtiğini iddia etmişlerdir.

5

10

15

20

25

30

Page 455: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 455

: ــא ــא﴾ ن إن ا ــ ــ א ل ــ ــאر إذ ــ ا ــא إذ ــ ا ــ א ﴿

ــא. ــ أذ ــ ا ــא ــ כא ، ــ ــכא ــאق، אن ا ــ ــכ وا

خ ] ٦٦٥[ ــ ــ ، وכאن ــ א ــ ا ــ ــ ا ــ כ ــא ــאم: وכ ــאل ا

أي، ــ ــ כــ أن ــ ــ ا אع ــ : أرأي أم ــ ــ כ ــ و ا ا

א ــ ــכ، و ا ــ ذ ــ ــ ــא رأ ا ــ ــאل: ــכ. ــ ذ ــא ــ ه ــ

ــ ل ز ــ آن ــ ــא أن ا ــא و ــא ــ כ א ل ا ــ ــ . و ــ ا ــ ــ

ــ ــ ــ ا ــ ــא א ــ ــ כ ل ــ ، و ــ ــ כ ــ ، و ــ ــ ــא ــ

ــ ــ ــ ــ ــ ، ا ــ ــ ــ ا ــ ــ ا ــ إ ، ــ ــ ، ــ

ــכ כאن ــ ذ ال، ــ א ــ א ــא א ، وכאن إ ــ א ــ ــ أ ــ ــ ، ــ ا

، ــ د ا ــ ــ ــ ــאه أ א ــכ ، وכ ــ א ــ ــ כ ل، و ــ ا ا ــ כــ

ازي. ــ ــ ا א ــ ا وأ

]٦٦٦ [ ، ــ ــ כ ــ ــ ا ــ ن ــ ل ــ ا : ــ ــ أ ــאل

. ــ و ــ ا ــ ا ل ــ ــ כ و

ل ] ٦٦٧[ ــ כאن ا ــ و رواح، ا ــ א ــא כ ا ــ ــ א ــ א و

ــ أن ا إ ــ ــ ــ إ ــ . ــ ــ ا ، و ــ ا ــא ي ا ــ ــ ا ا

ــ أن ، ــ ــ و ، و ــ ، و ــ ــאر، ، وا ــ ــ ا ــ أ

ــ ي ــ ــ ا ا ا ــ ا ــ ، ــ ــא ــ ا ــ ر כــ و ــ روح أ

ــ وح إ ــ ــ ا ــכ ــאر ا ــ أو ا ــ ا ا ا ــ ــ ي ــ ــא ا . و ــ

ــ ــ أن روح أم ا ــ א ن ــ ــכ ، وכ ــ ــאل وا ــא ا دون

ــא. ــא ــ ا ر

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 456: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi456

[668] Hişam b. el-Hakem el-Kûfî, öğrencisi Ebû Ali es-Sakkâk ve bu ikisi dışındaki kelâmcılarının büyük ekseriyeti, Allah’ın ilminin muhdes (sonradan yaratılma) olduğunu, yüce Allah’ın bir şeyi -kendi zatında ona dair bilgiyi yaratıncaya kadar- bilmeyeceğini kabul etmişlerdir. Bu, açık bir küfürdür. Nitekim bu Hişam, Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf ile yaptığı münazara-da, rabbinin kendi karışı ile yedi karış olduğunu söylemiştir. Bu da açık bir küfürdür. Yine İmâmiyye’nin büyük kelâmcılarından biri olan Dâvûd el-Cevâribî, yüce Allah’ın insan şeklinde olup et ve kandan meydana gel-diğini iddia etmiştir.

[669] İmâmiyye, güneşin Ali b. Ebû Talib için iki kere geri döndü-rüldüğü hususunda hemfikirdir. Dönemin yakınlığı ve halkın çokluğuna rağmen bundan daha büyük bir küstahlık, inatçılık, hayasızlık ve yalan söyleme cüreti olabilir mi? Yine onlardan bir grup şöyle der: Yüce Allah, bir şeyi murat eder, onu yapmaya azmeder, sonra yeni bir durum meydana gelir (beda olur), bunun üzerine Allah onu yapmaz. Bu durum, Keysaniyye ile alakalı olarak meşhur olmuştur.

[670] İmâmiyye’den dokuz kadınla nikâhlanmayı câiz gören, yine Hü-seyin’in katledilmesinden önce olmadığı halde onun kanıyla yetişmesin-den dolayı lahana ya da marul yemeyi haram kabul eden kimseler vardır. Bunlar hayasızlıkta kendilerinden öncekilere yakındırlar. Yine onların bü-yük bir kesimi,”Ali” isminin Ali’den önce kullanılmadığını iddia etmiş-tir. Doğrusu bu büyük bir cehalettir. Bilakis Araplar arasında bu isimle isimlendirilenler çoktur. Nitekim dünyadaki Bekrîlerin tamamının nesep itibarıyla kendisine nispet edildiği Ali b. Bekir b. Vail böyledir. Ezd kabile-sinde, Buceyla kabilesinde ve diğerlerinde Ali ismi vardır. Bunların tamamı cahiliye döneminde meşhurdur. Buna en yakın olanı, Ebû Ali künyesine sahip olan Amir b. Tufeyl’dir. Bu hususta ortaya konulacak deliller açık-ladıklarımızdan çok fazladır. Onlardan bir grup, cennet ve cehennemim yok olacağını kabul etmektedir. Keysaniyye içinde dünyanın ebediyen yok olmayacağını söyleyen kimseler vardır.

5

10

15

20

25

30

Page 457: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 457

ــ ] ٦٦٨[ ــ ه أ ــ ، و ــ כ כــ ا ــ ا ــאم ــ כ כ ر ــ و

א ــ ــ כــ ــ ــ ث، وأ ــ ــ א ــ ا ن ــ ل ــ ــא ــאك، و ا

ــ ــ ا ــ ــאم ــאل ــ . و ــ ــ ا כ ــ ــא، و ــ ث ــ ــ أ

ــ כ ا ــ و ، ــ ــ אر ــ أ ــ ــ ر إن ف: ــ ا ــ ا ــ ــ א

ــ ودم، ــ ــ أن ر ، ــ כ ــאر ــ כ ــ ار . وכאن داود ا ــ

ــאن. رة ا ــ ــ

ــ ] ٦٦٩[ א ــ أ ــ ــ ــ ردت ــ ا أن ــ ن ــ و

أة ــ وا ــאء، ا م ــ و ، ــ ا ــ و ، ــ ا ــ א ــ ن כــ أ ، ــ

ــ ــ א و . ــ ا ة ــ وכ ــ ا ب ــ ــ ا ــ ــ ــ أכ ب כــ ا ــ

ا ــ ، و ــ ــ ــ وا ــ ــ ، ــ م ــ ء و ــ ــ ا ــ א ل: إن ا ــ

. ــא כ ر ــ

م ] ٦٧٠[ ــ ــ ــ و ة. ــ ــ ــכאح ــ ــ ــ א ا ــ و

ــ ا ــ ــכ، و ــ ذ כــ ــ ، و ــ ــ دم ا ــ ــא ــ إ ، ــ כ ا

ــ כــ ــ ــא أن ــ ــ כ ــ ــא وכ ، ــ ــא ــ ــאء ا ــ

، ــ ا ا ــ ن ــ ــ ب כ ــ ــ ا ــ כאن ، ــ ــ ا ــ ، و ــ ــ

ــ و ، ــ ــ ــ א ا ــ ي כــ כ ــ ــ إ ــ وا ــ כــ ــ ــ כ

ر. ــ ــ א ا ــ ــכ ذ כ ــא، و ، ــ ــ ــ و ، ــ زد ا

ــא ــ ــ أכ ا א ، و ــ ــא ــ أ כ ــ ــ ا ــ א ــכ ــ ذ ب ــ وأ

ل: ــ ــ ــא כ ا ــ و ــאر. وا ــ ا ــאء ل ــ ــ א ــ و ــא. ذכ

ا. ــ أ ــ ــא ا إن

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 458: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi458

[671] Keysaniyye’den Nahliyye diye isimlendirilen ve Hasan b. Ali b. Versand en-Nahlî’ye nispet edilen bir grup vardı. Bu şahıs, Afrika’nın bel-delerinden Kafsa ve Kastiliyye’nin nahiyelerinden biri olan Nafta ehlinden-di. Daha sonra bu kâfir, Mûsâmit beldesinin en uzaklarında yer alan Sus’a kalkıp gitmiş, buranın halkını ve emirleri olan Ahmed b. İdris b. Yahya b. İdris b. İdris b. Abdullah b. Hüseyin b. Hasan b. Ali b. Ebû Talib’i dalâlete nispet etmiştir. Bunlar, Sus şehrinin varoşlarında kalabalık bir şekilde mes-kundurlar ve küfürlerini ilan etmişlerdir. Onların namazı, müslümanların namazından farklıdır; gübreyle yetişen meyvelerden yemezler ve imâmetin Hüseyin evladında değil, Hasan evladında olduğunu iddia ederler.

[672] Ebû Kamil’in490 taraftarları Keysaniyye grubundandır. Bunların görüşlerinden biri şudur: “Sahabenin (Allah onlardan razı olsun) tamamı Hz. Peygamber’in (s.a.) vefatından sonra küfre düşmüşlerdir. Çünkü onlar Ali’nin imâmetini inkar etmişlerdir. Ali de, yönetimi/hilâfeti Ebû Bekir’e, sonra Ömer’e ve Osman’a teslim ettiğinden dolayı kâfir olmuştur.” Son-ra bu grubun ekseriyeti şöyle demiştir: “Ali ve ona tabi olanlar, İslâm’a dönmüşlerdir. Zira Ali, Osman’ın katledilmesinden sonra insanları kendi (imâmetine) çağırmıştır. Böylece o kendisini ortaya koymuş ve kılıcını kı-nından sıyırmıştır. O ve ona mensup olanlar, bunun öncesinde İslâm’dan irtidat etmiş, müşrik ve kâfir kimseler idiler.” Keysaniyye’den bazıları, (imamın belirlenmesi) meselesindeki problemi ortadan kaldıracak net bir açıklama yapmadığından dolayı, bu konudaki sorumluluğu (günahı) Hz. Peygamber’e (s.a.) nispet etmiştir.

[673] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bunların tamamı, hiçbir gizliliğin olmadığı apaçık küfürdür. Bu görüşler, guluv konusunda Şii fırkaları ara-sında orta yerlerde olan İmâmiyye grubunun görüşleridir.

[Galiyye Fırkaları]

[674] Şîa’nın Gâliyye grubuna gelince bunlar iki kısımdır. Bunlar-dan bir grup, Allah Resulünden (s.a.) sonra nübüvvetin başkalarında devam etmesini gerekli görmüştür. Diğer grup ise, uluhiyeti şanı yüce Allah’tan başkaları için de gerekli görmüştür. Böylece onlar, hıristiyanla-ra ve yahudilere dahil olmuşlar ve küfrün en çirkiniyle kâfir olmuşlardır.

5

10

15

20

25

30

Page 459: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 459

ــ ] ٦٧١[ ــ ور ــ ــ ــ ــ ا ا إ ــ ــ ــ ا ــ א ــ و

ــ ــ ر إ ــ כــ ــ ــ و ــ ــ ــ ــ ــ أ ، כאن ــ ا

ــ ــ وأ ة، ــ א د ا ــ ــ א ــ أ س ــ ــ ا ــ إ כא ا ا ــ ــ

، ــ ا ــ ــ ــ إدر ، ــ ــ إدر ــ ــ ــ ــ إدر ــ س أ ــ ــ ا أ

ــ ــכאن ــ ــכ כ א ــ ، ــ א ــ ــ أ ــ ــ ، ا ــ ــ ا ــ ــ ا

، ــ ة ا ــ ف ــ ــ ، و ــ כ ن ــ س، ــ ــ ا ــ ر

ــ ــ ا ــ و ــ א ن إن ا ــ ، و ــ ــ أ ــאر ز ــ ا א ــ ن ــ כ

. ــ ــ ا دون و

ــ ا ] ٦٧٢[ ــ ر א ــ ا : إن ــ ــ : و ــ ــ כא ــאب أ ــ أ و

ــא ، وأن ــ ــ א وا إ ــ ، إذ ــ ــ و ــ ا ــ ت ا ــ ــ وا ــ ــ כ

ــא : إن ــ ر ــאل ــ ــאن. ــ ، ــ ــ ، כــ ــ ــ أ ــ إ ــ ا ــ إذا أ כ

ــ ــ و ــאن، وإذ כ ــ ــ ــ ــ ــא إ م إذ د ــ ــ ا ا إ ــ ــ ر ــ ا و

. כ ــ ــאرا م، כ ــ ــ ا ــ ــכ ــ ذ ا ــ ــ כא א ــ وإ ــ وأ ــ و

ــ ــ ا ــ ــ إذ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــכ إ ــ ذ ــ د ا ــ ــ ــ و

ــכאل. ــא ــא را א

]٦٧٣ [ ، א ــ ا ا ه ــ ــ ــאء ــ ــ ا כ ــ : وכ ــ ــ ــאل أ

. ــ ق ا ــ ــ ــ ا ــ ــ ا و

ة ] ٦٧٤[ ــ ا ــ أو ــ אن: ــ ــ ــ ا ــ ــ א ا ــא وأ

ــ ا ا ــ أو : ــ א ا ــ وا ه. ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ

. ــ כ ا ــ أ وا ــ وכ د ــ وا ــאرى א ا ــ ــ و ــ ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 460: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi460

Hz. Peygamber’den (s.a.) sonra nübüvvetin devamını gerekli gören bu grup, kendi içinde fırkalara ayrılmıştır. Bu fırkalardan biri Gurâbiy-

ye’dir.491 Onların görüşü şöyledir: “Muhammed (s.a.), bir karganın diğer bir kargaya benzediği gibi Ali’ye beziyordu. Şanı yüce Allah, Cibril’i (s.a.) vahiyle Ali’ye göndermişti. Ancak Cibril (s.a.) vahyi yanlışlıkla Muham-med’e getirmişti. Bu konuda Cibril’in kınanmasına gerek yoktur, çünkü o hata etmiştir.” Onlardan başka bir grup ise, “Bilakis Cibril bunu kasıtlı olarak yapmıştır” demiştir. Bu grup -Allah onlara lanet etsin- Cebrail’i tek-fir etmiş ve ona lanet etmiştir.

[675] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ey İnsanlar! Muhammed’in (s.a.) Ali b. Ebû Talib’e benzediğini iddia eden bu topluluktan daha ahmak ve daha akılsız bir topluluk duyuldu mu? Cibril’in (s.a.) karıştırmasına sebep olacak kadar kırk yaşındaki bir insan nasıl olur da on bir yaşındaki bir çocuğa benzer olur? Sonra Hz. Muhammed (s.a.) uzuna yakın orta boylu, dik ve düzgün görünümlü, sakalları gür, karagözlü, baldırları kalınca, vü-cudundaki tüyleri az ve uzun saçlı bir kimse idi. Ali ise, kısaya yakın orta boylu, sanki kırılmış sonra da birleştirilmiş gibi üst üste yığılmış, sakal bıraktığında bir omzundan diğer omzuna kadar göğsünü dolduracak kadar gür sakallı, gözleri derinde, baldırları ince, başının arka tarafında az bir saçı olacak kadar fazlaca kel, sakalının kılları çok bir kimse idi. Dolayısıyla bunların ahmaklığına hayret edilir!

[676] Sonra, şayet Cibril’in hata etmesi mümkün olsa idi, -Güveni-lir olan Ruhu’l-Kudsu böyle bir şeyden tenzih ederiz- nasıl olur da şanı yüce Allah onu düzeltmek ve uyarmaktan gafil olur ve böylece yirmi üç yıl boyunca onu bu şekilde bırakır? Sonra bütün bunları bir tarafa bıra-kalım: Onlara bu haberi kim bildirdi? Bu hurafeyi kim uydurdu? Bunu, sadece yüce Allah’ın Cibril’e (s.a.) emrettiğine, sonra da emredilenin zıddının yapıldığına şahit olan bir kimse bilebilir. Dolayısıyla Allah’ın laneti, lanet edenlerin laneti, meleklerin ve bütün insanların laneti kıya-mete kadar (Allah aleminde yaratmaya devam ettiği müddetçe) bunların üzerine olsun.

5

10

15

20

25

30

Page 461: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 461

ــ ا ــ ا ق، ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ة ــ ــ ا ــ أو ــ ا א א

اب، ــ א اب ــ ــ ا ــ ــ ــ כאن أ ــ و ــ ا ا ــ ــ إن و

ــ ــ ــ ، ــ ــ ــ إ א م ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ و وأن ا

ــ : ــ ــ א ــ א . و ــ ــ ــכ ــ ذ ــ ــ م ــ ، و ــ م ــ ا

. ــ ا ه ــ وه و ــ ، وכ ــ ــכ ــ ذ

م ] ٦٧٥[ ــ ــ ــ א ــ ر ، وأ ــ ــ ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــא ــ א ــ أ ــ ــ ــ כאن ــ و ــ ا ــ ا ــ إن ن ــ

ــ ، ــ ة ــ ى ــ ــ إ ــ ا ــ ــ ــ ــ أر ــ ا ــ ــ ــאس! أ

ل، ــ ــ ا ــ إ ق ا ــ م ــ ــ ا ــ ــ م، ــ ــ ا ــ ــ ــ

، ــ ــ ا ــ ، ــא ــ ا ، ــ ــ ا ، أد ــ ــאة، כــ ا ــ ا

، ــ ــ ــ ــ כ ــאب כ כ ــ ا כــ ، ــ ــ ا ــ إ ــ دون ا ع، و ــ أ

، ــ ــ ا ــ כــ إذ ا ــ כــ إ ــ ره ــ ــ ــ ، ــ ــ ا

ــ ه، ــ ــ ــ إ ــ ــ رأ ــ ، ــ ــ ا ، ــ ، أ ــא ــ ا د

. ــ ه ا ــ ــ ا ــ ، ــ ــ ا

ــ ] ٦٧٦[ ــ ــ כ س ا ــ وح ا ــ ــא א ــ و ــ ــאز أن ــ ــ

ــ ، ــ ــ ــא و ــ ــ כــ ــ و ــ و ــ ــ ــ و ا

ا ــ ؟ و ــ ا ه ا ــ ــ ــ ؟ و ــ ا ا ــ ــ ــ أ : ــ ا כ ــ ــ ف ــ أ

، ــ ــא ــ م ــ ــ ا ــ ــ א ــ ا ــא أ ــ ــ إ

ــא دام ، ــ ــאس أ ــ ا כــ و ، وا ــ ــ ا ــ ا و ء ــ ــ

. ــ ــ ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 462: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi462

[677] Bir grup, Ali’nin nübüvvetini kabul etmişti. Diğer bir grup ise Ali b. Ebû Talib, Hasan, Hüseyin, Ali b. Hüseyin, Muhammed b. Ali, Ca‘fer b. Muhammed, Mûsâ b. Ca‘fer, Ali b. Mûsâ, Muhammed b. Ali, el- Hasan b. Muhammed ve el-Muntazar b. el- Hasan’ın (yani on iki imamın) tamamı-nın peygamber olduğunu iddia etmiştir. Bir grup, sadece Muhammed b. İsmail b. Ca‘fer’in peygamberliğini kabul etmiştir. Onlar, Karmatîlerden492 bir topluluktur. Bir diğer grup ise, Ali ile birlikte sadece Hasan, Hüseyin ve Muhammed b. el-Hanefiyye şeklinde üç oğlunun peygamberliğini kabul etmiştir. Bunlar, Keysâniyye’den bir taifedirler.

[678] Muhtar, kendisi hakkında peygamberlik iddia etmek suretiyle aşırı gitmiş, kafiyeli sözler söylemiş ve şanı yüce Allah’tan gelen gayb ile insanları uyarmıştır. Lanetlenmiş olan Şîa’dan bazı topluluklar bu hususta ona tabi olmuştur. O, Muhammed b. el-Hanefiyye’nin imâmetini kabul etmiştir.

[679] Bir grup da Kûfe’de Becîle’nin azatlı kölesi olan Mugîre b. Sa-id’in493 peygamberliğini kabul etmiştir. Halid b. Abdullah el-Kasrî494, Mu-gîre’yi ateşte yakarak cezalandırmıştı. Mugîre -Allah ona lanet etsin- şöyle diyordu: Onun mabudu, başında bir taç bulunan bir adamın suretindedir. Onun uzuvları, hece harflerinin adetincedir. Elif harfi, iki baldırı ifade eder ve diğer harfler de bunun gibidir. Bunlar, dinden bir tutam nasibi olan bir kimsenin ifade edemeyeceği şeylerdendir. Allah, kâfirlerin söyledikle-rinden elbette yücedir. Yine Mugîre -Allah ona lanet etsin- şöyle diyordu: “Mabudu, varlığı yaratmak istediğinde en büyük ismi ile konuştu. Sonra uçtu ve kendi tacı üzerine kondu. Sonra parmağıyla, sevap ve günahlardan meydana gelen kulların amellerini yazdı. Günahların bir arkta dağılıp git-tiklerini görünce bu arkı iki denize birleştirdi. Bu denizlerden biri tuzlu ve karanlıktır, ikincisi ise tatlı ve aydınlıktır. Sonra denize muttali olmuş ve orada gölgesini görmüş, onu almak için gitmiş, (denizin üzerinde) uçmuş ve onu almıştır. Böylece bu gölgenin iki gözünü çekip almış ve denizi yok etmiştir. Gölgenin iki gözünden güneşi ve başka bir güneşi yaratmıştır. Kâ-firleri tuzlu denizden, müminleri ise tatlı denizden yaratmıştır...” Onlara ait karmaşık sözler çok fazladır. Yine Mugîre’nin dediği şeylerden biri de şudur: Peygamberler, şeriatlardan herhangi bir şeyde asla ihtilaf etmezler.

5

10

15

20

25

30

Page 463: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 463

ــ ] ٦٧٧[ ــ وا א ــ ــ أ ــ ن ــ ــ א ــ ــ و ة ــ ــ א ــ و

، ــ ــ ــ ، و ــ ــ ــ ، و ــ ــ ا ــ ــ و ــ ا ــ ر وا

، ــ ــ ــ ا ، وا ــ ــ ــ ، و ــ ــ ــ ، و ــ ــ ــ و

ــ ــ א ــ ــ إ ــ ة ــ ــ א ــ . و ــ ــאء כ ــ أ ــ ا ــ وا

ــ ، ا ــ ــ ا ــ و ة ــ ــ א ــ . و ــ ا ــ ا ــ א ــ ، و ــ

. ــא כ ــ ا ــ א ــ ، و ــ ــ ــ ا ــ ، و ــ وا

ر ] ٦٧٨[ ــ א وأ א ــ ــ إ ، و ــ ة ــ ــ ا ل أن ــ ــאر ــאم ا ــ و

ــאل ، و ــ ــ ا ــ ا ــ ا ــכ ــ ذ ــ ، وأ ــ ــ و ــ ا ب ــ א

. ــ ــ ا ــ ــ א

ي ] ٦٧٩[ ــ ــ ا ، و ــ כ א ــ ــ ــ ــ ة ــ ة ا ــ ــ א ــ و

رة ــ ده ــ ل: إن ــ ــ ا ــאر، وכאن א ي ــ ــ ا ا ــ ــ ا א ــ أ

ــ ــא و ــ ــאء، ا ف ا ــ د ــ ــ ــאءه ــאج، وأن أ ــ ــ رأ ــ ر

ا ــ ون ــ כא ل ا ــ ــא ــ ا א ، ــ ــ ــ د ــ ــאن ذي ــ ــא ــכ ذ

ــ כ ــ ا א ــ כ ــ ــ ا ــא أراد أن ده ــ ل،: إن ــ ــ ا ا، وכאن ــ כ

ــאت. א ــ وا א ــ ا ــאد ــאل ا ــ أ ــ ــ כ ، ــ א ــ ــ ــאر

، ــ ــא ان، أ ــ ــ ــ ــ א ــא، ــ ــ ــ أر א ــא رأى ا

ــ ه ــ ــאر ه ــ ــ ــ أى ــ ــ ــ ا ــ ــ أ ب، ــ ــ ــ א وا

ــאر כ ــ ا ى، و ــ ــא أ ــ و ــ ا ــ ــ ــ ــ و ــכ ا ــ ذ

.وכאن ــ ــ כ ــ ــ ب ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ا ، و ــ א ــ ا ــ ا

. ا ــ ــ ا ء ــ ــ ــ ا ــ ــ ــאء ل: إن ا ــ ــא

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 464: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi464

[680] Şöyle denilmiştir: Şa’bî’den rivayette bulunan Cabir b. Yezid el-Cu’fî, Halid b. Abdullah el-Kasrî onu yaktığında Mugîre b. Said’in halefi idi. Cabir öldüğünde, Bekir el-A’var el-Hecerî ona halef oldu. O da ölün-ce taraftarlarının idaresi mezkur reisleri olan Mugîre’nin oğlu Abdullah’a havale edildi. Onların Kûfe’de büyük bir taraftar kitlesi vardı. Mugîre b. Said’in dile getirdiği görüşlerin sonuncusu, Muhammed b. Abdullah b. Hasan b. Hüseyin’in imâmetini kabul etmek; Fırat nehrinin suyunu ve pisliğin düştüğü bütün nehir, pınar ve kuyuların sularını haram kabul et-mektir. İmâmetin Hüseyin’in evladında devam edeceğini kabul edenler bu dönemde ondan uzak durmuşlardır.

[681] Bir diğer grup, Beyan b. Sem’an et-Temîmî’nin495 peygamberli-ğini kabul etmişti. Halid b. Abdullah el-Kasrî, Mugîre b. Said ile birlik-te Sem’an’ı aynı gün tutuklayıp ateşte yakarak cezalandırmıştı. Mugîre b. Said, odun demetine bağlanmaktan çok korkmuş, ancak zorla oraya bağ-lanmıştı. Beyan b. Sem’an ise odun demetine doğru yürümüş, herhangi bir zorlama olmaksızın odunları kucaklamış ve bir endişe/korku ondan zuhur etmemişti. Bunun üzerine Halid, bu ikisinin taraftarlarına şöyle demişti: “Sizler her konuda delisiniz! Şu alçak değil (Mugîre’yi kast ediyor), sizin liderinizin bu (Sem’an) olması gerekirdi.” Beyan, -Allah ona lanet etsin- şöyle derdi: Yüce Allah, sadece kendi vechi hariç her şeyi yok edecektir.

[682] Bu deli, kendi inkarının yüce Allah’ın “Ancak azamet ve ikram

sahibi Rabbinin zâtı (vechi) bâki kalacaktır.” 496 şeklindeki sözüyle ilişkili

olduğunu sanıyordu. Şayet onun en ufak aklı ya da anlayışı olsa idi, yüce Allah’ın “Yeryüzünde olanlar yok olacaktır”

497 şeklindeki doğru sözünün ifadesiyle, sadece yeryüzündeki varlıkların yok olacağını haber verdiğini bilirdi. Şanı yüce Allah, yeryüzündeki varlıkların dışındakileri yok olmak-la vasıflandırmamıştır. Yüce Allah’ın” vechi”nden” maksat Allah’tır, O’nun dışındaki bir şey değildir. Yüce Allah’ı kısımlara ve cüzlere ayırmakla vasıf-landırmaktan tenzih ederiz. Bu, sınırlandırılamayan ve benzeri olmayan bir varlığın sıfatı değil, sınırlı olan yaratılmışların sıfatıdır.

5

10

15

20

25

30

Page 465: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 465

ــ ] ٦٨٠[ ــ כאن ــ ا وي ــ ي ــ ــ ا ــ ا ــ ــ א ــ أن ــ و

ــ ــ א ــאت ــא ي، ــ ــ ا ا ــ ــ א ــ ــ إذ أ ــ ة ا ــ ا

ــ ة ر ــ ــ ا ــ ا ــ ــ إ ا أ ــ ــאت ــא ي، ــ ر ا ــ כــ ا

ــ ــ ة ــ ــ ا ــ ــא و ــ ، وآ ــ כ א ــ د ــ ــ ر، وכאن כــ ا

ات، وכ ــ ــאء ا ــ ، و ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ــ א ل ــ ا

ــ א א ن ــ א ــכ ا ــ ذ ــ ــ ــ א ــ ــ ، و ــ ــ أو ــ أو ــאء

. ــ ــ ا ــ و

ــ ] ٦٨١[ ــ א ــ ــ وأ ، ــ אن ا ــ ــ ــאن ة ــ ــ א ــ و

ــ ــ ــ ة ــ ــ ا ، و ــ م وا ــ ــ ــ ــ ة ــ ــ ا ي ــ ــ ا ا

ــ אن إ ــ ــ ــאن ــאدر ا، و ــ ــא ــ إ ــ ا ــ ــא ــ ــ ا ــאق ا

ــ ــא א ــ א ــאل ع، ــ ــ ــ ــ اه، و ــ إכــ ــ ــא א ــ ا

ــאن . وכאن ــ ا ا ــ ــכ ن ر כــ ــ أن ا כאن ــ ، ــ א ــ ء أ ــ כ

. ــ ــ ــא و א ــ ــ כ ــ א ل: إن ا ــ ــ ا

ــא ] ٦٨٢[ ــ : ﴿כ ــ א ــ ا ــ ه ــ ــ כ ــ ــ ن أ ــ ــ ا و

ــא ــ إ א ــ أن ا ــ ــ أو ــ ــ أد ــ כאن ــכ﴾ و ر ــ و ــ אن۞و

ــ ــאن﴾ و ــא ــ ــאدق: ﴿כ ــ ا ــ ــ رض ــ ا ــא ــאء א ــ أ

ــ ــ ، و ــ ا ــ א ــ ا رض، وو ــ ا ــא ــ ــאء א ــ ــ و ــ

ــ ــ ا ه ــ يء، ــ ــ وا א ــ ــ أن ــא א ه، و ــ א ــ

. ــ ــ ــ و ــ ــ ، ــ ود ا

٥

١٠

١٥

Page 466: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi466

[683] Sem’an -Allah ona lanet etsin-, yüce Allah’ın “Bu, insanlar için bir beyandır...”

498 şeklindeki sözüyle kendisinin kastedildiğini söylerdi. O, Ebû Haşim Abdullah b. Muhammed b. el-Hanefiyye’nin imam olduğunu, sonra imâmetin Ali’nin diğer çocuklarının tamamında devam ettiğini kabul ederdi.

[684] Onlardan bir grup, “Kisf ” diye isimlendirilen Ebû Mansur el-Mustenir el-İclî’nin499 peygamberliğini kabul etmişti. Yüce Allah’ın “Gökten düşmekte olan parçalar görseler, (“Bunlar, üst üste yığılmış bulutlar-dır” derler.)”

500 şeklindeki sözünde geçen “kisf ” ile kendisinin murat edil-diği ileri sürülmüştür. Yûsuf b. Ömer, Kûfe’de onu tutuklamıştır. Allah ona lanet etsin o, Tanrının kendisini göklere çıkardığını, eliyle başını meshet-tiğini ve ona “Ey Oğlum! git ve benden tebliğ et” dediğini iddia ederdi. Taraftarlarının yemin ediş tarzları “Lâ ve’l-kelime” şeklinde idi. Yine o, -Allah ona lanet etsin- şöyle derdi: Yüce Allah’ın yarattığı kimselerin ilki Îsâ b. Meryem, sonra da Ali b. Ebû Talib’tir.

[685] Ebû Mansur el-İclî, resuliyetin kesintisiz olarak devam ettiğini iddia ederdi. O, zina, şarap, leş, domuz ve kan konusundaki yasakları mu-bah kabul eder ve bunların erkeklerin isimleri olduklarını söylerdi. Nitekim günümüzde yaşamakta olan Râfizîlerin çoğunluğu bu görüştedir. Yine Ebû Mansur namaz, zekat, oruç ve haccın farziyetini ortadan kaldırmıştı. Onun taraftarlarının tamamı boğazlayarak ve taşla başı ezerek öldüren kimselerdi. Mugîre b. Said’in taraftarları da böyle idi. Onların bu konudaki maksatları şu idi: Onlar, bekledikleri kimse zuhur edinceye kadar silah taşımayı doğru bulmazlardı. Bu yüzden onlar insanları boğazlayarak ve taşla vurarak öldürü-yorlardı. Haşebiyye fırkası ise sadece ahşap/odun ile öldürüyordu.

[686] Rafizî Hişam b. el-Hakem, “el-Mîzân” diye bilinen kitabın-da bunları anlatmıştı. Kûfe’de komşuları olması ve mezhepte de yan-daşları olmalarından dolayı Hişam onları en iyi tanıyan kimse idi. O, ilgili eserinde şöyle demiştir: Özellikle Kisfiyye ( Ebû Mansur el-İclî’nin taraftarları), ister kendilerinden olsun isterse muhaliflerin-den olsun insanları katlederler ve “Biz, müminlerin cennete gitme-lerini ve kâfirlerin cehenneme gitmelerini hızlandırıyoruz.” derlerdi.

5

10

15

20

25

30

Page 467: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 467

ــאس﴾ ] ٦٨٣[ ــאن ا ــ ﴿ : ــ א ل ا ــ ــ ــ ا ل: إ ــ ــ ا وכאن

ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ــ א ــ ــ أ ــאم ــ أن ا ــ إ وכאن

. ــ ــ כ ــ ــא و ــ

ــ ] ٦٨٤[ ــ ا ــ و ــ ا ر ا ــ ــ ة أ ــ ــ ــ ــ א و

אء ــ ا ــ א ــ وا כ ــ : ﴿وإن ــ ــ و ل ا ــ اد ــ ــ ا ــאل أ ، وכאن ــ כ א

ــ ــ إ ج ــ ــ ل: إ ــ ــ ا ، وכאن ــ כ א ــ ــ ــ ــ א﴾ و ــא

، ــ ــ ــ ــ اذ ــ أي ا ــאل ه، و ــ ــ ــ رأ ــ א אوات، وأن ا ــ ا

ــ א ــ ا ــ ن أول ــ ل: ــ ــ ا ــ ، وכאن כ ــ وا א ــ أ وכאن

. ــ א ــ ــ أ ــ ــ ــ ــ ــ

]٦٨٥ [ ، ــ وا ــא، ا ــ ــאت ا ــאح وأ ، ــ ا ــ ا ل ــ وכאن

م ــ ــ ا ا ر ا ــ ــאل، و אء ر ــ ــ أ ــא ــאل إ م، و ــ ، وا ــ ، وا ــ وا

ن ــ א ــ ــ כ א ، وا ــ ــאم وا כאة وا ــ ة وا ــ ــ ا ا، وأ ــ ــ

ن ــ ــכ أ ــ ذ ــ א ــ و ــ ة ــ ــאب ا ــכ أ ن، وכ ــ א ر

ــאرة א ــ و א ــאس ن ا ــ ــ ــ و ي ــ ج ا ــ ــ ح ــ ــ ا

. ــ ــ א ــ وا

ان، و أ ] ٦٨٦[ ــ א وف ــ ا א ــ כ ــ ا כــ ا ــ ا ــאم وذכــ

ن ــ ــ א ــ כ : أن ا ــ ــ ا ــ אر ، و ــ כ א ــ אر ــ ــ ــאس ا

ــאر، ــ ا ــ إ כא ، وا ــ ــ ا ــ إ ــ ا ن ــ ، و ــ א ــ ــ و ــ כאن

٥

١٠

١٥

Page 468: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi468

Onlar, Ebû Mansur’un ölümünden sonra, boğazladıkları kimselerin ma-lından aldıkları humusu Hasan b. Ebû Mansur’a veriyorlardı. Onun taraf-tarları iki gruptu. Bu gruplardan biri şöyle demiştir: İmâmet, Muhammed b. Ali b. Hasan’dan sonra Muhammed b. Abdullah b. Hasan b. Hüseyin’e geçmiştir. Diğer grup ise şöyle demiştir: (İmâmet, Muhammed b. Ali b. Hasan’dan sonra) bilakis Ebû Mansur el-Kisf ’e geçmiştir. İmâmet bir daha Ali evladına dönmeyecektir.

[687] Bir başka grup, Kûfe’de Beziğ el-Haik’in501 peygamberliğini id-dia etmiştir. Onların el-Haik hakkındaki bu iddialarının vukuu pek bilin-memektedir. Diğer bir grup ise, Kûfe’de buğday taciri olan Muammer’in peygamberliğini iddia etmiştir. Yine bir grup, Kûfe’de saman satıcısı olan Umeyr’in peygamberliğini iddia etmiştir. O, -Allah’ın laneti onun üzerine olsun- taraftarlarına; “Ben, bu samanı saf altına dönüştürmek istese idim, elbette bunu yapardım.” demiştir. O, Kûfe’de Halid b. Abdullah el-Kas-rî’nin huzuruna çıkmış, cesaretli davranıp onu eleştirmiş ve ağır sözler demişti. Bunun üzerine Halid, onun boynunun vurulmasını emretmiş, böylece öldürülmüştür.(Yukarda açıkladığımız) bu beş grubun tamamı Hattâbiyye fırkalarındandır. Abbas oğulları taraftarlarının ilklerinden olan bir fırka, “Haddâş” diye isimlendirilen Ammar’ın peygamberliğini kabul etmiştir. Halid b. Abdullah el-Kasrî’nin kardeşi Esed b. Abdullah, Ammar ile mücadele etmiş, ona üstün gelmiş ve onu öldürmüştür.

[688] Allah’tan başkasının uluhiyetini iddia eden Gâliyye fırkalarından ikinci kısma gelince, bunların ilki Abdullah b. Sebe el- Himyerî’nin -Allah ona lanet etsin- taraftarlarından olan bir topluluktur. Onlar, Ali b. Ebû Talib’e gelip ona sözlü olarak : “Sen O’sun” demişlerdi. Bunun üzerine Ali onlara: O kimdir? diye sormuştu. Onlar da: “Sen, tanrısın” demişlerdir. Akabinde mesele büyüdü ve Ali onların ateşe atılmalarını emretti. Bunun üzerine ateş tutuşturuldu ve onlar ateşe atıldılar. Ancak onlar, ateşe atılır-larken; “Şu an, bize göre senin tanrı olduğun sahih olmuştur. Çünkü sade-ce tanrı ateş ile cezalandırır.” demeye başlamışlardı. Bu konuda Ali (Allah ondan razı olsun) şöyle demiştir:

“Hoş olmayan bir durum gördüğümde,Ateşi tutuşturur ve Kanber’i çağırırım.”

5

10

15

20

25

30

Page 469: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 469

ــ ه إ ــ ــ ون ــ ــא ــ دون ا ــ ر ــ ــ ت أ ــ ــ ا ــ وכא

ــ ــ ــ ــ א : إن ا ــ א ــ ــאن ــ א ر. وأ ــ ــ ــ أ ــ ا

ــ . و ــ ــ ا ــ ا ــ ا ــ ا ــ ــ ــ ــאرت إ ، ــ ــ ا ــ

ا. ــ ــ أ ــ ــ و د ــ ، و ــ כ ر ا ــ ــ ا ــ أ ــ إ : ــ א

ى ] ٦٨٧[ ــ ه ا ــ ع ــ ــ وإن و כ א ــכ א ــ ا ة ــ ــ ــ א و

ــ א . و ــ כ א ــ ــ ا א ــ ة ــ ــ א ــ .و ــכ א ــ ــ

ــ ــ أن أ ــ ــ א ل ــ ــ ا ، وכאن ــ כ א ــאن ــ ا ة ــ ــ

ــ ــ כ א ي ــ ــ ا ا ــ ــ א ــ م إ ــ ، و ــ ا ــ ــ ا ا ــ

ــ ق ا ــ ه ا ــ . و ــ ا ــ ــ إ ــ ب ــ ــ א ــ ا، ــ א ــ و

ــאر ة ــ ــאس ــ ا ــ ــ ــ أوا ــ ــ א . و ــ א ق ا ــ ــ ــא כ

ي، ــ ــ ا ا ــ ــ א ــ ــ ا أ ــ ــ ا ــ أ ــ اش ــ ــ ا

. ــ ا ــ ــ إ

ــ ] ٦٨٨[ ــ و ــ ا ــ א ن ــ ــ ــ ا א ق ا ــ ــ ــ א ــ ا وا

ــ ــ أ ــ ــ ا إ ــ : أ ــ ا ي ــ ــ ا ــ ــ ا ــאب ــ أ م ــ ــ و

ــ א . ــ ا ا: أ ــ א ؟ ــ ــ : و ــ ــאل . ــ ــ : أ ــא ا ــ א ــ א

ــאر: ــ ا ن ــ ــ ن و ــ ا ــ ــאر، א ــ ــ وأ ــאر ــ ، وأ ــ ا

: ــ ــ ا ل ر ــ ــכ ــ ذ ، و ــאر إ ا א ب ــ ــ ــ ا ــא أ ــ ن ا

ا כ ا أ ا א رأ

ا ت אرا ود أ

٥

١٠

١٥

Page 470: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi470

[689] Ali, burada, onların ateşe atılmasıyla görevlendirdiği kölesi Kan-ber’i kasteder. Önemli ve nazik konularda, yaratılmış bir kimse sebebiyle günaha sürüklenmekten ya da yaratılmış bir kimsenin bizi günaha sürük-lemesinden Allah’a sığınırız. Ebû Hasan’ın (r.a.) kendi taraftarları (Allah onlardan razı olsun) arasındaki imtihanı, Îsâ’nın (s.a.) peygamberlerden (s.a.) olan arkadaşları arasındaki imtihanı gibidir. Bu fırka, günümüze kadar devam eden, “Galyâniyye” diye isimlendirilen ve pek çok taraftarı olan yaygın bir fırkadır. İshak b. Muhammed en-Nah’î el-Ahmer el-Kûfî onlardan biri idi ve onların kelâmcılarındandı. Onun bu konuda “es-Sı-rat” diye isimlendirdiği bir kitabı vardır. Behenkî ve el-Feyyâz zikrettiğimiz hususlarla alakalı olarak onu eleştirdiler ve Muhammed’in Ali’nin elçisi olduğunu söylediler.

[690] Şîa’dan “Muhammediyye” diye bilinen bir grup, “Muhammed (s.a.) tanrıdır.” demiştir. -Allah onların küfründen münezzehtir- Behenkî ve el-Feyyâz b. Ali bunlardan idi. Feyyâz’ın bu konuda “el-Kıstas” diye isimlendirdiği bir kitabı vardı. Onun babası meşhur bir katipti, yöneti-mi döneminde İshak b. Kundec’e katiplik yapmıştı, sonra da müminlerin emiri el- Mu’tazıd’a502 katiplik yapmıştı. Bu konuda el-Buhterî, başlangıcı şöyle olan meşhur bir kaside söylemiştir:

“Ğavîr sakininin gezdiği yerlerden ve ülkesinden uzak ol, tanrı onun kom-şusudur.”

[691] Sözü edilen bu Feyyâz, -Allah ona lanet etsin- Mu’tazıd döne-minde jurnallenen kimselerden olduğundan dolayı el-Kâsım b. Abdullah b. Süleyman b. Vehb öldürmüştür. Bu kıssa meşhurdur.

[692] Üçüncü fırka ise Âdem’in (s.a.) ve peygamberden peygambere olmak üzere Muhammed’e (s.a.) varıncaya kadar bütün peygamberle-rin uluhiyetini kabul etmiş, sonra da sırasıyla Ali’nin, Hasan ve Hüse-yin’in, sonra Muhammed b. Ali’nin, sonra da Ca‘fer b. Muhammed’in uluhiyetini kabul etmiş ve burada durmuşlardır. Hattâbiyye503 fırkası, Kûfe’de, Îsâ b. Mûsâ b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas’ın yö-netiminde, bu şekilde bunu açıkça ilan etmiştir. Onlar, gün ortasında, izar ve libasların içinde en yüksek sesleriyle “Lebbeyk Ca‘fer, Lebbeyk Ca‘fer” diye bağırarak büyük bir topluluk halinde ortaya çıkmışlardır.

5

10

15

20

25

30

Page 471: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 471

ــ أن ] ٦٨٩[ ــא ذ ــ ــאر، ــ ا ــ ــ ي ــ ــ ا ه، و ــ ا ــ ــ

ــ ــ ر ــ ا ــ أ ن ــ ــ أو دق، ــא ق ــ ــא ــ ق، أو ــ ــ

ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ــ כ ــ ا ــ ر א ــ أ ــ ــ ا

د ــ ا ــ א م ــ ــ ا ــ إ א ــ ه ا ــ م، و ــ ــ ا ــ ــ ا ــ א أ

ــ ، وכאن ــ כ ــ ا ــ ا ــ ا ــ אق ــ ــ כאن إ ، ــ א ن ا ــ

ــא ــאض כــ وا ــ ا ــ اط ــ אه ا ــ ــאب ــכ כ ــ ذ ــ ، و ــ כ

. ــ ل ــ ا ر ــ ن: إن ــ ــא، و ذכ

م ] ٦٩٠[ ــ ــ ا ا ــ : إن ــ א ن ــ ــ ــ ا ــ א ــ א و

ــ ــ ــ و ــ ــאض כــ وا ء כאن ا ــ ــ ، و ــ ــ כ ــ ا א . ــ ا

אق ــ ــ ي כ ــ ر ا ــ ــ ا כא ه ا ــ אس. وأ ــ אه ا ــ ــאب ــ כ ا ا ــ

ة ــ ي ا ــ ل ا ــ ــ ، و ــ ــ ا ــ ا ــ ، ــ ــאم و اج أ ــ ــ כ

ــא: ــ أو رة ا ــ ا

אرة د وا ارة و ا אכ ا

]٦٩١ [ ، ــ ــ و אن ــ ــ ــ ا ــ ــ א ــ ا ــ ا ا ــ ــאض وا

رة. ــ ــ ، وا ــ ــאم ا ــ أ ــ ــ ــ ــ ــ כ

א إ ] ٦٩٢[ א ه م وا א آدم ا و

، ، ــ ــ ا م ا ــ ا

، و כ א אرا כ א א، وأ ا א ا ، وو

ع ــאر ر ا ا ــאس، ــ ا ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ــ ، ــ

ــ ــכ ــ ــכ : ــ ا ــ أ ــאدون ــ ــ ــ أزر وأرد ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 472: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi472

İbn Ayyaş ve diğerleri, “Sanki ben o gün onlara bakıyordum.” demiştir. Böylece Îsâ b. Mûsâ onlara karşı çıktı, onlar Îsâ ile savaştılar, Îsâ onları öl-dürdü ve köklerini kazıdı. Sonra bu fırka bizim ifade ettiklerimize ekleme yapmış ve Muhammed b. İsmail b. Ca‘fer b. Muhammed’in uluhiyetini kabul etmişlerdir. Bunlar Karmatîlerdir.

[693] Onların arasında, Ebû Said Hasan b. Behram el- Cennâbî ve ken-disinden sonra iki oğlunun uluhiyetini kabul eden kimseler vardır. Yine Yemen’de Hemedan bölgesinde isyan eden ve Mansur diye isimlendirilen Ebu’l-Kâsım en- Neccâr’ın uluhiyetini kabul edenler de onlardandır. Yine onlardan bir grup da Ubeydullah’ın ilahlığını ve yönetimin günümüze ka-dar onun evladında olduğunu iddia etmiştir.

[694] Bir grup da, Kûfe’de, Esed oğullarının azatlı kölesi olan Ebü’l-Hattâb Muhammed b. Ebû Zeyneb’in uluhiyetini kabul etmiştir. Bunları sayısı binlere varacak kadar çok olmuştu. Onlar şöyle demişlerdir: Ca‘fer b. Muhammed ilah olduğu halde onun (yani Muhammed b. Ebû Zeyneb’in) ilah olduğunu söylüyorlardı. Ancak Ebü’l-Hattâb, Ca‘fer b. Muhammed’den daha büyüktü. Onlar, Hasan’ın çocuklarının tamamının tanrının çocukları ve sevgilileri olduklarını söylüyorlardı. Yine onlar, Ha-san’ın evladının ölmeyeceğini, fakat onların göğe yükseltildiğini ve onların insanların gördüğü bu ihtiyara benzetildiğini söylüyorlardı.

[695] Sonra onlardan bir grup, Kûfe’de buğday tacirliği yapan Muam-mer’in uluhiyetini iddia etmiş ve ona tapınmıştır. Muammer, Ebü’l-Hat-tâb’ın taraftarlarındandı. Allah onların hepsine lanet etsin. Bir başka grup, pamuk atıcısı (hallac) Hüseyin b. Mansur’un uluhiyetini kabul etmiştir. O, (Abbasi halifesi) el- Muktedir’in504 döneminde vezir İbn Hâmid b. el- Ab-bas’ın (Allah ona rahmet etsin) gayretiyle Bağdat’ta idam edilmiştir. Başka bir grup da (Abbasi halifesi) el-Rıza’nın döneminde Bağdat’ta katledilen Katip Muhammed b. Ali el- Şelmeğanî’nin uluhiyetini iddia etmiştir. Bu şahıs, nurun ortaya çıkması için taraftarlarına bütün kudretleriyle günah işlemelerini emrediyordu. Bu grupların tamamı kadınlar konusunda or-taklığı kabul ediyordu.

5

10

15

20

25

30

Page 473: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 473

ــ ــ ــ ــ ج إ ــ ــ ــ ــ إ ــ أ ه כ ــ ــאش و ــ ــאل ا

ــ ــ ــ א ــא ــא ذכ ــ ــ ــ زادت ، ــ ، وا ــ ه ــ א

. ــ ا ــ ا ، و ــ ــ ــ ــ א ــ ــ إ

ــ ] ٦٩٣[ א ــ وأ א ام ا ــ ــ ــ ا ــ ا ــ ــ أ ــאل ــ ــ و

ان ــ د ــ ــ ، ــ א ــ א ــאر ا ــ ا א ــ ا ــ أ ــאل ــ ــ ه. و ــ

ــ ه إ ــ ــ و ة ــ ــ ا ــ ا ــ א : ــ ــ א ــ א ر. و ــ א ــ ا

ا. ــ ــא

ــ ] ٦٩٤[ ــ ــ ــ ز ــ أ ــ ــאب ــ ا ــ أ ــ א ــ א و

ــ ــ ، و ــ ــ إ ا ــ א ف، و ــ ــאوزوا ا ــ ــא ــ د ــ ، وכ ــ כ א ــ أ

ــאء ــ أ د ا ــ أو ن: ــ ا ــ ، وכא ــ ــ ــאب أכ ــא ا ، إ أن أ ــ ــ إ

ــ אء، وأ ــ ــ ا ن إ ــ ــ כ ن، و ــ ــ ن: إ ــ ا ــ ــאؤه وכא ا وأ

ون. ــ ي ــ ــ ا ا ا ــ ــאس ــ ا

وه، وכאن ] ٦٩٥[ ــ ، و ــ כ א ــ ــ ا א ــ ــ ــ ــ א ــ א ــ

ــ ــ ا ــ א ــ א . و ــ ــ ا أ ــאب، ــ ا ــאب أ ــ أ

ــאس ــ ا ــ א ــ ــ ا ز ــ ا اد، ــ ب ــ ، ا ــ ج ا ــ ر ــ ــ

א ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ــ ــ א ــ א ر. و ــ ــאم ا ــ ا أ ر

را ــ ــ ر ــ ا ــ أن א ــ أ ، وכאن أ ــ ا ــאم ا اد أ ــ ل ــ ــ ا כא ا

ــאء. ــ ا اك ــ ى ا ــ ق ــ ه ا ــ ر. وכ ــ ــ ا ــ ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 474: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi474

[696] Başka bir grup, günümüzde diri olup Basra’da ikamet eden Şeb-bes’in uluhiyetini iddia etmiştir. Yine onlardan bir grup, Ebû Müslim es- Serrâc’ın uluhiyetini kabul etmiştir. Bunlardan başka bir grup da Ebû Müslim’in isyanında rol alan çamaşırcı (el-Kassar) el- Mukanna’ el-A’ver’in uluhiyetini iddia etmiştir. Bu çamaşırcının ismi Haşim idi ve Halife Man-sur döneminde öldürülmüştü. Râvendiyye505 fırkası Ebû Ca‘fer el-Man-sur’un uluhiyetini kabul etmiş ve bunu açıkça ilan etmişlerdi. Bunun üze-rine Mansur onlara karşı çıkmış, onlarla savaşmış ve onları yok etmiştir.

[697] Yine onlardan bir grup Abdullah b. el-Harb el-Kindî el-Kufî’nin uluhiyetini kabul etmiş ve ona tapınmıştı. Abdullah b. el-Harb, ruhların tenasühünü kabul ediyordu. O, Sufriyye506 fırkasına mensup kelâmcılar-dan biri ile münazara edinceye kadar, taraftarlarına, bir gün ve bir gecede on dokuz vakit namazı ve her bir namazda da on beş rekat kılmalarını farz kılmıştı. Söz konusu Sufrî kelâmcı ona dinin aklî delillerini açıklamıştı. Bunun üzerine o, müslüman olmuş ve İslâm’ını da güzel yapmıştı. Abdul-lah b. el-Harb, sahip olduğu düşüncelerden uzaklaşmış, bu durumu taraf-tarlarına bildirmiş ve tövbe etmişti. Bunun üzerine onun uluhiyetini kabul eden ve kendisine ibadet eden taraftarlarının tamamı ondan uzaklaşmış, ona lanet etmiş ve ondan ayrılmışlardı. Söz konusu taraftarlarının tama-mı Abdullah b. Muaviye b. Abdullah b. Ca‘fer b. Ebû Talib’in imâmetini iddia etmeye başlamışlardı. Ancak Sebeiyye’nin Nusayriyye grubundan olan Abdullah b. el-Harb İslâm üzere kalmış ve ölünceye kadar Sufriyye mezhebine göre yaşamıştı. Günümüze kadar onun grubu Harbiyye507 diye bilinmektedir. Bunlar, Ali’nin uluhiyetini kabul eden Sebeiyye’dendirler.

[698] Nusayriyye diye çağrılan bir grup, günümüzde Şam bölgesinin Ür-dün civarında ve özellikle Taberiye şehrinde çoğunluktadırlar. Onların gö-rüşlerinden biri şudur: Bu grup, Allah Resulünün kızı Fatıma’ya (r.a.) lanet eder, yine Ali’nin (r.a.) iki oğlu Hasan ve Hüseyin’e de lanet ederler ve en ağır ifadelerle onlara sövüp bütün belaları onlara atfederler. Onlar, Fatıma ve onun iki oğlunun insan suretine bürünmüş şeytanlar olduklarına kesin olarak inanmaktadırlar. Onların Ali’nin (r.a.) katili olan Abdurrahman b. Mülcem el-Murâdî -Allah’ın laneti onun üzerine olsun- hakkındaki görüşleri şöyledir:

5

10

15

20

25

30

Page 475: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 475

ة. ] ٦٩٦[ ــ א ــא ا ــ ــא ــ و ــ אس ا ــ ــ א ــ ــ א ــ א و

ــ ء ــ ــ ــ א ــ א ــ اج. ــ ــ ا ــ ــ أ ــ ــ א ــ א و

ــ ، و ــ א ــאر ا ا ــ ــ ، وا ــ ــ ــאر أ ــ א ــאر ا ر ا ــ ــ ا ا

ــכ ا ــ ر وأ ــ ــ ا ــ ــ أ ــ او ــ ا א ر.و ــאم ا ــ ا أ

.. ــ ا ــ ــ إ א ــ وأ ر ــ ج ا ــ

وه ] ٦٩٧[ ، و ــ כ ي ا כ ب ا ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ــ א ــ א و

ــ م، وا ــ ــ ا ة ــ ــ ــ ــ ض ــ رواح، و ــ ا א ل ــ وכאن

، ــ ــ ا כ ــ ــ ه ر ــ א ــ أن ، إ ــ ــ رכ ــ ة ــ ــ כ ،

ــ ، وأ ــ ــא כאن ــ כ أ ــ ، و ــ ــ إ ــ و ــ ــ ا ا ــ ــ وأو

، ــ و ا ــ כא ــ ا ــ א أ ــ ــ أ ــ ــ ا ــ وأ ــכ، ــ א أ

ــ ــ ا ــ א ل ــ ــ ا ــ إ כ ا ــ ه، ور ــ אر ه و ــ ــ و ن ــ و

ــ ــ ا ب ــ ــ ا ــ ا ــ ، و ــ א ــ ــ أ ــ ــ ــ ا ــ ــ ا אو

م ــ ــ ا ــ إ א ــאت، و ــ أن ــ إ ــ ا ــ م، و ــ ــ ا ــ ا

. ــ ــ ــ א ــ ا ــ ا ــ ــ و א ف ــ

ردن ] ٦٩٨[ ــ ا ــ ا ــ ــא ــ و ا ــ ــ ،و ــ ا ــ א و

ل ــ ر ــ ــ א ــ : ــ ــ و ، ــ א ــ ــ ــ و ــאم، א

، ــ ــ ا ــ ر ــ ــ ا ــ وا ــ ا ، و ــ ــ و ــ ا ا

ــ ــ ا ــא ر ــא وا ــ ، وا ــ ــכ ــ ، و ــ ع ا ــ ــ و

ــ ــ ا ــ ــ ــאن. و رة ا ــ ــ روا ــ א ــ ــ ــ و

، ــ ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ــ ــ ا ــ ر ــ א ادي ــ ــ ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 476: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi476

“Şüphesiz Abdurrahman b. Mülcem el-Murâdî, yeryüzü ehlinin en fazilet-lisi ve ahiret yurdunun da en mükerrem olanıdır. Çünkü o, lâhûtun (ilâhî varlığı) ruhunu bedenin zulmetine ve sıkıntılarına mahkum olmaktan kur-tarmıştır.” Bu aptallığa hayret edilir! Allah’tan dünya ve ahret belalarından afiyette olmayı dileyiniz. Bütün bunlar, başkalarının değil sadece Allah’ın kudretindedir. Allah, dünya ve ahretteki payımızı tam kılsın. İslâm’a nispet edilen kimselerden bu açık küfür ifadelerini söylemek suretiyle küfre düşen kimselerin tamamının kökeninde Şiilik ve tasavvufun olduğunu bilmeli-siniz. Nitekim sufiyyeden “Her kim Allah’ı bilirse, ondan şeriat amelleri sâkıt olur.” diyen kimseler vardır. Bazıları da bu söze ilavelerde bulunup “Allah’la ittisal halinde olur” demişlerdir.

[699] Yaşadığımız bu asırda, günümüzde, Nisabur’da “Ebû Said” ve “Ebu’l-Hayr” şeklinde ikisiyle birlikte künyelenen Sufiyye’den bir adamın olduğu bize bildirilmiştir. Bu adam bazen yünden yapılmış elbise giyer, bazen erkeklere haram kılınmış olan ipek giyer, bazen bir günde bin rekat namaz kılar, bazen ne farz ne de nafile bir rekat namaz kılmaz. Şüphesiz bu apaçık küfürdür. İnayetin kesilmesinden (hızlan) Allah’a sığınırız.

Hâricîlerin Rezilliklerinin Açıklanması

[700] Kendilerini İslâm’a nispet edenlerin görüşlerini (makale) topla-yan bazı kimselerin ifade ettiğine göre İbâzıyye508 fırkasından bir grup -ki bunların lideri meşhur bir muhaddis olmayan ve Zeyd b. Ebû Üneyse diye çağrılan bir kimse idi- şöyle demiştir: “Bu ümmetin iki şahidi vardır. Bun-lardan biri Zeyd b. Ebû Üneyse’dir, diğerinin ise kim olduğu ve ne zaman zuhur edeceği bilinemez. Onun bundan önceki bir zamanda zuhur edip et-mediği de bilinemez.” Yahudi ve hıristiyanlardan bazıları şöyle demişlerdir: Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed bize değil, Araplara gönderilmiş Allah’ın elçisidir. Nitekim yahudilerden İseviyye509 fırkası da böyle demiş-tir. Zeyd b. Ebû Üneyse, eğer onlar Yahudilik ve Hıristiyanlığın kanunları-nın gereklerini yerine getirmek suretiyle bu inanç üzere ölürlerse, bunların mümin olduklarını ve yüce Allah’ın dostları olduklarını söylemiştir. Ayrıca o, Acemden gelecek bir nebi vasıtasıyla İslâm dininin neshedileceğini söy-lemiştir. Acem ırkından gelecek bu nebi, Sabiilerin dinini getirecek ve bir defada kendisine inzal edilen başka bir Kur’ân’ı da ortaya koyacaktır.

5

10

15

20

25

30

Page 477: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 477

ــ رض وأכ ــ ا ــ أ ادي أ ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ء إن ــ ل ــ

ــ ــ ا ــ ــ ــ ــא כאن ت ــ ــ روح ا ــ ة ــ ــ ا

ــ ة، ــ ــא وا ء ا ــ ــ ــ א ا ا ا ــ ن، وا ــ ا ا ــ ا ــ ره، وכــ

ه ــ ــ ــ כ ا أن כ ــ ، وا ــ و ــא ا ــא ــ ا اه، ــ ــ ــ أ ه ــ

ن ــ ، ــ ــ وا ــ ا ــא م ــ ــ ا ــ إ ــ ــ א ات ا ــ כ ا

، ــ . وزاد ا ــ ــ ا ــ ــ א ف ا ــ ــ ل: إن ــ ــ ــ ــ ا

. ــ א ــא ــ وا

ــ ] ٦٩٩[ ــא ا ــ أ ــא ــ أ כ ــ ا ر ــ ــא ــ م ــ ر ا ــא ــא أن و

ــ م ــ ــ ا ــ ا ة ــ ف، و ــ ــ ا ة ــ ــ ــ ا ــא ا כــ

ــ א ــ و ــ ة ــ ، و ــ ــ رכ م أ ــ ــ ا ــ ة ــ ــאل، و ا

ل. ــ ــ ا ــא ذ ــ ، و ــ ــ ا כ ــ و

ارج ذכ ا

ــ ] ٧٠٠[ ــ م، أن ــ ــ ا ــ إ ت ا ــא ــ ــ ــ ذכــ

ر، ــ ث ا ــ ــ ا ــ ــ و ــ أ ــ أ ــ ا ــ ز ــ ــ ر ــ ر א ا

ــ ري ــ ــ ــא، وا ــ أ ــא ــא ــ ه ا ــ ــ ل: إن ــ כאن

ــאرى د وا ــ ــ ا ــ כאن ، وإن ــ ــ כאن ــ ري ــ ؟ و ــ ــ ؟ و ــ

ــ ــ ل ا ــ ــא ــא، כ ب إ ــ ــ ا ل ا إ ــ ــ ر ــ إ ا ل: إ ــ

ــ ــ و ا ا ــ ــ ا ــ א ، وإن ــ א ــאء ا ن، أو ــ ــ ــאل: د، ــ ا

ــ ــ ــ ا ــ ــ م ــ ــ ا ــאرى، وأن د د وا ــ ا ا ــ ام ــ ا

ة. ــ ــ وا ــ ل ــ ــ آن آ ــ ، و ــ א ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 478: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi478

[701] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ancak şu kadar var ki İbâzıyye mezhebi mensuplarının çoğunluğu, bu görüşlerden herhangi birisini kabul eden bir kimseyi tekfir ederler, ondan teberri ederler, malını ve kanını helal kabul ederler. Haris el-İbâzî’nin taraftarlarından bir grup şöyle demiştir: Zina eden, hırsızlık yapan ya da birilerine iftira atan bir kimseye had cezası uygulanır, sonra yaptığından dolayı tövbe etmesi istenir; eğer tövbe ederse bırakılır, ancak tövbe etmemek için diretirse dinden döndüğünden (irti-dat) dolayı öldürülür.

[702] Ebû Muhammed şöyle demiştir: Endülüs’te yanımızda bulunan İbâzîlerin şöyle yaptıklarına şahit olduk: Onlar, Ehl-i Kitabın yemeklerini yemeği haram kabul ederler; teke, boğa ve koçun erkeklik uzvunu yemeyi haram sayarlar, ramazanda gündüz vakti uyuyup da ihtilam olan bir kim-senin orucunu kaza etmesini gerekli görürler, az bir kısmı hariç kendisin-den su içtikleri kuyuların üzerinde bulundukları halde teyemmüm ederler. Hâricîlerden olan Ebû İsmail el-Batîhî ve taraftarları, gündüz ve gece sade-ce bir rekatın dışında hiçbir namaz olmadığını söylemişlerdir. Onlar, hac ibadetinin yılın her ayında yapılacağını kabul ederler, avlanıncaya/boğaz-layıncaya kadar balık yemeyi haram sayarlar ve Mecûsîlerden cizye almayı uygun görmezler; Kurban ve Ramazan bayramlarında nişanlanıp evlenen bir kimseyi tekfir ederler. Onlar, cehennem ehlinin ateşten lezzet aldığını ve burada nimetlendiklerini, aynı şekilde cennet ehlinin de böyle olduğu-nu söylerler.

[703] Ebû Muhammed şöyle demiştir: Sözü edilen bu Ebû İsmail’in aslı Ezarika grubundandır. Ancak o, Ezarika’ya mensup olan diğer kimse-lere göre aşırı gitti ve onların görüşlerine ilavede bulundu. Diğer Ezarika mensupları, muhsan olduğu halde zina eden bir kimseye recm cezasının uygulanmasının iptalini kabul ettiler. Hırsızlık yapan bir kimsenin elinin omzundan itibaren kesilmesine kesin olarak hükmettiler ve hayızlı bir ka-dının hayız döneminde iken namaz kılmasını ve oruç tutmasını gerekli gördüler.

5

10

15

20

25

30

Page 479: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 479

ه ] ٧٠١[ ــ ــ ء ــ ــאل ــ ون ــ כ ــ א ــ ا : إ أن ــ ــ ــאل أ

ث ــ ــאب ا ــ أ ــ א ــ א . و ــ א ــ و ن د ــ ، و ــ ءن ــ ت و ــא ا

، ــ ــא אب ــ ــ ــ ــ ا ــאم ــ ف ــ ق أو ــ ــא أو ــ ز : إن ــ א ا

دة. ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ك، وإن أ ــ ــאب ن ــ

ــ ] ٧٠٢[ ــאم أ ن ــ ــ א ــא ــ א א ا ــא : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــאء ن ا ــ ، و ــ כ ر وا ــ ، وا ــ ــ ا ن أכ ــ ــאب، و כ ا

ــא ن ــ ــ ــאر ا ــ ا ــ ن و ــ ، و ــ א ــאن ــ ر ــאرا ــאم ــ

ارج: أ ــ ــ ا ــ ، و ــ א ــ وأ א ا ــ ــ إ ــאل أ . و ــ ــ إ

ــ ون ا ــ ، و ــ ــ א ى ــ ــ أ اة، ورכ ــ א ة ــ ــ وا ــ إ رכ ة وا ــ

ــ ــ ا ون أ ــ ، و ــ ــ כ ــ ن أכ ا ــ ، و ــ ر ا ــ ــ ــ

ــאر ــ ا ن: إن أ ــ ، و ــ ــ وا ــ ا ــ ــ ون ــ כ س و ــ ــ ا

ــכ. ــ כ ــ ا ، وأ ــ ة و ــ ــ ــאر ــ ا

ــ ] ٧٠٣[ ــ ــ ــ ا أ زار ــ ا ا ــ א ــ ــ إ ــ أ : وأ ــ ــ ــאل أ

زرق ــ ا ــ א ــאب ــ أ ، و ــ زار ــא ا ــ א . و ــ ، وزاد ــ زار ــא ا

ــ ا ــ ، وأو כــ ــ ا ــאرق ــ ا ا ــ ــ و ــ ــ و ــ ز ــ ــאل ر

ــא. ــ ــאم ة وا ــ ــ ا א ا

٥

١٠

١٥

Page 480: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi480

[704] Ezarika mensuplarından bazıları şöyle demiştir: Hayır, hayızlı ka-dının namazını kılması ve orucunu tutması zorunlu değildir. Fakat tıpkı oru-cun kaza edildiği gibi, temizlenince namazın kaza edilmesi gerekir. Onlar, kendi bölgelerinde bulunmayan kimselerden olan çocukların kanını mubah kabul ettiler, yine kendi kamplarında olmayan kimselerin kadınlarının öl-dürülmesini de mubah kabul ettiler. Ezarika mensupları, zafiyet ya da başka sebeplerden dolayı (kendileri ile birlikte) huruç etmekten geri duran (ehl-i kuud) kimselerden teberri etmişlerdir. Onlar, kendilerinden olup da isyana katılan ilk kişinin ölümünden sonra bu görüşe muhalefet eden kimseyi tekfir etmişlerdir. Ancak onlar, (isyana katılanlar) henüz hayatta iken bu görüşe muhalefet eden kimseyi tekfir etmemişlerdir. Yine onlar, kendi kampları-nın dışında karşılaştıkları kimseleri isti’raza çekmeyi ve söz konusu kişi “Ben müslümanım” dediğinde onu öldürmeyi kabul etmişlerdir. Kendisini yahu-dilere, hıristiyanlara veya Mecûsîlere nispet edenleri ise öldürmeyi haram kabul etmişlerdir. Allah’ın Elçisi (s.a.), okun avı delip geçtiği gibi, bunların dinden çıktıklarına bu şekilde şahitlik etmiştir. Nitekim Allah Resulü (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Onlar, müslümanları katlederler, putperestleri ise serbest bırakırlar.” Şüphesiz onun bu haberi, nübüvvetinin alametlerindendir. Çün-kü o, bu şekilde uyarmıştır. Bu haber, gaybın cüzlerindendir. Böylece Hz. Peygamber’in buyurduğu gibi durum ortaya çıkmıştır.

[705] Ebû Muhammed şöyle demiştir: Ezarika gurubu yok olup gitti. Ancak onlar, aynı kampın mensupları idiler. Onların ilki Nafi’ b. el-Ezrak, sonuncusu da Ubeyde b. Hilal el- Yeşkurî idi. Onların dönemi yirmi kü-sur sene devam etmiştir. Ancak ben, Suvar b. el-Eş’ar el-Mazinî’nin azatlı kölesi olan “Sabîh” hakkında şüphe etmekteyim. O, Hişam b. Abdülme-lik döneminde Ezarika’nın görüşüyle mi, yoksa Sufriyye’nin görüşüyle mi isyan etmiştir? Çünkü onun durumu uzun zaman devam etmedi. İsyan etmesinin hemen sonrasında esir alındı ve katledildi.

[706] Necde b. Uveymir el-Hanefî’nin taraftarları olan Necedat grubu şöyle demiştir: İnsanların bir imam/devlet başkanı edinmelerine gerek yok-tur. Onlara lazım olan şey, kendi aralarında hak ve hukuka riayet etmeleridir.

5

10

15

20

25

30

Page 481: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 481

ــאم، ] ٧٠٤[ ــ ا ــא ت כ ــ ة إذا ــ ــ ا כــ : و ــ ــאل و

ــ ــ ــ ــא ــאء أ ــ ا ، و ــכ ــ כــ ــ ــ ــאل ا دم ا ــ א وأ

ــ وا ــ ه، وכ ــ ــ أو وج ــ ــ ا ــ ــ ــ زار ــ ا ــכ و

ــ ــ ــ א ــ وا ــ כ ــ ، و ــ ــ ــאل ــ ت أول ــ ــ ل ــ ا ا ــ ــ א

ــא ــאل أ ــ إذا ــכ و ــ ــ أ ــ ه ــ ــ اض כ ــ א ا ــ א ــ و א

س، ــ ــ ا ــאرى أو إ ــ ا د أو أ ــ ــ ا ــ إ ــ ا ــ ن ــ ، و ــ

ق ــ ــא ــ כ ــ ا وق ــ א ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ا ــ و

ــ ن أ כــ م و ــ ــ ا ن أ ــ ــ م: إ ــ ــ ا ــאل ــ إذ ــ ا ــ ا

ــ ــ ــכ، و ر ــ ــ إذ أ ــ و ــ ا ــ م ــ ــ أ ا ــ ــאن. و و ا

ــאل. ــא ــא כ ج ــ ــ ــאت ا

ــ ] ٧٠٥[ ــכ وا ــ ا ا ــ ــא כא ــ إ زار ــאدت ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــא ــ ــ أ ي، وا ــכ ل ا ــ ــ ة ــ ــ زرق، وآ ــ ا ــ ا א ــ أو

ــ ــאزن ــ אز ــ ا ــ ا ار ــ ــ ــ ــ ــכ ــ أ ــ إ أ ــ و

ــ ه ــ ن أ ؟ ــ أي ا ــ ــכ، أم ــ ا ــ ــאم ا ــאم ــ أ زار أي ا ــ ج ــ أ

. ــ ــ و و ــ ــ إ ــ أ

ــ ] ٧٠٦[ ــ : ــ ــ ا ــ ة ــ ــאب ــ أ ات: و ــ ــ ا א و

. ــ ــ ا ا ــ א ــ أن ــ ــא ــא إ א وا إ ــ ــאس أن ا

٥

١٠

١٥

Page 482: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi482

[707] Onlar, kendi kamplarına hicret etmekte zayıflık gösteren kim-senin münafık olduğunu söylemişler, Ehl-i kuudun kanını ve malını helal kabul etmişlerdir. Küçük bir yalan söyleyen ya da küçük bir günah işleyen bir kimsenin bu günahında ısrar ederse onun kâfir ve müşrik olduğunu söylemişlerdir. Yine büyük günah da böyledir. Ancak ısrarcı olmaksızın her kim büyük bir günah işlerse o müslümandır, demişlerdir. Yüce Allah’ın, müminlere günahları sebebiyle cehennemin dışında bir yerde azap etmesi mümkündür, cehenneme gelince bu mümkün değildir, demişlerdir.510On-lar, kendilerinden olan büyük günah sahiplerinin kâfir olmadığını, ancak kendilerinden olmayan büyük günah sahiplerinin ise kâfir olduğunu iddia etmişlerdir. Necedat fırkası yok olup gitmiştir.

[708] Sufriyye fırkasından bir grup, mümin ya da kâfir olsun öldürül-mesi mümkün olan her bir kimsenin öldürülmesini kendilerince gerekli kabul etmiştir. Onlar, hakkı batıla te’vil ediyorlardı. Bu grup da yok olup gitmiştir.

[709] Meymuniyye fırkası, -ki bunlar Acaride’den bir gruptur, Aca-ride ise Sufriyye’den bir gruptur- işte bunlar, kız evlatların kızlarıyla ve erkek evlatların kızlarıyla, kız ve erkek kardeşlerin çocuklarının kızlarıyla nikâhlanmayı mümkün görüyorlardı. Kelâm ve hadis sahasında önde ge-len imamlardan biri olan Hüseyin b. Ali el- Kerâbisî, bu hususu onlardan nakletmiştir. Günümüzde İbâzıyye ve Sufriyye gruplarının dışında Hâricî fırkalardan hiçbiri kalmamıştır.

[710] Beyhesiyye taraftarlarından olan bir grup -ki onlar Ebû Bey-hes’in arkadaşlarından olup Sufriyye fırkalarındandırlar- şöyle demiştir: Hakkında had cezası var olan büyük günah sahibi, durumu imama arz edilinceye kadar tekfir edilemez. Söz konusu kişiye had cezası uygulandı-ğında işte o zaman tekfir edilir.

[711] Reşîdiyye fırkası, ki bunlar Sağâlibiyye fırkalarındandır, Sağâli-biyye fırkası ise Sufriyye fırkalarından biridir- şöyle demiştir: Zekatta ve-rilmesi zorunlu olan miktar, nehir ve kuyu sularıyla sulanan (araziden elde edilen mahsulün) öşrün (onda bir) yarısıdır.

5

10

15

20

25

30

Page 483: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 483

ا دم ] ٧٠٧[ ــ ، وا ــ א ــ ــכ ــ ة إ ــ ــ ا ــ ــ ا: ــ א و

ــ ــ ا ــ ــא ــ ذ ة أو ــ ــ ب כ ــ כــ ا ــ א ، و ــ ا ة وأ ــ ا

ــ ــ א כ ــ ا ــ ــ ، وأن ــ א כ ــ ا ــא ــכ أ ك، وכ ــ ــ ــ כא ــכ ذ

ــ ــ כــ ــ ــ ب ا ا ــ ــ أن א ا: ــ א ، و ــ ــ ــא ــ

ــ א כ ــאب ا ــאرا، وأ ا כ ــ ــ ــ א כ ــאب ا ا: أ ــ א . و ــ ــאر ــא ا ــאر وأ ا

ات. ــ ــאدت ا ــ ــאر. و ــ כ ــ

ــ ] ٧٠٨[ ــ ــ כــ ــ أ ــ כ ب ــ ــ ــ ا ــ א ــ א و

. ــ א ه ا ــ ــאدت ــ ، و ــ א א ــ ن ا ــ ا ــ ، وכא ــ ــ أو כא

ــ ] ٧٠٩[ ــ ا ــ ــאردة ــאردة، وا ــ ا ــ ــ ــ و ــ ا א و

ــ ات. وذכ ــ ة وا ــ ــ ا ــאت ، و ــ ــאت ا ــאت، و ــאت ا ــכאح ــאزة

، ــ ــ وا ــ ا ــ ــ ا ــ أ ، و ــ ا כ ــ ا ــ ــ ــ ا ــכ ذ

. ــ ــ ــ وا א ارج إ ا ــ ق ا ــ ــ م ــ ــ ا ــ و

ــ ] ٧١٠[ ــ ، و ــ ــ ــאب أ ــ أ ــ و ــאب ا ــ أ ــ א ــ א و

ــאم ــ ا ــ إ ــ ، ــ כ ــ ــ ــא ة ــ ــ כ א : إن כאن ــ ق ا ــ

. ــ כ ــ ــ ــ ا ــאم ذا أ ــ

: إن ] ٧١١[ ــ ق ا ــ ــ ــ א ، وا ــ א ق ا ــ ــ ــ ــ و ــ ا א و

ن. ــ ــאر وا א ــ ــא ــ ــ ا כאة ــ ــ ا ــ ا ا

٥

١٠

١٥

Page 484: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi484

[712] Az önce zikrettiğimiz Beyhesiyye fırkasından bir grup olan Av-

fiyye şöyle dedi: İmam, -ister o Horasan’da olsun isterse başka bir beldede bulunsun- haksız bir hüküm verdiğinde, böyle bir durumda hem imam hem de onun taraftarlarının tamamı -ister yeryüzünün doğusunda isterse batısında Endülüs ile Yemen arasında bir beldede bulunsalar da- kâfir olur-lar. Yine onlar şöyle dediler: Şayet yer yüzünün açık arazisinde bulunan bir su kuyusuna bir damla şarap düşmüş olsa, sonra bu kuyunun başına gelen herkes ona neyin düştüğünü bilmeden bu kuyudan su içse, bu kimse yüce Allah’ı inkar etmiş olur. Onlar, ancak şu kadar var ki yüce Allah mümin kimseleri ondan uzak kalmada muvaffak kılar demişlerdir.

[713] Sufriyye’den Fazîliyye grubu şöyle dedi: Her kim kalbiyle buna inanmadığı halde, bilakis küfre, Dehriyye’ye, Yahudiliğe ve ya Hıristiyan-lığa inandığı halde, diliyle “Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun resulüdür” derse, o Allah katında mümin ve müslümandır. Diliyle hakkı ifade ettiğinde kalbiyle inandığı şey ona zarar vermez.

[714] Sufriyye’den bir grup şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a.) bi’set-le gönderildiğinde, onun gönderildiği zamandan günümüze kadar geçen bi’set döneminde doğusuyla batısıyla yeryüzü halkının tamamının ona iman etmeleri, getirdiği kanunların tamamını bilmeleri gereklidir. Bun-lardan herhangi bir şey kendisine ulaşmadan ölen bir kimse kâfir olarak ölmüştür.

[715] Sufriyye fırkasından Abdülkerim b. Acred’in taraftarları olan Acaride grubu şöyle demiştir: “Erkek ve kız çocuklarından buluğ çağına ulaşandan uzak durulması, ona ve dinine dokunulmaması gerekir. Ancak söz konusu baliğ kişi İslâmiyet’i kabul ettiği zaman dost kabul edilir.”

[716] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onların bu görüşüne göre söz ko-nusukişi, İslâm’ı telaffuz etmeden önce bir katil tarafından öldürülürse kı-sas ve diyet gerekmez. Eğer kendiliğinden ölürse miras bırakamaz ve miras alamaz. Acaride’den bir grup şöyle demiştir: “Buluğdan önce çocuklarımızı ne dost ediniriz ne de onlardan teberri (uzaklaşmak) ederiz. Baliğ olduktan sonra İslâmiyet’i telaffuz (dilleriyle kabul) edinceye kadar bekleriz.”

5

10

15

20

25

30

Page 485: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 485

ــאم ] ٧١٢[ ــא إن ا ــא آ ــ ذכ ــ ا ــ ا ــ א ــ : و ــ ــ ا א و

ــכ ــ ذ د ــ ــ ا ــ כאن ــא ــאن أو ا ــ ر و ــ ــ ــ إذا

ــא، رض و ق ا ــ ــ ا ــ ــ כא ــ ــ ر ــ و ــ כ ــ ــ ا

ة ــ ــ ــ و ــא ا أ ــ א د. و ــ ــ ا ــכ ــ ذ ــא ــ ــ وا א ــ و

ــ ــכ ا ــ ذ ــ ــ ن כ ــ رض، ــ ا ة ــ ــאء ــ ــ ــ

ا: إ أن ا ــ א . ــ א ــא ــ ــ כא ــ ــ ــא و ري ــ ــ ــ و ب ــ

. ــ א ــ ــ ا ــ א

ل ] ٧١٣[ ــ ــ ر ــ إ ا ــאل إ ــ ــ ــ ا ــ ــ ا א و

، ــ د ، أو ا ــ ــ أو ا כ ــ ا ــ ا ، ــ ــכ ــ ذ ــ ــא و ا

ــא ــא ــ ــאل ا ه إذا ــ ، و ــ ، ــ ا ــ ــ ، ــ ا أو ا

. ــ ــ ا

ــ ] ٧١٤[ ــ ــ إذا ــ و ــ ا ــ ــ إن ا ــ ا ــ א ــ א و

ب ــ ق وا ــ ــ ا ــ أ م ــ م ــ ــכ ا ــ ذ ــ ــכ ا ــ ذ ــ ــ

ــ ــ أن ــ ــאت ــ ، ا ــ ــ ا ــ ــאء ــא ــ ا ــ ، وأن ــ ــאن ا

ا. ــ ــאت כא ــכ ــ ذ ء ــ

ــ ] ٧١٥[ ــ أن ــ ا د ــ ــ ــ כ ــ ا ــאب ــאردة أ ــ ا א و

م ــ א ــ ــ ، ــ ــ د ــ و اء ــ ــ ، ــ א ، و ــ د ــ أو ــ ــ ا

. ــ ه ــ

ــ ] ٧١٦[ م ــ א ــ ــ أن ــ א ــ ا إن ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــאردة: ــ ا ــ א ــ א رث. و ــ ــ ث و ــ ــ ــאت ، وإن ــ ــ و د د ــ

م ــ א ا ــ ــ ــ ــ כــ ــ أ ــ غ و ــ ــ ا ــא א ــ أ

غ. ــ ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 486: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi486

[717] Ebû Muhammed şöyle dedi: İbaziyye fırkasından Nükkariyye grubunun Endülüs Hâricîleri arasında en yaygın gurup olması gibi, Acari-de grubu da, Horasan Hâricîleri arasında en yaygın olan gruptur.

[718] Mükremiyye grubu, Ebû Mukrem’in taraftarları olup Sağleb’in arkadaşlarından olan Sağâlebiyye’den bir grupturlar. Ebû Mukrem, Sufriy-ye fırkasındandı, daha sonra Sağalebiyye fırkasının görüşlerine dönmüştü. Abdullah b. İbaz rucu etmişti. Bu sebeple ondan ve taraftarlarından uzak durmuştur. Günümüzde onlar, Abdullah b. İbaz’ı tanımazlar. Nitekim ilimde ve mezhepte onların önde gelen âlimlerinin kim olduğunu sorduk, fakat onlardan hiçbiri onu tanımadı.

[719] Söz konusu Mükremiyye grubunun görüşlerinden birisi şudur: “Bir kimse Allah Teâlâ’yı bilmeden büyük bir günah işlerse, o kâfirdir. An-cak onun kâfir olması, büyük günah işlediğinden değil, yüce Allah’ı bil-memesinden dolayıdır. Böylece o, yüce Allah’ı bilmemesi sebebiyle kâfir olmuştur.”

[720] Hâricîlerden bir grup şöyle demiştir: Zina, hırsızlık ve kazif (na-muslu bir kadına zina iftirasında bulunmak) gibi hakkında had cezası bu-lunan günahları işleyen bir kimse ne kâfir ne mümin ne de münafıktır. Hakkında had cezası bulunmayan günahlara gelince bunlar küfürdür ve onu işleyen bir kimse de kâfirdir.

[721] Hafsiyye fırkası -ki onlar, İbâzıyye’den Hafs b. Ebü’l-Mikdam’ın taraftarlarıdır- şöyle demiştir: Her kim yüce Allah’ı kabul edip Peygamber’i (s.a.) de inkar ederse, o müşrik değil kâfirdir. Eğer o yüce Allah’ı bilmez ya da inkar ederse, işte o zaman o müşriktir.

[722] el-Hâris el-İbâzî’nin taraftarlarından bazıları, Allah Resulü (s.a.) dönemindeki münafıkların, Allah’ın birliğini kabul eden (muvahhidûn) büyük günah sahibi kimseler olduklarını söylemiştir. Bekir b. Uht Abdül-vahit b. Zeyd’in511 görüşü, onların ahmaklıklarından biridir. Bu şahıs şöyle diyordu: Haksız yere bir hardal tanesini almak ya da mizah yoluyla küçük bir yalan söylemek dahi olsa küçük ya da büyük her bir günah, Allah’a şirk koşmaktır. Bunun faili kâfir ve müşrik olup cehennemde ebedi kalacaktır. Ancak söz konusu kişi Bedir ashabından olursa cennet ehlinden olan kâfir ve müşriktir. Onlara göre Talha ve Zübeyr’in (r.a.) hükmü de böyledir.

5

10

15

20

25

30

Page 487: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 487

ــא أن ] ٧١٧[ ــאن، כ ا ارج ــ ــ ن ــ א ــ ا ــאردة : وا ــ ــ ــאل أ

. ــ ارج ا ــ ــ ن ــ א ــ ا ــ א ــ ا ــכאر ا

ــאب ] ٧١٨[ ــ أ א ــ ا ــ م و כــ ــ ــאب أ ــ أ : و ــ כ ــ ا א و

ــ ىء ــ ــאض ــ إ ــ ا ــ ــ ر א ل ا ــ ــ ، وإ ــ ــ ا ــ ــ و

ــ ــ و ــ ــ ــ ــ א ــ ــ م، و ــ ــ ا ــ ، ــ א أ

. ــ ــ ــ أ ــא ــ

]٧١٩ [ ، ــ א ــ ا ــ ة ــ ــ כ ــ أ ء: أن ــ ــ כ ل ا ــ ــ وכאن

ــ ــ כא ، ــ ــ و ــ ا ــ ــ כ ، ــ ة כ ــ כ ــ ا ــ أ ــ ــ ــ כא

. ــ א ــא ــ

ــ ] ٧٢٠[ א وا ــ כא א ــ ا ــא כאن ارج: ــ ــ ا ــ א ــ א و

ــ א ــ ا ــא כאن ــא ــא. وأ א ــא، و ا، و ــ ــ כא א ــ ف ــ وا

. ــ ــ כא א ــ و ــ כא ــ ــ

ــ ] ٧٢١[ א ــ ا ام ــ ــ ا ــ أ ــ ــאب ــ أ ــ و ــ ا א و

ك، ــ ــ ــ و ــ כא ــ ــ و ــ ا ــ א ــ ــ وכ א ف ا ــ ــ

ك. ــ ــ ــ ه ــ ــ أو א ــ ا وإن

ل ا ] ٧٢٢[ ــ ــ ر ــ ن ــ א ، ا ــ א ث ا ــ ــאب ا ــ أ ــאل و

ــ א א ــ ، و ــ א ــאب כ ــ أ א ــ ا ــ ــא כא ــ إ ــ و ــ ا

ــ ــ أو כ ــ ل: כ ذ ــ ــ כאن ، ــ ــ ز ــ ا ــ ا ــ ــ أ כــ ل ــ

ك ــ ــ اح ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ أو כ ــ دل ــ ــ ــ ــ כאن أ و

ــ ــ כא ر ــ ــ ــ أ ن כــ ــאر، إ أن ــ ا ــ ك ــ ــ ــא כא א ، و ــא

. ــ ــא ــ ا ــ ر ــ وا כــ ا ــ ، و ــ ــ ا ــ أ ك ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 488: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi488

[723] Onların ahmaklıklarından biri de, adı geçen Bekir b. Uht Abdül-vahit b. Zeyd’in öğrencisi olan Abdullah b. Îsâ’nın görüşüdür. Bu şahıs şöy-le diyordu: “Deliler, hayvanlar ve henüz buluğ çağına ulaşmamış çocuklar, kendilerine inen hastalık ve illetlerden dolayı elbette acı ve elem çekmezler.” Onun bu konudaki delili, yüce Allah’ın hiç kimseye zulüm yapmayacağını bildirmesidir. Yüce Allah Latiftir, Rahman’dır ve Rahim’dir. Şayet günahları olmaksızın onlara eziyet ederse elbette onlara zulmetmiş olur.

[724] Ebû Muhammed şöyle dedi: O, Mu‘tezile’nin temel görüşünü bile geçmiştir. Şüphesiz bu konuda ona muhalefet eden kimse, ahmaklığa bulanmış ve tenakuza saplanmıştır.

Mu‘tezilenin Rezilliklerinin Açıklanması

[725] Ebû Muhammed şöyle dedi: Dırar b. Abdullah el-Ğatafani el-Kûfî ve onunla birlikte hareket eden Hafs el-Ferd, Külsum ve arkadaşları hariç, Mu‘tezile’nin tamamı, “Kulların sözlerini, fiillerini ve akitlerindeki hareket ve durgunlukları açısından tüm fiillerini Allah yaratmamıştır.” de-miştir. Sonra onlar farklı görüşler ileri sürdüler.

[726] Bir kısmı, “Kulların fiillerini Allah’ın dışındaki failleri yaratır.” demiştir. Bir topluluk, “Onlar mevcut fiiller olup asla onların yaratıcısı yoktur.” demiştir. Diğer bir topluluk ise “Bunlar, doğanın fiilleridir.” de-miştir. Şüphesiz bu, -hiçbir zorlama olmaksızın- Dehrilerin sözüdür.

[727] Daha önce zikredilen Dırar b. Amr ve köle tüccarı olan Ebû Sehl Bişr b. el-Mu’temir512 el-Bağdadî dışında, Mu‘tezile’nin tamamı şöyle dedi: “Yüce Allah, kâfire, sayesinde iman edip cenneti hak edeceği bir lütufta bu-lunmaya kadir değildir. Allah’ın, bize yaptıklarından daha güzelini yapacak bir gücü yoktur. Şüphesiz bu yaptıkları, gücünün ve kudretinin sonudur. Öyle ki bundan daha fazlasına gücü yetmez.”

[728] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, yüce Allah’ı acizlikle nitele-mek ve onu noksanlıkla vasıflandırmaktır. Herhangi bir kimseyi istisna etmeksizin Mu‘tezilenin tamamı “Allah, muhal olana, aynı anda bir cismi hem sakin hem de hareketli kılmaya ve bir insanı aynı anda iki farklı me-kanda var etmeye kadir değildir.” derler.

5

10

15

20

25

30

Page 489: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 489

ــ ] ٧٢٣[ ــ ــ أ כــ ــ ، ــ ــ ــ ا ل ــ ــ א א ــ وــ א ــאل ــ وا א ــ وا א ل: إن ا ــ ــ כאن ر، כــ ، ا ــ ــ ز ــ ا اــ ــ ، و ــ ــ ا ــ ل ــ ــא ء ــ ، ــ ن أ ــ ــ ــ ا ا ــــ ــ ــ آ ــ ــ ا ــ ا ــ ا ا، و ــ ــ أ ــ א ــכ أن ا ذ

. ــ ــא א ــ اכאن ذ

ــ ] ٧٢٤[ ــ א ــ ، وأن ــ ــ ا د أ ــ ــ ي ــ : ــ ــ ــאل أ. ــ א ــ ا ــכ ، ــ א ــ ا ث ــ ه ا ــ

ذכ ا

א ] ٧٢٥[ ــ ا ا ار ــ ــא א א ــ ــ ــ ا א : ــ ــ ــאل أــ ــאد ــאل ا ــ أ : إن ــ א م وأ ــ د، وכ ــ ــ ا ــ כ ــ وا ــ و כ اــ ــא ا ــ ــ د ــ و א ــ وأ א ــ وأ ا ــ أ ــכ ــ و כא

ا: ــ ــ ا ، ــ و

ــ ] ٧٢٦[ : ــ א ــ א . و ــ א ــא دون ا א ــא : ــ א ــ א ل ــ ا ــ ، و ــ ــאل ا ــ أ : ــ א ــ א . و ــ ــא أ ــ א دة ــ ــאل أ

. ــ כ ــ ــ ــ ا أ

ــ ] ٧٢٧[ ــא ــא أ א ر، و כــ و ا ــ ــ ار ــ ــא א ــא ــ כ ــ ا א وــ ــ ر أ ــ ــ ــ و : إن ا ــ א ــאس ادي ا ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ و ، وا ــ ــ ا ــ ــא א ــ إ ــ ــ כא ــ ا ــ ــ ــ ــ ا ر ــ ، وآ ــ א ــ ــ ــ ي ــ ا ا ــ ــא، وأن ــ ــא ــ ــ أ

. ــ ــ أכ ر ــ ــ و כ

]٧٢٨ [ ، ــ א ــ ــ ، وو ــ א ــאري د ــ ــ ا ــ : ــ ــ ــאل أــ ــ أن ــאل، و ــ ا ر ــ ــ ل: إ ــ ا ــ ــ أ א ــ وכــ ا ــ א وا ــא ــ إ ــ أن ة، و ــ ــאل وا ــ ــא כא ــ א ــאכ ــ ا

ــא. ــ כא

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 490: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi490

[729] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, mutlak anlamda yüce Al-lah’a acizlik nispet etmek ve onun kudretinin bir nihayeti olduğunu ka-bul etmektir. Bundan yüce Allah’ı tenzih ederiz. Mu‘tezilenin reislerinden ve önde gelenlerinden biri olan ve Abdulkays Basrî’nin azatlı kölesi olan Ebü’l-Hüzeyl b. Mekhûl el- Allâf şöyle dedi: “Allah, varlığa bir son takdir ettiğinde onun kudretinin de bir sonu olmuş olur. Şayet bu fiile dönüşse -ki asla olmayacaktır- yüce Allah bundan sonra ne herhangi bir şeye, ne bir zerreyi ve daha fazlasını yaratmaya, ne ölmüş bir sivrisineği diriltmeye, ne bir yaprağı ve daha fazlasını hareket ettirmeye, ne de herhangi bir şey yapmaya kadirdir.”

[730] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu alçaklık, acizlik ve düşkün-lük halidir. Halbuki pire, tahta kurusu ve kurtçuklar hayatları boyunca bundan ve böyle bir şeyle vasıflandırılmaktan uzaktırlar. Bu hiçbir gizliliği olmayan mutlak bir küfürdür. Yine Ebü’l-Hüzeyl şunu iddia etti: “Cen-net ve cehennem ehli, yerlerinden ayrılmaya ve azalarıyla bir şeyi hareket ettirmeye güçleri yetmeyen cansız varlıklar oluncaya kadar hareketleri son bulacaktır. Onlar bu halde iken lezzet alacaklar ve elem hissedeceklerdir. Ancak onlar, ne yemek yiyebilecekler, ne içebilecekler ne de bundan sonra cinsel ilişkide bulunabileceklerdir.” Yine o, “Yüce Allah onun bir sonu ve nihayeti olduğunu bildiğinde, Allah onun dışındaki herhangi bir şeyi bi-lemez.” şeklinde iddia etmiştir. Mu‘tezileden bir topluluk, Ebü’l-Hüzeyl’in bu üç büyük afetten/küfürden tövbe ettiğini iddia etmiştir.

[731] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu doğru değildir. Ancak onlar, dalâlet imamı olan imamlarının bu apaçık küfürlerinden utandıkları için bunu iddia etmişlerdir. Ebü’l-Hüzeyl’in “Güçlü ve ulu Allah mahlukatının zıddına değildir.” şeklinde söylediği belirtilmiştir. O, “Allah Teâlâ, mahlu-katının aksidir/zıddıdır.” diyen bir kimseyi tekfir ediyordu. Tuhaf olan bu büyük öneri ile birlikte onun teşbihi inkar etmesidir. Halbuki bu teşbihin kendisidir. Çünkü Allah Teâlâ ancak hilaf, benzer veya zıttır. O’nun hilaf veya zıt olması geçersiz olduğuna göre, bu durumda kaçınılmaz olarak ben-zerdir. Allah bundan yüce ve büyüktür. Ebü’l-Hüzeyl, “Allah ezelde alimdir.” diyordu. “Allah ezelde duyan ve işitendir.” diyen bir kimseyi ise eleştiriyordu.

5

10

15

20

25

30

Page 491: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 491

אء ] ٧٢٩[ ــ وا א אب ا ، وإ ــ א د ــ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ف ــ ل ا ــ כ ــ ــ ــ ا ــאل أ ــכ. و ــ ذ ــ ا א ــ ر

ا، ــ ــ آ ــ א ر ا ــ ــא : إن ــ ــ و ــאء ا ــ رؤ ي أ ــ ــ ا

ــ ــכ ــ ذ ــ א ر ا ــ ــ ج ــ ــ ، و ــ ــ ا ج إ ــ ــ ــ א ــ ر و

ــ ، و ــ ــ ــאء ــ إ ــא، و ــא ــ ذرة ــ ، و ــ ء أ ــ

. ــ א أ ــ ــ ــ أن ــא، و ــא ــ ــכ ور

ــ ] ٧٣٠[ ــ ار ــ ــ وا א ــ وا ــ ا ــ א ه ــ : و ــ ــ ــאل أ

د ــ ــ ا כ ــ ــא، و ــ ــ أن ــא، و ــא א ة ــ ود ــ ــ وا ا ــ وا ا

ــ כא ــ ــאر ــ ا ــ وأ ــ ا ــא: أن أ ــ أ ــ ا ــ أ . وز ــ ــאء

اح ــ ــ ا ، و ــ א ــ أ ء ــ ــכ ــ رون ــ ــאدا وا ــ ــ

ن و ــ כ ــ ن إ أ ــ ذون و ــ ــאل ــכ ا ــ ــ ــ و ا ــ

ــ أو ــ آ ــ و ــ ــא ــא ــ أ ا، وכאن ــ ا أ ــ ــ ن ــ ن، و ــ

ه ــ ــ ــאب ــ ــ أ ــ ا م ــ ــ اه. واد ــ א ــ ــ ا ، وכ ــ א

ث. ــ ام ا ــ ا

ات ] ٧٣١[ כ ه ا ــ ــאء ــכ ا ذ ــ ــא د ، وإ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــאل: إن ا ــ ــא أ ــ أ ــ ا ــ أ . وذכــ ــ ــאم ا ــ إ א ــ ا

ــ ــ وا ف ــ ــ א ــאل أن ا ــ ــ כ ، وכאن ــ ــא ــ ــ و

ف ــ ــ إ ــ ــ ــ ا ا ــ ، و ــ כــ ا ــ ام ا ــ ه ا ــ ــ ــ أ

ــ ــ ا א ــ ــ و ــ ا ــ ــא أو ن כــ ــ أن ذا ــ ، ــ ــ أو أو

ــאل: כــ أن ــא، وכאن ل ــ ــ ل: إن ا ــ ــ ــ ا ا. وכאن أ ــ ا כ ــ ا ــ

ا. ــ א ــ ل ــ ــ إن ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 492: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi492

[732] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu Kur’ân’a terstir. Çünkü Allah şöyle buyurmuştur: “Allah işiten (semi) ve görendir (basir).”

513. Diğer bir âyette ise şöyle buyurmuştur: “Allah alimdir, hakimdir.”

514

[733] Mu‘tezileye mensup âlimlerin tamamı, “Allah, bir kimsenin ebe-di olarak iman etmeyeceğini ve kâfir olarak öleceğini ezelde bilir. Allah bu konuda hükmünü vermiştir.” dediler. Sonra onlar, “ Ebû Leheb ve hanımı kâfir olarak cehenneme girecektir.” dediler. Sonra da onlar, Ebû Leheb ve hanımının iman etmeye ve ateşin onlara dokunmamasına kadir oldukla-rını, bu konuda Allah’ı yalancı çıkarmalarının mümkün olduğunu ve Al-lah’ın ilmini iptal etmeye güçlerinin yettiğini kesin olarak kabul ettiler. İşte bu, sözü uzatmaya gerek olmaksızın onların sözünün metnidir.

[734] Ebû Muhammed şöyle dedi: Mu‘tezilenin önderlerinden ve ho-calarından İbrahim b.Seyyar en- Nazzam Ebû İshak el-Basri -ki o Buceyr b. el-Haris b. Abbad ed-Dab’i oğullarının azatlı kölesidir- şöyle derdi: “Allah Teâlâ, herhangi bir kimseye zulmetmeye ve şerden herhangi bir şeyi yap-maya asla kadir değildir. Halbuki insanlar bütün bunlara kadirdirler. Eğer yüce Allah bunları yapmaya kadir olsaydı, bu durumda bunu yaptığına veya yapacağına elbette iman etmezdik.” Ona göre insanlar, Allah’tan daha fazla güç sahibidir. Nitekim o, Allah’ın cehennemden hiç kimseyi çıkar-maya, cennet ehlinden herhangi bir kimseyi de oradan çıkarmaya ve bir çocuğu cehenneme atmaya gücünün yetmeyeceğini açıklıyordu. Halbuki insanların, cinler ve meleklerin her biri bunu yapmaya kadirdir. Böylece yüce Allah, -ona göre- mahlukatının acizlerinden daha aciz, mahlukatın her biri de yüce Allah’tan daha kudretli olmuştur. İşte bu, kendisinden yüce Allah’a sığındığımız mutlak bir küfürdür.

[735] Mu‘tezilenin iki lideri olan Allâf ve Nazzam’ın, Allah’ın hayır açı-sından yaptığından daha iyisini yapmaya gücü yetmeyeceği hususunda it-tifak etmeleri garip olan şeylerdendir. Yine onlar, Yüce Allah’ın hayra yöne-lik kudretinin sınırlı ve sonlu olduğunda ittifak etmişlerdir. Sonra Nazzam, yüce Allah’ın genel olarak şerri/kötülüğü yaratmaya muktedir olmadığını söylemiştir. Böylece Nazzam, Allah Teâlâ’yı, genel olarak şerre gücü yetme-yen ve bundan aciz olan bir varlık kılmıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 493: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 493

]٧٣٢ [ ــאل: ﴿وכאن ا ــ ــ و ن ا آن ــ ف ا ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــא﴾ כ ــא ــאل: ﴿وכאن ا ــא ا﴾ כ ــ א ــ

ــ ] ٧٣٣[ ــ ا ــ ــאت כא ــ ــ أن ل ــ ــ ــ א ــאل إن ا ــ وכ

ا ــ ــ ، ــ ــאر כא אن ا ــ ــ أ ــ وا ــא ــאل: إن أ כــ و ــ א ــ ا وأ ــ أ

ــא ــאر، وأ א ا ــ ــ أ ــאن ــ ا ــ אدر ــא ــ כא أ ــ وا ــא ن أ ــ ــ כ

ــ ــ ا ــאل ــ إ ــ אدر ــא ــא כא ، إ ــ ــ و ــ ا כ ــא ــא כ כאن

. ــ ــ ــ ــ ا ــ ، ــ ــ ــא ه כאذ ــ ــ أن ، و ــ و

ي ] ٧٣٤[ ــ אق ا ــ ــ إ ــאم أ אر ا ــ ــ ــ ا ــאل وכאن إ : ــ ــ ــאل أ

ــ ، و ــ خ ا ــ ــ ــ أכ ــאد ا ــ ــאرث ا ــ ا ــ ــ ــ

ــ ء ــ ــ ، و ــ ــ أ ــ أ ــ ر ــ ــ א ل: إن ا ــ ــ א

ــא כ ــכ ــ ذ ــאدرا ــ כאن ــ א ــ ــכ، وأ ــ כ ذ رون ــ ــאس ، وأن ا ــ ا

، وכאن ــ א ــ ا رة ــ ــ ه أ ــ ــאس ــכאن ا ــ ــ ــ ــ ،أو أ ــ أن

ــ ــ اج أ ــ ــ ،و إ ــ ــ اج أ ــ ــ إ ر ــ ــ א ن ا ــ ح ــ

ــ ــ ا ــ ــאس وכ وا ، وأن ا ــ ــ ــ ح ــ ــ ــא، و ــ ــ ا أ

ــ ــ ــ כ ــ ه أ ــ ــ ــ و ــכאن ا ــכ، ــ ذ رون ــ כــ وا

ي ــ د ا ــ ــ ا כ ا ا ــ ــ و א ــ ا رة ــ ــ ــ أ ــ ا ــ ، وכאن כ أ ــ

. ــ ــא ذ ــ

ــ ] ٧٣٥[ ــ ــ أ ــ ــ ا ف ــ ــאم وا ــאق ا ــ ا ــ ا و

ــ ــ ا ــ ر ــ أن ــא א ، ــ ــא ــ ــ أ ــ ــ ا ــ א ر ا ــ

رة ــ ــ ــ ، ــ ــ ــ ا ر ــ ــ א ــ ــאم: إ ــאل ا ــ . ــ א

. ــ ا ــ א ــ ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 494: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi494

[736] Allâf ise, yüce Allah’ın genel olarak şerri yaratmaya kadir olduğu-

nu söylemiştir. Böylece o da, yüce Allah’ın hayra yönelik kudretini sonlu

ve sınırlı, şerre yönelik kudretini ise sonsuz yapmıştır. Allâf ’ın Rabbini

vasıflandırdığından daha çirkin bir vasıflandırma duyulmuş mudur? Vasıf-

landırılan varlıklar içinde, Allâf ’ın rabbi olduğunu iddia ettiğinden daha

çirkin tabiatlı olanı var mıdır? Yüce Allah’ın onları imtihan ettiği şeylerden

O’na sığınırız.

[737] Mu‘tezilenin liderlerinden ve imamlarından biri ve Benî Sü-

leym’in azatlı kölesi olan Ebü’l-Mutemer Muammer b. Amr el-Attar

el-Basri’ye515 gelince, o, dünyada sonu olmayan eşyaların mevcut olduğu-

nu, bunları ne yüce Allah’ın ne de onun dışında başka birisinin sayamaya-

cağını ve Allah’ın katında bunların miktarı ve sayısının olmadığını söyler-

di. Ayrıca o şöyle derdi: Varlıklar taşıdıkları manalar sebebiyle farklılık gös-

terirler. Bu manalar da kendilerinde bulunan diğer manalara göre farklılık

gösterirler. Bu manalar da yine kendilerinde bulunan başka manalara göre

farklılık gösterirler. Bu durum sonsuza dek böyle devam eder. Bu ise, yüce

Allah’ın “O’nun katında her şey bir ölçüyledir.” 516 ve “Allah her şeyi sayıyla

hesap etmiştir.” 517 meâlindeki sözlerini açık bir şekilde yalanlamaktır.

[738] Dehriler, varlıkların sonsuzluğunu kabul etme hususunda Mu-

ammer b. Abbad ile aynı görüşü paylaştılar. Bunun üzerine Mu‘tezile onu

sultanın (valinin) yanına Basra’ya çağırdı. O ise İbrahim b. Sendî b. Şa-

hıt’ın518 yanına Bağdat’a kaçmış ve ölünceye kadar onun yanında gizlen-

miştir.

[739] Muammer şunu da iddia ederdi: “Yüce Allah renkleri, uzunluğu,

genişliği, tadı, kokuyu, sertliği, yumuşaklığı, güzeli, çirkini, sesi, gücü ve

zayıflığı, ölümü, hayatı ve yeniden dirilişi, hastalığı, sıhhati, afiyeti, sakat-

lığı, körlüğü, sağırlığı, görmeyi, işitmeyi, fesahatı, meyvelerin bozulmasını

ve sağlıklı olma hallerinden herhangi birini yaratmamıştır. Bunların tama-

mı, tabiatları sebebiyle bu arazların bulunduğu cisimlerin fiilleridir.”

5

10

15

20

25

Page 495: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 495

رة ] ٧٣٦[ ــ ــ ا א ــ ــ ر ــ ــ ــ ا ــאدر ــ ــ ف: ــ ــאل ا و

ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ . ــ ــ ا رة ــ ــ ا א ــ ــ و ــ ا

ف ــ ــ ا ــ ــ ــ أ ــ ا ــ ؟ و ــ ف ر ــ ــא ا ــ ــ و ا

. ــ ــ ــא ا ــא ذ ــ ، و ــ ــ ر ف أ ــ ــ ا ي اد ــ ا

ــ ] ٧٣٧[ ــ ــ ي ــ ــאر ا و ا ــ ــ ــ ــ ــ ا ــא أ وأ

ــא، و ــ א دة ــ אء ــ ــ أ א ــ ا ن ــ ل ــ ــכאن ــ ــ وأ ــ أ

ــכ د، وذ ــ ار و ــ ه ــ ــא ه، و ــ ــא ــ أ ــ و أ א ــאري ــא ا

ــאن ــ ــ א ــכ ا ــא، وأن ــאن ــ אء ــ ل: إن ا ــ ــ כאن أ

ا ــ ، و ــ א ــ ا ــ ا أ כــ ــא، و ــ ــאن أ ــ ــ א ــכ ا ــא، و ــ أ

: ــ א ــ ــ ار﴾ و ــ ه ــ ء ــ : ﴿وכ ــ ــ ــ א ــ ــ وا כ

دا﴾ ــ ء ــ ــ כ ﴿وأ

ــ ] ٧٣٨[ ا ــ ــ ــא، و ــ א אء ــ د أ ــ ــ ــ ــ ــ ا ووا

ــ ا ــ إ ــא ــא ــאت اد و ــ ــ ــ إ ــ אن ــ ــ ا ة ــ א ــ و ا

. ــא ــ ــ ــ ا

ان و ] ٧٣٩[ ــ ــ ا א ــ ــ ــ ــ ــ و ــ أن ا ــא ــ أ وכאن

א، و ــ ــא، و ــ و أ ــ و ــא، و را ــא و و ــ

ــא و را، و ــ ــאة و ــא و ــא، و ة و ــ ــא، و ــא، و ــ א א و ــ ا و ــ ــא و כ ــ و א، و ــ ــ و א ــ و

ه ــ ــא ت ــ ــ و ــאم ا ــ ا ــכ ــא، وأن כ ذ ــאر و ــאدا و

ــא. א اض ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 496: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi496

[740] Bu fasık kişinin, dünyanın yarısını, yüce Allah’ın yaratmasının dışına çıkarmış olduğunu biliniz. Çünkü alem, taşıyıcı cevherlerden ve yüklenmiş (mahmûl) arazlardan başka bir şey değildir. Ona göre alemin yarısı yaratılmış değildir. Muammer, yüce Allah’ın “O, hanginizin daha gü-zel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.”

519 meâlindeki âyetini yalanladığından dolayı Allah ona lanet etsin.

[741] Bu âyet Muammer’e arz edildiğinde o, “Allah, ölümü ve haya-tı yaratmayı dilemiştir.” demiştir. Yine ondan, yüce Allah’ın kendi zatını bildiğini inkar ettiği nakledilmiştir. Bu durum, “âlim kendisi dışındakileri bilir, ancak kendi zatını bilemez.” olmasından dolayıdır. Ayrıca o, nefsin cisim ve araz olmadığını, bir mekanda bulunmadığı, bir şeye temas et-mediğini, görünmediğini, hareket ve sükun halinde olmadığını da iddia ediyordu.

[742] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu -yoruma gerek kalmaksızın- mülhidlerin görüşüdür, yani nefsin kadîm olduğunu ve varlığı yarattığını kabul edenlerin sözüdür. Dalâlete düşmekten Allah’a sığınırız. Yine Mu-ammer, “Allah, kendi zatını ne bilmektedir ne de bilmemektedir. Çünkü bilen (âlim) bilinenin (malumun) dışındadır. Bu durumda mevcudata hük-metmesi, mevcudatı bilmesi veya bilmemesi imkânsızdır.” demiştir. Laka-bı “Şirşîr” olan ve “Naşî (el-Ekber)” diye bilinen Ebü’l-Abbâs Abdullah b. Muhammed b. Abdullâh el- Enbârî, el-Makâlât adlı eserinde şöyle demiştir: “İnsanın parmak uçlarının düzenlenmeyeceği hususu Allah’ın ilminde ön-ceden var olduktan sonra Yüce Allah bunu düzenlemeye kadir değildir.”

[743] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu söz, yüce Allah’ın “İnsan, ken-disinin kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi mi sanır? Evet bizim, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter.”

520 meâlindeki âyetini mutlak olarak yalanlamaktadır. Câhiz’in521el-Burhan isimli kitabında şunu gördüm: Şayet birisi ona “Yüce Allah, bu dünyayı yaratmadan önce başka bir dünya yaratmaya kadir midir?” diye sorsa, onun cevabı bunu yarattı-ğında söz konusu dünyayı yaratmış olur anlamında “Evet”tir. Dolayısıyla o da bu dünya gibi olur.

5

10

15

20

25

30

Page 497: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 497

ــ ] ٧٤٠[ א ــ ا ــ ــ א ــ ا ج ــ ــ أ ــ א ا ا ــ ا أن ــ

ــ א ، ــ ــ اض ا ــ ــ وا א ــ ا ا א إ ا ــ ــ א ــ ا ــ

: ــ א ــ ــ ــ ــ א ب כــ ــ ــ ا ق، ــ ــ ه ــ ــ ا ا

﴾ أ כ أ כ אة ت وا ا ﴿

ــאء ] ٧٤١[ ــ وا א ــ ا ــ ــא أراد أ ــאل: إ ــ ه ا ــ ــ رض ــ ــ و

ــא ــ إ א ن ا ــכ ، وذ ــ ـــא א ــ ــ و ن ا כــ כــ أن ــ כאن ــ أ وذכــ

ــא، و א و ــ ــ ــ ــ أن ا ، وכאن ــ ــ ه، و ــ ــ

. ــכ ك و ــ ــ و א א و ــ ــאس ، و ــ ــכאن أ ــ ــ

ــ ] ٧٤٢[ ــ و ــ ــא ــאد ــ ا ل أ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ل. ــ ا ــ ــא ذ ــ אء، ــ ــ א ا ــא وأ ــ ا م ــ ــ ــ א ا

م ــ ــ ا ــ א ن ا ــא، ــ و ــ ــ א ل: إن ا ــ وכאن

ــ أ ــאل و ــא. أن أو ــא أن أو دات ــ ا ــ ر ــ أن ــאل و

ــ ــ ــ و ء ــ א א وف ــ ا ــאري ا ــ ــ ا ــ ــאس ا

ــ أن ــאن ــאن ا ي ــ ــ أن ر ــ ــ א ت: إن ا ــא ــ ا ــ א כ

א. ــ ــ ــ أ ــ ــ

]٧٤٣ [ ــ : ﴿أ ــ ــ ــ א ــ ــ כ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ورأ ﴾ ــ א ي ــ أن ــ ــ אدر ــ ۞ ــ א ــ ــ أ ــאن ا

ــ ــ أن ر ا ــ ــאل: أ ــ و ــא ــ أن ــאن ــ ا א ــ כ ــ א

ــ ــ ــא ــכ ا ــ ــ ــ أ ، ــ ــ ا ى؟ ــ ــא أ ــא د ــ ا

ه. ــ ــ ن כــ ه ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 498: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi498

[744] Ebû Muhammed şöyle dedi: Daha önce açıkladığımız gibi, bu söz yüce Allah’a acizlik nispet etmektir. Çünkü yüce Allah’ın bu dünyayı yaratmadan önce bir dünya yaratmaya ancak zikrettiği şekilde kudreti var-dır. Bunun dışındakini yaratmaya gelince, buna muktedir değildir. Şayet birisi “Buna nasıl cevap verirsiniz?” diye sorsa, biz mutlak olarak “Evet” diye cevap vereceğimizi söyleriz.

[745] Yine bize, “Sizler, alemden önce herhangi bir şeyin var olduğu-nun söylenmesinin câiz olmadığını söylediğiniz halde nasıl olur da bu soru doğru olabilir? Çünkü orada bir zaman olmadığı halde, “önce/kablü” ve “sonra/badu” zamanla alakalıdır. Biz şöyle deriz: Bizim “evet” şeklindeki sözümüzün manası, yüce Allah’ın ezelde bir alem yaratmaya kadir olduğu anlamındadır. Şayet onu yaratsa idi, bu durumda bu alemin zamanından önce ona ait bir zaman olmuş olurdu. Bu şekilde devam eder gider. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[746] Dırar b. Amr’a gelince o şöyle derdi: “Müslüman olduklarını gösteren kimselerden yer yüzünde bulunanların tamamının iç dünyala-rında kâfir olmaları mümkündür. Çünkü bunun tamamı, yeryüzündeki insanların her biri için câizdir.” Dırar’ın “Cisimler bir araya gelmiş araz-lardır. Ateşte sıcaklık, karda soğukluk, balda tatlılık, sabır bitkisinde acılık, üzümde üzüm suyu, zeytinde yağ ve damarlarda da kan yoktur. Allah bun-ları sadece koparma, tatma, sıkma ve dokunma esnasında yaratır.” şeklinde söz söylemesi onun ahmaklıklarındandır.

[747] Nazzam’ın öğrencisi ve Mu‘tezile’nin önde gelenlerinden biri olan Ebû Osman Amr b. Bahr el-Câhiz el-Basrî el-Kinânî -onun hıristiyan kökenli ve azatlı bir köle olduğu söylenmiştir- şöyle derdi: “Allah Teâlâ, elbette cisimleri yok etmeye kadir değildir. Ancak onları inceltir ve parça-larını birbirinden ayırabilir. Yok etmeye gelince bunu asla yapamaz.”

[748] Mu‘tezilenin âlim ve önderlerinden biri ve Basralı bir hıris-tiyan olan Ebû Ma’n Sümâme b. Eşres522 en-Numeyrî’ye gelince, onun “Allah alemi kendi tabiatı vesilesi ile yaratmıştır.” şeklinde dediği zikre-dilir. -Allah bu çirkin küfürden münezzehtir.- Şunu da iddia ederdi:

5

10

15

20

25

30

Page 499: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 499

ــ ] ٧٤٤[ ــ ــא إذ ــא ــ כ א ــאري ــ ــ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ه ــ ــ ــא ه، وأ ي ذכــ ــ ــ ا ــ ا ه إ ــ ــ ــא ــ د ــ رة ــ ــ א ــ

ق. ــ ــ ا . ــ ــא: ا ــא: ن؟ ــ ــ ــ כ ن ــ ــ

ــאل ] ٧٤٥[ ز أن ــ ــ ن أ ــ ــ ال وأ ــ ا ا ــ ــ ــ ــא: כ ــ ن ــ

ــא ــ ــא: ــכ. א ــאن ــאن و ز ــ ا ه ــ ــ و ن א ــ ــ א ــ ا إن

ــ ــאن ــ ز ــכאن ــ ــ ـــא و א ــ ــ أن ــאدرا ل ــ ــ ــ א ــ . أي أ ــ

. ــ ــ ا א ــא ا. و ــ ا أ כــ . و ــ א ا ا ــ ــאن ز

ــ ] ٧٤٦[ ــ ن כــ ــא أن כ ل: إن ــ ــ כאن و: ــ ــ ار ــ ــא وأ

ــ א ــכ ن כ ذ ــ ــ أ א ــ ــ ــאرا כ م כ ــ ــ ا ــ رض ــ ا

ــא ــאم إ ل: إن ا ــ ــ כאن ار أ ــ ــאت א ــ . و ــ ــ ذا ــ ــ ــ כ وا

ــ ــ ا د، و ــ ــ ــ ا ، و ــ ــא ــ ــאر ، وأن ا ــ اض ــ ــ أ

ــ ، و ــ ن ز ــ ــ ا ، و ــ ــ ــ ا ارة، و ــ ــ ــ ا وة، و ــ

ــ وق وا ــ ــ وا ــ ا ــ ــ و ــ ا ــא ــכ إ وق دم، وأن כאن ذ ــ ا

. ــ ــ وا

ــ ] ٧٤٧[ ــ ــ و ــ א כ ي ا ــ ــ ا א ــ ا و ــ ــאن ــ ــא أ وأ

ــ א ل: إن ا ــ ــ כאن ــ خ ا ــ ــ ــאم، وأ ــ ا ــ ، و ــ

ــ ــא ا ــא إ ، وأ ــ ــא ا ق أ ــ ــא و ــ إ أن ــאم أ ــאء ا ــ إ ر ــ

. ــ ــכ أ ــ ذ ر ــ

ي ] ٧٤٨[ ــ ــ ي ــ ا س ــ أ ــ ــ א و ــ ــ أ ــא وأ

ــ א ا إن ل: ــ כאن ــ أ ــ כــ ــ א و ــ ا خ ــ ــ أ

ا، ــ כ ا ــ ــ ا ــ כ ا ا ــ ــ ا ــ א ــ א ــ و ــ ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 500: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi500

“Putperestler, Mecûsîler, hıristiyanlar ve yahudilerden olan mukallitler kı-yamet günü ateşe girmeyecekler, fakat toprak olacaklardır. İman ve İslâm ehlinden olup ibadetler konusunda gayret gösteren bir kimse, içki içmek ve benzerleri gibi büyük günahlardan herhangi birinde ısrarcı olarak ölür-se, -bunu hayatında bir defa bile yapmış olsa- şüphesiz o cehennemin ta-bakaları arasında Firavun, Ebû Cehil ve Ebû Leheb ile birlikte ebedi olarak kalacaktır.”

[749] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hangi küfür, “Kâfirlerin ekseriyeti cehenneme girmeyecektir, müslümanların ekseriyeti ise cennete girmeye-cektir.” şeklinde diyen bir kimsenin sözünden daha tuhaftır? Sümâme şöy-le derdi: Rasulullah’ın (s.a.) oğlu İbrahim, ergenlik çağına ulaşmadan önce ölen müslümanların çocukları ve bütün müslüman mecnunlar asla cennete giremeyecekler, fakat onlar toprak olacaklardır. Mu‘tezile’nin hocalarından Hişam b. Amr el-Fuvatî523 şöyle derdi: “Yüce Allah bir şey yarattığı zaman, bu varlığın bir benzerini yaratmaya ebediyen güç yetiremez. Fakat ondan başka bir şey yaratmaya muktedirdir.” Ona göre iki değişik/farklı varlık birbirinin benzeri değildir. O, bir kimsenin: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir, Allah ateşle kâfirlere azap eder, yer yüzünü yağmurla diriltir.” şek-linde söz söylemesini câiz görmezdi. Bu sözü ve “Allah dilediğini sapıtır, dilediğini de hidayete ulaştırır” sözünü sapkınlık ve ilhad olarak görürdü.

[750] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu açıkça Allah’a karşı gelmek-tir. Hişam şöyle derdi: Kur’ân okunması hali hariç, bunlardan herhangi birinin söylenmesi helal değildir. Yine o, “Allah bize yeter, kendisine daya-nılan ne güzeldir.” deyiniz, derdi. Ayrıca o, “Allah, cehennemde kâfirlere azap eder; Allah yağmurun inmesiyle toprağı diriltir.” deyiniz, derdi. O, “Allah müminlerin kalplerini birbirine ısındırdı; Kur’ân kâfirlerin gözünü kör etti.” denilmesini doğru bulmazdı. O şöyle derdi: “Şu anda abid bir mümin olan, ancak Allah’ın ilminde kâfir olarak öleceği bilinen bir kimse, Allah katında şu anda kâfirdir. Şu anda kâfir, Mecûsî, hıristiyan, Dehri veya Zındık olan, ancak Allah’ın ilminde mümin olarak öleceği bilinen bir kimse şu anda da Allah nezdinde mümindir.”

5

10

15

20

25

30

Page 501: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 501

ــאن و ا ــאد و س، ــ وا ــאرى وا د ــ ا ــ ــ ا أن ــ وכאن

م ــ ــ ا ــ أ ــאت ــ ــא. وأن כ ا ون ــ כــ ــ א م ا ــ ــאر ن ا ــ

ب ــ ــ כ א כ ــ ا ة ــ ــ כ ا ــ ــאدة ــ ا ــאد ــ وا ــאن ا وا

ــאق ــ أ ــ ــ ــ ــ ا ة ــ ــכ إ ــ ذ ا ــ ــא، وإن כאن ــ و ا

. ــ ــ ــ وأ ــ ن وأ ــ ــ ا ــ ان أ ــ ا

ــאر ] ٧٤٩[ כ ــ ا ا ــ ل إن כ ــ ــ ل ــ ــ ــ ــ أ ي כ ــ : ــ ــ ــאل أ

ل: ــ ــ א . وכאن ــ ن ا ــ ــ ــ ا ا ــ ــאر، وأن כ ن ا ــ

ــ ــ ا د ا ــ أو ، و ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ا ا إن إ

ون ــ כــ ا، ــ ــ أ ن ا ــ م ــ ــ ا א ــ ــ و ــ ا ن ــ

ــ ا ل إذا ــ ــכאن : ــ خ ا ــ ــ ــ أ و ا ــ ــ ــאم ــא ــא. وأ ا

ــ أن ر ــ כــ ا ا ــ ء أ ــ ــכ ا ــ ذ ــ ــ أن ر ــ ــ א ــ ــ א

א ــ ل ــ ــ أن ــ ، وכאن ــ ــאن כ ه ــ ان ــ ه، وا ــ ــ

، ــ א رض ــ ا ــ ــאر، و أ א ــאر כ ب ا ــ ، و أن ا ــ כ ــ ا ا و

ــ ــאء ــ ي ــ ــאء و ــ ــ ــ א ن ا ــ ل ــ ل، وا ــ ا ا ــ وي ــ و

ــאدا. وإ

ء ] ٧٥٠[ ــ ل ل ا ــ ــאرا، وכאن ــ ا ا رد ــ : و ــ ــ ــאل أ

، כ ــ ــ ا א ا و ــ ا ــ ل: ــ ، وכאن ــ آن ــ اءة ا ــ ــ ا إ ــ ــ

، ــ ول ا ــ ــ رض ــ ا ــאر، و ــ ا ــאر כ ب ا ــ ا إن ا ــ ل: ــ وכאن

ــ ــא آن ــ ــ و أن ا ب ا ــ ــ ــ ن ا أ ــ ل ــ ــ ا وכאن

ا ــ ت כא ــ ــ ــ ا أ ــ ــ إ أن א ــ ن ــ ا ــ ل: إن ــ ، وכאن ــ כא ا

ــא إ ــא أو ز ــא أو د ا א أو ــ ا ــ ــ כאن כא ، وأن ــ ــ ا כא ن ــ ا

. ــ ــ ا ن ــ ا ــא ت ــ ــ ــ أ ــ و ــ ا ــ أن

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 502: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi502

[751] Mezkur Hişam el-Fuvatî’nin öğrencisi olan Abbad b. Süley-man’a524 gelince, o, “Allah yaptığı iyiliklerden (salah) başkasını yapmaya kadir değildir.” şeklinde iddia ederdi. Yine o, “Yüce Allah, müminleri ve kâfirleri yarattı.” şeklinde söylenilmesini doğru bulmazdı. Fakat “Allah in-sanları yarattı.” denilebilir. Ona göre bu durum, müminin insan ve iman-dan; kâfirin de insan ve küfürden olduğunu sanmasından dolayıdır. Ona göre Allah Teâlâ, imanı ve küfrü yaratmadığı halde, sadece insanı yaratmış-tır. Abbâd şöyle derdi: Yüce Allah, yarattığının dışındakini yaratmaya kadir değildir. Allah açlığı ve kıtlığı yaratmamıştır. Onların tamamı şunu id-dia ederlerdi: “Yüce Allah kâfirlere küfürleri durumunda iman etmelerini emretmemiştir; müminleri de imanları halinde küfürden men etmemiştir. Çünkü hiç kimse zıt iki fiili bir araya getirmeye asla kadir değildir.”

[752] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onlar şunu kabul etmektedirler: Allah, küfürden sonra kimin iman edeceğini ezelde bilmemektedir. O iman edene kadar kâfirdir. İmandan sonra küfreden küfrüne kadar iman üzeredir. Kâfirlerden olup asla iman etmeyen bir kimse, ölene kadar küfür üzeredir. Müminlerden olup inkar etmeyen bir kimse, ölene kadar iman üzeredir. So-rumlu tutulanlardan hiçbir kimse, zorunlu olarak, bu dört hususun dışına çıkamaz. Onlara göre kâfire, küfrü halinde iman etmesi emredilmediğine göre ve müminde iman halinde iken küfürden nehyedilmediğine göre, bu durumda ölene kadar mümin olan bir kimseyi yüce Allah küfürden asla neh-yetmemiştir. Yine ölünceye kadar kâfir olan bir kimseye de Allah asla imanı emretmemiştir. Yine yüce Allah, küfründen sonra iman eden bir kimseye, imanı, iman ettiğinde emretmiştir. İmandan sonra küfre düşen bir kimseyi de küfre girdiğinde küfürden nehyetmemiştir. Bu görüş, yüce Allah’ın kâfir-lere ve Ehl-i Kitab’a iman etmelerini emretmesi ve müminleri de küfürden nehyetmesi hususunda mutlak olarak Allah’ı yalanlamaktır.

[753] Bişr b. Mu’temir de şöyle derdi: “Allah renk, tat, koku, şiddet ve zayıflık, körlük, duyma, görme, sağırlık, korkaklık, şecaat, zekilik, acizlik, sağlık ve hastalık asla yaratmamıştır. Bütün bunları sadece insanların ken-dileri yapmaktadırlar.”

5

10

15

20

25

30

Page 503: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 503

ــ أن ا ] ٧٥١[ ــכאن ر כــ ــ ا ــאم ا ــ אن ــ ــ ــאد ــא وأ

ــ ــ א ــאل إن ا ز أن ــ ح، و ــ ــ ا ــ ــא ــ ــ ر ــ ــ א

ــ ن ا ــ ــכ ز ــאس، وذ ــ ا ــאل כــ ، و ــ כא ــ ا ــ ، و أ ــ ا

ــאن ه ا ــ ــ ــא ــ إ א ، وأن ا ــ ــאن وכ ــ إ כא ــאن، وا ــאن وإ ه إ ــ

ــ ــ أن ر ــ ــ א ل: إن ا ــ . وכאن ــ כ ــאن و ا ــ ا ــ ــ و

ــ א ــ أن ا ــ ، وכ ــ ــ و ا א ــ ا ــ ــ א ــ ، وأ ــ ــא ــ

ــ כ ــ ا ــ ــ ــ ا ، و ــ ــאل כ ــ ا ــ ن ــ ــ ــאر כ ــ ا ــ

. ــ אد ــ ا ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ر أ ــ ــ ــ א ــאل إ

ــ ] ٧٥٢[ ــ ــ أن ل ــ ــ ــ א ون أن ا ــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ال ــ ــ ــ א ــ إ ــ כ ــ ، وأن ــ ــ أن ه إ ــ ــ כ ال ــ ــ ه ــ ــ כ

ــ ه إ ــ ــ כ ال ــ ــ ا ــ ــאر أ כ ــ ا ــ ــ ، وأن ــ כ ــ ــ א ــ إ

ت، ــ ــ أن ــ إ א ــ إ ال ــ ــ ــ ــ ا ــ כ ــ ت، وأن ــ أن

ذا כאن ــ ورة، ــ ــ ر ه ا ــ ه ا ــ ــ ــ أ ج ــ ــ ر ــ ا ــ ــ أ و

ــ ــ כ ــ ا ــ ــ ه، و ــ ــאل כ ــ ــאن א ــ ــ כא ــ ــ ــ

ــ כ ــ ا ــ ــ و ــ ا ــ ــאت ــ أن ــא إ ل ــ ــ ــ ن ــ ، ــ א ــאل إ

ــאن، وأن ا א ــ ه ــ ــ ن ا ــ ــאت ــ أن ا إ ــ ل כא ــ ــ ــ ، وإن ــ

ــ ــ ــ ، و ــ ــ آ ه إ ــ ــ כ ــ ــ آ ــאن א ــ ــ ــ ــ א

ه ــ ــ أ ــ א د ــ ــ כ ا ــ ، و ــ ــ כ ــ إ א ــ إ ــ ــ כ ــ כ ا

. ــ כ ــ ا ــ ــ ا ــאن، و א ــאب כ ــ ا ــאر وأ כ ا

ــא و ] ٧٥٣[ ــ ــ ــ ــ א ل: إن ا ــ ــא ــ أ ــ ا ــ وכאن

א ــ ا، و ــ ــ و ــא، و ة و ــ ، و ــ ، و ــ ــא و را ــא، وأن ــ و ا، و ــ א و ــ ، و כ א ــ ــא و ــא و و

. ــ ــכ ن כ ذ ــ ــאس ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 504: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi504

[754] Mu‘tezile’nin önderlerinden olan kamış satıcısı Ca‘fer el-Kasa-

bi’ye ve el-Eşec’e gelince, onlar şöyle derdi: “Kur’ân, mushaflarda olan de-

ğildir. Mushaflarda olan başka bir şeydir, o da Kur’ân’ın hikâyesidir.”

[755] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu açık küfürdür. Eski ve yeni

bütün müslümanların görüşlerine aykırıdır. Mu‘tezilenin hocalarından Ali

el- Esvârî el-Basrî525 şöyle derdi: “Yüce Allah yaptığından başkasına kadir

değildir. Allah, seksen yaşında öleceğini bildiği birini bundan önce öldür-

meğe gücü yetmediği gibi bundan sonra da onu bir an bile sağ bırakmaz.

Mesela Perşembe günü öğle vaktinde hastalığından kurtulacağını bildi-

ği birini, ne bundan önce nede bundan sonra hastalığını artırmaya yada

azaltmaya O’nun gücü yetmez.” Allah’ın buna gücü yetmediği halde, yüce

Allah’ın belli bir vakte kadar ölmeyeceğini bildiği bir kimseyi öldürmeye

insanların güçleri yeter. Bu söz, daha çirkini asla işitilmemiş olan bir kü-

fürdür. Mu‘tezilenin hocalarından biri olan Ebû Ğaffar, domuzun yağı ve

beyninin helal olduğunu iddia ederdi.

[756] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu gizliliği bulunmayan açık bir

küfürdür. Ebû Ğaffar, erkeğin hadım edilmesinin helal olduğunu iddia

ederdi. Bu, Sümâme’den de nakledilmiştir. Bunların hepsi tam bir kü-

fürdür.

[757] İbrahim en- Nazzam’ın öğrencileri olan Basralı Ahmed b. Hâbıt526

ve Fadl el-Harbî de şunu iddia ederlerdi: “Alemin iki yaratıcısı vardır. Bun-

lardan biri kadimdir, ki o Allah Teâlâ’dır. Diğeri de muhdestir; o da alemin

kendisinden yaratıldığı Allah’ın kelimesi olan Mesih Meryem oğlu Îsâ’dır.”

Bu ikisi, -Allah onlara lanet etsin- evlilik hususunda da Hz. Peygamber’i

(s.a.) kınarlar ve Ebû Zerr’in ondan daha zahit olduğunu söylerlerdi. Ah-

med b. Hâbıt, kıyamet günü bulutların gölgesinde saf saf dizilmiş melek-

lerle gelecek olanın Mesih Îsâ b. Meryem (s.a.) olacağını; Âdem’i kendi

suretinde yaratanın Mesih Îsâ b. Meryem (s.a.) olduğunu ve kıyamet günü

insanları hesaba çekecek olanında da Mesih olduğunu iddia ederdi.

5

10

15

20

25

Page 505: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 505

ــא ] ٧٥٤[ כא ــא ــ رؤ ــא ــ و ، وا ــ ــ ا א ــ ــ ا ــא وأ

ــ ــ و ء آ ــ ــ א ــ ا ــא ، وإ ــ א ــ ا ــ ــ آن ــ ن إن ا ــ

آن. ــ ــ ا כא

ــא ] ٧٥٥[ م ــ ــ ا ــ أ ف ــ د، و ــ ــ ا כ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ و ل: إن ا ــ ــ خ ا ــ ــ ي أ ــ اري ا ــ ــ ا ــא. وכאن و

ن ــ ــ ــ א ــ ت ا ــ ــ ــ أ א ــ ا ــ ، وأن ــ ــא ــ ــ ر ــ

ــ ، وأن ــ ــ ــכ ــ ذ ــ ــכ، و أن ــ ذ ــ ــ أن ر ــ ا

ــ א ن ا ــ ــ وال ــ ــ ا ــ م ا ــ ــ ــ أ ــ ــ ــ أ א ــ ا

ــ ــ ــ ــ أن ، و ــ ــא ب و ــ ــא ــכ ــ ذ ــ ــ أن ر ــ

ــ ــ ا أ ــ ــ א ــ إ ــ رون כ ــ ــאس ــא، وأن ا ــא ــ ــ

. ــ ــ ــ ــ ــא ــ ا כ ــ ــכ و ــ ذ ر ــ ا، وأن ا ــ כــ ت إ و ــ

ل. ــ ــ א ــ ود ــ ا ــ أن ــכאن : ــ خ ا ــ ــ ــאر أ ــ ــא أ وأ

ــ ] ٧٥٦[ ــ أن ، وכאن ــ ــאء ــ ــ ا כ ــ : و ــ ــ ــאل أ

. ــ ــ ا כ ــ ــא، وכ ــ أ א ــ ا ــ ــ ــ ذכ ل، و ــ ر כــ ــאل ا ا

ــ ] ٧٥٧[ ــא وכא ــאن، ا ــ ا ــ وا ، ــ א ــ ــ أ ــא وأ

. ــ א ــ ا ــ و ــא ، أ ــ א ــ א ــאن أن ــא כא ــאم ــ ا ا

ــ ــא ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ا ــ و ــ ا ــ כ ث و ــ ــ وا

. وأن ــ و א ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــאن ــא ا ــא ــ وכא א ا

ــ ــ א م ا ــ ء ــ ي ــ ــ أن ا ــ א ــ ــ ، وכאن أ ــ ــ ــא ذر כאن أز أ

ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ ا ــא ــאم إ ــ ا ــ ــ ــא ــא כــ ا

ــ ــ ــ ــ ــ ــ ا ــא ــ إ ر ــ ــ آدم ي ــ م، وأن ا ــ ا

. ــ א م ا ــ ــאس ــ ا א ي ــ ــ ا ــ م وأن ا ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 506: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi506

[758] Ahmed b. Hâbıt -Allah ona lanet etsin- şöyle derdi: Balık ve kuş türlerinde; tahta kursu, pire, bit, kurtçuk, köpek, fare, eşek, solucan, keler ve böceklere varıncaya kadar kara canlılarının her türünde yüce Allah’ın kendi türlerine elçi olarak gönderdiği -zikrettiğimiz türlerden- peygamber-leri vardır. Yine o, -Allah ona lanet etsin- tenasüh ve devir inancını kabul eder ve yüce Allah’ın bütün mahlukatı bir seferde ve bir sıfat ile yarattığını, sonra onlara emirler ve yasaklar getirdiğini; onlardan hangisi isyan ederse, onun ruhunu bir hayvanın bedenine soktuğunu, böylece katillerin koyun, deve, sığır, tavuk ve bunların dışındaki tahta kuruları ve çoğunlukla öldü-rülen canlılar gibi boğazlanmak suretiyle imtihan edildiğini söylerdi.

