T.C
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ
TÜRK TARİHİ ANABİLİM DALI
YAKINÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI
TAHA BEY VE “EMLAK-İ DEVLET” İSİMLİ ESERİNİN TRANSKRİPSİYON VE
DEĞERLENDİRMESİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ZÜBEYDA AKBAL
İSTANBUL 2007
T.C
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ
TÜRK TARİHİ ANABİLİM DALI
YAKINÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI
TAHA BEY VE “EMLAK-İ DEVLET” İSİMLİ ESERİNİN TRANSKRİPSİYON VE
DEĞERLENDİRMESİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ZÜBEYDA AKBAL
TEZ DANIŞMANI: PROF. DR. ZEKERİYA KURŞUN
İSTANBUL 2007
I
TAHA BEY VE EMLÂK-İ DEVLET İSİMLİ ESERİNİN
TRANSKRİPSİYON VE DEĞERLENDİRMESİ
ÖZET
Bu çalışma, 1910 -1914 yılları arasında Maliye Mektebi’nde hocalık yapmış
olan Taha Bey’in ders notlarından oluşan Emlâk-i Devlet isimli eserinin basit
transliterasyonunudur. Hacmi geniş olmamasına rağmen, eser, konusu ve
değerlendirmeleri itibariyle orijinaldir. Dolayısıyla literatürün zayıf olduğu bir konu
olan “emlâk-i devlet” hususunda Taha Bey’in verdiği bilgiler ve yaptığı
değerlendirmeler mevcut literatüre katkı yapacak ve günümüzde özgünlüğünü
muhafaza edecek mahiyette olduğu için bu eserin okuyucuya kazandırılmasının
uygun olacağı düşünüldü. Bu tezde, transliterasyonun dışında, Osmanlı’da mülkiyet
anlayışına kısaca değinilerek, yazarın hayat öyküsüne de yer verilmiş ve söz konusu
eser Osmanlı’da mülkiyet anlayışı çerçevesinde değerlendirilmiştir.
Emlâk-i Devlet rik‘a ile yazılmış ve pek yaygın olmayan taşbaskı tekniği ile
sınırlı sayıda çoğaltılmıştır. Eserde, devlet maliyesine doğrudan veya dolaylı olarak
gelir getiren kurumlar olarak; askerî müesseseler, tersane, matbaa, maden ocakları ve
bunun yanında; yol, köprü, müze, kütüphane gibi kamu yararına tahsis edilen
kurumlar, çeşitli fabrikalar ile Osmanlı Devleti’nin toprak rejimi etraflıca anlatılmış;
dönemin devlet emlâki ile bu emlâkin hukukî boyutları, taksimi ve gelir-gider
durumu değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Devlet Emlâki, Fabrika, Mülkiyet,
Maliye.
II
TAHA BEY AND HIS BOOK “EMLAK-İ DEVLET” WHICH TRANSLATION AND EVAULATIONS
ABSTRACT
This study is intended to provide a broad overview of the Taha Bey’s Study
notes which is named Emlaki Devlet. Taha Bey was a teacher at Maliye Mektebi
between the years 1910 to 1914. His work hasn’t large assumptions but also has a
clear and objective view. Therefore Emlaki Devlet will make a positive impact on
this subject. Apart from in the translation we touched “Rights of Property” at the
Ottoman Empire.
The study of Emlaki Devlet was written in Rika and copied with rare
Taşbaskı. İn the study income ways of Ottomans explained as military
establishments, dockyards, printed offices, miner establishments. Also other incomes
gained from factories, land taxes introduced with the laws of the government.
Key words : Ottomans, Devlet Emlaki, Factory, Ownership, Tax office.
III
ÖNSÖZ
Çalışma konumuzu, Taha Bey’in Emlâk-i Devlet isimli kitabı
oluşturmaktadır. Amacımız gün yüzüne çıkarılması gereken binlerce eserden biri
olan bu kitabı transliterasyon yoluyla ve küçük de olsa araştırmacıların kolayca
kullanabileceği bir hale getirmektir. Taha Bey’in Maliye Mektebi’ndeki ders
notlarından oluşan bu kitabın, geniş içeriği ve verdiği bilgilerle bu amaca ulaşacağı
kanısındayız.
Eser, Osmanlıcadan basit transkripsiyon yöntemi ile Latin harflerine
aktarılıştır. Transkripsiyon sırasında, eserin orijinaline sadık kalmakla birlikte,
günümüz Türkçesine yakın olması nedeniyle bazı değişiklikler yapılmıştır. Örneğin,
“guruş, numero, şimendüfer, içün, idiyoruz, itmiştir, idilir… vs. gibi kelimelerle,
şehir adları bugünkü söylenişe göre yazılmıştır. Çalışmamızın giriş kısmı Osmanlı
Devleti’ndeki mülkiyet anlayışını konu almaktadır. Müellifin hayat hikâyesi
verildikten sonra eserin içeriği değerlendirilmiştir. Tüm araştırmalarımıza rağmen
yazarın hayatı hakkında fazla bilgiye ulaşılamadı. Eser değerlendirilirken, Taha
Bey’in fikirlerini yansıtan ilgi çekici konulara da değinildi.
Bana Osmanlıcayı ilk öğreten, bu eserle tanışmamı sağlayan ve çalışmanın
her safhasında, bilgi, öneri ve ikazları ile yardımlarını esirgemeyen, ayrıca gündelik
hayatta da engin fikirleriyle yetişme ve gelişmeme katkıda bulunan kıymetli hocam
Prof. Dr. Zekeriya KURŞUN’a en içten saygı ile teşekkür etmeyi borç bilirim. Bu
çalışmanın ortaya çıkmasında katkısı en fazla olanlardan biri de değerli hocam Prof.
Dr. Vahdettin ENGİN’dir. Bu vesile ile ona en derin duygularla teşekkür ederim.
Ayrıca yetişmeme vesile olan diğer bütün hocalarıma ve tezin yazım aşamasında
bana yardımcı olan eniştem Ömer ÇARKCI’ya saygı ve şükranlarımı sunarım.
IV
İÇİNDEKİLER
ÖZET ………………………………………………………………………………...I
ABSTRACT ………………………………………………………………………...II
ÖNSÖZ ………………………………………………………………………….....III
İÇİNDEKİLER ……………………………………………………………...……..IV
Kısaltmalar …………………………………………………………………………V
GİRİŞ
Osmanlı Devleti’nde Toprak Mülkiyeti Meselesi ve Emlâk-i Devlet ...……...………1
Emlâk-i Devlet’in Müellifi Taha Bey’in Hayatı …….……………..………...……...8
Taha Bey’in Emlâk-i Devlet Adlı Eseri ……...…………………………………….10
Taha Bey’in Eserine Yansıttığı Fikirleri ………………………….……………......12
Emlâk-i Devlet Transkripsiyon …………...……………………………………….23
Bibliyografya ……………………………………………………………………..189
ÖZGEÇMİŞ ………………………………………………………………………191
V
Kısaltmalar
a.g.e. adı geçen eser
a.g.m. adı geçen makale
bkz. bakınız
BOA. Başbakanlık Osmanlı Arşivi
çev. çeviren
DH. Dahiliye Nezareti
DİA. Diyanet İslam Ansiklopedisi
DUİT. Dosya Usulü İrade Tasnifi
İ.ML İrade Maliye
İ.TAL İrade Taltifat
İ.Ü. İstanbul Üniversitesi
M.Ü. Marmara Üniversitesi
nr. numara
R Rebiülahir
RA Rebiülevvel
s. sayfa
vd. ve devamı
vs. ve sair
Yay. Haz. Yayına Hazırlayan
1
GİRİŞ
Osmanlı Devleti’nde Toprak Mülkiyeti Meselesi ve “Emlak-i Devlet”
Mülk, genel anlamda üzerinde tasarruf hakkı bulunan şeydir.1 Mülkiyet; bir
şeyi serbestçe kullanmak veya belirli bir servete sahip olmaktır.2 Mecelle, mülkiyet
hakkını “insanın malik olduğu şeydir” şeklinde tarif etmektedir.3 Mülkiyet insanlarla
birlikte var olup, insanın eşyayla ilgisini gösterir. İnsan-eşya ilişkisini göstermesi
bakımından mülkiyet, aynı zamanda hukukî bir olaydır.4 Yani hukukî bir engeli
bulunmadığı sürece kişiye bir şey üzerinde tasarruf yetkisi veren ve başkalarının
tasarrufunu engelleyen hâkimiyet hakkıdır.5 Roma Hukuk formülüne göre; mülkiyet
hakkı, bir şeyi iyi veya kötü kullanma yetkisidir. Sahip olunan şey tüketilebileceği
gibi, saklanabilir, başkasına verilebilir, başka bir şeyle değiştirilebilir, hatta tahrip
edilebilir.6 İslâm hukukçularına göre, mülkiyetin konusu sadece fizikî varlıklara ait
değildir. “A‛yan” denilen “ayn”lar mülkiyet hakkının konusunu teşkil edebileceği
gibi, fizikî bir varlıktan istifade hakkı olan menfaatler de mülkiyetin konusunu
oluşturur.7
Her medeniyetin, değerler sisteminin şekillendirdiği bir mülkiyet müessesesi
vardır. Eşya üzerinde ferdin mi, ailenin mi, toplumun mu, devletin mi hâkimiyet
kuracağını belirleyen, o toplumun inanç, örf, gelenek ve ahlâkî kurallarıdır. Bir başka
deyişle mülkiyet müessesesini ortaya çıkaran ve biçimlendiren o toplumun
benimsediği hayat tarzıdır.
Osmanlı Devleti İslâm’ın öngördüğü hayat tarzını teoride benimsemiş
olmakla birlikte, uygulamada kendine has bir yöntem geliştirmiştir. Nitekim İslâm
Hukukçuları aynı meseleler hakkında tatbikatçılara farklı alternatifler sunmuş ve
alternatiflerden hangisinin tercih edileceği, toplumun yapısı ve içinde bulunulan
1 D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, Ankara 2001. 2 Felicien Challaye, Mülkiyetin Tarihi,(çev. Turgut Aytuğ), İstanbul 1969, s.5; 3 Halil Cin-Ahmet Akgündüz, Türk - İslam Hukuk Tarihi, İstanbul 1990; Osman Öztürk, Osmanlı Hukukunda Mecelle, İstanbul 1973. 4 Challaye, a.g.e., s.5. 5 Cin-Akgündüz, a.g.e. 6 Challaye, a.g.e., s.5; Hasan Tahsin Fendoğlu, Osmânlı Hukukunda Temel Hak ve Özgürlükler İçinde Mülkiyet Kavramı ve Olgusu, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 1992, s.156-158. 7 Cin-Akgündüz, a.g.e.
2
zaman-mekân şartlarına göre kanun koyucular tarafından belirlenmiştir.8 Şartların
değişmesi sonucu İslâm’ın ilk dönemindeki uygulamaların –özde farklı olmamakla
birlikte- biraz daha geliştirilmiş şekli ve ihtiyaç duyulan bazı yeni sistemlerin tesis
edilmiş olması normaldir.9 Bu bakımdan Osmanlı mülkiyet müessesesi, İslâm
mülkiyet sisteminin bir pratiği idi. Yani Emevî, Abbasî, Endülüs, Selçuklu İslâm
Devletleri gibi Osmanlı Devleti de, mülkiyet hakkı hususunda, İslâm mülkiyet
sisteminin birer pratiğini kendi bünyesine göre uygulamıştır.
İslâm Hukukunda ve dolayısıyla Osmanlı Devleti’nde mülkiyete konu olan
mallar değişik açılardan tasnif edilmektedir. Çok geniş ve içeriği bakımından her biri
uzun açıklamalara mevzu olan bu konuyu uzmanlarına bırakarak, kısaca, üzerindeki
hakkın niteliği ve aidiyeti açısından gruplandırılan mallardan bahsedeceğiz.10
Mubah (serbest) mallar: İslam hukukunda niteliği gereği özel mülkiyete konu
olabileceği hâlde, üzerinde henüz mülkiyet hakkı kurulmamış olan eşyaya mubah
(serbest) mallar denmektedir.11 Av hayvanları, mevat arazi, kaynak suları, sahipsiz
yerlerde kendiliğinden biten otlar, dağlarda kendiliğinden yetişen yabanî ağaçlar ve
meyveler gibi üzerinde mülkiyet kurulmamış ve herkesin istifadesine açık mallardır.
Bu mallar insan emeği ile özel mülkiyete geçebilir. Özel mülkiyete geçene kadar
kamu mülkiyeti dâhilindedir. Bunlardan bireylerin istifade ve yararlanma yetkisi
kamu malı hükümlerine tabidir. Devletin mülkiyetinde değil, hüküm ve tasarrufu
altındadır. Devlet, üstün kamu yetkisine dayanarak ve kamu menfaatini gözeterek bu
mallara ilişkin birtakım tasarruflarda bulunma hakkına sahiptir.12
Özel mallar: Kişilerin tek başına veya müşterek mülkiyeti altında olup, çıplak
mülkiyetinde (rakabesinde) veya menfaatinde kamunun ortaklığı bulunmayan
mallara denir. İslam hukuku kişilerin özel mülkiyet edinme hak ve özgürlüğünü
tanımakta, saygı göstermekte ve onu her türlü gaspa karşı korumaktadır. Ancak, özel
mülkün dokunulmazlığı temel ilke sayılmakla birlikte, mülkiyete mutlak bir hak
8 Ömer Lütfi Barkan, Osmanlı Devleti’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi: Osmanlı Devlet Arşivleri Üzerinde Tetkikler- Makaleler II, İstanbul 2000, s. 1289. 9 Hüseyin Kayapınar, İslâm Hukukunda Ortaklık ve Kira Yoluyla Arazinin İşletilmesi, M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 1993, s.16. 10 Bu konu hakkında daha geniş bilgi için bkz. Cin-Akgündüz, a.g.e.; Halil Cin, Miri Arazi ve Bu Arazinin Mülkiyete Dönüşümü, Konya 1987; Fahri Demir, İslam Hukukunda Mülkiyet Hakkı ve Servet Dağılımı, Ankara 1988; Halit Çalış, İslam Hukukunda Özel Mülkiyet ve Sınırlamaları, Konya 2004; H. Mehmet Günay, İslam Hukukunda ve Osmanlı Uygulamasında Kamu Malları, İstanbul 2001. 11 Günay, a.g.e.,s. 291-292 12 A.g.e.,s. 292; Çalış, a.g.e., s.54.
3
olarak bakılmaz. İslam hukukçuları mülkiyeti, sosyal işlevi olan bir hak olarak kabul
etmişlerdir. Bu hakkın hem sahibine hem de başkasına zarar vermeyecek şekilde
kullanılması gerekir.
Vakıf malları: Hukukî kategori olarak özel mallar sınıfına girmektedir. Ancak
–bazı vakıf çeşitleri istisna- bütün vakıfların kamu yararına hâkim olduğu ve kamu
mallarının hemen bütün özelliklerini taşıdığı görülmektedir.
Devletin özel malları (hazine malları): İslâm hukukunda devlet hazinesine
“beytülmal” denmektedir. Devlete ait menkul gayrimenkul malların bütününü ve
bunların idaresiyle ilgili hukukî kurumu ifade eder. Para, kıymetli evrak, arsa, arazi,
sanayi tesisleri, ticarî işletmeler, hizmet malları gibi. Beytülmalin sahip olduğu
mallar kamuya aittir. Devlet yetkililerinin beytülmal üzerinde şahsi bir hakkı yoktur.
Kamu malları: Mahiyeti ve kendine özgü hukuku itibariyle başlı başına bir
mal kategorisine tekabül etmektedir. Kural olarak kamu malları devir ve ferağ
edilemez. Bunlardan yararlanmak karşılıksızdır. Kamu mallarından yararlanan
kişilerin bu mallar üzerinde aynî hakkı yoktur. Kamu mülkiyetinden bütün fertlerin,
başkalarına zarar vermemek şartıyla ve eşit seviyede yararlanma hakkı vardır.
Onların bu mallara ilişkin hakları umumi ortaklık niteliğindedir. Denizler ve büyük
göller, ormanlar, ana yollar, umumi meydanlar, pazar ve panayır yerleri vs. kısaca
sahipsiz mallar ve orta malları denilen iki ana grupta toplanmaktadır. Bu mallar
devletin mülkiyetinde değil, hüküm ve tasarrufu altındadır.13
Beş gruba ayırdığımız bu mallar hüküm ve tasarruf yetkisi bakımından yani
mülkiyet hakkı açısından iki maddeye indirilebilir: Özel mallar ve kamu malları
şeklinde daha genel bir tanıma tabi tutulabilir.
