dört kalem dergisi 1 sayi
DESCRIPTION
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi menşeili Edebiyat Dergisi... Dergi Yayın Kurulu: Şaidin Büyükbayram Yusuf Doğansoy S.Doğukan Gelgör Zeki AltınTRANSCRIPT
1
2014 Sayı / 1
4 KALEM DERGİSİ
MÜRVET
SARIYILDIZ
HAMDİ
TOPÇUOĞLU
GÖKHAN
SARI
YUSUF
DOĞANSOY
ŞAİDİN
BÜYÜKBAYRAM
ZEKİ
ALTIN
VAHDİ
GÖKPINAR
ADEM
KALAÇ
SİMGE
İNANÇ
S.DOĞUKAN
GELGÖR
2
DÖ
RT
KA
LE
M
"BEKLENEN"
Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar
Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar.
Necip Fazıl KISAKÜREK
3
ayrılık seni de üzüyor olmalı
bir ölünün ruhu gibidir kuşlar uçar gider
gözlerinizden daha tatlı bir yerim
yoktur benim
sana masmavi şiirler yazıyorum
çünkü en denizini sen bilirsin
ellerim bıraktığın
gözlerim bildiğin gibi
elinle koymuş gibi bulursun yüreğimi
beni kollarına al beni göğsüne sakla
sevilmemiş bir yerin kalsın istemiyordum
şimdi ne zaman yağmur yağsa
sen kokuyor buralar
ve kuşlar, mevsimlere uçuyorlar…
Vahdi GÖKPINAR
SANA DAİR
DÖ
RT
KA
LE
M
4
Ağlamak ve gülmek, insanı insan yapan duygula-
rın içtenlikle dışavurumudur. Deyim yerindeyse;
“bir elmanın iki yarısı” olarak nitelendirilebilir. Ha-
yatta her şey insanlar içindir. Kederin, acının ne ol-
duğunu bilmezsek, mutlu olduğumuz anların kıyme-
tini nasıl bilebiliriz? Düşüp, incitmezsek dizimizi,
sakatlamazsak kolumuzu, sağlığımızın önemini an-
layabilir miyiz? Elbette hayır.
Bir insan hayatı boyunca acı çekerek, gözyaşla-
rına mahkûm olamaz; vur patlasın çal oynasın, ben-
cil kahkahalarla da tüketemez ömrünü. İnsanın insa-
nı anlayabilmesi için her duyguyu tatması gerekir;
acıyı, korkuyu, huzuru, mutluluğu, sevgiyi ve hatta
ölümü. Kısacası her şeyin azı karar çoğu zarar
deyip, o yolda ilerleyebilmelidir insan.
Düşünecek olursak, insan yalnızca çaresiz kaldı-
ğında, umutları tükendiğinde veyahut derin acılar
yaşadığında mı ağlar? Hayır… Mutluluk gözyaşları
da dökmez mi insan zaman zaman. Evladının sınavı
başarıyla kazandığını öğrenen bir anne, kanser has-
talığını yendiğini öğrenen bir hasta ve yakınları, iş
başvurusunun kabul edildiğini duyan bir babanı göz-
yaşları, mutluluk gözyaşları değil midir? Bu sebeple
insanın ağlaması yadırganmamalıdır. Bu onun aciz-
liğini değil aksine, onun kalbinin nasırlaşmadığını
gösterir. Ağlamak, sebebi her ne olursa olsun, insanı
iyileştirir, arındırır. Gülmek ise yağmurun ardından
göz kırpan güneşin meydana getirdiği gökkuşağı
gibi renklendirir dört bir yanı, hayat saçar etrafına,
mutluluk verir. Şunu da belirtmek gerekir ki ağla-
mak gibi gülmenin de tek bir nedeni yoktur. Etrafı-
mızda gülen, kahkaha atan bir insan görsek, genel-
likle bu insanın, onu çok mutlu edecek bir haber al-
dığını ya da komik bir olaya şahit olduğunu düşünü-
rüz. Oysa attığı kahkahanın nedeni, yaşadığı bir ola-
ya çok sinirlenip, onu, içinin en derinlerine gömme
isteği de olabilir.