[759] İnsanlardan her kim fasıklık ve insanları öldürmesine rağmen if-fetli olursa teke, serçe, koç ve bunların dışındaki hayvanlar gibi, çiftleşme kudretiyle ödüllendirilir. Zina eden kadın ve erkek, katır gibi çiftleşmek-ten menedilmek suretiyle cezalandırılır. Her kim zalim ise kurtçuk ve bit gibi acizlik ve düşkünlükle cezalandırılır. Bu durum, onlar kısas edilinceye kadar böyle devam eder, sonra onlar tekrar dünyaya gönderilirler; isyan edenler aynı şekilde cezalandırılırlar. Bu durum günah işlemeyen itaatkar bir kul olup cennete girene kadar veya itaat olmaksızın isyanında devam edip cehenneme girene kadar böyle devam eder. Ahmed b. Hâbıt’ı bütün bu görüşleri kabul etmeye götüren sebep, adalet konusunda Mu‘tezile’nin prensibine bağlanması ve bununla birlikte meşieti terk etmesidir. Mu‘tezi-le’den olup da bu görüşü kabul etmeyen herkesin, adalet konusunda onla-rın prensibini terk etmiş noksan bir kimse olduğunu biliniz. Yine Ahmed b. Hâbıt -Allah ona lanet etsin- şöyle derdi: Sevabın iki yurdu vardır: Bi-rinde yeme içme yoktur. Burası, ikincisinden daha değerlidir. İkincisinde ise yeme ve içme vardır. Orası daha az değerlidir.

[760] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bunların hepsi mutlak bir küfür-dür. Ahmed b. Hâbıt’ın yolundan giden Ahmet b. Basus denen bir öğ-rencisi vardı. O, tenasuh konusunda hocasının görüşünü kabul ederdi. Sonra peygamberlik iddia etmiş ve Yüce Allah’ın “...benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygambe-riyim”

527 meâlindeki sözünden muradın kendisi olduğunu söylemiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 507: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 507

اع ] ٧٥٨[ ــ أ ــ ع ــ כ ــ إن ل: ــ ا ــ ــ א ــ ــ أ وכאن

ود ــ وا ــ وا ــ ا وا ــ ا ــ ــ ا ان ــ ــא و כ ــ وا ــ ا

ا ــאء أ ن ــ وا زع ــ وا ود ــ وا ، ــ وا س ــ وا ان ــ وا ب ــכ وا

ل ــ ــ ا اع. وכאن ــ ــא ا ــ ــא، ــא ذכ ــ ا ــ أ ــא إ ــ ر א

ــ ــ כ ــ ــ ا ــ أ ــ ا ــ א ا وأن ور، כــ وا ــ א א

ــ ــ ــ رو ــ ــ ــ ــ א ــ و ــ أ ة، ــ ــ وا ة ــ وا

ــכ ــ ذ ــאج و ــ وا ــ وا ــ وا ــ כא א ــ ــאل א ، ــ ــ

. ــ ــ ا ــ ــא ــ وכ ا ــ ا

ــ ] ٧٥٩[ ة ــ א ــ ــא כ ــאس ــ ــ و ــ ــ ــ כאن وأن

ــא ــ כ ــא أو زا ــ כאن زا ــכ. و ــ ذ ــ و כ ر وا ــ ــ وا אد כא ــ ا

ود ــ ــ כא א א ء ــ ــאرا כ ــ כאن ت. و ــ ــאل وا ــאع כא ــ ا ــ א

ر ــ כــ ــ ــ دون ــ ــ ــ ــ ــ ــכ ن כ ــ ا ، و ــ وا

ــ ــ ــ ا ــ إ ــא ــ ــ א ــ ــ ا ــ ا أ כــ ــכ ــא כ أ

ــ ــ ــא ، وإ ــ ــ و ــ ــ ــ إ ــא ــ א ــ ــ ــ أو و

ا ــ . وا ــ ــ ــאه ده إ ــ ل و ــ ــ ا ــ ــ ا ــ أ و ا ــ ــכ ل ــ ا

ل. ــ ــ ا ــ ــאرك ــ א ــ ل ــ ا ا ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ أن כ

ــ ــ أر ب، و ــ ــא و ــא أכ ا ــ إ اب دار ــ ل: إن ــ ــ ا وכאن

را. ــ ــ ــ أ ب و ــ ــא أכ و ــ א . وا ــ א ــ ا را ــ

א ] ٧٦٠[ כא أ ا ا ، وכאن ا כ כ : אل أ

ة א اد ا ل ا ل س כאن א אل أ

.﴾ أ ــ ي ا ل ــ ا ــ : ﴿و ل ا و اد אل: إ ا و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 508: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi508

Muhammed b. Abdullah b. Meserre b. Nüceyh el-Endülüsî528 kader husu-sunda Mu‘tezileyle aynı görüşte idi ve şöyle derdi: Allah’ın ilim ve kudreti mahluk ve muhdes iki sıfattır. Allah’ın iki ilmi vardır; bunlardan birini yüce Allah genel olarak yaratmıştır. O da kâfirler, müminler, kıyamet ve ceza ve benzeri gibi olacakların ilmi gibi, küllilerin ilmi ve gayb ilmidir. İkincisi ise görünür alemin (şahadet) ilmi olan cüz’îlerin ilmidir. Bu da Zeyd’in kâfir olması, Amr’ın imanı gibi konulardır. Yüce Allah gerçekleşin-ceye kadar bunlardan herhangi bir şeyi bilmez. Sonra o, yüce Allah’ın “Al-lah, gaybı ve görünen alemi (şahadet) bilendir.”

529 şeklindeki sözünü zikretti.

[761] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu âyet, onun zannettiği gibi değil-dir. Aksine zahiri anlamına göredir. Allah, saklasanız bile yaptıklarınızı bilir; olmuş, olacak veya şu anda olmakta olan şeylerden size gizli kalanları da bilir.

[762] Ebû Muhammed şöyle dedi: İbn Meserre’yi bu görüşe götüren sebep, Mu‘tezile’nin prensiplerini gerçekten takip etmesidir. Onlardan her kim “Allah falancanın ebediyen iman etmeyeceğini, falancanın ebediyen küfre düşmeyeceğini ezelde biliyor.” derse, sonrada Allah’ın onlar hakkın-daki ilminin hilafına insanların muktedir olduğunu söylerse, bu durumda onların Rablerinin kelâmını yalanlamaya ve ezeli olan şeyi iptal etmeye kadir olduklarını kesin olarak kabul etmiş olur. Bu ise, hiçbir gizliliği ol-mayan yaman bir çelişkidir. Aşırılığa düşmekten Allah’a sığınırız.

[763] İbn Meserre’nin önde gelen arkadaşlarından oluşan bir topluluk, yüce Allah’ın, olmadan önce olacak olanları ezelde bildiğini söyleyenleri tekfir ederlerdi. İbn Meserre’nin yolunda gidip son dönemde yaşayan İs-mail b. Abdullah er-Ruaynî denen bir adam vardı. Zühd ve ibadete düşkün biriydi. Onun dönemine yetiştim fakat onunla karşılaşmadım. Daha sonra öyle çirkin sözler söyledi ki Meserriyye’nin bir kısmı onun yolundan gitti bir kısmı da onu tekfir ettiler. O, cisimlerin (bedenlerin) yaratılmayaca-ğını, ruhların yaratılacağını söylerdi. Bu görüş, ondan doğru bir şekilde bize gelmiştir. Onun şöyle dediği zikredilir: İnsan ölüp ruhu bedenden ayrıldıktan sonra, ruhu hesaba çekilir ve bunun sonunda ya cennete yada cehenneme gider. O, dirilmenin ancak bu şekilde olacağını kabul ederdi. Yine o, alemin ebediyen yok olmayacağını, bilakis bu şekilde sonsuza de-ğin devam edeceğini söylerdi.

5

10

15

20

25

30

Page 509: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 509

ر، ــ ــ ا ــ ــ ا ا ــ ــ ا ــ ة ــ ــ ــ ا ــ ــ وכאن

ــ ــ א ــאن وأن ــאن ــאن ــ ر ــ ا و ل: إن ــ وכאن

ن כ ــ ــ ــ أ ــ כ ــ ا ــ ــאت و כ ــ ا ــ ــ و ــ ــא أ أ

ــ ــ ــאت: و ــ ا ــ א ــכ. وا ــ ذ اء و ــ ــ وا א ن، وا ــ ــאر و כ

ــכ ــ ذ ــ א ــ ا ــ ــכ ــ ذ و و ــ ــאن ــ وإ ــ ز ــ כ אدة و ــ ا

אدة﴾ ــ وا ــ ا ــ א ﴿ : ــ א ل ا ــ ن. وذכــ כــ ــ א ــ

ن ] ٧٦١[ ــא ــ ــ ه أ ــ א ــ ــ ــ ــא ــ כ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

. ــ כא ن، أو כــ ــא כאن أو כــ ــאب ــא ــ ، و ــ وإن أ

ــ ] ٧٦٢[ ل ا ــ ده ــ ل ــ ا ا ــ ــ ــ ــא : وإ ــ ــ ــאل أ

ــא ا، وأن ــ ــ أ ــא ــ أن ل ــ ــ ــ א ــ أن ا ــאل ــ ن ــ ــא ــ ــ ــ ــ א ــ ا ف ــ ــ ــ אدر ــאس ــ ا ــ ا، ــ ــ أ כ

ــ א ا ــ ل، و ــ ــ ــא ــאل ــ إ ، و ــ م ر ــ כ כ ــ ــאدرون ــ

ن. ــ ــ ا ــא ذ ــ ، و ــ ــאء ــ א

ل ] ٧٦٣[ ــ ــ ــ ــ و ــ ــאل إ ــ ون ــ כ ــ א ــ כא ــ ا א ــ أ وכאن

א ــ ــ إ ــאل ــ ــ ر ــאب ــ أ ن. وכאن כــ ــ أن ن כــ ــא ــ כ

ــ ــ ــאدة ا ــ ا ــ ــ ا ، وכאن ــ ــ ا ــ ــ ا ا ــ

ــ ــא ا ــ يء ــ ــ ا ــ ث أ ــ ــ أ ، ــ ــ أ ــ ــ إ إ ــ وأدرכ ا

ــ ــא ا، وإ ــ ــ أ ــאد ــ أن ا ث ــ ــא أ ــ ــ ــ أ وه إ ــ وכ

ــאن ت ا ــ ــ ــ ل إ ــ ــ כאن ــ أ . وذכــ ــ ــא ا ــ ــ رواح ا

ــ ــאر، وأ ــ ا ــ أو إ ــ ا ــא إ ــ إ ــאب و ــ ا ــ رو ه ــ ــ اق رو ــ و

ــ ا ــ ــ أ ــ א ل إن ا ــ ــ כאن ، وأ ــ ا ا ــ ــ ــ إ א ــ כאن

. ــ א ــ ــ ن ا כــ ا כــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 510: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi510

[764] Arkadaşımız olan fakih Ebû Ahmed el-Meafiri530 et-Tuleytulî -Allah zikrini daim eylesin- bana hadis olarak rivayet edip şöyle dedi: Bana, mezkur İsmail er-Ruaynî’nin kızının oğlu olan Yahya b. Ahmed et-Tabîb haber verdi ve dedesinin şöyle dediğini bildirdi: “Alemin düzenleyicisi Arş’tır. Yüce Allah, herhangi bir şeyi yapmakla vasıflandırılmaktan daha yücedir.” Bu görüş, Muhammed b. Abdullah b. Meserre’ye nispet edilir ve onun kitabındaki ifadeler delil getirilir. Halbuki ömrüme yemin olsun ki, söz konusu kitaplarında bu görüşe dair bir delil yoktur. O, Meserriyye’ye mensubu olan kimselere “Siz, hocayı anlamadınız.” derdi. Bu görüşünden dolayı Meserriyye (fırkası) ondan da uzak durmuştur.

[765] Akrabası olan Ahmet et-Tabib, ondan uzak duran kimselerdendi. Kızı da, kocasına ve oğluna muhalefet etmek suretiyle babasının yolundan giderek bu görüşlere uymuştur. Kızı çalışkan, ibadete düşkün ve mütekel-lim biriydi. Bu görüşte Ebû Harun b. İsmail er-Ruaynî ile aynı kanaatte idi. Ebû Harun bu sözü kabul etmedi ve bunu söyleyenden uzak durdu. Babasından aktarılanlar hususunda kardeşinin oğlunu yalanladı. Meserriy-ye’den ona muhalefet edenler ve onunla hemfikir olanlar, peygamberliğin iktisabi olduğu; doğruluk ve nefis temizliğinde son noktaya ulaşanın nü-büvveti idrak edeceği, dolayısıyla peygamberliğin tahsis suretiyle olmadığı şeklindeki görüşü ona nispet ederlerdi. Onlardan bazılarının bu görüşü İbn Meserre’ye nispet ettiğini gördük. Söz konusu kişiler, İbn Meserre’nin kitaplarındaki bazı lafızları bu görüşe delil getirdiler. Yemin olsun ki söz konusu ifadeler buna işaret etmektedir. Diğerlerinin bunu inkar ettiklerini de gördük. Doğrusunu en iyi Allah bilir. Ben, mezkur İsmail Ruaynî’nin arkadaşlarından bazılarının onu, kuşdilini anlamak ve bazı olayların olma-dan önce vuku bulacağını haber vermekle nitelendirdiğini gördüm.

[766] Şüphe olmayan hususlardan biri de, İsmail Ruaynî’nin taraf-tarları nazarında kendisine itaat edilmesi ve mallarının zekatının ken-disine ödenmesi zorunlu olan bir imam olduğudur. O, haramın yeryü-zünü kapladığı görüşünde idi. Ona göre kişinin miras, ticaret ve sanatta kazandığı ile arkadaşlıktan dolayı elde ettikleri arasında bir fark yoktu.

5

10

15

20

25

30

Page 511: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 511

ــ ] ٧٦٤[ ــא أ א ــ ــ ا ي ــ א ــ ا ــ أ ــ أ ــ ا و

ــ א ا ــ ــ إ ــ ا ــ ا ــ و ــ ا ــ أ ــ ــ ــאل أ ه ا ذכــ

ــ א ، وأن ا ــ א ــ ــ ا ش ــ ل: إن ا ــ ي כאن ــ ــאل إن ر כــ ا

ــ ــ ــ ل إ ــ ا ا ــ ــ ، وכאن ــ ء أ ــ ــ ــ ــ أن ــ أ

ا ــ ــ ــ ي د ــ ــא ــ ــ ــ כ ــאظ ــ ة و ــ ــ ــ ا

ــ ــ ، ــ ــ ا ا ــ ــ כــ : إ ــ ــא ا ل ــ ل. وכאن ــ ا

ل. ــ ا ا ــ ــ ــא ــ أ ا

ه ] ٧٦٥[ ــ ــ ــ ــ ا ــ و يء ــ ــ ه ــ ــ ــ ا وכאن أ

ة، ــ ــכ א ــ כ ــ ــא، وכא ــא وا و ــ א ــא ــ ال ــ ا

يء ــ و ه כــ ل ــ ا ا ــ ــ ــ ا א ــ إ ــ ــאرون ــא أ ــ ووا

ــ ــ ا ه ــ א ، وכאن ــ ــ أ ــא ذכــ ــ ــ أ ب ا ، وכــ ــ א ــ

ــ ــ א ــ ا ــ ة، وأن ــ ــאب ا אכ ل ــ ــ ا ن إ ــ ــ ا ــ ــ وכ

ــא ــ رأ ، و ــ ــא أ א ــ ا ــא ة وأ ــ ــ أدرك ا ــאرة ا ح و ــ ا

ة ــ ــאظ כ ــכ ــ ذ ل ــ ة و ــ ــ ــ ا ل إ ــ ا ا ــ ــ ــ ــ

، ــ ــא أ ا ــ כــ ــא ــא ــכ، ورأ ــ ذ ــ إ ي ــ ــ ــ ــ כ

ــ ــ ــ ــ ر כــ ــ ا א ا ــ ــאب إ ــ أ ــא ــ أ ورأ

ن. כــ ن כــ ــ أن אء ــ ر ــ ــ כאن ، و ــ ا

دون ] ٧٦٦[ ــ ــ א ــ ــא وا א ــ إ ــ ــ כאن ــ ــכ ي ــ ــא ا وأ

ــ ق ــ ــ رض، وأ ــ ا ــ ام ــ ــ أن ا ــ إ ، وכאن ــ ا ــ زכאة أ إ

ــאق، ــ ا ــ כ ــא ــ اث أو ــ ــאرة أو ــ أو א ــ ء ــ ــ ا כ ــא

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 512: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi512

Bütün bunlardan ne şekilde olursa olsun müslümana azığını çıkarmak he-laldir. İsmail Ruaynî’yle ilgili bu işler bize göre kesin ve doğrudur. Nitekim onların içyüzlerini bilen biri, onun, bulundukları memleketin “ dar-ı kü-für” olduğunu, kendi taraftarları hariç orada bulunanların mallarının ve kanlarının mubah olduğu görüşünde olduğunu haber vermiştir.

[767] Bize göre “ İsmail Ruaynî, muvakkat birlikteliği (mut’a) câiz görürdü” şeklinde ondan gelen haber de doğrudur. Şayet İsmail, bunu, içtihat ederek söylemiş ise, bu durum onun imanına ve adaletine zarar vermez. Zikrettiğimiz açık küfürlerden uzak olsa da, bunun neshine de-lil getirilmemiştir. Ancak biz, muvakkat birlikteliğin (mut’a) zikri geçince bugün bu görüşün garabetinden ve bunu kabul eden insanların azlığından dolayı bunu açıkladık.

[768] Mu‘tezilenin önde gelenlerinden biri ve onların hocalarının oğlu olan Ebû Haşim Abdüsselam b. Muhammed b. Abdulvehhab el-Cüb-bâî531’nin “Yüce Allah’ın kendine has halleri vardır.” dediğini gördüm. Bu büyük bir cüretkarlıktır. Çünkü o, bu şekilde Allah’ı arazların taşıyıcısı kılmaktadır. Allah bu iftiradan münezzehtir. Onun kitaplarında “Yüce Al-lah’ın kullarına emrettiği hususlarda onların hastalık ve kusurlarını gider-mesi gerekir.” şeklindeki sözü çok tekrarladığını gördüm. Yine kitaplarında “Yüce Allah kullarına bunu emrederse, kullarının hastalıklarını ve kusurla-rını gidermesi O’na vaciptir.” demeye devam ettiğini gördüm.

[769] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu müminlerin tüylerini ürperten bir sözdür. Allah aşkına bu aşırılığı Allah’a zorunlu ve gerekli kılan kimdir? Bu şekilde O’na hükmeden kimdir? Bu alçağın ifade ettiği hususu yüce Allah’a gerekli ve zorunlu kılan kimdir? “Fiil” bunu yüce Allah’a zorunlu kılmıştır ya da kendisine vacip kılınan şeye tabi olan bir varlık olduğunu açıklamak için Allah’ın dışında bir şey zikreden bir kimseye yazıklar olsun! Şayet birisi, yüce Allah’ın bunu kendisine vacip kıldığını söylerse, bu durumda zorunlu kılma şüphesiz bir failin fiilidir. Eğer yüce Allah ezelde bunu kendisine vacip kılan ise, bu durumda o ezelde faildir ve fiiller kadim ve kaçınılmaz olarak ezelidir. Bu ise mutlak bir dehriliktir. Şayet Allah Teâlâ, söz konusu durumu kendi zatına vacip kılan olmadıktan sonra bunu kendisine vacip kılmışsa, fasit olan prensibinde bu görüşten faydalanması geçersiz olmuştur. Çünkü zikredilen durumu yüce Allah kendisine vacip kılmamıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 513: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 513

ــא ــ ــ ا أ ــ ه. ــ ــא أ ــ ــ כ ــכ ــ כ ذ ــ ــ ي ــ وأن ا

ــ ار دار כ ــ ى ا ــ ــ כאن ــ أ ر ــ أ א ف ــ ــ ــ ــ ــא ــא، وأ ــ

. ــ ــ א ــ إ أ ا ــ وأ אؤ ــ د א

ــ ] ٧٦٧[ א ــ إ ح ــ ا ــ ، و ــ ــכאح ا ل ــ ــ כאن : أ ــ ــא ــ و

ات ــ כ ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ ا، و ــ ــ א ــ ــ ا ــ و

ل ــ ا ا ــ ــ ا ه، و ــ ذכــ ــא ى ــ ــא ــכ ــא ذ ــא ذכ ــא، وإ ــ ذכ ــ ا ا

ــאس. ــ ا ــ ــ א ــ ا م و ــ ا

ــ ] ٧٦٨[ א ــאب ا ــ ا ــ ــ ــ م ــ ــ ا ــ א ــ ــ ورأ

ــ ه ــ ، و ــ ــ ا ــ ــ أ א ن ــ ــ ــ ا ــ כ ــ وا ــ ا כ

ــ ــ כ ــ ــ ا ــ ــכ. ورأ ا ا ــ ــ ــ א اض ــ ــ א ــ ا إذ ــ

، و ــ ــ ــא أ ــ כ ــאد ــ ا ــ ــ ا أن ــ ــ ل ــ دد ا ــ ا ــ כ

. ــ ا ــא ل وا ــ ــ ا ــ כــ ــ إن أ ــ כ ل ــ ال ــ

ي ] ٧٦٩[ ــ ــ ــ ، ــ ا ــ ذوا ــ م ا כ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ا ــ ــא ذכــ ــ م ــ ــכ وا ــ אכــ ، وا ــ א ــ ا ــכ ــ ذ ــ ا

ــכ ــ ذ ــ أو ــאل إن ا ــ ــא ؟ ــ ــ ــ وو א ــאري ــ و ل ــ ا

ي ــ ــ ــ א ن ا ــ ــ ــ א ــ א دو ــ ــ أو ذכــ א ــ ا

ــ ــאل إ ــ اح، و ــ ــ ا כ ــ ، وأ ــ ــ م כــ ــ ــא أو ــ ــ أو

ن ــ ــכ، ــ א ــ ــאب א . ــ ــ ــכ ــ ذ ي أو ــ ــ ا ــ א

ــ ــ و ــאل א ــ א ل ــ ــ ــ ــ ــכ ــא ذ ل ــ ــ כאن ا

ــ ــ أن ــ ــ ــכ ــ ذ ــ أو א ــ وإن כאن ــ ه د ــ ل، و ــ ــ

ــ א ــ כאن ــ ــ א ــ ا ــ أ ل ــ ا ا ــ ــ א ــ ا ــ ــ ــא כــ

. ــא ذכــ ــ ــ ــ وا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 514: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi514

[770] Mu‘tezile’den bazı kimselerin adı geçen Ebû Haşim’e bazı soru-lar sorup şöyle dediklerini gördüm: “Hz. Peygamber’in (s.a.) İslâm’a davet etmek üzere Yemen’e, Bahreyn’e, Umman’a, krallara ve diğer beldelere elçi olarak gönderdiği kimseler hakkında ne dersin? Kıyamet gününe kadar bunun benzerine davet eden herkes, Hz. Muhammed’in (s.a.) isimlendiril-diği gibi, “Allah’ın Resulü” diye isimlendirilemez mi? Zira melek ( Cebrail), yüce Allah’tan gelen bir emir olarak İslâm’a davet etmesini (Hz. Peygam-ber’e) emretmiştir. Emir bir ve amel aynıdır?

[771] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şeytanın bu lanetli fırka ile oyun oynamasına hayret edilir! Allah’ın sizi nefsinizle baş başa bırakmasından O’na sığınınız ve O’ndan afiyet dileyiniz. Kim rabbinin onu hidayete veya sapıklığa ulaştırmaya gücü yetmediğine inanırsa, şeytanın ona hakim ol-ması haktır.

[772] Hayatım üzerine yemin olsun ki, bu sorunun sorulmasını, onları dalâlete götüren ve tamamını cehenneme sürükleyen Mu‘tezilenin “İsim-lendirme bize bırakılmıştır, Allah Teâlâ’ya değil.” şeklindeki prensibi ge-rekli kılmıştır. “Hiç kimse, yüce Allah’ın kendi zatını isimlendirdiklerinin dışındakilerle O’nu isimlendiremez.” şeklinde söz söyleyen bir kimseye, bu kâfir Ebû Hâşim’in kendi zannınca bunu reddeden bir kelâm söyledi-ğini gördüm. Bu alçak şöyle demiştir: “Herhangi bir kimsenin yüce Allah’ı isimlendirmesi ancak O’nun kendi zatını isimlendirdiği şeylerle mümkün olduğu doğru olsa idi, başkalarının O’nu bir isimle isimlendirinceye kadar Allah’ın kendi zatını isimlendirmesi elbette mümkün olmazdı.”

[773] Ebû Muhammed şöyle dedi: İnsanlık tarihi boyunca bu istidlal-den daha çirkini görülmüş müdür? İsimlendirme konusunda bundan daha ileri olanı var mıdır? Fakat Allah kimi saptırırsa onu hidayete ulaştıracak kimse yoktur. Bir an bile olsa nefsimizle baş başa kalmaktan, dolayısıyla helak olmaktan Allah’a sığınırız. Ebû Hâşim de şöyle derdi: İyilik sahibi bir müslüman uzun süre yaşarsa, Hz. Peygamber’den (s.a.) daha fazla iyilik ve hasenat yapabilir.”

5

10

15

20

25

30

Page 515: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 515

]٧٧٠ [ : ــ ل ــ ر כــ ــ ا א ــא ــ أ ــא ا ــ ــ ــ ا ــ ورأ

ــ ــ ا م إ ــ ــ ا ــא إ ــ دا ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ــאل כ ــא

م ــ ــ ــכ إ ــ ذ ــ ــ إ ــ د، وכ ــ ــא ا ك و ــ ــאن وا ــ و وا

ــכ ه ا ــ م، إذ أ ــ ة ا ــ ــ ا ــ ــ ــא ل ا כ ــ ــ ر ــ ا

اء؟ ــ ــ ، وا ــ ــ وا م وا ــ ــ ا ــאء إ א ــ ــ و ــ ا

ا ] ٧٧١[ ــ ، وا ــ ــ ا ه ا ــ ــ ــ إ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ أن ر ــ ــ ــ أن ر ــ د ــ ، ــכ ــ أ כــ إ כ ــ أن ــ א ا ا

. כــ ا ا ــ ــ אن ــ כــ ا ــ أن ــ أن ، و ــ

ــ ] ٧٧٢[ ، و ــ ــ ــ ا ــ ا م أ ــ ــ ال ــ ا ا ــ ي: إن ــ و

ــ ــא إ ــ إ כ ــ : إن ا ــ ــ ، و ــ ــאر ــ رد ــ ، وا ــ ا

ل: ــ ــ ــ ــ ــ ــא رد ــ כ א ــ ــ أ כא ا ا ــ ــ . ورأ ــ ــ و ا

ــ ل: ــ ا ا ــ ــאل ، ــ ــ ــ ــא ــ إ ــ و ــ ا ــ أن ــ ــ إ

ــכאن ــ ــ ــ ــא ــ إ ــ و ــ א ــ ا ــ أن ــ ــ ا و ــ כאن

ه. ــ ــ ــ ــ ــ א ــ ــ ــ ــ أن א ــ

ــ ] ٧٧٣[ ل؟ و ــ ا ا ــ ــ ــ ور ــ ــ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ أن ــא ذ ــ . و ــ ــאدي ــ ــ ا ــ כــ ا؟ و ــ ــ ــ ــ أכ ــ ا

ــ ــאل ــ ــ ل: إ ــ ــא ــ أ א ــ ــכ، وכאن أ ــ ــ א ــ ــ أ ــא إ כ

ــ ــ ــ ا ــא ــ ــ أכ אت وا ــ ــ ا ــ ــאز أن ــ ــ ا ا

. ــ ــ و ا

٥

١٠

١٥

Page 516: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi516

[774] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hayır, Allah’a yemin olsun ki söz konusu kimsenin hiçbir üstünlüğü yoktur. Şayet bizden birinin bütün za-manları aralıksız ibadetle geçirecek şekilde ömrü uzun olsa, -münafıklar ve açıktan inkar edenlerin dışında- Hz. Peygamber (s.a.) ile bir saat yada daha fazla arkadaşlık yapanların birinin ameline eşit olamaz. Nitekim Allah Resu-lü (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Şayet bizden birinin Uhud dağı kadar altını olsa ve bunların tamamını infak etse, sahabeden birinin derecesine ya da yarısına ulaşamaz.” Akıllı bir kimse arada ulaşılması imkânsız bir fark varken nasıl sahabeden birinin ameline ulaşmayı umar? Adı zikredilen Ebû Haşim şöyle derdi: “Bir insan, bütün günahlarından tövbe etmedikçe, -hangi günah olur-sa olsun- işlemiş olduğu bir günahtan tövbe etmesi kabul olunmaz.”

[775] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ben gerçekten şunu derim; “Bir kimsenin işlediği ve bu hususta ısrarcı olduğu bir günah sebebiyle genel olarak İslâm’dan çıkarılması ve söz konusu tek günahı sebebiyle onun ce-hennemde ebedi olarak kalacağını kabul etmeleri açısından Mu‘tezilenin ittifak ettiği bu prensip reddedilmiştir. Şayet bu olsa idi, bu durumda Ebû Hâşim doğru söylemiş olurdu. Çünkü Mu‘tezileye göre, kişiyi imandan çıkaran ve cehennemin tabakaları arasında ebedi olarak bırakan bir günahı işlemekte ısrarcı olduğu halde, bütün günahları terk etmesinde bir fayda yoktur. Bu prensibi, Mu‘tezilenin esaslarını bilmeyen ya da kasıtlı olarak tenakuza düşen kimse hariç, Mu‘tezileden hiç kimse inkar etmez. Ebû Hâ-şim şöyle derdi: “Namazı ve zekatı kasıtlı terk eden ve bunların dışında bir şey yapmayan, günah işlemeyen ve isyana düşmemiş olan bir kimse, ne yaptığı bir fiil ne de işlediği bir günah olmaksızın ebedi olarak cehennemin tabakaları arasında kalacaktır.”

[776] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onların usullerine göre, Allah’ı zorbalıkla suçlama ve İslâm’a açıkça muhalefet etme hususunda bu saçma sözden daha ileri bir söz var mıdır? Ebû Hâşim’i bunu söylemeye götüren sebep, “Fiili terk etmek, fiil değildir.” demesidir. Hişâm b. Amr el-Fuvatî hariç, Mu‘tezilenin tamamı madumların gerçekte varlıklar olduklarını, on-ların ezeli olup bir nihayetlerinin bulunmadığını iddia eder.

5

10

15

20

25

30

Page 517: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 517

ــ ] ٧٧٤[ ــ ــ כ ــא ا ــ أ ــ ، و ــ ا : وا و כ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا يء ــ ــ ا ــא وازى ــ ــאت א

ــ ــ ا ــ ــ ــא، ــא ة ــ ــא وا ــ א ــאر ا כ ــ وا א ا

. ــ ــ و ــ أ ــ ــא ــ ــא ــ ذ ــ أ ــא ــ כאن ــ : أ ــ و

ــ إدراכــ ن ا ــ ا ا ــ ــ ــ א ــ ا ا ــ رك أ ــ ــ أن ــ ذو ــ

ــ أي ــ ــ ذ ــ ــ أ ــ ــ ل: إ ــ ر כــ ــ ا א ــ ــא؟ وכאن أ ب. ــ ــ ا ــ ب ــ ــ ــ כאن، ذ

ــ ] ٧٧٥[ ا ــ ي أ ــ ــ ا ــ ا د أ ــ ــ ل ــ ــא أ : و ــ ــ ــאل أ

ــ א ، وإ ــ ــ ــ ــ ــ وا ــ م ــ ــ ا ء ــ اج ا ــ ــ إ

ــא אد ــ א ــ ــכאن أ ا ــ ــ כאن ه، ــ ــ و ــכ ا ــ ــאر ــ ا د ــ ا

ــאرج ــ ــ ــ ــ وا ــ ، و ــ כــ כ ذ ــ ــ ــ ــ إذ

ــ א ــ إ ــ ا ــ ا ــ כــ ــא ان، و ــ ــאق ا ــ أ ــ ــאن ــ ا

ــכ ا ــ א כאة ــ ــאرك ا ة و ــ ــאرك ا ل: إن ــ ، وכאن ــ א ــ א ــ أو

ــ ا ــ ان أ ــ ــאق ا ــ أ ــ ــ ، وأ ــ ــ و א و أذ ــ ــ ــ ــכ

. ــ כ ء ار ــ ــ ــ و ــ ــ

ــ ] ٧٧٦[ א ــ ــ ــ و ــ أ ــ ــ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــ ي ــ ن ا ، وכ ــ ل ا ــ ا ا ــ ــ ــ ــאرا أכ م ــ ا

ــ ــ ــאم إ ــ ا ــ و ، ــ ــ ــ ا ك ــ ــ إ ــ ا ــ

ــא ل وأ ــ ــ ــא ، وأ ــ ــ ا אء ــ ودات أ ــ ن أن ا ــ ، ــ وا

ــא. ــ א

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 518: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi518

[777] Ebû Muhammed şöyle dedi: “Varlıkların bir sonu yoktur, ezeli ve gayrı mahluktur.” demek, sözü uzatmaya gerek kalmaksızın dehriliktir. Bağdat Mu‘tezilesinin önde gelenlerinden biri olan Abdurrahim b. Mu-hammed b. Osman el-Hayyat532 şöyle söyleyenlerdendir: “Madum olan cisimler, ezelde cisim olup onların ne bir nihayeti, ne sayıları ne de bir zamanları vardır ve onlar gayrı mahluktur.” Yine Mu‘tezilenin önde ge-len liderlerinden biri olan Muhammed b. Abdullah el-İskafi533 şöyle dedi: “Yüce Allah, vurmalı, nefesli ve telli çalgı aletlerini yaratmamıştır.”

[778] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu küfrünü tamamlaması bakımın-dan o, “Yüce Allah, ne şarabı, ne domuzları ne de inatçı şeytanları yaratmış-tır.” derdi. Dırar b. Amr ve Bişr b. Mu’temir hariç, Mu‘tezile mensupları-nın tamamı şöyle dedi: Bir kimsenin şehitliği dilemesi, istemesi ve ona razı olması helal değildir. Çünkü şehitlik, kâfirin müslümana üstün gelmesidir. Müslümanın, yaralandığında yarasının acısına sabretmeyi sevmesi gerekir.

[779] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu durum İslâm dinine, Kur’ân’a, sünnete ve kesin olan icmaya aykırıdır. Dırar ve Bişr hariç, Mu‘tezilenin tamamı şöyle demiştir: Yüce Allah, eğer hayatta kalırlarsa hayır işleyecekle-rini bildiği halde ne bir resulü, ne bir nebiyi, ne sahabeyi ne de müminlerin annelerini öldürmemiştir. Fakat onlardan canını aldığı kimseleri -göz açıp kapayıncaya kadar hayatta kalırlarsa küfre düşeceklerini ya da fasık olacak-larını bildiğinden dolayı- öldürmüştür.

[780] İşte bu, onların, Ebû Bekir, Ömer, Ali (r.a.), Hz. Peygamber’in (s.a.) kızı Fatıma (r.a.), Aişe ve Hatice hakkındaki görüşleridir. Evet, Hz. Peygamber (s.a.), Mûsâ, Îsâ ve İbrahim (s.a.) hakkında da böyle düşünür-ler. Bu çirkin ve iğrenç sapkınlıklara hayret edilir! Mu‘tezilenin hocala-rından olan Ca’d534 şöyle derdi: Birleşme vuku bulup bundan bir çocuk meydana geldiği zaman, ben çocuğumun yapıcısı, müdebbiri ve failiyim; onun benden başka bir faili yoktur. Ancak yaratıcısının Allah olduğunu söylemek mecazidir, gerçek anlamda değildir.” Ebû Ali Muhammed b. Ab-dulvehhab el-Cübbâî535 küfrün ikinci tarafını ele alıp şöyle dedi: “Şüphesiz yüce Allah, hamileliğin ve çocuğun yaratıcısıdır. Herhangi bir şey yapan herkes O’na nispet edilmiştir. Dolayısıyla Allah Teâlâ, hamile bırakandır. Nitekim o, İmran kızı Meryem’i hamile bırakmıştır.”

5

10

15

20

25

30

Page 519: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 519

ــ ] ٧٧٧[ ل ــ ــ ــא ــ א אء ــ ، وأ ــ ــ ــ ه د ــ : و ــ ــ ــאل أ

اد ــ ــ ــ ا ــ أכא ــאط ــאن ا ــ ــ ــ ــ ــ ا ، وכאن ــ

د و ــ ــ ــא، ــ א ــ א ــא ل أ ــ ــ ــ و ــאم ا ل: إن ا ــ ــ

، إن ــ ــאء ا ــ رؤ ــכא أ ــ ا ا ــ ــ ــאل أ ــ و ــ ــאن ــ ز

ــאزف. ــ و ا ا ــ و ا א ــ ا ــ ــ א ا

ــ ] ٧٧٨[ ــ ل: إن ا ــ ــ أن כ ا ا ــ ــאم ــ : כאن ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــא א א ــ ــ ــ ا א . و א ــ دة ا ــ ــ و אز ــ و ا ا

ــא و أن אدة و أن ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ وأ ــ ار ا ــ ، و ــ ا

ــ ــ ا ــ أن ــ ا ــ ــא ، وإ ــ ــ ــ ــ כא ــא ــא א

. ــ א ــ إذا أ اح ــ ــ ا ــ أ

ــאع ] ٧٧٩[ ــ وا آن وا ــ م وا ــ ــ ا ف د ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــא و و ــ ــ ر ــ ــ إن ا را، و ــ ــא א ــ ا כ ــ א ، و ــ ا

ــאت כــ أ ا، ــ ا ــ ا ــ א ــ ــ ري أ ــ ــ ــ و ــאت ا ، و أ ــ א

. ــ ــ و ، أو ــ כ ــ ــ ــאه ــ أ ــ ــ أ ــ إذ ــאت ــ أ כ

ــ ] ٧٨٠[ ــ א ، و ــ ــ ا ــ ر ــ و ــ و כ ــ ــ أ ــ ا ــ

ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ و ــ ، و ــ א ، و ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

ت ــ ه ا ــ ا ــ م: ــ ــ ا ــ ا ، وإ ــ ــ و ــ ــ و

ــ ــ ا ــ ــאع ل: إذا כאن ا ــ ــ ــ ــ ــ و . وכאن ا ــ ا

ــאزا ــ ــאل إن ا ــא ي، وإ ــ ــ ــ א ، ــ א ه و ــ ي و ــ ــ و א ــא

، ــ כ ــ ا ــ א ف ا ــ ــ ا א ــאب ا ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ أ ، ــ

ــא ، ــ ب إ ــ ــ א ــ ــ ــ ــכ ــ ــ وا ــ ا א ــ א ــאل: إن

ان. ــ ــ ــ ــ ــ أ ، و ــ ــ ــ א

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 520: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi520

[781] Ebû Muhammed şöyle dedi: Çocuklarımız Allah tarafından ya-ratıldıklarına göre, kaçınılmaz olarak çocuklarımızı O’na izafe etmesi ve “Onlar, Allah’ın oğullarıdır; Mesih, Allah’ın oğludur.” şeklinde demesi ge-rekir. Mu‘tezilenin önde gelen âlimlerinden olup sahibu’s-sikke Ebû Amr Ahmed b. Mûsâ b. Cerîr536, Kadı Münzir b. Said537 ile aralarında gerçekle-şen bazı yazışmalarda yüce Allah’ın idrak sahibi (âkil) olduğunu söylemiş ve Allah’ı bu isimle adlandırmıştır. Mu‘tezilenin hocalarından biri de şöyle demiştir: “Kul Allah’a isyan ettiğinde kalbi mühürlenir ve böylece emir ve nehiyle sorumlu olmaktan çıkar.”

[782] Mu‘tezilenin ahmaklıklarına gelince, Ebü’l-Huzeyl el-Allâf şöyle demiştir. “Bir kimse istemeyerek beş dirhem ya da bunun değerinde bir şey çalarsa, bu durumda o fasık olmayıp mümindir ve bundan dolayı azap gör-mez. (İsteyerek) Beş dirhem yada kıymetinde bir şey çalsa, bu durumda o fasıktır, İslâm’dan çıkmıştır ve -tövbe etmesi hali müstesna- ebediyen cehen-nemdedir.” Bişr b. Mu’temir şöyle dedi: “Bir kimse isteksiz olarak on dirhem çalsa günahı yoktur, azap da görmez. (İsteyerek) On dirhem çalsa İslâm’dan çıkar, tövbe etmesi hali hariç, ebediyen cehennemde kalması vaciptir.”

[783] Nazzam şöyle dedi: “Bir kimse istemeyerek iki yüz dirhem çal-sa, ona günah yoktur ve cezası da yoktur. Ancak isteyerek iki yüz dirhem çalsa, bu durumda İslâm’dan çıkar ve tövbe etmesi hali müstesna ebedi-yen cehennemde kalması gerekir.” Liderliğin kendilerinde sona erdiği ve Mu‘tezilenin onların görüşlerine göre fırkalara ayrıldığı üç liderden biri Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Bağcur b. el-İhşid’dir.538 Söz konusu liderlerin ikincisi Ebû Hâşim el- Cübbâî’dir. Üçüncüsü ise Ka’bî diye bilinen Abdul-lah b. Muhammed b. Mahmûd el- Belhî’dir. Yukarda zikredilen Ahmed b. Ali’nin babası Fergana bölgesi komutanlarından biridir. Abbâsî halifele-rinden el- Mu‘tazıd-Billâh ve Müktefî-Billâh dönemlerinde Soğd’da valilik görevinde bulunmuştur. “Bir kimse öldürmek ve bunun dışındaki her tür günahı irtikap etse, ancak yaptıklarının hemen sonrasında pişman olsa, onun tövbesi geçerli olur ve günahı ondan ebediyen düşer. Bu ve diğer günahlara dönene kadar bu böyle ebediyen devam eder.” şeklindeki görüş mezkur Ahmed’in görüşlerindendir.

5

10

15

20

25

30

Page 521: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 521

ــ و أن ] ٧٨١[ ــא ــא د ــ إذا כאن أو م و ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــ وأ ــ ــאل أ ــ و ، و ــ ا ــ ا ، وا ــאء ا ــ أ ل: ــ ، ــ إ

ــ ــא ا ــ ر ــ ــ خ ا ــ ــ ــ ــכ و ــ ا א ــ ــ ــ

ا ــ ــ ــ ــ وأ א : إن ا ــ ا ــ ر ــ ر ــ ، ــ א ــ ا ــ و ت ــ

ــ ــ ــ ــ و ــ ا ــ إذا : إن ا ــ خ ا ــ ــ ــאل ، و ــ ا

. ــ ر و ــ ــ ــ ــ

ــ ] ٧٨٢[ ــ درا ق ــ ــ ــאل: ف ــ ــ ا ــא ا ن أ ــ ــ א א ــא وأ

ق ــ ن ــ ــכ، ــ ذ ب ــ א و ــ א ــ ، و ــ ــ ــא ــ أو ــ

ان إ ــ ــ ا ا ــ ــ أ م، ــ ــ ا ــ ــ א ــ ــא ــ أو ــ درا

ــ ــ ــ إ ــ ــ ــ ة درا ــ ق ــ : إن ــ ــ ا ــ ــאل ب. و ــ أن

د إ ــ ــ ا ــ م، وو ــ ــ ا ج ــ ــ ة درا ــ ق ــ ن ــ ، ــ و و

ب. ــ أن

ــ ] ٧٨٣[ ــ و و ــ ــ إ ــ ــ ــ ــ در ق ــ ــאم: إن ــאل ا و

ــאل ب. و ــ د، إ أن ــ ــ ا م و ــ ــ ا ج ــ ــ ــ در ق ــ وإن

ــ ــא ا ــ رؤ ــ ــ و ــ ا ر ا ــ ــ ــ ــ ــ כــ أ ــ أ

ــ ــ א ، وا ــ ا ــ ــ ــ ا ــ وا ــ إ א ــ ر ــ ا ا

وف ــ ــ ا د ا ــ ــ ــ ــ ــ ا ــ א ــ وا א ــ ا א ــ أ

ر ــ ــ ا ، وو ــ ا اد ا ــ ــ ر أ כــ ــ ا ــ ــ ــ أ . وכאن وا ــ כ א

ــ ــ כــ כ ذ ــ ار ر: כــ ــ ا ل أ ــ ــ ــכאن ــ כ ــ و

ــ ــ إ أ ــא دو ــ ــ ا ه ــ ــ أو ــכ ا ــאد ــ ا ــ ا أ כــ ــא و ا

ا ــ ا أ כــ ا ، و ــ ــ أ ــכ ا ــ ذ ــ ــ و ــ ــ ــ ــ ــ م إ ــ

ه. ــ ــ أو ــכ ا ــאد ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 522: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi522

[784] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu görüş, Mürcie topluluklarının varıp ulaşamadığı bir görüştür. Bununla beraber o, va‘d ve va‘îd prensibi-nin uygulanmasının kabulünü iddia eder. Yeryüzünde günahına pişman olmayan bir müslüman yoktur. Ebü’l-Huzeyl’in öğrencisi Ebû Abdurrah-man539 şöyle dedi: “Haberler, ancak beş kişinin nakletmesiyle hüccet olur-lar. Beş kişinin içinde -her ne kadar biz bizzat bilmesek de- Allah dostu bir kimse vardır. Söz konusu beş kişiden her biri, bu haberi, kendileri gibi beş kişiye nakletmelidir. Bu şekilde devam eder.”

[785] Nazzam’ın öğrencisi Salih Kubba540 şöyle dedi: Kim rüyasında kendisini Hindistan’da görse veya öldürüldüğünü görse veya herhangi bir şey görse, bu -gördüğü gibi- kesin olarak doğrudur. Bu yakaza halinde olsa bile böyledir. Abbad b. Süleyman541, duyuların yedi tane olduğunu söylemiştir. Nazzam, renklerin cisim olduğunu, bazen iki cismin bir me-kanda yer tutabileceğini söylemiştir. Yine o şöyle derdi: Gerçekte cisimler haberlerle bilinmezler. Fakat bir cismi gören herkes, -görünen ister bir in-san olsun isterse başka bir şey- söz konusu varlığa bakan ondan bir parçayı koparmış ve kendi varlığına katmıştır. Sonra bu cismin görülmesini haber veren herkes, söz konusu cisimden bir parça almıştır. Bu böyle devam eder.

[786] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şayet biz, bu hikâyeyi Nazzam’ın büyük öğrencilerinin kitaplarında açıkladıkları bilgiler yoluyla ondan öğ-renmemiş olsa idik, bir tutam aklı olan hiç kimseye bunu bildirmezdik. “ Cebrail’in, Mikail’in bir parçası ve Hz. Peygamber’in (s.a.), Mûsâ’nın, Îsâ’nın ve İbrahim’in (s.a.) birer parçaları cehennem ateşindedir; Fira-vun’un, İblis’in, Ebû Leheb’in, Ebû Cehil’in bir parçası da cennettedir.” şeklindeki sözünden dolayı söz konusu kişinin Nazzam’a düşmanlık gös-termesi gerekirdi. Yine Nazzam, alemde var olan herhangi bir varlıkta asla bir sükunetin olmadığını, görmek suretiyle bilinen her türden sükunetin şüphesiz hareket olduğunu iddia ediyordu. Muammer de, alemdeki hiçbir şeyde hareket olmadığını, insanların “hareket” diye isimlendirdikleri her bir şeyin sükunet olduğunu iddia ederdi. Abbâd b. Süleyman şöyle derdi:

5

10

15

20

25

30

Page 523: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 523

ــכ ] ٧٨٤[ ــ ذ ــ ، و ــ ــ ا א ــ ــ ل ــ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ م ــ ــ رض ــ ا ــ أد ــא ، و ــ ــ وا ــאذ ا ل ــ ــ أن ا

ــ ــאر إ ــ ا م ــ ــ : إن ا ــ ــ ا ــ أ ــ ــ ا ــאل . و ــ ذ

ــ ــכ ا ــ أو ــ ــ כ وا ــ و ــ ، أ ــ ــ و ن כــ ــ

ا. ــ ا أ כــ ، و ــ ــ

ــ ] ٧٨٥[ ــ ــ أو أ א ــ ــא أ ــ رأى رؤ ــאم: إن ــ ا ــ ــ א ــאل و

ــאل . و ــ ــ ا ــכ ــ כאن ذ ــא ــא رأى כ ، כ ــ ــ ــ ء رأى ــ ــ أي أو أ

אن ــ ن כــ ــ ، و ــ ان ــ ــאم ا ــאل ا . و ــ اس ــ אن: ا ــ ــ ــאد

כــ כ ــ ــאر أ א ــאم ف ا ــ ل ــ ــאم ، وכאن ا ــ ــכאن وا ــ

ــ ــ ــ ا ــ إ א ن ا ــ ــאن ــ إ א أو ــא ــ إ اء כאن ا ــ א ــ ــ رأى

ن ــ ــ ــכ ا ــ ذ ــ ا ــכ ا ه ذ ــ ــ أ ــ כ ، ــ ا ــ ا ــ ــ ا

ا. ــ ا أ כــ ــ و ــ ــכ ا ــ ــ ــא، أ ــ أ ا

ــ ] ٧٨٦[ ــ ــ ــ ــא א ــא و ــ أ ــ ه ــ : و ــ ــ ــאل أ

، ــ ــ ــכ ــ ذي ــא א ــא ، ــ ــ ــ כ ــא و ــ ذכ ــ ا

ــ ا ــ ــ ا ــ و כא ــ و ــ ــא ا أن ــ ــ ــ ــ

، ــ ــאر ــ م ــ ا ــ ــ ا وإ ، ــ و ــ ــ و ــ و ــ

ــ ، وכאن ــ ــ ا ــ ــ ــ وأ ــ ــ وأ ن وإ ــ ــ ــא وأن

ــ ــ ا ــ ن ــכ وأن כ ــ ــ أ א ــ ا ء ــ ــ ن ــכ ــ أ

، ــ א ا ــ ء ــ ــ כــ ــ أ ــ ــ وכאن ــכ. ــ כــ ــ

ل: ــ אن ــ ــ ــאد وכאن ن، ــכ ــ כــ ــאس ا ــ ــא כ وأن

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 524: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi524

“Ümmet toplanıp birleştiğinde, barış tesis edildiğinde ve birbirlerine zul-metmediklerinde, işte o zaman ümmeti idare edecek ve yönetecek bir lide-re ihtiyaç olur. Eğer ümmet isyan eder, fırkalara ayrılır ve zulmederse, bir lidere ihtiyaç hissetmez.”Ebü’l-Huzeyl de şöyle derdi: “İnsan istitaatin var olduğu pozisyonda herhangi bir şey yapamaz; o ancak istitaatin gidişinden sonra onunla bir şey yapar. Muhalifleri onu, “İnsan yapabilme gücüne sa-hip olmadan yapabilir. İstitaat gücüne sahip olduğunda ise bir şey yapa-maz.” demeye mecbur ettiler. Ayrıca “Ölü, alemdeki her fiili işleyebilir.” demeye de zorladılar.

[787] Ebû Muhammed şöyle dedi: Mu‘tezilenin ahmaklıkları bunlar-dan daha fazladır. Dalâlete düşmekten Allah’a sığınırız.

Mürcie’nin Rezilliklerinin Açıklanması

[788] Ebû Muhammed şöyle dedi: Mürcie’nin gulâtı (aşırı gidenle-ri) iki gruptur; bunlardan biri “Kişi, -her ne kadar kalbiyle küfre inansa bile- dili ile ikrar etmesidir. Böyle yapan bir kimse, yüce Allah nezdinde mümindir, Allah’ın dostu ve cennet ehlindendir.” şeklinde söyleyen grup-tur. Bu, Muhammed b. Kerrâm es-Sicistânî542 ve arkadaşlarının görüşüdür. Onlar, Horasan ve Beyt-i Makdis’te bulunmaktadırlar. İkincisi ise, “İman, kalpteki inançtır; bir kimse -hiçbir baskı olmadan ( takiyye yapmaksızın)- diliyle küfrünü ilan etse, putlara ibadet etse veya İslâm ülkesinde yahudi-lere veya hıristiyanlara bağlansa; İslâm ülkesinde haça ibadet etse ve teslisi kabul ettiğini ilan etse ve bu inanç üzere ölse bile o mümindir, yüce Allah nezdinde imanı-ı kamil sahibi olup O’nun dostudur ve cennet ehlinden-dir.” şeklinde görüş beyan eden gruptur. Bu görüş, Ebû Muhriz Cehm b. Safvan543 es-Semerkandî’nin görüşüdür. Cehm, Benî Rasıb’ın azatlı kölesi olup Haris b. Süreyc et-Temîmî’nin Nasr b. Seyyâr’a karşı Horasan’da is-yan ettiği dönemde onun katibi olmuştur. Yine bu görüş, Ebu’l- Hasan Ali b. İsmail b. Ebu’l-Bişr el-Eş’arî544 el-Basrî ve taraftarlarının da görüşüdür. Cehmiyye Horasan’da, Eş’ariyye ise Bağdat ve Basra’da mevcuttur. Sonra Sakaliyye’de, Kayravan’da ve Endülüs’te güçlendiler. Daha sonra onların durumu zayıfladı. Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

5

10

15

20

25

30

Page 525: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 525

א ــ ــאم ــ إ ــ إ ــ א ــ ا א ــ ــ و ــ و ــ إذا ا إن ا

ل ــ ــ ا ــאم، وכאن أ ــ ا ــ ــ ا ت و ــ ــ و ن ــ ــא، و

ــא א ــ ذ א ــ א ــ ــא א وإ ــ ــאل ا ــ א ــ ــ ــאن إن ا

א ــ ــא إذا כאن א، وأ ــ כــ ــ ــ إذا ــא ــאن إ ــ أن ا ــ

. ــ א ــ ا ــ ــ כ ــ ، وإن ا ــ

ن.] ٧٨٧[ א ا ذ כ، و א أכ ذ א : و אل أ

ا

ن ] ٧٨٨[ ــ : ــ א ــ ا א ــא: ا ــאن أ א ــ ة ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ، و ــ א ــ ا ــ ــ ــ ــ כ ــ ا ــאن وأن ا א ل ــ ــאن ا

ــ ــ و א א وأ ــ ام ا ــ כــ ــ ا ل ــ ا ــ ، و ــ ــ ا ــ أ ، ــ ــ و

، وإن ــ א ــ ــאن ــ إن ا א ــ ا א : ا ــ א س وا ــ ــ ا ــאن و ا

ــ دار ــ ا ــ أو ا د م ا ــ ــאن أو و ــ ا ، و ــ ــ ــא ــ כ ــ ا أ

ــ ــכ ــ ذ ــאت م، و ــ ــ دار ا ــ ــ ا ــ وأ ــ ا م، و ــ ا

ا ــ ، و ــ ــ ا ــ أ ، ــ ــ و ــ ، و ــ ــ و ــ ا ــאن ــ ا ، כא ــ

ــאرث ــ ا ــ כא ــ را ــ ي ــ ان ا ــ ــ ــ ا ز ــ ــ ل أ ــ

ــ ــ ا ل أ ــ ــאن، و ا אر ــ ــ ــ ا ــ ــ א ــאم ، أ ــ ــ ا ــ

ــ ــא ا ــא. א ي وأ ــ ي ا ــ ــ ا ــ ا ــ أ א ــ ــ إ ــ

ــ ق ــ ــ ــ א ــ ة، ــ اد وا ــ ا ــ כא ــ ــא ا ــאن، وأ ا

. ــ א ــ رب ا . وا ــ ــ رق أ ، ــ א وان و ــ وا

٥

١٠

١٥

Page 526: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi526

[789] Cehmiyye’nin rezillik ve alçaklıklarından birisi de şu sözleridir: “Allah’ın ilmi muhdes ve mahluktur. Yüce Allah, bir şeyi, kendi ile bileceği bir ilmi zatında yaratıncaya kadar onu bilemez.” Onların kudret konusunda-ki görüşleri de böyledir. Yine Cehm şöyle demiştir: “Cennet ve cehennemin her ikisi de, içindekilerle birlikte yok olacaktır.” Bu, Kur’ân ve Allah Resu-lünden (s.a.) gelen haberlere ve müslümanların kesin olan icmasına aykırıdır.

[790] Bazı Kerramîler, münafıkların cennet ehlinden olan müminler olduklarını söylediler. Muhammed b. Îsâ es-Sufî el–İlbirî, Meriyye545 şeh-rinde bunu ortaya attı. Sözleri, tecsim ve diğer görüşler konusunda onla-rın mezhebini takip ettiğine delalet ediyordu. O, dünyadan az faydalanan, züht sahibi ve çok ibadet eden, güzel konuşan, azı isabetli çoğu hatalı söz söyleyen bir vaizdi. Onu bir kere gördüm ve şöyle dediğini duydum: “Hz. Peygamber’in (s.a.) malından zekat vermesi gerekmiyordu. Çünkü o, köle (abd) bir nebi olmayı seçmişti. Kölenin de zekâtı yoktur. Bundan dolayı o, ne miras almış ne de miras bırakmıştır.” Ben, halkın huzurunda oldu-ğu için haksız yere olay çıkarmalarından ve çirkin sözler söylemelerinden korktuğumdan ona muaraza etmekten geri durdum. Hem benimle birlikte Yahya b. Abdülkebir b. Vakid’in dışında kimse yoktu. Ben ve arkadaşım, onun sözlerini duymak için kimliğimizi gizleyip onu dinledik. Onun bana ulaşan rezilliklerinden biri, Yüce Allah’ın mahlukatından dilediğine hulul etmesini kabul etmesidir. Fakih Ebû Ahmed el-Meafirî, Ebû Ali el-Makar-rî’den -ki o mezkur Muhammed b. Îsâ’nın damadıydı- nakletmek suretiyle bunu ve bunun dışındaki diğer hususları bana haber vermiştir. Dalâlete düşmekten Allah’a sığınırız.

[791] Kerramiyye’den bir grup, münafıkların cehennem ehlinden olup müşrik müminler olduklarını söylemiştir. Yine onlardan bir grup, “Her kim Allah’a iman eder ve Hz. Peygamber’i (s.a.) inkar ederse, o aynı zamanda hem mümin hem de kâfirdir; ne mutlak manada mümindir ne de mutlak olarak kâfirdir.” şeklinde demiştir. Mürcie’nin büyüklerinden olan Mukâtil b. Süleyman546, “İman ile birlikte olunca küçük veya büyük olsun günah asla zarar vermez. Şirk ile birlikte de iyilik asla fayda vermez.” demiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 527: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 527

ث ] ٧٨٩[ ــ ــ א ــ ا ن ــ : ــ ــ ــ و ــ ا א ــ

ــכ ، وכ ــ ــ ــא ــ ث ــ ــ أ א ــ ــ כــ ــ ــ א ــ ق، وأ ــ

ا ــ ــא، و ــ ــ כ ــאن، و ــאر ــ وا ــא إن ا ــאل أ رة، و ــ ــ ا ــ

ــ ــאع أ ف إ ــ ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ א آن وا ــ ف ا ــ

. ــ م ا ــ ا

ــ ] ٧٩٠[ ــ أ ، و ــ ــ ا ــ أ ن ــ ن: ــ א : ا ــ ا כ ــ ا ــאل و

ــ ــ أ ل ــ ــ א ــ أ ي، وכא ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ا ــ א ــכ ذ

ــא ــא ــא وا ــ ا ــ ــכא א ه، وכאن ــ ــ و ــ ا ــ ــ

ــ ا ــ ل: إن ا ــ ــ ة و ــ ــ ، رأ ــ ــ ا اب כ ــ ــ ا ارا ــ

ــ زכאة ا، وا ــ ــא ن כــ ــאر أن ــ ا ــאل، ــ زכאة ــ כאن ــ و

، ــ ــ ــ כא א ــ אر ــ ــכ رث و ورث، ــ ــ ــכ ، و ــ

ــ כ ــ ا ــ ــ ــ إ ــ أ כــ ــ ، و ــ א א ــ ــ و ــ

ــא: ــ ــ ــ ، و ــ ــ כ ــ כ ــ ــ ــא و ــ أ ــ أ ، כ ــ ــ وا

ي ــ א ــ ا ــ ا ــ أ ا أ ــ ــ ــ ، أ ــ ــ ــאء ــא ل ا ــ ل ــ ا

ــא، ا أ ــ ــ ر، و כــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ي وכאن ــ ــ ا ــ ــ أ

ل. ــ ــ ا ــא ذ ــ

ــ ] ٧٩١[ ن כ ــ ن ــ ن ــ א ا : ــ ا כ ا ــ ــ א ــ א و

ا ــ ــ א ــ وכ ــא ــ آ ــ ــא: أ ــ ــ א ــ א و ــאر، ا ــ أ

ا ــ כא و ق ــ ا ــ ــא ــ ــא، ــ כא ــ ــ ــ و ــ

ــ ــ ا ــאر כ ــ وכאن אن ــ ــ ــ א ــאل و ق. ــ ا ــ

، ــ أ ــ ك ــ ا ــ ــ و ، ــ أ ــ أو ــ ــ ــאن ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 528: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi528

İşte bu Mukâtil, Cehm ile aynı zaman diliminde Horasan’da bulunmuş ve tecsim konusunda Cehm’e muhalefet etmiştir. Cehm ise, yüce Allah’ın ne “şey” ne de “lâ-şey” olduğunu, çünkü Allah Teâlâ’nın her şeyin yaratıcısı olduğunu, dolayısıyla “şey”in ancak mahluk olacağını söylerdi. Mukâtil ise, Allah’ın insan suretinde olup cisim, et ve kandan olduğunu söylerdi.

[792] Kerramiyye, peygamberlerin -sadece tebliğde yalan söylemeleri durumu hariç, çünkü onlar bundan masumdurlar- büyük günahları ve bü-tün masiyetleri işlemelerinin mümkün olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Eş’arilerin liderlerinden olan Süleyman b. Halef el Baci, Mürcie’den olup da “Tebliğ konusunda nebilerin ve resullerin (s.a.) de yalan söylemeleri mümkündür.” diyen kimselerin bulunduğunu bana bildirmiştir.

[793] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bunların tamamının düpedüz küfür olduğunu söylemiştir. Muhammed b. el Hasen b. Fûrek547 el- Eş’arî onların şöyle dediklerini nakletmiştir: “Yüce Allah, yaptığı şeylerin tamamını kendi zatında yapar ve o, sadece kendi zatı kalıncaya kadar -tıpkı yaratmadan ön-ceki halde olduğu gibi- mahlukatının tamamını yok etmeye muktedir değil-dir.” Yine onlar şöyle dediler: “Allah’ın kelâmı, ezeli ve ebedi olan seslerin, harflerin ve hecelerin tamamının bir araya gelmesidir.” Ayrıca onlar “Allah Teâlâ, yaptığından başkasına güç yetiremez” dediler. Ve yine onlar, “O (Allah Teâlâ), hareketli olup beyaz renklidir.” dediler. Mücie fırkası mensuplarının, “Allah Teâlâ, cisimleri yok ettikten sonra onları iade etmeye muktedir değil-dir. Fakat onların benzerini yaratmaya kadirdir.” şeklinde dedikleri belirtil-miştir. Mürcie’nin ahmaklıklarından biri de, aynı zaman diliminde iki ya da daha fazla devlet başkanının olmasını mümkün görmeleridir.

[794] Eş’ariyye’ye gelince, onlar şöyle dediler: “Müslüman olduğunu izhar eden birinin yüce Allah’a ve resulüne olabilecek en kötü ifadelerle sövse ve ne takiyye ne de hikâye tarzı olmaksızın diliyle Allah’ı ve elçisini yalanladığını ilan etse, sonra da bunu din edindiğini kabul etse, bunda küfürden herhangi bir şey yoktur. Sonra da onlar, müslümanların tama-mının kendilerine karşı çıkmalarından korkarak “Fakat bu durum, onun kalbinde küfür olduğuna delildir.” dediler. Bunun üzerine biz de onlara “Bu delilin söz konusu anlama delalet ettiğinin doğruluğuna kesin olarak inanıyor musunuz?” diye sorduk. Onlar da “Hayır” dediler.

5

10

15

20

25

30

Page 529: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 529

ــ ــ ا ــ א ، وכאن ــ ــ وا ــ و ــאن ا ــ ــ ا ــ ــ א وכאن

ــ א ــ א ــ ء، ــ ــא ــ أ א، و ــ ــ א ــ ا ل ــ ــ ،כאن

ــ ــ ودم ــ و ل: إن ا ــ ــ א ق. وכאن ــ ء إ ــ ــ ء ــ כ

ــאن. رة ا ــ

ب ] ٧٩٢[ כ ــא ا א ــא ــ כ א ــ ا א ــ כ ز ــ ــאء : ا ــ ا כ ــ ا א و

ــ ــ ــ و א ــ ا ــ אن ــ ــ . وذכــ ــ ن ــ ــ ــ غ ــ ــ ا

ــ ــ א ــא غ أ ــ ــ ا ب כــ ــא: إن ا ل أ ــ ــ ــ ، أن ــ روءس ا

م. ــ ــ ا ــ ــאء وا ا

ــ ] ٧٩٣[ ــ ا ــ ــ ــ وذכــ ــ ا כ ــ : وכ ــ ــ ــאل أ

ــ ، وأ ــ ــ ذا ــ ــא ــ כ ــ א ن: إن ا ــ ــ ي أ ــ رك ا ــ ــ

ــא: ا أ ــ א ، و ــ ــ أن ــא כאن ه، כ ــ ــ و ــ ــ ــ כ ــאء ــ إ ر ــ

ال، ــ ل و ــ ــ ا ــ ــא أ ــ כ ــאء و وف ــ ات و ــ ــ أ א م ا إن כ

ن. ــ ــ ا ك أ ــ ــ ــא إ ا أ ــ א ، و ــ ــא ــ ــ ر ا ــ ــא: ا أ ــ א و

כــ ــא ــ ــאم ــאدة ا ــ إ ر ــ ــ א ــ ن: إ ــ ــ ــ أ وذכــ

ــ ــ ــ وأכ א ن إ ون כــ ــ ــ ــ أ א א ــ ــא. و ــ ــ أن ر ــ

. ــ ــ وا و

ــ ] ٧٩٤[ ــ و א م ــ ــ ا ــ أ ــ ا: إن ــ א ــ ــא ا وأ

، ــ כא ــ و ــ ــאن א ــא ــ כ ن ا ــ ، وإ ــ ــ ا ن כــ ــא ــ

ــ ــ أ ــאدرة ا ــ ــ ا، ــ ــכ כ ــ ذ ء ــ ــ ــכ ــ ــ ار ــ وا

ــ ن ــ ــ و ــא ا. ــ ــ כ ــ ــ أن ــ ــ د כ ا: ــ א ــ م ــ ا

. ا: ــ א ــ ا ا ــ ــ ــא دل

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 530: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi530

[795] Eş’ariyye şöyle dedi: İblis küfre düşmüştür, sonra bunu Âdem’e (s.a.) secde konusunda Allah’a isyan etmek suretiyle ilan etmiştir. İblis, o zamandan beri, Allah Teâlâ’nın hak olduğunu, kendisini ateşten yarattı-ğını, Âdem’i toprak ve çamurdan yarattığını, sonra da Allah’ın kendisine Âdem’e secdeyi emrettiğini ve bundan sonrada Âdem’i hürmete değer kıl-dığını asla kabul etmedi. Yine Eş’arilerin tamamı, İblis’in Diriliş Gününe kadar kendisine müsaade edilmesini Allah’tan asla istemediği görüşünde-dirler. Bunun üzerine biz de onlara “Sizlere yazıklar olsun! Şüphesiz ki bu Yüce Allah’ı ve Elçisini (s.a.) yalanlamak ve Kur’ân’ı reddetmektir.” dedik. Onlar da bize “ İblis bütün bunları, bilgisizce ve inanmadan yanılarak ve hafife alarak söylemiştir.” dediler. Bu ise Râfizîlerin ğaliyye grubunun kü-fürlerinden sonra, küfrün en çirkini ve en saçma olanıdır. Sonra onlar, “ İblis, Âdem’e secdeyi terk etmek ve Âdem’den daha hayırlı olduğunu söy-lemekle Allah’a isyan ettiğinden dolayı kâfir olmamıştır. Ancak o, kalbinde olanı reddetmek suretiyle kâfir olmuştur.”

[796] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, Kur’ân’a terstir ve kahinlik yapmaktır. Bunun doğruluğunu ancak İblis’in nefsi olarak kendisiyle konuştuğu kimse bilebilir. Şeyhe göre o, konuştuğu hususlarda güveni-lir değildir. Eş’ariler yine şöyle dediler: Firavun, Mûsâ’nın bu mucizeleri (âyetler) yüce Allah nezdinden bir hakikat olarak getirdiğini asla bilme-di. Hz. Peygamber’in (s.a.) yaşadığı dönemdeki yahudi ve hıristiyanlar da Hz. Muhammed’in (s.a.) gerçekten Allah’ın elçisi olduğunu, Tevrat’ta ve İncil’de yazılı bulunduğunu bilmediler. Onlardan bunu bilip gizleyen ve küfrünü beyanda devam eden, Hayber için Nebi (a.s.) ile savaşan Ben-i Kurayza ve diğerleri, yüce Allah yanında mümindirler, cennet ehli olup Allah’ın dostlarıdırlar.”

[797] Bunun üzerine onlara şöyle dedik: Size yazıklar olsun! Bu, yüce Allah’ı yalanlamaktır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Onu yanların-daki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı olarak bulurlar’’ 548; “Onu çocuklarını tanı-dıkları gibi tanırlar.’’ 549; “Şüphesiz onlar seni yalanlamıyorlar...”

550 On-lar da bize, “Bunun manası, onlar yanlarında manasını anlamadık-ları ve ne olduğunu idrak etmedikleri yazılmış bir hat bulmalarıdır.

5

10

15

20

25

30

Page 531: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 531

ــ ] ٧٩٥[ ــ א ــאن ا ــ ــ أ ــ ــ כ ــ : إن إ ــ ــ ا א و

، ــ ــ א ف أن ا ــ ــ ــ ــ ــ ن إ ــ م، ــ ــ ا دم د ــ ا

ه ــ ف أن ا أ ــ ، و ــ اب و ــ ــ ــ آدم ــ ــאر، و أ ــ ــ ــ و أ

ــ ــ م آدم. و ــ أن ا כــ ا ــ ــ ف ــ ــ و ــא دم د ــ א

כــ ــ و ــא ، ــ م ا ــ ــ ه إ ــ ــ أن ل ا ــ ــ ــ : إن إ ــ

ــא: ا ــ א آن ــ ، ورد ــ ــ و ــ ا ــ ، و ــ ــ و ــ כ ا ــ إن

ــ ا أ ــ ــאد، כאن ــ و ا ــ א ــ ــא אز ــכ ــאل כ ذ ــא ــ إ إن إ

ــ ا ــ כ ــ ــ ا: إن إ ــ א ، و ــ ا ــ ا ــ א ــ ا ــ כ ده ــ ــ وأ כ

ــ א ــ ا ــ ــא כ ــ وإ ــ ــא ــ آدم أ ــ دم و د ــ ك ا ــ ــ

. ــ ــ כאن

ــ ] ٧٩٦[ ــ إ ف ــ ــ כ آن، و ــ ف ــ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ א ا . و ث ــ ــא ــ ــ ــ ــ أن ا ، ــ ــ ــ ــ إ ــ

ــא، ــ ا ــ ــאت ــכ ا ــאء ــא ــ إ ــ أن ف ــ ــ ن ــ ــא: إن أ

ا ــ ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ا ــ ــ כא ــאرى ا د وا ــ وأن ا

ــ ب ــ כ ــ ا أ ــ ــא، و ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ا ر ــ ــ أن

، ــ כ ن ا ــ ــ إ ــאدى ــ و ــ وכ ــכ ف ذ ــ ــ ، وأن ــ راة وا ــ ا

ا ــ ــ כא ــ ، و ــ ــ ــ ــ و ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا אر و

. ــ ــ ا ــ أ ــאء ، أو ــ ــ و ــ ا ــ

]٧٩٧ [ א כ و ل ﴿ כ و إذ ا כ : و א

ــכ﴾. כ ــ ﴾ و ﴿ ــ אء ن أ ــ ــא כ ــ ﴿ ﴾ ــ راة وا ــ ــ ا

، א אه، و دروا ا א כ א وا ا أ و א ا א

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 532: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi532

Evet, sadece onun suretini bildiler ve insanın komşusunu bilmesi gibi onun Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib olduğunu idrak ettiler.” şeklinde cevap verdiler. Bu açık bir küfür, Allah Teâlâ’nın kelâmını yerin-den oynatan bir tahrif, duyuların verilerini inkar, ahmaklık ve zorunluluğu reddetmektir.

[798] Biz, bu mel’un söylemin sahiplerinin reddedilmesini, “el-Yakîn fi’n-nakzi ale’l-mulhidîn el-muhteccîn an İblîs el-Laîn ve sâiri’l-kâfirîn” adlı kitabımızda detaylarıyla açıkladık. Bu eserde biz, Kayrevan halkından olup onların büyüklerinden olan ve adı İtâf b. Dunas olan bir adamın bu görü-şün başarısı için telif ettiği kitaptaki sözlerini detaylı bir şekilde inceledik.

[799] Eş’arîlerin liderleri olan el- Eş’arî’nin icâzü’l-Kur’ân konusunda iki görüşü vardır. Bunların ilki, müslümanların dediği gibi, Kur’ân’ın naz-mı mucizdir. Diğeri ise, yüce Allah’tan asla ayrı olmayan, ezeli olup gayr-i mahluk olan muciz kelâmdır. Bu kelâm bize indirilmemiştir ve biz onu asla işitmedik; onu ne Cebrail ne de Hz. Muhammed (s.a.) işitmiştir. Mus-haflarda okunan ve Kur’ân olarak dinlediğimiz kelâma gelince, o muciz değildir, bilakis onun benzerine güç yetirilebilir.” İşte bu görüş gerçek bir küfür, yüce Allah’a ve bütün müslümanlara muhalefettir. Eş’arîlerin önde gelenlerinden Muhammed b. et-Teyyîb el-Bakıllânî551, “Allah Teâlâ’nın on beş sıfatı vardır, bunların tamamı yüce Allah ile birlikte kadîm ve ezelidir. Yine onların tamamı yüce Allah’ın dışında ve O’ndan farklıdır. Yüce Allah da onların dışında ve onlardan farklı olduğu halde, bu sıfatların her biri diğerinden ayrı ve farklıdır.” demiştir.

[800] Ebû Muhammed şöyle dedi: Allah’a yemin olsun ki bu söz, hı-ristiyanların sözünden daha büyük; küfür ve şirke girmekte onlardan daha ileridir. Çünkü hıristiyanlar, Allah ile birlikte kendisinin üçüncüsü olduğu iki kadîm varlık kabul ederler. Bunlar ise, yüce Allah ile birlikte on beş kadim varlık kabul ederler ki Allah Teâlâ bunların on altıncısıdır. Nite-kim el- Eş’arî, “el-Mecalis” diye bilinen kitabında, Allah Teâlâ ile birlikte ve O’nun dışında, Allah’ın ezeli olması gibi ezeli olan varlıkların bulunduğu-nu açıklamıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 533: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 533

ــא ــ כ ــ ا ــ ــ ا ا ــ ــ ــ ، ودروا أ ــ ــ ر ا ــ ــ و

ــ ــ א م ا ــכ ــא ــאردا أو ا ــ ا כ ــ ــכאن ــ ــאره ــאن ف ا ــ

ورة. ــ ــא ــ ود א ، و ــ ة ــ כא ، و ــ ا

ــ ] ٧٩٨[ ــא ر ــאب ــ כ ــ ــ ا א ه ا ــ ــ ــ أ د ــ ــא ا ــ و

ــא ــ و ــ ا ــ إ ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ا ــ ــאب ا כ

ــ ــאف ــ وان، ا ــ ــ ا ــ أ ــ אر ــ כ ــ م ر ــ כ ــא ــ כא ا

. ــ א ه ا ــ ــ ــ ــ ــאب أ ــ כ ــאس دو

ل ] ٧٩٩[ ــ ــא ــא : כ ن أ ــ آن ــ ــאز ا ــ إ ي ــ ــ ا وכאن

ــ ــאرق ا ــ ي ــ ــ ا ــ ا ــא ــ إ ، وا ــ ــ ا ــ ن: إ ــ ا

ــ ، و ــ אه ــ ــא و ل إ ــ ق، و أ ــ ــ ل ــ ــ ي ــ ــ وا ــ و

ــ ، و ــ א ــ ا أ ــ ي ــ ــא ا . وأ ــ م ــ ــא ا ــ ــ و

ف ــ ــ و ــ ا כ ــ ، و ــ ــ ور ــ ــ ا ــ ــ آن، ــ ــ ا

: ــ א ــ ا ــ ا ــ ــ ــ و ــאل כ م، و ــ ــ ا ــ أ ــ و א

ــ ا ــא ، وכ ــ א ــ ا ل ــ ــ ــ ــא ، כ ــ ــ ــ ــ א إن

א وأن ا ــא ف ــ ــא، و ى ــ ــ ا ــ ة ــ ، وכ وا ــ א ف ــ و

. ــ ــ و ــ א

ــ ] ٨٠٠[ כ ــ ا ــ ــאرى، وأد ل ا ــ ــ ــ ا وا أ ــ : ــ ــ ــאل أ

ا ء ــ ــא، و א ــ ــ ــ إ ا א ــ ا ا ــ ــ ــאرى ن ا ك ــ وا

ــ א ــ כ ي ــ ح ا ــ ــ . و ــ ــ ــאدس ــ ا ــ ــ ــ א ــ

ل. ــ ــ ــא ل כ ــ ــ اه، ــ אء ــ ــ أ א ــ ا ن ــ ــ א א وف ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 534: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi534

[801] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu açıkça tevhidi iptal etmek-tir. Onları bu büyük sapkınlığa götüren sebep, Allah’ın ilminin, kudre-tinin, izzetinin ve kelâmının ancak bu lanetli yolla ispat edilebileceğini sanmalarıdır. Bundan Allah’a sığınırız. Aksine bu sıfatların hepsi gerçektir, yaratılmamıştır ve ezelidir. Söz konusu sıfatlardan herhangi birisi Allah’ın dışında değildir ve bunlardan herhangi birisinin Allah Teâlâ olduğu da söy-lenilemez. Çünkü bu, yüce ve ulu olan Allah’a ait bir isimlendirmedir ve Onu isimlendirmek ancak nas ile câiz olur. Bununla ilgili sözü bu eserimi-zin başında detaylı bir şekilde ele almıştık. Âlemlerin rabbine hamdolsun.

[802] Biz burada onlardan nefret edilmesini, müslümanlardan tecrü-besiz olanların onlarla dostluk kurmasını ve bozuk sözleri hakkında hüs-nü-zan beslemelerini engellemek için bid‘at ehlinin rezilliklerini ortaya koyduk. Onlardan bazılarına şöyle dedim; “Sizler, yüce Allah ile birlikte hepsi ondan ayrı ve hepsi de ezeli olan on beş sıfatının var olduğunu söyle-diğinize göre, Tanrının üçün üçüncüsü olduğunu iddia eden hıristiyanları niçin reddettiniz?” Bunun üzerine onlar bana, “Bizim onları reddetmemiz, yüce Allah ile birlikte sadece iki varlığı kabul etmeleri, bunları artırmama-larından dolayıdır.” dediler. Yine onlardan biri bana, “Allah” diye söylediği-miz yüce Allah’ın ismi, sıfatsız olarak sadece zatına değil, bütün sıfatlarıyla birlikte yüce yaratıcının zatını ifade eden bir ibaredir.” dedi. O zaman ben-de ona, “Allah’a ibadet eder misin, etmez misin? diye sordum. Bana “Evet” diye cevap verdi. Ben de ona, “O zaman sen, kendi ikrarınla, yaratıcıya (halik) ve onun dışında olup onunla birlikte olanlara ibadet ediyorsun. Bu da sana yeter!” dedim. Bunun üzerine o, nefret dolu bakışlarla bana, “Bundan Allah’a sığınırım. Bir olan yaratıcıdan başkasına ibadet etmem.” dedi. Ben de “O zaman sen, kendi ikrarınla, yüce Allah’ın isimlendirildiği bazı sıfatlara ibadet ediyorsun.” dedim. Yine nefretle “Bundan da Allah’a sığınırım. Ben bu meselede böyle kalacağım.” dedi.

[803] Eş’arîlerin kadim liderlerinden olan Abdullah b. Kül-lâb el Basrî552, “Yüce Allah’ın sıfatları ne bâkî, ne fânî, ne ka-dîm ne de hâdistir. Fakat onlar, ezeli ve gayrı mahluktur.” demiş-tir. İşte bu, Allah Teâlâ’nın kadîm ve bakî olduğunu açıklaması ile birliktedir. Eş’arîlerin ahmaklıklarından biri de şu görüşleridir:

5

10

15

20

25

30

Page 535: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 535

ا ] ٨٠١[ ــ ــ ــ ــא ، وإ ــ ــ ــאل ا ا إ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ه ــ ــ إ ــ ــ وכ ــ و ر ــ و א ــ ا ــאت ــ أن إ ل ــ ا

ــ ق و ــ ــ ل ــ ــ ــ ــכ ــ כ ذ ا ــ ــ ــאذ ا ، و ــ ــ ا ا

ه ــ ن ، ــ א ــ ا ــכ ــ ذ ء ــ ــ ــאل ، و ــ א ــ ا ــכ ــ ذ ء ــ

ــ ا، ــ ــ م ــכ ــא ا ــ ــ و ز إ ــ ــ ، و ــ ــ و ــ ــ

. ــ א ــ رب ا ا، وا ــ ــא ا ر د ــ

ــ ] ٨٠٢[ ــאر ــא א ــ وإ ا ــ ع ــ ــ ا ــ أ ــא א ــא ــא إ

ــ ــ ــ . و ــ א ــ ا כ ــ ــ ا ــ ، و ــ ــ ــ ا ــ ا

ي ــ ــא ا ل ــ ــ ــא ه، وכ ــ ــא ــ כ ة ــ ــ ــ א ــ ا ــ إن إذا

ــ إذ ــא כ ــא أ : إ ــ ا ــ א ؟ ــ ــ א ا إن ا ــ א ــאرى إذ ــ ا ــ כ أ

ــ א ــ ا ــ ا ــ ــאل ــ . و ــ ــ أכ ا ــ ــ ــ و ــ ــ ا ــ

ــ א ــ دون ــ ذا ، ــ א ــ ــאري و ــ ذات ا ــ ــאرة ــא ا ــ و

ــ א ارك ا ــ ــ إذا ــא : ــ ــ ــ : ــ ــאل ؟ ــ ا أم ــ أ ــ

ه. ــ ــ و א ــ إ ا ــא أ ا ــ ــ ــאذ ا ــאل: ة. و ــ ــ ــכ כ ــ ه ــ و

ــאذ ا ــאل ى، و ــ ــ أ ــ ا ــ ــא ــ ارك ــ ــ إذا ــא : ــ ــ

. ــ ه ا ــ ــ ــ ــא وا ا، وأ ــ ــ

ي إن ] ٨٠٣[ ــ ب ا ــ כ ــ ــ ــ ا : ــ ــ و ــ ــ ــאل و

ــ ل ــ ــ ــא כ ــ ــ و ــ و א ــ و א ــ ــ א ــאت ا

: ــ ــ ــאت ا א ــ אق.و ــ ن ا ــ ــ ــ ا ــ ، ــ

٥

١٠

١٥

Page 536: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi536

“İnsanların ne ma’dum, ne mevcut, ne malum, ne meçhul, ne mahluk, ne gayri mahluk, ne ezelî, ne muhdes, ne hak ne de batıl olan halleri (ahval) ve manaları vardır. Bu da, âlimin kendisine ait bir bilgi ile bilmesi ve var olan her şeyin varlığından dolayı var olanın varlığıdır.” İşte bu, onlardan kesin olarak işittiğim ve kitaplarında gördüğüm bir durumdur. Ahmaklık-ta bundan ötesi var mıdır? Sabit fikirli ve psikolojik rahatsızlığı olan bir kimse bundan daha fazlasını söyleyebilir mi?

[804] Eş’arîlerin büyüklerinden olan Süleyman b. Halef el-Bâcî553, bir toplantı ortamında bu meseleyi benimle tartıştı. Ben ona, şöyle dedim: Bu, bize göre halkın “Üzüm ne çardaktandır ne de bağdan.” demesi gibidir. Onların saçmalıklarından birisi de “Hak, hakikatten farklıdır.” şeklindeki sözleridir. Doğrusu bunu hangi dilde buldular? Yahut hangi şeriatta var-da oradan aldılar? Veyahut hangi tabiatta buldular da oradan elde ettiler? bilmiyoruz. Bunun üzerine onlar, “Küfür hakikattir, hak değildir.” dediler. Ben de şöyle dedim: Tam aksine, onun varlığı haktır; manası da ne hak ne de hakikat olan batıldır.” Eş’arîlerin tamamı, yüce Allah’ın sıfatlarını zatında taşıyıcı olduğunu söylediler. Nitekim bu görüş, Musul Kadısı Ebû Ca‘fer es- Simnânî el-Mekfûf ’un görüşüdür. Simnânî, yaşadığımız bu dö-nemde, Bakıllânî’nin taraftarlarından en önemlisi ve Eş’arîlerin önde ge-lenidir. İşte bu Simnânî, “Her kim yüce Allah’ı, zatında kendi sıfatlarını taşıdığından dolayı cisim diye isimlendirirse, manada isabet etmiş ancak isimlendirmede hata etmiş olur.” demiştir. Yine o, “Yüce Allah, cevher ve cisimlerin var olması gibi, vücut, kendi başına var olma ve zatıyla var olan kendisiyle kaim sıfatlara sahip olma hususunda alemle müşterektir. Nite-kim bunlar, bu sıfatlarla vasıflanan varlıklarda sabit olmuştur.” demiştir. İşte bu Simnânî’nin görüşünün kelime kelime ifade edilmesidir.

[805] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah’ın âlemle müşterek ol-duğunu söylemesi bakımından bu bid‘atçi cahilin, halis mülhidin söyle-diklerinden daha ilerisini Müşebbihe fırkasının gulâtından olan herhangi bir kimseden bile bilmiyorum. Böyle bir şeyden yüce Allah’ı tenzih ede-riz. Simnânî, Eşâriyye’nin önde gelen âlimlerinden naklederek şöyle dedi:

5

10

15

20

25

30

Page 537: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 537

ــ و ــ و دة و ــ ــ و و ــ א و ا ــ ــאس أ إن

ــ ــ ــ و א ــ و ــ و ــ و ــ و أز ــ و ــ و

ــ אه ــ ــ ا أ ــ . ــ ــא وه כ ــ ــ ا د ا ــ ــא وو ــ ن ــ ــ א ا

س ــ כــ ا ــ ا؟ و ــ ــ ــ ــ أכ ــ ا ــ ، ــ ــ כ ــאه ــא، ورأ ا؟ ــ ــ ــ כ ــ ــ أن وا

ــ ] ٨٠٤[ ــ ه ا ــ ــ ــ ــ כ א ــ ا ــ אن ــ ــ אور ــ و

ــ م و ــ כــ ــ ــא ــ א ل ا ــ ــא ا כ ــ : ــ ــ ــ א ــ

وا ــ ــ و ــ أي ري ــ ــ و ــ ا ــ : إن ا ــ ــ ــ ، و ــ دا

ــ ــ כ ا: إن ا ــ א ــ وا ــ ــ ــ أي ع وارد أم ــ ــ أي ا، أم ــ

ــ و ــ א ــאه ، و ــ ــ ــ ده ــ ــ و ــ כ ، و ــ ــ و

ــ ــ ل أ ــ ــ ا ــ ، و ــ ــ ذا ــ א ــ א ، إن ا ــ ا כ ــ א . و ــ

ــ م ا ــ ــ א ــאب ا ــ أ ــ أכ ــ و ــ ا א ف و ــ כ א ا ــ ا

ــ ــ أ א ــ ــ א ــ ا ــ ــא إن א أ ــ ا ا ــ ــאل: ا. و ــ ــא ــ و

ــאل . و ــ ــ ــ ا ــ ــ وأ ــאب ا ــ أ ــ ــ ذا ــ א ــ א ــ أ

ــאم ــ כ ــ א ــ د، و ــ ــ ا ــ א ــאرك ا ــ א : إن ا א ــ ا ا ــ

ــכ ــ ذ ــא ، כ ــ ا دة ــ ــ ــ א ــאت ــ ذو ــ أ ــאم، و ــ وا ا ا

م ــ כ ا ــ ــ ا ــ و א ــאم ا ــ أ ــ ــאت، ه ا ــ ف ــ ــ ــא

ــא. ــא א ــ ا

أن ] ٨٠٥[ ــ م ــ أ ــ ا ة ــ ــ ا ــ أ ــ أ ــא : ــ ــ أ ــאل

ــ א ا أن ــ ر ــ ا ــ ا ــ א ا ع. ــ ا ا ــ ــ أ ــא ــ

: ــ ــ ا ــ ــ א ــ ــאل ا ا. و ــ ــ ــא א ، ــ א ــאرك

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 538: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi538

Allah Resulünün (s.a.) “Allah, Âdem’i kendi suretinde yaratmıştır.” meâ-lindeki sözünün manası, Âdem’in hayat, ilim, kudret ve kemal sıfatlarını kendisinde toplaması bakımından Rahman’ın sıfatı üzere olmasıdır. Nite-kim yüce Allah, melekleri kendi zatına secde ettirdiği gibi, onları Âdem’e de secde ettirmiştir. Yüce Allah’ın bütün bunlar yetkisi olduğu gibi, Âdem’e de kendi zürriyetine emretme ve yasaklama yetkisini vermiştir.

[806] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu, Simnânî’nin kelâmının harf harf ifade edilmesidir. Şüphesiz bu açık bir küfür ve bariz bir şirktir. Zira o, kemal sıfatlarının ikisinde birleşmesi açısından Âdem’in Rahman’ın sıfatı üzere olduğunu açıklamıştır. Böylece yüce Allah ve Âdem, ona göre, kemal sıfatlarının kendilerinde birleştiği birbirine benzeyen iki misaldir. Sonra o, bu utanç ile yetinmedi, bir de meleklerin Âdem’e secde etmesinin onların yüce Allah’a secde etmeleri gibi olduğunu açıkladı. Allah bundan münezzehtir. Çünkü meleklerin Allah Teâlâ’ya secde etmeleri, yaratıcıları-na ibadet kastıyla secde etmeleridir. Âdem’e secde etmeleri ise, - Ya‘kûb’un oğlu Yûsuf ’a (s.a.) secde etmesi gibi,- selam, hürmet, saygı ve bununla ona ikram anlamında bir secdedir. Sonra lanet olasıca (laîn), Allah Teâlâda olduğu gibi, onun da zürriyeti üzerine emir ve nehiy verdiğini açıklayarak küfrünü, küfürle arttırdı. Hıristiyanların Mesih konusundaki şirki gibi, bu da gizlenmesi mümkün olmayan bir şirktir. Bunların arasında bir fark yoktur. Allahtan afiyet dileriz.

[807] Bu Simnânî şöyle dedi: “Hocalarının mezhebine göre onlar, -ister kadîm isterse muhdes olsun- bir şeyi emretmenin, emredenin muradının olduğuna delalet etmeyeceğini ve nehyedilen şeyin de onun mekruh oldu-ğuna işaret etmeyeceğini söylerler.” İşte bu onun kelâmının bizzat kendisi-dir. Bu ise, İslâm’a, icmaya ve makule muhalefet ve açıkça şunu demektir: “Yüce Allah bizden namazı, zekâtı, haccı, orucu, cihadı ve şahitlik etmeyi emrettiğinde burada yüce Allah’ın bunlardan herhangi birisini murat etti-ğini gösteren bir delil yoktur. Aynı şekilde yüce Allah küfrü, zinayı, günah işlemeyi, hırsızlığı, haksız yere insan öldürmeyi yasaklamıştır. Bunlar da yüce Allah’ın bunlardan herhangi birinden hoşlanmadığına delil değildir.” Sözlerin içinde bundan daha çirkin ve kokuşmuş bir söz yoktur.

5

10

15

20

25

30

Page 539: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 539

ــ ــא ــ إ ر ــ ــ آدم ــ إن ا ــ و ــ ا ــ ل ا ــ ــ إن

ــ ، وأ ــ ــאل כ ــאت ا ــאع ار وإ ــ ، وا ــ ــאة وا ــ ا ، ــ ــ ا

ــא כאن ، כ ــ ــ ذر ــ ــ وا ــ ا ــ ، و ــ ــ ــא أ ، כ ــ כ ــ

ــכ. ــ כ ذ א

ك ] ٨٠٦[ ــ ، و ــ ــ ا כ ــ ــא، و ــא ــ ــ כ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــא ــא. ــאل כ ــאت ا ــאع ــ ا ــ ــ ا ــ ن آدم ــ ح ــ اح، إذ ــ

ــ ــ ــ ــא. ــאل כ ــאت ا ــאع ــ ا אن ــ ن ــ ه ــ ــ وآدم א

ــא א ، و ــ و د ــ دم כ כــ د ا ــ ن ــ ح ــ ــ ءة ــ ه ا ــ

د ــ ، و ــ א ــ א ــאدة ود د ــ ــ א כــ د ا ــ ن ا ــ ــ

ب ــ د ــ ــכ כ ــ ام دم، وإכــ ــ ــ ــ و م و ــ د ــ دم

ــ א ــ أن ا ــ ــ כ ا ــ ــ כ ــ زاد ا . ــ م ــ ــא ا ــ ــ

، ــ ــאء ك ــ ا ــ ــכ، و ــ ذ א ــא כאن ، כ ــ ــ ذر ــ ــ وا ــ ا ــ

. ــ א ــ ا א ل ا ــ ق. و ــ ــ و ــ ا ــאرى ك ا ــ כ

ء ] ٨٠٧[ ــ א ن إن ا ــ ــ ــ أ ــ : إن א ــ ا ا ــ ــאل و

א، و כ ــ כ ــ ل ا ــ ــא، و ــא כאن أو ــ ادا ــ ــ ــ כ دال

ن ا ــ ــ ل، و ــ ــאع وا م وا ــ ف ا ــ ا ــ ، و ــ ــ כ ا ــ

ــ م. ــ אدة ا ــ ــאد و ــאم وا ــ وا כאة وا ــ ة وا ــ א ــא ــ إذا أ א

ــ ــא وا ــ وا כ ــ ا ــ ــכ وإذ ــ ذ א ــ ــ ــ ــ أ ــ ــכ د ــ ذ

ــא ــכ، و ــ ذ א ــ ه כــ ــ ــ أ ــ ــכ د ــ ذ ــא، ــ ــ ا ، و ــ وا

ل. ــ ا ا ــ ــ ــ ال أ ــ ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 540: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi540

[808] Yine bu Simnânî şöyle dedi: Allah Teâlâ’nın ilminin bütün ilim-lere muhalif olduğunu ve kudretinin bütün kudretlere muhalif olduğunu kabul etmek doğru değildir. Çünkü bunların hepsi, kudret ve ilim ile ala-kalı söz ve tanımımıza dahildir. Bu da onun sözünün özüdür. Bu durum, yüce Allah’ın ilim ve kudretini bizim ilim ve kudretimiz türünden olduğu-nu kabul etmelerinin beyanıdır. Zira ona göre durum bu şekildedir. Bizim ilmimiz ve kudretimiz ise bizde var olan mahluk iki arazdır. Bu durumda yüce Allah’ın ilim ve kudretinin O’nda mevcut mahluk iki araz olması zorunlu olarak gereklidir. Zira ezeli olan bir şeyin mahluk ve muhdesle birlikte bulunma, aynı tanım ve aynı tür içinde olması imkânsızdır.

[809] Bu Simnânî ve Muhammed b. Fûrek, adının “el-Usul” olduğu-nu zannettiğim kitaptaki sözlerinin başında “Tanımlar, ne kadimde ne de hâdiste değişir.” diye açıklamışlardır. Onlar bunu, yüce Allah’ın ilminin ta-nımlanması konusunda, ilim tanımlamasının, Allah’ın ilmini ve insanların ilmini içine alan bir sıfat olması manasından dolayı söylemişlerdir. İşte bu, yüce Allah’ın zatının, ilminin ve kudretinin bizimle aynı sınırlara mahkum edilmesine dair onlardan gelen bir açıklamadır. Bu söz, gerçekte onların lideri olan Cehm’in sözünden daha kötü ve yeryüzünde Müşebbihe fırka-sına mensup olanların tamamının sözünden daha açık ve ileridir.

[810] Bu Simnânî, yüce Allah’tan ve onun yaratması olması bakımından âlim, kadir ve mürit olanın bu sıfatların onun için mümkün olmasından dolayı değil, bunlarla vasıflandırılmış olmasından dolayı bunlara muhtaç ol-duğunu açıklamıştır. İşte bu onun kelâmının özetidir. Bu da, herhangi bir zorlamaya ve yoruma gerek kalmaksızın yüce Allah’ın sıfatlara muhtaç oldu-ğunu açıklamaktır. -Allah, bu sersemin dile getirdiği küfürden münezzehtir.- Bu söz, herhangi bir kimsenin ulaştığını bilmediğimiz bir küfürdür.

[811] Yine bu Simnânî, yüce Allah’ın hayy ve âlim olduğunda, bura-daki durum (hal) görünür (şahit) ve görünmez (gaib) alemde değişmedik-çe hayat, ilim, kudret ve irade ile vasıflandırılmış olduğunu açıklamıştır. İşte bu onun sözünün özetidir. Bu söz de, yüce Allah’ın bir hali olduğunu ve mahlukatının bu konuda ona muhalefet etmediğine dair açıklamadır.

5

10

15

20

25

30

Page 541: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 541

ــ ] ٨٠٨[ א ــ א ــ ا ن ــ ل ــ ــ ا ــ א إ ــ ا ا ــ ــאل و

ــא ــ ــ ــא دا ــא כ ــא، ر כ ــ ــ א ــ ر ــא و أن م כ ــ

ــ א ــ ا ــ أن ن د ــ ــאن ا ــ ــ و ــ כ ا ــ م. ــ رة وا ــ ــא وو

ــא ــאن ــא ر ــא و ه ــ ــכ ــ כ ــא. وإذا ا ر ــא و ع ــ ــ ــ ر و

ــאن، إذ ــ ا ــאن ــ ر ــ و א ــ ا ورة أن ــ ــ ــאن،

. ــ ع وا ــ ــ و ــ وا ــ ق ــ ث ا ــ ــ ا ل ــ ــ ــא ع ــ ــ و ــ ا

ــ ] ٨٠٩[ ــ ر כ ــ ــ رك ــ ــ ــ ــ ا ــ ، و א ــ ا ا ــ ــ و

ــ ــכ ا ذ ــ א ث، ــ ــ و ــ ــ ود ــ ل: أن ا ــ ــ ا ــאب أ כ

ــ ا ــא ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ א ــ ا ــ ــ כ

ــ ــא ــ ود وا ــ ــ א ــ أن ا ــ ــ ا ــ ــאس. و م ا ــ ــ و א

ــ ، وأ ــ ــ ا ــ ــ ل ــ ــ ــ ــ ، و ــ ر ــ و ــ ود و ــ ا

رض. ــ ا ــ ل כ ــ ــ

ــ ] ٨١٠[ א ــ ا ــ ــאدر وا ــ وا א ــ أن ا א ــ ا ا ــ ــ و

. ــ ــא از ــא ــא ــ כ ــאت، ه ا ــ ــ ــא إ א ــא כאن ، إ ــ و

ــ ــ כ ــ א ن ا ــ ، ــ و ــ و כ ــ ــ ــ ا ــ ، و ــ ــ כ ا ــ

. ــ ا ــ ري أن أ ــ ــא ــ ا כ ــ ــאت، و ــ ا ــאج إ ــ ر ا ا ــ

ــא، כאن ] ٨١١[ ـ א ــא ــא כאن ــ א ــ أن ا ــא א أ ــ ا ا ــ ــ و

א כ ا אل ذ رادة ا رة وا אة وا وا א א

א א א א ا أن ا ا כ و ، א وا

٥

١٠

١٥

Page 542: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi542

Bilakis o ve onlar ( Eş’ariler) bu konuda eşittirler. Ayrıca Simnânî şunu da açıklamıştır: Yüce Allah’ın alim ve kadir olmasında O’na ait zorunlu sıfatlar olduğuna göre, onda bulunan hayat sıfatı açısından söz konusu sı-fatların gerekliliğine dair bir fayda sağlamaz. Nitekim yüce Allah’ın alim ve kadir olmasını zorunlu kılan hususlar kudret ve ilimden müstağni olmasını gerektirmez.

[812] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu, yüce Allah’ın kendisi dı-şındaki bir şeyden müstağni olmadığına dair açık bir ifadedir. Çünkü on-lara göre sıfatlar yüce Allah’ın dışındadırlar. Onlara göre Allah Teâlâ söz konusu sıfatlardan müstağni değildir. -Allah bundan münezzehtir.- Allah müstağni olmadığına göre, bu durumda o bunlara muhtaçtır. Yahudiler de aynı şekilde Allah’ın muhtaç (fakir) olduğunu söylemişlerdir. -Allah böyle bir şeyden münezzehtir.- Bilakis Allah Teâlâ, kendisi dışındaki varlıkların tamamından müstağnidir ve kendisi dışındaki her şey O’na muhtaçtır. Simnânî şöyle dedi: Şayet birisi, “ Neccâr ve Cahiz’in söylediği gibi, Yüce Allah’ın, zatından dolayı mürit olmasını niçin reddettiniz?” derse, ona şöy-le cevap verilir: Gerçek anlamda mürit, kendisine ait bir iradenin olmasın-dan ya da iradenin varlığından uzak olamayacağı halde, söz konusu kişinin bir irade ile mürit olan yaratılmışlardan birisi olması bakımından daha ön-ceden zikrettiklerimiz sebebiyle bunu reddettik. Bu iki durumun hangisi olursa olsun bu konuda gaibin şahide eşit olması zorunludur.

[813] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu, bu cahile göre, yüce Al-lah’ın mahlukatı ile eşit olduğuna dair açık bir beyandır. Bu ise, Müces-simeye mensup herkesin sözünden daha büyük bir küfürdür. Çünkü bu mel’un fırkadan önce, mücessimeye mensup herhangi bir kimse, yüce Al-lah’ın mahlukatıyla eşit olduğunu asla söylememiştir. Sonra onların, yüce Allah’ın gaib olup şahit olmadığına kesin bir şekilde inanmaları tuhaftır. Allah bundan müstesnadır. Bilakis O, bizimle birliktedir ve bize şah da-marımızdan daha yakındır. Nitekim yüce Allah’ın akıllarda hazır olup gaib olmadığını söylemesi böyledir. Bâkıllanî, isimlendirme açısından yüce Al-lah’ta mevcut olan bir şeyi, -Allah Teâlâ bununla kendisini isimlendirmedi-ği ve şeriatta da bunu men eden bir şey gelmediği halde-, O’na isim olarak vermenin mümkün olduğunu söylemiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 543: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 543

ــאت ا ــ כא إذا ــ أ ــ א ــ ا ا ــ ــ و اء ــ ــא ــ و ــ ــ

ــ ــ ــא ــ ــ ــא ــ و ــאدرا ـــא א ــ ــ כ ــ א ــ ا ا

ــ ــאدرا ـــא א ــ ــ כ ــא ــאه ــ ــא ، כ ــ ــאة ــ ا ــא

. ــ وا رة ــ ا

ــ ] ٨١٢[ ــ ــ ــ א ــ أن ا ــ ــ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــ א ، وا ــ א ه ــ ــ ــ ــאت ن ا ه ــ ــ ء ــ

د ــ ــ ا א ا כــ ــא ــ إ ــ ــא ــא כــ ــ ، وإذا ــ ا א ــא ــ

ــ ــ دو اه وכ ــ ــא ــ ــ ــ ا ــ ا ــ ــ ــ ا א ــ إن ا

ا ــ ن ا כــ ــ أن כ ــ أ ــ א ــאل א إن ــ ــאل ا . و ــ א ــ ــ إ

ه، ــא ذכــ ــא ــכ ــא ذ כ ــ أ ــ ؟ ــ א ــאر وا ــ ا א ــא ــ ــ

ــ ــ ــ ا ن כــ ــ أن رادة، و ــ ــ ــ ــ ا ــ ا ــ أن ا

ــאواة ــ ــ כאن و ، وأي ا ــ رادة د ا ــ ا و ــ ــ رادة أو כ ــ ا

ــאب. ا ا ــ ــ ــא ــ ا א ا

ــ ] ٨١٣[ ــ א ا ــאواة ــ ــ ــ ا ــ و : ــ ــ أ ــאل

ــ ن ــ כ ل ــ ــ ــ כ ا ــ ــ أ ا ــ و . ــ א ا ا ــ ــ

ــ ــאو ــ א ن ا ــ ل ــ ــ ا ــ ــ ــ م أ ــ ــ ــ ا

ــ ــ א ــ ــ و ن ا ــ ــ ــ ــ ا . ــ ــ ا ه ا ــ ــ

ــא ، כ ــ ر ــ ا ــ ــא ب إ ــ ــ أ ــא و ــ ــ ا ــ ــ ــא א ــא و

ــ ــ ــא و : ــ א ــאل ا . و ــ א ــ ل ــ ــ ا ــ א ــ ــ إ ــ و ــאل

ــא ــ ــכ ــ ــ ــ وإن ــא ز إ ــ ــ אت ــ ــ ا ــ א ا

ــכ. ــ ذ ــ ع ــ د ــ ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 544: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi544

[814] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu, “Yüce Allah’ın isimleri konusunda ilhada düşmekle birlikte O’nda mevcut olan manalar vardır. Çünkü Yüce Allah’ın kendi zatını isimlendirmediği şeylerle O’nu isimlen-dirmek câizdir.” şeklinde Bâkıllânî’den gelen bir açıklamadır. Allah Teâlâ bundan münezzehtir. Nitekim Eş’arilerin tamamı, yüce Allah’ın bir kelâ-mının olduğunu ve birden çok kelâmının olmadığını söylediler.

[815] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu söz, Kur’ân’a muhalefet etti-ğinden dolayı açık bir küfür ve yüce Allah’ı “De ki: “Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave etsek (denizle-re deniz katsak); Rabbimin sözleri tükenmeden önce denizler tükenirdi.”

554 meâlindeki sözünden dolayı yalanlamaktır. Zira yüce Allah şöyle buyurur: “Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah’ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez.”

555 Bu âyetlerle birlikte onların “Yüce Allah’ın sadece bir kelâmı vardır.” şeklindeki sözleri, akledemeyen ahmak birisinin sözüdür. Bununla şer’î bir delil ikame edilemez, zihinde tasavvur edilemez ve akıl da onu gerekli görmez. Böylesi bir söz, sadece açık bir hezeyandır. Onlara, “Size göre Kur’ân ya Allah’ın kelâmıdır ya da değildir.” diye sorulur. Onlar, “Kur’ân, Allah’ın kelâmı de-ğildir.” derlerse, bu durumda onlar kısa yoldan küfre düşmüş olurlar. Allah onları meşakkatlerinden kurtarsın. Eğer onlar, “Kur’ân Allah’ın kelâmıdır ve o yüz on dört sûredir, Kur’ân’ın içinde altı bin küsur âyet vardır, müslü-manlara göre onun her bir sûresi diğerlerinden farklıdır; her bir âyeti diğer-lerinin dışındadır.” derlerse, bu durumda bu gerizekalılar nasıl olur da yüce Allah’ın tek bir kelâmının olduğunu söylerler? Bu, açık bir küfür ve bariz bir saçmalık değil midir? Dalâlete düşmekten Allah’a sığınırız.

[816] Eş’arilerin tamamı şöyle demiştir: “ Cebrail, Kur’ân’ı Hz. Mu-hammed’in (s.a.) kalbine indirmemiştir. Ancak ve ancak Cebrail, Hz. Muhammed’e Kur’ân’dan ibaret olan başka bir şeyi indirmiştir. Kur’ân, ancak mecazi olarak bizim elimizdedir. Bizim mushaflarda gördüğümüz, Kur’ân olarak işittiğimiz, namazlarda okuduğumuz ve gönüllerde ezberle-yip muhafaza ettiğimiz şey elbette Kur’ân değildir ve elbette yüce Allah’ın kelâmından bir şey değildir. Bilakis o başka bir şeydir. Yüce Allah’ın kelâmı O’nun zatından ayrılmaz.”

5

10

15

20

25

30

Page 545: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 545

ــ ] ٨١٤[ א ــ ا ــ ــ א ــא א ــ أن ــ ــ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ا א ، ــ ــ ــ و ــ ــ ــ ــא ــ ــאز ، إذ א ــ ــ أ ــאد ــ ا

ــ ــ ، و ــ م وا ــ إ כ ــ ــ א : إن ا ــ ا כ ــ א ا. و ــ ا כ ــ ا ــ ــ

ة. ــ ــאت כ כ

ــ ] ٨١٥[ ــ و ــ כ آن، و ــ ــ ا د ــ ــ ا כ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــאت כ ــ أن ــ ــ ا ــ ــ ــאت ر כ ادا ــ ــ כאن ا ــ ــ ﴿: ــ

ة ــ ــ رض ــ ا ــא أ ــ : ﴿و ــ א ل ــ دا﴾ وإذ ــ ــ ــא ــ ــ و ر

ــ ــ ــ أن ﴾ ــאت ا ت כ ــ ــא ــ أ ــ ه ــ ــ ه ــ ــ م وا ــ أ

ــכ ــ و ــאن ــ م ــ ــ و ــ ل أ ــ ، ــ م وا ــ إ כ א

آن ــ ــ ا : ــ ــאل ــ و ــאن ــ ــא ، إ ــ ــ ــ و א ــ

م ــ כ ــ ا: ــ א ن ــ . ــ א م ا ــ כ ــ ــ أو א م ا ــ כ ــ أ ــ

ــ א م ا ــ כ ا ــ א . وإن ــ ــ א ــ ا ب وכ ــ ــ وا و ــ ــ כ א ا

ــא رة ــ ــ כ ــ و ف آ ــ آ ــא رة ــ ــ ــ رة وأر ــ ــ א آن ــ א

כــ ء ا ــ ل ــ ــ כ ى، ــ ــ ا ــ ى وכ آ ــ ــ ا م ــ ــ ا ــ أ

ذ ــ ، و ــ ــ ا ــאرد وا ــ ا כ ــ ا ا ــ ــא . أ ــ م وا ــ إ כ א ــ ــ أ

ل. ــ ــ ا ــא

ــ ] ٨١٦[ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ل ــ ــ آن ــ ــ إن ا ا כ ــ א و

آن ــ م ا وأن ا ــ כ ــאرة ــ ا ــ ء آ ــ ــ ل ــ ــא م. وإ ــ ة وا ــ ا

ــ ــ ــ و א ــ ا ى ــ ي ــ ــאز، وأن ا ا ا ــ ــ ــ إ ــא أ ــ

ــ ء ــ ، و ــ آن أ ــ ــ ا ــ ور ــ ــ ا ــ ة، و ــ ــ ا أ ــ اء و ــ ا

. ــ ــ و ــאرق ذات ا ــ א م ا ، وأن כ ــ ء آ ــ ــ ــ م ا أ כ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 546: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi546

[817] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu söz, en büyük küfürdür. Çün-kü yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Hayır, o (yalanlamakta oldukları kitap) şanı yüce bir Kur’ân’dır. O, korunmuş bir levhada ( Levh-i Mahfuz’da)dır.”

556, “Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh ( Cebrail) senin kalbine apa-çık Arapça bir dil ile indirmiştir.”

557, “Allah’ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı (zaman ver).”

558,”Bilakis o kendilerine ilim verilenlerin kalplerindeki apaçık âyetlerdir.”

559 Allah Resulü (s.a.) de, “Ben, Kur’ân’ı baş-kasından dinlemeyi severim.” “Onlar, tertemiz mükerrem meleklerle birlikte Kur’ân’ı okuyanlardır...” diye buyurmuştur. Yine Allah Resulü (s.a.), düş-man topraklarına Kur’ân’la (yani mushafla) seyahat edilmesini yasaklamış-tır. Müslümanların avamı ve havası, cahili ve âlimi, “Falan Kur’ân’ı hıfzetti; falan Kur’ân okudu; falan Kur’ân’ı sahifeye yazdı, “Biz filandan Kur’ân dinledik.” ve Allah’ın kelâmının ümmü’l-kitabın (Fâtiha’nın) başından Nas suresinin sonuna kadar mushafta olduğu hususunda icma etmişler-dir. Özet olarak Simnânî, Bâkıllanî ve diğer hocalarının şöyle dediklerini bildirmiştir: Hz. Peygamber (s.a.), yüce Allah’ın kendisine indirdiğini Al-lah’ın kelâmı olan Kur’ân diye isimlendirmiş, bunun da Allah’ın kelâmın-dan ibaret bir mana olduğunu, bu manadan Allah’ın emir ve yasaklarının anlaşıldığını söylemiştir.

[818] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onlara şöyle denilir: “Mushafta olan ve mihrapta okunup işitilen kitabın tamamı Kur’ân’dan ibarettir.” meâlindeki sözünüzle neyi kastettiğinizi bize haber verir misiniz? Acaba bu, sizden gelen cılız bir çarpıtma mıdır? Mushafta olan şeylerin tama-mı, sadece yüce Allah’ın dilediği manalardan ibaret midir? Öyle ki Allah Teâlâ bunlarla, namaz, oruç, iman ve benzerlerini; önceki ümmetlerin haberlerini, cennet ve cehennemin vasıflarını, dirilişi ve müslümanlar-dan herhangi bir kimsenin “Bu kelâm ile tabir olunanın asıl itibarıyla Allah’ın kelâmı olmadığı” hususunda farklı görüş beyan etmediği bu-nun dışındaki ifadelerle dinini açıklamayı dilemiştir. Çünkü cennetin ve cehennemin bizzat kendisi (zatı), namaz kılanın hareketleri, hacının ve oruçlunun ameli, Ad kavminin cesetleri ve Semud kavminin insan-ları gibi şeyler, ne Allah’ın kelâmıdır ne de Kur’ân’dır. Böylece Kur’ân’ın ve Allah’ın kelâmının -herhangi bir şüphe kalmaksızın- sadece işitilen ibare, okunan kelâm ve mushaflara yazılan hat olduğu sabit olmuştur.

5

10

15

20

25

30

Page 547: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 547

]٨١٧ [ ــ ــ ــאل: ﴿ ــ א ن ا ــ כ ــ ا ــ أ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــכ﴾ ــ ۞ وح ا ــ ا ــ ل ــ ﴿ : ــ א ــאل ظ﴾ و ــ ح ــ ــ ۞ آن ــ ــ ــאت ــאت آ ــ ــ ﴿ : ــ א ــאل ﴾ و م ا כ ــ ــ ه ــ ﴿ : ــ א ــאل و

ــ أن ــ أ : إ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאل ر ﴾ و ــ ا ا ــ أو ــ ور ا ــ

ة ــ ــ ا آن ــ أ ا ــ ي ــ م: ا ــ ــ ا ــאل آن. و ــ ــ ا ي ــ ــ ــ أ

ــ و وا ــ ــ أرض ا آن إ ــ א ــא ــ أن ــ و ــ ا ــ رة. و ــ ام ا כــ ا

ن ــ ــ ل: ــ ــ ا ــ א ــ و א ــ و א ــ و ــ ا א ــאع إ

آن ــ א ا ــ ، و ــ ــ ا آن ــ ن ا ــ ــ آن، وכ ــ ن ا ــ أ ــ آن، و ــ ا

ــ ــ ــ آ آن إ ــ ــ أول أم ا ــ ــ ا ــא ــ א م ا ا כ ــ ن و ــ ــ

ــ ــ ا إن ا ــ א ــ ــ و א ــא إن ا א أ ــ ــאل ا ــאس. و ب ا ــ ذ ــ أ

، ــ א م ا ــ כ آن، و ــ ــ ا ل ا ــ ــא أ ن ــ ل ــ ــ ا ــא أ ــ إ ــ و ا

. ــ ــ ه و ــ ــ أ ــ ــ ، وأ ــ א م ا ــ כ ــאرة ــ ــ أ ــ ــ ــא إ

ــ ] ٨١٨[ ــאب כ ا إن כــ ــ ــא و أ ــ ــאل و : ــ ــ أ ــאل

ــאذا آن ــ ــ ا ــאرة ــכ ــאرب כ ذ ــ ا ــ اءة ا ــ ــ وا ا

ــ ــ ا ــא ــ כ ــ و ــ כــ إ ا ــ ــ ــכ؟ و ن ــ

ــאم ة وا ــ ــ ا ــ ع د ــ ــ ــ א ــא ا ــ أراد ــ ا א ــ ــאرة إ

ــ ــ و ــאر وا ــ وا ــ ا ــא و ــ ا ــ ا אر ــכ، وأ ــ ذ ــאن و وا

م ــכ ــכ ا ــ ــ ــ أن ا ــ م أ ــ ــ ا ــ أ ــ ــא ــכ ذ

ــ כאت ا ــ ــאر و ــ وذات ا ن ذات ا ــ ــ أ א م ا ــ כ ــ

ــכ ــ ذ ء ــ ــ د ــ אص ــ ــאد وأ ــאم ــ وأ א ــ ا ــאج و ــ ا و

ــאرة م ا إ ا ــ כ آن و ــ ــ ا ــ ــ أن ــא آ ــ و א م ا כ

ــכ، ــ ــ ــ ا ب ــ כ ــ ا وء وا ــ م ا ــכ ، وا ــ ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 548: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi548

Zira bunun dışında bir ihtimal geriye kalmamıştır, ya da küfre düşüp “Kur’ân Hz. Peygamber’e indirilmiştir ve biz Allah’ın kelâmını işitiriz.” hu-susunda yüce Allah’ı ve O’nun elçisini yalanlamak gerekir. Böylece sizler, zayıflara, bütün müslümanların yanında Allah’ın kelâmı ve Kur’ân’ın oldu-ğuna inandırdınız. Halbuki o ne Kur’ân’dır ne de Allah’ın kelâmıdır. Sonra onlarla alay etmek suretiyle, hareket edenlerin hareketlerinin ve cennet ve cehennemin bizzat kendilerinin Allah’ın kelâmı ve Kur’ân olduğuna onları inandırdınız. Acaba müslümanların zayıflığıyla ve yüce Allah’ın âyetleriyle alay etme konusunda, bundan daha ilerisi var mıdır?

[819] Ali b. Hamza el Muradî es- Sakalî es-Sûfî, bana, mushafı ayakları ile çiğneyen bazı Eş’arileri gördüğünü haber verdi. Söz konusu şahıs, “Buna şaşırdın mı? dedi. Ben de ona, “Vay senin haline! İçinde Allah Teâlâ’nın kelâmı olduğu halde mushafa böyle mi yaparsın?” dedim. Bunun üzerine bana, ‘’Sana yazıklar olsun! Allah’a yemin ederim ki onda isten ve mürek-kepten başka bir şey yoktur. Onda Allah’ın kelâmından hiçbir şey yoktur’’ dedi ve bu manaya gelen bunun gibi sözler söyledi. Ebü’l-Merhâ b. Rezvâr el-Mısrî, Mısır halkından bazı güvenilir kimselerin hadis öğrencilerinden haber vermek suretiyle Eş’arilerden bir adamın ona sözlü olarak, Allah Teâlâ “Kul huve’llahu ahat ( De ki: Allah birdir, O samettir.) şeklinde de-diğini söyleyen bir kimseye binlerce lanet olsun, dediğini bana haber verdi.

[820] Ebû Muhammed şöyle dedi: Aksine “Yüce Allah bunu söyleme-miştir.” diyen kimseye peş peşe binlerce lanet olsun. Ayrıca bizim Allah’ın kelâmını duyduğumuzu, Allah’ın kelâmını okuduğumuzu, Allah’ın kelâ-mını ezberlediğimizi ve Allah’ın kelâmını yazdığımızı inkâr edene de peş peşe binlerce lanet olsun. Bu fırkanın bu konudaki sözleri, Allah’ı inkarda, Kur’ân’a ve Hz. Peygamber’e (a.s) muhalefette ve bu lanetli fırkanın ortaya çıkışından önceki bütün müslümanlara muhalefette son noktadır.

[821] Ebû Muhammed şöyle dedi: Eş’ariyye’nin tamamı, “Yüce Allah, yarattığı ya da ileride yaratacağı her şeye ezelde “ol” demiştir. Ancak varlıklar, olmaları (gereken) vakitte oldular.” şeklinde demiş-tir. Onların dile getirdikleri bu söz, yüce Allah’ı açıktan yalanlamaktır.

5

10

15

20

25

30

Page 549: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 549

ــ ا ل ا ــ ــ ر כ ، و ــ א ــ ا כ ــ و כ ــכ أو ا ــ ذ ــ ــ إذ

ــאء أن ــ ا و م ا ــ כ ــא ، وأ ــ ل ــ آن أ ــ ــ أن ا ــ ــ و

م ــ כ آن و ــ ــ ا ــ م ــ ــ ا ــ أ ــ آن ــ م ا وا ــ כ ي ــ

ــאر، ــ وذات ا ــ وذات ا כ כאت ا ــ כ أن א ــ א ــ ــ أو

ــ ــ ا ــ ل وا ــ ــ ا ــ آن، ــ ــ ا ، و ــ א م ا ــ כ

ا؟ ــ ــ ــ ــ أכ א ــאت ا ء ــ وا

ــ ] ٨١٩[ ــ رأى ــ أ ــ ا ادي ا ــ ة ا ــ ــ ــ ــ ــ أ و

ا כــ ــכ : و ــ ــ ــכ و ت ذ ــ כ ــאل: ــ ــ ــ ا ــ ا

אم ــ ــ إ ا ــא ــא ــכ و : و ــ ــאل . ــ א م ا ــ כ ــ و א ــ

ــ ــ أ ــ إ ــאه وכ ا ــ ي ــ ل ا ــ ــ ا ا ــ ــ ــ م ا ــא כ اد. وأ ــ وا

ــ أن ب ا ــ ــ ه ــ ــ أ ــ ــאت أ ــ ي أن ــ ــ رزوار ا ــ ا

، ا ــ ــ ا أ ــ ــאل: ل إن ا ــ ــ ــ ــא ــ ــאل ــ ــ ا ــ ر

. ــ ــ ، أ ــ ا

ــ ] ٨٢٠[ ــ أ ــא أ ــ ــ ــ و ل إن ا ــ ــ ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

، م ــ כ م ا و أ כ ــ م ا و ــ כ ــא כــ أ ــ ــ ى، و ــ ــ

ه ــ ــ ــ ه ا ــ ل ــ ن ــ ــ א ــ ا ى ــ ــ ــ ــ أ م ا أ ــ כ כ و

، ــ ــ و ــ ا ــ آن و ــ ــ א ، و ــ ــ و ــא ــ כ ــ ا א ــ ا

. ــ ــ ا א ه ا ــ وث ــ ــ م ــ ــ ا ــ أ ــ א و

ل ] ٨٢١[ ــ ــ ا إن ــא כ ــ ا ــ א و : ــ ــ أ ــאل

ــ אء ــ ا أن إ כــ ــ ا ــ ــ أو ــ ــא ــכ ــ א

ــ و ــ ف ــ כ ــ ــ כ ا ــ و ــא. כ ــ إ כــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 550: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi550

Zira Allah Teâlâ, “Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” de-mektir. O da hemen oluverir.”

560 şeklinde buyurur. Böylece yüce Allah, bir şeye, ancak onun olmasını dilediği zaman “ol” dediğini açıklamıştır. Belli bir varlığa/şeye “ol” dediğinde, söz konusu varlık/şey ol vakitte fasılasız bir şekilde olur. Çünkü bu, Kur’ân’ın nazil olduğu Arap lisanında “fa”nın (fe harfinin) gereğidir. Böylece onlar, alemin ezeli oluşunun gereği olarak yüce Allah’ı haberlerinin tamamında yalanlamak üzere birleştiler. Çünkü Allah Teâlâ ezelde “kün/ol” şeklinde emrettiğine göre, bu durumda tekvin de eze-lidir. Bu görüş, mutlak anlamda dehriliktir. Daha sonra Simnânî, birkaç satır aşağıda şöyle dedi: “Yüce Allah’ın “kün/ol” emrinden dolayı belli bir vakitte var olan şeyin söz konusu vakitte var olması zorunlu olsa idi, başkasının ona “kün/ol” demesinden dolayı da var olması zorunlu olurdu. Çünkü zorunlu-luk sıfatı, bu konuda, kadim ile muhdes arasında farklılık göstermez.”

[822] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu sözler, bu fasık ve mülhid kişinin sözlerinin tek tek açıklanmasıdır. Bu da düpedüz küfür ve gizliliği olmayan bir ahmaklıktır. Küfre gelince, eşyanın ortaya çıktığı zamanda ancak yüce Allah’ın ona “ol’’ demesinden dolayı var olduğunu geçersiz kılmak ve eşyanın Allah’ın ona “ol” demesinden dolayı var olma zama-nında var olmadığını kabul etmektir. Bu ise Allah Teâlâ’yı katıksız bir şe-kilde yalanlamak ve müslümanların icmasından çıkmak ve kendilerinden önce kıbleye durup namaz kılanların tamamından ayrılmaktır. Yine Sim-nânî’nin “Bu konudaki zorunluluk sıfatı, kadim ile muhdes arasında fark-lılık göstermez.” şeklindeki sözü, bu mel’ûn kelâmdaki açık küfürlerden biridir. Böylece o, yüce Allah ile mahlukatını denk kılmıştır.

[823] “Şayet yüce Allah’ın “kün/ol” emrinden dolayı varlıklar var olsa idi, başkasının ona “kün/ol” demesinden dolayı da var olması zo-runlu olurdu.” sözündeki ahmaklığa gelince, “Ey müslümanlar! Ah-maklık, aptallık ve hayasızlıkta, yüce Allah’ın olmasını irade ettiğinde bir şeye “ol” demesi ile insanlardan birinin ona “ol” demesini eşit gö-ren bir kimsenin sözünden daha aşırısı işitildi mi? Bu söz, Dehriy-ye’nin görüşünden daha çirkindir. Dalâlete düşmekten Allah’a sığınırız.

5

10

15

20

25

30

Page 551: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 551

ــ ــ أ א ــ ا ن﴾ כــ ــ כ ــ ل ــ א أن ــ ه إذا أراد ــ ــא أ ل: ﴿إ ــ إذ

ــ ــ ا ء ــ ــ כאن ا ــ כ ــאل ــ إذا ، وأ ــ כ ــ إ إذا أراد ء כ ــ ل ــ

ا ــ آن، ــ ل ا ــ ــא ــ ب ا ــ ــ ا ــ ــאء ــ ا ــ ا ــ ن ، ــ ــ

ــ إذا א ن ا ، ــ א ــ ا ــאب أز ــא إ ه ــ ــ ــ ــ و ــ ا כ ــ إ

ــ . ــ ــ ه د ــ ل و ــ ــ ــ כ ن ا ــ ــ ن כ כــ ــא ــ א ل ــ ــ כאن

ــ ي و ــ ــ ا ــ ا ــ ــא و د ــ ــ و ــ و ــ : ــ ــ أ א ــ ــאل ا

ــ ن ــ כــ ه ــ ل ــ ــ ــ ــ أن ــ כــ א ل ا ــ ــ ــ

ث. ــ ــ وا ــ ا ــכ ــ ذ ــ ــאء ا

ا ] ٨٢٢[ ــ ــא، و ــא ــ ــ ا א ا ا ــ م ــ כ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــאت و ــ ا אء ــ د ا ــ ــ أن و א ــ כ ــא ا ــא. أ ــאء ــ א ــ و ــ כ

ــ אء ــ ــ أن ا א ــא כــ وإ ــ א ل ا ــ ــ ت ــ ــא و ــא إ ت ــ ــ و ا

ف، ــ ــ א ــ כ ا ــ .و ــא כ ــ א ل ا ــ ــא د ــאن و ــ أ ــ

ــ כ ــ ا ، و ــ ــ ــ ا ــ إ ــ م وכ ــ ــ ا ــאع أ ــ إ وج ــ و

ــ ــכ ــ ذ ــאء ــ ا : إن ــ ن ــ م ا ــכ ا ا ــ ــ ــא ــ أ ا

. ــ ــ و א ــ ا ى ــ ث، ــ ــ وا ــ ا

ــא כــ ] ٨٢٣[ ــ א ل ا ــ ــ ــ أ אء ــ ت ا ــ ــ و : ــ ــ א ــא ا وأ

א ا وا א כ ه ل أن

כ و ء إذا أراد א כ ل ا ى ل אء أכ و ا

ل، ــ ــ ا ــא ذ ــ ، و ــ ل ا ــ ــ ــ ا أ ــ ؟ و ــאس כــ ــ ا ه ــ ل ــ

٥

١٠

١٥

Page 552: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi552

Dolayısıyla şayet hızlan (aşırılığa düşmek) olmasa idi, caddelerde taşlanan kimselerin lisanı bu ahmaklıkları ifade etmezdi. Bunlara benzeyen sözler, ancak alçak Ebû Hâşim el- Cübbâî’nin sözleridir. Şayet yüce Allah’ı bir isimle isimlendirmemiz -bu konuda bize izin verinceye kadar- bizim için câiz olmasa idi, bu konuda başkası ona müsaade edinceye kadar yüce Al-lah’ın kendisini isimlendirmesinin câiz olmaması gerekirdi.

[824] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şayet bu sözleri burnundan sü-mükler akan küçük bir çocuk söylemiş olsaydı bile kurtuluşundan ümit kesilirdi. Allah’a yemin olsun ki, şeytan bunlarla dilediği gibi oynamıştır. Hepimiz Allah’tan geldik ve hepimiz ona döneceğiz. Eş’ariyye’nin tamamı, “Allah, herhangi bir kimseye zülüm etmeye, yalan konuşmaya ve -bundan önce söyleyinceye kadar- “Mesih, tanrının oğludur.” sözünü söylemeye elbette muktedir değildir.” demişlerdir. Hıristiyanlar da, “Yüce Allah’ın -bunun öncesinde bunu söyleyinceye kadar- “ Üzeyir, tanrının oğludur.” demeye kudreti yoktur.” dediler. Yahudiler de şöyle dediler: “Yüce Allah’ın oyun ve eğlence edinme kudreti yoktur. O’nun çocuk edinmeye, nübüv-vet iddia eden bir yalancının elinde bir mucize göstermeye de asla kudreti yoktur. Eğer birisi ilahlık iddiasında bulunursa, o zaman yüce Allah onun elinden bir mucize göstermeye kadirdir. Ayrıca yüce Allah, imkânsız olan herhangi bir şeye, durumları/işleri hakikatlerinin dışına çıkarmaya ve bu-lundukları mahiyetlerini değiştirmeye de kadir değildir. Yine O, parçalana-mayan cüz’ü (atomu) kısımlara ayırmaya ve herhangi bir kimseyi tevhidin dışında bir şeye davet etmeye da kadir değildir.” İşte bunlar, yahudilerin sözlerinin özetidir ve inançlarının hakikatidir. Böylece onlar, yüce Allah’ı, aciz, gücü sonlu ve kudreti sınırlı olan; bir defasında muktedir olan, başka bir defasında güç yetiremeyen; bir şeyi yapmaya kudreti olan, başka bir şeyi yapmaya ise kudreti bulunmayan bir varlık yaptılar. Bu ise, noksanlık göstergesidir. Bununla birlikte yahudiler şöyle derler: Sihirbaz, varlıkları değiştirmeye, bir insanı dönüştürüp gerçek anlamda merkep yapmaya, ha-vada ve su üzerinde yürümeye güç yetirebilir. Onlara göre sihirbaz, yüce Allah’tan daha güçlüdür.

5

10

15

20

25

30

Page 553: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 553

ــ ــאرة א ف ــ ــ ــאن ك ــ ا ا ــ ــ ا ــא ن ــ ا ــ

ــ ــ ــ א ــ ا א ــ ل أ ــ م ا م إ כ ــכ ا ا ــ ــ ــא ارع، و ــ ا

ز ــ ــ أ ــכ ــ ذ ــא ذن ــ ــ ــ א ــ א ــ ا ــא أن ــ

ــכ. ــ ذ ه ــ ــ ذن ــ ــ ــ ــ أن

ــ ] ٨٢٤[ א ــ ــאن ــא א ــ ال ــ أ ه ــ و : ــ ــ أ ــאل

ــ ــא إ ــא وإ ــאء ــא ــ כ אن ــ ــ ا ــ ــא ، و ــ ــ ــ

و ، ــ أ ــ أ ــ ــ ر ــ ا إن ــא: כ ــ ا ــ א و ن. ــ را

ــכ. ــ ذ ل ــ ــ ــ ا ــ ا ل أن ا ــ ــ ب، و כــ ــ ا ر ــ

ــ ل ــ ــ ــ ا ــ ا ل ــ ــ أن ر ــ ــ ــאرى: وأ ــ ا א و

ــ أن ر ــ ــ ا، وأ ــ ــ ــ أن ر ــ ــ د،وأ ــ ا א ــכ و ذ

ــ اب ي כــ ــ ــ ة ــ ــאر ــ إ ــ ر أ ــ ــ ا، وأ ــ ــ و

ــ ات ــ ــאر ا ــ إ ــאدرا ــ א ــ כאن ا ــ ا ن اد ــ ة. ــ ا

ــ ر ــ ــ ا א ــ إ ــאل و ــ ا ء ــ ــ ر ــ ــ א ــ ، وأ ــ

ــ ــ ر أ ــ ــ א ــ ــא وأ א ــ ــאس ــ ا ــ ــא، و א

، ــ ــ ا ــ ا إ ــ ــ أ ــ أن أ، و ــ ي ــ ء ا ــ ــ ا أن

ة ــ ا ــ א ا ــ א ــ א ه ــ ، ــ ــ و ــ כ ــ ا ــ

ــ ر ــ ء و ــ ــ ر ــ ى، و ــ ر أ ــ ة و ــ ر ــ رة، ــ ود ا ــ

ــ ــ ر ــ ــא ن: إن ا ــ ا ــ ــ ــ ــ و ــ ا ه ــ . و ــ آ

ــ ــ ا ــ و ــ ا ــאرا ــ א ــא ــ إ ــ أن ــאن، و ا

. ــ א ــ ا ى ــ ــ أ ــא ــכאن ا ــאء ــ ا اء، و ــ ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 554: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi554

[825] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bunlar, müslüman halkın öfke-lenerek onları yok etmelerinden korktuklarından yüce Allah’ın güç yeti-remeyeceğini doğrudan açıklamaktan çekindiler ve “Allah, zikrettiğimiz şeylerden herhangi birisine muktedir olmakla vasıflandırılamaz.” dediler.

[826] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onlara bu konuda bir rahatlık yoktur ve onlara şöyle deriz: “Neden Allah Teâlâ’yı buna muktedir olmakla vasıflandıramayız? Yüce Allah’ın bütün bunlara kudreti olduğu ve bütün bunlara muktedir olduğundan dolayı mı? Yoksa buna güç yetiremediği için ve bütün bunlardan birine muktedir olmadığından mı? Aklın zorun-luluk kuralı sebebiyle bu ikisinden birinin olması kaçınılmazdır. İşte bura-da onların zayıf hileleri başarısız olmuştur. Böylece onların, Yüce Allah’ın muktedir olmadığına ve bunu yapmaya gücünün bulunmadığını kesin olarak kabul etmeleri gerekir. Zira onlar bunu açıkça ortaya koymuşlardır. Böylece aklın ve işitilen lisanın temel ilkeleri sebebiyle zorunlu olarak her iki ihtimale göre, bir şeyi yapmaya gücü bulunmayan bir kimsenin aciz ol-ması ve bir şeye kudreti olmayan bir kimsenin de acizlik ve zayıflık sıfatıyla anılması gerekir. Bu durumda zorunlu olarak onların, yüce Allah’ı acizlikle isimlendirmeleri ve O’nu aciz olarak vasıflandırmaları kaçınılmaz olur. İşte bu, kesin olarak onların mezhebinin hakikatidir. Ancak şu kadar var ki onlar, -eğer bunu açıklarlarsa- helak olmaktan korkarlar.

[827] Bu Bakıllanı, “Bir nebi ile peygamberlik iddiasında bulu-nan yalancı bir sihirbaz arasında, ortaya koydukları şeyler açısından te-haddînin (meydan okumanın) dışında -ki o da nebinin “Hadi! Benim yaptığım gibi yapan bir kimse gelsin!” şeklinde huzurundakilere söz söylemesidir- bir fark yoktur.” demiştir. Bu, katıksız bir şekilde pey-gamberliği geçersiz kılmaktır. Bâkıllanî, İbn Fûrek, sapıklık ve ceha-let ehlinden olup da bu ikisini takip edenler şöyle dediler: Elbette yüce Allah’ın isimleri yoktur. O’nun sadece bir ismi vardır, bunun dışın-da bir ismi yoktur. Yüce Allah “En güzel isimler Allah’ındır. O’na o gü-zel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanlarıbırakın.”

561 meâlindeki sözüyle, “En güzel isimler Allah’a aittir. O’nu isim-lendirme hususunda aşırılığa düşenleri bırakınız.” demeyi murat etmiştir.”

5

10

15

20

25

30

Page 555: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 555

ا ] ٨٢٥[ ــ م ــ א ــ م ــ ــ ا ــאدرة أ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ء ــ ــ رة ــ א ــ ا ا ــ א ر ــ ــ א ن ا ــ ا ــ ــ أن

ــא. ــא ذכ

ــ ] ٨٢٦[ ــ : و ــ ل ــ ــא ا ــ ــ ــ ــ : و را ــ ــ ــאل أ

ــ ــכ أم ــ כ ذ رة ــ ــ ــכ و ــ כ ذ ر ــ ــ ــכ؟ أ ــ ذ رة ــ א

ــא ــ أ ــ ــכ؟ و ــ ذ ء ــ ــ رة ــ ــ ــכ، و ــ כ ذ ر ــ

ر، ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ . و ــ ــ ا ــ ــא ــ و ورة ا ــ

ع ــ ــ و ول ا ــ ورة ــ א ا ــ ا ــ ــ ــכ وإذ ــ ذ ــ رة ــ ــ و

رة ــ ــ ، وأن ــ ــ א ــ ء ــ ــ ر ــ ــ ــאن أن ــא ــ כ ا

ق ــ ــ إ ورة ــ ــ ــ ــ ، ــ ــ ــ ــ وا ــ ا ء ــ ــ ــ

ــ ــא إ أ ــ ــ ا ــ ، و ــ א ــ ــ ــ وو א ــ ا ــ ــ ا ا

وه. ــ ار أن أ ــ ن ا ــ א

ــא ] ٨٢٧[ ــ اب ا כــ ــא ا ــ وا ــ ا ق ــ : ــ א ا ا ــ ــאل و

، ــ ــ כ ــ ــאت : ــ ــ ــ ل ا ــ ، و ــ ي ــ ــ إ ا ــא

ــ ــ ا ــ أ א א ــ رك وأ ــ ــ ــ وا א ــאل ا د. و ــ ة ــ ــאل ا إ ــ و

ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ وا ــ ا א ــ ــא ــ وإ אء أ ــ ــ أ א ــ ــ א وا

ون ــ ــ ــא وذروا ا ه ــ אد ــ אء ا ــ ا : ﴿و ــ א ل ا ــ ه، وأن ــ

ــ ون ــ ــ روا ا ــ ــ אت ا ــ ل: ا ــ ــא أراد أن ﴾ إ א ــ ــ أ

. א ــ ــ أ ون ــ ــ ــא وذروا ا ه ــ אد ــ אء ا ــ ــאل: ا . א ــ

٥

١٠

١٥

Page 556: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi556

Yine onlar şöyle dediler: “Allah Resulünün (s.a.) “Yüce Allah’ın, yüzden bir eksik, doksan dokuz ismi vardır.” şeklindeki sözü de böyledir. Hz. Peygam-ber, bu sözü ile “Allah’ın doksan dokuz isimlendirmesi olduğunu söyleme-yi murat etmiş ve “Doksan dokuz isim.” demiştir.”