Sanayi öncesi toplumlarda iktisadi faaliyetin yegâne kaynağı topraktır.
Toprağı işleyip ekonomiye katkı sağlamanın dışında, endüstriyel imalat sektörünün
ham maddesi de çoğu zaman ziraat ile elde edilen ürünlerden sağlanıyordu.14
Osmanlı Devleti’nde de, en değerli malı toprak olan, zirai bir ekonomi hâkimdi.
Dolayısıyla arazi rejimi hayati bir mesele idi. Toprağın kontrolü, ondan sağlanan
zenginliğin büyük bölümüne ulaşma imkânını sağlıyordu. Toprağı ve onun gelirlerini
kimin kontrol ettiğini belirlemekle, aynı zamanda ekonomik ve nihayetinde siyasal
13 Günay, a.g.e.,s. 292 vd. 14 Donald Quataert, Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, (çev. Tansel Güney), İstanbul 1999, s. 13 vd.
4
iktidarın zeminini belirlemiş oluyordu.15 Bu bakımdan Osmanlı Devleti’nde mülkiyet
hakkının en önemli konusunu toprak mülkiyeti oluşturmaktadır.
Osmanlı Devleti’nde tanzim edilen kanunnamelerin % 80’inin arazi
hukukuna ait olduğu düşünülürse meselenin önemi daha iyi anlaşılır. Klasik dönem
arazi hukukunun bel kemiğini, Kanunî Sultan Süleyman zamanında en olgun şeklini
alan, Kanunnâme-i Osmanî oluşturmuştur. Bu kanunnâme bazı tadiller dışında 1839
yılına kadar yürürlükte kalmış ve Osmanlı arazi rejiminin temelini teşkil eden tımar
sistemi ortadan kalkıncaya kadar esas alınmaya devam edilmiştir. Daha sonra şer‛î
hükümlere uygun olarak ve önceki kanunların hükümleri de göz önüne alınarak
1858(1274) tarihli Arazi Kanunnamesi hazırlanmıştır. En önemli özelliği tımar
sistemi yerine, mirî arazinin işletilmesi açısından yeni bir nizam oturtmasıdır.16
İslam hukukuna nispetle hazırlanan bu Kanunnâmeye göre Osmanlı Devleti
toprak üzerinde beş değişik mülkiyet öngörür: Özel arazi (araz-i memlûke), kamu
arazisi (arazi-i metrûke), vakıf arazi (arazi-i mevkûfe), kullanılmayan araziler (arazi-i
mevat) ve devlet arazisi (arazi-i miriye).17
Arazi-i memlûke: Özel mülkiyete, yani hem rakabesi (çıplak-kuru mülkiyeti)
hem de menfaati (intifa hakkı) özel kimselere ait olan bu topraklar, ülke topraklarına
nispetle azdı. Mülk arazi denilen özel araziler ödedikleri vergi açısından öşür araziler
ve harac araziler olarak tasnif edilmişti.18 Öşür arazi fetih esnasında gazilere temlik
olunan arazidir. Fethedilen ülke halkı Müslüman olursa, onların ellerinde bırakılan
arazi de öşür arazi olurdu.19 Sahipleri diğer özel mallarını nasıl tasarruf ediyorlarsa
topraklarını da öylece tasarruf edebilirlerdi. Maliklerin mükellefiyeti, hâsılat
üzerinden devlete öşür vermekti. Osmanlı ülkesinde sadece Hicaz ve Basra
topraklarının statüsü bu şekildeydi.
Harac araziler ise fetih sırasında önceki sahiplerinin (gayrı Müslimlerin)
elinde bırakılan ve kendilerine mülk olarak verilen arazilerdi. Toprağın verimine
göre ürünün yarısından onda birine kadar değişir oranlarda vergiye tâbi tutulurdu.
15 Colin Imber, Şeriattan Kanuna Ebussuud ve Osmanlı’da İslamî Hukuk, (çev. Murteza Bedir), İstanbul 2004, s.125. 16 Cin-Akgündüz, a.g.e. 17 Arazi Kanunnamesi, Haz. Orhan Çeker, İstanbul 1985, s. 13.; Atıf Bey, Arazi Kanunname-i Hümayunu Şerhi, İstanbul 1319, s. 12 vd. 18 A.g.e. s. 13.; Cin-Akgündüz, a.g.e.; Imber, a.g.e., s.125. 19 Cin-Akgündüz, a.g.e.
5
Buna “harac-ı mukasem” deniliyordu ki, ayrıca harac arazi sahipleri “harac-ı
muvazzaf” adı altında yılda bir kez muayyen bir bedel daha öderlerdi. Malikler
topraklarını tasarrufta tam yetkiliydiler; alım-satıma, mirasa, hibeye, kiraya konu
edebilirlerdi. Sevâd (Irak) arazisinin statüsü de böyleydi.20
Bunlardan başka, ülkenin her yerinde köy ve şehirlerin içinde bulunan ve
meskeni tamamlayıcı mahiyette olan toprak parçaları ile yine aynı mahiyette şehir ve
kasabaların dışında bulunan ama azamî yarım dönümü geçmeyen topraklar da özel
mülkiyete tâbi idi. Bu toprak parçaları meskeni tamamlayıcı mahiyette olduklarından
meskenden ayrı olarak satılamazlardı.21
Arazi-i mevkûfe: İki kısma ayrılmaktadır. Birincisi; özel mülkiyete ait
arazilerin sahibi tarafından muayyen bir gayeye vakfedilmesiyle ortaya çıkan
arazidir. Buna “sahih vakıf arazi” denir. Vakıf heyeti ve hatta devlet dâhil hiç kimse
onun rekabesinde tasarrufa yetkili değildi. Vakıf arazilerini, vakfedenin şartlarına
uygun şekilde işletmek ve menfaatlerini tahsis edilen cihetlere sarf etmekle vakıf
heyeti mükellefti. İkincisi ise, “gayr-i sahih vakıf arazi”dir.22
Yani padişahın miri araziden bir kısmını hayır maksadıyla tahsis etmesidir.
Padişah dilerse sadece tasarruf hakkını (işletilip ürün elde edilmesini), dilerse sadece
menfaatini (vergi gelirlerini) veya her ikisini birlikte vakfedebilirdi. Yalnız bu tür
vakıflarda vakfedilen toprağın rekabesi yine devlete aitti.23
Arazi-i metrûke: Toplumun menfaatine tahsis edilen yollar, caddeler,
sokaklar, mesire, pazar ve panayır yerleri ile köy ve kasaba halkının istifadesine terk
edilen meralar, kışlaklar, yaylaklar ve harman yerleri gibi mahallerin mülkiyeti
kamuya aitti. Bu araziler asla özel mülkiyete konu olamaz, hiç kimse onun üzerinde
fiilî veya hukukî bir tasarrufta bulunamazdı. Devlet dahi metruk araziyi herhangi bir
şahsa veya bir cemaate tahsis edemez veya tahsis cihetini değiştiremez, örneğin
merayı harman yeri yapamazdı. Devletin metruk arazi üzerinde sadece nezaret hakkı
vardı.24
Arazi-i mevat: Kimsenin tasarrufunda olmayan, mera, kışlak, yaylak gibi
herhangi bir ihtiyaca binaen halka terk olunmamış, yerleşim merkezlerinin ses
20 A.g.e. 21 A.g.e. 22 A.g.e. 23 Günay, a.g.e., s. 91 vd. 24 A.g.e.; s. 100 vd.-167 vd.; Atıf Bey, a.g.e., s. 42.
6
işitilmeyecek kadar uzağında bulunan ve üzerinde hiçbir imar izi taşımayan
arazilerdir. Mevat araziler mubah mallar statüsünde olduğu için kamu mülkiyetine
aitti. Bu arazilerin tasarruf edilebilmesi için devletin izni şartı vardı. Örneğin mevat
araziden bir kısmı ihya etmek, üretime elverişli hale getirmek için izin almak
gerekiyordu. Şayet padişah, ihya edilecek arazinin rakabesinin devlete ait olması
şartıyla izin verirse, ihya eden, oranın sadece menfaat mülkiyetine; hem rekabesinin
hem de menfaatinin ihya edene ait olması şartıyla izin verirse, ihya eden oranın tam
mülkiyetine sahip olurdu.25
Arazi-i miriye: Osmanlı toprakların ekseriyeti devlet mülkiyetindeydi.
Osmanlı Devleti’nde miri arazi kapsamına, fetih sırasında ele geçirilip reayaya
devredilen topraklar, mirasçı bırakmadan vefat eden kimselere ait olup devlet
hazinesine intikal eden araziler, fetih esnasında hangi statüye bağlandığı bilinmeyen,
sahibi belli olmayan topraklar ve tarıma elverişli değilken padişahın izniyle işlenerek
tarıma kazandırılan topraklar girer. Bu tür arazilerin çıplak mülkiyeti devlete aittir.
Reayaya belirli şartlarla kullanım hakkı devredilmiştir.26
Daha ilk fetihlerden itibaren fethedilen topraklar gazilere dağıtılmamış, devlet
mülkiyetine geçirilmesi uygun görülmüştür. Şeyhülislam Ebussuud Efendi,
fethedilen toprakların eski sahiplerine ve gazilere mülk olarak bırakılmayıp da niçin
devlet mülkiyetine geçirildiğini şu şekilde izah etmektedir:
Özel mülk olarak bırakılması durumunda, zamanla varisler arasında taksim
olunup her varise düşen payın gittikçe azalacağını ve onların her birine düşen “haraç
miktarını” tayin etmenin ve haraçları toplamanın gittikçe güçleşeceğini belirtir. Ona
göre devletin geliri azalmakla kalmayacak aynı zamanda toprağın ve üzerindeki
insanların kontrol altında tutulması zorlaşacaktı. Devlet arazisini işleyen gayri
Müslimlerin “haraç”, Müslümanların ise “öşür” vermelerine mukabil Ebussuud
Efendi’nin ikisine birden “haraç miktarı” demesinin sebebi o vergilerin mahiyetinden
dolayı değil, devlet arazilerinin aslının haraciye olmasından dolayı idi. “Mirî arazi”
veya “Arz-ı memleket” de denilen devlet arazileri, “çiftlik” adı verilen üniteler
halinde köylülere kiraya verilirdi. Çiftlik, bir çift öküzle işletilebilecek büyüklükteki
arazi idi ve büyüklük oranları toprağın verimliliğine göre belirleniyordu. Örneğin en
25 A.g.e., s. 43.; Günay, a.g.e., s.280 vd. 26 Cin-Akgündüz, a.g.e.; M. Macit Kenanoğlu, Mirî Arazi, DİA.
7
verimli arazilerden 70–80 dönüm, orta verimli arazilerden 100 dönüm “bir-tam
çiftlik” sayılırken, verimsiz yerlerde 130–150 dönüm bir çiftlik sayılıyordu. Çiftlikler
isteyen herkese tapu karşılığı kiraya verilirdi.27 Tapunun belli bir bedeli vardı ve
çiftliğin verimliliğine göre bedel de artıyordu. Çiftçi, tapusunu aldığı çiftliğin
“menfaat mülkiyeti”ne sahip olurdu ve aksi belirtilmedikçe dilediği gibi tasarruf
ederdi. Ama çiftliği başkasına kiraya veremez, bizzat kendisi ekip biçerdi. Tapu
sözleşmesi ile sözleşmeye konu olan çiftliğin mülkiyeti de ikiye bölünür, çıplak
mülkiyeti devlete, menfaat mülkiyeti çiftçiye ait olurdu. Bu duruma İslâm
hukukunda "eksik mülkiyet" izafe olunurdu ve sözleşme şartlarına her iki taraf da
uyduğu müddetçe ne devlet ne de çiftçi, çiftlik üzerinde tam mülkiyet sahibi gibi
davranabilirdi. Örneğin çiftçi çiftliği satamaz, kiraya veremez, hibe edemez,
vasiyette bulunamazdı. Miras bırakabilirdi ama menfaat mal olmadığı için Şerî
hukuka göre değil, Şerî hukuka aykırı olmayan örfî hukuka göre mirasçılara geçerdi.
Aynı şekilde çiftlik üzerinde devletin mülkiyeti de eksik olduğundan devlet,
sözleşmeye uyduğu müddetçe çiftçinin toprağını elinden alamaz, bir başkasına kiraya
veremez veya temlik edemezdi. Ancak sözleşmeye uyulmadığı zaman, örneğin çiftçi
başkasına kiraya verdiği veya mazereti yokken üç yıl üst üste araziyi işlemediği
takdirde devlet tek taraflı olarak sözleşmeyi fesheder ve o araziyi dilediği gibi
tasarruf edebilirdi. Eğer çiftçi sözleşmeyi tek taraflı olarak feshetmek isterse bakılır:
Eğer bundan dolayı devletin bir kaybı olmayacaksa tapu iptal edilir, ama bir zarar
söz konusu ise ortaya çıkan zararla mütenasip bir tazminat (çift bozan resmi)
alındıktan sonra sözleşme feshedilirdi. Çiftçinin ölümüyle çiftlik örfî hukukun
tanıdığı adî intikal hakkıyla oğullarına kalırdı ve bunun için yeniden tapu bedeli
istenmezdi. Ancak oğul kabul etmez veya ölenin oğlu bulunmaz ise kızına,
kardeşlerine, anne-babasına veya en yakın akrabalarına sırasıyla teklif edilir, kabul
edene yeniden tapuya verilir ve ama kabul etmezlerse o köyden talep eden herhangi
bir kimseye muayyen bir bedel karşılığı yeniden tapuya verilirdi.28
Miri arazi hem siyasi açıdan hem de hukukî açıdan önem taşıyan bir rejimdir.
Toplumdaki sosyal gruplar arasındaki ilişkiyi belirleyici bir fonksiyona sahip
olmuştur. Osmanlı Devleti’nde miri arazinin mülkiyet hakkı imparatorluğun sonuna
kadar devlete ait olmuştur. 27 A.g.m. 28 A.g.m.; Cin-Akgündüz, a.g.e.
8
“Emlak-i Devlet”in Müellifi Taha Bey’in Hayatı
Mehmet Taha Bey, 1871 (1288) yılında Gaziantep’te doğdu.29 Mâliye
kâtiplerinden Antepli Mehmet Arif Efendi ile Emine Hanım’ın oğludur.30
Gaziantep’te umumî Rüştiye mektebinde okurken aynı zamanda medreseye de
devam etti. Medresede Arapça dilbilgisi, mantık, mana, fıkıh derslerini gördü. Daha
sonra, akrabası olan dönemin Maarif Nazırı Fehmi Paşa’nın teşviki ile yaşı ilerlemiş
olmasına rağmen, Mülkiye Mektebi’ne girdi.31 Bu mektebin idadî ve yüksek
bölümlerinde tahsilini tamamlayarak 14 Ekim 1898’de (28 CA 1316)32 mezun oldu.
Derslerindeki başarısından dolayı gümüş liyakat madalyası ile padişah tarafından
taltif edilerek 13 Aralık 1898 tarihinde, Hazine-i Hassa İdaresi Emlak-ı Hümâyûn
Komisyonu’nda 1000 kuruş maaşla zabit kâtipliğine tayin edildi.33
Bu şekilde devlet memurluğuna başlayan Taha Bey’in memurluk derecesi, 3
Ekim 1899’da dördüncü rütbeye, 30 Mart 1901’de de üçüncü rütbeye yükseldi. Yine
aynı senenin 14 Aralığında maaşı 1200 kuruşa çıkarıldı. 14 Nisan 1903’te maaşı rutin
artış kaidesi ile 1350 kuruşa çıkarılan Taha Bey’in, 1 Nisan 1904’de rütbesi ikinci
rütbenin ikinci sınıfına yükseldi.34
Taha Bey’e dairedeki zabit kâtipliğinin yanında, hal ve hareketlerindeki
uyum, iyi ahlakı, hizmetindeki devamlılık ve iş kabiliyetindeki başarısından dolayı,
Emlak-ı Hümâyûn Komisyonu’nda azalık görevi de verildi. Buna istinaden 14 Mart
1905’te maaşı 1500 kuruşa çıkarıldı. Yine iyi hizmetine nazaran 28 Nisan 1906’da
dördüncü rütbeden bir kıta Mecidî nişan ihsan buyruldu.35 Yine bu senenin 2
29 Taha Bey’in Hazine Hassa sicill şubesindeki hâl tercümesinde, doğum tarihinin 1871 (1288) olduğunu yazılmıştır. Ancak daha sonra nüfus kaydından almış olduğu nüfus tezkeresi ile doğum tarihinin 2 Şubat 1867 (27 Ramazan 1283) olduğu anlaşılmıştır. BOA, DH., Sicill-i Ahval Defteri, nr. 135, s. 377. 30 Ali Çankaya Mücellitoğlu, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler Mülkiye Şeref Kitabı, Ankara 1968–1969. 31 Çankaya, a.g.e. 32 Hicrî tarihler Miladî tarihe çevrilirken, Türk Tarih Kurumu’nun internet sitesindeki Tarih Çevirme Kılavuzu’ndan yararlanılmıştır. 33 Sicill-i Ahval Defterinin bir satırında Taha Bey’in öğrencilik başarısı ile devlet görevine başladığı belirtilmiştir. Diğer taraftan da birkaç satır aşağıda, Taha Bey’in “Izdırabzâde” şöhreti ile göreve başladığı yazmaktadır. Ancak Abdülhamit’in ne kadar titiz bir insan olduğunu ve hele de Emlak-ı Hümâyûn gibi bir daireye memur alımında daha da ihtiyatlı davranacağını göz önüne alırsak Taha Bey’in bu daireye, şöhret ile değil de okulunda gösterdiği başarı ve ahlakî yönünün etkisi ile alındığı anlaşılmaktadır. 34 Sicill-i Ahval Defteri. 35 Sicill-i Ahval Defteri; İ.TAL., 395/ 1324.RA-111, 30.Nisan.1906(6.Rebiülevvel.1324).
