Download - benim çizgili gömlek
Benim Çizgili Gömlek
Ali Berkay Bircan
Güzelyalı 2011-2012
Yazar : Ali Berkay Bircan
Kapak tasarımı : Mehmet Salih Cüvelek
Arka kapak tasarımı : Melih Tuğtağ
Ön okuma : Bilal Habeş Evran, Melih
Tuğtağ.
Güzelyalı, 2012.
Dört aylıkken anneme dokundum ve dedim ki: “Vakti
geldiğinde seni unutacağım.” Beş aylıkken halamın
oğlunun saçını çektim ve saçları o günden sonra
dökülmeye başladı. Doksan birin ramazanında oruç
tutmadım, daha reşit değilim, oruç olanların önünde siyah
zeytin yedim.
Sekiz yaşımda Beşiktaşlıydım, Altay maçından sonra
sinirlenip duvara vurduğum elimde, hala o günden kalma
izler. Che baskılı tişört giymedim hiç, kapitalistleri
tuttum savaşlarda. Sırf o tütün yüzünden, rengi benim
oyuncak arabamın rengiyle aynıydı. Çok sonra öğrendim
ki İzmir’de de varmış tütün, Amerikan ortaklığıyla
üretiliyormuş içtiğimiz filtreli sigaralar. Bir sonraki kış
hiç kestane yemedim ama almanca yazılar vardı elimdeki
gofrette. Ben o yaz hatalarımı başkalarına yüklemedim,
çok az terledim.
Çin işkenceleri geldi aklıma o son bahar. On yedi
yaşımda, bir kediyi takip ederken göz göze geldiğim ilk
kızın gözlerini çok sevdim, ama gerisini de sevmek
gerekiyormuş, ayrıldık. Ben hiç eyleme gitmedim
küçükken, eylemler yerine yabancı lig maçlarını izledim
televizyondan. Ben depremi bir kez yaşadım, spikerin
rengi bembeyaz olmuştu kaşığımdaki ayran gibi. Bir ilk
bahar günü aşık olayazdım, meğer ters yönde
gidiyormuşum, sisten fark etmemişim.
18 yaşımın sonlarında bu kez bir kızın ellerini çok
sevdim. Sadece elini tutup şiir yazıyordum, kendini
kullanılmış hissetti ve gitti. Büyüdükçe sonbaharları
kaybettim, annem daha fazla lahana sarması yapıyordu o
aralar. Limonlu muydu, limonsuz mu hatırlamıyorum
ama.
Yapılan ödevler bir sonraki dönem bana şahit
olmuyorlardı, eve dönerken otobüste yanımda oturan
kadına iyi davranıyordum. Bizim otobüslerimiz
ineceğimiz yeri anons etmezlerdi hiç, namüsait bir
mahiyette tezahür ederek inerdik bir kaldırıma. Son
otobüsü kaçırdığım geceler, otobüs duraklarında yazılar
yazıp, sabahları beğenmeyip atardım.
Bir gün boyunca yalın ayak gezdim köydeki bahçemizde,
ben on dokuzken. Hiç bir zaman başladığım yere
dönemedim bu karınca gibi. Zaten hiçbir zaman bir arı
kadar çalışkan olmadım, kimseyi de sokmam. Bir
defasında birlik ve beraberliğe muhtaç olmadığımız
günlerden birine denk geldim, hava bulutsuzdu ve ben
mutlu gibiydim.
Yirmili yaşlarımın başında bir kız sevdim, gözleri
kocaman, toprak rengi. Şimdi suya ve toprağa bakıyorum
kendimi anlamak için. Bir de yanmak gerek, onu sonra
ayarlarız.
Ali Berkay
Güzelyalı, 2012.
Kalemi kırdım, yeni içinde kaldı.
gökyüzüne kazınmış telkinlerim
ellerimin uzanmadığı, kalemimdeki yasa
çocukluğumdaki nasreddin hoca
kazan bir doğurdu ki her taraf kazanova.