[828] Ebû Muhammed şöyle dedi: Utanmazlığa, dini bozmaya ve yalanı kolaylaştırmaya dair delil getirme hususunda bundan daha ötesi yoktur. Bu iftirayı onlara yüce Allah’tan ve Onun Elçisinden (s.a.) haber verenin kim olduğunu keşke bilseydim. Yine onlar, yüce Allah’ın “En gü-zel isimler” demek suretiyle “En güzel isimlendirmeler’’ demek istediğini iddia ettiklerine göre, bunu neden dolayı yaptığını keşke bilseydim? Bunu dil sürçmesinden veya gafletten dolayı mı yapmıştır? Yoksa Allah, kulları-nı saptırmayı mı hedeflemiştir? Allah’a yemin olsun ki bir dördüncü ihti-male imkân yoktur. Bu kavmin ahlaksızlık, yıkım ve yüce Allah’a ve Hz. Peygamber’e (s.a.) açıktan korkusuzca yalan isnat etmede vardıkları yerin büyüklüğüne hayret etmelisiniz. Dalâlete düşmekten Allah’a sığınırız. Bu-nunla birlikte bu söz, kendilerinden önce kimsenin söylemediği bir sözdür. Nitekim onların tamamı, “ Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib, bu-gün Allah’ın resulü (s.a.) değildir. Fakat o, Allah’ın resulü idi.” demişlerdir.

[829] Ebû Muhammed şöyle dedi: Böylece onlar, yüce Allah’ın “Mu-hammed, Allah’ın elçisidir.”

562 âyetinin olduğu Kur’ân’ı yalanladılar. Aynı zamanda onlar, yüce Allah’ın müslümanlardan oluşan her topluluğa her gün ve her gece beş defa farz kıldığı ezanı ve kameti de yalanladırlar. On-lar, bütün müslümanların davetini de yalanladılar. Öyle ki müslümanların hepsi, kâfirlerin buna davet edilmesi ve cehennemden kurtuluşun ancak bununla olacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Yine onlar, “Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun elçisidir.” esasını ilan etmek üzere, sahabe-den itibaren onları takip eden iyisiyle ve günahkarıyla her tabakadaki müs-lümanların yaşadıkları asırların tamamını da yalanladılar. Onların bu lanet-li sözlerine göre müezzinlerin, namaz kılanların ve İslâm’a davet edenlerin “Muhammed, Allah’ın Resulüdür.” şeklindeki sözlerinde yalan söylemeleri gerekir ve onların “Muhammed Allah’ın resulü idi.” demeleri lazım gelir.

5

10

15

20

25

30

Page 557: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 557

ــ ــ و : إن ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ــכ ا: وכ ــ א

ــ ــאل ــ ــ و ــ ل ــ ــא أراد أن . وإ ــ ــ وا ــ א א ــ ا

א. ــ ا ــ و

אل ] ٨٢٨[ ــ ــ وا ــאد ا ــאء و ــ ا ــ ــאن ــ ا ــא : ــ ــ ــאل أ

ل ا ــ ــ ر ــ و א ــ ا ــ ــ أ ي ــ ــ ا. و ــ ــ ــ ب أכ כــ ا

ــ أراد أن א ا أن ا ــ ي إذ ز ــ ــ ــ ــכ ا ا ــ ــ ــ و ــ ا

ــ أم כ ــכ ا ــ ذ ء ــ ي ــ אء ا ــ ــאل ا ــ אت ا ــ ل ا ــ

ــ ــא ــ ا ــ ، ــ ــ را ــ وا إ ــאده. و ل ــ ــ ــ أم

ل ــ ــ ر ــאرا و ــ ــ و ــ ا ب כــ ــאر وا ــאر وا ــ ا م ــ ء ا ــ

ــא ل ــ ا ــ ــ أن ل، ــ ــ ا ــא ذ ــ ، و ــ ــ ر ــ ــ و ــ ا ا

ــ ــ ، ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ــ : إن ــ ا: כ ــ א . و ــ ــ أ ــ إ

. ل ا ــ ــ כאن ر כ م ــ ل ا ا ــ ر

]٨٢٩ [ ــ ﴿ ــ و ــ ا ل ــ ــ آن ــ ا ا ــ כ : ــ ــ أ ــאل

ــ ــ א ا ــא ا ــ ا ــ א ا ا ــ وכ ذان ا ا ــ وכ ﴾ ا ل ــ ر

ــ ة ــ د ا ــ وכ ، ــ ا ــ ــ א כ ــ ــ و م ــ כ ات ــ

ــאر إ ــ ا ــאة ــ ــ أ ــא و ــאر إ כ ــאء ا ــ د ا ــ ــ ا ــ ا ا

ــאق إ ــ ــ ــ ــ א ا ــ ــ ا ــאر أ ــ ا ــ وأכ ــא

ــ ، وو ل ا ــ ــ ر ــ إ ا ــ إ ن ــ ــ ا ــ א ــ و ، ــ

م ــ ا ــאة ود ن ــ وا ن ــ ذ ا ب כــ ــ أ ن ــ ا ا ــ ــ ــ

، ل ا ــ ــ כאن ر ا: ــ ــ أن ا ، وأن ا ل ا ــ ــ ر : ــ ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 558: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi558

Bu meseleden dolayı, Emîru’l-Müminin’in mevlası ve Horasan’ın yöneti-cisi olan Emir Mahmud b. Sebuktekin, Eş’arîlerin lideri olan İbn Fûrek’i öldürmüştür.563 Bundan dolayı Allah, Mahmud’u en güzel şekilde mükâ-fatlandırsın; İbn Furek’e, taraftarlarına ve tabilerine de lanet olsun.

[830] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onları bu açık küfre götüren se-bep, dalâletin ve İslâm’dan sıyrılıp çıkışın en uç notasında olan başka bir sözdür. O da şu görüşleridir: “Ruhlar, yok olan arazlardır; iki vakitte baki değillerdir. Çünkü şu anda her birimizin ruhu, bir an önce sahip olduğu ruhundan farklıdır. Her birimiz zaman açısından her bir saat içinde binler-ce ruh değiştirmektedir. Nefes, teneffüs yoluyla vücudumuza soğuk olarak girdikten sonra sıcak bir şekilde çıkan bu havadır. İnsan öldüğünde ruhu son bulur ve yok olur. Ne Hz. Muhammed’in ne de nebilerden herhangi birinin Allah katında nimetlenen sabit bir ruhu, ikram edilen mevcut bir nefsi vardır.” Bu görüş, müslümanların icmasından çıkmaktır. Ebü’l-Hü-zeyl el-Allâf ’tan önce, İslâm’a nispet edilen hiçbir kimse bunu kabul etme-miştir. Sonra bunlar onu takip ettiler. Bu görüş, Kur’ân’a açıkça muhalefet etmektir ve yüce Allah’ı yalanlamaktır. Zira Allah Teâlâ, “Haydi canlarınızı

kurtarın! (Allah’a karşı doğru olmayanı söylediğiniz, ve O’nun âyetlerinden

kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için) bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacak-

sınız” 564 şeklinde buyurur. Yine Allah Teâlâ, Firavun ailesi hakkında “(Öyle

bir) ateş ki, onlar sabah akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde

de, “ Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun” denilecektir.” 565 şeklinde

buyurur. Yine Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah yolunda öldürülenlere ölü

demeyiniz! Aksine onlar canlıdırlar, lakin siz onu anlayamazsınız.” 566, “Allah

yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Aksine onlar Rableri katında rı-

zıklanan canlılardır. Allah’ın fazlından onlara verdikleri ile mutlu ve henüz

arkalarından onlara katılmamış olanlara korku ve hüzün olmadığını müjde-

lerler.” 567, “Allah, (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini

de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini

belli bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır...” 568

5

10

15

20

25

30

Page 559: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 559

א ــ و ــ ا ــ أ כ כ ــ ــ د ــ ــ ــ ا ــ ه ا ــ ــ و

ــכ ــ ذ د ــ اء ــ ــ ا ، ــ ــ ا رك ــ ــ ــ ا ا ــאن ر ا

. ــ א א وأ ــ رك وأ ــ ــ ــ ا و

ــ ] ٨٣٠[ ــ آ ل ــ ــ א ــ ا כ ا ا ــ ــ ــ ــא : إ ــ ــ ــאل أ

، ــ اض ــ رواح أ ــ إن ا ــ م، و ــ ــ ا خ ــ ل وا ــ ــ ا א ــ

ــכ ــ ذ ــ ي כאن ــ ــ ا ــ رو ــ ن ــא ا ــ ن روح כ وا ، ــ ــ و و

ــא ــ כ ــ روح ــ أ ــ أ ــ أ ــ ل أز ــ ــא ــ ، وأن כ وا ــ ــ

ــאردا، ــ ــ د ــאرا ــ א ــאرج اء ا ــ ا ا ــ ــ ــא ــ إ ، وأن ا ــ א ز

ــאء ــ ا ــ ــ و ــ ــ ، وأ ــ ــ و ــ رو ــאت ــאن إذا وأن ا

ــ ــאع أ ــ إ وج ــ ا ــ م، و כــ ــ א ــ ، و ــ ــ א ــ روح א ــ ا

ــ ف ــ ــ ا ــ ا ــ أ م ــ ــ ا ــ إ ــ ــ ا أ ــ ــאل ــא م، ــ ا

ا ــ ل: ﴿أ ــ ــ إذ ــ و ــ כ آن و ــ د ــ ف ــ ا ــ ء، و ــ ه ــ

ــאر ن ﴿ا ــ ــ آل ــ ــ و ل ــ ن﴾ وإذ ــ اب ا ــ ون ــ م ــ ا ــכ أ

اب﴾ ــ ــ ا ن أ ــ ا آل ــ أد ــא م ا ــ م ــ א و ــ وا و ــ ــא ن ــ

כــ ــאء و أ ــ ات ــ أ ا ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ : ﴿و ــ و ل ــ وإذ

ــ ــא ا أ ا ــ ــ ا ــ ــ ا ــ : ﴿و ــ ــ و ــאل ون﴾ و ــ

ــ ــ א ون ــ

و ــ ــ ا ــ א ــא آ ــ

ن۞ ز ــ ر ــ ــאء أ

: ﴿ا ــ א ــ ن﴾ و ــ ــ و ــ ف ــ أ ــ ــ ــ ا ــ

ــא ــ ــ ــכ ا ــא א ــ ــ ــ ــ ــא وا ــ ــ ــ ا

﴾ ــ ــ أ ــ ى إ ــ ا ــ ت و ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 560: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi560

[831] Onların dile getirdikleri bu görüş, “Hz. Peygamber’in (s.a.), İsra gecesi semada nebilerin (ruhlarını) gördüğü; Hz. Mûsâ ile farz namazların sayısı konusunda konuşup görüştükleri; şehitlerin ruhlarının cennet ağaç-larının dallarında asılı meyveler oldukları; ruhun bedeni terk etme anında karşılaştığı imtihan ve sorgulamalar; yine Hz. Peygamber’in (s.a.) Âdem’in (s.a.) sağ tarafında cennet ehlinden olan çocuklarının ruhlarını, sol tara-fında da cehennemlik çocuklarının ruhlarını gördüğünü haber vermesi ve rivayet edilen diğer hadisler gibi..” Allah Resulünden (s.a.) tevatür yoluyla nakledilen sağlam hadislere aykırıdır.

[832] Ebû Muhammed şöyle dedi: Sonra, kendilerini tuzağa düşü-ren İblis onlardan teberri ettiği halde bu büyük günahtan dolayı yüzleri kızardı ve mahcup oldular. Nihayetinde şikâyetçi olup kitaplarında şöy-le dediler: “Eğer bu böyle olmasa idi, ruh bedenden ayrıldığında başka bir cisme intikal ederdi.” Bakıllânî de kitaplarının birinde -sanırım o eseri “el-Hürre” diye bilinen risalesidir- bu şekilde açıklamıştır. İşte bu görüş, herhangi bir yoruma gerek kalmaksızın tenasüh mezhebidir. Simnânî kita-bında, Bakıllânî ve arkadaşlarının “Şehitlerin ruhlarının yeşil kuşların kur-saklarına nakledilmesi; ölünün ruhunun kabirde iken ona iade edilmesi; ruhun yakınlıkla ya da uzaklıkla, hareket, sakinlik, intikal ve azap ile vasıf-landırılması bakımında bu mecrada cereyan eden olaylara dair haberlerde gelen hususların tamamı ölünün, şehidin ya da kâfir kişinin cüzlerinden en küçük parçaya yüklenmiştir ve hayat bu cüze/atoma iade edilmiştir.” dediklerini bildirmiştir.

[833] Ebû Muhammed şöyle dedi: “Bu gerçekten hayalperestlikten kaynaklanan bir yoldur ve din ile alay etmektir. Güvenilir arkadaşlarımdan biri, bana, Eş’arilerin önde gelenlerinden bazılarının, Allah Resulü’nün (s.a.) “Toprak insanoğlunun acb dışındaki bütün cesedini yiyip tüketir. İn-

san acbden yaratılmıştır; tekrar ondan meydana getirilecektir” 569 meâlindeki

sözünden dolayı ruhun acbü’z-zeneb içinde baki kalacağını söylediklerini işittiğini haber vermiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 561: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 561

ــ ] ٨٣١[ ــ ا ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ א ــ ا ف ا ــ و

ي ــ ــ أ م ــ ــ ا ــאء ــ ا ــ و ــ ا ــ ــ رؤ ــ ا ــ ا

ات ــ ا د ــ ــ م ــ ا ــ ــ ــ ــ ى ــ ــא و אء، ــ ا ــ ــ

وح ــ ــ ا ــא ، و ــ ــאر ا ــ ــ ــ اء ــ ــאت وأن أرواح ا و ا

ــ آدم ــ ــ رأى م أ ــ ــ ا ــאره ــא وإ ــ وا ــ ا ــ و ــ

ــא ــאر و ــ ا ــ أ ــ ــ ــאره ــ ــ و ــ ا ــ أ ــ ــ دة ــ أ

رة. ــ ــ ا ا

ــ ] ٨٣٢[ ــ إ أ ــ ــ و ه ا ــ ــ ا ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

وح ــ ن ا ــ ا ــ כــ ــ ن ــ ــ ــ כ ا ــ א ا ــכ ــא ــ ي أور ــ ا

ــ ــ أ ــ א ــ ا ا כــ . ــ ــ آ ــ ــ إ ــ ا ــא و ــ ــ

ــאل . و ــ ــ כ ــ א ــ ا ا ــ ة و ــ א ــ و ــא ا ــ ا ــ وأ כ

ــ ــ ا ــאء ــא ا، إن כ ــ א ــ א ــ وأ א : إن ا ــ א ــ כ א ــ ا

ــ ــ إ ــ ــ وأن روح ا ــ ــ ا ــ اء إ ــ ــ أرواح ا ــ

כــ ــ وا ب وا ــ א وح ــ ــ ا ــ و ــכ ى ذ ــ ى ــ ــא ه، و ــ ــ

اء ــ ــ أ ء ــ ــ ــ أ ل ــ ــכ ــכ ذ اب، ــ ن وا ــכ ــאل وا وا

ء. ــ ــכ ا ــ ذ ــאة ــאدة ا ــ وإ כא ــ أو ا ــ وا ا

]٨٣٣ [ ، ــ א ــ א ا، و ــ س ــ ــ ا ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــא وح إ ــ ل إن ا ــ ــ ــ ــ ــ ــ أ א ــ أ ــ ــ ــ أ و

ــ آدم : כ ا ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ــ ــ ا ــ ــ

. כــ ــ ــ و ــ ــ ــ ا اب إ ــ ــ ا כ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 562: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi562

[834] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu yorum, müslümanların gö-rüşlerinden ziyade saçmalığa daha yakındır. Aşırılığa düşmekten Allah’a sığınırız. Çünkü bunlar, az önce bahsettiğimiz çirkin mezheplerinin as-lını gizlemek için örtülerdir. Eş’arilerin tamamı şöyle demiştir: “İslâm’ın delilleri hakkında enine-boyuna düşünmek farzdır. Bir kimse söz konusu delilleri düşünüp anlayıncaya kadar müslüman olmaz. Bu konuda düşü-nen bir kimsenin şartlarından biri, yüce Allah’ın varlığı ve peygamberliğin sıhhati konusunda şüpheci olmasıdır. Dolayısıyla nübüvvetin ve tevhidin doğruluğunu kabul eden bir kimsenin nübüvvetin ve tevhidin delilleri ko-nusunda enine-boyuna düşünmesi doğru değildir.”

[835] Ebû Muhammed şöyle dedi: Allah Teâlâ’nın varlığı ve peygam-berliğin sıhhati konusunda şüphelenmenin herkese farz olduğunu, ancak bu şekilde kurtuluşa erişilebileceğini ve bunun dışında dinin söz konusu olmadığını, yüce Allah’ın birliğine ve peygamberliğin doğruluğuna inan-manın geçersiz ve doğru olmadığını gerekli gören bir kimsenin sözünden küfür noktasında daha çirkini -Allah’a yemin olsun ki- asla işitilmemiştir. Böylece onların kelâmından Allah’ın birliği ve peygamberliğin doğruluğu konusunda şüpheye düşmeyen bir kimsenin kâfir olduğu sonucu ortaya çıkmıştır. Her kim bu iki konuda şüphe ederse, görevini yerine getirmiş iyi bir kimsedir. Bu rezillik ve ahmaklıktır. Allah’ım bu sözden ve onu söyle-yenden sana sığınırız.

[836] Sonra onlar, istidlalin kullanılmasında bir sınır bulamadılar. Bu lanetli görüşe göre, -inanan ve davet eden bir kimse olduğu halde, kovul-muş şeytanın vasiyeti olan bu vasiyetlerini kabul eden bir kimsenin du-rumunun nasıl olacağını keşke bilseydim! Böylece söz konusu kişi, yüce Allah’ın birliği ve nübüvvet konusunda şüphe etmeyi din edinir ve bu ko-nuda istidlalde bulunmayı günler, aylar ve uzun zamanlara yayar ve şüphe halinde iken de ölür ise onun varacağı yer neresidir? Allah’a yemin olsun ki onun varacağı yer, ebedi ve daimi olarak kalacağı cehennemdir. Biz, bu sözleri söyleyen bir kimsenin, İslâm’ı talep ederek yakınlarını gözleme ni-yetiyle onları küfre davet eden bir kimse gibi olduğunu kesin olarak biliriz. İnayetin kesilmesinden (hızlan) Allah’a sığınırız.

5

10

15

20

25

30

Page 563: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 563

ــ ] ٨٣٤[ ال أ ــ ــ أ ــ إ ل ــ ــ ا ب إ ــ ــ أ و ا ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ي ــ ــ ا ــ ا א دون ــ ه ــ ــא ن، ــ ــ ا ــא ذ ــ م، و ــ ا

א ــ ن כــ ــ ض وأ ــ م ــ ــ ا ــ د ــ ــ إن ا ا כ ــ א ــא. و ــא آ ذכ

ــ ــ و ــ ا ــאכא ــ ن و כــ ــא أن ــ א ط ا ــ ــ ــא وأن ــ ــ

ــ ــ ــ ــ ا ة ود ــ ــ ا ــ د ــ ــ ا ة، و ــ ــ ا ــ و

ــא.

ــ ] ٨٣٥[ ل ــ ــ ــ כ ــ ا ــ د ، ــ ــא ــ ــא : وا ــ ــ ــאل أ

ــ إ ــאة ، ــ ــ כ ــא ة ــ ــ ا ــ ، و ــ א ــ ا ــכ ــ ا أو

ــ א ة ــ ــ ا ، و ــ א ــ ــ ا ــאد ــ وأن ا ــ دو ــ ــ و د

ــ ة ــ ــ ا ــ ــ و א ــ ا ــכ ــ ــ ــ أن ــ כ ــ ، ــ

ــ א ــ و ه ــ ، و ــ ــ ــא و د ــ ــ ــ ــא ــכ ــ ، و ــ כא

. ــ ــ א ــ כ ل و ــ ا ا ــ ــ ــכ أ إ ــ ــא ــ إ ا

ل ] ٨٣٦[ ــ ا ا ــ ــ ي ــ ــ ا ــ ل ــ ــ ا ــ أ وا ــ ــ ــ

ــ ه ا ــ ــ ــ و ــ ــאل ن כــ ــ ــ כ ــ إ ا ه وا ــ ــ و ن و ــ ا

ــ ــ أ ــ ة، وا ــ ــ ا ــ و א ــ ا ــכ א ــ . ــ אن ا ــ ــ ا ــ و

ــאر وا ــ ا ه إ ــ ه؟ و ــ ــ ــא أ ــאت אت ــא ا أو ــ ــא وأ א ل أ ــ ا

ــ ــא م כ ــ ــ א ال ــ ه ا ــ ــ א ري أن ــ ــ ا، و ــ ا أ ــ ا ــ א

ل. ــ ــ ا ــא ذ ــ ، و ــ כ ــ ا ــ إ ــ دا ــ

٥

١٠

١٥

Page 564: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi564

[837] Eş’arilerin tamamı şöyle dediler: Allah Resulünün (s.a.) bir ölçek arpa ile yüzlerce insanı defalarca doyurması; binlerce insanı parmakların-dan akan az bir suyla sulaması; kütüğün inlemesi; ağacın yürüyüp gelmesi; yabani hayvanın konuşması; devenin şikâyette bulunması; kurdun gelişi gibi hususlardan herhangi biri Allah Resulünün (s.a.) nübüvvetinin doğru-luğunu gösteren bir işaret değildir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.), insanlara, bu hadiselerle tehaddide (meydan okumamıştır) bulunmamıştır. Onlara göre mucize (âyet), ancak Hz. Peygamber’in kendisiyle kâfirlere meydan okuduğu şeylerdir. Bu da, Allah Resulü söz konusu mucizeyi yaptığında “Şahit ol ki ben Allah’ın elçisiyim.” şeklinde söylemesidir. Bu ise onların uydurdukları bir sözdür. Onlar bu konuda müslümanların tamamına mu-halefet etmişlerdir.

[838] Yine onların tamamı şöyle dedi: “Varlıklardan herhangi birisinin yarısı, üçte biri, dörtte biri, altıda biri, sekizde biri, onda biri, ya da bir kısmı söz konusu değildir. “Bir, onun onda biridir; o beşin bir kısmıdır.” demek doğru değildir. Onların bu konudaki delilleri, “Şayet bunun söy-lenmesi câiz olsa idi, bu durumda on rakamı ve herhangi bir varlığın bir kısmı (ba’z) kendi zatından dolayı var olurdu.” demeleridir.

[839] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu aşırı bir cahilliktir. Çünkü o, diğerlerinin kendisinin dışında olduğu bütünden bir parçadır. Bir bütü-nün onda biri, kendisi dışındaki diğerlerinden farklıdır. Onlar kendileri-ni unutup parçalanamayan bir cüzü kabul ettiler. Yine onlar, kendilerine ait bir cüz olması bakımından kendi nefislerini ilzam etmeyi unuttu-lar. Bu da yüce Allah’ı yalanlamaktır. Zira Allah Teâlâ, Kur’ân’da “Onun

için yarısı vardır; annesi için üçte bir vardır; annesi için altıda bir vardır;

sizin için dörtte bir vardır”

570, “Onların bir kısmı diğerlerinin

dostudur.” 571 şeklinde buyurmuştur. Onlar, bu konuda, mümin olsun kâ-

fir olsun herkese muhalefet etmelerine, bütün dillere, makule ve tabiat-lara muhalefet etmelerine rağmen bu nevi haberler Hz. Peygamber’den (s.a.) çokça gelmiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 565: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 565

ــ ] ٨٣٧[ ا ــ و ــ ا ــ ا ل ــ ر ــאم إ إن : ــ כ ا ــ א و

ــאء ــ ف ــ ــ وا ــ ا ة، و ــ ــ ة ــ ، ــ ــאع ا ــ ات ــ وا

راع، ــ ــ ا כ ة، و ــ ء ا ــ ع، و ــ ــ ا ، و ــ א ــ أ ــ ــ ــ

ق ــ ــ ــ د ــכ ذ ــ ء ــ ــ ، ــ ا ء ــ و ، ــ ا ى ــכ و

ــאس ــ ا ــ م ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

ــ ــ כ ا ــ ، و ــ ــאر כ ــ ا ى ــ ــא ــ إ ــ آ ن כــ ــכ و

ا ــ ، و ل ا ــ ــ ر ــ أ ــכ أ ــ ذ ــ إذ ــ ــ ــ و ــ ا ــ

م. ــ ــ ا ــ أ ــ ا ــ א وه، ــ ل ا ــ ــא أ

، و ] ٨٣٨[ ــ ، و ر ــ ، و ــ אء ــ ــ ا ء ــ ــ : ــ ا כ ــ א و

ة ــ ــ ا د ــ ــאل ا ز أن ــ ــ ــ وأ ــ و ، و ــ س، و ــ

ا ــ ــכאن ــכ ــאل ذ ــאز أن ــ ــ ــכ أ ــ ذ ــ ــ و ــ ا ــ و أ

. ــ ــ ــ و

ــ ] ٨٣٩[ ــ ــ ــ ــא ــ إ ــ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ا ــ א ــ ا أ ــ ه، و ــ א ــא ن כــ ــ ــ ه، و ــ א ــא ن כــ

ــ כ ا ــ ، وכ ــ ءا ــ ن כــ ــ أن ام أ ــ ا إ ــ أ، و ــ ء ــ א

כــ س و ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ــא ا آن ــ ــ ا ل ــ ــ إذ ــ و

ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ا ــ . و ــ ــאء ــ أو ــ ــ ا ــ و ا

ــ כ א ، و ــ ــ وכא رض ــ ا ــ أ ــכ ــ ذ ــ א ــ ــ כ

. ــ א ل وا ــ ــ وا

٥

١٠

١٥

Page 566: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi566

[840] Yine Eş’arilerin hepsi şöyle dediler: “Kim ateş yakar veya kavu-rur, yer sarsılır veya bir şey bitirir, şarap sarhoş eder, ekmek doyurur veya su susuzluğu giderir ya da Allah Teâlâ ekinleri ve ağaçları su ile canlandırır” derse, o aşırılığa düşmüş ve yalan söyleyip iftira etmiştir. Bâkıllanî, el-İnti-sar fi’l-Kur’ân diye bilinen eserinin dördüncü bölümünün sonunda şöyle demiştir: “Biz ateşin ısıtmayı ve yakmayı yaptığını kabul etmeyiz. Karın soğuttuğunu ve dondurduğunu da kabul etmeyiz. Yeme ve içme fiilinin doymayı sağladığını ve susuzluğu giderdiğini ve şarabın sarhoş ettiğini de kabul etmeyiz. Bize göre bunların tamamı batıl ve muhaldir. Bunları en şiddetli bir şekilde reddederiz. Aynı şekilde mıknatısın bir şeyi çekmesi, itmesi ya da tutması fiilinin demire ya da başka bir şeye atfedilmesini de kabul etmeyiz.” İşte bu, Bâkıllanî’nin kelâmının özetidir.

[841] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, Eş’arilerin yüce Allah’ı ya-lanlamalarıdır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ateş onların yüzünü kavurur.’’ 572 Yine yüce Allah aşağıdaki âyetlerde şöyle buyurmuştur: “Gök-yüzünden mübarek bir su indirdik de onunla bahçeler ve biçilen taneler bitir-dik.’’ 573. “Biz kupkuru olan yere suyu sevk ederiz de, ondan hayvanlarının ve kendilerinin yediği ekinler çıkarırız.’’

574 “Biz, onun üzerine yağmur indirdiği-miz zaman kıpırdar, kabarır ve her türden iç açıcı çift çift bitkiler bitirir.”

575

[842] Münazara sırasında, bunu, Eş’arilerin önde gelenlerinden birisi-nin yüzüne çarptım. Bunun üzerine o dehşete düştü ve afalladı. Onların bu sözleri her lisana, mümin-kâfir akıl sahibi herkese muhalefet etmek, duyuları inkar etmek ve müşahedeyi iptal etmek olmakla birlikte, aynı za-manda Hz. Peygamber’i de tekzip etmek anlamına gelir. Zira Allah Resulü (s.a.), “Sarhoşluk veren her şey haramdır.” ve “Sarhoş eden her içecek ha-ramdır.” diye buyurur. Sonra bu musibet konusunda bütün bunları yara-tanın yüce Allah olduğunu delil getirmeleri onların en tuhaf taraflarıdır. Biz onlara şöyle dedik: “İrade sahibi olan her canlının fiili ve tercihi yüce Allah’a ait bir yaratma değil midir? Onların kaçınılmaz olarak “Evet” diye cevap vermeleri gerekir. Bunun üzerine onlara şöyle denilir: Fiil Allah’ın yaratması olduğu halde, sizler onu canlılara nereden nispet ettiniz? ve yine fiil yüce Allah’ın yaratması olmasından dolayı onu cansız varlıklara nispet etmeyi de yasakladınız? Halbuki bunların arasında bir fark yoktur. Lakin onlar, aklını kullanmayan bir kavimdirler.

5

10

15

20

25

30

Page 567: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 567

ــ ] ٨٤٠[ رض ــ أو أن ا ق أو ــ ــאر ــאل إن ا ــ : ــ ا כ ــ א و

وي أو أن ــ ــאء ــ أو أن ا ــ ــכ أو أن ا ــ א أو أن ا ــ ــ أو

ــ ــ א ــאل ا ى. و ــ ــ وا ــ أ ــאء، א ــ رع وا ــ ــ ا ــ א ا

ــ כــ ــ آن: ــ ــ ا ــאر א وف ــ ــ ا א ــ כ ــ ا ــ ا ــ ا آ

اب ــ ــאم وا ــ ا ــ و ــ ــ ا כــ اق و ــ ــ وا ــאر ا

ــכאر ــ ا ه أ כــ ــאل ــ א ــא ا ــ ــכאر כ ــ ي وا ــ ــ وا

ــ أو ــ ــ ــ أو إ ء أو رده أو ــ ب ــ ــ ــ ا ــכ وכ

. ــ ــ כ ا ــ ه ــ

]٨٤١ [ ــ ل: ﴿ ــ ــ إذ ــ و ــ ــ כ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــאت ــ ــא ــאرכא ــאء אء ــ ا ــ ــא : ﴿و ــ א ــ ــאر﴾ و ا ــ و

ــ ج ــ ز ــ رض ا ــ ا ــאء إ ق ا ــ ــא : ﴿أ ــ א ــ ﴾ و ــ ــ ا و

ــאء ــא ا ــא ذا أ ــ ﴿ : ــ א ــ ــ و ﴾ ا ــ وأ ــ א أ ــ כ ــ ــא زر

﴾ ــ زوج ــ כ ــ وأ ــ ت ور ــ ا

]٨٤٢ [ ، ــ ــ و ة ــ א ــ ا ــ ــ ــ ا و ــ ככــ ــ و

ام ــ ــכ ل: כ ــ ــ إذ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ــ כ ــא ــ أ و

ــ ــ وכא ــ ــ ــכ ذي ــ و ــכ ــ א ــ ام ــ ــכ اب أ ــ وכ

ــ א ه ا ــ ــ ــ א ء ا ــ ف ــ ــ أ ة. ــא ــאل ا ــאن، وإ ة ا ــ כא و

ــאر ــ ــ כ ــ : أو ــ ــא ــ ــכ כ ــ ذ ي ــ ــ ا ــ ــ و ن ا ــ

ــ ــ ــ أ ــ ــאل . ــ ــ ــ ــ ــ ؟ ــ ــ و ــא ــאره وا

ــאدات ــ ا ــ إ ــ ا ــ ــ ، و ــ א ــ ا ــ ــאء و ــ ا ــ إ ا

ن. ــ م ــ ــ כ ق و ــ ــ و א ــ ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 568: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi568

[843] Ebû Muhammed şöyle dedi: Eş’arilerin ileri gelenlerinden biri-sinin şöyle dediğini duydum: Zina, hırsızlık, namazı terk etmek, zekât ver-memek ve bunun gibi beş günahı işleyen bir kimse, bunların hepsine değil de bazılarına tövbe etse, onun bu tövbesi kabul edilmez. Nitekim Simnânî, bu görüşün Bâkıllanî’nin görüşü olduğunu açıklamıştır. Bu, aynı zamanda Ebû Haşim el- Cübbâî’nin görüşüdür. Sonra Simnânî, bu görüşün genel olarak icmaya aykırı olduğunu ve ümmetin dinine de muhalefet ettiğini açıklamıştır. Bu sözler, Simnânî’nin kendi lideri hakkındaki görüşünün özetidir. “Onlar, kendi aleyhlerinde şahitlikte bulundular.”

576, “Bunun üze-

rine birbirlerini kınamaya başladılar.” 577

[844] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu görüş, Kur’ân’a ve sünnete ay-kırıdır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Artık kim zerre ağırlığınca bir

hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük

işlerse, onun cezasını görecektir.” 578, “Kıyamet günü için adalet terazileri ku-

racağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek.” 579, “Rableri,

onlara şu karşılığı verdi: “Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışa-

nın amelini zayi etmeyeceğim...” 580

[845] Zinadan tövbe etmenin büyük bir hayır olduğunu bir tutam aklı olan herkes zorunlu olarak bilir. Halbuki bu cahil, tövbenin sahibine hiçbir fayda vermeyeceğini ve mümin ve müslüman birisinden meydana gelen bu tövbenin Allah katında hiçbir değeri bulunmayan bir amel olduğunu söy-lemektedir. Böyle bir şeyden yüce Allah’a sığınırız. Bu lanetli sözün sırrı ve bunu söyleyen kimse için kaçınılmaz olan hakikati şudur: Zina günahını işlemekte veya şarap içmekte ısrar eden bir kimsenin namaz kılmasının ve zekat vermesinin bir anlamı yoktur. Böylece o, beş vakit namazın, zekatın, Ramazan orucunun ve haccın terk edilmesini emretmiş olur. Allah’ın la-neti, gece ve gündüz dönüp durduğu müddetçe, bu söze ve bunu söyleyen kimseler üzerine olsun. Simnânî, hocası Bâkıllanî’nin “Yüce Allah, büyük günahlardan sakınmak suretiyle küçük günahlarını bağışlamaz.” dediğini açıklamıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 569: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 569

ــ ] ٨٤٣[ ــ כאن ل: إن ــ ــ ــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــאب ــ ــכ ــ ذ ــ زכאة و ة و ــ ك ــ ــ و ــ و ــ ز ــ ــ א

ــ أن א ــ ــ ا ــ ــ و ــכ ــ ن ــ ــ ــא دون ــ

ا ــ : א ــ ا ــאل ــ . ــ א ا ــ א ــ أ ل ــ ــ و ــ א ا ل ــ ا ــ

ــ א ــ ل ا ــ ــ ا ــ . ــ ــ ا ف ــ ــ و ــאع ــאرق ل ــ

ن. ــ و ــ ــ ــ ــ ــ وأ ــ أ وا ــ ــ و

ــ ] ٨٤٤[ א ن ا ، ــ آن وا ــ ــ א ل ــ ا ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ه﴾ ــ ا ــ ذرة ــאل ــ ــ ه۞و ا ــ ذرة ــאل ــ ــ ﴿ ل: ــ

א﴾ ــ ــ ــ ــ ــ א م ا ــ

ــ ا ــ از ا ــ : ﴿و ــ א ــאل و

﴾ ــ أو أ ــ ذכــ כــ ــ א ــ ــ أ ــ : ﴿أ ــ א ــאل ــ و ا

ــ ] ٨٤٥[ ــא ــ ا ــ ــ أن ا ــ ــכ ري כ ذي ــ ورة ــ א و

ــ ــ ا ــ א ــ ــ ، وأ ــ א اه ــ ــ ل إ ــ ــ א ا ا ــ ، ــ כ

ــ ن و ــ ل ا ــ ا ا ــ ــ ا، و ــ ــ ــאذ ا ، و ــ ــ ــ ــ و

ــ ــ ب ا ــ ــא أو ــ ا ــ ــ أ ــ ــ ــ أ ــ א ــ ــ ا

م ــ כאة و ــ ــ وا ة ا ــ ك ا ــ ــ ــאر ــ כــ ــ و أن أن

ــאر. ــ وا ــא دار ا ى ــ ــ ا א ــ א ل و ــ ا ا ــ ــ ، ــ ــאن وا ر

ــ ــ א ا إن ل: ــ כאن ــ أ ــ ــ א ا ــ א ــ ا ــ و

. ــ א כ ا ــאب א ــ א ا

٥

١٠

١٥

Page 570: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi570

[846] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ben de Eş’arilerin önde gelenle-rinden birisinin günahların içinde sağirenin (küçük günahların) olmasını inkar ettiğini işittim. Yüce Allah’ın “Yasaklandığınız büyük günahlardan sa-kınırsanız, hatalarınızı örteriz.’’ 581 âyetini gerekçe göstererek onunla tartış-tım ve ona şöyle dedim: “Anlayış sahibi herkes, büyük günahların ( kebire) ancak kendilerinden daha küçük günahlara (sağire) izafetle belirlendikleri-ni zorunlu olarak bilir. Onlar da, yüce Allah’ın kelâmının ifadesiyle, büyük günahlardan sakınmak suretiyle bağışlanan küçük günahlardır. Senin bu sözün açıkça Kur’ân’a aykırıdır.” Bunun üzerine o, anlamsız sözler söyledi ve çareyi kızgınlığa sığınmakta buldu. Onlar tarafından dile getirilen bu görüş, yüce Allah’ı yalanlamak ve -herhangi bir zorlama olmaksızın- onun hükmünü reddetmektir.

[847] Eş’arilerin saçmalıkla karışık rezilliklerinden ve yüzsüzlüklerin-den biri de “Ateşte sıcaklık, buzda soğukluk, balda tatlılık ve sabırda acılık yoktur. Ancak Allah Teâlâ bunları dokunma ve tatma anında yaratır.” şek-lindeki sözleridir. Bu büyük bir ahmaklık olup onları varlıkların tabiatla-rını inkar etmeye sevketmiştir. Bu konuda onlarla münazara yaptık. Bu-nunla birlikte “Üzümün kabuğunda koku vardır, camın ve çakıl taşlarının tadı ve kokusu vardır.” şeklindeki söz Eş’arilerin önderi olan Bâkıllanî’nin sözüdür. Onlar, “Feleklerin tadı ve kokusu vardır.” demeye varıncaya kadar işi ileri götürdüler. Onlar, feleği ne zaman tattılar veya kokladılar? Ya da bunu onlara kim haber verdi? Keşke bunu bilseydim! Bunu ancak Allah, sonrada orada bulunan melekler bilebilir. Fakat kim ki camı yiyerek tattı ve kokusunu kokladı ise, feleğin görünmesi, ona dokunulması, koklanması ve tadılmasının iddia edilmesini de inkar etmez!

[848] Yine Eş’arilerin rezilliklerinden biri de, “Bir kimse, şu anda, iba-detlerinde gayretli, kalben ve diliyle samimi olarak İslâm dini üzerine olsa, ancak yüce Allah onun kâfir olarak öleceğini biliyorsa, o kişi şu anda da Allah’ın yanında kâfirdir. Yine bir kimse şu anda ateşe secde eden, haça ta-pınan ya da Allah Resulünü (s.a.) açıkça yalanlayan bir yahudi veya zındık olsa, ancak yüce Allah’ın ilminde onun mümin olarak öleceği mevcut ise, o kişi şu anda da Allah’ın nezdinde müslümandır.” şeklindeki görüşleridir.

5

10

15

20

25

30

Page 571: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 571

ب ] ٨٤٦[ ــ ــ ا ن כــ כــ أن ــ ــ ــ : وأن ــ ــ ــאل أ

כــ ــ כ ــ ن ــ ــא ــ

א ا כ ــ : ﴿إن ــ א ل ا ــ ــ א ــ و א

ــ ــא ــ ــ إ א א ــ إ א ــ כ ــ أ ري כ ذي ــ ورة ــ א ــ ﴾ و כ א ــ

ــכ ــ א م ا ــ כ ــ א כ ــאب ا א رة ــ אت ا ــ ــ ا ــא، و ــ أ

ــ ــ و ــ כ ــ ا ــ د. و ــ ــ ا ــ إ ــ و د ــ آن ــ ف ــ ا ــ

. ــ ــ כ ــ כ ورد

ــ ] ٨٤٧[ ــ ــ : إ ــ ــ ــ ا א س و ــ א ــ و ــ ا ــ و

ــ ــא ارة وإ ــ ــ ــ ا وة، و ــ ــ ــ ا د، و ــ ــ ــ ا ــאر، و ا

ــ א ــ ا כאر ــ إ ــ إ אد ــ ــ ا ــ وق و ــ ــ وا ــ ا ــכ ــ ذ א ا

، ــ ــ را ر ا ــ ــ إن א ــ ا ل ــ ــ ا ــ ــכ. ــ ذ ــ א א ــ و

ــא ــכ ا إن ــ א ــ أن ا إ ــ ــ ، وزادوا ــ ــא ورا ــ ــאج وا

ــ إ ا ــ ا؟ و ــ ــ ــ أ ه أو ــ ه أو ــ ــ ذا ي ــ ــ ، ــ ورا

כــ ــ ــ ــ را ــאج و ــ ا ــ ذاق כــ ــכ و א ــ כــ ا ــ ا ا

. ــ ــ وذو ــ و ــכ، و ة ا ــא ــ أن

ــ ] ٨٤٨[ ــא م ــ ــ ا ــ د ن ــ כאن ا ــ إن ــ ــ و

ن ــ ا ا ــ ت إ כא ــ ــ ــ أ ــ ــ و ــאدة إ أن ا ــ ا ا ــ ــא و

ــא، ــא أو ز د ، أو ــ ــאر و ــ ا ــ ن כא ــ כאن ا ، وأن ــ ــ ا כא

ــ ــ أ א ــ ا ــ ــ إ أن ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر כ ــ

. ــ ــ ا ن ــ ا א ــ ت إ ــ

٥

١٠

١٥

Page 572: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi572

[849] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu sözü, Hişam el-Fuvati’den önce bir müslüman asla söylememiştir. Zira bu duyuları inkar etmek ve yüce Allah’ı açıkça yalanlamaktır. Sanki onlar, Allah Teâlâ’nın “Bu, onların önce iman edip sonra inkâr etmeleri, bu yüzden de kalplerine mühür vurulması sebebiyledir.”

582 meâlindeki sözünü hiç işitmemişler. Böylece yüce Allah, onları, “müminler” diye isimlendirmiş, sonra da onların küfre düştüklerini haber vermiştir. Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Sizden kim dininden döner de kâfir olduğu halde ölürse, öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da ahirette de boşa gitmiştir.”

583 Böylece yüce Allah, İslâm dini üzere olan bir kimseyi -her ne kadar (ileride) İslâm’dan dönse ve kâfir olarak ölse de- İs-lâm üzere olduğundan dolayı din olarak İslâm’ı belirtmiştir.

[850] Yüce Allah’ın Hz. Peygamber’in (s.a.) ashabından olan müslü-manlara yönelik şu hitabı da bu meyandadır: “(Ey iman edenler! Allah yo-lunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın.) Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, “Sen mü-min değilsin” demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu (müslüman oldunuz). Onun için iyice araştırın.”

584 Babası müslüman olan ve kendisi baliğ olduğu halde müslüman olmayan, sonra babası ölen ve kâfir olduğundan dolayı miras alamayan ve daha sonra müslüman olan bir kimsenin durumu onların hükümlerini bozar ve onu babasına mirasçı kılmaları gerekir. Çünkü o, onlara göre, babası öldüğünde Allah katında mümin idi. Yine onlara göre, çocuk olan ve yaşlanıncaya kadar yaşayan birisinin Allah katında sadece yaşlı birisi olması lazım gelir. Şayet onların bilgisine dahil olan saçmalıklar toplanmış olsa idi kocaman bir kitap meydana gelirdi. Eş’arilerin tamamı, “Yeryüzünde Allah Teâlâ’nın hak olduğunu ikrar eden ne bir yahudi ne de bir hıristiyan vardır.” demiştir.

[851] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu -daha önce belirttiğimiz gibi- Kur’ân’ı yalanlamak ve duyuları inkar etmektir. Çünkü biz, onlardan ne kadarının İslâm’a girdiğini, imanını ıslah ettiğini ve adil olduğunu saya-mayız. Onların tamamı, onun, Müslümanlığından sonra tevhit inancında herhangi bir şey artmadığı gibi, müslüman olmadan önce de yüce Allah’ı kabul edip O’nu bilen bir kimse olduğu hususunda ihtilaf etmezler. Böyle-ce onlar, duyuların verilerini inkar ettiler, ahmaklıkla ve utanmaz bir şekil-de büyük toplulukları yalanladılar. Bunun bir benzeri yoktur.

5

10

15

20

25

30

35

Page 573: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 573

ه ] ٨٤٩[ ــ ، و ــ ــאم ا ــ ــ ــ ا ــ ــאل ــא : ــ ــ ــאل أ

: ــ א ــ ــ ا ــ ــא ــ د، כ ــ ــ ــ و ــ כ ــאن و ة ــ כא

ــ وا و ــ ــ כ ــ א ــ ــ أ ــ א ــ وا﴾ ــ ــ כ ا ــ آ ــ ــכ ﴿ذ

ــא כאن ــא م د ــ ــ ا ﴾ ــ כא ــ و ــ

ــ ــ د כــ د ــ ــ : ﴿و ــ א

ا . ــ ــאت כא ــ و ــ ــ وإن ار ــ إذ כאن

ــ ] ٨٥٠[ ــ ا ــ ــאب ا ــ أ ــ ــא א ــ א ــ و

ض ــ ن ــ ــא ــ م ــ ا כــ إ ــ أ ــ

ا ــ ﴿و : ــ و

כــ ا ــ ــ ــ ــ כ ــכ כ ة ــ כ ــ

א ا ــ ــא ا ــאة ا

ــאت ــ ــא א ــ כאن ــ ــ ه و ــ ــ أ ي ــ ــ أن ا ا﴾ و ــ

ــ ــ أ ــ ه ــ ر و ــ כ ا ــ أن ــ أ ــ ه ــ כ ــ ــ ه ــ أ

ــא כאن ــ أن ــ و ــ א ا ــ ــא ه ــ أ ــאت إذ כאن ــ

ــ ــא ــ ــ א و ــ ــ إ ــ ا כــ ــ ــ ــאخ أ ــ ــאش ــ

دي ــ رض ــ ا ــ ــ ــ ــ أ ا כ ــ א ، و ــ ــ ــ ــאم ــ

. ــ ــ أن ا ــ ــ ا و

ــאن ] ٨٥١[ ة ــ כא ــ و ــא ــא ــ آن ــ ــ כ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ، وכ ــ ــאر ــ و א ــ إ ، و ــ م ــ ــ ا ــ ــ כــ د ــא

ــ ــ إ ــ ــא ،כ ـــא א ــ ــ و ــא ا ــ ــ ــ إ ــ כאن ــ أ ــ

ــאء ــ ــ و آن ــ ا ــ ــאن وכ وا وا ــ כא ء، ــ ه ــ ــ د ــ ــ

. ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 574: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi574

[852] Bâkıllanî, el-İntisâr fi’l-Kur’ân diye bilinen eserinde yüce Allah’ın “(Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz ki Allah sizin iman etmenize muhtaç değil-dir.) Ama kullarının inkâr etmesine razı olmaz.”

585 ve”... Allah bozgunculu-ğu sevmez.”

586 sözlerinin manasının “Allah, salah ehli için bozgunculuğu/fesadı sevmez.” ve “mümin kullarının küfre düşmelerinden hoşnut olmaz.” şeklinde olduğunu bildirmiş ve “Yüce Allah’ın mahlukatından herhangi birisinin küfre düşmesinden razı olmaz.” ve “Onlardan herhangi birisinin bozguncu olmasını sevmez.” demeyi murat etmediğini söylemiştir. Sonra o, “Her ne kadar yüce Allah, bu durumu, kâfirler ve bozguncular için sev-miş ve razı olmuş ise de..” demiştir.

[853] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, açıkça Allah Teâlâ’yı yalanla-maktır. Sonra Bâkıllanî, kâfirlerin inkâr açısından yaptıkları fiillerinin yüce Allah’ın razı olduğu ve sevdiği bir durum olduğunu haber vermiştir. Bu düşünce, yüce Allah’ın “Bu, Allah’ı gazaplandıran şeylere uydukları ve O’nun hoşnut olduğu şeyleri beğenmedikleri içindir. Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır.”

587meâlindeki âyete rağmen bir müslümanın aklına nasıl gire-bilir? Bâkıllanî’nin aşırı derecedeki bu cahilliğine hayret etmelisiniz! Zira o, küfür ve meşietin irade edilmesi ve yaratılması ile rıza ve muhabbet arasındaki farkı görememiştir.

[854] Yine Bâkıllanî, bu eserinde, “Kur’ân’ın herhangi bir sûresinden daha kısa olan bir kelâm, asla mucize değildir. Bunun bir benzeri ortaya konulabilir.” demiştir. Yine o, adı geçen eserinin beşinci bölümünde şöy-le demiştir: “Yüce Allah’ın, mahlukatını karşı koymaktan aciz bırakacağı bu Kur’ân’ın dışında başka bir Kur’ân telif etmesi mümkün müdür? Ne dersiniz? diye sorulursa, şöyle cevap veririz: “Evet, yüce Allah buna, bu açıdan sınırı olmayan şeylere, pek çok kemiyetlere ve kendisinden başkası-nın sayamayacağı adetlere kadirdir. Ancak eğer kelâmın telifi ve lafızların düzenlenmesi belli bir hedefe ve sınıra ulaşması kaçınılmaz olursa, kelâmın bundan daha çok ve daha geniş olması ihtimal dahilinde değildir ve bu sayıların ve ölçülerin ötesinde kudretin alacağı bir şey kalmaz.” Bâkıllanî şöyle dedi: “Bu meselede, kelâmın telif edilmesi, cisimlerin düzenlenmesi ve şahısların tasvir edilmesi konusunda bizim bir görüşümüz vardır; telif ve tanzim edilenin ötesine geçilmesi ihtimali bulunmayan bir nihayetin bulunması ve bundan daha fazlasının olup olmaması gerekir mi?

5

10

15

20

25

30

Page 575: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 575

ل ا ] ٨٥٢[ ــ ــ آن: ــ ــ ا ــאر א وف ــ ــ ا א ــ כ ــ א ــאل ا و

ــאه ــא ــאد﴾ إ ــ ا ﴿ : ــ א ــ ﴾ و ــ כ ــאده ا ــ ﴿ : ــ א

ــ د أ ــ ــ وا و ــ כ ــ أن ــאده ا ــ ح، و ــ ــ ا ــאد ــ ا

ــכ ــ ذ ــ أ ــאل وإن כאن ــ . ــ ــ ــ ــ و ــ ــ ــאه

ــאد. ــ وا כ ــ ا ــ ور

ن ] ٨٥٣[ ــ ــ ــא أ ــ أ د، ــ ــ א ــ כ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ا ــ ــ ــ כ ــ ــ ، وأ ــ ــ א ــ ا ا ر ــ ــ أ כ ــ ا ا ــ ــאر כ ا

ــ ــ ا ا ر ــ وכ ا ــ ــא أ ا ــ : ﴿ا ــ א ــ ــ ــ ــ ــ

ــ ــ ــ وا ــ وا כ ــ إرادة ا ق ــ ــ ــ إذ ــ ا ــ ﴾ وأ ــ א أ

. ــ ــא وا ــ ا و

]٨٥٤ [ ، ــ ــ أ ــ آن ــ ــ ا رة ــ ــ ــ ــ إن أ ــא ــאل أ و

ر כــ ان ا ــ ــ ا ــ א ــ ا ــ ا ــא ــאل أ . و ــ ــ ور ــ ــ ــ

ا ــ ــ ــ ــא آ آن ــ ــ ا ــ ا أن ز ــ ن أכאن ــ ــ ــ כ إن

ــא ــ ــכ، و ــ ذ ــאدر ــ א ــ ــ ــא: ؟ ــ א ــ ــ ــ ا

ه، إ إن כאن ــ ــא اد ــ ة وأ ــ ار כ ــ ــ أ ــאب و ا ا ــ ــ ــ ــ א

م ــכ ــ ا ــ ــ و א ــ ــ إ ــ أن ــאظ ــ ا م و ــכ ــ ا

ــ אو ء ــ وزان ــ وا اد ــ ــכ ا ــ وراء ــ و ، و أو ــ ــ أכ

ــאم، ــ ا م و ــכ ــ ا ــ ــ ــ ه ا ــ ــ ــא ــאل و رة. ــ ا

م ــ ــ وا ــ ا ــ א ن כــ ــ أن ــ אص، ــ ــ ا و

. ــא أم ــ ــ أכ ــא ــא و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 576: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi576

[855] Ebû Muhammed şöyle dedi: Burada Bâkıllanî, Allah’ın kudreti konusunda bir şüpheyi açıklamıştır; dalâlette ve küfürde kardeşi olan Ebû Huzeyl’in dediği gibi “Yüce Allah’ın kudretinin bir nihayeti var mıdır?” Yoksa müslümanların dediği gibi Yüce Allah’ın kudreti sonsuz mudur? Sapkınlığa düşmekten Allah’a sığınırız.

[856] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onların içine girip çıkan, onlar hakkında güçlü bir sebebi olan ve aynı zamanda zeki ve anlayış sahibi olan ve onların işlerinin aslını bilen birisi bana onların şöyle dediklerini haber vermiştir: “Yüce Allah yeryüzünü yarattığından beri aşağı düşmesin diye tuttuğu büyük bir cisim yaratmıştır. Bu cismi yaratınca zamansız bir şe-kilde belli bir vakitte o cismi yok etti. Sonra yüce Allah, aşağı düşmesin diye tuttuğu bunun bir benzeri olan başka bir yer yarattı. Bunu yaratınca yine zamansız bir şekilde onu yaratmasının hemen sonrasında yok etti. Sonra bir başkasını yarattı... Yüce Allah, bu şekilde bir nihayeti olmaksızın yaratmaya ve hemen sonrasında yok etmeye devam etti.” Söz konusu kişi bana şöyle dedi: “Onların bu vesvese ve yüce Allah’a karşı yalan söylemeleri konusundaki delilleri, yeryüzünün tutulan bir cisim olmasının gereğidir, aksi takdirde düşmesidir. Bu, duyuların ve müşahedenin yalanlaması ba-kımından onlardan önce hiçbir kimsenin söylemediği bir şeydir. Eğer bu büyük cismi tutan, iki vakitte veya göz açıp kapayıncaya kadar baki kalırsa, bu durumda o cisimle birlikte düşerdi. Dolayısıyla o, yeri yarattı, sonra yaratmasının ardından onu yok etti ve baki kalmadı. Çünkü onlara göre cisim ilk yaratıldığında ne sakindir ve ne de hareketlidir.

[857] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu ahmaklığı ahmaklıkla delil-lendirmektir. Hiç kimse ne sakin ne de hareketli olan bir cismi akletme-di. Bilakis cisim, yüce Allah’ın onu ilk yaratması anında şüphesiz bütün yönlerden onu kuşatan bir mekandadır, kendi mekanında sakindir son-ra hareket eder. Sanki onlar yüce Allah’ın “Muhakkak ki Allah gökleri ve yerleri yok olmasınlar diye tutar.’’ 588 meâlindeki sözünü hiç işitmediler. Böylece yüce Allah, başka bir yaratmaya gerek olmadan yeri ve gökleri dilediği gibi tuttuğunu haber vermiştir. Zira Allah, yeri yaratıp sonra yok ettiği, sonra tekrar yarattığını vb. bize haber vermemiş, buna işaret eden bir delili de akıllara koymamıştır. Şayet bu ahmaklığı dile getiren kim-se, hakikate vakıf olsa ve kainatın delillerinden herhangi birisini anlamış olsa saçmalık olması bakımında getirdiği şeylerden dolayı yüzü kızarırdı.

5

10

15

20

25

30

35

Page 577: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 577

ــא ] ٨٥٥[ ــ כ א ــא ــ إ א رة ا ــ ــ ــכ א ح ــ ــא : ــ ــ ــאل أ

م، ــ ــ ا ل أ ــ ــא ــא כ ــ א ــ أم כ ل وا ــ ــ ا ه ــ ــ أ ــ ا ل أ ــ

ل. ــ ــ ا ــא ذ ــ و

ــ ] ٨٥٦[ ــ ، وכאن ــ ا ــ כאن ــ ــ ــ أ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ، أ ــ ه ــ ــ أ א ــ ري ــ כאء، وכאن ــ ــ وا ــ ا ــ أ ي، وכאن ــ ــ

ــ أن א ــכ ــא، א ــ ــ ــ رض ــ ا ــ ــ א ن إن ا ــ

ــ ــ ــ آ ــאن، و ــ ز ــ ــ ا ــאه ــ أ ــכ ا ــ ذ ــא ، ــ א ى ــ

ا ــ ا أ כــ ــ و ــ آ ــא، و ــאن أ ــ ز ــ ــ ــאه إ ــ أ ــא ــא، א أ ــכ

ــ ــ א ــ ا ب כــ اس وا ــ ا ا ــ ــ ــ ــ و ــאل . ــ א ــ ا ــ أ

ــ ــ رض ــ ــ ــ ة أ ــא ــ وا ــ ا כ ــא ــ ــ ــ أ ــ ــא

ــ ــ ــ ار ــ ــ أو ــ و ــכ ــכ ا ــ כאن ذ ت، ــ ــכ وإ

ــ ــ ــ ن ا ــ ــ ــ و ــ ــ إ ــ أ ــ ــ إذا ــא، ــא ــ أ

ك. ــ ــאכ و ــ اء ــ ا

ــ ] ٨٥٧[ أ ــ ــא و ، ــ א ــ ــאج ا ا ــ و : ــ ــ أ ــאل

ــ ــ ــ א ــ ا اه ــ ــ ا ــ ــ ا כא ــ א و ــאכ א ــ ــ

ــ ــ ك، وכ ــ ــ ــ כא ــ ــאכ ــכ، ــ و א ــ ــ ــ ــכאن

﴾ و ــ أن رض وا אوات ــ ا ــכ ا ﴿إن : ــ א ا ل ــ ا ــ

ــא ــ ــא إذ ــ آ ــ ــ כ دون ــאء ــא כ א ــכ ــ أ ــ א ــ

ــ ــ و ا ا ــ ــ א ــ أن ، و ــ ــ ل د ــ ــ ا ــ ــ و ــ א ا

س. ــ ــ ا ــ ــ ــא أ ــ ، ــ ــ ا ا ــ א ــ ــ א ــ و ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 578: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi578

Eş’arilerin rezilliklerinden biri de, bu Bâkıllanî’nin el-İntisâr fi’l-Kur’ân diye bilinen kitabındaki şu sözüdür: “Kur’ân âyetlerinin taksimi ve sûre-lerin yerlerinin tertibi insanların yaptığı bir şeydir. Bu, ne yüce Allah’ın nezdinden bir şeydir ne de Allah Resulünün (s.a.) emriyle yapılmıştır.”

[858] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu cahil, yalan söyledi ve iftira attı. Acaba o, yüce Allah’ın “Biz herhangi bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturur (ya da ertelersek), yerine daha hayırlısını veya mislini getiririz.”

589 âyetini, Allah Resulünün (s.a.) “Âyetü’l-Kürsî” ve “Ka-lele âyeti” hakkındaki sözlerini ve bir âyet indiğinde şu sûrenin şu yerine konulmasını emrettiği şeklindeki haberi işitmedi mi?

[859] Şayet sûrelerin tertibini insanlar yapmış olsa idi, elbette şu üç şe-kilden/metottan birisiyle yaparlardı: Ya sûreleri ilkine göre sıralarlardı. Buna göre ilk inen sûre birinci sûre olurdu. Ya da en uzundan aşağıya doğru sıra-larlardı. Yahut en kısasından daha uzun olana doğru tertip ederlerdi. Fakat sûrelerin tertibi bu şekilde değildir. Böylece sûrelerin tertibinin yüce Allah’ın iradesine aykırı olmayacak şekilde Allah Resulünün (s.a.) emri olduğu, bun-dan başkasının gerçekten mümkün olmadığı hususu ortaya çıkmıştır.

[860] Eş’arilerin rezilliklerinden biri de, Bâkıllanî’nin Karmatilerin mezhebi ile ilgili kitabının son kısmında “Dehrilerin, Filozofların ve Du-alistlerin Görüşlerinin Açıklanması” isimli bölümünde şöyle demesidir: “Sonradan meydana gelen (havadis) cinslerin -ki onlar arazlardır- baki ol-ması mümkün değildir. Söz konusu arazların ortaya çıkmalarının ikinci anında, -onları yok eden birisi ve yok eden herhangi bir şey olmaksızın- yok olmaları vaciptir.” İşte bu, onun sözünün özetidir.

[861] Bâkıllanî, bu fasla bitişik olarak şöyle dedi: Bize gelince, şöyle deriz: “Söz konusu arazlar, cevherleri yok ederler; bununla arazların ne bir mekanda ne de mekan diye takdir edilen bir şeyde bir varlığın bu-lunmasının doğru olmaması açısından cevherlerden oluşların sona erdi-rilmesini kastederiz. Oluşlardan (ekvan) herhangi bir şey cevherlere ka-tılmayınca, cevherlerden hareketle onlarda yaratılan arazların yok olması onların da yok olmasını zorunlu kılar.” İşte bu, onun sözünün özetidir.

5

10

15

20

25

30

Page 579: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 579

ــ آن إن ــ ــ ا ــאر א وف ــ ــ ا א ــ כ ــ א ا ا ــ ل ــ ــ ــ و

ــ ا و ــ ــ ــ ــאس و ــ ا ء ــ ره ــ ــ ا ــ آن و ــ ــאت ا آ

. ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ أ

ل ا ] ٨٥٨[ ــ ــ ــא اه ــ ــכ، أ ــ وأ א ا ا ــ ب ــ כــ : ــ ــ ــאل أ

ل ا ــ ل ر ــ ــא﴾ و ــא أو ــ ت ــ א ــ أو ــ آ ــ ــ ــא ﴿ : ــ א

م כאن ــ ــ ا ــ ــ أ ــ وا כ ــ ا ــ وآ כ ــ ا ــ آ ــ ــ و ــ ا

ا، ــ כــ ا و رة כــ ــ ــ ــ ــ أن ــ ا ــ إذا

ــא ] ٨٥٩[ ــא أن . إ ــ ه ــ ــ و وا أ ــ ــא رة ــ ا ــ ــאس ر ــ أن ا و

ــכ ــ ذ ذ ــ . ــ ــא ــ ، أو ا ــ ــא دو ل ــ أو ا و ــ ول ــא ول ــ ا

ــ ا ــאرض ي ــ ــ ا ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ أ ــ أ ــ ــכ כ

. ــ ــכ أ ــ ذ ز ــ ــ ــ و

ــ ] ٨٦٠[ ب آ ــ ــ ا ــ ا ا ــ ــ א ــ כ ــ א ل ا ــ ــ ــ و

ــאل ــ ــ وا ــ وا ت ا ــא ــ ــ ذכــ ــאب ــ ــאب כ ا

ــ ــא اض ــ ــ ا ادث و ــ ــאس ا ــ أ ــאؤه ــ ــא ــא : ــ א ا

ــ ا ــ ــא. ء ــ م و ــ ــ ــ ــא و ــאل ــ ــ א ــ ا ــא

. ــ כ

ــ ] ٨٦١[ ــא إ ل ــ ــ ــא وأ : ــ ا ا ــ ــ ــאل و

د ــ و ــא ــ ــ ــ ــא ان כــ ا ــ ــ ، ــ ا ا

ــ ء ــ ــא ــ ــ وإذا ــכאن. ا ــ ر ــ ــא و ــכאن ــ

ــ כ ــ ا ــ ــא. ــ أو ــא ــא ــ כאن ــא م ــ ان כــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 580: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi580

Bu aynı zamanda tam olarak Dehrilerin görüşüdür. Zira onlar, faili olma-yan fiillerin varlığını kabul etmişlerdir. Bâkıllanî de, cevherlerin ve arazla-rın yok olmasının faili olmayan bir fenâ ve yok olma olduğunu ve yüce Al-lah’ın fani olan varlığı yok etmediğini kabul etmektedir. Biz, bu dalâletten ve mutlak ilhattan yüce Allah’a sığınırız.

[862] Eş’arilerin tamamı, “Yüce Allah’ın kâfirlere yönelik dinî bir ni-meti asla yoktu.” demişlerdir. Onların lideri olan el- Eş’arî de “Yüce Allah’ın kâfirlere yönelik dünyevî bir nimeti asla yoktur.” demiştir. Bu, el- Eş’arî’nin ve sapıklıkta ona tabi olanların yüce Allah’ı yalanlamalarıdır. Zira yüce Allah şöyle buyurur: “Allah’ın nimetini küfre değişenleri ve kavimlerini helâk yurduna, yaslanacakları cehenneme sürükleyenleri görmedin mi? O, ne kötü duraktır!”

590, “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.”

591

[863] Yüce Allah, bu âyetlerle, nimetlerini inkar eden kâfirleri azarla-mak suretiyle onlara hitap etmiştir. Allah’ın kâfirlere yönelik olan dünyevî nimetlerine gelince bunlar çoktur. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuş-tur: “Kahrolası (inkârcı) insan! Ne nankördür o! Allah, onu hangi şeyden ya-rattı? Az bir sudan (meniden). Onu yarattı ve ona ölçülü bir şekil verdi. Sonra ona yolu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürdü de kabre soktu. Sonra, dilediği vakit onu diriltir. Hayır hayır.. Ona emrettiği şeyi, o yerine getirmedi. İnsan, bir de taamına bakıversin.”

592 Bu ve benzeri âyetler Kur’ân’da çoktur.

[864] Bâkıllanî, el-İntisâr fi’l-Kur’ân diye bilinen eserinde “Kur’ân’ın Hz. Peygamber’in mucizesi oluşuna delaletinin açıklanması” bölümünde, mülhitlerin müslümanların Kur’ân’ın mucize oluşunu iddia etmelerinin doğruluğunu gösteren delil istediklerini belirtmiş ve şöyle demiştir: Mül-hitlere şöyle denilir: Kur’ân’ın ve Hz. Peygamber’in (s.a.) Kur’ân dışındaki âyetlerinin mucize olmakla vasıflandırılmalarına gelince, bunun manası kulların buna güç yetiremeyecekleri şeylerden olmaları ve gerçekte kulla-rın bunlardan aciz kalmalarıdır. Her ne kadar aciz bir kimsenin -onlardan aciz kaldığı ve kudretinin yetmediği sahih olan söz konusu durumlardan aciz kalması sebebiyle isimlendirilme açısından acizin acizliğiyle alakalı değilse de, Kur’ân ve onun dışındaki -Mûsâ’nın âsâsı, sarp kayadan de-venin ortaya çıkması, körlerin ve cüzamlıların iyileştirilmesi ve ölülerin diriltilmesi gibi- peygamberlerin âyetleri mucize olarak tanımlanmıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 581: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 581

ــ ا ــאء ا ن ــ ل ــ ــ ــא و ــ א ــאل ــ א ــא، إذ ــ ل ا ــ ا ــ و

ذ ــ ، و ــ א ــ ا ــ ــ א ــא وأن ا ــ א ام ــ ــאء وإ ــ اض و ــ وا

. ــ ــאد ا ل وا ــ ــ ا ــא

ــאل ] ٨٦٢[ . و ــ ــ أ ــ د ــאر כ ــ ا ــ א ــ : ــ ا ــ א و

ــ ــ و ــ כ ا ــ ، و ــ ــ أ ــ د ــאر כ ــ ا ــ : و ــ ي ــ ا

دار ــ ا ــ ا وأ ــ כ ا ــ ا ــ ل: ﴿ ــ ــ إذ ــ و ل ــ ــ ا א أ

وا اذכــ ا ــ ــ إ ــא ﴿ : ــ ــ و ل ــ ار﴾ وإذ ــ ا ــ ــא و ــ ار۞ ا

﴾ ــ א ــ ا כــ ــ وأ כــ ــ ــ أ ا ــ

ــא ] ٨٦٣[ ــ وأ ــא כ ــ א ــ ا وا ــ ــאرا ا כ ــ ــ א ــ א ــא وإ

ــ ــ ۞ ء ــ أي ــ ه۞ ــא أכ ــאن ا ــ ﴿ : ــ א ــאل ــ כ ــ ا

ــ ﴾ ا ــ א ــ ــאن إ ا ــ ﴿ : ــ ــ ه﴾ إ ــ ــ ــ ا ره۞ ــ . ــ آن כ ــ ــ ا ــ و

ــאب ] ٨٦٤[ ــ آن ــ ا ــ ــאر א وف ــ ا ــ א כ ــ ــ א ا ــאل و

وا . وذכــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ آن ــ ــ أن ا ــ ــאب ا ــ

. ــ آن ــ ــ أن ا ن ــ ــאه ا ــא اد ــ ــ ــ ــ ا ــ ال ا ــ

ل ــ ــאت ا ــ آ ه ــ آن و ــ ــ ا ــ و ــא : أ ــ ــאل : ــ א ــאل ا

ــ وإن ــאد ر ا ــ ــא ــ ــאه أ ــא . ــ ــ ــ ــ و ــ ا

ــ ــאت ا ــ آ ه ــ آن و ــ ــ ا ــאر و ــא ، وإ ــ ــ ا ــ א ا ــ כ

ــ כ اء ا ــ ة وإ ــ ــ ا ــ א وج ا ــ ــ و ــ م כ ــ ة وا ــ ــ ا

ــ ــ و ــ ــ א ــ ــ ــ ــ ــ وإن ــ ــ ــאء ا ص وإ ــ وا

ــא، ــ ر ــא، و ــ ــ ــ ر ا ــ ــ ا ــ א ــ ا ــ ــא ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 582: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi582

Çünkü onların, -söz konusu âyetleri yapmaya kudretleri olmaksızın- pey-

gamberlerin âyetlerine karşı koymaya kudretleri yoktur. Böylece ondan

aciz kalmak, kendisinden aciz kalınan şeye teşbih iledir.

[865] Bâkıllanî şöyle demiştir: Arapların Kur’ân’ın bir benzerini yap-

maktan aciz kalmalarının mümkün olmamasına delalet eden şeylerden

biri, acizliğin ancak mevcut bir şeyden aciz kalınmasının sabit olmasıdır.

Şayet onlar, bu esasa göre, Kur’ân’ın ve Mûsâ’nın asasının bir benzerini ge-

tirmekten, ölüleri diriltmekten, cisimleri, duyma ve görmeyi yaratmaktan,

bela ve musibetleri kaldırmaktan aciz olsalardı, -buna muktedir oldukla-

rı gibi- bu mislin/benzerin onlarda mevcut olması ve onlardan meydana

gelmesi zorunlu olurdu. Bunun onlardan meydana geliyor olması elbette

zorunlu olurdu. Bu, bu şekilde olmadığına göre, -kulların bunu yapmaya

kudretlerinin yokluğu ve bunun onlar için mevcut olmamasıyla birlikte-

gerçek anlamda kulların Kur’ân’ın mislini getirmekten, Mûsâ’nın asası-

nı ejderhaya dönüştürmekten ve bunun benzerlerinden aciz olmalarının

mümkün olmadığı sabit olmuştur.

[866] Ebû Muhammed şöyle dedi: Arapların ve kulların (kölelerin)

Kur’ân’ın benzerini getirmekten ve asa’yı yılana çevirmekten aciz olmaları-

nın câiz olmayacağını açıklaması noktasında bu küfürden sonra başka bir

küfür mü bekliyorlar? Zayıf biri, Bâkıllanî’nin “Onlar, buna kadir değil-

lerdir.” şeklindeki sözüne kanmaz. Ancak o, “Allah, yaptığı ve kendisinden

zuhur eden işlerden başkasına kudreti yoktur.” şeklinde bilinen sözü üzere-

dir. Bâkıllanî’nin bu fasıldaki “Acizin aciz kalması, ancak yapmaya mukte-

dir olduğu fiilden hareketle mümkün olur.” şeklindeki sözü de muhal olan

şeylerdendir. Onun tarafından dile getirilen bu kelâm, “Eğer onlar, buna

muktedir oldukları halde, Kur’ân’ın benzerini getirmekten aciz kalırlarsa..”

şeklindeki sözü zorunlu kılar. Onun İslâm’a tuzak kuran bir mülhit olduğu

hususunda hiçbir şüphe yoktur. Bu sözleri müslüman bir kimsenin lisanı

konuşmaz.

5

10

15

20

25

Page 583: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 583

ــכ ــ ذ ــ ر م ــ ــ ــ ــ ــאت ا ــאت آ אر ــ روا ــ ــ ــ

. ــ ز ــ א ــ א ــ ــ ــ א

ــ ] ٨٦٥[ ــ ــ ز أن ــ ب ــ ــ أن ا ل ــ ــא ــ و א ــאل ا

ا ــ ــ כא د، ــ ــ ا إ ــ ن כــ ــ ــ أن ا ــ و ــ ــ آن ــ ا

ــ ــ و ــאء ا ــ وإ ــא آن و ــ ــ ا ــ ــ א ــ ا ا ــ ــ

ــכ ن ذ כــ ــ أن ــאت א ى وا ــ ــ ا ــאر، وכ אع وا ــ ــאم وا ا

ن כــ ــ أن ــכ ــ ذ ــ אدر ا ــ ــ כא ــ ــא أ ــ כ ــ و دا ــ ــ ا

ــ ــ ا ــאد ــ ا ز ــ ــ ــ أ ــכ ــכ. כ כــ ذ ــ ــא ــ و ــכ ذ

ــ ــא ــ ــ ــ و د ــ ــ ــ ــ وכ ــ ــ آن ــ ــ ا ــ

ــכ. ــ ذ ــ ، و ــ

ــאد ] ٨٦٦[ ــ أن ا ــ ــ כ ا ا ــ ــ ــ ــ כ : أ ــ ــ ــאل أ

ــ ؟ و ــ ــא ــ ا ــ آن و ــ ــ ا ــ وا ــ ز أن ــ ب ــ وا

ــ أن ا وف ــ ــ ا ــ ــא ــכ ــ ذ ــ אدر ــ ــ ــ إ ــ

ا ــ ــ ــ ــאل ــ ا ــ ، و ــ ــ ــ ، و ــ ــא ــ ــ ر ــ

ــ م ــכ ا ا ــ ــ أن ــ ر ــ ــא ــ إ א ــ ا ز أن ــ ــ : إ ــ ا

ا ــ ــ כאن כא ــ أ ي ــ ــא ــ و روا ــ آن و ــ ــ ا ــ وا ــ ــ إن ــ أ

. ــ ــאن ــא ــ ال ــ ه ا ــ ــ ــכ ا ــ م ــ

٥

١٠

١٥

Page 584: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi584

[867] Bâkıllanî’nin küfre düştüğünü ve İslâm’a tuzak kurduğunu gös-teren en büyük delillerden biri de, adı belirtilen kitabın, mezkur babının son faslındaki şu sözüdür: “Kur’ân’ı Muhammed b. Abdullah b. Abdul-muttalib’ten işiten bir kimseye, Kur’ân’ın Muhammed’in mucizesi olduğu-na veya onun elinde ortaya çıktığına ve onun tarafından ifade edildiğine -çevre bölgelerin halkına ve haberleri nakledenlere sorup çevrede bu lisanı konuşanların durumunu öğreninceye kadar- acele edip kesin olarak inan-ması gerekmez. Tespit ettikten ve derinlemesine düşündükten sonra bu konuda onu geçen bir kimsenin olmadığını bilince, işte o zaman Hz. Mu-hammed’in peygamberliğine inanması zorunlu olur.”

[868] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu, -eğer Muhammed’in (a.s) nübüvvetinin batıl olduğunu açıklasa idi-, köpeğin taşlanması gibi üm-metin kendisini taşlamasından korkan bir insandır. Böylece Bâkıllânî, herhangi bir kimsenin -çevre bölgelerin halkına ve haberleri nakledenle-re sorup bu lisanı konuşanların durumunu öğreninceye kadar- Muham-med b. Abdullah b. Abdulmuttalib’in (s.a.) nübüvvetini ikrar etmemesini, Kur’ân’ı getirmediğini ve âyetlerinden herhangi bir âyetin onun nübüvve-tinin doğruluğuna delil olmadığını kabul etmeyi gerekli kıldığından do-layı, kısa yoldan buna (yani Hz. Peygamber’in nübüvvetini inkar etmeye) götüren hususları onlara açıklamıştır.

[869] Ebû Muhammed şöyle dedi: Allah’a yemin olsun ki bir insa-nın ömrü Nuh’un (s.a.) ömrü kadar bile olsa, (çevredeki insanların kana-atini öğrenmeye çalışmakla) sonu olmayan bir işe girmiştir. Çünkü çevre ve etraf halkından sorup öğrenmek bin senede gerçekleşmez ve haberleri beklemenin ise bir sınırı yoktur. Sınırlı olanın ve geçim derdine düşen bir kimsenin buralardan bir tarafa ne zaman ulaşacağını keşke bilseydim! Çünkü çevre bölgelerin halkı, Çin’in başlangıcından Endülüs’ün sonuna, zencilerin yaşadığı bölgelerden Slavların yaşadığı beldelere ve bunların ara-sındaki beldelerde yaşayanlardır. Böylece bu cahil mülhidin küfre düştüğü ve İslâm’a tuzak kurduğu hususu, en ufak duyarlılığı olan herkes için or-taya çıkmıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 585: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 585

ــ ] ٨٦٧[ ــ ــ ه ــ وכ ــ א ا ــ כ ــ ــ ا ا ــ أ ــ و

ــ ــ ــ ــ ر، إ כــ ــאب ا כ ــ ا ر כــ ــאب ا ــ ا ــ ــ آ

ــ أن ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ــ آن ــ ــ ا

ــ ــ ــ ــ ، و ــ ه ــ ــ ــ ــ أو أ ــ آ ــ ــ أ ــ ــ ا ــאدر إ

ــכ ــ כ ــאل ا ف ــ ــאر و ــ ا اف، و ــ ــ وا ا ــ ا ل أ ــ

ــ ــכ أ ــ ذ ــ إ ــ ــ ــ أ ــ وا ــ ا ــ ذا ــ ــאق، ــ ا ــאن ا

. ــ ــאد ــ ا ــ

ــ ] ٨٦٨[ ــא ، כ ــ א ــ ــ ــ ا א ــאف ــאن ا إ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــא ــ ح ــ ، ــ א ــ ــ و ــ ا ــ ة ــ ن ــ ح ــ ــ إن כ ا

ــ ــ ا ــ ــ ة ــ ــ ــ أ ــ ــ ب، إذ أو ــ ــ ــכ ــ ذ دي إ ــ

ــ ــ ــ آ آن و ــ א ــ ــ أ ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ا

ــאر ــ ا اف، و ــ ــ وا ا ــ ا ل أ ــ ــ ، إ ــ ــ ــ ــ א آ

ــאق. ــ ا ــ א ــ כ ــאل ا ف ــ و

ــאن ] ٨٦٩[ ــ ا ــ ــ و ــ א ــ ــ ــאل وا : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ اف ــ ــ وا ا ــ ا ال أ ــ ن م، ــ ة وا ــ ــ ا ح ــ ــ

ــ א ود و ــ ــ ا ــ ي ــ ــ ، و ــ ــ ــ ــאر ــאر ا ــאم، وا ــ أ

ــ ر ا ــ ــ ــ ــ ــ ا ــ ا ن أ ــאل. ا ا ــ ــ ف ــ ــ ــאش إ ا

ا ــ ــ ح כ ــ ــכ، ــ ذ ــא ــ א د ا ــ ــ ــ إ د ا ــ ــ ــ إ ــ ا ــ آ إ

. ــ ــ ــ أد ــ ــכ م ــ ه ــ ــ وכ ــ ا א ا

٥

١٠

١٥

Page 586: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi586

[870] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bâkıllanî’nin bu konudaki hilesi zayıftır. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki şeytanın hilesi zayıftır.”

593 Arap lisanına ve Arapların Kur’ân’a muaraza etmekten kesin olarak aciz kaldıkları konusundaki haberlere dair güçlü bir bilgisi olduğu-nu söyleyen ve onlardan sonra günümüze kadar gelen kimselere, bu lanetli faslı dile getirmek rezillik ve saçmalık olması bakımından yeterlidir. Onun açısından bu, Kur’ân’ın bir bütün olarak nazil olmadığından dolayı zo-runludur. Böylece bu konuda birisinin bir iddiayı dile getirmesi de müm-kündür. Şüphesiz nazil olan her bir kıssa parça parça inmiştir, aynı şekilde Kur’ân da parça parça nazil olmuştur. Hz. Peygamber’in (s.a.) yanında yüce Allah’ın ona vahyetmesi suretiyle vahyin zuhur etmesi ve bunlarla Hz. Peygamber’in (s.a.) uyardığı gaybi bilgilerin onda tezahür etmesi zorunlu olarak gereklidir. Arap lisanına ve (Kur’ân ile alakalı) haberlere dair hiçbir bilgisi olmayan bir kimseye gelince, ilmi olan bir kimsenin “Hz. Peygam-ber (s.a.), yüce Allah’ın olaylarla alakalı olarak Kur’ân’dan ve Tevrat’tan bir âyet veya iki âyet, bir cümle ya da iki cümle indirdiği olayların ortaya çıkması anında Kur’ân âyetlerini parça parça -son halini alıncaya kadar- bu şekilde ortaya koyduğu halde, Araplar Kur’ân’ın benzerini getirmekten aciz kalmışlardır. Dolayısıyla bu, ne açık bir ilhat ne de iğrenç saçma sözler olmayıp, bir hakikattir.

[871] Eş’arilerin apaçık küfürlerinden birisi de Simnânî’nin sözüdür. Zira o, Bakıllânî’nin şöyle dediğini açıklamıştır: “Herhangi bir günahı is-tisna etmeksizin yüce Allah’tan bağışlanma dilenmesi gerekli olan bütün günahların -sadece tebliğde yalan söylemek hariç- Hz. Peygamber’den (s.a.) vuku bulması mümkündür.” Yine Bâkıllanî şöyle demiştir: “Hz. Pey-gamber (s.a.) herhangi bir şeyi yasaklayıp daha sonra bunu yaparsa, bu du-rum söz konusu hususun neshedildiğine delil değildir. Zira Hz. Peygam-ber, bunu, bazen yüce Allah’a karşı isyan ederek/günah işleyerek yapar.” Bâkıllanî, Allah Resulünün arkadaşlarına bu durumu eleştirmelerinin (red-detmelerinin) farz olmadığını söylemiştir. Simnânî, el-İmâme adlı kitabın-da şöyle demiştir: “Şayet akıl, Hz. Peygamber’in (s.a.) yüce Allah’tan alıp tebliğ ettikleri hususunda masum olmasının gerekliliğini göstermemiş olsa idi, -tebliğin dışındaki söz ve fiillerinde masum olması zorunlu olmadığı gibi-, elbette onun tebliğ konusunda da masum olması gerekli olmazdı.”

5

10

15

20

25

30

Page 587: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 587

]٨٧٠ [ ــ : ﴿إن כ ــ א ــאل ا ــכ ــ ذ ه ــ ــ כ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ أن א ن ــ ــ ا ا ا ــ ــ ــ ر أ ــ ــ כ ــ כ ــא﴾ و אن כאن ــ ا

، ــ אر ــ ب ــ ــ ا ــ ــ כ ــ ــאر ــ وا א ي ــ ــ ــ ــ

כــ ــ آن ــ ل ا ــ ــ ــ ورة ــ ه ــ ــ ــ م وأ ــ ــ ا ــ إ ــ

ه ــ آن، و ــ ــא ل ــ ل ــ ــ ــ כ ــא ل ــ ــא ــ وإ ــ أ ى ــ ــ ا

ــ ــא ، و ــ ــ إ א ــ ا ــ م ــ ة وا ــ ــ ا ه ــ ــ ــ أ ورة ــ

ــ כ ــאر ــ وا א ــ ــ ــ ــא ــא. وأ اره ــ ــ إ ــ ــ ب ا ــ ــ ا

ــ ــ ــ ــ أ ، وأ ــ ــ ت ــ ب ــ ن ا ــ ه، ــ ــ ــ ا ــ ــ ــאر أ

ــ כ ــ وا כ ، وا ــ ــ وا ــא ا ــ א ل ا ــ ــ أ ــ ا ل ا ــ ــ

، ــ ــאد ا ــכ ا ــ و ذ ــ ا ا ــ ، ــ ــא ــ כ ــ راة ــ آن وا ــ ــ ا

. ــ ــ ا م ا ــכ وا

ــ כאن ] ٨٧١[ א ــ أن ا ــ א إذ ــ ل ا ــ ــ ــ ا ا ــ כ و

ــ ــ ا ــ أن ــא ــא א ــ ــ א ــא ــ כ א ــ ا ل: إن ــ

ــאل . و ــ غ ــ ــ ا ب כــ ــא ا א ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــא ــ و א

ــ ــכ د ــ ذ ــ ــ ء ــ ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا : إذا ــ א ا

א ــ و أ א אل ا . ــ ــ و ــא א ــ ــ خ، إذ ــ ــ ــ أ

ــ ــ ا ــ د : ــ א ــ ا א ــ כ א ــ ــאل ا . و ــ ــכ وا ذ כــ ــא أن

ــ ــ و ــ ا غ ــ ــ ا ــא ــ ــ و ــ ا ــ ن ا ب כــ ــ ــ و

. ــ ا ــ وأ א ــ أ اه ــ ــא ــ ــא غ، כ ــ ــ ا ــא ــ ــ כ ــא و

٥

١٠

١٥

Page 588: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi588

Yine Simnânî, söz konusu kitabının başka bir yerinde, “Aynı şekilde Hz. Peygamber’in (s.a.) elçilik görevini eda ettikten sonra küfre düşmesi de mümkündür.” demiştir.

[872] Ebû Muhammed şöyle dedi: Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin olsun ki, Allah’ın dinine yardım eden ve O’na davet eden bir müslüman bu sözü asla söylememiştir ve bunu söyleyen bir kimse de ancak mülhid bir kâfir olmuştur. Ey insanlar biliniz ki Simnânî, Hz. Peygamber’e (s.a.) küfrü, zinayı, livatayı, asiliği, hırsızlığı ve bütün günahları câiz gör-müştür. Ey insanlar! İslâm’a kurulan hangi tuzak bundan daha büyüktür? Arkadaşı İbn Furek’e gelince o, bunu yasakladı ve onu eleştirdi. O da ka-dınları öpüp onlara meyletmeyi ve çocukları uyarıp azarlamayı ve bunun gibi küçük günahları Nebiye (a.s) câiz görmüştür.

[873] Simnânî ve İbn Furek’in hocaları olan İbn Mücahid el-Basrî’ye gelince -bu kıraat âlimi olan Basrî594 değildir-, o bunların tamamını men etmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.) kasıtlı olarak ister küçük isterse büyük olsun bir günah işlemesini mümkün görmekten yüce Allah’ın “Allah’ın El-çisinde sizin için güzel bir örnek vardır.”

595 meâlindeki sözünden dolayı Allah’a sığınırız.

[874] Yüce Allah’ın bizlere, ister küçük isterse büyük günah olsun gü-nah işleyen bir asi ile teselli bulmamızı emretmesi muhal olan şeylerden-dir. Bu mülhidin dini ve müslümanları alaya almasına hayret etmelisiniz! Zira o ( Simnânî) burada “Hz. Peygamber’in (s.a.) ashabına, rabbine isyan etmesi ve ümmetine emrettiği emirler konusunda Allah’a muhalefet etme-sinden dolayı Nebi’yi eleştirmeleri onlara farz değildir.” demiştir. Yine o, kıyasın başarısı konusunda, “Sahabeden olup da kıyas yapan bir kimsenin kıyası ve onu eleştirmekten sükut eden bir kimsenin sessizliği, bu kıyas ile hüküm vermenin gerekliliğine delildir. Çünkü onlar (sahabe), münker olanı kabul etmezler. Dolayısıyla Hz. Peygamber’den (s.a.) meydana gelen bir mümkeri kabul etmeleri zorunludur ve münker dahi olsa kıyası kabul etmelerini reddetmiştir. -Böylesi bir durumdan yüce Allah’ı tenzih ederiz.- Böylece o, bu tenakuz ile sahabenin kıyas ettiği, onlardan kıyas eden bir kimsenin kıyası bildiği ve onların bunu inkar etmedikleri iddiası konula-rındaki yalanı cemetmiştir. Bunlar ise din ile oyun oynayan yalancıların özellikleridir.

5

10

15

20

25

30

Page 589: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 589

ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا כ ز أن ــ ــכ ــ وכ ــ ــכאن آ ــ ــא ــאل أ و

. ــא ــ أداء ا

ــ ] ٨٧٢[ ا ــ א ل ــ ا ا ــ ــאل ــא ــ ــ إ ي إ ــ ــא ا : ــ ــ ــאل أ

ــ ــאس أ ــא ا ا أ ــ א ا، ــ ا ــ ــ כא א ــא כאن ، و ــ ــ ــ ــא إ ودا

ــ ــאء وا ــ وا א ــא وا ــ وا כ ــ ا ــ و ــ ا ــ ــ ا ز ــ ــ

رك ــ ــ ــ ا א ــא ا؟ وأ ــ ــ ــ ــאس أ م ا ــ ــ ــ وأي כ א ــ ا و

ــ א ــאر ا ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــאز ه، وأ כــ ا وأ ــ ــ ــ ــ

ــכ. ــ ذ ــאن و ــ ا ، و ــ ــאء و ــ ا כ

ــכ ] ٨٧٣[ ــ כ ذ ــ ــ ي ــ א ــ ي ــ ــ ا א ــ א ا ــ ــא وأ

ل ــ ا ــ ا و כ ــ ــ ــא ــ ذ ــ و ــ ا ــ ز ا ــ ــא أن א و

﴾ ــ ة ــ أ ل ا ــ ــ ر כــ כאن ــ ﴿ : ــ א ا

ت ] ٨٧٤[ ــ ــ ــ ــ א ــ ــ أن א ــא ا ــאل أن ــ ا و

ــ ــא إ א ل ــ ــ إذ א ــ و א ــ ا ا ــ אف ــ ا ــ ت وأ ــ أو כ

ــ ــאن ر ــ وا כــ ــ أن ــ و ــ ا ــ ــאب ا ــ أ ــא ــ

ــאس ــ ــאس ــאس إن ه ــ ــ ل ــ ــ ، و ــ ــ ي أ ــ ه ا ــ ــ أ א و

כــ ب ا ــ ــ و ــ ــכאره د ــ إ ــ ــכ ــ ت ــכ ــ و א ــ ا

ــ ــ ــ ا כــ ــ ا ــ ار ــ إ و כــ ــ ون ــ ــ ــאس، א

ــ ا כــ ــ כאن ــאس ــ ا ــ ار כــ إ ا، وأ ــ ــ ــא א ــ ــ و ا

ــ ى ــ ، ود ــ א ــ ا ــאس ى ا ــ ــ د ب כــ ــ وا א ا ا ــ ــ

ــ ا כ ــאت ا ه ــ وه، و כــ ــ ــ ى أ ــ ــ ود ــאس ــ ــאس ــ

. ــ א ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 590: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi590

[875] Eş’arilerin felaketlerinden biri de Simnânî’nin Bâkıllanî’den, “Onlar, Hz. Peygamber’in (s.a.) risalet sırasında ve bundan sonra ölünceye kadar olan zaman diliminde kendi dönemindeki insanların en faziletlisi olmasının gerekliliği konusunda ihtilaf ettiler. Bunu dile getirenler zorunlu kıldılar, diğerleri ise bunu gerekli görmediler.” şeklinde dediğini nakletme-sidir. Bâkıllanî de “Bu doğru olandır ve biz de bunu kabul ederiz.” demiştir.

[876] Ebû Muhammed şöyle dedi: Allah’a yemin olsun ki bu, hiç-bir gizliliği bulunmayan bir küfürdür. Çünkü Bâkıllanî, Hz. Peygamber’in (s.a.) yaşadığı asırda ve sonraki dönemlerde Allah Elçisinden daha faziletli birisinin bulunmasını mümkün görmüştür. Bizim, Ahmed b. Hâbıt’ı596 reddetmemiz bundan başka bir şeyden dolayı değildi. Zira o, Ebû Zerr’in Hz. Peygamber’den (s.a.) daha zahit olduğunu söylemişti. Simnânî de, kendisinden bahsettiği bu hafif akıllı Bâkıllanî’nin görüşüne rağmen, imâ-met konusundaki kapsamlı eserinde “İmâmetin şartlarından biri, imamın kendi zamanındaki insanların en faziletlisi olmasıdır.” demiştir.

[877] Ebû Muhammed şöyle dedi: “Ey din kervanın yolcuları! Bu kâfire göre, elçilerden ayrı olarak insanların içinde Allah Elçisinden (s.a.) daha faziletli birisinin olması mümkündür. Fakat ona göre Hz. Peygam-ber’den sonra imâmeti üstlenen bir kimseden daha faziletli birisinin insan-ların içinde bulunması câiz değildir. Sonra onun bu konudaki ahmaklığı da derin bir ahmaklıktır. Çünkü bu gücün yetmediği bir tekliftir (teklîf-i mâlâ yutâk). Zira bir kimsenin başkalarından üstün olduğunu kesin bir şekilde bilmenin yolu, ancak yüce Allah’tan gelen bir nas ile mümkündür. Kureyş’in en faziletlisi nasıl tespit edilebilir? Öyle ki onlar, Çin’in, Kabil’in ve Mukran’ın en uzak noktasından Uşbûne’ye, Akdeniz sahillerinden Ye-men denizi sahillerine, Ermenistan ve Azerbaycan dağlarına varıncaya ka-dar ve bunların arasındaki bölgelere dağılmışlardır. Ey Allah’ım, utanması olmayan kimseye lanet et!

[878] Tuhaf olan şu ki, bu alçak Bakıllânî icmanın hilafını kesin ola-rak kabul etmiştir. Nitekim (İmam) Malik, Kur’ân’ı Farsça okumanın cevazı konusunda Ebû Hanife’ye göre okuyan bir kimseye cevaz vermiş ve Kur’ân’daki âyetlerin tertibi konusunda icma olduğunu açıklamıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 591: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 591

ــ ] ٨٧٥[ ا ــ ــאل: وا ــ ــ أ א ــ ا א ــ ــכאه ا ــא ــ ا ــ و

ــא . و ــא ــ ا א ــ ــ ــ و ــ أ ــ أ ــ و ــ ا ــ ن ا ب כــ ــ و

ا ــ ــ و א ــאل ا ون. و ــ ــ آ ن وأ ــ א ــכ ــ ذ و ــ ــ ــ ــא، إ

ل. ــ ــ ــ و ــ ا

ن ] ٨٧٦[ כــ ز أن ــ ــ إذ ــאء ي ــ ــ ا כ ا وا ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ل ا ــ ــ ر ــ ه أ ــ ــא ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ــ أ

ــאل: إن ا، إذ ــ ــ إ دون א ــ ــ ــ أ ــא כ ــא أ ــ و ــ و ــ ا

ــ ا ا ــ ل ــ ــ ا ــ ؟ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ــא ذر כאن أز أ

ــ ــ أن ــ א ــאب ا ــ כ ــ כ ــ ا א ــ כ א ــ ــ ا ه ي ذכــ ــ ــ ا א ا

. ــ א ــ ز ــ أ ــאم أ ن ا כــ ــ أن א ط ا ــ

ــ ] ٨٧٧[ ن כــ ــ أن כא ا ا ــ ــ ز ــ ــ א ــאرة ــא : ــ ــ ــאل أ

ه أن ــ ز ــ ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ أ ــ ا ــאس ا

، ــ ــ ا ــ ــ ــא ــ أ ــ ــ ــ ــאس أ ــ ا ــ ــ ــ أ א ــ ا

ــ ــ ــ إ ــ أ ــ ــ أ ــ ــ ا ــ إ ــאق، و ــא ــ כ ــ

ــ ــ ا ــ أ ن ــ ــ ــ و ــ ــ א ــאط ــ ، وכ ــ ــ و ا

ــ ــ ا ا ــ ــ ــ و ــ ا ا ا ــ ــ ــ إ ــ ا ان إ כــ ــ و وכא

. ــ ــ ــ ــ ا ــכ، ا ــ ذ ــא ــאن ــ وأذر ر أر ــ ــ إ

ف ] ٨٧٨[ ــ ــ ــ א ا ل ــ ا ا ــ أن ــ ا ــ و

ــ אز ــ ــ أ ــ أ ــ ــ ــכ א ــאز أ ــ و ــאع ا

ــאع. إ آن ــ ا ــ ــאت ا ــ ن ــ ح ــ و ، ــ אر א اة ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 592: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi592

Nitekim Malik, güneşin batışı ve doğuşu anında Kur’ân okuyan bir kim-seye, bu şekilde iken secde âyeti geldiğinde önceki âyet ile sonrakini birleş-tirmesine izin vermiştir. Ona (Bâkıllanî’ye) göre Malik icmaya muhalefet etmiştir. Yine o, Şafii’nin kıyasın iptal edilmesi konusundaki görüşünde icmaya muhalefet ettiğini kabul etmiştir. Bu cahil kişi597, -cahilliğinin aza-metine rağmen- kıraat âlimlerinden olan Asım’ı ve İbn Kesir’i ve bunların dışındaki âlimleri ve (İmam) Şafii’nin görüşünü kabul eden sahabeden olan bir topluluğu kendi sıfatıyla vasıflandırmaktan haya duymaz mı? Öyle ki Bâkıllanî, kıyas ile hüküm vermenin gerekliliği konusunda sahabenin herhangi birisinden güvenilir bir yolla gelen herhangi bir delil ortaya koy-madığı halde Şafii’nin icmaya muhalefet ettiğini belirtmiştir. Yine o, İbn Mes’ud, Mesrûk, eş-Şa’bî ve diğerlerinin bunu inkar ettiğini kabul etmiştir. Fakat Allah’ın zillete düşürdüğünü hidayete erdirecek kimsesi yoktur.

[879] Yine Bâkıllanî’nin tuhaf görüşlerinden biri de şudur: “Avamdan olan bir kimseye bir problem hasıl olduğunda, şehirdeki en fakih kişiye sorması gerekir. Fakihin vermiş olduğu fetva onun için farz mesabesinde-dir. Şayet ona hasıl olan bu şey ikinci defa meydana gelirse, söz konusu fetva ile amel etmesi câiz değildir. Fakat onun, ister aynı fakihe isterse bir başkasına bu durumu tekrar sorması gerekir. Hakkında verilen bu ikinci fetva onun için farz mesabesindedir. Bu durum bu şekilde devam eder...”

[880] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, güç yetirilemeyecek bir tek-liftir. Zira halktan her bir kimseye namazında, orucunda, zekatında, nikâ-hında ve alışverişinde aklına gelen her bir şeyi daimi olarak sorması, soru-larını her gün ve her saat tekrar etmesi gerekli olur. Ahmaklıkta bundan daha ilerisi var mıdır? Aşırılığa düşmekten Allah’a sığınırız.

Fırkaları Bilinmeyen Bir Topluluğun Rezilliklerinin Açıklanması

[881] Ebû Muhammed şöyle dedi: Sufilerden bir topluluk, yüce Al-lah’ın dostlarının (veli/evliya) nebi ve resullerin hepsinden daha faziletli olduklarını iddia etmiş ve şöyle demişlerdir: “Velayette en ileri noktaya ulaşan bir kimseden namaz, oruç, zekat ve benzeri emirlerin tamamı sâkıt olur; zina, şarap içmek ve bunun dışındaki haramların tamamı da ona helal olur.” Onlar, başkalarının hanımlarıyla birlikte olmayı da mubah görmüş-lerdir. Nitekim onlar şöyle dediler: “Biz, Allah’ı görürüz ve onunla konu-şuruz. Her ne zaman kalbimize bir şey atsa, o hakikattir.”

5

10

15

20

25

30

Page 593: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 593

ة ــ ــ ــ آ אء ــא ــ و وب ا ــ ــ أ ــ ــ ــכ א ــאز ــ أ و

ن ــ ــ ــאع، و ــ א ه ــ ــכ א ــא، ــ א ــא ــ ــ ا أن

ــ א ا ا ــ ــ ــ ــאس، أ ــאل ا ــ ــ ــאع ــ ا א ــא ا

ــא ــ و ــ כ ــא وا א ن ــ ــ ــ ــ ــ ــאء ــ ا ــ أن

ــא ــ ي ــ ا ــא ا ل ــ ل ــ ــ א ا ــ ــ א و اء ــ ا ــ

ــאس، א כــ ــאب ا ــ إ א ــ ا ــ ــ أ ــ ت ــ ــ ــ ــאع، وأ

. ــ ــ و وق وا ــ د و ــ ــ ــכאره ا ــאل ــ ــ ، وأ ــ ــ ــ

. ــ ــאدي ــ ــ ا ــ כــ و

ــ ] ٨٧٩[ ل أ ــ ــ أن ــ אز ــ ا ــ ــ إذا א : إن ا ــ ــ א ــ و

ــ ــ أن ــ ــ ــ א ــ אز ــכ ا ــ ــ ن ــ ــ ــ ــאه ذا أ ــ ه. ــ ــ أ

ــא א ــ ــ أن ه، ــ ــא ــ وإ ــא إذا כאن ا . إ ــ א ل ــ כــ ــא. ــכ ا

ا. ــ ا أ כــ ، و ــ א ا

ــ ] ٨٨٠[ ــ ــ כ أ ــ ــאق إذا أو ــא ــ כ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

، ــ ــ و כא ــ و ــ وزכא א ــ و ــ ــ ــא ــ כ ا ــ ل أ ــ ــ أن א ا

ا، ــ ــ ــ ــ أכ א ــ ا ــ ــא ــ כ م ــ ــכ כ ــ כ ذ ال ــ ار ا כــ و

ن. ــ ــ ا ــא ذ ــ و

ف م ذכ

ــ ] ٨٨١[ ــ א ــאء ا ــ أو ــ أن ــ ا ــ א ــ : اد ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا ى ــ ــ ا א ــ ا ــ ا ــ א ، و ــ ــאء وا ــ ا ــ ــ ــ أ

ــ ــ ــכ، و ــ ذ כאة و ــ ــאم وا ة وا ــ ــ ا ــא، ا כ ــ ــ ا ــ

. ــ ــאء ا ــ ا א ــ ــכ، وا ــ ذ ــ و ــא وا ــ ا ــא ــאت כ ا

. ــ ــ א ــ ــ ف ــ ــא ، وכ ــ כ ى ا و ــ ــא ا: إ ــ א و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 594: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi594

[882] İbn Şem’ûn diye bilinen onlardan birisine ait özet olarak şöyle bir kelâm görmüştüm: “Yüce Allah’ın yüz tane ismi vardır. “Mufî” yüzdür, o da otuz altı harftir. Biri hariç, söz konusu isimlerde hece harflerinden herhangi bir şey yoktur. Bu bir isim vesilesiyle makamât sahipleri hakka ulaşırlar.” Yine İbn Hazm şöyle dedi: Hak meclislerini tasvir eden kimse-lerden biri, bir gün mecliste ayağını uzattığını, bunun üzerine “Burası kral-ların meclisi değildir.” diye nida edildiğini, bundan sonra ayağını bir daha uzatmadığını bana haber verdi. Yani o, yüce Allah’ın meclislerine devam eden bir kimse olduğunu kastediyordu.

[883] Nusaybin ahalisinden Ebû Hâzır en-Nusaybî, Ebu’s-Sabah es-Se-merkandî ve bu ikisinin taraftarları mahlukatın (halk) Allah ile birlikte ezeli olduğunu söylediler. Ebu’s-Sabah, Kitap ehlinin kestiği hayvanın eti-ni yemenin helal olmadığını, Ebû Bekir es-Sıddik’in (r.a.) Ridde ehli ile savaşmasının yanlış olduğunu ve onlarla savaşmanın terk edilmesi konu-sunda Ebû Bekir’den ayrılan sahabenin görüşlerinin doğru olduğunu söy-lemiştir. Ebû Şuayb el-Kalâl, rabbinin insan suretinde etten ve kemikten bir cisim olduğunu, sevindiğini, üzüldüğünü, hastalandığını ve iyileştiğini söylemiştir.

[884] Sufilerden birisi de, rabbinin bir mecnun suretinde yürüyüşüne varıncaya kadar dar sokaklarda yürüdüğünü, sırtından kanlar akıncaya ka-dar çocukların taşla onu kovaladığını söylemiştir. -Allah sizlere merhamet etsin- Biliniz ki bunların tamamı apaçık küfürdür ve İslâm’a tuzak kuran toplulukların sözleridir. Aşağıdaki şiiri söyleyen şair doğru söylemiştir:

“İbn Muallim’in cılız bir kimse olduğunu, taraftarlarının ve Bâkıllanî’nin daha cılız olduklarını gördüm. Mel’un bu konuda kendisinden başkasını bı-rakmadı, onların tamamı iftira ve küfür konumundadır.”

[885] Allah’a yemin olsun ki kandırılmış olmakla birlikte onlar, onların hakkındaki sözlerinde ve onlara yönelik hüsnü zanlarında, ancak başka birisinin dediği gibiydiler:

“Onlara haksızlık eden sultanla birlikte onun gibi uyanık ve dikkatli ol-duğu halde o da helak oldu.”

5

10

15

20

25

30

Page 595: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 595

ــ ] ٨٨٢[ א ــ א ــ أن ــא ن כ ــ ــ א ف ــ ــ ــ ــ ورأ

ــאء وف ا ــ ــ ــא ــ ــא، ن ــ ــ و ــ ــ א ــ ، وأن ا ــ ا

ــא ــאل أ . و ــ ــ ا ــאت إ א ــ ا ــ أ ــ ا ــכ ا . و ــ ــ ء إ وا ــ

ــ א ا כــ ــא دي ــ ــא ــ ــ ر ــ ــ أ ــ ا א ــ ــ ر ــ ــ أ

. ــ א ــ ا א ــא ــ כאن ــ أ ــא، ــ ــ ر ــ ك، ــ ا

ي ] ٨٨٣[ ــ ــאح ا ــ ا ، وأ ــ ــ ــ أ ــ ــ ا א ــ ــאل أ و

ــ أ א ــ ذ ــאح ــ ا ــאل أ ــ و א ــ ا ا ــ ا ــ ــ ــא: إن ا א وأ

ب ــ دة، و ــ ــ ا ــאل أ ــ ــ ــ ا ــ ر כــ ا ــ ــ أ ــ ــאب، و כ ا

ــ ل: إن ر ــ ــ ا ــ ــאل أ . و ــ ك ــ ــ ــ ا ــ ــ ر ــ ا א ل ا ــ

. ــ ض و ــ ن و ــ ح و ــ ــ ودم، و ــאن رة إ ــ ــ ــ

ــ ] ٨٨٤[ ــ ــ ــ أ ــ ز ــ ا ــ ــ : إن ر ــ ــ ا ــאل و

כــ ا أن ا ر ــ א ، ــ ا ــ ــ ــאرة א ــאن ــ ا ن ــ رة ــ

: ــ א ق ا ــ م و ــ ون ا ــ כ م ــ ال ــ ، وأ ــ ات ــ ــא כ ه כ ــ

ن ــ ــ ا ــא ا ل و ــ ــ أ א ــ وا א ــאزل ــ ــ ا ن ا ــ ت ــ

ل. ــ ــ ا כ ــכ وا ــ ا ــ ــ وכ ــ ذاك دو

]٨٨٥ [ ، ــ ــ ــ ا ــ و ــ ــ ــ ــ ور ــ ا ــ ــא وا

: ــ ــאل ا ــא إ כ

אرس و س و אن ا אع و

٥

١٠

١٥

Page 596: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi596

[886] Allah sizlere merhamet etsin, biliniz ki yüce Allah dalâlet fırkala-

rının eliyle bir hayır icra etmemiş; onların vesilesi ile küfür beldelerinden

bir köy bile fethetmemiş ve İslâm’ın bayrağını kaldırmamıştır. Hâlâ onlar,

müslümanların düzenini bozmak, müminlerin birliğini parçalamak ve din

ehline kılıç çekmek için gayret ederler ve yeryüzünde fesat çıkarmaya ça-

lışırlar.

[887] Hâricîlere ve Şiilere gelince, onların bu konudaki durumları, zik-

retme zahmetine girmeyecek kadar meşhurdur. Nitekim Batınîler İslâm’a

tuzak kurmaya ve zayıf mizaçlı kimseleri İslâm’dan çıkarıp küfre sokmaya

ancak Şiilik söylemiyle ulaşmıştır. Mürcilere gelince onlar da aynı şekilde-

dirler. Ancak Haris b. Süreyç598 kendi iddiasıyla zulmü reddederek orta-

ya çıkmış, sonra Türklerle birleşmiş ve böylece onları İslâm topraklarına

götürmüştür. Böylece o ülkeleri yağmalamış ve kapalı kapıları açmıştır.

Mu‘tezile de bu yoldadır. Ancak el-Mu’tasım599 ve el-Vâsık600 bilmeyerek ve

onların bir şey olduklarını sanarak Mu‘tezileden bazı kimseleri yönetime

getirmiştir. Mu’tasım’ın Kabil, Maziyar ve bunların dışındaki şehirler gibi

övgüye layık fetihleri vardır.

[888] Ey müslümanlar! Dininizi muhafaza ediniz. Biz, -yüce Allah’ın

yardımıyla- sizin için bu konudaki görüşleri topluyoruz. Kur’ân’a, Allah

Resulünün (s.a.) sünnetine, sahabenin (r.a.), tabiîn’in ve her asırda ashab-ı

hadisin hükmettiği hususlara yapışınız. Öyle ki onlar haberleri araştırdılar

ve haberlere tutundular; sonradan ortaya çıkan şeyleri (bid‘at) terk ettiler.

Her bid‘at dalâlettir, her dalâlet de cehennemdedir. Başarı yüce Allah’ın

yardımıyladır. Böylece heva ehli bid‘atçilerin ve dalâlete düşmüş fırkaların

rezillikleri konusundaki kelâm tamam oldu. Alemlerin rabbi olan Allah’a

hamd olsun.

5

10

15

20

25

Page 597: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 597

ــ ] ٨٨٦[ ــ أ ــ ا ــ ــ ق ا ــ ــ כــ ا أن ا ر ــ وا

ن ــ ا ــ ــא زا ، و ــ م را ــ ــ ــ و ر ــ כ د ا ــ ــ ــ ــ ا و ــ

ــ ــ أ ــ ن ا ــ ، و ــ ــ ا ن כ ــ ، و ــ ــאم ا ــ ــ

. ــ رض ــ ا ن ــ ، و ــ ا

ه، ] ٨٨٧[ ــ ذכــ כ ــ أن ــ ا أ ــ ــ ــ : ــ ارج وا ــ ــא ا أ

ــ כ ا ــ إ ــ ــאء ا اج ــ وإ م ــ ا ــ כ ــ إ ــ א ا ــ ــא و

ج ــ ــ ــ ــאرث ــכ إ أن ا כ ــ ــא ا . وأ ــ ــ ا ــ ا ا

ــ م. ــ ا أرض ــ إ ــ אد ك ــ א ــ ــ ر. ــ ا כــ ــ

ــ ــ ــ ــ ا ــכ إ أ ــ ذ ــ ــ אر، وا ــ ــכ ا ــאر، و ا

ــאت ــ ــ وכא ء، ــ ــ ــ أ ــא و ــ ــ ا وا ــ ا

. ــ ــאر و אز ــ وا א دة כ ــ

ن ا ] ٨٨٨[ ــ כــ ــ ــ כــ و ا ــ ن ــ ــא ا ــא ا أ

ــ ــא ، و ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر آن و ــ ا ا ــ ــכ. ا ــ ذ م ــכ ا

ــ ا ا ــ ا ــ ــ ــאب ا ن وأ ــ א ــ وا ــ ا ــ ر א ــ ا

ــ ــ وכ ــ ــ وכ ــ ا כ ــ ــ ود ا ا ــ ، ــ ا ا ــ

ــ اء وا ــ ــ ا ــ أ ــ ا ــ م ــכ ــ ا . ــ ــ ا א ــא ــאر، و ــ ا

. ــ א ــ رب ا ، وا ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 598: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi598

[LETÂİFÜ’L-KELÂM]

Kelâmcıların letaif diye isimlendirdikleri manalar; sihir ve tabiatların değiştirilmesi tarzındaki mûcizeler hakkındaki kelâm; bunların varlığı peygamberlerin (s.a.) dışındakiler için mümkün müdür yoksa değil midir?

[Sihrin Mâhiyeti][889] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bir topluluk, - insanın aynlerinin

görülemeyeceği görüşünde olduğu halde- sihrin aynları601 (a’yân) değiştir-mek ve tabiatları dönüştürmek olduğunu benimsedi. Onlar, Yüce Allah’ın salih kullarına bir kerameti olmak üzere cisimler yaratmasını, aynleri de-ğiştirmesini, tabiatları dönüştürmesini câiz gördüler ve bütün bunlar pey-gamberler (s.a.) için de birer mûcizedir.

[890] Ben, Muhammed b. Tayyib el-Bâkıllanî’nin şöyle dediğini duy-dum: “Sihirbaz, gerçekten suyun üzerinde ve havada yürüyebilir, insanı gerçekten bir eşeğe dönüştürebilir. Bunların tamamı, keramet olarak salih kullar için de mevcuttur. Bundan dolayı peygamberlerin mûcizeleri ile fa-ziletli insanlardan ve sihirbazlardan zuhur eden harikalar arasında -tehad-dî özelliğinin dışında- asla bir fark yoktur. Peygamber, (peygamberliğinin bir delili olarak) ortaya koyduğu şeyin bir benzerini getirmelerini istemek suretiyle insanlara meydan okur (tehaddî yapar). Ancak insanlardan hiç kimse bunu yapmaya asla güç yetiremez. Peygamberin insanlara tehaddîde bulunmadığı hususlar ise ona ait bir âyet ( mûcize) değildir. Yüce Allah’ın yalancı ve peygamberlik iddiasında bulunan bir sahtekârın söylemesiyle bir âyet/ mûcize izhar etmeye muktedir olmadığı (zorlanamayacağı) kesindir.” Ehl-i Hak, Yüce Allah’ın peygamberleri için ister meydan okuma amacı olsun veya olmasın aynleri değiştireceğini onun dışında kimsenin ayınları değiştiremeyeceğini söylemişlerdir. Bunların tamamı, -ister tehaddîde bu-lunsunlar isterse bulunmasınlar- peygamberlerin (s.a.) mûcizelerdir. Söz konusu hadiselerden herhangi birisinin salih kullar, sihirbazlar ve peygam-berlerin (s.a.) dışındaki herhangi bir kimse için mümkün olması hâlinde, tehaddînin (meydan okumanın) bir anlamı kalmaz. Şüphesiz Allah Teâlâ, nübüvvet iddiasında bulunan yalancıların eliyle de mûcizeler ortaya çıkar-maya muktedirdir. Fakat yüce Allah, muktedir olduğu sair işlerden yarat-mayı istemediği bir şeyi yapmadığı gibi, bunu da yapmaz.

5

10

15

20

25

30

Page 599: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 599

ات م ا و ا כ א وا م ا כ א أ ا א ا ا

אء أم א ا د ز و א أ א ا א إ ا

א ] ٨٨٩[ ــ א ــאن، وإ ــ ــ ــ أن ا م إ ــ ــ : ذ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا ا ــ כ ــ ــ א ــאزوا ى، وأ ــ ــא ــאس ــ ا ون أ ــ ــ وأ

ــ ، وכ ــ א ــ ا א ــ إ ــאن، و ــ ا ــאم و اع ا ــ ــ ا ــ و

م. ــ ــ ا ــאء

ــ ] ٨٩٠[ ــאء ــ ا ــ ــא : أن ا ــ א ــ ا ــ ا ــ ــ ورأ

د ــ ا ــ ، وأن כ ــ ــ ا ــאرا ــאن ــ ا اء، و ــ ــ ا ، و ــ ا

ــ ــא ــ ــאء و ــאت ا ــ آ ق ــ ــ ، وأ ــ ا כ ــ ا ــ ــ א ــ ا

ــאس أن ى ا ــ ــ ن ا ــ ي. ــ א إ ــ ــא أ ــ ا ــ و א ــאن ا ــ ا

ــ ــ ــ ــא ، وأن כ ــ ــכ ــ ذ ــ ر أ ــ ــ ، ــ ــ ــאء ــא ــ ا ــ

ــ ر ــ ــ א ن ا ــ ــ ، و ــ ــ ــ آ ــאس ــ ا ــ و ــ ا ــ ا

ــא، ــ ــ أ ــ ــ أ ــ إ ــ ا ــ أ ء כאذب، وذ ــ ــאن ــ ــ ــאر آ إ

وا، ــ ــ ــכ أو وا ــ اء ــ ــ ــ א ــ ــ و ــ إ ا ــ و

ــ ي ــ . وا ــכ أم وا ــ م ــ ة وا ــ ــ ا ــ ــאت ــכ آ وכ ذ

ــאء ــ ا ــ ، و ــא ، و ــ א ــכ ــ ذ ء ــ د ــ כــ و ــ ــ وأ

ــ ا כ ي ا ــ ــ أ ــאت ــאر ا ــ إ ــאدر ــ א م، وا ــ ة وا ــ ــ ا

ــא ــ ــ ــ أن ــא ــ ــא ــ כ ــ א ــ כ ة، ــ ــ ا

. ــ ــאدر ــ ــא

٥

١٠

١٥

Page 600: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi600

[891] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu, gayrısı mümkün olmayan bir hakikattir. Bunun delili ise, yüce Allah’ın şu beyanlarıdır: “Rabbinin kelimesi (Kur’ân) doğruluk ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur.”

602 “Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğret-ti.”

603 “Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.”

604

[892] Böylece âlemde bulunan her şeyin, yüce Allah’ın düzenleyip tertip ettiği değiştirilemeyecek düzenlemesinden olduğu anlaşılmaktadır. Yüce Allah’ın her bir ismi, müsemmasına (kendisine isim olarak verdiği varlığa) yerleştirdiği doğrudur. Dolayısıyla bu isimlerden herhangi birisi-ni -yüce Allah’ın isim olarak verdiği- müsemmasının dışındaki bir varlığa isim olarak vermek mümkün değildir. Çünkü bu şekilde davranmak, yüce Allah’ın kelimelerini değiştirmek olur. Öyle ki yüce Allah bunların değiş-tirilmesini geçersiz kılmış ve bunları değiştirmekten menetmiştir. Müsem-manın sıfatlarını değiştirmek câiz olsa idi -öyle ki müsemma, bu ismi söz konusu sıfatların kendisinde bulunması sebebiyle almıştır- bu durumda yüce Allah’ın söz konusu varlığa uygun gördüğü ismin sâkıt olması gerekli olurdu.

[893] Durum böyle olunca zatî fasılları, türleri ve cinsleri açısından yüce Allah’ın mâhiyetleri üzere tertip ettiği şeylerin hepsinin değiştiğine dair kesin bir delil olmadığı sürece değişmesi câiz değildir. Delil olması du-rumunda şu iki ihtimal söz konusudur:Birincisi âlemin yaratılmasındaki tek dereceli yaratma. Bu da meninin canlıya dönüşmesi, tohumun bir ağa-ca ve nebata dönüşmesi ve bilinen diğer dönüşümlerde olduğu gibi Yüce Allah’ın âlemde inşa ettiği ve belli bir düzen üzere geçerli olan, bilinen bir dönüşüm şeklinde olur. İkincisi ise asla bilinmeyen bir dönüşüdür ve yüce Allah âlemi bunun üzerine inşa etmemiştir. Bu türe peygamberlerin (s.a.) kendi nübüvvetlerinin sıhhatini gösteren şahitleri (delilleri) örnek olarak gösterebiliriz. Bunlar (belli bir kuralı olmayan dönüşümler/mûcizeler), söz konusu delilleri gören kimse açısından müşâhede ile mevcuttur ve bunları görmeyen kimseler için ise zorunlu bilgi ifade eden tevatür ile sabit olur.

5

10

15

20

25

30

Page 601: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 601

ــ ] ٨٩١[ ــכ ــאن ذ ه، ــ ز ــ ي ــ ــ ا ــ ا ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

: ــ ــ و ــאل ﴾ و ــ א כ ل ــ ــ ــא و ــכ ر ــ כ ــ : ﴿و ــ ــ و

כــ ــ ل ــ א أن ــ ه إذا أراد ــ ــא أ : ﴿إ ــ א ــאل ــא﴾ و אء כ ــ آدم ا ــ ﴿و

ن﴾ כ

ــ ] ٨٩٢[ ا ــ و ــ ا ــ ر ــ ــא ــ א ا ــ ــא כ أن ــ

ز ــ ــ אه ــ ــ ــ ــ כ ا ــ أو ــ و ــ أن ا ل ، و ــ ي ــ ا

، ــ ــ א ــ ا ي أو ــ אه ا ــ ــ ــ אء ــ ــכ ا ــ ــ ــ ا أن

ــ ل، و ــ ــ أن ــ و ــ ــ أ ــ ا א ــאت ا כ ــ ن כــ ــ כאن

ــא د ــ ــא ا ــ ــאت ــאل ــאز أن ــ ، و ــ ــא ن כــ ــ أن

ي ــ ــ ا ــכ ا ــ ذ ــ ــ أن ــ ــ ــכ ا ع ذ ــ ــ و ــ ا

. ــ ــ א ــ ا أو

ــ ] ٨٩٣[ ــ ا ــ ر ــא ــ א ــ ا ــא ــ أن כ ــ و ــכ ــכ כ ذ ذ ــ

ــא إ ــ ء ــ ل ــ ــ ، ــ א ــ وأ ا ــ وأ ا ــ ا ــ ــ ــ ــא

א ــ ــא ا ــ إ ــ و ــ أ ــכ إ ــ ذ ، و ــ ــ ــאن ــאم ا ــ

א ــ ــ ا ــ א ــ ا ــ א ــ ا ــא ــ ة، و ــ ــ وا ــ ر ــ אر دة ــ

دات، ــ ت ا א ــ ــא ا ــא و א ة و ــ ور ــ ي وا ــ ــא، وا ا ــ ا

ــ ــ ــכ ــא، و ــ א ــ ا א ــ ا ــ و ــ ــ א ــ ــא إ وأ

ة ــא א ــכ د ذ ــ ، و ــ ــ ــ ــ ا ــ م ــ ــ ا ــאء

وري، ــ ــ ا ــ ــ ا ا א ــא ــ ــ ــ ــ إ ، و ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 602: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi602

Dolayısıyla bunları kabul etmek gereklidir ve peygamberlerin (s.a.) duru-mu dışındakilerden uzak durmak gerekir. Şüphesiz bunların herhangi bir türünün ne sihirbazdan ne de salih bir kuladan meydana gelmesi mümkün değildir. Çünkü bunun olabileceğine dair herhangi bir delil olmadığı gibi bununla alakalı sahîh bir nakil de yoktur. Bu aynı zamanda -daha önce ifade ettiğimiz gibi- aklen de imkânsızdır. Şayet bu mümkün olsa idi, bu durumda muhâl, mümkin ve vacip eşit olurdu. Bu ise bütün hakikatleri iptal eder ve imkânsızların hepsini mümkün kılar. Bu görüşe katılan bir kimse, gerçekte sofistlere katılmıştır.

[894] Söz konusu peygamberlik delillerini sihirbazlar ve faziletli kimse-ler için mümkün gören kimseye, “Bu hadiseler, bu iki kimsenin dışındaki herkes için câiz midir? Yoksa sadece bu ikisine mi câizdir?” diye sorarız. Eğer o, “Bu durum, sadece sihirbaz ve faziletli kişi için mümkündür.” der-se, -ki bu görüş onların görüşüdür-, bu durumda onlara “Bu ikisi (sihirbaz ve faziletli kişi) ile diğer insanlar arasındaki fark nedir?” diye sorarız. Bunlar ile diğer insanlar arasında bir fark olduğunu söylemek, herhangi bir kimse-nin söylemekten âciz kalmayacağı bir iddiadan başka bir şey değildir. Eğer onlar, bunun sihirbaz ve fazıl kimsenin dışındakiler için de mümkündür derse, bu durumda hakikatlerin varlığını ispat edemeyen sofistlere gerçek anlamda katılmış olurlar; semaya yükselip melekleri gördüğünü, kuşlarla konuşup keçiboynuzu, hurma ve üzüm bağlarını devşirdiğini; erkeklerin hâmile kalıp çocuk doğurduklarını ve benzeri saçmalıkları iddia eden bir kimseyi tasdik etmesi mümkündür. Öyle ki bu duruma gelen bir kimseye -eğer mümkün olursa- lâyık olduğu şekilde muamele etmek ya da deliliği ve hayâsının azlığından dolayı ondan yüz çevirmek gerekli olur.

[895] Ebû Muhammed şöyle dedi: Faziletli bir kimse hakkında ifade ettiklerimizden herhangi bir şeyi iddia eden bir kimse ile “Ali b. Ebû Tâlib için güneş iki defa geri çevrildi.” şeklinde Râfizîlerin iddiası arasında bir fark yoktur. Öyle ki Râfizîlerden bazıları Hubeyb b. Evs’in şöyle dediğini iddia ettiler:

5

10

15

20

25

30

Page 603: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 603

ــ ــאع ــ ا م ــ ــ ا ــאء ــ ا ا أ ــ ــא ــ ــכ و ار ــ ــ ا

ــ ــ ــ ه، ــ ــ ا ــ ــ א ــ ــא و ــ ــכ د ذ ــ ــ و ز أ ــ

ــ כאن ــא و ــא ــ כ ــ ا ــ ــ ، و ــ ــ ــ ــכ و د ذ ــ ــאن

כــ ــא، وأ ــ כ א ــ ا ، و ــ ا כــ وا ــ وا ى ا ــ ــא כ ــכ ذ

. ــ ــ ا א ــ א ــ ــא א ــ ــ ــ و כ

ــ ] ٨٩٤[ ــ ــכ أ ز ــ ــ ــ א ــא وا ــכ ز ذ ــ ــ ل ــ و

ــא إ ز ــ ــכ ذ إن ــאل ن ــ ؟ ــ ــ إ ز ــ أم ــ

ــא ــ ، و ــ ــ ق ــ ــ ا א ــ ، ــ ــ ا ــ ، و ــ ــ א وا

ــ ى ا ــ א ــ إ ــ ء و ــ ــ ق ــ ــ ا ــ إ ــ ــאس، و ا

ــ א ــא وا ــ ا ــא ــ أ א ــכ ا: إن ذ ــ א ، وإن ــ ــא أ ــ

ــ أ ــ ــ ــ ــאز و ، ــ ا ــ ــ و ــא א ــ א ا ــ

ــ ــ ــ و ــ ا ــ כ ــ وأ ، כــ ا ى ــ و אء، ــ ا ــ إ ــ

ي ــ ا ــ ا ــא و وا ــ وو ا ــ ــא ر وأن ــאب، وا ــ ا وب ــ ا

ــ ض ــ أن أو כــ أ أن ــ أ ــ ــא ــ א أن ــ و ــ إ ــאر ــ

. ــ א ــ و ــ

ــ ] ٨٩٥[ ــ و א ــא ــא ذכ א ــ ــ ــ اد ــ ق ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــ اد ــ ــ א ــ ــ أ ــ ــ ــ ، رد ا ــ ا ى ا ــ د

ــאل: ــ أوس ــ أن

٥

١٠

١٥

Page 604: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi604

“Gece isteksiz olduğu hâlde güneş üzerimize döndürüldü/Bir taraftan gü-neş onlar için perdeyi kaldırmaktadır.

Güneşin ışıkları karanlığın rengini aydınlattı/Beneki gökyüzünün elbisesi onun parlaklığına büründü.

Allah’a yemin olsun ki bu durum bize acı veren bir uyuyanın rüyası mıdır, Yoksa Yuşa’nın kavminde olan şey midir, bilmiyorum.”

[896] Hıristiyanların kendi ruhbanları ve liderleri hakkındaki iddiaları da böyledir. Onlar, “a’yânların değiştirilmesi/dönüştürülmesi” açısından bu zikrettiğimiz kimselerin iddia ettiklerinin kat be katını kendi ruhban-ları için iddia ediyorlar. Yahudilerin kendi ahbarları ve tapınak liderleri hakkındaki iddiaları da böyledir. Onlara göre ahbarlarından biri, bir gün içinde Bağdat’tan Kurtuba’ya yolculuk etmiş ve İskenderânî oğullarından müslüman bir adamın başına iki boynuz dikmişti. Bu adam Kurtuba’da “Bâbu’l-Yahûd” yanında iskân ediyordu. Bunların tamamı uydurulmuştur ve bâtıldır. İskenderânî oğulları, bilinen tanınmış, şerefli bir topluluktur. Onlardan herhangi birisi hakkında böylesi bir durum bilinmemektedir. Ahmaklığın hiçbir sınırı yoktur. İşte bu, kendisine nasihat eden bir kimse için bir delildir.

[897] Ebû Muhammed şöyle dedi: Sihre gelince, o çeşit çeşittir. Bun-lardan biri yıldızlar (Ay vb. gök cisimleri) vasıtasıyla yapılır. Ay Akrep burcunda olduğu zaman akrep sûretinin işlendiği bir mühür vasıtasıyla yapılan bir sihirdir ve bununla akrebin ısırığından korunulur. Tılsımlar da bu türden olup ne tabiatın dönüştürülmesi ne de cevherin değiştiril-mesidir. Fakat bunlar, sıcağın soğuğu ve soğuğun da sıcağı uzaklaştırma-sı ve -ay ışığına yakalandığında- ay ışığının kurtçukları öldürmesi gibi, yüce Allah’ın diğer kuvveleri uzaklaştırmak üzere terkip ettiği kuvveler-dir. Tılsımları defetmek mümkün değildir. Çünkü biz, şu ana kadar on-ların tesirlerini açık bir şekilde gördük. -Nitekim çekirgelerin giremediği ve soğuğun vâki olmadığı köyler vardır. Yine bir ordunun ancak gönül-süz olarak gireceği Sarakusta605 (Zaragoza) da böyledir. Bunun dışında örnekler gerçekten çoktur, bunu ancak inatçı bir kimse inkâr edebilir.

5

10

15

20

25

30

Page 605: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 605

ر ا א را وا א ا دت

ع אء ا ب ا א ى وا ا

א ء א

م دت أم כאن ا א ا א أدرى ا

ــ ] ٨٩٦[ ــ ن ــ ــ ــ א ــ و א ــאرى ى ا ــ ــכ د وכ

، ــ אر دي ــ ا ى ــ د ــכ وכ ء، ــ ــ ــא ــא א أ ــאن ا ــ

، ــ م وا ــ ــ ــ ــ اد إ ــ ــ ــ ــ ر ــ ــ أن ر ــ א ورؤوس ا

ــ ــכ ، כאن را ــכ ــ ا ــ ــ ــ ــ رأس ر ــ ــ ــ أ وأ

א ا ــ ــא أ ا ا أ ــ را כא ــכ ــ ا ع و ــ ــ א ــ ا כ ــ د. و ــ ــאب ا ــ

ــאن ا ــ ــא، و ــ ــ א ا، وا ــ ــ ء ــ ــ ــ ف ــ ــ ــ و

. ــ ــ ــ כאف

]٨٩٧ [ ، اכــ כ ــ ا ــ ــ ــא ــ وب ــ ــ א ــ ــא ا : وأ ــ ــ ــאل أ

ــ ب ــ ــ ا ــ ن ا ــ כــ ــ و ب، ــ رة ــ ــ ش ــ ــ ا א כא

א ــ إ אت، و ــ ــ ا ــאب כא ا ا ــ ــ ب، و ــ ــ ا ــ ــאכ إ

ــ ــ ا ى כ ــ ى أ ــ ــ ا ــ ــ و ــא ا ي رכ ــ ــא כ ، و ــ ــ و

ءه ــ ة ــ ــ ا ة، إذا ــ ة ا ــ ا ــ ا ا ــ ــ ا ، وכ ــ د ــ ــ ا د، ود ــ

א ــ א أ ــא ــ ــא אت ــ ــ ا כــ د ، و ــ ــ כ ــא ــ د إذا כא

ــ ى ــ د وכ ــ ــא ــ ادة و ــ ــא ى ــ ــ ن ــ ا ة إ ــ א ــא אر أ

، ــ א ه إ כــ ا ــ ــ ــכ כ ــ ذ ــא، و ــ כ ــ إ أن ــא ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 606: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi606

Dolayısıyla tılsımlar, genel olarak bunları güzel bir şekilde yapan bir kimse-nin benimsediği işlerdir; bunlar dünyada sona ermiştir ve geriye sadece on-ların sanatlarının izleri kalmıştır. İlklerin/öncekilerin musiki konusundaki kitaplarında zikrettikleri şeyler de bu tür sihirlerdendir.Musiki ile tabiatlar arasında ülfet sağlar ya da onlar arasında nefret ve hoşnutsuzluk yerleştirir.

[898] Sihrin diğer bir türü de büyüdür (rukye606). Bu, bilinen doğuş ve yükseliş zamanlarında huruf-u mukattaadan oluşan bir kelâmdır. Bu terkipten dolayı tabiatlara tesir eden bir kuvve meydana gelir ve diğer kuv-veleri uzaklaştırır. Nitekim biz, çıbanın ilk ortaya çıkmasında güçlü bir şekilde çıbana büyü yapan bir kimsenin, gün başında çıbanın solmak sû-retiyle kurumaya başladığını, üçüncü günde tam olarak kurduğunu; kuru-ması tamam olduğunda yaranın kabuğunun söküp çıkarıldığı gibi söküp çıkarıldığını gördük ve bunu sayamayacağımız kadar çok tecrübe ettik. Bu kadın, bir kişide ortaya çıkan iki çıbandan birisine büyü yaptı, diğerine ise bir şey yapmadı. Kadının büyü yaptığı çıban kurudu, büyü yapmadığı çı-ban ise olgunlaşmasını tamamladı ve sahibine büyük bir eziyet verdi. Yine sıraca hastalığı diye bilinen vereme (şiş, yumru) büyü yapan bir kimseye şahit olduk. Bu hastalıktan açığa çıkan şey iyileşti ve açığa çıkmayan kısım ise solmaya başladı. Bunun tamamı ise tam olarak şifa buldu. Söz konusu kişi bunu insanlara ve hayvanlara yapmaya devam ediyordu. Bunun ben-zerleri gerçekten çoktur.

[899] Güvenirliliği sebebiyle müşâhede ettiğimiz, doğruluğu ve fazileti sebebiylede tecrübe ettiğimiz gibi, yanımızda bilgisi olan bir kimse, saya-mayacağı kadar çok kadının sütten yağ çıkarmak için yayık vuran kimsele-re bir şeyler konuştuklarını ve neticede bu sütten yağ çıkmadığını gördü-ğünü bize haber vermişti. Bu iki vecih ile, Sakamonya607 safrasının atığını toplama ve kundur608 sebebiyle kalbin zafiyetine mülaki olmak arasında hiçbir fark yoktur. Bu manaların tamamı belli bir düzen üzere caridir. Her kim bunu bilmek isterse onu elde eder. Yine demiri çeken taş (mıknatıs) ve benzerleri gibi, belli bir özellik (hasse) sebebiyle olan şeyler de sihir türün-dendir. Yine, insanların seyrettikleri harikalar yapan bir kimsenin hileleri gibi, el çabukluğu olan şeyler de bundandır. Bunlar, ince/latif işler olup maddenin tabiatını asla değiştirmezler.

5

10

15

20

25

30

Page 607: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 607

ــאر ــ إ آ ــ ، و ــ א ــ ا ــ ، وا ــ א ــ ــ כאن ــ ــ ذ ــאل ــ أ و

א، ــ ــ ا ــ ــ כ ــ وا ه ا כــ ــא ــאب כאن ا ا ــ ــ ، و ــ ــ א א و

ــא. ــא ــ أ ــ א ، و ــ א ــ ا ــ ــ ــ כאن وأ

وف ] ٨٩٨[ ــ ــ ع ــ م ــ כ ــ و א ن כــ ــ ــ ا ــ ع آ ــ و

ــ א ــא ا אر ــ ة ــ ــ כ ــכ ا ث ــ ــא، ــ أ و ــ ا ــ ــ

ر ــ ي ا ــ ــאد ا ــ إ ــ ا ــ כאن ــא א و ــא ــ ــ و ى أ ــ ــ ا و

، ــ א م ا ــ ــ ا ــ ــ ل و ــ א ــכ ــ ذ ــ أ ــ ــ ره ــ ــ أول

ــ ، وכא ــ ــא ــכ ــ ذ ــא א، ــ ــ ، إذا ــ ة ا ــ ــ ــא ــ כ و

ــ ــ א ــ ا ــ و ــאن وا ــ إ ــא ــ د ــ ــ د ــ أ أة ــ ه ا ــ

א ــא ، و ــ ذى ا ــ ا ــ א ــ ق، و ــ ــ ي ــ ر ا ــ ــ ــ و ي ر ــ ا

ــ ــ ــא ــ ــא و ــ ــא ــ ــ אز א وف ــ رم ا ــ ــ ا ــ כאن

ــ واب، و ــ ــאس وا ــ ا ــכ ــ ذ ال ــ ــאم، כאن ء ا ــ ــכ ا أ כ ذي ذ ــ و

ا. ــ ــ ا כ ــ

]٨٩٩ [ ، ــ ــ و ــא ــ و א ــא ــא כ ه ــ ــ ــא ــ أ و

م ــכ ، ــ ــ ا ــ ن ا ــ ــ ــ ا ــ כ ــאء ، ــ ــא ــא ــ أ

ــ ــאة ــ ــ و ــ ا ــ ق ــ ــ و ــ ز ــכ ا ــ ذ ج ــ ــ

ــ ــ אر ــ א ه ا ــ ر، وכ ــ כ א ــ ــ ا ــאة א، و ــ א اء ــ ا

ــ ــ כא א א ن כــ ــא ــ ، و ــכ أدرכــ ــ כ ذ ــ ــ ة، ــ ــ وا ر

، ــ א ــ ا ــ أ ــ כ ــ ن כــ ــא ــ ــכ و ــ ذ ــא أ ، و ــ ــאذب ا

. ــ ــא أ ــ ــ ــאل ــ أ ــאس، و א ا ــא ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 608: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi608

[900] Ebû Muhammed şöyle dedi: İfade ettiğimiz bütün bu metotlar, ne peygamberlerin (s.a.) mûcizeleri cinsinden ne de yalancıların sihirbazlar ve salih kullar hakkında iddia ettikleri şeyler cinsindendir. Çünkü peygam-berlerin mûcizeleri düzenin, âlemdeki varlıkların tabiatlarının ve âlemin yapısının dışındadır. Söz konusu mûcizelerden herhangi bir şey ne kanuna ne de bilinen bir sünnete uygun olarak cereyan eder. Bunlar, ayın ikiye ayrılması, denizin yarılması, yemek ve suyun yaratılması, asanın ejderhaya dönüşmesi, silinip gitmiş ölünün diriltilmesi, devenin kayadan çıkarılma-sı, insanların bildiği dilde söylenen sözün bir benzerini getirmeden âcîz olması gibi durumlar kendisi ile o adı alabilen zâtî özelliklerin dönüştürül-mesidir. Öyle ki söz konusu varlıklar bu isimleri bu zâtî özelliklerin varlığı sebebiyle hak ederler ve bunların sayesinde tanımlar yapılır. İşte bizâtihi bu, iptalcilerin sihirbaz ve faziletli kimseler için iddia ettikleri şeydir.

[901] Ebû Muhammed şöyle dedi: İsim ve müsemmanın tanımlarını, başlangıçtan cinsin cinslerinden türlerine ve türlerden şahıslarına varınca-ya kadar âlemin tabiatlarını ve kısımlarını bilen kimseler için bu iki metot arasındaki fark gerçekten açıktır. Onun arazlarının bazıları zatî, bazıları ise gayrîdir. Onun zatının yani gayrî olanda değişim ve zeval hızlı olur; zevali yavaş olan ise zati ile sabit olandır. Bunlardan sabit olan şey -zatî olmasa da- zatî bir subüttur. Burhan ile -burhan olmadığı hâlde- burhan olduğu-nu zannettiğimiz şey arasında fark vardır. Yüce Allah’a bize hibe ettiği ve nimetlendirdiği şeylerden dolayı hamd olsun, O’ndan başka ilâh yoktur.

