Aydınlık14 Haziran2013 Cuma
Yıl: 2 Sayı: 68
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITA P.
Devrim okuyoruz
GEÇEN HAFTA
OKURAULAŞTIK
72.742
Foto
ğraf
: Irm
ak M
ete
14 HAZ�RAN 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP
Goethe’nin “Faust”undan alıntılayarak, altını
çizerek devrimcilerin bilincine sürmüştü Le-
nin: “Teori gridir, hayat yeşil”
Devrimi yaşıyoruz, tanık oluyoruz ve ya-
pıyoruz. Öylesine yeşil ki… Taze, yepyeni,
hiçbir kitapta anlatılmadığı kadar yeni ve bize
özgü.
Taksim Gezi Parkı direnişiyle, birkaç
ağaç ve birkaç yüz metre kare yeşillik için baş-
lamış gibi oldu. Ama çok daha başka bir ne-
denle de başlayabilirdi; hayvanseverlerin ey-
lemiyle bile.
Öylesine hayatı belirlemeye, tektipleştir-
meye kalktı ki zorba, ummadığı bir direniş-
le karşılaştı. En büyük kentlerden köylere ka-
dar sokak sokak yayıldı ve yayılıyor.
Öğrenmiştik, biliyorduk, bekliyorduk:
“Bir tek kıvılcım bütün bir bozkırı tutuştu-
rabilir” di, tutuşturdu da. İnsanı insan, halkı
millet yapan, kişinin kendine, başkalarına say-
gısını, özgüvenini artıran bir halk ayaklanması
bu. Bütün zulme, saldırılara karşın insanla-
rın yüzü gülmeye başladı. Gururlu, mutlu,
onurlu insanların var ettiği bir tabloda ne gü-
zel günler görüyoruz. Ne güzel…
Şu an bitse bile o kadar çok şey kazanıl-
dı ki. Bir sonraki dalga daha da belirleyici ve
görkemli olacak.
Ama en çok, en yoğun saldırı orada, nok-
tayı Ankara koyacak.
SEN NE GÜZEL ÜLKES�N TÜRK�YE
Haziran Devrimi’nin ilk günlerini, bu
ayaklanmanın fırtına merkezlerinden biri
olan Antalya’da yaşamaya başladım. Antal-
ya Meydanı öğleden sonra gencecik insanlar
tarafından doldurulmaya başlıyor, gecenin en
geç saatlerinde arabalar, klaksonlar, vuvu-
zellalar eşliğinde müthiş bir kitle haykırıyor:
“Tayyip istifa…” Sonra kendini tanımlıyor:
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz…” Öyle bir
güç, öylesine bir gurur ve meydan okuyuş var
ki bu sloganda…
Savaşma bizimle ey zorba, biz hiç yenil-
gi yüzü görmemiş o komutanın askerleriyiz,
yine kazanacağız.
Zorba o kadar çaresiz ve hayın ki, İstik-
lal Caddesi’nde simge olmuş, her yürüyüşçü
grubun önünde salınmaktan pek hoşnut so-
kak köpeği Eylem Eylem’in copla kafasını kı-
rıp, sağ gözünü biber gazıyla kör ediyor.
Sokak köpekleri, kediler, martılar, gü-
vercinler de biliyorlar ondan beri, devrimdir
mutlu yaşamanın tek çaresi.
Zorba gaz bulutları, dumanları içinde
sıktıkça, attıkça kendini boğuyor. Tepeden
tırnağa öfke, kin, eziklik, nefret içinde;
aciz, saldırgan ve korkak.
Oysa halk hiç olmadığı kadar korkusuz,
mağrur, akıllı ve şen.
Kayseri’de binlerce ve binlerce yürü-
yorlar.
Sivas’tan ağlayarak bildiriyor arkadaşım:
Meğer biz ne kadar çokmuşuz!
Geçtiğimiz Pazar günü İstanbul tarihinin
en büyük kalabalığını topladı. Ankara, İzmir
ve daha nice yer, zulme öyle bir direniyor ki…
İstiklal Caddesi bağırıyor: “Her yer An-
kara, her yer direniş!”
Kadıköy vapurları yanaşıyor Kabataş’a;
Bakırköy’dan, Alibeyköy’den, Çekmece’den,
Kartal’dan , Şile’den, Sarıyer’den geliyor in-
sanlar, bebek arabalarında Mustafa Kemal,
bileklerinde Mustafa Kemal, alınlarında
Mustafa Kemal, bayraklarında Mustafa
Kemal.
SOL M�LL� DE�ERLER�N�BULARAK DEVR�MC�LE��YOR
Antalya’da ÖDP parti binasına ay yıldızlı
al bayrağı asmıştı. Ne güzel. Yeni kurulmakta
olan SYKP İstiklal Caddesi’ndeki kortejinde
Mustafa Kemalli al bayraklar taşıyor, ardı
sıra daha büyük bir kortejde Halkevleri, en
önde flamalarının yanında en az dört tane
yine aynı bayrakla geçiyor… TKP MK bil-
dirisi 11. Madde de halkın bayrağını yeniden
kurtardığını, bayrağın Deniz Gezmiş’in ta-
şıdığı bayrak olduğunu açıklıyor. Güzel. Se-
vindik. Çok hoş yerde yan yana geliyoruz.
Halk devrimini yaparken Sol’u da devrim-
cileştiriyor. “Benimle yürüyeceksen milli de-
ğerlere sahip çıkmalısın.” Büyük bir bilinç
haline geliyor. Ama biliyoruz ki, başında
Doğu Perinçek’in olduğu İşçi Partisi zaten
o bayrağı dalgalandırmayı hak etmeyen
kirli ellere hiç teslim etmemişti ki! Devrim
bunu da öğretiyor. Silivri zındanlarındaki
devrimciler öylesine arasındalar ki halkın,
böylesine bir özgürlük görülmemiştir.
Taksim yine de biraz farklı: neo-liberal-
ler de var, çeşitli çadırlar çevrelemiş parkı. Pan-
kartları küçüklüklerine ters orantılı, kimi şi-
zofrenik yapılar akıl veriyor: Zincirlerinizden
başka kaybedecek bir şeyiniz yok! Oysa kay-
bedecek o kadar çok şeyi var ki insanların, hat-
ta bir tek zincirleri yok. Zaten kaybettiğini ye-
terince kaybetmiş millet kazanmaktan başka
bir şey düşünmez olmuş. Ellerinde Ay Yıldızlı
ve Mustafa Kemalli bayraklar yığın yığın ge-
lip geziyor parkı, bir panayırı, bir fuarı gezer
gibi, standlara bakıyor, vakur, ilgili ilgisiz ge-
çip, bir de o “çeşit”leri görmüş, tarihin ulu
nehrinde akmaya devam ediyor.
Muazzam kitle kayda geçilmeksizin ku-
ral haline getirilmiş bir ‘tolere’ içinde, en az
o denli muazzam bir sağduyu ile selin üze-
rindeki çer çöpe takılmıyor, kıymet vermiyor,
ana mecrasında akıyor. Devrim bu, her çeşit
var işte, zenginliği ve gücü de oradan: öpüşüp
koklaşan, namazlarını eda eden, kızıl siyasi ik-
tidarı kuran, kimsenin askeri olmadığını sa-
nan, sokaklarda bar kuran, karpuz satan…
Sonra en militan gücü büyük kitleler ha-
linde devasa coşkularıyla giriyor meydana. Ta-
raftar gurupları: dev Ay Yıldızlı bayrakla Fe-
nerbahçeliler, Beşiktaşlılar, Galatasaraylılar,
Trabzonsporlular… Tek büyük var: Devrimci
halkın kendisi. Renklerin kardeşliği o kadar
çok şeyi değiştiriyor ki, bütün renkler kırmı-
zı beyaz oluyor.
Antalya’da Kale İçi girişindeki Son Çare
köftecisinde gecenin en koyusunda açık
televizyondan Ulusal Kanal ve Halk Tv dö-
nüşümlü yayın yaptırılıyor. Son haberler
orada alınıyor. Başka haber veren de yok ki.
“Bunları unutmayacağız” diyor köfteci ha-
nım yine o Mustafa Kemalli bayrak önünde,
ocağının başında.
KAYIP KU�AK MI DED�YD�K!Babasına sesleniyor çocuk: Durmadan kı-
zıyordun ya, bilgisayar başından kalk biraz, ye-
ter bu strateji oyunları diye: Bak o oyunlar-
dan öğrendiklerimizle polisin stratejisini çö-
kerttik! Baba gururlu ve öyle güzel bir yenil-
ginin tadını çıkarıyor, hafif bir gülümseyiş.
Sonra o şarkılar, o sloganlar, o marşlar…
Halk tıkanmış, tıkızlaşmış hatta kabız-
laşmış sloganlar içine sığmıyor, öylesine ya-
ratıcı ki gençler, Kaygusuz Abdal’dan Ruh-
sati’ye, Nef’i’den Şair Eşrefe, Neyzen Tev-
fik’ten Can Yücel’e genlerinde o hiciv mira-
sı nasıl görkemli bir koro oluşturuyor. Zor-
banın rengi kireç gibi.
Zorbayı orantısız yalanlarına, hakaretle-
rine, şiddetine karşı orantısız zeka ile perişan
ediyorlar, paçavraya çeviriyorlar.
Ah bir mim de çArşı gurubuna koymalı.
İronileri, müthiş yaratıcılıkları ile devrim
günlerinin gözbebeği oldular. Adları söy-
lendikçe yüzlerinde gülücük, çiçekler açıyor
yüreklerinde insanların.
Dikilmişler polisin karşısına, birazdan gaz
bombaları inecek tepelerine, zıp zıp zıplıyor-
lar: “Çarşı çıldırdı gaz bombası istiyor!” Polisler
bile gevşemeye, gülmeye başlıyor. Bomba ken-
dinin karikatürü haline dönüşüyor.
HANG�S� DAHA DEVR�MC�Büyük kalabalık gelmişken, Pazar ak-
şamüstünü akşama bağlayan saatlerde Be-
yoğlu’nun tadını çıkarıyor, masalarda ka-
ranfil kokulu rakılar, Çiçek Pasajı, Nevizade,
Asmalımescit inliyor: “Mustafa Kemal’in as-
kerleriyiz”
O da Kordon’da 1922’de yorgunluğunu
birkaç kadeh atarak gidermişti ya…
Mao Zedung ne tartışmıştı Cu Enlay ile:
Kırmızı biber yiyen halklar mı daha devrim-
ci, içki içenler mi?
Bir yanıtı var Türkiye’nin, içeniyle iç-
meyeniyle, acı seveniyle sevmeyeniyle, ço-
cuğuyla yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle…
Türk milleti devrimci.
Gen demiştik ya, genlerinde var
1908’den beri…
Genlerinde Mustafa Kemal var bu aziz
milletin…
Ve “vakt irişti”, “gayrıkyeter” dediler.
Gidilecek çok yol, yaşanacak çok çetin sa-
atler, günler var.
Ama buracıkta bitse bile şimdilik, öyle
müthiş şeyler kazanıldı ki, en başta milletin
kendisine duyduğu güven, bir sonraki dalga
cumhuriyeti yeniden kuracak kesinlikle, bu
dalga kuramasa bile.
Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34
Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu/ İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04
Faks: 0212 252 51 22
Genel Müdür YardımcısıSaynur Okuroğlu
[email protected] Müdürü
Kamile Karakadı[email protected]
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
SahibiAnadolum Gazetecilik Basım Yayın
San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Yalçın Büyükdağlı
Genel Yayın YönetmeniMustafa İlker Yücel
Sorumlu MüdürMehmet BozkurtTüzel Kişi Temsilcisi
Metin Aktaş
Aydınlık
KITA P.
Sayfa Sekreteri Alev Özgenç
Editör Pınar Akkoç[email protected]
Yazıişleri İrem Halıç, Cenk Özdağ
Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı[email protected]
Yayın Yönetmeni Haldun Çubukç[email protected]
Dünyanın en yeşil devrimi
Reklam Servisi
HALDUN ÇUBUKÇU
14 HAZ�RAN 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP
Buluşan ellerin baharı
SEYYİT NEZİR
Resimli ezgilerden bir şafak vakti
Alanın göğsünde bir yumak martı
Elimizde ıhlamurlu gül kokusu
Ekmeğe sürüyoruz bahar ve kenti
O da ne, ansızın yaktı
Genizleri kora kor keskin bir sızı
Kardeşler burası Taksim Gezi
Kim döktü havaya bu zehir gazı
Yongaladı yola düştü
Kaçtı hemen Fas’a düştü
Dön gel İstanbul’a düştü
Zıpladı paspasa düştü
Anayasa dediysen devasa bir tasa
Başkanlık bir tivitle ezanda yasa düştü
Kışla düştü masa düştü
Başına Cezayir’den koca bir boş kasa düştü
Faizler yükseldi, düşlerle borsa düştü
Düştü düştü ne düştü
Yumurtanın sarısı
Sonra öbür yarısı
Gemi düştü gemi düştü
Küçücük gemicik
İçi dolu paracık
Çatal matal kaç çatal ey
Bahtına sicimlerin en kalını düştü
Mağdurun her yalanı geri spama düştü
Kavuk düştü kavuk düştü kavuk murdara düştü
Domatesin çekirdeği kırmızı
Çadırımın üstüne hadis-i herif düştü
Üfürdü hurafeyi Taksim’de Gezi
Hamdültayyip pîr düştü
Zaten beton bir düştü capcanlı şişerken
Ayrana düştü şişedeki son gazı
Ağzında çirkef sası hep küfür
Anaların ahına körkütük parsa düştü
Suratında binbir sinsi karaltı
Sislerinin arkasından ürür ha ürür
Yüzündeki son morartı Occupy yalanı
İşte o da işte o da aynen pasa düştü
Başına tabletli çapulcular üşüştü
Bir mesaj attılar Beyaz Saray’a
O da düştü top oldu İnönü’de şanlı Çarşı’ya
Hey Obama Obama
Pabuç yolla babama.
Aşağılarda ülkenin yosun sokaklarında
Koca bir gölge
İri yumruklarıyla
Kıpır kıpır bir halkın
Ayaklarını giymiş yürür
Kalkıyor yüzünden bulvarları taşan gövde
Çocukların sözlüğünde yaşam bir karasevda
Hatay’dan İzmir’e Hopa’dan Edirne’ye
Yüz binleri Tomalara kaldıran
gencecik, salkım uzun göveren isyan
Ankara’nın Kızılay’ı
Dar eder dünyayı, cin türlü planyayı.
–Bu yiğitlik ah dostlar şiiri nasıl zorluyor
Her dize önceki ve sonrakinden korkuyor–
Burası kindar sarı sisler altında Taksim Gezi
Üstüne saldıkları zehirden korku gazı
Alanın göğsünde bir yumak martı
Omuz omza ülkeye uzatıyorlar
Tutuşan bedenlerin ördüğü barikatı
Bedenler ki yurda serdikleri yapraklı pazen örtü
Hey Taksim hayatın tastamam kendisin
avuçlarında tohumun revnaklı öfkesi var
Dağılıyor sisleri, yitirdi boyasını yalan
Okşayan türkülerde akasyanın mersinlerin
sarmaşık yüz oktavlı sesi var
Şarkıların meramı belli:
Buluşan ellerin devrim baharı.
Açalım sesimizle alanlara şimdi o dev pankartı:
Biz dünyanın kollarıyla kucaklarız kardeşler
yıldızların diplerinde şenliklere hazır
halaylarla gelincik izler kalır
Papatyanın sevinci, aşkın öcü, kanayan gökkuşağı
cümleten merhaba, yürüyün arkadaşlar
Açalım sesimizle alanlara dev pankartı
Taşıyor işte ayaklarımızla gürleyen marşlar
Bir omuzdan bir omuza sarılarak hayatı!
Mayıs - Haziran 2013
5Aydınlık KİTAP
Kısaca çArşı burada
Kısaca çArşı burada
Kısaca çArşı burada
Kısaca çArşı burada
Kısaca çArşı burada
Kısaca çArşı burada
Biz onlar� bir taraftar gurubu biliyorduk. Kuvay�Milliye ç�kt�lar (Bir Facebook payla��m�ndan)
Herhangi bir taraftar grubu olmadığı aşi-
kar olan çArşı direnişte neden ön plan-
daydı?
Kim bu insanlar? Ayrımsızlar önce-
likle. İnsanı insan olarak görebilme ye-
tisini özümsemiş asi çocuklar. Üzerinde
bulundukları toprağa aşıklar. Sınıf farkı
gözetmeksizin bir olmuşlar. Yıllardır
oradaydılar: İnönü’de. Yıllardır yürü-
yorlar Beşiktaş’tan Dolmabahçe’ye. Yıl-
lardır bir şekilde gündemdeler.
Haksızlığa karşı duruşu, ince zekası,
toplumsal hassasiyeti çArşı’yı hep gizemli
kıldı. Spor taraftarlığının ötesinde gün-
cel olaylara ayna tutmaları hınzırlık ola-
rak nitelendirildi. Birkaç çapulcu, birkaç
aklı evvel olarak gösterildiler.
Dev “Nükleersiz Türkiye” pankartıyla
yıllar önce inceden irkilenler belki de bu
kadarını beklemiyorlardı. Ama ben bili-
yordum. Semtin inadını, tribünün ateşi-
ni, çArşı’nın cesaretini biliyordum. Sa-
bah’ın ilk ışıklarıyla uyuyan insanlara sal-
dırıp çadırlarını yakanları Allah affer-
derdi belki ama çArşı asla!