/gidilen şehrin son kalabalığına daldım
bitmez ölümlerinin kotası dağlanan bedenimde:
la historia de hoy./
sakin sessiz sabit elime saplıyor hançeri
donup kalan elçiler önünde esrarın gücü
panik atak bu ritmin dolunayı
surlardan atılan cennet bahçesinin hayalidir olsa olsa
kalıntıları doğruluyor boğazımın içinde.
kurtlanıp birden boy veren
kesintilerimden kolluk kuvvetleri yapmışlar
yanağıma dikenli teller dayanmış
çatlayan, haykırmak isteyen kayalar
beklediğim, sabahladığım geceler boyu -olsun-
gelemesen de bitmiş bir hayalde
sadece kendim için köprüler asacağım
geçeceğim bu uçurumu.
arada bir baktığım takvim geçen seneye ait
kaputun üzerindeki çizikler yirmi bir
sallantılarda omuzlarım, yelkenleri fora
dalgalı deniz üzerinde
sallanmayan gemi, diplerde yatmaktadır.
katil kimliğine suikast
kimini atladığı hendeğin çukurunda bırakır
kiminde ise orada olduğunu bildiren izler
yerlerinden hayaller damlar hâlâ, yüzünü sildim fedainin.
izleri çocukluğuna uzanır, sol omzunda;
üzerine yatıp uykuya daldığı uyuşan ve karıncalanan.
iki zirve arasında rüzgarın çığlıkları var
mutlaka münzevi dervişlere özenti dağlardaki oyuklar.
hayret, batan kalyonlar varken insan yükseliyor
yakılan gemilerin getirisi kılınçların çınladığı
meydanlarda
kurtulan şehirde sakin ve zararsız değişim.
ben sana geliyorum, katlim ismailî düğünü
önceki gün okulu kırmış öğrenci olarak geliyorum
ayaklarım toprakta düşüncelerim meşe ağacında
süzülüyor
gözlerimi yere dikip insanlara çarpa çarpa, geliyorum
kalenin surlarını görmezden, tırnak uçlarımı kanatarak
her seferde bir adım düşerek istikrarımı korudum
daha önceleri sustum ama bu sefer konuştum!
sen gemileri yakma, sırtını ovdum tuzuyla yağmurun.
inancın eksikse göğe çıkamazsın
kibrin seni yedi kat aşağıya gömer
durgun sularda da gemiler batar.
kaçamayacağımı bile bile koşmuyorum
yıkamayacağım surların önünde dikilmiyorum
öleceğimi bildiğim halde duruyorum fedainin bıçağının
önünde
oysa o feda edemeyip canını, hayatta kaldığında
katil kimliğine suikast düzenler
dağların tepelerinde ne güzel bulutlar
aşınan taşlarda kazılı savaşlar vardır
yakından bakarsanız sisten göremezsiniz.
ah saf çelişki
giden yare üzülür yare giden surlar yıkılır
yıkılırlar taşların altında hep insanlar kalır.
köşke çekilen şah düşer kurşun sahibine döner
celladı ve şeddeyi hatırlamaz.
nipnikotin ya da yoksunluk belirtilileri
üç nokta komayı uzatmaktır
ki ölüm vardır vücut yıkanır
uçurumdan düşmek bulutların kaybınadır.
gitmek sadece cam değil tüm şehirler aynıdır
mutlaka arkadaşlar ve gidenlere el sallanır
bana gelir ancak ve ancak eksikler iyi
bu kalemi kırıp, infazı ertelemektir.
bir katil söyleyecektim, tabanca durdu, öldü.
ellerim de ki: tetiği ben çekmedim.
sen aynaya gidersen sen sana gelir
gerisi de gelir; herkesin silahı kendine görünmez.
tüylerim kabarıyor, ürperiyorum
"ol" diyor, kalkıyorum ve ölüyorum
kaldıramazsam ellerim nasırlı değil
tersine paranoya eksiksiz oldu sırtımdaki bıçakla
bakıyor ki çırpınıyorum
evladı olmak zordur, babalar oğullarına benzer
soldu yüzüm, cekedimi alıp çıktım.
yol dönümü
kısalık yalnızca mezar taşı
üzerine sığma kaygısı taşımaz -işte-
ölüm düşen bir yaprak
rüzgarın üzerine, ağırlığınca.