[902] Bize Muhammed b. Said b. Nebat, o da Ahmed b. Adulbasîr’den rivayet edip şöyle dedi: Bize Kasım b. Esbağ, o da Muhammed b. Abdusse-lam el-Haşenî o da bize Muhammed b. el-Müsennâ o da Abdurrahman b. Mehdî’den o da Bize Süfyan es-Sevrî Ebû İshak eş-Şeybânî’den o da Beşîr b. Amr’dan tahdis edip şöyle dedi: Gaylan, Ömer b. el-Hattab’ın yanında iken anlatmıştı: Bunun üzerine onlar: “Şüphesiz ki onlar değişmişlerdir.” dediler. Ömer ise şöyle dedi: “Hiç bir kimse, Allah’ın yarattığı yaradılışı-nı değiştiremez. Fakat onların, sizin sihirbazlarınız gibi sihirbazları vardır. Bundan herhangi bir şeyden korktuğunuzda seslenip duyurunuz..”

5

10

15

20

25

30

Page 609: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 609

ات ] ٩٠٠[ אب ــ א א ــ ذכ ه ا ــ ه ا ــ : وכ ــ ــ ــאل أ

ــ א ة وا ــ ب כــ ــ ا ــ أ ــא ــאب ــ م، و ــ ــ ا ــאء ا

ــ ــ ، و ــ א ــ ا ــא ــ כ א ــ ، و ــ ــ ا ــאرج ــ ــאء ــ ا ن

ــ כــ م، ــ ــ ــ ن، و ــ א ــ ــכ ــ ذ ء ــ ي ــ ، ــ א ا

ــ ــאء، و ــאم و اع ــ ، وا ــ ــ ا ، و ــ ــ ا ــ כ ــאت ذا ــ א ــ وإ

ــ أن ــאس ــ ا ة، و ــ ــ ــ א اج ــ ــ أرم، وإ ــ ــאء ، وإ ــ ــא ا

ــאت ــ ا א ــ إ ا ــ ــ ــא أ ، و ــ ا ــ ــ أن ر أو כــ م ــכ ا ــ כ

ي ــ ــ ا ــ ا ــ ود و ــ م ا ــ ــא אء، و ــ ــ ا ــא د ــ ، ا ــ ا ا

. ــ א ــא وا ن ــ ــ ا

ــ ] ٩٠١[ ــ ا ــ ــ ا ــ ا ــ ق ــ ح ا ــ ــא : وإ ــ ــ ــאل أ

ــ ــאس إ ــ أ ــ ــ ــא ــ وا א ــ ا א אت، و ــ אء وا ــ ود ا ــ

ــא ي و ــ ــא ــ ــא ، و ــ ــ ذا ا ــ أ ــ ــ ــא א و ــ ــ أ ــ إ ا أ

ــא ــ ــא ــא، و ــ ء زوا ــ ــא ــא و ي ــ ــ ا وال ــ א وا ــ ع ا ــ

ــ ــאن و ــ ــ أ ــא ــ ــאن و ــ ا ق ــ ــא وا כــ ذا ــ ، وإن ــ ا ــאت ا

. ــ ــ إ ــא إ ــ ــ ــ وأ ــא و ــ ــ ــא. وا א

ــא ] ٩٠٢[ ــאل، ، ــ ــ ا ــ ــ ــא أ ــאت، ــ ــ ــ ــ ــא

ــ ــא ، ــ ــ ا ــ ا ــא ، ــ م ا ــ ــ ا ــ ــ ــא ، ــ ــ أ ــ א

ــ ــ ــ ، א ــ אق ا ــ ــ إ ــ أ ري ــ אن ا ــ ــא ي، ــ ــ ا ــ ا

: ــ ــאل ن ــ ــ ا إ ــ א ــאب ــ ا ــ ــ ن ــ ــאل: ذכــ ا و ــ

ذا ــ כ ــ ة כ ــ ــ כــ ــ و ــ ي ــ ــ ا ــ ل ــ ــ ــ أ ــ إ

ا. ــ ذ ــכ ــ ذ א ــ ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 610: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi610

[903] İşte bu Ömer (r.a.), tabiatların değiştirilmesini kabul etmemiş ve “Sihirde tabiatın değiştirilmesi yoktur.” demiştir. İşte bu bizim de gö-rüşümüzdür. Âlemlerin rabbi olan Allah’a çokça hamd olsun. Yüce Allah, dediğimiz hususlarla ilgili şöyle bir âyet indirmiştir: “... Bir de ne görsün, onların ipleri ve değnekleri yaptıkları sihirden dolayı kendisine hızla sürünür gibi görünüyor.”

609 Böylece yüce Allah, bu sihirbazların işlerinin hakikatiolmayan bir göz boyama olduğunu bildirmiştir. Yine Allah Teâlâ, “... Şüp-hesiz yaptıkları bir sihirbaz hilesidir. Sihirbaz ise nereye varsa kurtuluşa ere-mez.”

610 şeklinde buyurmuş ve sihirbazların yaptıkları şeyin hakikati olma-yan bir hile olduğunu haber vermiştir.

[904] Yüce Allah’ın “Sihirbazlar, insanların gözlerini büyülediler ve onlara korku saldılar. Büyük bir sihir yaptılar.”

611 diye buyurduğu söylenirse, onlara şöyle cevap veririz: Evet, sihirbazların yaptığı sihir büyük bir hiledir ve büyük bir günahtır. Zira onlar, bu hile ile Allah Resulünün (s.a.) mûcizelerine karşı koymaya kalkıştılar ve neredeyse insanların gözlerini büyülediler. Zira onlar, bu iplerin ve değneklerin süründüğünü onlara inandırdılar. Âyetlerin tama-mı bu hususta hemfikirdir. Âlemlerin rabbi olan Allah’a ham olsun.

[905] Onların hilelerini bilmeyen kimselerden bazıları, iplerin ve değ-neklerin sürünmesinin gerçek olduğunu sanabilir. Bu, yılanların özellik-lerini çeşitli uzunluklarda alacalı olarak görmelerinden ve böylece zanna kapılmalarından dolayıdır. Onlar, iplerin ve değneklerin canlı olduklarını düşünürler. Şayet onlar, derinlemesine düşünürler ve araştırırlarsa bura-daki hileye vakıf olurlar. İpler ve değnekler, bu hareketlerin ortaya çık-masına sebebiyet veren cıva ile doldurulmuşlardı. Tıpkı elindeki bıçağı insanın bedenine vuran sihirbazın (illizyonist) yaptığı gibi. Onun hilesini bilmeyen kimselerden bunu gören birisi, bıçağın vurulan insanın bedeni-ne saplandığını sanabilir. Halbuki durum böyle değildir. Bilakis bıçağın sapı oyulmuştur ve böylece bıçak sapının içine girmektedir. Sihirbazın ipi yüzük halkasına sokması da böyledir. Onlardan birisi iki eliyle ipin iki tara-fından tutar, sonra sihirbaz içinde ipin olduğu yüzüğü alır ve bu konumda iken onu elinin altına sokar, halbuki onun ağzında başka bir yüzük vardır.

5

10

15

20

25

30

Page 611: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 611

ــ ] ٩٠٣[ ــ ل: إن ا ــ ، و ــ א ــ ا א ــ إ ــ ــ ا ــ ر ا ــ

ــ ــ ا ــ ا. و ــ ــ כ א ــ رب ا ــא. وا ــ ا ــ ــ و ــ א ــ إ

ــ ــ ــ إ ــ ــ

و ــ א ذا ــ ﴿ : ــ א ــאل ــא ــא ــ ــ و

. ــ ــ ــ ــא כאن ة إ ــ ــכ ا ــ أو ــ أن א ــ ﴾ ــ ــא أ

ــ א ــ ﴾ ــ أ ــ ــא ا ــ و ــא ــ ا כ ــ ــא : ﴿إ ــ א ــאل و

. ــ ــ ــ ــ כ أ

]٩٠٤ [ ــ ــאس وا ا ــ وا أ ــ ﴿ : ــ ــ و ــאل ا ــ ــ ن ــ

ــא وا ــ ، إذ ــ ــ ــ وإ ــ ــא ــ إ ــא ﴾ ــ ــ ــאءوا و

ــאس إذ ن ا ــ ــ כאدوا ــ وأ ــ و ــ ا ل ا ــ ات ر ــ ــ אر

ــ رب ــא، وا ــאت כ ــ ا א ، ــ ــ ــאل وا ــכ ا ــ أن أو

. ــ א ا

ــ ] ٩٠٥[ ــא أ ــ ــא ــ أ ــ ري ــ ــ ر ــ ي ــ وכאن ا

ــ إ ا ــאر ب، ــ ال ــ ــ ر ــאت ــ رأوا ــ ــכ وذ ــ ا

ــ ا ــ א ــ و ــ ا ا ــ ا ــ و ــאت، ذات ــא أ روا ــ و ، ــ ا

ــ א ــ ا ــא כאت، כ ــ ــכ ا ــא ــ ــא و ــ ز ــא ــא، وأ ــ ا

ــ أن ري ــ ــ ــ رآه ــ ــאن، ــ إ ــ ــכ ب ــ ي ــ ا

ــכ ــאب ا ــ כאن ــכ ــ כ وب، و ــ ــ ا ــ ــ א ــכ ا

ــ ، א ــ ــ ــא ــ א د ــאب، وכ ــ ا ــכ ــ ا א ، ــ ــא ي ــ ــ ا א ــ ا א ــ ا ــ ، ــ ــ ــ ا ــ ــ ــאن ــכ إ

ى ــ ــ أ א ــ ــ ه وכאن ــ ــ ــ ــאم أد ــכ ا ــ ذ ، و ــ ــ ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 612: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi612

Sihirbaz, orada bulunanlara, ağzındaki yüzüğü gösterir, onlar da sihirbazın yüzüğü ipten çıkardığını sanırlar. Sonra sihirbaz, ağzını ipe çevirir, yüzük ağ-zında olduğu hâlde ellerini kaldırır ve böylece ipe geçirilmiş olan yüzüğü gös-terir. Sihirbazların diğer hileleri de böyledir. Biz, bu hilelerin tamamına vakı-fız. İşte bu, yüce Allah’ın “Sihirbazlar, insanların gözlerini büyülediler ve onlara korku saldılar.”

612 şeklindeki sözünün manasıdır. Yani sihirbazlar, insanları gördükleri şeylerin hakikati olmayan salt zan ve vehim olduğuna inandırdılar. Şayet onlar, hileleri inceleselerdi elbette hakikat onlara ayan beyan olurdu.

[906] Yüce Allah’ın “Böylece (insanlar) onlardan kişi ile karısını birbirin-den ayıracakları sihri öğreniyorlardı.”

613 meâlindeki sözü de böyledir. Bu ise, dedikoducuların bile yapabileceği bir şeydir. Allah Resulüne (s.a.) Lebîd b. el-A’sam’ın sihir yaptığı hakkında rivayet edilen haber de böyledir. Bu sihir, bir şeyi yapmadığı hâlde yaptığını sanacak kadar onda bir hastalığın ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Burada da, ne tabiatın dönüştürülmesi ne de aynların değiştirilmesi vardır. Ancak bu, tılsımlar ve rukye konusun-da da dediğimiz gibi, söz konusu eyleme/çalışmaya ait kuvvenin tesiridir. Bunların arasında bir fark yoktur. Biz, bir insanın, öfkelendiği bir hareket sebebiyle kötü söz söylediğini ya da karşılık verdiğini görürüz. Böylece o, hilmden (yumuşaklık hâlinden) keskinliğe, sakinlikten hareketli olmaya doğru gider ki çılgın bir hal alır veya bu durum onu hasta edinceye kadar devam eder. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.), “Şüphesiz beyanda sihir vardır.” diye buyurmuştur. Çünkü beyanın bir kısmı nefse tesir eder. Böylece be-yan, heyecanlandırmasından dolayı nefse tesir eder ya da onu sakinleştirir ve beyanın kesin ve kararlılığından dolayı nefsi değiştirir. Bu manaya göre şairler, beyanı, nefislerin kendisine meyletmesini sağladığından dolayı göz-lerin büyülenmesi durumunda kullanırlar.

[907] Ebû Muhammed şöyle dedi: “Sihir, aynleri dönüştürür ve ta-biatları değiştirir.” şeklinde söz söyleyen birisine şöyle denilir: Bu müm-kün olduğuna göre, bu durumda nebî ile sihirbaz arasında nasıl bir fark olduğunu bize haber verir misiniz? Muhtemelen peygamberlerin tamamı sihirbaz idiler. Nitekim Firavun, Mûsâ (s.a.) hakkında şöyle demişti: “Şüp-he yok, o size sihri öğreten büyüğünüzdür.”

614 ve (“Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha!” dedi.) “Şüphesiz bu, halkını oradan çıkarmak için şehirde kurduğunuz bir tuzaktır. Göreceksiniz!”

615

5

10

15

20

25

30

Page 613: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 613

ــ ، ــ ــ ا ــ ــ أ ــ ــ أ ــ ــ ي ــ ــ ا א ــ ا ــ ــ ي ــ

ــכ ، وכ ــ ــ ا ي כאن ــ ــ ا א ــ ا ــ ــ و ــ ــ و ــ ا ــ إ د ــ

ــ وا أ ــ : ــ א ــ ــ ــ ا ــ ــא ــ ــא ــ و . و ــ ــא

ــא، ــ ــ ــא ــא رأوا ــאس ا ا ــ ــ أو . أي أ ــ ــאس وا ا

. ــ ــ ا ح ــ א ــ ــ و

ء ] ٩٠٦[ ــ ا ــ ــ ن ــ ــא ــא

ن ــ ﴿ : ــ א ــ ــכ وכ

ــ ــ ا ــ ــא روي أن ا ــכ ــאم وכ ــ ا כــ ه ــ ا أ ــ ﴾ ــ وزو

ــ ــ ــ أ ــ כאن ــא ــ ــכ ــ ذ ، ــ ــ ا ــ ه ــ ــ و

ــא ، وإ ــ ــ ، و ــ ــ א ــא إ ا أ ــ ــ ــ ، ــ ــ ــ ء و ــ ا

ــ ق و ــ ــ ، ــ אت وا ــ ــ ا ــא ــא ، כ ــ א ــכ ا ة ــ ــ ــ

ــ ــ ا ــ إ ــ ا ــ ــא، ــ כــ ــ א ــ أو ــאن ــ ا

ــ ــא أ ، أو ر ــ א ــאل ا ــאرب ــ ق ــ ــ وا כ ــ ا ن إ ــכ ــ ا و

ــ ــ ا ــ ــא ــאن ــ ا ن ا. ــ ــאن ــ ا م: إن ــ ــ ا ــאل ــ ــכ و ذ

ــ ــ ا ا ا ــ ــ ــא، و א ــ ــא ــא، و را ــ א ــכ ــא أو

. ــ س ــ א א ــ ن، ــ ــ ا اء ذכــ ــ ا

ــ ] ٩٠٧[ ــאن و ــ ا ــ ــאل إن ا ــ ــאل : و ــ ــ ــאل أ

؟ ــא ــ وا ــ و ــ ا ــ ــ ا ق ــ ي ــ ا ــ ــאز ــא إذا و ــ أ א ا

م: ــ ــ ا ــ ــ ن ــ ــאل ــא ة، כ ــ ا ــ ــאء כא ــ ا ــ و

ا ــ ا ه ــ כ כــ ا ــ ﴾ ﴿إن ــ ا כــ ي ــ ا כــ כ ــ ﴿إ

א﴾ ــא أ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 614: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi614

[908] Mûsâ’nın (s.a.) sihirbazlarının asa ve iplerini yılanlara dönüş-türmeleri ve Mûsâ’nın da asasını yılana dönüştürmesi mümkün olduğuna göre, bu durumda her iki iş de hakikattir. “Mûsâ, onlar gibi bir sihirbaz-dır, ancak o sadece onlardan daha bilgilidir.” şeklindeki sözünde şüphesiz Firavun doğru söylemiştir. Böyle bir şeyden Allah’ı tenzih ederiz. Bilakis sihirbazların yaptığı şey, sadece büyücülerin hilelerindendir.

[909] Şayet onlar Bâkıllanî’nin ifade ettiği “tehaddî” şartına sığınsa-lar onlara bunun çeşitli açılardan hatalı olduğu söylenir: Birincisi şudur: Peygamberin mûcizesinin mûcize olabilmesi için tehaddiyi şart koşmak ne Kur’ân’dan, ne sahîh ne de sakim sünnetten, ne icmâdan, ne sahabe kavlinden, ne de aklın hücceti açısından doğruluğuna dair hiçbir delilin olmadığı yalancı ve düzmece bir iddiadır. Bu iddiayı, bu zayıf fırkadan (yani Eş‘arîlerden) önce hiçbir kimse asla söylememiştir. Bu durumda olan bir şey, kusur ve noksanlığın zirvesindedir. Yüce Allah şöyle buyurdu: “De ki, “Eğer doğru söyleyenler iseniz kesin delilinizi getirin.”

616 Böylece sözünün doğruluğuna dair bir delili bulunmayan kimsenin sözünde hata yaptığı ve yalan söylediği kesin bir durumdur.

[910] İkincisi şudur: Şayet onların (Eş‘arîlerin) dediği gibi olsa idi, bu durumda Allah Resulünün (s.a.) parmakları arasında suyun (membadan çıkar gibi) çıkması, iki yüzden daha fazla kişiyi bir ölçek arpa ve bir oğlak ile, başka bir seferinde bir örtü içine sarılmış bir parça yiyecek ile doyur-ması; bir pınara tükürmesi ve bu pınarın günümüze kadar bolca su ile gürlemesi; kütüğün inlemesi; kolun konuşması; devenin ve kurdun şikayet etmesi; gaybtan haber vermesi ve Hz. Peygamber’in diğer büyük mûcizele-ri gibi mûcizelerinden pek çoğu sâkıt olurdu. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.), bunların hiçbiriyle birisine meydan okumamış ve bunları ashabından (r.a.) yakîn sahibi olan kimselerin huzurunda yapmıştır. Aksi takdirde Hz. Pey-gamber’in Kur’ân, yahudileri ölümü temenni etmeye davet etmesi ve ayın yarılması hadiseleri dışında bir mûcizesi kalmaz. Bunun benzerine götüren bir söz söylemek, felaket olarak yeterlidir. Eğer onlar, Hz. Peygamber’in mûcizeler vasıtasıyla hazır bulunan ve bulunmayan kimselere meydan oku-duğunu iddia ederlerse, yalan söylemiş ve böyle bir iddia uydurmuş olurlar.

5

10

15

20

25

30

Page 615: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 615

ــאت، ] ٩٠٨[ ــ א ــ م ــ ــ ا ــ ة ــ ــ ــאز أن وإذا

ن ق ــ ، ــ ــ ، وכאن כ ا ــ ــאه م ــ ــ ا ــ ــ و

ــ ا ــ ــ ــא א ، و ــ ــ ــ ــ ــ أ ، إ أ ــ ــא ــ ــ أ ــכ، ــ

. ــ ــ א ــ ا ــ أ ــ ة إ ــ ــ ا ــא כאن

ــ ] ٩٠٩[ ــ א ا ــ : ــ ــ ي ــ ــ ا ــ א ه ا ــא ذכــ ــ ا إ ــ ن ــ

ــ ــ ى כאذ ــ ــ د ــ آ ــ ا ن آ ــ כــ ي ــ اط ا ــ ــא إن ا ه: أ ــ و

ــאع ــ إ ، و ــ ــ و ــ ــ آن و ــ ــ ــא، ــ ــ د

ــ ا ا ــ ــ ، ــ ــ ا أ ــ ــאل ــ و ــ ــ ، و ــ א ل ــ ــ و

ــ ﴿ : ــ ــ و ــאل ا . ــ ط وا ــ ــ ا א ــ ــ ا כــ ــא כאن ، و ــ ا

ــ ــ ــ ــאن ــ ورة أن ــ ــ ﴾ ــ אد ــ إن כ כــ א ا ــ א

ــאدق. ــ ــא ــ כאذب ــ

ــ ] ٩١٠[ ل ا ــ ــאت ر ــ آ ــ أכ ا: ــ א ــא ــ כאن ــ ــא: أ א و

ــ ات ــ ــ وا ــ ا א ، وإ ــ א ــ أ ــ ــאء ــאن ا : כ ــ ــ و ا

ــ ــ ا ــ ــאر، وכ ــ ــ ــ ــ כ ى ــ ة أ ــ ــאق، و ، و ــ ــאع

ــ ى ا ــכ راع و ــ ــ ا כ ع، و ــ ــ ا م، و ــ ــ ا ــ إ ــאء ــ א

ــ ــ ــאم ا ــ ا ــא و ، ــ א ــ و ب، ــ א ــאر وا ، ــ وا

ــ ــ ــ ا ة أ ــ ــ إ ــ و ــ أ ــכ כ ــ ــ م ــ ة وا ــ ا

ــ ــ د إ ــ ــאء ا آن، ود ــ ــא ا א ــ ــ آ ــ ــ ، و ــ ــ ا ، ر ــ א أ

ا ــ ن اد ــ ا، ــ ــ ــ ل أدى إ ــ ــא ــ ، وכ ــ ــ ــ ا ت، و ــ ا

ى ــ ه ا ــ ا ــ ا وا ــ ــאب כ ــ و ــ ــא ى ــ م ــ ــ ا ــ أ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 616: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi616

Çünkü söz konusu haberlerin hiçbirinde Hz. Peygamber’in bunlarla her-hangi bir kimseye meydan okuduğu belirtilmemiştir. Eğer onlar, bütün bunların mûcize ve âyetler olmadıklarını söylemeye devam ederlerse, Allah Resulü (s.a.) bu mûcizeyi yaptığında “Şahitlik ederim ki ben Allah’ın elçi-siyim.” demek sûretiyle onları yalanlamıştır.

[911] Üçüncüsü şudur: Yüce Allah’ın “Eğer kendilerine (başka) bir mû-cize gelirse, mutlaka ona inanacaklarına dair en güçlü yeminleriyle Allah’a yemin ettiler. De ki: “Mûcizeler ancak Allah katındadır. O mûcizeler geldiği vakit de inanmayacaklarını siz ne bileceksiniz?”

617 ve “Bizi, ( Kureyş’in iste-diği) mûcizeleri göndermekten, ancak, öncekilerin onları yalanlamış olması alıkoydu...”

618 meâlindeki sözleri ikna edici bir delildir. Böylece yüce Allah, peygamberlerden (s.a.) istenilen bu mûcizeleri “âyet” diye isimlendirmiş ve bunlarda başkalarına meydan okumayı şart koşmamıştır. Böylece tehaddi-yi şart olarak ileri sürmenin mutlak anlamda geçersiz olduğu ortaya çıkmış ve söz konusu hadise ortaya çıktığında tehaddi özelliği olsun ya da olma-sın onun bir âyet/ mûcize olduğu doğrudur. Sihirbazların ve peygamberin dışındaki bir kimsenin yapamayacağı âyetlere/mûcizelere dair ümmetin kesin icmâsı gerçekleşmiştir. Öyle ise mûcizelerin peygamberler dışında ne sihirbaz ne de başka birisi için gerçekleşmesi söz konusudur.

[912] Dördüncüsü şudur: Şayet tehaddî hükmü sahîh olsa idi, bu du-rumda onun ( Bâkıllânî’nin) aleyhine bir delil olurdu. Çünkü onlara göre tehaddî, herhangi bir kimsenin bunun benzerini yapmaya güç yetirememe-sidir. Zira birisinin bunun bir benzerini var etmesi mümkün olsa idi, o halde onun meydan okuması geçersiz olurdu. Ve ona denilirdi ki “İster salih bir kul isterse sihirbaz birisi olsun, senin yaptığının işin bir benzerini yapabiliyor.”

[913] Beşincisi şudur: Dedikleri şey olmuş olsa ve sihirbazdan veya fazıl bir kimseden meydan okuma olmaksızın mûcizenin zuhur etmesi câiz olsa idi, bu durumda sihirbazın ve faziletli kişinin ölümünden sonra onla-rın yaptıklarını onların lehinde bir meydan okuma olarak söyleyebilirdik. Çünkü her ikisinde de fazilet vardır. Nitekim gulât ( Şîa’nın aşırı gidenleri) Ali (r.a.) hakkında böyle yapmıştır. Dolayısıyla her hâlükârda onların bu görüşü geçersizdir. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun.

5

10

15

20

25

30

Page 617: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 617

ــ أن ــאدوا ا، وإن ــ ــא أ ى ــ ــ ــאر أ ــכ ا ــ ء ــ ــ ت ــ ــ ــ

ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאت أכ ات و آ ــ ــ ه ــ כ

. ل ا ــ ــ ر ــ أ ــכ أ ــ ذ إذ

]٩١١ [ ــ ــא ا ــ : ﴿وأ ــ א ل ا ــ ــ ــ و ا ــאن ا ــ ا ــ و א وا

ــא أ כ ــ ــא و ا ــ ــאت ــא ا إ ــ ــא ــ ــ آ ــ אء ــ ــ

א أ

ــא ب ــאت إ أن כــ א ــ ــא أن ــא : ﴿و ــ ن﴾ و ــ ــאءت إذا

م ــ ــ ا ــאء ــ ا ــ ات ا ــ ــכ ا ــ א ــ ا ن﴾ ــ و ا

ي ــ اط ا ــ ــ أن ا ه، ــ ــ ــא ــכ ــ ذ ــ ــ و ط ــ ــ ــאت، و آ

ــ ، و כــ ــ ــ أو ــכ א ــ כאن ــ آ ت ــ ــא إذا ــ أ ، و ــ ــ א

، ــ ــ ، و ــא ــא ــ ــ ــאت ا ــ ا ــ ــ ا ــאع ا ــ إ

ــא. ــ ــ ــא و ن כــ ــאت ــ آ ات إذا ــ ــ أن ا

ي ] ٩١٢[ ــ ن ا ، ــ ــ ــכאن ي ــ כــ ا ــ ــ ــ ــ أ ا وا

ــכ ــ ذ ــ כــ أن ــ أ ، إذ ــ ــכ أ ــ ذ ــ ر ــ ــ أ ــ

ــא ا، إ ــ ــכ، ــ ــ ــ ــ ــ و ــ ــ ــ و ــ ــ ــכאن ــ ــ أ

. ــא ــא ــ وإ א

ــא ] ٩١٣[ ــ ة ــ ر ــ ــאز ا، و ــ א ــא ــ כאن ــ : أ ــ א وا

ــ ــא، ــ ــא ــא ى ــ כــ أن ــא، ى ــ ــ א ــא، أو ى ــ

، ــא ــ ــאل ــ כ ــ ــ ا ــ ر ة ــ ــ ا ــא ــא כ ــ

. ــ א ــ رب ا وا

٥

١٠

١٥

Page 618: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi618

[914] Ebû Muhammed şöyle dedi: “Gözleri büyüleme hususunda peygamberin sihirbaza benzediğini ve böylece insanlara görülemeyen şey-leri gösterdiğini” iddia edenlere gelince, şüphesiz bu topluluk nübüvveti iptal etmek sûretiyle küfürle yetinmemiştir. Zira o, Hz. Peygamber’in (s.a.) getirdiği mûcizelerin, ilkinden sonuncusuna kadar hakikatlerin tamamı-nın iptal edilmesine varan ve bir hakikati olmayacak şekilde gözleri büyü-lemek olduğunu kastetmiştir. Böylece söz konusu topluluk, herhangi bir zorlamaya gerek kalmaksızın tam anlamıyla Sofistlere katılmıştır.

[915] Onlara şöyle denilir: Şayet hakikati olmayan ve göremediği şey-lerin kendisine gösterilmesini câiz görüyorsanız o zaman belki de şuan he-piniz büyülenmiş durumdasınız. Belki de bazı sihirbazlar, sizi büyülediler de sizler, -bunlardan herhangi birini yapmadığınız hâlde- abdest aldığınızı ve namaz kıldığınızı sizlere gösterdiler. Belki sizler evlendiğinizi zannedi-yorsunuz ama evlerinizde koyun, keçi ve sığırlar vardır? Belki sizler şu anda denizin üzerisindesiniz? Belki de din adına inandığınız şeylerin tamamı size öyle gösterilmiştir? Bunların hiçbirinden kurtulamazlar. Şüphesiz ki yüce Allah, bu anlayışı benimseyen kimseleri ayıplamış ve şöyle buyur-muştur: “Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıkmaya koyulsalar,

yine “Gözlerimiz döndürüldü, biz herhâlde büyülenmiş bir toplumuz” der-

lerdi.” 619 Şayet sihrin peygamberlerin (s.a.) getirdiği mûcizelere benzeyen

bir gerçekliği olsa ve gözleri büyülemesi de mümkün olsa idi, elbette yüce Allah onları, olmasını mümkün gördükleri bir şeyi söylemeleri sebebiyle zemmetmezdi. Fakat Allah, mümkün olmayan bir şeyi demelerinden ve hakikatlerin giderilmesiyle ilişki kurmalarından dolayı onları zemmetmiş-tir. Bundan dolayı yüce Allah onları ayıpladı ve reddetti.

[916] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bir varlığı herhangi bir şeye ben-zetme açısından duyuların bazı vakitlerde yanılması/hata etmesi ( sihir) değildir. Çünkü bizden biri, birisini uzakta görebilir, bunda hiçbir şüphe yoktur. Ancak o, tartışır ve onun bir insan ya da filan kişi olduğunu ke-sin olarak kabul eder. Böylece kendi zannının kesin olduğunu kabul eder.

5

10

15

20

25

30

Page 619: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 619

ــא ] ٩١٤[ ــ ن ــ ــ ا ــא ــ ا ــ ــ أ ــ اد ــא : وأ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا ــ ــא أ ــ ات، إذ ــ ــאل ا ــ כ א ــ כ ــ ــ א ه ا ــ ن ــ ى ــ

ــ ــא ــא، أو ــ כ א ــאل ا ــ إ ــ را ــ ــ ن ــ ــ ا א ــ כאن

. ــ כ ــ ــא ــא א א ــ א ــ ــא، و آ

ــא ] ٩١٥[ ــ ى ا ــ ــ ن ــ ــ ا ــ ــאز أن ــ إذا ــאل و

، כــ ــ ــ ن כــ ا כــ כ כــ ر ــא اه، ــ ــא ــ و ــ ــא

ــ ن، وأ ــ ن و ــ כــ راכــ أ כــ ــ ــ ة ــ ــ ا ــ و

ن و ــ כــ ــ ــא ــ وإ و כــ ن أ ــ כــ ــכ، و ــ ذ א ــ ن ــ

ــ ــ ــ ا ون ــ ــא ــ כ ، و ــ ــ ا ــ ن כــ ا ، و ــ ــ و

ا ــ ــ ــ إ ــ ذ ــ ــ و ــאب ا ــ ، و ــ ــ ــ ــ ا כ ــ ، و כــ

ت ــכ ــא ا إ ــ א ن۞

ــ ا ــ אء ــ ا ــ ــא א ــ ــא ــ ــאل: ﴿و

ــ ــא ــ ــ و ــ ن כــ ــאز أن ــ رون﴾ ــ م ــ ــ ــ ــא אر أ

ن ــ ــ ــ و ــ ا ــא ذ ــ ــ ا ــ כــ أن م، وأ ــ ــ ا ــאء ــ ا

ــ ــ د ــכ ا ــ ــ و כــ أ ــא ا ــ א ــא ــ כ ، ــ כــ כ א ــ ا ــ א

. ــ ه כــ ــכ وأ ــ א ــ ا א ، ــ א ا

ــאت ] ٩١٦[ و ا ــ ــ اس ــ ا ــ ــ و : ــ ــ أ ــאل

ــ א ــ ى ــ ــ ــא أ ن ء، ــ ــ ــא ــ ا ــאب ــ

ــ ــ ن ــ ــ أ أو ــאن، إ ــ أ ــ ــאزع أن إ ــ ــכ ــ

٥

١٠

١٥

Page 620: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi620

Şayet o zanda bulunmaz ve bunun da kesin olduğunu kabul etmez ise, elbette geriye hakikat açısından idrak ettiği şey kalır. Kişinin kendi zan-nıyla karar verdiği şeylerin tamamı da böyledir. Gözüne karasu620 inmeye başlayan bir kimse gibi hastalık sahibine gelince, böylesi bir kimse hakikati olmayan hayaller görebilir. O da ifade ettiğimiz gibi devamlıdır. Göz be-beğine inen su, ona bir şey gördüğü ve bunun da gerçek olduğu zannını verebilir. Bunların hepsini dikkatlice araştırınca, onun için hakikat zandan ayrı olarak ortaya çıkar. Beynindeki hayal merkezi fesada uğrayan kimse de böyledir. Bizzat o, beyninin ona vehmettiğini zanneder ve onun kesin olduğunu kabul eder. Şayet temyiz kabiliyeti güçlü olsa idi, elbette hak ile bâtılın arasını ayırt edebilirdi.

[917] İşitme ve tat alma idrakleri hakkındaki görüş de böyledir. İşte bunların tamamı, zannını kullanan kimselerden farklı derecelere göre ce-reyan eder ve bu hastalıkları taşımada benzer olan kimselerden de aynı seviyelerde cereyan eder. Bilakis bunlar, tahkik ve mârifet ehline göre, kişi bu hastalıklardan sıhhat buluncaya kadar tedavisi bilinen kesin hu-suslardır. Kişi, bunların durumunun bir benzerinde olmamızın mümkün olduğunu zannetmez. Zira bu olsa idi, bir sünnete göre cereyan eden ahkâm ve tertibe dair ilimlerden herhangi bir şey bilemezdik. Başarı Al-lah’ın yardımıyladır. Sonra onlara şöyle sorarız: Sizler, gözlerinizin büyü-lenmediğini nereden birliyorsunuz? Duyularımız sağlam olduğu müd-detçe onların sağlam olduğunu ve akıllarımız sağlam olduğu müddetçe de akıllarımızın sağlıklı olduğunu nasıl bileceğimizi size daha önce bil-dirmiştik. Yine akıllara ve duyulara müdahale edilip edilmediğini ne ile bilebiliriz diye bizzat sizlere haber vermiştik. O da şudur: Sağlam duyular ve sağlıklı akıl ile idrak edilen şey, mâlum ve sınırlı bir düzen üzere cere-yan eder, onun sınırları asla değişmez. Fâsid duyular ve müdahale edilmiş (hastalıklı) akıllar ile idrak edilen şeyler ise belirli ve sınırlı derecelerin dışında cereyan eder. Şüphesiz onlar, asla bunu ayırt etmeye güç yetire-mezler. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

5

10

15

20

25

30

Page 621: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 621

ا כــ ، و ــ ــ ا ــא أدرك ــ ــא א ــכאن ــ ــ ــ و ــ ــ ــ ــ أ و

ى ــ ــאء ول ا ــ اء ــ ــ ا ــ ــ כ ــא ذو ا ، وأ ــ ء ــ ــ ا כــ ــא ــ כ

ــ ــ ــ ــ ــאء ا ــא ا ــא وإ ــא ذכ ــא כ ــ أ ــא، ــ ت ــא

ــכ ، وכ ــ ــ ا ــ ــ ا ح ــכ ــ כ ذ ــ ذا ــ ــכ، ــ א و ــ ــ رأى أ

ي ــ ــ ، و ــ ــ ــ ــא ــ ــ ن ــ ، ــ א ــ د ــ ــכאن ا ــ ــ

. ــ א ــ وا ــ ا ــ ــא

ــ ] ٩١٧[ ــ ر ي ــ ــ ا כ ــ وق و ــ ــ وا ــ إدراك ا ل ــ ا ا כــ و

ــ ــ ــאت، ه ا ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ر ، و ــ ــ ــ أ ــ

ــא ــ ــ ــא إ د ــ ــ ج ــ ــ ا و ، ــ ــ وا ــ ا ــ أ ــ א

ــ ء إذ ــ ــאل ــ ــ ن כــ כــ أن ــ ــאن أ ــ ــאده، و כ ــ ــ

. ــ ــ وا ــ ــ אر ــ ا כא ــ وأ ــ ر م ــ ــ ا א ــ ف ــ ــ ا ــ כאن

ــ ؟ כــ ــ ــ ــ ــ ن أ ــ ء ــ ي ــ ــ ــ . ــ ــ ا א ــא و

ــא ــא ، وأن ــ ــ אدا ــ א ــ ا ف أن ــ ــאذا ــ אכــ

ــ ، و ــ ل ا ــ ــ وا اس ا ــ ف ا ــ ــאذا ، و ــא ــ ــא دا

ــ ــ ر ، ــ ل ا ــ ــ وا اس ا ــ א ــא أدرك اء ــ ــ إ ؟ و ــ ا

ة ــ א اس ا ــ א ــא أدرك ى ــ ا، و ــ ــא أ ود ــ ل ــ ــ ودة ــ

، ــ ق أ ــ ــ رون ــ ــ ودة ــ ــ ــ ر ــ ــ ل ا ــ وا

. ــ ــ ا א ــא و

٥

١٠

١٥

Page 622: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi622

[918] Ebû Muhammed şöyle dedi: Aynı şekilde peygamber olmayan bir kimse hakkında ifade edilen ayanların değiştirilmesi ve tabiatın dö-nüştürülmesi de yalandır. Ancak bunlardan Peygamberlerin döneminde var olan şeyler istisna olup o peygamberin mûcizeleridir. Kütükte zuhur eden inilti, (Hz. Peygamber’e ikram edilen) zehirlenmiş bir koyunun dile gelip konuşması,621 asanın ejderhaya dönüşmesi örneklerinde olduğu gibi onda zuhur eden bu şeyler bir mûcizedir. Söz konusu âyetlerin kendisinde zuhur ettiği kişinin salih yahut fâsık bir kimse olması denktir. Bu, Amr b. Hameme et-Dûsî’nin622 kamçısında ortaya çıkan nur gibidir. Bunun peygambere ait olduğunun delili ise, söz konusu nurun Hz. Peygamber’in (s.a.) vefatından sonra zuhur etmemesidir.

[919] Ebû Muhammed şöyle dedi: “Sizler, peygamberin yaşadığı dö-nemde peygamberin dışındaki bir kimseden sadır olan mûcizeyi peygam-ber için bir mûcize olarak gördüğünüze göre, aynı şekilde Hz. Peygam-ber’in vefatından sonra başkasının gösterdiği mûcizeyi neden peygamber için mûcize olarak görmediniz? Oysa bu ikisi arasında herhangi bir fark yoktur.” denilirse, şöyle cevap veririz: Biz bunu cansız varlıklarda, sair can-lılarda ve yüce Allah’ın insanlardan bazılarında izhar etmeyi dilediği kim-selerde mümkün görürüz.

[920] Allah faziletli kişinin faziletinden dolayı ona bunu tahsis etmez veya fâsıktan fâsıklığından dolayı veya kâfir kişinin küfründen dolayı on-ları men’ etmez. Bilakis biz, bunu sadece faziletli bir kimseye tahsis eden ve onun bir kerametiymiş gibi gösteren kimseye karşıyız. Şayet bu Hz. Peygamber’in (s.a.) vefatından sonra mümkün olsa idi, durum anlaşılmaz olurdu. Bu durumda söz konusu âyetin, bu faziletli kişiye ya da bu fâsı-ka veya âyetin kendisine ait olduğunu iddia eden insanlardan birisine ait olduğunu iddia edenin iddiasına karşı güven içinde olamayız. Şayet bu olsa idi, bu durumda din konusunda bir kapalılık ve yüce Allah’tan -ilkin-den sonuncusuna varıncaya kadar- bütün kullarına yönelik bir kapalılık olmuş olurdu. Bu ise, yüce Allah’ın bize yönelik vaadine ve doğruyu (rüşt) yanlıştan (ğayy) ayırt edip bize açıkladığını haber vermesine aykırıdır.

5

10

15

20

25

30

Page 623: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 623

ــ أو ] ٩١٨[ ــ ــ ــא ــ ــ ــ ــא ذכ ــכ : وכ ــ ــ ــאل أ

ــכ ــ כ ــ آ ، ــ ــ ــ ــכ ــ ذ ــ ــא و ب إ ــ כــ ــ ــ א إ

ــ ت ــ ي ــ ع ا ــ ــ ا ــ ــ آ ت ــ ي ــ ــכ ا ، وذ ــ ــכ ا

ــאة، ا ــא ت ــ ــ ا ــא وا ، ــ ا ــ ــ ي ــ ا راع ــ وا ، ــ ا

ي ــ ر ا ــ ــ ا ــכ כ א، وذ ــ א ــא أو א ــ ــ ا ت ــ ي ــ اء כאن ا ــ و

ــ ــ ــ ــ ــ ــכ أ ــאن ذ ــ و و ــ ا ــ و ا ــ ط ــ ــ ــ

. ــ ــ و ــ ا ــ ت ا ــ

כــ ] ٩١٩[ ــ ــ ــ ة ــ ــ ا ــ أن ــ إذا أ ن ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ت ا ــ ــ ــכ ه כ ــ ــ أ ، ــ ــכ ا ــ ن آ כــ ــ ــ ــ

ــכ ــא ذ ــא أ ــא: إ ؟ ــ ــ ا ق ــ ــא، و ــ أ ــ ن آ כــ ــ ــ و ا

ان. ــ ــא ا ــאد و ــ ا ء ــ ا

]٩٢٠ [ ــ א ــכ ــ ــאس ــ ا ــ ــכ ــאر ذ ــ إ א ــאء ا ــ و

ــכ ــ ــ ــ כــ ــא ، وإ ــ ، أو כא ــ ــ א ــ ــכ ــ ذ ، و ــ

ــ ــ و ــ ا ــ ت ا ــ ــ ــכ ــאز ذ ــ ، ــ ــ ا ــא כ ــ א ا

ــ א ــכ ا ــ ــא آ ــ أ ــ اد ى ــ ــ د ــ ــ أ כــ ــ ، و ــ ــכ ا

ــכאن ــכ ــ כאن ذ ، و ــ ــ ــא آ ــאس ــ ا ــאن ، أو ا ــ א ــכ ا أو

، ــ ــ آ ــ ــאده، أو ــ ــ ــ א ــ ا ــא ــ و ــ ا ــכא إ

، ــ ــ ا ــ ــא ا ــ ــ ــ ــאره ــא وإ ــ א ــ ا ف و ــ ا ــ و

٥

١٠

١٥

Page 624: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi624

Halbuki Hz. Peygamber’in (s.a.) kendi asrında olan şey böyle değildi. Çünkü böylesi durumlar, ancak Hz. Peygamber (s.a.) tarafından, onun haber vermesi ve uyarmasıyla olabilirdi. Böylece söz konusu hadiselerin kendilerinden zuhur ettiği kimselere değil de Hz. Peygamber için oldukları hususu bu şekilde ortaya çıkmış oldu. İşte bu beyanın zirvesidir. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[921] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu konuda, üç mağara arkadaşı hakkında rivayet edilen ve onların kendi amellerini anlattıkça kayanın par-ça parça açılması şeklindeki habere623 gelince, onların bununla bir alakası yoktur. Çünkü kayanın kırılması bir mûcize olmaksızın her zaman ve her-kes için mümkündür. Bu şekilde olan bir şeyin dua ile ya da dua etmek-sizin gerçekleşmesi mümkündür. Fakat düşmanının ölmesi, üzüntüsünün gitmesi veya dünyada güven ve emniyete ulaşmak için dua etmek gibi ka-yanın açılması için yapılan dua onların isteklerine uygun olarak gerçekleş-miştir. Hakem b. Münzir b. Said, babasının çölde ki bir yolculuk sırasında büyük bir topluluk içinde olduğunu bana haber vermişti. Onlar susamışlar ve kurtuluştan ümit kesmişlerdi. Bu hâl üzere bir dağın gölgesine ölümü beklemek üzere sığınmışlardı. Babası şöyle dedi: “Başımı, şişkince bir taşa dayadım, onu itmeye başladım ve kaldırdım. Altından tatlı bir su akmaya başladı; içtik ve azık olarak yanımıza aldık.” Bunun benzeri kurtuluş hikâ-yeleri çoktur. Böylesi hadiseler şayet mûcize olsa idi, şüphesiz söz konusu kimselerin onların peygamber olmaları ya da peygamberin zamanındaki bir kimseden zuhur etmesinden dolayı bir nebîye ait olması -daha önce ifade ettiğimiz şeylerden dolayı- kaçınılmaz olarak zorunlu olurdu.

[922] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onlara göre fâsık veya kâfir ol-duğu hâlde sihirbazın maddeyi değiştirmesini mümkün gören bir kim-senin sözünden daha garip bir şey yoktur. Onlar, bunun benzerini salih bir kula ya da nebîye de mümkün görürler. Onlara göre nebînin, salih bir kulun, fâsıkın ya da kâfir bir kimsenin maddeyi değiştirmesi müm-kündür. Böylece maddenin değiştirilmesi her bir kimse açısından müm-kün olmuştur. -Bunun benzerine götüren her bir söze lanet olsun!- On-lar (Eş‘arîler), el-Mugîre b. Said624, Beyan625 ve Mansur el-Kisf ’in (gökten düşen kütle)626 sihir yoluyla maddeyi değiştirdiklerini mümkün görürler.

5

10

15

20

25

30

Page 625: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 625

ــ ــ ن إ כــ ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ــא כאن ــכ ــ כ و

ت ــ ي ــ ــ ــא ــכ أ ت ــ اره، ــ ــאره وإ ــ و ــ و ــ ا ــ ا

. ــ א ــ رب ا ــאن، وا ــ ا א ــ ا ــ ، و ــ

اج ] ٩٢١[ ــ ــאر، وا ــאب ا ــ أ ــ ا ي روي ــ ــא ا : وأ ــ ــ ــאل أ

ة ــ ــ ا כ ن ، ــ ــ ــ ــ ــ א ــ أ وا ــא ذכــ ــא ــא ة ــ ا

ــאء א ــ ــאز و ا כــ ــא כאن ــאز و ــ إ ــ ــכ أ ، و ــ ــ כ و כــ

ــ ــ وه، أو ــ ت ــ ــ ــא ــ د ــ כ ــא א ــ و כــ و ــאء، ــ ا و

ــ ا ــאه ر ، أن أ ــ ــ ر ــ ــ כــ ــ ــ ــאه، و ــ د ــ غ أ ــ أو

ــ ــ ا ــ ، و כــ א ا ــ ا وأ ــ اء ــ ــ ة ــ ــ ــ א ــ כאن

ــ ــ ــ ذ ء ــ א ــ ــ ــ إ ت رأ ــ ــאل ت. ــ ون ا ــ ــ

ــ ج، و ــ ــא ــ ا כ ــ ــ ــא، و ود א و ــ ، ــ ــ ب ــ ــאء ا ــ ا א

، ــ ــ ــ ز ــ ــ ــאء أو ا أ ــ כ ــכ أن ــ ــ ة ــ ــ ــ כא

ــאه. ــא ــ

ــאن ] ٩٢٢[ ــ ا ــ ــ ل ــ ــ ــ ــ أ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ، ــ ــ و א ــכ ــ ذ ــ ، و ــ ــ أو כא א ــ ــ ، و ــא

أن ــ ، ــ כא و ، ــ א و ، ــ א و ، ــ ــאن ا ــ ــ ــאز

ون ــ ــ ا، و ــ ــ ــ ل أدى إ ــ ــא ــ و ــ כ أ ــ א ــאن ــ ا

. ــ ــ ا ــ ــאن، ــ ا ــ و כ ر ا ــ ــאن و ، و ــ ــ ة ــ

٥

١٠

١٥

Page 626: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi626

Onlardan sonra gelenler bu mûcizelerle onların peygamber olduklarını id-dia etmişlerdir. Böylece aşırılığa düşen bu kimselere göre nebî ile sihirbaz eşittir. Apaçık sapkınlıktan Allah’a sığınırız.

[923] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şayet onlar, “Rabbiniz şöyle dedi: “Bana dua edin, duânıza cevap vereyim.”

627 ve “Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm.”

628 şeklinde yüce Allah’ın âyetlerini gerekçe göstere-rek itiraz ederlerse, bu doğrudur. Şüphesiz bunlar yüce Allah’ın olacağını bildiği mümkinat dâhilindedir. Yoksa olmayacağını veya muhal olduğunu bildiği bilgiler arasında değildir. Biz yüce Allah’tan kendisini bir peygamber yapmasını ya da İslâm dinini neshetmesini ya da vaktinden önce kıyameti yaratmasını ya da insanların tamamını maymunlara dönüştürmesini ya da kendisine üçüncü bir göz vermesini veya kâfirleri cennete ve müminleri de cehenneme sokmasını ve buna benzer şeyleri isteyen bir kimse hakkında ne düşündüklerini sorarız. Eğer onlar, bütün bu hususları mümkün görür-seler, küfre düşmüş olurlar ve küfürleriyle birlikte deliler grubuna dâhil ol-muş olurlar. Eğer bütün bunları imkânsız görürlerse, bu durumda mezkûr âyetlerle delil getirmeyi terk etmiş olurlar. Dualara icabet ise umûmî olan-da değil husûsî olanda doğrudur. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[924] Ebû Muhammed şöyle dedi: Allah Resulü (s.a.), Üsame629 ve Halid’e630 “Kelime-i şahadeti can korkusundan dolayı söyleyip söylemediğini öğrenmek için kalbini yarıp baktın mı?” diye buyurmuştur.631

[925] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şayet mûcize keramet yoluyla pey-gamber olmayan bir kimseden zuhur etmesi mümkün olsa idi, Allah’ın velisi olduğuna dair kalbinde kesin bir inanç vacip olurdu. Bu ise, hakla-rında nas varit olan sahabeden sonra hiç kimse tarafından bilinemez. “Yüce Allah yalancı bir kimsenin elinde bir âyet/ mûcize izhar etmeye muktedir değildir.” şeklindeki Bâkıllânî’nin görüşüne gelince, bu görüş -imkân-sızlar konusuna dâhil çirkin ve aşağılık bir acziyet nispet etmek olduğu halde- yüce Allah’a âcizlik isnat etmektir. Bu da (söz konusu muhal de) yüce Allah’ı sihirbazın elinde mûcizeler izhar etmeye kadir kılmaktır. Şayet o, peygamberin mûcizeyi kendisinde izhar etmeye muktedir olmadığını söylediğini bilse idi, -ki bu da olumsuzluğun zirvesindeki bir görüştür-.

5

10

15

20

25

30

Page 627: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 627

ــ ــ ا و ء ا ــ ــ ى ــ א ــא، ة ــ ــ ا ــ ــ ــ ــאء ــ و

. ــ ل ا ــ ــ ا ــא ذ ــ ، و ــא وا

]٩٢٣ [ ﴾ כــ ــ ــ أ : ﴿اد ــ א ل ا ــ ا ــ ن ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــכ أ ــ ــ ــא ــ وإ ا ــ ــאن﴾ اع إذا د ــ ة ا ــ د ــ : ﴿أ ــ א ــ و

ن، כــ ــא ــ أ א ــ ا ــ ــא ن כــ ــא ــ أ א ــ ا ــ ــאت ا כ ا

ــ ــ أن ــא أو ــ ــ أن ــ א ــ ا ــא إ ــ د ــ ــאل و ــ ا و

دة أو ــ ــ ــאس כ ــ ا ــא، أو أن ــ و ــ א ــ ا ن ــ م، أو ــ ــ ا د

ــ ــא أ ــאر، أو ــ ا ــ وا ــאر ا כ ــ ا ن ــ ، أو ــ א ــא ــ ــ ن ــ

ــ כ ا ــ ، وإن ــ א א ــ ــ כ ا ــ وا، و ــ ا כ ــ ــאزوا כ ن أ ــ ا، ــ

ــאص ــ ن כــ ــא ــ إ א ــ أن ا رة، و כــ ــאت ا א ــ ا ا כــ ا ــ

. ــ ــ ا א ــא م، و ــ ــ ا ــאء ــ ا

ــא ] ٩٢٤[ ــאل ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ أن ر : و ــ ــ ــאل أ

. ذا أم ــ ــא א ــ أ ــ ــ ــ ــ : ــ א و

ــ ] ٩٢٥[ ــ ــ ــ ــ ة ــ ر ا ــ ــאز ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا ــ ، و ــ א ــ ا ــ و ــ وأ ــ ــא ــ ــ ــ ا ، ــ ا כ ا

ــ א ل ا ــ ــא . وأ ــ ــ ا ــ ورد ــ ا ــ ا ــ ر א ــ ا ــ أ

ــ ــ ــ ــ دا ــ اب، ــ כــ ــ ــ ــאر آ ــ إ ر ــ ــ א أن ا

ــאل، ا ــ ــ ــ دا ــ ه ــ ــא أ ــ و ، ــ א ــאري ا ه ــ

ــ ن ــ ، ــא ــ כ ــאت ــאر ا ــ إ ــאدرا ــ א ــ ا ــ ــכ أ وذ

ــאد، ــ ا א ــ ل ــ ا ــ ، و ــ ــא ــ أن ر ــ ــ ــ ــ ل إ ــ ــ أ ٢٠

٥

١٠

١٥

Page 628: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi628

Zira bir şeye kadir olan bir kimsenin bunu yapmaya gücünün olmadığı-nı söylemek câiz değildir. Dolayısıyla o, kendisinde zuhur eden bu fiil ile “Ben peygamberim.” dediğini bilir. Böyle bir şey ise düşünülemez, akılda tasavvur edilemez ve elbette mümkün olmaz. Ancak onlar, yüce Allah’ın kendilerine yönelik hükmünü ihmal eden bir toplulukturlar ve onlar hü-kümlerini yüce Allah’a ıtlak etmişlerdir. Küfür konusunda bundan daha çirkini, daha kötüsü ve daha aşırısı yoktur.

[926] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ben, Bâkıllanî’nin eserinin bir bö-lümünde insanların Kur’ân’ın bir benzerini getirmekten âciz olmadıkla-rını ve buna da kadir olmadıklarını söylediğini gördüm. Yine insanların semaya yükselmekten, ölüleri diriltmekten ve cisimleri yaratmaktan âciz olmadıklarını ve buna kadir olmadıklarını söylediğini gördüm. İşte bu, tarafımızdan herhangi bir yorum olmaksızın onun kelâmının metnidir. Sonra Bâkıllanî, kudretin ancak âcizliğin vuku bulması açısından vâki ola-cağını söylemiştir.

[927] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bunların tamamı, ancak bunamış bir kimsenin dile getireceği bir saçmalıktır. Bundan daha kötü olanı ise, âcizliğin ancak kudretin vâki olduğu yerde vâki olacağını söylemek sûre-tiyle delil getirmesidir. Bu yalanı hangi dilde bulduklarını ya da bu saç-malığı hangi akılda bulduklarını bilmiyorum. Genel ve husûsî anlamda lisanı bilen bir kimse onun görüşünün bâtıllığı ve aczin kudretin zıddı olduğu konusunda şüphe etmez. İnsan bir şeye güç yetiriyorsa, ona kadir olduğunda onu yapmaktan âciz değildir. Bir şeyden âciz ise âcizlik anında ona güç yetiremez. Dolayısıyla kudreti nefyetmek âcizliği ispat etmektir ve âcizliği nefyetmek de kudreti ispat etmektir. Avamdan ya da havastan olan bir kimse bunun câhili değildir. O da aklın temel ilkeleri ile bilinmektedir.

[928] Garip olan, herhangi bir delil olmaksızın bu iğrenç iddiala-rın benzerini ileri sürmesidir. Fakat bu câhil ve Allah’ın dini konusun-da fâsıklık edenlerden ona benzeyen kimseler ahmaklık ve sapkınlık-lar ortaya koyarlar. Yüce Allah’ın dalâlete düşürdüğü kimse de onlara tabi olur. Aşırılığa düşmekten Allah’a sığınırız. Nitekim yüce Allah şöy-le buyurmuştur: “Şunu bilin ki, siz Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz.”

632

5

10

15

20

25

30

Page 629: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 629

ــ ي ــ ــכ ا ن ذ ــ ــ ، ــ ــ ــ ــ أن ــ ء ــ ــ ر ــ ــ ن

، ــ כــ أ ــ و ــ ا ــכ ا و ــ ــ ، و ــ ــא ل أ ــ ــ ــ ا

ــ ــא ، ــ א ــ ــ כ ا ــ ، وأ ــ ــ א כــ ا ا ــ م أ ــ ــ ــא وإ

د. ــ ــ و أ ا و أ ــ ــ ــ ــ أ כ ا

ا ] ٩٢٦[ ــ ــאس ــ أن ا ــ כ ــ ــ ــ א ــ : ورأ ــ ــ ــאل أ

ــ د إ ــ ــ ا ون ــ א ــ ، و ــ ــ אدر آن و ــ ــ ا ــ ــ א

ــ אدر ــא و ا ــאم و ا ــ ا ــ ، و ــ ــאء ا ــ إ אء، و ــ ا

ــ ــ إ رة ــ ــאل إن ا ــ ــ ــא ــ و ــ دون ــ כ ا ــ ــכ. ــ ذ

. ــ ــ ا

ــ ] ٩٢٧[ ــ ور، وأ ــ ــ إ ا ــ س ــ ا ــ : وכ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ أي ري ــ رة، و ــ ــ ا ــ ــ إ ــ ن ا ــ ــ א ــכ ا ذ

ــ ــ א ــ ــכ ذو ــא ، و ــ ا ا ــ ــ ــ و ــ أي ــ أم כ ا ا ــ ــ و

ــאن ر ا ــ ــא رة، وأن ــ ــ ا ــ ــ أن ا ، و ــ ن ــ ــ ــ א ــ وا א ا

ــ ــ ر ــ ــ ــ ــ ــא ــ وأن ــ ر ــ ــ ــ ــ ــ ، ــ

ــא رة، ــ ــאت ــ إ ــ ا ــ وأن ــאت رة إ ــ ــ ا ، وأن ــ ه ــ ــ

. ــ ول ا ــ وف ــ ــא ــ أ ، و ــ ــ أ א ا ــ ــ

ــ ] ٩٢٨[ د ــ ــ ا ــאوى ا ه ــ ــ ــ أن ــ وا

ــ ــ א وأ ، ــ א ا ا ــ ــא ت ــ و ــאت א כــ ، ــ أ

ــא ذ ــ و ، ــ א ا ــ أ ــ ــ ــא ــ א ا ــ د ــ ــאق ا

﴾ ا ي ــ ــ כــ أ ا ــ ﴿وا : ــ א ا ــאل ــ و ن. ــ ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 630: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi630

Bu âyet, onların yüce Allah’a güç yetiremeyeceklerini zorunlu kılar. Nite-kim yüce Allah, “(Kim Allah’ın davetçisine uymazsa,) yeryüzünde Allah’ı âciz bırakacak değildir.”

633 buyurmuştur. Böylece onun kendisine güç yetirilen olması zorunlu oldu. Yine yüce Allah, “Allah her şeye kadirdir.”

634diyebuyur-muştur. Allah’ın âciz olmadığı doğrudur. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

Cin, Şeytanın Vesvesesi ve Cin’in Saralıda Yaptıkları Konusu

[929] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bizler, cin ve şeytanların dünyada ne var olmalarının ne de olmamalarının gerekliliğini aklın zorunluluk ilke-siyle bilemeyiz ve duyularla idrak edemeyiz. Fakat aklın zorunluluk ilkesiyle onların var olabileceklerini bilebiliriz. Çünkü yüce Allah’ın kudretinin bir nihayeti yoktur. Yüce ve ulu olan Allah dilediğini yaratabilir. Yüce Allah’ın unsurları toprak ve su olan varlıklar yaratması ve onları yerde, havada veya suda yaşatması ile unsurları ateş ve hava olan varlıklar yaratması ve onları havada, ateşte ve yeryüzünde yaşatması arasında hiçbir fark yoktur. Bilakis bunların hepsi eşittir ve onun kudretinde mümkündür. Fakat yüce Allah’ın peygamberlerin elinde tabiatları değiştiren mûcizeler ortaya çıkarmak sûre-tiyle doğruluklarına şahitlik ettiği resullerin dünyada cinlerin varlığını yüce Allah’ın ifadesiyle haber verdiğinden dolayı zorunlu olarak onların yaradı-lışlarını ve varlıklarını bilmek gerekli olmuştur. Bununla ilgili ve onların akıllı, mümeyyiz, ibadet eden, vaat olunan ve tehdit edilen, çoğalan ve ölen bir topluluk ( ümmet) olduklarıyla alakalı naslar gelmiştir. Müslümanların tamamı bu konuda ittifak etmiştir. Evet, hıristiyanlar, Mecûsiler, Sabiiler ve sadece Samiriler hariç yahudilerin ekseriyeti de bu konuda hem fikirdir. Dolayısıyla her kim cinleri inkâr eder ya da onların hakkında bu zâhiri an-lamdan çıkaracak bir yorum yaparsa, o kanı ve malı helâl olan müşrik bir kâfirdir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “...Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz?”

635

[930] Ebû Muhammed şöyle dedi: Cinler, bizleri görürler. Bizler ise onları göremeyiz. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Çünkü o ve kabilesi, on-ları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler.”

636 Böylece cinlerin İblis’in kabile-si oldukları hususu doğrudur. Nitekim Allah Teâlâ, “(Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişler-di.) İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı.”

637

5

10

15

20

25

30

Page 631: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 631

ــ ــ ــ ﴿ : ــ א ــאل و ــ א ــ ور ــ ــ أ ا ــ ــ א

ــ ﴾ ــ ء ــ כ ــ : ﴿وا ــ א ــאل . و ــ ور ــ ــ ــ أ رض﴾ ا

. ــ ــ ا א ــא ــ و א ــ ــ أ

وع אن و ا م ا وو ا כ ا

ــ و ] ٩٢٩[ ب כ ــ ــא و اس و ــ א رك ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ورة ا ــ ــא כــ ــ ورة ا ــ ــא ــ أ א ــ ا ــ ــאع כ ب ا ــ و

ــאء، و ــא ــ ــ ــ و ــ ــא و ــ א ــ א رة ا ــ ن ، ــ ــכאن כ إ

אء، اء وا ــ رض وا ــכ ا ــאء، اب وا ــ ــ ا ــא ــ ــ أن ق ــ

ــ رض، ــאر وا اء وا ــ ــכ ا اء، ــ ــאر وا ــ ا ــא ــ ــ أن و

ــ ا و ــ ا ت ا ــ ــא أ כــ ، ــ ر ــ כــ اء و ــ ــכ כ ذ

ــ ــ و ــ ا ــ א ــ ات ا ــ ــ ا ــ ــ أ ى ــ ــא أ ــ

ــאء ــ ، و ــ د ــ وو ــ ورة ا ــ ــ ، و ــ א ــ ا ــ د ا ــ ــ و

ن، ــ ــ א ة ــ دة ــ ة، ــ ة ــ ــ א ــ ــ أ ــכ و ــ ا

ــ ن وأכ ــ א س وا ــ ــאرى وا ــ وا ــכ، ــ ذ ــ ن כ ــ ــ ا وأ

ــ ــ ــ ــ و ــ ول ــ ــ أو כــ ا ــ أ ، ــ ة ــא ــא ا א د ــ ا

ــ وذر ــ و : ﴿أ ــ א ــאل ــאل. م وا ــ ل ا ــ ك ــ ــ ــ כא ، ــ א ا ا ــ

﴾ ــ ــ دو ــאء أو

]٩٣٠ [ اכــ ــ : ﴿إ ــ א ــאل ا . ــ ا ــא و و ــ : و ــ ــ ــאل أ

: ــ ــ و ــאل ا ــ ــ إ ــ ــ أن ا ﴾ ــ و ــ ــ ــ و ــ ﴾ ا כאن ﴿إ إ ٢٠

٥

١٠

١٥

Page 632: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi632

[931] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah, cinleri göremeyeceği-mizi bize haber verdiğine göre, her kim onları görmekte olduğunu ya da gördüğünü iddia ederse -peygamberlerden (s.a.) olması durumu hariç- o yalancıdır. Çünkü bu durum, peygamberlere ait bir mûcizedir. Nitekim Allah Resulü (s.a.), namazını bozsun diye bir şeytanın kendisine musal-lat olduğunu açıklamış ve şöyle ya da buna benzer bir söz buyurmuştur: “Onu yakaladım ve kardeşim Süleyman’ın davetini hatırladım. Şayet bu ol-masa idi, elbette Medinelilerin onu görecekleri bağlanmış bir kimse olacaktı.” Cinleri gören Ebû Hureyre’den (r.a.) gelen bir rivayet de böyledir. Ancak bu durum Allah Resulüne (s.a.) ait bir mûcizedir. Hz. Peygamber’in (s.a.) vefatından sonra cinlerin görüldüğüyle alakalı sahîh bir haberin varlığı söz konusu değildir. Eğer böyle bir haber varsa o munkatı’dır638 veya kendisin-de hayır olmayan bir kimseden gelmiş bir haberdir.

[932] Ebû Muhammed şöyle dedi: Cinler, ince, saydam ve havaî ci-simler olup renkleri yoktur. Bizim yapı taşlarımız toprak olduğu gibi, on-ların yapı taşları da ateştir. Kur’ân bu şekilde haber vermiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Cinleri de daha önce dumansız ateşten yaratmış-tık.”

639 Ateş ve hava rengi olmayan iki yapı taşıdır (element). Odun, keten bezi, yağlar ve bunların dışındaki maddelerin tutuşması sûretiyle rutubetle birleşmesinden dolayı bize göre renkli alevli bir ateş ortaya çıkar. Şayet bu varlıklara ait renkler olsa idi, elbette onları görme duyumuzla görürdük. Şayet cinler saf, ince ve hassas ve havaî cisimler olmasalardı, elbette onları dokunma duyumuzla idrak ederdik.

[933] Cinlerin insanların gönüllerine vesvese verdikleri ve şeytanın insanoğlunun kan damarlarında dolaştığıyla alakalı açıklama doğrudur. Bütün bunları tasdik etmek gerçekten zorunludur. Bizler, yüce Allah’ın şeytanlara bir güç verdiğini biliriz. Bu güç sayesinde onlar, insanların kalp-lerine vesvese vermeye imkân bulurlar. Bunun delili, yüce Allah’ın “Cin-lerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik’ine, insanların İlâh’ına sığınırım.”

640 şeklindeki kelâmıdır. Böylece yüce Allah, cinlerin insanların kalplerine vesvese verdiklerini haber vermiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 633: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 633

ــ ] ٩٣١[ ــ أ ــ اد ــ ا ــא ــ أ ــ و ــא ا : وإذا أ ــ ــ ــאل أ

ة ــ ــכ م، ــ ــ ا ــאء ــ ا ن כــ ــ כאذب إ أن ــ ــ أو رآ ا

ــ ــ אن ــ ــ ا ــ ــ ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــא ــ כ

اه ــ ــא ــ ــכ ــ ذ אن و ــ ــ ة أ ــ ت د כــ ــ ــאل . ــ

ي ــ ة ا ــ ــ ــ أ ــ ــ روا ــכ م، وכ ــ ــ ا ــאل ــא ــ أو כ ــ ا أ

ــ د ــ ــ و ــ إ ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ة ــ ــ ــא رأى إ

ــאت ــ ــא ، وإ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ت ر ــ ــ ــ ــ ؤ ــ

. ــ ــ ــ أو

ــ ] ٩٣٢[ ان ــ أ ــ ا ــ א ــאق ر ــאم أ ــ و : ــ ــ أ ــאل

: ــ ــ و ــאل ا آن ــ ــאء ا ــכ اب، و ــ ــא ا ــא أن ــאر، כ ــ ا و

ان ــ ان أ ــ اء ــ ــאر وا م﴾ وا ــ ــאر ا ــ ــ ــ ــאه ــאن ﴿وا

ــא ــאت ــא ا ــא ــ ا ــאر ا ــ ن ــ ا ث ــ ــא وإ ــא،

ان ــ ــ أ ــ ــ כא ــכ، و ــ ذ ــאن و د ــאن وا כ ، وا ــ ــ ا ــ ــ

ــ א درכ ــ ا ــא א ــ ر א א ــא ا أ ــ כ ــ ــ ، و ــ ــ ا א ــ א أ

. ــ ــ ا א

ي ] ٩٣٣[ ــ אن ــ ــאس، وأن ا ور ا ــ ــ ن ــ ــ ــ ــ ا و

ــ ــא أن ا ، و ــ ــכ ــכ ذ ــ ــ ا م، ــ ى ا ــ ــ آدم ــ ا

س، ــ ــ ا ــ ن ــ ــא ف ــ ــ ــא إ ن ــ ة ــ ــ ــ ــ و

ــ س ــ ي ــ אس۞ا اس ا ــ ا ــ ــ ﴿ : ــ א ل ا ــ ــכ ــאن ذ

ــ ن ــ ــ ــ أن ا ــ و ــ ــאس﴾ أ وا ــ ا ــ אس۞ ور ا ــ ــאس. ور ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 634: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi634

[934] Biz, bir insanın intikam alacağı bir kimseyi gördüğünde heyecan-landığını; vasıflarının, sûretinin ve ahlakının değiştiğini ve kızgınlığının art-tığını görürüz. Yine bir insan sevdiği bir kimseyi gördüğünde başka bir hâl ondan hâsıl olur, sevinir ve rahatlar. Korktuğu bir kimseyi gördüğünde de onda sararma, titreme ve zafiyet şeklinde başka bir hâl meydana gelir ve bun-lar sebebiyle huyları değişir ve sanki başka bir insana dönüşür. Böylece ilk durum onu öfkelendirir, diğeri heyecanlandırır, üçüncüsü korkutur ve dör-düncü durum onu hoşnut eder. Aynı şekilde kelâm da onu bu hâllerin tama-mına dönüştürebilir. Biz, yüce Allah’ın cinlere bazı güçler verdiğini biliriz. Bu güçler sayesinde onlar, nefisleri(in psikolojik durumunu) değiştiremeye ve fısıldadıkları şeyler vasıtasıyla (diledikleri şeyleri) nefislere yerleştirmeye ulaşabilirler. Bizler, kovulmuş olan şeytandan, onun vesvesesinden ve insan-ların kötülüklerinden Allah’a sığınırız. İşte bu, şeytanın insanın kan damarla-rında gezinmesidir. Nitekim şair şöyle demiştir: “Suyun ağacın damarlarında akıp gittiği gibi, ben onların iç organlarında dolaşıyordum.”

[935] Ebû Muhammed şöyle dedi: (Cin ve şeytanın)çarpmasına ge-lince (ser’), yüce Allah “Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalk-tığı gibi kalkarlar.”

641 şeklinde buyurmuştur. Böylece yüce Allah, şeytanın çarpılan kimsedeki tesirini açıklamıştır. Bu çarpma da dokunmak sûretiy-ledir. Kişinin buna herhangi bir şey ilave etmesi doğru değildir. Her kim buna bir şey ilave ederse, hakkında bilgi sahibi olmadığı bir şeyin peşine düşmüş olur. Bu da helâl değil, haramdır. Nitekim Allah Teâlâ, “Hakkın-da kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme.”

642diye buyurmuştur. Bunlar, ancak Hz. Peygamber’den (s.a.) gelen sahîh bir haber ile bilinmesi mümkün olan işlerdir. İfade ettiklerimizin dışında da Hz. Peygamber’den bir haber gelmemiştir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır. Böylece şeyta-nın insana dokunup zarar verdiği hususu doğrudur. Öyle ki -Kur’ân’da geldiği gibi- yüce Allah şeytana insana dokunma ve çarpma yetkisini ver-miştir. Bu vesile ile o, insanın kötü huylarına ve beyne kadar yükselen buharına (ebhira/duman, buhar) tesir eder. Nitekim çarpılmış olan herkes de bunları söylerler. Böylece yüce Allah, o zaman, gördüğümüz gibi onda çarpmayı yaratır. İşte bu Kur’ân’ın ifadesi ve müşâhedenin gerekli kıldığı husustur. Buna eklenen şeyler ise, büyücülerin ve yalancıların uydurmala-rından kaynaklanan hurafelerdir. Yüce Allah’ın yardım ve desteğini dileriz.

5

10

15

20

25

30

Page 635: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 635

ل ] ٩٣٤[ ــ و ب ــ ــאر ه ــ ــ ــ ى ــ ــאن ا ــא ــ و

ــאل ــ ث ــ ــ ــ ى ــ ، و ــ אر ر ــ ــ و ــ وأ ر ــ و ا أ

ة ــ ــ ى، ــ ــאل أ ــ ث ــ ــאف ــ ى ــ ، و ــ ــ و ى و ــ أ

ــ א ــא ــ ــאرات ــ آ ــאن إ ــ إ ــ و ، ــ ــ و ــ ور

ــ ــכ ، وכ ــ ــ را ، و ــ א ــ ى، و ــ ــ أ ة، و ــ ــ

ــ ــ ــ ــ و ــא أن ا ال، ــ ه ا ــ ــ ــ م إ ــכ א ــא أ

ذ ــ ، ــ א إ ــ ــא ــא ف ــ س، وا ــ ــ ا ــ ــא إ ن ــ ى ــ

ــ ــ ا ــ ــ ــאس و ار ا ــ ــ ، و ــ ــ وو אن ا ــ ــ ا ــא

ة ــ ــא ــ ي ــ ــ أ ــ כ : و ــא ــאل ا ــא م. כ ــ ى ا ــ ــ آدم ــ ا

س. ــ ا ــ ــאء ــ ا ي ــ כ

ي ] ٩٣٥[ ــ ﴿כא ــאل: ــ و ــ ا ن ــ ع ــ ا ــא وأ : ــ ــ أ ــאل

وع ــ ا ــ אن ــ ا ــ ــ و ــ כــ ﴾ ــ ا ــ אن ــ ا ــ ــ ــ زاد א و ــ ــכ ــ ذ ــ ــ أن ز ــ ــ . ــ א א ــ ــא

: ﴿و ــ ــ و ــאل ــ ام ــ ا ــ ، و ــ ــ ــ ــא ــאل ــ א ــ ا ــ

ــ ــ إ ف أ ــ כــ أن ر ــ ه ا ــ ﴾ و ــ ــ ــכ ــ ــא ــ

ــא ــא ذכ ــ م ــ ــ ا ــ ــ ــ و ــ و ــ ا ــ ــ

ــ ــ ا ي ــ ــאن ا ــ ا אن ــ ــ أن ا . ــ ــ ا א ــא و

ة ــ א ة ا ــ داء وا ــ ــ ا א ــ ــ ــ آن ــ ــ ا ــאء ــא ــא، כ ث ا ــ ــ ف، ــ ــ وع ــ ــ כ ــ ــ ــ ــא ــאغ כ ــ ا إ

ــא آن و ــ ــ ا ــ ا ــ ه، و ــא ــא ــ כ ــ ع وا ــ ــ ا ــ ــ و

ــ ا כ ــ وا ا ــ ا ــ ــאت ا ا ــ ــ ــא زاد ة، و ــא ــ ا

. ــ ــ א ــא و

٢٠

٥

١٠

١٥

Page 636: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi636

[936] Allah Resulünün (s.a.) “Güneş, şeytanın boynuzuyla birlikte doğar, güneş yükseldiğinde ondan ayrılır. Zeval vaktinde ona yaklaşır, zevalden uzak-laştığında ondan ayrılır. Güneş batmaya yaklaştığında şeytan tekrar ona yakla-şır, battığında ondan ayrılır.” şeklindeki sözüne gelince, Hz. Peygamber bu vakitlerde namaz kılmayı yasaklamıştır. Ya da Allah Resulü manası bu şekilde olan bir söz söylemiştir. Biz, Allah Elçisinin (s.a.) sadece hakikati ifade etti-ğini ve onun sözlerinin tamamının zâhiri üzere olduğunu söyleriz. İşitir ve itaat ederiz. Ancak bu nassın manasının zâhiri üzere olmadığını açıklayan bir nassın gelmesi ya da duyuların zorunlu kıldığı bir bilginin veya aklın temel ilkelerine dayanan bir delilin olması durumu bunun istisnasıdır. Böylece biz Hz. Peygamber’in (s.a.), onun sıhhatine dair bir delil ikame etmeyi murat ettiğini biliriz. Bunun dışındaki bir şey mümkün değildir.

[937] Biz kesin olarak biliriz ki güneş, her bir dakika içinde, ufukların her-hangi birinde doğmakta, başka bir ufukta yükselmekte, üçüncü ufukta istiva etmekte, dördüncü ufukta zail olmakta, beşinci ufukta batmaya yaklaşmakta ve altıncı ufukta batmaktadır. Bu durum, ilm-i heyet sahibi olan herkese göre kendisinde şüphe bulunmayan bir durumdur. Durum bu şekilde olunca, Hz. Peygamber’in (s.a.) diğer ufukların dışında belli bir ufku kastettiği hususu yakînen sahîh olmuştur. Bunun dışındaki bir şey mümkün değildir.

[938] Şayet Hz. Peygamber bütün ufukları murat etse idi, bu durum-da şeytanın boynuzunun güneşten ayrıldığını haber vermesi yalan olurdu. Böyle bir şeyden Allah Resulünü tenzih ederiz. Zira bütün bunlarda şüphe yoktur. Allah Resulünün (s.a.) Medine şehrinin ufkunu kastettiği hususunda da bir itiraz yoktur. Zira bu ufuk, Medinelilere bu haberi bildirdiği ufuktur. Böylece Hz. Peygamber, onlara, güneşin yaklaştığı ve şeytandan uzaklaştığı bu hâlleri haber vermiştir. Söz konusu boynuzun (karn) mâhiyetinin ne olduğunu en iyi Allah bilir. Buna ilavede bulunmayız. Çünkü onun açıkla-ması konusunda bizim nezdimizde bir beyan yoktur. Ancak şu kadar var ki bunlardan herhangi bir şey asla imkânsız değildir. İfade ettiğimiz hususlar sebebiyle sahîh olmuştur ki, haberin ilk kısmı -tarif ettiğimiz gibi- özeldir. Allah Resulünün (s.a.) söz konusu vakitlerde namaz kılmayı yasaklaması ise ikinci ve başka bir hüküm olup ilk hükmün dışında bir hükümdür.

5

10

15

20

25

30

Page 637: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 637

ن ] ٩٣٦[ ــ ــא ــ و ــ : إن ا ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ــא وأ

ــ ذا أ ــ ــא אر ــ ذا زا ــ ــא، אر ت ــ ذا ا ــ ــא، אر ــ ذا ار ــ אن، ــ ا

ــאل ــא ــאت أو כ و ه ا ــ ــ ة ــ ــ ا ــ ــא و אر ــ ذا ــ ــא אر وب ــ

ــ ل إ ا ــ م ــ ــ ا ــ ــא أ ــ ــכ. ــ ــאه ا ــ ــא م ــ ــ ا

ه ــ א ــ ــ ــ ا ا ــ ن ــ ــ ــ ه، إ أن ــ א ــ ــ ــ כ وأن כ

ــ ــ أ . ــ ، أو أول ــ ورة ــ ــ ــאن ــכ م ــ ، أو ــ ــ و

ــכ. ــ ذ ز ــ ــאن ــ ا ــאم ــ ــא ــא أراد م إ ــ ــ ا

ــאق، ] ٩٣٧[ ــ ا ــ ــ أ ــ א ــ ــ כ د ــ ــא أن ا ــא ــ و

ــ وب ــ ــ א ، ــ ــ را ــ ، زا ــ א ــ ــ ، ــ ــ آ ــ

ــכ ذ ذ ــ ، ــ א ــ ــ כ ذي ــ ــכ ــא ا ــ ــאدس. ــ ــ אر ، ــ א

ــאق ــא ا ــא دون ــא ــכ أ ــ ــא م إ ــ ــ ا ــ ــא أ ــ ــ ــכ כ

ــכ. ــ ذ ز ــ

ــ ] ٩٣٨[ ــ ــא א ــא، و ــא כ אر ــ ــאر ــכאن ا ــ ــ أراد כ أ إذ

ــ ــא م إ ــ ة وا ــ ــ ا ــ ــ أ ــ ــ ا כ ــ ــ ــכ ذ ــ ــכ، ذ

ــאرن ــא ــ ، ــ ا ا ــ ــ ــ أ ي أ ــ ــ ا ــ ا ، إذ ــ ــ ا ــ أ

آن ــ ــכ ا ــ אن، وا أ ــ ــ ا ــא אر ــא ال و ــ ــכ ا ــ ــ ا

ــ ء ــ ــ ــ أ إ ــ ــא ــא ــאن إذ ا ــ ــ ــ ؟ ــ ــא

وأن ــא، و ــא כ ــאص ــ ا أول أن ــא ذכ ــא ــ ، ــ أ ــ ــכ ذ

ول. ا ــ כــ و ــ א ــ و ى ــ أ ــ ــאت و ا ــ ة ــ ا ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 638: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi638

O da şudur; başka bir nas ile bu hükmü tahsis eden bir delilin ikame edil-mesi durumu hariç, bu hükmün her zaman ve her mekânda geçerli olma-sıdır. Nitekim biz, bu kitabımızın dışında, telif ettiğimiz eserlerin namaz bölümlerinde bu durumu açıklamıştık. Âlemlerin rabbi olan Allah’a çokça hamd olsun.

Tabiatlar Konusu

[939] Ebû Muhammed şöyle dedi: Eş‘arîler, genel olarak tabiatların inkâr edilmesi görüşünü kabul etmiş ve şöyle demişlerdir: Ateşte hararet, karda soğukluk ve dünyada bir tabiat asla yoktur. Yine onlar, ateşin yakı-cılığının ve karın soğukluğunun genel olarak dokunma anında meydana geldiğini söylemişlerdir. Bunlara ilaveten onlar, şarapta sarhoşluk tabiatı-nın olmadığını ve erkeğin sperminde (meni) canlılığı var edecek bir gücün bulunmadığını, fakat yüce Allah’ın meniden dilediğini yarattığını söyledi-ler. Onlara göre erkeğin sperminden bir devenin, eşeğin menisinden bir insanın ve yaş üzüm tohumundan bir hurmanın meydana gelmesi müm-kündür.

[940] Ebû Muhammed şöyle dedi: Biz, onların bu saçmalık konu-sunda ileri sürüp münakaşa ettikleri bir delillerinin olduğunu bilmiyoruz. Nitekim ben, onlardan birisiyle münazara edip şöyle demiştim: Kur’ân’ın indiği lisan, sizin görüşünüzü geçersiz kılar. Çünkü tabiat, huy, karakter, mizac, içgüdü, hilkat ve seciye kelimeleri kadîm Arap lisanında vardı. İlim sahibi olan bir kimse bu lafızların Câhiliye döneminde kullanıldığı, Hz. Peygamber’in (s.a.) bunları işittiği ve bunları asla inkâr etmediği hususun-da şüphe etmez. Nitekim bu lafızları ne sahabeden ne de onlardan sonra gelenlerden herhangi biri -bunları kabul etmeyen kimsenin konuşmasına gelinceye kadar- asla inkâr etmemiştir.

[941] Nitekim İmruülkays643 şöyle demiştir: “Eğer bendeki bir huy sana çirkin geldi ise, elbiseni elbisemden çekip çıkar ki nüfuz eylesin.”

[942] Humeyd b. Sevr el- Hilalî el-Kindî644 de şöyle demiştir: “Ey Amr’ın Annesi! Herkesin bir huyu vardır. Tabiatlar insanları birbirinden ayırır.”

5

10

15

20

25

30

Page 639: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 639

ــ ــ ــ ــאن ــאم ا ــא ــכאن، إ ــאن وכ ــ כ ز ــ ــ ــ

ــא، ــ ة ــ ــ ا ــ כ ــאب כ ا ا ــ ــ ــ ــא ــא ــ כ ــ آ כــ ا ا ــ

ا. ــ ــ כ א ــ رب ا وا

א م ا כ ا

ــ ] ٩٣٩[ ا: ــ א ، و ــ ــ א ــכאر ا ــ إ ــ إ ــ ا : ذ ــ ــ ــאل أ

ث ــ ــא ا: إ ــ א ، و ــ ــ أ ــ א ــ ا د، و ــ ــ ــ ا ــ و ــאر ــ ا

ــכאر، و ــ إ ــ ــ ا ا و ــ א . ــ ــ ا ــ د ا ــ ــ و ــאر ــ ا

ــאء، ــא ــ ــ ــ ــ و כــ ا ــ ، و ث ــ ــא ــא ث ــ ة ــ ــ ــ ا

ــ ــאن، و ــאر إ ــ ا ــ ، و ــ ــאل ــ ا ــ ث ــ ــא أن כ ــ כאن و

. ــ م כــ ــ ا زو

]٩٤٠ [ ، ــ س أ ــ ا ا ــ ــ ــא ا ــ ــ ــ ــ ــא : ــ ــ ــאل أ

כــ ــ آن ــ ــא ا ل ــ ــ ــ ا : إن ا ــ ــ ــכ ــ ذ ــ ت ــ א ــ و

ة ــ ة، وا ــ ، وا ــ ــ وا ــ وا ــ ذכــ ا ب ا ــ ــ ا ــ ن

ــ ــ ــאظ ا ه ا ــ ــ أن ــ ــכ ذو ، و ــ ، وا ــ ــ وا وا

ــ ــא أ כ ، و أ ــ ــא כ ــ ــ ــ و ــ ا ــ א ا ــ ، و ــ א ا

. ــ ــ ــ ث ــ ــ ، ــ ــ ــ ــ و أ ــ ا ــ ر א ــ ا

ــ ] ٩٤١[ א ــ ــ ــ כ ــא ــ ــ : وإن כ ــ ؤ ا ــ ــאل ا ــ و

. ــ ــכ א ــ

ــ ] ٩٤٢[ و ــ ــא أم ئ ــ ــכ ا ي: ــ כ ــ ا ر ا ــ ــ ــ ــאل و

ــ ... א ــאل ا ــ ا ــא ــ و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 640: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi640

[943] Nabia da şöyle demiştir: “Onları, eşi benzeri olmayan cömertlik, güzel gibi, yüce Allah’ın başkalarına vermediği alametleri vardır.”

[944] Allah Resulü (s.a.), Carûd’a, kendisinde hilm, ağırbaşlılık ve sa-bır olduğunu haber vermiştir. Bunun üzerine Carûd Hz. Peygamber’e; “Ey Allah’ın Elçisi! Allah beni onlarla birlikte mi yarattı? Yoksa bunlar kesbi midir?” diye sormuştur. Allah Resulü de “Bilakis Allah seni onlarla birlikte yaratmıştır.” diye buyurmuştur.

[945] Bunun benzerleri çoktur. Bu lafızların tamamı, onlara göre, aynı manaya gelen müteradif isimlerdir. O da mâhiyeti üzere kendisiyle var edilen bir varlıktaki kuvvedir. Böylece o, “Bunun insanlarda bir hasse olduğunu kabul ederim.” demek zorunda kaldı. Bunun üzerine ben, “Bu hassenin, duyular ve bedihî akıl yoluyla âlemdeki bütün varlıklarda mev-cut olduğu hâlde nasıl oluyor da bunu tahsis ediyorsun?” diye ona sordum. Fakat onun çarpıtacak bir cevabı yoktu.

[946] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu fâsid mezhep, onları, peygam-berlerin âyet ve mûcizeler olması bakımından getirmiş oldukları şeyleri “hârikulâde” diye isimlendirmeye sevk etmiştir. Çünkü onlar, ayın ve de-nizin ortadan ikiye yarılmasının imkânsızlığını, ölünün diriltilmesinin ve kayadan bir devenin çıkarılmasının imkânsızlığını ve benzeri mûcizeleri sadece sıradan hadiseler (âdet) olarak kabul ettiler.

[947] Ebû Muhammed şöyle dedi: Böylesi bir görüşten Allah’a sığı-nırız. Şayet bunlar sıradan hadiseler olsa idiler, elbette bu hadiselerde bir i‘câz/mûcizevilik olmazdı. Çünkü Arap dilinde “âdet”, alışkanlık, din ve yol edinmek demektir. Bunların tamamı aynı anlama gelen müteradif la-fızlar olup kişinin çokça kullandığı şeylerdir. Kişi bunları terk edemez ve bunlardan da ayrı kalamaz. Bilakis bunların, kişinin dışında var olması ve bir benzerinin olması mümkündür, kendisinden çıkan tabiata muhalefet etmek sûretiyle imkânsızdır. Dolayısıyla âdet, Arap’ın kullanmasında sarık, (sarığın çevresine sarılan) imâme, kargıdır (eğri ya da düz sopa). Nitekim bazı insanların kalensuva (fes, börg) taşıması, bazılarının kıl ve tüylerini tıraş etmesi ve bazılarının da saç ve sakalını uzatması da böyledir.

5

10

15

20

25

30

Page 641: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 641

م ] ٩٤٣[ ــ د وا ــ ــ ا ــ ــא ا ــ ــ ــ : ــ א ــאل ا و

ازب. ــ ــ

ــ ] ٩٤٤[ ــ ا ه أن ــ ــאرود إذا أ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאل ر و

ــאل ــ ــא כ ؟ أم ل ا ــ ــא ر ــא ــ ــאرود ا ــ ا ــאل ــאه، وا

ــא. ــכ ــ ا ، ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

]٩٤٥ [ ، ــ ــ ــ وا ــ اد אء ــ ــאظ أ ه ا ــ ، وכ ــ ا כ ــ ــ و

ل ــ ــאل أ ــ أن ــ إ ب و ــ א ، ــ ــ ــא ــ ــא ــ ء ــ ــ ا ة ــ ــ و

ــ א د ــ ا ــ ؟ و ــ א ــכ ــ : وأ ــ ــ ، ــ א ــאس ــ ا ا ــ

. ــ ه ــ כــ ــ . ــ א ــ ا ق ــ ــ כ ــ ــ ا و

ــ ] ٩٤٦[ ــא ا ــ ــ أن ــ ا ــ א ــ ا ا ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــאدة، ق ا ــ ات ــ ــאت ا ــ ا م ــ ة وا ــ ــ ا ــאء ــ ا

ــ ــ א اج ــ ، وإ ــ ــאء ا ــאع إ ، وا ــ ــ ا ، و ــ ــ ا ــאع ا ا ــ

. ــ ــאدات ــ ــא ــ إ ا ــא ة و ــ

ــא ] ٩٤٧[ ــא כאن ــ אد ــכ ــ כאن ذ ا و ــ ــ ــאذ ا : ــ ــ ــאل أ

ي ــ ن وا ــ ــ وا أب وا ــ ب: وا ــ ــ ا ــ ــאدة ن ا ، ــ ــאز أ إ

ــא ــ ــאن ا אل ــ ا ــ أכ ــ ــ و ، ــ وا ــ ــ ــ اد ــאظ أ

، ــ ه و ــ د ــ כــ و ــ ــ ــ ــ כــ زوا ــאه، و כــ إ ــ

ــ א ب ا ــ אل ا ــ ــ ا ــאدة א ، ــ ــא وج ــ ــ ا ــ ا ف ا ــ

ــ אل ــ ة، وכא ــ ــאس ا ــ ا ــ ــאة، و ــ ا ، و ــ ا

ه. ــ ــ ، و ــ ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 642: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi642

[948] Şair şöyle demiştir: “Onun için kolon/kemerimi terk ettiğim hâl-de, dersin ki bu onun daimi adedi (din) midir yoksa benim adedim (din) midir?”

[949] Bir başka şair de şöyle demiştir: “Güzel huylar onun âdetindendir.”

[950] Başka biri de şöyle demiştir: “Kuşlar, güven duydukları bazı dav-ranışları âdet edindiler. Onlar, her göçlerinde bunları dost edinirler.”

[951] Bir başka şair de şöyle demiştir: “Nefsin seni bir huya/âdete alış-tırdı, buna sabret.”

[952] Bir başkası da şöyle dedi: “Bir huyu söküp atmak güçtür.” Böyle-ce o, huyun/âdetin sökülüp atılmasının zor olduğunu, ancak değiştirilmesi imkândâhilinde olmayan tabiatın izale edilmesinin hilafına, bunun yani âdetin değiştirilmesi imkânsız olmayıp mümkün olduğunu hatırlatmıştır. Bazen Araplar, âdet lafzını tabiat lafzının yerine koyarlar. Nitekim Hu-meyd b. Sevr el-Hilâlî el-Kindî645 şöyle demiştir: “Haneye sor, Ümmü Selma hangi tarafa yöneldi. Hanenin konuşması âdetten midir?”

[953] Ebû Muhammed şöyle dedi: (Varlıkta bulunan) bu tabiat ve âdetlerin tamamı yaratılmıştır. Yüce Allah bunları yaratmış ve tabiatı ebe-dî olarak değişmeyecek şekilde düzenlemiştir. Eğer kendisine bir afet arız olmaz ise ilim ve sanatlar konusunda tasarruf imkânı olan bir insanın ta-biatında olduğu gibi, akıl sahibi bütün insanlara göre eşyanın tabiatında bir değişikliğin olması mümkün değildir. Buğday tohumunun tabiatı arpa ve ceviz bitirmeyeceği gibi, şarabın ve katırın tabiatında da bir değişik-liğin olması mümkün değildir. Dünyadaki her şey de böyledir. İnsanlar, bizzat tabiatın kendisi olduğu hâlde sıfatları kabul ederler. Çünkü mev-sufa yüklenmiş olan sıfatlar o varlığın zatına ait olup taşıyıcısının fesada uğraması durumu hariç, yokluğu ve bu ismin kendisinden sâkıt olması düşünülemez. Nitekim şarabın vasıfları/sıfatları ondan uzaklaşırsa bu du-rumda şarap sirke olur ve şarap ismi geçersiz olur. Aynı şekilde ekmeğin ve etin sıfatları da bunlardan zail olduğunda çöp olurlar ve böylece ekmek ve et isimleri onlardan sâkıt olur. Zatına ait bir sıfatı olan her bir varlık da böyledir. İşte bu tabiattır.

5

10

15

20

25

30

Page 643: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 643

]٩٤٨ [ ا ود أ ا د أ א و ل و درأت : א אل ا

כ] ٩٤٩[ אدا ا ا : و אل آ و

א כ ] ٩٥٠[ אدات و د ا אل آ : و

א ] ٩٥١[ ا אدات ة دت כ : אل آ و

ــ ] ٩٥٢[ ، إ أ ــ ــאدة اع ا ــ כــ أن ا . ــ ــאدة ــ : و ــ ــאل آ و

ب ــ ــ ا ــא و ــא. ور ــ إ ــ ــ ا ــ ا ف إزا ــ ، ــ ــ כــ

ــ ــ أ ــ ا : ــ ر ا ــ ــ ــ ــאل ــא ــ כ ــ ا ــכאن ــאدة ــ ا

ــא. כ ــ أن ــאدة ا ــ ــא و أم ــ

ــ ] ٩٥٣[ ــא ا ، ــ ــאدات ــ وا א ه ا ــ : وכ ــ ــ ــאل أ

ــ כ ذي ــא כــ ا، و ــ ــ أ ــא ــ أ ــ ــ ا ــ و

ــאت إن א م وا ــ ــ ا ف ــ ــ ا ــא כ ن כــ ن ــ ــאن ــ ا ــ כ

ــ ــ ا ــא، وכ כــ ــ ــ ــאل، ــ وا ــ ا ، و ــ ــ آ ــ

ــאت א ون ــ م ــ ، وا ــ א ــ ا ــא ا כ כــ زا، و ــ ا، و ــ ــ أ

ــ ــ ــ ذا ــא ف ــ ــ ا ــ ــאت ا ــ ا ن א، ــ ــ ــ ا و

ــ إن ــ ا ــאت ا ــ כ ــ ط ا ــ ، و ــ א ــאد ــ إ ــ زوا

ــ ــ ا ــ وا ــאت ا ــא، وכ ــ ــ ا ــ ا ــ و ــאرت ــא ــ زا

ء ــ ا כ כــ ــא، و ــ ــ وا ــ ا ــ ا ، و ــ ــאرت ز ــא ــ إذا زا

. ــ ــ ا ه ــ ، ــ ــ ذا ــ

٥

١٠

١٥

Page 644: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi644

[954] Mevsufa yüklenmiş olan sıfatlara gelince, şayet söz konusu sı-fatların taşıyıcısından ayrıldığı düşünülürse taşıyıcısını iptal etmeyen ve isminden de ayrılmayan şeylerdir. Bu kısım üç bölüme ayrılır. Bunlardan ilki; aksırık, kısalık, mavilik, zencinin siyahlığı ve benzerleri gibi, sona er-mesi imkânsız olanlar. Ancak şu kadar var ki bunların sona erdiği düşünü-lürse yine de insan kendi hâliyle insan olarak kalır. İkincisi, saçın siyahlığı ve buna benzer şeylerde olduğu gibi sona ermesi tedrici olandır. Üçüncüsü ise, utangaçlığın kızarıklığı, ürkekliğin sarılığı, üzüntünün donukluğu ve buna benzer şeyler gibi sona ermesi hızlı olandır. İşte bunlar, sıfatlar konu-sundaki sözün hakikatidir. Bunun dışındaki şeyler, hakikati araştırmayan Sofistlerin yoludur. İnayetin kesilmesinden (hızlân) Allah’a sığınırız.

Kadınların Peygamberliği

[955] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu konuda bizim zamanımızda Kurtuba’da bizim dışımızda kimsenin ihtilaf ettiğini bilmediğimiz bir ko-nudur. Bir grup, genel olarak kadınlarda nübüvvetin olmasının geçersizli-ğini benimsedi ve bunu (yani kadınlardan peygamber olduğunu) söyleyen kimseleri de bid‘atçılıkla itham ettiler. Başka bir grup da kadınlarda nü-büvvetin olduğu görüşünü kabul etti. Bir diğer topluluk ise bu konuda çekimser kaldı (tevakkuf etti).

[956] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bunu men edenlerin bir delille-rinin olduğunu asla bilmiyoruz. Ancak onlardan bazıları, “Senden önce de ancak, kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gön-derdik.”

646 meâlindeki yüce Allah’ın sözü sebebiyle bu konuda tartışmıştır.

[957] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hiç kimse yüce Allah’ın bir kadı-nı elçi olarak gönderdiğini iddia etmemiş ve bu konuda da tartışma yap-mamıştır. Buradaki söz, risâlet değil, nübüvvet hakkındadır. Yüce Allah’ın bize hitap ettiği lisandaki “ nübüvvet” kelimesinin manasından yola çıkarak bu konuda hakkı talep etmek durumundayız. Neticede bu lafzın “inba’/haber vermek” kökünden alındığını, bunun da “i’lam/bildirmek” olduğu-nu görürüz. Dolayısıyla yüce Allah’ın olmadan önce olacağını bildirdiği veya herhangi bir şeyi kendisine haber vermek sûretiyle vahyettiği kimse şüphesiz nebîdir. Bu, yüce Allah’ın “Rabbin, bal arısına şöyle ilham etti...”

647 sözünde buyurduğu gibi tabiat olan ilham türünden değildir.

5

10

15

20

25

30

Page 645: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 645

ــ ] ٩٥٤[ ــ ــ ــ زوا ــ ــא ف ــ ــ ا ــ ــאت ا ــ ا و

ــ ــא ، ــ א ــא ــ أ ــ ا ا ــ ، و ــ ــ ا אر ، و ــ א ــ

ــ ــ ــ ــכ، إ أ ــ ذ ــ و اد ا ــ رق و ــ ، وا ــ ، وا ــ وال כא ــ ا

، ــ اد ا ــ ودة و ــ وال כא ــ ء ا ــ ــא א . و ــ א א ــא ــאن إ ــ ا ــ زا

ة ــ ، وכ ــ ة ا ــ ــ و ة ا ــ وال כ ــ ــ ا ــא: א ــכ، و ــ ذ ــא أ و

ــ ــכ ا ذ ــ ــא ــאت، و ــ ا م ــכ ــ ا ــ ه ــ ــכ. ــ ذ ــ و ا

ن. ــ ــ ا ــא ذ ــ ، و ــ ن ــ ــ א ا ــ ا

אء ة ا

ــ إ ] ٩٥٥[ ــ ــאزع ا ث ا ــ ــ ــ ا ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــאء ــ ا ة ــ ن ا ــאل כــ ــ إ ــ إ ــ ذ א ن ــ ــא، א ــ ز ــ ــא

ة، ــ ــאء ــ ا ــ ــ כא ــ ل ــ ــ ا ــ إ א ــ ــכ. وذ ــאل ذ ــ ــ و

ــכ. ــ ذ ــ ــ ا ــ إ א ــ وذ

ــ ] ٩٥٦[ ، إ أن ــ ــ أ ــכ ــ ذ ــ א ــ ــא : ــ ــ ــאل أ

﴾ ــ ــ إ ــא ــכ إ ر ــ א ــ ــא أر : ﴿و ــ א ل ا ــ ــכ ــ ذ ع ــ

ــ ] ٩٥٧[ א ــ أن ا ع أ ــ ــ ــ و ن ــ אز ــ ا أ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــכ ــ ذ ــ ــ ا ــ ، ــא ة دون ا ــ ــ ا م ــכ ــא ا أة، وإ ــ ــ ا أر

ــא ، ــ ــ و ــא ــא ا א ــ ــ ا ــ ا ة ــ ــ ا ــ ــ ــ ن ــ

ن כــ ــא ــ ــ و ــ ا ــ أ م، ــ ــ ا ــאء و ــ ا ذة ــ ــ ه ا ــ

ــאب ــ ا ــ ــ ــכ، و ــ ــ ــ ــא ــ ــ ــא ــ ــ إ ن أو أو כــ ــ أن

﴾ ــ ــ ا ــכ إ ر ــ : ﴿وأو ــ א ل ا ــ ــ כ ــ ي ــ ــאم ا ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 646: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi646

[958] Yine bu, sadece mecnunun hakikatine inandığı zan ve vehim cinsinden de değildir. Yine bu şeytanların göğü dinlemek sûretiyle hır-sızlık yapmaları olan kehanet türünden de değildir. Bu hırsızlıklarından dolayı melekler onların üzerine yakıcı ateş topları fırlatırlar. Nitekim bu konuda yüce Allah şöyle buyurur: “İşte böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar..”

648 Kehanet, Allah Resulünün (s.a.) gelişiyle birlikte sona ermiştir.

[959] Yine bu, tecrübe ve öğrenme şeklinde olan yıldızlardan haber verme cinsinden de değildir. Ayrıca bu, doğru mu yoksa yalan mı söylediği bilinmeyen rüya cinsinden de değildir. Bilakis bu nübüvvet olan vahiydir. Bununla Yüce Allah’ın bildirmek sûretiyle kendisine vahyettiği kimseye bildirmeyi kastetmesidir. Kişiye vahyedilmesi anındaki vahyin hakikati mezkûr vecihlerin dışında olur. Yüce Allah, kendisine vahyettiği kimsede vahyettiği bilginin doğruluğuna dair zorunlu bir bilgi yaratır. Nitekim bu, kişinin kendi duyuları ve aklın bedihi kurallarıyla idrak ettiği şeylere dair bilgi gibidir. Bunda şüpheye yer yoktur. Kişiye bu bilginin ulaşması ya bir meleğin getirmesi iledir ya da kişinin kendi nefsinde kendisine konuşan bir hitap iledir. Bu da, bir muallim olmaksızın, yüce Allah’ın bildirdiği kim-seye öğretmesidir. Şayet onlar, bunun nübüvvet manasında olmasını inkâr ederlerse, bu durumda onun manasının ne olduğunu bize bildirsinler. Şüp-hesiz ki onlar, asla bir delil getiremezler. Zira bu durum bu şekildedir. Ni-tekim Kur’ân, yüce Allah’ın melekleri kadınlara elçi olarak gönderdiğini ve onların da yüce Allah’tan gelen gerçek bir vahiyle onlara haber verdiklerini ortaya koymaktadır. Melekler, Allah’tan gelen bir vahiyle İshak’ın annesine İshak’ı müjdelemişlerdir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “ İbrahim’in karısı ayakta idi. (Bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak’ı müjdeledik; İshak’ın arkasından da Yakûb’u. Karısı, “Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı ve bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Gerçekten bu, çok şaşılacak bir şey!” dedi. Melekler, “Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketi size olsun ey (peygamber ocağının) ev halkı! Şüphesiz O, övülmeye lâyıktır, şanı yücedir.” dediler.”

649

5

10

15

20

25

30

Page 647: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 647

ــ ] ٩٥٨[ ن، و ــ ــ إ ــ ي ــ ــ ا ــ وا ــאب ا ــ و

ــ א ن ــ אء ــ ــ ا ــ א ــ اق ا ــ ــ إ ــ ــ ــ ا א כ ــאب ا

ــ إ ــ ــ ــ وا ــ ا א ــ ﴿ : ــ ــ و ل ا ــ ــ ، و ــ ا ا

ــ ا ل ا ــ ء ر ــ ــ א כ ــ ا ــ ا ورا﴾ و ــ ل ــ ف ا ــ ز ــ

. ــ ــ و

ــא ] ٩٥٩[ ؤ ــאب ا ــ ، و ــ ــאرب ــ ــ م ا ــ ــאب ا ــ و

ــ ا ــ ة ــ ــ ا ي ــ ــ ا ــ ا ، ــ ــ أم כ ري أ ــ ــ ا

ــ ــ إ ــ ــ ا ن כــ ، و ــ ــ ــא ــ ــ إ ــ م ــ ــ إ ــ إ א

ــ ــ إ ــ ــ أو ــ ــ و ث ا ــ رة، כــ ه ا ــ ــ ا ــ אر ــ

ــ ــ ــ و ا ــא أدرك ــ ــ כ ــ ــא أو ــ ــא، ور ــא ــאب ــא ــ وإ ــ إ ــכ ء ا ــ ــא ــ إ ء ــ ــ ــכ ــאل اء، ــ

، ــ ــא ــ دون و ــ ــ א ــ ا ــ ــ ــ و ــ ــ ــ א

ــ ــא، א ــא ا ــ ة ــ ا ــ ــ ا ــ ن כــ أن وا כــ أ ن ــ

ــ ــ أر ــ و ن ا ــ آن ــ ــאء ا ــ ــכ ــכ כ ذ ذ ــ ــ ء أ ــ ن ــ

אق ــ وا أم إ ــ ، ــ א ــ ا ، ــ ــ ــ و ــאء ــ כــ إ ا

א א ــ כــ ــ א ــ أ ﴿وا : ــ و ــ ــאل ــ א ا ــ אق ــ

ا ــ ز و ــ ــא وأ ــ أأ ــ ــא و ــ א ب۞ אق ــ ــ وراء إ אق و ــ

ا ــ ر ا ــ أ ــ ــ أ ا ــ א ۞ ــ ء ــ ا ــ إن א ــ ــ

﴾ ــ ا ــ أ כــ ــ כא و

٥

١٠

١٥

Page 648: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi648

[960] İşte bu, meleklerin İshak’ın annesine önce İshak’ı sonra da Ya‘kûb’u müjdelemek sûretiyle yüce Allah’tan gelen haberi bildirmeleridir. Sonra da Melekler, “Allah’ın emrine mi şaşıyorsun? diyerek ona hitap ettiler. Elbette melekten gelen bu hitabın nebînin dışındaki bir kimseye yönelik olması hiçbir şekilde mümkün değildir. Yine biz, yüce Allah’ın Cebrâil’i Îsâ’nın annesi Meryem’e (s.a.) gönderdiğini ve Cebrâil’in ona “Ben ancak Rabbinin elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim”

650 demek sûretiyle hitap ettiğini görmekteyiz. İşte bu, sahîh bir vahiyle sahîh bir nübüvvettir ve yüce Allah’tan Meryem’e gelen bir risâlettir. Nitekim Zekeriyyâ da Meryem’in yanında yüce Allah’tan gelen bir rızık buluyordu, bundan dolayı o faziletli bir çocuk temenni etmişti.

[961] Yine Yüce Allah’ın Mûsâ’nın annesine, çocuğunu denize bırak-masını vahyettiğini görüyoruz. Allah, Meryem’e (Mûsâ’nın annesine), ço-cuğu kendisine iade edeceğini ve onu nebî ve mürsel kılacağını bildirmişti. İşte bu nübüvvettir, bunda hiçbir şüphe yoktur. Sağlıklı bir şekilde ayırt edebilme kabiliyetine sahip olan herkes, aklın zorunluluk ilkesiyle bilir ki, şayet Meryem, yüce Allah’ın kendisine haber vermesine ( nübüvvet) güven-memiş olsa idi, gördüğü bir rüya veya nefsinde ya da zihninde vâki olan bir düşünce sebebiyle çocuğunu denize bırakması deliliğin ve azgınlığın en ileri noktası olurdu. Şayet bizden biri bunu yapsa idi, elbette fesadın ya da deliliğin en uç noktasında olur ve Bimaristan’da (hastane) tedavi edilmeyi hakkeder. Bu konuda hiçbir kimse şüphe etmez.

[962] Böylece oğlunu kurban etmesi konusunda İbrahim’e rüyada iken gelen vahiy gibi, çocuğunu denize bırakması konusunda Meryem’e gelen şeyin vahiy olduğu hususu kesin olarak doğrudur. Şayet İbrahim (s.a.) vah-yin sıhhatine ve oğlunu kurban etmesi bakımından kendisine gelen habe-rin doğruluğuna itimat eden bir nebî olmayıp, gördüğü bir rüyadan ya da içine doğan bir zandan hareketle oğlunu kurban etmiş olsa idi, şüphesiz bunu yapan bir kimse nebîlerin dışında fâsıklığın ya da deliliğin en uç noktasında bir kimse olurdu. Bu, insanlardan hiçbirinin şüphe etmeyeceği bir durumdur. Böylece onların nübüvvetleri kesin olarak sahîh olmuştur.

5

10

15

20

25

30

Page 649: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 649

ــא ] ٩٦٠[ ــאرة א ــ و ــ ا ــ אق ــ إ م כــ ا ــאب ا ــ

ــ أن כــ أ ؟ و ــ ا ــ أ ــ ــא: أ ــ ــ ب، ــ ــ אق، ــ

ــ ــ א ــאه ه، وو ــ ــ ا ــ ــ ــ ــכ ــ ــאب ا ا ــ ن כــ

ــא ــא أ ــא: ﴿إ ــאل ــא و א م ــ ــא ا ــ ــ أم ــ ــ إ ــ أر

ــא ــ ور ــ ــ ة ــ ه ــ ــא﴾ ــא زכ ــכ ــ ــכ ل ر ــ ر

ــא واردا ــ رز א ــ ا ــא ــ م ــ ــ ا ــא ــא. وכאن زכ ــ إ א ــ ا

. ــ א ا ــ ــ و ــ أ ــ

ــאء ] ٩٦١[ ــא ــ ا إ ــ أو م ــ ة وا ــ ــא ا ــ ــא أم وو

ــכ ة ــ ه ــ ، ــ ــא ــ ــא و ده إ ــ ــ ــא أ ، وأ ــ ــ ا ــא و

ة ا ــ ــ כــ وا ــ ــ ــא ــ أ ــ ري כ ذي ــ ــ ورة ا ــ ــא. و

א أو ــ ــ ــ ــא ــא أو ا ــא ؤ ــ ــ ا ــא ــא و א ــ כא ــא ــ ــ و

ــ ــכאن ــא ــכ أ ــ ذ ــ ، و ــ א اد ا ــ ن وا ــ ــ ا א ــ א ــ א ــ ــאم

ــכ אن ــ אر ــ ا ــ א ــאة د א א ــ ن ــ ــ ا א ــ ، أو ــ ــ ا א

. ــ ا أ ــ ــ

ــ ] ٩٦٢[ ــ כא ــ ا ــא ــאء و ــ إ ــא ي ورد ــ ــ ا ــא أن ا ــ

م ــ ة وا ــ ــ ا ــ ا ن إ ــ ه، ــ ــ و ــ ذ ــא ؤ ــ ا ــ ا ــ إ ارد ــ ا

ــ ــ ذ כ ه، ــ ــ و ــ ذ ــ ارد ــ ة ا ــ ــ وا ــ ا ــא ــא وا כــ ــ ــ

ــאء ــ ا ــ ــכ ــ ذ א ــכ ــ ــכאن ، ــ ــ ــ ــ و ــא أو ــא رآ ؤ ه ــ و

ــ ــ ــ أ ــכ ــא ا ــ ن، ــ ــ ا א ــ ــא ، أو ــ ــ ا א ــ א ــ א

ــאل. ــ ــ א ــא ا ــ وو ــ ــ ــאس، ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 650: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi650

Nitekim biz, yüce Allah’ın “Kaf-Ha-Ya-Ayn-Sad” (yani Meryem) sûre-sinde peygamberleri (a.s) zikrettiğini ve onların cümlesinden olmak üzere Meryem’i de andığını görürüz. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “İşte bunlar, Âdem’in ve Nûh ile beraber (gemiye) bindirdiklerimizin soyundan kendilerine nimet verdiğimiz nebîlerdir.”

651

[963] Bu âyet, onlarla birlikte Meryem’i de kapsamaktadır, dolayısıy-la Meryem’in peygamberler topluluğundan tahsis edilmesi doğru değildir. Yüce Allah’ın “( Meryem oğlu Mesih, sadece bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler geldi geçti.) Onun annesi de dosdoğru bir kadındır...”

652 meâ-lindeki sözü, Meryem’in nebî olmasına mani bir durum değildir. Nitekim Allah Teâlâ, “Yûsuf! Ey doğru sözlü!...”

653 şeklinde buyurmuştur. Bununla birlikte Yûsuf, nebî ve resuldür ve bu açık bir hakikattir. Başarı yüce Al-lah’ın yardımıyladır. Allah Resulünün (s.a.) “Erkeklerden pek çoğu kemal derecesine ulaşmıştır. Kadınlardan ise, Meryem bint. İmran ve Firavun’un hanımı Asiye hariç kemal derecesine ulaşan yoktur.” şeklinde ya da buna bezer bir şekilde buyurması sebebiyle Firavun’un hanımı da nübüvvet ko-nusunda onlara dâhil edilmektedir.

[964] Erkeklerdeki kemal/mükemmellik, ancak elçi olarak gönderilen bazı kimseler (s.a.) de olabilir. Çünkü bunların dışında kalanlar, şüphesiz onlardan noksandırlar. Allah Resulünün (s.a.), Meryem ve Firavun’un ha-nımını kemal vasfıyla tahsis etmesi, şüphesiz onları kadınlardan olup da kendilerine nübüvvet verilen diğer kimselerden üstün kılmasıdır. Bir da-kikayla bile olsa son menzilde geri kalan bir kimse mükemmel olmaz. Bu haber ile söz konusu iki kadının -her ne kadar Kur’ân’ın ifadesiyle mezkûr kadınlar nebîler olsalar da- kendileri dışında hiçbir kadının ulaşamayacağı bir kemal derecesiyle tam anlamıyla mükemmel oldukları anlaşılmaktadır. Nitekim Allah Teâlâ”İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık.”

654 şeklinde buyurmuştur. [965] Dolayısıyla kendi türü içinde kâmil olmak, kendi türünden bir

başkasının kendisine ulaşmamasını gerekli kılmaktadır. İşte onlar, yüce Allah’ın diğer resullere üstün kıldığı erkeklerden olan resullerdir. Hz. Pey-gamber’in ve İbrahim’in diğerlerine üstün kılınması konusunda bu şekilde gelen naslardan dolayı Peygamberimiz Hz. Muhammed ve İbrahim (s.a.) şüphesiz bunlardandır. Kadınlardan olup da Hz. Peygamber’in (s.a.) zik-rettiği kimseler de kemal derecesindedir.

5

10

15

20

25

30

35

Page 651: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 651

ــ ــ ــ ، ذכــ ــ رة כ ــ ــ م ــ ــ ا ــאء ــ ا ــ ذכــ و

ــ آدم و ــ ــ ذر ــ ا ــ ــ ا ــ أ ــ ــכ ا : ﴿أو ــ ــ و ــאل ــ

ح﴾ ــ ــ ــא

ــ ] ٩٦٣[ ــ ــ و ــ ــא ز ــ ــ ــא م ــ ــ ا ــ و

ــא أ ــ ﴿ : ــ א ــאل ــ ــ ن כــ ــ أن ــ א ﴾ ــ ــ : ﴿وأ ــ ــ و

ــ ــ . و ــ ــ ا א ــא ــ و א ا ــ ل و ــ ــ ر ــכ ــ ذ ــ ﴾ و ــ ا

ــ : כ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ن ــ أة ــ ــכ ا ــ ذ م ــ ــ ا

ــ ا ــ ــ ان وآ ــ ــ ــ ــאء إ ــ ا ــ כ ــ ون و ــ ــאل כ ــ ا

م. ــ ة وا ــ ــ ا ــאل ــא ن. أو כ ــ أة ــ ا

ة ] ٩٦٤[ ــ ا ــ ــ ا ــ إ ن כــ ــאل ا ــ ــאل כ وا

ــ ــ ا ــ ــכ، وכאن ــ ــ ــ א ــ ــ دو ن م ــ وا

ــ ة ــ ــ ا ــ أو ــא ــ ــא ــ ن ــ أة ــ ــ وا ــאل כ א ــ و

ا ــ ــ ، ــ כ ــ ــ ــ ــ و ــ آ ــ ــ ــ ــכ إذ ــ ــאء ا

، وإن כــ ــ ــא أ أة ــ ــ ا ــא ــ ــא ــא כ ــ כ أ ــ ا א ــ أن ا

﴾ ــ ــ ــ ــא ــ ــכ ا ﴿ : ــ א ــאل ــ ــאت و آن ــ ص ا ــ

ــ ] ٩٦٥[ ــ ، ــ ــ ــ أ ــ ــ أ ي ــ ــ ا ــ ــ ــ כא א

، ــ ــא ــ ، و ــ ــא ا ــ ــ א ــ ا ــ ــ ا ــאل ا ا

ــא ــ ــכ اردة ــ ص ا ــ ــכ ــ م ــ ة وا ــ ــא ا ــ ا وإ

م. ــ ة وا ــ ــ ا ــ ــ ذכ ــאء ــ ا ــא، وכ ــ

٥

١٠

١٥

Page 652: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi652

Rüya Konusu

[966] Ebû Muhammed şöyle dedi: Nazzâm’ın öğrencisi Sâlih Kubbe, bizden birinin rüyasında gördüğü şeyin olduğu gibi gerçek olduğu görü-şünü benimsemiştir. Endülüs’te olduğu hâlde onun Çin’de olduğunu gö-rürse, şüphesiz ki yüce Allah söz konusu vakitte onu Çin’de var etmiştir.

[967] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu görüş, fesadın alasıdır. Çünkü duyular ve akıl bu görüşü yalanlamayı ve iptal etmeyi zorunlu kılar. Du-yulara (iyan) gelince, biz o vakitte yanımızda uyuyan bu kimseyi görürüz. Halbuki o bu vakitte kendisini Çin’de görmektedir. Konuya akıl açısından baktığımızda, rüya gören bir kimsenin, başı koparılmış bir kimseyi diri görmesi ve buna benzer imkânsız şeyleri görebileceğini biliriz. Nitekim Hz. Peygamber’den (s.a.) aşağıdaki rivayet sahîh olarak gelmiştir: “Adamın biri Hz. Peygamber’e bir rüya anlattı. Bunun üzerine Allah Resulü, “Uyku sırasında şeytanın seninle oyun oynadığını herkese haber verme.” diye bu-yurmuştur.”655

[968] Ebû Muhammed şöyle dedi: Rüya konusundaki doğru görüş, onun çeşit çeşit olduğu şeklindedir. Bunlardan biri, şeytandan kaynakla-nan rüyalardır. Bunlar, akılda tutulamayan karışık ve karmaşık rüyalardır. Rüya türlerinden biri de, kişinin konuşması türündendir. Bu da, düşman korkusu, sevgili ile buluşma ya da korkudan kurtulma ve benzeri şekillerde kişinin uyanıkken meşgul olduğu şeyleri uykusunda görmesiyle olur. Yine rüya türlerinden biri de huy ve tabiattan kaynaklanır. Nitekim kan basıncı artan bir kimsenin nur, parıltı, kızıllık ve sevinç görmesi; sarılığa (safra) tu-tulan bir kimsenin parlaklık görmesi; balgam sahibinin kar ve sular görme-si, kara sevdaya tutulan bir kimsenin (sevdanın kendisine galebe çaldığı bir kimsenin) de zulmet, mağara ve tehlikeli yerler görmesi böyledir. Yine rüya türlerinden biri de, hasedin kötülüklerinden arındığında ve kötü düşün-celerden kurtulduğunda uyuyan kimseye yüce Allah’ın gösterdiği şeylerdir. Böylece yüce Allah, henüz gerçekleşmemiş olan gayba dair hadiselerden pek çoğuyla onu şereflendirir.

5

10

15

20

25

30

Page 653: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 653

א ؤ م ا כ ا

ــ ] ٩٦٦[ ــא ى أ ــ ي ــ ــ أن ا ــאم، إ ــ ا ــ א ــ : ذ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ و ن ا ــ ، ــ א ــ ــ و א ــ ــ رأى أ ــ ، وأ ــ ــא ــ כ ــא ؤ ا

. ــ א ــ ــכ ا ــ ذ ــ ا

ــ ] ٩٦٧[ ــ ــאن وا ن ا ــאد، ــ ا א ــ ل ــ ا ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــא ــ א ا ا ــ ــ ــא ــא ــאن ــא ا ، أ ــ ل و ــ ا ا ــ ب ــ כــ أن إ

ــא ــא ــ ــ ــ ا ــ ــא ، وأ ــ א ــ ــכ ا ــ ذ ــ ى ــ ــ و

ــ ــכ، و ــ ذ ــא أ ــא و أس ــ ع ا ــ ــ ــ כ ت ــא ــ ا ــ א ى ا ــ

ــ ــאل ــא. ــ رؤ ــ ــ : أن ر ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ

ــכ. אن ــ ــ ا

ــא ] ٩٦٨[ ــא: اع، ــ ــ أ ــא ؤ ــ ا ــ ل ا ــ : وا ــ ــ ــאل أ

، ــ ي ــ ــ ا ــאث وا ــ ا ــא כאن ــ אن و ــ ــ ا ــ ن כــ

اه ــ ــ ــ ا ء ــ ــ ا ــ ــא ــ ، و ــ ــ ا ــ ن כــ ــא ــא و

ــכ، ــ ذ ف أو ــ ــ ص ــ ، أو ــ ــאء و أو ــ ف ــ ــ م ــ ــ ا

ر، ــ ار، وا ــ م ــ ــ ا ــ ــ ــ ؤ ــ כ ــ ا ــ ن כــ ــא ــא و

ــ א ــ ان، ورؤ ــ اء ــ ــ ا ــ ــ ــ ور، ورؤ ــ ة وا ــ وا

، ــ وا ف ــ כ ا داء ــ ا ــ ــ ــ ــ ؤ وכ ــאه، وا ج ــ ــ ا

ار ــ أכــ ــ ، إذا ــ א ــ ا ــ ــ و ــ ا ــא ــא ــאوف و وا

ــ ــ ــ כ ــ ــ א ف ا ــ ة، ــ א ــכאر ا ــ ا ــ . و ــ ا

. ــ ت ــ ــ ــ ــאت ا ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 654: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi654

[969] Nefsin saflık ve temizlikteki üstünlük derecesine göre, rüyada

gördüğü şeyin doğruluk derecesi de artar. Nitekim Hz. Peygamber’den

(s.a.) şöyle bir rivayet gelmiştir: “Benden sonra, peygamberlikten sadece mü-

beşşirat (müjdeciler) kalacaktır. O da sâlih rüyadır. Sâlih rüyayı da sâlih kişi

görür veya ona gösterilir.” 656 “Müminin rüyası nübüvvetin yirmi altı cüzün-

den bir cüzdür. (Başka bir rivayette) kırk altı cüzünden bir cüzdür.657 (Başka

bir rivayette de) “Salih rüya nübüvvetin yetmiş cüzünden bir cüzdür.” denil-

miştir.

[970] İşte bu nas, buraya kadar rüyanın her türlü karışıklıktan uzak,

açık ve doğru olması noktasında farklı derecelerde olduğu anlatımımızı

açıkça ortaya koymaktadır. Bazen bu nispet ve kısımlar, Hz. Peygamber’in

bununla peygamberlerin (s.a.) rüyalarını murat ettiğinde çıkarılabilir.

Dolayısıyla salih kişinin gördüğü rüya, Hz. Peygamber’in nübüvvetinin,

hasletlerinin ve faziletlerinin yirmi altı cüzünden bir cüz, bazen kırk altı

cüzünden bir cüz, bazen de yetmiş cüzünden bir cüz olur. İşte bu en açık

olanıdır. En doğrusunu Allah bilir. Rüyayı zorlamak sûretiyle bir yoruma

gerek kalmaksızın bu hadisin lafızlarının muktezasından elde edebiliriz. Peygamberlerin dışındaki kimselerin gördükleri rüyalara gelince, bunlar

yalanlanabilir ve tasdik edilebilirler. Ancak şu var ki, bütünüyle vahiy olup

kesin doğru olan peygamberlerin rüyaları dışında, birbaşkasının gördüğü

rüya meydana gelmeden önce kesin doğru olduğu söylenemez. Peygam-

berlerin rüyaları ise, İbrahim’in (s.a.) rüyası gibi, vahiy olup doğrulukları

kesindir. Şayet nebîden başka birisi, rüyasında bunu (yani oğlunu kur-

ban etmesini) görse ve uyandığında da bunu gerçekleştirse, bu durumda o

şüphesiz fâsık ve günahkâr bir kimse ya da temyiz kabiliyetini kaybetmiş

bir mecnun olur. Bazen kâfir bir kimsenin rüyası -ne nübüvvetten bir cüz

ne de mübeşşirattan olmadığı hâlde- doğru olabilir. Fakat bu, onu ya da

başkalarını uyarmak ve nasihat etmek için olur. Başarı yüce Allah’ın yar-

dımıyladır.

5

10

15

20

25

Page 655: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 655

اه ] ٩٦٩[ ــ ــא ــ א ن כــ ــאء ــאء وا ــ ا ــ ــ ا א ر ــ ــ و

ة ــ ــ ا ه ــ ــ ــ ــ ــ أ ــ و ــ ا ــ ــ ا ــאء ــ ق، و ــ ــ ا

ــ ــ ء ــ ــא ، وأ ــ ى ــ ــ أو ــא ا ا ــ א ــא ا ؤ ــ ا ات، و ــ إ ا

ــ ــ ء ــ ــ ة إ ــ ــ ا ــ ــ وأر ــ ء ــ ــ ة، إ ــ ــ ا أ ــ ــ و

ة. ــ ــ ا ا ــ

ح ] ٩٧٠[ ــ ق وا ــ ــ ا ــא א ــ ــא ــא ذכ ــ ــ ــ ا ــ و

ــ ــ ــ أ ــאم، ــ وا ه ا ــ ج ــ ــ ، و ــ ــ כ ــאء وا

ــ ء ــ ــאه ــ رؤ ــ م، ــ ــ ا ــאء ــא ا ــכ رؤ ــא أراد م إ ــ ا

ــאه ــ رؤ ــ ، و ــ א ــ و א ــ و اء ــ ــ أ ءا، ــ ــ ــ و

ــ وا ــ ا ا ــ . و ــ א ــ و א ــ و ــ ءا ــ ــ ــ ء ــ

ــא . وأ ــ כ ــ و ــ ــ ــאظ ا ــ أ ــ ــא אر ن כــ ، و ــ أ

ء ــ ــ ــ ــ ــ ق، إ أ ــ ــ ب و כــ ــ ــאء ــ ا ــא رؤ

ــ ع ــ ــ ــא و ــא כ ــאء ــא ا ــא رؤ א ، ــ ر ــ ــ ــ إ

ه ــ ــא ؤ ــ ا ــ ــ ــכ ــ رأى ذ م، و ــ ــ ا ــ ا ــא إ ؤ ، כ ــ

ق ــ ــ ــכ، و ــ ــ ــ ا ــא ذا ــא، أو א א ــ א ــכאن ــ ــ ا

ــ ارا ــ כــ إ ات و ــ ة، و ــ ــ ا ءا ــ ــ ن כــ ــ و כא ــא ا رؤ

. ــ ــ ا א ــא ــא، و ه وو ــ أو

٥

١٠

١٥

Page 656: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi656

Mahlûkâtın Hangisi Daha Faziletlidir

[971] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bir topluluk, enbiyânın (s.a.) me-

leklerden daha faziletli olduğu görüşünü benimsedi. İslâm’a nispet edilen

bir topluluk da nebîlerin dışındaki salih kullarında meleklerden daha fazi-

letli olduğunu kabul etti. Bunlardan bazıları, velinin nebîden daha faziletli

olduğu ve bu ümmet içinde Îsâb. Meryem’den daha faziletli kimselerin

bulunduğu görüşünü benimsedi. Ben, Bâkıllanî’nin “Bu ümmet içinde,

Hz. Muhammed’in elçi olarak gönderildiği andan ölünceye kadar geçen

zaman diliminde Allah Resulünden (s.a.) daha faziletli bir kimsenin olması

mümkündür.” dediğini gördüm. Yine Ebû Hâşim el- Cübbâî’nin; “Şayet

müslümanlardan birisinin ömrü salih amellerde uzun olursa, onun salih

amellerinin Hz. Peygamber’in (s.a.) ameline denk olması mümkündür.”

şeklinde dediğini gördüm.

[972] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şayet Cübbâî, arkadaşı Bâkıl-

lanî’nin utanmadan söylediği şeylerle ilgili biraz haya etmemiş olsa idi,

elbette o “Allah Elçisini (s.a.) fazilet açısından geçerdi” şeklinde bu sözün

gereğini de söylerdi.

[973] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu sözler, hiçbir tereddüt olmak-

sızın mutlak anlamda küfürdür. Dehir boyunca ömür süren bir kimsenin

sahabenin faziletine ulaşması imkânsız iken, nasıl olur da Allah Resulünün

(s.a.) faziletine ya da enbiyadan herhangi birisinin faziletine ulaşabilir?Böy-

lece Allah Resulünden (s.a.) daha faziletli olabilir? Elbette bu müslüman

bir kimsenin kabul edemeyeceği bir şeydir. Sanki onlar, yüce Allah’ın “İçi-

nizden, fetihten ( Mekke fethinden) önce harcayanlar ve savaşanlar, (diğerleri

ile) bir değildir. Onların derecesi, sonradan harcayan ve savaşanlardan daha

yüksektir.” 658 şeklinde buyurduğunu ve Hz. Peygamber’in (s.a.) “Ashabımı

bana bırakın! Sizden birinin Uhut dağı kadar altını olsa ve bunların tama-

mını infak etse, onlardan herhangi birinin derecesine ya da yarı derecesine

ulaşamaz.”659 meâlindeki sözünü işitmemişlerdir.

5

10

15

20

25

Page 657: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 657

م أي ا أ כ ا

ــ ] ٩٧١[ ــ م أ ــ ــ ا ــאء ــ أن ا م إ ــ ــ : ذ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ أ ــ ا ــ א م أن ا ــ ــ ا ــ إ ــ א ــ ، وذ כــ ا

ــ ن כــ ــ ، وأ ــ ــ ا ــ ــ أ ــ أن ا ــ إ ــ . وذ ــ כ ــ ا

ــ א ل: ــ ــ א ــ ا . ورأ ــ ــ ــ ــ ــ ــ أ ــ ــ ه ا ــ

ــ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ أ ــ ــ ه ا ــ ــ ن כــ أن

ــאن ــ إ ــאل ــ ــ : أ ــ א ــ ا א ــ ــ ــאت، ورأ ــ أن ــ إ ــ

ــ ا ــ ــ ا ازي ــ כــ أن ــ א ــאل ا ــ ا ــ ــ ا

. ــ ا ب ــ כــ ــ و

ه ] ٩٧٢[ ــ ــ ــ ــ ــא ــ א ــ ا ــ أ ــ و : ــ ــ أ ــאل

ــ ل ا ــ ــ ر ــ ــ ــ כאن ــ أ ل ــ ا ا ــ ــ ــא ــאل: ــ א ا

. ــ ــ و ا

ــ ] ٩٧٣[ א ــא א ــ و دد ــ د ــ ــ ال כ ــ ه ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ل ــ ــ ر ــ כ ، ــ א ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ و ن أ כــ ــ أن

ــ ن أ כــ ــ أن כ م؟ ــ ــ ا ــאء ــ ا ــ ــ أو ــ و ــ ا ا

ا ــ ــא ــ ، כ ــ ــ ــ ــא ا ــ ؟ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر

ــ ــכ أ أو ــ א و ــ ا ــ ــ ــ أ ــ כــ ي ــ ﴿ : ــ ــ و ل ا ــ

ا ــ : د ــ ــ و ــ ا ــ ل ا ــ ا﴾ و ــ א و ــ ــ ا ــ أ ــ ا ــ ــ در

ــ ــ ــא ــ ا ــ ــ ــא ــ ذ ــ أ כــ ــ כאن ــ א ــ أ

. ــ ــ و أ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 658: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi658

[974] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bir kimse, Uhut dağı kadar altın tasadduk etse bile, sahabeden yarım ölçek arpa tasadduk eden bir kimseye nasıl ulaşabilir. Fazilet konusunda Uhut dağı kadar altın, yarım ölçek arpa-ya ulaşamaz. Nasıl olur da Allah Resulünün (s.a.) faziletine ulaşabilir? Ehl-i Hak şöyle demiştir: Melekler, yüce Allah’ın yarattığı mahlûkatın tamamın-dan daha faziletlidirler. Onlardan sonra enbiyadan (s.a.) olan resuller gelir. Daha sonra resullerin dışındaki nebîler, sonra da -daha önce sıraladığımız üzere- Allah Resulünün (s.a.) ashabı gelir.

[975] Ebû Muhammed şöyle dedi: Cinlerden olup da Allah Resulüne (s.a.) sahabe olanların, Hz. Peygamber’in (s.a.) “Ashabımı bana bırakın!..” sözünün umûmîliğine dâhil olup sahabe faziletini alırlar. Resullerin en fa-ziletlisi ise Hz. Muhammed’dir (s.a.). Meleklerin, meleklerden olmayan elçilere üstün olmalarına gelince, bu konuda aklî deliller vardır. Bunlardan biri, Yüce Allah’ın Hz. Peygamber’e (s.a.) “De ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazi-neleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.”

660

demesini emrettiği şeklindeki sözüdür.

[976] Şayet Hz. Peygamber, meleklerden veya benzerlerinden daha üs-tün olsa idi, Allah, elçisine onlara bu sözü söylemesini emretmezdi. Öyle ki Hz. Peygamber, Allah’ın hazinelerinin meleğin yanında olduğunu veya gaybı bildiğini ya da onun melek olduğunu düşünmek sûretiyle kendi ko-numunun şüphesiz bu mertebelerin dışında olduğunu ve üstünlük açı-sından daha aşağı derecede olduğunu bilerek bunları söylemiştir. Çünkü bu derecelerden daha yukarı bir konumda olan bir kimsenin elbette bun-ları söylemesi mümkün değildir. Bunlara ilaveten, şüphesiz yüce Allah, meleklerden sonra resullerin en faziletlisi olan Muhammed’i ve Cibrâil’i (s.a.) zikretmiştir. Böylece yüce Allah’ın Muhammed’e ve Cebrâil’e yönelik övgüsü açık bir şekilde ortaya çıktı. O da, yüce Allah’ın şöyle buyurma-sıdır: “O (Kur’ân), şüphesiz değerli, güçlü ve Arş’ın sahibi katında itibar-lı, orada (meleklerce) itaat edilen, güvenilir bir elçinin (Cebrâil’in) getirdiği sözdür.”

661 İşte bu Cebrâil’in sıfatıdır.

5

10

15

20

25

30

Page 659: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 659

ــ ] ٩٧٤[ ــ أ ــ ــ ق و ــ ــ أن ا ــ ــ أ ــ כ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ــ ا ــ ــ כאن ــ ــ ــ ــ א ق ا ــ ، و ــ ــ ذ

: ــ ــ ا ــאل أ ؟ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ כ ، ــ ــ ا ــ ــ ا

ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ، ــ א ــ ا ــ ــ כ ــ כــ أ إن ا

ل ــ ــאب ر ــ أ م، ــ ــ ا ــ ــ ا ــאء ــ ا ــ م، ــ ــ ا

. ــ ــא ــא ر ــ ــ ــ و ــ ا ا

ــ ] ٩٧٥[ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ا ــ ــ د ــ و ــ ا ــ م ــ ــ א ــא ا ــא ــ ــ ا ــ ــ ا

ــ כــ ــ ا ــא ، أ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ــ ا ، وأ ــ א أ

ــ ا ل ــ ــ ا ــ أ ــ و ل ا ــ ــא ــ ا ، כــ ــ ا ــ ــ ا

ل ــ أ و ــ ا ــ أ و ا ــ ا ي ــ כــ ل ــ ــ أ ل:﴿ ــ أن ــ و

﴾ ــ إ ــ ــא إ ــ ــכ إن أ ــ إ כــ

ــ ] ٩٧٦[ ــ ر א ــ ا ــא أ ــ ــכ أو ــ ا ــ ل أر ــ ــ כאن ا

ن ــ ، ــ ــ ا ــא ــ א ــא ي إ ــ ل ا ــ ا ا ــ ــ ل ــ ــ أن ــ و ا

ــ ــ ــ ا ل ــ ــכ ــ ، أو أ ــ ــ ا ــ ــ ا أو أ ا ه ــ ــ ــ أ

ــ ا ــ ل ــ ــ أن כــ أ ــכ، إذ ــ ــ ا ه ا ــ ــ دون ــ ــ ا

ــ ــ ا ــ أ ي ــ ا ا ــ ــ ذכــ ــ و ن ا ــ ــא ــא، وأ ــ ــ أر ــ ا

ــ ــ و ــאء ا ــ ــ א ــ ا ــכאن م ــ ــא ا ــ כــ وذכــ ــ ا

ــ ة ــ ۞ذي ــ ل כ ــ ل ر ــ ــ ــאل: ﴿إ ــ ــ و ــ ــ أ ا و ــ ــא א ــא

م. ــ ــ ا ــ ــ ه ــ ﴾ ــ ــ أ ــאع ۞ כ ش ــ ذي ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 660: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi660

[977] Sonra yüce Allah, Muhammed’i zikrederek şöyle buyurdu: “Sizin arkadaşınız (Muhammed) bir deli değildir.”

662 Sonra da yüce Allah meseleyi açıklayan bir beyan ekleyip şöyle buyurdu: “Andolsun o, Cebrâil’i apaçık ufukta gördü.”

663 Böylece yüce Allah, Cebrâil’i görmesi sebebiyle, Hz. Pey-gamber’in konumunu nebîlerin ve resullerin derecesinin üzerine çıkardı. Sonra da şöyle buyurdu: “Andolsun ki, o, Cebrâil’i bir başka inişte daha (aslî sûretiyle) görmüştü. Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında. Me’vâ cenneti onun (Sid-re’nin) yanındadır. O zaman Sidre’yi kaplayan kaplamıştı. Göz (gördüğün-den) şaşmadı ve (onu) aşmadı. Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerin-den bir kısmını gördü.”

664 Neticede yüce Allah, Cebrâil’i iki defa göstermek sûretiyle Hz. Peygamber’e (s.a.) -gördüğünüz gibi- lütufta bulunmuştur.

[978] Daha önce açıkladığımız gibi, insanlar sadece iki yönden fazilet konusunda üstün olurlar: [ı] Bunlarda biri mutlak anlamda tahsis (yani özel bir sıfatın verilmesidir.) Tahsisin en büyüğü, risâlet ve tazimdir. Nitekim bu durum melekler hakkında hâsıl olmuştur. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “(Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı) elçiler yapan Allah’a mahsustur.”

665 Dolayısıyla meleklerin hepsi, yüce Allah’ın el-çileridir. Ayrıca Yüce Allah, melekleri, cennette ve arşının çevresinde var etmek sûretiyle onlara bu özel sıfatları vermiştir. Öyle ki bu mekânları yüce Allah, resullerine ve onlara tabi olanlara asalet ve yücelikte varılacak son yer olarak vaad etmiştir. Oysaki orası meleklerin yaratıldığı yerdir ve onların yaratıldıkları andan itibaren sonsuza kadar kalacakları yerdir.