9
Eylülünde maaşı 1700 kuruşa ve 14 Eylül 1907’de 2000 kuruşa yükseldi. İki sene
daha bu dairede görevini ifa eden Taha Bey’in maaşı, Maliyece uygulanan tenkisat
nedeniyle 1200 kuruşa indirildi.
27 Mayıs 1909’da Hazine-i Hassa’nın Maliye Hazinesi’ne devri üzerine36
Taha Bey, 14 Ağustos 1909’da 1750 kuruş ile Emlak Şubesi Birinci
Mümeyyizliğine; 20 Mart 1910’da da 2000 kuruş maaş ile terfien Maliye Nezareti
Varidat Müdüriyeti Gümrük Posta ve Telgraf Kalemi Birinci Mümeyyizliğine
getirildi.37 Ağustos 1912’de Muhassasat-ı Zatiye (Emlak İşleri) Dairesi Mülkî
Memurlar Şubesi Müdürlüğüne; Aralık 1912’de yeni kurulan Millî Emlak İdaresi
Müdürlüğüne;38 10 Mart 1914’de Defter-i Hakanî (Tapu) Nezareti Mahlulat Şubesi
Müdürlüğüne atandı.39
Defter-i Hakanî Mahlulat Müdürü bulunduğu sırada yakalandığı hastalıktan
kurtulamayarak 16/17 Mayıs 1914 gecesi İstanbul’da öldü. Taha Bey evli olup, iki
erkek bir kız çocuğu vardı. Arapça ve Farsçayı iyi derecede bilen Taha Bey
Fransızca ve Ermenice dillerine de aşina idi.40 Karakalem ve sulu boya resim
yapmak, maden ve tahta oyma işleri ile uğraşmak hobisiydi. Ayrıca çok güzel el
yazısı vardı.41
Taha Bey, memurluk görevinin yanı sıra II. Meşrutiyet’ten sonra açılan
Maliye Memurları Mektebi’nde42 Emval-i Devlet dersi hocalığını da yaptı. Üç dört
sene boyunca bu mektepte hocalık görevi yaptığı anlaşılan Taha Bey, ders
notlarından oluşan ve bizim tez konumuzu oluşturan “Emlak-i Devlet” adındaki
çalışmasını yayınladı. Erken yaşta hayatını kaybeden yazarın ilk ve tek eseri bu olup
herhangi başka eserine rastlanmadı.
36 Arzu T. Terzi, Hazine-i Hassa Nezareti, Ankara 2000, s.151. 37 Sicill-i Ahval Defteri; Çankaya, a.g.e. 38 A.g.e. 39 İ.ML., 94/1332.R-02, 10.Mart.1914 (12.Rebiülahır.1332). 40 Sicill-i Ahval Defteri. 41 Çankaya, a.g.e. 42 28 Mayıs 1910 (15 Mayıs 1326); Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, İstanbul 1977.
10
Taha Bey’in “Emlak-i Devlet” Adlı Eseri
Rumi 1328 (1913) yılında yayınlanan “Emlak-i Devlet” isimli kitap, o
dönemde pek yaygın bir uygulama olduğu anlaşılan, Taha Bey’in Maliye
Mektebi’nde okuttuğu ders notlarının bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Eser
bozuk bir rika ile yazılmış ve taşbaskı tekniği ile basılarak sınırlı sayıda
çoğaltılmıştır. 20x14 cm ebadındaki kitap 369 sayfadan oluşmaktadır. Bazı sayfaları
istisna tutarsak kitabın her sayfası 15 satırdan ve her satır ortalama 6–7 kelimeden
oluşmaktadır. İçinde elle hazırlanmış 10 adet grafik bulunmaktadır.43
Eserde devlete doğrudan veya dolaylı olarak gelir getiren her kurum ayrı ayrı
incelendiği için konu çeşitliliği vardır. Konular başlıklar halinde tasnif edilerek, bu
başlıklar doğrultusunda bilgi verilmiştir. Bazı başlıklar uzun uzun anlatılmış, bazıları
ise kısa ve öz bir şekilde aktarılmıştır. Taha Bey konu çeşitliliğine rağmen olaylara
vakıf görünmektedir: Aldığı medrese eğitimi ve mülkiye eğitiminin etkisi esere
yansımıştır. Ayrıca devlet memuru olmasının verdiği ayrıcalıkla belgelere ulaşması
kolay olmuştur. Yazdıklarının neredeyse tamamını, görevi icabı çalıştığı kurumlarda
üretilmiş olan belgelere dayandırdığı anlaşılmaktadır. Hatta anlattığı bazı devlet
kurumlarında bizzat görev almış, bu durumun verdiği bilgi ve tecrübeyi işlediği
konuya da yansıtmıştır. Oldukça metodik bir şekilde kaleme alınan eser bir taraftan
Taha Bey’in pratik bilgilerini, diğer taraftan araştırmacı yönünü gösterecek
niteliktedir. Dipnot tekniğinin kullanılması, basit de olsa noktalama işaretlerinin yer
alması bunun göstergesidir.
Kitabın dili dönemin diğer eserlerine göre ağır bir üsluptadır. Muhtemelen
bunun sebebi, esere hukuk dilinin yansımış olmasındandır. Ayrıca müellifin bilinen
bu tek eserinde kendi birikimini de gösterme arzusu duymuş olması, eserin dilini
belirlemede etkili olmuştur. Her biri açıklamaya muhtaç hukukî terimlerin fazlalığı,
bahsedilen müesseselerin ve fabrikaların kendi bünyesine has teknik terimlerinin
çokluğu, Fransızca tabirlerin kullanılması nedeniyle zor bir metindir. Bazen bir
paragrafı bulan noktasız, virgülsüz cümleleri anlamakta zorluk çektiğimizi itiraf
etmeliyiz. Buna rağmen, hem konuların çeşitliği hem de konuya rağmen akıcı bir
43 Taha Bey, Emlak-i Devlet, Taşbaskı, Dersaadet 1328, grafiklerin yer aldığı sayfalar: 81, 82, 95, 96, 97, 98, 99, 226, 227, 228, 229, 230.
11
tarzda yazılması ve başka yerde rastlanılmayacak değerli bilgilerin verilmesi
sebebiyle ilgi uyandıracak nitelikte kıymetli bir eserdir.
Bu ders notları, hukuk kitaplarını aratmayacak nitelikte hukukî bilgi
içermektedir. Klasik hukuk kitaplarındaki gibi “şahıs hukuku”, “eşya hukuku” ve
“toprak hukuku” hakkında bilgiler vermiştir. Kanunî Esasi, Mecelle ve Arazi Kanunu
maddelerine dayanılarak açıklamalar yapılmıştır. Hatta çıkarılan nizamnamelere,
Meclis-i Vükela kararlarına, İradelere, Ceza Kanunnamesi’ne yeri geldikçe
değinilmiştir. Bununla da yetinmeyen Taha Bey, ağırlığı Tanzimat’tan sonraya
vermek üzere, hukukî gelişmeleri, kanunlarda yapılan değişiklikleri, kanun ve
nizamnamelerin eksik yanlarını ve bu eksiklerden kaynaklanan sorunları aktarmıştır.
“Emlak-i Devlet”, devlete gelir getiren bütün malî kaynakların anlatılması
nedeniyle ayrıca, bir ekonomi kitabıdır da. Miri araziden yapılan tasarruflar,
ormanlar, taş ocakları, çiftlikler, demir yolları vs. gibi doğrudan gelir getiren
kaynaklarla dolaylı yoldan gelir getiren; matbaalar, tersane, askerî fabrikalar vs. ayrı
ayrı ele alınmıştır. Yine devletin kamuya ait kurumlarından bahsederek gelir-gider
durumunu değerlendirilmiştir. Kütüphaneler, müzeler, umumî yollar, limanlar,
köprüler kamu yararı doğrultusunda incelenmiştir.
Ayrıca anlatılan müesseselerin kısaca tarihsel gelişimini vermesi dolayısıyla
tarih kitabıdır. Şu an itibariyle her biri özel bir araştırmaya konu olabilecek birçok
devlet müessesesinin tarihi hakkında derli toplu malumat verilmiştir. Örneğin,
Hereke Fabrikası, Fes Fabrikası, Aba Fabrikası, Bez Fabrikası, Tersane gibi birçok
işletmesinin kuruluşu, nerede bulunduğu, zaman içindeki faaliyetleri, hangi padişah
döneminde daha aktif olduğu vs. gibi başka hiçbir yerde rastlanmayacak tarihsel
bilgiler bir araya getirilmiştir. Bunun yanında bu müesseselerin geliştirilmesi
hususunda öneriler de dile getirilmiştir. Nitekim çoğu Avrupa’daki fabrikalarla
kıyaslanarak, daha verimli şekle nasıl getirilebilir sorusuna cevap aranmıştır.
Kısacası kitabın önemi; hukuk, ekonomi ve tarih kitabı olmasından
kaynaklanmaktadır. Ayrıca II. Abdülhamit ve II. Meşrutiyet dönemdeki sorunları
yansıtması sebebiyle, birinci derecede tarihî kaynak niteliğine sahiptir. Şunu da
belirtmek gerekir ki; kitabın içeriği dikkate alınırsa, Osmanlı yüksek okullarında
okutulan derslerin ve ders veren hocaların hiç de küçümsenmeyecek kalitede olduğu
ve iyi seçildiği hükmüne varılabilir.
12
Taha Bey’in Eserine Yansıttığı Fikirleri
Taha Bey’in yaşadığı dönem göz önünde tutulursa o zamanlardaki fikrî
nazariyelerden etkilendiği ve her Osmanlı aydınında görüldüğü üzere, Batı hayranlığı
mevcuttur. Esasen Tanzimat ile birlikte görülen ikili eğitim sisteminin içinde
yetişmiştir. Bir taraftan medrese eğitimi almış diğer taraftan da Mülkiye Mektebinde
okumuştur. Ancak dönemin liberalist çizgisinden etkilendiği muhakkaktır. Nitekim
yüksek eğitim sistemi büyük ölçüde Batı’daki gelişmeleri izleyici ve nakledici
nitelikte olmuştur.44 Neticede Mülkiye Mektebinde okutulan kitapların çoğunluğu ya
Avrupa’da okutulanların çevirisi ya da liberal anlayıştaki Türk hocaların yazdığı
eserler olmuştur.45 Dolayısıyla yazarımız bu özgür eğitim ortamında yetişmiş ve
Osmanlı Devleti’ni etkisi altına alan Batılı fikirlerden etkilenmiştir.
Taha Bey, kitabına insanlar ve devletlerdeki mülkiyet fikrinin kaynağını tarif
ederek giriş yapmıştır. Tarife göre; yaşamsal noktadan hırs noktasına varabilen mülk
edinme isteği, insanların dünyaya gelmesi ve etrafını idrake başlaması ile birlikte,
fıtrat olarak var olur. Yaradılıştan ileri gelmesi nedeniyle en tabiî ve meşru olan bu
hak olmazsa, medeniyetlerin yükselmesi şöyle dursun, insanoğlu hayatını idameye ve
neslini çoğaltmaya bile imkân bulamazdı. Nitekim bu hakka vahşi kabilelerde dahi
rastlandığını, medeniyetin yükselmesi ile de arttığını belirtmektedir46. Yine bu
noktada insanlar ve hayvanlar arasındaki farka değinmiştir: İnsanın medenî yükselişi
ile orantılı olarak artan ihtiyaçlarını karşılayacak durumda olduğunu, ancak
hayvanların hem mülkiyet fikrinden hem de o fikri geliştirecek nedenlerden mahrum
bulunmaları dolayısıyla, mülkiyet hakkının beşere mahsus olduğunu
vurgulamaktadır.47
Taha Bey insan hak ve özgürlüklerinde de bahsederek, her şahıs yaradılış
gereği maddi ve manevi bazı kuvvetlerle donatılmıştır. Yaratıcı tarafından bağışlanan
bu kuvvetlerin müstakil olarak her şahısta bulunması nedeniyle, mülk edinme
hakkının da o kuvvetlerden sayılmasını ve kabul görmesini zaruri kılmıştır. Bu
nedenledir ki insana özgü olan maddi ve manevi kuvvetler bütün milletlerde kanunlar
44 İlhan Tekeli- Selim İlkin, Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, Ankara 1999, s. 125. 45 A.g.e., s.140 vd. 46 Taha Bey, a.g.e., s. 2. 47 A.g.e., s. 3.
13
ile koruma altına alınmıştır. Hatta fikrî mülkiyetler dahi “telif kanunları” ile teminat
altına alınmıştır diyerek 1326 (1910) tarihli “hakk-ı telif kanunu”ndan ve bu kanunun
geçirdiği değişikliklerden bahsetmiştir.48
Bunun yanında mülk edinmenin sınırsız olmadığına, bazı şartlara bağlı
olduğuna dikkat çeken müellif, “hayat kavgasının bir neticesi olan mülk edinme, esas
itibariyle galip tarafın mağlup tarafı tahakküm ve istilası altına almasıdır, ancak
umumun yararına sunulan bazı eşya mülk olunamaz” demektedir. Yine bu noktada
insan hürriyetinin de istila edilemeyeceğini, bütün medeni devletlerde olduğu gibi
Osmanlı Devleti’nde de bu hakkın anayasa ile teminat altına alındığını
vurgulamaktadır.49
Fertlerin ve devletlerin mülk edinme konusundaki hak ve sınırlamalarına da
yer veren yazar, Osmanlı Devleti’ndeki uygulamaları tarihî açıdan incelemiş ve
yürürlükte olan mevcut kanunlar doğrultusunda şahıs ve devlette mülkiyet hukukunu
açıklamıştır. Bu açıklamalar neticesinde ilk olarak fertlerin kanunlarla belirlenmiş
hak ve sınırlarına değinmiştir. Taha Bey “ her insan menkul ve gayrimenkul hakkına
sahip olmakla birlikte, devletlerin kendi tebaası veya yabancı devletlerin tebaasını
bağlayan kanunlar neticesinde mülk sahibi olabilir” diyerek mevcut şahıs hukuku
çerçevesinde ve devletlerarası hukuk hakkında izahat vermiştir.50 Buna göre;
şahısların hangi yollarla mülk edinebileceğini veya eline hangi yolla mülk
geçebileceğini, mülkî ehliyetin hangi kurallarla işletilebileceğini açıklamıştır.51
Taha Bey ikinci olarak, şahıs hukukunun, devlet hukukuna kaynak
oluşturduğunu ve menfaatler birliğinin neticesi olduğunu belirterek, devletlerde
mülkiyet hakkı hususuna geçmiştir.52 Devletin uyması gereken hukukî sorumluluğu
açıklayan müellif, devletin bir taraftan hâkimiyet hakkına sahip olduğunu diğer
taraftan ise öğüt verici ve umumî düzeni koruyucu salahiyeti olduğunu, ancak umumî
hâkim rolünden doğan üstünlüğünü kötüye kullanamayacağını söylemektedir.