öyle ki rüzgar bile ilk kez
eser o zirvede
dik taşlar göreceksin - kum -
mezara bakıp kendini düşünürsen
ölümü anlamazsın.
suyu inek içerse süt,
yılan içerse zehir olur;
suyun sesine atlayan kurbağa,
doğuda istisnai bir zirve.
barışın yetmediği o zirvede
çocuklar savaşı bilirler. -su verirsen-
ölü düşlerin üzerinde otlar biter.
bulutlar tepede dinlenir
eteklerdeki rüzgar:
bütünüyle ses olana kadar
ney üflemiş bir derviştir.
Fırtına
biriktirdiklerini kusuyor deniz,
geçiyor koskoca gemi, işte köpüklerinde hiddet
geçiçi bir rahatlama susuyor derinimde.
damarlarımın içinde hissediyorum tuzlu sularını
tam şuraya demirlesek ve gelse bahar vaktimiz yok
en azından gitse şu papağan tekerrür etmeye kalmayan
mecalimizden.
biriktirdiklerini kusuyor deniz, çekiliyor.
yetişemediğimiz hayallerimizi de alıyor içine
bakamayacağımız dertlerimiz gidiyor akan suyla
gelmeler az, gitmeler çok oluyor bu koyda
ah şu önümde çırpınan balığın da hayatı kurtulsa.
biriktirdiklerini kusuyor deniz, gözlerimi kapıyorum
karanlığın içinden yüzün yürüyor gözlerime,
açıyorum gözlerimi hala açık deniz, rüzgar parçalıyor
yelkenlerimi
kaptanım duymuyor beni, ben de duymuyorum kendimi
yüzümde binlerce okyanus paralanıyor delinen gökle
beraber.
biriktirdiklerini kusuyor deniz, dingiliğine beş kala
dalgaların sabrı çarptıysa kalyonun bordaları hissetti
iplere tutunmaktan yırtılan ellerimizde kanadık biz de
arayışımızı ve tutunmaya çalıştığımız ceviz kabuğunu.
persona
yaşamak dışında hiçbir şey ölümcül değildir
çabaladım, yürüdüm, ayaktayım. görenler insan demez
belki de bu at koşmaktan çatladı toprak yollarda
onu göğsünden vurup da acısını dindirecek olan çıkmaz.
ilk ciddi ayrılığımı yaşadığımda çocuktum
yaşım kaç olursa olsun, büyüdüm o anda.
anlar vardı tümegittiğinde sonsuz
içinde bulunulan, yoksunluk belirtisi.
bilmek eziyet oluyor belli bir yaştan sonra.
sen gelsen ve tutuşsa bütün kağıtlar
islerini suratıma sürüp de kirlenirim
burası pers şehri olsa, kalesiyle yekpare
elçiler gelse ben fedaileri surlardan atsam
fedaileri atsam ve onları sen karşılasan.
ben hep yolcu olurum
tek başıma otururum yanıma kimin bineceğini bilemem
gideceğim yerde yara izleri fark yaratmaz.
bir başka kendi
Bonitas non est pessimis esse meliorem.
dünya sevmemiz için var,
yüzüstü bıraktım dümenleri
fransızca bir ezgi sorguluyorum
kursağımdaki katranlar boşanır yaralarımdan.
yokum ya da gırtlağım bilinçaltımın oyunu
şehirlerin darağacında sallandırdığı taş binalar
önünde bir kaç tabure ve çay
duman üfler, hekim olurum bir yaz sabahı.
yaşam bir an, geçti ve haşrolunduk
mecazi gerçekleri tabelalarda
her gittiğim yer diğerinin aynı
aynı bezgin suratlar, elimde demir kokusu
otobüsler dolu, bebekler ağlak.
yanılıyorsun, mutlaka öğütler gelir
felsefesi açık değil hayatın
hepimiz sırlara sahip,
tüm kelimeleri tutmuşlar.
işte bu yüzden bozuk ve kırığım,
savaş istiyorum. sen yatağında uyurken
ben yollarda gece olur.
yüzündeki çizgilerden hayat yaptım anne
bana yetiş; sarıl ki duvarlarım gözükmesin.
temize havale
eve dönmek istemeyenlere hitap ettiği müşahade
edilmiştir.