“Gülme yan etkisi olmayan yatıştırıcı bir ilaçtır”
der, Arnold Henry Glasow. İlaçlar da bünyesinde,
zıtlıkları barındırır. Tedavi edici özelliğinin yanında,
birçok yan etkisi de bulunur. Oysa gülmek, doğal bir
tedavi yoludur; sakinleştirir. Kaşıntı, saç dökmesi,
bulantı da yapmaz üstelik.
DÖ
RT
KA
LE
M
GÖZYAŞI VE KAHKAHA
5
Aksine her zorluğa karşı azimle duran, sürekli
pozitif olan, gülen insanların, hayatlarında çok daha
başarılı ve sağlıklı oldukları da aşikardır. Ama dedi-
ğimiz gibi, gülün dikeni de vardır ve her şeye zama-
nında dur demesini bilmeliyiz. Gülelim gülebildiği-
miz kadar ve hatta ağlayalım umarsızca, ama hiçbir
zaman kaybetmeyelim kendim.
Ağlayan bir kişi gördüğümüzde telaşa kapılırız, onu
teselli edecek bir yığın sözler ederiz. Oysa tek yap-
mamız gereken, samimi birkaç söz söylemek, destek
niteliğinde omza küçük bir dokunuş ve bir mendil
uzatmaktır. Ağlayan bir insan özünde iyidir, yumu-
şak bir kalp taşır. Çabuk incinir, kimseyi kırmayı
sevmez. Ve ağlayan insanlar, yüreklerine sığmayan
kocaman sevgilerini, gözlerinden taşırırlar çoğun-
lukla da.
Bence insanı insan yapan duyguların en kayda
değer, sevimli halidir, ağlamak ve gülmek. Nedeni
her ne olursa olsun. İnsanı insan yapan, bu iki zıt
durumdur. “kalp ağlamazsa gözyaşı da akmaz” der-
ler ya… Her ağlayış bir yürekten geliştir. Her gülüş
de karanlık bir eve giren gün ışığıdır. Nasıl ki o gün
ışığı, karanlığı yok eder, ferahlatır. Küçük bir gü-
lümseyiş de kalplerdeki karanlığı söker atar, ebedi
huzur verir yüreklere.
Gözyaşlarımızdan utanmak yerine, kocaman bir
yürek taşıdığımızı ilan edercesine, hıçkıra hıçkıra
ağlayabilmeliyiz. Bir kuş kadar özgürce de kahkaha-
larımızla da çınlatabilmeliyiz dört bir yanı. Unutma-
malıyız ki bir kâğıdın ön ve arka yüzlerini ayırmak
nasıl ki mümkün değildir, ağlamak ve gülmeyi de
insan kalbinden söküp, atmak, o denli zor ve de im-
kânsız olacaktır. Bu iki kavrayış, sonsuza dek var
olacaklardır yüreklerde.
Simge İNANÇ
DÖ
RT
KA
LE
M
6
Bir kuşun kanadına takılmıştı mutluluk,
Bitkin bir rüyanın en son yerinde kalmıştı.
Masmavi çöllerde, susuz deryalarda,
Bir kuşun kanadına takılmıştı mutluluk.
Uçacaktı kuş bir gün, bitecekti elbet rüya.
Ve dinecekti dalgalar mahzun.
Geçmişe bakacaktı gözler,
Mutluluk hep orta yerde kalacaktı.
Yalnızlık ise, gün batımıyla doğacaktı gecelerimize,
Bırakmayacaktı bizi, hep yanı başımızda duracaktı.
Yalan sevdalar tutuşturacaktı ellerimize.
Yalnızlık; belki de en gerçek dost olacaktı.
Bir yan mahpus, diğer yan özgürlük olacaktı,
Rüzgâr, kokusunu getirecekti eski günlerin.
Dar gelecekti gönül bedene, çıkmak isteyecekti,
Kapındaki boynu bükük çocuk, sana yakaracaktı.