Mizahı silah olarak kullanmayı yıllar
önce keşfettiklerinden orantısız aptallı-
ğa karşı çok hazırdılar. Gururlu, inatçı,
entelektüel ve toplumsal olaylara duyarlı
olduklarından aşağılayıcı ifadeleri ka-
bullenemediler. Bu sefer farklı olan ken-
dileri kabullenemedikleri gibi memle-
ketin insanına da böyle bir muameleyi
reva görmediler. Otoritenin şiddete baş-
vurması ise çArşı için onurlu bir savun-
ma hükümet için hüsrandan başka bir şey
olmadı.
Yıllarımı İnönü’de direnişimi Be-
şiktaş’ta geçirdim. Polisin önündeki ka-
labalık seviyordu. Çok geniş seviyordu,
herhangi bir siyasi hareketin içine sığa-
mayacak kadar seviyordu. POMA’yı
keşfedip halkı korudular. Terk etmeyip
semti korudular. Seslerini yükseltip onur-
lu insanları korudular. Biber, portakal
veya herhangi bir gazla yılacak son grup
olduklarını gösterdiler.
“Semt bizim, aşk bizim” derken bü-
tün memleket semtti. Aşk ise insandan
hayvana, hayvandan bitkiye, bitkiden
manzaraya... Kısaca güzelliğin ta kendi-
sineydi. “Sık bakalım” ile başlayan meş-
hur sloganı üç metreden polisin yüzüne
söyleyecek cesaret cahilliklerinden değil
gerçekten kahraman olmalarından geli-
yordu. Ve bir polis bu çağrıya uysa deli-
kanlılığını tebrik eder omuzlarına alırlardı.
Yüzleri belli belirsiz. Sesleri hep slo-
gan halinde kulaklarımızda. Bu gösteri-
yor ki “biz” kavramıyla bütünleşen bin-
lerce insan ortak hareket ediyor. Aynı şeyi
hissediyor, aynı şeyi düşünüyor, aynı
akıllıca tepkiyi ortaya koyuyor ve asla vaz-
geçmiyor. Menfaatsiz, tamamen bağlılık
üzerine kurulan bu beraberliği devletin
bile sağlaması zor. Abartılı yorumlara hep
mütevazi bir şekilde karşılık vermek,
teşekkür etmek, özür dilemek ise erdemli
olduklarının kanıtı.
Övdüğümü, göklere çıkardığımı san-
mayın. Onlar zaten hep oradaydılar.
Çarşı nedir diye soruyorsunuz haklı ola-
rak. Yeni yeni ilgilenenler merak ediyor.
Çarşı: Sert bir bakış, akabinde gelen sürp-
riz bir gülümseme ve kardeşçe sarılma-
dır. Memlekete yaptıkları bundan fazla-
sı değil.
“Bu sevda bitmez, bu hasret bit-
mez” diyerek memlekete, dünyaya sahip
çıkmaya devam edecekler. Devam ede-
ceğiz...
Kısaca çArşı burada. Rahat ol!
ERDEM GEZGİNCİ[email protected]
14 HAZ�RAN 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP ARAKABLO
Modern Türkiye’nin 150 yıllık şanlı
ayaklanma ve devrim geleneği, gençliğin
harekete geçirici işleviyle açılıp yayılan
bir tarihsel uzam ve zaman diyalektiği üs-
tünde ivmeleniyor. 27 Mayıs Devrimi, bu
ivmenin asker sivil aydın zümreyi kış-
kırtmasıyla gerçekleşti. 1968 Gençlik
Ayaklanması, devrim ateşini dalga dal-
ga kentlerin gecekondularına ve kırların
buralarla ilişkisi yoğunlaşan bölgelerine
yaymaya, emeğin yurtsever cephesini
örmeye başlamasının ardı sıra, 1970’te
işçi hareketinin tarihimizdeki en büyük
eyleminin işaretini verir. İşçi sınıfının dev-
rimci savaşım ve dayanışmasının yürek-
li, çarpıcı yaşam sahneleriyle bugüne can-
lı dersler taşıyan Şanlı 15 - 16 Haziran Di-
renişi’ni hazırlayan birikimiyse olanca gü-
cüyle Nâzım’ın yapıtında buluyoruz.
YURTSEVER EMEKCEPHES�N�N
ESİN KAYNAĞI: NÂZIMNâzım, emeğin yurtsever cephesini
çok daha önceden şiiriyle örerek devri-
me taşıyor. Daha 19 yaşında İstiklâl Sa-
vaşı’na ve Anadolu İhtilali’ne katılışının
ardından Ekim Devrimi’nin tanıklığını
“19 Yaşım” şiirinde çırçıplak buluyoruz:
...ey benim 19 yaşımormanda çam dalları yaktığımız
hep bir ağızdan şarkılar söyleyerek
aya baktığımızgecelerin üstünden...
Nâzım, günün yaşamı ve devrim şar-
kılarıyla kalmıyor, yaşamın ve sanatın
güncel kıvrımlarını tekdüzelikten ve ge-
çicilikten kurtarmak üzere içerik ve bi-
çim olarak köklerini, tarihsel derinliğini
yakalamaya, günün kavgasından düne ve
yarına ilmekler atmaya çalışıyordu. Nâ-
zım, şiirini ve ülkesini insanlığın evren-
sel birikiminin halkalarına eklemli kılma
olanağını bulmadan, ülkesinin evrensel
konumunu belirlemeden özgünlüğe va-
ramayacağını biliyordu. Yurdunu oluş-
turan maddi ve manevi tüm değerlerde
birikmiş toplam tarihsel emeğin bileş-
kesini kurmaksızın ülkesini ileri taşıma
şansı yoktu. Yurtseverliğinin gerekçesi-
ni ve emek niteliğini bu somut gerçek
oluşturuyordu. Bu aşamada Bedreddin
onun esin kaynağı oldu:
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibihep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Anadolu insan mayasında türkü ve
toprağın yarattığı tekleşmeyi çok de-rinden kavramış olan Nâzım, tarihsel mi-rası toptan üstlenerek ona devrimci ruhaşılamayı seçti. Bunu şu dizelerde en ya-lın ve özgün söylemiyle görüyoruz:
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet...
Şiirde, “işçi tulumu” tamlamasının iç-
eriği dışındaki tüm kavram ve nesneler,
geleneğin sıradan öğelerinin üstün bir be-
ceri ve ustalıkla bileşimini yansıtmaktan
öte bir anlam bütünlüğü taşımaz. Dahası
“şanlı” sıfatı da geleneğe yaslanmayı
en koyu ve aşırı düzlemde yansıtır. Ama
Nâzım, yaygın kullanımı, “şanlı tarih, şan-
lı ordu” biçiminde görülen sözcüğü, bir
“elbise”ye, hem de “işçi tulumu”na ilik-
leyerek, Şanlı Haziran’a giden yolda, tek
sözcükle olağanüstü bir bilinç sıçrama-
sı, devrimci bir atılım gerçekleştirir.
Böylece şair, yurt ve emek bileşkesinin
hem gerekçesini oluşturur, hem de ere-
ğini belirler.
Nâzım, ölümünden bir yıl önce yaz-
dığı “Türkiye İşçi Sınıfına Selâm” şiiriy-
le bu olguyu daha da kaynaşık bir anlam
ve dize kurgusuyla pekiştirir:
Türkiye işçi sınıfına selâm!
Meydanlarda hasretimizi haykıranlara,
toprağa, kitaba, işe hasretimizi,
hasretimizi ayyıldızı esir bayrağımıza.
Nâzım’ın bir memleket şairi oluşu,
daha 19 yaşında kafasında ve yüreğinde
Şanlı Haziran’ın 43. yılındaayaklanmanın yeni söylemi
�imdi “bütün ayya�lar” ve “akademik çapulcular”, Hamdültayyip’in “özelle�tirme” ad� alt�nda 10 y�ld�r sürdürdü�ü talan� kurtarmak üzere ülkenin bütün alanlar�nda toplanm�� direniyor
SEYYİT NEZİ[email protected]
Umut Germeç - Ye�illere Allara (Nâz�m Hikmet)
7Aydınlık KİTAP
yurtsever bir komünist kişiliğinin to-
humlanışı, şiirlerinde her zaman çarpıcı
ve devrimci anlatımını bulmuştur.
NÂZIM’IN ���R�NDEGENÇL�K
Nâzım’ın şiirinde bu emekçi yurtse-
ver söylem, devrimci geleneğimizde özel-
likle Fikret’ten beri gençliğin öncü işlevini
atlamaksızın belirginleşir. Tevfik Fikret,
başta Promete, Halûk’un Âmentüsü ve
Ferdâ olmak üzere Halûk’un Defte-
ri’nde yer alan şiirlerde geçliğe ülkenin
yarınlarından sorumlu aydınlanmacı bir
kimlik yükler.
Atatürk’ün Gençliğe Hitabe ve Bur-
sa Nutku’yla, gençliğin isyancı ve devrimci
toplumsal özünün siyasal bir nitelik ka-
zandığı, öncülük işlevinin pekişmesi so-
nucuna vardığı görülür. Dahası, “Birey-
sel saltanata ve onun temsil ettiği uğur-
suz bir yönetim biçimine karşı çekilen bir
silah kutsaldır.” sözüyle, gençliği her
türlü zorbalığın önüne dikilen toplumsal
güç olarak meşru ve haklı bulan Atatürk,
Nâzım’a daha ilk gençlik yıllarında
BMM’de verdiği cesaretle, ondaki genç-
lik vurgusunun belirginleşmesini sağla-
mıştır. Nitekim tam da kendisinin dev-
rimci olduğu yaşı Nâzım’ın 27 Mayıs 1960
arifesinde “Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü”
şiirinde vurgulaması anlamlıdır:
Bir ölü yatıyoron dokuz yaşında bir delikanlıgündüzleri güneştegeceleri yıldızların altındaİstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.
27 Mayıs’ın 53. yılında gençlik, şiirdeki
Beyazıt yerine Taksim’i geçirmiştir. Şim-
di bu gençliğin öncülük ettiği isyancı halk
kitleleri için Hamdültayyip, “çapulcu” de-
mektedir. Ona göre Fikret, “zangoç”tur;
Atatürk’se “ayyaş”... Nâzım’a yakıştır-
dıkları en hafif sıfatsa “vatan haini”dir.
GENÇL�K, ÇAPULCULAR VEDEVR�M
Talihin ve tarihin cilvesine bakın ki,
“memleketi pazarlamak” üzere yola çı-
kıp din aşkına emperyalistlerle kol kola
ülkesine hamd ile cihat ilan eden zat-ı
muhterem, “gemicik”lere varıncaya ka-
dar her türlü mal varlığını çapuldan
edinmişken, kendi suçunu başkasına
atınca iftirayla temize çıkma huyu saye-
sinde hesap vermekten kurtulacağını
umarak saldırıyor. Yağma yok! Gençlik,
bu mavracı söylemin ciddiyetini onu her
biçimde sarakaya almakla göstermiştir.
Şimdi “bütün ayyaşlar” ve “akademik
çapulcular”, Hamdültayyip’in “özelleş-
tirme” adı altında 10 yıldır sürdürdüğü
talanı geri almak ve yeniden halka ka-
zandırmak üzere kamulaştırmak ama-
cıyla, metropolden köylere kadar, ülke-
nin bütün alanlarında toplanmış direni-
yor. Gençlik, uzlaşma yalvarışı içinde so-
kak sokak, ter ter tepinip tellallıkla çare
önerilerine, Fuzuli’nin deyişiyle, “el çek
ilacımdan tabip” diyerek, “anasını da ya-
nına alıp” direnmektedir.
Daha güzeli, yıllardır hane hane mü-
rüvvet peşinde koşturan Hamdültay-
yip’e, “Bizim gibi 3 torunun olsun!” di-
yerek onu hasretlisine kavuşturmaktadır.
Gençlik, bilgisayardaki polis oyunla-
rında kazandığı beceriyle gaz püskü-
rüklerini etkisizleştirmeyi başardı. Bu ne-
denle, iyi haber alan kaynakların verdi-
ği bilgiye göre, mecliste ilk yasayla, sos-
yal medyaya ve bilgisayar oyunlarına
yasak getiriliyor.
Şanlı Haziran’ın 43. yılında, ayak-
lanmanın yeni söylemini, şu duvar yazı-
sından daha somut ne anlatabilir ki?:
“Revolution Party! Tüm halkımız
davetlidir. (pilavlı)”
14 HAZ�RAN 2013 CUMA8 Aydınlık KİTAP
Adını Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bireysel
saltanata ve onun temsil ettiği uğursuz bir yö-
netim biçimine karşı çekilen bir silah kut-
saldır” sözünden alan “Kutsal İsyan”, Ulu-
sal Kurtuluş Savaşımızın en geniş ve en ay-
rıntılı belgesel romanıdır.
Hasan İzzettin Dinamo’nun (1909 Ak-
çaabat-20 Haziran 1989 İstanbul), “kaçınıl-
maz bir görev” ve “özgürlük kavgası” kabul
ettiği Ulusal Kurtuluş Savaşımızı tüm yön-
leriyle yeni kuşaklara aktarma kaygısının ürü-
nü olan “Kutsal İsyan” (1966-1967, 8 cilt; son
basımı Tekin Yayınevi, 5 cilt), toplumcu ger-
çekçi bir yazarın Kurtuluş Savaşı’na nasıl yak-
laştığını, nasıl bir düzen aradığını örnekliyor.
Bu arayışın ışıldaklarının Kurtuluş Savaşı’nın
bütün coğrafyasına yönelmesiyle ortaya çık-
tığı yapıt, savaşın kronolojik ve edebi bir öy-
küsü olan yurtseverlik ve insanseverlikle ör-
tüşen bir yazarın yapıtıdır.
Babasıyla ağabeyi Allahüekber Dağla-
rında boğulan, savaş yıllarının açlık ve yok-
sulluğunda annesi ve beş kardeşini kaybedip
öksüzler yurdunda büyüyen bir savaş çocu-
ğudur Hasan İzzettin. Kaldığı öksüz yurtla-
rındaki kitaplıklardan birçok kitap okur. Ana-
dolu’da Mustafa Kemal’le öbür kahraman-
ların el ele yürüttükleri savaş, bambaşka, kut-
sal bir savaş olarak onun çocuk yüreğinde çıl-
gınca bir sempatizan bulur.
ÖKSÜZLER YURDUNDANYAZARLI�A
Çocukluğundan başlayarak bütün bir ya-
şamı destansı acılarla dolu
olan yazarın Sivas İlköğret-
men Okulu’nda okurken Nâ-
zım Hikmet’in şiiriyle tanı-
şınca dünyası değişir. Şiirler
yazmaya başlar. Malatya ve
Adıyaman’da iki yıl ilkokul
öğretmenliği yapar. İki arka-
daşıyla birlikte ilk şiir kitabı-
nı çıkarır: “Adsız Kitap”.
1933’te Gazi Eğitim Enstitü-
sü Resim Bölümü'ne girer.
“Tren” adlı şiiri nedeniyle
dört yıl hapse mahkûm edilir
ve mesleğinden olur (1935).
Ankara Cezaevi’ndeyken
“Deniz Feneri” (1937) adlı
şiir kitabını çıkarır. Nâzım Hik-
met’i de aynı koğuşa getirirler. 1939’da ce-
zaevinden çıkıp İstanbul’a gider. İşsiz ve
aç günler yaşar. Dergilerde şiirleri yayım-
lanır. Nazi işbirlikçilerini eleştiren bir şiiri
nedeniyle Sıkıyönetim Mahkemesi’nce sür-
güne gönderildiği İslahiye’den askerliğiyle
birlikte yedi yıl sonra döner (1949). Adı unu-
tulmuş, dostu kalmamış, yazdığı şiirler, ro-
manlar kaybolmuştur. Yaşamını özel öğret-
menlik, fotoğrafçılık, çevirmenlikle sürdü-
rürken 6-7 Eylül olayları nedeniyle Aziz Ne-
sin’lerle birlikte tutuklanır ve beraat eder.
Yazdıklarını 1960’tan sonra yeniden ya-
yımlamaya başlayan Dinamo’nun, Kutsal İs-
yan ve Kutsal Barış’tan başka “Ateş Yılları”,
“Savaş ve Açlar”, “Öksüz Musa”, “Musa’nın
Mapushanesi”, “Musa’nın Gecekondusu”,
“Koyun Baba”, “Açlık”, “Türk Kelebeği”,
“Adalet Sıtması”, “Anadolu’da Bir Yunan
Askeri” adlı romanları; “Karacaahmet Sen-
fonisi”, “Özgürlük Türküsü”, “Mapusha-
nemden Şiirler”, “Sürgün Şiirleri”, “Gece-
kondumdan Şiirler”, “Kavga Şiirleri”, “Ço-
ban Şiirleri”, “Nâzım’dan Meltemler”, “Tu-
yuğlar” adlı şiir kitapları; “Savaşta Çocuklar”
adlı öykü kitabı; “6–7 Eylül Kasırgası”, “2.
Dünya Savaşı’nda Edebiyat Anıları”, “TKP
ve Aydınlar” adlı anı kitapları vardır.