çocuklar ölüme yaklaştırır. - hegel.
seslenmek istedim, yüzümde çapaklar
yüzümü yıkamadım aynaya bakma korkusu nihayet
bazen, camları yemeye çalışan bir kedi var
çocuklara sakallarım batsa
doğru ışık altında şefkat keder gibi gözükür.
gözlerim kısık olsa da
sorumluluklar ağırlaştırmış havayı
kesintisiz bir dezenfektan
daima eksik, kesik, kurşun
hırıltılı sesiyle deli dibimde
bilinçaltım, bana rağmen, benim için.
türküler dinledikçe uzaklaşmışım
ayaklarım gidiyor, ben bakıyorum
dümeni belirsiz rüzgarlara teslim
camus deyince aklıma yabancı geliyor.
her şey gibi bunu da erteleyeyim
yaprakların gölgesinde narin
insanın hislerini dümdüz edecek kadar
etekleri çiçek, gözleri toprak rabbim!
seni seviyorum bir film cümlesi
duyunca gerçekliği yitiriyor, dalıyorum
alev gibi kıvrandı iki içinde bir
gözlerimi kapatıyorum, açtığımda
herkes gitsin, yankımı duyma umudum hala varken.
şimdi istiyorum ancak
ve ancak, gümüş külleri
maki yangını gibi hızla
dökülürken fesleğenden
temize havale etsin şu havayı.
varış duyurusu
I.
soğuk gözlü kız gidiyor
o sadece son bir melodi
bana söylenen,
boşluğu yeniden keşfeder gibi.
ben seni en çok
zorla götürüldüğüm yerlerde özlüyorum
birçok komik şey gibi, acıklı.
II.
hamle yapmak için çok bekliyorum
beklentinin altında eziliyor,
karaya oturmuş hissediyorum
bütün umudumu yele vererek.
işte bir çocuk görüyorum
güneşi sapanla vurmaya çalışan
aslan çizemediği için kedi çizen
bir yerden başlayıp
gecenin karanlığını görmeden uyuyakalan.
yön duygumu sele verdim
yetmiş birinci kez duruyorum aynı yerde
bir yerlerde insanlar ölülerin arasında yatıp
ölümden kurtuluyor
bense dağılmamak için dikenli telle sardım kendimi.
III.
sen hareketlenince her şey aniden olur;
okulun yolu, dolu banliyöler
sigara yakınca gelen otobüsler
daha fazla insan kokusu,
önüne bakarak yürüyen insanlar
çöp karıştıran kediler,
kulaklarını kapatmadıkça rüzgar.
ben yalnız ait
bozuk dumanı çektim
ama gizlemek istemiyorum
bu soğuk ve yetkisiz
yatıştırıcı kadar saf hissediyorum
başka bir söz, başka bir tohum
elimize ambalajlı açgözlülükler sıkıştırıyorlar.
gel, devrim intikam alıyor-muş.
lambalar, fiske ve üçüncü göz açık
hava soğuk yine de
balkondan izleyelim.
yokuş aşağı salma kendini
o zaman şişman kediler kalp krizi geçirir
zaman artı sonsuza yaklaşır.
ben senin kalbini,
şiddeti uzlaştırmak için istiyorum
maskenin arkasındaki yarayı görmek
geçmişten gelen iblisleri defetmek
açıklanamayan uzuvlarını tamir etmek istiyorum.
bu yapı taşları aşağı çekti
ama sen içimde sıkışıp
yine yükselebilirsin.
ulaşmak için konfor ve sıcaklığın
tespit edilemediği durumlarda,
her yol gösterici ışık mantık tarafından
ezilmiş, soğuk, kayıp ve aklım karıştı.