Ellerini uzatacaktı sana, tutmak isteyecekti.
Özlemini çekecektin eski günlerin.
Bir adım ötende olacaktı mutluluk, hep.
Ama sen, bıkmadan yalnızlığı seçecektin.
Bedeninde sahipsiz izler kalacaktı.
Ruhunda mutluluk kırıntıları.
Silinmeyecekti izler, ruhun hep aç kalacaktı.
Ve girecektin bir dehlize; önün yokluk, ardın karanlık.
Ölümcül bir bekleyişe girecektin,
Kalbin yorgun, gönlün dargın.
Bilinmeyecekti ahvalin, sönmeyecekti ateşin,
Bir bilinmezi bekleyecektin, hep onu isteyecektin.
Ve bıkacaktın sonunda, unutacaktın aradığını.
Aklın dumanlar içinde, belki de delirecektin.
Ve giderken bir gün omuzlar üstünde,
Bulacaktın aradığını, pişmanlıklar içinde.
Şaidin BÜYÜKBAYRAM
DÖ
RT
KA
LE
M
MUTLULUĞU ARARKEN
7
D
ÖR
T K
AL
EM
8
Rahlelerde Kur’an yok, duyulmuyor ezanlar
Hadisler nerde kaldı, nerde feyiz alanlar
İslam coğrafyasının, her yeri olmuş illet
O ilim ordusunun, yerini almış zillet!
Berbattan da ötedir, bu perişan halimiz
Cahiliye devri bu, onlardan da zalimiz!
Yazmaz hiçbir kitapta; kardeş kardeşi vursun!
Sussun artık silahlar, dünyada barış olsun!
Asıl şimdi gelmeli, âdil olan Peygamber
İslam coğrafyasında, belki biter gam keder
Takvadadır üstünlük, denilmişse ey insan!
Niye gururlanırsın, söyle nedir bu isyan?
Birçok masum insanın, akıyor her gün kanı
Daralacak sonunda zalimlerin meydanı!
Her tarafta çınlıyor, çocukların feryadı
Bunu yapanların güya Müslüman ecdadı
Uyan Müslüman uyan, şimdi birlik vaktidir
Uyan kardeşim uyan, şimdi dirlik vaktidir.
Dünya nefret kokuyor, helal olsun beşere!
Günahkâr insanoğlu, nasıl varır mahşere!
Nerde kaldı adalet, hani nerde hak hukuk
Zalimler kan kusuyor, ölüyor mazlum çocuk
DÖ
RT
KA
LE
M
ÖZE HASRET
9
Sevgi denen duyguyu, içimizden aldılar
Kardeş kardeşi vurdu, bizi bize saldılar
Halep’te aynı oyun, senaryo aynı Şam’ın
Acının rengi yoktur, resmi aynıdır gamın
Görmemiz gerek artık, doğru ile yanlışı
Hakkı seçmeli insan, bırakmalı savaşı
Barış çiçeklerini ekelim gönlümüze
Savaşı terk edelim, dönelim özümüze
Uyan Müslüman uyan! Şimdi birlik vaktidir
Uyan kardeşim uyan! Şimdi dirlik vaktidir.
Adem KALAÇ
DÖ
RT
KA
LE
M
10
En güzel sevdalarımızı şiirler anlatır bize. Dertlerimizi, umutlarımızı… Bazı şiirler vardır kaleminin
gözyaşı olan, okuduğunuzda farklı bir tat, farklı bir haz alırsınız Mihriban gibi ve bazı şairler vardır kun-
daktaki bebeğini seven anne gibi severler şiirlerini, Karakoç gibi. Bir de türkülerimiz var yüreğimizin ır-
maklarından taşıp, sel olup bizi içine çeken her hecesinde bizi ayrılıkla öldürüp aşkla dirilten öyle içten öy-
le candan. Türkülerde sözün bittiği yerde saz girer duygulara tercüman olmaya ya şiirde, kelimeler biter-
se…
Hanginiz Mihriban’ı okuyunca ya da dinleyince yüreğinizin derinliklerinde bir şey hissetmezsiniz. Aslı
ile Kerem’i hepiniz bilirsiniz, tabi Leyla ile Mecnun’u da peki Abdürrahim ile Mihriban’ın hikâyesini bile-
niniz var mı? Mihriban şiirinin birçok hikâyesi var bir yerde okuduğum hikâyeyi sizlere anlatayım.