KUTSAL �SYAN: SÜRÜKLEY�C�VE AYDINLATICI
Bu çılgın Türk’ün “Milli Kurtuluş Sava-
şının Gerçek Hikâyesi” altbaşlığıyla sundu-
ğu “Kutsal İsyan”, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı
öncesindeki olaylardan, anlattığı kişilerin
daha önceki yaşam kesitlerinden başlayarak,
savaşın altyapısını, öncesini de kavratarak an-
laşılır kılma çabasına giren tarihselliğiyle, ya-
şananları toprağından kopar-
madan vermesiyle somut, ger-
çek, sürükleyici, aydınlatıcı bir
yapıttır. Nâzım Hikmet’in “Ku-
vayı Milliye Destanı”nda şiir
olarak gerçekleştirdiği işin ro-
man olarak bir başka edebi-
yatçı tarafından kaleme alın-
ması, Türk ulusunun yarattığı
destansı kurtuluşun romanla
ölümsüzleştirilmesi olan “Kut-
sal İsyan”, “her şeye karşın
yurtsever ve devrimci” bir kim-
liğin haykırışıdır. Kitap, aynı za-
manda, daha sonraki devrim-
ci kuşakların Mustafa Kemal’e
ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’na
yaklaşımlarındaki sakatlıklara
da bir uyarıdır.
Türkiye coğrafyasının dört
bir yanında gerçekleşen ulusal
atılımları, örgütlenmeleri, di-
renişleri Mustafa Kemal’in ve
onlarca kahramanın yaşamla-
rıyla bütünleştirerek aktaran,
yayımlandığı yıllarda edebi-
yat olayı haline gelen “Kutsal
İsyan”, Ulusal Kurtuluş Sava-
şımızı kapsamlı olarak bütün
cepheleriyle, kişileriyle, olaylarıyla anlatan ay-
rıntılı belgesel romandır. Romanda, Musta-
fa Kemal’in “Nutuk”unda (Söylev) söyle-
dikleriyle paralel bir biçimdeki öyküleştir-
meyle, anılarla, belgelerle kurulan yapı; olay-
lar yorumlanırken telgrafların, bildirilerin, ko-
nuşmaların aynen kullanılmasıyla belgesel
yanla da sağlamlaştırılmıştır.
KURTULU� SAVA�I’NINBÜYÜK KLAS���
Hugo’nun “Sefiller”, Rolland’ın “Jean
Christophe”, Ehrenburg’un “Fırtına - Paris
Düşerken - Dipten Gelen Dalga”, Şolo-
hov’un “Uyandırılmış Toprak - Don’da Ha-
sat - Durgun Don” gibi büyük bir çağ romanı
olan; okuma yazmayı bilen her kişi tarafın-
dan kolaylıkla, aynı zevkle, heyecanla oku-
nan bir yapıttır “Kutsal İsyan”. Yayımlan-
masından yıllar sonra bile hâlâ Kurtuluş Sa-
vaşı’nın en ayrıntılı, en geniş, en başarılı ya-
pıtlarından kabul edilmesi, eskimemesi, ku-
şaklardan kuşaklara geçerek (ülkede yaşa-
nan siyasal, toplumsal gelişmelerle ortaya çı-
kan her türlü engellemelere karşın) klasik-
leşmesi de onun ölümsüzlüğünün kanıtıdır.
“Kutsal İsyan bir tarih kitabı değildir. Ta-
rihin uçucu yanlarının bir sanatçı gözüyle,
gerçeğin çerçevesinden bir karış dışarı taş-
mayarak bir büyük roman havası içinde yan-
sıtılmasıdır,” diyen yazar; yapıtta Mustafa
Kemal’in yaşamını çevresiyle birlikte de-
rinlemesine sergiler. “Kutsal İsyan”, Kurtuluş
Savaşı’ndaki tüm cephelerde
nelerin nasıl yaşandığı konu-
sunda bütünlüklü bir yapıttır.
Tüm cephelerde savaşa omuz
veren onlarca komutanın, Ana-
dolu’nun çeşitli bölgelerindeki
direnişin kuruluşların örgüt-
lenmesinde emekleri geçen
yüzlerce asker-sivil yerel aydının,
efelerin, zeybeklerin, kahra-
manların hep birlikte yer aldı-
ğı bu ulus destanı, aynı zamanda adları ge-
çen ulusal kahramanlara bir vefa borcu
ödenmesidir. Kurtuluş Savaşı'nın altyapısı-
nın oluştuğu günlerden savaşın sonuna ka-
dar süren zamandaki günlük olayları, çeşitli
insanların içinde yaşadığı durumları, tarihin
gerçekleştirildiği günlerin nasıl yaşandığını
okuduğumuz romanda, tüm kahramanlar
olanca diriliğiyle, gerçekliğiyle, somutluğuyla
karşımıza çıkıyor. İnsanların yaşamlarında-
ki kişisel durumlar, günlük ve özel yaşam-
larındaki çelişkiler ve ilişkiler içinde, büyük
toplumsal çalkanışların yaşandığı dönemde
tarihsel kişiliklere doğru nasıl yol aldıkları-
nın öyküleriyle aktarıldığı “Kutsal İsyan”, ta-
rihsel gerçeklerle ve bir araya getirilmiş bel-
gelerle çağa yakışan, çok kahramanlı, çok
olaylı bir “ulus yaratma destanı”dır.
İlk ciltte, “Her şey bitmedi daha” diye dü-
şünen, Harbiye Nazırı’nın imzalamaktan
çekindiği ama İkinci Reis Kâzım Paşa’nın
(İnanç) mühürlediği ünlü talimatnameyle
Samsun’a yoluna çıkan Mustafa Kemal’le
karşılaşıyoruz: “Bandırma Vapuru ya da Yeni
Argonotların Seferi.”
Sonrası?... Sonrasında, çoban ateşlerini
yakanların öykülerinin bir bir ve birbiriyle
bağlantılı olarak anlatıldığı destansı bir Kur-
tuluş Savaşı olan yapıt, şu cümlelerle son bu-
luyor: “Mustafa Kemal’in başının üstünde-
ki zafer yıldızı gittikçe büyüyor, gittikçe
yükseliyor, bu zafer müziği ve ışıkları arasında
bütün acılar siliniyordu.”
Bir halkın bağımsız bir ulusadönüşmesinin destanı: ‘Kutsal İsyan’
ÖNER YAĞCI [email protected]
Kutsal �syan (5 Kitap Tak�m),Hasan �zzettin Dinamo, Tekin
Yay�nevi, 3023 s.
Dev bir Kurtulu� Sava�� destan� olan yap�t, �u cümlelerle son buluyor: “Mustafa Kemal’inba��n�n üstündeki zafer y�ld�z� gittikçe büyüyor, gittikçe yükseliyor, bu zafer müzi�i ve
���klar� aras�nda bütün ac�lar siliniyordu.”
14 HAZ�RAN 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAP
İşte size, başkaldırı günlerinin ateşi içinde,
tam zamanında ortaya konan güçlü bir ya-
pıt: “İsyan Makamı!” Hüseyin Haydar “Zor
Günlerin Şiirleri”, “Doğu Tabletleri” ve “Acı
Türkücü”den sonra “İsyan Makamı” ile sa-
natını bir kez daha toplumun, mücadele
eden kitlelerin hizmetine sunuyor. Şair,
“İsyan Makamı”nda yaşadığımız günleri, şii-
rin güzel ve güçlü diliyle tarihsel ve evren-
sel kökenleriyle ortaya koyuyor.
Yapıt üç ana bölümden oluşuyor: “Alnı
Çobanyıldızlılar”, “Şu İki Bin On iki Yılının”
ve “Savaşı Anayurt Kazanacak”.
SALDIRI VE D�REN��Yakın tarihi yazmak, hele hele şiire ta-
şımak sanıldığı kadar kolay değildir. Şair Hü-
seyin Haydar ülkemizin son on yıllık tarihini
şiirinde veriyor, tarihsel bağlarından ko-
parmadan. Ülkemize, ABD ve yerli işbir-
likçileri tarafından birçok yönden planlı sal-
dırlar yapıldığını şiirlerinde belgeliyor.
Geçmişten bugüne bu topraklara ihanet
eden işbirlikçiler olduğu-
nu şiirinde açıkça söylüyor
şair. Dün “Yanki Sait”
olarak adlandırdığı, ya-
bancı parmağı olduğu su
götürmez bir gerçek olan
Şeyh Sait Ayaklanması tü-
ründen olanları belirtiyor.
Bugün ise aynı yolu ve
yöntemi denemeye kal-
kanlara dur diyecek bir
söz söylüyor: “Çıkma bü-
yük millet direğine. Çün-
kü çarpılırsın, yok olur-
sun.” Sait Yanki’nin yeri-
ni kurulan ihanet çadırla-
rı, “Paratapar sapıkları”,
Asena’yı çakal hoca’ya ye-
direnler, “Ulusal Tecavüz
Kulübü”, “ihanet barikat-
ları”, “Atlantik kuzuları”, “haçlı yobazı”, “ce-
maat Cizviti”, “küresel zina mahfilleri”
olarak adlandırdıkları, “Pensilvanya ihanet
bürosu”ndaki cemaatin aldığını şiirin birçok
yerinde kullandığı deyimler ve sıfatlarla
açıklıyor.
Tanrı Dağı kadar Türküm derdin, /
Künyeni Sam’a gönderdin. / Maraş’ta Ço-
rum’da bebek keserdin / Bugün zehrin sı-
kıyor Şam’a. / Hıra Dağı kadar Müslüman
idin, / Üç tekbirle yol keserdin, /Yaslandın
şimdi Pentagon’a. (Amerikano Türko İsla-
mo, s.51)
Küresel saldırı bununla bitmediği Hü-
seyin Haydar’ın sözcük seslerine kulak ver-
diğimizde anlıyoruz. Şair, bir takım komis-
yonculardan söz ediyor, saldırı sürecini ve-
rirken. Bunlardan hemen birkaçını say-
mak gerekiyor: Barış, yargı, darbe, yolsuz-
luk komisyoncuları.
Hepimizin belleğinde kayıtlı yaşananlar.
Ancak bir şairin diliyle ve hele hele Hüse-
yin Haydar’ın şiir diliyle bu başka bir biçimde
kendini gösteriyor. Yurtsever tutsaklar için
kurulan Silivri nöbet çadırlarını dışarıda tu-
tarak söylemek gerekirse, “Kıyamet Çadı-
rı” kurulduğunu, bunlar arasında Habur’da
kurulan çadırı da şiirinde söz konusu ediyor.
UZUN NAMLULU ���R VE �SYAN
Hüseyin Haydar’ın “İsyan Makamı”
adlı yapıtında “uzun namlulu şiir” deyimi-
ni kullanması dikkat çeki-
yor. Şiiri bir mücadelede ol-
ması gerekenler arasında
görüyor.
Usta şair isyan hakkını
ve kültürünün kaynakla-
rını veriyor. Şair bu kay-
nakları ulusal ve evrensel
katmanlara inerek dile ge-
tiriyor. İsyanın kültürü-
müzdeki damarına girer-
ken de derin bir bütünlüğü
yakalıyor. Türkmen İsya-
nı’ndan başlayarak dünya-
daki sayılı isyan ve isyancı
örneklerini bugünün ay-
nasından yansıtarak, in-
sanlığın birbirine bağlı baş-
kaldırı geleneğine gönder-
meler yapıyor.
“İsyan sokağa iner, kişi celladını yer,” di-
yen Hüseyin Haydar tarihsel süreç içinde
kültürümüzü oluşturan önemli kişilik ve ya-
pıtaşlarının adlarını şiirine kayaya kazır
gibi kazıyor.
Şair, Battal Gazi, Aşık Şükrü, Sebahat-
tin Eyyubi, Hacı Bektaş Veli, Maraş bozla-
ğı, Şirin ile Zin, Yunus Emre, Karacoğlan,
Piri Reis vb. yakın tarihimizde saydığı adlar
arasında Namık Kemal, Kartallı Kazım, Şa-
hin Bey, Tevfik Fikret, Nazım Hikmet, Ku-
bilay, Eşref Bitlis, Uğur Mumcu, Yusuf As-
lan, Hüseyin İnan ve Deniz Gezmiş ve son
olarak Diyarbakır’ın Bismil ilçesi Cumhu-
riyet Köyü Muhtarı, Mehmet Tanrıkulu ad-
larını şiirlerinde anıyor. Ülkemiz dışında şi-
irlerinde andığı birkaç adı da şöyle sırala-
yabiliriz: Gitar çalmasın diye elleri kesilen
Victor Jara, Petöfi, Hose, Savo, Chavez, Si-
mon Bolivar, Attila Jozef…
“…/ İşte karşınızdayım, göğsüm Yunus,
/ Ağzım ejderha, kanadım Anka, dilim
Pars, / Kullanacağım silahlarımı, geldi sıra-
sı. / Bilek, ya istiklal ya ölüm, makamım is-
yan, / Ne demiş Hürriyet’in arslan Ziya’si:
/ Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.”
(Milli Ordu Benim, s. 78)
“Ayaklanan bayrak yakar güneşi” diyen
Hüseyin Haydar, yaşanan olumsuzlukları şii-
rine dize dize örerken okurun gönlüne
korku salmıyor, tersine şiirlerinde umut
dağıtıyor. “Kırmızı beyaz alarm”dan söz
eden şair “al şafağı kalpak gibi giyme” ve
“yurtseverler karargahlara” çağrısında bu-
lunuyor. “Yeminler edildi, yıkılacak Silivri”
derken tutsak yurtseverlerin kurtarılacağı-
nı kararlıkla haykırıyor.
Hüseyin Haydar şiirinde isyan ve yurt sa-
vunması konusunda kararlılık baştan sona
kendini gösteriyor. Şiirlerin geneline baktı-
ğımızda bu isyanın özünde bir “vatan, na-
mus savunması” olduğu görülüyor.
“…/ Nasıl isyan ettiyse atalar, / Yassıyan
dağda diklenen yazıda / Yürek yanına yü-
rek ekleyerek, / Güç üstüne güç yükleyerek,
/ Nasıl kurduysa kardeşlik yurdunu… /
Daha fazlasını kuracağız… (Şu İki Bin On
İki Yılının, s.74)
S�YAS� TAR�H“Zor Günlerin Şiirleri” ve “Doğu Tab-
letleri”nde olduğu gibi Hüseyin Haydar “İs-
yan Makamı” adlı yapıtındaki şiirlerinde de
siyasi tarihin izleri sürülebiliyor. Türk tari-
hinin kısa bir özetini görebildiğimiz şiirle-
rinde günümüze yoğunlaşıyor.
ABD’nin Ortadoğu başta olmak üzere
yeniden şekillendirmeye kalktığı, ancak
bölge ülkelerinde yaşayanları yaşamlarından
ettiği, onurlarını ayaklar altına aldığı onun
şiirlerinde Türkiye merkezli olarak görülü-
yor. Şair bölgeyi elde etmenin yolunun
Türkiye’yi çözmekten geçtiği gerçeğinden
hareketle yapılanları veriyor. Ergenekon,
Balyoz operasyonları başta olmak üzere or-
dumuzun çökertilme, bağımsızlığımızı yi-
tirme sürecini de bu bağlamda şirine taşıyor,
çok daha gerilere giderek.
“…/ Bir cd daha vardı, balyoz kıramaz,
/ İman tahtasından yapısı, / Karınca hakkı-
nın kayda geçirildiği, / Ateşin sahibince, burç-
lu gök katlarında.” (Yalandan Çatlayan
CD, s.44)
“Başkaldırmak boynunun borcudur,”
diye seslenen Hüseyin Haydar’ın “İsyan Ma-
kamı” adlı yapıtında şiirlerinde “Savaşı
anayurt kazanacak” muştusunu veriyor.
Türkiye’nin üzerinde esen fırtına sonrası,
“Doğuracak yüzyılın kollarına, / Doğuracak
Avrasya’nın en güzel çocuğunu” dizelerinin
altını çizmek gerekiyor.
İsyan günlerinin kıyısında değil tam or-
tasında yaşayan Hüseyin Haydar, bugünkü
devrimci mücadelenin şairi olduğunu “İsyan
Makamı” ile bir kez daha kanıtlıyor. “İsyan
Makamı”nın şiirleri bir edebiyat yapıtı oluş-
turmayla birlekte geleceğe iletilen canlı bir
belge olma niteliğini de taşıyor. Hüseyin
Haydar’ın Aydınlık ve Ulusal Kanal’ın yanı
sıra sosyal medyada toplamda milyonlarca
paylaşılan şiirlerinin, korku imparatorlu-
ğunun yıkılmasında büyük payı olduğunu
söyleyebiliriz.
Ayaklanan bayrakyakar güneşi
HÜSEYİN HAYDAR’DAN DEVRİM GÜNLERİNİN ŞİİRİ: ‘İSYAN MAKAMI!’
“�syan soka�a iner, ki�i cellad�n� yer” diyen Hüseyin Haydar tarihsel süreç içinde kültürümüzüolu�turan önemli ki�ilik ve yap�ta�lar�n�n adlar�n� �iirine kayaya kaz�r gibi kaz�yor
Mustafa ASLAN
�syan Makam�, Hüseyin Haydar,Kaynak Yay�nlar�, 112s.
Hüseyin Haydar
14 HAZ�RAN 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP
İnsanlığın insanlaşma mücadelesi -önce-
ki mücadelelerin sahibi atalarımızdan
özür dileyerek!- atalarımızın ilk duvar re-
simleri yapmasıyla başlamıştır dersek ya-
nılmış olmayız. Sanat ve edebiyat insanlı-
ğın ilerlemesinin temel taşıyıcılarıdır. Or-
taçağ’dan kurtulmada en önemli sanat re-
sim sanatı olmuştur. Aydınlanma döne-
minde ve burjuvazinin ortaya çıktığı dö-
nemde ortaya çıkan roman sanatı, insan-
ların toplumsal mücadele içinde görüldü-
ğü en önemli sanat türüydü.