Mülkiyet dolayısıyla şahıslara koyduğu kanunlara bizzat kendisinin de boyun eğmesi
48 A.g.e., s. 5. 49 A.g.e., 6,7; Köleliğin kaldırılmasına dair kanun aşamalarını bir dipnot ile kaydeden Taha Bey, köleliğin Osmanlı Devleti’ndeki son durumunu gösteren 1325 (1911) tarihli Meclis-i Vükela Mazbatasını aynen kitabına kaydetmiştir. 50 A.g.e., s. 12. Bu konuda Osmanlı Devleti’nin 1284 (1867-68) tarihinde çeşitli devletlerle imzaladığı protokolden bahsetmiştir. 51 A.g.e., s. 8 vd. 52 A.g.e., s. 14.
14
gerektiğini vurgulayarak, mülkiyetten doğan hak devlette de fertte de aynıdır: Eğer
bu fark devlet lehine kullanılırsa kuvvetin hakka üstünlüğüne izin verilmiş olur
demektedir.53
Bütün bu noktaları açıkladıktan sonra mülkiyet hukukunun tarifini yapmıştır.
Yazarın tarifine göre: “Mülk bir şeyi ele geçirmek ve tasarrufa almaktan ibarettir,
ancak bu yöndeki hareketler, hukuk ve salahiyetler her cemiyetin teamül ve
içtihadına göre değişebileceğinden mülkü ‘insanın meşru olarak yararlanabileceği
şey’ diye tarif etmek lazımdır” demektedir. Bu bağlamda Mecelle’nin 135.
maddesindeki “ mülk gerek â‛yan olsun ve gerek menafi‛den olsun insanın malik
olduğu şey” şeklindeki tarifinin zamana göre sağlam bir tarif olmadığını
belirtmektedir.54
Yazar mülkiyet tarifi sonrasında, insanlar ile devletlerin mülkiyet anlayışı ve
mülkiyeti elde etme yolları arasındaki farkı açıklamıştır: Fertler vasiyet, çalışarak
kazanma ve mübadele gibi basit yollarla mülkiyet sahibi olurken,55 devletler ise daha
kapsamlı ve karmaşık bir şekilde varlığa sahip olurlar. Ayrıca mülk edinmek
pahasına insanlar nezdinde kabul edilmeyen bazı fiiller, içtimaî hayatın korunması
açısından devletler nezdinde meşru sayılmaktadır. Bu noktada bir devleti diğer
devletler arasında daha kuvvetli mevkie çıkaran zenginliğini hangi usullerle
kazandığını maddeler halinde izah etmiştir. Buna göre devletler, “hakk-ı feth,
müsadere, istimlâk, hakk-ı keşf, emlak-i hadise (deniz ve göllerde kendiliğinden
ortaya çıkan toprak parçaları), hakk-ı işğal ve imar, mahlulat, lûkata (sahibi olmayan,
bulunan şey) ve yave ( sahipsiz hayvan), mübadele, teberruât (bağışlama)” gibi
yollarla mülk sahibi olurlar.56
Aslında sayılan bu maddelerin çeşitliliğine ve karmaşık yapısına rağmen
devletlerin esas varlığını, fetih ve müsadere yoluyla kazandığını belirtmektedir:
Devletler hep istila ve savaş ile meydana gelmiş, mülklerini mağlup olanlardan zapt
etmek suretiyle genişletmişlerdir. Nitekim o zamanki medeni devletlerin Amerika,
Avustralya ve Afrika’da müstemleke yoluyla mülklerini genişlettiğini
söylemektedir.57 Bu vesileyle Avrupa toprak rejimi ile Osmanlı Devleti toprak
53 A.g.e., s. 15,16,17. 54 A.g.e., s. 18. 55 A.g.e., s. 20. 56 A.g.e., 27 vd. 57 A.g.e., s. 75.
15
sistemi ve müsadere şekli karşılaştırılmıştır. Özellikle müsadere konusundaki
farklılığımız ortaya konularak “Avrupa’da pek ziyade suiistimal edilmiş olan bu usul,
bizde hiçbir zaman insaf ve merhamet sınırlarını aşmamıştır” denilerek Doğu ile Batı
arasındaki anlayışa dikkatleri çekmiştir. Şu garipliği de belirtmek gerekir ki Taha
Bey, Avrupa feodalite rejimini Osmanlı’daki tımar ve zeamet usulüne benzetmiştir.
Ancak Osmanlı’daki uygulamanın daha teşkilatlı ve toplum açısından daha yararlı
bir uygulama olduğunu vurgulamıştır.58 Feodalite rejimin kaldırılması ile Avrupa
devletlerinin pek çok emlake bu yolla sahip olduğunu belirtmiştir.59 Yine Türk
milletinin de bütün varlığını fetihlerle kazandığını söylemektedir. Fakat padişahların
ve saray halkının zevk ve sefahate düşmeleri nedeniyle hükümet işlerinin layıkıyla
yapılamamasından, askerin manevi kuvvetinin zaafa uğramasıyla fayda yerine zarar
getirmeleri nedeniyle de fetihlerin kesintiye uğramasından kaynaklanan sorunlarla,
Osmanlı emlakinin artık fetih suretiyle genişlemediğini ima etmektedir.60
Her ne suretle elde edilirse edilsin bir devletin var olan emlakinin ya da her
türlü mal varlığının belli kurallarla tasnif edilmesi ve yönetilmesi gerekmektedir. Bu
durumla bağlantılı olarak “devlet emlaki” bahsine geçen Taha Bey, başlangıç olarak
“emlak-i devlet” kelimesinin tanımını yapmıştır: “Mirî arazi ile mirî emlak birbirine
karıştırılmamalıdır, arazi-i miriyede, hükümet yalnız arazinin çıplak mülkiyetini
elinde bulundurmakla yetinmiş ve tasarruf hakkını ahaliye vermiştir. Hatta mirî
arazinin mahlûlleri bile mirî emlak olmaz. Emlak-i miriye ise temellük ve tasarruf
olarak bütün hukukî faydası devlete hasr edilmiş emlak ve araziden ibarettir”61 gibi
özel bir ayırım yapmasına rağmen, “emlak-i devlet” tanımı çerçevesinde “emlak”
lafzının bilinen manasından daha geniş tutulduğunu ve “devletin malı” olan her şeyi
ihtiva ettiğini belirtmektedir. Dolayısıyla araziyi, menkul ve gayrimenkulleri, nakit
ve tahvilleri bu tanımın içerisine almıştır. Hatta emlak ile birbirine zıt mahiyette olan
vergiler bile tahsil edildiği anda devlet emlakine dönüşür demektedir. Bütün devlet
malını kapsayan emlakin taksimi konusunda ise – mahiyet ve münasebetlerine göre
envai çeşide ayrılabilecek olduğu halde – kendisinin, devletin mevcut kanun ve
nizamlarına ve teşkilat esasına göre taksimi yolunu seçtiğini belirtmektedir62. Buna
58 A.g.e., s. 78. 59 A.g.e., s. 78. 60 A.g.e., s. 80. 61 A.g.e., s. 36. 62 A.g.e., s. 83.
16
göre “emlak-i devlet” iki ana kısma ayrılmıştır: “Emlak-i umumiye” ve “emlak-i
emiriye”.63
Umumî emlake, devlet tarafından belirli bir yöne tahsis olunan ve umumun
yararına sunulan emlak dedikten sonra, bu emlaki de iki kısma ayırmıştır. Herkesin
yararına terk edilen kısmını; umumî yollar, nehirler, meydanlar, pazar ve panayır
yerleri, büyük göller ve nehirler, kanallar, fenerler, limanlar, okullar, kütüphaneler ve
müzeler oluşturmaktadır. Hususî bir mahalle ahalisine terk edilen kısmını ise;
harman yerleri, baltalıklar, meralar, kaynak suları ve mesireler oluşturmaktadır.
Mirî emlaki de gelir (irad) getirenler ve gelir getirmeyenler olarak iki gruba
ayırmıştır. Gelir getirmeyenler grubundakileri şu şekilde sıralamıştır: Saraylar, devlet
daireleri, harp aletleri ve gemiler, mefruşat, kaleler ve istihkâmlar. Gelir getiren
kısım da ikiye ayırarak, bizzat gelir getirenler ve dolaylı yoldan gelir getirenler
olarak sınıflandırmıştır. Bizzat gelir getirmeyenler; askerî fabrikalar, tersane tophane,
barut ve darphane tekeli, matbaalar, sanayi mektepleri, ziraat numune tarlaları ve
bazı inhisarlar olarak sıralanmıştır. Bizzat gelir getirenler de yine iki kısma ayrılmış,
akar şeklinde kullanılanları; çiftlikler, seyr-i sefain idareleri, demiryolları, kaplıca ve
bazı tekeller olarak vermiştir. Diğer kısmı ise geliri vergi şeklinde alınanlar olarak
ayırmıştır: Ormanlar, madenler, taş ocakları, mirî arazi, akarsu ve göller. Taha Bey
bu şekilde sınıflandırdığı devlet mallarını sırasıyla ayrı ayrı ve ayrıntılı olarak
açıklamaya tabi tutmuştur. Bunların statüsü, kullanım şekli, gelirleri, gelirlerinin
daha fazla olması için yapılabilecek ıslahatlar vs. gibi birçok konuda Mecelle’ye,
Arazi Kanunu’na ve Ceza Kanunu’na dayanarak malumat vermiştir. Örneğin
ormanlar ve müzeler hakkındaki açıklamaları ve getirdiği öneriler bugün dahi
kullanılacak mahiyette önemli bilgilerdir.
Taha Bey, devletler aslî vazifelerini ifa ve amaçlarına ulaşmak için ellerinde
çeşitli emlak bulundurur ve idare külfetine katlanırlar demektedir.64 Devletlerin
emlak idare edip etmemesi konusuna değinerek, “Devletler emlak idare etmeli mi
etmemeli mi?”65 başlığı ile bu soruya cevap aramıştır. Ziraat, sanat, ticaret işlerinde
63 A.g.e., s. 84. Devlet emlakinin taksimi konusunda 81 ve 82. sayfaları kapsayan bir tablo verilmiş ve bu tablodaki taksime göre her bir madde ayrı ayrı işlenmiştir. 64 A.g.e., s. 129. 65 A.g.e., s. 162.
17
devletlerin hiçbir zaman fertler kadar başarılı olamadığını söyleyerek genel kanaate
katıldığını belirtmektedir. Bu durumun nedenlerini birkaç madde ile açıklamıştır.
1- Devlet menfaatinin memurlarda olmayışından: Memur vasıtasıyla idare
olunan emlak işleri bir taraftan zayiata maruz kalır diğer taraftan da ilerlemeden
mahrum kalır. Memur yalnız kendisine verilen vazifeyi yerine getirerek fazla
mesuliyet almak istemez, devlet menfaatine daima ilgisiz kalır. Bunun yanında
kendisine verilen iş ilerlese de ilerlemese de maaşını alacağını bilen memur, asrın
getirdiği yenilikleri öğrenme külfetine katlanmaz.
2- Emlak işlerinde sürat önemlidir: Devlet ise işlerini birçok resmî kayda
göre yapmaktadır. Devletlerde resmî muamelelerin fazlalığı, her şeyi kayıt altına
alma ve kontrol etme gerekliliği bu sürati engelleyerek emlak işlerinin gereği gibi
işleyememesine ve zayiata neden olmaktadır.
3- Devlet emlak idaresinde fazla memur istihdam ederek, hem çalışan sayısını
çoğaltmış hem de asıl meşguliyetini zorlaştırmış olur.
4- Devletlerin çok fazla emlak idare etmesi istilacı devletlerin hırsını üzerine
çekerek istilayı davet eder.66
Devletlerin emlak idaresinde başarısız oldukları genel kabul görmesine
rağmen, bazı devletlerin yine emlak idaresinde ısrar ettiği, hatta bazılarının emlakini
artırma yoluna gittiğini belirtmektedir. Ahalisi müteşebbis ve ilerlemiş olan
devletlerde –İngiltere ve Amerika gibi, devlet emlaki oranın az olduğunu, ancak
Osmanlı ve Rusya gibi ahalisi himaye ve koruyucuya ihtiyaç duyan hükümetlerde
bunun vazgeçilmez olduğunu söylemektedir.
Devletlerde emlak idare etmek, eskiden gelen bir gelenek olduğundan ve elde
bulunan emlaki kolayca elden çıkaramamasından dolayı her devlet az çok emlak
idare eder. Ancak sosyalizm fikrini benimsemiş devletlerin - Prusya gibi- emlakini
artırma yoluna gittiğini kaydetmektedir. 67
Bu görüşlere sahip olan yazar, ancak, bazı müesseselerin devlet eli ile idare
edilmesinin gerektiğini belirtmiştir. Örneğin ormanların devlet yönetimi atında
bulunması gerektiğini ve bunun memleket yararı için elzem olduğunu
savunmaktadır. Nitekim bu hususun bütün dünyada kabul gördüğünü belirtmiştir.68
66 A.g.e., s. 163 vd. 67 A.g.e., s. 166. 68 A.g.e., s. 167.
18
Yine devletin dış güçlere karşı kendini muhafaza etmesi için harp malzemelerine
ihtiyaç duyacağını, bu malzemelerin tedarikini kendi eli ile yapması gerektiğini
söylemektedir. Dolayısıyla bu alet ve edevatın devlet fabrikalarında üretilmesi ve
idaresinin de devlet tarafından gerçekleştirilmesini lüzumlu görmektedir.69
Diğer taraftan “şimendiferler” bahsi ile demir yollarının idaresine de
değinmiştir. Demir yolları ticarî taşımacılıkta olsun savaş zamanlarında askerin
sevkıyatı konusunda olsun çok önemli bir mevkie sahiptir. Bu nedenle devletler bu
işletmeyi kendi elinde bulundurmak isterler ve öyle de olmalıdır şeklinde görüş
bildirmiştir.70 Bunun dışında az çok gelir getiren, ama geliri dolayısıyla değil de ilim
ve irfana katkısından dolayı idare edilmesi gerekliliği vurgulanan kütüphane ve
müzelerin de devlet eli ile idare edilmesi gerektiği ifade etmektedir. Bu
müesseselerin ancak devlet yönetiminde amacına hizmet edeceğini bildirmiştir.71
Ayrıca barut ve meskûkât inhisarı gibi suiistimale neden olabilecek maddelerin de
devlet elinde bulundurulmasının ve idare edilmesinin zorunluluğunu dile getirmiştir.
Bunun dışında, devlet bazan da ahaliye örnek teşkil etmek, ilerlemeye
rehberlik etmek ve memlekette sanayinin kesintiye uğramaması için emlak idare
eder. Numune tarlalarının, Hereke Fabrikası’nın ve Yıldız Çini Fabrikası’nın bu
amaçlarla işletildiğini söylemektedir. “Bu tür fabrika ve müesseselerden devlet az
çok gelir elde etse de tesis ve idarelerinin maksadı gelirleri değildir”72 demektedir.
Mirî araziyi de emlakten sayan Taha Bey, bunun gerekçelerini şu şekilde
açıklamıştır. Her ne kadar araziden alınan vergi miri hâsılat statüsünde olup öşür
mahiyetinde ise de, arazinin ilk satışında alınan “tapu muaccelesi” ve daha sonra
öşürden alınan “müeccele” (hâsılat hissesi), “icare-i zemin” de emlak sınıfına
girmektedir.73
Bu sayılanların dışında devlet emlaki olarak iki büyük emlakin daha
varlığından bahsetmiştir. Bunlar, Meşrutiyetin ilanı ile Maliyeye devr edilen askerî
çiftlikler ve Abdülhamit’in emlakidir.74 Askerî çiftlikler; askeriye tarafından süvari
69 A.g.e., s. 132. 70 A.g.e., s. 109. 71 A.g.e., s. 118 vd. 72 A.g.e., s. 133,134. 73 A.g.e., s. 214. 74 A.g.e., s. 231.
19
askerine hayvan yetiştirmek için kurulmuştur. Ancak, bu havraların kuruluş
maksadına pek de hizmet edemediğini söylemektedir.75
“Emlak-i müdevvere” adıyla bilinen ve Abdülhamit’in şahsî emlaki olan bazı
çiftlik, iştetme ve fabrikalar da ikinci emlaki oluşturmaktadır. Hükümdarların haiz
oldukları yüksek hukuk nedeni ile herhangi bir şahıs gibi emlak tasarrufunda
bulunmalarının tabi olduğuna değinmiştir. Emlak-i hümayun, emlak-i hakanî ve
havass-ı hümayun adları verilen ve aslında nitelik bakımından birbirinden farklı olan
bu kavramların, Osmanlı Devleti’nde aynı mevkide tutulduğunu ve saray tarafından
idare edildiğini söyleyerek, hepsinin makama ait olduğunu belirtmiştir. Ancak bu
emlakin şahsî menfaat için kullanılmadığını, bu şaibe ile itham edilmemek için
dikkat edildiğini vurgulamıştır.76 Tanzimatın ilanı ile birlikte bir hatt-ı hümayun ile
hükümdarların idaresinde tutulan emlak Maliye hazinesine devr edilerek, sarayın
kullanımına verilen emlak kısıtlanmıştır.77
Yayınlanan bu hatt-ı hümayuna rağmen, Abdülhamit Maliyeye devr edilen
bütün emlaki geri almıştır. Hatta selefleri ile kıyas edilemeyecek kadar emlak-i
hümayunun genişlediğini ve memlekette pek önemli bir mevki işgal ettiğini söyleyen
Taha Bey, bu konuda Abdülhamit’i eleştirmiştir. Bütün müstebit hükümdarlarda
olduğu gibi, bu emlakin, saray muhafızlarına, padişaha tabi olan şahıslara ve
jurnalcilere verilmesi gereken ihsanlar için en sağlam kaynağı oluşturduğunu
söylemektedir. Ayrıca emlak-i hümayunun birçok vergiden muaf olması nedeniyle
Abdülhamit’in kendine has bir feodalite usulünü tesis etmesinden yakınmaktadır.