1960 senesinde yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle edebi kılan Abdürrahim KARAKOÇ’ un adını gizleyip
Mihriban diye seslendiği o sarı saçlı, melek yüzlü Anadolu kızının hikâyesi bu.
Abdürrahim KARAKOÇ köyde yaşayan bir Anadolu kültürü ile yetişen bir delikanlıdır. Köyde boş zamanı
fazla olduğu için her genç gibi o da şiirler yazar hiç tanımadığı sevgiliye. Köyde bir düğün vardır civar
köylerden ve şehirden davetliler gelir. Karakoç düğünde gördüğü bir kıza âşık olur dünyada başka bir misa-
li yoktur bu aşkın ve bu sarı saçlı kızın tanışırlar kız misafirdir, düğün devam ederken aşkı da ilerler Kara-
koç’un. Bir sabah Mihriban diye seslendiği kızı görmeye gider Karakoç ama bulamaz gitmişlerdir ama şu-
nu bilmiyordur kız giderken Karakoç’un yüreğini de alıp götürmüştür, damarlarını iplik iplik söküp götür-
müştür beraberinde. Bahar gününde kar yağar başına, dar gelir sokaklar, zor gelir bu ayrılık ona. Karakoç
için hayat artık manasızdır. Annesi babası Karakoç’un bu durumuna fazla dayanamazlar kızın ailesini bu-
lup şehre istemeye giderler. Mihriban’ın anne babası Mihriban’ı vermezler daha kızımız küçük diye. Bir
daha giderler bu seferde kızımız nişanlı derler. Bunun üzerine köye dönerler eve geldiklerinde Karakoç’
dört gözle haberi beklemektedir ama anne babasının yüzlerindeki o ifadeyi görünce sormaya bile gerek
duymaz dünyası başına bir kez daha yıkılmıştır ve yüreği kurşun yemiş bir güvecin gibi kendini boşlukta
bulur. Artık onun sadece sükûta ihtiyacı vardır. Aşk ıstırabının adını koymuştur bir kere. Karakoç bu konu-
nun bir daha bu evde açılmasını yasaklamıştır ama gel gör ki gönül ne ferman dinler ne söz. Karakoç’un
sevda sazının telleri kırılmıştır bir kere, aşk yüreğe değil toprağa düşmüştür her şeyi saklayan gömen topra-
ğa. 7 yıl sonra Karakoç’un sevdasının henüz bitmediğini yazdığı bir şiirden bellidir. Şimdi aşkın kokusunu
nakış gibi işlediği, Mihriban için yazdığı şiiri bir hatırlayalım:
MİHRİBAN
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban
DÖ
RT
KA
LE
M
UNUTURSUN MİHRİBAN’IM
11
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban
Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban
Boşa bağlanmış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtım tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban
Karakoç’un şiiri o kadar içtendir o kadar aşkı anlatır ki türkü olur sevdalıların dilinde. Derman olur belki
de yaralı bir sevdalıya, kendini bulur onda aşık. Kimse gerçek adının ne olduğunu asla bilemeyeceğimiz o
kızın yani Mihriban’ın türküsünü söyler durur. Mihriban duymuştur türküyü bilir anlar kendine yazıldığını,
Karakoç’a bir mektup yazar ‘’ ben de o güzel günleri unutmadım diye’’ ama artık çok geçtir. Karakoç zar-
fa şu cevabı yazar ve geri gönderir.
MİHRİBAN ( UNUTURSUN)
“Unutmak kolay mı? ” deme,
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.
Zaman erir kelep kelep ..
Meyve dalında kalmaz hep.
Unutturur birçok sebep,
Unutursun Mihriban’ım.
Yıllar sinene yaslanır;
Hâtıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır...