İnsanlığın bu mücadelesi içinde sos-
yalizan düşüncelerin yayılması ve benim-
senmesinde edebiyatın büyük önemi var-
dır. Bu uğurda dünyada siyasal mücade-
lelerle geçen en büyük romanlar hangile-
ridir derseniz Türk romancılarını ön sıra-
ya koymak gerekir diye düşünürüm. Bel-
ki de bizim bilgimiz bu kadardır; herkes
kendi fanusunun içinde yaşar.
Aynı zamanda 1934 yılında Sovyet
Yazarlar Birliği Kongresi’nde Maksim
Gorki tarafından kuram haline getirilen
“toplumcu gerçekçilik” kuramının temel
ilkeleri devrimci romantizm, çelişki, olum-
lu kahraman, çilecilik ve insanın insan ta-
rafından sömürüsünü anlatmak/yansıt-
mak olarak çizilmiştir. Bu kuram,
SSCB’den daha çok Türkiye’de benim-
senmiş ve Türk yazarları eleştirel yanı öne
çıkararak “eleştirel gerçekçilik” diyebile-
ceğimiz bir düşünce doğrultusunda başa-
rılı yapıtlar vermişlerdir.
Öyle ki Reşat Enis Aygen’in “Toprak
Kokusu” (1944) adlı romanı Halide Edip
Adıvar tarafından, -belki de Enis’e ege-
men olan karamsarlık duygusu yüzünden-
“Steinbeck’in ‘Gazap Üzümleri’nden
daha güçlü bir yapıt” olarak değerlendi-
rilmiştir. Yaşar Kemal’in, Orhan Ke-
mal’in öncüsüdür. “Toprak Kokusu” köy-
lülerin topraklarını koruma mücadelesi-
ni anlatır. Sabahattin Ali’nin “Kuyucak-
lı Yusuf”u, “İçimizdeki Şeytan”ı, Orhan
Kemal’in neredeyse tüm yapıtları top-
lumsal mücadelelerin anlatıldığı yapıt-
lardır. “Bereketli Topraklar Üzerinde”,
başyapıtlardandır.
TATAR RAMAZANLAR, �NCE MEMEDLER
“Dimitrof Geçiyor” gibi tarih kitabı
bile yazan 1918 doğumlu Kerim Korcan’ın
“Tatar Ramazan” (1969) adlı öyküsü zulme
ve haksızlığa karşı isyanın dünyadaki en mü-
kemmel öykülerinden biridir; hem oyun ola-
rak, hem sinemaya uyarlanmış haliyle tü-
rünün klasiklerindendir. Yaşar Kemal’ın
“İnce Memed”i, “Bir Ada Hikayesi” üçle-
mesi en iyi yapıtlardır. İlhami Bekir Tez, İl-
han Tarus, Necati Cumali, Talip Apaydın,
Fakir Baykurt romanları, toplumsal müca-
delenin içinde yoğrulmuş romanlardır. Mu-
zaffer Buyrukçu’nun “Kavga”sı, Onat Kut-
lar’ın “İshak”ı önemli bir noktadır.
Füruzan’ın “47’liler”i, toplumsal mü-
cadelelerin anlatımı, devrimcilerin anlatıl-
dığı, bu mücadeleyi halk adına omuzlamış
gençlerin insanların anlatıldığı romanlara ev-
rilen ilk romanlardandır. İşkence gören bir
genç kızın kabuslarını anlatır bu romanda
Füruzan. Erdal Öz’ün “Yaralısın”ı bu türün
en önemli yapıtlarındandır. Herkesin ya-
yıncısın sen yayıncı kal dediği ama önemli
bir romancı olan Osman Akınhay’ın “Gün
Ağarmasa” adlı romanı “devrimciler”in
anlatıldığı önemli romanlardan biridir. Yine
benim “Üçlü Kavşak” adlı öykü kitabım dev-
rimcilerin devrimci örgütler içindeki ilişki-
lerini anlatan bir kitaptır. Pamuk Yıldız’ın
yapıtları, Abdullah Nefes’in öyküleri bu tü-
rün başarılı örneklerindendir.
DO�UDAN VE BATIDAN DEVR�M
Türkiye solu bu türün önemli -yabancı-
romanlarıyla büyümüştür diyebiliriz. Jorge
Amado’nun “Sonsuz Topraklar”, John Ste-
inbeck’in tarım sendikacılarını anlattığı
“Bitmeyen Kavga”sı, Upton Sinclair’in “Şi-
kago Mezbahaları”, Hovard Fast’ın “Hür-
riyet Yolu”, kim olduğu hala tartışılan Tra-
ven’in “İsyan”, “Dinamit”, “Pamuk İşçile-
ri” gibi onlarca yapıtının tümü “mücadele”
romanlarının başyapıtlarındandır. Andre
Malraux’un “Umut”u, Anna Seghers’ın
yapıtları “68liler”in başucu kitaplarındandır
ama “78’liler” de, Nikola Ostrovski’nin
“Ve Çeliğe Su Verildi”, Dimitir Dimov’un
“Tütün”ü, Çinli bir kurulun ortaklaşa yaz-
dığı devrimcilerin romanı “Kızıl Kayalar”ı,
Mihail Şolohov’un “Ve Durgun Akardı
Don”u, Maksim Gorki’nin “Benim Üni-
versitelerim”i, Konstantin Simonov’un sa-
vaşı anlatan yapıtlarıyla büymüştür.
80’li yıllardan sonra yayımlanan kitap-
lardan İsabel Allende’nin “Ruhlar Evi”ni Ta-
rık Ali’nin iki romanı tamamladı. Ali, “Ayna
Korkusu” adlı mükemmel romanında
KGB’yi Avrupa’da ilmik ilmik ören bir
avuç devrimcinin yaşamını anlatır. Tarık
Ali’nin diğer romanı “Kefaret”te sol ör-
gütlerin hizip savaşı ironik bir dille anlatı-
lır. Jorge Semptrun’un “Neçayev Dönüyor”u
tam bir polis/devrimci ilişkileriyle doludur,
Arthur Koester’in “Öğleden Sonra Karan-
lık”ını atlamamak gerekiyor. Sartre’nin
“Kirli Eller”ini de eklemek gerekiyor. Joseph
Conrad’ın Narodnik bir devrimciyi anlattı-
ğı “Karanlığın Yüreği” ve “Gizli Ajan/Ca-
sus” adlı romanları bu türün önemli ro-
manlarındandır.
Elbette okumadığım, unuttuğum onlarca
yapıt ve yazar ismi vardır ama ben, merak-
lıların, Ivo Scanner’in “Che’nin Elleri” adlı
küçük romanını mutlaka okumasını öneri-
yorum!
Toplumsal mücadeleleritaşıyan bir tür: Roman
Maksim Gorki taraf�ndan kuram haline getirilen “toplumcu gerçekçilik” kuram�n�n temel ilkeleri;devrimci romantizm, çeli�ki, olumlu kahraman, çilecilik ve insan�n insan taraf�ndan sömürüsünüanlatmak/yans�tmak olarak çizilmi�tir. Bu kuram, SSCB’den daha çok Türkiye’de benimsenmi�
ve bu dü�ünce do�rultusunda ba�ar�l� yap�tlar vermi�lerdir
AHMET YILDIZ
11Aydınlık KİTAP
I
ŞelaleyeDüşmüştürZeytinin dalı;CelaliyimCelalisinCelali.
II
Üç anayasaortasında büyüdün:
Biri akasyaBiri gülBiri zakkum.
III
Türkiye’nin adı,Soyadı yasasından beriAtatürk adındanSoyutlanamadı:
1930’lu yıllardaEtitürkiye;
1940’lı yıllardaAtetürkiye;
1950’li yıllardaUditürkiye;
1960’lı yıllardaÖtetürkiye;
1970’li yıllardaAtatürkiye;
1980’li yıllardaAdıtürkiye;
Mavi yolculuklar var bir deO yunani o güzel yolculuklar-da,Hemen her zaman:Adatürkiye.
IV
O yıllarda ülkemizdeCeşitli hükümetlerleYetmiş iki dildenİkisi yasaklanmıştı:
İkincisi Türkçe.
V
Kahvede subay yok,Bu nasıl iştir.
Kısa TürkiyeTarihi I
Cemal Süreya
Aydınlık KİTAP KAPAK
Tracy Chapman’ın sevenlerin asla bel-
leklerinden silinmeyecek olan “Tal-
kin’ ‘bout a revolution” şarkısı şöyle
başlar: “Bilmiyor musun, onlar dev-
rimden konuşuyorlar, bir fısıltı gibi ge-
liyor sesleri.” Gezi Parkı’na kurulan
çadırlar da, yeni bir toplumsal başkal-
dırının “fısıltısı” oldu. Elbette, önce
devrimin şiiri yazıldı. Gezi Parkı’nda
mektup kağıdı büyüklüğünde bir say-
fanın ortasına, küçük denebilecek bü-
yüklükte harflerle yazılmış ki, ancak
özellikle bakanlar görebilir: Bir halk
şiir yazarsa, devrim olur!
Ya da, Cemal Süreya ustaya bir
gönderme: Çapulcuyum, çapulcusun,
çapulcu!
Evet, her devrim nasıl toplumun
tamamını dönüştürür ve kendi özgün
sanatını yeniden yaratırsa, burada da
öyle oldu. Gezi Parkı’nda “üç-beş”
ağacın sökülmesine karşı direnişle baş-
layan, ama kısa sürede tüm ülkeyi kap-
sayan gösteriler, devrim anaforu hali-
ne geldi. Önüne gelen her şeyi ve her
sözcüğü değiştiriyor, yeniden anlam-
landırıyor ve geleceğe doğru fırlatıyor.
Bir ağaç öldü, bir millet uyandı!
Sanırım, Genco Erkal’ın oyunlaştırdığı
“Yaşamaya Dair”den yayıldı, güncelli-
ğe yaptığı vurgu nedeniyle!
Şairlerimizin bu büyük dalganın şiiri-
ni yazacaklarını biliyorum. İlk örneğini
bu sayımızda okudunuz. Ama toplumun
içinden alıntı yapacağım:
Çapulcu uyan���uzun bir zaman
sustular sustular
uyur gibi yaptılar
*
oysan onlar uyanıktılar
*
çok sabrettiler
beklediler beklediler
amma velâkin
günbegün
kötüye gidiyordu işler
*
günler geçerken
zaman geriye
saatler ileri işler
daha da kötüye gidiyordu
tüm bu gelişler gidişler
*
neyse ki;
vakit güne erişende
vardılar işin farkına
ani bir kararla
toplandılar Gezi Parkına
şarkılarla türkülerle
suyu çevirdiler
kendi arkına
çomak soktular
sürecin kirli çarkına
*
ve haykırdılar
hep bir ağızdan
*
biz
ne paracıyız
ne pulcuyuz
biz halkız
biz çapulcuyuz!..
Muzaffer Yıldırım
VER GAZI VER Sivas Emniyet Müdürlüğü’nde gö-
revli Başkomiser Fırat Yaldız bile ken-
disini büyük dalganın yarattığı enerji-
den alıkoyamamış. Aziz Nesin’in sö-
züyle “her üç kişiden beşi”nin şair ol-
duğu bir toplum olarak, duygularımızı
hemen şiirle ifade ediyoruz:
“Toplumsal Birliktelik �çinDostluk �iiri”“Bana taş atma dostum
Çiçekli bir dünyanın hayali ile yaşıyorumHayalime taş atmaCamlarımı kırma dostumBir yanım üniformalı, diğer yanım ipekliBir yanım iyilere, kötülere diğeriBir elimde silah var, diğer elim saz çalarCop tutarsa bir elim, diğeri çiçek sunarHayal fırçasını elime alıp, mutluluk ka-ğıdına kardeşliği çizerimÇizdikçe renklerini düşlerimSaflığı, sadeliği, barışı özlerimHer yerde huzur arar gözlerimHayallerimi yıkma…Bir millet bekliyor seniBilimin ışığı ile aydınlat Türkiye’yiGeleceğin çocukları bizi bekliyorGüçlü omuzlarımızda yükselteceğiz bugüzel ülkeyi…Siz bilimle geçirin bu geceyi üniversite-lerdeBen de, bilimle aydınlanacak ülkeminGeleceğini karartanların yolunu tıkayarakUyuşturucu tacirlerini yakalayayımCinayetleri aydınlatayım, kaçakçılarıbulayım bu geceBenim mücadelem bilimle değil, terörleEl ele verirsek güçlenecek bu ülkeKavga değil, hizmet bekliyor bu halkSenden de, benden de, bekliyorum sarılbanaDostum bana taş atmaNeden çiçek yerine taş, sevgi yerine so-
palar elimizdeNasıl kıyarız birbirimize?Annemin gençliğisin sen, babamın öğrenciliğiBelki kız kardeşimsin benim, belki de ağabeyimYa dostunum senin, ya komşunKim bilir belki de polis çocuğusunAynı ülkenin çocuklarıyız senle benÖyle ise bu anlamsız kavga neden?Dostum; bundan sonra bana taş atmaHaydi, tut ellerimi ve hiç bırakma, hiçbırakma.”
Artık kim bize penguenlerden söz
ALİ RIZA Ö[email protected]
12 14 HAZ�RAN 2013 CUMA
Bir halk şiir yazarsaGezi Park�’nda “üç-be�” a�ac�n sökülmesine kar�� direni�le ba�layan, ama k�sa sürede
tüm ülkeyi kapsayan gösteriler, devrim anaforu haline geldi. Önüne gelen her �eyi veher sözcü�ü de�i�tiriyor, yeniden anlamland�r�yor ve gelece�e do�ru f�rlat�yor
14 HAZ�RAN 2013 CUMA 13KAPAK Aydınlık KİTAP
edebilir? Penguenler konusunda dünya-
nın en bilgili halkı olduk, sadece bir gün-
de! Dışarıdan ayağının tozuyla İstanbul’a
gelen birisi için, sokakları dolduran pen-
guen resimleri şaşırtıcı gelecektir. Ama,
Marmara Üniversitesi, Resim Bölümü
öğrencisi Buğra’nın penguenleri kendile-
rine uzatılan mikrofona konuşamayarak,
yeterince mesaj gönderiyorlar. Bu nokta-
da, “Hepimiz pengueniz!” sloganı da me-
taforik anlamıyla, toplumsal eleştirinin
dibine vuruyor!
Penguenler bir metafor olarak işlev-
selleşirken, gaz maskesi ise zaferin en so-
mut kanıtı olarak tüm resimlerin içerisin-
de yer buluyor. Özellikle Cuma/Cumarte-
si gecesi sabaha kadar sokak sokak dire-
nerek saldırıyı püskürten gençlerin başa-
rılı olmasını sağlayan tek “silahları” gaz
maskeleriydi. Taksim sokakları kalaşni-
kofla veya başka bir silahla değil gaz mas-
keleriyle savunuldu. Atılan binlerce gaz
bombasına rağmen ayakta kalabilen dire-
nişçiler önünde pes eden polis oldu. Çün-
kü ne biber gazı, ne sis bombası, ne de
gaz direnişi kırmada etkili olamamıştı.
Zaferin resmi gaz maskesiyle ifade edildi-
ğinde, bence en doğru anlatım yakalan-
mış oluyor.
TÜRK�YE’Y� SAVUNMAK Genç ressamlar hemen bir çadır
kurmuşlar ve direnişin resmini yap-
mak isteyenlerin eline “kalem kağıt”
tutuşturuyorlar. Semih Demir bence
direnişi en iyi anlatan resimlerden bi-
risine imza atmış. Otorite “güvenlik
araçları”na bölünüp parçalanırken, in-
san, doğa, hayvanlar tek bir insana dö-
nüşüp birleşerek meydan okuyorlar.
Birliğin sembolü ise Türk Bayrağı ba-
kan gözler! “Türkiye’yi savunmak”
olarak kavramsallaşan Gezi Parkı di-
renişinde birliğin sembolü gerçek ha-
yatta da Türk
bayrağı oldu.
Resim el be-
cerisi gerektiren
bir sanat ama,
karton üzerine fo-
toğraflardan “ko-
laj” hazırlayarak
şablon çıkarmak,
çok kolay. İşte
devrimin sanatı! İstanbul türlü türlü re-
simlerle yazıların birleştirildiği kartonla-
rın kesilerek hazırlanan şablonlara sprey
boya yardımıyla duvarlara “çıkarma” ya-
pılan resimlerle dolu. Evet, en çok pen-
guen ve Tayyip resimleri kullanılıyor,
bizde yalan yok! Kim bu resimlerin,
“pahalı ressamlar”ın “iş”lerinden daha
az sanat içeriğine sahip olduğunu iddia
edebilir? “Tomalara göğüs geren, işte
benim Zeki Müren!”