vadesi geçmiş konumumun
ben yapay gerçeği istiyorum
biraz huzursuzluk açlığı
barışçıl bir protesto sonrası ölmek istiyorum.
hafifçe dalga boyu büyür
zorlayıcı kavramlar yeniden evrilir
evren ellerimin içinde sıkışıp
doğal olmayan yasalar oluşturur:
korku ile sevgi ve karanlık yerine
kırık bir plak.
sıfır yerçekimi
sensiz harcanan her vakur gündoğumunu hor gördüm
güneşte kızarmış gökyüzü pembe et gibi soyulmakta
söylemeliyim benim gözler kan çanağına döndü
yağmur yağar, güneş açar, okula giderim
geleceğim daha parlak olacakmış.
ama bu, denemem gerekir anlamına gelmez
ay yeterince yıldızları seviyor çünkü
günde en az bir kez onlarla.
yağmur bulutları
henüz sürülmüş tarlanın kenarındaki yol
dün ve yarını hatırlatıyor içine
ağlıyordun neden zaman diye sordum
ve "Bugün sonsuza kadar sürmeyecek." dedin.
yıkadı duvarlarımı içeriden
başka seçeneği yoktu;
bir duygu dolu kavanoz dondurulmuş
sadece yeterli yüzüm yoktu
gülüşünü, o çalışır şekilde
ödeme gününe kadar tekrar görmek için.
argumentum ad populum*
"siz bir cinayete sohbet süsü veriyorsunuz ya ondan
bahsediyorum."
I. Bonitas non est pessimis esse meliorem
alsancak kıyılarında fırtına,
yılın bu zamanında gece ince
karanlık koyu anksiyete
karanlık, salamura gökyüzü aşağı sürüklenen
kabuğu, katmanları ıslık çalarak haşlanıyor
her nasılsa yanardöner.
oysa anlar çalmaktadır, zaman aşımı, sesi ince
olduğunda kırık hava usulca içine ulaşır
atomlar arasındaki boşluklarda
zaman sesi süründü gece yarısı arasında
bundan sonra biraz boşluk
kayan çarkları tik tak tak
tekrar ve hareket etmiyor.
hava, donuk ses ile dolu
Her tak ile tekrar, tekrar ve tekrar
insanı kitabın arasına koyup kurutuyorlar.
II. A bene placito.
güve pencerede sessiz bir hayalet, ancak
rüzgar, bıçak ve sebat vardır.
ince. İnce, yüksek perdeli bir ses,
oldukça kaldırma asla. Rengi
mavi-gri şeyl rüzgarının rengi, morarmış.
Bu dünyanın başka bir yerine yakınsamış eğrisi
hakkında yaşamları, ışık ve sıcaklık, sesini yükseltmeye,
arama, barış çağrısı, başka bir arama
(son kez) akşam yemeği hazır. Ederken,
burada, biz örnekleri gece yarısı arasında düzenlenen
düzenlilik üzerine ağırca düşünce
(şanslı iseniz) bıçak ucu keskin bir rüzgar boyunca uyur.
III. Mors Certa, vita Incerta
Yirmi iki dakika yeni yıl içine,
keskin ve taze her dakika, her dakika
cadde üzerinden iterek insanları,
yalnız ve küçücük ve küçük bir umut.
havai fişeklerle bir tür savaş yürütmek
her pencere ayrı orkestra.
kendi güzellik patlamaları dışındaki yere
yaşam işareti, kıvılcım, yangın, bir vaftiz
yeni, küçük bir dakika geçer.
sırtım savaşa döndü ve her umut
ritim, çocukların uykusunda başlar
aksak, dağınık cümleler mırıldanıyorum.
sonra, sessizlik. sonra boş zaman
yeni yaşa nefes aldıran
sessizlik dışında keskin sürüklenme
araba ve rüzgar, gece beyaz gürültü
hiçbir anlam, hiçbir zaman işaretleme
bu bilinmeyen zeminde yayılan.
bir sabah saat ve insanların
araba kapıları grogi
kapat. gece açık anılar, önümüzdeki
ev, araba taşınan bir koza
uyku tulumu, silah, patlama
kadın, güven yerine maykaj tazelemeyi tercih etti.