Unutursun Mihriban’ım.
DÖ
RT
KA
LE
M
12
Süt emerdin gündüz-gece
Unuttun ya, büyüyünce…
Ha işte tıpkı öylece
Unutursun Mihriban’ım.
Gün geçer, azalır sevgi;
Değişir her şeyin rengi
Bugün değil, yarın belki
Unutursun Mihriban’ım.
Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım.
Ve işte en güzel sevdayı yine şiir anlatmıştır bize artık lambada titreyen alevi anlar aşk kâğıda yazılmı-
yor diyen şairin aşkı kâğıda en güzel aktaran üstatlardan biri olduğunu biliriz. Böyle sevdalar günümüzde
var mıdır bilinmez ama şiirler olmadığı kesin!
Yusuf DOĞANSOY
DÖ
RT
KA
LE
M
13
bir meltem ki eğilmiş denizin kulağına
gecede ay ışığı dalgalarla konuşuyor
uzaklardan, çok uzaklardan, sahillerle
okyanusların kavuşamadığı ülkelerden
bir geminin uykuya daldığı
kaçıyorum ülkelere, hayallere koşuyorum
surları buz, bayrakları ateş
üç kıtalı bir kara parçanın tüm şehirlerine
buzdan ve ateşten ve dalgaların sesinden
esrik bakışlı kadınların sözleri
kollardan sarkan yıldızların inceliğinden
eğik düz boylu çekiçlerin tok sesleri
iniltinin, kulağa gelen ahenksiz titreyişine
kuşanıyor yıldızlar boylu boyuna karanlığı
aydınlık yerlerinden doğuyor gün ışığı
üçüncü harbin birinci kıstası, bir ilktir aslında
farkında olmaksızın harbe uyarlanmıştır yakaza
Zeki ALTIN
DÖ
RT
KA
LE
M
YAKAZA
14
gecenin yüreğinedir bu sitemlerim,
tutup kolumu kopartan ,
dizlerimi kıran ,
göğsümü yumruklayan ellerinedir.
aslında bütün kinim kendime sevgilim
seni bu denli içine işleyen kalbime.
söylesene;
nakışlarını kim söktü içimden
kim kesti seni, sızım sızım sızlayan sancımın göbeğinden.
içtiğim su gibi aziz kılmışken varlığını ömrüme
parçalama, eline verdiğim kalbimi ağzına dayadığın bardağın niyetine.
kırılırsam dökülürüm
batarım kıymık kıymık canıma
acır canım ,
senin de canın acır ya, kıyamam gözlerinin ağlayan yanlarına.
söylemeye kıyamadığım ismin
en güzel kelamında saklı duruyor hala.
ve şimdi hangi yanımsın hissedebildiğim
dokunabildiğim hangi özlemsin yutkundukça biriken
bakışın değmesin vedaya daha vakit çok erken
işte bak bir gece daha geliyor,
hırpalıyor karanlığı yanıp sönen lambalar
kapat kapıyı sevgilim ,
kapat , kapat , kapat
çek perdelerini ayrılığın.
üstüme ört ömrünü.
söndür ışığı,
sokul solumdan, sokul evine.
geliyor gece diyorum, görüyormusun yıldızları.
gece iniyor şakaklarıma
gülümseyen yüzünü anımsıyorum
söylenen üç kelime celladim oluyor sanki
aşk diyor birileri aşkında selasını okuyorum
dökülüyorum santim santim eteklerinin kıyısına
bana ilk aldığın acımla karşılıyorum küfürbaz bir geceyi daha.
bunları sen sakın üstüne alınma
bilirsin yara en çok aynı yerden düşünce kanar
işte bu yüzdendir, düşün düşüyor geceme
gittiğin yollara nahlet okuyorum sevgilim
nasıl da düşman ediyor beni sana
afrikalı bir annenin oğluna, ben tokum sen ye demesi kadar basit bir yalandı.
bitti.