Duvar yazısı 80’ ve 90’ların
“moda”sı olmuştu. Yanlış hatırlamı-
yorsam, “Biz duvar yazısıyız” adı altın-
da yayınlanan bir tercüme kitap ile,
“fırlama zeka” ile tanışmıştık. O kitap-
ları okuyanların çocukları şimdi, dün-
yaya yayılacak duvar yazısı örnekleri
ile İstanbul’u ve diğer illerimizi “süslü-
yorlar”: “Kakamım % 50’sini zor tutu-
yom”! Ya da, “ABD kaç verdiyse 2
katı”! “Hep Edison yüzünden”! “An-
nem bile direniyor”, “O Tayyip buraya
gelecek”! “40 yıllık
çevirmenim, böyle
geri çevirme gör-
medim.", "Afrika
nasıldı baby, sıcak
mıydı çok?”, “3 ço-
cuk daha yapıp üs-
tüne salacaz Tay-
yip”, “Anne, baba
bana doğum gü-
nümde bisiklet alma, gaz maskesi al”,
“transfobik devlet, yıkacağız elbet”,
“Barikatın ardı vatandır”, “Yol ver gi-
delim, Taksim’i gezelim”, “Belki üstü-
müzden bir gaz bombası geçer”.
MÜZ�KS�Z OLMAZ Öte yandan, Gezi Direnişi’nin en
popüler sanat türü olan müzikte de
yansımaları oldu. Kardeş Türküler,
Boğaziçi Caz Korosu, ODTÜ KTMT,
MARSİS, Oğuzhan Uğur, Serhad
Raşa gibi bilindik müzisyenlerin ya-
nında, herhangi bir türküyü uyarlaya-
rak destek ve dayanışmasını ifade et-
mek isteyenlerin yaptıkları müzik ka-
yıtları internette birbiri ardına yayınla-
nıyor. MARSİS’in “Oy Recebum” ve
Boğaziçi Caz Korosu’nun “Çapulcu
musun Vay Vay” da halk türkülerimiz-
den uyarlama. Birkaç gün içerisinde
bir milyondan fazla paylaşılan bu ezgi-
ler, sanırım pek çok müzisyene yeni fi-
kirler verecektir.
Ben bir çapulcuyum Gezi Parkı’ndaBaskının içinden büyür gelirimİsyan ikliminde halk direnişindeCanımı dişime takar gelirim
Taksim’de büyüyen ben bir tehdidimKavgamı halkım ile büyüttümGazlı şafaklarda polis ürküttümÖfkemi dilime döker gelirim
Kurdun kuşunu uykusunu belledimGezi Parkı’nın başucunu bekledimBaşeğmez sesimi halkla besledimİsyan yangınına döner gelirim
Taksim’de büyüyen ben bir tehdidimKavgamı halkım ile büyüttümGazlı şafaklarda polis ürküttümÖfkemi dilime döker gelirimSerhat Raşa (Söz-Müzik: Tunay Bozyiğit)
14 HAZ�RAN 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP
“Gezi Parkı” direnişi ile yayılan halk ha-
reketi günlerdir Türkiye’nin dört bir ya-
nını sarmış durumda. Türkiye’de yalnızca
insanlar özgürlükleri kazanmak için
alanları doldurmuyor, aynı zamanda ta-
rihe not düşüyorlar. Süreci şöyle de
özetleyebiliriz: “Türkiye’de yeni bir ro-
man yazılıyor.”
Her yükselen halk hareketi, ayak-
lanmalar ve devrimler toplumların ya-
şantısında derin izler bırakmıştır. Ama
başarılı ama başarısız tüm devrimci atı-
lımlar, arkasında mutlak bir edebi ürün-
le anılmışlardır. Bizler ise, bu ürünler sa-
yesinde dört elle sarılırız mücadeleye.
Geçmiş ürünler, yeni mücadeleleri bes-
ler, büyütür, olgunlaştırır. En azından bi-
rer rehber görevi görürler, neyi doğru
neyi yanlış yaptığımızı anlatırlar. Sade-
ce roman ve şiir değildir onlar; özgürlü-
ğün kitaplarıdır, aynı zamanda tarihi
birer vesikadırlar.
FRANSIZ DEVR�M�’N�NROMANLARI
Ünlü romantik yazar Victor Hu-
go’nun “1793 Devrimi” adlı romanında
anlatılan destansı günlerin soluğunu her
okuyuşta yeniden hissetmiyor muyuz?
Hugo’nun deyimiyle, “Paris’in Fransa ile
ve Fransa’nın Paris ile mücadele ettiği
yıl” olan ve adeta Fransa’nın kaos için-
de olduğu 1793 yılında, Hugo sınıfların
birbirleri ile mücadelesini anlatırken, bir
anda kendimizi feodalizmin kalıntıları-
na karşı amansız bir mücadelenin içinde
buluveririz. Devrimi hem yapan hem sor-
gulayan Gauvain şu sözleriyle sanki bu-
günden seslenir: “Siz savaş istiyorsu-
nuz. Ben barış istiyorum. Siz yoksulluğa
yardım etmek istiyorsunuz. Ben yoksul-
luk ortadan kalksın istiyorum. Siz savaşçı
istiyorsunuz, ben yurttaş. Siz erkek, ka-
dının efendisi olsun istiyorsunuz, ben er-
kek kral, kadın kraliçe olsun istiyorum.
Eşitlik istiyorum!”
Fransız Devrimi’ne farklı bir bakış
açısı da Charles Dickens tarafından “İki
Şehrin Hikayesi” adlı romanında getiri-
lir. Dickens olaylara yalnızca Paris’ten de-
ğil, Paris’in yanı sıra Londra’dan da ba-
kar. Paris halkının fakirlikten bıktığı, aris-
tokratlardan nefret et-
tiği bir dönemdir. Ayaklanma başlar, soy-
lular halk tarafından bir bir yok edil-
mektedir. Paris’te bu hareketli ve karanlık
günler geçerken, Londra’da sakin bir ya-
şam vardır. Dickens bu iki şehrin sosyo-
lojik yapısını gözler önüne sererken, ki-
tabın giriş cümlesi -Hugo’da olduğunu
gibi- bugünün Türkiye’sine bir göz kır-
pıyor: “Zamanların en iyisiydi. En kötüsü
de... Akıl çağıydı, budalalık çağıydı da...
İnanç çağıydı, aynı zamanda inkâr çağıydı
da. Bir taraftan aydınlık bir taraftan
karanlık mevsim yaşanıyordu. Umudun
baharıydı, yeisin kışı. Her şeyimiz
vardı ama hiçbir şeyimiz yoktu. Hepimiz
doğruca cennete gidiyorduk ama hepimiz
cehenneme de gidiyorduk. Kısaca bu çağ
bu devre öyle benziyordu ki, sesi en çok
çıkan otoriter iyisiyle-kötüsüyle ikisinin
mukayesesinin, sadece üstünlük bağla-
mında yapılmasına ısrar ediyordu.”
GEZ� PARKI’NDA PAR�SKOMÜNÜ RUHU
Galina Serebryakova’nın 5 cilt ha-
linde yazdığı ve Marx’ın hayatını anlat-
tığı “Ateşi Çalmak” belgesel-romanı ise
yalnızca Marx’ın hayat öyküsünü değil,
aynı zamanda proletaryanın bir sınıf
olarak ortaya çıkışı ve burjuvaziye karşı
giriştiği büyük mücadeleleri de anlatması
açısından oldukça önemlidir. Marx’ın
gençlik yıllarından 1848 Devrimlerine, I.
Enternasyonal’in kuruluşundan “Kapi-
tal”in yazımına kadar konusu geniş olan
romanda belki de en çok Paris Komü-
nü’nde kurulan barikatlar dikkatimizi çe-
kiyor. Paris Komünü’nün barikatları ve
ruhu, bugün Gezi Parkı’nda birebir kar-
şımıza çıkıyor.
Bugün Gezi Parkı’nda yalnızca Paris
Komünü’nün ruhu yok. 1905 Devri-
Özgürlüğün kitapları �unu bilmeliyiz ki; bu romanlar�n konusu birbirinden farkl� olsa da farkl�
mekanlarda ve zamanlarda geçse de hepsinin ortak noktas�, tüm dünyada yükselen devrimci at�l�mlar�n evrensel de�erlerini yans�tmas� ve karanl�kta el feneri vazifesi görmesidir.
Bu eserler, karanl���n sonundaki ����a do�ru daha güçlü ad�mlar atmam�z� sa�l�yorlar
NADİR TEMELOĞLU
14 HAZ�RAN 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAP
mi’nin hemen arifesinde hapse atılan
oğlu Pavel için köy köy dolaşıp bildiriler
dağıtan, Gorki’nin ölümsüz “Ana” adlı
eserindeki “Ana” karakterinin de ruhu
dolaşıyor. Bugün “Ana”larımız en önde,
elinde Türk bayrağı, yurdun dört bir ya-
nından faşizme karşı kurulan barikat-
larda çarpışıyor.
Dünya tarihindeki en önemli kırılma
noktalarından biri de 1917 Ekim Devri-
mi ile gerçekleşmiştir. Ekim Devrimi,
yeni bir dünya için atılan en önemli
adımlardan bir tanesidir.
O günlere tanıklık eden Amerikalı ga-
zeteci-yazar John Reed, kitabına artık
dünyanın eskisi gibi olmayacağının altı-
nı çizen bir başlık atar: “Dünyayı Sarsan
On Gün”. Ekim Devrimi’ni anlatan ve
belgesel-roman tarzında yazılan bir diğer
eser de, Emmanuel Kazakeviç tarafından
kaleme alın “Mavi Defter”dir. Kazakeviç,
John Reed’in eserinde geniş bir çerçe-
veyle anlattığı fırtınalı günleri, daha dar
bir şekilde, Lenin özelinde anlatmakta-
dır okuyucuya. Lenin’in İsviçre’den Rus-
ya’ya dönmesinden itibaren Ekim Dev-
rimi’nin bir gün öncesine kadar geçen sü-
reyi anlattığı, devrimin liderinin çalışma
tarzından tutun da izlediği taktiklere ve
çevresindekilerle ilişkilerine kadar konu
edindiği roman bize Ekim Devrimi’nin
canlı bir portresini sunmaktadır.
Nikolay Ostrovski ise “Ve Çeliğe Su
Verildi” adlı iki ciltlik eserinde çizdiği Pa-
vel Korçagin adlı ölümsüz karakteriyle
bize insanlık dersi vermektedir. Korçagin
karakteri fedakarlığın, devrimci azmin ve
en zor koşullarda bile mücadele etmenin,
dayanıklılığın ve samimiyetin simgeleş-
mesidir. Ostrovski, Korçagin karakteri ile
insan hayatının hangi amaç doğrultu-
sunda şekillenmesi gerektiğini akıcı bir dil-
le anlatır. Ostrovski, kitap için de şu
notu düşmüştür: “İnsanın en paha biçil-
mez varlığı hayatıdır. Hayat bir kez veri-
lir insana ve bu hayatı öyle yaşamalı ki,
hiçbir amacı, anlamı olmadan yaşanan yıl-
lar için insan utanç duymasın, miskin, pis
pis heveslerle geçen günler için insanın
yüzü kızarmasın ve hiç değilse ölürken
kendi kendine diyebilsin ki; “Ben ömrü-
mü, bütün gücümü dünyada en mükem-
mel şeye, insanlığın özgürlüğe kavuşma-
sı için mücadeleye adayarak yaşadım.”
SOVYETLER EDEB�YATI Mihail Şolohov, 20. yüzyıl Rus Ede-
biyatı’nın en önemli simgelerinden biri
olan “Ve Durgun Akardı Don” adlı 4 cilt-
lik dev eserinde Ekim Devrimi’ne bu kez
Kazakların gözüyle bakmaktadır. Ro-
man, bir Kazak Köyü olan Vyeşenska-
ya’da yaşayan Gregor Melehov’un köy-
de yaşadığı gençlik yıllarından başlaya-
rak, I. Dünya Savaşı’na katılıp cephede
yaşananlardan Çarlık Rusya’sının yıkı-
lışına ve Sovyetler Birliği’nin kuruluşu-
na kadar uzanır.
Andrey Platonov’un kaleme aldığı
“Çevengur” adlı roman ise mizahi bir dil-
le Sovyetlerin kuruluş sürecinde yapılan
hataların eleştirisini içerir. Sovyetlerin ilk
yıllarının anlatıldığı
roman adını “Çeven-
gur” adlı ücra bir ka-
sabadan alır. Çeven-
gur’da yaşayan bir
grup devrimci ise ko-
münizmi tek bir ham-
lede kurma çabası için-
dedirler. Karşı-devrim-
ciler, burjuvalar ve yarı-
burjuvalar öldürülme
yoluyla saf dışı bırakıl-
mıştır. Mülkiyet ise or-
tadan kaldırılmıştır. Sov-
yetlerin “sakıncalı” ya-
zarı Plotonov, bu aceleciliği şu sözleriy-
le eleştiriyor ve özetliyor: “Evvela ateş
edip sonra sual ediyorsunuz, ondan ge-
lecek ya sonunuz da zaten.”
Ünlü Amerikalı toplumcu yazar John
Steinbeck’in “Bitmeyen Kavga” adlı ese-
ri, belki de birçoğumuzu derinden etki-
leyen, mücadeleye iten kitapların başında
geliyor. Torqas Vadisi’nde elma toplayan
işçilerin mücadelesini anlatan kitap, as-
lında hepimize örgütlü olmak üzerine
müthiş dersler veriyor.
Dünyaya büyük bir örnek oluşturan
ve hala pratiğinden dersler çıkardığımız
Çin Devrimi’ni anlatan romanlar, dün-
ya devriminin mücadele geleneğini öğ-
renmek için bizlere zengin birer kaynakça
sunuyor. Luo Kuangpin ve Yang Yiyen’in
kaleme aldığı “Kızıl Kayalar” adlı eser,
gerici güçlerin zalim saldırılarına ve iş-
kencelerine karşı halkın mücadeledeki ıs-
rarı üzerine önemli dersler içermektedir.
Amerikalı gazeteci Agnes Smedley’in
yazdığı “Çin Savaşıyor” adlı eseri ise, Çin-
lilerin Japon emperyalizmi-
ne karşı verdikleri bağım-
sızlık mücadelesini etkili
bir biçimde anlatır. Bu ro-
manı okuduktan sonra, as-
lında emperyalizme karşı
yürütülen kurtuluş savaş-
larının birbirlerine ne ka-
dar benzediğini görüyo-
ruz. Kitapta yer alan şu
satırlar, Kurtuluş Sava-
şımızla paralelliğini or-
taya koyuyor: “...Çin Or-
dularının nasıl güç ko-
şullarda savaştığını asla tahmin ede-
mezsiniz. Japonların motorlu taşıtları,
uçakları ve ulaşım için gerekli araçları var.
Bizim ise, eşeklerimiz, atlarımız, bir
miktar katırımız ve adamlarımız. Nere-
deyse tüm ordumuz yürüyor. Burada mo-
torize birlikler yok.” Kurtuluş Savaşı demişken kendi ge-
leneğimizden bahsetmezsek olmaz. Em-
peryalizme karşı dünyada ilk mücade-lenin ışığını yakan bir millet olarak, ar-dımızda zengin bir mücadele geleneği
var. Bu gelenek, bugünün mücadelesineışık tutuyor.
ES�R �EH�RDE DOSTD�MAN B�L�NMEZ
Kemal Tahir’in “Esir Şehrin İnsan-
ları” adlı üçlemesi işgal yıllarındaki İs-
tanbul’u anlatıyor. Esir bir şehirde insan
olmanın zorluğundan şöyle bahsediyor
Kemal Tahir: “Çöküntü devirlerinde iki
çeşit insan meydana çıkıyor. Namus-
suzlarla namuslular... İki tarafta da, bo-
ğuşma büyük bir şiddetle, açıktan yürü-
yor. Hele, önce ‘vatandaş’ sonra ‘insan’
olunması gereken dehşetli sıralarda fa-
ziletle, alçaklığın boğuşması kadar kor-
kunç bir muhabere yok. Muhaberede
düşman karşıdadır. Üniformalıdır. Az da
olsa, çok da olsa bir zaman sonra önemi
kalmaz. Kaçarsın, kovalarsın... Anında
ölenler, yaralananlar olur. Ama hep ile-
riye bakmanın bir rahatlığı vardır. Oysa
esir bir şehirde dost kim, düşman kim, bi-
linmez!”
Yakup Kadri ise Milli Mücadele’ye
Kemal Tahir’in aksine mücadelenin için-
den, Anadolu’dan bakmaktadır. “Ya-
ban” adlı romanın Birinci Dünya Sava-
şı’ndan Sakarya Meydan Muharebe-
si’ne kadar geçen süreyi anlatır. Anado-
lu yıllardır kırılmıştır; fakirlikten ve sa-
vaşlardan. En önemlisi bir ruhsuzluk
çökmüştür. Bunun baş sorumlusu ise yine
Türk aydınının kendisidir: “Bunun ne-
deni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran
ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yap-
tın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını em-
dikten ve onu bir posa halinde katı top-
rak üstüne bıraktıktan sonra, şimdi de ge-
lip ondan tiksinmek hakkını kendinde
buluyorsun.” Köylülerde ulusal bilinç
yoktur, bilinç ancak düşman askerleri
köye dayandığında ortaya çıkacaktır.
Yakup Kadri, “Ankara” romanında ise
Milli Mücadele’nin merkezinde bulunan
Ankara’nın üç ayrı dönemini anlatır: Mil-
li Mücadele’den önceki, Milli Mücadele
dönemindeki ve Milli Mücadele sonraki
Ankara. Yakup Kadri, burada, Kurtuluş
Savaşı ve Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki in-
sanların özelliklerini ve toplumun sosyo-
lojik yapısını derinden inceler.