şimdi araba motorları, başlamış
yumuşak, hava ve konforu mırıldandığında
yatak sıcaklığına döndü millet
uyumak için bu sabah
bir yıl önce kalkacağımızdan.
IV. Ora et labora
Bu cicili bicili-zaman hala üzerimizde
çam kestaneleri, sert, kavrulmuş büyüyecek
kimse görmek için durduğunda bile,
açılmak gibi gün için sabırla bekler
şeyler unutulmuş. Hediyeler hala açılmamış.
parlak haller, sevinç gülümsüyor
eller neşe içinde yüksek tutulan, hâlâ biz kurban
yılan ve kuş ve millet gibi şölen
ezkaza doğuyor, yangına övgü
parlayan güneş, sıcaklık ve duvarların
ışıkları parıldıyor. Yine de bizim ibadet
eksikliği, cevizin kabuğunu sıkı tutmaması.
V. Vulnerant omnes, ultima necat.
ona sırtımı çevirdim,
bir demet gül için.
----------------------------
[*]: Genel kanıya bağlı olarak bir fikrin doğru veya
yanlış olduğunu ileri sürme safsatası.
[1]: İyi olmak en kötüden daha iyi olmak anlamına
gelmez.
[2]: Memnun edilmiş birinden.
[3]: Ölüm kesindir, hayat değil.
[4]: Dua et ve çalış.
[5]: Her geçen dakika yaralar, sonuncusu öldürür.
taht-ı tevkif
Kullandığım insanlar manasını bilmiyor
bazısı kelimesine göre mana taşıyor
kimisi gereksiz kafiyelere kurban;
ama hepsi farklı
istemedikleri yerden, istemedikleri anlamdan
kaçıp gitmiyor.
Annemizin göğsündeki sütü tükettik
sırasıyla: beklenti, umutsuzluk, sevinç, boşluk.
Mütemadiyen düşük cümleler,
sessizlik anında gelen panikleme,
uzanan elleri görmezden gelip.
-Sanığın idamına ve şahitlerin sonra dinlenmesine
karar verildi.-
Şubat karın en hüzünlü halidir,
çocukluğumun tek güzelliği:
yeryüzüne sürülmüş senaryoları
kafanda kurgulasan bile
çok zor yavaşlatmak zamanı.
Türk tipi piltdown sahtekarlığı
ya da modus operandi.
İşe dönüş
Gerçek şu ki, çok değil,
sadece birkaç zarar verecek.
Daha fazla geri saatler
sessiz odada, her şey gürültü gibi gelir.
Ağlayanları durdurun
arka bahçemdeki sessiz yığınlar
size ne, geriye alamadığım zamandan?
Başkasının hatası değildir
büyükler istiyorsa yakalayacak biri bulunur
hayatta hiçbir şey,
vaat edilmiş topraklarda özgürce verilir.
Soru kalır “peki, neden biz buradayız?”
Olmayanlar için, cevabı ucu açıktır
kendiliğinden iyileşme burada ve şimdi başlar
şöhretin hazmı kolaylaşır
büyüklük hayalleri ile dolu olmayı reddediyorum.
Zaman kör oldu,
ne vizyon kaldı,
ne de görmek istedikleri
duygularda kadrolaşmaya gittiler
kitleler antibiyotiklerle yatıştırıldı
huzur içinde yansınlar.
Sonunda zayıf kalacak
kendini geliştirme yolunda
pek çok aptal bir araya gelecek
çok sayıda insan gerçeği işleyemez
kaynak sömürür ve ortadan kaldırır.
Gül diz çökmüş,
Musa’nın kuru ağzına,
ölenler onlar olmadığı için
döndüler işlerine.
Merkez beni duyuyor musun?
Şair olup el-hamraya çıksam
babam der mi yine adam olmadın diye?
Sigaram var, kendim yakamıyorum;
ama sana nasıl kanıtlarım
bunun bir rüya olduğunu?