[979] Yüce Allah, melekleri Kur’ân’da birçok yerde zikretmiş, onların tamamını övmüş ve onları durmayacak, bıkmayacak ve Allah’a isyan etme-yecek şekilde tanımlamıştır. Onlardan sürçme, iftira, usanma ve unutmayı uzaklaştırmıştır. Halbuki bu, yüce Allah’ın resullerden (s.a.) uzaklaştırdığı bir durum değildir. Bilakis resullerin unutması mümkündür. Dolayısıyla unutkanlıktan korunmuş olan bir kimsenin, bundan korunmamış bir kim-seden daha faziletli olduğunu zorunlu olarak biliriz. Peygamberler (s.a.) gibi kasıtlı olarak günah işlemekten masum olan kimseler de kendileri dı-şında olan ve bundan korunmamış olan kimselerden daha faziletlidirler.

5

10

15

20

25

30

Page 661: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 661

ن﴾ ] ٩٧٧[ כ א ــא אل: ﴿و ــ ــ و ــ ا ا ــ ــ ذכــ

﴾ ــ ا ــ א رآه ــ ــאل: ﴿و ــ ــכאل ــא ــא را א ــ א ــ زاد

ــאل: ــ م ــ ــ ا ــ ن رأى ــ ــ ــאء وا م ا ن أכــ ــ ــ ــ א ا

ــ وى۞إذ ــ ا ــ ــא ۞ ا رة ــ ــ ى۞ أ ــ رآه ــ ﴿و

ى﴾ ــ כ ا ــ ــאت ر آ ــ رأى ــ ۞ ــא و ــ א زاغ ا ۞ ــ ــא رة ــ ا

. ــ ــ ن أراه ــ ــ ــ ى ــ ــא ــ כ א ــ ا

ــא: ] ٩٧٨[ أ ، ــ ــ ــא ــא כ ــאس ا ــ א ــא وإ

ــכ ــ ذ ــ ، ــ ــא وا ــאص ا ــ ا د، وأ ــ ــאص ا ا

ــ ــ ا ا ــ ر ــ כ ﴾ ــ ر כــ ا ــ א ﴿ : ــ א ــאل . כــ

ــ ــ ر ي و ــ ــכאن ا ــ ا ، ــ ــ ا ــ و ــ ا ــ أ ن ا ــ ــ א

כــ ا ــ ــ ــ و ، ــ إ ــ ــ ا כ ــ א ن ــ ــ ا ــ و

ا. ــ ــ ــ א ــ ــ و

]٩٧٩ [ ، ــ ــ ــ ــ א ــ כ ــ ــ ــ ــ ــ و ــ وذכ

ــ ــ ا ــ ، ن ا ــ ن، و ــ ون، و ــ ــ ــ وو

ات ا ــ ــ ــ ا ــ ــ و ــ ــ ــ ا أ ــ ، و ــ ــ وا ة ا ــ وا

ــ ــ أ ــ ا ــ ــ ــ ورة ــ א ، و ــ ــ א ــ ــ ا ــ

ــ م أ ــ ــ ا ــאء ــ כא ــ ا ــ ــ ، وأن ــ ــ ــ ــ

. ا ــ ــ ــ ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 662: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi662

[980] Şayet birisi yüce Allah’ın “Allah, meleklerden de resûller seçer, in-sanlardan da.”

666 anlamındaki sözünü gerekçe göstererek itiraz ederse, ona şöyle denilir: Yüce Allah’ın bu sözü, “Melekleri elçiler yapan Allah’a ham-dolsun.”

667 meâlindeki sözüne aykırı değildir. Çünkü her âyet muktezasına ve lafzının gereğine göre hamledilir. Dolayısıyla bu âyette, meleklerden bir kısmının elçi oldukları bildirilmiş ve bu da kendisinde hiçbir şüphenin olmadığı bir hakikattir. Diğer meleklerin ne elçi olduklarına ne de olma-dıklarına dair bir haber verme söz konusu değildir. Dolayısıyla herhangi bir kimsenin âyette olmayan bir hususu âyete ilave etmesi doğru değildir. Sonra başka bir âyette, bu âyettekine bir ilave ve bütün meleklerin elçi oldukları haber verilebilir. Söz konusu âyet, bu âyettekinin bir parçasını içermektedir. Bu âyet de ondakinin bütünü (küll) ve ziyadesini içerir. Böy-lece bunların tamamını kabul etmek farzdır. Nitekim yüce Allah, Kaf-Ha-Ya-Ayn-Sad” ( Meryem) sûresinde nebîlerden erkek olanları zikredip şöyle buyurmuştur: “İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebîlerdendir-ler.”

668 Başka bir âyette de şöyle buyurmuştur: “Daha önce kıssalarını sana anlattığımız peygamberler gönderdik. Anlatmadığımız (nice) peygamberler de gönderdik...”

669 Acaba yüce Allah’ın Hz. Peygamber’e genel olarak ya da bu sûrede özel olarak kıssalarını anlatmadığı resulleri Allah Teâlâ nimet-lendirmemiş midir? Böyle bir şeyden Allah’a sığınırız. Bunu bir müslüman söyleyemez.

[981] [ıı] Fazilet yönlerinden ikincisi, amel edenlerin hayırlı işlerde-ki amelleri ve günahlardan ve kötülüklerden korunmaları sebebiyle fazilet derecelerinin daha üstün olmasıdır. Yüce Allah, meleklerin itaatten geri kalmadıklarını, bundan usanmadıklarını ve emrolundukları herhangi bir konuda asla isyan etmediklerini açıklamıştır. Yüce Allah’ın melekleri ye-mek yemek, defi hacet etmek, cinsi münasebet arzusu ve uyku uyumak gibi, durgunluğa ve gevşekliğe davet eden noksan tabiatlardan koruduğu doğrudur. Dolayısıyla meleklerin, gevşeklik ve tembellikten ve bunların gereklerinden korunmamış olan resullerden daha faziletli oldukları hususu yakîni olarak ortaya çıkmıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 663: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 663

]٩٨٠ [ ــ כ ا ــ ــ : ﴿ا ــ ــ و ل ا ــ ض ــ ض ــ ن ا ــ

. ــ כــ ر ــ ا א : ــ א ــ ــא אر ا ــ ــ ــ ــ ــאس﴾ ا ــ و ــ ر

ــ ــ أن ه ا ــ ــ ــא ــ ــא، و א ــ ــ ــא ــ ن כ آ

ــ ء ــ ــא ــ ــאرا ــ إ ، و ــ ــכ ــ ا ــ ــ و כــ ر ا

ــ ــא، ــ ــא ــ ــ ا ــ ــ أن ــ ــ ، ــ ا ر ــ ــ ــ و ر

ــ כــ ر ــ ا ن ــ ــאر ، وإ ــ ه ا ــ ــ ــא ــ ــאدة ى ز ــ ــ ا ــ ا

ــאدة ــכ وز ــ ــא ــ כ ه ا ــ ــ ، و ــ ه ا ــ ــ ــא ــ ــ ــכ ا ــ

ــ ــ ا ــ ذכــ ــ ــ כ ــ إذ ذכــ ــ و ــא أن ا ــכ כ ل כ ذ ــ ض ــ

ــ ــ : ﴿ور ــ א ــאل ــ ﴾ و ــ ا ــ ــ ا ــ أ ــ ــכ ا ــאل: ﴿أو

ــ ــ ــ ا ى ا ــ ــכ﴾ أ ــ ــ ــ ور ــ ــ ــכ ــ א

ــאذ . ــ ــ ــ ــ א رة ــ ه ا ــ ــ ، أو ــ ــ ــ א ــ ا

. ــ ــ ــא ا ــ ــ ا

ــ ] ٩٨١[ אز ــ א ــ א ــ ا א ــ : ــ ــ ا ــ أو ــ א ــ ا وا

ــ أن ــ א ــ ا ــ ــאت و ــ وا א ــ ا ــ ــ وا א ــאل ا ــ أ

وا ــ ء أ ــ ــ ــ ن أ ــ ــא، و ن ــ ــ و א ــ ا ون ــ כــ ا

ر ــ ــ ا ــ إ ا ــ ا א ــ ا א ــ ا ــ ــ ــ و ــ أن ا ــ ، ــ

ــ ــ ــ أ ــא أ ــ م ــ ــאع، وا ة ا ــ ط و ــ ــאم وا ، כא ــ כ وا

ــא. ــ ودوا כ ر وا ــ ــ ا ا ــ ــ ــ ــ ا ا

٥

١٠

١٥

Page 664: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi664

[982] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu konuda bazı muhalifler, yüce Allah’ın “Gerçekte Allah, Âdem’i ve Nuh’u ve İbrahim’in ailesini ve Imrân’ın ailesini seçerek âlemlere üstün kıldı.”

670 şeklindeki âyetini delil getirerek “âlemler” lafzının içine melekleri ve diğer mahlûkatı dâhil ederek muhale-fette bulunmuşlardır.

[983] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu âyetteki mananın umûmî ol-madığına dair aklî deliller vardır. Çünkü Allah Teâlâ, bu âyette Muham-med ailesini zikretmemiştir. Muhammed (s.a.) ailesinin insanların en fazi-letlileri oldukları hususunda bir ihtilaf yoktur. Nitekim Allah Teâlâ, “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.”

671şeklinde buyurmuştur.

[984] Şayet o, “ İbrahim ailesi, Muhammed ailesidir.” derse, ona şöyle cevap verilir: O zaman bizler İmran ailesi, Âdem ve Nuh hariç diğer nebîle-rin hepsinden daha üstünüz. Bunu bir müslüman söyleyemez. Böylece bu âyetin manasının umûmî olmadığı yakîni olarak ortaya çıkmıştır. Zira bu konuda şüphe yoktur. Yüce Allah’ın bununla -resuller ve nebîler değil- on-ların dönemlerindeki insanlardan oluşan âlemleri murat ettiği anlaşılmak-tadır. Evet, kendi zamanları dışındaki âlemleri de kastetmemiştir. Çünkü bizler, şüphesiz İmran ailesinden daha faziletliyiz. Böylece onların bu âyetle ilişki kurmaları genel olarak geçersiz olmuştur. Başarı yüce Allah’ın yardı-mıyladır. Bu âyetin, yüce Allah’ın “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve (bir zamanlar) sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın.”672 meâlindeki sözünün benzeri olduğu doğrudur.

[985] İsrail oğullarının ne resullere, ne nebîlere, ne bizim ümmetimize, ne de kendileri dışındaki salih kullara üstün olmadıkları hususunda şüphe yoktur. Nasıl olur da meleklere üstün olabilirler? Bizler, başka bir nastan ya da kesin bir icmâdan veya duyuların zorunluluğundan kaynaklanan bir de-lil ile nassın zâhiri ve umûmî anlamının ötelenmesini inkâr etmeyiz. Ancak biz, bir iddia sebebiyle nassın zâhiri ve umûmî manasının yok sayılmasını reddederiz ve karşı çıkarız. İşte bu, dinde helâl olmayan ve aklen imkânı söz konusu olmayan bir bâtıldır. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

5

10

15

20

25

30

Page 665: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 665

]٩٨٢ [: ــ ــ و ــאل ا ــאل: ن ــ ــ א ــ ا ــ : ا ــ ــ ــאل أ

ــ ا ــ א ﴾ ــ א ــ ا ان ــ وآل ــ

ا ــא وآل إ آدم و ــ ا ﴿إن ا

. ــ . و כــ ــ ا א ــ ا

ــא، ] ٩٨٣[ ــ ــ ــא ــאن ــ ا ــ ــ ه ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ أ ــ أ ف ــ ــ و ــ و ــ ا ا ــ ــא آل כــ ــ ــ א ــ

ــאس﴾ ــ أ ــ أ ــ ــ : ﴿כ ــ א ــאل ا ــאس ا

ــ ] ٩٨٤[ ــ ــ إذا أ ــ ــ ــ ــ آل ــ ا ــאل إن آل إ ن ــ

ــא ــ ، ــ ــ ا ــ . و ــ ــא ان وآدم و ــ ــא آل א ــאء ــ ا

ــ ــ و ــ أن ا ــ ــכ ــ ذ ــכ ذا ــ ــא ــ ــ ــ ه ا ــ أن

ــ ــ و ، ــ ــ ا ــ و ــ ا ــאس ــ ا ــ א ــ ز א ــא ــא أراد إ

ــ ه ا ــ ــ ــ ان ــ ــ آل ــ ــכ أ ــ ــא ، ــ א ــ ز ــ א

وا اذכــ ا ــ ــ إ ــא ﴿ : ــ א ــ ــ ــא ــ أ . و ــ ــ ا א ــא ــ و

﴾ ــ א ــ ا כــ ــ وأ כــ ــ ــ أ ا ــ

، و ] ٩٨٥[ ــ ــ ا ــ و ــ ا ا ــ ــ ــ ــ أ ــכ و

ــ و ؟ כــ ا ــ ــ כ ، ــ ــ ، ــ א ا ــ و ــא أ ــ

ــאع إ أو ، ــ آ ــ ــ ــאن ــ و ه ــ א ــ ــ ا ــ إزا כــ

ــ ه و ــ א ــ ــ ــ ا ــ إزا ــ כــ و ــא ــ وإ ورة ــ ، أو ــ

، ــ ــכאن ا ــ إ ــ ــ و ــ د ــ ي ــ ــ ا א ــ ا ا ــ ى. ــ א

. ــ ــ ا ــא و

٥

١٠

١٥

Page 666: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi666

[986] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onlardan bazıları, yüce Allah’ın “Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar.”

673 meâlindeki sözünü zikretmiştir.

[987] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu âyet, bu konuda onların lehine asla delil teşkil etmez. Çünkü bu sıfat, insanlardan ve cinlerden olan bütün salih müminleri kapsar. Aynı seviyede meleklerin tamamını da genel olarak kapsar. Şüphesiz bu âyet, melekleri ve insanlardan ve cinlerden olan salih kulları diğer yaratıklara üstün kılmaktadır. Başarı yüce Allah’ın yardımıy-ladır.

[988] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onlar, yüce Allah’ın meleklerin Âdem’e (Onların cümlesine selam olsun) secde etmelerini emretmesini de-lil getirdiler.

[989] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu, onların aleyhine en büyük delildir. Çünkü Âdem’e yapılması emredilen secde (ı) ya ibadet kastıyla yapılan bir secdedir. Ki bu da söyleyen kimse açısından küfürdür. Çünkü o, yüce Allah’ın mahlûkatından herhangi bir kimseye, kendisi dışındaki bi-risine ibadeti emretmiş olmasını mümkün görmektedir. (ıı) Ya da Âdem’e yapılması emredilen secde saygı ve hürmet secdesidir. Böyle olduğuna dair insanlardan herhangi birisinin muhalefeti söz konusu değildir. Böyle oldu-ğuna göre, Âdem’e saygı göstermek sûretiyle meleklerin onu yüceltmesini ve şerefi kılmasını yüce Allah’ın bildirmiş olması bakımından meleklerin Âdem’den üstün olduklarını gösteren daha büyük bir delil yoktur. Çünkü melekler, şayet Âdem’den daha aşağı derece olsalardı, bu durumda onların Âdem’e saygı göstermelerinde bir üstünlük ve meziyet söz konusu olmazdı. Nitekim yüce Allah, Yûsuf ’tan (s.a.) haber vermiş ve şöyle buyurmuştur: “Ana babasını tahtın üzerine çıkardı. Hepsi ona (Yûsuf ’a) saygı ile eğildiler. Yûsuf dedi ki: “Babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi.”

674 Yüce Allah’ın Yûsuf hakkında zikrettiği rü-yasında o şöyle diyordu: “Gerçekten ben (rüyada) on bir yıldız, güneşi ve ayı gördüm. Gördüm ki onlar bana boyun eğiyorlardı”

675

5

10

15

20

25

30

Page 667: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 667

ا ] ٩٨٦[ ــ ا و ــ آ ــ : ﴿ا ــ ــ و ل ا ــ ــ : وذכــ ــ ــ ــאل أ

﴾ ــ ا ــ ــ ــכ ــאت أو א ا

ــ ] ٩٨٧[ ــ ه ا ــ ن ، ــ ــ أ ــ ــ ــא ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

א. ــ ــא ــ כ ــ ا ــ و ، ــ ــ ا ــ و ــ ا ــ א ــ כ

، ــ ــא ا ــ ، ــ ــ وا ــ ا ــ א כــ وا ــ ا ــ ه ــ ــא

. ــ ــ ا א ــא و

دم ] ٩٨٨[ د ــ א כــ ــ ا ــ و ــ ا ا ــ : وا ــ ــ ــאل أ

م. ــ ــ ا ــ

ــ ] ٩٨٩[ ر ــ د ا ــ ن ا ــ ــ ــ ا أ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ن ا כــ ز أن ــ ــ و א ــ ــ ا כ ــ ــאدة، و د ــ ن כــ ــ أن ــ

ــ ، و ــ ا ــ وכ د ــ ن כــ ــא ان ه، وأ ــ ــאدة ــ ــ ا ــ ــ أ ــ و

ــ ــ ــ أدل ــ د ــכ ــ כ ذ ــ ــאس ــ ا ــ ــ أ ف ــ ــ ــכ כ

ــאن ، ــ ا ــ وכ א ــ إ ــ א ــ ا ــ א ن ا כــ ــ أن ــ آدم כــ ا

ــ ــ أ ، و ــ ــ ــ ــ ــ و ا ــ כ כــ ــ ــ ا دو ــ ــ כא ــ כــ ا

ــ وا ــ ش و ــ ــ ا ــ أ ــ ــאل: ﴿ور م ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ و ا

ــאه ــ رؤ ــא﴾ وכא ــ ــא ر ــ ــ ــ ــאي رؤ ــ و ا ــ ــ ــא أ ــאل ا و ــ

ــ ــא وا כ כ ــ ــ أ ــ ــ رأ ل: ﴿إ ــ ــ إذ ــ ــ و ــ ذכــ ا ــ ا

﴾ ــא ــ ــ رأ ــ وا

٥

١٠

١٥

Page 668: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi668

[990] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onlar Ya‘kûb’un Yûsuf ’a (s.a.) saygı göstermesi (secde etmesi), Yûsuf ’un Ya‘kûb’tan (s.a.) daha faziletli olmasını gerektiren bir durum olmadığını söylediler. Ayrıca onlar, yüce Allah’ın bizzat bu isimleri (el-Esmâ) Âdem’e bildirmek sûretiyle, Âdem’in varlıkların isimlerini meleklere haber verinceye kadar onların bu isimleri bilmediklerini delil getirdiler. -Onların hepsine selam olsun-.

[991] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu âyet, bu konuda onların lehi-ne bir delil değildir. Çünkü varlıkların isimleri dışındaki şeyleri Âdem’den daha iyi bilen ve ondan daha üstün olan melekler bunları bilmedikleri hâlde yüce Allah, genel olarak fazilet ve bilgi açısından daha noksan olan Âdem’e söz konusu varlıkların isimlerini öğretmiştir. Dolayısıyla Âdem varlıkların isimlerini bildiği hâlde melekler, Âdem’in bilmediği şeyleri bilmektedir. Sonra yüce Allah, Âdem’e bu isimleri meleklere öğretmesini emretmiştir. Nitekim yüce Allah, Hızır’ı (s.a.), Mûsâ’nın (s.a.) bilmediklerini bilmekle tahsis etmiş; Mûsâ da bunları öğrenmek için Hızır’a tabi olmuştur. Mûsâ (s.a.) da, Hızır’ın bilmediği ilimleri ona öğretmiştir. Aynı şekilde Allah Resulünden (s.a.) Hızır’ın Mûsâ’ya (s.a.) şöyle dediği hususu sahîh olarak gelmiştir: “Ben, Allah’ın ilminden bir ilim üzerindeyim ki sen onu bilmezsin. Sen de Allah’ın ilminden bir ilim üzeresin ki, ben de onu bilmem.”

676

[992] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu rivayette, Hızır’ın Mûsâ’dan (s.a.) daha faziletli olduğu bilgisi yoktur.

[993] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bazı câhiller şöyle dediler: Yüce Allah, melekleri cennetliklerin hizmetkârları kılmıştır ve onlar, rableri ka-tından cennet ehline hediyeler getirirler. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyur-muştur: “(En büyük korku bile onları tasalandırmaz ve) melekler onları, “İşte bu, size vaad edilen (mutlu) gününüzdür” diyerek karşılarlar.”

677 “Melekler de her bir kapıdan yanlarına girerler (ve şöyle derler): “Sabretmenize karşılık selâm sizlere. (Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!)”

678

[994] Ebû Muhammed şöyle dedi: Meleklerin cennet ehline hizmet etmeleri ve onları hediyelerle karşılamalarına gelince, bu bizim asla bilme-diğimiz bir şeydir ve hurafeler ve yalanlarla dolu olan kıssaların dışında da duymadığımız bir şeydir. Şüphesiz bu konudaki hakikat, ortaya koy-duğumuz âyette yüce Allah’ın ifade ettiği şeydir. Allah’a hamd olsun ki bu da, meleklerin kendileri dışındaki varlıklara üstünlükleri konusundaki delillerin en güçlü olanıdır.

5

10

15

20

25

30

35

Page 669: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 669

ــ أن ] ٩٩٠[ ــא ــ ب ــ د ــ ــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ا ــ ــ כــ ن ا ــ ــא ا أ ــ م. وا ــ ــ ا ب ــ ــ ــ ــ أ

ــ ــ و ــ ا م ــ ــ ا ــ ــא آدم، ــ ــ أ אء ــ אء ا ــ أ

ــא. א آدم إ

ــ ] ٩٩١[ ــ ــ ــ ــ و ن ا ــ ــ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــא ــ ــ ــ وأ ــ ــ أ ــ ــא אء ــ ، أ ــ ــ ا ــא و ــ ــ أ

ــ אء ــ אء ا ــ ــ آدم أ ــ آدم، و ــא כــ ــ ا אء، ــ ــכ ا ا ــ

ــ ــ ــ ــ م ــ ــ ا ــ ــ ا ــא ، כ כــ ــא ا ن ــ ه ــ أ

ــא م ــ ــ ا ــ ــא ــ أ ، و ــ ــ ــ ــ ــ ا م، ــ ــ ا

ــאل ــ ــ أن ا ــ و ــ ا ــ ــ ا ــ ا כــ ، و ــ ــא ا ــ

ــ ــ ــ ، وأ ــ ــ أ ــ ا ــ ــ ــ ــ م إ ــ ــ ا ــ

ــא. ــ أ ــ ا أ ــ

ــ ] ٩٩٢[ ــ ــ ــ ــ أ ا أن ا ــ ــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

م. ــ ا

כــ ] ٩٩٣[ ــ ا ــ א ــאل: إن ا ــ ا ــאل ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ א : ﴿و ــ א ــאل ــ ــ و ــ ــ ر ــ ــ א ــ ــ ــ ا ام أ ــ

ن ــ כــ : ﴿وا ــ א ــאل ون﴾ و ــ ــ ي כ ــ ا כــ ا ــ כــ ا

﴾ ــ ــא ــ כ م ــ אب۞ ــ כ ــ ــ ] ٩٩٤[ إ ــ א وإ ــ ا ــ כــ ا ــ ــא أ : ــ ــ أ ــאل

. ــ כאذ ــאت وا ا א ــאص ــ ا אه إ ــ ــ و ــאه ــא ء ــ ــ א

ــ و ــא، و ي أورد ــ ــ ا ــ ا ــ ــ و ه ا ــא ذכــ ــכ ــ ذ ــ ــא ا وإ

. ا ــ ــ ــ כــ ــ ا ــ ــ ى ا ــ ــ أ ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 670: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi670

[995] Delil getiren bu kimse şöyle düşünmesi gerekir: Meleklerin cen-netlikleri müjde ve hediyelerle karşılamaları, cennet ehlinin meleklere üs-tünlüğüne delil olduğuna göre, resullerin yüce Allah katından gelen güzel haberlerle müjdelemek ve uyarmak sûretiyle bizleri karşılamaları da bizim onlardan üstün olduğumuzun delilidir. Bu şekilde düşünmek ise mutlak anlamda küfürdür. Fakat gerçek şudur; yüce Allah’ın insanlara gönderdiği elçiler ve rableriyle insanlar arasında aracılar olmaları sebebiyle enbiyanın insanlara bir üstünlüğü olduğuna göre, aynı üstünlüğün enbiya ve resulle-re nispetle meleklere ait olması gereklidir. Çünkü melekler, yüce Allah’ın enbiyaya ve resullere gönderdiği elçilerdir ve rableri ile onlar arasında ara-cıdırlar. Yüce Allah’ın cennet ehline yemek, içmek, cinsi münasebet, giyin-mek, aletler ve köşklerle lütufta bulunmasına gelince, şüphesiz yüce Allah, tabiatlarına uygun düşen şeylerle insanlara lütufta bulunmuştur. Halbuki yüce Allah, söz konusu lezzetlere götüren bu tabiatları meleklerden uzak tutmuştur. Bilakis Allah, onlara, bunlardan herhangi bir şeyle lezzet al-mayacak tabiatlar yarattığını açıklamış ve onları kendisini anmak, kulluk etmek ve emirlerinin uygulanmasında kendisine itaat etmeleri sebebiyle üstün kılmıştır. Bundan daha üstün bir mertebe yoktur. Bu çileli dünyanın imar edilmesinde ve amellerle sorumlu tutulmadaki yorgunluk şeklindeki iki durumla karşılaştıktan sonra, yüce Allah onlar için, şeref ve yüceliğimi-zin hedefini oraya ulaşmak olarak belirlediği oturulacak yüksek mekânlar yaratmıştır. Böylece yüce Allah, var etmeye başladığı andan itibaren melek-leri bu mekânda yaratmış ve orada onları daimi kılmıştır.

[996] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bazı ahmak ve aptallar, melekle-rin hava ve rüzgâr konumunda olduğunu söylemiştir.

[997] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu yalandır, arsızlık ve deliliktir. Çünkü Kur’ân’ın ve sünnetin açıklaması ve aklen meleklerin varlığını ka-bul eden çeşitli dinlere mensup kimselerin tamamının icmâsı ile melekler, memur ve kötülüklerden menedilen ve kullukla sorumlu olan varlıklardır. Halbuki hava ve rüzgâr bu şekilde değildir. Hava, düşünemez ve kulluk yapmakla da sorumlu değildir. Bilakis onun seçme hürriyeti yoktur ve emre amade kılınmıştır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Rüzgâr-ları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları (evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.)”

679 “Allah, rüzğarı kesintisiz olarak yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti.”

680

5

10

15

20

25

30

35

Page 671: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 671

ــ ] ٩٩٥[ ــ ا ــ أ ــאرات إ א כــ ــאل ا ــ إذا כאن إ ا ا ــ م ــ و

ــ ر ــ و ــא ــ إ ــאل ا ن إ כــ ، أن ــ ــ ــ ا ــ أ ــ ــ د

د، ــ ــ ا כ ــ ، و ــ ــ ــא أ ــ أ ــ ــ د ــ و ــ ا ــ ــאرات א

ــ ــאس ــ ا م ــ ــ ا ــאء ــ إذا כאن ــ أن ا ــ כــ ا و

ــ כــ ــ ــ وا א . ــ ــ و א ــ ــ ر ــא ، وو ــ ــ ا إ ر

، ــ א ــ ــ ر ــ و ــא ــ وو ــ إ א ــ ا ــ ر כ ، ــ ــאء وا ا

ت ــאس وا ــאع وا ب وا ــ כ وا ــא ــ ــ ا ــ أ ــ א ــ ا ــא وأ

ه ا ــ ــ ، و ــ א ــ ا ــא ــכ ــ ذ ــ ــ و ــ ا ــא ر. ــ وا

ــ ، و ــ א ــ أ ات، ــ ه ا ــ ــ ــ ا א ه ا ــ ــ כــ א ا ــ

ــ א ــ و אد ــ و ــ و כــ ا ــכ إ ــ ذ ء ــ ــ ــ א ــ ــ

ــ ــ ا ــכ ا ــ ــ ه و ــ ــ ــ ــ أ ــ ، ــ א ه ــ ــ أوا ــ

ــ ــ ــ ا ــ ــאء ا ــ ، ــ ل إ ــ ــא ا ا ــ إכ א ــ א ــ ي ــ ا

ــ ــ ا ــכאن ــכ ا ــ ذ ــאل. ــ ا ــ כ ة، و כــ ــא ا ه ا ــ ــאرة

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ ــ ، و ــ أ ــ ا כــ ــ ا و

اء ] ٩٩٦[ ــ ا ــ כــ ا إن אء ــ ا ــ ــאل و : ــ ــ أ ــאل

ــאح. وا

آن ] ٩٩٧[ ــ ــ ا כــ ن ا ن ــ ، و ــ ب و ا כــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ون ــ ــ ــ ــאن ا د ــ ا ــ أ כــ א ــ ــ ــ ــאع ــ وإ وا

ــ כ ــ ــ و ــא כ ــאح اء وا ــ ــכ ا ــ כ رون، و ــ ن ــ

ــ ــ אب ا ــ : ﴿وا ــ א ــאل ــא ــאر ــ ا ة ــ ــ ــ ة، ــ

ــאم﴾ أ ــ א ــאل و ــ ــ א ــ ﴿ : ــ א ــאل رض﴾ و אء وا ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 672: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi672

[998] Allah Teâlâ melekleri zikredip şöyle buyurdu: “Rahmân, çocuk edindi.” dediler. O, böyle şeylerden uzaktır, yücedir. Hayır, (evlat diye ni-teledikleri) o melekler ikrama erdirilmiş kullardır. Onlar Allah’tan önce söz söylemezler ve hep O’nun emriyle iş görürler.”

681 “Bize kavuşacaklarını um-mayanlar, “Bize melekler indirilseydi, yahut Rabbimizi görseydik ya!” dediler. Andolsun, onlar kendi benliklerinde büyüklük tasladılar ve büyük bir taşkın-lık gösterdiler. Fakat melekleri görecekleri gün, işte o gün suçlulara hiçbir müj-de yoktur.”

682 Böylece yüce Allah, meleklerin inişi ile kendi ru’yeti arasında ilişki kurmuştur. Yine Allah Teâlâ, kendi gelişi ile meleklerin gelişi arasında ilişki kurup şöyle buyurmuştur: “Onlar ancak beyaz buluttan gölgeler içinde Allah’ın ve meleklerin kendilerine gelmelerini mi bekliyorlar?”

683 Buradaki melekler (melâike) lafzının irabının, bulutlara (el-ğamâm) değil, Allah laf-zına atfen merfû (ötreli) olması gerektiğini bilmelisin.

[999] Yüce Allah, melek olmak ya da ebedî olarak cennette kalmak için Âdem’in (s.a.) söz konusu ağaçtan yediğini açıklamıştır. Nitekim Allah Teâlâ, Şeytan’ın Âdem ve Havvâ’ya:“Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakla-dı.”

684 dediğini buyurmak sûretiyle bu durumu bizlere açıklamıştır.

[1000] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şayet Âdem’in meleklerin kendi-sinden daha üstün olduklarına ve melek olmayı arzu ettiğine dair kesin bil-gisi olmasa idi, elbette yüce Allah’ın kendisinden menettiği ağaçtan yemesi şeklindeki şeytanın kandırmasını kabul etmeyeceğini kesin olarak bilirdik. Şayet Âdem, meleklerin kendisi gibi ya da kendisinden daha alt derecede olduklarını bilse idi, bulunduğu yüksek konumdan daha aşağı dereceye in-mek için elbette yüce Allah’ın emrine muhalefet etmek üzere nefsini yön-lendirmezdi. Bu, akıl sahibi bir kimsenin asla düşünemeyeceği bir şeydir.

[1001] Ebû Muhammed şöyle dedi: Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Hiç bir zaman Mesih de Allahın bir kulu olmaktan çekinmez, Allah’a yakın olan melekler de..”

685 Yüce Allah’ın Mesih’i (s.a.) zikrettikten sonra “Allah’a yakın olan melekler de (O’na kul olmaktan çekinmezler..)”

686 buyurması, Mesih’e (s.a.) göre meleklerin derecelerinin yüceliği konusunda açık bir beyandır.

5

10

15

20

25

30

Page 673: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 673

ل ] ٩٩٨[ ــ א ــ ن۞ ــ כ ــאد ــ ــאل: ﴿ כــ ــ ا א وذכــ

: ــ א ــאل رض﴾ و ــ ا ــ ون ــ : ﴿و ــ א ــאل ن﴾ و ــ ه ــ ــ و

ــ ــא ر ى ــ أو כــ ا ــא ل ــ أ ــ ــא אء ن ــ ــ ا ــאل ﴿و

ــ ى ــ כــ ون ا ــ م ــ ا۞ ا כ ــ ا ــ و ــ ــ أ وا כ ــ ا

ــאن ــ א ــ إ א ن ــ ــ و א ــ ؤ כــ ول ا ــ ــ א ن ــ ﴾ ــ

ــאم ا ــ ــ ــ ا ــ ون إ أن ــ ــ ﴿ : ــ ــ و ــאل כــ ا

ــ ــ و ــ ا ــא ــ א ــא א ــ כ اب ا ــ ــ أن إ ﴾ وا ــ כ وا

ــאم. ــ ا

ة ] ٩٩٩[ ــ ــ ا ــא أכ م إ ــ ة وا ــ ــ ا ــ أن آدم ــ א ــ و

ــא כ ــא ر אכ ــא ﴿ : ــ ــ و ل ــ ــא إذ ــ א ــ ــא ، כ ــ ــכא أو ن כــ

﴾ ــ א ا ــ ــא כ أو ــ כ ــא כ ة إ أن ــ ه ا ــ ــ

ن ] ١٠٠٠[ ــ ــ ــ م ــ ــ ا ري أن آدم ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ أכ ــ ه ــ ــא ــ ــ إ ــ ــא ــכא ــ ن ــ ــ ــ و ــ כــ أ ا

ــא ــ ــ أو دو ــכ ــ آدم أن ا ــ ــא، و ــ ــ و ــא ا ــ ة، ا ــ ا

ا ــ ون، ــ ــ ا ، إ ــ ــ ا ــ ــ ــ א ــ ا ــ أ א ــ ــ ــ

. ــ ــ أ ــ ذو ــא

أن ] ١٠٠١[ ــ ا כ ــ ــ ﴿ : ــ و ــ ا ــאل و : ــ ــ أ ــאل

ــ و ــ ذכــ ا ــ ــ و ــ ن﴾ ــ ا כــ ا و ا ــ ن כــم ــ ا ــ ــ ا ــ ــ در ــ ــ ــ א ا غ ــ ن ــ ا כــ ا

٥

١٠

١٥

Page 674: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi674

Çünkü kelâmın yapısı ve tertibi bunu göstermektedir. Söz söyleyen bir kimse alt derecede olan bir kimseden uzaklaştırmayı murat ettiğinde söze daha düşük olan ile başlar sonra da daha üstün olanı söyler. Yine söz söyle-yen kişi, üst derecede olan bir kimseden belli bir sıfatı uzaklaştırmak iste-diğinde, söze yüce olan ile başlar sonra da daha aşağı derecede olanı söyler. Dolayısıyla biz, ilk kısma örnek olarak şöyle deriz: Ne halifenin haznedarı, ne veziri ne de kardeşi Halifenin huzurunda oturmayı arzu etmez. Yine ikinci kısma örnek olarak da şöyle deriz: Ne vali, ne mertebe sahibi bir kimse, ne de ticaret ya da sanat erbabı olup iffet sahibi bir kimse çarşıda yemek yeme seviyesizliğine düşmez. Elbette bunun dışındakiler mümkün değildir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1002] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bunlara ilaveten Allah Resulü (s.a.), yüce Allah’ın melekleri nurdan, insanları topraktan ve cinleri ateşten yarattığını haber vermiştir.

[1003] Ebû Muhammed şöyle dedi: Nurun toprağa ve ateşe üstün olduğunu, yüce Allah’ın kendisine nur vermediği kimseler hariç- herkes bilir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kime Allah nur vermezse, onun için nur diye bir şey yoktur.”

687 Allah Resulünün (s.a.) kalbinde bir nur yaratması için rabbisine dua ettiği doğrudur. Melekler de bir cevherdendir. İnsanların en faziletlisi, yüce Allah’a, kalbinde bu cevherden yaratması için dua etmiştir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır. Bu konuda bu kadarı aklı olan kimse için yeterlidir.

[1004] Ebû Muhammed şöyle dedi: Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “An-dolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Ken-dilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.”

688 Böylece yüce Allah, kendi kelâmının ifade-siyle, insanoğlunu yarattığı varlıkların hepsine değil ama birçoğuna üstün kılmıştır. İnsanoğlunun cinlerden, konuşamayan canlıların tamamından ve canlı olmayan varlıklarından üstün kılındığı hususunda şüphe yoktur. Dolayısıyla melekler hariç, yüce Allah’ın insanoğlunu üstün kılmayı istisna ettiği bir topluluk (mahlûk) kalmamıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 675: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 675

ــא أن ــ ا ــ ــא ــ ــ ــ א ــ إذا أراد ا ــא ــ إ م ور ــכ ــ ا ن

ــ א أ ــ ــא أن ــ ــ ــא ــ ــ ــ وإذا أراد א ــ ، ــ د א أ ــ

ــ אز ــ ي ا ــ ــ س ــ ــ ا ــ ــא ول: ــ ا ــ ا ل ــ ، ــ د א

ق وال ــ ــ ا כ ــ ا ــ إ ــא : ــ א ــ ا ــ ا ل ــ ه، و ــ ه و أ ــ و وز

ــא ا. و ــ ــ ــ ز أ ــ ــאع، ــאر أو ا ــ ا ــאون ، و ــ و ذو

. ــ ــ ا א

ن ] ١٠٠٢[ ــ ــ ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ن ر ــ ــא : وأ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا ــ و ــ ــאن ــ ا ر و ــ ــ כــ ــ ا ــ א א و ــ ا

ــאر. ــ

]١٠٠٣ [ ، ــ ــאر أ ــ ا ــ و ــ ا ر ــ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ر. و ــ ــ ــ ــא را ــ ــ ــ ا ــ ــ را و ــ ــ ــ ا ــ ــ إ

را. ــ ــ ــ ــ ــ أن ــ أن ــ ــא ر ــ د ــ و ــ ا ل ا ــ أن ر

ــ א ــא ، و ــ ــ ــ ــ ــ أن ــ ــ ر ــ ا ــא أ ــ د ــ כــ א

. ــ ــ ــ א ا כ ــ ــ ــ و ا

ــ ] ١٠٠٤[ ــ א ــ آدم و ــא כ ــ : ﴿و ــ ــ و ــאل : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــא ﴾ ــ ــא ــ ــ כ ــ ــ א : ﴿و ــ ــ ﴾ إ ــ وا ــ ا

ــ ــ כ ــ ــ ــ ــ כ ــ آدم ــ ــ و ــ ــ כ ــ א ا

ــ א ان ا ــ ــ ا ــ ــ و ــ ا ن ــ ــ آدم ــכ أن ــ ، و ــ

ــ ــ آدم ــ א ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ ــא، ا ــ ــא ــ و

. ــ כــ إ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 676: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi676

[1005] Ebû Muhammed şöyle dedi: Allah Resulünün (s.a.) kendisin-den önce gelmiş olan her bir resule üstün olmasına gelince, Hz. Peygam-ber’in şöyle buyurduğu kesindir: “Altı sebepten dolayı enbiyaya üstün kılın-dım.” bunun “beş”, “dört” ve “üç” sebepten dolayı olduğu da rivayet edil-miştir. Bu hadisi Cabir b. Abdullah, Enes b. Malik, Huzeyfe b. Yemân ve Ebû Hüreyre rivayet etmiştir. Hz. Peygamber’in sözünün devamı şöyledir: “Ben, insanoğlunun efendisiyim. Bunda övünme yoktur.” Allah Resulü (s.a.), kırmızı ve siyah olanlara da gönderilmiştir ve o, enbiya içinde takipçileri en fazla olandır. Hz. Peygamber, kıyamet gününde nebîler ve onların dışında-kilerin de muhtaç olacakları şefaate sahiptir. -Allah bizlerin canlarını onun dini üzere alsın, ondan bizleri hiçbir şey uzaklaştırmasın!- Allah Resulü (s.a.), aynı zamanda Allah Teâlâ’nın halili/dostu ve O’nun kelimesidir.

Fakirlik ve Zengilik Konusu

[1006] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bir topluluk, şu iki durumun yani fakirliğin mi yoksa zenginliğin mi daha faziletli olduğu hususunda ihtilaf etmiştir.

[1007] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu yanlış bir sorudur. Çünkü amellerin üstün olması ve karşılığı cennettedir. O da amel eden kimse hak-kında, ona yüklenmiş bir durumdan dolayı değil, ancak yüce Allah’ın bir hâli diğerine üstün kıldığını bildiren bir nassın gelmesidir. Burada bu iki hâlden birisinin diğerine üstün olduğuna dair bir nas yoktur.

[1008] Ebû Muhammed şöyle dedi: Doğru olan, “Hangisi daha fa-ziletlidir? Fakirlik mi yoksa zenginlik mi?” şeklinde sorulması daha isa-betlidir. Buradaki cevap, yüce Allah’ın “Ancak yaptıklarınızın karşılığını görüyorsunuz.”

689 şeklinde buyururken dediği şeydir. Şayet zengin, amel açısından fakirden daha faziletli olursa, zengin daha faziletlidir. Şayet fa-kir amel açısından zenginden daha faziletli olursa, bu durumda fakir daha faziletlidir. Şayet o ikisinin amelleri eşit olsa, ikisi de eşit olur. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.” 690

5

10

15

20

25

30

Page 677: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 677

ــ ] ١٠٠٥[ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــא : وأ ــ ــ ــאل أ

، ــ ــאء ــ ا ــ ــאل: ــ م أ ــ ــ ا ــ ــ א א ــ ل ــ כ ر

ــכ، א ــ ــ ــ ا وأ ــ ــ א ث رواه ــ ــ وروي ر ، وروي ــ وروي

ــ آدم و ــ و ــא : أ ــ ــ و ــ ا ــ ة و ــ ــ ــאن، وأ ــ ا ــ و

ــאء ــ ا م أכ ــ ــ ا ــ د، وأ ــ ــ وا ــ ا ــ إ م ــ ــ ا ــ ــ وأ

ــא א ، أ ــ ــ دو ن ــ ــא ا ــ א م ا ــ ــ ــאج إ ــ א ا ــ ــ ذو ا ــא، وأ א ا

. ــ ــ ا وכ م ــ ــ ا ــא ــ أ ، و ــ ــא ــ א ــ و ــ ا

م ا وا כ ا

؟] ١٠٠٦[ م أي ا أ ا أم ا : ا אل أ

ــ ] ١٠٠٧[ اء ــ ــ وا ــ ا א ن ــ א ال ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا ــ ــ ، إ أن ــ ــ ــ א ــ א ــ ــא ــ إ ا

ــ ــ א ــ ا א ى ــ ــ إ ــ ــ ــא ــא ــ ــאل، و ــ ــא ــ و

ى. ــ ا

؟ ] ١٠٠٨[ ــ ــ أم ا ــ ا ــא أ ــאل أ اب أن ــ ــא ا : وإ ــ ــ ــאل أ

ن﴾ ــ ــ ــא כ ون إ ــ ــ ل: ﴿ ــ ــ إذ א ــ ا א ــא ــ ــא א اب ــ وا

ــ ــ ــ أ ، وإن כאن ا ــ ــ أ א ــ ــ ا ــ ــ ــ أ ن כאن ا ــ

: ــ ــ و ــאل اء ــ ــא א ــאو ــא ، وإن כאن ــ ــ أ א ــ ــ ا

ه﴾ ا אل ذرة ه۞و ا אل ذرة ﴿

٥

١٠

١٥

Page 678: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi678

[1009] Hz. Peygamber (s.a.), fakirlik ve zenginlikle imtihan edilmek-ten Allah’a sığınmıştır. Yüce Allah, zenginliğin karşısına şükrü, fakirliğin karşısına de sabrı koymuştur. Her kim yüce Allah’tan hakkıyla sakınırsa, ister zengin olsun isterse fakir olsun, o faziletlidir. Onlardan bazıları, “Mu-hacirlerin fakir olanları, zengin olanlarından -şöyle şöyle bir sene- önce cennete girecektir.” şeklinde gelen hadisi gerekçe göstererek itiraz etmiştir. Diğerleri ise, yüce Allah’ın “Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi? Seni ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi?”

691 meâlindeki sözünü ileri sürerek karşı çıkmışlardır.

[1010] Ebû Muhammed şöyle dedi: Zenginlik, sahibi bu konuda üze-rine düşeni yaptığında bir nimettir. Muhacirlerin fakirlerine gelince onlar daha çok, muhacirlerden zengin olanlar ise az idiler. Onların ve onların dışındakiler hakkındaki durum nas ile amel etmeye racidir. Beraberinde hayırlı bir amel olmayan fakirliği ve yine beraberinde hayırlı bir amel bu-lunmayan zenginliği Yüce Allah’ın cennet ile mükâfatlandırmayacağı hu-susu icmâ ile sabittir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

İsim ve Müsemmâ Konusu

[1011] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bir topluluk, ismin müsemma692 olduğu görüşünü benimsedi. Diğerleri ise, ismin müsemmanın dışında olduğunu söylemiştir. İsmin müsemma olduğunu söyleyen kimseler, “Aza-met ve ikram sahibi Rabbinin adı yücedir.”

693 meâlindeki yüce Allah’ın sözü-nü delil getirdiler. Onlar, “tebareke/yücedir” lafzının Allah’ın dışındadır” denilmesinin doğru olmadığını söylediler. Şayet isim, müsemmanın dışın-da olsa idi, bu durumda “Rabbinin adı yücedir.” denilmesi doğru olmazdı. Yine onlar, “Yüce Rabbinin adını tespih et.”

694 meâlindeki âyeti delil getirip şöyle dediler: “Yüce Allah’ın kendisinden başkasına tespih edilmesini em-retmesi imkânsızdır.” Ayrıca onlar, yüce Allah’ın “Allah’ı bırakıp da taptık-larınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değil-dir.”

695 şeklindeki sözünü delil getirdiler ve şöyle dediler: “İsim”, “sumuv/yüksek olmak” kökünden türetilmiştir. Onlar, ismin “işaret ve alâmet” ma-nasına gelen “v-s-m” kökünden türetildiğini söyleyenleri eleştirmişlerdir.

5

10

15

20

25

30

Page 679: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 679

ــ ] ١٠٠٩[ و ــ ا ــ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ا אذ ــ ا ــ و

ــ . ــ ا زاء ــ ــ وا ، ــ ا زاء ــ ــכ ا ــ و ــ ا ــ و ، ــ ا

ــא א ــ ض ــ ــ ا ا، و ــ ــא כאن أو ــ א ــ ا ــ ــ و ــ ا ا

ا ا وכــ כــ ــ א ــ أ ــ ن ا ــ ــ א اء ا ــ ارد: أن ــ ــ ا א

ك ــ ى۞وو ــא ك ــ : ﴿وو ــ ــ و ل ا ــ ون ــ ع ا ــ ــא، و

﴾ ــ ــ א

ــ ] ١٠١٠[ ــ ا א ــא א ــא ــאم ــ إذا ــ : وا ــ ــ ــאل أ

ــ وا ــ ــ ــ . وכאن ا ــ ا أכ ــ ــ כא ــ א اء ا ــ ــא ــא، وأ

ــ א ــ ــ أ ــאع א ، و ــ א ــ ــ ا ــ إ ــ را ــ ــ و ــ כ

ــ ــ ــ ــ ــ ، و ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ א ي ــ

. ــ ــא ا ، و ــ

ــ ــ وا م ا כ ا

ون ] ١٠١١[ אل آ . و ــ ــ ا م إ أن ا : ذ אل أ

: ــ א ل ا ــ ــ ــ ا ــ ــאل إن ا ــ ــ ــ وا ــ ا ــ ا

ــ ــאرك ــאل ز أن ــ ــאل: و ام﴾ כــ ل وا ــ ــכ ذي ا ر ــ ــאرك ا ﴿

ــ ــכ، و ــ ر ــאرك ا ــאل ــאز أن ــא ــ ــ ا ــ ــ כאن ا ا

ــ ــ و ــ ا ــ أن ــ ا ا و ــ א ﴾ ــ ــכ ا ر ــ ا ــ ﴿ : ــ א

א ــ אء ــ إ أ ــ ــ دو ون ــ ــא ﴿ : ــ ــ و ــ ه و ــ ــ ن ــ

ــ ــאل إ ــ ــ وا כــ ، وأ ــ ــ ا ــ ــ ا ا ــ א ﴾ و אؤכــ وآ ــ أ

. ــ ــ ا ، و ــ ــ ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 680: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi680

Onlar bu konuda Lebîd’in696şu sözünü zikrettiler:

“Nihayet bir yıla kadar... Sonra selamet ismi sizin hakkınız. Tam bir yıl matem tutan, kınanmaktan kurtulur.”

697

[1012] Onlar, Sibeveyh’in698 “Fiiller, isimlerin ihdas ettiği lafızlardan alınmış olan örneklerdir.” dediğini ve bununla da müsemmayı (isimleri taşı-yan varlıkları) murat ettiğini söylemişlerdir. İşte bunlar, onların delil olarak ileri sürdükleri şeylerin tamamıdır. Biz onlar için bunları iyice araştırdık ve bunların herhangi birisinde onların lehine bir delil olmadığını gördük.

[1013] Yüce Allah’ın “Azamet ve ikram sahibi Rabbinin adı yücedir.” 699

ve “Azamet sahibi” meâlindeki sözüne gelince, bu gerçektir. “Tebareke” kelimesinin manası, bereketten karşılıklı etkilenmedir. Bereket/takdis ise, hece harflerinin birleşmesiyle meydana gelen bir kelime olan yüce Allah’ın isminden dolayı gereklidir. Biz, onu anmakla ve ona tazim göstermekle saygı gösteririz, O’nu yüceltiriz ve ona ihtiram gösteririz. Bizden ve yüce Allah’tan gelen övülmek, takdis edilmek ve yüceltilmek O’na (celal ismine) aittir. Yine ister bir kâğıtta veya kağıda yazılmış bir şeyde ya da dil ile ifade edilmiş bir sözde olsun bizden ve Allah’tan gelen ikram da O’na aittir. Her kim yüce Allah’ın ismini yüceltmez ve aynı şekilde bu isme saygı göstermez ise, şüphesiz o kâfirdir.

[1014] Âyet, tevile gerek olmaksızın zâhiri üzeredir. Böylece onların ge-nel olarak bu âyete bel bağlamaları geçersiz olmuştur. Hamd Allah’a mahsus-tur. Yüce Allah’ın nas ile mübarek olduğunu belirttiği her şey mübarektir ve haktır. Şayet yüce Allah bu şekilde mahlûkatından olan herhangi birine bir şeyi belirlemiş ve açıklamış ise, bu şey onun hakkında zorunludur.

[1015] Allah Teâlâ’nın “Yüce Rabbinin adını tespih et.” 700 meâlinde-

ki sözüne gelince, bu da zâhiri anlamı üzerine olup tevile gerek yoktur. Çünkü Kur’ân’ın nazil olduğu ve yüce Allah’ın bize hitap ettiği lisanda tespih, bir şeyi kötülüklerden tenzih etmektir. Şüphesiz yüce Allah, hece harflerinin bir araya gelmesinden meydana gelen ismini -ister bir kitap is-terse söylenilmiş bir söz olsun- bütün kötülüklerden tenzih etmemizi bize emretmiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 681: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 681

: ل وا وذכ

א כ م ا ا ل إ ا

ر ا כא כ و

אء ] ١٠١٢[ ــ اث ا ــ ــ إ ــ ث ــ ــ ا ــאل أ ــ ا ــאل ا: ــ א و

ــ ــ ــ و ــאه ــ ــ ا ــ ــא ا ا כ ــ ، ــ ــא أراد ا ا: وإ ــ א

. ــ ء ــ ــ

ام﴾ وذو ] ١٠١٣[ כــ ل وا ــ ــכ ذي ا ر ــ ــאرك ا ﴿ : ــ ــ و ل ا ــ ــא أ

ــ ــ و ــ ا ــ כــ وا ، وا כــ ــ ا ــ א ــאرك ــ ، و ــ ل ــ ا

ــ ــ و ــ و כــ א ك ــ ــ ــאء. و وف ا ــ ــ ــ ــ ــ כ ي ــ ا

ــ א ــ ا ام כــ ــ ا ، و ــ א ــ ا ــא و ل ــ ــ ا ــאرك، و ــא ا ــ ــ כ و

ــ ــ ، و ــ א ر כــ ــ أو ش ــ ء ــ ــ ــאس أو ــ ــא כאن ــא و

ــכ. ــ ــ ــ כא ــ ــכ و أכ ــ כ ــ و ــ ا ــ ا

ــ ] ١٠١٤[ א ــ و ــא ــ ــ ــ و ــא دون א ــ ــ א

ــ א ــ ــ ، و ــ ــ ــכ ــאرك ــ ــ أ ــ א ــ ا ء ــ ، وכ ــ ا

ء ــ ــכ ا ــא ــכ وا ــ כאن ذ ــ ء כאن ــ ــ أي ــכ

ه دون ] ١٠١٥[ ــ א ــ ــ ﴾ ــ ــכ ا ر ــ ا ــ ﴿ : ــ א ــ ــא وأ

ــ ــ و ــא ا א ــא آن و ــ ل ا ــ ــא ــ ــ ا ــ ا ــ ن ا ــ و

ي ــ ــ ا ه ا ــ ــא أن ــ أ א ــכ أن ا ــ ء، و ــ ــ ا ء ــ ــ ا ــ

ــאب أو ــ כ ــ כאن، ء، ــ ــ כ ــאء وف ا ــ ــ ــ ــ ــ כ

. ــ ــא

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 682: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi682

[1016] Diğer vecih ise, “Yüce Rabbinin adını tespih et.” 701 meâlindeki

sözünün ve “Şüphesiz bu, kesin gerçektir. Öyleyse yüce Rabbinin adını tes-pih et.”

702 şeklindeki sözünün manası aynıdır. O da, yüce Allah’ı ismi ile tespih etmektir. Allah’ın ismi kullanılmaksızın onu tespih etmenin, ona dua etmenin ve onu anmanın yolu yoktur. Böylece her iki vecih doğru ve gerçektir. Yüce Allah’ı ve onun ismini tespih etmek, bunların tamamı nas ile zorunludur. Dolayısıyla yüce Allah’ın “Yüce Rabbinin adını tespih et.”

703 meâlindeki sözü ile “Şüphesiz bu, kesin gerçektir. Öyleyse yüce Rab-binin adını tespih et.”

704 meâlindeki sözü arasında bir fark yoktur. Bizler, Allah Teâlâ’yı ismiyle tespih ettiğimiz gibi, “hamd” ile de tespih ettiğimiz hâlde -ki bunların arasında bir fark yoktur-, “hamd” şüphesiz yüce Allah’ın (zatının) dışındadır. Böylece onların bu âyeti gerekçe göstermeleri geçersiz olmuştur. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[1017] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah’ın “Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir.”

705 meâlindeki sözünü gelince, Allah Teâlâ’nın sözü zâhiri üzere olup gerçektir. Bu âyette iki vecih vardır ve her ikisi de doğrudur. Bunlar-dan ilki şudur: Yüce Allah’ın “Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, ancak isimler-dir.” şeklindeki sözünün manası, yani isimlerin sahipleridir. Bunun delili ise, Allah Teâlâ’nın hemen bunun akabinde buna bitişik olarak “sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimler” şeklinde buyurmasıdır. Böylece yüce Allah’ın buradaki isimlerle ma’butların (kendilerine ibadet edilen varlık-ların) zatlarını kastetmediği kesin olarak anlaşılmıştır. Çünkü söz konusu varlıklara ibadet edenler, asla mabutların kendilerini ihdas etmemişlerdir. Bilakis Allah Teâlâ, onları yaratmak sûretiyle birliğini ve vahdaniyetini or-taya koymuştur. Bu, hiçbir şüphenin olmadığı bir husustur.

[1018] İkinci vecih şudur: Şüphesiz bu kâfirler, taştan ya da bazı maden-lerden ya da odundan yapılmış putlara tapıyorlardı. Biz kesin olarak biliyo-ruz ki onlar, taştan ya da bazı madenlerden ya da odundan yapılmış olan bu putları Lât, Menât, Hubel, Vüdd, Suva’, Yeğus, Yeuk, Nesr ve Ba’l isimleriy-le yüceltmeden önce, şüphesiz bunların kendileri (varlıkları) mevcuttular.

5

10

15

20

25

30

Page 683: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 683

]١٠١٦ [ ﴾ ــ ــכ ا ر ــ ا ــ ﴿ : ــ א ــ ــ ــ أن ــ و ــ آ وو

﴾ ــ ا ــכ ر ــ א ــ ۞ ا ــ ــ ا ــ ﴿إن : ــ א ــ ــ و

ــ א ــ ــ إ ــ و ــ א ــ א ا ــ أن ــ و ــ وا ــ

ــ ــ ــ ــכ ا ، ــ ــ ا ه إ ــ ذכــ ــ و إ א ــ د و إ

ــ ــ ق ــ ، و ــ א ــ ــכ وا ــ כ ذ ــ ا ــ و א ــ ا و

ــ ــכ ر ــ ــ : ﴿و ــ ــ ﴾ و ــ ــכ ا ر ــ א ــ ﴿ : ــ א

ــ ــ ا و ــ ــכ ــ ، ــ م﴾ وا ــ ــאر ا وإد ــ ــ ا ــ م۞و

، ــ ه ا ــ ــ ــ ق، ــ ــ و א ــ ــא ه، כ ــ ــ ــ א

. ــ א ا رب ــ وا

אء ] ١٠١٧[ ــ إ أ ــ ــ دو ون ــ ــא ﴿ : ــ א ــ ــא : أ ــ ــ ــאل أ

ــאن ــ و ه ا ــ ه و ــ א ــ ــ ــ ــ و ل ا ــ ﴾ אؤכــ وآ ــ א أ ــ إ ــ ــ دو ون ــ ــא ﴿: ــ و ــ ــ ــא: أن ، أ ــ ــא כ

ــא: ــ ــכ ــ ذ ــ إ א ــ ا ــ ــאن אء، ــ ــאب أ אء﴾ أي إ أ ــ أ

ــא ذوات א אء ــ א ــ ــ ــ א ــ ــא أ ــ . אؤכــ ــ وآ א أ ــ

ــ ــ א ــ ا ، ــ د ــ ذوات ا ا ــ ــ ــא ــ א ن ا ــ د ا

. ــ ــכ ــא ا ــ ــא. ا

ــאرة ] ١٠١٨[ ــ ــא א ون أو ــ ا ــ ــא כא ــאر إ כ ــכ ا : أن أو ــ א ــ ا وا

ــ ــכ ا ا ــ ــ أن ــ ري أ ــ ــ ، و ــ ــ ــאدن أو ــ ا أو

، وود ــ ــאة، و ى و ــ ت وا ــ ــ ا א ــ ــ ا ــאدن و ــ ا ــאرة و ــ ا

ــ א دات ــ ــכ ــ ــא ــ ذوا ــ כא ، ــ ا و ــ ق و ــ ث و ــ اع و ــ و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 684: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi684

Fakat kâfirler, onların varlıklarına tapınmıyorlardı ve onlara göre tapın-maya da lâyık değillerdi. Ne zaman ki kâfirler bu isimleri onlara taktılar, işte o zaman bunlara tapınmaya başladılar. Böylece onların -yüce Allah’ın buyurduğu gibi- müsemmanın kendisine (isimlendirilen varlıkların ken-dilerine) değil, sadece isimlere kulluk etmeye yöneldikleri kesin olarak an-laşılmaktadır. Böylece söz konusu âyet, onların aleyhine olan bir delile ve ismin müsemmadan farklı olduğuna dair bir burhana dönüşmüştür. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1019] “İsim, sumuv (yücelik) kökünden türetilmiştir.” şeklindeki gö-rüşe ve onlara karşı çıkarak “vsm” kökünden türetilmiştir diyen her iki görüş de yanlıştır ve bâtıldır. Bunları dilciler uydurmuşlardır. Araplar nez-dinde bunlardan herhangi biri doğru değildir ve isim lafzı herhangi bir şey-den asla türetilmemiştir. Bilakis o, taş, dağ, odun ve iştikakı olmayan diğer isimler gibi vaz’ edilmiş bir isimdir. Onların yanlış iddialarını boşa çıkaran delillerin ilki, yüce Allah’ın “De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz (iddianızı ispat edecek) delilinizi getirin.”

706 şeklinde âyetidir. Böylece iddiasının doğ-ruluğuna dair delili olmayan bir kimsenin sözünde doğru sözlü olmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla isim kelimesinin “sumuv” veya “v-s-m” kö-künden türetildiğine dair delilinizi getiriniz. Aksi takdirde bu iddia, Arap-ların aleyhinde uydurduğunuz ve onlara iftira ettiğiniz, ya da bütün lisan-ları vaz’ eden yüce Allah’a karşı uydurduğunuz bir yalandır ve yüce Allah’a veya Araplara karşı bilgisizce söylenmiş bir sözdür. Aksi takdirde Arapların bir araya gelip “Biz, isim kelimesini sumuv’dan ya da “v-s-m” kökünden türetiyoruz.” dediklerini nereden biliyorsunuz? Yalan konuşmak bir müs-lümana ve faziletli bir kimseye helâl olmaz. Onların, bu şekilde bir delil getirmeleri asla mümkün değildir.

[1020] Bunlara ilaveten, şayet isim kelimesi -onların iddia ettiği gibi- “sumuv/yüksek olmak” kökünden türetilmiş olsa idi, bu durumda pislik (azira), köpek, leş, insan pisliği, şirk, hınzır (domuz) ve samanın bir yüksek mertebesi ve isimlendirilen bu varlıkların bir yüceliği vardır. Böylesi bir saçmalığa götüren her türlü görüş kahrolsun! Ayrıca, ismin “sumuv/yüksek olmak” kökünden türetildiği şeklindeki görüşlerinin bir an için doğruluğunu kabul edelim, peki ismin müsemma olduğuna dair bu konuda nasıl bir delil vardır? Bilakis bu, onların aleyhine bir delildir.

5

10

15

20

25

30

Page 685: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 685

ــא و אء ــ ه ا ــ ــ ا ــ ــא أو ــאدة ــ ــ ــא و و ــ و

ــ ــ و ــאل ا ــא אء، כ ــ ــאدة إ ا א وا ــ ــ ــ ــא أ ــ ، ــ

ــ ــ ا ــ ــ ا ــא א ، و ــ ــ ــ ــאدت ا אت. ــ وات ا ــ ا

. ــ ــ ا א ــא ــכ و ــ

ــ ] ١٠١٩[ א ــ ــ ل ــ ، و ــ ــ ا ــ ــ : إن ا ــ ــא وأ

ــ ــ ، ــ ــ ا ــ أ ، ا ــ א ــא ان כ ــ א ن ــ ــ ــ ا ــ ــ أ

ــ ــ ا ــ ء، ــ ــ ــ ــ ــ ا ــ ــא ا ــא و א ــ ب ــ ــ ا ــ

ــ ــא ــא، وأول אق ــ אء ا ــ ــא ا ــ و ، و ــ ، ور ــ ــ ع ــ

إن כــ א ا ــ א ــ ﴿ : ــ ــ و ــאل ا : ــ ــאل ة أن ــ א ه ا ــ ــ ا ــ د

، ــ ــ ــא אد ــ اه ــ ــ د ــ ــ ــאن ــ ــ أن ﴾ ــ אد ــ כ

ــ ــ כ ، وإ ــ ــ ا ــ أو ــ ا ــ ــ ــ أن ا כــ א ا ــ א

ــא، ــאت כ ــ ا ــ ا א ــ ا ــ أو ــא ب وا ــ ــ ا ــא כ

ا ــ ب ا ــ כــ أن ا ــ ــ أ ، وإ ــ ــ ب ــ ــ ا ــ أو א ــ ل ــ و

، و ــ ــ ب כــ ؟ وا ــ ــ ا ــ أو ــ ا ــ ــ ا ــ ا ــ א

ــכ. ــ ــאن أ ــ ــ إ ــ ، و ــ א ــ

رة، ] ١٠٢٠[ ــ ــ ا ن ــ ــא ــ כ ــ ا א ــ ــ ــ כאن ا ــא وأ

ه ــ ــ ــא، و ــ ــ ر א ــ وا ك وا ــ ر، وا ــ ، وا ــ ، وا ــ כ وا

כ أ א אرد، وأ س ا ا ا ل أدى إ כ א אت و ا

؟ ، أي أن ا ا إن ا ا

٥

١٠

١٥

Page 686: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi686

Çünkü müsemmanın (isimlendirilen varlığın) kendisi asla türetilmiş değil-

dir ve onun yücelikten (sumuv) ya da başka bir şeyden türetilmesi de doğ-

ru değildir. Böylece müştak (türetilmiş) olanın müştak olmayandan farklı

olduğu hususu şüphesiz doğrudur. Onların kabulüne göre isim müştaktır

ve müsemmanın (isimlendirilen varlığın) kendisi ise müştak değildir. Bu

durumda isim, müsemmanın kendisinin dışındadır. Böylece bu saçmalığın

bir benzerini delil getiren bir kimsenin kendi sözüyle dalga geçen, insanlar-

la alay eden utanmaz bir kimse olduğu hususu iyi niyet sahibi herkes için

ortaya çıkar. Aşırılığa düşmekten Allah’a sığınırız.

[1021] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu, kendisine tabi olan kim-

seleri mutlak anlamda küfre götüren bir sözdür. Çünkü onlar, ismin “su-

muv” kökünden türetilmiş olduğunu kesin olarak kabul ettiler ve ismin

yüce Allah’ın bizzat kendisi olduğuna inandılar. Onların helâk edici ve

çirkin bu görüşlerine göre Allah müştaktır ve O’nun zâtı da müştaktır.

Bu görüşe bir kâfirin bile vardığını bilmiyoruz. Bize hidayet lütfettiğinden

dolayı yüce Allah’a hamd olsun. Bunlara ilaveten yüce Allah şöyle buyurur:

“Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek,

“Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.

Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden

başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi

hikmetle yapan sensin” dediler. Allah, şöyle dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların

isimlerini söyle.” 707

[1022] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah’ın -buyurduğu üzere-

Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretmiş olması ya Arapçadır, ya başka

bir lisan iledir ya da bütün lisanlar iledir. Eğer Allah Teâlâ, Âdem’e, varlık-

ların isimlerini Arapça öğretmiş ise, bu durumda isim lafzı -yüce Allah’ın

“bütün varlıkların isimlerini öğretti.” sözü sebebiyle ve Âdem’e “Onlara

bunların isimlerini söyle” şeklinde meleklere seslenmesini emretmesinden

dolayı-, Allah’ın ona öğrettiği şeyler cümlesindendir.

5

10

15

20

25

Page 687: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 687

ــ ــ ا אق ــ ــא ا ز ــ و ــ ــ أ ــ ــ ن ذات ا

א، ــ ــ ــא ــ ــ א ــ כאن ــא أن ــכ ــ ــ ه ــ ــ و

ات ــ ا ــ ــ א . ــ ــ אة ــ ا ات ــ وا ــ ــ ار ــ وا

ــאر ــ ا ا ــ ــ ــ ــ أن ا ــ ــ ــכ ــ ا ــ אة، و ــ ا

ن. ــ ا ــ ــא ذ ــ و ، ــ כ ــ ــאس، א ئ ــ

ــ ] ١٠٢١[ כ ــ ا ده إ ــ ــ و ــ ا دي ــ ل ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا أن ا ــ و ، ــ ا ــ ــ ــ ا أن ا ــ ــ د، ــ ا

ا ــ ، و ــ ــ ــ وأن ذا ــ إن ا ــכ ا ــ ا ــ ، ــ ا

ن ــ ــא ى. وأ ــ ــ ا ــ ــ ــא ــ ــ ، وا ــ ا ــ ري כא ــ ــא

ــאل כــ ــ ا ــ ــ ــא אء כ ــ آدم ا ــ ل: ﴿و ــ ــ א ا

آدم ــא ــאل ﴿ : ــ א ــ ــ وإ ﴾ ــ אد ــ כ إن ء ــ אء ــ ــ أ

﴾ א ــ ــ أ

אء ] ١٠٢٢[ ــ ــ آدم ا ــ ــ و ن ا כــ ــ أن ــ : ــ ــ ــאل أ

ن כאن ــ ــ ــכ ى، أو ــ ــ أ ــא ــ وإ א ــא ، إ ــ ــ و ــאل ــא ــא، כ כ

ــ ــ ــא ــ ــ ــ ــ ا ن ــ ، ــ א אء ــ ــ ا ــ ــ و

אء ــ ــ : أ כــ ل ــ ن ــ ــ آدم א ه ــ ــא، و אء כ ــ ــ ا א

ء. ــ

٥

١٠

١٥

Page 688: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi688

[1023] Bu umûmîlikten herhangi bir şeyin tahsis edilmesi doğru değil-dir. Bilakis o, diğer isimler gibi tevkifi olan bir lafızdır. Bunların arasında bir fark yoktur ve o, yüce Allah’ın Âdem’e öğrettiği isimler cümlesindendir. An-cak şu kadar var ki onlar, bunu yüce Allah’ın türettiğini iddia edebilirler. Do-layısıyla bu topluluk yüce Allah’a karşı yalan söylemeyi ve hakkında bilgileri olmayan hususları ondan haber vermeyi kolaylıkla yapmaktadırlar. Böylece isim lafzının iştikakı olmayan bir kelime olduğu hususu yakînen ortaya çık-mıştır. Her ne kadar Allah Teâlâ Âdem’e isimlerin tamamını Arapçanın dı-şındaki bir lisan ile öğretmiş olsa da bunlar, diğer isimler, türler ve cinsler gibi sıfırdan vaz’ edilen ismidir. Arap lisanı, söz konusu lisandan tercüme yoluyla vaz’ edilmiştir; bu lisandaki her bir isim Arapçadaki bir isme işaret etmekte ve bu lafızları ifade etmek için vaz edilmiştir. Durum bu şekilde olduğuna göre, isimlerden herhangi birini -ne bir isim lafzı ne de başka bir lafız- tü-retmek için bir müdahaleye asla gerek yoktur. Şayet Allah Teâlâ, Âdem’e, isimlerin tamamını Arapça ve Arapçanın dışında bir lisan ile öğretmiş ise, bu durumda isim lafzı Allah’ın Âdem’e öğrettiği şeyler cümlesindendir ve türetilmiş olması geçersizdir. Âlemlerin rabbi olan Allah’a ham dolsun. Böy-lece ismin türetilmesi konusundaki görüşleri geçersiz oldu ve delilleri kendi aleyhlerine döndü. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1024] Lebîd’in şiirine gelince, bu iki şekilde değerlendirilebilir. Bun-ların ilki şudur: Selam, yüce Allah’ın isimlerinden bir isimdir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “O, mülkün gerçek sahibi, kutsal (her türlü eksiklikten uzak), barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koru-yan...”

708 Lebîd (r.a.), müslüman olup Hz. Peygamber (s.a.) ile arkadaşlığı gerçektir. Şiirinin manası ise, “Sonra Allah’ın ismi sizin hakkınızdır ve bu isim sizi muhafaza etsin...”

[1025] İkinci vecih ise, Lebîd’ “selam” ile saygıyı murat etmiştir. Ne Lebîd, ne de ondan başkası, onlara (iki kızına) saygı manasının vâki olma-sına muktedir değildir. Buna, herhangi bir kimsenin muhalefeti olmaksı-zın ancak yüce Allah güç yetirebilir. Lebîd ve başkaları ise, sadece saygı ve dua isimlerini ifade etmeye güç yetirebilirler. Her iki durumda da Lebîd’in şiirindeki “selam” ismi, “selam”ın manasından farklıdır. Bu şiirdeki isim, kaçınılmaz olarak müsemmanın dışındadır.

5

10

15

20

25

30

Page 689: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 689

ــ ] ١٠٢٣[ ــ ــ ، ــ ء أ ــ م ــ ا ا ــ ــ ــ ز أن ــ ــ

ــ آدم א ــ ا ــא ــ ــ ــ ق، و ــ אء و ــ ــא ا ــ כ ــ

ن ــ ــא ا ــ כ م ــ א ــ ا ــ א ا أن ا ــ أن إ م ــ ا ــ

أن ــא ــ ، ــ ــ ــ ــא ــ ــאر وا ــ א ا ــ ب כــ ا

اع ــ אء وا ــ ــא ا أ כ ــ ــ ــ ا ــא ــא، وإ אق ــ ــ ا ــ ا

ــ ن ا ــ ــ ــ ا ــא אء כ ــ ــ آدم ا ــ א ــאس، وإن כאن ا وا

ــ ــ ا ــכ ا ــ ــ ل כ ا ــ ــ ــכ ا ــ ــ ــ ــ ا

ــ ــ ا ــ כאن وإذا ــאظ، ا ــכ ــ ــאرة ع ــ ، ــ ا ــ

כאن وإن ــא. و ــ ا ــ ــ أ אء ــ ا ــ ء ــ ــ אق ــ

ــא ــ ــ ــ ــ ا ــאت ــ ا ــא ــ و א אء ــ ــ ا ــ א

ــ ــ . ــ א ــ رب ا ، وا ــ א أ ــ ن כــ ــ أن ــ و

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ ــ ــאد ــ و אق ا ــ ــ ا

ــ ] ١٠٢٤[ م ا ــ ــא أن ا : أ ــ ــ و ج ــ ــ : ــ ــ ــא وأ

﴾ ــ ا ــ م ا ــ وس ا ــ ــכ ا : ﴿ا ــ א ــאل ، ــ ــ و אء ا ــ ــ أ

ــ ــ ا ــאه: ــ و ــ و ــ ا ــ ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ر و

ــא. כ ــ א ــא כ ا

ه ] ١٠٢٥[ ــ ــ و ر ــ ــ ، و ــ م ا ــ א ــ أراد ــ أ א ــ ا وا

ــ ف ــ ــ ــ א ــכ ا ــ ذ ر ــ ــא ــא وإ ــ ــ ا ــאع ــ إ

ــ ي ا ــ . ــ ــא ــאء ــ وا ــ ا ــאع ا ــ إ ه ــ ــ و ر ــ ــא ــ وإ أ

ــ ــ ــכ ا ــ ذ ــ א م. ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ م ــ ــ ا א כאن

. ــ ــ و ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 690: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi690

[1026] Sonra şayet onların Lebîd’i suçladıkları şey sahîh olursa -ki bu doğru değildir-, bu durumda Hz. Aişe’nin (r.a.) “Sadece senin isminden uzaklaşıyorum.”709şeklindeki sözü ismin müsemmanın dışında olduğuna ve Hz. Peygamber’in (s.a.) isminin onun zatının dışında olduğuna dair bir beyandır. Çünkü Aişe, Hz. Peygamber’i terk etmeyeceğini ancak onun ismini terk edeceğini bildirmiştir. Halbuki o, yüce Allah’ın kendisinden hoşnut olduğu bir kimsedir. Dolayısıyla o, fasihlikte Lebid’ten daha aşağı bir noktada değildir. Dolayısıyla Aişe, hüccet olmaya Lebid’ten daha lâyık-tır. Dolayısıyla Lebid’in sözü onların lehinde değil, aleyhlerinde bir delil olduğu hâlde bu nasıl olur? Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[1027] Raûbe710 ise “Her bir sûredeki ismi ile başlarım...” şeklinde bir söz sarfetmiştir. Raûbe, fesahat konusunda Lebîd’ten aşağı değildir. Yüce Allah’ın zatı her bir sûrede yoktur, ancak sûrelerde yüce Allah’ın isminin sûreti vardır. Dolayısıyla bir sûrede olanın orada olmayandan farklı bir şey olduğunda şüphe yoktur.

[1028] Ebû Sâsân Hudayn b. el- Münzir b. el-Haris b. Va’le er-Rakkâşî, oğlu Ğayyâz’a şöyle demiştir: “Sen, düşmana öfkeli olmadığın hâlde “Gay-yâz” diye isimlendirildin. Fakat sen dostu öfkelendiriyorsun.” Böylece o, -Lebîd’i suçladıkları şeyin hilafına olarak- ismin müsemmadan ayrı oldu-ğunu yoruma ihtiyaç duymayacak bir açıklıkla açıklamıştır.

[1029] Sibeveyh’in “Fiiller, isimlerin ortaya çıkardığı lafızlardan alın-mış örneklerdir.” şeklindeki görüşüne gelince, bu da onların lehine bir delil değildir. Sibeveyh’in burada “isimlerin sahiplerinin ortaya koyduğu şeyleri murat ettiğini” kesin olarak biliriz. Bunun delili, Sibeveyh’in kitabının bir-çok yerinde isimlerin kökleri (emsile) üç harfli dört harfli, beş harfli, altı ve yedi harfli isimleri zikretmesidir. İsimlerden altı ve yedi harfli olanların kaçınılmaz olarak ilaveli (mezit) olduğunu kabul etmiştir. İsimlerden üç harfli olanlar ise kaçınılmaz olarak asli ve orijinaldir. Dört harfli ve beş harfli olanlar ise, -Ca‘fer ve sefercel (ayva) gibi- iki asıllı ve ilaveli olurlar. Yed (el) ve dem (kan) gibi iki harften oluşan isimler ise nakıstır. (menkus).

5

10

15

20

25

30

Page 691: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 691

ــא ] ١٠٢٦[ ــ ر א ل ــ ــכאن ــ ــ و ــ ــ ــא ــ ــ ــ

ــ ــ ــ وأن ا ــ ا ــ ــא أن ا א כ ــ ــ ا ــא أ ــא إ ــ ا ا ور

ــ ــ ان ا و ــ ــ ر ــ ا ــא ه وإ ــ ــא ت أ ــ ــא أ ه ــ م ــ ا

ــ ل ــ ــ و כ ــ ــ ــ ن כــ ن ــ ــ ــ أو ، و ــ ــ دون א ــ ا

. ــ א ــ رب ا ؟ وا ــ ــ ــ

ــ ] ١٠٢٧[ ــ دون ــ ــ ورؤ رة ا ــ ــ כ ي ــ ــ ا א ــ ــאل رؤ ــ و

ــ رة ا ــ ــ ا ــא رة. وإ ــ ــ כ ــ ــ א ــאري . وذات ا ــ א ــ ا

ــא. ــ ي ــ ــ ا رة ــ ــ ا ي ــ ــכ أن ا ــ ــ א ا

ــ ] ١٠٢٨[ و ــ ــאرث ا ــ ر ــ ا ــ ــ ــאن א ــ أ ــאل و

ــ כــ ا وا و ــ ــ א ــ ــא و א ــ ــאظ: ”و ــ ــ א ا

ف ــ ، ــ و ــ ا ــא ــ ــ ا ــ ن ا ــ ح ــ “ ــ

. ــ ــ ه ــ ــא اد

אء ] ١٠٢٩[ اث ا ث إ אل أ أ : إن ا ل א وأ

כ אن ذ אء، ــ אب ا اث أ ــ أراد إ ري أ ــ ــ ، ــ ــ ــ

، ا ، وا א ، وا א ، وا אء ا א أ ا א כ

، وأن ا ان و אء ــ א ا ــ ــ وا ا ن ا ، و א ــ وا

، ــ ــאن أ כ אء ــ ــ ا ــ א ــ وا א ، وأن ا ــ ــ و אء أ ــ ــ ا

، ودم، ص אء ــ א ا ، وأن ا אن כ ، و ــ כ و

٥

١٠

١٥

Page 692: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi692

Şayet bizler, müsemmanın bilinmesi için vaz edilen ve işitilen yapılar olan isimler konusunda onun inancını takip etse idik, üç yüzden fazla yerde zik-rettiğine ulaşırdık. Sibeveyh’in kitabından iki sayfa okuyan bir kimseye onun muradının gizli kalmayacağını bileceğinden dolayı Sibeveyh’in kelâmından bunu anlayan kimse utanmaz mı? Hayanın azlığından dolayı Allah’a sığınırız.

[1030] Sibeveyh’in kitabında, besmeleden sonraki ilk satır şöyledir: “Bu bab, Arapçadaki kelimelerin türlerini bilme babıdır. Kelime; isim, fiil ve harftir. Harf isim ve fiil olmayan bir mana için gelmiştir. İsim ise adam (re-cul) ve at (feres) gibileridir...” İşte bu, Sibeveyh ve kendisinden önce ve sonra nahiv konusunda konuşan her bir kimse tarafından ortaya konulmuş açık bir beyandır. Buna göre isimler, kelâmın bir kısmıdır. İsim, sözden bir keli-medir. Müsemmanın kelime/söz olmadığı hususunda sağlıklı duyulara sahip olanlar arasında hiçbir ihtilaf yoktur. Sonra Sibeveyh, birkaç satır aşağıda şöyle dedi: “Ref ’, cer, nasb ve cezmin i’rabı harfler iledir. İ’rab harfleri ise, temekkün etmiş isimler, muzari fiiller ve ismi fâillerdir.” İşte bu, Sibeveyh ta-rafından ortaya konulan bir beyan olup isimlerin fâillerin dışında olduğu ko-nusunda bir problem yoktur. Başına dört harf ilave edilen fiiller de isimlere benzerler. İşkembeden atan kimse “Fiiller, müsemmalara benzerler.” şeklinde bir sözü asla söylemez. Sonra Sibeveyh şöyle demiştir: Nasb isimlerdedir. Ni-tekim “Zeyd’i gördüm (Zeyden)” dersin. Cer de isimlerde geçerlidir. “Zeyd’e uğradım (bi-Zeyd’in). dersin. Ref ’ de isimlerdedir. Nitekim “Bu Zeyd’dir (Zeydun).” dersin. İsimlerde temekkün olduğu için cezm yoktur. Tenvin ise eklenebilir. Bütün bunlar, isimlerin mukatta harflerle isimlendirilmiş değil, onlardan meydana getirilmiş kelimeler olduklarının beyanıdır. Şayet bu hu-sus cem ve ism-i tasğir baplarında, nida ve terhîm ve diğer konularda incele-nirse, ne kadar çok olduğu görülür ve neredeyse sayılamayacak.

[1031] Ebû Muhammed şöyle dedi: Böylece ismin müsemma oldu-ğunu kabul edenlerin ileri sürdükleri tartışmaların tamamı düşmüştür. Eh-linin ileri sürdüğü delilin düştüğü ve delilsiz kalan her bir görüş geçersiz-dir. Sonra “ismin müsemmadan ayrı olduğunu” söyleyenlerin delil olarak ileri sürdükleri hususları incelediğimizde yüce Allah’ın “En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin ve O’nun isimleri hakkında gerçeği çarpıtanları bırakın.” 711sözünü delil olarak gösterdiklerini görürüz.

5

10

15

20

25

30

Page 693: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 693

ــא ف ــ ــ ــ ا ــ ا ــ ا אء ــ ــ أن ا ــ ــא ــ و

م ــ כ ا ــ ري ــ ــ ــ ــ . أ ــ ــ א ــ ــ ــ أز אت ــ ا

ذ ــ ، و ــ ــ ور א ــ כ أ ــ ــ ــ أ ــ اده ــ ن ــ ــ ــא ــ ا

ــאء. ــ ا ــ ــא

ــ ] ١٠٣٠[ כ ــא ا ــ ــאب ا ــ : ــ ــ ا ــ ــאب ــ כ ــ وأول

. ــ ــ و א ــ ــ ــאء ف: ــ : و ــ : و ــ : ا ــ כ א ، ــ ــ ا

ــ ــ ا ــ כ ــ ــ כ ، و ــ ــ ــ ــאن ا ــ س. ــ ــ و : ر ــ א

ــ ــ ــ כ ــ م، وأن ا ــכ ــ ا ــ ــ אء ــ ــ أن ا ه، ــ ــ و

ــאل ــ ، ــ ــ כ ــ ــ أن ا ــ ــ ــ ــ ــ أ ف ــ ، و ــ כ ا

وف ــ اب، و ــ وف ا ــ م ــ ــ وا ــ وا ــ وا ة: وا ــ ــ ــ أ

ــ ا ــ ، و ــ א אء ا ــ ، وأ ــ אر ــאل ا ، وا ــ כ אء ا ــ اب ا ــ ا

ــ ــאل ا ــא ا אر ــ ــ ا ــ و א ــ ا אء ــ ، أن ا ــ ــכאل ــאن إ

ــאرع ــאل ــאرة: أن ا א ــ ــ ــ ــאل ــא ، و ــ ر ــ ا وا ــא ا ــ أوا

، ــ رت ــ : ــ وا ا، ــ ز ــ رأ אء، ــ ا ــ ــ وا ــאل: ــ ، ــ ا

ــ ا כ ــ ، و ــ ــאق ا ــא، وإ כ م ــ אء ــ ــ ا ــ . و ــ ا ز ــ : ــ وا

ــא، ن ــ ، ا ــ وف ا ــ ــ ا ــ ــאت ا כ ــ ا אء: ــ ــאن أن ا

ــ כ ــא ، و ــ اء وا ــ ، وا ــ اب ا ــ ــ وأ اب ا ــ ــ أ ا ــ ــ ــ و

. ــ ت ا ــ ا، وכאد ــ

ــ ] ١٠٣١[ ــ ن ا ــ ن ــ א ــ ا ــ ــא ــ כ : ــ ــ ــאل أ

ــא ــ . ــ א ــ ــאن ــ ى ــ ، و ــ ــאج أ ــ ا ل ــ ، وכ ــ ا

ل ا ــ ن ــ ــ א ــ ــ ا ــ ن: أن ا ــ א ــ ا ــ ــ ا

﴾ א ــ ــ أ ون ــ ــ ــא وذروا ا ه ــ אد ــ אء ا ــ ا : ﴿و ــ א

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 694: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi694

[1032] Onlar, yüce Allah’ın bir olduğunu ve isimlerinin ise çok oldu-ğunu söylediler. Şüphesiz ki Allah, iki veya daha çok sayıda olmaktan mü-nezzehtir. Nitekim Allah Resulü (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah’ın yüzden bir eksik doksan dokuz ismi vardır. Her kim bunları sayarsa cenne-te girer.” Onlar, “Her kim yaratıcısı veya mabudunun doksan dokuz tane olduğunu söylerse, şüphesiz o -tanrının üç tane olduğunu söyleyen- hıris-tiyanlardan daha şerli bir kimsedir.” demişlerdir.

[1033] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu zorunlu ve gerekli bir delil-dir. Ben, Muhammed b. Tayyib el-Bâkıllanî ve Muhammed b. el-Hasen b. Fûrek el-İsfahânî’nin “Yüce Allah’ın sadece bir isminin var olduğunu” söylediklerini gördüm.

[1034] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu görüş, bir karşı koyma ve yüce Allah’ı, Kur’ân’ı, Allah Resulünü (s.a.) ve bütün âlemi yalanlamadır. Sonra Bâkıllanî ve İbn Furek incelik gösterip şöyle dediler: Yüce Allah’ın “En güzel isimler Allah’a aittir.” meâlindeki sözünün ve Hz. Peygamber’in (s.a.) “Yüce Allah’ın doksan dokuz ismi vardır.” şeklindeki sözünün mana-sı, isimler değil tesmiyedir712.

[1035] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu taksim, sapkınlığa bu genelle-meden dolayı daha fazla götürmektedir. Onlara şöyle denilir: Sizin bu gö-rüşünüze göre, yüce Allah “En güzel isimlendirmeler Allah’a aittir.” demeyi murat etmekle beraber “En güzel isimler” demiştir. Yine Hz. Peygamber (s.a.) “Yüce Allah’ın doksan dokuz tesmiyesi vardır.” demeyi murat etmekle beraber “Allah’ın doksan dokuz ismi vardır.” demiştir. Yüce Allah ve onun Elçisi bunu yanılarak ve hata ederek mi? Yoksa müslümanları dalâlete dü-şürmek için kasıtlı olarak mı? Ya da siz ikinizin idrak ettiğiniz bu lisanı bilmeyerek mi söylemiştir? Zorunlu olarak bu ihtimallerden biri gereklidir, bundan kaçış yoktur. Halbuki bunların tamamı mutlak anlamda küfürdür. Onların ya bunlardan birini kabul etmeleri ya da Allah ve Resulüne karşı ileri sürdükleri yalanı terk etmeleri gerekir. Onların bu konudaki iddiaları delilsiz açık bir yalandır ve akıl sahibi bir kimse kendisi hakkında böyle bir şeyden hoşnut olmaz.

5

10

15

20

25

30

Page 695: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 695

ــ أن ] ١٠٣٢[ ــ ا א ــ ة، و ــ אء כ ــ ، وا ــ ــ وا ــ و ا وا ــ א

ــ ــ و : إن ــ ل ا ا و ــ אل ر ، و ، أو أכ ن ا כ

ــ أو א ــאل: إن ــ ا: و ــ א . ــ ــ ا ــא د א ــ أ ، ــ ــ وا ــ א א، ــ ا

. ــ ه إ ــ ــ ــ ــאرى ا ــ ا ــ ــ ن ــ ــ و ده ــ

ــ ] ١٠٣٣[ ــ ــ ورأ زم، وري ــ ــאن ا ــ و : ــ ــ أ ــאل

ــ א ــ ــ : أ ــ א رك ا ــ ــ ــ ــ ا ــ ا ، و ــ א ــ ا ا

. ــ ــ ــ وا إ ا

آن، ] ١٠٣٤[ ــ و ، ــ و ــ ــ כ و ــ אر ا ــ و : ــ ــ أ ــאل

ل ــ ــ : ــא ــא ــ ، ــ א ــ ا ، و ــ ــ و ــ ا ل ا ــ و

: إن ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ . و ــ אء ا ــ : و ا ــ ــ و ا

אء. ــ ــ ا ــ ا ــא א إ ــ ــ ا ــ و

ــכ ] ١٠٣٥[ ذ ــ ل ــ ا ــ ــ أد ــ ا ا ــ وכאن : ــ ــ أ ــאل

אت ــ ل: ا ــ ــ أن א ا، أراد ا ــ כــ ــ : ــ ــאل ــאل، و ا

ل إن ــ ــ أن ــ و ــ ا ــ ، وأراد ر ــ אء ا ــ ــאل: ا ، ــ ا

ــאل ــ ــ و ــ א أ ــ ــ ا ــ و ــאل:إن ا . ــ ــ ــ و

ــ ــכ أ ــ ، ــ ــ ، أم ــ ــ و ــ ا ــ ــכ، ور ــ ذ א ا

ه ــ ه ا ــ ــ ــ أ ــ ــא؟ و ــא أ ــא ــ ــ ا א ــ ــ م؟ أم ــ ا

ه ــ א ــא ك ــ ــא، أو ــ أ ــ ــ د، و ــ ــ ــא כ ــא وכ ــ ورة، ــ

ــכ ــ ذ ــ ا ا ود ــ . ــ ــ و ــ ا ــ ــ ور א ــ ا ب כــ ــ ا

. ــ א ــ ا ــ ــ ، و ــ ــ د ب כــ ــ ا א

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 696: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi696

[1036] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bununla birlikte o, lisanda yan-lışlığı açık olan bir durumdur. Çünkü tesmiye, müsemmanın fiili ve ismin müsemmayı gerçekleştirmesidir. Bu da (yani tesmiye), isim ve müsemma-nın dışında üçüncü bir şeydir. Dolayısıyla yüce yaratıcının zatı, müsemma olan “Allah”tır. Tesmiye ise, bu harflerle konuşmamız anında göğüs ve dil adalelerini hareket ettirmemizdir, bu da harflerden farklıdır. Çünkü harfler, kasların hareketiyle birlikte dışarıya atılan havadır. Hava ise, hareket ettirilen (muharrek), insan ise hareket ettirendir (muharrik). Hareket ise, muharrikin muharreki dışarı atmasındaki fiildir. Bu, duyular ve müşâhede yoluyla zorun-lu olarak bilinen ve bütün lisanlarda üzerinde ittifak edilen bir durumdur.

[1037] Yine onlar, yüce Allah’ın “Ey Zekeriyyâ! Haberin olsun ki biz sana Yahyâ adlı bir oğul müjdeliyoruz. Daha önce onun adını kimseye verme-dik.”

713 meâlindeki sözünü delil getirdiler. İşte bu âyet, ismin “Ya, ha, ya ve elif ” olduğu hususunda yoruma ihtimali olmayan bir açıklamadır. Şayet isim müsemma olsa idi, bu durumda hiçbir kimse yüce Allah’ın “Daha önce onun adını kimseye vermedik.” sözünün manasını düşünemez ve an-layamazdı ve bu söz de boş bir söz olurdu. Böyle bir şeyden Allah’ı tenzih ederiz. Bu sözün manasının “Yahyâ’dan önce hiç kimseye bu isim verilme-miştir.” şeklinde olduğunda ihtilaf yoktur.

[1038] Yine onlar, yüce Allah’ın kendi zâtı hakkındaki “(O, göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu hâlde, O’na ibadet et ve O’na ibadet etmede sabırlı ol.) Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor mu-sun?”

714 meâlindeki sözünü zikrettiler. Bu âyet de, yüce Allah’ın kendi za-tına tahsis ettiği isimlerin başkasına verilemeyeceğini gösteren apaçık bir beyandır. Şayet onların iddia ettikleri şey olsa idi, bu lafzı da hiçbir kimse akledip düşünemezdi. Bundan yüce Allah’ı tenzih ederiz.

[1039] Ayrıca onlar, yüce Allah’ın “( Meryem oğlu Îsâ, “Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve) benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim” demişti.”

715 Bu da (Ahmed isminin), birleştiklerinde “elif, ha, mim ve dal” harflerinden oluşan bir isim olduğunu açıklamaktadır.

5

10

15

20

25

30

Page 697: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 697

ــ ] ١٠٣٦[ ــ א ء ــ ــ ، ــ ا ــ ــ ا : ــ ــ أ ــאل

: ــ وا ، ــ ا ا ــ ــ א ــ א ا ات ــ ، ــ ا ــ و ، ــ ا

ــ ــ و وف، ــ ا ه ــ ــא ــ ــאن وا ر ــ ا ــ ــא כ ــ

ــ ك ــ ا ــ ــכ א ــ ا اء ــ ا ــ وف ــ ا ن وف، ــ ا

ــ ــ د ك ــ ــ ا ــ כــ اء، وا ــ ــ ا כ ك ــ ــ ا ــאن اء، وا ــ ا

ــ ــ ــ ــ ورة، ــ א ــא ، ــ א م ــ ــ ا أ ــ ك. و ــ ا

ــאت. ا

]١٠٣٧ [ ــ ــ م ا ــ ك ــ ــא : ﴿إ ــ א ل ا ــ ــא ا أ ــ وا

ــ ــ ــ أن ا ، ــ و ــ ــ ا ــ א﴾ و ــ ــ ــ ــ ــ ــ

ــ ــ ــ أ ــא ــ ــ ا ــ ــ כאن ا ــ و ــאء وا ــאء وا ــאء وا ا

ــ ــא א ــא אر ــכאن ، و ــ א و ــ ــ ــ ــ ــ ــ : ــ א ــ

. ــ ــ ــ أ ــ ا ا ــ ــ ــ ــאه ــ أن ف ــ ا. و ــ

א﴾. ] ١٠٣٨[ ــ ــ ــ ــ ﴿: ــ ــ ــ ــ و ل ا ــ ــא وا أ وذכــ

ه، ــ ــ ــ ــא ــ ــ ا ــ ا א אء ا ــ ــ أن أ ــ ــ ا ــ و

ا. ــ ــ ــא א ــא، ــ أ ــ أ ا ا ــ ــ ــא ــ ــא ــ כאن و

]١٠٣٩ [ ــ ي ا ــ ل ــ ا ــ : ﴿و ــ א ل ا ــ ــא ا أ ــ وا

. ــ ال إذا ا ــ ــ وا ــאء وا ــ وا ــ ا ــ ــ أن ا ــ ا ــ ﴾. و ــ أ

٥

١٠

١٥

Page 698: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi698

Yine onlar, yüce Allah’ın “Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi. Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüp-hesiz her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler. Allah, şöyle dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Âdem, meleklere on-ların isimlerini bildirince Allah, “(Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı da) ben bili-rim demedim mi?” dedi.”

716 meâlindeki sözünü delil getirdiler. Bu âyet de, isimlerin tamamının müsemmalardan farklı olduklarını gösteren apaçık bir beyandır. Çünkü müsemmalar (yani kendilerine isim verilen varlıklar), mevcut olan ve varlıkları sabit olan ayanlar olup melekler onları görmekte idi. Ancak melekler, Allah’ın Âdem’e öğrettiği isimleri bilmiyorlardı. Âdem de meleklere bu isimleri öğretmişti.

[1040] Onlar, yüce Allah’ın şu sözünü zikrettiler: “De ki: “(Rabbinizi) ister Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağı-rın, nihayet en güzel isimler O’nundur.”717 İşte bu, onların bu hususta hiçbir çıkar yollarının olmadığı bir konudur. Çünkü “Allah” lafzı, şüphesiz “Rah-man” lafzından farklıdır. Kur’ân’ın ifadesiyle bunlar, yüce Allah’ın isimleri-dir. Müsemma (isimlendirilen varlık) birdir ve şüphesiz farklılık göstermez.

[1041] Yine onlar, yüce Allah’ın “Üzerine Allah adı anılmayan (hayvan)lardan yemeyin.”

718 sözünü ifade ettiler. Bu âyet de, hayvanın boğazlanması anında kesik kesik harflerden (huruf-u mukatta’a) oluşan “Allah, Rahman, Rahim” ve yüce Allah’ın diğer isimleri gibi kelimelerin anılması hususunda müslümanların üzerinde birleştikleri apaçık bir beyandır.

[1042] Yine onlar herhangi bir istisna olmaksızın bütün müslüman-ların yüce Allah’ın isimlerinden herhangi bir isimle yemin eden, sonra da yeminini bozan bir kimseye kefaretin gerekli olduğu hususunda birleştik-leri şeklindeki icmâyı delil getirdiler. “Allah’a yemin olsun (vallahi)”, “Rah-man’a yemin olsun (verrahmani)” ya da “Samed’e yemin olsun (vessame-di)” şeklinde, yahut yüce Allah’ın isimlerinden herhangi biri ile yemin eden bir kimseye bu kefaretin gerekli olduğu hususunda bir tartışma yoktur.

5

10

15

20

25

30

Page 699: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 699

ــ ــ ــ ــא אء כ ــ آدم ا ــ : ﴿و ــ ــ و ل ا ــ ــא ا أ ــ وا

ــא آدم ــאل : ــ ــ ، إ ــ אد ــ ء إن כ ــ אء ــ ــ ــאل أ כــ ا

ــ ــ ا ــ . و ــ .﴾ ا כــ ــ أ ــ ــאل أ א ــ ــ ــא أ

א ــ ــ أ

، وذوات ــ א ــא א ــ أ אت כא ــ ن ا אت، ــ ــ ا ــא אء כ ــ ــ أن ا

ــא آدم ــא ا آدم، و ــ ــ ا אء ــ ــ ا ــא ، وإ כــ ــא ا ا ، ــ א

. כــ ا

ا ] ١٠٤٠[ ــ ــא ــא أ ــ ا ا ــ أو اد ا ا ــ اد ــ ﴿ : ــ א ل ا ــ وا وذכــ

ــ ــ ــ ــ ا ن ، ــ ــ ــ ــא ا ــ ﴾ و ــ אء ا ــ ا ــ

ــ א ــ ــ وا . وا ــ א אء ا ــ آن أ ــ ــ ا ــ ــכ و ــ ــ ا

ــכ. ــ

]١٠٤١ [ ﴾ ــ ا ــ ا כــ ــ ــא

ا ــ כ : ﴿و ــ ــ و ل ا ــ وا وذכــ

ــ ــ כ ه ا ــ ي ــ م أن ا ــ ــ ا ــ أ ــ ــ ــ ــא ــאن أ ا ــ و

א ــ ــא أ ــ و ــ ا ــ ا وا ، ــ وف ا ــ ــ ا ــ ــ ا כ ا

. ــ ــ و

ــ ] ١٠٤٢[ א م ــ ا ــ أ ــ ن ــ ــאع ا ــ ا ــ وا

ــ ا אء ــ أ ــ ــ א ــ ــ ن ــ ل ــ ا ــ ا ــ أ ــ ا ــ أ ــ

، أو ــאل وا ــ زم ــכ ــ أن ذ ف ــ ــאرة، و כ ــ ا ــ ــ و

אن ــ ــא، و ــ ــ ــ و אء ا ــ ــ أ ــ ، أو أي ا ــ ــ أو ا ا

آن، ــ ا ــ ــ و ــ ا ــ ــאء ــא ــ ــא ــ ــ ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 700: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi700

İsmin, kesik kesik harflerin birleşmesiyle meydana gelen bir kelime olduğu hususunda yüce Allah’ın Kur’ân’da ortaya koyduklarına, Allah Resulünün (s.a.) ifade buyurduklarına, müslümanların üzerinde birleştikleri ve yer-yüzü ahalisinin ittifak ettiği hususlara hata nispet eden akıllar ne kadar ahmak ve aptaldır! Bâkıllanî ve İbn Furek, bunun isim olmayıp tesmiye olduğunu kabul etmişlerdir. Bizleri, bu rezil sıfata sahip kimselerden ve aşırılığa düşen topluluktan kılmayan yüce Allah’a hamd olsun.

[1043] Yine onlar, Allah Resulünün (s.a.) “Eğitimli köpeğini avı yakala-ması için gönderdiğinde, Allah’ın ismini anıp avı yersin” şeklindeki sözünü delil getirdiler. Böylece zikredilen lafzın yüce Allah’ın ismi olduğu anlaşıl-maktadır. Yine Hz. Peygamber (s.a.), kendisine ait isimler olduğunu haber vermiş ve bunların “Ahmed, Muhammed, el-Âkib, el-Hâşir, el-Mâhî”719 olduklarını bildirmiştir. Dolayısıyla aman Allah’ım ve ey müslümanlar! Bir tutam aklı olan kimsenin Allah Resulünün beş tane zâtı olduğunu düşün-mesi mümkün müdür? Bilmediklerimizi yaratan Allah yücedir.

[1044] Onlar, Allah Resulünün (s.a.) “İsmimi isim olarak kullanınız fakat künyemi künye olarak kullanmayınız.” şeklindeki sözünü zikrettiler. Böylece Hz. Peygamber’in isminin “mim, ha, mim ve dal” harflerinin bir-leşmesiyle meydana geldiği hususu, herhangi bir şüpheye mahâl kalmaksı-zın yakîni olarak ortaya çıkmıştır. Yine onlar, Hz. Aişe’nin (r.a.) Allah Re-sulünün (s.a.) huzurunda ifade ettiği görüşünü delil olarak ileri sürdüler. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.), Aişe’ye şöyle demişti: (“Resulullah (s.a.), bana: “Ben senin benden razı olduğun ve bana öfkeli bulunduğun zamanı iyi bilirim” buyurdu. Ben: “Bunu nerden biliyorsun?” dedim.) Resulullah (s.a.): “Benden razı isen: “Hayır, Muhammed’in Rabbi hakkı için” diyor-sun. Eğer öfkeliysen: ‘Hayır, İbrahim’in Rabbi hakkı için” diyorsun” bu-yurdu. Ben: “Evet! Vallahi, ey Allah’ın resulü! Doğru söylüyorsun. Fakat ben, dargın olduğum zaman zatından ve sevginden değil sadece ismin-den uzaklaşıyorum” dedim.”720 Hz. Peygamber de (s.a.) bu sözden dolayı onu eleştirmemişti. Şüphesiz bu durum, Hz. Peygamber’in isminin kendi zatından farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü Aişe, Hz. Peygam-ber’in kendisinden değil, isminden ayrılmıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 701: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 701

ــא م و ــ ــ ا ــ أ ــ ــא أ ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر א ــא و

وف ــ ــ ا ــ ــ ا כ ــ ا ــ ــ أن ا ــ א رض ــ ا ــ أ ــ أ

ــ ــא ــ وإ ــ ا ــ ــכ ــ أن ذ رك، ــ ــ ، وا ــ א ــ ا ، و ــ ا

ه ــ ــ ــ و ذو ــ ا ه ا ــ ــ ــ أ ــא ــ ى ــ ــ ا ــ وا ا

. ــ و ــ ا א ا

ــ ] ١٠٤٣[ : إذا أر ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ــא ا أ ــ وا

. ــ א ــ ا ــ ا ر כــ ــ ا ــ أن ا . ــכ ــ ا ت ا כــ ــכ כ

، ــ ، و ــ ــ ا אء و ــ ــ ا ــ إن ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ و

ــכ ــ ذو ز أن ــ ــ أ ــא ــא و . ــ א ، وا ــ א ، وا ــ א وا

ــא ــ ي ــ ــאرك ا ــ ذوات، ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ أن ر

. ــ

ــ و ] ١٠٤٤[ א ا ــ : ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ وا وذכــ

ــ ــכ ــ ال ــ ــ وا ــאء وا ــ وا ــ ا ــ ــ أن ا . ــ כ ا ــ כ

ــ ــ و ــ و ــ ا ل ا ــ ة ر ــ ــא ــ ا ــ ر א ل ــ ا ــ وا

ــא ــ ، وإذا כ ــ ــ ورب ــ ــ ــ را م: إذا כ ــ ــ ا ــא ــאل

כــ ــ כ. ــ ــ إ ا ــא أ ل ا ــ ــא ر ــ وا ــ أ א ، ــ ا ــ ورب إ

ــכ ــ ه ــ ــ ــ أن ا ل، ــ ا ا ــ ــא ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ر

. ــ ت ا ــ ــא ــ وإ ــ ذا ــ ــא

٥

١٠

١٥

Page 702: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi702

[1045] Bunlara ilaveten onlar, Allah Resulünün (s.a.) “Abdullah ve Abdurrahman gibi yüce Allah’ı hatırlatan isimleri severim. İsimlerin en güvenilir olanı Hümam ve el-Hâris’tir.” meâlindeki sözünü de delil getirdi-ler. İsimlerin en yalancı olanlarının da Hâlit ve Mâlik olduğu rivayet edil-miştir. Bütün bunlar, ismin müsemmadan farklı olduğunu açıklamaktadır. Bazen yüce Allah’ın öfkelendiği bir kimse Abdullah ve Abdurrahman diye isimlendirilir. Bazen çokça yalan söyleyen bir kimse de Hümam ve el-Hâris diye isimlendirilir. Bazen de doğru sözlü bir kimse de Hâlit ve Mâlik diye isimlendirilir. Halbuki onlar isimlerinin hilafına davranmaktadırlar.

[1046] Yine onlar, bir kimseye “İsmin nedir?” diye sorulduğunda, söz konusu kişinin “Filan” diye cevap vermesi hususunda bütün ümmetlerin ittifak ettiklerini ifade etmek sûretiyle delil getirdiler. Söz konusu kişiye, “Oğlunu ve köleni nasıl isimlendirdin?” diye sorulduğunda, “Onları fi-lan diye isimlendirdim.” diye cevap vermiştir. Böylece onun tesmiyesinin (isimlendirmesi), bu ismi tercih etmesi ve müsemmaya (isimlendirilen varlığa) uygulaması olduğu ortaya çıkmaktadır. Neticede tesmiyenin, isim ve müsemmadan farklı olduğu ve ismin de müsemmanın dışında olduğu hususu kesin olarak ortaya çıkmıştır.

[1047] Onlar, tetkik ve tahlil açısından şöyle demek sûretiyle delil ge-tirdiler: Sizler “Yüce Allah’ın ismi, Allah’ın kendisidir.” diyorsunuz, sonra yüce Allah’ın isimlerinin onun sıfatlarından türetildiğini ileri sürmeleriyle ilgilenmiyorsunuz. Buna göre alîm sıfatı, ilimden, kadîr sıfatı kudretten ve hay sıfatı da hayattan türetilmiştir. O zaman Allah’ın ismi “Allah”tır ve Allah ismi türetilmiştir. Sizin görüşünüze göre Allah Teâlâ müştaktır. Bu ise saçma bir küfürdür ve çirkin bir kelâmdır ve onların bundan kurtuluş-ları yoktur. Böylece Kur’ân, sünnet, icmâ, akıl, dil ve nahivden hareket-le zikredilen deliller ismin müsemmadan farklı olduğunu şüpheye gerek olmaksızın ortaya çıkarmıştır. Ahmed b. Haddat, güzel olmasını dilediği şeyi güzel kılmıştır. Zira o şöyle demektedir: “Ne kadar yanlış! Ey ailenin kız kardeşi, isim ve müsemma konusunda neyi karıştırdın? Şayet bu olsa idi, ölümü isimlendir denildiğinde, o zaman kim ona isim verirdi”.

5

10

15

20

25

30

Page 703: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 703

אء ] ١٠٤٥[ ــ ــ ا ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ل ر ــ ــא ا أ ــ ا

ــאرث. ــאم وا אء ــ ق ا ــ ، وأ ــ ــ ا ــ ا و ــ ــ و ــ ا إ

ــ ، ــ ا ــ ــ ا أن ــ ــ כ ا ــ و ــכ، א و ، ــ א ــא أכ وروى

ــ ــ ــ و ، ــ و ــ ا ــ ــ ، ــ ا ــ و ا ــ ــ

ف ــ ــ ــכא، א ا و ــ א ــאدق ــ ا ــא، و א ــאرث و ــא ا ا ن כ כــ

. א ــ أ

ــ إذا ] ١٠٤٦[ ــ أ ــא ــ כ ــ ا ــ ا ا ــ א ن ــ ــא ا أ ــ وا

ك؟ ــ ــכ و ــ ا ــ ــ כ ــ ن وإذا ــ ــאل: כ؟ ــ ــא ا ء ــ ــ ا

ــ ــ ــכ ا ــ ذ א ــאره وإ ــ ا ــ ــ أن ــא، ــ ــאل:

ــ ــ ، وأن ا ــ ــ ا ــ و ــ ا ــ ــא أن ا ــ ــ ا

. ــ ا

ا ] ١٠٤٧[ ــ ا إن ن ــ ــ أ ا ــ א ن ــ ــ ا ــ ــ ا ــ وا

ــ ــ ــ א אء ا ــ ا أ ــ ن ــ ن ــ ــ ، ــ ــ ا ــ א

ــ ذا ا ــ ــאة. ــ ــ رة، و ــ ــ ــ ، و ــ ــ ــ ــ ــ א

ــאرد، ــ ا כ ــ ــ و כــ ــ ــ א ــא ، ــ ــ ا ، وا ــ ا ا

آن ــ ــ ا رة כــ ــ ا ا ــ ا ــ ــ ــ ــ و م وכ

ــ ا ــ ــ ا أن ــ ، ــ وا ــ وا ، ــ وا ــאع وا ، ــ وا

ــא ــאت ل: ــ ــ إذ ــאء أن ــא اد ــ ــ ــ ــ أ ــ أ ــכ و ــ

ــאت إذا ــ ــ ا و ــ ــ כאن ــ ــ وا ــ ا ــ ــא ــ آل أ

א. ــ ل ــ ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 704: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi704

[1048] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ebû Abdullah el-Kattan es-Saih, bir yaprak parçasına “Allah” ismini yazan ve sonrada ona doğru namaz kılmaya başlayan birisini gördüğünü ve ona şöyle dediğini bana anlatmıştı: “Bu nedir? diye sordum. O, “Benim mabudumdur.” dedi. Ben, yaprağa üfledim ve yaprak uçup gitti. Bunun üzerine ona “Senin mabudun uçup gitti.” dedim. Akabinde o benimle kavga etti.” dedi.

[1049] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onlar, konuyu çarpıttılar ve şöyle dediler: “Yüce Allah’ın isimleri, o zaman mahlûktur. Zira söz konusu isim-ler çoktur ve onlar Allah Teâlâ’dan farklıdırlar.” Onlara şöyle cevap verdik -Başarı Allah’ın yardımıyladır-: Eğer sizler, hece harflerinden ve kendisiyle kağıda yazılan mürekkepten meydana gelen sesleri kastediyorsanız, bunla-rın tamamının mahlûk olduğu hususunda hiçbir müslüman ihtilaf etmez. Eğer sizler, yüce Allah’a yaratılmışlığı atfetmekle çarpıtmayı ve şüphede bı-rakmayı murat ediyorsanız, her kim bunu söylerse o kâfirdir. Bilakis birisi, “Allah” lafzının ya da yüce Allah’ın isimlerinden bazılarının yazılı olduğu bir kitabı veya bir kelâmı işaret eder, “Ya Allah” ya da O’nun isimlerinden bazı-larını der ve akabinde de “Bu mahlûk mudur?” veya “Bu senin rabbin değil midir?” ya da “Bunu inkâr ediyor musun?” derse, bu durumda bir müslü-manın -yüce Allah’ı mahlûk olmaktan tenzih etmekle birlikte- şöyle demesi doğru olur: “Bilakis O, benim rabbim ve yaratıcımdır; Ona inanırım ve onu inkâr etmem.” Şayet söz konusu kişi bundan başka bir şey derse, kanı helâl kabul edilen bir kâfir olur. Çünkü onun ne yüce Allah’ın zatından ne de rabbimiz ve yaratıcımız olandan sorması mümkün değildir. Öyle ki O, bu isimlerle isimlendirilen varlıktır ( müsemma). Yoksa kendisinden haber verilen ve -isminin zikredilmesi durumu hariç- zikredilen değildir.

[1050] Bu soruya verilen cevap, uygun olmayan şeyleri yüce Allah’ın zatına iliştirmek sûretiyle câhillerin aklını karıştırdığına göre, elbette bu konudaki cevabı -daha önce ifade ettiğimiz gibi- kısımlara ayırmak sûre-tiyle ifade etmek mümkün olur. Aynı şekilde şayet bir kimse, Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib b. Haşim diye yazsa ya da bu şekilde bir söz söylese, sonra da bize dönüp “Bu Allah Resulü müdür? Yoksa değil midir? Ve buna inanıyor musunuz veya inkâr ediyor musunuz?” demiş olsa, elbette “O Allah elçisi değildir ve ben onu inkâr ediyorum.” diyen bir kimse müslümanların ittifakıyla kanı helâl kabul edilen bir kâfir olur.

5

10

15

20

25

30

Page 705: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 705

ــ ] ١٠٤٨[ ــאن أ ــא ا ــ ا ا ــ ــ أ ــ وأ : و ــ ــ ــאل أ

ــא : ــ ــ ــאل ــא ــ إ ــ אة و ــ ــ ــ ا ــ כ ــ ــא

ــאل دك ــ ــאر ــ ــ ــ ــאرت ــא ــ ــאل دي ــ ــאل ا؟ ــ

. ــ

ــ ] ١٠٤٩[ ــ إذن ــ و אء ا ــ ا ــ א ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ : إن כ ــ ــ ا א ــא ــ و ــ ؟ ــ א ــ ا ــ ة، وإذ ــ ــ כ إذ

ــאس ــ ا ــ ط ــ اء ا ــ ــאء وا وف ا ــ ــ ــ ات ا ــ ن ا ــ

ــ ــאم وا ون ا ــ ــ ق، وإن כ ــ ــכ ــ כ ذ אن ــ ــ ــא

ــ ــאر ــ إن أ ، ــ ــ כא ــכ ــ ذ ــ أ ــ א ــ ا ــ ق ا ــ

ــא ــאل ــ إذ ــ כ ــ أو إ א אء ا ــ ــ أ : ا أو ــ ب ــ כ ــאب ــ כ إ

؟ أو כــ ــ ر ا ــ ق أو ــ ا ــ ــאل ــ ــ و א ــ ــ أ ــאل ا أو

ــ ــא ن כــ ــ أن ــא א ل ــ ــ إ أن ــ ــא ا ــ ون ــ כ

ل ــ ا ــ ــכאن כא ا ــ ــ ــאل ــ ، و ــ ــ ــ و أכ ــ ، أو ــ א ــ و ــ ر

ــ ــא ــ ر ي ــ ــ ا ــ و א ــאري ــ ذات ا ل ــ כــ أن ــ م ــ ا

ــ و ــ ي ــ ــ ا אء و إ ــ ه ا ــ ــ ــ ا ي ــ ــא، وا א ــ و و

. ــ ــ و כــ ا כــ إ ي ــ ــ ا إ

ــאل ] ١٠٥٠[ ــ ا ــ أ ه ــ ــ ا ه ــ ــ اب ــ ا כאن ــא

ــ إ ــכ أ ــ ذ اب ــ ــ ا ــ أن ــ ــ א ــ ذات ا ز إ ــ ــא

ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ــאن ــ إ ــ כ ــכ ــא وכ ــא ذכ ــ ،כ

ــ أم ــ و ــ ا ل ا ــ ا ر ــ ــא ــאل ــ ــכ ــ ــ أو א ــ

ل ا ــ ــ ر ــאل ــ ــכאن ؟ ــ ون ــ כ ا أو ــ ن ــ ل ا و ــ ــ ر

م، ــ ا ــ أ ــאع م ــ ا ل ــ ا ــ כא ــ ــ أכ ــא وأ ــ و ــ ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 706: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi706

Fakat biz, “Bilakis o, Allah’ın elçisidir. Biz ona iman ederiz.” şeklinde de-riz. İşitilen ses ve yazılan yazının ne Allah ne de Allah’ın Elçisi olmadığı hususunda hiçbir kimse ihtilaf etmez. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1051] Şayet onlar, ravilerden olan Ahmed b. Hanbel, Ebû Zür’a Ubey-dullah b. Abdulkerim ve Ebû Hâtim Muhammed b. İdrîs el-Hanzalî’nin (Allah onlara rahmet eylesin) “Şüphesiz isim müsemmadır.” dediklerini söylerseler, onlara şöyle deriz: Şüphesiz bu kimseler (r.a.), -her ne kadar Ehl-i Sünnetten ve bizim önderlerimizden olsalar da- yanılmaktan ko-runmuş değillerdir. Yüce Allah, onları taklît etmeyi ve dile getirdikleri her hususta onlara tabi olmayı bizlere emretmemiştir. Bunların (Allah onlara rahmet eylesin) “Kur’ân, kariden işitilen ve bizzat sayfalarda yazılı olandır.” şeklinde tercih ettikleri görüşlerinin sahîh bir görüş olduğunu kabul edi-yorum. Bu, sahîh bir görüştür ve bu bölümde ve daha önce açıkladığımız üzere Kur’ân hakkındaki bölümde ismin müsemma olmasını gerektirmez. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[1052] Garip olan husus, bütün bunların hakikati değiştiren, isabet eden ve kendilerine muhalefet edilmesi doğru olmayan mezkûr şahıslardan uzaklaşan kimselerden meydana gelmesidir. Eş’arî’ye intisap edenlerden bazıları, Kur’ân’ın bizlere asla indirilmediğini, bizim Kur’ân’ı asla işitme-diğimizi, Cebrâil’in Kur’ân’ı Allah Resulünün (s.a.) kalbine indirmediğini ve mushaflarda yazılı olanın Kur’ân’dan başka bir şey olduğunu kabul et-miştir. Sonra onlar, “Allah’ın ismi, Allah’tır ve O’nun için sadece bir isim vardır.” demek sûretiyle bu kel kafalı kâfirlere tabi oldular. Onlar, yüce Allah’ın doksan dokuz ismi gibi, pek çok isminin bulunduğu konusunda yüce Allah’ı ve O’nun elçisini yalanladırlar. Aşırılığa düşmekten Allah’a sığınırız.

[1053] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şayet bir kimse, içinde “Allah” yazan bir kitaba işaret etse ve “Bu benim rabbim değildir, ben bunu inkâr ederim.” dese, elbette kâfir olur. Şayet birisi, “Bu mürekkep, benim rabbim değildir, ben bu sesin rububiyetini inkâr ederim.” dese, elbette doğru söyle-miş olur ve bu reddedilemez. Ancak biz, durmamız gereken yerde dururuz.

5

10

15

20

25

30

Page 707: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 707

ت ــ ــ ا ــאن ــ ا ــ و ــ ــ ، و ل ا ــ ــ ر ــ ل ــ כــ و

. ــ ــ ا א ــא ، و ل ا ــ ــ ا و ر ــ ب، ــ כ ــ ا ع وا ــ ا

]١٠٥١ [ ، ــ כ ــ ا ــ ــ ا ــ ــא زر ، وأ ــ ــ ــ ا: إن أ ــ א ن ــ

ن إن ــ ــ א ــ ا ــ ر او ، ا ــ ــ ا ــ إدر ــ ا ــ א ــא وأ

، ــ ــ ا ــ أ ا ــ ــ وإن כא ــ ا ء ر ــ : إن ــ ــא . ــ ــ ا ــ ا

ــ ــ ــ و ــ א ــא ا ، و أ ــ ــ ا ــ ا ــ ــא ــ أ و

ــ ل ــ ا ا ــ ــאر ــ ا ــ ا أرا ء ر ــ ه، و ــ א ــא ــ כ ــ א وا

ا ــ ، و ــ ــ א ــ ا ط ــ اء، ا ــ ــ ا ع ــ ــ ا آن ــ ــ إن ا ا

ا ــ ــ ــא ــ ــא ــ ــ ــ ا ــ ن ا כــ ــ أن ــ و ل ــ

. ــ א ــ رب ا آن، وا ــ ــ ا م ــכ ــאب ا ــ ــאب، و ا

ــ ] ١٠٥٢[ ــ ر כ ء ا ــ ــאرق ــ و ــ ا ــ ــ ــ כ ــא ا وإ

ــ ء ا ــ ــ ا، ــ ــ و ــ ــ ــ و ــ ــ ا و ــ א أ

ــ ل ــ ، و ــ אه ــ ــא و ــ إ ل ــ ــ آن ــ ن ا ــ ــ א ي، ا ــ ــ ا إ

ــ ــ א ــ ا ي ــ ، وأن ا ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ ــ

ــ ــ ا ا: إن ا ــ א ن ــ ــאء ة ا ــ כ ه ا ــ ا ــ ــ أ آن، ــ ــ ا ــ ء آ ــ

ة ــ אء כ ــ ــ أن أ ــ ــ ور א ا ا ــ ، وכ ــ ــ وا ــ إ ا ــ ا وأ

ن. ــ ــ ا ــא ذ ــ ، و ــ ــ و

ــאل ] ١٠٥٣[ ، ــ ا ب ــ כ ــאب ــ כ ــ إ א ــא ــ أن إ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــא כא ــ وأ ــ ر اد ــ ا ا ــ ــאل ــ ا. و ــ ــכאن כא ا ــ ــ ــא כא ــ وأ ــ ر ا ــ

א. א א و أن ا א و כ وإ ا א، و אد כאن ت ا ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 708: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi708

Şayet bir kimse, “Muhammed, Allah’ın elçisidir, Allah ona merhamet et-sin.” dese, tahkirden uzak kalamaz. Şayet “Ey Allah’ım! Muhammed’i ve Muhammed ailesini bağışla!” dese, elbette güzel davranmış olur. Yine bir kimse, anne babasından kendi adıyla gizli/saklı bir uzvu zikretse, -doğru söylemiş olsa dahi- büyük günah işleyen bir asi olur. Başarı, yüce Allah’ın yardımıyladır.

Yıldızların Hükmü, Feleklerin ve Yıldızların İdrak Edip Edemeyecekleri Konusu

[1054] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bir topluluk, felek ve yıldızların idrak ettiğini, onların gördüklerini ve işittiklerini, ancak tat alma ve kok-lama duyularının olmadığını iddia etmiştir. Bu delili olmayan bir iddiadır. Dolayısıyla bu şekilde olan bir şey, her topluluk nezdinde aklın temel pren-sipleri sebebiyle reddedilmiş bâtıl bir şeydir. Çünkü delilsiz iddia, karşıt ve muarız olan başka bir iddiadan daha güvenilir değildir. Felek ve yıldızların asla idrak edemeyecekleriyle alakalı hükmün doğruluğunun delili; bunla-rın hareketlerinin değişmeksizin daimi olarak tek bir düzen üzere olma-sıdır. Bu ise, seçme hürriyeti olmayan belli bir düzene konulmuş cansız varlıkların sıfatıdır.

[1055] Onlar delil olarak “üstün olan varlıkların sadece en faziletli ameli tercih etmeleri” görüşünü söylediler. Biz de onlara şöyle dedik: Siz-ler, hareketin iradeye bağlı durmaktan (sukûn-i ihtiyârî) daha üstün oldu-ğunu nereden biliyorsunuz? Çünkü biz, iradeye bağlı ve zorunlu olmak üzere hareketin iki tür olduğunu ve aynı zamanda durmanın da iradeye bağlı ve zorunlu olmak üzere iki türlü gördük. Dolayısıyla iradeye bağlı hareketin iradeye bağlı durmadan daha faziletli olduğuna dair herhangi bir delil yoktur. Ayrıca sizler, döngüsel hareketin (el-hareketü’d-devriyye-tü) sağa, sola ya da öne arkaya doğru olan hareketlerden daha faziletli ol-duğunu nereden biliyorsunuz? Yine sizler büyük gök cisimlerinin (felek) hareketi gibi doğudan batıya doğru olan hareketin, diğer gök cisimlerinin ve bütün yıldızların hareketi olan batıdan doğuya doğru olan hareketten daha faziletli olduğunu nereden biliyorsunuz? Böylece onların görüşünün yanlış ve muharref bir görüş olduğu ve iddialarının da çarpıtılmış yalancı bir iddia olduğu ortaya çıkmıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 709: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 709

אف، ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ــ ر ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאل

כــ א ــא ــ أن إ א، و ــ ــכאن ــ ــ وآل ــ ــ ار ــאل ا ــ

ــא ــא، و אد ة وإن כאن ــ ــ כ ــא أ א ــכאن ــ א ر ــ ــ ا ــ ا ــ أ

. ــ ــ ا א

م أم ــ ــכ وا ــ ا ــ ــ م ــכ م وا ــ ــא ا א ــ م ــכ ا

ى، ] ١٠٥٤[ ــ ــא ــ وأ م ــ ــכ وا م أن ا ــ ــ : ز ــ ــ ــאل أ

ــ ا כــ ــא כאن ــאن و ــ ى ــ ه د ــ ، و ــ وق، و ــ ، و ــ و

ى ــ ى أ ــ ــ د ــ ــ أ ، إذ ــ ول ا ــ ــ א ــ כ دود ــ ، ــ א

: ــ ــ أ م ــ ــכ وا ن ا ــ כــ ــ ا ــאن ــא، و אر ــא و אد

ــ ــאد ا ــ ا ه ــ ــא و ل ــ ة ــ ــ وا ــ ر ا ــ ــא أ כ ــ أن

. ــ ــאر ي ا ــ ا

]١٠٥٥ [ . ــ ــ ا ــאر إ أ ــ ا: أن ا ــ ــ ــ ا ا ــ א

ــא ــאري؟ ن ا ــכ ــ ا ــ כــ أ ن ا ــ כــ ــ ــ أ ــ و ــא

ن ــכ ا ــא وو ، ــ ار وا ــ אر ا כــ ، ــ כ כــ ا ــא و

ــ أ ــ אر ا כــ ا أن ــ ــ د ــ ــא، ار وا ــא אر ا ــכ

ــא ــ ــ ــ أ ور כــ ا ن ا ــ כــ ــ ــ ــאري، ن ا ــכ ــ ا

ق ــ ــ כــ ن ا ــ כــ ــ ــ ــאم أو رواء؟ ــאرا أو أ ــא أو כאت ــ ا

ق، ــ ــ ب إ ــ ــ כــ ــ ا ــ ــ أ כ ــכ ا ك ا ــ ــא ب כ ــ ــ إ

ة، ــ א ــ ــ ح أن ــ اכــ כ ــ ا ك و ــ ــא ا ك ــ ــא כ

. ــ ، ــ ى כאذ ــ ود

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 710: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi710

[1056] Onlardan bazıları şöyle dedi: Biz akıllı olduğumuza göre ve yıl-dızların da bizleri idare ettiklerine göre, onlar idrak etmeye ve canlı olmaya bizden daha lâyıktırlar. Bunun üzerine biz şöyle dedik: Bu söz kendi için-de bir sıraya göre iki iddia taşımaktadır. Bunlardan ilki, yıldızların bizleri idare ettiklerini kabul etmektir. Halbuki bu -daha sonra inşallah açıkla-yacağımız üzere- delili olmayan bâtıl bir iddiadır. İkincisi ise, bizi idare eden varlıkların akla ve hayata bizden daha fazla lâyık olduklarına dair hükümdür. Nitekim biz, idare etmenin (tedbir), bazen tabii ve bazen de ihtiyari olduğunu görmüştük. Şayet yıldızların bizleri idare ettikleri doğru ise, elbette bu gıdaların, hava ve suyun bizi idare etmesi gibi tabii olan bir idare olmalıdır. Bunların tamamı (yani gıdalar, hava ve su) müşâhede yoluyla canlı ve idrak sahibi olmadıklarını biliyoruz. O halde yıldızların hareketlerinin tek bir düzen üzere cereyan etmesini ve bundan asla kur-tulamayacaklarını ifade etmek sûretiyle yıldızların bizi idare etmelerinin ihtiyarî olduğu görüşünü geçersiz kıldık. Biz yıldızlar meselesiyle ilgili açık ve seçik bir görüş ortaya koyacağız inşallah.

[1057] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yıldızların feleklerde kat ettikleri mesafeyi, bunların her birini, doğuş yerlerini, boyutlarını, yüksekliklerini ve feleklerin merkezlerine göre farklılıklarını bilmeye gelince, bu derecesi yüksek güzel bir ilimdir. Bu konuda araştırma yapan bir kimse bu ilim saye-sinde yüce Allah’ın kudretinin azametine, gücünün, sanatının ve içindeki-lerle birlikte âlemi yaratmasının gerçekliğine hâkim olur. Öyle ki bunların tamamı yaratıcıyı kabul etmeyi zorunlu kılan şeylerdir. Yine kıblenin ve na-maz vakitlerinin bilinmesinde yıldız bilgisinden müstağni kalınamaz. Yine bundan (yani yıldız bilgisinden) oruç ve Ramazan bayramının tespiti için hilallerin görülmesi bilgisi, güneş ve ayın tutulmasının bilgisi elde edilir.

[1058] Bunun delili ise yüce Allah’ın şu âyetleridir: “Biz sizin üzeriniz-de yedi yol yarattık. (Biz yarattıklarımızdan habersiz değiliz.)”

721 “Ayın dola-şımı için de konak yerleri (evreler) belirledik. Nihayet o, eğrilmiş kuru hurma dalı gibi olur. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.”

722 “Burçlarla dolu göğe and olsun.” 723 “(O, gü-

neşi bir ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan,) yılla-rın sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir.”724 İşte bu, bizim dediğimiz şeylerin ta kendisidir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

5

10

15

20

25

30

Page 711: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 711

ــ ] ١٠٥٦[ ــ أو ــא כא اכــ כ ــ ا ــ وכא ــ ــא ــא כ : ــ ــאل و

ل ــ ــא ا ، أ ــ ــ ــאن ــאن ــאن د א ــא ــא. ــאة ــ وا א

، ــאء ا ا إن ــ ــ ه ــא ذכــ ــ ــאن ــ ــ ى כאذ ــ ــ د ــא ــא

ن כــ ــ ــא ا ــ و ــא، ــאة ــ وا א ــ ــא أ ــ ن ــ כــ ــ ا א وا

ــא، اء ــ ــ ا ــא כ ا ــ ــכאن ــא ــא ــ أ ــ ــא، אر ن ا כــ ــא و ــא ــ أ ة. و ــא א ــ א ــא و ــ ــכ ــא، وכ ذ ــאء اء وا ــ ــ ا وכ

ة ــ ــ وا כ ــ ــא ــ ــא ــא ذכ ــא אر ــ ا اכ כ ــ ا ن כــ ن أن ا

ــכ ــ ذ ل ــ ــא م ــ ــא ا א ل ــ ــא ا . وأ ــ ــא أ ــ ة، ــ ــ وا ور

. ــ א ــאء ا ا إن ــ א ــא ــ

ــא، ] ١٠٥٧[ א ــכ و ــאد ذ ــא و آ כ ــ أ ــא ــ ــא : أ ــ ــ ــאل أ

ف ــ ــ ــ ر ــ ــ ــא، כ اכــ أ ف ــ ــא وا א א ــא، وار אد وأ

ــ ا ــ وا ه و ــ ــ ــ ، و ــ ــ و رة ا ــ ــ ــ ــ ــ א ــ ا

ــ ــ و א א ار ــ ــ ا ــכ إ ــ כ ذ ي ــ ــ ا ، و ــ ــא ــ א ــ א

ــ ــא ا ــ رؤ ا ــ ــ ــ ة، و ــ ــאت ا ــ وأو ــ ا ــ ــכ ــ ذ

. ــ כ ــ ا ــ و م وا ــ ض ا ــ

]١٠٥٨ [ .﴾ ــ ا ــ ــ כ ــא ــ : ﴿و ــ ــ و ل ا ــ ــכ ــאن ذ

ــ ــ ا ۞ ــ ن ا ــ ــאد כא ــ ــאزل ــאه ر ــ : ﴿وا ــ א ــאل و

: ــ א ــאل ن﴾ و ــ ــכ ــ ــאر وכ ا ــא ــ ا و ــ رك ا ــ ــא أن

ــ ا ــ ــאب﴾ و وا ــ د ا ــ ا ــ ﴿ : ــ א ــאل وج﴾ و ــ אء ذات ا ــ ﴿وا

. ــ ــ ا א ــא ــא، و ــא ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 712: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi712

[1059] Yıldızlar vasıtasıyla ile hüküm vermeye gelince, inşallah açıkla-yacağımız hususlarda görüleceği üzere bunun kesinliğine inanmak yanlıştır. Hüküm sahipleri iki kısma ayrılırlar. Bunlardan biri; yıldızların ve feleklerin idrak eden, temyiz kabiliyeti olan, Allah’ın dışında veya onunla birlikte fâil, müdebbir ve ezelî olduklarını kabul edenlerdir. Bu grup, ümmetin icmâsı ile kanları ve malları helâl olan kâfir ve müşriklerdir. Allah Resulü (s.a.) bunları kastetmiş ve yüce Allah’ın (kudsi bir hadiste) şöyle buyurduğunu açıklamış-tır: “Kullarımdan bazıları, yıldızlara iman etmek sûretiyle beni inkâr ederek sabahladı.”

725 Hz. Peygamber (s.a.), bu ifadeleri, “Falanca falanca yıldız saye-sinde bize yağmur yağdırıldı” diyen kimse şeklinde açıklamıştır.

[1060] “Yıldızların mahlûk olduklarını ve onların idrak edemediklerini, fakat yüce Allah’ın onları yarattığını ve onları hadiselere deliller kıldığını” kabul eden bir kimseye gelince, bu kişi ne kâfirdir ne de bid‘atçıdır. İşte bu konuda dediğimiz şey olan bu görüş yanlıştır. Çünkü bunu söyleyen bir kimse, tecrübeleri ve bu tecrübelerden duyulara yansıyan hususları görmez-likten geliyor. Nitekim ayın doğuşu, en üst seviyeye gelişi, batışı, dolun ay hâline gelmesi ve noksanlaşması anında meydana gelen med-cezir hadiseleri; ayın ışığı üzerlerine düştüğünde küçük canlıların ölmesine tesir etmesi, ayla birlikte güçlü bir sesin kabak ve acurun yetişip büyümesine tesir etmesi, yine ayın beyne, kana ve saça etki etmesi, yine güneşin sıcaklığın artmasına ve ru-tubetin (nem) yükselmesine (buharlaşmaya) tesir etmesi, bunların fecir vakti ile gün yarısı arasında ve akşam ile gece yarısı arasında kedilerin gözlerine tesir etmesi ve duyular yoluyla var olan sair durumlar böyledir. İşte bunlar, sağlıklı duyulara sahip olan bir kimsenin reddedemeyeceği bir gerçektir.

[1061] Bunların tamamını yüce Allah yaratmıştır. O, kuvveleri de (güçler), bunlardan meydana gelen ve bunlarla birlikte var olan şeyleri de yaratmıştır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “(Allah, rüzgâr-ları gönderendir. Onlar da bulutları hareket ettirir.) Biz de bulutları ölü bir toprağa sürer ve onunla ölümünden sonra yeryüzünü diriltiriz. (İşte ölüm-den sonra diriliş de böyledir.)”

726 “Bulutları ölü bir belde(yi diriltmek) için sevk ederiz de oraya suyu indiririz. Derken onunla türlü türlü meyveleri çıka-rırız.”

727 “(Bir de semadan mübarek bir su indirip de) onunla bağlar bahçeler bitirmekteyiz ve biçilecek taneler.”

728

5

10

15

20

25

30

Page 713: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 713

ــ ] ١٠٥٩[ ــ وأ א ــאء ا ه إن כــ ــא ــ ــ ــ א ــא: ــאء ــא ا وأ

ة ــ ــ א ة ــ ــ א ــכ ــא وا ن ــ א ــא: ا ــ أ ن ــ ــאء ا

ــ אؤ ل د ــ ن כ ــ ــאر ــ כ א ه ا ــ ل ــ ــ ــא ــ وأ ، أو ــ א دون ا

ل إن ــ ــ إذ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ء ــ ، و ــ ــאع ا ــ ا وأ

ل ا ــ ه ر ــ . و اכــ כ א ــ ــ ــ ــאدي כא ــ ــ ــאل أ : ــ ــ و ا

ا. ا وכــ ء כــ ــ ــא ــ א ــ ا ــ ــ و ــ ا

ــא ] ١٠٦٠[ ــ ــ و כــ ا ــ א ــ ــא ــ وأ ــא ــאل ــ ــא وأ

ــ ــא ي ــ ــ ا ا ــ ــא، و ا و ــ ــ כא ا ــ ــ ا כ ــ ا ــ ــא د و

ا ــ א ــאرب ــכ ا ــ ــא כאن ــאرب ــ ا ــא ا إ ــ ــ א ن ، ــ ــ إ

ــ ــ وا ا وأ ــ ــ وا ع ا ــ ــ ــ אد ر ا ــ ــ وا ــ כא ــ ا إ

ــ ه ــ ؤه وכ ــ ة ــ ــ ا ة إذا ــ ــ ا ا ــ ا ــ ــ ــ ا ، وכ ــ א و

م ــ ــאغ وا ــ ا ــ ي، وכ ــ ت ــ ــ ــ ا ــא ع ــ ــאء ا ع وا ــ ا

ــ ــ أ ــא ــאت، وכ ــ ا ــ و ــ ا ــ ــ ــ ا ، وכ ــ وا

ــ ــא ــ ــא ــא ــ و ــ ا ــ و א ــאر و ــ ا وة و ــ א ــ ا

. ــ ــ ــ ذو ــ

ــא ] ١٠٦١[ ــא و ــ ــא ي و ــ ــ ا ــ ــ ــ و ــ ا ــכ وכ ذ

ــ ــ אه إ ــ א א ــ ــ ــאح ا ــ ي أر ــ ا : ﴿وا ــ א ــאل ــא ــא כ ــ

אه ــ ــא א א ــ ــ ر﴾ ﴿إذا أ ــ ــכ ا ــא כ ــ رض ا ــ ــא ــ

ــאء אء ــ ا ــ ــא ات﴾ ﴿و ــ ا כ ــ ــ ــא ــאء ا ــ ــא ــ

ــ

﴾ ــ ــ ا ــאت و ــ ــא ــאرכא

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 714: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi714

[1062] Bu tecrübelerden zikrettiklerimizin dışında olanlara gelince,

şüphesiz onlar çeşitli sebeplerden dolayı doğru olmayan iddialardır. Bunla-

rın ilki şudur: Tecrübe, insanları kabul etmeye zorlayan, devam edeceğine

güvenilen, pek çok tekrar ile geçerli olur. Bir insanın suyun altında üç saat

kalırsa öleceğini ve yine elini ateşe sokarsa yanacağını kabul etmek zorun-

da kalışımız böyledir. Halbuki bunu yıldızlar vasıtasıyla verilen hükümler

konusunda söyleyemiyoruz. Çünkü onların bir vakıaya delâlet etmesi on

binlerce yıl sürmektedir. Dolayısıyla bu konuda bir tecrübenin olmasına ve

bu dönüşlerin (devir) tekrarını gözetecek bir dönüşün bâki kalmasına da

imkân yoktur. İşte bu, yıldızların işaretleriyle hüküm vermenin sıhhati ko-

nusundaki iddialarının geçersizliğini kesin olarak ortaya koyan bir delildir.