Durmuş Uyanık’ın “Aşılı Zeytin”
kitabı ise, devrimci bir köylü önderinin
örgütlü mücadelesini anlatıyor. Müca-
delenin toplumsallaştığı ve emekçileşti-
ği bir dönemde, 60’lı yılların devrimci
mücadele geleneği içinde yoğrulan bir
köy emekçisinin nesneden öte özne ol-
duğu, tarih sahnesindeki yapıcı rolünü
anlatan bu kitap, 68’in mirasını bugün-
lere taşıyan bir köprü vazifesi görüyor.
BUGÜN ÖLMEK YASAKToplumsal mücadeleleri anlatan ro-
manlar elbette bunlarla sınırlı değil.
Bunlarla da sınırlı kalmayacak. Daha bir
çok romanı örnek gösterebiliriz. Fakat
özellikle şunu bilmeliyiz ki, bu roman-
ların konusu birbirinden farklı olsa da
farklı mekanlarda ve zamanlarda geçse
de hepsinin ortak noktası, tüm dünyada
yükselen devrimci atılımların evrensel de-
ğerlerini yansıtması ve karanlıkta el fe-
neri vazifesi görmesidir. Bu eserler, ka-
ranlığın sonundaki ışığa doğru daha
güçlü adımlar atmamızı sağlıyorlar.
Tarihin yeniden yazıldığı şu günler-
de, özgürlüğün türkülerini hep bir ağız-
dan söylüyoruz, özgürlüğün kitaplarını
hep bir ağızdan okuyoruz, seslendiriyo-
ruz. Fakat tek bir yasağımız var, Cemal
Süreya’nın dediği gibi:
“Özgürlüğün geldiği günO gün ölmek yasak.”
14 HAZ�RAN 2013 CUMA16 Aydınlık KİTAP
1908 Devrimi’nin ve 1923 Cumhuriye-
ti’nin esinleyici şairi Tevfik Fikret, onun
adına yazdığı şiirinde gençliğe şöyle ses-
leniyordu:
Kalbinde her dakika şu ulvi tahassürünminkar-ı âteşinini duy, dâima düşün:Onlar niçin semâda, niçin ben çukurdayım?Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayım?..
31 Mayıs’tan beri
ayaklanan ve şimdiden
halkı sevince ve umuda
boğan gençliğimizin yü-
reğinde bu ateşin tutuş-
tuğuna kuşku yok. Tevfik
Fikret’in adına şiir yaz-
dığı ve unutulmaz kıldı-
ğı, “esatir-i evvelin”
“gökten dehâ-yi narı ça-
lan” bu kahramanı Pro-
mete’ydi.
Tarihin ilk ayaklan-
malarından biri mitoloji-
ye yazılıdır. Yunanların
ikinci kuşak tanrıların-
dan İapatesoğlu Promet-
heus, iktidarı ele geçir-
mesi için birlikte savaştı-
ğı baştanrı Zeus’u dinlemeyerek, insanla-
ra ateşi götürür. İnsanlık “Bütün sanatla-
rın kaynağı olan ateşi!” elde ederek uy-
garlığı yaratmıştır. Güç ve iktidarı simge-
leyen Zeus, akıl ve bilimi simgeleyen Pro-
metheus’u bu eyleminden dolayı cezalan-
dıracaktır. Tanrılar ülkesinde bir devrim-
le iktidara gelen Zeus, en bilinçli yoldaş-
larından birini, kendisini dinlemediği için
Kafkas kayalıklarına zincirletir. Dan-
ton’un “Büyük Fransız Devrimi”nde
belleklere kazınan sözü, “ihtilal ken-
di evlatlarını yer!”, mitolojik bir dev-
rimde de yerini bulmaktadır.
AKL� N�TEL���N� Y�T�RENDEVR�MLE G�DER
M.Ö. 5. yüzyılda Atina kent devle-
tinin en önemli sanatı olarak gelişen tra-
gedyanın ilk büyük ozanı Askülos’un ağ-
zından, Prometheus, zincirlendiği kaya-
lıkta, bu devrimi şöyle dillendirir:
Günün birinde bir öfkedir sardı tanrıları,Birbirine girdi bütün ölümsüzler,Kimi der Kronos gitsin, Zeus otursun tahtına,Kimi Zeus’un hiç başa geçmesini istemez.Boşuna öğütler verdim o zaman hepsine:Uranos’la Toprağın oğulları TitanlarıBoşuna yatıştırmaya uğraşıp durdum,Gururlarına kapılıp uzlaşmayı küçümsediler,Gücün hakkından güçle geliriz sandılar.
Azra Erhat ile Saba-
hattin Eyüboğlu’nun
“Zincire Vurulmuş Pro-
metheus” çevirisinden ak-
tardığım bu bölümden,
tanrılar katındaki dev-
rimci durumun, günümüz
toplumunda süregiden ik-
tidar savaşımından pek
de farklı olmadığı anlaşı-
lıyor. Tragedyada olanla-
rın bundan sonrası, gü-
nümüz Türkiye’sinde dik-
tatörlüğe dönüşen ikti-
dar ve ona başkaldıran
Prometheus ateşli gençler
arasındaki savaşıma daha
çok benziyor.
Prometheus, çatışma-
ları akıl ve bilgiye dayanarak çözmeye ça-
lışıyor. Adı da, Yunanca da geleceği gö-
ren anlamına gelmektedir. Ancak dev-
rimci durum ortaya çıkmışsa bunu uzlaş-
mayla yatıştırmak mümkün olamayacak-
tır. Prometheus, “gelecek zamanların
güçle, zorla değil, akılla kazanılacağına”
inansa da, başlayan Olimpos devriminde
safını seçmekte duraksamaz, yeni kuşa-
ğın, genç tanrıların önderi Zeus’un ya-
nında savaşa katılır. Devrimin zorunu akıl
ve bilincin yol göstericiliğiyle donatarak,
devrimin zafere ulaşmasında büyük kat-
kı yapar:
Ben Zeus’u tutunca, o da beni tuttu.Ve bugün eğer koca Kronos ve birleşikleriTartaros’un derin karanlıklarına girmişse,Benim bunu gerçekleştiren akıl yoluyla.İşte tanrıların kralına benim ettiğim hizmet,Buna karşı aldığım korkunç ödül de bu.
Mitoloji devrimlerinde de yıkılan
hükümetten kurtulmak şarttır ve bu-
nun yeryüzündekinden daha pratik bir
yolu olduğu görülüyor: Mensuplarını,
“Tartaros”un ya da cehennemin derin ka-
ranlıklarına gömmek. Dünya devrimle-
rinde biraz daha dolaylı bir cezalandırma
süreci işliyor: Devrimi yapıncaya kadar
“tarihin çöp sepetine” atmakla korkut-
mak, devrimi yapınca da devrim mah-
kemesinde yargılayıp halkın hükmünü
vermek…
�NSANLI�IN ÇOCUKLUKÇA�ININ �DEOLOJ�S�
Mitoloji, insanlığın çocukluk çağınınideolojisidir. Gerçek dünyanın baş aşağı
çevrilmiş ve abartılmış görüntüsü de di-yebiliriz. Güzel öyküleriyle büyüleyici
Yunan mitolojisi de bilim, sanat ve felsefeöncesinde insanın doğa ve toplu yaşamı
anlama ve anlatma çabasını somutlar.Toplumun kuruluşu, özel mülkiyet dü-zeniyle karşıt sınıflara bölünüşü ve artıürünün artışı, ayakları yeryüzünde bilimve sanatların, felsefenin kuruluşunu ge-
tirecektir.
Yunan mitolojisinin soyağacını M.Ö.
7. yüzyılda, ataları İzmir yakınlarından
karşı yakaya göçmüş Hesiodos çıkar-
mıştır. Bu soyağacı içinde Prometheus
akıl, bilim, haksızlığa direniş ve baş-
kaldırıyla ilişkilidir. Tarih boyunca in-
sanlık için bu niteliklerin bir simgesi ol-
muştur. Atina’da köleci kent demok-
rasisinin kuruluş süreci içinde doğan ve
gelişen tragedya sanatı, mit ve tarih
esinli olaylardan yola çıkarak, bu yeni
toplumun yönetim sorunlarını tartış-
maktadır. Göklerdeki devrimler, Ati-
na sokaklarındaki yaşamın çatışmalarını
simgeler. Askülos’un, Prometheus’un ay-
dınlatıcı ve devrimci niteliğini billurlaştı-
ran tragedyası iki bin beş yüz yıl önce-
sinden sanatın topluma ve tarihe diya-
lektik bakışının yetkin bir örneğini verir.
Askülos’un, Prometheus’a söylettiği şu
sözler, ezilen sınıflara, halklara ve onla-
rın sırtında iktidar süren diktatörlere
hâlâ ders vermeye devam ediyor. Ama an-
layana. Gençler yazmışlar duvara; “onu
sen anladın”… Anladı mı?
Prometheus’un, onu sağduyuya çağı-
ran, Zeus’un uşağı Hermes’e söyledikle-
ridir:
Al sana bir sürü parlak, yuvarlak söz!Tanrı uşağı dediğin böyle konuşmalı.Siz yeniler yeni bir yönetim kurdunuz,Kalenize dertler giremez sanıyorsunuz;Ama ben iki kral gördümO kaleden sürülmüş, kapı dışarı edilmiş,Üçüncüsü ki efendisidir bugünkü dünyanınBu gözlerim görecek onun daEn büyük utançla kovulduğunu.Hey, sen ne sandın? Ben korkacak biri miyim?Yeni tanrılara baş eğecek göz var mı bende?
Mitolojinin devrimcisiPrometheus
Tanr�lar kat�ndaki devrimci durumun, günümüz toplumunda süregiden iktidar sava��m�ndan pek defarkl� olmad��� anla��l�yor. Tragedyada olanlar�n bundan sonras�, günümüz Türkiye’sinde diktatörlü�e
dönü�en iktidar ve ona ba�kald�ran Prometheus ate�li gençler aras�ndaki sava��ma daha çok benziyor
B. SADIK [email protected]
17Aydınlık KİTAP
Her hayat gibi romanBu hikaye, son sat�rdaç�kan “kararma”sözcü�üyle birlikte,dama��n�zda üzüntüylekar���k �a�k�nl�k ama biryandan da umut hissib�rakacak ve akl�n�z�,ister istemez nostaljik vesiyah beyaz ekranlaragötürecek
Patlamış mısırlarınızı hazırlayın, ışıkları
kapattıktan sonra koltuğunuza oturun ve
arkanıza yaslanın. Çünkü birazdan
1940’ların Beykoz’unda “çekilen”, bir Ye-
şilçam hikâyesi okuyacaksınız, Doğan Ya-
rıcı’nın “Her Aşk Gibi Yarım” adlı ro-
manında. Karakterlerini
Sadri Alışık, Muzaffer
Tema, Hayati Hamza-
oğlu, Altan Erbulak,
Reha Yurdakul, Gülis-
tan Güzey, Gürdal To-
sun, Neriman Köksal,
Fatoş Sezer, Küçük Ali
gibi oyuncuların can-
landırdığı bu hikaye, son
satırda çıkan “kararma”
sözcüğüyle birlikte, da-
mağınızda üzüntüyle ka-
rışık şaşkınlık ama bir
yandan da umut hissi
bırakacak ve aklınızı, is-
ter istemez nostaljik ve
siyah beyaz ekranlara gö-
türecek.
Oyuncu kadrosunun
bir araya gelemez gibi durması ve olay ör-
güsündeki bazı abartılı durumlar, roma-
nın bir Yeşilçam senaryosu olduğu hissini
perçinliyor. Ama okuyucu, karakterlerin
iyi niyetini, doğruluğunu, kararlılıkla
güzel işlere girişme çabalarını samimi bu-
luyor. Sanki bugün de Beykoz’da yürüse,
öyle insanlar görebileceğine inanıyor.
Yazarın da bir Beykozlu olması bu dü-
şünceye adeta şerh koyuyor.
BEYKOZ’A S�NEMA GELD�!Romanın konusu oldukça sıra dışı
ama yaşanmış bir hikâyeden geliyor: Si-
nema bobinlerinin tutkal yapılmak üze-
re eritilmesi… İlk başta kulağa çok
mümkünmüş gibi gelmese de, işe yarıyor.
II. Dünya Savaşı’nın yaşandığı kıtlık dö-
neminde tutkal ihtiyacını karşılamanın
yanı sıra, Beykoz’a heyecan getiriyor
aynı zamanda. Nasıl mı? Kitabın anısına
ithaf edildiği Orhan Sunder sayesinde.
Yani romandaki fabrika müdürü Or-
han Bey… Orhan Bey, büyük bir görev
titizliğiyle, gelen bobin yığınlarını, her bir
film karesini tek tek inceleyerek sınıf-
landırıyor. Fark ediyor ki gelen bobinler
içerisinde hiç bozulmamış ve izlenebilir
olanları da var. Eli varmıyor bu filmleri
eritmeye… Çözüm, bir rüya esnasında
geliyor yanına: Kreşi, yemekhanesi, mes-
cidi olan bu fabrikaya bir
de sinema. “Eritmeye
göndersek de biz şunca-
ğızları, filmler bir kez iz-
lendikten sonra bellek-
lerde, kalplerde eriyip
yok olmaz ki…” diyerek
kendince bir ölümsüzlük
formülü atıyor ortaya. Ar-
tık her çarşamba fabrika-
da film gösterimi var.
Önce yalnızca işçilerin
katıldığı film gösterimle-
ri zaman içinde çeşitli bü-
rokratik engellerden ge-
çerek, tüm Beykoz’un iple
çektiği gösterimler halini
alıyor. Romanın anlatıcı-
sına göre “Çarşamba halk
günü” deyimi de bu hikâ-
yeden kaynaklanmaktadır…
H�ÇB�R �EY�N SONU YOK,HER A�K YARIM
“Şu nimetin sonunu, ekmeğin en gü-zel parçasına saklıyoruz. Bir güzel sıyırıpbütün yemeğin tadını son bir kez alıyo-
ruz. Demem o ki; son yudum hatırlanır,bütünü de unutturmaz. İşte öyle bir filmarıyoruz.”
Anlatıcının sözlerinden de anlaşıldı-ğı gibi, sıra son filmi izlemeye geldiğin-de bir telaş sarar Orhan Bey’i. Çözümede ustabaşının oğlu Ali koşar. Ne yaparpeki? Kendince bir oyun tutturur çocuk
aklıyla. O güne kadar izlenen tüm film-lerin başlangıç sahnelerini uç uca ekle-yerek yepyeni bir film oluşturur. Kesiş-
meyen hayatları kesiştirir, tanışmayan in-sanları tanıştırır ve “Hiçbir şeyin sonuyok” demeye çalışır gibi adeta.
ELİF SEDEF ÇELİ[email protected]
Her A�k Gibi Yar�m, Do�an Yar�c�,Yap� Kredi Yay�nlar�, 140 s.
14 HAZ�RAN 2013 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR
Sava� Tanr�lar�
Ted Bell, Alt�n Kitaplar, Çev: Zeliha�yido�an Babayi�it, 528 s.
İngiliz-Amerikalı MI6 terörle mü-
cadele ajanı Alex Hawke, bir yıl
önce sevdiği kadını kaybedince ha-
yatından tamamen vazgeçer. Ama
eski bir dostunun, Prens Charlesın
onun yardımına ihtiyacı vardır. Geç-
mişten gelen karanlık bir kişi, teh-
ditlerinin kulak ardı edilmemesi ge-
rektiğini daha önce kanıtlamış biri-
si, gözünü İngiliz hanedanına dik-
miştir. İngiliz kraliyet ailesine yöne-
lik açık bir tehdit söz konusudur ve
bu tehdit otuz yıl önce öldürülmüş
olan Lort Mountbatten’le doğrudan
bağlantılıdır. Her ipucu IRA bağ-
lantısını işaret etse de gerçek bundan
daha kötü görünmektedir.
Narkopolis
Jeet Thayil, Ayr�nt� Yay�nlar�,Çev: Gül Korkmaz, 304 s.
2012 Man Booker Ödülü’ne aday olan
ve DSC Güney Asya Ödülü’nü kazanan
bu roman uyuşturucudan, seksten, ölüm-
den, sevgiden ve insanların inandığı
tüm o tanrılardan bahsediyor. Edebi ge-
leneklere meydan okuyan “Narkopolis”,
ruhunu satmak üzere olan bir ülkenin,
öyküsü afyonhanelerden şehre yayılan bir
neslinin olağanüstü portresi niteliğinde.
Modernitenin gölgesinde, kafası güzel bir
halde hayatlarını sürdürmeye çalışan,
Shuklaji Caddesi’ni dolduran yoldan
sapmışların, fahişelerin, pezevenklerin,
uyuşturucu satıcılarının, keşlerin ve tüm
bu insanların arasında, silinmiş geçmişiyle
hayatta kalmaya çalışan bir hicranın hi-
kâyesini anlatıyor.
Denizi Yitiren Denizci
Yukio Mi�ima, Can Yay�nlar�,Çev: Seçkin Selvi, 156 s.
Marguerite Yourcenar’ın “İnce, bı-
çak ağzı gibi dondurucu bir kusur-
suzlukta” diye tanımladığı “Denizi
Yitiren Denizci”, dehşeti şiirsel bir
anlatımla bütünleştiren, benzersiz
bir kitaptır.