Padişah arazinin yalnız tasarrufuna sahip olurken bu padişahın sahib-i arz sıfatı ile
araziye de sahip olduğunu söylemektedir. Bununla birlikte emlak-i hümayunun
mühim bir kısmının da siyasî ve idarî nedenlerle hazine-i hassaya dâhil edildiğini
ifade etmektedir: Bir mülkün veya madenin ve yahut da önemli işletmelerin emlak-i
hümayuna dâhil edilmesinin yerli ve yabancı bazı ihtiras sahibi şahısların önünü
almak için en kestirme çare olduğunu vurgulamıştır. Irak, Halep ve Kudüs’teki
emlakin satın alınmasını, Dicle ve Fırat’taki Seyr-i Sefâin işletmesinin ve Musul
petrol imtiyazının hep bu nedenlerle Hazine-i Hassaya alındığını zikretmiştir. Yine
Yanya vilayetindeki çiftliklerin de bu maksatla hassa hazinesine alındığını
75 A.g.e., s. 242. 76 A.g.e., s. 244 vd. 77 A.g.e., s. 247.
20
bildirmiştir.78 Taha Bey, böylece sayısız emlakin Maliye Hazinesinden alınarak
Hazine-i Hassa İdaresine nasıl ilhak edildiğini bir çok irade-i seniyyeyi kitabına
alarak açıklamaya çalışmıştır.79
Ancak II. Meşrutiyetin ilanı ile birlikte, bu emlakin büyük bir kısmı, devletin
alacağı 1 Milyon Liralık borca teminat gösterilmek üzere, 9 Eylül 1908’de Maliye
hazinesine devr edilmiştir. Geri kalan emlak-i hümayun da 9 Mayıs 1909’da yani
Abdülhamit’in tahttan indirilmesiyle hazineye devr olunmuştur.80 Bu nedenle
“emlak-i müdevvere” denilen bu emlakin, birçok akaratı vardır. Ormanlar, köprüler,
kayık ve vapurlar, kaplıcalar, rıhtımlar, çiftlikler, fabrikalar vs. Ancak bu
çiftliklerden bazıları özellikle elden çıkarılmasında mahsur görülmeyenler ihale ile
taliplerine satılarak elde tutulmamıştır. Yazar, araziyi bizzat hükümetin idare
etmesinde fertler kadar başarılı olamadığını, ortaya çıkacak ferağ ve intikal
harçlarından mahrum kalacağını, sahibi tartışmalı olan emlaklerde bu meselenin
halledilmesi ile alınacak vergilerin alınamamasını ve emlak vergisinden mahrum
olacağını dile getirerek satış gerekçelerini anlatmıştır.
Taha Bey resmi makamların emlak idaresinde başarısız olmasına karşın,
Hazine-i Hassa idaresinin mükemmel denilebilecek şekilde idare edildiğini
söylemiştir. Nitekim kendisinin de bu dairede çalıştığını göz önünde bulundurursak
verdiği bilgilerin doğru olduğu sonucuna varırız. Müellif, bu dairenin intizam ve
başarısı ile diğer devlet daireleri arasında ön plana çıktığını, özellikle Bedevilerin
iskânı, ziraatın özendirilmesi, arazinin imarı, dinî binaların onarımı gibi pek çok
hizmet ettiğini ifade etmiştir. Hatta yapılan masrafların gelirin ancak % 5’ine karşılık
geldiğini belirterek bu dairenin başarısını örneklendirmiştir. Bu dairenin başarılı
idaresini Abdülhamit’in nüfuz ve tesirine yoranlar olduğunu, bunda doğruluk payı
olmakla birlikte, çalışanlarının işinin ehli ve namuslu kişilerden oluşmasının payının
daha belirgin olduğunu vurgulamıştır. Bunun yanında, her şubeye mahallî örf ve
âdete göre nizamnameler gönderilmesinin, memurların en ufak kabahatinde hemen
azl olunmasının da Hazine-i Hassa’nın başarılı yönetimindeki payı büyüktür.81
78 A.g.e., s. 250 vd. 79 A.g.e., s. 255 vd. 80 A.g.e., s. 276. 81 A.g.e., s. 279 vd.
21
Taha Bey, bu çiftlik ve arazilerin Maliye hazinesine aktarılması ile hükümetin
elinde birçok arazisi olduğunu bildirmekte ve “devlet arazi idare etmeli mi etmemeli
mi?” sorusunu sormaktadır. Yazar bu konunun devlet için düşünülecek en mühim
meselelerden biri olduğunu yazmıştır. Devletlerin elinde arazi bulundurmasının eski
bir gelenektir. İnsanlarda şahsî iradenin zayıflığı ve bir reisin idaresinde korunmaya
temayül göstermesi nedeni ile insanlar henüz mülke sahip olmanın güzelliklerini
yeterince kavrayamamışlardır. Fakat fikrî ilerleme ile şahısların özel mülkiyete
alışabileceğini zikretmiştir. İnsanlarda mülkiyet hakkı anlayışının gelişmesi ve şahsî
mülkiyetini gereği gibi kullanarak fayda sağlamayı idrak edene kadar devletlerin az
çok arazi idare edeceklerini yazmaktadır. Nitekim bu anlayışın gelişmemiş olduğunu
düşündüğü Suriye ve Irak bölgesinde arazinin ahaliye satılmayarak hükümet elinde
kalmasının daha doğru olduğunu söylemektedir. 82
Netice itibariyle Taha Bey’in bu eserdeki temel amacı mükellef olduğu
dersleri vermek ve öğrencilerini bilgilendirmektir. Verdiği dersin mahiyeti
bakımından devletin bütün malî müesseselerini irdelemiştir. Bunun yanında bilgi ve
tecrübelerini öğrencileriyle fazlasıyla paylaşmış olduğunu görüyoruz. Özellikle
Batıdaki gelişmeleri aktararak, zaman zaman da Osmanlı’daki yapı ile kıyaslayarak o
dönemde mevcut olan hâkim görüş çerçevesinde incelemiştir. Nitekim Osmanlı
Devleti artık yüzünü Batıya bir daha geri dönmemek üzere çevirmiştir. Dolayısıyla
eğitimden ekonomiye, toplumsal hayattan devletin siyasî yapısına, askerî yeniliklere
kadar hemen her konuda Avrupa örnek alınmış ve dönemin aydınları da bu noktada
Osmanlı müesseselerini yönlendirmeye çalışmışlardır. Yazarın da bu görüşler
doğrultusunda derslerini işlemiş olduğunu söyleyebiliriz.
Eserde tespit edebildiğimiz bir diğer nokta ise, Taha Bey’in liberal ekonomiyi
savunmuş olduğudur. Müellif Osmanlı Devleti’nde müteşebbis fikirlerin her ne kadar
gelişmemiş olduğunu söylese de, bu hususun çok önemli olduğunu, Batının bu
sayede ilerlemiş olduğunu düşünmektedir. Özel mülkiyet fikrini savunan yazar,
devletlerin her müesseseyi kendi eli ile yönetmesinden doğan hantallığın giderilmesi
gerektiğini, gerek verdiği örnekler ve gerekse de eserine aldığı başlıklarla açıklamaya
çalışmıştır. Bu fikirler istikametinde öğrencilerini aydınlatmaya çalıştığını
görüyoruz.
82 A.g.e.,s. 302,303.
22
Eserde dikkat çeken bir başka husus ise müstebit dönem olarak nitelendirdiği
II. Abdülhamit döneminin bariz bir şekilde olmasa da inceden inceye eleştirilmiş
olmasıdır. Abdülhamit’in özel dairesi diyebileceğimiz Hazine-i Hassa gibi bir
kurumda çalışmış olmasına rağmen, bundan çekinmemiştir. Beklide her yeni rejim
eski rejimi kötüler mantığı ile bunu yapmıştır. Ya da gerçekten çalıştığı kurum
vasıtasıyla bu padişahtan memnun değildi ve koyu bir ittihatçıydı.
23
EMLÂK-İ DEVLET
Mâliye Mektebinde Mu‛allim-i Muhterem Taha Bey Efendi Tarafından Takrîr Olunan
Derslerden Müteşekkildir
Nüshası Mahdûd Ve Her Türlü Hukûku Mahfûzdur
Dersaâdet
1328
24
FİHRİST
Menşe’-i Temellük …………………………………………………………………1
Fikr-i Mülkiyyetin Sâhası …………………………………………………………2
Mülkiyyetin Ta‛alluk Etdiği Mevâdd …………………………………………….4
Hakk-ı Mülkiyyetin Ma‛neviyyâta Ta‛alluku ……………………………………6
Ehliyyet-i Temellükiyyenin Mebde’ ve Müntehâsı ………………………………8
Ehliyyet-i Temellükiyyede Derecât ve Sunûf ve Takyîd Eden Ahvâl …………11
Devletde Ehliyyet-i Temellükiyye ………………………………………………..14
Ta‛rîf-i – Hukûk-ı Mülkiyye – Hukûk-ı Tasarrufiyye …………………………17
Efrâdda Esbâb-ı Temellük ……………………………………………………….20
Verâset ……………………………………………………………………..21
İhrâz ………………………………………………………………………..23
Mübâdele …………………………………………………………………...24
Devletde Esbâb-ı Temellük ………………………………………………………26
Hakk-ı Feth ………………………………………………………………...27
Müsâderât …………………………………………………………………..44
İstimlâkât …………………………………………………………………...50
Hakk-ı Keşf ………………………………………………………………...55
Emlâk-i Hâdise ……………………………………………………………..56
Hakk-ı İşğâl ve İ‛mâr ………………………………………………………57
Mahlûlât ……………………………………………………………………58
Lûkata ve Yâve …………………………………………………………….68
Mübâdelât …………………………………………………………………..73
Teberru‛ât …………………………………………………………………..73
Emlâk-i Devletin Menşe’-i Aslîsi ………………………………………………...74
Emlâk-i Devletin Taksîmi ………………………………………………………..83
Emlâk-i Umûmiyye ……………………………………………………………….85
Yollar ………………………………………………………………………89
Umûmî Meydanlar ………………………………………………………..100
Şimendiferler …………………………………………………………………….103
Enhâr-ı Mubâha, Kanallar, Rıhtımlar, Limânlar …………………………….115
25
Kütübhâneler, Müzeler …………………………………………………………118
Emlâk-i Emîriyye ………………………………………………………………..129
Ma‛lûmât ………………………………………………………………………...134
Levâzımât-ı Umûmiyye-i Askeriyye İdâresine Mülhak Fabrikalar ………….134
Fes ve Çûha Fabrika-i Hümâyûnu ……………………………………………..134
İzmit Abâ Fabrikası ……………………………………………………………..137
Debbâğ ve Kundura Fabrikaları ……………………………………………….138
Debbâğhâne ve Klorehâne ……………………………………………………...138
Bez Fabrikası …………………………………………………………………….142
Tahiniyye ve Fırınlar İdâresi …………………………………………………...144
Dikimhâne (Elbise Anbârı) ……………………………………………………..145
İ‛mâlât-ı Harbiyye Müdüriyeti …………………………………………………146
Top Fabrikası ……………………………………………………………..147
Mermi Fabrikası …………………………………………………………..148
Tüfenk Fabrikası ………………………………………………………….148
Marangoz Fabrikası ………………………………………………………148
Fişenk Fabrikası …………………………………………………………..149
Tapa Fabrikası …………………………………………………………….149
İ‛mâlât-ı Mütevvi‛a Fabrikası …………………………………………….149
Bârût Fabrikası ……………………………………………………………150
Siyah Bârût Fabrikası ……………………………………………………..150
Hereke Fabrika-i Hümâyûnu …………………………………………………..151
Tersâne …………………………………………………………………………...157
İrâdı İçin İdâre Edilen Emlâk-i Emîriyye ……………………………………..161
Devletler Emlâk İdâre Etmeli mi Etmemeli mi? ………………………………162
Ormanlar ………………………………………………………………………...167
Baltalık …………………………………………………………………………...184
Ma‛denler ………………………………………………………………………...200
Ergani Ma‛deni ……………………………………………………………208
Bulgar Dağı Ma‛deni ……………………………………………………...209
Gümüş Hacıköy Ma‛deni ………………………………………………….209
Eskişehir Lületaşı Ma‛deni ………………………………………………...209
26
Ankara Kil Ma‛deni ……………………………………………………….210
Dağardı Krom Ma‛deni ……………………………………………………210
Irak Zift ve Neft ve Petrol Ma‛denleri ……………………………………..210
Ereğli Kömür Ma‛deni …………………………………………………….211
Taş Ocakları ……………………………………………………………………...212
Arâzî-i Emîriyye ………………………………………………………………….213
Miyâh-ı Mubâhadan Ma‛dûd Olmayan Nehir ve Göller ………………………221
Akâr Sûretinde İdâre Olunan Emlâk-i Emîriyye ………………………………222
Çiftlikât-ı Askeriye ……………………………………………………………….231
Emlâk-i Müdevvere ……………………………………………………………..243
Hâkan-ı Mahlû‛ Emlâkının Sûret-i Tedârük ve İdâresi ……………………...251
Elde Bulunan Arâzî Satılmalı mı, Satılmamalı mı, Nasıl İ‛mâr Edilebilirler? 301
Hükûmete Âid Müessesât ………………………………………………………320
Emlâk-i Devletin İştirâ Fürûht ve Ta‛mîri ……………………………………323
İnhisârlar ………………………………………………………………………..336
Menâfi‛-i Umûmiyyeye Müteallik İnhisârlar …………………………………338
Meskûkât İnhisârı ………………………………………………………………338
Posta ……………………………………………………………………………...343
Telgraf ……………………………………………………………………………351
Telefon ……………………………………………………………………………352
Bârût İnhisârı ……………………………………………………………………355
Mâlî İnhisârlar …………………………………………………………………..358
Tuz ………………………………………………………………………………..360
Tütün ……………………………………………………………………………..362
Tömbeki ………………………………………………………………………….367
27
[1]
Menşe’-i Temellük
Cenâb-ı Fâtır-ı mutlak eczâ-i kâinâtı - hangi maksad-ı hikmete müstenid
olursa olsun – bir silsile-i intizâm dâhilinde yekdiğerine lâzım ve melzûm kılmak
sûretiyle beyinlerinde te’sîs-i muvâzene buyurmuş olduğu ve mevcûdât-ı
müteşahhısa içinde harekât-ı irâdiyye kudretine mazhar olmuş olanların,
mevcûdiyyetleri kendi irâde ve kudretlerini sarfa muallak kılındığı cihetle şahsiyyet-
i hayâtiyye sâha-i mudîk-i mevcûdiyyetinde yani hayyiz-i mahsûsunda lâ-kayd ve
âtıl duramayarak, bilâ-ârâm ta‛rîz ve taarruza ve ta‛bîr-i ma‛rûfuyla celb-i menfaat
ve def‛-i mazarrat mücâdelâtına ma‛rûz kalmış ve şu kanûn-i ezelî ekrem-i mahlûkât
olan ve ma‛mâfîh tenevvü‛ ve vefret-i ihtiyâcı ilcââtından olarak teâvün-i
mütekâbile ile yaşamak mecbûriyyetinde bulunan beşer için “hakk-ı temellük”
esâsını kanûn-i mevzû‛ olarak da kabûle ıztırâr hâsıl etmişdir.