Beni aşağıda bırakın
hadi şimdi bana güvenebilirsiniz
ben önden giderim
şimdi ipimi salın.
Tekrarlanan düşünceler:
Hepimiz yalnızız.
Evsiz hissi, kalp tutar
kitleler yanılmaz.
Yeterince uzun bir süre sonra
biz bile ayak uyduracağız,
gerileceğiz talebi doğuran arzın çarmıhlarına
suçluların takım elbise giydiği çağlar
geride kaldı.
Bozuk, ücretsiz bir yakarıştır
sorumsuz bir korku gösterisi
öne sürülmüştür:
İşsiz şairler aç kalırlar
işli şairler vakit bulamazlar.
Dediler ki: Bütün azizler uzakta kaldı
bu ayna ayrı düşecek
diyorum ne olursa olsun gelmez
bu şehre atlılar, gördüğünüz
kaldırım üzerinde kan lekesi
tamam, ben önden giderim.
Otorite olarak yazar*
Küplüce’de bir zarif
Yozlaşmayı mahkum eden satırları.
Ününü saman kağıtlarına devretmiş
Şairene duyguları örgütleyip
Kitle dalkavukluğunu sellere vermiş.
Bunca ayrıntı yığını arasında
Toplumsal trendlerin takibi
Aslında orta yolun tehlikesidir
Her satırını kamuya devretmek
Sıkıntı verenlerle dinleyiciyi mutlu etmek.
Her uçurum baş dönmesi yaratmaz
Direniş bilincinin kırılması gerekir
İşte bir kez daha yan çiziyorum
İndirgiyorum vücudumda dolaşımını satırlara
Kendi kedimle saf tutma arasında bir yerlere.
Fiziksel sınırlarını aşağıya çekip
Yorgunluktan ölüyor, yerinde sayarken
Aynı kelimelerle farklı duygular inşa edilmez
Sırf tanışıklık olsun diye
Perspektifi görmezden gelmek
Müneccim enayiliği, plastik ifadeler:
Galibiyet randevusunda yerlerimizi almak için.
Yanlış bir hayat doğru yaşanmaz1
Evimdeyken ait hissetmiyorum
Daha da beterini yapıp susabilirim
“Aman bir tatsızlık çıkmasın da”
Nesnel olurum, pazarlanabilen
Profesyonel bir ricacı.
İşaret çocuklarından değil.
Oysa ben senden kaynaklı
Krizimi evrenselleştirmeliyim.
-Ali Berkay
——————————————–
*: İngilizcede “yazar” anlamına gelen “author” ile
“otorite, yetkili kişi” anlamına gelen “authority”
arasında bir kökdeşlik mevcut.
[1]: Theodor Adorno, Minimal Moralia: Reflections
From Damaged Life, ingilizceye çeviren: E. F. N.
Jephcott, Londra: New Left Books, 1951, s. 38-9.
Semavi yok oluş
Değer olup olmadığını merak ediyorum
Gerektiğini merak ediyorum.
Ben kendim inanamıyorum bakın
Rüya olduğunu atlayabilirim
Örgülü saçlar düşünmeye meyilli değilim.
Ben her zaman bu böyle değildi biliyorum.
Ben buna değer gerçekten
Ben huzursuz ama umrumda değil
Ne de sesi çok benim gibi değil.
Batma hissi, söylerse, bu yüzden gerçek var
Savunma olmayacağına dair alışkanlık yoktur
İyi geri gelirse tekrar göndermemektedir.
Ben kırık değilim, evin kırık şimdi düzeltmeye.
Ödeyenler tekrar ödeyecek
Asla sonunda ne başlangıç ne de bir yetkinlik
Baş sağlığımın kırılması ve solventler
Devralarak, ben sadece seni götüreyim.
Huzursuz gittim, umrumda değil
Tekrar adım atmayacağız benim yoluma.
Ben bir yalan tarafından pusuya düşürüldü
Bana düşen kez değerlendirilecek.
Ülke genelinde yine kendimizi bulmak
Hayatımın izin vermez bir parçası.
Baş ağrısı ile daha iyi bir gün olarak;
Ali Berkay.