DÖ
RT
KA
LE
M
ESİLA
15
biten neydi sevgilim ?
sende ki ben mi ?
ardından, sen sen sen diye kırılan, dökülen, parçalanan ben mi?
biten bişeyler vardı elbet
mesela kızımıza ördüğün kazak bıraktığın yerde duruyor öyle
üzerinde parmaklarını dokunduğun ve dokuduğun iğneler
nasılda canıma batıyor böyle.
acınası bi haldeyim, kelimelerime kan akıtıyorum, uyanmıyor şiirim.
boş bir uğraş değil adının geçtiği her cümleye saldırışım
kandan beslenen suskunluğumdur sukutumda kesilen taraflarım.
hadi al beni gidelim buralardan
yada sende kal içimin gurbetinde saklı sılasında
yemin ederim çekmem geceyi üstüme saklarım kuytu bir köşede gündüzün aydınlığını
bulutun yağmuru kucaklayışından sonra bırakmasına aldanma sen
o kurumuş toprağın bağrını yarıyor
sende bağıra bağıra gitme bağrı yanık bir türkünün ezgisiyle.
bak daha emeklemeden kızımız ölüyor
'esila' can veriyor bir kadının kucağında
anne kelimesi dudağında saklı…
Gökhan SARI
DÖ
RT
KA
LE
M
16
D
ÖR
T K
AL
EM
17
DÖ
RT
KA
LE
M
Ruhum kasvetli bir havaya büründü
Her ne kadar seni sevmenin mutluluğunu yaşasa da bu gönül
Sensizlik gibi bir gerçek var karşımda.
Ve korkuyorum ki bu gerçeklikten
Asla yüzleşmek istemiyorum
Ama o her soluk alıp verişimde batıyor bir hançer gibi yüreğime
Ah bir bilsen sana nasıl tutkun olduğu mu?
Bir bilsen sana nasıl sevdalandığımı
Ne olur gel tut elimden huzur ver gönlüme
Aşk dolu bakışlarını damla damla akıt gönlümün en derinine
Gel beraber yürüyelim şu dünya misafirhanesinde
Beraber geçelim sırattan.
Kevser ırmağının başında doya doya
Beraber içelim ab-ı hayattan.
Döner dururum yatağımda durmadan
Yatırmaz beni kalbimdeki sen sancısı
Başımdaki sen ağrısı
Arıyorum seni gecenin karanlığında
Bir umut belki çıkar bu karanlıklarım aydınlığa
Bekliyor seni gönlüm bir annenin evladını beklediği gibi
Ölüyorum şimdi bu aşkın ateşiyle şehadete ermişler gibi..
S. Doğukan GELGÖR
DAVET
18
Sana şimdi uzun yılların ardından
Sisle örülmüş anılar diyarından
Gri bulutlu bir gökyüzünde
Dünyayı aydınlatmayan
Kör güneşin vurduğu
Bir pencereden
Anıların ve özlemlerin beklediği
Çığlıklarını benin bile duymadığı
Soğuk bir akşamdan
Ceset olmuş aşkların
Mitos yorumculuğunu yapan
Bir edebiyatçı sesleniyor.
Amma da uzun oldu cümlelerim
Hadi sil baştan
Yeniden deneyeyim.
Issız odamda, tek başına
Anıların içinde
Düşünceli gözlerle
Özleminin yandırdığı yürekle
Sesini duyamamanın
Bir o kadar da hatıraların
Yaşanmayacağı günlerin arkasından
Tozlarını silerek indirdim seni
Eski raflardan.