Eşyâ-yı hâriciyyeye karşı kâmilen bî-gâne ve muhît ü muhâtdan tamamiyle
gâfil olarak dünyaya gelen insân yavruları, etrafıyla kesb-i muvâneset ettiği ve belki
idrâke başladığı andan i‛tibâren kendisine mukayyed zannında bulunduğu bütün
eşyâ-yı mahsûseyi yed-i zabt ve temellüküne [2] geçirmek husûsunda bir inhimâk
ibrâz eylemesi ve bu inhimâk akl ve idrâkinin tekâmülü nisbetinde tezâyüd ve
tevessü‛ eylemesi dahi son nefese kadar devam ederek ihtiyârlarda hırs-ı pîrî nâmıyla
yâd etdiğimiz derece-i katresine vâsıl olması bütün insânlarda bir hâl-i cibilllî ve
tabîî olduğunun alâmât-ı bâhiresindendir.
Esâsen fıtratdan münbais olmak hasebiyle en tabîî ve en meşrû‛ olan şu
hakkın insânlar için adem-i kabûlü farz ve takdîrinde medeniyyetle nâil-i terakki ve
teâli olmak şöyle dursun idâme-i hayât ve insâl-i beşere imkân bile bulamayacak idi.
Zâten bu hakkın asârına akvâm-ı ibtidâiyye ve vahşiyyede dahi tesâdüf ediyor ve
akvâmda derece derece mazhar olduğu te’mînâtın medeniyyetin terakkisiyle
mütenâsiben tezâyüd etmekde olduğunu görüyoruz.
Fikr-i Mülkiyyetin Sâhası
Fikr-i temellük insânlarda hılkî ve cibillî olmakla beraber tekemmülât ve
terakkiyât-ı medeniyye ile mütenâsiben tezâyüd şanından olan ihtiyâcât-ı beşer bu
28
fikr-i tenmiye ve takviyeye sâ’ik [3] olduğu hâlde; hayvânât hem esâsen o fikirden
hem de ânı inkişâf etdirecek sevâikden mahrûm bulunmak hasebiyle “hakk-ı
temellük” beşere muhtass kalmış ve gerçi hayvânât da temellükün levâzımından olan
istihzâr ve iddihâra delâlet eder bazı gûnâ harekât-ı meşhûd olması anlarda da fikr-i
temellükün mevcûdiyyetine zann ve şübhe tevlîdine müsâid ise de terakkiyât-ı
ilmiyye bu zannın takvîyesine imkân bırakmamışdır. Fi’l-hakika çâr-pâ hayvanlar,
kuşlar meskenlerini intihâb veya ihzâr ederler, fakat ihtiyâclarının zevâliyle beraber
anlara olan irtibât ve münâsebetleri de zâ’il oluverir. Hayvânât-ı mütehaddireden
olmak dolayısıyla tabîaten kışın me’kûlât ihtiyâcâtından vâreste bulunan
karıncaların, zehâir cem‛inde gösterdikleri fart-ı gayret âtîyen def‛-i ihtiyâc
emniyyesine ma‛tûf ihtiyâta mahmûl olamayacağından ancak ihtirâsât-ı
nefsiyeleriyle tefsîr olunabilir.
[4]
Mülkiyyetin Ta‛alluk Etdiği Mevâdd
Min haysü’l-mâ-hiye mücâdelât ve mübârezât-ı hayâtiyyenin bir netice-i
muvaffakiyyeti olan temellük taraf-ı gâlibin taraf-ı mağlûba tahakküm ve istîlâsından
ibâret olduğundan temellükün tahakkuku evvel-be-evvel teshîr ve istîlânın
tahakkukuna vâ-beste olmak zarûrî ve binâen aleyh taht-ı istîlâya alınamayan yani
mümkinü’l-ihtirâz olmayan mevcûdâta temellük de olunamamak tabîî olur. Nasıl ki
hevâ-yı nesîmîye, ziyâ ve harâret-i şemse, ebhâr-ı muhîte temellük olunamaz intifâ‛î
umûma mubâh olur fakat bu ibâhe ânlarda mahlûl olmak kabiliyyetinin fıkdânından
değil taht-ı istîlâya almak için kudret-i beşerin adem-i kifâyetinden münbais olmakla
eşyâ-yı mubâhadan da istîlâ-yı beşer tahtına alınabilen kısmı mâl-ı muharrez ve
mahlûl olur.
Her şahsa hâss enâiyyet ve her enâiyyet için gayriyyet lâ-büdd ve tahaddüs-i
mücâdele enâiyyetle gayriyyete müterettib hâlet-i tabîiyye bulunmak hasebiyle
memlûkiyyetin insânlara da ta‛alluku tabîî görünmekde ve akvâm-ı sâlifede mer‛î
olan bu usûl el-yevm bile [5] akvâm-ı gayr-i mütemeddine arasında cârî bulunmakda
ise de hürriyyet-i şahsiyyeye pek hürmetkâr olan medeniyyet-i hâzıra efrâd-ı
beşeriyyenin emtia-i ticâriyye misillû emvâl-i âdiyye ile mübâdelesine mesâğ
vermemektedir. Bi’l-mübâreze mağlûbiyyet neticesi olarak hayâta mukabil gâib
29
edilen hürriyyetler bile –esâret, beşer için hadd-i zâtında pek girân bir mahrûmiyyet
olmak sebebiyle - bütün erbâb-ı diyânet indinde vesile-i ecr ve mesûbât olmak üzere
eshâbına iâde edilegelmiş ve hürriyyet-i şahsiyye şerâyi‛-i ilahiyyede asıl ittihâz
olunmuşdur. Bizim Kanûn-i Esâsî’mizde olduğu gibi bütün milel-i mütemeddine
kavânîn-i esâsiyyesinde hürriyyet-i şahsiyye lâ-yezâl bir hakk-ı esâsî olmak üzere
kayd ve te’yîd edilmişdir.1
[6]
Hakk-ı Mülkiyyetin Ma‛neviyyâta Ta‛alluku
Her şahs-ı insânî min ciheti’l-hilka maddî ve ma‛nevî bazı kuvvâ ile
mücehhez olarak vücûd-yâb olagelib mevhibe-i kudret olan bu kuvvetler müstakilen
bir şahsiyyete merbût olmak hasebiyle şahsiyyet için kabûl edilen hakk-ı mülkiyyetin
evvelen ve bi’z-zât o kuvvetlere ta‛allukunun kabûlü de zarûrîdir.
Binâen aleyh insânın en ibtidâî ve ilişiksiz mâl ve mülk-i harîmî fıtraten hâ’iz
ve hâmil olduğu kuva-yı maddiyye ve ma‛neviyyesi olmak lâzım gelir. Esâsen bu
kuvvetlere hakk-ı mülkiyyetin ta‛alluku umûmen musaddak olmasından nâşîdir ki
bütün milletlerin kavânîn-i medeniyyesince [7] mazmûn add edilmişdir.
Her asl, kendi semerât ve menâfi‛ne ahakk ve elyak olacağına göre zikr
olunan kuvvâ-yı maddiyye ve ma‛neviyye-i beşeriyyenin semerât ve menâfî‛ yani
mahsûs-ı mesâî ve faâliyeti de doğrudan doğruya hâmili olan şahsiyyete âid ve râci‛
olur. Şu mahsûl ister ma‛mûlât ve masnuât-ı meşhûde ve mahsûseden olsun ve ister
sarf-ı ma‛kûlât ve ma‛neviyyât-ı mücerrede kabilinden bulunsun çünkü hadd-i
zâtında kuvvâ-yı ma‛neviyyenin tedbîr ve idâresi tahtında â‛zâ ve cevârihle eşyâ-yı
hâriciyye üzerinde husûle getirilen asâra ta‛alluku kabûl olunan hakk-ı mülkiyyetin
â‛zâ ve cevârih-i hariciyye tavassut etmeksizin ma‛kûlât-ı mücerrede sûretinde tecellî
1 Üserâ-yı zenciyenin men‛î bizde 4 Kanûn-i Evvel sene 305 târihli kanûn ile te’sîs etmiş ve 12 Şevval sene 327 ve 14 Teşrîn-i Evvel sene 325 târihinde irâde-i seniyyeye iktirân eden 15 Şevval sene 327 ve 17 Teşrîn-i Evvel sene 325 târihli Meclis-i Vükelâ mazbatasında “… Memâlik-i Osmâniyye’de esâret kanûnen memnû‛ ve memnû‛iyyet-i vâkıa Kanûn-i Esâsî ile de müeyyed ve mesâğ-ı istirkâ vücûdî ahvâl ve şerâit-i mahsûsaya tâbi‛ olduğu hâlde esâsen kayd-ı esâretden azâd olan Çerkeslerin vesile-i ticâret ittihâzı gayr-i câiz bulunduğuna binâen Çerkes ve sâir köle ve câriyelerin de üserâ-yı zenciye gibi men‛-i bey‛ ü şirâ’sı varaka-i inkıyâdları sâbık mevlâları tarafından iddiâ’ olunanlar oluyorsa haklarında ber nehc-i şer‛î hemen murâfaa icrâ ve hükümleri sür‛at-i mümkine ile i‛tâ olunarak şer‛ân ve kanûnen hür olan birtakım ebnâ-i vatanın kayd-ı esâret altında kalmalarına meydân verilmemesi…” denilmişdir.
30
edecek kuvvâ-yı ma‛neviyye asârına ta‛alluku bi’l-evleviyye kabûl olunmak iktizâ
eder.
Şu îzâhâtdan da müstefâd olduğu üzere “hakk-ı mülkiyyet” yalnız maddiyyâta
münhasır kalmayarak ma‛neviyyâta da şâmil tutmak icâb eylemiş ve binâen aleyh
şöhret ve mahâret-i sanâ‛iyye ve ticâriyye ihtirâât-ı ulûm ve edebiyyât ve fünûn-ı
bedî‛iyye hakk-ı mülkiyyetin ta‛alluku kabûl olunmuşdur.1
[8]
Ehliyyet-i Temellükiyyenin Mebde’ ve Müntehâsı
Mahlûkât-ı sâire meyânında insân dahi ne ezeliyyet ve ne de ebediyyeti hâiz
olmayıb belki mevcûdiyyeti zaman-ı mukaddere maksûd olmasına ve münhasıran
enâiyyete âid olan [9] hukûku da ancak mevcûdiyyeti ile kâim olacağına binâen
“hakk-ı mülkiyyet” mevcûdiyyet-i şahsiyyeye tebe‛an zuhûr ve üfûl etmek zarûrîdir
mevcûdiyyet ise meşhûdiyyet ve mahsûsiyyete merbût olmayarak husûl-i tekevvünle
sâbit ve hulûl-i iklâl ile zâil olur ahvâlden bulunduğundan şahsiyyet-i ferdiyyenin
mevcûdiyyetine, rahm-ı mâderde an-ı tekevvün-i mebde’ [10] verecek cesedden
infikâkıyla başlayan ân inhilâl-i müntehâ add edilmek lâzım gelir.
Mütâlaât-ı mesrûdeden anlaşılacağı üzere cenîn henüz doğmadan ehliyyet-i
temellükiyyeyi hâiz ve sâhib-i zımmet bir şahs-ı insânîdir. Ber-hayât doğmak şartıyla
emvâle ve hatta ünvâna tevârüs eder. Kendisine vasiyyet ve hîbe-i tarafdâr olunabilir
mevtin hulûlî şahsiyyetini ve binâen aleyh âna merbût olan bütün ehliyyetleri izâ‛a 1 Hakk-ı te’lîf bizde ilk neşr olunmuş olan 30 Ağustos sene 288 târihli kitâb tab‛ı hakkındaki nizâm-nâme ile kabûl olunub anın feshiyle makamına kâim olan fî 8 Mayıs sene 326 târihli hakk-ı te’lîf kanûnu mahsûlât-ı fikriyye ve kalemiyye üzerine sâhiblerinin hakk-ı temellüklerini te’yîd eylemişdir. Bu kanûnun ikinci maddesinde mahsûlât-ı fikriyye ve kalemiyye (her nev‛i kütüb ve resim ve elvâh ve hutût ve meskûkât ve heykel ve plan ve harita ve mi‛mârî ve cografî ve topografî ve sâir fennî mu‛zamât ve mücessemât ve mûsiki ve beste ve nota gibi asâr) diye ta’dâd olunmuşdur. Kezalik matbûât kanûnunun beşinci maddesinde (neşr olunan her gazete veya risâle-i yevmiyye-i mevkûta sâhibinin mülküdür. Ahere temellükü câizdir. Sâhibinin vefâtında emlâk-i sırfa gibi ahkâm-ı ferâiz dâiresinde veresesine intikal eder) denilmişdir. Sanâ‛yi de hakk-ı temellük ise 1288 târihli nizâm-nâmeyi ta‛dîlen fî 28 Nisan sene 314 târihli nizâm-nâme ile kabûl olunmuş ve fî 18 Şubat sene 97 târihli kanûn ile de hakk-ı ihtirâ‛ te’mîn kılınmışdır. Temellük olunur şeyler meyânında bizde bir de gedik vardır. Bir san’atın icrâsına mahsûs alât ve edevâtın bir dükkâna vaz‛ sûretiyle ihdâs edilmiş gedik kendilerinden mürûr-ı zaman ile eser bile kalmadığı hatta dükkân başka bir san‛ata tahsîs edilmiş olduğu hâlde bile gedik nâmıyla tasarruf olunagelmiş ve asıl garibi içine gedik ihdâs edilmiş akarât gediğe tâbi‛ olarak tasarruf senedleri gedik üzerinde ceryân etmiş ve akarın mutasarrufu muayyen bedel-i îcârî almakla iktifâ mecbûriyetinde bırakılmışdır. Gedik mukaddemleri mühim iken sonraları vakfiyyeti de mer‛î tutulmuşdur. Sanâyî-i akar şekline ifrâğ ve birçok kuyûd ve şurût ile âdeta inkişâfına mâni‛ olanlar gedik usûlünün memeleket dâhilinde mazarrat-ı lâyıkıyla tezâhür etmekle 1277 târihli nizâm-nâme ile yeniden gedik ihdâsı men‛ olunmuş ise de eskiden kalma gedikler henüz irâ’e-i mevcûdiyyet etmekdedir.
31
edeceğinden mevtâya mülkiyyet isnâdına da mahall kalmaz. Mâ ba‛de’l-mevte
muzâf olan vasiyyet gibi tasarrufât-ı beşeriyye ukûd-ı müeccele kabilinden sayılabilir
çünkü vasiyyet akîb-i mevte ta‛lîk edilen ahd-ı hâss diye ta‛rîf olunmuşdur vakf dahi
hâl-i hayâtda mülkiyyetden ihrâc edilmişdir. Vâkıfın arzûsuyla takarrür eden şerâit-i
vakfiyyetin ba‛de-l-vefât ve hatta müebbeden mer‛iyyeti ise vâkıfın hakk-ı
mülkiyyetinden müstemirren ve müebbeden te’mîn-i istifâdesi nokta-i nazarına
ma‛tûf olamayıb vakfın esâsen cihet-i hayr ve birre müte‛allik olması sebebiyledir ki
bunda mündemic menâfi‛-i umûmiyye endişesi şöyle bir ebediyyete mesâğ vermiş ve
hatta ebediyyeti şart-ı aslî ittihâz kılmışdır.
[11]
Ehliyyet-i Temellükiyyede Derecât ve Sunûf ve Takyîd Eden Ahvâl
Ehliyet-i temellükiyyenin sübûtu için ta‛ayyün eden iki müntehâ arasında şu
ehliyyeti bâis ve bâdî olan şahsiyyet-i insâniyye mahlûkât-ı sâireden ancak kuvvâ-yı
ma‛neviyyesiyle mümtâz ve kuvvâ-yı ma‛neviyye dahi kuvvâ-yı maddiyye misillû
edvâr-ı hayâtiyye ahkâm ve mukteziyâtına tâbi‛ ve nakliyât-ı kevniyyeden müteessir
olmak hasebiyle ehliyyet-i temellükiyye insânın kuvvâ-yı ma‛neviyyesiyle
mütevâziyen dûçâr-ı tahavvül olmak zarûreti hâsıl olduğundan bi’n-netice insânın
kuvvâ-yı ma‛neviyyesi tamam ve avârızdan masûn bulundukca ehliyyet-i
temellükiyyesi de kâmil ve aksi hâlde nâkıs ve kâsır add edilmişdir. Binâen aleyh
nef‛-i mahz ve zarar-ı mahz ve nef‛ ile zarar beyninde mütedâir ukûd ve muâmelâtda
ehliyyet-i temellükiyyenin dereceleri nazar-ı dikkate alınarak sabî-i gayr-i mümeyyiz
ve sabî-i mümeyyiz devrelerindeki ehliyyetler cünûn ve atehe mukarin ehliyyetler
gibi ale’d-derecât kâsır sayılmış ve [12] sefeh bile vesile-i hacr ve kasr ittihâz
olunmuşdur. Köle ve câriye de mahcûrîn zümresindendir. Hukûk-ı medeniyyeden
ıskât cezâsına dûçar olan mücrimler de bu ehliyetlerini kısmen zâyi‛ ederler. Hâl-i
firârda bulunan cinâyât erbâbının emlâkının haczi ve mahbûsîn emlâkı hakkındaki
takayyüdât başka maksada müsteniddir.