[1063] İkinci delil ise, onların yıldızlar hakkında hüküm verebilmek

için ortaya koydukları şartların gerçekleşmesi imkânsızdır. Okların atıl-

dığında düşeceği yerleri, şuaların çıktığı yerleri bilmek; ateşin, zulmün,

karanlığın ve tesirlerin derecelerini ve akıp giden yıldızları araştırmak ve

bunun gibi şartları araştırmakla sahîh olacağını kabul ettikleri diğer şartla-

rın meydana gelmesi imkânsızdır.

[1064] Üçüncü delil, yıldızları belli bir sıraya dizmeye çalışan bir kim-

se bir yıldızın düzenlenmesi ile meşgul olduğunda diğer yıldızlar bir an bile

olsa yer değiştirebilir. Onların da bunu kabul etmesiyle bu hükmün yanlış

olduğu ortaya konulmuş olur.

[1065] Dördüncü delil ise, onların iddialarındaki yanlışlığın kesin

olarak ortaya çıkmasıdır. Zira onlar, Zühal yıldızının tabiatını soğuk ve

kuruluk; Merih yıldızının tabiatını sıcaklık ve kuruluk; ayın tabiatını so-

ğukluk ve rutubet olarak belirtmişlerdir. Bu sıfatlar, ancak ay altı dünyada

olan unsurlara aittir. Bunlardan herhangi bir şey ulvî cisimlerde (ay üstü

âlemde) yoktur. Çünkü onlar, bu sıfatları taşıyan bir mahâlin dışındadır-

lar. Arazlar, kendilerini taşıyan varlıkları aşamazlar. Taşıyıcılar ise, yüce Al-

lah’ın onları tertip edip yarattığı mekânları aşamazlar.

5

10

15

20

25

Page 715: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 715

ــאوى ] ١٠٦٢[ ــ د ــא ــא ذכ ــא אر ــאرب ــכ ا ــ ــא כאن ــא وأ

ــ ــ وا ق ــ ــ ر כ כــ ــ إ ــ ــא أن ا ه أ ــ ــ

ث ــ ــ ــאن إن ن ا ــ ار ــ ــ ا ــא إ ار ، כא ــ ار ــ ــ ا س إ ــ ا

ا ــ כــ ق، و ــ ــאر ا ــ ا ه ــ ــ ــאت، وإن أد ــאء ــ ا אت ــא

ــ د إ ــ ــאت כא ــ ا ــ ــ ا ــ ا ن ا م ــ א ــאء ــ ا

ــ ــ أن ــ و إ ــא ــ ــ أن ــ إ ــ ــ ا ف ات آ ــ

ــ ا ن د ــ ــ ــ ع ــ ــאن ا ــ دوار، ــכ ا ار כــ ــ ا دورة

م. ــ א ــאء ــ ا ــ

ــ ] ١٠٦٣[ א ــ ا כ ــאء ــ ا و ــ ــ أن : و ــ ــאن آ و

رج ــ ا ــ و אت، א ــ ا ــאرح و אم، ــ ا ــ ا ــ ــ ــ أ ــא

ــ و ا ــ ــא ــאر و اכــ ا כ ــאر، وا ــ وا ــ وا ة وا ــ ا

ــא. ــאء إ ــ ا ــ ون أ ــ

ــ ] ١٠٦٤[ ــ ل ــ ا ــ دام ــא ــ أ ــ و : ــ א ــאن و

ــאء ــאد ا ا إ ــ ــ ، و ــ ــ و ــ د اכــ و כ ــא ا ــ כــ زل כ

. ــ ر ا

ا ] ١٠٦٥[ ــ ــ إذ ا ــ د ــ א א ــ ر ا ــ ــ : و ــ ــאن را و

د ــ ا ــ ا ــ و ، ــ وا ــ ا ــ ا ــ و ، ــ وا د ــ ا ــ ز ــ

ــ ، و ــ ــכ ا ــ دون ا ــ ا א ــ ــא ــאت إ ه ا ــ ، و ــ وا

ــאت ه ا ــ ــ ا ــ ــ ــ אر ــא ــ ام ا ــ ــ ا ــא ء ــ

ــא ر ــ ا ــא ا ى ــ ــ ا وا ــא، ا ى ــ اض ــ وا

ــא. ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 716: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi716

[1066] Beşinci delil, onların yeryüzünü burçlar ve parlayan yıldızlar şeklinde taksim etmeleri konusundaki yalanlarının ortaya çıkmasıdır. On-ların yerleşip oturdukları şehirlerde yıldızların doğuşu şöyle, tepe noktasın-da şöyle demeleri mümkündür. Ancak biz onların bölge ve bitişik olmayan yer küresinde böyle bir şeyi söylemelerini kabul etmeyiz. Böylece yıldızlar konusunda hükümlerini bina ettikleri şeylerin yanlış olduğu ortaya çık-makta ve ayrıca cisimlerin unsurlarını ve maden filizlerini parlayan yıldız-lara (dirariye) göre taksim etmenin yanlışlığı da ortaya çıkmış oluyor.

[1067] Altıncı delil şudur: Bizler, boğazlanmaları yaygın olan canlı türlerinden birkaç türü biliriz. Tavuk, güvercin, koyun, keçi ve sığır gibi olan bu hayvanlar boğazlanmadan ölmeleri çok nadir bir durumdur. Öyle ki bunların kendiliğinden ölmeleri nadirattandır. Eşek, katır ve yırtıcı hay-vanlar gibi birkaç tür ise neredeyse her zaman kendiliğinden ölür. Herkes zorunlu olarak bilir ki, bunların doğum vakitleri eşittir. Böylece söz konu-su canlıların tamamı doğumda eşit ancak ölüm şekilleri farklı olduğundan dolayı, tabii ölüm ve zorunlu ölümün gerektirdiği şeylerden dolayı bunlar hakkında verilen hükümler geçersizdir.

[1068] Yedinci delil şudur: Bizler, birinci ve yedinci 729 iklim sakin-leri arasında hadımlığın (iğdiş etmenin) yaygın olduğunu görürüz. Diğer bölgelerin sakinleri arasında onun varlığına imkân yoktur. Onların doğum vakitlerinde eşit oldukları hususunda da bir şüphe ve tartışma yoktur. Zik-rettiğimiz üzere onların oluşum ve doğum vakitlerinde eşit, hüküm açısın-dan farklı olmalarından dolayı hadımlığın gerektirdiği ve gerektirmediği şeyler hakkında verdikleri hükmün kesin bir şekilde yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Onların bu konudaki kelâmlarının, delili olmayan bir iddia ol-duğu hususunda bu kadar açıklama yeterlidir. Bu şekilde olan bir şey ise, onlara göre hükmün gerekli kıldığı husustaki ihtilaflarıyla birlikte, bâtıldır. Hakikat, iki farklı görüşte olamaz.

[1069] Bunlara ilaveten bize bildirildiğinde müşahede ile onların hü-kümlerine muhalefet etmeye kadir olduğumuz zorunlu kılmaktadır. Şayet bu durum gerçek ve kesin olsa, hiç kimse bunun hilafına güç yetiremez.

5

10

15

20

25

30

Page 717: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 717

وج ] ١٠٦٦[ ــ ــ ا رض ــ ا ــ ــ ر כ ــ ــ : و ــ א ــאن و

ــ א ــ ــא כאن אء ى أن ــ ــא د ــ כ ــ ن ا ــ ــ ا ل ــ א ــ راري، و ــ وا

ــא ن م כــ ــ ــ ــ رض ا ــ ا ــ ــ وا א ــ ا כــ ا، ــ כــ ا، و כــ

ــ ــכ م، وכ ــ ــ ا ــ א א ا ــ ــ ــא ــ ــ כ ــ ن כــ

ــא. راري أ ــ ــ ا ات ــ ــ وا ــאء ا أ

ــא ] ١٠٦٧[ ــ ان. ــ اع ا ــ ــ أ ــא ا ــא وأ ــ ــא ــאدس: أ ــאن و

ن ــ ــאم، وا ــאج، وا ــא כא ــא إ ء ــ ت ــ ــכאد ــ ، ــ ــא ا

ــא ا ــא وأ وذ، و ــ ــ ا א ــ ــ إ ــ أ ــא ت ــ ــ ــ ا ــ وا وا

ورة ــ א אع، و ــ ــ ا ــ ــאل، وכ ، وا ــ ــא כא ــ أ ت إ ــ ــכאد

ت ــ ــ ا ــא ــ אؤ ــ ــא د ــאت و ي أو ــ ــ ــא ــ أ ري כ أ ــ

ــא دات وا ــ ــ ا ــא اء ــ ، ــ כ ت ا ــ ــ ا ــא ، و ــ ا

ــא. א اع ا ــ ــ أ

ول، ] ١٠٦٨[ ــ ا ــכאن ا ــ א ــ א ــא ى ا ــ ــא ــ أ : و ــא ــאن و

، و ــ א ــא ا ــכאن ــ ــ ده أ ــ ــ و ــ إ ــא و ــ ا ــכאن ا و

ــ ــא ــ אؤ ــא ــ دة ــ ــאت ا ــ أو ا ــ ــ ا ــ ــכ و

ــ دة وا ــ ن وا כــ ــאت ا ــ أو ــאو ــ ــא ــא ذכ ــ ــא ــא و ا

ا כــ ــא כאن ــאن، و ــ ى ــ ــכ د ــ ذ ــ ا أن כ ــ ــ ــ כ ، و כــ ــ ا

ــ ــ ن כــ ــ ، وا ــ כــ ــ ا ــא ــ ــ ا ــ א ــ

. ــ

ــ ] ١٠٦٩[ א ــ ــאدرون ــא أ ــ ة ــא ا ن ــ ــא: وأ

ــא ــ ــ ر أ ــ ــא ــא ــא و ــ ــ כא ــא ــא و ــ أ ــ כא أ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 718: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi718

Ona muhalefet etmek mümkün olduğuna göre, bu durumda o bir hakikat değildir. Böylece onun yalan ve uydurma olduğu anlaşılmaktadır. Tıpkı küçük çakıl taşlarıyla yapılmış yollar ve sevgiyle şiddet uygulamak gibi. Uzak durma, zorluk, kızgınlık ve ehlinin bu konuda iddia ettiği diğer şey-ler hakkında düşünmek, şüphesiz mârifetin öne geçirilmesidir. Müşâhede ettiğimiz şeyler sayılamazlar. Bize göre bu ilmin uzmanlarının belirttiği yıldızların doğum yerleri, uğrak yerleri ve yılların değişimi konusundaki düzenlemeleri doğru değildir. Sonra onlar kalkıp hükümler verdiler ve bu hükümler de doğru olan az bir kısmı dışında çoğunluğu yanlıştır. Böylece onun hakikati olmayan bir uydurma olduğu anlaşılmıştır ve özellikle on-ların iddiaları içindekileri dışarıya vurmuştur. Bunun tamamı da düşünen bir kimse için yalandır. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1070] Aynı şekilde onların gayb konusundaki görüşleri de böyledir. Şayet zikrettiğimiz her bir husustaki bu tecrübelerin tahkik edilmesi müm-kün olsa idi, elbette onların doğruluğunu gösterir ve onları ortaya koyar-dık. Ayrıca bunlar gaybi bilgiler de değildir. Çünkü hakkında delil getiri-lebilen her bir şey; çizgi çizmek, alı koymak (keff), zorlamak (zecr) veya uğurlu saymak gibi bunların tamamı şekli ve metodu doğru ortaya konulsa gayb değildir. Ancak gayb ve onun bilinmesi, bir kimsenin, zikrettiğimiz şeylerden herhangi birisini ya da bunların dışındaki hadiseleri, bir sanat olmaksızın, haber vermesidir. Kişi gaybın cüz’i bir kısmına ya da tamamına isabet edebilir. Bu, ancak bir nebî için olabilir, bu da o zaman bir mûcize-dir. Kehanete gelince, Hz. Peygamber’in (s.a.) gelmesiyle birlikte kehanet ortadan kalkmıştır. Bu da, Hz. Peygamber’in alamet ve âyetlerindendir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[Allah’ın Yaratması Konusu]

Yüce Allah’ın varlıkları yaratması konusu; Allah’ın yaratması (halk), bizzat mahlûk mudur yoksa başka bir şey midir? Allah’ın zatının dışında olması bakımından O’nun fiili mef ’ul müdür yoksa onun dışında bir şey midir?

[1071] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bir topluluk, “şey”in yaratılması-nın mahlûk olan “şey”den farklı olduğu görüşünü benimsemiştir. Bunlar, yüce Allah’ın “Ben onları ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de kendilerinin yaratılışına şahit tuttum.”

730 meâlindeki sözünü delil getirdiler.

5

10

15

20

25

30

Page 719: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 719

ــא א ق ــ כא ص ــ ــא أ ــ ــא، ــ ــא כــ أ وإذا

ــ ــ أ ــא ــא ة و ــ ــ وا ــ وا כ ــ ا ــ ، وا ــ א ب ــ وا

ــא ــא ــ ــא אه و ــא ــא ــ ــא ــכ، و ــ ــ ــ ا ــ

ــ ــ ا ــאول و ــאت، א وا ، ــ ا ا ــ ــ ا ــ ــ ا ــ

ــ ــ أ ، ــ ء ــ ــ ــ إ ــ ــ א ــ إ ــא ا و ــ ــ ا ــ

ب ــ כــ ــ כ ــ اج ا ــ ــ إ ــ ا א د ــ ــ ــ ص ــ

. ــ ا ــ א ــא و ، ــ ــ

ــכ ] ١٠٧٠[ ــ כــ أ ــ و ــא أ ــאت ا ــ ــ ــכ وכ

ــ ــכ ذ כــ ــ و ــא وا ــ ــא و ــא א ــא ذכ ــא כ ــ ــאرب ا

ــא ــ ــ ــ و ، أو כــ أو ز ــ ــ ــ ــ د ــאم ــא ن כ ــ

ــ ــ כא ء ــ ــ ا ــ أن : ــ ــ و ــא ا ــכ، وإ ــ כ ذ ــ و ــ

ــ ه ــ ــ و ــא، ذכ ــא ء ــ ــ ــ أ ــ א دون ــאت כא ا

ــ א כ ــא ا . وأ ــ ة ــ ــ ــ و ن إ כــ ا ــ ، و ــ כ ــ وا ا

، ــ א ــ وآ ــ أ ا ــ ــכאن ــ ــ و ــ ا ــ ء ا ــ ــ ــ

. ــ ا ــ א ــא و

ه؟ ق أم ء أ ا א م ا כ ا

ه؟ ل أم א ا و ا دون ا

ء ] ١٠٧١[ ــ ــ ا ــ ء ــ ــ ا أن ــ م إ ــ ــ : ذ ــ ــ ــאل أ

אوات ــ ا ــ ــ ــא أ ﴿ : ــ ــ و ل ا ــ ء ــ ــ ق، وا ــ ا

﴾ ــ أ ــ و رض وا ٢٠

٥

١٠

١٥

Page 720: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi720

[1072] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu âyet, onların lehinde bir delil değildir. Çünkü buradaki şahit tutmak, bilgi arz etmektir. Bu gerçektir. Çünkü Allah Teâlâ bizleri, göklerin ve yerin yaradılışının başlangıcını ve kendi nefislerimizin başlangıcını bilenlerden kılmamıştır. Nitekim biz, birisinin, yüce Allah’ın “İşte Allah’ın yarattıkları...”

731 meâlindeki sözünü gerekçe göstererek “Bir şeyi yaratmanın bizzat o şey olduğunu” söylediğini görürüz. Bu, bütün mahlûkata işarettir. Nitekim Allah Teâlâ, yaratılmışla-rın (mahlûkat) tamamını kendisine ait bir yaratma (halk) olarak isimlen-dirmiştir. İşte bu, karşı konulamayacak bir delildir.

[1073] Ebû Muhammed şöyle dedi: Sonra “Bir şeyi yaratmak, o şey-den farklıdır.” diyen kimseye sorar ve şöyle deriz: Yüce Allah yarattığında, yaratması hakkında bize bilgi verirmisin; “yaratma” yaratılmış mıdır yoksa o gayri mahlûk mudur? Bu iki durumdan birisi kaçınılmazdır. Eğer onlar, “Yaratma, gayri mahlûktur.” derlerse, bu durumda her mahlûkun karşısına gayri mahlûk bir varlığı koymak zorunda kalırlar. Bu da Dehrîlerin görü-şüne benzemektedir. Delil de bunun hilafınadır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: “O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.”

732

[1074] Eğer onlar, “Bilakis yüce Allah’ın yaratması, yarattığı zaman, mahlûktur.” derlerse, şöyle cevap veririz: “Bu yaratmadan dolayı yüce Al-lah’ın yaratması bir yaratma ile midir? yoksa yaratma olmaksızın mıdır?” Eğer onlar, “Yaratmaksızın” derlerse, onlara şöyle deriz: “Yüce Allah’ın halk sûretiyle varlıkları yaratması, gayri mahlûktur.” şeklinde nerden dediniz? Halbuki sizler, bu yaratmadan dolayı Allah’ın yaratmasının “yaratmaksı-zın” olduğunu söylemiştiniz. Bu ise deliliktir. Eğer onlar, “Bilakis Allah’ın yaratması “halk/yaratma” iledir.” derlerse, onlara sorarız: “Yaratma, bizzat o yaratma ile midir? yoksa onun dışındaki bir yaratma ile midir?” Bu şe-kilde ebedî olarak devam eder. Şayet onlar, bundan herhangi bir şeye vakıf olurlarsa, “Allah’ın yaratması bizzat odur.” derler.

[1075] Onlara, “Allah’ın yaratması kendisi dışındadır.” demeleri ile, “Onun yaratması odur.” demeleri arasındaki farkı sorarız. Eğer onlar de-vam ederlerse, bu durumda nihayeti olmayan varlıkların (eşya) mevcudi-yetine varırlar. Bu da aslen muhâl ve imkânsızdır. Mu‘tezilenin reislerin-den biri olan Muammer b. Amr el-Attar733 buna kesin olarak inanmıştı.

5

10

15

20

25

30

Page 721: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 721

ــא ] ١٠٧٢[ ــא אد ــ ن ا ــ ه ا ــ ــ ــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

اء ــ ــ ا אر ــא ــ ــ א ن ا ــ ا ــ ، و ــ א ــאر ــ ا

ء ــ ــ ا ــאل: إن ــ ــא א، وو ــ اء أ ــ رض وا אوات وا ــ ــ ا

ــ ــאرة إ ه إ ــ . و ــ ﴾ ا ا ــ ا ــ ﴿ : ــ ــ و ل ا ــ ــ ء ــ ــ ا

، ــ ــא ــא כ ــאت ا ــ ــ א ا ــ ــ ــאت ا ــ

ــאرض. ــאن ا ــ و

ء؟ ] ١٠٧٣[ ــ ــ ا ــ ء ــ ــ ا ــאل إن ــ ل ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ق؟ ــ ــ ــא أن ــ أ ق ــ ــ أ ــא ــ א ــ ا ــ ــא ــ أ ل ــ

א ــ ق ــ زاء כ ــ ا ــ ق أو ــ ــ ــ ا: ــ א ن ــ ــ ــ ا ــ أ ــ و

ا. ــ ف ــ ــאم ــ ــאن ، وا ــ ل ا ــ ــאة א ا ــ ق، و ــ ــ دا ــ

ا﴾ ــ ره ــ ء ــ כ ــ : ﴿و ــ א ــאل و

ــכ ] ١٠٧٤[ ــ א ــ ــא ق، ــ ــ ــא ــ א ــ ــ ا: ــ א وإن

ــ ــ إن ــ ــ أ ــ ــ ــ ــ ا ــ א ن ــ ؟ ــ ــ ــ أم ــ أ ا

؟ ــ ــ ــ ــ أ ــכ ا ــ ــ ــ ق و ــ ــ ا ــ ــ אء ــ

ه؟ ــ ــ ــ ــ أم ــ ــ א أ ــ . ــ ــ ــ ا ــ א ــ وإن ا ــ و

. ــ ــ ــ ا: ــ א ــכ ــ ذ ء ــ ــ ا ــ ن و ــ ا ــ ا أ כــ و

ا ] ١٠٧٥[ ــ א ــא ــ ه و ــ ــ ــ ا إن ــ א ــא ــ ق ــ ــ ا א ــ

ا ــ و ــא ــ א אء ــ أ د ــ و ــ إ ا ــ وأ ــאد وإن . ــ ــ ــ إن

، ــ ــאء ا ــ رؤ ــאر، أ و ا ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ . و ــ ــאل

٥

١٠

١٥

Page 722: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi722

Onun görüşünü, bundan sonraki kısımda bu konuya ilişik olarak inşal-lah açıklayacağız. Yüce Allah’ın yardım ve desteğini dileriz. Ayrıca, herkes yüce Allah’ın -bir çaba ve gayret olmaksızın- yarattığı her şeyi yarattığı hususunda mutabıktır. Zira bunda hiçbir şüphe yoktur. Yüce Allah ile ya-rattığı şeyler arasında hiçbir vasıtanın olmadığı, varlık noktasında yaratıcı ile yaratılanın dışında üçüncü bir şahsın bulunmadığı hususu kesin olarak doğrudur. Yüce Allah’ın yarattığı şeyleri yaratması haktır ve mevcuttur. Şüphesiz o mahlûktur. Mahlûk da şüphesiz yaratıcı değildir. Dolayısıyla o, herhangi bir şüphe olmaksızın kesin olarak bizzat mahlûktur. Çünkü burada aslen üçüncü bir kimse yoktur. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1076] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah’ın dışındaki her şey O’nun fiili ile vardır. Dolayısıyla varlık, bizzat O’nun (Allah’ın) mef ’ulüdür, başkasının değil. Çünkü Allah’tan başkası sadece hareketi, sakinliği, tesiri, mârifeti, fikir veya iradeyi yapabilir. İfade ettiklerimiz hariç, yüce Allah’ın dı-şında, herhangi bir varlığa ait bir mef ’ul yoktur. Dolayısıyla bunlar, fâillerin mef ’ulleridir, bunlar da fâillerin fiilleridir. Bunların arasında bir fark yok-tur. Bunun dışındakiler ise şöyledir: madrûb (çarpılmış, dövülmüş) ve mak-tul (öldürülmüş) gibi fiilin yapıldığı zamanı veya yeri gösteren bir mef ’ul (mef ’ulün fih) veya kamçı ve iğne gibi fiilin ne ile yapıldığını gösteren bir mef ’uldür (mef ’ulün bih); ya da muta’ (kendisine itaat edilen) ve mahdum (kendisine hizmet edilen) gibi fiilin yapılış amacını bildiren mef ’ul (mef ’ü-lün leh), ya da meksub ve mahlub gibi fiilin neden dolayı yapıldığını bildiren mef ’ul (mef ’ul li-eclihi). İşte bunlar mef ’ullerin çeşitleridir.

[1077] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah’ın diğer fiilleri-ne gelince, yaratma konusunda dediklerimizin hilafınadırlar. Bilakis onlar, fiilin ne ile, nerede ve ne zaman, ne için ve neden dolayı yapıl-dığını bildiren mef ’ülden farklıdırlar. Bu ihya (diriltme) gibidir. Do-layısıyla ihya, şüphesiz diriltilenin (muhya) dışındadır ve her ikisi de yüce Allah tarafından yaratılmıştır. Allah’ın bunların hepsini yaratması, -dediğimiz gibi- bizzat mahlûktur. Yine imate (öldürme), öldürülenden (mumat) farklıdır. Şayet o, bunun dışında olsa idi, ya da diriltme biz-zat diriltilen olsa idi, bu durumda öldürme öldürülen olurdu. Biz, ke-sin olarak biliyoruz ki, şayet diriltilen bizzat öldürülen olsa idi, bu du-rumda diriltmenin öldürme olması zorunlu olurdu. Bu ise imkânsızdır.

30

5

10

15

20

25

Page 723: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 723

. ــ ــ א ــא ــאب و ا ا ــ ــ ــ א ــאء ا ا إن ــ ــ ــ כ כ ــ و

ذ ــ ــאة، א ــ ــ ــא ــ ــ ــ و ــ أن ا ن ــ ــ ن ا ــ ــא وأ

ــ א ، و ــ ــא ــ ــ و א ــ ا ــ ــ وا ــא أ ــ ــ ــכ ــ ذ ــכ

ا ــ د، و ــ ــ ــ ــא ــ א ــ ا ق، و ــ ــ وا א ــ ا د ــ ــ ا

ــ ، ــ ق ــ ــ ا ــ א ــ ا ــ ــכ ــ ــ ق و ــ ــכ ــ

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ ــא أ א ــ א ــ إذ ــכ

ــ ] ١٠٧٦[ ــ ــ ــ ــ א ــ دون ا : وכ ــ ــ ــאل أ

ــ ا أو ــ א أو ــכ כــ أو ــ إ א ــ دون ا ــ أ ــ ــ

ت ــ ــ ــא ــא ذכ ــ إ א ء دون ا ــ ل ــ ة أو إرادة، و כــ أو

ــ ل ــ ــ ــא ا ــ ا ــ ــא ق و ــ ، و ــ א ــאل ا ــ أ ــ و א ا

أو ــכ، ذ ــ أ ــא و ة ــ وا ط ــ כא ــ ل ــ أو ل، ــ وا وب ــ כא

ب ــ ب وا ــ כ ــ כא ــ أ ل ــ وم، أو ــ ــאع وا ــ כא ل ــ

ت. ــ ــ ا ه أو ــ

ــ ] ١٠٧٧[ ــא ــא ف ــ ــ א ــאل ا ــא أ ــא : وأ ــ ــ ــאل أ

ــאء ــכ כא ــ وذ ــ أ ، أو ــ ، أو ــ ، أو ــ ل ــ ــ ا ــ ــ ، ــ ا

ــכ ــ א ــ و ــ א ق ــ ــא وכ ــכ، ــ ــא ا ــ ــ

כאن ــ و ــאت ا ــ ــ ــ א وכא ــא، ــא כ ــ ق ــ ا ــ ــכ ذ

أن ري ــ ــ و ــאت ا ــ ــ א وا ــא، ا ــ ــאء ا כאن أو ا ــ ــ

ــאل. ا ــ ، و ــ א ــ ا ــאء ن ا כــ ــ أن ــ ــאت ــ ا ــא ا

٥

١٠

١٥

Page 724: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi724

Yine ibka (bâki bırakma) da böyledir. Nitekim ibka, zikrettiğimiz delilden dolayı mubkanın (bâki bırakılanın) dışındadır. Biz, “şey”in, bir an onunla kaim olan ve diğer an ondan yok olan arazlardan farklı olduğunu kesin olarak biliriz. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[Bekâ ve Fenâ Konusu]

Bekâ, Fenâ, Muammer’in734 İddia Ettiği Manalar ve Eş‘arîlerin İddia Ettikleri Haller Konusundaki Kelâm; Ma‘dûm735 Bir Şey Midir? Yoksa Şey Değil Midir? Ve Cüzler Meselesi; Yüce Allah’ın Varlıkları (Eşya) Yaratması Daima Yenileniyor Mu Yoksa Değil Mi?

[1078] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bir topluluk, bekâ ve fenânın bâki ve fâniye ait iki sıfat olduklarını; ancak bu sıfatlar ne bâki ve fâninin bizzat kendisi ne de onlardan gayrı olduklarını kabul etmiştir.

[1079] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu oldukça saçma bir görüştür. Çünkü ikinci kaziye ilkini nakzetmektedir; birinci kaziye de ikincisini nakzetmektedir. Çünkü bir kimse “O, o değildir.” dediği zaman, “Onun, ondan faklı olmasını” zorunlu kılmıştır. Yine kişi, “O, onun gayrı değil-dir” dediğinde, bu durumda “Onun o olmasını” zorunlu kılmıştır. Bu ise açık bir tenakuzdur. Buna ilaveten, “O, o değildir; onun gayrı da değildir.” diyen bir kimsenin sözü ile “O, odur ve O, onun gayrıdır.” diyen bir kim-senin sözü arasında bir fark yoktur. Her iki kaziyedeki mana eşittir. Ayrıca, şayet “bekâ, bâki değildir ve onun gayrı da değildir. Fenâ da fâni değil ve onun gayrı da değildir.” şeklinde olsa idi, bu durumda bâkifâninin bizzat kendisi olurdu ve bâki ne bâki olurdu ne de onun gayrı olurdu. Bu ise de-lilik ve tenakuzu ziyadeleştirir. Muammer, fenânın, fâninin dışında kendi başına kaim bir sıfat olduğu görüşünü benimsemiştir.

[1080] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu akledilemeyen, düşünüleme-yen ve bir delil ikame edilemeyen bir çarpıtmadır. Bu şekilde olan bir şey ise bâtıldır. Bu konudaki hakikat ise açıktır. O da şudur: Bekâ, bir şeyin varlığı ve onun belli bir zaman zarfında kaim ve sabit olmasıdır. Zira o bu şekilde mevcuttur. Dolayısıyla bekâ, bâkide mevcut bir sıfat olup ona yük-lenmiştir; onun varlığıyla mevcut ve kaimdir ve onun yokluğuyla fânidir.

5

10

15

20

25

30

Page 725: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 725

ــ ء ــ ري أن ا ــ ــ ــא، و ي ذכ ــ ــאن ا ــ ــ ا ــ ــאء وכא

. ــ ــ ا א ــא ــאرة، و ــ ــ א ــא، و ــ و ــ א ــ ــ ــ ا ا أ

אء אء وا م ا כ ا

ء وم א ا و ا ال ا א وا א ا وا

د؟ אء أم د ا اء و א؟ و ا أم

ــ ] ١٠٧٨[ א ــאن ــאء وا ــאء ا أن ــ إ م ــ ــ ذ : ــ ــ أ ــאل

. ــ א وا ــ א ا ــ ــא و ــ א ا و ــ א ا ــא ، ــ א وا

ــ ] ١٠٧٩[ ، ــ א ــ ا ن ا ــאد ــ ا א ــ ل ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ه، ــ ــא ــ أ ــ أو ــ ــ ــ ــאل: ــ إذا ــ א ــ ا ــ و ، وا ــ و ا

ق ــ ــ ــא ، وأ ــ א ــ א ا ــ ، و ــ ــ ــ أ ــ أو ه ــ ــ ــאل وإذا

ــ ه، وا ــ ــ ، و ــ ــ ــ ــ ه و ــ ، و ــ ــ ــ : ــ א ل ا ــ ــ

ه، ــ ــ ، و ــ א ــ ا ــ ــאء ــ כאن ا ــא اء. وأ ــ ــ ــכ ا ــ

ــ ــ ــ א ، وا ــ ــ א ــ ا ــ א א ه، ــ ــ ، و ــ א ــ ا ــ ــאء وا

ــ أن ــ إ ــ . وذ ــ א ــ ا ن و ــ ــ ا ــ ا ــ ه و ــ ــ ، و ــ א ا

. ــ א ــ ا ــ א ــ ــאء ا

ــ ] ١٠٨٠[ م ــ ــ و ــ و ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

أن ــ و ة ــ א ــכ ذ ــ ــ وا . ــ א ــ ا כــ כאن ــא و ، ــ أ ــ د

ــכ ــא כ א ــ ذ ــ ــא ــאن ة ز ــ ــא א ــא א ــ ء وכ ــ د ا ــ ــ و ــאء ا

، ــ א ــ א ده ــ دة ــ ــ א ، ــ ــ ، ــ א ــ ا دة ــ ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 726: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi726

Fenâya gelince, fenâ bir şeyin yokluğu ve genel olarak olmamasıdır. Asıl

itibarıyla yok hükmündedir. Mezkûr fenâ, cevherlerden olan herhangi

bir şeyde elbette mevcut değildir. Ancak o, yüz kızarıklığının kaybolması

gibi arazın yok olmasıdır. Kızarıklığın gidişini haber vermek istenildiğin-

de “fenâ” lafzıyla bu mana ifade edilir. Kızgınlık da böyledir, yok olur ve

onu rıza ve buna benzer herhangi bir şey takip edebilir. Şayet yüce Allah

cevherleri yok etmeyi dilese idi, elbette buna güç yetirirdi. Fakat şu ana

kadar böyle bir şey ne meydana geldi ne de bununla alakalı bildirdiğiyle

yetinebileceğimiz herhangi bir nas bize ulaştı. Dolayısıyla ifade ettiğimiz

gibi fenâ yokluktur.

Ma‘dûm Konusu: Ma‘dûm, Bir Şey Midir? Yoksa Değil Midir?

[1081] Ebû Muhammed şöyle dedi: İnsanlar, ma‘dûmun bir “şey”

olup olmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürdüler. Ehl-i Sünnet,

Eş‘arîler gibi Mürcie’den olan bazı gruplar ma‘dûmun bir şey olmadığını

söylediler. Mu‘tezilenin önde gelen âlimlerinden biri olan Hişam b. Amr

el-Fuvatî736 de bunu kabul eder. Mu‘tezilenin diğer âlimleri ise, ma‘dûmun

bir şey olduğunu söylediler. Mu‘tezilenin liderlerinden biri olan Abdurrah-

man b. Muhammed b. Osman el-Hayyat737ise şöyle demiştir: “Ma‘dûm,

yokluğu anında bir cisimdir. Ancak o, yokluğu anında ne hareketlidir ne

sakindir ne mahlûktur ne de muhdestir.”

[1082] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ma‘dûmun “şey” olduğunu ka-

bul edenler, yüce Allah’ın “Şüphesiz kıyamet sarsıntısı (zelzele) çok büyük bir

şeydir.” 738 meâlindeki sözünü ileri sürerek delil getirdiler ve şöyle dediler:

Yüce Allah, ma‘dûm olduğu (henüz mevcut olmadığı) hâlde kıyametin bir

“şey” olduğunu haber vermiştir. Dolayısıyla yüce Allah’ın ma‘dûmdan ha-

ber vermesi, onu tasvir etmesi ve temennide bulunması ma‘dûmun “şey”

olduğunu gösteren delillerdendir. Sıfatı bu şekilde olanın “şey” olmaması

muhâldir.

5

10

15

20

25

Page 727: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 727

ر כــ ــאء ا وا ــ א أ ــ ــ ــ ــ و ــ ء و ــ م ا ــ ــ ــאء ــא ا وأ

ة ــ ــ כ ض ــ م ا ــ ــ ــא ــ وإ ا ــ ا ء ــ ــ ــ دا أ ــ ــ

ــאء. ــ ا ــא א ــ ذ ــאر א اد ــ ــ ا ــ ا ــ ، ــ ــ إذا ذ ا

م ــ ــ أن ــ و ــאء ا ــ ــכ، و ــ ذ ــא أ ــא و ــ ر ــ و ــ כא

ــ ــ ــ ــאء ن و ــ ا ــכ إ ــ ذ ــ ــ כ ــכ و ــ ذ ر ــ ــ ا ا

ــא. ــא م כ ــ ــאء א ه ــ

ء أم وم أ م ا כ ا

ــ ] ١٠٨١[ وم أ ــ ــ ا ــאس ــ ا ــ ا ــ و ــ ا : ر ــ ــ ــאل أ

א، ــ ــ ــ ــ و ــ כא ــ ا ــ ا ــ و ــ ا ــאل أ ؟ ء أم ــ

ــ ــא ا ــאل ، و ــ خ ا ــ ــ ، أ ــ و ا ــ ــ ــאم ل ــ ــ و

خ ــ ــ ــאط أ ــאن ا ــ ــ ــ ــ ــ ا ــאل ء. و ــ وم ــ ا

א و ــאכ כא و ــ ــ ــ ، إ ا ــ ــאل ــ ــ وم ــ ــ إن ا ا

. ــ ــאل ــ ــא ــא و

ــ ] ١٠٨٢[ ــאل ا ــ א ن ــ ء ــ وم ــ ن ا ــ ــאل ــ ــ : وا ــ ــ ــאل أ

ــ ء و ــ ــא ــ ــ و ــ ــ أ ا: ــ א . ــ ء ــ ــא ــ ا : إن ز ــ و

، ــ ، و ــ ، و ــ ــ ــ ء أ ــ وم ــ ــ أن ا ــ ــ ا ، و ــ و

א. ــ ــ ــ ه ــ ــא ن כــ ــאل أن ــ ا و

٥

١٠

١٥

Page 728: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi728

[1083] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah’ın “Şüphesiz kıyamet sarsıntısı (zelzele) çok büyük bir şeydir.”

739 meâlindeki sözüne gelince, şüp-hesiz bu kaziye yüce Allah’ın “Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzir-mekte olduğu çocuğundan geçer ve her hâmile kadın da karnındaki çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş görürsün; halbuki onlar sarhoş değillerdir.”

740şeklin-deki sözüyle bağlantılıdır. Şüphesiz ki kelâm, “Onu göreceğiniz gün” sözüyle tamam olmuştur. Böylece onu göreceğiniz gün, kıyamet sarsıntısı çok bü-yük bir şey olacak. İşte bu, bizim de görüşümüzdür. Yüce Allah, şu anda onun büyük bir şey olduğunu asla dememiştir. Sonra yüce Allah, emzikli kadınların emzirmekte oldukları çocuklarından geçeceklerini, hâmile ka-dınların karnındaki çocuğunu düşüreceğini, şarap içmeksizin insanların sarhoş olacağını belirtmek sûretiyle o gün olacak şeyleri haber vermiştir. Böylece onların bu âyeti delil getirmeleri geçersiz olmuştur. Onların bunun dışındaki herhangi bir şeyle fitne ve huzursuzluk çıkardıklarını bilmiyoruz.

[1084] Onların, “Yüce Allah, m‘dûmdan haber veriyor, onu tasvir edi-yor, temennide bulunuyor ve isimlendiriyor.” şeklindeki sözlerine gelince, şüphesiz bu büyük bir câhillik ve yanlış bir düşüncedir. İşte bu, ma‘dûm olduğu zikrettiğimiz, ma‘dûm olduğu bildirdiğimiz ve temennide bulun-duğumuz bir şey hakkındaki isimlendirmemizdir. Dolayısıyla bu isim mevcuttur ve şüphesiz bu duyularla biliniz. Nitekim Anka kuşu741, çakal, kertenkele (hubeyne?), gelincik ve Müseylime’nin peygamberliği ve buna benzer şeyler böyledir.

[1085] Sonra ifade edilen, lafzi olarak ya da yazılı olarak mevcut olan her bir isim, zorunlu olarak şu iki şeklin biriyle olur: Ya onun müsemması vardır ya da yoktur. Şayet onun müsemması varsa, bu durumda o mevcut-tur ve o zaman o “şey”dir. Şayet onun müsemması yok ise, bu durumda sa-dece ma‘dûmu haber vermiş oluruz. Nitekim hastanın sıhhat bulmasını te-menni ederiz. İşte bu, her ne kadar onun bir müsemması ve onun tahtında bir “şey” yoksa da mevcut olan bu ismi haber vermek ve onun altında bir müsemmanın olmasını temenni etmektir. Durum bu şekildedir, câhillerin düşündüğü gibi değil. Böylece ma‘dûmun kendisinden haber verilmeyen ve temenni edilemeyen bir şey olduğu doğrudur.

5

10

15

20

25

30

Page 729: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 729

]١٠٨٣ [ . ــ ء ــ ــא ــ ا : إن ز ــ ــ و ل ا ــ ــא : أ ــ ــ ــאل أ

ــ ــא أر ــ ــ כ ــא و م ــ : ــ א ــ ــ ــ ه ا ــ ن ــ

ــ ــא ــכאرى. ــ ــא ــכאرى و ــאس ى ا ــ ــא و ــ ــ כ ذات و

ا ــ ، و ــ ء ــ ــא و م ــ ــא ــ ا ــ أن ز ــא، و م ــ ــ ــ م ــכ ا

ن כــ ــא ــ א ــ ــ أ ــ ء ــ ن ــא ا ــ إ ــ א ــ ــ ــא. و ــ

، ــ ــ ــ ــכאرى ــאس ن ا ــאل وכــ ــ ا ــאت، وو ل ا ــ ــ ــ

ــא. ء ــ ا ــ ــ ــ أ ــא . و ــ א ــ ــ

ــ ] ١٠٨٤[ ــ ــ و ــ و ، و ــ ــ وم ــ ــ إن ا ــא وأ

ــ ــ أ ــ وم و ــ ــ כــ أ ء ــ ــ ــא ــכ أن ، وذ ــ א ــ ــ و

ف ــ ــכ ــ د ــ ــ ــכ ا ــא ــ כــ ا ــ أن ــא ــ إ ــ وم، و ــ

ــא ، و ــ ة ــ س و ــ ــ ــ وا ــ آوى، و ــאء، وا ــא ا ــ כ א ــכ ذ

ــכ. ــ ذ أ

ــ ] ١٠٨٥[ ــ ورة ــ ــ ــא כ ــא أو ــ ــ و ــ ــ ــ כ ا

ــ ن כאن ــ ، ــ ــ ــ ن כــ ــא أن ــ وإ ــ ن כــ ــא أن ــ إ ــ و ــ أ

وم، ــ א ــא אر ــ ــ ــ ــ وإن כאن ء ــ ــ د و ــ ــ ــ

ــ ــ ــ د أ ــ ــ ا ــכ ا ــ ذ ــאر ــ إ ــא ــ إ ــ ا ــא و

ــא ــ כ ــ ا ا כــ ــ ــ ن כــ ن ــא ــ ء، و ــ ــ ــ و

. ــ ــ و ــ وم ــ ــ أن ا ، ــ ــ ا ــ أ

٥

١٠

١٥

Page 730: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi730

[1086] “Keşke benim kırmızı bir elbisem ve siyah bir kölem olsa idi.” şeklinde söz söyleyen bir kimseye şunu sorarız: Lütfen bize haber veriniz! Size göre temenni edilen elbise kırmızı mıdır? yoksa kırmızı değil midir? Şayet onlar, elbise olduğu hâlde manayı teyit ederlerse, bu durumda elbi-seye yüklenmiş olan arazı da -yani kırmızılığı da- teyit etmiş olurlar. Böy-lece ma‘dûmun arazları taşıması gerekli oldu. Eğer onlar, “Asıl itibarıyla herhangi bir şey temenni etmemiştir.” derlerse, doğru söylemiş olurlar ve ma‘dûmun temenni edilmediği ortaya çıkar. Çünkü ma‘dûm, bir şey de-ğildir. “Birşey olmayanı temenni ettim.” diyen bir kimsenin sözü ile “Bir şey temenni etmedim.” diyen bir kimsenin sözü arasında bir fark yoktur. Bilakis o ikisi, aynı manayı ifade etmektedir. Bu da başka bir cihete götü-rür, o da mevcut bir elbise ve mevcut bir köle gibi dünyada var olan bir şeyi temenni etmektir. Dünyada olmadığından dolayı “temenni” lafzını çıkaran bir kimseye gelince, dolayısıyla o herhangi bir şey temenni ede-mez. Onların “ sıfat/özellik alıyor” şeklindeki sözlerine gelince, gerçekten bu tuhaf bir yoldur. Çünkü “ sıfat/özellik alıyor” şeklinde söz söyleyen bir kimsenin sözünün manası, kendisiyle birlikte var olan ve orada yüklenmiş bulunan bir sıfatın olduğunu haber vermektir. Keşke bileydim! Nasıl olur da ma‘dûm, kırmızı, yeşil, güçlü, uzun ve geniş olması bakımından sıfatları taşıyabilir. Şüphesiz bu gerçekten çok tuhaftır. Böylece onların zihinleri bulandırdıkları şeylerin yanlışlığı ortaya çıkmış oldu. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[1087] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onların görüşü delilden yoksun olduğuna göre, söz konusu iddianın yalan olduğu ortaya çıkmıştır. Sonra -başarı yüce Allah’ın yardımıyladır- biz şöyle deriz: Ma‘dûmun asla her-hangi bir varlığa tekabül etmeyen salt bir isim olduğuna dair delil, yüce Al-lah’ın aşağıdaki sözleridir: “(Vahiy meleği) dedi ki: Evet, öyle. (Ancak) Rab-bin diyor ki: “Bu, bana göre kolaydır. Nitekim daha önce, hiçbir şey değil iken seni de yarattım.”

742 “İnsan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti.”

743 “O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.”

744 “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık.”

745

5

10

15

20

25

30

Page 731: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 731

ــ ] ١٠٨٦[ ــא و د. أ ــ ــא أ ، و ــ ــא أ ــ ــ ــאل ــ ــ و

ــא ا ــ ب أ ــ ــ ا ــ و ا ــ ن أ ــ ؟ ــ أم כــ أ ــ ــ ب ا ــ ا

ــ ا ــ א اض وإن ــ ــ ا وم ــ ــ أن ا ة، ــ ــ ا ــ و ــ

ق ــ א. و ــ ــ ــ ــ وم ــ ــ أن ا ا و ــ ، ــ א أ ــ ــ

ــ ــאن ــא ــ א ــ ــ ــ أ ــ ــ ء و ــ ــ ــ א ل ا ــ ــ

ــ א ــ ا دا ــ א ــ ــ ــ أن ، و ــ ــ آ ــ و ج ــ ــא ا أ ــ ــ و وا

א. ــ ــ ــ ــ א ــ ا ــ ــא ــ ــ ا ج ــ ــ أ ــא د، وأ ــ ب ــ כ

ن ــ ــאر ــ إ ــ א ل ا ــ ــ ن ا ــ ــ ــ ــ ــ ــא وأ

ــ ــאت وم ا ــ ــ ا ــ ي כ ــ ــ ــ دة ــ ، ــ ــ ــ ــ

ــא ــאد ــ ا ــ ــ ا ــ ض، إن ــ ل، وا ــ ة وا ــ ة، وا ــ ة وا ــ ا

. ــ א ــ رب ا ، وا ــ ا ــ

ى ] ١٠٨٧[ ــ ــ د ــ أ ــ ــ ــ ا ــ ى ــ ــ : وإذ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ وم ا ــ ــ أن ا ــאن ــ ا ــ ــ ا א ــא ل و ــ ــ ــ כאذ

א﴾. ــ ــכ ــ و ــ ــ ــכ ــ : ﴿و ــ ــ و ل ا ــ ــ ء أ ــ ــ

را﴾ ــ כ א ــ ــ כ ــ ــ ا ــ ــ ــאن ــ ا ــ أ ــ ﴿ : ــ א ــ و

ء ــ ــא כ : ﴿إ ــ ــ و ــאل ا﴾ و ــ ره ــ ء ــ כ ــ : ﴿و ــ א ــ و

ر﴾ ــ ــאه

٥

١٠

١٥

Page 732: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi732

[1088] Eğer ma‘dûm şey olsa idi, bu durumda onlara “ma‘dûmun son-radan yaratılan olması” kaçınılmaz olarak lazım gelir. Onlar, mahlûkun zamanın belli bir vaktinde var olan bir mevcut olduğu hususunda farklı görüş beyan etmezler. Buna göre ma‘dûm var olduğu hâlde mevcuttur. Bu ise onların görüşünün zıddınadır. İşte bu, ma‘dûmun bir “şey” olmadığı hakkında mühim bir açıklamadır.

[1089] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onlara, “şey” sözümüzün mana-sının ne olduğunu sorarız? Onların, “Şüphesiz o mevcuttur.” ve “O, ken-disinden haber verilen her şeydir.” demekten başka çare bulamazlar. Eğer onlar, “O mevcuttur.” derlerse, hakikate varmış olurlar. Eğer onlar, “O (şey), kendisinden haber verilenlerin hepsidir.” derlerse, onlara şöyle deriz: Müşrikler, yüce Allah’ın ortağından bahsederler. Allah Teâlâ da “(Uğrunda mücadele ettiğiniz) ortaklarım nerede?!”

746 diye buyurmuştur.

[1090] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu ma‘dûmdur. Gerçekte onun bir yeri yoktur ve müsemması olmayan bir isimdir. Eğer onlar, “Yüce Allah’ın şerikleri şeylerdir (şeydir).” derlerse, çirkeflik yapmış olurlar. Ayrı-ca, -herhangi bir ümmeti istisna etmeksizin- ümmetlerin hepsi, “ ma‘dûm, bir şey değildir, ya da hiçbir şeydir ya da her lisanda “bir şey” veya “hiçbir şey” sözüyle tabir olunan aynı manadır.” sözü üzerinde ittifak ettiler. Şayet ma‘dûm bir şey olsa idi, bu durumda ümmetlerin üzerinde birleştikleri “Hiç bir şey (bila şey), bir şey değil ve bir şey olmadı.” şeklindeki ifadeler bâtıl olurdu. Bu ise, -var olukları andan âlemin yok olacağı ana kadar- yer-yüzü ahalisinin tamamını reddetmektir. Böylece mevcudun “şey” olduğu anlaşılmış oldu. Zira o, “şey”dir. Böylece aklın zorunluluk ilkesi sebebiyle la-şey (hiçbir şey) ma‘dûmdur.

[1091] Sonra onlara “Sizler, yokluğu hâlinde ma‘dûmun büyük, kü-çük, güzel, çirkin, uzun, kısa veya renkli olduğunu söyler misiniz?” diye sorarız. Eğer onlar buna cevap vermekten sakınırlarsa, görüşleri çelişki-li olmuş olur. Onlara, “O bir şeydir.” şeklindeki sözleriyle, “O, güzeldir, çirkindir, küçüktür ya da büyüktür.” şeklindeki sözleri arasında bir fark olup olmadığı sorulur. Onlar, onun bir şey olduğunu, söyleyip, sonra da “O, ne güzeldir ne çirkindir ne küçüktür ne de büyüktür.” nasıl söylerler?

5

10

15

20

25

30

Page 733: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 733

ــ ] ١٠٨٨[ ، و ــ ــא ن כــ א أن ــ وم ــ : إن כאن ا ــ ــ و

ا ــ ــ وم ــ א ــ ــ ا ــא ــ و ــ و د، و ــ ق ــ ــ أن ا ن ــ

وم ــ ــ أن ا ــאن، ــ ا א ا ــ ــ و ف ــ ا ــ دا و ــ ــ כאن د و ــ

א. ــ ــ

ــ ] ١٠٨٩[ ا ــ ون ــ ــ ء؟ ــ ــא ــ ــא ــ : و ــ ــ ــאل أ

د ــ ــ ا ا ــ א ن ــ ، ــ ــ ــא ــ כ ا: ــ د وأن ــ ــ ا ا: إ ــ أن

ون ــ כ ــ : إن ا ــ ــא ــ ــ ــא ــ כ ا ــ א ، وإن ــ ــ ا ــאروا إ

﴾ כא ــ ــ : ﴿أ ــ א ــאل ــ ــ و כ ا ــ ــ

ــ ] ١٠٩٠[ ، وا ــ ــ ا ــ ــ وم ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــא ا، وأ ــ ــ أ ا ــ אء כא ــ ــ أ א כאء ا ــ ا: إن ــ א ن ــ ، ــ ــ

א أو ــ ــ وم ــ ل: أن ا ــ ــ ا ــ ــ أ א ــ ــ ا ــ ــ ا

، ــ ــ وا ء إ أن ا ــ ــ ء و ــ ــ ــ ــ כ ــ ــ ــא ء. أو ــ

א ــ כــ ــ א و ــ ــ ء و ــ ــ ــ ا ــ ــא أ ــכאن א ــ وم ــ ــ כאن ا

ــ أن ، ــ א ــ ا ــ أن ا إ ــ ــ כא رض ــ ا ــ أ ــ ا رد ــ ، و ــ א

وم ــ ــ ا ء ــ ــ أن ا ورة ا ــ ء ــ ــ ا ذ ــ ء ــ ــ ا د ــ ا

ــ أو ] ١٠٩١[ ــ أو ــ أو ــ أو وم ــ ن: إن ا ــ ــ أ ــ

ا ــ ــ و ــ א ا ــ ــ ا ــ ن أ ــ ؟ ــ ــאل ــ ن ــ ــ أو ذو ــ أو

، ــ ــ أو כ ــ أو ــ أو ــ ــ إ ــ ء و ــ ــ ــ إ ــ ق ــ ــ ا

ا؟ ــ ا و כ ــ ــא و א و ــ ــ ــ ا: أ ــ א ــ ء ــ ــ ا إ ــ א ــ وכ

٥

١٠

١٥

Page 734: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi734

Eğer onlar, “Evet” derlerse, bu durumda ma‘dûmun arazları ve sıfatları taşıdığını kabul etmek zorunda kalırlar. Bu ise, uzak durmanı istediğim bir deliliktir. Onlara, sıfatları neyin taşıdığı sorulur; sıfatlar ma‘dûmun zatında mıdır? veya nerdedir? Eğer onlar, sıfatların ma‘dûmun zatında olduğunu söylerlerse, bu durumda ma‘dûma ait bir zat olduğunu kabul etmek zorun-da kalırlar. Bu ise zorunlu olarak mevcudun sıfatıdır. Eğer onlar, “Bilakis ma‘dûm sıfatları kendisi dışında taşır.” derlerse, bu da tuhaf ve gizliliği olmayan bir imkânsızlık olur.

[1092] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onlara, “ Ebû Cehil’de iman var mıdır, yok mudur?” diye sorarız. Şüphesiz onların sözü “ Ebû Cehil’de iman yoktur.” şeklinde olacaktır. Bunun üzerine onlara “ Ebû Cehil’in olmayan ( ma‘dûm) imanının iyi mi yoksa çirkin mi?” olduğunu sorarız. Eğer onlar, “Ne güzel ne de çirkindir.” derlerse, bunun üzerine onlara: “İmanın güzel olmaması düşünülebilir mi? diye sorarız, gerçekten bu büyük bir günahtır. Eğer onlar, “Bilakis o güzeldir.” derlerse, bu durumda ma‘dûmun güzelliği taşıyıcı olduğunu kabul etmek zorunda kalırlar. Aynı şekilde onlara, pey-gamberlerde (s.a.) olmayan ( ma‘dûm) küfürden sorarız; bu çirkin midir yoksa çirkin değil midir? Eğer onlar, “Hayır” derlerse, bu durumda küfrün çirkin olmadığını kabul etmek zorunda kalırlar. Eğer onlar, “Bilakis o çir-kindir.” derlerse, bu durumda ma‘dûmun sıfatları taşıyıcı olduğunu kabul etmek zorunda kalırlar.

[1093] Yine onlara, kısır bir kimsenin olmayan çocuğunu sorarız; o küçük müdür? Yoksa büyük müdür? Yoksa akıllı ya da ahmak mıdır? Şayet onlar, bu sıfatlardan herhangi birisinin varlığını ondan menederlerse, bu durumda küçük ya da büyük, ölü veya diri olmayan bir çocuğun bulunması tuhaf olur. Şayet onlar, bu sıfatlardan herhangi birisi ile bu çocuğu vasıflan-dırırsalar, imkânsızdan daha öte bir şey ortaya koymuş olurlar. Yine onlara ma‘dûm varlıklardan sorarız; onların bir sayısı var mıdır? Yoksa bir sayıları yok mudur? Eğer onlar, “Ma‘dûm varlıkların bir sayısı yoktur.” derlerse, muhâl bir şey ortaya koymuş olurlar. Zira onlar, sayısı olmayan varlıkları kabul ederler. Eğer onlar, “Ma‘dûm varlıkların bir sayısı vardır.” derlerse, bu gerçekten tuhaf bir şey olur ya da hiçbir gizliliği olmayan bir muhâl olur.

5

10

15

20

25

30

Page 735: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 735

ــ ا ــ ــאت، و اض وا ــ ــ ا وم ــ ا أن ا ــ ــ أو ا: ــ א ن ــ

ــ ا ــ א ن ــ ــאذا؟ ــ ــ أو ــ ذا ــאت أ ــ ا ــאذا ــ ا ــ . و ــ ــכ א

ــאت ــ ا ــ ا ــ א ورة. وإن ــ د ــ ــ ا ه ــ ــא و ــ ذا ا أن ــ ــ أو ذا

. ــ ــאء ــא ا و ــ ــא زا ــא ــכ أ ه، כאن ذ ــ ــ

أو ] ١٠٩٢[ ــ ــ أ ــ د ــ ــאن ا ــ ــ و : ــ ــ أ ــאل

ــ ــ ــאن أ ــ إ ــ ، ــ وم ــ ــ ــכ إ ــ ــ ن ــ وم؟ ــ

ــ ن כــ : أ ــ ــא ــ ــ و ا: ــ א ن ــ ؟ ــ ــ أم ــ وم ــ ا

ــ א ــ ا أ ــ ــ أو ــ ــ ا ــ א ا. وإن ــ ــ ا ــ א؟ ــ ــ ــאن إ

ــ ــ م أ ــ ــ ا ــאء ــ ا وم ــ ــ ا כ ــ ا ــ ــכ . وכ ــ

ا أن ــ ــ أو ــ ــ ا: ــ א ــא، وإن ــ ا ــ ا כ ــ ا: أو ــ א ن ــ ؟ أم

ــאت. ــ ا وم ــ ا

أم ] ١٠٩٣[ ــ כ أم ــ ــ أ ــ وم ــ ا ــ ا ــ و ــ ــ و

ــא أن ــ כאن ــאت ه ا ــ ــ ء ــ د ــ ــ و ا ــ ن ــ ؟ ــ ــ أم أ א

ه ــ ــ ء ــ ه ــ ، وإن و ــ ــ و ــ و ــ و כ ــ ن و כــ

د أم ــ ــא ــ أ و אء ا ــ ــ ا ــ ــאل. و ــ ا ــאدة א ا ــ ــאت أ ا

אء ــ وا ــ ــאل إذ أ א ا ــ ــ أ ا ــ ــא כא د ــ ا: ــ א ن ــ ــא؟ د ــ

. ــ ــאء ــא ا أو ــ ــא ــכ د כאن ذ ــ ــא ــ ا ــ א ــא، وإن د ــ

٥

١٠

١٥

Page 736: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi736

Yine onlara, “Kısır bir erkekten ve kısır bir kadından olmayan ( ma‘dûm) çocuklardan sorarız; bunların sayısı ne kadardır? Ayrıca ma‘dûm eşyalar-dan sorarız; onlar bu âlemin içinde ve bu âlemden midirler? Yoksa onlar, bu âlemin içinde ve bu âlemden değil midirler? Eğer onlar, ma‘dûm varlık-ların bu âlemin içinde ve bu âlemden olduklarını söylerlerse, bu durum-da onlara söz konusu varlıkların yerlerini sorarız. Eğer onlar, söz konusu varlıklara bir mekân belirledilerse, diledikleri ahmaklığı ortaya koymuş oldular. Eğer onlar, söz konusu varlıkların bir mekânı yoktur derlerse, bu durumda onlara şöyle denilir: Âlemde olan bir varlık (şey) nasıl olur da kendisine ait bir mekânı olmaz ve arazları taşıyıcı olmaz?

[1094] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şayet ma‘dûmların kendilerine ait sayıları, nihayetleri ve başlangıçları olmayan varlıklar olduklarına söy-lersek onların ezelî olmalarını zorunlu kılmış oluruz. Bu da gerçek anlam-da Dehrîliktir. Sayılamayan varlıkların çokluğu ve Yüce Allah ile birlikte ezelî olmalarını (kabul etmek) mutlak anlamda küfürdür. Böylesi saçma-lıklardan Allah’a sığınırız.

[1095] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onlar, ma‘dûmun bilinebileceği-ni iddia ederler. Bu da onların kelâm kavramlarını bilmediklerinin göster-gesidir. Özellikle de ma‘dûmun hiçbirşey olduğunu ikrar edip onun biline-bileceğini ifade eden kişi böyledir. Bunun üzerine onlara “hiçbirşeyi” (la-şey) bilmeyi ve Allah’ın da “hiçbir şeyi” bildiğini zorunlu kıldık. Onlardan bazıları buna cüret ettiler.

[1096] Ona şöyle deriz: Senin “La-şey’i bildim, yüce Allah da la-şey’i bildi.” şeklindeki sözün, “Şey’i bilmedim.” ve “Yüce Allah şey’i bilmedi” şeklindeki sözüne uygun düşmektedir. İki kaziyenin manası arasında elbet-te bir fark yoktur, bilakis o ikisi her ne kadar ibareler farklı olsa da mana-ları aynıdır. O bu şekilde olunca, bu durumda ma‘dûmun bilinemeyeceği doğrudur. Eğer bizi buna zorlayıp “Yüce Allah, olmadan önce şeyleri bilir mi? Yoksa bilmez mi?” diye sorarlarsa, onlara şöyle cevap veririz: Allah Teâlâ ezelde yaratacağı şeyleri bir nihayeti olmaksızın ebedî olarak bili-yordu. Onları yaratacağını ve yarattığı zaman onlarda hangi sıfatları yara-tacağını biliyordu. Allah onu bu şekilde yarattığında artık “şey” olacaktır.

5

10

15

20

25

30

Page 737: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 737

ــ ــ ؟ و ــ د ــ ــ כ ــ وا א ــ ا ــ و د ا و ــ ا א ــ و

؟ ــ א ــ ا ــ و א ــ ا ــ ــ أم א ــ ا ــ و א ــ ا ــ ــ أ و אء ا ــ ا

ــא כא ــא دوا ــ ن ــ ــא כא ــ א ــ ، ــ א ــ ا ــ و א ــ ا ــ ا: أ ــ א ن ــ

ــ א ــ ا ء ــ ن כــ ــ ــ وכ ــ ــא، ــכאن ا ــ א ــאءوا وإن ــא ا ــ

. ــ א ــ و ــ ــכאن

ــא ] ١٠٩٤[ د ــ אء ــ ــ أ ــאت إذا כא و ــ أن ا : و ــ ــ ــאل أ

אء ــ ن أ כــ د أن ــ ــ ــ وכ ــ ه د ــ ل. و ــ ــ ــא أ ــ ــ و א و

س. ــ ا ا ــ ــ ــ ــא ذ ــ . و ــ א ــ ا ل ــ ــ ة ــ ــ כ

ــ ] ١٠٩٥[ ــ ا ــ و ــ وم ــ ا أن ا ــ اد ــ و : ــ ــ أ ــאل

، ــ ــ ــכ أ ــ ذ ــ ء، واد ــ وم ــ ن ا ــ ــ ــ أ א ــ م ــכ ود ا ــ

ــ ء ــ ــ ــ א ء، وأن ا ــ ن ــ ــ ــכ أ ــ ذ ــ א

ــכ. ــ ذ ــ

ــ ] ١٠٩٦[ ء، ــ ــ א ــ ا ء، و ــ ــ ــכ : إن ــ ــא

ــ ا ــ ق ــ א، ــ ــ א ــ ا ــ ــכ א، و ــ ــ ــ أ ــכ

وم ــ ــ أن ا ــ ــכ ــ כ ــאن، وإذ אر ــ ا ــ وإن ا ــא وا ــ ــ أ

؟ ــא أم ــ כ אء ــ ــ ا א ــ ا ــ א ــ ا و ــ ــ ــא ن أ ــ ــ

ــ ــ ــ ــ א ــא ــ ا إ ــ ــ أ ــא ــ أن ــ א ل ا ــ ــ : ــ ــא

، ــ א إذا כ ــ ن כ ــ ــ ، وأ ــ ــא إذا ــא ــ ــאت ا ــ ا ــ و

٥

١٠

٢٠

Page 738: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi738

Yüce Allah, ezelde, henüz yaratmadıklarını da biliyor ve onlar yaratılmaya-na kadar “şey” de değiller. Yüce Allah, onun kendisi ile birlikte la-şey (hiç-bir şey) olduğunu da ezelde biliyordu. Yüce Allah, varlıkları yarattığında artık “şey” olacağını da biliyordu. Çünkü Allah Teâlâ, varlıkları mâhiyet-lerinin zıddına değil, mâhiyetleri üzere bilir. Çünkü bir şeyi mâhiyetinin zıddına bilen bir kimse, gerçekte onu bilmiyor, bilakis onun câhilidir. Bu da ilim değildir, bilakis yalancı bir zan ve câhilliktir. Bunun delili, yüce Al-lah’ın “Allah, onlarda bir hayır (hakka yöneliş) olduğunu bilseydi, elbette onlara işittirirdi.”

747 meâlindeki sözüdür.

[1097] Yüce Allah’ın bize hitap ettiği Arap lisanında “Lev/şayet” edatı, bir şeyin imkânsızlığından dolayı başka bir şeyin imkânsızlığını ortaya ko-yan bir edattır. Böylece yüce Allah’ın onlara işittirmediği hususu doğrudur. Çünkü Allah Teâlâ onlarda bir hayır olmadığı halde onlarda hayır olduğu-nu bilmedi. Böylece ma‘dûmun esas olarak bilinmediği anlaşılmaktadır. Şayet bilinse idi, elbette mevcut olurdu. Ya da yüce Allah, ma‘dûm lafzını müsemmasının olmadığını ve kapsamında bir şey olmadığını bilir. Aziz ve celil olan Allah, şu anda, kıyametin kaim olmadığını bilir ve şu anda yüce Allah kıyametin kaim olduğunu bilmez. Bilakis o, kıyameti ikame edeceğini bilir, o da kaim olur. Böylece kıyamet ve saat, ceza günü ve diriliş günü; yüce Allah bütün bunları yaratmadan önce değil yarattığı zaman büyük bir şey olur.

[1098] Yüce Allah’ın kıyameti yaratacağıyla alakalı ilmi ise onun ya-ratılacağı ve dolayısıyla gerçek olacağıdır. İşte bu, ma‘dûmattan olup da henüz gerçekleşmemiş olan şeyler hakkında ilim kelimesinin mutlak an-lamda kullanılmasıdır. Nitekim biz, şu anda, yarın güneşin doğduğunu bi-lemeyiz. Bilakis güneşin yarın doğacağını bilebiliriz. Aynı şekilde şu anda bizler, dirilerin ölümünü bilemeyiz. Bilakis yüce Allah’ın onların ölümünü yaratacağını biliriz. Böylece biz yaratmadan önce değil de Allah’ın ölü-mü onlar için yarattığında biliriz. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Yoksa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sınayıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sınayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?”

748

5

10

15

20

25

30

Page 739: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 739

، ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــא ــ أن ــ ــ و ل ــ ــ و

ــא، אء إذا ــ אء أ ــ ن ا כ ــ ــ ــ وأ ء ــ ــ ــ أ ــ א ل ــ ــ و

ــ ــ ــא ف ــ ــ ــ ــ ــא ــ אء ــ ــ ا ــא ــ إ א ــ

ا ــ ــ ــא و ــ ــא، ــ ــ ــ ــא ف ــ ــ ــא ــ ن

ــ ــ : ﴿و ــ ــ و ل ا ــ ا ــ ــאن . و ــ ــ כאذب و ــ ــ ــא

﴾ ــ ا ــ ــ ا

ــ ] ١٠٩٧[ ل ــ ف ــ ــא: ــ א ــא ا א ــ ب ا ــ ــ ا ــ ــ و

ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ א ــ ــ أ ه ــ ــאع ء ــ ــאع ا ا

ــכאن ــ ــ و ــ أ ــ وم ــ ا أن ــ ، ــ ــ أو ا ــ

ء ــ ــא، و ــ وم ــ ــ ا ــ أن א ــ ا ــא دا، أوإ ــ

ــא ــ א ن ــ ا ، و ــ א ــ ــא ن أن ا ــ ا ــ و ــ ــא، و

م ــ اء، و ــ م ــ ، و ــא ــ و א ن כــ م ــ א ــ ــ ــ أ ــ ، ــ א

. ــ ــ أن ــכ ــ כ ذ ــ ــא، א ــ ، و ــ

ــ ] ١٠٩٨[ ا ــ ــ د ــ ــ م ــ א ــ ــ ــ א ــ ــא

ن ا ــ ــא أ ــא כ ــאت و ا ــ ــ כــ ــ ــא ــ ــ ا ق ــ إ

ــ ــכ ا وכ ــ ــ ــא ــ أ ــ ، ــ ــ ــא ــ א ــ ا

ــ إذ ــא ــ ــ ــ ــ א ــ أن ا ــ ن، ــאء ا ت ا ــ

ا ــ أن ــ : ﴿أم ــ א ــאل . و ــ ــ ا א ــא ــכ. و ــ ذ ــ

﴾ ــ א ا ــ و כــ وا ــ א ــ ا ا ــ ــא و ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 740: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi740

[1099] İşte bu âyet ma‘dûmun bilinmediğine dair apaçık bir beyandır. Çünkü Allah Teâlâ, cihat edenleri ve sabredenleri sınayıp bilmeden söz konusu kimseleri cennete sokmayacağını haber vermiştir. Böylece cihat etmeyen ve sabretmeyen kimselerin, cihat eden ve sabreden kimseler ol-duklarını yüce Allah’ın asla bilmediği, ne cihat ne de sabır açısından onun bir bilgisinin olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak onun ilmi, cihat eden ve sabredenden faklıdır. Allah Teâlâ, ezelde, onlardan cihat edecek ve sabre-decekleri kimseyi biliyordu. Söz konusu kişi cihat edip sabredince, işte o zaman Allah onu cihat eden ve sabreden birisi olarak bilmiştir. İlim değiş-mez, çünkü ilim Allah’ın dışında bir “şey” değildir. Ancak mâlum değişir. Sonra onlara, “Yüce Allah, kösenin sakalını ve zencinin749 (siyahînin) kır-mızılığını (kızıl renkte oluşunu) bilir mi yoksa bunları bilmez mi? Allah Teâlâ, kısır bir kimsenin çocuklarını, kâfirin imanını, doğru sözlü olanın yalanını ve yalancının doğruluğunu bilir mi? Yoksa bunlardan herhangi bir şeyi bilmez mi?” diye sorarız. Eğer onlar, “Şüphesiz yüce Allah, kısırın çocuklarını bilmez, ancak onun bir çocuğu olmadığını bilir. Kösenin saka-lını da bilmez, bilakis onu sakalsız bilir.” derlerse, doğru söylemiş olurlar ve hakka dönerler. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

Muammer’e Göre Manalar Konusu

[1100] Ebû Muhammed şöyle dedi: Muammer’e750 ve ona tabi olan-lara gelince, onlar şöyle dediler: Biz, hareketli (müteharrik) ve sakin olanı görüyoruz. Biz, kendisinde meydana gelen mana sebebiyle müteharrikin, bu mana sayesinde sakin olandan ayrıldığını kesin olarak biliriz. Yine kendisinde meydana gelen mana sebebiyle sakin olan da,bu vasıf sayesinde müteharrik olandan ayrıldığını kesin olarak biliriz. Aynı şekilde hareketin kendisiyle bir-likte bulunan bir mana sebebiyle sükûndan ayrı olduğunu ve sükûnun da kendisiyle birlikte bulunan bir mana sebebiyle hareketten ayrı olduğunu bili-riz. Aynı şekilde biz, kendisinde bulunan bu mana sebebiyle hareketin sükûn-dan farklı olduğunu ve yine kendisiyle birlikte bulunan bu mana sebebiyle sükûnun da hareketten ayrı olduğunu biliriz. Bu şekilde devam eder gider.

5

10

15

20

25

30

Page 741: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 741

ــ ] ١٠٩٩[ ــ أ ــ أ א ن ا ــ وم ــ ــ أن ا ــ ــ ا ــ

ــ א ــ ــ ــ أن ا، ــ א ا، و ــ א ــ א ــ ا ــ ــ ــ ا

ــאدا، و ــ ــ ا أو ــ א ا و ــ א ــ ــ א ــ ا ــ ــ و

ــ ــ כאن ــ أن ــ א ل ــ ــ ، و ــ א ــ ــ و א ــ ــ ــא ا وإ ــ

ــ ــ ــ و א ذا ــ ــ א و ــ ــ ــ أ ل ــ ــ ــ ــ א و ــ

ــא ، وإ ــ א ــאري ــ ا א ــ ــ ــ ــ ــ ا وا ــ א ا ــ א ــ

ــ ــא ا ، و ــ ــ ا ــ א ــ ا ــ ــ ــ ــ م ــ אل ا ــ ا

، ــ ــ ا ، وכ ــ כא ــאن ا ، وإ ــ د ا ــ أو א ــ ا ــ ــכ؟ و ــ ذ أم

ا: إن ا ــ א ن ــ ــכ؟ ــ ذ א ــ ــ ــכאذب، أم ق ا ــ ــאدق، و ب ا وכــ

ــ ــ ــ ا ــ ، و ــ ــ ــ و ــא دا، وإ ــ أو ــ ــ א

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ ــ ا ــאدوا إ ا و ــ ، ــ ــ ذي ــ

ل א م ا כ ا

ــא ] ١١٠٠[ و ــא إ ا: ــ א ــ ا ــ و ــ ــא وأ : ــ ــ أ ــאل

ــ ــאכ ا ــאرق ــ ك ــ ا ــ ث ــ ــ أن ــא ــאכ وا ك ــ ا

، ــ ــ ك ــ ا ــאرق ــא أ ــ ــאכ ا ــ ث ــ ــ وإن ، ــ

ن ــכ ا ــ وأن ن، ــכ ا ــ אر ــ ــ כــ ا ــ أن ــא ــכ وכ

ــ א ــ ي ــ ــ ا ــכ ا ــ ذ ــא أن ــכ . وכ כــ ــאرق ا ــ ــ

ا ــ ا أ כــ ن، و ــכ ــ ا אر ــ ي ــ ــ ا ــאرق ا ــ ــ ن، ــכ כــ ا ا

٥

١٠

١٥

Page 742: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi742

Onlar bu âlemde olan her şeyin cevher veya arazdan meydana geldiği-ni yani kendisinde bir mana olduğunu ve bu mana sayesinde onu diğer varlıklardan ayırdığını bilmekteyiz. Aynı durum bu manalarda da vardır. Çünkü bu manalar, farklı olan mevcut şeylerdir. Onlar bu manalarla âlem-de sınırlı bir zamanda sınırsız “şeylerin” varlığını zorunlu kıldılar.

[1101] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu, genel olarak, onların fikir ayrılığına düştükleri hususlardır. Ancak onlar manaları kategorilere ayırdı-lar; küfre ve kâfire, imana ve mümine ve bunun dışında ortaya koyduğu-muz manalara kadar götürdüler. Bu konuda daha fazlası asla yoktur.

[1102] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu bir şey değildir. Çünkü biz Allah’ın yardımıyla onlara şöyle deriz: Âlemin tamamı; taşıyıcı olan cevher ve taşınan araz olmak üzere iki kısımdır, daha fazla değil. Âlemde bu iki kısmın dışında bir üçüncüsü yoktur. İşte bu, aklın ve duyuların zorunluluk ilkesiyle bilinen bir durumdur. Cevherler, zatları itibarıyla birbirlerinden ayrıdırlar. Öyle ki zat, onların şekilleri olup onunla diğer zatlardan ayrı-lırlar. Ayrıca cevherler cinsleri itibarıyla ile de farklılık gösterirler. Bu da cevherlerden her birinde yüklü olan arazlar sebebiyle birbirlerinden fark-lılaşırlar.

[1103] Arazlara gelince, onlar da zatları ve farklılıklarından ötürü cev-herlerden ayrıdırlar. Aynı şekilde onlar da bazıları bazılarından farklıdırlar. Her ne kadar arzlardan bazıları başka arazları yüklense de birbirlerinden farklıdırlar. Örneğin “Parlak kırmızı, soluk kırmızı, kötü amel, salih amel, aşırı güç, yumuşak güç..” şeklinde deriz. Bunların benzerleri çoktur. An-cak bunların hepsi sınırlı bir sayıda durur, daha ileri gitmez. Bu duyu ve akılla bilinen bir durumdur. Hareketli olan varlık (müteharrik), sakin olan varlıktan farklı olur. Bu, hareketli varlığın hareketi sebebiyledir ve sakin varlığın da sükûnu sebebiyledir. Hareket zâtı itibarıyla sükûndan farklı olur. Sükûn da zâtı, cinsi (nev’) ve ayrılığı (ğayriyyet) sebebiyle sükûndan farklı olur. Doğu yönüne doğru hareket, batı yönüne doğru hareketten farklı olur. Bu, hareketin doğuya ve batıya doğru olması, zâtı ve farklılığı sebebiyledir. Her şey böyledir.

5

10

15

20

25

30

Page 743: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 743

ــ א ء כאن ــ ض أي ــ ــ أو ــ ــ א ا ا ــ ــ ء ــ ــ כ ا أن ــ أو

ــא ــ א ــכ ا ــ ــא ــכ أ ، وכ ــ א ــ ا اه ــ ــא ــא כ ــ ــאرق כ

ــ א ــ ا ود ــ ــאن ــ ز אء ــ د أ ــ ا و ــ ا ــ ة، وأو ــ א دة ــ אء ــ أ

ــא. د ــ א

ــא ] ١١٠١[ و ــא و ــ ــ إ أ ا ــ ــא ــ כ ه ــ : ــ ــ ــאل أ

ي ــ ــ ا ــ ا ــא ــכ ــ ذ ــ ، و ــ ــאن وا ، وا ــ כא ــ وا כ ــ ا

. ــ ــ أ ــאدة ، و ز ــ ــאه أورد

]١١٠٢ [ . ــ ــ ا א ــא ــ و ل ــ ــא א ــ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ א ــ ا ــ א ، و ــ ل و ــ ض ــ ، و ــ א ــ אن ــ ــ ــ כ א ا

ــ ا א ، ــ ورة ا ــ ــ و ورة ا ــ ف ــ ــ ا أ ــ ، ــ ــ ا ــ

ــ ــא، و ــ א ــ א א ــ ــ أ ــ ــא ا وا ــ ــא ة ــ א

ــ כ ل ــ ض ا ــ א ــ ــ ــא ق ــ ــא ــ أ א، و ــ ــא أ

. ــ ا ــ ا ــ א

ــכ ] ١١٠٣[ وכ ــא، ة ــ א ــא وا ــ ا ة ــ א اض: ــ ا ــא وأ

ــא، وإن وا ــ ــאرق ــא ــא، و وا ــ ــ א ــא ــא ه أ ــ

ة ــ ، و ــ ة ــ ــא اض כ ــ ــ ا ــ ــא اض أ ــ ــ ا כאن

ــ ة، و ــ ــ ا ــא ة دو ــ ة، و ــ ة ــ ، و ــ א ــ ء، و ــ ــ رة، و כــ

ــ א ــ ــ ا أ ــ . و ــ ــאه د ــ ــ ــ ا ــ ــ إ أن כ ا כ ــ

ــאرق כــ ــכ وا ا ــ ــ و כ ا ــ ــאכ ــאرق ا ك ــ א ، ــ وا

ق ــ ــ ا כــ إ ، وا ــ ــ وا א ــ و ا ن ــכ ــא ا אر ــא، و ا ن ــכ ا

ــ ا ب ــ ــ ا ه إ ــ ن ق وכــ ــ ــ ا ه إ ــ ن כــ ب ــ ــ ا כــ إ ــאرق ا

ء. ــ ــ כ ا כــ ــ و ــ א و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 744: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi744

[1104] Zatları peş peşe gelen varlıklardan bir tür (nev’) altında gerçek-leşen her iki varlık, ayrılıkları sebebiyle farklı olurlar. Şayet o iki varlık, iki tür (nev’) altında gerçekleşmiş ise, şüphesiz onlar zattaki ve türdeki ayrılık sebebiyle farklı olurlar. Ona ait ayrılık da, kendi cisimlerini (eşhas) bir araya getiren bir türdür. Ancak bunların tamamı sayı açısından belli bir sınırda durmaktadır, kesin olarak artmaz. Sonra onlara şöyle sorarız: Bir harekette olduğunu iddia ettiğiniz manalardan hangisi daha çoktur? Bu mu? Yoksa iki harekette olduğunu iddia ettiğiniz manalar mı daha çoktur? Bize haber veriniz? Eğer onlar azlığı ve çokluğu onaylarlarsa, kendi mezheplerini terk etmiş olurlar ve nihayeti kendisinden uzak tuttukları manalarda bir nihayeti gerekli görürler. Eğer onlar, manalarda azlık ve çokluğun olmadığını söy-lerlerse, işte burada duyularla idrak edileni inkâr etmiş ve kendi görüşlerini nakzeden bir imkânsızlığı ortaya koymuş olurlar. Çünkü onlar, harekete ait bir mananın olduğunu zorunlu kabul ettiklerine göre, iki hareket için iki mananı olduğunu da zorunlu görürler. Bu şekilde devam eder gider. Böylece çokluk ve azlık zorunlu olarak gerekli olmuştur, bundan kaçış yoktur.

[1105] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bazılarının, “Yüce Allah, bir ci-simde nihayeti olmayan hareketler yaratmaya kadir değil midir?” demesi dışında onların bir cevabı yoktur.

[1106] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ehl-i İslâm’ın bu soruya verdiği cevap ise “Evet”tir. Yüce Allah’a âcizlik nispet eden kimseye gelince, onlar “Hayır” diyerek cevap vermişlerdir. Dolayısıyla onlardan bu sual düşmüş-tür. Bu cevap ile onlardan İslâm’ın sâkıt olması, Muammer’in taraftarları-nın sorusunun sâkıt olmasından daha ağırdır.

[1107] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onların Ehl-i Hakka yönelik soruları devam etti ve onlar şöyle dediler: Yüce Allah’ın, iki cisimde ha-reketleri yaratılması mı yoksa tek bir cisimde hareketlerin yaratılması mı daha çoktur? Ehl-i Hakkın bu konudaki cevabı, ma‘dûm hakkında sayı-labilirlikten bahsedilemeyeceği ve sayılabilirliğin sadece mevcut varlık-larla ilgili olduğu yönündedir. Öyle ki yüce Allah ona güç yetirebilmekle beraber daha yaratılmadığı için “şey” değildir. O ne sayılır ne sayılandır.

5

10

15

20

25

30

Page 745: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 745

ــא ] ١١٠٤[ אص ــ ا ــ ــא ــ وا ع ــ ــ ــא و ــ ــכ

ــ ــ א ــאن ــא ــ ــ ــא و ــא כא ن ــ ــא، ــאن

א א ــ ــ أ ــ א ع ــ ــא ــא ــ أ ــא، وا ع أ ــ ــ ا ــ א ــ و ا

ــ ــא و ــ ــ . ــ ــ و د ــ ــ ا ــ ــ ــ ــכ وا ن أن כ ذ ا

ــא ــ ــ ا א ــ أم ا ــ أ ــא أכ ة أ ــ כــ وا ــ ــא ــ ــ ا א ا

ــ ــ ا א ــ ا ــ א ا ا ــ ــ وأو ا כــ ة ــ ــ وכ ا ــ ن أ ــ ؟ ــ כ ــ

ــ א ــאل ا א ا ــ وا وأ ــ ــא כא א ة ــ ــ و כ ا: ــ א ــא، وإن ــ א ا ا ــ

ا כــ ــ و ــ כ ا ــ ــ أو כــ ا ــ ــ إذا أو ، ــ ا ــא أ

ــא. ــ ورة ــ ــ ة وا ــ כ ــ ا ا، ــ أ

ــאل ] ١١٠٥[ ــ إ أن ــ اب أ ــ ــ כــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــא؟ ــ א כאت ــ ــ ــ وا ــ ــ ــ أن ــאدرا ــ א ــ ا ــא أ و أ

ــ ] ١١٠٦[ ــא . وأ ــ ال: ــ ا ا ــ ــ م ــ ــ ا اب أ ــ : ــ ــ ــאل أ

ا ــ ــ م ــ ط ا ــ ــ وכאن ال ــ ا ا ــ ــ . ــ ا ــ א ــ ــ ر

. ــ ــאب ال أ ــ ط ــ ــ ــ اب أ ــ ا

ــא ] ١١٠٧[ و ا ــ א ــ ا ــ ا ــ ــאدى : ــ ــ أ ــאل

ر ــ ــא ــ أو ــ כאت ــ ــ ا ــ ــ ــ א ر ا ــ ــא ــ ــא أכ أ

ــכ ــ ذ ــ ــ ا اب أ ــ ــכאن ؟ ــ ــ وا ــ כאت ــ ــ ا ــ ــ

ي ــ وف، وا ــ د ــ ــ د ا ــ ــ ا وم، و ــ ــ د ــ ــ ــ أ

ود ــ ــ د و ــ ــ א، و ــ ــ ــ ــ ــ ــ ــ و ــ א ر ا ــ

٥

١٠

١٥

Page 746: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi746

Allah’ın kudretinin bir sonu da yoktur. Yüce Allah’ın kendisine güç yetirdi-ği ve fakat yapmadığı şeylere gelince, bu konuda “Onun bir nihayeti vardır ve onun bir nihayeti yoktur.” denilemez. Yüce Allah’ın yarattığı şeylerin tamamına gelince, sonralık açısından bunun bir nihayeti vardır. Allah’ın yarattığı her şey de böyledir. Allah onu yarattığına göre, o zaman öncesinde olmasa dahi ona bir nihayet de yaratmıştır.

[1108] Sizin iddia ettiğiniz manalara gelince, şüphesiz sizler söz konu-su manaların mevcut ve kaim olduklarını iddia ediyorsunuz. Dolayısıyla bunlara ait bir nihayetin olması zorunludur. Şayet sizler ondan nihayeti uzaklaştırırsanız, Dehrîlere katılmış olursunuz. Bu durumda daha önce ifade ettiğimiz şekilde onlarla konuştuğumuz şeyleri sizlerle de konuşuruz. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1109] Sonra size, “Yüce Allah’ın güç yetirdiği şeylerin sayı açısından bir nihayeti yoktur.” diyen bir kimsenin sözü de doğru değildir. Bilakis bu konudaki hakikat, şöyle dememizdir: “Yüce Allah, sonlu bir vakitte ve sonlu bir mekânda, nihayeti olmayan şeyleri yaratmaya kadirdir. Şayet o, sonsuz bir vakitte ve sonsuz bir mekânda, bunu yaratmayı dileseydi, elbette yüce Allah buna kadirdir. Bundan, nihayeti olmayan bir vakitteki manaların varlığı şeklinde iddia ettiğiniz hususun ispatı çıkmaz. Çünkü burada bunu zorunlu kılacak bir akıl yoktur. Bunu ne Kur’ân ne de bir haber zorunlu kılmıştır. Ancak bu, tarafımızdan yapılan bir kıyastır. Zira sizler yüce Allah’ın nihayeti olmayan bir şeyi yaratmaya kadir olduğunu söylediğinizde, bizler de onun nihayeti olmayan bir şeyi yarattığını söyle-dik. Dolayısıyla bu bir kıyastır ve kıyasın tamamı bâtıldır.

[1110] Sonra, şayet kıyas hak olsa idi, elbette ondan kaynaklanan bu durum bâtıl olurdu. Çünkü o sizin iddianıza göre mevcudun ma‘dûma kı-yasıdır ve Allah’ın yarattığı şeyleri yaratmadığı şeylere kıyas ve teşbihtir. Bu ise yanlışlığın alasıdır. Bu yanlış kıyas konusunda sizin ile “Filan beldede bir topluluk vardır; gözleri ile koklarlar, burunlarıyla işitirler, kulaklarıyla ta-darlar ve dilleriyle görürler.” şeklinde söz söyleyen bir kimse arasında bir fark yoktur. Bu konuda yalan söylediği anlaşılınca, iddiasına dair bir delil istenilir.

5

10

15

20

25

30

Page 747: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 747

ــ ــ أن ــאل ــ ــ ــ ــ و א ــ ر ــ ــא ــא ــ وأ א رة ا ــ ــ א و

ــא ا כ ، وכــ ــ ــ א ــ ــ א ــ ا ــא ــא כ ، وأ ــ ــ א ــ ــ و أ א

ــכ. ــ ذ ــ ــ א ــ ــ ــ ذا ــ ــ

ــ ] ١١٠٨[ ــ א دة ــ ــא ن أ ــ כــ ــא ــ ــ ا א ــא ا وأ

ــא אכــ ــ وכ ــ ا ــ ــא ــ א ــ ا ن ــ ، ــ א ــא ن כــ أن

. ــ ــ ا א ــא ــ و ــא ــ ذכ ــא ــ ــ א כ

ــ ] ١١٠٩[ א ر ا ــ ــא ــ إن א ل ا ــ ــ ــאرة ه ا ــ כــ ــ ــ ــ

ــאدر ــ א ل: إن ا ــ ا أن ــ ــ ــ ــ ا ، ــ ا ــ ده، و ــ ــ א ــ

ــאء أن ــ ، و ــ א ــכאن ذي ــ و א ــ ذي ــ و ــ ــ א ــא ــ ــ أن

ــ כ ــאدرا ــכאن ــ א ــ ذي ــכאن ، و ــ א ــ ذي ــ ــ و ــכ ــ ذ

ــ ــ وا ــ و ــאن د ــ ــ و ــ ــא اد ــאت ــכ إ ــ ذ ــ ــא و ــכ ذ

ــ ــ ــכ و ــ ذ آن ــ ــכ، و ــ ذ ــ ــא א ــ ــא، إذ ــ א

ــ ــ א ــא ــ ــ أن ــאدرا ــא כאن ــ ، إذ כــ ــאس ــ ــא ــכ، وإ ذ

. ــ א ــ ــאس כ ــאس وا ا ــ ، ــ ــ א ــא ــ ــ ــ ــא: إ

ــאس ] ١١١٠[ ــ כ ــ ، ــ א ــ ا ــ ــכאن ــא ــאس ــ כאن ا ــ

، ــ ــ ــא ــ כــ ــ ــ ــא ــ ــאس و وم و ــ ــ د ــ

ل: ــ ــ ــ ــ و א ــאس ا ا ا ــ ــ כــ ق ــ ــאد، و ــ ا א ــ ا ــ و

ــ ن ــ و ، و ــ ــ أ ن ــ ، و ــ ــ ن ــ ــא ــא ا ــ כــ ــ إن

اه ــ ــ د ــא א ــ ــכ و ــ ذ ب ذا כــ ــ ، ــ ــ أ ون ــ ، و ــ آذا

٥

١٠

١٥

Page 748: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi748

Bunun üzerine o, “Yüce Allah’ın bunları yaratmaya kadir olduğunu kabul ediyor musunuz?” diye sorar. Biz de ona “Evet” deriz. Bunun üzerine o, “İşte bu, iddiamın doğruluğuna dair delildir.” der. Halbuki sizler daha kötü bir hâldesiniz. Çünkü bu şahıs, “eğer olsaydı, olanın nasıl olacağı” şeklinde ve-him ve hayal gücünden haber vermiştir. Sizler ise, nefiste düşünülemeyen ve akılda kurgulanamayan bir şeyden haber veriyorsunuz. O da, bir an içinde, sayıları için bir nihayetin olmadığı manaların varlığını kabul etmenizdir.

[1111] Ebû Muhammed şöyle dedi: Böylece bu yanlış görüş geçersiz olmuştur. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun. Bu, bu görüşün geçer-sizliği açısından yeterli olmuştur. Çünkü bu görüş, doğruluğuna dair bir delilin bulunmadığı bir iddiadır. O da imkânı olmayan yanlış bir davadır. Bilakis o, vehmedilemeyen ve kurgulanamayan bir muhâldir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

Eş‘arîler ve Onlara Uyanlara Göre Haller (Ahvâl) Konusu

[1112] Ebû Muhammed şöyle dedi: Eş‘arîlerin iddia ettiği hallere ge-lince, onlar şöyle dediler: Şüphesiz burada ne hak ne bâtıl, ne mahlûk ne de gayrı mahlûk, ne mevcut ne ma‘dûm, ne mâlum ne de meçhul, ne “şey” ne de “la-şey” olan haller (ahvâl) vardır.

[1113] Eş‘arîler şöyle dediler: Âlimin bir ilminin olduğunu ve onun varlığının kendi varlığından dolayı olduğunu bilmesi bundandır. Onlar şöyle dediler: Eğer sizler, “Size ait bir ilmin olması sebebiyle, yüce Allah’ı ve onu biliyor olmanızla alakalı bir ilminiz vardır. Yine sizin, bulduğunuz ve gördüğünüz şey sebebiyle varlığınızdan dolayı bir varlığınız vardır.” der-seniz, size şöyle sorarız: “Size ait bir ilim olması sebebiyle, ilminizle alakalı bir bilginiz var mıdır? Yine sizin, bulduğunuz ve gördüğünüz şey sebebiyle varlığınızdan dolayı bir varlığınız var mıdır? Eğer bunu kabul ederseniz, bunu sonsuza kadar sürdürmeniz (teselsül) gerekir. Bu durumda Muam-mer’in taraftarlarının ve Dehrîlerin görüşüne dâhil olursunuz. Eğer bunu engellerseniz, bu durumda size, bunu engellemenizin ve bunu gerekli kıl-manızın doğruluğuna dair delilin sıhhatinden sorulur. Aynı şekilde Eş‘arî-ler, ezelî olanın (kadîm) kıdemini, sonradan var olanın ( muhdes) sonradan var oluşunu, baki olanın bekâsını ve fani olanın yok oluşunu (fenâ), zâ-hirin ortaya çıkışını, gizli olanın gizliliğini, yönelenin yönelmesini, niyet edenin niyetini, zamanın zamanını ve buna benzer şeyleri ifade ettiler.

5

10

15

20

25

30

Page 749: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 749

ــ ــ ــ ا د ــ ــאل ، ــ ــ ــא ــכ ــ ذ ــ ــאدر ون أن ا ــ ــאل أ

ن؟ כــ ــ כאن ــ כאن، כ ، ــ ــ ــ ا أ ــ ن ــא أ ــ ــ أ ــ أ اى ــ د

ــ ارכ ــ إ ــ و ــ ا ــכ ــ و ــ ا ــ ــ ــ ون ــ ــ وأ

. ــ ــ وا ــ و ــא د ــ א ــאن د ــ

]١١١١ [ . ــ א ــ رب ا ــ وا א ل ا ــ ا ا ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ة ــ א ى ــ ــ د ــא و ــ ــאن ى ــ ــא د ــא أ ــ ــ כ وכאن

. ــ ــ ا א ــא ، و ــכ ــ و و ــאل ــ ــ ــ כ

ال ا و وا م ا כ ا

ا: إن ] ١١١٢[ ــ א ــ ــ ــא ا ــ اد ال ا ــ ــא ا : وأ ــ ــ ــאل أ

ــ ، و ــ ــ ــ و ــ ، و ــ א ــא و ــ ا ــ ــא أ א

ــ אء، و ــ ــ أ ــ و ــ ــ و ــ ، و ــ و دة و ــ

אء. ــ أ

ه ] ١١١٣[ ــ ــא ده ــ ده ــ ــא، وو ــ ن ــ ــ א ــ ا ا ــ ــ ا: ــ א و

، وأن ــ ــא ــ و א ــאري א ــא כــ ن ــ ــא כــ : إن ــ ن ــ ا: ــ א

ــא؟ כــ ن ــ כــ ــ כــ אכ أ ــ ؟ ــ و ــא ــ دכ دا ــ כــ و

כــ أن ــכ ــ ر ن أ ــ ، ــ و ــא دכــ دכــ و د ــ כــ و ــ و

، ــ ــ وا ــאب ل أ ــ ــ ــ ــ ود ــ א ــא ــ ا إ ــ ا أ ــ ا ــ

ــ ــ ــא כــ ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ ــכ ــ ذ ــ وإن

ث ــ ــ و م ا ــ ــ ا ــ א ــכ ــכ، وכ ــ ذ ــ ــא أو כــ א ــ إ ــכ، و ذ

ــ ، و ــ א ــאء ا ، و ــ א ر ا ــ ، و ــ א ــאء ا ، و ــ א ــאء ا ث، و ــ ا

ــכ. ــ ذ ــא أ ــאن، و ــאن ا ــאوي، وز ــ ا ، و ــ א ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 750: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi750

[1114] Şöyle dediler: Şayet bâki olanın bir bekâsı olsa elbette bâkinin bekâsının bekâsı olurdu. Bu durum, bir nihayeti olmayacak şekilde daimi olarak devam eder. Onlar, “Bu durum, nihayeti olmayan şeylerin varlığını zorunlu kılar mı? Ki bu da muhâldir.” dediler. Aynı şekilde onlar, ezelî olanın (kadîm) kıdemini, onun kıdeminin kıdemini ve onun ezelî oluşu-nun (kıdem) kıdeminin kıdemi sonsuza kadar devam ettiğini söylediler. Yine onlar, sonradan var olanın ( muhdes) hudusunu, onun hudusunun hudusunu ve bunların hudusunun sonsuza kadar devam ettiğini söylediler. Aynı şekilde onlar zamanın zamanı ve sonsuza kadar devam edecek şekilde zamanın zamanının zamanı hakkında da söz söylediler. Yine fâninin yok olması, onun yok oluşunun yok oluşu, sonsuza kadar onun yok oluşunun fenâsının fenâsı...; yine zâhirin (ortaya çıkanın) zuhuru, onun zuhurunun zuhuru ve sonsuza kadar onun zuhurunun zhurunun zuhuru da böyledir. Yine yönelmek (kast) de böyledir. Yönelme yönelmeye, o da bir başkasına, o da bir başkasına olacak şekilde sonsuza kadar böyle devam eder. Ayrıca niyet de böyledir. Niyet niyete, o da bir başkasına olacak şekilde sonsuza kadar böyle devam eder. Yine hakkın gerçekleştirilmesi (tahkik) de böyle-dir. Sonsuza kadar hakkın tahkikinin tahkiki şeklinde devam eder.

[1115] Ebû Muhammed (Allah ondan razı olsun) şöyle dedi: Kişi, kötü fikirler konusunda titiz davrandığını düşündüğünde, bu kötü fikirler ona zarar verir. Çünkü bu kötü fikirler, onu, Sofistlere ve mutlak hezeya-na nispet ettikleri saçmalığa ve deliliğe götürür. Halbuki onlar, güzel işler yaptıklarını sanırlar.

[1116] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu konudaki kelâm, âmâya zor ve kapalı olan şeyden daha açıktır. Dolayısıyla anlayışlı ve âlim olana nasıl açık olmasın? Allah’a hamd olsun. İnşallah biz, bu konuda, sağlıklı duyu sahibine gizli kalmayacak açık ve uygun bir kelâm ile konuşacağız. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1117] Bunun üzerine biz şöyle deriz, -başarı yüce Allah’ın yardı-mıyladır-: Kıdem zamanın ve zamanın içinde olan şeylerin sıfatların-dandır. Nitekim şöyle dersin: Bu kral, şu kraldan daha eskidir. Bu za-man, şu zamandan daha öncedir. Bu ihtiyar, şu ihtiyardan daha yaşlıdır.

5

10

15

20

25

30

Page 751: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 751

ــא ] ١١١٤[ ــ ا إ ــ ا أ כــ ــאء، و ــ א ــאء ا ــאء و ــ א ــ כאن ا: ــ א و

ا ــ א ا כــ ــאل و ا ــ ــא؟ و ــ א אء ــ د أ ــ ــ و ا ــ ا: أ ــ א . ــ ــ א

وث ــ ــ ، و ــ ــ א ــא ــ ــ إ م ــ م ــ ، و ــ م ــ ، و ــ م ا ــ ــ

ا א ا כــ . و ــ ــ א ــא ــ ، إ ــ ث ــ وث ــ ، و ــ وث ــ ث، و ــ ا

ــאء ــ و א ــאء ا ــ ، و ــ ــ א ــא ــ ــאن إ ــאن ا ــאن ز ــאن، وز ــאن ا ــ ز

ره، ــ ر ــ ، و ــ א ر ا ــ ــכ . وכ ــ ــ א ــא ــ ــ إ א ــאء ــאء ــ و א

، ــ ــ ا ــ إ ، وا ــ ــכ ا . وכ ــ ــ א ــא ــ ره، إ ــ ر ــ ر ــ و

ــ ، وا ــ ــכ ا ، وכ ــ ــ א ــא ــ ا إ כــ ، و ــ ــ ا ــ إ ــ ا ــ إ وا

ــ ــ ، و ــ ــ ا ــכ . وכ ــ ــ א ــא ــ ، إ ــ ــ ــ ، وا ــ

. ــ ــ א ــא ــ ، إ ــ ا

ــ ] ١١١٥[ ــ ــא أ א ــ ء إذا ــ ــכאر ا ــ أ ــ ا :ر ــ ــאل أ

א ــ ــ ا ــ إ ي ــ ــ ا ــ ا ــ إ ــא ــ ــ ــ أ ــא

ــא. ن ــ ــ ن أ ــ ــ ــ و ــאن ا ــ ا وإ

ــ ] ١١١٦[ א ــ ــכ ــ أن ــ ا أ ــ ــ م ــכ : وا ــ ــ ــאل أ

ا إن ــ ــ ــ כ ــ . ــ ؟ وا ــ א ــ ــ כ ــ ــ ــ כ

ــא ــ و ــ ــ ذي ــ ــא ا ــ א ــא ــ כ ــ و ــאء ا

. ــ ــ א

ــ ] ١١١٧[ ــ و ــאت ا ــ ــ م ــ ــא ا : أ ــ ــ ا א ــא ل و ــ

، ــ ــ م ــ ــ أ ــאن، و ــ ز م ــ ــאن أ ــכ، وز ــ م ــ ــכ أ ل ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 752: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi752

Yani zamanı itibarıyle diğerinden öncedir. Zaman, onun zâtı itibarıyla diğer zamanın önündedir. Âlemde, ezmanın (zamanların) kadîminin bir kıde-mi yoktur. İşte bu dilin vermiş olduğu bir yargıdır ve dilde bundan başka bir durum yoktur. Dolayısıyla kıdem, önce olandır. Tekaddüm (öncelik), zâtı itibarıyla başkasının öncesinde olmaktır. Çünkü kıdem, vardır ve bilin-mektedir. O da önde olanın sıfatıdır. Bunu inkâr etmek mümkün değildir. Kıdemin kıdemine gelince bu yanlıştır. Çünkü bununla alakalı ne bir nas gelmiştir ne de bunun varlığına dair bir delil vardır. Bu şekilde olan bir şey ise bâtıldır. Mevcudun varlığına gelince, duyuların zorunluluğuyla mevcut gerçektir ve o bir var edeni (vâcid) gerektirir. Var eden de var olduğundan dolayı bir vücûdu gerektirir. O da var edenin (vacid’in) fiili ve sıfatı olup zikrettiğimiz üzere haktır. Var edenin varlığı ise zâtı itibarıyladır, yoksa ken-disi dışındaki bir şeyin varlığı sebebiyle değil. Çünkü varlığın varlığına dair bir nas ya da bir delil gelmemiştir. Bu şekilde olan bir şey ise bâtıldır.

[1118] Yüce Yaratıcıya gelince, şüphesiz Allah kendisini bilir ve kendi-sini bildiğini de bilir. Kendisi dışındaki şeyleri onların dışındaki birşeyden veya ilimden dolayı değil kendilerinden dolayı bilir. Bizden âlim olanlar da zorunlu olarak ilmi bilir ve bunun da onların bir fiili veya ona yüklenen yakîni bir sıfat olarak bilir. Araz olduğu için de artar, yok olur veya var olur.Bu, kendisinde hiçbir şüphenin olmadığı bir şeydir. Bizden bir âlim, kendi ilminin dışında olan bir ilimle değil, bizzat kendi ilmiyle bu ilim sıfatını taşıdığını bilir. Çünkü ilim, ilim iledir ki ne bir nas ne de bir burhan onun varlığını zorunlu kılmaz. Durumu bu şekilde olan bir şey bâtıldır.

[1119] Aynı şekilde ilmin benzeri olan bakî de şüphesiz böyledir. Bekâ, bir şeyin varlığının bir andan öteki ana ulaşmasıdır. Bu mana doğru olup akıllı bir kimsenin bunu inkâr etmesi mümkün değildir. Bekânın bekâsına gelince, onun varlığını kabul etmekle alakalı olarak ne bir nas gelmiştir ne de bir delil ikame edilmiştir. Durumu bu şekilde olan bir şey bâtıldır. Yüce Allah’ın bekâ ile sıfatlandırılması ve Onun bâki olması da mümkün değildir. Nitekim yüce Allah ebedîyetle (huld) vasıflandırılamaz ve o ebedî (hâlid) de değildir. Yine Allah Teâlâ, devam ve daimi olmakla; sebat ve sabit olmakla; uzun ömürlü ve uzun zamanlı olmakla da vasıflandırılamaz.

5

10

15

20

25

30

Page 753: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 753

ــ א ــ ا ــ ــאن. ــ ا ــ ا م ــ ــאن ، وا ــ ــ א م ــ ــ أي أ

م ــ א ، ــ ه أ ــ ــא ــ ــ ــ ا כــ ا ــ ا ــ ــאن. ز م ا ــ ــ

م ــ د ــ م ــ ن ا ، ــ ه ــ ــ ــ م ــ م ــ م، وا ــ ــ ا

ــ ت ــ ــ ــ ــ א ــ م ا ــ ــא ــכאره وأ ز إ ــ ــ م ــ ــ ا ــ و

د. ــ د ا ــ ــא و . وأ ــ א ــ ا כــ ــא כאن ، و ــ ده د ــ ــאم ــ و

ــ ــ ا ا وأن ا ــ وا ــ ــ وأ ، ــ د ــ ا أن ــ ا ورة ــ

ــ ا د ا ــ ــא. وو ــא ذכ ــ ــ ــ ــ و ا ــ ا ــ ، ــ ــא و دا ــ و

ــאن ــ و ــ ت ــ ــ د ــ د ا ــ ن و ه ــ ــ د ــ ــ ا ــ

. ــ א ــ ا כــ ــא כאن و

ــ ] ١١١٨[ ــ و ــא دو ــ ــא و ــ و ــ ــ ــ ــ و ــאري ــא ا وأ

ــ ــא ــ א ــכ ا . وכ ــ ه ــ ــ ــ ه، و ــ ــ د ــ ــ ا

ــ ــ و ، و ــ ــא ــ ــ ــ ا ــ و א ــ ا ــ ــ ــא، و ــכ ــ ذ ــא، ــ ــ ــ أ ــא ــ א ، وا ــ ــכ ــא ا ــ ارا. ــ ــ أ و

ــא ــאن و ــ و ده ــ ــ و ــ ــ א ــ ن ا ، ــ ــ ــ ــ

. ــ א ــ ا כــ כאن

ة، ] ١١١٩[ ــ ــ ة ــ ده ــ ــאل و ــ ا ــאء ــכ ا ــ ــ א ــ א ــכ ا وכ

ــאب ت ــ ــ ــאء ــאء ا ــא ، ــ א ه כــ ز أن ــ ــ ــ ا ــ و

ــ ز أن ــ ، و ــ א ــ ا כــ ــא כאن ــאن، و ــ ــאم ــ و د ــ و

وام ــ א ، و ــ א ــ ــ و א ــ ــא ــאق، כ ــ ــאء و أ א ــ א

ة، ــ ل ا ــ ، و ــ ل ا ــ ، و ــ א ــ ــאت و א ، و ــ ــ دا و ٢٠

٥

١٠

١٥

Page 754: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi754

Çünkü yüce Allah, bunlardan herhangi birisiyle kendi zatını ne Kur’ân’da, ne de Elçisinin lisanıyla isimlendirmemiştir. Bunu sahabeden (r.a.) her-hangi bir kimse de söylememiş ve buna dair bir delil ikame edilmemiştir. Bilakis bunun bâtıl olduğuna dair delil ortaya konulmuştur. Çünkü zik-rettiklerimizin tamamı, yaratılmışların sıfatlarındandır. Dolayısıyla yüce Allah’ın yaratılmışların sıfatlarından olan herhangi bir sıfat ile vasıflanması mümkün değildir. Ancak yüce Allah’ın belli bir isim ile isimlendirilmesiy-le alakalı bir nassın gelmesi durumu bunun istisnasıdır ve burada duru-lur. Çünkü zikrettiklerimizin tamamı, söz konusu varlıklardaki arazlardır. Allah Teâlâ ise arazlara mahâl teşkil etmez. Bunlara ilaveten yüce Allah, zamanın içinde değildir, O’nun üzerinden bir zaman da geçmez. O, ne hareketlidir ne de sakindir. Fakat “Allah Teâlâ ezelîdir ve yok olmayacaktır.” şeklinde denilebilir.

[1120] Yok olmaya (fenâ) gelince o, hareketlerin ve sükûnun cüzlerinin sonrasındaki müddettir (zaman aralığıdır). Müddete ait bir müddetin ol-ması mümkün değildir. Fakat o, kendi zatında kendisi için bir müddettir. Zamanı kabul etmek bir hakikattir. Çünkü zaman mâlum ve mahsustur (hissedilen bir şeydir). Zamanın zamanını kabul etmeye gelince, bu nas ile gelen bir şey değildir ve bunun doğruluğuna dair bir delil ikame edilme-miştir. Bu şekilde olan bir şey bâtıldır. Zâhirin (ortaya çıkan şeyin) zuhu-runa gelince, bu mâlum ve kesin olan bir şeydir. Zuhur ise, zâhirin sıfatı ve fiilidir. Nitekim sen; “zahera (ortaya çıktı), yezheru (ortaya çıkyor) ve zuhuran (ortaya çıkmak)” şeklinde dersin. Dolayısıyla zuhur, mâlum ve kendi zatıyla ortaya çıkandır (zâhirdir). Ancak, “Zuhurun bir zuhuru var-dır.” şeklinde denilmesi doğru değildir. Çünkü bununla alakalı olarak bir nas gelmemiştir ve bunun doğruluğuna dair bir delil ikame edilmemiştir. Bu şekilde olan bir şey bâtıldır.

[1121] Gizlinin gizliliğine gelince, bu onun adem-i zuhurudur (ortaya çıkmamasıdır). Yokluk (adem) ise, -daha önce açıkladığımız gibi- bir “şey” de-ğildir. Bir şeye yönelmek (kast) ve ona niyet etmeye gelince, şüphesiz ki bu iki-si “yönelenin” ve “niyet edenin” fiilidir ve onların bir şeye yönelik iradeleridir.

5

10

15

20

25

30

Page 755: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 755

ــ و آن ــ ا ــ ــכ، ذ ــ ء ــ ــ ــ ــ ــ و ــ ا ن

ــ ــ ر א ــ ا ــ ــ أ ــ א ، و ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאن ر

ــא ــא ذכ ن כ ــכ ن ذ ــ ــאم ــאن ــ ا ــאن ــ ــאم ، و ــ ا

ــאت ــ ء ــ ــ א ا ــ أن ز ــ و ، ــ ا ــאت ــ

ــא ن כ ه. و ــ ــ ــא ــ א ــ ن ــ ــ ــ ــ إ أن ا

ــ ــ ــא اض، وأ ــ ــ ا ــ א ، وا ــ ــ ــא اض ــ ــא أ ذכ

ــאل כــ ، ــאכ ك، و ــ ــ ــאن، و ــ ز ــ ــאن، و ــ ز ــ و

ال. ــ ــ و א ل ا ــ ــ

ن و ] ١١٢٠[ ــכ כאت وا ــ اء ا ــ ــא أ م ــ ة ــ ــ ــאء ــא ا وأ

ــ ــ ــאن א ل ــ א א ــ א و ــ ــ ة ــ ــא כ ة ــ ة ــ ن כــ ز أن ــ

ــאم ــ و ــ ت ــ ــ ء ــ ــ ــאن ــאن ا ل ــ ــא ا م. وأ ــ س ــ

م، ــ ــ ــ ــ א ر ا ــ ــא . وأ ــ א ــ ا כــ ــא כאن ــאن، و ــ

ــ א م ــ ر ــ را، وا ــ ــ ــ ل ــ ، ــ ــ و א ــ ا ر ــ وا

ــ ــאم ــ و ــ ت ــ ــ ــ را ــ ر ــ ــאل إن ز أن ــ ، و ــ

. ــ א ــ ا כــ ــא כאن ــאن، و

א ] ١١٢١[ ــא وأ ــא א כ ــ ــ م ــ ره، وا ــ م ــ ــ ــ א ــאء ا ــא وأ

ء، ــ ــא ا ــאوي وإراد ــ وا א ــ ا ــא ــא ــ ــ ء وا ــ ــ ا ــ إ ا

٥

١٠

١٥

Page 756: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi756

Bunları kabul etmek zorunludur. Çünkü kast ve niyet, zorunlu olarak var-dırlar. Herkes bu ikisini kendi nefsinde bulur ve onları kendisi dışındaki-lerden zorunlu bir ilimle bilir. Yönelmeye yönelmek (kast’a kast) ve niyete niyet etmeye gelince, bunlar bâtıldır. Çünkü bununla alakalı bir nas gel-memiştir ve delil de bunları zorunlu kılmaz. Bu şekilde olan bir şey bâtıldır ve onu kabul etmek doğru değildir. İşte bu, bu konuda bu saçmalığı ortaya koyuncaya kadar, onlara gizli kalan hususların açıklanma şeklidir. Âlemle-rin rabbine hamd olsun.

[1122] Ebû Muhammed şöyle dedi: Sonra onlara şöyle deriz: Sizler, bunların hâller (ahvâl) olduğunu söylediğinize göre, bunlar belirlenmiş, sınırlandırılmış ve birbirinden ayrıştırılmış mana ve müsemmalar mıdır? Yoksa manalar değil midirler? Onların müsemmaları yok mudur? Onlar, mazbut, sınırlandırılmış ve bir kısmı diğer kısmından ayırt edilmiş değil midirler? bunu bize haber veriniz? Eğer, “Onlar manalar değildir, ne sınır-landırılmış, ne kontrol altına alınmış ne de bir kısmı diğer kısmından ayırt edilmiştirler ne de bu isimlere ait müsemmalar vardır.” şeklide derlerse, on-lara şöyle denilir: İşte gerçek anlamda ademin (yokluğun) manası budur. Dolayısıyla sizler, niçin onun ma‘dûm olmadığını söylediniz? Sonra, onlar ma‘dûm oldukları hâlde niçin onları hâller (ahvâl) diye isimlendirdiniz? Halbuki isimlendirme (tesmiye) ya şer’î ya da lüğavî olabilir. Sizin bu ma-naları “hâller” diye isimlendirmeniz ne şer’î, ne lüğavî ne de bu konuda üze-rine ittifak edilen bir ıstılah vardır. Dolayısıyla bu isimlendirme kesin olarak mutlak anlamda bâtıldır. Eğer onlar, “Bunlar mazbut manalardır ve onların sınırlandırılmış, birbirinden ayırt edilmiş müsemmaları vardır.” şeklinde derlerse, onlara şöyle denilir: Bu, kaçınılmaz olarak mevcudun sıfatıdır. O hâlde sizler, niçin onun mevcut olmadığını söylediniz? İşte bu, onların asla kaçıp kurtulamayacakları bir şeydir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1123] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bunlara ilaveten onlara şöyle de-nilir: Sizin dile getirdiğiniz bu hâller, mâkul müdür yoksa gayr-ı mâkul müdürler? Eğer onlar, “Bunlar mâkuldür.” derlerse, bu durumda akledil-meleri için onların manalara ve hakikatlere sahip olmaları gerek. Dolayısıy-la bunlar, kesin olarak mevcutturlar. Adem (yokluk) ise, mâkul değildir. Bu lafız için asla bir öz ve bir mana yoktur. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

5

10

15

20

25

30

Page 757: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 757

ــ ــ ــ ــא כ وا ورة ــ א دان ــ ــא ــ ــא وا ل ــ وا

ــ א ــ ــ ، وا ــ ــ ا ــ إ ــא ا ــא. وأ ور ــא ه ــ ــ ــא و

ــ ل ــ ــ وا א ــ ا כــ ــא כאن ، و ــ ــא د ــ و أو ــ ت ــ ــ ــ

ــ ، وا ــ ا ا ــ ــ ا ــ ــ أ ــ ــ ــא ــאن ــ ا ا و ــ ز ــ

. ــ א رب ا

ــ ] ١١٢٢[ ال أ ــ ه ا ــ ــ ــא إذا و ــ أ ل ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ א ــ ؟ أم ــ ــ ــא ــ ودة ــ ــ אت ــ ــאن و

ــ ــא ــ ودة،و ــ ، و ــ ــ אت، و ــ ــא ، و ــ أ

ــ و ــ אت، و ــ ــא ، و ــ ــ أ א ــ ا ــ א ن ــ ؟ ــ

ــ ــ ؟ ــ אت أ ــ אء ــ ــכ ا ــ و ــ ــא ا ــ ودة، و ــ

ا ــ א أ ــ ــ ــ ؟ ــ و ــ ــא ــ إ ــ ــא م ــ ــ ا ــ ا ــ

ــ א ه ا ــ כ ــ ــ و ــ أو ــ إ ن ا כــ ؟ و ــ و ــ و

، ــ ــ ــא ــאن ــא ــא ــ و ، و ــ ــ ــ ا ــ أ

ودة ــ אت ــ ــא ــ و ــאن ــ ا ــ א ن ــ . ــ ــ ــ א ــ

ــ ــא ــ إ ــ ــ د و ــ ــ ا ه ــ : ــ ــ ــ ــ ــא ة ــ

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ ــ ــ ــא ا ــ دة؟ و ــ

ــ ] ١١٢٣[ ن أ ــ ــ ال ا ــ ه ا ــ ــא ــ أ ــאل : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ א ــ و א ــא ا ــ ــ أ ا ــ ــ כא ــ ا: ــ א ن ــ ؟ ــ ــ ــ أم

ه ــ ــ ــ و כ ــ ــ م ــ . وا ــ دة و ــ ــ ــ ــא أ

. ــ ــ ا א ــא و ــ ــ أ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 758: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi758

[1124] Yine onlara şöyle denilir: Lügatteki ve mâkuldeki hâller, sadece hal sahibine ait sıfatlar mıdır? Lügatte “hâl” sadece bir sıfattan diğerine dö-nüşme manasına mı gelir? Nitekim “Bu, filanın bugünkü hâlidir.” şeklinde denilir. “Senin hâlin dün nasıldı? Yarın hâlin nasıl olacak? Durum kesin olarak bu şekilde olduğuna göre, bu hâller gerçekten vardır ve kesin olarak yaratılmışlardır. Böylece onların görüşlerinin yanlışlığı ortaya çıkmış oldu. Şüphesiz bu, en çirkin hezeyanlardan biri olup, akıllı bir kimsenin razı olmayacağı muhâl ve imkânsız bir görüştür.

[1125] Yine onlara şöyle denilir: Her şeyden önce ve sonra, bu ismi yani hâlleri nereden isimlendirdiniz? Ve sizler, “Onlar ne mâlumdur, ne meçhuldür, ne gerçektir, ne bâtıldır, ne yaratılmıştır ne yaratılmamıştır, ne ma‘dûmdur ne mevcuttur, ne şeydirler ne de şey değildirler.” şeklinde ne-reden hareketle söylediniz? Yani sizi bu hükme götüren delil nedir? Kur’ân mı? Yoksa sünnet mi? Yoksa icmâ mı? Yoksa öncekilerin sözü veya lügat mi? Yoksa aklın zorunlu kılması mı? Ya da iknaya veya kıyasa dayanan bir delil mi? Haydi getirin bakâlim. Onu yapmaya imkân yoktur... Dolayısıyla geriye sadece zırvalama, saçmalama ve iki meleğin yazdıklarını ve âlemlerin rabbi olan Allah’ın hakkında soracağı şeyleri önemsememe kalmıştır. Bu delilikleri dile getiren kimsenin akıl sahiplerini hafife almak sûretiyle ken-disini küçümsemiştir. Daha fazla söze gerek yoktur. Aşırılığa düşmekten Allah’a sığınırız.

[1126] Bundan sonra onlara gerekli olan şey, bir cismin iki mekânda olması, iki ayrı cismin bir mekânda bulunması, bir şeyin hem ayakta hem de oturuyor olması, varlıkların bir anda sonsuz olmaları gibi akledilemeyen şeyleri ileri süren kimselerin reddedilmesi gerekir. Eğer onlar, “Bu küfür-dür.” derlerse, onlara şöyle denilir: Bilakis küfür, sizin getirdiğiniz şeydir. Çünkü o, bütün hakikatleri geçersiz kılmaktadır. Tuhaf olan, kendileri için muhâl olan bir şeye yüce Allah’ın güç yetirmesini mümkün görmemeleri-dir. Bu konuda kendileri muhal olan birşeyi ileri sürmektedirler.Aşırılığa düşmekten Allah’a sığınırız.

5

10

15

20

25

30

Page 759: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 759

ــאت ] ١١٢٤[ ل إ ــ ــ ا ــ و ــ ا ال ــ ــ ا ــא: ــ أ ــאل و

ــאل ى؟ ــ ــ أ ــ إ ــ ل ــ ــ ا ــ إ ــ ا ــאل ــ ا ــאل، و ي ــ ا

ذا ــ ا؟ ــ ــאل ن ا כــ ــ ؟ وכ ــ ــכ أ א ــ ــ כא م. وכ ــ ن ا ــ ــאل ا ــ

ــ ــאد ــ ، ــ ــ و ــ دة ــ ال ــ ه ا ــ ــ ا و כــ ــ ا

. ــ א ــ ــ ي ــ ــ ا ــאل ا ــאن وا ــ ا ــ أ ــ وأ

ــ ] ١١٢٥[ ا ا ــ ــ ــ ــ أ ه: ــ ء و ــ ــ כ ــא ــ أ ــאل و

ــ و ، و ــ ــ ، و ــ ــ ــ ــ ــ أ ال؟ و ــ ــ ا

אء ــ ــ أ دة، و ــ ــ و و ، و ــ ــ ــ و ، و ــ א

ل ــ ــאع أم ــ أم إ آن أم ــ כــ أ ا ا ــ ــ اכــ ــ אء؟ أي د ــ ــ أ و

ــ ــ ــ إ ه و ــ א ــאس؟ ــ أم א ــ إ ، أم د ــ ورة ــ ، أم ــ م أو ــ

ــ א ــ رب ا ل ــ ــכאن و ــ ا כ ــא ة ــא ــ ا س و ــ ر وا ــ ــ إ ا

ــ ــא ذ ــ ، و ــ ن و ــ ا ا ــ ــאل ــ ل ــ ــ ا אف أ ــ א ــאون وا

ن. ــ ا

ن ] ١١٢٦[ ــ ככــ ــא ــ ــ أ ــ وا כــ ا إن ــ ــ ــ ــ ــא و

ن ا وכــ ــ א ــא א ء ــ ن ، وכــ ــ ــכאن وا ــ ــ ، وا ــ כא ــ ــ ا

ــא ــ כ ــ ا ــ ــ ، ــ ا כ ــ ا: ــ א ن ــ . ــ ــ وا ــ و ــ א ــ אء ــ أ

رة ا ــ زون ــ ــ ــ أ ــ כ ا ــא، وا ــ כ א ــאل ا ــ إ ــ ــ

ذ ــ ــאل، و ــ ا ــ ا ا ــ ــ ا ــ ــ أ . و ــ ــאل ــ ــא ــ ــ א

ن. ــ ــ ا ــא

٥

١٠

١٥

Page 760: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi760

[1127] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onların bu konudaki sözü, ne

Sofistlerin, ne hıristiyanların ne de ğâlî grupların sözlerinde daha çirkini

duyulmamış bir kelâmdır. Bu fırkalar, görüşleri itibarıyla fırkaların en ah-

mak olanlarıdır. Sofistlere gelince, şüphesiz onlar varlıkların hakikati ol-

mayan bâtıl şeyler olduklarını kesin olarak kabul ederler. Ya da varlıklar,

kendi nazarında hak olduğunu düşünen bir kimseye göre gerçektir ve ken-

disinde bâtıl olduğunu düşünen kimseye göre de bâtıldır. Bunlardan han-

gisinin doğru olduğunu bilemeyiz. Hıristiyanlara ve ğâlî gruplara gelince,

şüphesiz bu iki fırka büyük felaketler ve günahlar getirmişler ve bunların

gerçek olduğuna inanmışlardır. Aşırılığa düşen bu kimselere gelince, şüp-

hesiz onlar teyit ettikleri ve bâtıl kabul ettikleri; onaylamadıkları ve bâtıl

kabul etmedikleri bir görüşü getirdiler. Bunların tamamı aynı anda aynı

açıdan birlikte olmuştur. Bunu, ancak veremli ya da mecnun veya birlikte

olduğu kimseleri güldürmek isteyen laubali bir kimse yapabilir.

[1128] Ebû Muhammed şöyle dedi: Her ne kadar onu işitmeleri ye-

terli olsa da, onların ortaya koyduğu bu saçmalığı açıklamayı üzerimize

alıyoruz. Fakat bâtılın iptal edilmesi hakkında sözü uzatmak güzel bir

şeydir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır. Onların “O, ne haktır ne de

bâtıldır.” şeklindeki sözlerine gelince, sağlıklı duyulara sahip olan herkes

gerçek olmayan bir şeyin bâtıl olduğunu ve bâtıl olmayan bir şeyin de ger-

çek olduğunu bilir. İşte bu, gayrısı düşünülemeyen şeydir. Nasıl olmasın

ki, nitekim yüce Allah aşağıdaki âyetlerde şöyle buyurmuştur: “(İşte O, si-

zin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır.) Hak’tan sonra sadece sapkınlık vardır.” 751

“Bu, suçlular hoşlanmasa da Allah’ın hakkı ortaya çıkarması ve bâtılı ortadan

kaldırması içindi.” 752 “De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak

akıl sahipleri öğüt alırlar.” 753 “O, her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir

ölçüye göre takdir etmiştir.” 754 “(Cennetlikler cehennemliklere,) “Rabbimizin

bize va’dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin va’dettiğini gerçek bul-

dunuz mu?” diye seslenirler. Onlar, “Evet” derler.” 755

5

10

15

20

25

Page 761: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 761

ــ ] ١١٢٧[ ــ ــא م ــ כ ه ا ــ ــ ــ : وכ ــ ــ ــאل أ

ه ــ ــ أن ، ــ א ل ا ــ ــאرى، و ل ا ــ ، و א ــ ل ا ــ ، و ــ

אء ــ ــ أن ا ا ــ ــ א ــ ــא ا . أ ا ــ ق أ ــ ــ ا ق أ ــ ا

ه ــ ــ ــ ــ ــ א ، و ــ ه ــ ــ ــ ــ ــ ــא ، أو أ ــ ــ א

ــ ــאن ــאن ا א ــ ــ כא ــ א ــאرى وا ــא ا ري وأ ــ ــא ، وأ ــ א

ل ــ ا ــ ــ أ ــ אذ ء ا ــ ــא . وأ ــ ــא ا ــ ــ . ــ א א ــא أ

ــ ــ ــ وا ــ و ــא ــכ ه כ ذ ــ ه و أ ــ ــ ه، و ــ ه وأ ــ

ــכ ــ أن ــ א ن، أو ــ ، أو ــ ــ إ ــ ا ــ ــ و ــ وا و

. ــ ــ

ــ وأن ] ١١٢٨[ ا ــ ــ أ ــ ا ا ا ــ ــאن ــ כ ــ : و ــ ــ ــאل أ

א ل و . ــ כ ــא أ ــ א ــאل ا ــ إ ــ כــ ا ، و א ــ ــא כ כאن

ــ ــ ن כ ذي ــ ، ــ א ــ ــ و ــ : ــ : إن ــ ــ ا א

ا ، א כ א ، و א א כ א ري أن כ

: ــ א ــאل ل﴾ و ــ إ ا ــ ا ــ ــאذا ﴿ : ــ א ــאل ا ــ ــ و כ ه، ــ

ن ــ ــ ا ي ــ ــ ﴿ : ــ א ــאل و ﴾ ــ א ا ــ و ــ ا ــ ﴿

: ــ א ــאل و ره﴾ ــ ء ــ כ ــ ﴿و : ــ א ــאل و ن﴾ ــ ــ وا

ــא כــ ر ــ ــא و ــ و ــ ــאل: ﴿ ــא﴾ و ــא ــא ر ــא و ــא و ــ ﴿أن

﴾ ــ ا ــ א

٥

١٠

١٥

Page 762: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi762

[1129] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bunlar (Eş‘arîler ve onlara tabi olanlar), İslâm’a nispet edilen ve Kur’ân’ı tasdik eden bir topluluktur. Şayet bu olmasa idi, Kur’ân ile onlara delil getirmezdik. Nitekim Allah Teâlâ, onun ancak hak ya da bâtıl olduğunu, ilim ya da ilmin yokluğu olan cehalet; varlık ya da yokluk; yaratılmış bir şey ya da yaratıcı olduğunu; veya bir şeye ve yaratılmış bir varlığa tekabül etmeyen adem/yokluk lafzı olduğunu kesin olarak ortaya koymuştur. Böylece yüce Allah onları iddia-larında yalanlamıştır.

[1130] Sağlıklı duyulara sahip olan bir kimse, bâtıl olmayan bir şeyin hak olduğundan, hak olmayan bir şeyin bâtıl olduğundan, mâlum olma-yan bir şeyin meçhul olduğundan, meçhul olmayan bir şeyin de mâlum olduğundan, “şey” olmayanın “la-şey” olduğundan, “la-şey” olmayanın ise “şey olduğundan, mevcut olmayanın ma‘dûm olduğundan, ma‘dûm olma-yanın mevcut olduğundan ve mahlûk olmayan bir şeyin de gayrı mahlûk olduğundan şüphe etmez. Bunların tamamı zorunlu olarak bilinmektedir ve gayrısı düşünülemez. Böyle olunca onların bu kaziye (yani “O, ne haktır ne de bâtıldır.” şeklindeki sözleri) konusunda söyledikleri şey ile zorunlu olarak onlara lazım gelen şey arasında bir fark yoktur. O da bu hâllerin (ahvâl) birlikte hem hak hem bâtıl, hem mâlum hem meçhul, hem mahlûk hem de gayrı mahlûk, hem şey hem de “la-şey” olmasıdır. İşte bu, onların sözünün bizzat kendisidir ve sözlerinin gerektirdiği şeydir. Çünkü onlar, onun hak olmadığını söyledikleri zaman onun bâtıl olmasını zorunlu kıl-dılar; onun bâtıl olmadığını söyledikleri zaman da onun hak olduğunu zorunlu kıldılar. Onların söyledikleri diğer hususlar da böyledir. Bu durum kendilerine nüfuz ettiği akıllara hayret edilir! Bununla (amel defterlerinin) sayfalarını kararttılar. Diğer şaşkınlık, “Şüphesiz burada hâller vardır.” şek-lindeki sözleridir. “Hâhünâ/burada” lafzının manası şüphesiz teyit ve ispat-tır. O da, şüphesiz mevcut ve sabit olan anlamındadır.

[1131] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu şekilde onlar (Eş‘arîler ve on-lara tabi olanlar), nihayeti olmayan şeylerin varlığının gerekliliği konusun-da Muammer’in görüşünden ya da “hâller” diye isimlendirdikleri bu me-selenin iptal edilmesi ve genel olarak yok edilmesi hakkındaki sözümüze varmaktan kurtulamazlar. Sadece bu makalenin düzenleyip tanzim ettiği bir saçmalığı öğreniyoruz. Aşırılığa düşmekten Allah’a sığınırız.

5

10

15

20

25

30

Page 763: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 763

آن، ] ١١٢٩[ ــ ن ا ــ م و ــ ــ ا ن إ ــ م ــ ء ــ : و ــ ــ ــאل أ

، ــ א ــ أو ــ إ ــ ــ أ א ــ ا ــ ــ ــ ــא ــא ا ــכ ــ ذ و

ــ إ م، و ــ د أو ــ ــ إ و ، و ــ م ا ــ ــ ، و ــ ــ أو ــ إ و

ق ــ ــ ء و ــ ــ ــ ــ م ا ــ ــ ا ــ أو א ق أو ا ــ ء ــ

. ــ ا ــ د ــ ــ و ــ ا ــ أכ

כــ ] ١١٣٠[ ــ ــא ، و ــ ــ ــ א כــ ــ ــא ــ أن ــ ــכ ذو و

ــ ــ כــ ــ ــא ل، و ــ ــ ــא כــ ــ ــא ، و ــ א ــ ــא

ــ ــא ء، و ــ ــ ء ــ כــ ــ ــא ء، و ــ ــ א ــ כــ ــ ــא م، و ــ

ــא כــ ــ ــא د، و ــ ــ ــא و כــ ــ ــא وم، و ــ ــ دا ــ כــ

ورة ــ م ــ ــ ا כ ــ ق، ــ ــ ق ــ ــ כــ ــ ــא ق، و ــ ــ ــ

ل ــ ــ ا ــ و ه ا ــ ــ ه ــ א ــא ــ ق ــ ــכ و ا כ ــ ذ ــ ه. ــ ــ و

ــא، ــ א ــ ــא، دة ــ ــ و ال ــ ــכ ا ــ أن ورة و ــ ــ زم ــ ا

ــ ــ ا ــ ــא، و ء ــ ء ــ ــא، ــ ــ ــ ــא، ــ ــ

ا و ــ א ، وإذ ــ א ــא ا أ ــ ــ أو ــא ــ ا ــ א ــ إذ ــאه ــ و

ــ ل و ــ ا ــ ه ــ א ــא ــא ــ ا כــ ، و ــ ــא ا أ ــ ــ أو ــ א ــ

ــ و ا ــ ــא أ ــא ــ إن ــ ــ و ــ آ ، و ــ ــ ور ا ــ ــא و ا ــ

ــכ. ــ ــ א دة ــ ــ ــכ ــ ــאت ــא ا א ــא א

د ] ١١٣١[ ــ ب و ــ ــ و ــ ل ــ ــ ا ــ ا ــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ا ــ א أ ــ ــ ه ا ــ ــאل ــ إ ــא ــ وا إ ــ ــא، أو أن ــ א אء ــ أ

ــ ــא ذ ــ ، و ــ א ه ا ــ ــ ــ ا ــא إ و ــ ــא ، و ــ ــא ا وإ

ن. ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 764: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi764

Başka Bir Mesele

[1132] Ebû Muhammed şöyle dedi: Eş‘arîler, aslı itibarıyla âlemde “ba’z” (bir varlığın bir kısmı, parçası) olan bir şeyin bulunmadığını söyle-diler. Yine onlar, “ne yarısı olan, ne üçte biri, ne dörtte biri, ne beşte biri, ne altıda biri, ne yedide biri, ne sekizde biri, ne dokuzda biri, ne onda biri ne de bir parçası olan bir şey vardır.” dediler. Onlar bu konuda şöyle demek sûretiyle delil getirdiler: “Bir, on sayısının onda biridir; ondan bir cüzdür ve onun bir kısmıdır.” şeklinde söz söyleyen bir kimseye, “Şüphe-siz bir rakamı, -gayrısından dolayı bir cüz, bir kısım ve onda bir olduğu hâlde- kendiliğinden (min nefsihi) on rakamının onda biridir, cüz’üdür ve bir kısmıdır.” denilmesi lazım gelir. Çünkü on, dokuz ve bir’den meydana gelmektedir. Dolayısıyla “bir”, on’un onda biri, kısmı ve cüzü olmuş olsa idi, bu durumda öşür (onda bir) kendi zatından dolayı olurdu ve “dokuz” da ondan ayrı olarak var olurdu. Yine cüz ve ba’z (kısım) kendi varlığından dolayı olurdu. “Dokuz” da ondan ayrı olarak var olurdu.

[1133] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu aşırı bir saçmalıktır. Bunun ilki, mutlak anlamda yüce Allah’ı reddetmek, Kur’ân’ı yalanlamak ve lü-gate bilakis bütün lügatlere aykırı davranmak, akıl ve duyuları reddetmek-tir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “(Onlar iman edenlerle kar-şılaşınca, “İman ettik” derler.) Birbirleriyle baş başa kaldıklarında da şöyle derler...”

756 “(İşte böylece biz her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık.) Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar.”

757 “An-nesi için üçte bir vardır...”, “Annesi için altıda bir vardır...”Onun için mirasın yarısı vardır..”, “Onlar için dört bir miras vardır..” ve “onlar için sekizde bir miras vardır..”

758 Böylece onlar, tam olarak Kur’ân’ı yalanlamış oldular.

[1134] Sonra bu, her tabiatta, her lisanda ve duyularla hissedilebilen her şeyde vardır. Sonra onlara şöyle denilir: Sizin ile “bir şeyin hem ken-disinin hem de kendisi dışındakinin bir parçası ve bir cüzü olmasını; hem kendisinin hem de kendisi dışındakinin onda biri olmasını inkâr etmeyen ve bunu doğru bulan kimse arasında bir fark yoktur. Bunun tashih edil-mesi konusunda, sizin bunu iptal için kullandığınız delili doğrulama için kullanmaktadır. Daha fazla söze gerek yoktur. Bunların tamamı, hata/yan-lışlık zulmetine atılmış gibidir.

5

10

15

20

25

30

Page 765: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 765

ى: و أ

]١١٣٢ [ ، ــ ــ أ ــ ء ــ ــ א ــ ا ــ ــ ــ ا א : ــ ــ ــאل أ

، و ــ س، و ــ ، و ــ ، و ــ ، و ر ــ ، و ــ ــ ء ــ و

ــ م ــ ا: ــ א ن ــ ا ــ ــ ا ــ ، وا ــ ء أ ــ ، و ــ ، و ــ ، و ــ

: إن ل و ة أن ــ ة، و ا ــ ء ا ة، و ــ ــ ا ا אل إن ا

ــ ه، و ــ ء ــ ــ ، و ــ ــ ، و ــ ــ ء ــ ، و ــ ــ ــ ــ ا ا

ــא ة و ــ ــ ا ــ ا ــ כאن ا ، ــ ــ ووا ة ــ ن ا ه، ــ ــ ه ــ

أ ــ ــכאن ه و ــ ــ ــ ــ ا ــ و ا ــ ــכאن ة ــ ءا ــ ة، و ــ

ه. ــ ــ ــ ــ ا ــ و ــא

ــ ] ١١٣٣[ א ــ ا ــ رد ــכ أ ــ أول ذ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ل ــ ة ــ כא ــאت، و ــ ا ــ ــ ف ا ــ آن، و ــ ــ כ د، و ــ

ــ ﴿ : ــ א ــאل ﴾ و ــ ــ إ ــ ــ : ﴿وإذا ــ א ــאل اس ــ و

﴾ ــ ا ــ ﴿ : ــ א ــאل و ورا﴾ ــ ل ــ ا ف ــ ز ــ ــ إ ــ ا ــ ــ כ ﴾ ــ ــ ا ﴿ ﴾ ــ ــ ا ﴾ ﴿و ــ ــא ا س﴾ ﴿ ــ ا ــ ﴿

ــא. آن ــ ا

اس ] ١١٣٤[ ــ א س ــ ، و ــ ــ כ ، و ــ ــ כ د ــ ا ــ ــ

، ــ ــ ء ــ ن ا כــ כــ ــ ــ و ــ ــ כــ و ق ــ : ــ ــאل ــ

ــ ــ ه، وا ــ ا ــ ــ و ــ ه و ــ ءا ــ ــ و ءا ــ ه، و ــ ــ و

ــ ــ כ ــא ــ وכ כ ــכ و ــאل ذ ــא إ ــ ــ ر ــ ا א ــכ ــ ذ

. ــ ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 766: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi766

[1135] Sonra onlara (Eş‘arîlere ve onlara tabi olanlara) şöyle söyleriz -başarı yüce Allah’ın yardımıyladır-: Durum sizin zannettiğiniz gibi de-ğildir. Bilakis isimler, karşılıklı anlaşma ve isimlendirilen varlıkların birbi-rinden ayırt edilebilmesi için konulmuştur. Dolayısıyla on, sayı cinsinden olup da bir araya getirilmiş fertlerden oluşan “on” rakamına ait bir isimdir. Aynı şekilde dokuz ve bir, sekiz ve iki, yedi ve üç, altı ve dört, beş ve beş de böyledir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “...(Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurba-nı keser.) Kurban bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman (olmak üzere) tam on gün oruç tutar...”

759

[1136] Bütün sayılar da böyledir. Bunu ancak müşâhedeyi inkâr eden aklını kaybetmiş bir kimse reddedebilir. Böylece biz zorunlu olarak biliriz ki bunların cümlesinden olan her bir cüz, bütüne ait bir ba’zdır (kısım), ona ait bir ondalıktır ve belli bir şeyin tesmiyesi ile o bütünden olan bir müsemmadır. “O, gayrısından dolayı değil, kendi zatından dolayı bir cüz-dür” şeklinde denilemez. O, ne kendi zatından dolayı ne de başkasından dolayı (bütünün) bir “kısım”dır; o ne kendisinden ne de başkasından do-layı bir ondalıktır da denilemez. Bunun örneği “belek” (alaca)dır. Öyle ki “alaca”, siyah ve beyazın birlikte olmasından dolayı verilmiş bir isimdir. Dolayısıyla beyaz ve siyah renk, şüphesiz alacanın bir kısmıdır. Buradaki beyaz, kendisinden ve siyahtan dolayı bir cüz ve bir ba’z (kısım) değildir. Onlardan her biri alacaya ait bir cüzdür.