“Kusursuz arınma, ancak yaşamı
kanla yazılmış bir şiir dizesine dönüş-
türerek mümkündür,” diyen Mişima
bu kitapla görüşünü örneklemiş olur.
Mişima’nın en etkileyici eserle-
rinden biri olan kitap soğukkanlı şid-
deti ustalıkla anlatırken, hiç kuşku-
suz yazarın çocukluğunda bilinçaltını
etkilemiş baskıları da yansıtır.
Kabusname
Mehmet Cevat Y�ld�r�m,Do�an Kitap, 284 s.
Yıl 1939. II. Dünya Savaşı kapıda...
Edirne’de büyük bir konakta tuhaf
olaylar yaşanmaya başlar. Önce hort-
lak gelir, ardından öcü... Kapıya gelen
insan suretine bürünmüş cin, evdeki lo-
ğusaya musallat olan karabasan der-
ken ev çeşitli yaratıkların giderek şid-
detlenen saldırılarına maruz kalır. Kor-
ku içindeki ev halkı, İstanbul’dan yar-
dıma çağrılan İmam Ziya Bey ile kim-
ya âlimi Ethem Bey’le birlikte inanç-
larını sorgulayacak; dünya büyük bir
yıkıma doğru giderken ev de adım
adım felakete sürüklenecektir. “Kâ-
busname” yerli korku unsurlarını ba-
şarıyla kullanan, gerilim dozu hiç düş-
meyen özgün bir roman.
Foto�rafta �kimiz
Sebahattin Demiray, Epsilon Yay�nlar�, 592 s.
Enis yıllar önce izini kaybettiği Heval’i
bir gün üniversitenin yemekhane-
sinde görür ve peşine takılır. Fakat gö-
nül meselelerinde aklıyla hareket
edenlerin de en az kalbinin sesini din-
leyenler kadar yanıldığını öğrenme-
si için Enis’in zamana ihtiyacı vardır.
Aynı günün gecesinde sarhoş olarak
gittiği, ülkücü öğrencilerin kaldığı
evde hoş karşılanmaz ve en kısa za-
manda kendisine kalacak bir yer bul-
ması söylenir. Yokluğun, kıtlığın bol
olduğu o karaborsa devrinde, ülke
usul usul Eylül ihtilaline yaklaşır-
ken, karlar altındaki “anarşinin baş
şehri İstanbul”da’ Enis için artık yeni
bir hayat başlamıştır.
Havuz Ba��
Sait Faik Abas�yan�k, �� Bankas�Kültür Yay�nlar�, 152 s.
“Bir bahar günü Sait Faik ve Orhan Veli
ile birlikte yaptığımız bir Boğaz gezinti-
sini anımsıyorum. Üsküdar’dan Bey-
koz’a kadar her iskelede Sait beni sına-
va çekmişti: ‘Şu iskeleyi anlatmak gerekse
neresinden başlarsın?’ Anadolu Hisarı
İskelesi’nin yanında küçük bir kahve var-
dır. ‘Haydi’ dedi, ‘mademki hikâyecisin,
şu kahvede ilk gözüne çarpan nedir, söy-
le bakalım.’ Baktım üç dört kişi oturmuş,
kâğıt oynuyor, kahve içiyor, duvarda
birtakım basma resimler... İran şahının,
Atatürk’le resmi falan. ‘Bu resimleri be-
lirtirim’ dedim. Kızdı birden, ‘Ulan!’ dedi,
‘o kenarda tek başına oturan ihtiyar sa-
kallı var ya? İşte asıl hikâye o be!”
Oktay Akbal
Gölge Oyunu
Mort Weller, �thaki Yay�nlar�,Çev: M. �hsan Tatari, 480 s.
“Gölge Oyunu, Ray Bradbury hayran-
ları için olduğu kadar, zengin hayal
gücü barındıran, ustaca işlenmiş, şaşır-
tıcı derecede özgün ve sarsıcı kısa hikâ-
yeler okumaktan hoşlanan tüm okurlar
için de sahipsiz bir hazine. Ramsey
Campbell, Harlan Ellison, Margaret
Atwood, Neil Gaiman, Audrey Niffe-
negger ve Kelly Link gibi ünlü isimlerin
karanlık fantastik kurgularını tanıyan hiç
kimse onları bu derlemede gördüğüne
şaşırmaz; fakat aralarında Dave Eg-
gers, Jacquelyn Mitchard, Dan Chaon,
Bonnie Jo Campbell ve Julia Keller’ı da
görmek bir çeşit sürpriz sayılır. Hepsi de
birer Ray Bradbury hayranı, hepsi de çok
yetenekli.” -Joyce Carol Oates-
�kna
Jane Austen, K�rm�z� Kedi Yay�nevi,Çev: Serim As Özdemir, 264 s.
Jane Austen’in ölümünden önce ta-
mamladığı son romanı olan “İkna”, ya-
zarın sıkıntılı yıllar geçirdiği Bath ken-
tinde geçen dokunaklı bir aşk hikâyesi
üzerine kurulu. Romana adını da veren
“ikna”, işlenen temel konularından biri.
Yirmi yedi yaşına gelmiş olan Anne ise
artık evde kalmış bir kız sayılmaktadır.
İki genç birbirlerini unutamamış olsalar
da Yüzbaşı, Anne’yi bağışlamamıştır.
Çevrenin müdahaleleri ve ikna çabala-
rı bu kez nasıl bir sonuç verecektir? Jane
Austen yaşadığı toplumu ironik ve sert
bir dille eleştirirken, 19. yüzyıl başı İn-
giltere’sine ve İngiliz orta sınıfının aile,
evlilik, servet, mevki konularındaki gö-
rüşlerine de geniş bir pencere açıyor.
14 HAZ�RAN 2013 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR
I��k Külü
Lyubomir Levçev, Kaynak Yay�nlar�,Çev: Kadriye Cesur, 136 s.
Çağımızın büyük ozanlarından biri
olan Lyubomir Levçev, çağdaş Bulgar
şiirinin dünyada en çok okunan, tar-
tışılan şairlerinin başında geliyor. İn-
san sevgisine ve varlığına inanan, in-
sanlık için iyi ve mutlu bir gelecek kur-
mak isteyen, bu türden erdemler için
kaygı duyan bir şairdir Levçev. Eli-
nizdeki kitap, 1960’lı yıllardan başla-
yıp 2000’li yıllara kadar uzanan kırk
yıllık bir dönemi kapsıyor.
Arkadaşı ve dostu Özdemir İn-
ce’nin Önsöz’üyle...
“Ölmeyi unutmuş
ama ekmeğin tılsımını bilen
son büyücünün sığınak yolunu
arıyorum ben...”
B�rak Da��n�k Kals�n
Rik Mudde, NTV Yay�nlar�,Çev: Muradhan Arda, 200 s.
Diş fırçanızı ne kadar zamanda bir de-
ğiştirmeliyiz?
Neden işe yaşlı insanları almalıyız?
Neden gümüşü boşverip bronz ma-
dalyayı hedeflemeliyiz?
Neden video oyunları oynamalıyız?
Neden araba kullanırken hafif mü-
zik dinlemeliyiz?
Neden tatlı sözleri sevgilimizin sol
kulağına fısıldamalıyız?
NTV Yayınları’nın çok satan “Bis-
küviyi Çaya Yatay Bandırın” kitabının ya-
zarlarından
“Bırak Dağınık Kalsın”
İş yerinizde, yolculuklarınızda, gece
dışarı çıktığınızda ve aşk hayatınızda işi-
nize yarayacak ipuçları...
Pedal�mda 5 Ülke
�nci Sar�han, Soner Sar�han,Optimist Yay�n Da��t�m, 184 s.
Bir hayal, iki öğretmen, beş ülke, on-
larca şehir, yüzlerce köy, binlerce renk,
doku, tat, festival, milyonlarca pedal,
milyarlarca insan. Gezi tecrübeleriyle
ilgili yeni ve özgün bir şey söylemek ne
kadar zor. Avcı toplayıcı ilk insan-
dan, konargöçer atalarımıza, İbni Ba-
tuta’ya, Marco Polo’ya, Evliya Çele-
bi’den modern gezginlere kadar bin-
lerce seyahatname yazarı, içlerindeki
coşkuyu, yolda olmalarının nedenini ve
yaşadıkları olağanüstü anları ne dere-
ce kelimelere dökebilmiştir ki! Bu sa-
tırların sahibi İnci ve Soner Sarıhan çif-
ti bu sahnede figüran olmak yerine baş-
rolde oynamayı ve uzun metraj bir yol
filmi çekmeyi tercih etti.
Darwin ve Sonras�
Stephen Gould, Say Yay�nlar�,Çev: Ceyhan Temürcü, 352 s.
S. J. Gould’u popüler bilim meraklıla-
rının gözünde diğer pek çok bilim in-
sanından daha önemli kılan şey yazarlık
yeteneğinin yanı sıra uzmanlık alanı
olan biyoloji ile ilgili sorunları dönemin
kültürel ve sosyal sorunları ile ilişki-
lendirerek okurlarına sunmasıdır. Ya-
zarın ilerici dünya görüşü bize bazı sos-
yal ve kültürel tartışmalara biyoloji bi-
liminin ışığı altında göz atma fırsatı ve-
rir. Gould, insanın evrimleşmesini ele
alırken Friedrich Engels’in beynin ev-
riminde düşüncenin değil emeğin be-
lirleyici olduğu görüşünü ileri sür-
mekte ne kadar haklı olduğunu belir-
tir; Homo sapiensin ırklara ayrılmaması
gerektiğini ileri sürer.
�ahane Hatalar -Cumartesi
Lorraine Freeney, Tara McCarthy,April Yay�nc�l�k, Çev: Avi Pardo, 424 s.
Serinin dördüncü kitabında vitesi
yükseltiyoruz. Cumartesi gecesi ate-
şi tutuşturuyor. Barlar seksi kadın-
larla, baş döndüren erkeklerle dolu.
Eski sevgilin pusuda, en yakın arka-
daşın büyük bir sır saklıyor, herkesin
gözü birbirinin üzerinde. Cumartesi
geceni nasıl tamamlayacağın ise ta-
mamen sana ve yapacağın seçimlere
bağlı. Sürprizler adrenalini son rad-
deye çıkarıyor, şahane hatalar unu-
tulmaz sonlarla düğümleniyor. Çö-
zebilir misin? Kader diye bir şey
vardır ve sizin seçimlerinizle değişir.
Bu kitabı okumaya normal bir ki-
tap gibi birinci sayfadan başlayın.
Hayat Gezince Güzel -Sahilde
Fatih Türkmeno�lu, �nk�lâp Kitabevi, 288 s.
Gündelik hayatın rutininden sıkıldınız.
Şöyle tek başınıza kafa dinlemeye ya
da sevdiklerinizle beraber dinlenme-
ye, eğlenmeye, kendinizi mavi sulara
bırakmaya mı ihtiyacınız var? İster din-
ginlik arayan bir gezgin olun, ister ad-
renalin tutkunu bir maceraperest, ta-
tile çıkmadan önce çantanıza bir tane
“Hayat Gezince Güzel - Sahilde”
atın. Şimdi keşiflerle dolu bir yolculuğa
hazırsınız... Yıllardır CNN Türk’te
Sahil Günlüğü ve Hayat Gezince Gü-
zel programlarını hazırlayıp sunan
Fatih Türkmenoğlu, bu kez Marmara,
Ege ve Akdeniz sahillerini gezip gör-
mek isteyenlere rehberlik ediyor.
Metafizik ÜzerineDü�ünceler
Rene Descartes, Kabalc� Yay�nevi,Çev: Çi�dem Dürü�ken, 204 s.
Descartes’ın Tanrı’nın varlığını ve in-
san ruhu ile bedeninin birbirinden
ayrı olduğunu kanıtlamaya çalıştığı
“Metafizik Üzerine Düşünceler”
adlı eseri, döneminin bilimlerine
sağlam bir temel oluşturmak kaygı-
sıyla inzivaya çekilip kendini top-
lumdan soyutlayan bir düşünürün iç-
sel yolculuğunun hikâyesidir.
Descartes, eserinin başından so-
nuna kadar sistemli bir kuşku yön-
temiyle hareket eder, bir yandan da
insanın her şeyden kuşku duyabile-
ceğini, ama bir tek kendi varlığından
kuşku duyamayacağını temellen-
dirmeye çalışır.
Franz Kafka’n�nDönü�ümleri
Claude Thiebaut, Yap� KrediYay�nlar� , Çev: Orçun Türkay, 144 s.
“Dönüşüm”, “Dava”, “Ceza Sömürge-
sinde”, “Şato”... Kafka’nın yapıtları öz-
gürlüğün pahalıya patladığı bir dünyayı
anlatır. Peki gerçek dünya ne durum-
dadır? 1910’lu, 1920’li yıllarda, hem Çek,
hem Alman, hem de Yahudi olan ve ya-
vaş yavaş dört yüzyıllık Avusturya ege-
menliğinden kurtulmaya başlayan bir
Prag. Claude Thiebaut önce romantik,
sonra da varoluşçu Franz Kafka imge-
sinin tozunu alıp, Kafka’nın çok az yazı
yayımlamasına, genç ölmesine; babası,
yasalar, arkadaşlık ve kadınlara duydu-
ğu aşk karşısında, her zaman aynı soru-
yu sormasına neden olmuş o doğruluk
ve saflık arayışına odaklanıyor.
“Tavuk Prenses”te öykü Pamukya adında bir ül-
kede geçiyor: Kral Ulugıdı ülkenin kıyısındaki
ormanda yaşayan cadı Aygölge’yi kızdırır. Gel
zaman git zaman kralın ikiz kızları doğar. Ay-
gölge intikam almak için ikizlerden birini kaçı-
rır ve ona kendi kızıymış gibi
bakar. Pamukya’da ise kayıp
prensesin üzüntüsü küçük
büyük demeden tüm ülkeyi
sarmıştır. Olaylar, ikizlerin
(Mumu ve Juju) 10. yaş gü-
nünde “fosirik tosirik, hopi-
dik kubidik, puttura çuttura
fıttıra, ne olacak şimdi aca-
ba”gibi bir hal alır. Başına
gelen talihsiz olayın sonu-
cunda cadılık sanatının tüm
inceliklerini öğrenen Juju
ortalığı biraz karıştırır...
Reha Bar��, Zeynep Alpaslan,
MavibulutYay�nlar�, 112 s.
14 HAZ�RAN 2013 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ
Tavuk Prenses
Küçük Olimposlular, Kötü Tanrı Kronos’un mi-
desinde tutsaktırlar.
Onları ancak gelecekte kralları olacak bir
başka Olimposlu kurtarabilecektir...
Küçük Zeus, gerçek aile-
sini tanımadan birer keçi, peri
ve arıyla bir adada büyümüş-
tür. Fakat artık büyük bir ma-
ceraya atılmak üzeredir...
“Parlak ve beyaz çubuk
elinde parladı. Kenarları ji-
let kadar keskindi ve bıçağı
da cilalanmış gibiydi. Fakat
bunun bir çubuk olma-
dığını fark etti. Hayır...
Bu, aslında parlak, cı-
zırdayan, korkutucu bir
şimşekti!”
Joan Holub, SuzanneWilliams, Beyaz
Balina Yay�nlar�, Çev:Nil Çelebi, 128 s.
Küçük Olimposlular-Zeus ve K�yamet �im�e�i
3-5 yaş arası çocuklar için bir-
birinden renkli kısa masallar...
Bu kitapta, yoğun bir gü-
nün ardından, yatmadan önce
çocuğunuzla
paylaşabilece-
ğiniz beş daki-
kalık masallar
yer alıyor.
Güzel rüyalar
için kedi, kö-
pek ve arka-
daşlarının ke-
yifli macera-
larını oku-
maktan daha
iyi bir yol
olabilir mi?
Kolektif, RemziKitabevi,
Çev: SedaÇ�ngay, 104 s.
Be� Dakikal�k UykudanÖnce Masallar�
Max’la ablası Dodo’nun gittik-
leri yaz kampının yakınındaki
bir perili otele yerleşen canavar-
lar, hem otelin sahibinin isteği
üzerine otel-
de kalan ko-
nukları kor-
kutma gör-
evini üstleni-
ler, hem de
peşlerini bı-
rakmayan
canavar sir-
kinin sahi-
besi Karla
Kapkaç’dan
kurtulmaya
çalışırlar.
Thomas Brezina,Can Çocuk Yay�nlar�,Çev: �lknur Özdemir,
127 s.
Perili Otelde TatilSevimli Canavarlar
“Küçük Prens’in de dediği gibi biliyoruz ki, ‘Bü-
yükler hiçbir şeyi kendiliklerinden anlamıyorlar. On-
lara hep bir şeyleri açıklamak zorunda olmak ço-
cuklar için çok sıkıcı.’ Maalesef bu basit gerçeği bü-
yüklere anlatma görevi yine size düşüyor. Bu ko-
nuda sizden öncelikle anlayış ve sabır bekliyoruz,”
diye başlayan açıklamalarında Gündem Çocuk Der-
neği, önce küçük çapulculara
katıldıkları eylemlerde nasıl
davranmaları gerektiğini anla-
tıp, ardından Ankara’da yaşa-
nan sert müdahaleler ve gözal-
tı olaylarında çocukların duru-
muyla ilgili bilgileri paylaştı.
Gündem Çocuk Derneği’nin
bilgilerine göre, dün Ankara’da
46 çocuk gözaltına alındı. Bir
kısmı avukatların çabalarıyla
serbest bırakıldı. Bir çocuk göz-
altına alındığı polis otobüsünde
şiddete uğradı, burnu kırıldı.