Emlâk-i gayr-i menkûle; havza-i memâlikî dâhilinde bulunduğu devletin
eczâ-yı memâlikinden sayıldığından bazı devletler emlâk-i gayr-i menkûle istimlâkı
hakkını kendi teb‛asına hasr etmiş ise de diğerleri bu hakkı icâbına i‛tâda beis
görmemişlerdir. Ez-cümle Hükûmet-i Seniyye 1284 târihli kanûn ile ol bâbdaki
32
protokole vaz‛-ı imzâ eden devletler teb‛asının Memâlik-i Osmâniyye’de istimlâkına
müsâade vermişdir. Bu protokol mûcebince teb‛a-i ecnebiyye Memâlik-i
Osmâniyye’nin Hicâz arâzîsinden mâ‛adâ mahallelerinde istimlâk hakkını hâiz ise de
şu istimlâke müte‛allik bütün muâmelâtda teb‛a-i Osmâniyye menzilesinde tutulub
teb‛a-i ecnebiyyenin uhûd-ı atîka icâbınca hâiz olduğu imtiyâzâtdan müstefîd
olamaz.
[13] Mezkûr protokole ekser devletler vaz‛-ı imzâ ederek yalnız Brezilya,
Japonya, Romanya, Karadağ, Sırb ve Bulgar hükûmetleri henüz imzâ
etmediklerinden bu devletler teb‛ası Memalik-i Osmâniyye’de emvâl-i gayr-i
menkûleye temellük ve tasarruf edemez.1
1 İstimlâke me‛zûn olmayan teb‛a-i ecnebiyye uhdesine emlâk-i gayr-ı menkûle geçmiş olursa eshâb-ı intikalden olan veresesine intikal etmezse de Bulgar teb‛asına intikal etdirilib fakat yedlerine sened-i hâkanî verilmez. 6 Temmuz sene 326 târihli 549 numaralı Meclis-i Vükelâ kararını mübelliğ tezkere-i sâmiyyenin sûreti ber-vech-i âtîdir. Bulgar teb‛asına Memâlik-i Osmâniyye’de hakk-ı istimlâk bahş eder bir i’tilâf-nâme olmadığı cihetle teb‛a-i merkûmenin Memâlik-i Osmâniyye’de emvâl-i gayr-i menkûle iştirâsına hakları olmayıb ancak teb‛a-i mezkûreden Devlet-i Aliyye-Bulgar protokolünün târih-i tasdîki bulunan 6/9 Mayıs sene 909 târihinden evvel emlâk etmiş olanların tasarrufda devam etmeleri ma‛-hazâ emlâk-i mezkûreyi yalnız teb‛a-i Osmâniyye’ye yahud Memâlik-i Osmâniyye’de istimlâk hakkı ahden hâiz teb‛a-i ecnebiyyeye fürûht edebileceklerinden ve Bulgar teb‛asından bu sûretle emlâk mutasarrıf olanların vefâtı vukû‛unda emlâk-i mezkûre kavânîn-i Devlet-i Aliyye mûcebince muteveffânın veresesine intikal ve bunlar tasarrufunda devâm edib fakat nâmlarına senedât verilmemesi lâzım geleceğinden ana göre icrâ-yı icâbının Dâhiliyye ve Defter-i Hâkanî Nezâretlerine havâlesi ve Hâriciyye Nezâretine ma‛lûmât î‛tâsı bi’t-tezekkür iktizâsı îfâ olunmuşdur. Şurası da bilhassa hâtır-nişân olmak lâzımdır ki düvel-i ecnebiyye konsolosları sâir-i teb‛a-i ecnebiyye gibi kendi nâmlarına Memâlik-i Osmâniyye’de istimlâka hakları var ise de konsoloshâne ve yahut mensûb oldukları devlet nâmına istimlâka me’zûniyyetleri yokdur. Bu gibi ahvâlde ayrıca emr-i âlî istihsâli lâzım gelir. Hâl-i harb münâsebetiyle Balkan Devletleri teb‛asının hakk-ı istimlâkı hakkında ber-vech-i âtî karar ittihâz olunmuştur. 1- Karadağ teb‛ası kable’l-harb olduğu gibi ba‛de’l-harb dahi istimlâk hakkından mahrûmdur. 2- Bulgar teb‛ası kable’l-istiklâl uhdelerinde bulunmuş olan emlâkı tasarrufunda devâm ve anları
teb‛a-i Osmâniyye’ye ve yahud hakk-ı istimlâke mâlik teb‛a-i ecnebiyyeye ferâğ edecekler ve vefâtları vukû‛unda vereseleri hakk-ı intikale mâlik olabileceklerdir. Ba‛de’l-istiklâl Bulgaristan teb‛asının hakk-ı istimlâkları sâkıt olduğu için ba‛de’l-harb dahi bu hukûkdan mahrûmdurlar.
3- Sırb teb‛ası 9 Mart sene 1896 târihli konsolos mukavele-nâmesi mûcebince ve Yunan teb‛ası 7 Safer sene 1284 kanûnuna merbût protokolü hükûmet-i Yunaniyye 1873 senesinde imzâ etmiş olmak hasebiyle hakk-ı istimlâke mâlik ediyseler de hâl-i harb bi’l-cümle muâhedât mukavelât ve i’tilâfâtı fesh eylediğinden i‛lân-ı harb târihinden i‛tibâren ne Sırblar ne de Yunanlılar hakk-ı istimlâkden istifâde edebileceklerdir. Şu kadar ki harbden evvel mükteseb mülklerini tasarrufda devâm ve ânları teb‛a-i Osmâniyye’ye ve hakk-ı istimlâke mâlik teb‛a-i ecnebiyyeye bey‛ ve ferâğ edebileceklerdir. Kable’l-harb muâmelâtına ibtidâr edilmiş olan teferruğ bi’l-vefâların muâmele-i ferağiyyeleri îfâ edilemeyerek tevakkuf etmiş olanların muâmelâtı ta‛tîl edilecek ve muâmele-i teferruğiyyeleri îfâ edildiği hâlde muâmele-i tahrîriyyeleri icrâ edilemeyenlerin muâmelesine devam edilecekdir.
33
[14]
Devletde Ehliyyet-i Temellükiyye
Hukûk-ı şahsiyye hukûk-ı ictimâiyyenin menbâsı olmasına nazarân efrâd-ı
beşeriyye için kabûl edilen “hakk-ı mülkiyyet” a‛zâsı iştirak-ı menâfi‛le mürtebit her
hangi bir hey’et-i müctemia-i beşeriyyede de tecellî etmek zarûrîdir. İştirâk-ı menâfi‛
esâsâtı eşkâl-i ictimâ‛in ekmeli olan devletde mâhiyeten mündemic olmak hasebiyle
hakk-ı temellük devletin hukûk-ı esâsiyesi meyânında lâ-yenfekk bir mevki‛ ihrâz
eder.
[15] Ancak devlet bir tarafdan hâkimiyyet-i umûmiyyeyi ve diğer tarafdan
vesâyet ve velâyet-i âmmeyi hâiz olub ehliyet-i temellükiyyesi yalnız ikinci vasfına
müteferri‛ husûsâtda bulunduğundan devlet umûr-ı temellükiyyede bir gûne asâr-ı
tecebbür ibrâz edemez. [16]Belki bu bâbda ale’l-âde efrâd menzilesine mütenezzil ve
hatta müft-i hâkimiyyetiyle vaz‛ etdiği kavânîn ahkâmına bi’z-zât kendisi de inkıyâd
ve mutâva‛at mecbûriyyetinde bulunur mülkiyyet dolayısıyla efrâd ile mu‛âraza ve
husûmetde mehâkem-i umûmiyye devlete bir mevki‛-i imtiyâz ve ruchân vermez.
Hulâsa mülkiyyetden mütevellid hakk, [17] devlete ta‛allukunda efrâda
ta‛allukundaki kuvvet ve kesâfeti ne ise yine aynıdır: Bir gûne fark ve tefâvüt eseri
irâ’e edemez, ederse kuvvetin hakka galebesine mesâğ verilmiş olur.
Menâfi‛-i umûmiyye için fevka’l-âde ve istisnâi olarak kabûl olunan
istimlâkde bile menâfi‛-i umûmiyyeye hukûk-ı asliyye-i eşhâsı zerreten-mâ fedâ
edilmez. Tecvîz edilen cihet nihâyet hukûk-ı mülkiyyet sâha-i vesî‛asının birâz kasr
ve tahdîdinden ibâret kalır ki bu kasr ve tahdîdin kavânîn-i umûmiyye ahkâmına
muhâlefeti de bir emr-i zâhirî olub hadd-i zâtında rûh-i kanûna tamamiyle
muvâfıkdır.
Ta‛rîf-i – Hukûk-ı Mülkiyye – Hukûk-ı Tasarrufiyye
Mülk hadd-i zâtında bir şeyi bi’l-istiklâl zabta kadir olacak vechle dest-i istîlâ
ve tasarrufa almakdan ibâret ise de hukûk ve salâhiyyetleri ef‛âli ve harekâtı cihet
cihet tahdîd ve takyîd etmek [18] şânından olan hâl-i cem‛iyyet bu bâbda da pek
ziyâde takyîdât îkâ‛ etdiğinden ve bu takyîdât dahi cem‛iyyet ve milliyyetlerin âdât
34
ve teâmülât ve ictihâdâtına göre tebeddül edeceğinden mülke “insânın meşrû‛ân
intifâ‛ edebileceği şey” diye tâ‛rîf etmek iktizâ etmişdir1 hakk-ı mülkiyyet de işte şu
hakk-ı intifâ‛dan ibâretdir.
Şeyin medlûlünde a‛yân ve menâfi‛ dâhildir. Binâen aleyh mülk bazen ‛ayn
olur bu sûretde o ‛aynın menfa‛ati de ‛ayna tab‛ân mâlikine âiddir. Mülk bazân da
yalnız menâfi‛ olur bu sûretde ise menâfi‛e ta‛alluk eden hakk ‛ayna sirâyet
edemeyeceğinden menâfi‛e mâlik olanın hakk-ı intifâ‛ı o menâfi‛e maksûr kalır.2
[19] Şu hâlde ‛ayna mâlik olan onun menafi‛inden intifâ‛ edebildiği gibi
zâtiyyet ve ‛ayniyyetini haleldâr edecek sûretde ifnâ’ ve imhâ etmeğe de
salâhiyyetdâr sayılıyor. Menâfi‛a temellükde ise o şeyin ‛aynî ve zâtî hakk-ı istîlâ
hâricindedir. İfnâ’ ve ihlâk olunamaz.
Emvâl-i gayr-i menkûlenin bazı aksâmına ta‛alluk eder bizde bir nev‛i hakk
daha vardır ki âna “hakk-ı tasarruf” deniliyor. Tasarruf nev‛imâ temellüke müşâbih
ise de mâhiyeten temlîk-i menâfi‛den ibâret olduğundan ekser ahkâmı icâre
kavâidine tâbi‛dir. Ez-cümle bir şeye tasarruf olan ol şeyin ‛aynını ve zâtını ihlâk
edemez. ‛Ayn ü zât lafızlarının delâlet etdiği ma‛na “rakabe” ta‛bîr-i kanûnîsiyle
ifâde olunmakdadır. Nasıl ki arâzî kanûnunun birinci maddesinde rakabe zât ve
mülkiyyet kelimeleriyle tavzîh ve tefsîr olunmuşdur.
Hâl-i ictimâ‛, hukûk-ı mülkiyyeti tefsîr ve tahdîd etdiği için ta‛rîfe [20]
meşrû‛an kaydı ilâve olunmuşdu. Fi’l-hakika insân mülkünden keyfe mâ yeşâ’ intifâ‛
etmek lâzım gelirse de bu hakk-ı intifâ‛ bişarti’s-selâm olmak yani başkalarına
mazarrat îka‛ına vesile olmamak şart-ı esâsıyla da meşrûtdur. Çünkü a‛zâ-yı
cem‛iyyet arasında münteşir hukûk-ı mülkiyyetin mütekabilen te’mîn-i muvâzenesini
bu şartı lâ-büdd kılar. Mecellede kitâbu’ş-şirketin mesâ’il-i hîtân ve cîrâna müte‛allik
bâb-ı sâlisi ile kanûn-ı cezânın 163. maddesi şu takyîdi sarâhaten irâ’e etmekdedir.
Zâten kavânîn mâni‛asının bütün ahkâmı şu nokta-i nazara göre mürettebdir.
1 Mecellenin 135. maddesinde “mülk gerek â‛yân olsun ve gerek menâfi‛den olsun insânın mâlik olduğu şey” diye ta‛rîf olunmuş ise de devri hâvî olduğu cihetle sâlim bir ta‛rîf değildir. 2 Lisânımızda mülk â‛yân-ı gayr-i menkûle hakkında müsta‛mel olub menkûlâta sûret-i mutlakada mâl-i emlâk olunmakda ve menâfi‛e ta‛alluk eden mülk dahi icâre gibi nâm-ı mahsûs ile yâd olunmakdadır. Mâl esâsen mütekavvem ve gayr-i mütekavveme şâmil ve mülkden eamm bir ta‛rîfdir.
35
Efrâdda Esbâb-ı Temellük
İnsânın yedine emvâl, ya kendinden evvel vefât edenlerden intikal veya
kuvvâ-yı zâtiyyesinin sarfıyla istihsâl ve yahud da başkalarınınkilerle mübâdele
sûretiyle geçebileceğinden esbâb-ı temellük [21] Mecellenin 1248. maddesinde
musarrah olduğu üzere verâset ihrâz, mübâdeleye inhisâr eder.
Verâset – Mukaddemâda görüldüğü üzere efrâd-ı insâniyyenin en ibtidâî ve
ilişiksiz mâl-ı harimî kendisine mevhibe-i fıtrat olan kuvvâ-yı maddiyye ve
ma‛neviyyesidir. Halbûki şu kuvvetler âdet-i ilahiyyenin ceryânı vechle doğrudan
doğruya yokdan var olmayıb âbâ ve ümmehâtdan mevrûs ve mevlûddur. Vücûdun
teşkilât-ı hâriciyesinde görülen alâim-i karâbet şöyle dursun baba ve ananın bünye ve
isti‛dâdı ve ahlâkı bile tevârüs etdiği meşhûdumuzdur. Müskirât veya sâir sû-i
isti‛mâlât ile vücûdunu tahrîb eden zavallı hem-cinslerimizin dûçâr oldukları avârız
kendilerinde kalmayarak evlâd ve ahfâdlarına da nakl olunurlar. Nesl-i atîleri bundan
müstemirren mutazarrır ve muzdarib olur. Babanın günâhından evlâd ve ahfâdın şu
sûretle görülen mes’ûliyyeti “ukubâtda niyâbet olmaz ve cürm ü cezâ tevârüs etmez”
kâide-i hukûkiyyesine [22] muhâlif bir zemîn-i tetebbu‛dur.
Âbâ ve ümmehâtın kuvvâ-yı maddiyye ve ma‛neviyyesi böylece tevârüs
etdikden sonra müktesebâtın tevârüsü evlâ bi’t-tarîk kabûl olunmak lâzım gelir.
İştirakiyyûnun tevârüse muârız bulunmaları şu kâide-i tabî‛iyye ve fıtriyyeye tevâfuk
edemeyeceği bedâhetine göre beşeriyyetde hiçbir zaman mevki‛-i tatbîk bulamaması
muhakkakâtdandır.
Tevârüs-i mevtâdan kalan emvâle bilâ-bedel vaz‛-ı yede salâhiyyet verir bir
hakk-ı meşrû‛dur.