[1137] İnsan da aynı şekildedir. İnsan, uzuvlarının birleşmesinden meydana gelen bütüne ait bir isimdir. Şüphe yok ki göz, insanın bir kıs-mı ve ondan bir parçadır. “Göz, kendisinin bir kısmıdır, kulağın ve elin bir kısmıdır” şeklinde denilemez. Ve yine “Kulak, kendisinin, gözün ve burnun bir cüzüdür.” denilemez. Diğer uzuvlar da böyledir. Bu ahmakla-rın görüşüne göre, gözün insanın bir kısmı olmaması lazım gelir ve onla-rın “Göz, kendisinin bir kısmı ve kulağın bir kısmıdır.” demeleri gerekir. Her kim kısımları (eb’az) ve cüzleri iptal ederse, bütünleri de iptal etmiş olur. Çünkü bütünler, elbette kısımlarının dışında bir “şey” değillerdir.

5

10

15

20

25

30

Page 767: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 767

אء ] ١١٣٥[ ــ ــ ا ــ ــא ــ כ ــ ا ــ ــ ا א ــא ــ و ل ــ ــ

اد ــ ة أ ــ ــ ة ا ــ א ، ــ ــ אت ــ ــ ا ــ ــ و א ــ

، ــ ــ و ، و ــ ــ وا א ، و ــ ــ ووا ــכ د، כ ــ ــ ا ــאت

إذا ــ و ــ ــ ا ــאم أ ــ ﴿ : ــ א ــאل ، ــ ــ و ، و ــ ــ وأر و

﴾ ــ ة כא ــ ــכ ــ ر

ة ] ١١٣٦[ ــא כــ ول ــ إ ــכ ذ כــ اد ــ ا ــ ا כــ و

ــ ــא، و ــ ــא، و ــ ــ ــ ــכ ا ــ ء ــ ري أن כ ــ ورة ــ א

، ــ ــא ــ ــ ه و أ ــ ء ــ ــ و ء ــ ــ ــאل ــא، و ــ ــא

ــ ي ــ ــ ا ا ا ــ ــ ه، و ــ ــ ــ و ــ ه، و ــ ــ ــ و أ

ــ اد ــ ، وا ــ ــ ا ــכ ــ ــאض א ــא. ــאض اد وا ــ ــאع ا ــ ا

ــ اد، وכ وا ــ ــ و ــא اد، و ــ ــ و ءا ــ ــאض ــ ا ، و ــ ا

. ــ ء ــ ــא

ــ ] ١١٣٧[ ــכ ــ و א ــ أ ــ ــ ا ــ ــאن ا ــכ ا وכ

ــ ــ ــאل ا ــ أن ــאن، و ــ ا ء ــ ــאن، و ــ ا ــ أن ا

، ــ ــ وا א و ــ ء ــ ذن ــאل ا ، و أن ــ ذن وا ــ ا א، و ــ

ــ ن ا כــ ــ أ כــ ء ا ــ ل ــ ــ ــאء، ــא ا ــ ا כــ و

ــ أ ــ و ذن، ا ــ و א ــ ــ ــ ا إن ا ــ وأن ــאن، ا ــ

ــא، א ــ أ ــ א أ ــ ــ ــ ن ا ، ــ ــ ا ــ أ اء ــ ــאض وا ا

٥

١٠

١٥

Page 768: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi768

Her kim bütünleri iptal ederse, “kül” ve “cüz”ü de iptal etmiş ve böylece içindekilerle birlikte âlemi de iptal etmiş olur. Âlem iptal edildiğinde, din ve akıl da iptal olur. Bu ise safsatanın gerçeğidir. Biz, görüşler arasında bu meseleden -ve onlardan önce- daha ahmak bir görüş bilmiyoruz. Aşırılığa düşmekten Allah’a sığınırız.

Yüce Allah’ın Âlemi Her An Yaratması ve Her Dakika Onu Ziyadeleştirmesi Konusu

[1138] Ebû Muhammed şöyle dedi: Nazzâm’ın şöyle dediği belirtil-miştir: Şüphesiz Allah Teâlâ, yarattığı herşeyi yok etmeksizin bir anda ya-ratmıştır. Bazı kelâmcılar bu görüşü sebebiyle onu eleştirdiler.

[1139] Ebû Muhammed şöyle dedi: Nazzâm’ın buradaki görüşü doğ-rudur. Çünkü biz, bir şeyi yaratmanın o şeyin bizzat kendisi olduğunu kabul ettiğimize göre, Allah Teâlâ’nın yaratması bu varlık var olduğu müd-detçe varlıkta kaim olacaktır. Buna ilaveten onlara, “Yüce Allah, şöyle şöyle bir durumu yarattı.” şeklindeki sözünüzün manası nedir? diye sorarız. On-ların cevabı, “Allah Teâlâ’nın yaratmasının manası, bir şeyi yokluktan var-lığa çıkarmasıdır.” şeklindedir. Bunun üzerine onlar, “Sizin bu sözünüzün manası, var olmadığı hâlde yüce Allah’ın onu var etmesi (îcat) değil midir? deriz. Bunun üzerine cevabı “evet” olan kimselere, “Yaratma, size göre şüp-hesiz icattır” deriz, Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır. O hâlde bize haber veriniz “Yüce Allah, varlık müddetince her bir varlığı daimi olarak yara-tan/icat eden değil midir?” Eğer onlar bunu inkâr ederlerse, görüşlerini değiştirdiler ve Allah Teâlâ, şu anda, söz konusu şeyleri icat eden olmadığı hâlde eşyanın varlığını gerekli kıldılar. Bu ise tenakuzdur. Eğer onlar “Evet, şüphesiz yüce Allah, mevcut oldukları müddetçe her varlığı icat edendir” derlerse onlara şöyle deriz: İşte bu, bizatihi sizin inkâr ettiğiniz şeydir, şim-di bunu kabul ettiniz. Çünkü icat, yaratmanın kendisidir. Allah Telaa, her ne kadar söz konusu varlıkları bundan önce yok etmese de- var olan her bir şeyi her bir vakitte daimi olarak icat edendir. Allah Teâlâ, -her ne kadar söz konusu varlıkları bundan önce yok etmese de- her bir vakitte yaratılmışla-rın tamamını yaratandır. Bu ise, kendisinden kaçıp kurtulamayacakları bir husustur. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

5

10

15

20

25

30

Page 769: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 769

ــ ، وإذا ــ ــא ــכ ــ א ــ ا ء وأ ــ ــכ وا ــ ا ــ أ ــ ــ ا ــ أ و

ــ ــ ال أ ــ ــ ا ــ ــא ، و ــ ــ ا ه ــ ــ و ــ وا ــ ا ــ א ا

ن. ــ ــ ا ــא ذ ــ ــא، ــ ــ ا ــ و ه ا ــ

אد כ د א כ و وز ا و ا

ــ ] ١١٣٨[ ــא ــ א ــאل: إن ا ــ ــאم أ ــ ا : وذכــ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ أ ل ــ ا ا ــ ــ כــ ــ وأ ــ دون أن ــ وا ــ و ــ ــא כ

م. ــכ ا

أن ] ١١٣٩[ ــא أ إذا ــא ــ ــא א ــאم ا ل ــ و : ــ ــ أ ــאل

ــא دام ا ــ د أ ــ ــ כ ــ א ــ א ــ ا ــ ء ــ ــ ا ء ــ ــ ا

ــ א ــ ا כــ ــ ــא ــ ــא ــא دا. وأ ــ د ــ ــכ ا ذ

د. ــ ــ ا م إ ــ ــ ا ــ ــ א ــ ــ أ ــ ــ أن ا ا؟ ــ כــ أ

ــ دا؟ ــ כــ ــ ه و ــ ــ أو כــ أ ل ــ ا ا ــ ــ ــ ــ أ ل ــ

ــ ــ כ ــאد ــ ا ــ א . ــ ــ ا א ــא ــ و ل ــ ــ ــ

ن ــ دة؟ ــ ة و ــ ا ــ د أ ــ ــכ ا ــ ــ א ــ ا ــא أ و ــכ،

ــא ا ــ ــ א ــ ا دة و ــ אء ــ ا أن ا ــ ا وأو ــ א ــכ أ وا ذ כــ أ

ــא ا ــ د أ ــ ــכ ــ ــ א ن ا ــ . ــ ا: ــ א . وإن ــ א ا ــ ن، و ا

ــאد ن ا ، ــ ــ ر ــ أ ــ ــ כ ي أ ــ ــ ا ا ــ ــ ــא دا ــ دام

ــ ا، وإن ــ ــ أ ــ כ و ــ ــא ــכ ــ ــ א ــ وا ــ ــ ا

ــ ــ ــ ــ وإن ــ כ و ق ــ ــכ ــ א ــ א ــכ وا ــ ذ ــ

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ ــ ــ ــא ا ــ ــכ و ذ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 770: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi770

[1140] Diğer delil, yüce Allah’ın şudur: “Sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik...”

760 meâlindeki sözüdür. Yüce Allah’ın toprak ve suyu yaratması sebebiyle bu burhan doğ-rudur. Öyle ki Âdem ve nesli, değişmeleri ve dönüşmeleri sebebiyle, toprak ve sudan beslenirler ve bunlar insanda kan olurlar ve Allah Teâlâ onu meni-ye dönüştürür. Bununla kesin olarak sabit olmuştur ki, canlıların ve gelişen varlıkların cesetlerinin tamamı farklıdır. Sonra Allah Teâlâ onları birleştirir ve onlardan canlıları ve gelişen varlıkları kaim kılar. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkar-dık...”

761 “Sizi annelerinizin karnında bir yaratılıştan öbürüne geçirerek üç (kat) karanlık içinde oluşturuyor.”

762 Böylece yüce Allah’ın mahlûkatının hâllerini her bir zamanda değiştiriyor olduğu doğrudur, o da yeni bir yara-tıştır. Allah Teâlâ, her bir anda, âlemin tamamını, -onları yok etmeksizin- yeni bir yaratışla yaratır. Yüce Allah’ın yardımını ve desteğini dileriz.

Hareketler ve Sükûn Konusu

[1141] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bir grup, âlemde hareketin ol-madığı ve bunların tamamının sükûn olduğu görüşünü benimsedi. Onlar, “Biz, bir varlığın ilk mekânda sakin olduğunu, ikinci mekânda da sakin olduğunu biliriz. Bu durum, bu şekilde devam eder gider.” diyerek delil getirdiler. Böylece biz her şeyin sakin /durgun olduğunu biliriz. Bu, Mu’te-zile’nin liderlerinden biri olan ve Benî Süleym’in âzatlı kölesi (mevla) olan Muammer b. Amr el-Attar’a nispet edilen bir görüştür. Diğer bir toplu-luk, asıl itibarıyla sakinliğin olmadığını, ancak onun hareket-i i’timadi-ye (birbirine dayanan hareketler) olduğunu kabul etti. Bu da, İbrahim b. Seyyâr en- Nazzâm’a nispet edilen bir görüştür. Nazzâm hariç, bu görüşü savunanlar “Sakinlik, hareketin yokluğudur. Yokluk ise bir şey değildir.” demek sûretiyle delil getirdiler. Bazıları da, sakinliğin hareketi terk etmek olduğunu söylemiştir. Fiili terk etmek, ne fiildir ne de bir manadır. Başka bir topluluk, hem hareketi hem de sakinliği birlikte iptal etmeyi benim-semiştir. Onlar, “Sadece hareketli ve sakin olan yaratılır.” dediler. Bu, Ebû Bekir b. Keysan el-Esamm’ın763 görüşüdür.

5

10

15

20

25

30

Page 771: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 771

ــ ] ١١٤٠[ ــ אכ ر ــ ــ אכ ــ : ﴿و ــ א ل ا ــ ــ ــ و ــאن آ و

ــאء اب وا ــ ــ ا ــ א ن ا ــ ــאن ــ ا دم﴾ و وا ــ ا כــ ــא

ــ א ــ ا א ــאء وأ ــ د ــאرت ــא، و אل ــ ــא ا ه ــ ى آدم و ــ ي ــ ا

ــא ــ ، ــ ــא ــ כ ا ان وا ــ ــאد ا ــ أ ــא أن ا ــ ــ ــא ﴾ ــ ــא آ אه ــ ــ أ ﴿ : ــ ــ و ــאل ــ و ا ان وا ــ ــא ا ــאم ــ א ا

ال ــ ــ أ א ــ ا ــ ــ כ ــ أن ﴾ ــ ــ ــ ــא ﴿ : ــ א ــאل و

ــא ــ א ــ ا ــ ــ כ ــ ــ א ــא ، ــ ــ ــ ــ א

. ــ ــ א ــא ، و ــ א دون أن ــ

ن כ כאت وا م ا כ ا

، وأن כ ] ١١٤١[ ــ א ــ ا ــ כ ــ ــ أ ــ إ א ــ : ذ ــ ــ ــאل أ

א ــאכ ول ــכאن ا ــ ا א ــאכ ء ــ ــא ا ا: و ــ א ن ــ ا ــ ن، وا ــכ ــכ ذ

ــ ب إ ــ ل ــ ا ــ ن و ــכ ــכ ــא أن כ ذ ا ــ ا أ כــ ، و ــ א ــכאن ا ــ ا

ــ ــ إ א ــ . وذ ــ ــאء ا ــ رؤ ــ أ ــ ــ ــאر، و ا ــ ــ ــ

אر ــ ــ ــ ا ــ إ ــ إ ل ــ ا ــ ــאد و כــ ا ــ ــא ، وإ ــ ن أ ــכ أ

م ــ ــ ــא ن إ ــכ ــאل: ا ن ــ ــ א ه ا ــ ــ ــ أ ــאم ــ ا ــ ــאم. وا ا

ــ ــ ــ ك ا ــ כــ و ك ا ــ ــ ــ ــאل א. و ــ ــ م ــ ، وا כــ ا

ــ ــא ا: إ ــ א ــא. و ن ــכ כــ وا ــאل ا ــ إ ــ إ א ــ . وذ ــ ــ و

. ــ ــאن ا ــ כ כــ ــ ل أ ــ ــ ــ و ــאכ ك و ــ

٥

١٠

١٥

Page 772: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi772

[1142] Bir topluluk, yüce Allah’ın yaratmasının başlangıcında, cisim-lerin ne sakin ne de hareketli olduklarını söylemişlerdir. Bir başka toplu-luk, hareket ve sakinliğin ispatını benimsemiştir. Ancak onlar hareketin cisim olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş, İmamiyye’nin lideri olan Hişam b. el-Hakem’in ve Cehm b. Safvan es-Semerkandî’nin görüşüdür. Bir top-luluk ise hareket ve sükûnun ispatını ve bütün bunların arazlar olduğu görüşünü benimsemiştir. İşte gerçek olan budur.

[1143] Hareketin asılsız olduğunu ve bütün bunların sakinlik olduğu-nu kabul eden kimseye gelince, onların sözü “Sükûn, bir mekânda ikamet etmek; hareket ise bu mekândan ayrılmak ve orada son bulmaktır.” şeklin-deki bilgimizi geçersiz kılar. Şüphe yok ki bir şeyin yok olması, söz konusu mekânda kaim olmamasıdır. Durum bu şekilde olunca, bu iki farklı ma-nanın her biri için diğerinin isminden ayrı bir isminin olması gereklidir. Nitekim hareket ve sükûn da birbirinden farklıdır. Böylece bunlardan biri-nin hareket, diğerinin de sükûn diye isimlendirilmesi hususunda sözlükte ittifak edilmiştir.

[1144] Onların, “Her hareket, ikinci mekânda sükûndur.” şeklindeki görüşlerine gelince, durum böyle değildir. Çünkü sükûn, oradan ayrılmak değil, orada kaim olmaktır. Orada ikameti olmayan birleşik nakiller ol-duğuna göre, o naklîn olmadığı ikametin dışındadır. Ona ait diğer türün şekilleri (eşhas) ise, diğer türün şekillerinin dışındadır. Bir mekândan di-ğerine hareket eden bir varlığın, -her ne kadar uğradığı her bir mekânı geçse de- şüphesiz onun ne duran ne de ikamet eden bir varlık olmadığını kesin olarak biliriz. Bu, kendisinde şüphe olmayan bir şeydir ve bu durum duyuların zorunluluğuyla bilinir. Böylece hareketin bir mana, sükûnun da başka bir mana olduğu doğrudur.

[1145] Sükûnun birbirine dayanan bir hareket (hareket-i i’timadiye) olduğunu söyleyen bir kimseye gelince, bu akledilemeyen bir delil getir-medir. Dolayısıyla bununla meşgul olmanın herhangi bir manası yoktur. “Sükûn, hareketin yokluğudur, yokluk da bir şey değildir.” sözüyle delil getiren bir kimsenin hüccetine gelince, durum onun dediği gibi değildir.

5

10

15

20

25

30

Page 773: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 773

א و ] ١١٤٢[ ــאכ ــ ــ א ــ ا ــ أول ــ ــ أن ا ــ إ א ــ وذ

כאت ــ : إن ا ــ א ــא ن إ أ ــכ כــ وا ــאت ا ــ إ ــ إ א ــ כא. وذ ــ

ي، ــ ان ا ــ ــ ــ ، و ــ א ــ ا כــ ــ ا ــאم ل ــ ــ ــאم، و أ

. ــ ــ ا ا ــ اض و ــ ــכ أ ن وأن כ ذ ــכ כــ وا ــאت ا ــ إ ــ إ א ــ وذ

ــ ] ١١٤٣[ ــא ــ ــ ن ــכ ــכ כــ وأن כ ذ ــ ا ــאل ــ ــא

ــכאن ــכ ا ــ ذ ــ כــ ــכאن، وأن ا ــ ا ــ א ــ إ ــא ن إ ــכ ن ا ــ ــא

ــ ذ ا ــ ، ــ ــ א ــ ا ــ ء ــ ــ ا وال ــ ــ أن ا ــכ ، و ــ وزوال

ــ ــ ــא ا ــ ــכ وا ــ א ــ ا ــ ا ن כــ ــ أن ا ــכ כ

ــ ، و כــ ــא ــ أ ــ أن ــ ا ــ א ان، ــ א ــא ــא ــ כ ــ ا ا

א. ــכ ــ ا

ــכ، ] ١١٤٤[ ــ כ ــ א ــכאن ا ــ ا ن ــכ ــ כــ ــ إن כ ــא وأ

ــ ــ ــא ــ א ــ إ ــ ت ــ ذا و ــ ــא ــ ــ א ن إ ــכ ن ا

، ــ ع ا ــ אص ا ــ ــ أ אص ــ ــא أ ــ أ ــ ع آ ــ ــא، و ــ ــ ــ ا א ا

ــכאن ــאوز כ ــ وإن ــכאن ــ ــכאن إ ــ ك ــ ء ا ــ ري أن ا ــ ــ و

ورة ــ ــכ ف ذ ــ ــ ــכ ــא ا ــ . ــ ــ و ــ وا ــ ــ ــ

. ــ ــ آ ن ــכ ــ وأن ا כــ ــ أن ا ، ــ ا

אل ] ١١٤٥[ אج و א אد כ ا ن כ אل إن ا א وأ

אل א א כ ــ م ، وا כ م ا ن ــכ ن ا ــ ــ ــ ا ــ ــא . وأ ــ

٥

١٠

١٥

Page 774: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi774

Çünkü sükûn, hareketin hemen sonrasında açık ve mevcut bir var olmadır (ikamet). O da, -her ne kadar onun varlığıyla birlikte var olsa da- hareketin yok olmasıdır. Dolayısıyla o adem değildir. Her ne kadar onunla birlikte diğer hareketler ve oturmak, yaslanmak ve uzanmak cinsinden ameller yok olsa da, kıyamın mevcut ve sahîh bir mana olması da böyledir. Onlara şöy-le denilir: Sizin ile “Bilakis hareket bir mana değildir. Çünkü o, sakinliğin yokluğudur.” şeklinde söz söyleyen bir kimse arasında ne fark vardır? Bu, kendisinden uzak kalamayacağınız bir şeydir. “Hastalık bir mana değildir. Çünkü hastalık sıhhatin yokluğudur. Sıhhat ise, bir mana değildir çünkü o, hastalığın yokluğudur.” şeklinde söyleyen bir kimse de böyledir. Bunun örnekleri gerçekten çoktur. Ve bu bütün hakikatlerin iptal etmeye götürür.

[1146] “Terk etmek, bir mana değildir...” diyen bir kimseye gelince, bu yanlıştır. Çünkü yüce Allah’ın dışındaki herkes her ne zaman belli bir manayı veya fiili terkederse onun yerine başka bir fiili veya manayı ge-tirmek zorundadır. Bu, müşâhede ve duyularla var olan bir durum olup aksi mümkün değildir. Yüce Allah’ın dışındaki bir kimsenin bir fiili terk etmesinden dolayı terketme meydana geleceği için terkeden ismini alır. Yüce Allah’ın durumu böyle değildir. Bilakis o, ezelde onu yaratmamış ve bir fiili terk eden de olmamıştır. Çünkü insanın bir fiili terk etmesi, açıkla-dığımız üzere kendisinde mevcut olan bir arazdır, o da bu arazı taşıyandır. Şayet yüce Allah’ın bir fiili terk etmesi bir “mana” olsa idi, elbette o mana Allah Teâlâ ile kaim olurdu. Bundan ve yüce Allah’ın arazları taşıyıcı olma-sından O’nu tenzih ederiz. Şayet bu mana kendi zatıyla kaim olsa idi, bu durumda cevher olurdu. Terk etmek ise bir cevher değildir. Şayet o, Allah Teâlâ’nın dışındaki bir şeyle kaim olsa idi, elbette yüce Allah -terk eden olmaksızın- onun fâili olurdu. Böylece fark ortaya çıkmış oldu. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1147] Hareket ve sükûnu birlikte geçersiz kılan kimseye gelince, bu da yanlış bir görüştür. Çünkü o, bununla birlikte, hareketli ve sakin olanı kabul etmiş ve sabit kılmıştır. Sağlıklı duyu organlarına sahip olan her-kes kesin olarak bilir ki hareket eden bir kimse sakinleşir. Şüphesiz ha-reket eden ve sonra da sakinleşen bu madde, aynı maddedir ve aynı zât-tır, onun zâtı değişmemiştir. Ancak kendisinde yüklü olan araz değişir.

5

10

15

20

25

30

Page 775: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 775

ــ ــא د ــא ــ وإن כאن ة، ــ א دة ــ ــ א כــ إ ــ ا ــ

ــ ــ د وأن כאن ــ ــ ــ ــאم ــא أن ا ــא כ ــ ــ ، כــ ا

ــא : و ــ ــאل ــאع. و ــכאء وا د وا ــ ــ ا ــאل כאت وا ــ ــא ا ــ

ــא ا ــ ن؟ ــכ م ا ــ ــא ــ ــ כــ ــ ا ــאل ــ ــ כــ و ق ــ ا

، ــ م ا ــ ــ ــ ــ ض ــ ــא إن ا ــאل أ ــ ــכ ، وכ ــ ــכאك ا

ــאل ا إ ــ ــ ا. و ــ ــ ا כ ــ ــ ض، و ــ م ا ــ ــא ــ ــ ــ وا

ــא. ــ כ א ا

ــ ] ١١٤٦[ א ــ دون ا ن כ ، ــ ــ ــ ك ــ ــאل إن ا ــ ــא وأ

ا ــ ، ــ ــ آ ــ و ــ آ ــ ورة ــ ــ ــ ــ ــא ــ ــא و ــ ك ــ ــ إن

ــ א ــ دون ا ك ــ ــ أن ــכ، ــ ذ כــ ــ ة وا ــא א ــ ــ أ

ــ א ــ ا ك، و ــ ــא ــאرכא ــ ــ ده ــ ــ ــ ــא ــ أ ــא ــ

ــ ــאن ك ا ــ ن ك ــ ــ א ــכ כــ ــ ــ و א ــ ل ــ ــ ــ ــכ، כ

ــ ــ ــ א ك ا ــ ــ כאن ، و ــ ــ א ــ ــ و د ــ ض ــ ــא ــא כ

ض. ــ ــ א ــ ــ و ن כــ ــ أن ا و ــ ــ ــאذ ا ، و ــ א ــ ــא א ــכאن

ــא א ــ כאن ا، و ــ ــ ك ــ ا، أو ا ــ ــכאن ــ ــא א ــא ــ כאن أ

. ــ ــ ا א ــא ق و ــ ــ ا ــאرك، ــ ــ ــ א ــ א ــכאن ــ ــ و ه ــ

ــא ] ١١٤٧[ أ ــ א ل ــ ــא: ن ــכ وا כــ ا ــ أ ــ ــא وأ

ــ ــ ذي כ ري ــ ــ و ــכ ذ ــ ــאכ وا ك ــ ا ــ أ ــ

ــ ــ ــאכ ا ــ כــ ا ــ ا ــכ ن ــ ، ــכ ك ــ ــ أن

ــא. ل ــ ا ــא ل ــ ــא وإ ــא، ذا ل ــ ــ ة ــ وا وذات ة ــ وا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 776: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi776

Madde veya onun için ya da ondan dolayı bir mananın meydana geldiği ve bu manadan dolayı muteharrik (hareketli) vasfını kazandığını zorunlu olarak biliriz. Yine onda veya onun için ya da ondan dolayı bir mananın meydana geldiği ve bundan dolayı sakin diye isimlendirilmeyi hakkettiği hususu da zorunlu olarak bilinir. Bu, müşâhede edilen ve hissedilen bir du-rumdur. İşte bu mana, hareket veya sükûndur. Böylece hareket ve sükûnun varlığı zorunlu olarak anlaşılmıştır. Sakini ve hareketli olanı kabul eden bir kimse ile hareket ve sükûnun asılsız olduğunu kabul eden bir kimse ara-sında bir fark yoktur. Böylesi bir kimse ile “vuran, ayakta duran ve yemek yiyen” kimseyi kabul eden arasında bir fark yoktur. O, vurmayı, yemeği ve ayakta durmayı geçersiz kılmıştır. Bu ise bozuk bir safsatadır. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1148] “Yüce Allah’ın cismi yaratmasının evvelinde cisim ne sakin ne de hareketli idi.” diyen bir kimseye gelince, bu da yanlış bir kelâmdır. Çün-kü ne hareket ne de sakinlik olan üçüncü bir mana düşünülemez. Bu, ne-fiste teşekkül etmeyen bir şeydir. Ne akıl ne de sem’ onu ispat eder. Ayrıca o, delili olmayan bir görüştür, dolayısıyla bâtıldır. Yüce Allah bir cismi yarattığında, onu bir zaman ve mekânın içinde yarattığı hususunda şüphe yoktur. Bunda şüphe olmadığına göre, bu durumda cisim yüce Allah’ın onu yarattığı bu mekânda var olmasının başlangıcında göz açıp kapayınca-ya kadar bile olsa sakindir. Sonra ya söz konusu cismin buradaki sakinliği devam eder ve böylece oradaki ikameti uzar. Ya da bu mekândan intikal eder ve böylece oradan hareket etmiş olur.

[1149] Şayet birisi, “Bilakis o hareketlidir, çünkü o yokluktan varlığa çıkmıştır.” derse, ona şöyle cevap verilir: Bu sizden kaynaklanan yanlış bir isimlendirmedir. Çünkü konuştukları lisandaki hareket, bir mekândan di-ğerine geçmektir; yokluk ise mekân değildir. Dolayısıyla mahlûk, yüce Al-lah’ın onu yaratmasından önce bir şey değildir. Böylece Allah’ın onu yarat-masının hâli, öncesi olmayan hâllerinin ilkidir. Dolayısıyla onun önceki bir hâlinin olması nasıl mümkündür? Asıl itibarıyla o (bir mekândan diğerine) intikal etmemiştir. Bilakis Allah Teâlâ o anda onu yaratmaya başlamıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 777: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 777

ــ ــ أن ــ ا ــ أ ــ ــ ، أو ــ ، أو ــ ث ــ ــ ري أ ــ ورة ــ א

ــ ــ أن ــ ا ــ أ ــ ــא ــ أ ، أو ــ ــ أو ث ــ ــ כא، وأ ــ

ا ــ א، ــאכ ــ ن ــ ــ ــ ــ כא أ ــ ــ ن ــ כــ ــ ــכ ــ ذ א، ــאכ

ــא د ــ و ن، ــכ כــ أو ا ــ ا ــ ــכ ا ، ــא س ــ ــ أ

ن، ــכ כــ وا ــ ا ك، و ــ ــאכ وا ــ ا ــ ا ــ ق ــ ورة، و ــ

כ ب وا ــ ــ ا ، وأ כ ، وا ــ א ــאرب وا ــ ا ــ أ ــ ــ و ق ــ و

. ــ ــ ا א ــא ــ و ــ ه ــ ــאم، و وا

א ] ١١٤٨[ ــאכ ــ ــ ــ ــ و ــ ا ــ أول ــ ــאل إن ا ــ ــא وأ

כــ ــ ــ א ــ ــ ــ و ــ ــא، ــ أ א م ــכ כא ــ و

ل ــ ــ ــא . وأ ــ ــ و ــ ــ و ــ ا ــכ ا ــ א، و ــכ و

ــ ــא ــ ــ ا ــ إذا א ــ أن ا ــכ . و ــ א ــ ــ ــ د

ــכאن ــ ا ــאכ ــ و ــ أول ــ א ــכ ــ ذ ــכ ذا ــ ــכאن ــאن و ــ ز

ــ א ل إ ــ ــ ــכ ــ ــא ــ إ ، ــ ــ ــ ــ و ــ א ــ ا ي ــ ا

. ــ כא ــ ن כــ ــ ــ ــא أن ، وإ ــ

ــ ] ١١٤٩[ د. ــ ــ ا م إ ــ ــ ا ــאرج ــ ك ــ ــ ــ ــ א ــאل ن ــ

ــ ــא ــא إ ــ כ ــ ــ ا ــ و ــ ا כــ ن ا ة ــ א ــ ــכ ا ــ : ــ

ــ أن א ــ ق ــ כــ ا ــ ــא، و כא ــ م ــ ــכאن، وا ــ ــכאن إ ــ ــ

ــ أن כ ــא ــ כــ ــ ــ ــ ا ا ــ أول أ ــ ــאل . ــ א ــ ا

ن. ــ ا א اه ا ــ ــ ا ــ ــ أ ــ ــא ــאل ــ ن כــ

٥

١٠

١٥

Page 778: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi778

[1150] Genel olarak âlemin hacmi olan küllî cisme gelince, o küllî fe-lektir. Âlemin her bir cüzü takdir edilmiş ve belirlenmiştir. Onun cüzleri, dört yündenonu kuşatmıştır. Feleğin alt yönüne bitişik olan cüz, onun mekânıdır. Zikrettiğimiz cüzlerin bitişik olmadığı bölgede ona ait bir mekân yoktur. Allah Teâlâ, dilediği şekilde onu kendi gücüyle tutar. Yu-karı bölgede herhangi bir şey onunla asla karşılaşmaz. Orada ne mekân ne zaman ne boşluk ne de doluluk vardır.

[1151] Ebû Muhammed şöyle dedi: Kelâm’a meyl eden bazı ahmak-ların tuhaf görüşlerini gördüm. Onlar “Yüce Allah, yeryüzünü yaratınca, aşağıya yuvarlanmasın diye sıkıca tuttuğu büyük bir cisim yaratmıştı.” de-diler. Allah bu cismi yarattığı zaman, onu yok etti ve başkasını yarattı. Bu durum bir nihayeti olmaksızın daimi olarak bu şekilde devam etti. Çünkü şayet Allah o cismi iki vakte bıraksaydı o zaman onu tutan birisine ihtiyaç duyardı. Bu durum bir nihayeti olmaksızın bu şekilde devam etti. Sanki bu ahmak, yüce Allah’ın “Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri, yok olup gitmesinler diye (kurduğu düzende) tutuyor. Eğer onlar (yörüngelerinden sapıp) yok olur giderlerse, O’ndan başka hiç kimse onları tutamaz.”

764meâlindeki âyetini işitmemiştir.

[1152] Yüce Allah’ın, ne bir direk, ne ziyadelik ne de başka bir cisim olmaksızın her şeyi olduğu gibi tuttuğu doğrudur. Şayet bu ahmakların Kur’ân’a ittiba edecekleri bir ilimleri olmadığına göre, ziyadelikten ve bil-medikleri şeylerle yüce Allah’tan haber verme hususunda sessiz kalmaları onların hakkında din ve dünyaları için daha güvenilir olurdu. Fakat yüce Allah her kimi dalâlete düşürdü ise onun bir yol göstericisi yoktur. Dalâlete düşmekten Allah’a sığınırız.

[1153] “Hareket, cisimdir” diyen bir kimseye gelince, bu yanlıştır. Çünkü sözlükte cisim uzunluk, genişlik, derinlik ve alana sahip olan varlık için konulmuş bir isimdir. Hareket böyle değildir, dolayısıyla o cisim de-ğildir. Cisim isminin harekete verilmesi doğru olmaz. Zira bu ne sözlükte, ne de şeriatta gelmiştir, ne de delil bunu zorunlu kılmıştır. Hareketin cisim olmadığı anlaşıldığına göre, şüphesiz o arazdır.

5

10

15

20

25

30

Page 779: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 779

ــ ] ١١٥٠[ כ ــכ ا ــ ا ــ و ــ א م ا ــ ــ ي ــ ــ ا כ ــ ا ــא ا وأ

ء ــ ــאت، وا ــ ــ أر ــ ــ اءه ا ــ ن أ ــ وض ــ ر ــ ــ ء ــ ــכ

ــ ــ ــ ا ــ ا ــ ــכאن ، و ــ כא ــ ــכ ــ ا ــ ــ ــ ي ــ ا

ــא ــ ا ــ ــ ــאء و ــא ــ כ ــכ ــ א ــא وا ــ ذכ اء ا ــ ا

ء. ــ ء و ــ ــאن و ــכאن و ز ــכ א ، و ــ ء أ ــ

]١١٥١ [ ــ م ــכ ــ ا ــ إ ــ כــ ــ ا ــ : ورأ ــ ــ ــאل أ

ــ א ــכ ــא ــא ــ رض ــ ا ــ إذ א ــאل: إن ا ــ ــ أ ــא و

، ــ א ــ ا ــ ا أ כــ ــ و ــ آ ــ و م أ ــ ــכ ا ــ ذ ــ ، ــ ر ــ

ن ، כ ــ ــ א ــא ــ ا إ ــ ا أ כــ ــכ و ــ ــאج إ ــ ا ــאه و ــ أ ــ ــ ز

و ــ رض أن אوات وا ــ ــכ ا : ﴿إن ا ــ א ل ا ــ ــ ــ ك ــ ا ا ــ

ه﴾ ــ ــ ــ أ ــ א ــכ ــא إن أ ــ زا و

م ] ١١٥٢[ ــ ــאدة و ، ز ــ ــ دون ــא ــכ כ ــכ ا ــ א ــ أن ا

ــ ت ــכ آن وا ــ ــאع ا א ا ــכ ــ ا ا ــ ــ إذ אذ ء ا ــ ــ أن ــ و آ

כــ ــא، و ــ وا ــ ا ــ ــ ــכאن أ ــ ــ ــ ــא ــ ا ــ ــאدة وا ا

ل. ــ ــ ا ــא ذ ــ ، و ــ ــאدي ــ ــ ا ــ

ع ] ١١٥٣[ ــ ــ ــ ا ــ ن ا ــ ــאم כאت أ ــ ــאل: إن ا ــ ــא أ

א، و ــ ــ ــכ כــ כ ــ ا ــא و ــ ذي ا ــ ا ــ ا

ــ و ــ ا ــ و ــ ا ــכ ت ذ ــ ــ ــ إذ ــ ــא ا ــ ز أن ــ

ض. ــ ــכ ــ ــ א ــ ــ ــא ــ أ ، وإذ ــ ــ د أو

٥

١٠

١٥

Page 780: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi780

[1154] Hareketin görülebileceğini söyleyen bir kimseye gelince, bu gö-rüş yanlıştır. Çünkü bu âlemde gözün sadece renkli bir cisimdeki rengi görebileceği hususu doğrudur. Biz, harekete ait bir rengin olmadığını kesin olarak biliyoruz. Çünkü hareketin bir rengi yoktur. Dolayısıyla hareketin görülmesinin imkânı yoktur. Ancak biz, hareketin oluşunu biliriz. Çünkü biz, belli bir mekândaki hareketli varlığın rengini görürüz, sonra onu başka bir mekânda görürüz. Biliriz ki bu renkli varlık şüphesiz bir mekândan diğerine intikal etmiştir. İşte bu mana harekettir. Ya da cismin bir mekân-dan diğerine intikal ettiğini hissetmek sûretiyle biliriz. İşte o zaman söz konusu cisme dokunan birisi, -âmâ ya da iki gözü kapatılmış olsa bile- onun hareket ettiğini bilir. Dediğimiz şeyin delili şudur: Rengi olmadığın-da havayı hiç kimse göremez. Ancak havanın dalgalanmasından, hareket etmesinden ve karşılaşmasından onun intikal etmekte olduğu bilinebilir. Bu da rüzgârın esmesidir. Aynı şekilde sesin hareketini, belli bir mekân-dan başka bir mekâna gelen sesi algılamak sûretiyle biliriz. Yine güzel ve çirkin olması bakımından kokudaki ve tattaki hareket hakkındaki söz de böyledir. Böylece “Hareketler görülebilir.” diyen bir kimsenin sözü geçersiz olmuştur. Hareketin bir renk olmadığı ve ona ait bir rengin de bulunma-dığı doğrudur. Şayet bu olsa idi, bu durumda bir başkasının “Hareketi işittiğini” iddia etmesi mümkün olurdu. Bu ise yanlıştır. Çünkü o, ancak sesi işitebilir. Yine bir başkasının harekete dokunulabileceğini iddia etmesi de mümkün olurdu. Bu da yanlıştır. Ancak biz, sertlik, yumuşaklık veya bunların dışındaki hissedilebilen şeylere dokunabiliriz. Buradaki hakikat, hareket bilinebilir ve zikrettiğimiz hususlar vasıtasıyla var edilebilir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1155] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bir mekândan diğerine intikal şeklinde olan hareketler, zorunlu ve ihtiyari olmak üzere -üçüncü bir ih-timal olmaksızın- iki kısma ayrılır. İhtiyari hareket, melek, insan, cin ve diğer bütün canlılardan olan diri nefislerin fiilidir. Bu hareket, vakitleri bilinen düzenli hareketlerin dışında çeşitli yönlere doğru olan harekettir. İhtiyarî sükûn da böyledir.

5

10

15

20

25

30

Page 781: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 781

ــ ] ١١٥٤[ ــ أن ا ــ ــ ــ א ل ــ ى ــ ــ כ ــאل إن ا ــ ــא وأ

כــ ري أن ا ــ ــ ، و ــ ن ــ ــ ن ــ ــ ــ إ א ا ا ــ ــ ــ

ــא כــ ن ا ــא כــ ــא ى وإ ــ ــ أن ــ إ ــ ــא ن ــ ذ ــ ــא. ن ــ

ن ــ ــכ ا ــא أن ذ ــ ــכאن آ ــ ــאه ــ رأ ــא ــכאن ــ ك ــ ن ا ــ ــא رأ

ــ ن ــ כــ أو ــ ا ــ ا ا ــ ــכ، و ــ ــכאن ــ ــכאن إ ــ ــ ــ ا

ــ ــ وإن כאن أ ــ ــ ري ــ ــכאن ــ ــכאن إ ــ ــ ــ ا ــ ا

ــ ن ــ ــ כــ ــ ــא اء ــ ــא إن ا ــא ــאن ك، و ــ ــ ــ أ ــ ا أو

ــאح. ب ا ــ ــ ــ و ــ ــ א כــ و ــ و ــ ــא ، وإ ــ ه أ ــ

ــ ــא إ ــכאن ــ ــ ت ــ א ا ــ א ت ــ ــ ا כ ــא ــא ــכ أ وכ

ــ כ ، و ــ ــ وا ــ ا م ــ ــ ا ــ כ ــ ا ل ــ ــכ ا ــא، وכ ــכאن

ــא و ــ כــ ــ أن ا ى و ــ כאت ــ ــאل إن ا ــ ــ ــ وق ــ ا

ــ ا ــ ــ و כ ــ ا ــ ــ أ ــ أن כــ ا ا ــ ــ כאن ن، و ــ ــא و

ا ــ ــ و כــ ــ أن ا ــ أن כــ ت، و ــ ــ إ ا ــ

ــאت، ــ ا ــכ ــ ذ س أو ــ ــ وا ــ ا ــ ــ ا ــא ــ وإ

ــא ــא، و ــא ذכ ــ כ ــ ف و ــ כــ ــ أن ا ــא ا إ ــ ــ ــ وا

. ــ ــ ا א

ــ ] ١١٥٥[ א ــ ــ ــ כא ــ ا כאت ا ــ : وا ــ ــ ــאل أ

ــ ــ س ا ــ ــ ا ــ ــ אر א . ــ אر ــא ا ــ وإ ور כــ ــא ــא، إ

ــ ــאت ــ ن إ כــ ــ ــ ا ، و ــ ان כ ــ ــא ا ــ و ــ وا כــ وا ا

ــאري. ن ا ــכ ــכ ا ــאت وכ و ــ ا ــ ــ ر ــ ٢٠

٥

١٠

١٥

Page 782: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi782

[1156] Zorunlu hareket, tabii ve kasrî (zorlayıcı) hareket olmak üzere ikiye ayrılır, bunun bir üçüncüsü yoktur. Izdirarî hareket, kendisine yöne-lik bir kasıt olmaksızın zuhur ettiği kimsede var olan harekettir.

[1157] Tabii harekete gelince, diri olmayan her bir şeyin -yüce Allah’ın inşa ettiği şekliyle olan- hareketidir. Suyun merkeze doğru hareket etmesi, yer yüzünün bu şekilde hareket etmesi, hava ve ateşin kendi konumlarına doğru hareket etmeleri, feleklerin ve yıldızların döngüsel hareketleri, da-marlardaki kanın hareketi böyledir. Tabii sükûn ise, zikrettiğimiz her bir şeyin kendi yapısı içinde sakinliğidir.

[1158] Kasrî/zorlayıcı harekete gelince, tabii veya ihtiyari hareketini müdahale etmek sûretiyle bir başkasına dönüştüren her bir şeyin hareke-tidir. Kişinin zorla hareket ettirilmesi, suyu ve aynı şekilde taşı yukarıya doğru hareket ettirmen, ateşi ve havayı aşağıya doğru hareket ettirmen, havanın suyu kaldırması, ateşin hararetinden dolayı güneşi yansıtması gibi. Sükûnu kasrî (zorlayıcı sakinlik), bir şeyin kendi yapısı (elementleri) dışın-da durdurulması ya da seçilen bir şeyin zorla durdurulmasıdır. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

Tevvellüt Konusu

[1159] Ebû Muhammed şöyle dedi: Kelâmcılar, “tevellüd”765 diye ta-bir ettikleri bir mana konusunda tartıştılar. Onlar ayrıca bir ok atan ve bununla bir insanı ya da başka bir canlıyı yaralayan kimse hakkında; ateşin yakması, karın soğutması ve cansız varlıklardan meydana gelen diğer açık tesirler hakkında ihtilaf ettiler. Bir topluluk, “Bundan, yani bir insanın ya da canlının fiilinden kaynaklanan (tevellüt eden) şey, insanın ve söz konusu canlının fiilidir.” demiştir. Yine kelâmcılar, canlının dışındaki bir varlıktan tevellüt eden etkiler konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir topluluk, bunun yüce Allah’ın fiili olduğunu söylemiştir. Bir topluluk da, canlının dışındaki bir varlıktan tevellüt eden şeyin tabiatın bir fiili ol-duğunu söylemiştir. Diğerleri ise, bütün bunların yüce Allah’ın fiili oldu-ğunu ifade etmiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 783: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 783

ــא ] ١١٥٦[ ــ وإ ــא ــא إ ــ א ــ ــ ــ ور כــ ا وا

א. ــ إ ــ ــ ــ ــ ت ــ ــ ــ כא כــ ا ــ ا : ــ ار . وا ــ

כــ ] ١١٥٧[ ــ כ ــאء ا ــא ــ ــ ء ــ כــ כ ــ ــ ــא ا وأ

א، ا ــ אر إ اء وا ــ כــ ا ــכ و رض כ כــ ا ، و כــ ــ ا ــ و ــאء إ ا

ن ــכ وا ، ــ ا ا ــ ا وق ــ כــ و دورا، اכــ כ وا ك ــ ا כــ و

ه. ــ ــ ــא ــא ذכ ن כ ــכ ــ ــ ا

ــ ] ١١٥٨[ ــ כ ــ ــא ــ ــ ء د ــ ــ כ כ ــ ــ ــא ا وأ

ا، ــ ــאء ــככ ا ا، أو ــ ء ــ ــכ ا ــא، כ ــ ــאره إ ــ ا ــ أو

ــאء، اء ا ــ ــ ا ــכ وכ اء כ ــ ، وا ــ ــאر ــכ ا ــכ وכ ــ כ وا

ــ ــ ء ــ ــ ا ــ ي ــ ن ا ــכ ــאر. وا ــ ا ــ ــ ا כــ ا כ

. ــ ــ ا א ــא ــא، و ــאر כ ــ ا ه أو ــ

م ا כ ا

ــ ] ١١٥٩[ ، و ــ א ــ وا ــ ــ ــ ن ــ כ ــאزع ا : ــ ــ ــאل أ

ــ ــאر، و ق ا ــ ــ ه، و ــ א أو ــא ــ إ ح ــ א ــ ــ ــ ر ا ــ ــ ا أ

ــ ــכ ــ ذ ــ ــא : ــ א ــ א ــאدات. ــ ا ة ــ א ــאر ا ــא ا ، و ــ وا

. ــ ــ ــ ــ ــא ا ــ ــ وا ــאن وا ــ ا ــ ــ ــאن أو ــ إ

. ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ ــא ــ א ــ א ــ ا و ــ : ــ א ــ א

. ــ ــ و ــ ا ــכ ون כ ذ ــ ــאل آ و

٥

١٠

١٥

Page 784: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi784

[1160] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bunlar, hakikatleri geçersiz kılanlar ve aklın zorunlu kıldığı esasları gözden kaçıranlardır.

[1161] Ebû Muhammed şöyle dedi: Durum, bu konudaki sözü uzat-maya gerek duymayacak kadar açıktır. Bu konuda doğru olan, cisim ya da cisimdeki araz ya da cisimden kaynaklanan tesir olsun hepsi yüce Allah’ın yaratmasıdır. Bütün bunların Allah’ın fiili olmasının anlamı onun yarat-ması anlamındadır.Bunların tamamı, Kur’ân’ın açıklaması ve lisandaki kullanımından dolayı canlı ya da cansız olsun kendisinden meydana ge-len varlığa izafe edilir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Biz, onun üzerine yağmur indirdiğimiz zaman kıpırdar, kabarır ve her türden iç açıcı çift çift bitkiler bitirir.”

766 Böylece yüce Allah “kıpırdamak”, “kabarmak” ve “gelişip büyümek” fiillerini yeryüzüne nispet etmiştir. Yine yüce Allah, “Ateş yüzlerini yalar ve onlar orada sırıtır kalırlar.”

767 diye buyurmuştur. Böylece Allah, ateşin yüzleri yaladığını haber vermiştir. Yine “(Susuzluk-tan) feryat edip yardım dilediklerinde, maden eriyiği gibi, yüzleri yakıp ka-vuran bir su ile kendilerine yardım edilir...”

768 şeklinde buyurmuş ve suyun yüzleri yakıp kavuracağını haber vermiştir.

[1162] Başka bir âyette yüce Allah, “Kim bir mümini yanlışlıkla öldü-rürse, bir mümin köleyi azat etmesi gerekir.” (Nisâ 4/92) diye buyurmuştur. Bu âyette Allah hataen öldüren kimseyi “katil” diye isimlendirmiş ve ona bir hüküm vermiştir. Oysaki bu kişi öldürmeye niyet etmemişti. Ancak ölüm onun fiilinden tevellüd etmiştir. Yine Allah Teâlâ, “(Her kim şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref bütünüyle Allah’a aittir.) Güzel sözler ancak O’na yükselir. Salih ameli de güzel sözler yükseltir.”

769 şeklinde buyurmuştur. Böylece Allah, sözlerin yükseldiğini, ameli de bu sözlerin yükselttiğini ha-ber vermiştir. Halbuki amel, arazlardan bir arazdır. Bunlara ilaveten yüce Allah şöyle buyurmuştur: “(Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir.) Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz?”

770 “... yoksa binasını çökmeye yüz tut-muş bir yarın kenarına kurup, onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi daha hayırlıdır?”

771

5

10

15

20

25

30

Page 785: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 785

ل.] ١١٦٠[ אت ا ن א א ن ء : אل أ

ــ ] ١١٦١[ ــאب، وا ــ ا ل ــ ــ أن ــ ــ أ : وا ــ ــ ــאل أ

ض ــ ــ أو ــ ــ א ــ ا ــא ــכ أن כ ــ ذ اب ــ . وا ــ א رب ا

ــ ــ ا ــכ ــכ ذ ــ ــ و ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ أو أ ــ

ــ ــ إ כــ ا آن و ــ ــ ا ــאف ــכ ، وכ ذ ــ ــ ــ أ ــ و

ت ــ ــאء ا ــא ا ــא ذا أ ــ ﴿ : ــ א ــאل ــאد. ــ أو ــ ــ ــ ــא

ــ ــאت وا از وا ــ ــ ا ــ و ــ ﴾ ــ زوج ــ כ ــ وأ ــ ور

ــאل . و ــ ــאر ــ أن ا א ــ ــאر﴾ ا ــ و ــ ــאل: ﴿ رض. و ــ ا إ

: ــ ــ و ــ ه﴾ ــ ي ا ــ ــ ــאء כא ا ــ א ا ــ : ﴿وإن ــ א

ه. ــ ي ا ــ ــאء أن ا

ــ ] ١١٦٢[ ﴾ ــ ــ ر ــ ــ ــא ــ ــ : ﴿و ــ א ــאل و

ــ ــ כ ــ ــ ــ ــ ــ ــא، و כ ــ ــ وأو ــ א ــ ــ ا א

﴾ ــ ــ א ا ــ وا ــ ا ــ

כ ا ــ ــ : ﴿إ ــ א ــאل . و ــ ــ

ــ ض ــ ــ وا ــ כ ا ــ ــ ا ،وأن ــ ــ כ ا أن ــ א ــ

ــ ﴿ : ــ א ــאل ﴾ و ــ ا ــ ــאت أو ن ــ : ﴿أ ــ א ــאل اض. و ــ ا

﴾ ــ ــאر א ــאر ف ــ א ــ

٥

١٠

١٥

Page 786: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi786

[1163] Ne ümmet ne de lisan (lügat), “Filan öldü, duvar yıkıldı..” diyen bir kimsenin sözünün doğruluğu hususunda farklı görüş ileri sür-memiştir. Böylece yüce Allah ve onun yarattığı varlıkların tamamı, bütün bunların kendilerinden zuhur ettiğinden dolayı; ölümü ölüye, düşme ve yıkılmayı duvara, yuvarlanmayı uçuruma nispet etmiştir. Ne Kur’ân’da, ne sünnette, ne de akıllarda bu hükmün dışında bir hüküm söz konusudur. Buna muhalefet eden bir kimse, yüce Allah’a, Elçisine (s.a.), bütün üm-metlere ve onların akıllarına itiraz etmiştir. Bu ise, kendisine büyük bir felaket isabet etmiş olan bir kimsenin sıfatıdır. Onun ne bir dini, ne aklı, ne utanması ne de bilgisi vardır.

[1164] Zikrettiğimiz hususlar sebebiyle, âlemdeki her bir işin Allah Teâlâ’ya izafe edilmesi, söz konusu hadiselerin kendilerinden zuhur etti-ği kimselere izafe edilmesinden farklı olduğu doğrudur. Bunların Allah Teâlâ’ya izafe edilmelerinin sebebi Allah tarafından yaratılmalarıdır. Söz konusu hadiselerin kendisinden zuhur ettiği ya da tevellüt ettiği kimseye izafe edilmesine gelince, Kur’ân’a, bütün lisanlara, Allah Resulünün (s.a.) sünnetine ve bütün bu haberlere uymak sûretiyle bu hadiselerin söz konu-su kimseden meydana gelmesinden dolayıdır. Her iki izafet türü de ger-çektir ve bunların herhangi birinde mecaz yoktur. Çünkü irade sahibi bir canlıdan ya da ne canlı ne de muhtar olan bir varlıktan zuhur eden şeyler arasında, bütün bunların kendisinden meydana gelmesi açısından, bir fark yoktur. Şüphesiz o, Allah’a ait bir mahlûktur. Ancak yüce Allah, canlı var-lıkta, kendisinden zuhur eden şeyler için bir ihtiyar yaratmıştır. Diri ve mürit olmayan varlıklarda ise bir ihtiyar yaratmamıştır.

[1165] Bir fâilin fiilinden meydana gelen (tevellüt eden) şey, “kendi-sinden meydana gelmesi anlamında” zuhur ettiği kimsenin fiili olduğu hâlde, onu yaratması anlamında yüce Allah’ın fiilidir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. (Müminleri, tara-fından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı.)”

772 “Ektiğiniz to-huma ne dersiniz? Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?”

773 İşte bu, bizim görüşümüzün açıklamasıdır. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

5

10

15

20

25

30

Page 787: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 787

ــ ] ١١٦٣[ ن، و ــ ــאت ــ א ل ا ــ ــ ــ ــ ــ و ــ أ ــ و

ــ إ ط ــ وا ، ــ ا ــ إ ت ــ ا ــ ــ و ــ א ا ــ ، ــ א ا

ــ آن و ــ ــ ا ــ ــא ــכ ر כ ذ ــ ف، ــ ــ ا ــאر إ ، وا ــ א ا

ض ــ ــ ا ا ــ ــ א ــ ، و כــ ا ا ــ ــ ء ــ ل ــ ــ ا ــ و ا

، ــ ا ــ ــ و ــ و ــ ا ــ ا ل ــ ر ــ و ــ א ا ــ

، ــ ــ ــ د ، و ــ ــ ــ ــ ــ ه ــ ــ و ــ ــ و

. ــ ــאء، و ــ و و

ــ ] ١١٦٤[ א ــ ا ــ إ א ــ ا ــ ــ כ أ א ــא أن إ ــא ذכ ــכ ــ و

، ــ ــ ــ א ــ ا ــ إ א ــא إ ، وإ ــ ــ ــ ــ ــ إ א ــ إ ــ ــ

ــ آن، و ــ ــא א ــ ا ره ــ ــ ــ ــ أو ــ ــ ــ ــ إ א ــא إ وأ

ــא ــאرات، وכ ه ا ــ ، وכ ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــאت، و ا

ــ ــ ــא ــ ق ــ ــ ــכ، ــ ذ ء ــ ــ ــאز ــ ــ א ــ ا א

ــ ، وأ ــ ــ ــא ــ א ــכ ــ أن כ ذ ــאر ــ ــ ــ ــאر، أو ــ

ــ ــ ، و ــ ــ ــא ــאرا ــ ا ــ ا ــ ــ א ــ إ أن ا א ق ــ

ا. ــ ــא، و ــ ــא ــאر ا

ــ ] ١١٦٥[ ، و ــ ــ ــ أ ــ ــ و ــ ا ــ ــ א ــ ــ ــ ــא

ــ ا כ و ــ ــ ﴿ : ــ א ــאل ا . ــ ــ ــ ــ أ ــ ــ ــא ــ

ن۞أأ ــא أ : ﴿أ ــ א ــאل ﴾ و ــ ر כــ ا و ــ إذ ر ــ ــא ر و ــ

. ــ ــ ا א ــא ــא، و ــ ا ــ ن﴾ و ــ ار ا ــ أم ــ ر

٥

١٠

١٥

Page 788: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi788

Müdâhale, Mücâvere ve Kümûn Konusu

[1166] Ebû Muhammed şöyle dedi: Renklerin cisim olduğunu kabul edenler, müdahaleyi (cisimlerin iç içe girdiği) görüşünü benimsediler. Bu lafzın (müdahale) manası, “İki cisim iç içe girer ve böylece söz konusu iki cisim birlikte aynı mekânda olurlar.” şeklindedir.

[1167] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu eserimizin cisimler ve arazlar konusunda inşallah açıklayacağımız hususlardan dolayı bu kelâm yanlıştır. Yüce Allah’tan yardım dileriz.

[1168] Bundan dolayı her cismin kendisine ait bir alanı (mesaha) vardır. Durum böyle olunca, cismin kendisine ait bir mekân olmak durumunda-dur. Cismin alanı ölçüsünde bir yeri vardır ve kendisine başka bir cisim ilave edilince zorunlu olarak bu ilave cisim de ilave mekânı için ilave bir alana ihti-yaç duyar. Bu da müşâhede yoluyla bilinen bir durumdur. Sıvı cisimlerin da-ğınık cisimlerin içine girip nüfuz etmesi noktasında gördüklerinden dolayı, kelâmın sınırlarının bilinmesinde incelik göstermeyen bir kimseye durumun karışık gelmesi, ancak bu durum, dağınık olan bu cisimlerin parçacıklarının arasında hava ile dolu küçük deliklerin/çatlakların olmasındandır. Böylesi cisimlerin üzerine su ya da akıcı herhangi bir şey döküldüğünde, söz konusu delikler ve çatlaklar dolar ve içinde bulunan hava dışarı çıkar. Bu durum -daha önce açıkladığımız gibi-, gözle görülür ve havanın oradan hızlı bir şekilde çıkardığı şeylerden dolayı meydana gelen ses ve kabarcıklar sebebiyle havanın oradan çıkışı hissedilir. Havanın cismin içinden çıkışı tamam oldu-ğunda ve akıcı sıvı artırıldığında, genişler ve ilave bir mekâna ihtiyaç duyar. Daha önce zikrettiğimiz şeye gelince o, -suyun su üzerine dökülmesi ya da yağın yağ üzerine dökülmesi veya yağın su üzerine dökülmesi gibi- ecsam-ı mükteneze’de (sıkı ve toplanmış cisimlerde) söz konusudur. Bu türlerde ve bunların dışında olanların her birinde de durum böyledir.

[1169] Cisim, bir başka cismin içinde bitişik olma yoluyla da olabileceği kesin olarak ortaya çıkmıştır. Bu cisimlerden her biri, diğerinin mekânının dışında bir mekândadır. Ancak müdahale (iç içe geçme), arazlar ve cisimler ile arazlarla arazlar arasında olabilir. Çünkü araz bir mekân işgal etmez.

5

10

15

20

25

30

Page 789: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 789

ن כ אورة وا ا وا م ا כ ا

ــ ] ١١٦٦[ ا ــ ا ــאم إ ان أ ــ ن ا ــ ن ــ א ــ ا : ذ ــ ــ ــאل أ

. ــ ــכאن وا ــ ــא ــאن כ ن ــ ا ــ ــ أن ا ه ا ــ ــ و

ــאب ] ١١٦٧[ ــ ــ א ــאء ا ــ إن ــא ــ א م ا כ ــ : و ــ ــ ــאل أ

. ــא ا، و ــ ــא ا ــ د اض ــ ــאم وا ــ ا م ــכ ا

ــכאن و ] ١١٦٨[ ــ ــכ ــא وإذا כאن כ ــ ــ ــכ أن כ ــ ذ

ن ــ ، ــ ــ آ ــ ــ ــ ز ن כ ــ ــ ــא و ر ــ ــכאن ــ ، وإذ ــ

ــ ــ ا أ ــ ة ــ ا ــא ا ــ ــ أ ــ ــכאن زا ــ ــאج إ ــ ا ــ ا ــכ ا ذ

ــ ــ أ م ــכ ود ا ــ ــ ــ ن ــ ــ ــ ــ ــ ــ ا ن ا ــ ة ــא א

ن ا ا ــ ــא ــא ــ א ــאم ا ــ ا ــ ــ ــאم ا ــ ا ى ــ ــא

ــ ذا ــ اء ــ ءة ــ ــאرا ــא و ــ ــאم ا ــכ ا اء ــ ل أ ــ ــ

ا ــ ــא، و ي כאن ــ اء ا ــ ــא ا ج ــ وق، و ــ ــכ ا ــ ــא ــ א ــאء أو ــא ا

ــ ج ــ ــא ــ כ ت ــ ــאت، و א ــא اء ــ وج ا ــ س ــ ــ ــ א

ــ א د ا ــ ــ ــ ــ وز اء ــ وج ا ــ ــ ــ إذا ــא ي ذכ ــ א وا ــ اء ــ ا

ــאء ة כ ــ כ ــאم ا ــ ا ــ ــ ــא ي ذכ ــ ــא ا . وأ ــ ــכאن زا ــ ــאج إ ــא وا ر

ــ ء ــ ــ כ ا כــ ــאء و ــ ــ ، أو د ــ ــ د ــ ــאء، أو د ــ ــ

ــא. اع و ــ ه ا ــ

ــ ] ١١٦٩[ ــ ــ ا ــ ن כــ ــא إ ــ ا أن ــא ــ

ــ ــ ا ا ن כــ ــא وإ . ــ ا ــ ــ ــ ــ ــ وا כ ــאورة، ا

ــא כא ــ ض ــ ن ا اض، ــ اض وا ــ ــ ا ــאم و اض وا ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 790: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi790

Nitekim biz, rengi, tadı, dokunma hissini, kokuyu, sıcağı, soğuğu ve sakin olmayı biliriz; bunların tamamı cisimlerin içindedir ve bir kısmı diğer bir kısmına dâhildir. Bir cismin, (aynı anda) iki mekânda olması ve iki cismin bir mekânda bulunması mümkün değildir.

[1170] Sonra iki cisim arasında yakınlaşma ve birleşmenin (mücavere) olması üç kısma ayrılır. Bunlardan ilki, cisimlerden birinin kendi nitelik-lerinden sıyrılması ve diğerinin niteliğine bürünmesidir. Bir parçayı sirke küpüne veya et suyu testisine ya da süt veya mürekkebin içine atmanız gibi. Ya da bunlardan az bir şeyi diğerlerinin ya da benzerlerinin içine at-manız da böyledir. Bunlardan üstün gelen, mağlup olanın zâtî ve farklı olan niteliklerini zorla alır ve bunları ondan uzaklaştırır, kendi zâtî nitelik-lerini ona giydirir.

[1171] İkincisi; iki cisimden her biri, zâtî ve farklı olma niteliklerin-den sıyrılır ve birlikte başka niteliklere bürünürler. Nitekim acı suyun yeşil yaprağın suyuyla birleştirilmesi, zırnıh’ın (sıçan otu) bîr cismi ile birleşti-rilmesi; un, su ve diğerlerinin birleştirilmesiyle yapılan hamurlar böyledir.

[1172] Üçüncüsü; cisimlerden birisi ne zâtî özelliklerinden ne de gayri (farklı kılan) özelliklerinden herhangi birisinden ayrılmaz. Bilakis bu nite-liklerinin her biri onda devam eder. Nitekim suya ilave edilen zeytinyağı, bir taşın diğer bir taşa, bir elbisenin diğer bir elbiseye eklenmesi böyledir. İşte bu müdahale ve mücavere konusundaki kelâmın hakikatidir.

[1173] Kümûn’a774 gelince, bir topluluk ateşin taşta gizli (bil-kuvve mevcut) olduğu görüşünü benimsedi. Diğer bir topluluk bunu geçersiz kabul edip taşta aslı itibarıyla ateş olmadığını söyledi. Bu görüş, Dırar b. Amr’ın görüşüdür.

[1174] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yukarda sözü edilen her bir top-luluk, diğerine karşı iddia ettiği hususta aşırı gitmiştir. Dırar ise, uzunluğu, genişliği ve büyüklüğü ile hurma ağacının çekirdekte gizli olduğunu söyle-diklerini muhaliflerine nispet eder. İnsan da uzunluğu, genişliği, derinliği ve büyüklüğü ile menide gizlidir (bil-kuvve mevcuttur). Dırar’ın hasımları ise, “Ateşte hararet, üzümde üzüm suyu, zeytinde zeytinyağı ve insanda da kan yoktur.” dediğini ona nispet ederler.

5

10

15

20

25

30

Page 791: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 791

ــ ا ــכ ن، כ ذ ــכ د وا ــ ــ وا ــ وا ا ــ وا ــ وا ن وا ــ ــ ا

، و ــ כא ــ ــ ــ وا ن כــ כــ أن ــא، و ــ ــ ا ، و ــ

. ــ ــכאن وا ــ אن ــ

ــ ] ١١٧٠[ ــא: أن ــאم أ ــ أ ــ ــ ــ ا ــאورة ــ أن ا

ت ــ ــ أو دن ــ دن ــא ــ ر ، כ ــ ــ ا ــ כ ــ و א ــ כ ــ ا أ

ــא ــ ــ أو ــ ه ــ ــ ــ ــ ء ــ اد أو ــ ــ ــ أو ــ أو

ــ ــא ــ و ــ وا ا ــ ا א ب כ ــ ــ ا ــא ــ א ن ا ــ ــכ، כ

. ــ ــ وا ا ــ ا ــ א ــ כ و

ــא ] ١١٧١[ ــא ــ و ــ وا ا . ا ــ א ــא כ ــ ــ כ وا ــ أن א وا

ــ ــאور ــ إذا ــ ا ، وכ ــ ــאء ا ــאوز ا اج إذا ــ ــאء ا ــ כ ــאت أ כ

ــכ. ــ ذ ــאء و ــ وا ــא، وا ــ כ א ــא ا ــ وכ ر ا

ــ ] ١١٧٢[ ا ــ ا א ــ כ ــ ــ כ ــ ــא ــ ــ وا : أ ــ א وا

ــ ــ إ ــאء، כ ــ ــ إ ــ أ ــא כאن כ ــא כ ــ ــ כ وا ــ ــ و ا

ــאورة. ــ وا ا ــ ا م ــכ ــ ا ا ــ ب، ــ ــ ب إ ــ ، و ــ

]١١٧٣ [ ، ــ ا ــ ــ כא ــאر ا أن ــ إ ــ ذ ــ א ن ــ ن: ــ כ ا ــא وأ

ل ــ ــ ، و ــ ــ أ ــ ا ــאر ــ ــ إ א ا، و ــ ــאل ــ إ ــ إ א ــ وذ

و. ــ ــ ار ــ

ــא ] ١١٧٤[ ى ــ ــ ا ط ــ ــא ــא ــ א : وכ ــ ــ ــאل أ

ــא ــא و ــ ن ا ــ ن ــ ــ ــ أ א ــ ــ إ ار ــ ــא، ــ

ــ ــ ــ כא ــ و ــ و ــ و ــאن اة، وأن ا ــ ــ ا ــ ــא כא و

، ــ ــ ــ ا ، و ــ ــאر ــ ا ــ ل: ــ ــ ــ أ ن إ ــ ــ . و ــ ا

ــאن دم. ــ ا ــ و ن ز ــ ــ ا و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 792: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi792

[1175] Ebû Muhammed şöyle dedi: Her iki görüş de mutlak bir deli-lik, duyuları ve aklı inkâr etmektir. Bu açıdan gerçek olan şudur: İnsandaki kan, üzümdeki su, zeytindeki yağ ve sıkılan her bir şeydeki su gibi varlık-larda gizli olan şeyler vardır. Bunun delili, zikrettiklerimizin tamamından kendilerinde içkin olan şey çıkarıldığında geriye kalan incelir ve söz konu-su şeylerin çıkmasından önceki duruma nispetle ağırlığı düşer.

[1176] Bazı şeyler de bir şeyin içinde içkin değildir. Buna taş ve de-mirde ateşin varlığını örnek olarak verebiliriz. Fakat çakmak taşında ve demirde bir kuvve vardır. Bu ikisi çarpıştırıldığında, bu ikisi arazında bu-lunan hava tutuşur ve böylece ateşe dönüşür. Bu durum, yanıcı olan her bir şey için bu şekilde gerçekleşir. Onun rutubeti önce ateşe, sonra dumana, sonra da havaya dönüşür. O zaman ateşin tabiatında cisimlerin yanıcılığını dışarıya çıkarmak ve onların rutubetlerini yükseltmek vardır ta ki cisimde yanıcılık ve nemlilik cinsinden bulunan her bir şeyi ondan dışarı çıkarmak sûretiyle yok eder. Sonra sen, bütün ömrün boyunca, sadece yerden geri kalan şeylere üflesen, kül olduğundan dolayı yanmaz ve tutuşmaz. Zira onda, dışarıya çıkacak ne bir ateş ne de yükselecek bir su vardır.

[1177] Lambanın yağı da böyledir. Tabiatı itibarıyla onun yanıcılığı çoktur. Onda bulunan az miktardaki su sebebiyle yağ, dumana dönüşür ve bitinceye kadar ateşi dışarı çıkar. Çekirdek, tohum ve meni konusundaki söze gelince, şüphesiz çekirdekte, tohumda ve menide yüce Allah’ın bütün bunlarda yarattığı bir tabiat vardır. O da bir kuvve olup sudan, gübreden ve toprağın minerallerinden kendilerine gelen rutubeti cezbeder. Bunların tamamı çekirdek ve tohuma yöneliktir. Rutubet, bütün bunları, tabiatla-rında olan şeylere dönüştürür. Böylece çekirdek dal, kabuk, yaprak, gül, meyve, hurma dalı ve üzüm bağı olur. Meniye gelen kan da buna benzer-dir. Kan, nütfeyi, yüce Allah’ın onda yarattığı tabiatına dönüştürür ve et, kan, kemik, sinir, damar, adele, kıkırdak, deri, tırnak ve saç olur. Bütün bunları yüce Allah yaratmıştır. Yaratıcıların en güzeli olan yüce Allah’ı tes-bih ederiz. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

5

10

15

20

25

30

Page 793: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 793

اس ] ١١٧٥[ ــ ة ــ כא و ــ ن ــ ــ ا وכ : ــ ــ أ ــאل

ــאن، وا ــ ا م ــ ــ כא ــ כא ــא אء ــ ــ ا ــכ أن ــ ذ ــ ل، وا ــ وا

ــכ أن כ ــאن ذ ، و ــ ــ ــא ــ כ ــאء ن، وا ــ ــ ا ــ ، وا ــ ــ ا

ــ ــ وز ج و ــ ــא وج ــ ــ א ــ ا ــ ــא ــא כאن כא ج ــ ــא إذا ــא ذכ

ج. ــ ي ــ وج ا ــ ــ ــ ــא כאن ــכ

ــ ] ١١٧٦[ כــ ، ــ ــ وا ــ ا ــאر ــא כא ــ כא ــא אء ــ ــ ا و

אل ــ א اء ــ ــ ا ــא ــא م ــ ــא ا א ة إذا ــ כــ ــ ا ــאد وا ــ ا

ــ ــא، א ــ د ــאرا ــ ــ א ن ر ــ ق ــ ء ــ ــכ ض ــ ا כــ ــאرا و

ــ ــ ــא א ــ ر ــאم، و ــאت ا אر اج ــ ــאر ا ــ ا ــ اء، إذ ــ

ــ ك ــ ــ د ــ ــ وج ــ א ــ ــאت א ــאت وا אر ــ ا ــ ــ ا ــא כ

ــאر ــ ــ ــ إذ ق و ا ــ ــ ــאد ــ ا ــ و ــ ا ر ــ ا ــ ــא

. ــ ــאء ج، و ــ

ــ ] ١١٧٧[ ــ ــא ــ ــ ــאت אر ــ ا ــ כ اج ــ ــ ا ــכ د وכ

ى ــ ــ ا ل ــ ــא ا . وأ ــ ــ כ ــ ــ אر ج ــ ــא، و ا ــא א ة د ــ ــ ا א ا

ــכ ــ כ ذ ــא ــ ــ ــ ا ر و ــ ــ ا اة و ــ ــ ا ن ــ ، ــ ور وا ــ وا

ــ ، و ــ ــאء وا ــ ا ــא اردة ــ ــאت ا ب ا ــ ة ــ ــ ، و ــ א ا

ــא ــ ــא ــ ــכ إ ــ כ ذ ر، ــ اة وا ــ ــ ا ــכ ارد כ ذ ــ اب ا ــ ا

م ــ ــ ا ــא، و ــא وכ ا و ــ ا و ــ ــא وز ــאء وور دا و ــ ــ ــ ــ إ א إ

ــא، ــא و ــא، ود ــ ــ א ــא ا ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ارد ــ ا

ــ ــכ ا وכ ذ ــ ا و ــ ا و ــ ــ و אر و ــ ا و ــ ــא و و ــא و و

. ــ א ــ رب ا ، وا ــ א ــ ا ــאرك ا أ ، ــ א ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 794: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi794

[1178] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bakıllânî ve diğer Eş‘arîler ateşte

hararetin, karda soğuğun, zeytinde yağın, üzümde suyun, insanda da ka-

nın olmadığı görüşünü benimsediler. Bu, onlardan olup da karşılaştığımız

kimselerle üzerinde tartıştığımız bir meseledir. En tuhaf olanı da, onların

bu saçma görüşleri, duyularla ve aklın zorunluluk ilkesiyle bilinen hususla-

rı inkâr etmeleridir. Sonra onlar, bununla birlikte şöyle derler: “Camda ve

taşta bir tat ve koku vardır. Üzümün kabuğunda bir koku vardır. Feleklerin

tadı ve kokusu vardır.” İşte bu, dünyanın garipliklerinden biridir.

[1179] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu konuda, şu iddialarının dı-

şında, onların lehine olan bir delil görmedik: “Dokunmamız anında ateş-

te bulduğumuz hararetin tamamını yüce Allah yaratmıştır. Aynı şekilde

yüce Allah, bizzat dokunmamız anında karda soğukluğu; zeytinin sıkılma-

sı anında yağı; üzümün sıkılması anında üzüm suyunu; kesme ve yarma

anında da kanı yaratmıştır.”

[1180] Ebû Muhammed şöyle dedi: Duyuları sebebiyle bunu iliş-

kilendirdiklerine göre, “Camda bir tat ve koku vardır. Feleklerin tadı ve

kokusu vardır.” şeklindeki görüşlerini nereden hareketle söylediler? Hal-

buki bu, birinde tekzip edilmelerine duyuların şahitlik edeceği, diğerinde

ise duyuların idrak edemeyeceği bir konudur. Onlara şöyle denilir: Belki

yeryüzünde onlardan bir insan yoktur. Ancak Allah Teâlâ, sizin görmeniz

anında, onları insanlara halef kılmıştır. Belki sizim karınlarınız yiyecek cin-

sinden bir şey yoktr; kafataslarınızın içinde de beyinleriniz yoktur. Fakat

yüce Allah, bütün bunları, kırma ve yarma anında yaratmıştır.

[1181] Ebû Muhammed şöyle dedi: Yüce Allah’ın sözü onları yalanla-

maktadır. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin

ve esenlik ol” 775 Şayet ateş, harareti sebebiyle yakmasa idi, yüce Allah bunu

söylemezdi. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur: “De ki: “Cehennemin ateşi

daha sıcaktır.” Keşke anlasalardı.” 776 Böylece ateşte bir hararetin mevcut

olduğu anlaşılmaktadır.

5

10

15

20

25

Page 795: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 795

ــ ] ١١٧٨[ ــ ــ ــ أ ــ إ ــא ا ــ و א ــ ا : وذ ــ ــ ــאل أ

ــ ، و ــ ــ ــ ا ، و ــ ن ز ــ ــ ا د، و ــ ــ ــ ا ، و ــ ــאر ا

ــ ــ ــ כ ا . وا ــ ــאه ــ ــ ــא א ــ ا أ ــ ــאن دم، و ا

ا ــ ــ ن ــ ــ ــ ، ــ رة ا ــ اس و ــ א ف ــ ــא ــ כאر ــ وإ ا ا ــ

ــא ــכ ، وإن ــ ــ را ر ا ــ ــ وإن ــא ورا ــ ــאج وا إن

ــא. ــ ا א ى ــ ا إ ــ ، و ــ ورا

ــ أن ا ] ١١٧٩[ ا ــ د ــ ــכ ــ ذ ــ ــא ــא و : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا د ــ ــ ا ــכ ــא، وכ א א إ ــ ــ ــאر ــ ا ه ــ ــ ــ כ ــ א

، ــ ــ ا ــ ــ ن وا ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ــכ ــאه، وכ א إ ــ ــ

ط. ــ ــ وا ــ ا م ــ وا

ا، إن ] ١١٨٠[ ــ א ــ ــ أ ــ ا ا ــ ــ ا ــ ذا ــ : ــ ــ ــאل أ

اس ــ ــ ا ــ ا ــ ؟ و ــ ــא ورا ــכ ، و ــ ــא ورا ــאج

ــ ــ ــאس ــ ا : ــ ــאل ــ و اس ا ــ رك ا ــ ــא و ــ أ ــ כ

ــ אر כــ ــ ، و ــ כــ ــ رؤ ــ ا ــא ، وإ ــ ــ أ رض ا

خ ــ ــ ا ــכ ــ כ ذ ــ ــ و כــ ا ــא، ــ ــכ أد ــא، ورؤو

. ــ وا

ــ ] ١١٨١[ ــאر כ ــא ﴿ : ــ א ــאل ــ إذ כ ــ א ل ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ א ل ا ــ ــא כאن ــא ق ــ ــאر ــ أن ا ﴾ ــ ا إ ــ א ــ دا و ــ

ــ أن ن﴾ ــ ا ــ כא ــ ا ــ ــ أ ــ ــאر ــ ﴿ : ــ ــ و ل ــ ا. وإذ ــ

دة. ــ ــאر ــ ا ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 796: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi796

[1182] Aynı şekilde Allah Elçisi (s.a.), cehennem ateşinin bizim bu

ateşimizden yetmiş derece daha güçlü olduğunu bildirmiştir. Yine Allah

Teâlâ, “Yine o su ile Sîna dağında biten bir ağaç (zeytin ağacı) yarattık ki

hem yağ, hem de yiyenlere katık verir.” 777 diye buyurmuş ve ağacın su ile

bitip yetiştiğini haber vermiştir. Ayrıca o, “Hurma ağaçlarının meyvele-

rinden ve üzümlerden hem içki, hem de güzel bir rızık edinirsiniz.” 778 diye

buyurmuştur.

[1183] Böylece içki ve helâl olan üzüm suyunun hurma ve üzümden

elde edildiği anlaşılmaktadır. Şayet bunlar, hurma ve üzümde olmasalar-

dı, bunlardan elde edilmezlerdi. Ümmetin tamamı bu deliliği reddetmek

üzere ve “Bu, baldan daha tatlıdır; sabırdan daha acıdır; ateşten daha ha-

raretlidir.” sözleri üzerinde ittifak etmiştir. Esenliğe çıkardığından dolayı

Allah’a hamd ederiz.

Değişim-Dönüşüm (İstihâle) Konusu

[1184] Ebû Muhammed şöyle dedi: Hanefiler ve onlara uyanlar, gö-

rüşlerinde şu hususu delil getirdiler: “Sidik ve şaraptan bir damla belli bir

suya düşerse ve cismi suda varolduğu hâlde onun bir eseri gözükmez, an-

cak bu pisliğin cüzleri dağılmış ve hissedilmeyecek kadar ortadan kaybol-

muştur. Aynı şekilde mürekkep süte atılırsa onun da sütte bir eseri görül-

mez. Yine az miktardaki gümüş altının içine eritilirse artık altının içinde

kaybolur. İşte her şey böyledir.” Hanefiler şöyle dediler: Şayet bu ölçüdeki

su, içine düşen bir damla şarabı dönüştürüyorsa, bu miktarın daha fazlası

dönüştürme hususunda şüphesiz daha güçlü olur. Nitekim biz, şarap dam-

lalarını artırdığımızda bunu görürüz. Bizzat sizler, biz ilave ettiğimiz hâlde,

“Su dönüştü.” dediniz. Şarabın ortaya çıkmasına hiç vakit kalmadı. Her

şeyde böyledir. Bizim sözümüzün doğruluğu böylece ortaya çıkmış oldu ve

sizin de her ne zaman su artarsa onun dönüştürme özelliğinin zayıfladığını

kabul etmeniz gerekir. Ve bu herşeyde geçerlidir.

5

10

15

20

25

Page 797: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 797

ا ] ١١٨٢[ ــ ــ ــ أ ــאر ــ أن ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــכ أ وכ

ــ אء ــ ر ــ ــ ج ــ ة ــ : ﴿و ــ א ــאل . و ــ ــ در ه ــ ــא אر ــ

ات ــ ــ : ﴿و ــ א ــאل ــא و ــ ة ــ ــ أن ا ﴾ ــ כ ــ و ــ א

א﴾ ــ ــא ا ورز ــכ ــ ون ــ ــאب وا ــ ا

ــ ] ١١٨٣[ ــאب و ــ وا ــ ا ذ ــ ل ــ ــ ا ، وا ــכ ــ أن ا

ن، ــ ا ا ــ ــכאر ــ إ ــא ــ כ ــ ا ــ أ ــא و ا ــ ــא أ ــא ــא כ ــ

ــ ا ــאر، و ــ ا ــ ، وأ ــ ــ ا ــ ، وأ ــ ــ ا ــ ا أ ــ ل: ــ ــ ا و

. ــ ــ ا

א م ا כ ا

ــ ] ١١٨٤[ ــ إن ا ــ ــ ــ وا ن و ــ ــ ا : ا ــ ــ ــאل أ

א إ ــ ــ ــ א ــא ــ إ ــ أ ــא ــ ــ ــאء، ــ ا ــ ــ ل وا ــ ــ ا

ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ ــכ ا ، وכ ــ ــ أن ــ ــ و ــא د اء أن أ

ا כــ ، و ــ ــ أ ــא ــ ــ ــ ــ ا اب ــ ة ــ ــ ا ــכ ا ، وכ ــ ــ أ ــ

ــ ــ ــ ــ ا ــ ــאء ا ــ ــאء ــ ا ار ــ ــכ ا ــ أن ذ ا، ــ א ء ــ כ

ــא ــא زد ــ כ ــ ــכ، و ــ ــ א ــ ا ى ــ ار أ ــ ــכ ا ــ ذ ــ ــכאن أכ

، ــ ــ ا ــ أن ــ ــ ــ ــאء و א ــ ــ ا ــ ــ أ ــ و ــ ا

ــ ــאء ــ ا ــא כ כــ أن כ ــא و ــ ت ــ ا ــ א ء ــ ــ כ ا כــ و

ء. ــ ــ כ ا כــ ــ و א إ

٥

١٠

١٥

Page 798: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi798

[1185] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onlara şöyle deriz: İşler, ancak yüce Allah’ın tertip ettiği ve yaratıldıkları şeylere göredir, yoksa sizin duy-lara muhalif hükümlerinize göre değil. Belli bir miktarın belli bir fiili yapı-yor olmasını inkâr etmeyiz. İlacın belli bir miktarının fayda vermesi gibi, çoğalınca, bu fiili yapmaz. Dolayısıyla miktar artırıldığında ya da eksil-tildiğinde ilaç fayda vermez. Biz, zikrettikleriniz sebebiyle, sizinle birlikte bunu kabul eder ve inkâr etmeyiz. Şöyle deriz: Suyun belli bir miktarı, içine düşen belli bir miktardaki sirkeyi, şarabı veya balı dönüştürür. An-cak kendisinde olanın daha fazlasını dönüştüremez. Nitekim biz, havanın suyu havaya dönüştürdüğünü görürüz, ta ki dönüşen hava sudan daha faz-la olunca artık dönüşmez. Bilakis hava suya dönüşür. Zikrettiğiniz husus-ların tamamı böyledir.

[1186] Buradaki dayanak, aklın temel ilkeleri ve duyuların şahitlik et-tiği hususlardır. Varlıklar, tabiat ve sıfatlarının değişmesiyle değişirler. Öyle ki varlıkların tabiat ve sıfatlarından hareketle onların tanımları yapılır ve bunların değişmesiyle söz konusu varlıkların isimleri sözlükte değişir. Ni-tekim suyun sıfatları ve tabiatları vardır, bunlar belli bir cisimde bulun-duklarında, söz konusu varlık su olduğundan dolayı su diye isimlendirilir. Bu özellikler ondan gittiğinde, söz konusu varlık artık su olmadığından dolayı su diye isimlendirilmez. Âlemde bulunan her şey böyledir, herhangi bir varlığı bundan asla istisna etmeyiz. Yine suyun sınırlarının, sıfatlarının ve tabiatının balda veya şarapta olması muhâl olan şeylerdendir. Âlemde bulunan her şey böyledir. Dolayısıyla suyun artırılması onun bir kısmını diğerine dönüştürür. Belli bir varlığın sınırları kendisinde bulunan her-hangi bir varlık, bütününü kapsadığında kendisinde bulunan bu sınırların ismiyle isimlendirilir. Eğer bir kısmını kapsamış ve zâtî sıfatlarından her-hangi birisinden ayrılmışsa, bu durumda o olduğunun dışında ve mizacın-dan farklı bir şeydir. Yayıktaki süte karıştırılan bal, süte atılan bir damla mürekkep ve benzerleri gibi. İşte bu, aklın gerekli kıldığı ve duyuların; tatma, koklama ve dokunma duyularının şahitlik ettiği çerçevede âlemin düzenidir. Her kim buna karşı çıkarsa mâkulden çıkmış olur.

5

10

15

20

25

30

Page 799: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 799

ــא ] ١١٨٥[ ــא ر ــ ــ ــא ر إ ــ : إن ا ــ ــא : ــ ــ ــאل أ

، و ــ ــ א אכــ ا א ــ ــ ــ ــא ــ ، و ــ ــ و ا

ار ــ ــ כא ــכ ا ــ ذ ــ ذا ــ ــא، ــ ــ ــא ار ــ ن כــ ــ أن כ

ــא כــ ــ ــ ، و ــ ــ ــ ــ ــ أو ــ ذا ز ــ ، ــ واء ــ ــ ا

، ــ ــ ــא ارا ــ ــ ــאء ــ ا ــא ارا ــ ل: إن ــ ه כــ ــ و ذכ

ــ ــ ، و ــ ــ ــא ــ ــ ــ أכ ، و ــ ــ أو ا ــ أو ا ــ ا

ــ ــ ــאء ــ ا ــ اء ا ــ ــ ا ــ إذا כ اء ــ ــאء ــ ا اء ــ ا

. ــ ــא ذכ ا כ כــ ــאء، و اء ــ ــאل ا ــ أ

ــ ] ١١٨٦[ اس، ــ ل وا ــ ــ ا ــ أوا ت ــ ــא ــא א ة ــ ــא ا وإ

ــא ود م ــ ــא ــ ــא ا א ــא و א ف ــ א ــ ــא אء إ ــ أن ا

م ــ ــ ت ــ ــ إذا و א ــאت و ــאء א، אؤ ــ ــאت أ ــ ا ــ ــא و

ــ ــא ا כ כــ ــאء. و כــ ــ ــאء و ــ ــ ــ ــ ذا ــ ــאء ــ ــא

ــ א ــאء و ود ا ــ ن כــ ــאل أن ــ ا ، و ــ א أ ــ ــ א ــ و א ا

ــ ه ــ כ ــ א ــ ا ء ــ ا כ כــ ــ و ــ ا ــ أو ــ ا ــ و

ــ ــא ــ א ــ ــא ء ــ ود ــ ــ ت ــ ء و ــ ي ــ ، ــ ــ ــ إ

א ــ ــא ــאرق أ ــא و ف إ ــ ــ ن ــ ــא، א כ א ــ ود إذا ا ــ ــכ ا

ــ ــאزج כא ي ــ ــ ا ي כאن، و ــ ــ ا ء ــ ــ ــ ــ ا ــ ا א ــ

ــ ــ א ــ ا ه ر ــ ــכ و ــ ذ ــא أ ــ و ــ اد ــ ــ ــאرج، و ــ ا ــ ا

ــ ــ د ، و ــ ــ وا وق وا ــ اس وا ــ ــא ا ــא ل، و ــ ــ ا

ل. ــ ــ ا ج ــ ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 800: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi800

[1187] Bu zaviyeden Hanefilere deniz suyundan kaçınmaları lazım ge-lir. Çünkü denizde -onların akıllarına göre- pislik ve ölü atıkları vardır. Aynı şekilde baştan sonra kadar bütün nehirler de öyledir. Evet, yağmur suyu da böyledir. Bizler, tavukların leş, kan ve pislikle beslendiklerini ve koça içki içirildiğini görürüz. Şüphesiz bütün bunların sıfatlarını ve ta-biatları tavuğun ve koçun etine dönüşür. Bize ve onlara göre bu helâldir. Şayet onların dönüşümü tavuğun tabiatını güçlendirecek kadar bunlarla beslenmesi çok olursa, onların neticeleri görülür ve pisliğin ve leşin sıfatları onda tezahür eder. Dolayısıyla onun yenilmesi haram olur. İşte bu, onların bizatihi reddettikleri şeydir. Onlar, bizimle birlikte, bitkilerin pisliklerle beslendiklerini, bunların orada meyveye dönüştüklerini ve kaybolup git-tiklerini kabul ederler. İşte bu, onların bizatihi reddettikleri şeydir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

Tafra779 (Sıçrama) Konusu

[1188] Ebû Muhammed şöyle dedi: Kelâmcılardan bir topluluk, İb-rahim en- Nazzâm’a, “Bir mekândan diğerine yürüyerek geçen bir kimse, bu iki mekân arasında yürüyen bu kişinin katedemeyeceği, her birine uğ-ruyamayacağı, bulunamayacağı ve giremeyeceği mekânlar vardır.” şeklinde söz söylediğini nispet etmiştir.

[1189] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, muhalin ve saçmalığın ta kendisidir.

[1190] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ancak onun “Hareket hariç, âlemde sadece cisim vardır.” şeklindeki görüşüne göre şayet bu olsa idi, -her ne kadar bu hükmünde o hata etmiş olsa da- zikrettiğimiz bu sözü gerçek anlamda ona karşıaçık bir delildir. Çünkü zikrettiğimiz bu söz, sa-dece görme duyusunda mevcuttur. Aynı şekilde sen gözünü kapatıp açtığın zaman, bakışların -zaman kaydı olmaksızın- gökyüzü ve uzak feleklerdeki yıldızlarla karşı karşıya gelir. Nitekim bakışların, renklerden ona bitişik olup en yakında olanına düşmesi de böyledir. İki idrak arasında zaman açısından asla bir üstünlük yoktur.

5

10

15

20

25

30

Page 801: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 801

ــ ] ١١٨٧[ ــ ــ ن ، ــ ــאء ا ــאب ا ا ــ ــ ــ م ا ــ و

، ــ ــא ــ آ ــא ــאر أو ــ ا ــאه ــכ . وכ ــ ــאت ل ور ــ رة و ــ

ــ ــ כ رة، وا ــ م وا ــ ــ وا א ى ــ ــאج ــ ا ــא ــ أ ــאء ا و

ــאج، ــ ا ــ ــ إ ــכ و ــאت כ ذ ــ אل ــ ــ ا ــ ــכ כ ا إن ذ ــ

ــ א ــ إ ــא ــ ــ ــ ــא ــ ــ כ ، و ــ ــא و ــ ــ כ وا

وه כــ ي أ ــ ــ ا ا ــ ــ و م أכ ــ ــ رة، وا ــ ــ ا ــא ــא و ا ــ ــ

ة، ــ ــא ــ رة، و ــ א ى ــ ل ــ ــאر وا ــ أن ا ــא ون ــ ــ ــ و

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ وه כــ ي أ ــ ــ ا ا ــ ، و ــ ــ ــא أ

ة م ا כ ا

ــאل: ] ١١٨٨[ ــ ــאم أ ــ ا ا ــ إ ــ إ כ ــ ا م ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــא ــ אכــ ــא أ ــאכאن ــ أ ــכאن إ ــ ــ ــ ــ ا ــ ــאر إن ا

ــא. ــ ــא و אذا ــא، و ــ ــאر و ا ا ــ

]١١٨٩ [. אل وا ا ا : و אل أ

ــ إ ] ١١٩٠[ א ــ ا ــ ــ ــ أ ــ ــ ا ــ : إ إن כאن ــ ــ ــאل أ

ي ــ ــ ا כ ــ ه ا ــ ــ ــ ــ أ ــ وإن כאن . ــ כــ ــא ا א ــ

ــ ــ إ د أ ــ ــ ــא ي ذכ ــ ا ا ــ ن ــא، ــא و ــ ــאرج ــא ذכ

אء ــ ة ا ــ ك ــ ــ ــ ــ ك ــ ــ ــכ إذا أ . وכ ــ ــ ــ ا א

ــ ــ ــא ب ــ ــ أ ــ ــא ــאن، כ ــ ز ة ــ ك ا ــ ــ ا ــ اכــ ا כ وا

. ــ ة أ ــ ــ ا ــ دراכ ــ ا ــ א ان، ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 802: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi802

[1191] Böylece zorunlu olarak ortaya çıkmıştır ki görme çizgisi, şayet bakan ile yıldızlar arasındaki mesafeyi aşıp oraya uğrasa idi, zorunlu ola-rak bakışın oraya ulaşması bu mesafeyi geçme müddetinden daha uzun bir müddet olurdu. Öyle ki bu mesafe ile orada onu gören kimse arasın-da ancak küçük bir mesafe vardır. Böylece görme (basar) bakan kişiden çıktığında ister yakın ister uzak olsun görülen her bir şeye ulaşır ve ikisi arasındaki mesafeye uğramadığı, orda yer edinmediği ve ve bu mesafeyi kattetmediği sahîhi olmuş olur. Diğer cisimlere gelince, bu imkânsızdır. Sen, uzak mesafeden, çamaşır yıkayıcısının elbiseyi taşa vurup tokmakla-masını görmez misin? Önce onu görürsün, sonra sesin yankısı gelir. İşte o zaman bu vuruşun sesini duyarsın. Böylece sesin mekânları katettiği ve bu mekânlara intikal ettiği kesin olarak doğru olur. Halbuki görme söz konu-su mekânları katetmez ve oraya intikal etmez. Bir şeyle alakalı delil doğru olunca, ancak aklı olmayan, hayası bulunmaya, bilgisi ve dini olmayan bir kimse buna itiraz edebilir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

İnsan Konusu

[1192] Ebû Muhammed şöyle dedi: İnsanlar, bu ismin neye karşı-lık geldiği hususunda farklı görüşler ileri sürdüler. Bir topluluk, insan is-minin nefis/ruhtan ziyade sadece bedene karşılık geldiğini kabul etti. Bu, Ebu’l-Hüzeyl el- Allâf ’ın görüşüdür. Diğer bir topluluk, insan isminin, bedenden ziyade sadece nefse karşılık geldiğini kabul etti. Bu da İbrahin en- Nazzâm’ın görüşüdür. Başka bir topluluk ise, bu ismin, beden ve nefis birlikteliğine karşılık geldiği görüşünü benimsedi. Nitekim siyah ve beyaza birlikte karşılık gelen “alaca” böyledir.

[1193] Ebû Muhammed şöyle dedi: Zikrettiğimiz bu topluluk, yüce Allah’ın aşağıdaki âyetlerini ve bunların dışındaki bazı âyetleri delil olarak ileri sürdü: “Allah, insanı pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı.”

780 “Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın. Fışkırıp çıkan bir sudan yaratıldı. Bu su, bel ile kaburga kemikleri arasından çıkar.”

781 “Bu su, bel ile kaburga ke-mikleri arasından çıkar. O dökülen meniden ibaret az bir su değil miydi?”

782

5

10

15

20

25

30

Page 803: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 803

ــ ] ١١٩١[ ــ و א ــ ا ــ ــא ا ــ ا ــ ــ ــ ا ورة إن ــ ــ

ــ وره ــ ة ــ ــ ل، ــ ة أ ــ ــ ــא ــ إ ورة ــ ــכאن ــא ــ اכــ و כ ا

ــ ــא أن ا ــ . ــ ا وأ ــ ــא إ اه ــ ــ ــ ــ و ــ ــ ــא ا ا

ــ ء ــ ــ ــ ــ دون أن ب أو ــ ــ ــ כ ــ ــ و א ــ ا ج ــ

ــאم ــא ا ــ ــא ــא، وأ ــא، و אذ ــא، و ــא، و ــ ــא ا ا

ــ ــ ا ب ــ א ــאر ب ا ــ ــ ا م وإ ــ ــ ا ــ إ ــכ ى أ ــ ــאل أ ا ــ

ب ــ ــכ ا م وذ ــ ــכ ا ت ذ ــ ــ ــ ، و ــ ــ ــ اه ــ ، ــ ــ

ــ ــא و ــ ــא، وأن ا ــ אכــ و ــ ا ت ــ ــא أن ا ــ

ــאء، ــ ، أو ــ ــ ــא إ ض ــ ــ ــא ء ــ ــאن ــ ا ذا ــ ــא،

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ ــ د ــ أو ــ أو

אن م ا כ ا

ــ ] ١١٩٢[ ؟ ــ ــא ــ ــ ا ا ــ ــ ــאس ــ ا : ا ــ ــ ــאل أ

ف. ــ ــ ا ــ ا ل أ ــ ــ ، و ــ ــ دون ا ــ ا ــ ــא ــ إ ــ أ ــ إ א

ــאم. ــ ا ا ل إ ــ ــ ، و ــ ــ دون ا ــ ا ــ ــא ــ إ ــ أ ــ إ א ــ وذ

اد ــ ــ ا ــ إ ي ــ ــאق ا ــא، כא ــא ــ ــא ــ إ ــ أ ــ إ א ــ وذ

ــא. ــאض وا

]١١٩٣ [ : ــ ــ و ل ا ــ ــא ــ ذכ ــ ا א ــ ا : وا ــ ــ ــאل أ

ــ ــאن ا ــ ﴿ : ــ א ل ا ــ ــאر﴾ و ــאل כא ــ ــאن ا ــ ﴿

: ــ א ــ و ﴾ ــ ا وا ــ ا ــ ــ ج ــ ۞ دا ــאء ــ ــ ۞ ــ ــ כאن ۞ ــ

ــ ــ ــכ ى۞أ ــ ك ــ ــאن أن ا ــ ﴿أ

ى﴾ ــ ــ

٥

١٠

٢٠

١٥

Page 804: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi804

[1194] Bu ve bunun dışındaki âyetlerle onun nefse değil, şüphesiz ce-sede ait bir sıfat olduğunu iddia ettiler. Çünkü ruh, insanın yani cesedin yaratılması tamamlandıktan sonra üflenmiştir. Diğer bir topluluk, yüce Allah’ın “Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır. Kendisi-ne kötülük dokunduğu zaman sızlanır. Ona bir hayır dokunduğunda da eli sıkıdır.”

783meâlindeki sözünü delil getirdi. Bu ise, tartışmasız bir şekilde, cesedin değil, nefsin sıfatıdır. Çünkü ceset, cansızdır; fâil olan ise nefistir. Nefis, diri ve mümeyyiz, bu huyları ve diğerlerini taşıyandır.

[1195] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu iki delil getirme işleminin her biri doğrudur. Bunlardan biri, kabul edilmeye diğerinden daha lâyık değil-dir. Bunlardan biri ile diğerine karşı çıkılması doğru olmaz. Çünkü bunlar-dan her biri, yüce Allah’ın katındandır. Allah’ın katından olan bir şey ise, farklı ve ihtilaflı değildir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “(Hâlâ Kur’ân’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı?) Eğer o, Allah’tan başkası tara-fından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.”

784

[1196] Bu âyetlerin tamamı hakikattir. Böylece insan isminin, beden olmaksızın nefse karşı gelen; yine nefis olmaksızın bedene karşılık gelen ve ayrıca her ikisine birlikte karşılık gelen bir “isim” olduğu hususu sabit olmuştur. Nitekim biz, canlı olan birisi hakkında “Bu bir insandır.” deriz. Dolayısıyla buradaki insan ismi, beden ve ruhu kapsamaktadır. Yine ölü hakkında, o nefsi olmayan bir ceset olduğu hâlde “Bu bir insandır.” deriz. Yine şöyle deriz: “İnsan, -bedenini değil nefsini kastederek- kıyamet gü-nünden önce, azap görecek ya da nimetlendirilecektir.” “İnsan ismi, ruh ve bedene birlikte karşılık gelir.” şeklinde söz söyleyen bir kimseye gelince, bu yanlıştır. Zikrettiğimiz âyetler bu sözü geçersiz kılar. Öyle ki söz konusu âyetlerde, insan isminin nefis olmaksızın bedene; beden olmaksızın nefse karşılık geldiği görülmektedir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

Cevher ve Arazlar Konusu: Cisim Nedir? Nefis Nedir?

[1197] Ebû Muhammed şöyle dedi: İnsanlar, bu konuda fark-lı görüşler ileri sürdüler. Hişam b. el-Hakem, âlemde sadece cismin ol-duğunu; renklerin ve hareketlerin de cisim olduğunu kabul etmiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 805: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 805

ــ ] ١١٩٤[ ــ ــ ــ ــכ ــ ه ــ ه، و ــ ــ ــ ــאت أ و

ــ א ــ ا . وا ــ ــ ا ي ــ ــאن ا ــ ا ــאم ــ ــ ــא وح إ ــ ن ا

ــא۞وإذا و ــ ا ــ ــא۞إذا ــ ــאن : ﴿إن ا ــ ــ و ــ ى ــ ا

، ــ ن ا ــ ــ ا ــ ــ ا ف ــ ــ ا ــ ــא﴾ و ــ ا ــ ــא. ق و ــ ه ا ــ ــ א ، ــ ة ا ــ ــ ا ــ و ــ ا ــ א ات وا ــ

ــ ] ١١٩٥[ ــא أو ــ أ ــ و ــ א ــ ا : وכ ــ ــ ــאل أ

ــ ا ــ ــא ن כ ، ــ א ــא ــאرض أ ز أن ــ ، و ــ ــ ا ل ــ א

ــ ــ כאن ــ : ﴿و ــ א ــאل ، ــ ــ ــ ا ــ ــא כאن ، و ــ ــ و

ا﴾ ــ ــא כ ا ــ وا ــ ا ــ

ــ ] ١١٩٦[ ــ ا ــ ــ ــאن ا ــ أن ــ ــ ــאت ه ا ــ ذ כ ــ

ــא כ ــ ــא أ ــ و ، ــ ا دون ــ ا ــ ــא أ ــ و ، ــ ا دون

ل ــ ــ وروح، و ــ ــ ــ ــאن، و ا إ ــ : ــ ــ ا ل ــ ، ــ

م ــ ــ ب ــ ــאن، ل: إن ا ــ ، و ــ ــ ــ ــ ــאن و ا إ ــ : ــ

ــ ــ ا ــ إ ــ ــאل: إ ــ ــא ، وأ ــ ــ دون ا ــ ا ــ ، و ــ א ا

ــאن ــ ا ع ا ــ ــא و ــ ص ا ــ ــ ا ــא ي ذכ ــ ــ ا ــ ــא ــ وا

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ ــ دون ا ــ ا ، و ــ ــ دون ا ــ ا

א ا א ا و اض و ا وا م ا כ ا

ــ ] ١١٩٧[ ــאم ــ ــאب، ا ا ــ ــ ــאس ــ ا : ا ــ ــ ــאل أ

ــאم، أ כאت ــ وا ان ــ ا وأن ، ــ إ ــ א ا ــ ــ ــ أ ــ إ : כــ ا

٥

١٠

١٥

Page 806: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi806

O, cismin uzun, geniş ve derin olduğunu gördüğümüz zaman onda renği de görürüz ve bundan dolayı regin de uzunluk, genişlik ve derinliğinin olduğuna delil getirmiştir. Bu durum renk için de geçerli olduğuna göre rengin de uzunluk, genişlik ve derinliği vardır. Uzunluğu, genişliği ve de-rinliği olan her şey de cisimdir. Şu hâlde renk de bir cisimdir.

[1198] İbrahim b. Seyyâr en- Nazzâm, hareket hariç, tam olarak benzer bir görüşü benimsemiş ve hareketin arazlara ait bir özellik olduğunu söy-lemiştir. Dırar b. Amr ise, cisimlerin arazların birleşmesiyle (mürekkep) meydana geldiği görüşünü benimsemiştir. Diğer insanlar ise, uzun, geniş, derin ve bir mekân işgal eden her şeyin cisim olduğu görüşünü kabul et-miştir. Bunun dışındaki renk, hareket, tat, güzellik ve sevgi gibi herşey ise arazdır. Bazı mülhidler, arazların olmadığı görüşünü benimsedi. Ehl-i Kıbleden bazı kimseler de bu konuda onlara uydular.

[1199] Ebû Muhammed şöyle dedi: Cisme gelince, onun varlığı ko-nusunda ittifak edilmiştir. Arazlara gelince, yüce Allah’ın yardımıyla on-ların ispatı açık ve nettir. O da şudur: Biz, âlemde kendi başına yer tutan ve başkasını taşıyan ya da kendi başına değil de başkasına bağlı olarak yer tutan ve başkası tarafından taşınan varlıklar görürüz. Kendi başına var ola-nın bir mekânı işgal ettiğini ve kendi başına var olmayıp kendisi dışındaki bir varlıkta taşınanın ise bir mekânı işgal etmediğini bilakis çoğu kendi ba-şına kaim olanın mekânında var olduğunu biliriz. Âlemdeki herhangi bir varlığın bu tasnifin dışında olması ve zikrettiğimiz tasnife ilave bir kısmın varlığı mümkün değildir.

[1200] Durun bu şekilde olduğuna göre, zorunlu olarak biliriz ki ken-di başına yer tutan ve kendi mekânını işgal eden, başkasına bağlı olarak yer tutanın ve bir mekân işgal edemeyenin dışında ayrı bir türdür. Bu iki cinsten her birinin kendi aramızda anlaşabilmemiz için kendilerini tanım-layabilecek isimlerinin olması gerekir. Böylece kendi başına yer tutan ve bir mekânı işgal eden varlığı “ cisim” diye isimlendirmek üzere ittifak ettik. Yine kendi başına yer tutamayan şeyleri “ araz” diye isimlendirmek üzere anlaştık. Bu, duyularla müşâhede edilen burhânî bir beyandır.

5

10

15

20

25

30

Page 807: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 807

ت ــ ــ و ــ و ــ ــא ــא ــ ــ إذا כאن ن ا ــ ــא ــ أ وا

ن ــ ــכ ــ ذ ذا و ــ ــא، ن أ ــ ــ ض، وا ــ ل، وا ــ ــ ا ، ــ ن ــ ا

. ــ ن ــ א ، ــ ــ ــ ــ ، وכ ــ ــ ــ ــא ن أ ــ א

כאت ] ١١٩٨[ اء إ ا ــ اء ــ ا ــ ــאم: إ אر ا ــ ــ ــ ا ــ إ وذ

ــ כ ــאم ــ أن ا و: إ ــ ــ ار ــ ــ اض. وذ ــ ــ أ א ــ ــאل: ــ

ــא ــ ــא כאن ــ כ ــאم ــ أن ا ــאس إ ــא ا ــ اض. وذ ــ ــ ا

ــ ــ أو اق أو ــ כــ أو ن أو ــ ــ اه ــ ــא ــכאن، وأن כ ــא ــא

ــ ــכ ــ ذ ــ اض، ووا ــ ــ ا ــ ــ إ ــ ا ــ ض. وذ ــ

. ــ ــ ا أ

اض ] ١١٩٩[ ــ ــא ا ده، وأ ــ ــ و ــ ــ ــא ا : أ ــ ــ ــאل أ

ــ ــא א ــ إ א ــ ا ــ ــ ــא ــ أ ، و ــ א ن ا ــ ــ ــ وا ــא א

ــ ــ א ــא ا ه، وو ــ ــ ــ ، ــ ه ــ ــא א ه، أو ــ ــ א

ــ ه ــ ــ ل ــ ــ כ ــ م ــ ي ــ ــא ا ه، وو ــ ــכאن ــא

כــ ــ ه ــ ــ ــ א ــא ا א ــכאن ــ ــא ــ כ ن ا כــ ــ ــא כא

ــא، ــא ذכ ــ ــ ــ زا د ــ ــא، و و ــ א ــ ا ء ــ د ــ و

ــ ] ١٢٠٠[ כא ــא ، ا ــ ــ א ــא أن ا ورة ــ א ــכ ــכ כ ذ ذ ــ

ــ ــכ وا ن כــ ــ أن ــא כא ــ ي ــ ه ا ــ ــ א ــ ا ــ ع آ ــ ــ

ــ א א ا ــ ــ أن ــא א ــא ــ א ــ ا ــ ــ ــ ــ ا ــ ا ــ

ــא، ــ م ــ ــא א ــ ــ أن ــא א א، وا ــ ــ כא ــא ، ا ــ

. ــא ــ א ــאن ا ــ و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 808: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi808

[1201] Biz, renklerin cisimleri takip ettiğini görürüz. Cisim kendi ba-şına kaim iken renklerin beyaz iken yeşil sonra kırmızı sonra da sarıya dö-nüştüğünü görmekteyiz. Tıpkı meyve ve meyvenin rengindeki değişimde gördüğümüz gibi. Biz zorunlu olarak beyaz, yeşil ve diğer renklerden yok olanların, son bulmayıp varlığı devam edenin dışında olduğunu biliriz. O ikisi, tamamen, onları taşıyan varlıktan farklıdırlar. Çünkü bunlardan herhangi birisi diğeri olmuş olsa idi, onun yokluğuyla o da yok olurdu. Diğerinden sonra onun devam etmesi, kesin olarak onun diğerinden farklı olduğunu gösterir. Çünkü bir varlığın aynı pozisyonda, aynı zamanda ve aynı mekânda hem ma‘dûm hem de mevcut olması imkânsız ve muhâldir.

[1202] Bunlara ilaveten, yemek, içmek, uyumak, cinsî birleşmek, yü-rümek, vurmak ve bunların dışındakiler fiiller de arazdır. Her kim arazları inkâr ederse, fâilleri ispat edip fiilleri geçersiz kılmış olur. Bu ise, hiçbir gizliliğe mahâl bırakmayacak şekilde muhâldir. Fâilleri ispat edip fiilleri reddeden kimse ile fiilleri ispat edip fâilleri reddeden kimse arasında hiçbir fark yoktur. Her iki grup da, duyularla müşâhede edilen ve akılla idrak edilen şeyleri iptalcidir ve onlar gerçek anlamda sofistlerdir. Çünkü araz-ların bir kısmı gözle idrak edilir ki bunlar renklerdir. Zira rengi olmayan bir şey gözle idrak edilemez. Bazen arazlar, kötü koku ve güzel koku gibi, koklamakla idrak edilir. Arazlardan bazıları -tatlı, acı, ekşi ve tuzlu gibi- tatmakla idrak edilir. Yine sıcak ve soğuk gibi bazı arazlar duyularla idrak edilir. Yine sesin güzelliği ve çirkin oluşu, sesli ve kaba oluşu gibi arazlar-dan bazıları duymakla idrak edilir. Bazıları hareket, ahmaklık, akıl, adalet ve zulüm, ilim ve cehalet gibi akılla bilinir. Böylece arazların yokluğunu iddia edenlerin sözlerinin yanlışlığı kesin olarak ortaya çıkmış oldu. Âlem-lerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[1203] Dile getirdiğimiz hususların tamamı doğru olduğuna göre, bu durumda isimler konuşan kişilerin bu ibarelerle, belli manalara vakıf olmaları bakımından muradlarını anlatmayı ve birbirinden ayırt etmeyi başarabilme-leri için vaz‘edilen ibarelerdir (ifadeler) ve isimlendirilen varlıklara ait ayırt etme (temyiz) işaretleridir. İsimlerin bunun dışında hiçbir faydası yoktur.

5

10

15

20

25

30

Page 809: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 809

اه ] ١٢٠١[ ــ ــא ــ ــ א ــ ان، وا ــ ــ ا ــ א ــ ــא ا وو

ــאغ، ــאر وا ــ ا ه ــא ي ــ ، כא ــ ــ أ ، ــ ــ أ ، ــ ــאر أ ــ أ

ــ ــ ان ــ ــא ا ة و ــ ــאض وا ــ ا ــ م و ــ ي ــ ــ أن ا ورة ــ א

ــ כאن ــ ــא، ــ א ء ا ــ ــ ا ــא ــא ، وأ ــ ــ دا ــ ــ ي ــ ا

، إذ ــ ه و ــ ــ ــ أ ه ــ ــאؤه ل ــ . ــ م ــ ــ ــ ا ــכ ــ ذ ء ــ

ــכאن ــ ة، ــ ــ وا א ــ دا ــ ــא و ء ــ ن ا כــ ــ أن ــאل ا ــ ا

. ــ ــאن وا ــ ز ، ــ وا

אع ] ١٢٠٢[ م وا ب، وا ــ כ وا ــאل ا ــ ا اض ــ ن ا ــ ــא وأ

ــ ــ وأ א ــ ا ــ أ اض ــ ــ ا כ ــ أ ــכ، ــ ذ ب و ــ ــ وا وا

ــאل، ــ ا ــ و א ــ ا ــ أ ــ ق ــ ، و ــ ــאء ــאل ا ــ ــאل، و ا

اس، א ــא א ــ ــ א . وכ ا ــ א ــ ا ــאل و ــ ا ــ أ ــ و

ن ــ ــ ا ــ و א رك ــ ــא اض ــ ــ ا ن ــא، ن א ــ ، ــ א رك ــ و

رك ــ ــא ــא: ــ و ــ وا ــ כא א رك ــ ــ ، و ــ א رك ــ ــ ن ــ ــא إذ

ــ ــ כא א رك ــ ــא ــא ، و ــ ــ وا ارة، وا ــ وة وا ــ وق כא ــ א

ــא ، و ــ ــ و אر ، و ــ ت و ــ ــ ا ــ כ א رك ــ ــא ــא د، و ــ وا

، ــ ــ وا ر، وا ــ ل وا ــ ، وا ــ ــ وا ، وا כــ ــ כא א رك ــ ــא

. ــ א ــ رب ا ــא، وا اض ــ ــ ا ل ــ ــאد ــ

ــ ] ١٢٠٣[ و ــאرات אء ــ ا ــא ــא ذכ ــא כ ــ ــ ذ ــ

ف ــ ا ــ ــ ادا ــ א ــ إ ن ــ א ا ــא ــ אت ــ

ه، ــ ــ ة ــ א אء ــ ــ ، ــ ــ ــא ــ و ، ــ א ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 810: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi810

Böylece kendi başına yer tutan, kendisine ait bir mekânı işgal eden ve baş-ka varlıklara mahâl teşkil eden varlıklara onları ifade eden isimler verilmesi zorunlu olarak gereklidir. Yine kendi varlığı sebebiyle değil, başkasına bağlı olarak yer tutan, bir mekân işgal etmeyen ve başkası tarafından taşınan varlıklara, -bu iki isim vesilesi ile isimlendirilen bu iki varlıktan her biri diğerinden ayırt edilsin diye- onları ifade eden başka bir isim verilmesi de zorunlu olarak gereklidir. Şayet bu olmasa idi, karışıklık vuku bulurdu.

[1204] Kendi başına yer tutan ve bir mekânı işgal eden varlığı “ cisim” diye isimlendirmek üzere anlaştık. Yine kendisinden dolayı değil de başka-sı sebebiyle yer tutan varlığı “ araz” diye isimlendirmek üzere ittifak ettik. Çünkü o, cisimdeki bir arazdır ve onda meydana gelen şeydir. İşte bu, duyuların müşâhede ettiği, akılla bilinen bir hakikattir. Bunun dışındaki bir şey, hezeyandır ve söyleyen kişinin akledemeyeceği bir deliliktir. Gayrisi nasıl olur? Yukardan beri anlatılanlar sebebiyle, arazların varlığı ve bunları inkâr eden kimsenin sözünün geçersizliği ortaya çıkmıştır. Yine ifade etti-ğimiz hususlar sebebiyle rengin, hareketin ve kendi başına yer tutamayan her şeyin tanımı, kendi başına yer tutanın tanımından farklı olduğu anla-şılmaktadır. Durum bu şekilde olunca, cisim ancak kendi başına yer tutan varlıktır ve bunun dışındakiler ise arazdır. Böylece bu görüşü kabul eden kimsenin sözünün doğruluğu, Hişam ve Nazzâm’ın görüşlerinin de geçer-siz olduğu ortaya çıkmış oldu. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

[1205] Hişam’ın, renkte olduğunu düşündüğü uzunluk, genişlik ve de-rinliğin varlığını gerekçe göstererek delil getirmesine gelince, şüphesiz bu sadece renkli olan cismin uzunluğu, genişliği ve derinliğidir. Yoksa renge ait ne bir uzunluk ve bir genişlik ne de bir derinlik vardır. Tat, dokunma ve koku da böyledir.

[1206] Bunun delili şudur: Şayet cisme ait bir uzunluk, genişlik ve de-rinlik olsa verengi taşıyan boyalı varlığın uzunluğunun dışında renge ait bir uzunluk; onu taşıyanın arazının dışında başka bir araz; taşıyan varlığın ren-ginin derinliği dışında başka bir derinlik olurdu. En muhal olan şeylerden biri de iki şeyden her birinin bir zira’ uzunluğu, bir zira’ genişliği ve bir zira’ derinliği olursa ve bunların hepsi birinde bulunursa o zaman bir zira’ bir zi-ra’ın içine geçmiş olur. Aynı durum tat, dokunma ve koku için de gereklidir.

5

10

15

20

25

30

Page 811: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 811

אء ــ ه أ ــ ــ א ، ا ــ כא ــא ، ا ــ ــ א ــ ا ــ ورة أن ــ ــ

ي ــ ل ا ــ ــ ا ه ــ ــ א ــ ا ــא ــ أ ، وأن ــ ــאرة ن כــ

ــ ــ כ وا ــ ا ــ ــ ــאرة ــא ن أ כــ ــ א آ ــ ــא ا כא ــ

ــאن، م ا ــ ــ و ــ ا ا و ــ כــ ــ ، وإن ــ ــ ا ــ ــכ ا ــ ذ

א. ] ١٢٠٤[ ــ ــכאن ــא ، ا ــ ــ א א ا ــ ــ أن ــא وا

، ــ ــ ا ض ــ ــ ــא، ــ ه ــ ــ א א ا ــ ــ أن ــא وا

ا ــ ا ــ ــא ، و ــ א وف ــ ، ا ــ א ــא ــ ا ــ ا ا ــ . ــ ث ــ و

اض ــ د ا ــ ــ و ا כ ــ ــ ه؟ ــ ــ כ ، ــ א ــ ، ــ ــאن و

ــא ، وכ כــ ن وا ــ ــ ا ــא أن ــא ذכ ــא ــ أ ــא، و כ ــ أ ل ــ ن ــ و

ــ ــ א ــ إ ا ــ ــכ ــכ כ ذ ذ ــ ، ــ ــ א ــ ا ــ ــ ــ م ــ

ــאم ل ــ ــ ــכ، و ــאل ــ ل ــ ــ ا ــ ح ــ ض، ــ اه ــ ــא وכ

. ــ ــ ا א ــא ــאم. و وا

ــא ] ١٢٠٥[ ي ــ ــ ا ض وا ــ ل وا ــ د ا ــ ــאم ــאج ــא ا وأ

ل ــ ن ــ ــ ، و ــ ــ ــ و ن و ــ ــ ا ل ــ ــ ــא ن، ــ ــ ا

. ــ ا ، وا ــ ــ وا ــכ ا ، وכ ــ ض و ــ و

ن ] ١٢٠٦[ ــ ، وכאن ــ ض ــ ل و ــ ــ ــ כאن : ــ ــכ أ ــאن ذ و

ــ ، و ــ ــ א ض ا ــ ــ ــ ض آ ــ ، و ــ ــ א ن ا ــ ل ا ــ ــ ل ــ

، ــ ــכאن آ ــ ــא إ ــ ــאج כ وا ، ــ ــ א ن ا ــ ــ ا ــ ــ آ

כ ل ــ אن ــ ن כــ أن ــ ا ــאل ا ــ أ ــ إذ ، ــ ا ــכאن ــ

ــ ــ ــ وا ــא אن ــ ــ ــ ذراع ــ ذراع و ــא ذراع، و ــ وا

، ــ ــ وا ا ــ وا ــ ا ا ــ ــ ــ ، و ــ ــ ذراع ــ إ ذراع

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 812: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi812

Çünkü bu sıfatların tamamı, -renkte olduğu gibi- cismin içinde bulundu-ğu yönlerin hepsinde bulunur. Bunların arasında bir fark yoktur. Bazen tat, tadı olmayan bir şey oluncaya kadar tadı gidebilir. Koku, kokusuz bir var-lık oluncaya kadar koku kaybolabilir. Fakat onun alanı kendisinden dolayı bâkidir. Böylece sahanın/alanın renkli olan varlığa ait olduğu hususu kesin olarak doğru olmuştur. Öyle ki bu alana ait olarak koku, tat ve dokunma olabilir. Dolayısıyla ne rengin ne tadın ne kokunun ne de dokunmanın bir mekânı yoktur. Biz, uzun, geniş ve derinliği olan ancak rengi bulunmayan bir cisim görebiliriz, işte o ister sakin isterse hareketli olsun havadır. Şayet havanın bir rengi olsa idi, onun alanına herhangi bir şey ilave etmeyeceğini zorunlu olarak biliriz.

[1207] Ebû Muhammed şöyle dedi: Onun arkadaşının câhilliği “Hava bir cisim değildir.” demeye varırsa, bu durumda şişkin tulumun içinde olanın ne olduğunu ve hızlı bir atın yüzüne ve cismine dokunup geçen şeyin ne olduğunu ona sorarız? Onun güçlü, parçalayabilen ve hisse-dilen bir cisim olduğunda şüphe yoktur.

[1208] Diğer delil şudur: Herkes uzunluğu, genişliği ve derinliği bilir. Şayet o ikisinin her biri için uzunluk, derinlik ve genişlik olmuş olsa idi, bu durumda o ikisinden her biri başka bir uzunluğa, başka bir derinliğe ve başka bir genişliğe ihtiyaç hissederdi. Bu da sonsuza kadar devam edip giderdi (teselsül). Bu ise bâtıldır. Böylece İbrahim ve Hişam’ın görüşleri geçersiz olmuştur. Başarı Allah’ın yardımıyladır.

[1209] Dırar’ın“cisimler arazların birleşmesiyle (mürekkep) meydana gelmiştir” şeklindeki görüşüne gelince, bu gerçekten yanlış bir görüştür. Çünkü arazların daha önce ifade ettiğimiz gibi kendilerine ait uzunluk-ları, genişlikleri, derinlikleri ve de kendi başlarına yer tutmadıkları husu-su bir gerçektir. Oysa cisimler uzunluğa, genişliğe ve derinliğe sahip olup kendi başlarına yer tutarlar. Dolayısıyla kendisine ait uzunluğu, derinliği ve genişliği olmayan bir şeyin kendisi gibi birşeyle birleşerek uzunluğu, genişliği ve derinliği olan bir şeyi meydana getirmesi imkânsızdır. Bu ko-nuda, cisimlerin satıhlardan (yüzey), satıhların çizgilerden ve çizgilerin de noktalardan meydana geldiğini (mürekkep olduğunu) düşünen bir kimse yanılmıştır.

5

10

15

20

25

30

Page 813: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 813

ــא ، כ ــ ــ ي ــ ــ ا ــאت ا ــ ــ ــ כ ــ ــאت ه ا ــ ن כ

ــ ، و ــ ــ ء ــ ن ا כــ ــ ــ ــ ا ــ ق. و ــ ن و ــ ــ ا

ــא أن ــ א، ــ ــ א ــא ، و ــ ــ ء را ــ ــ ا ــ ــ ا ا

ــכאن ــ ن و ــ ، ــ ــ وا ــ وا ا ــ ا ي ــ ن وا ــ ــא ا

ــ ــ و ن ــ ــא ــא ــ א ــ ــ ــ . و ــ ــ و ا و

ــ ــכ د ذ ــ ــ ن ــ ــ ــ כאن ــ ري أ ــ ورة ــ א ، و כــ ــאכ و اء أ ــ ا

א. ــ ــא

اء ] ١٢٠٧[ ــ ــ ا ل ــ ــ أن ــ إ א ــ ــ ا ن ــ : ــ ــ ــאل أ

ــא ي ــ ي ــ ــ ا ــא ؟ و ــ ــא خ ــ ق ا ــ ــ ا ــ دا ــא אه ــ א ــ

س. ــ ــ כ ي ــ ــ ــ ــ أ ــכ ــ ؟ ــ ــ و ادا ــ

ــ ] ١٢٠٨[ ــ ض وا ــ ل وا ــ ري أن ا ــ ــ ــ أن כ أ : و ــ ــאن آ و

ــ ــא إ ــא أ ــ ــאج כ وا ــ ض و ــ ل و ــ ــא ــ ــכ وا כאن

ا ــ ، و ــ ــ א ــא ــ إ ــ ا כــ ــ و ــ آ ــ و ض آ ــ ــ و ل آ ــ

. ــ ــ ا א ــא ــאم، و ــ و ا ل إ ــ ــ ــ א

ا ] ١٢٠٩[ ــ ــ א ل ــ اض، ــ ــ ا ــ כ ــאم ار: إن ا ــ ل ــ ــא وأ

م ــ ــ و ض و ــ ــא و ل ــ ــא ــא أ ــא ذכ ــ כ ــ اض ــ ن ا

ــ א، و ــ ــ א ــאق و وض وأ ــ ال و ــ ــאم ذات أ ــ أن ا א، و ــ

ــ ــא ــא م ــ ــ ــ ــ ض و ــ ــ و ل ــ ــא ــ ــאل أن ا

ح ــ ــ ا ــ כ ــאم ــ أن ا ــ ــא ــ ــא ، وإ ــ ض و ــ ل و ــ

. ــ ــ ا ــ כ ط ــ ط، وا ــ ــ ا ــ כ ح ــ وأن ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 814: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi814

[1210] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu her hâlükarda yanlıştır. Mut-

lak anlamda yüzey (satıh), cismin sona ermesidir, cismin (sahip olduğu)

yönlerdeki devamının son bulması ve uzamamasıdır. Mutlak anlamda çiz-

gilere gelince, şüphesiz o yüzeyin cihetine ulaşır ve onun devamında kesilir.

Noktaya gelince, o da cismin sonlarından biri olması bakımından -bıçağın

en uç noktası ve benzerleri gibi- cismin yönlerine ulaşır. Bu boyutların

hepsinin devamı yoktur. Dolayısıyla yokluğun birleşmesi ve bundan mev-

cudun meydana gelemsi imkânsızdır. Ancak cisim hâlindeki yüzey, çiz-

gi ve nokta, cismin kısımları ve cüzleridir. Cüzler, ancak bundan sonra

-inşallah- açıklayacağımız hususlara göre kısımlara ayrıldıktan sonra cüzler

olabilirler.

****

[1211] Ebû Muhammed şöyle dedi: Kelâmcılardan bir topluluk, ci-

sim ve araz olmayan “ cevher” diye isimlendirdikleri bir şeyin ispatına yö-

neldiler. Bu görüş, ilklerden bazılarına nispet edilir. Kabul edenlere göre

bu cevherin tanımı şöyledir: O, zâtı ile bir olan, zıtları kabul eden, kendi

başına var olan, hareket etmeyen; mekânı, uzunluğu, genişliği, derinliği

ve cüzleri olmayandır. Kelâm’a mensup olan bazı kimseler cevheri, “Zâtı

itibarıyla tek olan, uzunluğu, genişliği, derinliği ve cüzleri olmayan” diye

tanımlamıştır. Onlar, cevherin hareket ettiğini, bir mekânının olduğunu,

kendi başına yer tuttuğunu; renk, tat, koku ve dokunma gibi arazlardan

sadece birini taşıdığını söylediler.

[1212] Ebû Muhammed şöyle dedi: Her iki görüş ve kendileriinn

üzerine icmâ ettikleri görüş yanlışlığın ve fesadın zirvesindedir. Bunun ilki,

bunların tamamı salt iddiadır, bunlardan herhangi birisinin doğruluğunu

gösteren ne burhanî ne de iknaî bir delil asla ortaya konulamaz. Bilakis aklî

ve hissî burhan, bunların hepsinin geçersizliğine şahitlik eder. Herkes iste-

diği şeyi iddia edebilir ama bu şekilde olan birşey mutlak anlamda yanlıştır.

Yüce Allah’ın yardım ve desteğini dileriz.

5

10

15

20

25

Page 815: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 815

ــא ] ١٢١٠[ ــ ح ا ــ ن ا ــאل ــ כ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

. ــ اده ــ م ا ــ ــ و א ــ ــ أو ــ אد ــ ــ א ــ وا ــ ا א ــ

ــ ــא ا ــא، وأ אد ــאع ــ وا ــ ا ــ א ــ ــא ــ ط ا ــ ــא ا وأ

ه ــ ــכ ه ــ ــכ و ف ا ــ ــ כ א א ــ ــ أ ــ ــאت ا ــ א ــ

د. ــ ــ م ــ م ــ ــ ــאل أن ــ ا ــאدي م ا ــ ــ ــא ــאد إ ا

ــאض ــ أ ــא ــ ــ ا ــ وا ط ا ــ ــ وا ح ا ــ ــא ا وإ

ــ כــ ــא ــ ــ ــ ــ ا اء إ ــ اء أ ــ ن ا כــ اؤه، و ــ ــ وأ ا

. ــ א ــאء ا ا، إن ــ

ه ] ١٢١١[ ــ ء ــ ــאت ــ إ ــ إ כ ــ ا م ــ ــ : وذ ــ ــ ــאل أ

ــ . و ــ وا ــ ا ــ ل إ ــ ا ا ــ ــ ــ ــא، و א و ــ ــ ا ــ

ــ ــ א ــאدات ــ א ات ــ א ــ ــ وا ــ أ ــ أ ــ ــ ا ا ــ

ــ ه ــ أ. و ــ ــ و ض و ــ ل و ــ ــ ــכאن و ــ ك، و ــ

أ. ــ ــ و ض و ــ ــ و ل ــ ــ ا ــ ــ وا م: ــכ ــ ا ــ إ ــ

ا ــ ــא وا ض ــ ــ כ ــ ــ ــ א ــ ــכאن وأ ــ ك و ــ ــ ا إ ــ א و

. ــ ــ وا ا ــ وا ن وا ــ ــ כא

ــ ] ١٢١٢[ ــ ــא ي ا ــ ل ا ــ ــ وا ــ ا : وכ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ م ــ دة ــ ــאوى ــא د ــא כ ــכ أ ن، أول ذ ــ ــאد وا ــ ا א

ان ــ ــ ــ وا ــאن ا ــ ا ــ א ــ و إ א ــ ــ أ ــא د ء ــ

ــ א ــ ا כــ ــא כאن ــאء و ــא ــ ــ أن ــ أ ــ ــכ و ن כ ذ ــ

. ــ ــ א ــא ، و ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 816: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi816

[1213] Bize gelince, şöyle deriz: Varlık âleminde sadece yaratıcı ve onun mahlûku vardır. Mahlûkat, sadece arazlarını taşıyan cevher ve cev-here yüklenmiş olan arazlardan oluşur. Bunlardan birini diğerinden so-yutlanması imkânsızdır. Her cevher cisimdir, her cisim cevherdir. Bu ikisi, manaları aynı olan iki isimdir. Fazla söze hacet yoktur. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1214] Ebû Muhammed şöyle dedi: İnşallah biz, bu iki topluluğun “ cevher ismi ne cisim ne de arazdır” şeklinde ortaya koyduğu her bir şeyi cemedeceğiz ve inşallah bunların hepsinin yanlışlığını zorunlu aklî delil-lerle daha önce yaptığımız gibi açıklayacağız. Başarı yüce Allah’ın yardı-mıyladır.

[1215] Ebû Muhammed şöyle dedi: Önde gelen bazı kimselerin ve onları taklît edenlerin cevher ismi konusunda ortaya koydukları görüş-leri araştırdık. Onlar, cevherin ne cisim ne de araz olduğunu söylemişler. Onların Bârî Teâlâ’yı, nefsi, heyula’yı, aklı ve sureti de zikrettiklerini gör-dük. Onlardan bazıları heyulayı “tinet” (yapı-mizaç); bazıları da “Hamîra” (maya/tohum) diye tabir etmiştir. Bunların tamamının manası aynıdır. Ancak onlardan bazıları şöyle demiştir: Bu cisimden maksat, bütün araz-larından ve boyutlarından soyutlanmış olmasıdır. Bazıları da şöyle demiş-tir: Bu şeyden maksat, yaratıcı ve onun inkârı konusundaki ihtilaflarına rağmen bu âlemin kendisinden olduğu ve ondan olacağı şeydir. Bazıları cevhere onlara göre iki ezelî varlık olan boşluk (hela) ve zamanı (müddet) ilave ettiler. Onlar boşlukla (hela) mâlum mekânı değil, mutlak mekânı; yine müddet ile mâlum zamanı değil, mutlak zamanı kastettiler.

[1216] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu görüşlerden herhangi birisi İslâm’a mensup olan bir kimseye ait değildir. Ancak bunlar, yüce Allah’ı “ cevher” diye isimlendiren Mecûsîlere, Sabiilere, Dehrîlere ve hıristiyanlara aittir. Şüphesiz onlar, yüce Allah’ı kendi inanç ve istekleri doğrultusunda isimlendirdiler. Öyle ki onlara göre Melkî’nin, Nesturî’nin, Ya’kubî’nin ve Hârûnî’nin dini ancak onun itikadı sebebiyle doğrudur. Aksi takdirde o, Hıristiyanlığı kesin olarak inkâr eden birisidir. Yüce Allah’ı cevher diye isimlendirmesini dışarıda tutmuştur. Çünkü o Mücessime’ye aittir. Ayrıca o, nefsin cisim değil cevher olduğunu kabul etmeyi de dışarıda tutmuştur. Mu‘tezilenin liderlerinden biri olan Muammer el-Attar bunu kabul etmiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 817: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 817

ــ ] ١٢١٣[ ــ ــ وأ ــ و א د إ ا ــ ــ ا ــ ــ ل إ ــ ــ ــא وأ

ــ ــ إ ــ ــ ا ــ ــא ا ، وأ ــ ا ــ א ا ــ ــ إ ا

אن ــ ــא ا ــ و ــ ــ وכ ــ ــכ ، ــ ــ ا ــא ى أ ــ

. ــ ــ ا א ــא ، و ــ ــ و ــא وا א

ــ ] ١٢١٤[ ــ ء أو ــ ــ כ א ــאء ا ــ إن : و ــ ــ ــאل أ

ــאد כ ــ א ــאء ا ــ إن ض، و ــ ــ و ــ ــ ــאن ا א ــאن ا א

. ــ ــ ا א ــא ــא، و ــא כ ــ ــא ــא ــ כ ور ــ ا ا א ــכ ذ

ــ ] ١٢١٥[ ــ ا ــ ــ و وا ــ ا ــ ــ ــא أو ــא : ــ ــ ــאل أ

ــ ــ وا א ــאري ون ا כــ ــ א ــא א و ــ ــ ــ ا إ ــ א ، و ــ

ة ــ א ــ ــ و א ــ ــ ا ــ ــ رة و ــ ــ وا ــ وا وا

ــ ــא ــ ــכ ا اد ــ ــאل: ا ــ ــ إ أن ــכ وا ــ כ ذ ــ وا

ا ــ ن ــ כــ ي ــ ء ا ــ ــכ ا اد ــ ــאل ا ــ ــאده. و ــ وأ ا ــ أ

ــ ــכאره وزاد ــ إ ــ أو א ــ ا ــ ــ ا ــ ن כــ ــ ــ و א ا

ــ ــכאن ا ــ ا א ــ ــ ا ــ ــ ــ ة ا ــ ــ وا ــ ا ــ ا

د. ــ ــאن ا ــ ا ــאن ا ة ا ــ א ــ د و ــ ــכאن ا ا

م ] ١٢١٦[ ــ ــ ا ــ إ ــ ــא ء ــ ــ ال ــ ا أ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ א ــאري ــ ا ــ ــאري ــ وا ــ وا א س وا ــ ــ ــא وإ

ري ــ כــ و ــ ــ د ــ ــ ــ ا א ــ أ ه ــ ــ ا ــ

ــא א ــא، ــ ا א ــ ــ כא ــא، وإ אد א ــ إ אرو ــ و و

ــ ــ ن ا ــ ل ــ ــא ا א ــא و ــ أ ــ ا، ــ ــ א ــאري ــ ا

. ــ ــאء ا ــ رؤ ــאر أ ــ ا ــאل ــ ــ ــ ،

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 818: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi818

[1217] İslâm’a mensup olanlara gelince, onlar cevherin ne cisimdir ne de arazdır sözü ile parçalanmayan küçük yapıları kastetmelerinden başka birşey değildir. Onların iddiasına göre cisimler söz konusu parçacıklara doğru çözülür ve dağılırlar. Bu görüş, ilklerden bazıları tarafından da zik-redilmiştir. Bunlar, zikrettiğimiz gibi sekiz varlıktır; bunlardan birinin ne cevher, ne cisim, ne araz ne de bunların dışındaki bir şeyle isimlendiril-diğini bilmiyoruz. Ancak câhillerden oluşan bir topluluk zâtî kuvvelerin cevherler olduğunu düşünüyordu. Bu onlardan kaynaklanan bir cehalettir. Çünkü zâtî kuvveler, -tartışmasız bir şekilde- kendi başına yer tutmaksızın cevhere yüklenmişlerdir. Bu ise, tartışmasız bir şekilde arazın sıfatı olup cevherin sıfatı değildir.

[Helâ ve Müddet]

[1218] Ebû Muhammed şöyle dedi: Boşluk (Hela) ve zamana (müd-det) gelince, bu eserimizin başlangıcında ve Muhammed b. Zekeriyyâ et-Tabib’e ait “Kitabu’l-ilmi’l-İlâhî ” adlı eseri eleştirmek üzere telif ettiği-miz “et-Tahkîk fî nakzi kitabi’l-ilmi’l-ilâhî ” adlı kitabımızda, zorunlu aklî delillerle bu görüşün yanlışlığını ortaya koymuştuk. Muhammed b. Zeke-riyyâ ve diğerlerinin bu anlamda ortaya koyduğu bütün iddiaları açık bir şekilde tahlil ettik. Âlemlerin rabbi olan Allah’a çokça hamd olsun.

[1219] Bu kitabımızın başında ve diğer eserimizde âlemde elbette bir boşluğun olmadığını, onun tamamının herhangi bir gedik ve deliğin ol-madığı tastaman bir küre olduğunu, âlemin ötesinde ne bir boşluk, ne do-luluk, ne de bir şeyin bulunmadığını ispat etmiştik. Müddet, salt bir müd-det (zaman) olup Yüce Allah onda feleği ve felekte olan sakin ve hareketli cisimleri arazlarıyla birlikte ihdas etmiştir. “et-Takrîb li-hududi’l-kelâm” adlı kitapta “Zürafa” ve “Sarikatü’l-ma’” diye isimlendirilen alet ile, id-rara çıkamayan bir kimsenin sidik yoluna sokulan bir aleti açıklamıştık. Zorunlu deliller, âlemde asla bir boşluğun olmadığını doğrulamaktadır. Boşluk, onu kabul edenlere göre, herhangi bir şeyin (mekân tutan her-hangi bir varlığın) bulunmadığı bir mekândır. Daha önce zikrettiğimiz hususlar sebebiyle bu imkânsızdır. Çünkü “Sarikatü’l-ma’” denilen ale-tin üst tarafı kapatıldığı hâlde, alt kısmındaki delikten su çıkarsa, bu du-rumda çıkan suyun mekânı -orada herhangi bir şey olmaksızın- boş kalır.