Savcıların ifade almakta ve
çocukları çocuk şubeye götür-
medeki ısrarlarına rağmen, avu-
katların direnmeleri sonucunda,
yanlarında velisi olan çocukların
ifadeleri alınmadan serbest bı-
rakılması sağlandı. Velisi olmayan ve sokakta ya-
şamak zorunda kalan çocuklar ise ancak çocuk şu-
beye gönderildikten sonra serbest bırakıldı. Bu ço-
cuklarla ilgili Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlı-
ğı’na bildirimde bulunulduğunda bakanlık gece
çalışmadıkları yanıtını verdi. Çocuklara, gözaltı-
na alınırken kötü muamelede bulunulduğu da yine
avukatlar tarafından tespit edildi.
Bu vehameti kısaca paylaştıktan sonra, ilk kez
hepimizin ucundan bucağından ya da tam orta-
sından dahil olduğumuz bir sürecin, Gezi Parkı ey-
lemleriyle başlayan ve çığ gibi büyüyen bir hareketin
küçük parçalarını oluşturan çocukların iyi halle-
rinden bahsedelim. “Çocukların gözünden iki
haftadır meydanlarda olup bitenleri anlamak zor
değil, ne bilsinler biber gazı miber gazı, onlara mey-
danlar şenlik yeri gibi”. Belki 10 sene öncesinde ol-
saydık böyle düşünebilirdik. Ama artık öyle değil.
Nasıl “bilgisayar başından kalkma-
yan asosyal gençlik” yılların dev-
rimcilerine dudak ısırtıyorsa, 90’lar
kuşağı efsanesini yazıyorsa, Z kuşağı
da aynı oranda şaşırtıyor. Biri çıkı-
yor “9 yaşındayım, 3 yaşından beri
eylemlere gidiyorum, ben böyle ey-
lem görmedim” diyor, biri Gezi
Parkı’na gidip babasıyla fidan diki-
yor, birkaçı birleşip anneleriyle, öğ-
retmenleriyle parkta kitap okuyor.
Çapulculukta ağabeyleriyle, abla-
larıyla yarışıyorlar. Çünkü bu çocuklar okuma çağı
geldiğinde değil, doğar doğmazokumaya başlıyorlar. Bu yüzden o
6 yıllık eylemci kız çocuğu 5 dakikaiçinde iktisatçıların, ekonomistlerinkuramadığı cümleleri kuruyor. Kısıtlıbütçe diyor, sendika diyor, fakir ve
zengin diyor. Para denen korkunç bir şey var diyor.
Bu yüzden okumak iktidarlarca tehlikelidir.
Sendikadan haberdar 9 yaşında bir çocuk üzerin-
de iktidar kurmak zordur. Madem öyle, biz oku-
maya devam edelim. Peki, ne okuyalım?
Hazır AKM yerine “barok mimarili dev bir ope-
ra binası” yapılacağı söyleniyorken, “barok”la
başa çıkabilmeleri için küçük çapulcuların şimdi-
den hazırlıklara başlaması gerekli. Elimde Barok
Müzik Dönemi’nin son müzisyenlerinden olan
Bach’ın da yer aldığı, klasik müzik bestecilerinin
hayatlarını ve müziklerini konu alan eğlenceli bir
kitap var. Başlangıç için hafif ve eğlenceli bir oku-
ma sağlayabilir. Okuyup dinledikten sonra mey-
danlarda yerlerinizi alabilirsiniz.
Beethoven dana etiyle yapılmış bol soslu yemeği
neden ortalığa saçtı? Bach neden 400 kilometre yol
yürüdü? Mozart’ın berberi neden zor durumda kal-
dı? Stravinski ünlü bir ressamla birlikte neden tu-
tuklandı? Hepsini kıkır kıkır gülerek okuyacaksı-
nız. Ayrıca kitapta her bestecinin sevebileceğiniz
eserlerinin listeleri de var.
İyi okumalar diliyoruz.
Küçük çapulcuların park günleri
İREM HALIÇ[email protected]
Beethoven Çorbay� Neden F�rlatt�,Steven Isserlis, Pan Yay�nc�l�k,
Çev: �nci Ötügen, 184 s.
“9 ya��nday�m, 3 ya��ndan beri eylemlere gidiyorum, ben böyle eylem görmedim”
Bach
Mozart
Beethoven
14 HAZ�RAN 2013 CUMA 21Aydınlık KİTAP
Dirim ve ölüm kayıt yazmanı (işte bir
yazman daha) Don José. Merkez Nü-
fus Kayıt Arşivi’nin işini tek bir gün
bile aksatmamış 25 yıllık sadık memu-
ru. Alışkanlıkları, yaşama biçimi, ilgi-
leri düşünülünce “numune” denilebi-
lecek bu adam mimari anlamda numu-
ne sayılıp yıkılmamış son lojmanda,
işine yapışık bir evceğizde yaşar. İşi ba-
sittir; doğanların ve ölenlerin dosyala-
rını, fişlerini yazıp arşivlemek. Çalış-
madığı zamanlar vakit geçirmek için
ünlülerin bilgilerinden oluşan gazete
dergi kupürleri biriktirir; dansözler,
papalar, futbolcular, araba yarışçıların-
dan oluşma göreli daha parlak ve eğ-
lenceli ikincil bir kayıt dizgesidir yaşa-
mının ekseni. Gazete kesiklerindeki
bilgileri arşivden de doğrulama kaygı-
sına düştüğü bir gün 5 ünlü kişiye ait
dosyanın arasına karışmış “ünsüz” bir
altıncı kişi dosyasıyla “olmak ya da ol-
mamak” yolculuğuna çıkarır bizi Don
José ya da Portekizli yazar José Sara-
mago “Bütün İsimler”de.
Keşke ölümün gizemli labirentinin
derinlerine Don José’nin zaman zaman
gece yarısı kaçağı olarak girdiği arşiv
yaptığı gibi, bir ucunu belimize bir ucu-
nu hayata bağladığımız Ariadne ipiyle –
bulamazsanız, annelerimizin küçükken
zorla kollarımızı sabit tutturup yumak
yaptığı yün iplerle de olabilir- dalabilsek
ve isteyince de gerisin geriye çıkabilsek.
İpi çok zorlamamayı unutmadan.
Don José’ye bunu yaptıran o “ün-
süz” kadına duyduğu aşktır elbette.
Yazman, sadece kayıt arşivinin dolam-
baçlarına değil bu ölümlüyü bulabil-
mek, belki sadece bir kez olsun göre-
bilmek için hayatında uzun zamandır
çıkmadığı kentin sokaklarına, caddele-
rine binalarına ve yaşama da dalar.
“…doğanlardan bazıları ansiklo-
pedilere giriyor, tarihlere, biyografile-
re, kataloglara, el kitaplarına, kupür
koleksiyonlarına giriyor, bazıları da
hiçbir iz bırakmadan, yağmur olsa top-
rağı ıslatmayan bir bulut gibi geçip gi-
diyorlar,” dese de “Bütün İsimler”le
hepimize bir isim veren José Sarama-
go ne yazık ki 2010 yılında beline dola-
dığı kınnabın kopması üzerine Pilar’sız
ne kadar dayanabileceğini bilemediği-
miz bir labirentin karanlığında kaldı.
Tüm yazdıklarıyla ahmak ıslatanı
kesintisiz başımızdan aşağı yağdıran
bu bilge yazman
1998 Nobel Edebiyat Ödülü aldığı
denemeleri “Not Defterimden” de
şöyle de bir saptama yapıyor;
“Amerika Birleşik Devletleri gibi
büyük bir ülkenin neden ve nasıl olup
da onca kez o kadar çapsız başkanları
olduğunu soruyorum kendime. Geor-
ge Bush belki de hepsinin en çapsızı.
Vasat zekâ, devasa cehalet, karmaşık
ve sürekli saf saçmalığın dayanılmaz
baştan çıkarıcılığına kapılan sözel ifa-
de; bu adam sanki dünya kendisine
miras kalmış da bu dünyayı bir büyük-
baş hayvan sürüsüyle karıştıran kovbo-
yun gülünç edasıyla çıkıyor insanlığın
karşısına.”
Ah Ariadne İ[email protected]
Halk ozanımız Neşet Ertaş’ın üzerin-
de ‘Kırşehir Belediyesi’ yazılı tabutla
son yolculuğuna uğurlanması seven-
lerini üzmüş, hatta öfkelendirmişti.
Geniş kitlelerce sevilen, sayılan dü-
şün ya da sanat adamlarını uğurlar-
ken yapılan densizliklerin ne ilki ne
de sonuncusu bu muhtemelen. Bu
tür uğurlamaların belki de en saygı-
sızca olanı dünya yazın tarihinin en
büyük isimlerinden Çehov’a yapıl-
mış; Badenwiler’den Moskova’ya
üzerinde ‘taze istiridye’ yazılı çinko
bir sandık içinde getirilmiş. Sonra ta-
butu aynı gün başka bir trenle aynı
istasyona getirilen General Keller’in-
kiyle karıştırılmış. Gorki, Keller’i
uğurlayanlar arasında olduğunu sa-
nan genç bir kadının “çok hoş bir
adamdı, çok akıllıydı” sözleriyle
methini duymuş.
Gorki büyük yazarın anısını zede-
leyecek kadar kaba ve bayağı bu tö-
rene son derece öfkelenmiş. (Gus-
taw Herling / Çehov’un Cenaze Tö-
reni)
Kahraman olmak, özellikle de
süper kahraman olmak illa afili
olmayı mı gerektirir; afili mi-
mikler, jestler, konuşmalar, kı-
yafetler, görkemli şatolar, mut-
laka afili bir aile ya da asistan
mı ister? Sinemanın şaşalı sü-
per kahramanlarını düşününce;
sanrım evet. Ama daha sıra dışı,
daha ‘bizden’, daha insani bir
süper kahraman izlemek ister-
seniz ‘Supermen Dönüyor’ var.
Sadece ve sadece annesinin
kriptonit taşını içinde sakladığı
giysi sandığı, o yeşil taşı sardığı
dantel örtü, Süperman kötülüğe
karşı savaşmak için evden ayrı-
lırken annesinin ellerine tutuş-
turduğu gazeteye sarılı yolluk,
yola koyulurken yanına aldığı
minik vinleks bavul, şaka dük-
kânından alınmışa benzeyen
gözlüğü, havada süzülürken
aşağıda teknelerden kendisine
el sallayanlar ve hatta ismi için
bile keyifle izlenebilir.
Kahramanım benim… Densiz vedalar
14 HAZ�RAN 2013 CUMA22 Aydınlık KİTAP
BULMACA
ALINTI-TEST
SOLDAN SA�A1. Resimdeki yazar - Alaka2. Gözde aç�k kestane rengi -
Bir peygamber ad� - Hayvanlar, bitkiler ve cans�znesneler aras�nda geçti�i hayal edilen ö�retici masallar -�çeri taraf, dahil
3. Duman lekesi - Kap� - Bir yüzölçümü birimi - Ayn� ah�r için ko�an atlar
4. Bekta�ilerin boyunlar�natakt�klar� bir ta� - Müzik
aletlerinde ses ayar� - Rutubet5. Bir soru sözü - �talya’da bir
yanarda� - Ailesinin geçiminisa�layan - Neodim’in simgesi
6. Bir dilek �art eki - Rutenyum’unsimgesi - Hafniyum’un simgesi -“Arka” kar��t�
7. �plik sarma ayg�t� - Bir sanat�n,bir üslubun olu�um a�amas�n�niteleyen sözcük
8. Kripton’un simgesi - Saf, aptal -“Fena de�il” anlam�nda bir söz -Baya��, s�radan
9. Kar�nca - Köpek10. Bedevi Araplar’�n ba�l��� olan
kefiyeyi tutturmakta kullan�landü�ümlü kordon - Parlak,saydam k�rm�z� renkte de�erlibir ta� - �ikar
11. Radyum’un simgesi - Osmanl�devletinde taht yeri, saltanatmakam� anlam�nda kullan�lanbir sözcük - Hamur açmaktakullan�lan silindir biçimindeuzunca de�nek
12. �n�a - Burun - S�k s�k küçük
kazalar yapan kimse13. Talih, baht - �sim - Kimononun
üstüne tak�lan, biçimi ve boyutucinsiyete, ya�a, mevkiye vebölgeye göre de�i�en, birdü�ümle birle�tirilen geni� ipekku�ak - Türkü,�ark�
14. Otlar - Brom’un simgesi -Gelecek - Ölüm zaman�
15. Resimdeki yazar�n bir eseriYUKARIDAN A�A�IYA1. Umutsuzluktan do�an
karamsarl�k, üzüntü - Mitolojidetanr�lar�n içece�i - Önder, lider
2. Düzgün konu�an -Lavrensiyum’un simgesi - Biryap�n�n belediyece öngörülenazami yüksekli�i
3. Kiloamper (k�sa) - Para torbas� - Kuzu sesi -Kendisine inan�lan kimse
4. Bir geçmi� zaman eki -Cankurtaran
5. �amand�ralarda, r�ht�mlarda halatba�lamaya yarayan, sa�lammapalara geçirilmi� demir halka -Yeryüzünün üzerini kaplayan mavive kubbemsi bo�luk - Tantal’�nsimgesi - Bizmut’un simgesi
6. Ulusal bir parayla yabanc� birpara birimi aras�ndaki de�i�im
oran� - Lokomotif taraf�ndançekilen vagonlar dizisi, katar -Galyum’un simgesi - �slam inan���na göre gö�ün en yüksek kat�
7. Bir sevinç ünlemi -Mezopotamya panteonunda tüm tanr�lar�n babas� ve kral�olan gök tanr�s� - Kötü, çirkin
8. “... Gündüz Kutbay” (ney üstad�)- Geni�lik - Beyaz
9. K�salt�lmadan k�v�rc�kl�k verilmi�saçlar�n ba� çevresinde geni� biry���n olu�turdu�u saç biçimi içinkullan�l�r - �çinde �arap yap�lan f�ç�
10. Sodyum’un simgesi - Rönesansdöneminin en büyüklerindensay�lan �talyan ressam� vemimar� (1483-1573) - �lk say�
11. Figür - Rodyum’un simgesi -Ters, huysuz
12. Ba�lang�çta yer alan - Erkekdeve - Ne olursa olsun, mutlaka- Notada duraklama i�areti
13. �öhret - Hz.Muhammed’iövmek amac�yla yaz�lan kaside - Akar, mayi, s�v�
14. Hafif bulutlu, sisli hava - �lkelbenlik - Ba��bo�, i�siz, güçsüz
15. Resimdeki yazar�n bir eseri -Lümen (k�sa)
Kapalı kapının ardında televizyondan başka bir yaşamınvarlığını sezinledi. Zorlanan duyuları ona sessiz ve garip
bir korkunun kokusunu getirdi. Geriye çekilen, kaçmak is-tercesine kapıya en uzakta kalan duvara yapışan birinin kor-kusuydu bu. Isidore: ‘Hey! Yukarıda yaşıyorum. Televizyonunsesini duydum. Tanışalım, tamam mı?’ deyip, dinleyerek bek-ledi, ama belli ki sözleri içerdeki kişiyi rahatlatmamıştı. Sessiz-lik devam ediyordu. “Size bir paket margarin getirdim.”
1 Henüz on altı yaşında olduğum halde kabu-ğuma çekilmiş, onları hayretle inceliyordum;
daha o zamanlar bile görüşlerinin darlığı, uğ-raştıkları şeylerin, oyunlarının, konuşmalarının ma-nasızlığı beni hayrete düşürüyordu. O kadar önemliolayları fark edemedikleri, insanı etkileyen, hayretedüşüren konulara ilgisiz kaldıkları için, ister istemezonları kendimden aşağı saymaya başladım.
2 Barajlar gibidir aşk biliyorum. Bir zerre suyun sı-zabileceği bir çatlak bırakırsanız, bu su duvarları
yavaş yavaş kemirir ve öyle bir an gelir ki,akıntınıngücünü artık kimse denetleyemez. Duvarlar yıkılacakolursa, aşk efendi olarak her şeye el koyar; neyi yapa-bilirim, neyi yapamam, sevdiğim kişiyi yanımda tutabi-lir miyim, tutamaz mıyım, gibi sorular artık boşunadır...Aşık olmak denetimi elinden kaçırmak demektir.
3
a)
b)
c)
d)
e)
Uçan Spagetti Canavarının Kutsal Kitabı-Bobby Henderson
Androidler Elektrikli Koyun Duslermi-Philip K.Dick
Charles Dexter Ward Olayı - Howard Phillips Lovecraft
Camera Lucida - Roland Barthes
Yalanlar Prensi - James Lowder
a)
b)
c)
d)
e)
Genç Törless - Robert Musil
Yeraltından Notlar- Dostoyevski
Washington Meydanı - Henry James
Umut - Andre Malraux
Aile Mutluluğu - Lev Nikolayeviç Tolstoy
a)
b)
c)
d)
e)
Yitik Ufuklar - James Hilton
Özgürlük İçin - Marc Levy
Rosa - Knut Hamsun
Jardin’lerin Romanı - Alexandre Jardin
Piedra Irmağı’nın Kıyısında - Paulo Coelho
Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(b) 2-(b) 3-(e)
GEÇ
EN H
AFT
AN
IN Ç
ÖZÜ
MÜ
Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?