Anladın mı dediğin gün vardı ya
Ben çoktan anlamıştım
Küllerini Ganj nehrine döken
İneklerin bile kutsal sayıldığı
Bir ülkede
Aşkların hiç hükmünde
İtibar gördüğü bir sen…
DÖ
RT
KA
LE
M
HÜKMÜ YOK ŞİİRİN
19
Gömüp başını kuma Devekuşluğuna özenen Yaşanmışlığı hiçe sayıp Yaşanmamışlık kısmında Hayat sürdüren. Filistin işkencesinde günler düştü Bana. Oysa kutsallığına inandığım Bir aşk yeşeriyordu yüreğimde. İhtilal bakışlarınla Devrimler gören düşlerim. Dişlerini sıkıyordu Bağımsız ruhunda Özgür aşk güvelenirken. Timur’un topal bacağı gibi Fetret devrini yaşatırken Bir Osmanlı yadigarına.Bizans bayrakları vardı Senin surlarında dalgalanan. Bilir misin Senin aşktan anlamayan yüreğin Bana Molla Kasım’ı hatırlatır. Oturup dere kenarına Yunus’un şiirlerini yırtıp suya atan. Oysa sen petrol yatakları kadar zengin Bakir bir kır çiçeği kadar narin Anadolu kadar saf bir aşkın İdamlık kararında imzası olan Bir vatan hainiydin. Bilemedim.
Mürvet SARIYILDIZ
DÖ
RT
KA
LE
M
20
Yolda yürüyordum. Yürüdüğüm yol, bizim köyün en ıssız patikasıydı. Hemen hemen dağa koyun otlat-
maya giden çoban amcalar dışında bu yolu kimse kullanmazdı. Ellerim cebimde düşünceli bir halde yürür-
ken birden karşıma patikanın hemen sağ tarafında yaralı bir serçe çıktı.. Ürkek bir halde sağa sola bakını-
yordu. Sanırsan kanadından vurulmuştu. Ve uçmaya ne kadar çaba harcasa da uçamıyordu. Ona yardım
etmeliydim, çünkü annem bana hayvanların da insanlar gibi yardıma muhtaç varlıklar olduklarını söylerdi
hep. Hemen serçenin yanına yaklaştım, elimi çalıların arasında duran serçeye uzattım. Aldım avucumun
içine tam kendime doğru çekecek iken serçe parmağımı gagaladı. Çok acımadı ama şaşırdım serçenin beni
ısırmasına. Ona yardım edecektim ben, neden beni gagaladı ki! Ama o da haklı, bizim köyün çocukları hep
sapanla şuncacık kuşları vururlar. Sonra da sevinç naraları ile köy meydanında koşup dururlar. Beni de
herhal o çocuklardan sandı zavallı kuşcağız. Elimi gagalamasına rağmen bırakmadım. O kadar heyecanlıy-
dı ki, kalbi hızlı hızlı atıyordu. Sanki birazdan duracakmış gibiydi. Zavallı kuşcağız Allah bilir n’olmuştu
ona. Belki de bizim çocuklardan biri vurmuştur. Serçeyi şöyle bir çevirip baktım, sağ kanadının hemen al-
tında kan akıyordu. Ben de cebimde bulunan selpağı çıkarıp kanadındaki kanı sildim. Sonra anneme götür-
mek için doğruca eve patikadan aşağı koştum. Annem daha öncede de yaralı bir kargayı bulup iyileştirmiş-
ti. Belki bu serçeyi de iyileştirir annem.
- Anne anne… nerdesin, buraya gel hemen.
- Dur memet, oğlum koşma, koşma düşeceksin. N’oldu? Neyin var?
- Anne bizim köyün dağ patikasında yürürken bir yaralı serçe buldum. Sen iyileştir misin bunu?
- Aaa, yaralı mı? Getir bakalım oğlum, neyi varmış öğrenelim.
Annem serçenin kanadına bir merhem sürdü. Ve aranadan bir hafta geçmişti ki serçe hemencecik iyileşi-
verdi. Çok güzel bir kuştu. Bize de alışmıştı hem. Biz annemle yemek yerken hep gelir omuzuma konardı.