5

10

15

20

25

30

Page 819: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 819

ــ ] ١٢١٧[ ــא א و ــ ــ ــ ن ا ــ م ــ ــ ا ن إ ــ ــא ا وأ

ــ ــאم ــ ا ــא أ وإ ــ ــ ــאر ا اء ا ــ א إ ا ــ ــ ــ

ا ــ ــ أ ــא ــא ذכ אء כ ــ ــ أ א ه ــ ــא ــ أ وا ــ ا ــ ا ــ ــ ذכــ و

ى ــ ــ ا ن ــ ــא ــא ــא إ أن ــא و א و ــ ــ ا ــ ــ

ــ א ــ ــ ــא ــ ف ــ ــ ــא ــ ــ ا ــ ــ و ا ــא ــ أ ا ا

ف. ــ ــ ــ ــ ا ض ــ ــ ا ه ــ א، و ــ

ــ ] ١٢١٨[ ل ــ ا ا ــ א ــאد م إ ــ ــ ة ــ ــ وا ــא ا : ــ ــ ــאل أ

ــאب ــ כ ــ ــ א م ــ ــא ا א ــ כ ــ و ور ــ ا ا א ــא ا ر د ــ

ــ ه ــ ــ و ــא ى أورد ــ ــא כ د ــ و ــא ا ــ زכ ــ ــ ــ ا ا

ا. ــ ــ כ א ــ رب ا ح، وا ــ ــ ــ ا ا ــ

ــ ] ١٢١٩[ ــ أ ــ א ــ ا ــ ــ ــכ أ א ا و ــ ــא א ر כ ــ ــ ــא وأ

ء ــ ء و ــ ء ــ ــא ــ وراء ــ ــא وأ ــ ــ ة ــ כــ ــ כ وأ

ــאכ ــאم ا ــ ا ــ ــא ــכ ث ا ا ــ ة أ ــ ــ إ ة ــ ــ وأن ا أ

אة ــ ــ ا م أن ا ــכ ود ا ــ ــ ــאب ا ــ כ ــא ــא، و ا כــ وأ وا

ــ ا ل ــ ــ ا ــ أ ــ ــ ــ إ ــ ــ ــ ا ــאء وا ــאر ا ــ و را ا

ــא ــ إ ــ א ــ ا ء ــ وأن ا ــ ــ أ א ــ ا ء ــ ــ أن ــ ور

ــ ــ ا ــאء ج ا ــ ــ ــ ــא ــא ذכ ــאل ا ــ . و ــ כــ ــכאن ــ

ــ כــ ــ ــא א ــ כא ــ ــא ــ أ ــ ــאء و ــאر ا ــ ــ أ ي ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 820: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi820

Asıl itibarıyla bu olmadığına ve âlemin yapısında onun varlığı söz konusu olmadığına göre, su bâki kalır ve aletin üst tarafı açılıncaya kadar dökül-mez. Aletin üst tarafı açıldığında ise, su o vakit akıp gider ve arkasından hava oraya girecek bir dehliz bulur. “Zürafa” ve idrar problemi bulunan kimsenin idrarını çıkarmak için kullanılan alet de böyledir. Çünkü sidik yolunda ve mesane başlangıcında bu hâsıl olduğuna göre, sonra kapalı noktayı inceliğinden dolayı dışarıya çeker ve zorunlu olarak idrar onu ta-kip eder ve dışarı çıkar. Çünkü şayet idrar dışarı çıkmazsa, aletin deliği boş kalır ve orada herhangi bir şey olmaz. Bu ise, bâtıl ve imkânsızdır. Kitabı-mızın başında bize muhalefet eden mülhidlerin bu konudaki itirazlarının tamamını açıklamıştık. Dolayısıyla tekrara gerek duymuyorum.

[1220] Şayet birisi, “Yüce Allah, Hz. Peygamber’in (s.a.) parmaklarının arasında yarattığı suyu, yine onun için halk ettiği hurma ve tirit yemeğini nereden yaratmıştır? Bunlar sonradan var edilen cisimler midir? Halbuki size göre âlem hiçbir boşluk olmaksızın doludur, seyrek değildir ve iki ci-sim aynı mekânda olamaz.” derse, şöyle deriz -başarı yüce Allah’ın yardı-mıyladır-: Bu mesele, üçüncü bir ihtimal olmaksızın şu iki hususun biriyle olur: Ya yüce Allah, yarattığı hurma, tirit ve suyun miktarı oranında havayı yok etmiş olmalıdır; ya da havanın cüzlerini (atomlarını) suya, hurmaya ve tirite dönüştürmüş olmalıdır. Bunlardan hangisinin olduğunu en iyi Allah bilir. Yüce Allah her şeye kadirdir. Böylece onların boşluk ve zaman konu-sundaki görüşleri düşmüştür. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[Sûret]

[1221] Ebû Muhammed şöyle dedi: Sûrete gelince, o şüphesiz bir keyfiyettir. O da cevherlerin karışması ve şekillenmeleridir. Ancak sûret-ler iki kısma ayrılırlar. Bunlardan biri, küllilerin sûretleri gibi, yapışık ve sürekli olandır (mülazim); bunlar elbette cevherlerden ayrı olamazlar ve cevher olmadan bulunmazlar. Cevherlerin bunlardan soyutlanması düşü-nülemez.Diğeri ise, bir şeyin üçlü olmadan dörtlü oluşa intikal etmesi ve buna benzer durumlar gibi, türler ve fertlerin birbirlerinin ardına gelmesi durumudur.Böylece onların araz oldukları kesin olarak anlaşılmıştır. Başa-rı yüce Allah’ın yardımıyladır.

5

10

15

20

25

30

Page 821: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 821

ق ــ ــא א ــאء ــ ا ده و ــ ــ و א ــ ا ــ و כאن ــ ــכ أ כــ ذ ــ ذا ــ

اء، ــ ــ ا ــ و ق ــ ــאء وا ج ا ــ ــ اء ــ ــ ا ــא وو ــ أ ــ إذا

ــ ــ دا ــכ ــ ــ إذا ل ــ ــ ا ــ أ ــ ة ــ ــ ــ وا را ــכ ا وכ

ورة ــ ل ــ ــ ا ــאرج ا ــ ا ــא إ ــ ر ا ــ ــ ا ــ ــ א ــ وأول ا ا

ــא ــ ــ و ــ א ا ــ ، و ــ ء ــ ــא א ــ ــ ا ــ ج ــ ــ ج إذ ــ و

ــ ــכאن ا ا ــ ــ ــא ن ــ א ون ا ــ ــ ا ض ــ ــא ا ــא כ א ر כ ــ ــ

. ــ אد ــ إ

ل ] ١٢٢٠[ ــ ــ ر א ــ أ ــ ــ ــ و ــ ا ي ا ــ ــאء ا א ــ א ــאل ن ــ

ــ ــ ع ــ ــ ا ي ــ ــ ا ، وا ــ ع ــ ي ا ــ ــ ا ، ا ــ ــ و ــ ا ا

، و و ــ ء ــ ء ــ כــ ــ א ــ وا ــאم ــ أ ــ و ــ ا أ

ــ ــ أ ا ــ ــ ــ ــ ا א ــא ــא و ؟ ــ ــכאن وا ــ אن ــ ن ا כــ

ع ــ ــא ا ار ــ اء ــ ــ ا م ــ ــ أ ــ و ن ا כــ ــא أن ــא. إ ــ א ــ و

ى ــ ــ ا اء ــ ــאل أ ــ أ ــ و ن ا כــ ــא أن ، وإ ــ ــאء وا ــ وا ــ ا ــ

ــ ــ ــ ء ــ ــ כ ــכ כאن وا ــ أي ذ ــא أ ا ــ ا و ــ ــאء و

. ــ א ــ رب ا ة، وا ــ ء وا ــ ــ ا

ــ ] ١٢٢١[ ا ــ ا ــ ــכ و ــ ــ כ رة ــ ــא ا : وأ ــ ــ ــאل أ

ــ ــ أ ا ــאرق ا ــ כ رة ا ــ زم כא ــ ــא אن أ ــ ــא א إ أ ــכ و

א ــ ــ وأ ا ــ أ א ــ ــא وا ــ אر ــ ا ــ ا ــא و ــ دو و

ض ــ ــא ــ أ ــכ ــ ذ ــ و ــ ــ إ ــ ء ــ ــאل ا ــ כא ا ــ ا

. ــ ــ ا א ــא ــכ، و ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 822: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi822

[Akıl]

[1222] Akıl’a gelince, sağlıklı duyulara sahip olan hiçbir kimse aklın nefse yüklenmiş bir araz olduğu konusunda ihtilaf etmez. Bunun delil olu-şunun keyfiyeti ise aklın daha güçlü ve daha zayıf olmayı kabul etmesidir. Nitekim biz şöyle deriz: “Şu akıl, diğerinden daha güçlüdür ya da daha za-yıftır.” Aklın zıddı vardır, o da ahmaklıktır. Halbuki cevherlerin zıtlarının olmadığı hususunda ihtilaf yoktur. Ancak zıtlık, sadece bazı keyfiyetlerde vardır. Bu konuda, felsefe bilgisine sahip olduğunu iddia edenlerden bazı-ları itiraz edip şöyle demişlerdir: Akılın “zıttı” yoktur, fakat onun varlığının bir zıttı vardır, o da adem (yokluk)tur. Bunun üzerine ben, bu meseleyi bana hatırlatan kimseye şöyle derim: Bu, safsata ve cehalettir. Şayet bu delilik onun için mümkün olsa idi, başkalarının da; “İlmin zıddı yoktur, fakat onun varlığının bir zıddı vardır o da yokluktur. Yine niteliklerden herhangi birisinin zıddı yoktur, fakat onların varlıklarının zıddı vardır, o da yokluktur.” şeklinde demesi mümkün olurdu. Böylece niteliklerin (key-fiyet) bütünü açısında zıtlık geçersiz olur.

[1223] Bu, yanlış olduğu hususu aklın zorunluluk ilkesiyle bilinen bir sözdür. Dolayısıyla akla ait bir zıddın olması ile, ilmin ve diğer niteliklerin varlıklarının bir zıtlarının olması arasında bir fark yoktur. Bunların tama-mı aynı konudur. Ancak keyfiyetler, tamamı var olan ve birbirini takip eden sıfatlardır. Akıl mevcuttur, sonra onu -var olduğu hâlde- ahmaklık takip eder. Nitekim ilim mevcuttur, sonra onu cehalet takip eder. Yine cesaret mevcuttur, sonra onu -mevcut olduğu hâlde- korkaklık takip eder. Bu, temyiz kabiliyeti olan bir kimseye gizli kalmayacak bir durumdur. Aynı şekilde cevherler zatları itibarıyla daha güçlü ve daha zayıf olmayı kabul etmezler. Bu da, önceki âlimlerden en küçük bir anlayışa sahip olan kimselerin tamamının görüşüdür. Onların tamamına göre akıl, faziletleri ve reziletleri ayırt etmek; faziletleri kullanmak ve reziletlerden sakınmak, sonsuzluk yurdunda ve mükâfat dünyasında akibeti güzel yapacak şeyleri ve dünya hayatında kişiye lazım olan güzel siyaseti takip etmektir.

5

10

15

20

25

30

Page 823: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 823

ض ] ١٢٢٢[ ــ ــ ــ أ ــ ــ ــ ــ ــ أ ف ــ ــ ــ ــא ا وأ

ل ــ ــ وا ــ ا ــ ــ أ ــכ ذ ــאن ــ وכ ، ــ ا ــ ل ــ

ــ ف ــ ، و ــ ــ ا ــ و ــ ــ و ــ ــ ــ وأ ــ ى ــ ــ أ

ض ــ ــ ا ــ و ــאت כ ــ ا ــ ــאد ــא ا ــא، وإ ــ ــא ــ أ ا ا

ده ــ כــ ــ ــ ــ ــאل: ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ ا ــ ــ

ــ ، ــ ــ و ه ــ ــ أن ا ا ــ ــ ي ذכــ ــ ــ ا ــ ــ ــ و

ــ ده ــ כــ ــ ــ ــ ل ــ ه أن ــ ــאز ــ ا ا ــ ــ ــאز

ــא، ــ ــ و ــא د כــ ، و ــ ــאت כ ــ ا ء ــ ، و ــ ــ و

ــאت. כ ــ ا ــ ــאد ــ ا

ــ ] ١٢٢٣[ د ا ــ ــ و ق ــ ، و ــ ورة ا ــ ــאده ــ م ا כ ــ و

ــ ــא ــ وإ ــ כ ــאب وا ــ ــאت و כ ــא ا ــ و ده ــ ــ و ــ و

د ــ ــ ، و ــ ــ ا ــ د ــ ــ א دة ــ ــא ــ כ א ــאت

، ــ ــא ا دة و ــ ة ــ ــא أن ا ، وכ ــ ــ ا د و ــ ــ ــא أن ا כ

ــ ا ــכ ا ، وכ ــ ــ ــ أ ــ ــ ــ ــ ا أ ــ د و ــ ــ و

ــ ــ ــ أد ــ ل כ ــ ــא ا أ ــ ــא، و ــ ذوا ــ ــ وا ــ ا

אل ــ ــ وا ذا ــ ا ــ א ــ ا ــ ــ ــ ــ . وا ــ وا ــ ا

ــ א ــאء و ــ دار ا ــ ــ ا ــ ــא ام ــ ــ وا ذا ــאب ا ــ وا א ا

ــא. ــ دار ا ء ــ م ا ــ ــא ــ א ــ ا اء و ــ ا

٥

١٠

١٥

Page 824: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi824

[1224] Nitekim peygamberler (s.a.) bunu getirmiştir. Yüce Allah da aşağıdaki âyetlerde şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret alma-dılar)”

785 “...İşte Allah, düşünesiniz diye âyetleri size böyle açıklar.” 786 “Yoksa

sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaş-kındırlar.”

787 “(Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez.) Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir.”

788 “Siz namaza çağırdı-ğınız vakit onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorlar. Bu, şüphesiz onların akılları ermeyen bir toplum olmalarındandır.”

789 “Şüphesiz Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü, inkâr edenlerdir. Artık onlar iman etmezler.”

790 Böylece aklın, iman ve bütün taatler olduğu anlaşılmaktadır. Yine Allah Teâlâ, kâfirlerden haber vererek “Eğer kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateştekilerden olmazdık.”

791 dediklerini bildir-miştir.

[1225] Bunun benzerleri âyetler Kur’ân’da çoktur. Böylece aklın nefsin fiili, ona yüklenmiş bir araz ve kuvvelerinden bir kuvve olduğu anlaşılmak-tadır. Dolayısıyla o, şüphesiz bir araz ve niteliktir (keyfiyet). Ancak hata eden, bu konuda da hata etmiştir. Çünkü öncekilerden olup hak ile bâtılı birbirine karıştıran bazı câhillerin “Akıl cevherdir, onun bir feleği vardır.” dediklerini görür ve ilmi olmayan bir kimse de buna itimat eder. İşte bu, ortaya koyduğumuz üzere yanlıştır. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1226] Bunlara ilaveten, “akıl” sözcüğü Arapça bir kelime olup Yu-nanca veya başka dillerde Arapçada akıl kelimesinin karşılığı bir manada kullanılan bir sözü ifade etmek üzere mütercimler tarafından kullanıl-mıştır. Bu hiçbir kimseye gizli kalmayacak bir husustur. Arapçadaki akıl kelimesi, varlıkları ayırt etmek ve faziletleri ifade etmek için vaz‘edilmiş-tir. Böylece akıl kelimesiyle bir arazın ifade edildiği zorunlu olarak or-taya çıkmıştır. Bunun hilafını iddia eden bir kimse şüphesiz aklı ve ha-yası olmayan şaşkın bir kimsedir. Bazı ahmaklar ve câhiller, “Şayet akıl araz olsa idi, bu durumda cisimler ondan daha şerefli olurdu.” demiştir.

5

10

15

20

25

30

Page 825: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 825

]١٢٢٤ [: ــ و ــ ا ــאل م ــ ا ــ ــ ا ــאءت ــא أ ا ــ و

: ــ א ــאل و ــא﴾ ن ــ ب ــ ــ ن כــ رض ا ــ وا ــ ــ ﴿أ

أن ــ ﴿أم : ــ א ــאل و ن﴾ ــ כــ ــ א آ כــ ا ــ ــכ ﴿כ

ــאل ﴾ و ــ ــ أ ــ ــ ــאم إ כא ــ ن إن ــ ن أو ــ ــ أכ

ــ אد : ﴿وإذا ــ א ــאل ن﴾ و ــ ــ ــ ا ــ ا ــ : ﴿و ــ א

: ــ א ــאل ن﴾ و ــ م ــ ــ ــכ ــא ذ وا و ــ ــא و ة ا ــ ــ ا إ

ــ ــ ــ أن ا ن﴾ ــ ــ وا ــ כ ــ ا ا ــ واب ــ ــ ا ﴿إن

أو ــ ــא כ ــ ا ــ א ــאر: ﴿و כ ــ ا ــ א ــאل ــאت و א ــ ا ــאن و ا

﴾ ــ ــאب ا ــ أ ــא ــא כ ــ

ــ ] ١٢٢٥[ و ــ ا ــ ــ ا أن ــ ــ כ آن ــ ا ــ ا ــ ــ و

ــ ــא ــכ وإ ــ ــ ض כ ــ ــ ــא ا ــ ة ــ ــא و ل ــ ض ــ

ــ ــ أن ا وا ــ ا ــ ــאل ا ــ ا ــ رأى ا ــ ــ ــ ــ

ــא. ــא أورد ــ כ ا أ ــ ــ و ــ ــ ــכ ــ ذ ل ــ ــכא ــ ــ وأن

. ــ ا ــ א ــא و

ــ ] ١٢٢٦[ ــ ــאرة ن ــ ــא ا ــ ــ أ ــ ــ ا ن ــ ــא وأ

ــ ــ ــ ا ــ ــא ــאت ــ ا ــא ــ ــ أو א ــ ا ــא ــ ى ــ أ

ــא ب إ ــ ــ ا ــ ــ ــ ا ــ و ــ أ ــ ــאء ــא ا ــ ــ ــ ا ــ ا

ــא ة ــ ــא ورة أ ــ ــ ــ א אل ا ــ אء وا ــ ــ ا ــ ــ

ــכ. ــ ــא א ــאء ــ ا ــ ــכ رديء ا ف ذ ــ ــ ض وכ ــ ــ

ــ ف ــ ــאم أ ــ ا כא ــא ــ ــ כאن ا ــאل כــ ا ــ ا ــאل ــ و

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 826: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi826

Bunu bana getiren kimseye şöyle dedim: “Cevherin, arazların dışında bir şerefi var mıdır? Bir cevherin diğer cevhere üstünlüğü, zâtı sebebiyle değil, sıfatları iledir? Bu durum herhangi bir kimseye gizli midir?” Sonra şöyle dedik: Bizzat bu, ilim ve faziletler konusundaki çirkin görüşlerine karşı, aklın araz olduğu hususunda bize muhalefet etmemeleri onları ilzam eder. Onların iğrenç mukaddimelerine göre, cisimlerin tamamının akıldan daha şerefli olması gerekir. İşte bu, gördüğün gibidir.

[ Heyûlâ]

[1227] Heyula’ya792 gelince, o arazlarını taşıyan bizzat cisimdir. Ön-cekiler, bu ismi ona tahsis ettiler. Zira onlar, -her ne kadar cismin arazla-rından ayrı olması ve asıl itibarıyla onlardan uzak kalması imkânsız olsa, varlığı bu şekilde düşünülmese, nefisde teşekkül ve temessül etmese de- sû-ret ve diğer arazlardan bahsettikleri konuşmalarında, özellikle arazlarından ayrı tutmak kastıyla tek başına “heyula” lafzını ifade etmişlerdir. Aslında arazlardan uzak bir maddenin (heyula) olması genel anlamda imkânsızdır. Nitekim insan türü (küllî), cinslerin ve türlerin hepsi, şahıslarının dışında bir varlık (şey) değildirler. Aynları itibarıyla cisimler, -her ne kadar nev’ cisimlerin bir nev’i olsa da-, arazların şahıslarıdır. Aynı zamanda nev’ araz-ların da nev’idir. Daha fazla söze gerek yoktur.

[1228] Çünkü “insan-ı küllî” şeklindeki sözümüz, nev’i (türü) ziya-deleştirir. Bunun manası da sadece insanların şahıslarıdır, başka varlıklar değil. Yine “kırmızı küllisi” şeklindeki sözümüzün manası da, sadece var olan kırmızının şahıslarıdır. Böylece câhillerden olup da cins, nev’ ve faslın cisimler değil, cevherler olduklarını düşünen bir kimsenin ileri sürdüğü bu görüş, bu şekilde geçersiz olmuştur. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1229] Fakat öncekiler, onu ve zatî ilklerin sıfatlarını (es-sıfatü’l-evveli-yetü’z-zâtiyyat), cevherler değil ama “cevheriyyat” diye isimlendirdiler. Bu doğrudur. Çünkü onlar, cevherlerle bitişik olmaları, onlardan ayrı olma-maları ve onlardan ayrı olmaları düşünülemeyeceğinden dolayı cevherlere aittirler. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır. Böylece onların helâ (mutlak boşluk), müddet (mutlak zaman), sûret, akıl ve heyula konusundaki görüş-leri geçersiz oldu. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

5

10

15

20

25

30

Page 827: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 827

ــ ــ ف ــ ــ ؟ و ــ ا ف إ ــ ــ ــ ا و ــ ــ א ي أ ــ ــ

ا ــ ــ ــא و ــ ؟ ــ ــ أ ا ــ ــ ــ ؟ ــ ا ــ א ــ إ ــ

اض ــ ــא أ ــ أ ــא א ــ أ א ــ وا ــ ا ــ ــ ا ــ ــ

ــא ا כ ــ ــא و ف ــ ــא أ ــאم כ ن ا כــ ــ أن ــ ــ ا ــ

ى. ــ

ــ ] ١٢٢٧[ د ــא أ ــא وإ ــ כ ا ــ א ــ ا ــ ــ ا : ــ ــא ا وأ

ــא ــ כ ا ــא أ ــ ــ م ــכ ــ ا دا ــ ــ ا ــ כ ــ إذ ا ا ــ ــ وا ا

ــ وإن כאن ا ــ أ ، ــ א ــ م ــכ ــ ا ــ ــא رة و ــ ــ ا

ده ــ ــ و و ــ ــא أ ــא ــ و ا ــ أ ــא א ــ ــ أن ــ إ

، ــ ــ ــאل ــ ــ ، ــ ــכ أ ــ ذ ، و ــ ــ ا ــכ ــכ و כ

א ــ ــ أ ــא ء ــ ــ اع ــ ــאس وا ــ ا ــ و כ ــאن ا ــא أن ا כ

اض إن ــ אص ا ــ ــ أ ــאم و ع أ ــ ع ــ ــא إن כאن ا א ــאم ــ ا ــ

. ــ اض و ــ ع أ ــ ع ــ כאن ا

ــ ] ١٢٢٨[ ــאس אص ا ــ ــאه أ ــא ع إ ــ ــ ا ــ כ ــאن ا ــא ا ن

ــ ت ــ ــ و ة ــ אص ا ــ ــאه أ ــא ــ إ כ ة ا ــ ــא ا ــ و אء أ ــ أ

ــ ا ــ ع وا ــ ــ وا ــ أن ا ــ ا ــ أ ــ ــ ــ ا ــ ــ

. ــ ــ ا א ــא ــאم و أ

ــאت ] ١٢٢٩[ ــאت ا ــאت ا و ــאت ا ــ ا א و ــ ــ وا כــ ا

ــא אر ــא ــא وأ ــא ز ــ ا ــ ا ــ إ ــא ــ ا ــ ــ و ا

ة ــ ء وا ــ ــ ا ــ ــ . ــ ــ ا א ــא ــא و ــא אر ــ ــ و أ

. ــ א ــ رب ا ،وا ــ وا رة وا ــ وا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 828: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi828

[Yüce Allah Cevher Midir?][1230] Bârî Teâlâ’ya gelince, Mücessime ve hıristiyanlardan olup da

yüce Allah’ı cevher diye isimlendiren kimseler hata ettiler. Çünkü cevher lafzı Arapça bir sözcüktür. Her kim yüce Allah’ı kabul ederse onu yaratıcısı, ilâhı ve işlerinin maliki olduğunu ikrar etmiş olur, Allah’a yönelik herhangi bir şeyi ancak O’dan gelen bir bilgiyle ortaya koyması farzdır. Yüce Allah hakkında ancak kesin olan bir bilgiyle haber verilebilir. Bu konudaki bilgi, sadece yüce Allah’ın haber verdiği şeylerdir. Böylece yüce Allah’ın cevher diye isimlendirilmesi ve cevher olduğunun haber verilmesi, O’ndan gelen bir bil-gi olmaksızın Allah’a yönelik bir hüküm olduğu hususu kesin olarak ortaya çıkmıştır. Bu, yüce Allah’tan yalan yere haber vermektir. Öyle ki yüce Allah, kendisi hakkında bunu asla haber vermemiş ve zatını bununla isimlendirme-miştir. Bu, gözü pekliktir ki bunun mubah olduğuyla alakalı olarak bir delil asla bize gelmemiştir. Buna ilaveten, şüphesiz cevher kendisine ait arazları taşıyan bir varlıktır. Şayet Allah Teâlâ arazlara mahâl teşkil etmiş olsa idi, bu durumda o zat ve arazlarından mürekkep olurdu. Bu ise bâtıldır.

[1231] Hıristiyanlara gelince, onların Arapçaya yönelik bir girişimleri olmamıştır ki onu vaz‘edildiği yerden dönüştürsünler. Böylece yüce Allah’ın cevher tanımının dışında kalmasından dolayı “ cevher” diye tanımlanması geçersizdir. Yine Allah’ın cevher diye isimlendirilmesi de -O’nun kendi zatını bu şekilde isimlendirmediğinden dolayı- geçersizdir. Başarı yüce Allah’ın yar-dımıyladır. Netice olarak, yüce Allah’ı cevher diye isimlendiren ya da onun cevher olduğunu haber veren bir kimsenin görüşü geçersiz olmuştur. Hamd yüce Allah’a mahsustur. Şu hâlde geriye nefs ve parçalanamayan cüz’ (yani atom) kaldı. İnşallah biz, bu ikisi hakkında ikna edici bir kelâm söyleyeceğiz. Güç ve kuvvet sadece ulu ve yüce olan Allah iledir.

[Nefis793 Konusu][1232] Ebû Muhammed şöyle dedi: İnsanlar, nefis konusunda

farklı görüşler ileri sürdüler. Ebû Bekir Abdurrahman b. Keysan el-E-samm’ın794 genel anlamda nefsi inkâr ettiği ve “Duyularımın şahitlik et-tiklerinden başka bir şey bilmiyorum.” dediği ifade edilmiştir. Câlinûs795 ve Ebu’l-Hüzeyl Muhammed ibnü’l-Hüzeyl el-Allâf796, nefsin arazlar-dan bir araz olduğunu söylediler, sonra da farklı görüşler belirttiler.

5

10

15

20

25

30

Page 829: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 829

ــ ] ١٢٣٠[ ــ و ــ ا ا ــ אه ــ ــ ــ ــ أ ــ א ــאري ــא ا وأ

ــ إذ ض ــ ــ ــ و ــ ا ــ أ ــ و ــ ــ ــ ا ن ــאرى ا

، وإ ــ א ــ ــ ء إ ــ ــ ــ م ــ ه أ ــ ــכ أ א ــ و ــ وا א ــ ــ أ أ

ــא ــ ــ ــ ــ و ــ ــ ــא أ ــא إ א ــ ، و ــ ــ ــ إ ــ

ــ ــ א ــ כــ ــ ــ ــ ــאر ا وا ــ ــ ــ و ــ ا أن

ــ و ــ ــ ــ א ــ ــ ــ ي ــ ب ا כــ א ــ א ــ ــאر ــ وإ ــ

ــ א ــ ن ا ــ ــא . وأ ــ א ــאن ــ ــ ــא ــ ام ــ ا إ ــ ــ و ــ ــ

ــ ا ــ وأ ــ ذا ــא כ ــכאن ض ــ ــ א ــ א ــאري ــ כאن ا ــא و اض ــ

. ــ א ا ــ و

ــא ] ١٢٣١[ ــ ــ ا ــ ا روا ــ ــ أن ــ ــאرى ــא ا وأ

ــ أن ــ و ا ــ ا ــ ــ اء ا ــ ــ א ن כــ ــ أن ــא ــ

ــ ل ــ ــ . ــ ــ ا א ــא ــ و ــ ــ ــ ــ א ــ ا ــ ــ

ــ ــ . ــ ــ ا א . و ــ ــ א ــ ــ أ ــ ا أو أ ــ ــ א ــ ا

ــא ــא כ ــ כ ــ ــ و ــאء ا ــ إن أ، و ــ ي ــ ء ا ــ ــ وا إ ا

. ــ ــ ا ــא ا ة إ ــ ل و ــ ــא و

כ ا ] ١٢٣٢[ כ أ אس ا : ا ا אل أ

אل . و ــ ا ــא א ف إ אل أ . و כאر ا ــאن ا إ כ

א اض ا ض ا ف ا س وأ ا ا ا ا א

٥

١٠

١٥

Page 830: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi830

Câlinûs, nefsin cesedin karışımlarının terkibinden meydana gelen birleşik bir mizaç olduğunu söylemiştir. Ebu’l-Hüzeyl ise, nefsin, cismin diğer araz-ları gibi bir araz olduğunu söylemiştir. Bir topluluk şöyle dedi: Nefis, nefes alma yoluyla (vücuda) giren ve çıkan temiz havadır/esintidir, o da nefes’tir. Bazıları da şöyle dedi: Ruh, arazdır, o da hayattır (can), dolayısıyla o nefsin dışındadır. Bu, Bâkıllânî’nin ve Eş‘arîlerden ona tabi olanların görüşüdür.

[1233] Bir topluluk da şöyle dedi: Nefis cevherdir; ne cisim ne arazdır, onun ne uzunluğu, ne genişliği ne de derinliği vardır. O, bir mekânda değildir ve parçalanamaz. Nefis, idare eden ve faal olandır, o da insandır. Bu da, öncekilerden bazılarının görüşüdür. Mu‘tezilenin liderlerinden biri olan Muammer b. Amr el-Attar bu görüşü kabul ediyordu. Diğer müslü-manlar ve ölümden sonra bir hayat olduğunu kabul eden dinler, nefsin uzun, geniş, derin, mekân tutan, akıllı, mümeyyiz ve cesedi yönlendiren bir cisim olduğu görüşünü benimsemiştir.

[1234] Ebû Muhammed şöyle dedi: Biz de bu görüşü kabul ederiz. Ne-fis ve ruh, aynı müsemmaya ait müteradif iki isimdir. Bunların manası birdir.

[1235] Ebû Muhammed şöyle dedi: Ebû Bekir b. Keysan’ın görüşüne gelince, bu görüş nassı ve aklî delili geçersiz kılmaktadır. Nassa gelince, yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Zâlimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı kurtarın! (Allah’a karşı doğru olmayanı söylediğiniz, ve O’nun âyetlerinden kibirlenerek yüz çe-virdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız” diyecekleri zaman hâllerini bir görsen!)”

797 Böylece nefsin varlığı, onun cesetten faklı olduğu ve ölüm anında dışarı çıktığı hususu doğrudur.

[1236] Ebû Muhammed şöyle dedi: Aklî burhana gelince, biz bir kimseyi; aklını arıtmak, görüşünü tashih etmek, zihnine arız olan bü-yük bir problemi çözmek, bedensel özelliklerden kendisini tecrit etmek, genel olarak bedenin işlerini terk etmek ve bunlardan uzak durmak is-tediğinde, huzurundaki bir kimseyi görmez ve önünde konuşulan bir şeyi işitmez bir hâle geldiğini görürüz. İşte o zaman onun görüşü ve dü-şüncesi olduğundan daha arı-duru olur. Böylece fikrin ve zikrin, onları murat ettiği anda terk edilmiş bedene ait olmadıkları ortaya çıkmış oldu.

5

10

15

20

25

30

Page 831: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 831

ــ ــאل أ . و ــ ط ا ــ ــ أ כ ــ ــ ــ اج ــ ــ س ــ א ــאل

ــ ــ ا ــ : ا ــ א ــ א ــ و اض ا ــ ــא أ ض כ ــ ــ ــ ا

ــ ــ ــאة ــ ا ض و ــ وح ــ ا وا ــ א ، ــ ــ ا ــ א ــאرج ــ ا ا ا

. ــ ــ ا ــ ــ ا ــ و א ل ا ــ ا ــ ــ و ــ ا

ل ] ١٢٣٣[ ــ ــא ــא و א و ــ ــ ــ ــ : ا ــ א ــ א و

ــ ة و ــ ــ ا א ــ ا ــא أ وأ ــ ــכאن و ــ ــ ــ و ض و ــ و

خ ــ ــ ــאر أ ــ ا ــ ــ ل ــ ــ ــ و وا ــ ا ل ــ ــ ــאن و ا

ــ ــ ــ أن ا ــאد إ א ة ــ ــ ا م وا ــ ــ ا ــא أ ــ ــ وذ ا

. ــ ــ ة ــ ــ א ــכאن ــ ذات ــ ــ

ــ ] ١٢٣٤[ ــאن اد אن ــ وح ا ــ ــ وا ل وا ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

. ــא وا א ــ و وا

ــאن ] ١٢٣٥[ ــ و ــ ا ــ ــאن ــ כ כــ ــ ل أ ــ ــא : أ ــ ــ ــאل أ

ت ــ ات ا ــ ــ ن ــ א ى إذ ا ــ ــ : ﴿و ــ א ل ا ــ ــ ــא ا . أ ــ ا

ــא دة وأ ــ ــ ــ أن ا . ــ ﴾ ا ــכ ا أ ــ أ ــ أ ــ א כــ وا

ت. ــ ــ ا ــ אر ــא ا ــ وأ ــ ا

أراد ] ١٢٣٦[ إذا ء ــ ا ى ــ ــא ــ ا ــאن ا ــא وأ : ــ ــ أ ــאل

ــ د ــ وأ ــ ذ כــ ــ ــ ــכ أو ــ رأ ــ و ــ ــ

ــ أ ــ ــ أ ــ و ــ ــ ا אل ــ ا ك ــ و ــ ا א ــ ا ــ

ــ ه أ כــ ــ و ن رأ כــ ــ ــ א ــאل أ ــא ــ ــ و ــ ى ــ

ــא. إراد ــ ــ ــ ا ــ ــא כــ وا כــ ا أن ــ כאن. ــא

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 832: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi832

Buna ilaveten, uyuyan bir kimsenin uykusunda gördüklerinin olduğu gibi gerçek çıkması da böyledir. Bu ancak nefis bedeni terk ettiğinde olur ve beden ölü bir beden gibi kalır. O zaman biz, -bedene ait gözlerin ameli, kulakların ve dilin ameli ve lisanın konuşması geçersiz olduğu hâlde-, nef-sin rüyada gördüğünü, işittiğini, konuştuğunu ve hatırladığını biliriz.

[1237] Böylece gören, duyan, konuşan, hisseden ve tat alan aklın be-denden farklı bir şey olduğunu kesin olarak anlarız. Müsemmanın (isim-lendirilen varlığın) nefis olduğu doğrudur. Çünkü bunun dışında bir şey yoktur. Aynı şekilde âmâ kişinin ve daha önce gördüğü hâlde bir şeyden uzak bir kimsenin nefsinin hayal ettiği şey de böyledir. Söz konusu varlık ona temessül eder ve onu olduğu şekilde kendi nefsinde görür. Böylece burada bedenin dışında hayal eden ve idrak eden bir varlığın olduğu yakîni olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü zikrettiğimiz şeylerden herhangi birisinde ne bedenin ne de duyuların bir etkisi vardır. Söz konusu aklî delillerden biri de şudur: Sen, irade sahibi bir kimsenin büyük bir arzu ile bazı işleri dilediğini görürsün. Önüne bir engel çıktığında kişi ihmalkar davranmaz. Ona göre bedende herhangi bir şeyde değişiklik olmaksızın olduğu gibi-dir. Biz, burada, bedenin dışında söz konusu şeyleri yapmak isteyen birisi olduğunu biliriz.

[1238] Onlardan biri de, yumuşaklık (hilm), sabır, haset, akıl, ka-rarsızlık, hantallık, acelecilik, ilim ve ahmaklık cinsinden nefsin huyları vardır. Bunların hiçbiri, bedenin uzuvlarından biri değildir. Bu konuda hiçbir şüphe olmadığına göre, bunların tamamı bedeni idare eden nefse aittir. Yine onlardan biri, bedeni zayıflamış ve bünyesi bozulmuş kimse-lerden olup da ölüm döşeğinde olanlarda görülen şeydir. O zaman sen onu, zihni açıdan olduğunda daha iyi bir durumda, temyiz açısından daha sağlıklı bir konumda, tabiatı daha güzel, her tülü saçmalıktan uzak, hikmetli bir şekilde konuşan, düşünce açısından sağlam olduğunu görür-sün. Halbuki onun bedeni, o zaman, aşırı derecde hasta ve kuvvelerini kaybetmiş bir hâldedir. 30

25

20

15

10

5

Page 833: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 833

إذا إ ــכ ذ ــ و ــ و ــ ــא ج ــ ــא ــ א ا اه ــ ي ــ א ــא وأ

ــ ى ــ ــ ه ــ ــ و ــ ا ــ כ ــ ا ــ ــ ا ــ ــ ا

ــ ــ أذ ي و ــ ه ا ــ ــ ــ ــ כــ و ــ و כ ــ و ــא و ؤ ا

ي. ــ ا ــא م وכ ي ــ ا ــ ذو ــ و ، ــ ا

ــ ] ١٢٣٧[ ا ا ــאس ا ــ כ ا ــא ا ــ ا ــ ا أن ــא ــ

ــכ ــכ وכ ــ ذ ء ــ ــא إذ ــ ــ أن ا . ــ ــ ا ء ــ ــ

ــ ــכ ــ ذ ــ رآه ــא ء ــ ــ ا ــ א ــ وا ــ ا ــ ــא

ــ إذ ــ ا رכא ــ ــ ــא א ــא أن ــ . ــ ــא ــ כ ــ اه ــ و

ــ ى ا ــ ــכ ــא أ . و ــ ــא أ ــא ذכ ء ــ ــ اس ــ ــ و ــ أ

ــ ــ ، وا ــ ــא כ ــאرض ــ ذا ا ــ ــאط. ر ــ ــ ا ــ

. ــ ــ ا אء ــ ا ــ ــא א ــא أن ء ــ ــ ــ ــ ــא כאن כ

ــ ] ١٢٣٨[ ــ وا ــ وا ــ وا ــ وا ــ ا ــ ق ا ــ ــא أ و

ذ ــ ــ ــאء ا ــ أ ء ــ ــ ا ــ دة وכ ــ ــ وا ق وا ــ ق وا ــ وا

ــ ى ــ ــא ــא . و ــ ة ــ ــ ا ــ ــ כ ــא ــכ ــ ذ ــכ

ــא ــ ــ أ اه ــ ــ و ت ــ ه و ــ ــ ــ ــ ــ ــ ا

ــכ ــ ــ وأ ــ כ ــ ــ وأ ــ ا، وأ ــ ــא כאن ــ ــא وأ כאن ذ

ى. ــ ن ا ــ ــאد و ــ ا א ــ ــ ه ــ ا و ــ ــ ، وأ ــ כ

٥

١٠

١٥

Page 834: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi834

[1239] Şu hâlde işleri idrak edenin, faal, mümeyyiz ve diri olan bedeni idare edenin bedenden farklı bir şey olduğu anlaşılmaktadır. O da, nefis diye isimlendirilen şeydir. Nefis, cesede hulûl ettiğinden itibaren bedenin nefsin güdümünde olduğu doğrudur. Sanki nefis, şekilsiz bir çamura gir-miş ve öncesiyle alakalı bütün meşguliyetini ona unutturmuş gibidir. Buna ilaveten, şayet fiil cesede ait olsa idi, bu durumda cesedin fiili devamlı olurdu ve onun canlılığı uyku ve ölüm hâlinde bitişik olurdu. Nitekim biz, (ölüm hâlinde) cesedi, uzuvlarından herhangi birisinde bir noksanlık olmaksızın tam ve sağlıklı olduğunu görürüz. Halbuki onun fiillerinin ta-mamı son bulmuştur. Böylece fiil ve temyiz kabiliyetinin cesedin dışındaki bir şeye ait olduğunu anlarız. O da, cesetten faklı olan, faal ve hatırlayıcı olup cesetten ayrı ve ondan uzak olan nefistir.

[1240] Yine biz, bedenin azalarının kesilmek veya hastalık sebebiyle parça parça gittiğini görürüz. Halbuki bedenin bazı uzuvları kaybedilmiş veya fesada uğramış olduğu hâlde, nefsin kuvveleri bâkidir. Biz zihnin, tedbir melekesinin, aklın ve nefsin kuvvelerinin olduğundan daha güçlü bir şekilde devam ettiğini görürüz. Böylece beden ölü olduğu hâlde, -daha önce açıkladığımız gibi-, faal olanın, bilenin, hatırlayanın, idare ve irade edenin bedenden farlı olduğu zorunlu olarak anlaşılmaktadır. Netice ola-rak İbn Keysan’ın (el-Esamm) görüşü geçersiz olmuştur. Âlemlerin rabbine hamd olsun.

[1241] Calinus’un dediği gibi, nefsin bir mizaç olduğunu söyleyen kimsenin görüşüne gelince, Ebû Bekir b. Keysan’ın görüşünü iptal etmek üzere şimdiye kadar açıkladığımız her şey, Calinus’un görüşünü de iptal eder. Ayrıca, cesedin kendilerinden meydana geldiği dört unsur (Enasır-ı erbaa) toprak, su, hava ve ateştir. Şüphesiz bunların tamamı tabiatları ge-reğince cansızdırlar. Cansız varlıkların birleşmesiyle bunlardan canlı bir varlığın meydana gelmesi elbette mümkün olmayan imkânsız şeylerdendir.

[1242] Aynı şekilde söz konusu varlıkların birleşmesi ile bunlardan sıcaklığın ya da sıcak maddelerin meydana gelmesi; yine bunların birleş-mesiyle soğuğun ya da dirinin meydana gelmesi imkânsızdır. Dolayısıyla bunların birleşmesinden cansız varlıklar meydana gelir. Böylece nefsin bir mizaç olması geçersiz olmuştur. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

25

30

20

15

10

5

Page 835: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 835

ــ ] ١٢٣٩[ ــ ــ ا ــאل ا ــ ا ــ ر وا ــ رك ــ ــ أن ا

ــ ــא ــ وأ د ــ ــ ــ أن ا ــא و ــ ي ــ ــ ا ــ و ــ ا ء ــ

ــ ــא ــא כ א ــ א ــא ــ ــ ــ ــ ــא و כ ــ ــ ا ــ

ــ ــאل ــ ــ ــ א ــא و אد ــ ــכאن ــ ــ ــ כאن ا ــא ــא. وأ

. א ــ أ ء ــ ــ ــ ــ ـــא א ــא ــ ــ ى ا ــ ــ ، و ــ و

ــ ــ و ــ ا ــא כאن ــ إ ــ وا ــ أن ا . ــ ــא ــ כ א ــ أ ــ و

. ــ أ ــ ــ و ا ــ اכــ ــאل ا ــ وأن ا אر ــ ا ا

ــאد ] ١٢٤٠[ ــ وا א ا ــ ا ــ ــ ــ ــאء ا ى أ ــ ــא ــא وأ

ــ ــ وا ــ وا ــ ا ت و ــ ــ و ــ ذ ــאء א وا ــ ــ א ى ــ وا

ــ اכــ ا ــ ا א ــאل ا ورة أن ا ــ ــ . ــ ــא כא ــ ــ أو א ــ ي ا ــ و

ــאن، ــ כ ل ا ــ ــ ات ــ ــ ــא وأن ا ــא ذכ ــ כ ــ ا ــ ــ ا

. ــ א ــ رب ا وا

ــא ] ١٢٤١[ ــא ــא ذכ ن כ ــ س ــ א ــאل ــא اج כ ــ ــא ــאل إ ــ ل ــ ــא وأ

ن ــ ــא س. وأ ــ א ل ــ ــא ــ أ ــ ــאن، ــ כ כــ ا ــ ل أ ــ ــ ــא أ

ــא ــאر، اء وا ــ ــאء وا اب وا ــ ــ ا ــ و כــ ا ــא ــ ــ ا ر ــ ا א ا

ــ ــ أن ز أ ــ ي ــ ــאل، ا ــ وا ــ ا א ــ ا ــא، و ات ــ ــא כ

. ــ ــא م ــ ات ــ ات و ــ ات، و ــ ات و ــ

ــאرد، ] ١٢٤٢[ ــא ــ ار ــ ــאر أو ــא م ــ ــ ــאل أن ــכ وכ

ــ א ــא ــא، و ا ــ ن ا כــ ــ أن ات، ــ ــא م ــ ــ ــ و ــ و أو

. ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 836: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi836

[1243] “Nefsin sadece bir araz” olduğunu ve “nefsin bedene girip çı-

kan bir hava/esinti, ruhun da bir araz onun da hayat olduğunu” söyleyen

kimsenin görüşüne gelince, şüphesiz bu iki görüşü, el-Esam b. Keysan’ın

görüşünü iptal etmek için zikrettiğimiz her şey geçersiz kılar. Ayrıca bu

iki görüşün sahipleri İslâm’a mensupturlar. Kur’ân-ı Kerim onların görüş-

lerini tam olarak geçersiz kılmaktadır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyur-

muştur: “Allah, (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de

uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli

bir süreye (ömürlerinin sonuna) kadar bırakır.” 798

[1244] Böylece nefislerin cesetlerden farklı olduğu zorunlu bir şekilde

anlaşılmaktadır. Nefisler, uykuda ve ölüm anında alınmaktadırlar. Sonra

uyanıklık hâlinde iade edilmekte, ölüm anında ise tutulmaktadır. Bu, asıl

itibarıyla cesetlere yönelik bir ölme işlemi değildir. Sağlıklı duyulara sahip

olan herkes kesin bir şekilde bilir ki arazların alınması ve taşıyıcıları olan

cesetten ayrı olmaları mümkün değildir. Bu şekilde devam ederler. Sonra

onlardan bazıları iade edilir, bazıları ise tutulur. Bu olmayacak bir şeydir

ve doğru da değildir. Çünkü araz, kendisini taşıyan cismin yok olmasıyla

yok olur. Aynı şekilde bir tutam aklı olan bir kimsenin bedene girip çıkan

havanın uyku anında alınan şey olduğunu düşünmesi de mümkün değil-

dir. Bu nasıl olabilir ki, o uyanıklık hâlinde olduğu gibi uykuda da devam

etmektedir. Bunların arasında bir fark yoktur.

[1245] Yüce Allah’ın “(Zâlimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpın-

dığı;) meleklerin, ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı kurtarın! Bugün aşağı-

layıcı azap ile cezalandırılacaksınız” 799meâlindeki sözü bu şekildedir. Do-

layısıyla araza ve havaya azap edilmesi mümkün değildir. Yine Allah Teâlâ

şöyle buyurmuştur: “Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden

zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rab-

biniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)”

demişlerdi...” 800

5

10

15

20

25

Page 837: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 837

ــ ] ١٢٤٣[ ــא ا ــאل: إ ــ ل ــ ، و ــ ض ــ ــא ــאل إ ــ ل ــ ــא وأ

ن כ ــ ــאة، ــ ا ض و ــ ــ وح ــ اء، وأن ا ــ ــ ا ــאرج ــ وا ا ــ ا ا

ن ــ ــא ــאن. وأ ــ כ ــ ل ا ــ ــאل ــ إ ــא ــא ذכ ــכ ن ــ ــ ــ ا

: ــ א ــאل ا ــא ــ ــ آن ــ م، وا ــ ــ ا ن إ ــ ــ ــ ا ــ أ

ــ ــ ــכ ا ــא א ــ ــ ــ ــ ــא وا ــ ــ ــ ا ﴿ا

﴾ ــ ــ أ ــ ى إ ــ ا ــ ت و ــ ــא ا

ــאة ] ١٢٤٤[ ــ ا ــ ــאد، وأن ا ــ ا ــ ورة أن ا ــ ــ

ــ ا ا ــ ــ ت، و ــ ــ ا ــכ ، و ــ ــ ا د ــ ــ ت، ــ م وا ــ ــ ا

ــ כــ أن ض ــ ــ أن ا ــ ري כ ذي ــ ــ ، و ــ ــאد أ

ــא ا ــ ، ــ ــכ ــ و د ــ ــ ــכ ــ כ ، و ــ ــ א ــ ا ــאرق ا

ــ כــ أن ــכ ــ وכ ــ א ــ ا ا ــ ض ــ ن ا ز ــ ن و כــ

ــכ ــ ذ م وכ ــ ــ ا ــ ــ ا ــ ا ــאرج وا اء ا ــ ــ أن ا ــ ــכ ذو

ق. ــ ــ و ــאل ا ــ ــא כאن م כ ــ ــאل ا ــ ــאق ــ و

]١٢٤٥ [ ــכ ا أ ــ أ ــ أ ــ א כــ : ﴿وا ــ א ــ ــכ وכ

ــא اء. وأ ــ ض و ا ــ ب ا ــ כــ أن ــ ن﴾ ــ اب ا ــ ون ــ م ــ ا

ــ ذر ــ ر ــ آدم ــ ــ ــכ ر ــ أ ﴿وإذ ل: ــ ــ و ــ ا ن ــ

﴾ ــ ا ــ א כــ ــ أ ــ أ ــ ــ وأ

٥

١٠

١٥

Page 838: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi838

[1246] Ebû Muhammed şöyle dedi: İşte bu âyet, genel olarak prob-

lemi ortadan kaldırmakta ve nefsin bedenin dışında olduğunu açıklamak-

tadır. Nefis akıllı, mükellef ve muhatap alınan bir varlıktır. Çünkü sağlıklı

duyulara sahip olan bir kimse, yüce Allah’ın onlardan bu ahdi aldığı zaman

cesetlerin toprak, su, hava ve ateş içinde dağınık bir hâlde oldukları husu-

sunda şüphe etmez. Âyetin metni, bizim dile getirdiğimiz hususu gerekli

kılmaktadır. Nasıl olmasın ki, âyette nefislerin kendilerine karşı şahit tu-

tulmaları ifade edilmektedir. Müslüman bir kimsenin nefsi, bu âyetlerin

hilafını kabul etmekle nasıl huzur bulduğunu bilemiyorum! Allah Elçisin-

den (s.a.) gelen haberler de böyledir. Nitekim Hz. Peygamber, İsra gecesi,

dünya semasında iken, Hz. Âdem’in sağında ve solunda zürriyetinin ruh-

larını görmüştü. Saadet ehli olanlar Âdem’in sağ tarafında idiler, şekavet

ehli olanlar ise onun sol tarafında idiler. Arazların orada bâki olması ya da

orada esintinin (havanın) olması -ki o da havadan alıp verilen bir havadır-

imkânsız olan şeylerdendir.

[1247] Ebû Muhammed şöyle dedi: Şayet Ebu’l-Hüzeyl, Bâkıllanî

ve bu ikisini taklît eden kimselerin söyledikleri gerçek olmuş olsa idi, bu

durumda insan her bir saatte binlerce ruh ve üç yüz binden daha fazla

nefis değiştirmiş olurdu. Çünkü onlara göre araz, iki vakitte bâki kalmaz,

bilakis yok olur. Onlara göre araz daimi olarak yenilenir. Onların görü-

şüne göre her canlının ruhu her vakitte bir önceki ruhundan başkadır.

Bu şekilde onlara göre insanın ruhu nutukla değişmektedir. Aynı şekilde,

herkes nefes alıp vermekle vücuda giren sonra da çıkan havanın ikinci te-

neffüsle giren havadan farklı olduğuna kesin olarak şahitlik eder. Böylece

insan -Eş‘arîlerin görüşüne göre- her vakitte pek çok nefis değiştirir; şu

anki nefsi az önceki nefsinden farklıdır. Bu ise, hiçbir gizliliğin olmadı-

ğı bir ahmaklıktır. Netice olarak bu iki grubun görüşü, Kur’ân’ın nassı,

sünnet, icmâ, müşâhede ve mâkul ile geçersiz olmuştur. Âlemlerin rabbi

olan Allah’a hamd olsun.

5

10

15

20

25

Page 839: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 839

ــ ] ١٢٤٦[ ــ ــ أن ا ، و ــ ــכאل ــ ا ــ ه آ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ أن ــ ــ ــכ ذو ــ ، ــ כ ــ ا א ــ ا א ــ ا ــא ، وإ ــ ا

اء ــ ــאء وا اب وا ــ ــ ا دة ــ ــ ــ כא ا ا ــ ــא ــ ا ــ أ ــאد ا

ــ ــ ــא و אد إ ــ ــ أن ا ــא ــ و כ ــא ــא ــ ــ ــ ا ــאر، و وا

ــכ ص؟ وכ ــ ه ا ــ ف ــ ــ ــ ح ــ ــ ــא أدري כ س؟ و ــ ا

ــ ــ ى ــ ــ أ ــא אء ا ــ ــ ــ رأى ــ أ ــ و ــ ا ل ا ــ ــאر ر إ

ــאره ــ אوة ــ ــ ا ، وأ ــ ــ אدة ــ ــ ا ــ ــ ــאره ــ ــ آدم و

ــ ن ا כــ ــכ أو أن א ــ א اض ــ ن ا כــ ــ أن א ــ ا م. و ــ ــ ا

اء. ــ ــ ا دد ــ اء ــ ــ ــכ، و א

ــא ] ١٢٤٧[ ــ ، و ــ א ــ وا ــ ا ــ أ א ــא ــ כאن : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ أ א ــ ــ ــ روح وأز ــ أ ــא أ ــ כ ل ــ ــאن ــכאن ا ــא،

وح ــ ا، ــ ــ أ د ــ ــ و ــ ــ ــ و ــ ض ــ ن ا ، ــ

ا כــ ــכ، و ــ ذ ــ ــ כא ــ ا ــ رو ــ ــ כ و ــ ــ ــ כ

اء ــ ــ أن ا ــא כ أ ــ ــכ ــאب، وכ א ــ ــאس ل أرواح ا ــ

ل ــ ــאن א . ــ א ــ ا א ــ ا اء ا ــ ــ ا ــ ج ــ ــ ــ א ــ ا ا

ا ــ ــא، و ــ آ ــ ن ــ ا ــ و ــ כ و ة ــ ــא כ ــ أ ل ا ــ ــ

ة ــא ــאع وا ، وا ــ آن وا ــ ــ ا ــ ل ا ــ ــ ــ ــאء ــ

. ــ א ــ رب ا ل، وا ــ وا

٥

١٠

١٥

Page 840: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi840

[1248] Bu iki grup genel olarak delilden yoksun olmakla birlikte ileri sürdükleri görüşleri sadece bir iddiadır. Bu şekilde olan bir şey ise, bâtıldır. Bâkıllanî, şehitlerin ruhları ve Firavun ailesinin ruhları konusunda ileri sürülen hususları dile getirmesi anında açıklamış ve şöyle demiştir: Bu, iki şeklin birisine göre; cismin cüzlerinin en küçük olanına hayat arazının konulması sûretiyle çıkabilir. Onlardan bizim de gördüğümüz bir kimse, ruhun acbu’z-zeneb’e801 konulacağını söylemiştir. Bu şahıs, Hz. Peygam-ber’den (s.a.) gelen “Toprak insanoğlunun acbü’z-zeneb dışındaki bütün cesedini yiyip tüketir. İnsan acbü’z-zeneb’ten yaratılmıştır; tekrar ondan meydana getirilecektir”802 anlamındaki haberi delil getirmiştir.

[1249] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, söz konusu haberi delil olarak gösteren kimse tarafından ortaya konulan bir çarpıtmadır. Çünkü hadis-te Acbü’z-zeneb’in dirilteceği yorumunu mümkün kılan ne bir açıklama, ne bir delil ne de bir işaret vardır. Ancak hadiste, toprağın acbü’z-zeneb’i yiyip bitirmeyeceği, ondan yaratıldığı ve yine ondan meydana getirileceği bilgisi vardır. Böylece bu görüş sahibinin çarpıtması ve görüşünün zayıflığı ortaya çıkmıştır. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun. Bâkıllanî, “Bu hayat için, başka bir cesedin yaratılmasına gelince, bu mümkün değildir.” demiştir.

[1250] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, zahmetsiz bir şekilde tena-süh803 taraftarlarının mezhebidir. Bundan dolayı o nakledilen şu hadisi delil getirmiştir: “Müminin ruhu (neseme), cennetin meyvelerine konan bir kuştur ve Arşın altındaki kandillere sığınır.” Bazı kaynaklar da ise şöyle denilmiştir: “Müminin ruhu, yeşil bir kuş şekline bürünür..”

[1251] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu haberde onların lehine olan bir delil yoktur. Çünkü Allah Resulünün (s.a.) “asılmış/yapışmış bir kuştur” şeklindeki sözünün anlamı câhillerin zannettiği gibi değil zâhirine göredir. Şüphesiz ki Allah Resulü (s.a.), müminin ruhunun kuş sûretine dönüşmesi anlamında değil ama cennette uçuyor olması manasında onun ruhunun bir kuş olduğunu haber vermiştir. Şayet birisi, “Neseme ( ruh, can, nefis) müennestir.” derse, şöyle cevap veririz: Bedevi bir Arap’ın “Kitabım sana geldi (etetke kitâbî..) de onu hafife aldın.” şeklinde söylediği fasih olarak gelmiştir. Buradan hareketle ona, “Kitap müennes midir?” diye sorulur.

5

10

15

20

25

30

Page 841: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 841

ا ] ١٢٤٨[ כــ ــא כאن . و ــ ى ــ ــא د ، وأ ــ ــ ــ ا ــא ــ ا ــ

اء وأرواح ــ ــ أرواح ا ض ــ ــא ه ــ ذכــ ــ א ح ا ــ ــ . و ــ א ــ

ء ــ ــ ــ أ ــאة ض ا ــ ــ ن ــ ــ ــ و ج ــ ا ــ ــאل: ن ــ آل

ــ ــ ا ــ ــאة ــ ا ــ אه ــא ــ ــ ــאل ، و ــ اء ا ــ ــ أ

اب إ ــ ــ ا כ ــ آدم : כ ا ــ ــ و ــ ا ل ا ــ ــ ر ــ א ــ وا

. כــ ــ ــ و ــ ــ ــ ا

ــ ] ١٢٤٩[ ــ ــ ، ــ ا ا ــ ــ ــ ا ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ ا ــ أن ول ــ כــ أن ــאرة، ــ و إ ــ و د ــ ا

ــ ــ ا ــ ــ اب، وأ ــ ــ ا כ ــ ــ ا ــ أن ــ ا ــא ــא، وإ

ــאل . ــ א ــ رب ا ، وا ــ ــ و א ا ا ــ ــ ــ . ــ כــ ــ و

. ــ ، ــ ــ آ ــאة ــכ ا ــ ــא أن : وأ ــ א ا

ــ ] ١٢٥٠[ ، وا ــ ــ ــ א ــאب ا ــ أ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ وى إ ــ ، و ــ ــאر ا ــ ــ ــ ــ ــ ا ر. أن ــ ــ ا א ــכ

. ــ ــ ــ ا ــ ــא ــא أ ــ ش و ــ ــ ا ــ אد

ــ ] ١٢٥١[ ــ ن ، ــ ا ا ــ ــ ــ ــ و : ــ ــ أ ــאل

ــא وإ . ــ ا ــ أ ــ ــ و ه ــ א ــ ــ ــ ــ א م ــ ا ــ

، ــ ــ ا ــ ــ ــא أ ــ ــ א ــ ا ــ أن م ــ ا ــ ــ أ

ــ ــ ــ ــא ــ ــ ا إن ــ ن ــ ، ــ ر ــ ــ ــ ــא أ

ــאب؟ כ ا ــ أ ــ ــ ــא، ــ א ــ א כ ــכ أ ــאل ــ أ ــ ــ

٥

١٠

١٥

Page 842: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi842

O da “Sahifeler değil midir?” diye cevap verir. Aynı şekilde “Neseme” de ruh-tur, bundan dolayı müzekker olarak ifade edilmiştir. “Müminin ruhu, yeşil bir kuş şekline bürünür..” şeklindeki ziyadeliğe gelince bu, ruhun sığındığı bu kandillerin sıfatıdır. Bu iki hadis birlikte bir hadis ve bir haberdir.

[1252] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu iki yanlış vecihten, ancak şa-kaya benzeyen delili olmayan yalancı bir iddia ya da tenasüh taraftarlarının görüşüne varan mutlak anlamda küfür ve hadisin anlamının tahrif edilmesi hâsıl olur. Aşırılığa düşmekten Allah’a sığınırız. Böylece bu iki görüş geçersiz olmuştur. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun. Öncekilerden bazıla-rı, Muammer ve taraftarlarının “Nefis, cevherdir, cisim değildir.” şeklindeki sözlerine gelince, onlar görüşlerini bazı iknaî delillerle kamufle ettiler. Rakibe karşı insaflı bir şekilde delil ortaya konulabilmesi için bunların eleştirilmesi ve ortaya konulması gerekir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1253] Ebû Muhammed şöyle dedi -Allah ona rahmet etsin-: Şayet nefis cisim olmuş olsa idi, bu durumda muharrikin kendi ayağını hare-ket ettirmesi ile onu hareket ettirmek istemesi ve taşıması arasında cismin hareketine göre bir zaman olurdu. Çünkü nefis, cesedi hareket ettiren ve onun hareketini murat edendir. Onlar şöyle dediler: Şayet ayağı hareket ettiren cisim olsa idi, bu durumda ya söz konusu uzuvlarda meydana gelen ya da uzuvlara giden bir şey olurdu. Eğer uzuvlara giden bir şey olsa idi, kaçınılmaz olarak bir zamana ihtiyacı olurdu. Şayet uzuvlarda meydana gelen bir şey olsa idi, o zaman hareketin kendisiyle meydana geldiği bu organı kestiğimizde, hareket eden uzuvda asıl itibarıyla ondan herhangi bir şey kalmazdı. Şayet orada muharrik hâsıl olsa idi, söz konusu uzuvda ondan bir şey kalırdı.

[1254] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, manası olmayan bir şeydir. Çünkü nefis, dördüncü bir ihtimal söz konusu olmaksızın şu üç şeklin birisinden uzak kalamaz. Ya nefis, elbise gibi dışarından cesedin tamamını kuşatmış olmalıdır; ya da balçığın içindeki su gibi içeriden cesedin tama-mına nüfuz etmiş olmalıdır; ya da kalp veya beyin olan cesetle aynı mekân-da olmalıdır veya onun kuvveleri cesedin tamamına yayılmış olmalıdır.

5

10

15

20

25

35

Page 843: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 843

ــא ــ ــאدة ا ــא ا ــכ، وأ כــ ــ روح ــכ ا ؟ وכ ــ ــ ــאل أو

ــאن ــא، وا وى إ ــ ــ ــ ا אد ــכ ا ــ ــא ، ــ ــ ــ ا ــ ــא أ

. ــ ــ وا ــ و ــ وا ــא ــ ] ١٢٥٢[ ــ إ א ــ ا ــ ا ــ ــ ــ : و ــ ــ ــאل أ

ل ــ ــ ، إ ــ ــ ا د ــ ــ ــ כ ل أو ــ ــ ا ــ ــ د ــ ى כאذ ــ د

ن. ــ ــ ا ــא ذ ــ ، و ــ ــ و ــ ــ ا ــ ــ و א ــאب ا أ

ــ ــאل إن ا ــ ل ــ ــא . وأ ــ א ــ رب ا ن، وا ــ ان ا ــ ــ

ــאت א אء إ ــ ا ــ ــ ، ــ א ــ وأ ، و ــ وا ــ ا ــ ــ

ــא ، و ــ ــאف ــ ا ــ و ــאن ــ ا ــא ــא، و اد ــ إ

. ــ ــ ا א

ــכ ] ١٢٥٣[ ــ ــכאن א ــ ــ ــ ا ــ כא ا ــ א : ــ ــ ــאل أ

، إذا ــ ــ و כــ ا ر ــ ــ ــאن ــא ز כ ــ ــ إراد ــ و ك ر ــ ا

ــ ك ــ ــ כאن ا ا ــ א ــ כ ة ــ ــ وا כــ ــ ا ــ ا

ن ــ ــא ــא إ א ــא ــאء، وإ ه ا ــ ــ ــ א ن כــ ــא أن ــ إ ــכאن א ــ

ــכ ــא ــ إذا ــא ــ א ، وإن כאن ــ ة و ــ ــ ــאج إ ــא ا ــא إ א כאن

ء ــ ك ــ ي כאن ــ ــ ا ــ ا ــא ــ ــ ــ כ ن ا כــ ــא ــ ــ ا ا

. ــ ــכ ا ــ ذ ء ــ ــ ــ ــ ــ א ك ــ ــכ ا ــ כאن ذ ، ــ أ

ــ ] ١٢٥٤[ ــ ــ أ ــ ــ ن ا ــ ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــא أن ب وإ ــ ــאرج כא ــ ــ ــ ا ــ ن כــ ــא أن ــא، إ ــ ــ را أو

ــ ــכאن وا ــ ن כــ ــא أن ره. وإ ــ ــ ا ــאء ــ כא ــ دا ــ ــ ن כــ

. ــ ــ ا ــ ــ ــא ا ن כــ ــאغ، و ــ أو ا ــ ا ــ و ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 844: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi844

Bunlardan hangisi olursa olsun, cesetten bir parça olması bakımından ayağın hareket ettirilmesini istemesinden dolayı bu hareket zamansız bir şekilde onun iradesiyle birlikte olur. Uzaktaki bir nesneyle karşılaştığında gözün zamansız bir şekilde onu idrak etmesi böyledir. Söz konusu organ kesildiği zaman, her ne kadar cesedin tamamını dışarıdan kuşatmış olsa ya da içeriden cesedin bütününe yayılmış olsa da bu uzva yayılmış olan nefsin cisminden (varlığından) herhangi bir şey eksilmez. Bilakis o vakitte duyar-lılığı geçersiz olan uzuv farklı olur ve zamansız bir şekilde cesetten ayrılmış olur. Onun ayrılığı da bu uzuvdan dolayı olur. Tıpkı su ile doldurulan bir kaptan havanın ayrılması gibi. Eğer nefis, cesedin bir yerinde sükûn etmiş olsa idi, kesilen organdan zorla alınması bu parçaya gerekmezdi. Bilakis o zaman -her ne kadar ona yapışmasa da mıknatısın demiri hareket ettirmesi gibi- uzuvların hareket ettirilmesi zamansız bir şekilde nefsin fiili olurdu. Böylece bu yanlış ilzam geçersiz olmuştur. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun. Onlar, “Şayet nefis cisim olsa idi, onun bir kısmını ya da tamamını bilmemiz gerekirdi.” dediler.

[1255] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu aynıyla yanlış bir sualdir. Ce-vabı şöyledir -Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır-: Nefisya bütünüyle ya da bir kısmıyla bilinemez. Çünkü basit804 olan her şey, çeşitli tabiatlardan dolayı mürekkep değildir, o da tek ve bir tabiattır. Nitekim ateşin bütünü de bir kısmı da yakıcı olması gibi, tek tabiat olan bir şeyin kuvvesi, kendi kısım-larının tamamında ve bir kısmında eşittir. Sonra bu sual ile bize yöneltilen itirazın ne olduğunu ve bundan hareketle nefsin cisim olmadığına dair istid-lâllerinin ne olduğunu da bilmiyoruz. Şayet “Nefis cevherdir, cisim değildir.” şeklindeki iddialarının iptali konusunda itirazları onlara geri çevrilse, onlar ile onlara ait olan bu şekildeki sual arasında asla bir fark olmazdı.

[1256] Onlar şöyle dediler: “Bir cisme başka bir cisim ilave ettiğin za-man onun kemiyeti ve ağırlığının artması” cismin durumlarından biridir. Yine onlar şöyle dediler: Şayet nefis cisim olsa ve sonra da görünen bir cisme girmiş olsa, bu durumda cesedin daha ağır olması gerekir. Nitekim biz, nefis cesetten ayrıldığında, nefis cesette olduğu zamana göre, cesedin daha ağır olduğunu görürüz.

5

10

15

20

25

30

Page 845: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 845

ــא ــ إراد ن כــ ــ ــ ا כــ ــ ــא ــא כ ه כאن ــ ه ا ــ ي ــ

ــ ــ ا ــאن، وإذا ــ ز ــ ــ ا ــ ــא ــ دراك ا ــאن כ ز ــכ

ــ ــ ــ ــ إن כא ــכ ا ــ ــ ــ ا ــ ــא כאن ــ ــ

ــ ــ ي ــ ــ ا ــאرق ا ــ ــאرج، ــ ــ ــ ، أو ــ ــ دا ــ ا

اء ــ ــ ا אر ــ כ ــכ ا ــא אر ن כــ ــאن، و ــ ز ــ ــ ــ و ــ ا

ــ ــ ا ــ ــ وا ــ ــאכ ــ ــ ا ــא إن כא ــאء، وأ ء ــ ي ــ ــאء ا

ــ ــא ن כــ ــ ع، ــ د ا ــ ــ ا ــ ــ أن ا ا ــ ــ م ــ ــ

ــ ــ ــ ــ وإن ــ ا ــ א ــ ا ــ ــאء כ ــא ا כ ــ

ــ ــ כא ا ــ א .و א ــ رب ا ، وا ــ א ام ا ــ ا ا ــ ــ ــאن ز

ــא. כ ــא أو ــ ــ أن א ــ ــ ا

ــ ] ١٢٥٥[ א ــא اب و ــ ، وا ــ ــ א ال ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ א ــ ــ כ ــ ــ ن כ ــא، ــא أو כ ــ إ ــא ــ أ ا

ــ ، و ــ א ــ أ ــ ــ ة ــ ــ وا ــא כאن ة و ــ ــ وا ــ ، ــ

ا ــ ــ ــא و ري ــ ــ ــא، ــא و כ ق ــ ــאر اء כא ــ ــ א ــ أ

ــ ــ و ــ ــא ــ أ ــ ــ ــ ا ــא و ال، و ــ ا ا ــ ــא اض ــ ا

ــא ــ ا ــ و ــא כאن ــ ــ ــא ــ أ ا ــאل د ــ إ ــ כــ

. ــ ق أ ــ ــכ ــ

ــ ] ١٢٥٦[ ــ زاد א آ ــ ــ ــכ إذا زدت ــ أ ن ا ــ ــ ا: إن ــ א و

ــ أن ــ א ــ ا ــ ا ــ دا א ــ ــ ــ ا ــ כא ا ــ א ــ ــ و כ

ــ ــ ا אر ــ إذا ــ ا ــ ــ و ــ دون ا ــ ــ أ ــ ن ا כــ

. ــ ــ ــ ا ، إذا כא ــ ــ أ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 846: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi846

[1257] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu yanlış bir münakaşadır, ya-lancı ve bâtıl bir mukaddimedir. Çünkü onların ifade ettiği şekilde her cisim, ona başka bir cisim ilave edildiğinde, yanlızken daha ağır olduğu söylenemez. Ancak bu, merkeze ve ortaya gelmeye çalışan ağır cisimlerde gerçekleşir. Yani aşağıya doğru hareket etme, sıvılardan ve toprak cinsinden olan maddelerden aşağıya çökme tabiatında olan cisimler de gerçekleşir. Tabiatı itibarıyla yukarı doğru hareket eden cisimlere gelince, bu durum onlarda meydana gelmez. Bilakis bunun zıddı gerçekleşir. (Yukarıya doğru hareket eden cisimlerden) biri, ağır bir cisme eklendiği zaman onu hafifle-tir. Nitekim sen, öküz derisinden ya da deve derisinden yapılmış bir tulu-ma hava ile doluncaya kadar üfleyip sonra onu tarttığında, boş olduğun-daki ağırlığına göre onun ağırlığında bir ziyadeliğin olmadığını görürsün. Şayet o inci çiçeği yaprağı olsa bile tulumlardan yükselen şey de böyledir.

[1258] Nitekim biz ağır bir cisme eklediğin büyük bir cismin gerçek-ten hafiflediğini görürüz. Şayet sen, şişirilmemiş bir tulumu suya atsan dibe çöker. Onu şişirip attığın zaman hafifler, suyun üzerinde yüzer ve batmaz. Bundan dolayı yüzen kimseler onu kullanırlar. Çünkü o, yüzen-leri su üzerinde tutar ve batmalarını engeller. Cesetle birlikte olan nefis de böyledir. Bunların tamamı aynı konudur. Çünkü nefis, yukarı doğru hare-ket eden felekî bir cisim olup havadan daha hafiftir. Yukarı doğru hareket etmek ister. Nefis cesette olduğu zaman cesedi hafifletir. Böylece onların sahtekarlıkları geçersiz olmuştur. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun. Yine onlar şöyle dediler: Şayet nefis cisim olsa idi, bu durumda ister ağır isterse hafif, ister sıcak ister soğuk, ister yumuşak isterse sert olsun bazı özelliklere sahip olurdu.

[1259] Ebû Muhammed şöyle dedi: Evet nefis, gerçek anlamda hafif-tir, hatırlayıcıdır, akıllı, mümeyyiz ve diridir. İşte bunlar nefsin özellikleri ve sınırlarıdır. Öyle ki nefis bu özellikleri sebebiyle, faziletler ve rezilet-lerden kendisine yüklenmiş olan diğer arazlarla birlikte diğer mürekkep cisimlerden farklı oldu. Sıcak, kuru, soğuk, rutubet, yumuşaklık ve sertliğe gelince, şüphesiz bunlar feleğin dışındaki cisimlerin arazlarıdır. Fakat zik-redilen bu arazlar, nefiste lezzet ya da elem olarak etki ederler. Dolayısıyla o, zikrettiklerimizin tamamından etkilenmektedir. İşte bu, nefsin cisim ol-duğunu ve arazları taşıdığını ispat eder.

5

10

15

20

25

30

Page 847: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 847

ــ ] ١٢٥٧[ ــ ، ــ ــ כאذ א ــ ــ و א ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــא ه، وإ ــ ــ و ــ ــ כאن أ ــ آ ــ ــ ــ إذا ز ــ أ وه، ــא ذכــ ــ כ כ

ــא ــ ــ ــ ا ، ــ ــ כــ وا ــ ا ــ ــאم ا ــ ا ا ــ ض ــ

ــא ك ــ ــ ــא ا ــאت، وأ ر ــאت وا א ــ ا ــ ، و ــ ك ــ أن

ــ ــ ــ ــא إ ــ ــ ــ وإذا أ א ــ ــ ا ــא، ــכ ض ذ ــ ــ ا ــ

ــ כــ ــ أ ــ ــ ر أو ــ ــ ــ ــא ــ ز ــ ــכ ى أ ــ ــכ ــ

ــא אر ــ כאن ــ ار وز ــ ــ ــאدة ــ ز ــ وز ــ ــכ ــ ــ وز اء ــ ــ

. ــ ــ ــ ــ ور ــ أ ــ و א ــ ا ــ ــא ــכ . وכ ــ أ

ــ ] ١٢٥٨[ ــ ا ــ ا ــ إ ي إذا أ ــ ــ ا ــ ا ــ ا ــ و

ــ ذا ــ ــ ــאء ا ــ ا خ ــ ــ ا ق ــ ــ ا ــ ر ــכ ا، ــ ــ

ــ ــ ــ ن ــ א ــ ا ــכ ــ وכ ــ ــאم، و ــ و ــ ــ ور

ن ، ــ ــ כ ــאب وا ــ ــ و ــ ا ــ ا ا כــ ب، و ــ ــ ا ــ ــאء و ا

ــ ــ ا ــ ــ ــ اء، وأ ــ ــ ا ــ כــ أ ي ــ ــ ــ ا

ــ ــ כא ــא ا أ ــ א . و ــ א ــ رب ا ، وا ــ ــ ، ــ ــ إذا כא

ــאردة، ــא ــאرة وإ ــא ، وإ ــ ــא ــ وإ ــא ، إ ــ א ــ ذات כא א ــ ــ ا

. ــ ــא ــ وإ ــא وإ

ة ] ١٢٥٩[ ــ ــ א ة ــ ذاכــ ــ ا א ــ ــ ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــאت، כ ــאم ا ــא ا ــ ــא ــ א ــ ــא ا ود ــא و ا ه ــ ، ــ

د ــ ــ وا ــ وا ــא ا ، وأ ــ ذا ــ وا א ــ ا ــא ــ ــא ا ا ــא أ

ــכ ــ دون ا ام ا ــ ــ ا א اض ــ ــ أ ــ ــא ــ ــ وا ــ وا وا

ــ ، ــ ة أو ا ــ ــ ا ــ ا ة ــ رة כــ اض ا ــ ه ا ــ כــ ، و ــ א

اض. ــ ــ ا ــ ــא ــ أ ا ــ ــא، و ــא ذכ ــכ ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 848: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi848

[1260] Yine onlar şöyle dediler: Cisimlerden olan varlıkların keyfiyet-leri (nitelikleri) hissedilir. Keyfiyeti hissedilemeyen bir şey ise cisim değil-dir. Nefsin nitelikleri de faziletler ve reziletlerdir. Keyfiyetin bu iki türü ise, hissedilir değildir. Öyle ise nefis cisim değildir.

[1261] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu yanlış bir münakaşa ve doğru olmayan bir mukaddimedir. Çünkü “Keyfiyetleri hissedilemeyen bir şey, cisim değildir.” şeklindeki sözleri, yalan bir iddiadır, doğruluğuna dair ne aklî ne de hissî bir delil vardır. Bu şekilde olan bir şey ise, geçersiz ve reddedilmiştir; herhangi bir kimse bunun bir benzerini ileri sürmek-ten âciz değildir. Fakat biz, zorunlu hissî bir delil ile bu iddiayı -Allah’ın yardımıyla- iptal etmedikçe bu kadarıyla yetinmeyiz. O da şudur: Felek cisimdir, onun keyfiyetleri ise gayrı mahsustur. Zâhir ve lazurdi olan renk, bazı elementlerin imtizacı (iç içe geçmesi) ve görme çizgisinin ona düşmesi açısından kendisi dışındaki bir şeyde meydana gelir. Bunun delili ise, ken-disinde meydana gelen arazlara göre bu rengin değişmesidir. Nitekim sen, bir seferinde onu saf anlamda beyaz olarak görürsün, başka bir seferinde açık kırmızı görürsün. Netice olarak onların görüşünün yalan ve soyut bir iddia olduğu ortaya çıkmıştır. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1262] Yine duyuların onlara vâki olması bakımından cismin türleri birbirinden üstün olabilir. Bazı cisimlerin rengi, tadı ve kokusu idrak edi-lebilir. Hava gibi bazı cisimler ancak dokunmakla algılanabilir. Ateş de bunlardandır; duyulardan herhangi biri hiçbir şekilde ona vâki olmaz. O, alanı büyük her tarafı havayla kuşatılmış bir cisimdir. Buradan hareketle, her ne zaman cisim letafet ve saflık açısından ziyadeleşirse ona duyuların vâki olmayacağı gerekli olmuştur. Bu, nefsin ve nefsin dışındaki varlıkla-rın da hükmüdür. Onun ekseriyeti, nefis açısından duyularla algılanabilen şeylerdir. Elbette his/duyu ancak nefse aittir, algılayan sadece o dur. Dola-yısıyla nefis, duyularla algılanan (mahsus) değil, algılayan (hassas)dır. Her algılayanın, algılanan bir varlık olması hususu ne akıl ne de duyular sebe-biyle asla gerekli değildir. Böylece onların görüşü genel anlamda geçersiz olmuştur. Âlemlerin rabbine hamd olsun.

30

25

20

15

10

5

Page 849: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 849

ــא ] ١٢٦٠[ و ، ــ ــ א כ ــאم ا כאن ــ ــא إ ــא: أ ا ــ א و

ــ א ــ ا ــא ــ إ ــאت ا א، وכ ــ ــ ــ ــ א כــ כ ــ

ــ ــ א ــ ــא ــאت כ ا ــ ــאن ا ان ــ و ، ــ ذا وا

. א ــ

ــ أن ] ١٢٦١[ ن ، ــ ــ כאذ ــ و א ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ، ــ ــא أ ــאن ــ ى כאذ ــ א د ــ ــ ــ א ــ כ ــא

، ــ ــ أ ــ ــ ح ــ ــא و ل ــ ــ ا כــ ــא כאن ، و ــ و

ن ا ــ وري ــ ــ ــאن ى ــ ــ ا ا دون أن ــ ــ ــא כ و

زوردي ــ ن ا ــ ــא ا ، وأ ــ ــ ــ א ، وכ ــ ــכ ــ أن ا ، و ــ א

ــ ــ ا ع ــ ــ وو א ــ ا اج ــ ــ ا ــ ــא دو ــ ــא ــ א ا

ة ــ ، ــ ة ــ ارض ا ــ ــ ا ن ــ ــכ ا ل ذ ــ ــכ ــאن ذ ــא، و

ــ أن ــ ة، ــ א ة ــ ــ ى ــ ة ــ و ــאض، ا ــ א ــ أ اه ــ

. ــ ــ ا א ــא ــ و دة כאذ ــ ى ــ د

ــ ] ١٢٦٢[ ، ــ اس ــ ع ا ــ ــ و ــ ا ــ أ א ــ ن ا ــ ــא وأ

اء ــ . כא ــ ــ ــ إ ا رك ــ ــא ــ ــ و ــ ور ــ و رك ــ ــא

ــ ــ ــ أ اس ــ ــ ا ء ــ ــא ــ ــא ــ ــאر ا ــא و

ا أن ــ ــ ــ ، ــ اء כ ــ א ــ ــא ــ ا ــ ــ ه، و ــ ا

ــ כــ ا ا ــ اس، و ــ ــ ا ــ ــ ــאء ــ و א ــא زاد ــ כ ا

ــאس ــ و ــ إ ــ أ ــ س ــ ه ــ כ ــ ــא دون ا و

أن ــ و ــ ــ ــ ــ و ، ــ ــ א ــ ، ــ إ

. ــ א ــ رب ا ، وا ــ ــ ــ ــא، ــאس ن כ כــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 850: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi850

[1263] Onlar şöyle dediler: Hiç bir cisim, duyuların tamamından ya da bir kısmından uzak kalamaz. Nefis ise, duyların tamamının ya da bir kısmının altına sokulamaz. Öyle ise nefis, cisim değildir.

[1264] Ebû Muhammed şöyle dedi: Daha önce ifade ettiğimiz gibi, bu yanlış bir mukaddimedir. Çünkü cisimlerden olup da rengi olmayan bir şey, -hava ve onun yapıtaşı içindeki ateş gibi- gözle idrak olunamaz. Yine kokusu olmayan bir şey de, -hava, ateş, taş, cam ve bunların dışındaki varlıklar gibi- koku alma duyusuyla idrak edilemezler. Yine hava, ateş, taş ve cam gibi tadı olmayan varlıklar da tatma duyusuyla algılanamazlar. Ay-rıca -durgun hava gibi- dokunma mahâlli olmayan varlıklar da dokunma duyusuyla algılanamazlar. Nefis rengi, tadı, dokunulma mekânı, ve kokusu olmayan bir varlıktır. Dolayısıyla nefis, duyulardan herhangi birisiyle idrak edilemez. Bilakis o, idrak edilen bu varlıkların tamamını idrak edendir (müdrik). O, bu mahsusatın tamamını algılayandır. O hissedilen değil, hissedendir. Nefis, etkileriyle ve aklî delillerle bilinir. Diğer cisimler ve arazlar, hisseden değil, hissedilen varlıklardır. Bu hissedilen varlıklar için hisseden birisi gereklidir. Nefsin dışında, söz konusu mahsusat için hisse-den bir varlık yoktur. Nefis, kendisini ve başkalarını bilen; akılla bilinen fazilet ve reziletlerden kendisini takip eden arazları kabul eden bir varlıktır. Nefis, diğer cisimleri hareket ettiren iradesiyle hareket eden ve o cisimlere etki eden bir varlıktır. O, acı çeker ve lezzet alır; sevinir ve üzülür; öfkelenir ve hoşnut olur; bilir ve câhil kalır; sever ve nefret eder, hatırlar ve unutur, intikal eder ve bir yere hulûl eder. Böylece “Her cisim, duyuların altında ya da onlardan bir kısmının altında gerçekleşmek zorundadır.” şeklinde bu kimselerin görüşü geçersizdir. Çünkü bu görüş, delili olmayan bir iddiadır. Delilden uzak olan her bir iddia ise bâtıldır.

[1265] Onlar şöyle dediler: Şüphesiz her cisme uzunluk, genişlik, de-rinlik, yüzey, şekil, kemiyet ve keyfiyet gereklidir. Eğer nefis bir cisim olsa idi, bu keyfiyetlerin ya da bunlardan bir kısmının onda mevcut olması zorunlu olurdu. Hangi şekil olursa olsun, o zaman nefis bunlarla ihata edilmiş olurdu. Bu durumda nefis duyularla ya da onların bir kısmıyla idrak edilen bir varlık olurdu. Halbuki biz nefsi idrak eden duyuları göre-miyoruz. Dolayısıyla o, cisim değildir.

30

25

20

15

10

5

Page 851: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 851

اس ] ١٢٦٣[ ــ ــ ا ــ ــ ــ أن ــ ــ ــ ا: إن כ ــ א و

ــ א ــא ــ اس و ــ ــ כ ا ــ ــ ــא وا ــ أو

א. ــ ــ

ن ] ١٢٦٤[ ــ م ا ــ ــא ن ــא ــא آ ــא ذכ ة כ ــ א ــ ه ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ا م ا ــ ــא ــא وأن ــ ــאر اء وכא ــ ــ כא א رك ــ ــ ــאم ــ ا

ــ م ا ــ ــא ــכ، و ــ ذ ــאج و ــ وا ــאر وا اء وا ــ ــ כא א رك ــ ــ

رك ــ ــ ــ م ا ــ ــא ــאج، و ــ وا ــאر وا اء وا ــ وق כא ــ א رك ــ ــ

ــ . ــ ا ــ وا ــ وا ن وا ــ ــ ا אد ــ ، وا ــאכ اء ا ــ ــ כא א

ــ א ــ ا رכאت، و ــ ه ا ــ ــכ رכــ ــ ا ــ اس ــ ــ ا ء ــ رك ــ

ــ ا ــא، و אر ف ــ ــא ، وإ ــ ــ א ــ ــאت، ه ا ــ ــכ

ــאس ــ ــ و ــ א ــ اض ــ وا ــאم ا ــא و ، ــ

א ــ ــ ــ ــ ا א ــ ا ، و ــ ــ ا ــא ــאس ــאت و ه ا ــ

ــ ــ ا ذا ــ وا א ــ ا ــא ــ א ــ ــא ا ا ــ א ــ ا ــא و و

ــ ــ ، وا ــ א اض ــ ــ ا ــא ــ א ــא ام ــ ــא ا ل ــ ــ כ א

ــ ــ و ــא، ــ ة ــ ــ ــאم، ــא ا ــ כ ــא ا אر א ــ כ ا

، ــ כــ و ه، و כــ ــ و ، و ــ ــ و ، و ــ ــ و ن، و ــ ح و ــ و

اس أو ــ ــ ا ــ ــ أن ــ ــ ــ ء إن כ ــ ل ــ ــ ، ــ ــ و و

، ــ א ــ ــ ــ د ــ ى ــ ــא، وכ د ــ ى د ــ ــא د ــא ــ

ــ ] ١٢٦٥[ وا ض، ــ وا ل ــ ا ــ ــ א ــ ــ כ ا: ــ א و

ه ــ ن כــ ــ أن ــ א ــ ــ ــ ا ن כא ــ . ــ כ ، وا כــ ــכ وا ، وا ــ وا

ــ ــא، ــאط ــ إذا ــ כאن ي ا ــ ــא، ــא ن כــ ــא أو ــאت כ ا

א. ــ ــ ــא رכ اس ــ ى ا ــ ــא، و ــ اس أو ــ א ــ رכ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 852: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi852

[1266] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bunun tamamı doğrudur, bir hüküm hariç hepsi doğru hükümlerdir. Yanlış olan ise, “Nefis, duyular veya duyların bir kısmı tarafından idrak edilen bir varlıktır.” şeklindeki görüşleridir. İşte bu, delilsiz bir şekilde ahmakça ileri sürülen bir yanlıştır. Bunun dışındakiler ise doğrudur. Bu yanlış kaziye yalan bir iddiadır. Bu görüş kendisinin doğruluğunu gösterecek bir delilden yoksun olduğundan dolayı onun yanlış olduğunu az önce ortaya koymuştuk.

[1267] Evet, nefis uzunluğu, genişliği, derinliği olan, bir yüzeye, çiz-giye (hatt), şekle, alana, kendisiyle kuşatıldığı bir keyfiyete, mekâna ve zamana sahip bir cisimdir. Çünkü bunlar, kaçınılmaz bir şekilde cismin özellikleridirler. Bunlara rağmen “O zaman nefis, duyularla idrak edilen bir varlıktır.” şeklinde bir görüş ileri süren kimsenin utanmazlığına hayret edilir! Bu bâtılın ta kendisidir. Çünkü görme, işitme, tat alma, koklama ve dokunma duyusu, uzunluğu, genişliği, derinliği, yüzeyi, şekli, alanı, key-fiyeti ve çizgisi olmayan şeylere vâki olmaz. Ancak görme duyusu sadece renkleri algılar. Zikrettiğimiz şeylerden herhangi birisinde bir renk varsa, bu durumda görme duyusu onu algılar. Sen, rengi sebebiyle bu renkli cis-mi bilirsin, aksi takdirde bilemezsin. Yine duyma duyusu sesi algılar. Şayet zikrettiğimiz şeylerden herhangi birisinde bir ses meydana gelirse, işitme duyusu o zaman onu algılar ve sen bu ses vasıtasıyla sesli cismi bilirsin. Aksi takdirde onu bilemezsin.

[1268] Koklama duyusu, kokan varlığı algılar. Zikrettiğimiz varlık-lardan herhangi birisinde bir koku olursa, işte o zaman koklama duyusu onu algılar. Sen, o zaman koku vasıtasıyla kokuyu taşıyan varlığı bilirsin, aksi takdirde bilemezsin. Yine zikrettiğimiz şeylerden herhangi birisinde tat olursa, tatma duyusu işte o zaman onu algılar ve sen tat sebebiyle ta-dılan varlığı bilirsin, aksi takdirde bilemezsin. Yine zikrettiğimiz şeylerden herhangi birisinde dokunma mekânı varsa, işte o zaman dokunma duyusu onu algılar. Sen, o zaman dokunma mekânı vasıtasıyla dokunulan varlığı bilirsin.

25

30

20

15

10

5

Page 853: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 853

ة، ] ١٢٦٦[ ــ ــ وا ــא א ، ــ אد ــא א ــ و ــ ا כ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ א ــ ا ا ــ ــא، ــ اس أو ــ ــ ا رכــ ــ ــ و ــ ــא و ــ

ــ ــ و ى כאذ ــ ة د ــ א ــ ا ه ا ــ ، و ــ ــכ ــא ذ ، و ــ ــ د ــ ا

ــא. ــ ــ د ــא ــ ــא ــא آ א ــאد ــא إ م أ ــ

ــכ ] ١٢٦٧[ ــ و ــ و ، ذات ــ ــ ــ ــ ــ א ــ و

، ــ ــ و اص ا ــ ه ــ ن ــאن، ــכאن وز ــא، ذات ــאط ، ــ ــא وכ و

ــ ا ــ اس و ــ א ــ رכ ــ إذا ا ــ ــ ــ ــ أ ــאء ــ ــ ــ وا

ــ א ، و ــ ــ ا א وق و ــ ــ ا א ــ و ــ ا א ــ و ــ ا א ن ــ א ا

، و ــ ــ ا ض و ــ ــ ا ل و ــ ــ ا ــא ء ــ ــ ، ــ ا

ــ ، و ــ כ ــ ا ، و ــא ــ ا ، و ــכ ــ ا ــ و ــ ا

ن ــ ــא ــא ذכ ء ــ ــ ن כאن ــ ، ــ ن ــ ــ ا ــ ــ ا א ــ ــא ــ وإ ا

ــ ــא . وإ ــ ن وا ــ ــ ا ن ــ ــכ ا ــ ذ ــ و ــ ا א ــ ــ و

ــ ــ ت و ــ ــא ــא ذכ ء ــ ــ ث ــ ن ــ ت ــ ــ ا ــ ــ ا א

. ــ ــ وا ت ــ ــכ ا ــ ذ ، و ــ ــ ــ ا א

ــא ] ١٢٦٨[ ــא ذכ ء ــ ــ ن כאن ــ ، ــ ا ــ ا ــ ــ ا א ــ ــא وإ

ــ ا ــ ا ــ ا ــ ا א ــ ، و ــ ــ ا א ــ ــא ــ ــ و را

ــ وق و ــ ــ ا א ــ ــ ــ ــ و ــא ــא ذכ ء ــ ، وإن כאن ــ وا

ــא ــ ــ و ــא ــא ذכ ء ــ ــ ، وإن כאن ــ ــ وا ــ ا وق ــ ا

. ــ ــ وا ــ ا س ــ ــ ا ــ و ــ ــ ا א

٥

١٠

١٥

Page 854: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi854

[1269] Onlar şöyle dediler: Parçalara ayrılmayı kabul etmek cismin özelliklerindendir. Cisim parçalandığı zaman, ondan büyük ve küçük par-çalar ortaya çıkar. Küçük parça büyük parça gibi değildir. Dolayısıyla o, şu iki durumun birinden uzak kalamaz: Ya parçalardan her biri nefis olur, bu durumda nefsin tek bir nefis olmaması lazım gelir. Bilakis o zaman nefislerden mürekkep pek çok nefisler olur. Ya da parçalardan her bir parça nefis değildir. Bu durumda onun tamamının nefis olmaması lazım gelir.

[1270] Ebû Muhammed şöyle dedi: “Cismin özelliği, parçalanma ih-timalidir.” şeklindeki sözleri doğrudur. Nefsin parçalara ayrılma ihtimali vardır. Çünkü o, cisimlerden bir cisimdir. “Küçük parça büyük parça gibi değildir.” şeklindeki sözlerine gelince, eğer bununla alanı kastediyorlarsa bu doğrudur. Eğer başka bir şey demek istiyorlarsa doğru değildir. “Nefis, eğer parçalanırsa, parçalardan her biri nefis olmalıdır.” şeklindeki sözleri-ne gelince, bu sözlerinden “Nefsin, nefislerden mürekkep olduğu” sonucu onları ilzam eder. Bu konudaki doğru görüş, -her ne kadar nefsin kısım-lara ayrılması fiili olarak söz konusu değilse de- nefsin bil-kuvve olarak parçalanma ihtimalinin olmasıdır. Felek ve yıldızlar konusundaki görüş de böyledir. Fiili olarak parçalara ayrılma onların herhangi birisinde mev-cut değilse de, bunların tamamının bil-kuvve olarak parçalara ayrılmaları muhtemeldir. “Nefis, nefislerden mürekkeptir.” şeklindeki sözlerine gelin-ce, bu yanlış bir münakaşadır. Çünkü biz, muhtelif manaların ve farklı müsemmaların her birine -diğerlerinden ayırt edilebilecekleri- bir isim ve-rilmesi gerektiğini daha önce birçok yerdeortaya koymuştuk. Aksi takdirde problem hâsıl olur ve karşılıklı anlaşabilme ihtimali geçersiz olur ve netice-de bütün hakikatleri iptal eden Sofistlerin görüşüne varırız.

[1271] Âlemin iki kısma ayrıldığını görürüz: Bunlardan biri; çeşit-li tabiatlardan meydana gelen (müellef ) varlıktır. Bu kısmı “mürekkep” diye isimlendirmek üzere ittifak ettik. İkincisi ise, tek bir tabiattan mey-dana gelen varlıktır. Bu iki kısım arasındaki fark anlaşılsın diye bunu da “basît” diye isimlendirmek üzere anlaştık. Birinci kısımda bütüne verilen ismin onun cüzlerinden her birine isim olarak verilmeyeceğini gördük.

5

10

15

20

25

30

Page 855: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 855

ــ ] ١٢٦٩[ ج ــ ئ ــ ، وإذا ــ ــ ا ــ أن ــ ا א ــ ا إن ــ א و

ــ ــ ــ ،ر ــ כ ء ا ــ ــ כא ء ا ــ כــ ا ــ ، و ــ כ ــ وا ء ا ــ ا

ــ ن ا כــ ــכ أ ــ ذ م ــ ــא ــא ء ــ ن כ כــ ــא أن ، إ ــ ــ أ ــ أ

ء ــ ن כ כــ ــא أ ــ وإ ــ أ ــ כ ة ــ ــא כ ــ أ ن כــ ــ ة، ــ ــא وا ــא. ــא ن כ כــ م أ ــ ــא ــא

ــ ] ١٢٧٠[ ؤ ــ ــאل ا ــ ا ــ ا א ــ إن ــא : أ ــ ــ ــאل أ

ء ــ ــ إن ا ــא ــאم. وأ ــ ا ــ ــא ؤ ــ ــ ــ ق، وا ــ

، ــ ــכ ــ ذ ــ ــא ، وأ ــ ــא ون ا ــ ا ــ ن כא ــ ــ כ ــ כא ــ ا

ــכ ــ ذ ــ ا ــא وإ ــא ء ــ ن כ כــ ــא أن أت ــ ــא أن : إ ــ ــא وأ

يء ــ ــ ــ ا أن ا ــ ــ ــ ل ا ــ ن ا ــ ــ ــ أ ــ כ ــא أ

ــכ ــ ا ل ــ ا ا כــ . و ــ א د ــ ــ א ــא א ؤ ــ ة، وإن כאن ا ــ א

ــא ء ــ ــ دا ــ ؤ ــ ــ ا ة، و ــ א ؤ ــ ــ ــכ ، כ ذ اכــ כ وا

ــ ــ ــא ــ ــא ، ــ א ــ ــ ــ أ ــ כ ــא ــ إ ــא . وأ ــ א

ــ ــ כ وا ــ ــ أن ة ــ א אت ا ــ ــ وا ــ ا א ــ أن ا

ــ ــא إ ، و ــ א ــ ا ــכאل و ــ ا ــ و ه، وإ ــ ــ ــ ــ ــ ــא ا

. ــ א ــ ا ــ א ا ــ ل ا ــ

ــ ] ١٢٧١[ ــ א ــ ــ ــא: . أ ــ ــ ــ א ــא ا وو

ة، ــ ــ وا ــ ــ : ــ א ــא وا כ ــ ا ا ــ א ــ ــ أن ــא א

ــ ــ ق ــ ــ ا ــ א ــ ا א ــ ــ ا ا ــ א ــ ــ أن ــא א

ــ כ ــ ا ــ ا أ ــ ء ــ כ ــ ــ ول ا ــ ا ــא وو ، ــ ا

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 856: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi856

Nitekim insana ait cüzler böyledir. İnsan, uzuvlardan meydana gelmiştir. Göz, kulak, el ve diğer organları gibi, insanın organlarından herhangi birisi tek başına “insan” diye isimlendirilmez. Organlar tamam olunca, bunlar-dan meydana gelen şey “insan” diye isimlendirilir.

[1272] İkinci kısımda bütüne ait olan ismin -yer, su, hava, ateş ve fe-lekte olduğu gibi- cüzlerden her birine isim olarak verildiğini gördük. Do-layısıyla ateşin her bir parçası ateştir; suyun her bir cüzü sudur; havanın her bir parçası havadır; felekten her bir parça felektir ve nefsin her bir cüzü de nefistir. Bu durum yeryüzünün topraklardan/yerlerden müellef bir yer olmasını, havanın da havalardan müellef bir hava olmasını, feleğin feleklerden müellef bir felek olmasını; nefsin de nefislerden müellef bir nefis olmasını gerekli kılmaz. Ta ki bu, nefsin her bir kısmının nefis diye isimlendirilmesi ve feleğin her bir kısmının da felek diye isimlendirilmesi manasında söylenirse, bu durumda zikrettiğimiz diğer cisimler gibi bir ci-sim olduğuna dair itiraz edilen şey burada söz konusu olmaz. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır.

[1273] Yine onlar şöyle dediler: Cismin hareketsiz olması onun tabi-atındandır. Nefis ise hareketlidir (müteharrik). Şayet nefiste bulunan bu hareket yüce Allah tarafından yaratılmış ise, biz nefsin yanlış hareketleri olduğunu görürüz. Dolayısıyla bu durum nasıl olur da yüce Allah’a izafe edilebilir?

[1274] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu kelâm, fesadın ve adiliğin en uç noktasıdır. İlme intisap eden bir kimse -şayet bu itirazların tutarsızlı-ğının ve saçmalığının miktarını biliyor olsa idi- çirkinliğinden dolayı bu şekilde itiraz etmekten kendisini koruması gerekirdi. Ona gerekli olan şey konuşmadan önce öğrenmektir. “Cismin hareketsiz olması onun tabiatın-dandır.” şeklindeki sözüne gelince bu, yalan ve uydurma olduğu açık bir sözdür. Çünkü feleklerin ve yıldızların cisimleri vardır ve bunların tabiatı yaratıcıları olan yüce Allah onların bu durumunu değiştireceği kıyamet gününe kadar ebedî olarak daimi ve kesintisiz bir harekettir.

5

10

15

20

25

35

Page 857: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 857

ــ א כא ــא ــא إ ء ــ ــ ــאء ــ أ ــ ــ ــ ــאن ا כא

ذا ــ א، ــא اده إ ــ ــ ا ــא ــ ــ ــ ــ ا א ــא أ ــ و ــ وا وا

א. ــא ــא إ ــ ــ ا ــ

رض ] ١٢٧٢[ ــ כא ــ כ ــ ا ا ــ أ ء ــ ــ כ ــ ــ א ــ ا ــא ا وو

ــאء، ــאء ــ ا ء ــ ــאر، وכ ــאر ــ ا ء ــ ــכ ــכ، ــאر وכא اء وا ــ ــאء وا وا

ــ ــ ا ء ــ ــכ، وכ ــ ــכ ــ ا ء ــ اء وכ ــ اء ــ ــ ا ء ــ وכ

اء ــ ن ا כــ ــ و أن ــ أر ــ رض ن ا כــ ــא أن ــכ ــ ذ ، و ــ

ــ ــ ن ا כــ ك، و أن ــ ــ أ ــא ــכ ن ا כــ ، و أن ــ ــ أ ــא

ــ ــא وכ ــ ــא ــ ــ أن כ ــכ ــ ذ ــ ــ ، و ــ ــ أ

ــ ــא ــ أ ــ ض ــ ــא ــכ ــ ذ ن כــ ــא כאن ــכא، ــ ــכ ــ ا

. ــ ــ ا א ــא ــא، و ــ ذכ ــאم ا ــא ا כ

]١٢٧٣ [ ، כــ ــ ك وا ــ ــ ن כــ ــ أن ــ ذات ا ــא ا أ ــ א و

כאت ــ ــא ا ــא ــ و ــ א ــאري ــ ا ــ ــא ــ כــ ا ه ا ــ ــ ن כא ــ

؟ ــ א ــאري ــ ا ــכ إ ــאف ذ ــ כ ة، ــ א

ــ כאن ] ١٢٧٤[ ، و ــ ــאد وا ــ ا א ــ م ــכ ا ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــאت ا ه ا ــ ط ــ ار ــ ري ــ ــ إن כאن ــ ا ــ إ ــ ــ

ــא ذا ري ــ ــא وإن כאن ذا ــא اض ــ ــ ا ــ ن ــ א أن ــ و

ــ أن ــ ذات ا ــ إن ــא ، ــ כ ــ أن ــ ــ أن ــ و ــכאن ا

اכــ כ ك وا ــ ن ة، ــ א ب وا כــ ــ ا א ل ــ ، כــ ــ ن כــ

ــכ ــ ذ ــא א ــא ــ أن ا، إ ــ ــ أ ــ ا ا כــ ا ــא ا ــאم و أ

. ــ א م ا ــ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 858: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi858

[1275] Feleğin dışındaki elementlerin cisimleri vardır. Bu cisimlerin tabiatı, varacakları yere doğru hareket etmek ve vardıkları yerde sakin ol-maktır. Nefse gelince, o diri olduğundan dolayı onun tabiatı zaman zaman ihtiyari sükûn ve ihtiyari harekettir. Bütün bunlar hissedebilen bir kimseye gizli kalmaz.

[1276] “Nefsin çirkin hareketleri vardır. Dolayısıyla bu durum nasıl olur da yüce Allah’a izafe edilebilir?” şeklindeki sözlerine gelince, şüphesiz nefsin bir kısım hareketleri, bu hareketler konusunda Allah’ın ona emret-tiklerine muhalefet etmesi sebebiyle çirkindir. Ancak söz konusu hareket-ler, bize göre sadece onları yaratmasından ya da bu hareketlerin kendisiyle yapıldığı kuvveleri yaratmasından dolayı yüce Allah’a izafe edilmişlerdir. Böylece onların yanlış olan bu ilzamı geçersiz olmuştur. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[1277] Yine onlar şöyle dediler: Cisimlerin tabiatında dönüşme, de-ğişme ve daimi olarak kısımlara ayrılma ihtimali sınırsız bir şekilde vardır. Bütün cisimler ancak bu şekildedir. Cisimler, kendilerini tutacak, destek-leyecek ve koruyacak bir şeye muhtaçtır ve onun vesilesi ile onlar bir arada olurlar. Onlar şöyle dediler: “Bundan dolayı nefis fâildir. Şayet nefis cisim olsa idi, bu durumda o kendisini tutacak ve ona mekân sağlayacak bir kimseye muhtaç olurdu. Buradan hareketle nefsin bir başka nefse, onun bir başkasına, onun da nihayetsiz bir şekilde bir başkasına muhtaç olması lazım gelir. Nihayeti olmayan bir şey ise bâtıldır.”

[1278] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu görüş, fitne ve ihtilaflar çı-kardıkları daha önce geçen bütün sözlerden daha çirkindir. Çünkü bunun mukaddimesi, yalan ve yanlış bir kandırmacadır. “Cisimlerin tabiatında değişim ve dönüşüm vardır.” şeklindeki görüşlerine gelince, bu mutlak olarak yalandır. Çünkü felek bir cisimdir ve değişimi kabul etmez. Ancak değişim ve dönüşüm, -özelliklerini terk etmek, başka özelliklere bürünmek ve bu özelliklerin elementlerine hulûl etmesi sûretiyle- çeşitli tabiatlardan meydana gelen cisimlerde olur. Bu şekilde belli bir zamana kadar devam eder. Sonra çözülmeksizin ve değişmeksizin devam eder.

5

10

15

20

25

30

Page 859: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 859

ــא، ] ١٢٧٥[ ــ إ כــ ا ــא و א ــא أ ــכ ا دون ــ א وأن

ــאري ن ا ــכ ــא ا ــ כאن ــא ــ ــא ا ــא، وأ ــ ن ــכ وا

ذوق. ــ ــ أ ــ ــ כ ا ــ ــא، و ــא ــ אر ا כــ وا

؟ ] ١٢٧٦[ ــ א ــאري ــ ا ــאف إ ــ כ ــ כאت رد ــ ــא : إن ــ ــא وأ

כאت، ــכ ا ــא אر ــ ــ أ ــ ا א ــא ــ رد כאت ا ــ ــ ــא כאن

ــ ــ א ــ ــא أو ــ ــ ــא ــ ــ א ــאري ــ ا ــ إ ــא أ وإ

ــ ، وا ــ א ــ ا ا ــ إ כאت، ــ ــכ ا ــ ــא כא ــ ى ا ــ ــכ ا

. ــ א رب ا

ــאل ] ١٢٧٧[ وا ــ وا א ــ ا ــא ــ ــאم ا إن ــא: أ ا ــ א و

ــא ــ ــ ــ إ א ــ ا، ــ ا أ כــ ــא إ ء ــ ــ ــ א ــ ا ــ ــאم أ ا

ــ ــ כא ــ ــכ ا ــ א ا وا ــ א א. ــכ א ــ ن כــ ــא و א و ــ و

ــאج ــכ أن ــ ذ م ــ ــא، ــא و ــ ــ ــ إ א ــ כא א ــ ــ ا

ــ א ــא ــ ــכ إ ى כ ــ ى وا ــ ــ أ ى إ ــ ى، وا ــ ــ أ ــ ــ إ ا

. ــ א ــ ــ א ــא ، و ــ

ن ] ١٢٧٨[ א ــ ــ ــ ل ــ ــ כ ــ ا أ ــ : ــ ــ ــאل أ

א ــ ــא ا ــ ــאم : إن ا ــ ــא . أ ــ ة כאذ ــ א ــ ــ

ــ ــא ، وإ א ــ ــ ا ــ ــכ ن ا ب، ق כــ ــ ــ ا ــ وا

א ــ א ــא و א ــא כ ــ ــ א ــ ــ כ ــאم ا ــ ا ــ א وا ــ ا

ــ ــ ــ ــ ــא. ــא أ ة ــ ا כــ ــא א ــ ــא إ א ى و ــ ــאت أ כ

. ــ أو

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 860: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi860

[1279] Nefse gelince, şüphesiz o arazlarında değişimi ve dönüşümü ka-bul eder. İlimden cehalete, cehaletten ilme, hırstan kanaate, cimrilikten cömertliğe, rahmetten acımasızlığa, lezzetten eleme değişebilir ve dönüşe-bilir. Bunların tamamı mevcut ve mahsustur. Nefis zâtı itibarıyla değişme-sine gelince, bu durumda o nefis olmaz, dolayısıyla bu mümkün değildir. Bu yıldız, cisimdir ve yıldızın dışında bir şey olamaz; felek de feleğin dışın-da bir şey olamaz. “Cisimler, onları destekleyecek, birleştirecek ve tutacak şeye muhtaçtır.” şeklindeki sözlerine gelince, bu doğrudur.

[1280] “Nefis, bundan dolayı fâildir.” şeklindeki sözüne gelince, bu yalandır, doğruluğuna dair ne iknaî ne de burhanî bir delil bulunmayan bir iddiadır. Bilakis o, ahmakları bâtıla sevk etmek için bir çarpıtma ve kandırmadır. Dehrîlerin görüşü de bu şekildedir. Oysa durum böyle değil-dir. Bilakis nefis, kendisini tutacak, destekleyecek ve ikame edecek bir şeye muhtaç olan cisimler cümlesindendir. Nefsin buna olan ihtiyacı, âlemdeki diğer cisimlerin ihtiyacı gibidir. Bunların arasında bir fark yoktur. Bütün bunlardan dolayı fâil nefistedir ve diğer cisimlerdedir. Cisimleri tutan, mu-hafaza eden ve bazı özelliklerinin değişmesinden dolayı değiştiren; nefsi, cisim ya da araz olsun âlemdeki her şeyi yaratan ve bütün bunları tamam kılan, aziz ve celil, sûret veren ve yaratan yüce Allah’tır.

[1281] Yüce Allah bazı cisimleri onlarda yarattığı, yönlendirdiği ve mâ-hiyetlerinden dolayı kontrolü altına aldığı tabiatları sebebiyle tutar. Bazıla-rını da -sinir, damar ve cilt gibi- açık bağlantılar sebebiyle tutar. Bunlardan herhangi birisinin -yüce Allah’ın dışında- bir fâili yoktur. Bunları açıklayan aklî delilleri bu kitabımızın başında ortaya koymuştuk, bunları tekrar et-meye gerek görmüyorum. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.

[1282] Yine onlar şöyle dediler: Her cisim ya nefis sahibidir ya da değildir. Eğer nefis cisim olsa idi, bu durumda o ya teneffüs eden bir varlıktır (müte-neffis) yani nefis sahibidir ya da müteneffis değildir yani nefis sahibi değildir. Eğer o nefis sahibi değilse bu yanlıştır. Çünkü buradan hareketle nefsin nefis olmaması gerekir. Şayet o nefis sahibi ise, bu durumda da bir nefse muhtaçtır. Bu nefis de bir başkasına, o da bir başka nefse muhtaçtır. Bu ise nihayeti ol-mayan bir durumu gerektirir. Nihayeti olmayan bir şey ise bâtıldır.

5

10

15

20

25

30

Page 861: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 861

ــ ] ١٢٧٩[ ــא ا أ ــ ــ وا א ــ ا ــ ــא ــ ا ــא وأ

ــ ، و ــ א ــ ص إ ــ ــ ، و ــ ــ ــ إ ــ ، و ــ ــ ــ إ ــ ــ و

د ــ ــ ا כ ــ ، ــ ــ أ ة إ ــ ــ ة، و ــ ــ ــ إ ــ ر د، و ــ ــ و ــ إ

ــ כــ כ ا ا ــ ، و ــ ــא ــ ــ ــא ــ ذا ــ ــא أن س. وأ ــ

ــאم ــ إن ا ــא ــכ، وأ ــ ــ ــכ ، وا כــ ــ כ ــ ــ و

. ــ א ــכ ــא و א و ــ ــא ــ ــ إ א

ــא ] ١٢٨٠[ ــ ــ د ى ــ ب ود כــ ــכ ــ א ــ ا ــ : إن ا ــ ــא وأ

ا כــ ، و ــ ــ ا ــ أ ــ א ز ــ ــ ــ ــ ــ ، ــ א ــ و א إ

א ــכ ــא ــ ــ إ א ــאم ا ــ ا ــ ــ ــ ا ــכ ــ כ ، و ــ ل ا ــ

ق، ــ و א ــ ا ــ ــאم ا ــא ا ــ א ــכ כ ــ ذ ــא إ א ــא و א و ــ و

א א ــא، وا ــכ ــאم وا ــא ا ــ ــ و ــ ا ــכ ــכ ذ ــ א وا

ــ أو ــ ــ א ــ ا ــא ــכ ــ و يء ــ ــ ا ــא אل ــ ــא ا ــ وا

. ــ ــ و ر ــ ــאري ا ــ ا א ــ ا ا ــכ ــכ ذ ــ ض، وا ــ

ــ ] ١٢٨١[ ــא ــא ــא ــא، و ــא ــ ــא ا א א ــכ ــ أ

ء ــ ــ א د ــ وق وا ــ ــ وا ة כא ــ א ــאت א א ــכ ــ أ ــ و

ا ــ ــא א ر כ ــ ــ ــכ ــ כ ذ ــ ا ــא ا ــ ــאل،ى و ــכ دون ا ــ ذ

. ــ א ــ رب ا داده، وا ــ ــ ــ

ــ ] ١٢٨٢[ ن כא ــ . ــ ــא ذو ، وإ ــ ــא ذو ــ إ ــ ــא: כ ا أ ــ א و

ن ــ ، ــ ــ أي ذات ــא ــ وإ ــ أي ذات ــ א ــ ــ ا

ــ ــא وإن כא ــ ن ا כــ ــכ أن ــ ذ ــ ــ ــ ا ــ ــ ــ כא

ى ــ ى وا ــ ــ أ ــ إ ــכ ا ــ و ــ ــ إ א ــ ــ ــ أي ذات

. ــ א ــ ــ א ــא ــ و ــ א ــא ــ ا ــ ى، و ــ ــ أ إ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 862: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi862

[1283] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu, yanlış neticeyi üzerine yük-ledikleri doğru bir mukaddimedir. Netice, bu mukaddimeye göre değildir. Onların “Her cisim ya nefis sahibidir ya da değildir.” şeklindeki sözlerine gelince, bu doğrudur. “Nefis, nefis sahibi değilse, buradan hareketle nefsin nefis olmaması gerekir.” şeklindeki sözlerine gelince, bu açıkça yanlış bir fitnedir. Doğrusu bu gerekli değildir. Çünkü cismin nefis sahibi olması-nı kabul etmenin manası şudur: Bazı cisimlere canlı, duyarlı ve irade ile hareket eden bir nefis izafe edilmiştir. Bundan dolayı nefis, izafe edildiği bu cismi idare edendir. Yine cismin nefis sahibi olmadığını kabul etme-nin manası; ona bir nefsin izafe edilmemesidir. Canlı nefis, hareketli ve idare edicidir (müdebbir), o da nefsi idare eden ve onu hareket ettiren bir cisme muhtaç olmamasıdır. Dolayısıyla bir nefse muhtaç olması ve nefis olması da zorunlu değildir. Onların bu sözü ile, “Cisim, herhangi bir cis-me muhtaçtır.” diyen bir kimse arasında bir fark yoktur. Nitekim onların, “Nefsin, başka bir nefse muhtaç olması zorunludur.” şeklinde demeleri ya da “Cismin, cisim olmaması zorunludur.” demeleri böyledir. Yine onların “Nefsin nefis olmaması zorunludur.” demeleri de böyledir. Bunların tama-mı saçmalık ve câhilliktir. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun. Onlar, “Şayet nefis cisim olsa idi, bu durumda cisim de nefis olurdu.” dediler.

[1284] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu aşırı derecede bir câhilliktir. Şayet bu deliliği dile getiren kimsenin sözün sınırlarıyla alakalı en küçük bir bilgisi olsa idi, bu zayıf ve cılız görüşü dile getirmezdi. Çünkü muci-be-i küllîye (olumlu tümel) tam olarak ancak mucibe-i cüziyye (olumlu tikel) şeklinde döndürülebilir. Onların bu sözü, “İnsan cisim olduğuna göre, cismin de insan olması gereklidir; köpek cisim olduğuna göre, cis-minde köpek olması gereklidir.” diyen bir kimsenin sözü mesabesindedir. Bu da ahmaklığın ve aptallığın en uç noktasıdır. Fakat bu konudaki sözün doğrusu, “Nefis cisim olduğuna göre, bazı cisimler nefis olabilir; Köpek cisim olduğuna göre, bu durumda bazı cisimlerin köpek olması gereklidir.” şeklinde demesidir. İşte bu, doğru ve sürekli bir akstir. Başarı yüce Allah’ın yardımıyladır. Yine onlar şöyle dediler: Eğer nefis cisim olsa idi, bu durum-da o cisimlerin bir parçası olurdu. Nefis bu şekilde olduğunda da cisimle-rin tamamı (küllisi) ondan daha fazla alan sahibi (yüzey/mesaha) olurdu. Böylece söz konusu cisimlerin nefisten daha şerefli olmaları lazım gelir.

5

10

15

20

25

30

Page 863: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 863

ــ ] ١٢٨٣[ ة ــ א ــ ــא ا ــ ــ رכ ــ ه ــ : ــ ــ ــאل أ

ــא ذو ــ وإ ــא ذو ــ إ ــ ــ إن כ ــא . وأ ــ ــכ ا ــ ــ

ن כ ــכ أن ــ ذ ــ ــ و ــ ــ ــ إن כא ــ إن ا ــא ، وأ ــ ــ

ــא ــ إ ــ ذو ن ا ــ ل ــ ــ ا ن م ــ ــאرد، ــ א ــ ــא ــ ا

ــכ ة ــ رادة، ــ כــ ــ א ــ ــ ــ ــ إ ــאم أ ــ ا ــ أن

ــ ــא ــ وإ ــ ذي ــ ا ا ــ ن ــ ل ــ ــ ا ، و ــ א إ ــ ي ا ــ ــ ا ا

ــ א ــ ــ ة، و ــ כــ ا ــ ا ــ ــ ا א ــ ــ ــ إ ــ ــ أ

ن כــ ــ و أن ــ ــאج إ ــ أن ــ ــא ك ــ ــא، و ــ ــ ــ إ

ــ ــאج إ ــ ــאل إن ا ــ ــ ا و ــ ــ ــ ــ ق ــ ــא، و ــ

ــ ن ا כ ــ أن ــאل ــ أو ــ ــ إ ــאج ا ــ أن ــ ا أ ــ א ــא ، כ ــ

، وا ــ س و ــ ــ ا כ ــ ــא، و ــ ن ا כــ ــ أن ا ــ א ــא א כ ــ

ــא. ــ ــכאن ا א ــ ــ ــ ا ــ כא ا ــ א . و ــ א رب ا

ــ ] ١٢٨٤[ א ــ כאن ا ، و ــ ط ا ــ ــ ا ــ ا ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ כ ــ ا ن ا ، ــ א ه ا ــ ت ــ ــ م ــכ ود ا ــ ــ ــ ن أ ــ ا ا ــ

ــ ــ ا ــ ــ ، وכ ــ ــ כ ــ دا إ ــ ــא כא ــ ا כــ أ

א ــ כ א כאن ا א، و ــא ــ إ ن ا כ א و أن ــ ــאن א כאن ا אل

ــ ل ــ اب ا ــ כــ ، ــ ــ وا ــ ا א ا ــ ــא، و ــ כ ن ا כــ ــ أن و

ــ כ ــא כאن ا ــא، و ــאم ــ ا א כאن ــ ــ ــ ا ــא כא ل: ــ ا أن ــ

د ــ ــ ا כــ ا ــ ا ا ــ ــא، و ــאم כ ــ ا ن כــ ــ أن א و ــ

א ــ ــ ــ ا ــא: إن כא ا أ ــ א . و ــ ــ ا א ــא ا، و ــ ــא أ ادا ــ ا

ــ ــא، ــא ــ ــאم أ ــ ا כ ــכ ــ כ ــאم، وإذا כא ــ ا ــ

ــא. ف ــ ن أ כــ أن

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 864: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi864

[1285] Ebû Muhammed şöyle dedi: Her kimin aklı ve utanma du-yusu kaybolursa, dilinin konuştuğu şeyler onu ilgilendirmez. Şüphesiz bu ahmaklığın zirvesinde olan bir hükümdür. Çünkü bu, şerefin, cisimlerin büyüklüğü ve alanlarının çokluğu sebebiyle olmasını gerekli kılar. Şayet bu olsa idi, bu durumda dağ-tepe ve çorak araziler, merkep, katır ve dışkı yığınları uyaran ve düşünen (filozof ) insandan daha şerefli olurdu. Çünkü bunların tamamı alan ve hacim açısından insandan daha büyüktür. Bu durumda kıç, gören gözden; kalça kalpten, ciğerden ve beyinden; kaya da değerli taşlardan daha şerefli olurdu. Bu gibi görüşlere götüren bilginin her türlüsüne yazıklar olsun!

[1286] Evet, cisimlerin ekserisi alan ve hacim açısından nefisten daha büyüktür. Bu durum söz konusu cisimlerin nefisten daha şerefli olmaları-nı gerekli kılmaz. Bununla birlikte temyiz kabiliyetinin kendisine zorunlu kıldığı şeylerden yüz çeviren ve rabbisine itaat etmekten küfre yönelen rezil bir nefse gelince, âlemdeki her şey ondan daha şereflidir. Sapkınlığa düş-mekten yüce Allah’a sığınırız.

[1287] Onlar şöyle dediler: “Eğer nefis, cisimle birlikte olan başka bir cisim ise, bu durumda cisim nefis ve başka bir şeydir. Bu böyle olunca, bu durumda cisim daha mükemmeldir. Cisim daha mükemmel olduğuna göre o daha şereflidir.”

[1288] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu kabul edilmez bir deliliktir. Çünkü ne sayının çokluğu ne de ifadenin umûmîliği sebebiyle fazilet ve şeref gerekli olmaz. Bilakis daha az ve daha özel olan bir şey daha şeref-li olabilir. Şayet onların dedikleri şey olsa idi, bu durumda genel olarak huyların (ahlak) özellikle bütün faziletlerden daha şerefli olması gerekirdi. Çünkü huylar, faziletler ve başka bir şeydir. O da daha mükemmeldir. On-ların sefih görüşlerine göre daha şereflidir. Bu ise akıl sahibi bir kimsenin söylemeyeceği bir şeydir. Onlar, nefsin bir cevher olduğunu kabul ederler. Cevher, nefis ve cisimdir. Böylece cevher nefisten daha şereflidir. Çünkü o, nefis ve başka bir şeydir. Onlar şöyle dediler: Canlı, “gelişip büyüyen” kategorisi altında yer alır. Bu durumda gelişen büyüyen (nami) varlıkların canlıdan daha şerefli olması lazım eder. Çünkü o, canlı ve başka bir şeydir.

5

10

15

20

25

30

Page 865: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 865

]١٢٨٥ [ ، ــא ــ ــ ــא ــאل ــ ــ ــאء وا م ا ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ة ــאم وכ ــ ا ــ ــא ف إ ــ ــ أن ا ــא ــ ــ ا א ــ ــ ه ــ و

ش ــ وכــ ــאر وا ــ وכאن ا ــ وا ــ ا כא ــכ ــ כאن כ ، و ــא ا

ــ ــא ــ ــכ أ ن כ ذ ف ــ ــ وا ــאن ا ــ ا ف ــ رة أ ــ ا

ــאغ، ــ وا כ ــ وا ــ ا ف ــ ــ أ ــ وا ــ ا א ــ ف ــ ــ أ ــ ا כא و

ا. ــ ــ ــ ــ أدى إ ــכ ة، وأف ــ ــ ا ف ــ ة أ ــ وا

ــכ ] ١٢٨٦[ ــ ذ ، و ــ ــ ا ــא ــ ــאم أ ــ ا ا ــ ن כ ــ ــ و

א ــ ــ و ــ ا ــא أو ــ ــ ا ذ ــ ا ــ أن ا ــא ف ــ ــא ا ــא أ

ن. ــ ــ ا ــא ذ ــ ــא، و ف ــ ــ أ א ــ ا ء ــ ــכ ــ ، ــ כ ــ ا ــא إ ر

ء ] ١٢٨٧[ ــ ــ و ــ א ــ ــ ا ــ א آ ــ ــ ــ ا ا إن כא ــ א و

ف. ــ ــ أ ــ ــ وإذا כאن أ ــ أ א ــכ ، وإذا כאن כ ــ آ

ــ ] ١٢٨٨[ د ــ ة ا ــ כ ــ ــ دد ــ ن ــ ا ــ : و ــ ــ ــאل أ

ــ ــ وا ن ا כــ ــ ــ ف، ــ ــ ا ــ م ا ــ ف، و ــ ــ وا ا

ــ א ــ ا ف ــ ــ أ ق ــ ن ا כــ ــ أن ه ــ א ــא ــ כאن ف، و ــ أ

ــ ــ ا ــ ــ ــ ــ أ ــ ء آ ــ ــ و א ق ــ ن ا ، ــ א

ــ ــ ــ وا ــ ون أن ا ــ ــ ، و ــ ــ ذو ــא ا ــ ف، و ــ أ

ــ ا إن ا ــ א ــ ، و ــ ء آ ــ ــ و ــ ، ــ ــ ا ف ــ ــ أ א ــ و

، ــ ء آ ــ ــ و ــ ، ــ ــ ا ف ــ ــ أ א ــ أن ا ــ א ــ ا ــ

٥

١٠

١٥

Page 866: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi866

Bu ise saçmalık ve ahmaklıktır. Vesveseden Allah’a sığınırız. Yine onlar, “Bütün cisimler beslenir; halbuki nefis beslenmez. Dolayısıyla o cisim de-ğildir.” şeklinde söz söylediler.

[1289] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu geri zekâlılar bu ahmaklıklar-la meşgul olduklarına göre onlar sarhoşturlar. Bilakis cehalet ve ahmaklığın sarhoşluğu şarabın sarhoşluğundan daha beterdir. Çünkü şarabın sarhoş-luğu çabuk geçer, halbuki cehalet ve ahmaklık sarhoşluğu ise uzun zaman alır. Acaba onlar “Her cisim beslenir.” dediklerine göre, suyu, toprağı, ha-vayı, yıldızları ve feleği görmüyorlar mı? Bunların tamamı gıda almayan/beslenmeyen kocaman cisimlerdir. Sadece gelişip büyüyen cisimler besle-nirler. Onlar da suda, toprakta, ağaçlarda ve bitkilerde sükûnhâlinde olan canlı bedenlerdir. Bu geri zekâlılar nezdinde beslenmeyen varlıklar cisim olmadıklarına göre, yeryüzü, taşlar, yıldızlar, felek ve melekler vb. bunların tamamı cisim değildir. Delilik ve hata olması bakımından bu kadarı yeter-lidir. Selamete çıkardığından dolayı Allah’a hamd ederiz.

[1290] Onlar şöyle dediler: Şayet nefis cisim olsa idi, bu durumda ona ait bir hareketin olması lazım gelirdi. Çünkü her bir cismin bir hareketi vardır. Halbuki biz, nefsin hareketini görmüyoruz. Böylece nefsin cisim olması (iddiası) geçersiz olmuştur.

[1291] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bu yalan bir iddiadır. Onlar bu konuda da tenakuza düştüler. Çünkü onlar, bunun birkaç sayfa öncesin-de bazı deliller irat ederken “Cisimler hareketli değildir; halbuki nefis hareketlidir.” demişlerdi. Burada ise, durumu çevirdiler. Böylece onların câhillikleri ortaya çıktı ve akılları zayıf kaldı. “Nefsin bir hareketini gör-müyoruz.” şeklindeki sözlerine gelince, bu saçmalıktır. Görülemeyen her bir şeyin, doğruluğuna dair bir delil ikame edildiğinde inkâr edilmesi ge-rekmez. Daha önce onlar nefsin hareketini iptal ettiklerine göre bu durum onları ilzam eder. Çünkü onlar, nefsi iptal edeceklerini görmüyorlardı. Çünkü onlar, genel olarak nefsi görmüyorlar, onu koklayamıyorlar, ona dokunmuyorlar ve onu tadamıyorlar. Nefsin hareketi burhan ile mâlum-dur. Şöyle ki hareket ihtiyarî ve ızdırarî hareket olmak üzere iki kısımdır.

5

10

15

20

25

30

Page 867: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 867

ى ــ ــ ــא כ ا أ ــ א اس. و ــ ــ ا ــא ذ ــ ، و ــ א ــ و ا ــ و

. ــ ــ ــ ى ــ ــ وا

ــאت ] ١٢٨٩[ א ه ا ــ ا ــ אء إذا ا ــ ء ا ــ : إن כאن ــ ــ ــאل أ

ــכ ن ، ــ ــכ ا ــ ــ ــ أ ــ وا ــכ ا ــ ــכאرى، ا ــ כא

ا כ ــ א ــ إذ ا ــ أ א ء ا ــ ــ ــ وا ــכ ا ، و ــ א ــ ا ــ ا

ه ــ ــכ وأن כ اכــ وا כ اء وا ــ رض وا ــאء وا وا ا ــ ــ ــ أ ــ ــ

ــאد ــ أ ، و ــ ــ ا ــאم ا ــ ا ى ــ ــא ى، وإ ــ ــאم ــאم أ

כــ ء ا ــ ذا כאن ــ . ــ ــאت ــ وا رض وا ــאء وا ــ ا ــאכ ان ا ــ ا

ــ כــ ــכ وا اכــ وا כ ــאرة وا رض وا ــא א ــ ــ ى ــ ــא

. ــ ــ ا ــ ا ــ و ــא و ا ــ ــ א، وכ ــ ــכ כ ذ

ــ ] ١٢٩٠[ ــכ ن ، כــ ــא ــ כא א ــ ــ ــ ا ــ כא ا: ــ א و

א. ــ ن כــ ــ أن כــ ــ ى ــ ــ כــ و

ــא ] ١٢٩١[ ــא أ ا ــ א ــ و ، ــ כאذ ى ــ د ه ــ : ــ ــ أ ــאل

ــ ــאم ا أن ــ ــ ــ ــ ور ــ ا ــ ــ ا ــ א ــ ــ

. ــ ــ ــ و ــ ــ ا ا ــ ــא ، و כــ ــ ، وا כــ

כــ ــ أن ى ــ ــא ــ כ ــ و כــ ــא ى ــ ــ ــא وأ

ــא و ــ ــ ا כــ ا ــ أ إذ ــ و ، ــ د ــ ــ ــאم إذا

א ــ و א، ــ و ــא و ــא أ ــ ــ ــ ا ا ــ أن

אن ــ כــ ا أن ــ و ــאن א ــ ــ ا כــ و ــא، و و

٥

١٠

١٥

Page 868: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

Dinler ve Mezhepler Tarihi868

Izdırarî (zorunlu) hareket, nefsi olmayan her türlü cismin hareketidir. Bu, bu konuda hiçbir şüphe duyulmayan bir husustur. Şu hâlde geriye ihtiyarî hareket kalmıştır. O da kesin olarak mevcuttur. Sadece nefis hariç, âlemde kendiliğinden hareket eden herhangi bir şey yoktur. Böylece nefsin kendi-liğinden hareket eden bir varlık olduğu anlaşılmaktadır. Nefsin, şüphesiz mâlum ve ihtiyari bir harekete sahip olduğu hususu zorunlu olarak ortaya çıkmıştır. Her hareket eden varlığın cisim olduğu hususunda şüphe ol-madığına göre, nefsin hareket eden bir varlık ve dolayısıyla cisim olduğu hususu doğrudur. İşte bu, -vesvese ve zırva değil- doğru, mükemmel ve zorunlu bir burhandır. Onlar şöyle dediler: Şayet nefis cisim olsa idi, bu durumda nefsin ya bitişik olma ya da iç içe geçme -ki bu da birbirine ka-rışmaktır- yoluyla cisimle ilişkili olması gerekli olurdu.

[1292] Ebû Muhammed şöyle dedi: Bundan sonra nedir? Evet, nefis komşu olma/bitişik olma yoluyla cisimle ilişkilidir, bundan başkası müm-kün değildir. Çünkü iki cismin bitişik olmanın dışında birbiriyle ilişkili olması mümkün değildir. İç içe geçme şeklindeki birlikteliğe gelince, daha önce açıkladığımız üzere bu araz ile araz arasında ve cisim ile araz arasında-dır. Onlar şöyle dediler: Eğer nefis cisim olsa idi, bu durumda cisim nasıl bilinirdi? Dokunma yoluyla mı? yoksa dokunmaksızın mı?

[1293] Ebû Muhammed şöyle dedi: Nefis hariç, cisimlerin tamamı ölüdür, onların bir bilgisi ve duyusu yoktur ve herhangi bir şeyi de bil-mezler. İlim ve duyu sadece nefse aittir. Nefis, yüce Allah’ın kendisine va-zettiği anlama sıfatı, temyiz kabiliyeti ve bilme gücü sayesinde cisimleri ve arazları ve kendi yaratıcısı da olan cisimlerin ve arazların yaratıcısını bilir. Dolayısıyla onların suali basit ve kolaydır. Yine onlar şöyle dediler: Her cisim, varacağı bir coşku ve gaye içinde başlar. Cisim gayesine ulaştığında var olanın en iyisidir. Nakıse aldığında ise zayıflar. Halbuki nefisler böyle değildir. Çünkü biz, ileri yaşa varmış kimselerin nefislerinin daha aydınlık ve fiilen daha etkili olduklarını görürüz. Halbuki onların bedenleri genç-lerin bedenlerinden daha güçsüzdür. Dolayısıyla nefis cisim olsa idi, bede-nin noksanlaşmasıyla (zayıflamasıyla) nefsin fiilleri de noksanlaşırdı. Bu durum zikrettiğimiz gibi olduğuna göre, netice olarak nefis cisim değildir.

5

10

15

20

25

30

Page 869: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K

ا 869

ــ ــ ا ــ כــ כ ــ ار ــ כــ ا ــאر، ك ا ــ ار و ــ כــ ا

ــ א ــ ا ــ ــא و دة ــ ــ ــאر و כــ ا ــ ــ ــכ ــא ا ــ

ــ ــא כــ ــ ا ــ ــ أن ا ــ ــ ــא ا א ــא ك ــ ء ــ

ك ــ ــ أن כ ــכ ذ ــ ــכ ــ ــ ــ אر כــ ا ــ ورة أن ــ

وري ــ ــאن ا ــ ا ا ــ ، ــ ــ א כــ ــ ــ أن ا ــ ــ و ــ

. ــ ــ و ــ ــ ــ ا ا و ــ ــאوس وإ ــכ ا ، ــ ــאم ا ا

ــ ــ ــא ــ إ א ــא א ن ا כــ ــ أن א ــ ــ ــ ا ــ כא ا: ــ א و

. ــ אز ــ ا ــ و ا ــ ا ــ ــא ــאورة وإ ا

ــ ] ١٢٩٢[ ــ א ــ ــ ن ا ــ ــ ــאذا؟ و ا ــ ــ : ــ ــ ــאل أ

ــ ــאل ا ن ا כــ כــ أن ــכ، إذ ى ذ ــ ز ــ ــאورة و ــ ا

ــ ض وا ــ ض وا ــ ــ ا ــ ــא ــ ا ــאل ا ــא ا ــאورة، وأ א إ

ف ــ ــ כ א ــ ــ ــ ا ــא إن כא ا أ ــ א . و ــ ــא ــא ــ ض ــ وا

؟ ــ א ــ ــ أم א ؟ أ ــ ا

ــא و ] ١٢٩٣[ ــ ات ــ ــ ــאش ا ــא ــאم כ : ا ــ ــ ــאل أ

ــאم ــ ا ــ ، ــ ــ ــ ــ وا ــא ا א وإ ــ ــ ، و ــ

ــ ــ ــא ــא ــא ــא أ א ــ ي ــ اض ا ــ ــאم وا ــ ا א اض و ــ وا

ا ــ ، و ــ ــ و ــא א ــא ــא ــ و ــ ا ة ا ــ ــ و ــ ا ــ و ا

ن כــ ــא د ــ ــא، وأ ــ إ ــ א ة و ــ ــ أ ــ ــ ــא: إن כ ا أ ــ א ــאرد. و

ــכ، ــ כ ــ ا ، و ــ ــ ــ ا ــ ذا أ ــ ــ א ــ ــ إ ــ إذا ا ا

ــ ــ ــ أ ا ــ أ ، و ــ ــ ــאء وأ ــ ــ أכ כ ــ ا ى أ ــ ــא

ا ــ ذا כאن ــ ن، ــ ــאن ا ــא ــ א ــ ــ ــ ا ــ כא اث ــ ان ا ــ أ

א. ــ ــ ــ ا ــא ــא ذכ כ

٥

١٠

١٥

٢٠

Page 870: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 871: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 872: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 873: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 874: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 875: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 876: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 877: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 878: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 879: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 880: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 881: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 882: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 883: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 884: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 885: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 886: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 887: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 888: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 889: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 890: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 891: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 892: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 893: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 894: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 895: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 896: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 897: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 898: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 899: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 900: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 901: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 902: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 903: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 904: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 905: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 906: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 907: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 908: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 909: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 910: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 911: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 912: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 913: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 914: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 915: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 916: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 917: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 918: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 919: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 920: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 921: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 922: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 923: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 924: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 925: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 926: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 927: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 928: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 929: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 930: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 931: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 932: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 933: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 934: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 935: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 936: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 937: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 938: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 939: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 940: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 941: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 942: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 943: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 944: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 945: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 946: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 947: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 948: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 949: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 950: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 951: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 952: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 953: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 954: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 955: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 956: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 957: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 958: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 959: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 960: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 961: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 962: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 963: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 964: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 965: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 966: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 967: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 968: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 969: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 970: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 971: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 972: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 973: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 974: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 975: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 976: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 977: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 978: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 979: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 980: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 981: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 982: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 983: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 984: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 985: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 986: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 987: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 988: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 989: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 990: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 991: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 992: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 993: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 994: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 995: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 996: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 997: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 998: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 999: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1000: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1001: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1002: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1003: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1004: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1005: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1006: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1007: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1008: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1009: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1010: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1011: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1012: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1013: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1014: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1015: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1016: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1017: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1018: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1019: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1020: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1021: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1022: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1023: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1024: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1025: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1026: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1027: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1028: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1029: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1030: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1031: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1032: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1033: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1034: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1035: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1036: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1037: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1038: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1039: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1040: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1041: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1042: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1043: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1044: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1045: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1046: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1047: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1048: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1049: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1050: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1051: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1052: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1053: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1054: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1055: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1056: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1057: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1058: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1059: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1060: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1061: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1062: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1063: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1064: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1065: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1066: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1067: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1068: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1069: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1070: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1071: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1072: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1073: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1074: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1075: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1076: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1077: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1078: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1079: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1080: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1081: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1082: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1083: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1084: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1085: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1086: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1087: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1088: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1089: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1090: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1091: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1092: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1093: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1094: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1095: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K
Page 1096: Dinler ve Mezhepler Tarihi İBN HAZM - ye K