Ama şimdi o serçe yok artık. Geçenlerde bir arkadaşım, serçemizi kapıda görünce dışarıdaki serçelerden
sandı. Ve serçeyi sapanla vurdu, tekrar iyileştirmek için çok uğraştık, annem merhem sürüp kanadını da
sardı. Ama iyileşemedi. Serçe ertesi gün öldü. Ben de artık o arkadaşım ile hiç konuşmadım. Çünkü benim
en çok sevdiğim şeyi elimden aldı. Serçemi öldürdü. Oysa o serçe ne de güzel öterdi…
Zeki ALTIN
DÖ
RT
KA
LE
M
SERÇE
21
Şimdi İzmir'de olmalı insan
Kordonboyu'nda kol kola
Şarkılar söylemeli
İmbat gibi serin serin
Konuşmalı ordan burdan
Şimdi İzmir'de olmalı insan
Tıklım tıklımdır Kemeraltı
Kadifekale salkım saçak
Sonra uzanıp Gültepe'ye
Gecekondulardan haber sormalı
Şimdi İzmir'de olmalı insan
Cıvıl cıvıl bir Karşıyaka vapurunda
Allı güllü bahçelerinde Balçova'nın
Ya da Çamdibi'nde Karabağlar'da
Yorgun argın işçilere karışmalı
Şimdi İzmir'de olmalı insan
Doya doya yaşamalı
Hamdi TOPÇUOĞLU
DÖ
RT
KA
LE
M
ŞİMDİ İZMİR’DE OLMALI İNSAN
22
DÖ
RT
KA
LE
M
Kategori : Edebiyat
Tür : Yerli Şiir
Şair : Abdürrahim KARAKOÇ
Vur Emri, halk edebiyatının zengin
şiir özelliği ve Abdürrahim Karakoç-
’un kalemiyle örülmüş bir başyapıt
eseri niteliğinde. Şiirlerini hemen he-
men her konu ile besleyen Karakoç,
Vur Emrinde de bunu bariz bir şekilde
şiirlerinde göstermiştir. Bu beslendiği
konulardan biri de biri de tarihtir. Mil-
liyetçi özelliğini de tarihin dokusunda
işleyen şair, bunu şiirine şu şekilde
yansıtır:
‘’Bir haber dolaşır semada pulpul;
Kılınçlar bilensin akın var Çin’e.
Yiğitler at sürer düşman içine;
Tarihe hükmeden bir ses duyulur:
- Vur! TÜRKLÜK aşkına vur!’’
23
DÖ
RT
KA
LE
M
***
Bir de sevgilim vardır, pek muteber;
İsmini söyleyemem,
Edebiyat tarihçisi bulsun.
***
O zamanlar ismini söyleyemediği sevgilisi
“Nahit Hanım'dı Orhan Veli’nin. Hayatta iki
varlığı oldu: Şiiri ve sevdası. Şiirleri okurlarının
ezberinde... Sevgisine gelince, onu, tek büyük
aşkı “Nahit Hanım'a vermişti: Bu kitap onun
belgesi. Şiirimizde çığır açmış ustanın aslında
nasıl bir gönül ustası olduğunu kanıtlayan mek-
tuplarını okuduğunuzda onu çok daha yakından
tanıyacaksınız. “İstanbul Türküsü” gibi pek çok
şiirini daha iyi anlayacaksınız. 36 yıllık ömrüne
neler sığdırdığını görecek, onu daha çok seve-
cek ama belki biraz da üzüleceksiniz. Nereden
bakılsa, gizli saklı yaşanmış kırık bir aşk hikâ-
yesine tanık olacaksınız. 64 yıldır çekmecelerde
kalmış mektuplar, ince ince akan bir mağara
suyu gibi dingin, dupduru ilk kez gün ışığına
çıkıyor.
Kategori: Edebiyat
Tür: Yerli-Mektup
Yazar: Orhan Veli Kanık
24
İLETİŞİM: facebok.com/dort.kalem
Gölgesinde otur amma
Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin.
Yollar uzun, yollar ince
Yol kısalır aşk gelince
Yat kurban ol İsmail’ce
Bıçak senden incinmesin.
Burdayım de sen ararlarsa
Doğru söyle sorarlarsa
Tabutunu sararlarsa
Bayrak senden incinmesin
İl göçsün göçtüğün vakit
Yol yansın geçtiğin vakit
Suyundan içtiğin vakit
Kaynak senden incinmesin
Toz konmasın sakın sana
Hakkı geçer halkın sana
Gücenmesin yakın sana
Uzak senden incinmesin.