Her devletde az çok farklı usûl-i verâset mevcûd olup bizde ise dört nev‛
verâset cârîdir. Şöyle ki: Emlâk-i sırfa ve me’mûrînin izniyle üzerine kürûm ve eşcâr
gars ve yahud ebniyye inşâsıyla mülke tâbi‛iyyet kesb eden arâzî-i emîriyye ahkâm-ı
ferâiz dâiresinde ale’d-derecât sekize bâliğ olan vereseye ve arâzî-i emîriyye kezalik
sekiz derece eshâba intikale ve icâreteynli mevkûfeler yalnız evlâda [23] ve
mukâtaalı veya tevsî‛-i intikalli olanları yedi derece ashâba intikalle intikal eder.
İhrâz - Mâlik olduğumuz eşyâ eğer tevârüsle elde etdiğimiz emvâle münhasır
kalmasa ve her an vukû‛ bulan istihlâkâtimizin tazmîn ve telâfisine sa‛y ü amelimiz
36
meded-res olmasa devam-ı hayâtımıza imkân kalmayacakdı. Hayvânat gibi ne
melbûsâtdan istiğnâ ve ne de hüdâ-yî-nâbit me’kûlât ile iktifâ edebiliyoruz.
Terakkiyât-ı fikriyyede hatve-endâz oldukca ise ihtiyâcâtımız da mütevâliyen
tevâfür eder binâen aleyh devam ve bekamız için bize külle yevm imtinâ ve ihlâk
etdiğimiz ve âtiyen ihlâk edeceğimiz eşyâyı kuvvâ-yı akliyye ve bedeniyyemizin
sarfıyla istihsâl ve tedarük mecbûriyyetindeyiz. Amm-ı iktisâdda görüldüğü üzere
tabî‛at-ı sermâye ve sa‛y ü amelden ibâret olan müvelledât-ı servet arasında sa‛y ü
amelden en mühimini teşkîl eder. Tabî‛at bize bütün ihtiyâcâtımızı müstahzar olarak
vermez sermâye de kendiliğinden semere-bahş olmaz. [24] Sa‛y ü amelimiz her
ikisinde de pek esâslı bir te’sîr îkâ‛ eder. Zâten hayâtın alâmet-i fârikasını fa‛âliyet
teşkîl etdiğinden hayâtın takdîr-i kuvvet ve miknetinde en sâlim mikyâsı derece-i
fa‛âliyet olmak lâzım gelir. Eşhâs ve akvâmın mikyâsı ibrâz edeceği fa‛âliyete
merbût olub biz Şark ahâlîsinin Avrupalılar’dan geri kalmaklığımızda bazı avâmilin
neticesi olarak mübtelâsı olduğumuz atâletimizdir. İhrâz, kuvvâ-yı beşerin bir şekl-i
nâfi‛de tecellî ve istihâlesi ve yahut bir şey üzerine mülkiyyeti müstelzim kılar
vücûh-ı a‛mâlden bir amel-i izâfe ve ilâvesidir, diye ta‛rîf olunabilir.
Zabt ve istilâ tahtına almak sûretiyle eşyâ-yı mubâha ihrâz olunabildiği gibi
bütün sanâyi‛de kıymet-i asliyye-i eşyâ üzerine kıyem-i munzamme ilâve etdiğinden
dolayı ihrâzda dâhildir. Hakk-ı karar ve mürûr-ı zaman da buna mülhaktır.
Mübâdele - Her insân kendi ihtiyâcât-ı rûz-merresini yalnız sa‛y-ı
zâtiyyesiyle doğrudan doğruya tedârük edemez.
[25] Hâl-i vahşisinde meh-mâ-emken mesâî-i zâtiyye ile def‛-i ihtiyâc
mümkün olsa bile yine müşkilâtdan azâde olamaz. Medeniyyetin terakkisi ve
ihtiyâcâtın tevâfür ve tenevvü‛i ise şu müşkilâtı kat kat tezyîd etdiğinden medenî bir
insân me’kûlât ve melbûsât ve mesken i‛tibâriyle muhtâc olduğu şeyleri başlı başına
tedârük külfetini tahammül kudreti müsâid değildir. Fakat insânlar arasında sevkü’l-
ilcââtla vücûd bulmuş olan bir kâide-i iktisâdiyye te’sîr-i i‛câzkâr-ânesiyle müşkilât-ı
mezkûre yalnız ortadan kalkmakla kalmayarak terakkiyyât-ı beşeriyyeye ve o
meyânda tezyîd-i esbâb refâhiyyet ve saâdet-i umûmiyyeye sebeb olmuşdur.
Mevzû‛-i bahs etmek istediğimiz kâide-i iktisâdiyye bildiğimiz taksîm-i a‛mâl-ı zâtın
neticesi olan mübâdeledir. İnsânlar güyâ beyinlerinde bir mukavele akd etmişler gibi
37
kimi zirâat kimi sanâ‛atla meşgûl olarak herkes semere-i mesâisini diğerlerininkilerle
mübâdele ve hepsi de ihtiyâclarını def‛ ederler.
[26]
Devletde Esbâb-ı Temellük
Devlet, hukûk-ı siyâsiyye ve hukûk-ı medeniyyeyi hâiz bir şahs-ı ma‛nevîdir
deniliyor çünkü: Evvelâ eşhâs-ı mâddiyyede kabûl olunan bi’l-cümle hukûkun o
eşhâsın hey’et-i umûmiyyesini temsîl eden şahs-ı ma‛nevîde zuhûru tabîîdir. Sâniyen
de efrâd için li-ma‛zeretin memnû‛ veya mütemenniyü’l-husûl olan hukûk kuvve-i
umûmiyyenin o ma‛zerete olan derece-i mukavemeti kadarınca rücû‛ eder. Andan
dolayıdır ki ferde nisbetinde makdûh ve nâ-meşrû‛ sayılan bazı ef‛âl ve harekât
hey’et-i ictimâ‛iyyeye nisbetinde memdûh ve meşrû‛ olur. Nitekim tecessüs ahlâken
bir fi‛il-i mezmûm iken devletler için vezâ’if-i hayâtiyye cümlesinden sayılarak
resmen ataşeler ma‛rifetiyle icrâ olunur. Efrâd arasında şekâvet add edilen tagallüben
ifnâ-yı hayât ve mâl devletler meyânında medâr-ı şân ve şerefdir.
[27] Hülâsa mübâreze-i hayat kanûn-ı ezelîsinde yegâne âmil olan kuvvet
efrâdın hâl-i ictimâ‛inde kendi aralarında dûçâr-ı takyîd ve tahdîd olduğu hâlde
hey’et-i ictimâ‛iyye muvâcehesinde mürâcaat ve isti‛mâli meşrû‛-i nâ-mahdûd bir
menba‛-i salâhiyyetdir.
İzâhât-ı mürûreden anlaşıldığı üzere devletin esbâb-ı temellükü efrâdınki gibi
üçe inhisâr etmeyerek taaddüd ve tenevvü‛ eder. Ve dâire-i şümûlü de bi-t-tabi‛ daha
vâsi‛ olur, şu esbâb ber-vech-i âtî ta‛dâd ve îzâh olunur.
Hakk-ı Feth: Muhârib devletlerden devlet-i gâlibe devlet-i mağlûbenin
emvâl-i menkûle ve gayr-i menkûlesinden gücü yetdiği kadarını zabt ve temellük
eder. El-yevm cârî olan “yekdiğeriyle düşman olan devletlerdir teb‛alar değildir”
kâidesi evâilde takdîr edilemediğinden hukûk-ı şahsiyye dahi eyâdî-i gâlibiyyetde
bâzîçe-i ihtirâs olurdu fî-zemânınâ dahi hâl-i harbde hukûk-ı şahsiyye fi‛len
tasarrufundan masûn değilse bile hiç olmazsa kavlen masûn sayılmakdadır. Çünkü
[28] eşhasın biri zâtına ve âilesine ve servetine ta‛alluk eden hukûk-ı husûsiyye, ve
diğeri memleketinin saâdet ve idbârında olan alâka i‛tibâriyle iki cihet-i farika
mevcûd olduğu ve muhârebeler ise eşhâs-ı ferdiyye arasında vukû‛ bulmayıb kuvve-i
siyâsiyyeler arasında ceryân etdiği ve eşhâsın harbe iştirâki salüfü’z-zikr alâkaya
38
müsteniden bi-z-zarûre vuku‛ bulduğu için hukûk-ı şahsiyyetin maksâd-ı harb ile bir
münâsebeti olamamak lâzım gelir. Ândan dolayı da taarruzdan mazûniyyeti lâ-
büddür. Halbûki akvâm-ı mütemeddine arasında açılan harblerde dahi harbin gayr-i
kabil ictinâb-ı tahribâtından başka kuvve-i gâlibiyyetin mücerred taraf-ı mağlûbe
mensûbiyyetinden dolayı ahâlî-i ma‛sûme hukûku hakkında revâ gördüğü i‛tisâfât
maa-t-teessüf insânların barbarlık devrine âid zann olunan hayât-ı sefîleden henüz
yükselmek isti‛dâdını göstermediğini zamanımızın harbleriyle istişhâd mümkündür.
Devlet-i mağlûbeden zabt olunan emlâk emvâl ganâim nâm-ı [29]
umûmîsiyle yâd olunur. Emvâl-i ganâim sırf devletin emvâl ve emlâkine
münhasırdır. Hatta hükümdârın emlâk-i husûsiyyesi dahi emvâl ve emlâk-i
umûmîyyeden ma‛dûd olmadığından devlet-i gâlibe tarafından zabt olunamaz.
Zabt olunacak emvâl-i umûmiyye dahi devletin mekasıd-ı askeriyye ve
siyâsiyyesine vusûle doğrudan doğruya hâdim olan emlâk olmak lâzım gelir. Meselâ
eslaha çepehâne mebâni-i emîriyye ve sâire gibi. Maâbed hastahâneler mektebler
kütübhâneler müzeler emvâl-i umûmîyyeden ma‛dûd olmakla beraber cem‛iyyet-i
beşeriyyenin terakki ve himâyesi maksadına müsteniden müessis olmalarıyla
hizmetlerinden tecdîdleri lâzım gelmez.
Muhârebât-ı berriyyede el-yevm kâide bu merkezde olduğu hâlde muhârebât-
ı bahriyyede hukûk-ı şahsiyye te’mîn edilmemişdir. İ‛lân-ı harbi müteâkib düşmân
devletler teb‛asına âid sefâinin limânlarından hareket ve tebâüdü için yalnız bir
mühlet i‛tâsıyla [30] iktifâ olunarak o mühletin inkizâsından sonra elde edilen sefâin
ve hamûlesi müsâdere olunur. Bi’t-tarîk devletler sefâini hamûlesinden de ne gibi
eşyânın harb kaçağı adıyla zabt ve müsâdere olunacağının ta‛yîn ve i‛lânı lâbüddür.
Aksi hâlde ticâret-i umûmiyye kâmilen sekte-dâr olarak harbin mukarrerâtı ahvâl-i
iktisâdiye-i cihâna te’sîrât-ı aleyhe îka‛ eder. İtalya Devleti’yle geçen harb-i ahîr
münâsebetiyle ne gibi eşyânın harb kaçağı add olunacağı Bâb-ı Âlîce bir listeye derc
ve i‛lân olunmuş idi ki mezkûr listeye 1909 târihinde Londra’da da münakkid
mevâni‛-i bahriyyenin beyân-nâmesi esâsı ittihâz olunarak evvelen münhasıran
harbde kullanılan ve binâen aleyh sûret-i mutlakada harb kaçağı add olunan. Sâniyen
ihtiyâcât-ı harbiyyeye yaramakla berâber ahvâl-i sulhiyyede de isti‛mâl olunabilen ve
fakat bidâyeten harb kaçağı add olunan ve sâlisen asla harb kaçağı add edilemeyen
eşyâ idhâl edilmişdi. Muâhharen muâmele-i mütekabile esâsı kabûl olunarak İtalya
39
Hükûmetince harb [31] kaçağı add olunan eşyâya hasr edilmiş ve binâen aleyh
yalnız: Toplar, tüfenkler, karabinalar, rovelverler, tabancalar, kılıçlarla sâir her nev‛
eslâh-ı nâriyye ve nâ-kabil-i nakl eslaha ve mühimmât-ı harbiyye techizât-ı
askeriyyeye müte‛allik her türlü eşyâ ve i‛mâl edilmeksizin hemen teslîmât-ı
bahriyye veya beriyyeye hâdim olabilecek her nev‛ eşyâ harb kaçağı add edilmiş idi.
Bizde feth olunan mahaller nişâncılar ma‛rifetiyle tahrîr ve hâsılât-ı öşriyye
ve nüfûs ve hâne ve baltalık ve mer‛alar sebt-i defter edilir ve mikdâr-ı hâsılâtına
göre hâss, zeâmet, tîmâr nâmıyla aksâm-ı mahsûsaya ayrılır idi. En mazbût tahrîr
Sultan Süleymân-ı Kanûnî devrinde Ebû’s-su‛ûd Efendi’nin zaman-ı meşîhâtında
başlayarak Sultân Murâd-ı Sâlis zamanında hitâma erdirilen tahrîrdir ki tezvîrden
sâlim olmak üzere kabûl olunan kuyûd-ı hâkanî bu kuyûddur. Tevkîî me’mûru o
kuyûdda ta‛dîlât icrâ edebilmek için fermân-ı hümâyûn sudûruyla bazı merâsim-i
mahsûs ve ihtiyâtiyyeye riâyet mecbûriyetindedir.
[32] Ma‛lûm olduğu üzere Hükûmet-i Osmâniyye teşekkülü evâilinde
nizâmât-ı mahsûsa mevcûd olmayarak her husûsda ahkâm-ı şer‛-i şerîf düstûru’l-
amel tutula geldiğinden memâlik-i meftûha hakkında da o yolda amel olunmuşdur.
Şer‛an memâlikin sulhen veya anveten fethi ayrı ayrı hükm-i tâbi‛yyeti îcâb
etdirir. Şöyle ki sulhen feth olunursa şerâit-i sulh ne ise öyle olur. Fakat hâsılât-ı
arzdan arzın tahammülüne göre yüzde ondan yirmi beşe kadar mütefâvit olmak üzere
harâc-ı arz nâmıyla devlet için bir vergi alınır. Eğer anveten teshîr edilirse humsu
beytü’l-mâl yani hazîne-i devlet için alıkonulur mütebâkisi gazât beyninde taksîm ve
temellük edilir ve vergi olarak da öşr vaz‛ olunur. Şu kadar ki böyle anveten feth
olunan yerler gazâta taksîm olunabildiği gibi ahâlî-i asliyye yedinde ibkâ ve yahud
rakabesi yani mülkiyyeti beytü’l-mâlda bırakılmak da câizdir.
[33] İşte şu cevâze istinâden Ebu’s-su‛ûd Efendi merhûmun verdiği bir fetva
mûcebince Suriye Hicâz Irak hâric olmak Rumeli ve Anadolu kıt‛alarındaki umûm
arâzî arâzî-i emîriyyeden yani rakabesi hükûmet uhdesinde ibkâ olunmuş arâzîden
sayılmış ve hâric tutulan arâzî hakkında da mukaddemâ cârî olan muâmele
hükûmetce ibka kabûl olunmuşdur.
Tanzîmât-ı Hayriyye’den mukaddem ahkâm-ı umûmiyyeden müstesnâ
tutulan vilâyetler Sayda, Haleb, Bağdad, Basra, Musul, Trablusgarb, Bingazi, Hicaz
40
ve Yemen vilâyetlerinden ibâret olub bunlardan Hicaz ve Basra’nın arâzîsi arâzî-i
öşriyyeden ve mütebâkîsi arâzî-i harâciyyeden ma‛dûd idi.
Cezâir-i Bahr-i Sefîd’den İsporada [ Les Sporades: Sisam ile Rodos arasında
bulunan küçük adalara verilen isimdir] adaları arâzî-i harâciyyeden olmakla beraber
öteden beri maktû‛iyyet usûlüne merbûtdur. Şöyle ki Cezâir-i mezkûreden devletce
alınacak vergi ve mürettebât topdan tahsîs edilmiş olub Sakız cezîresine merbût
Karyot adasının [34] senevî yirmi yedi bin kuruş maktû‛ i‛tâsı şartıyla cânib-i mîrîye
ve Batnoz cezîresinin a‛şâr ve rüsûmât mukabili otuz bin akçe ber-maktû‛ i‛tâ etmek
üzere kezalik cânib-i mîrîye ve Kalimnoz cezîresinin otuz bin Leryoz cezîresinin
otuz iki bin akçe maktû‛ları zimmî Sultân Süleyman Hazretleri vakfına terk ve tahsîs
olunmuş olub 1251 târihli fermân-ı âlî mûcebince bu dört adanın mecmû‛î
müceddeden seksen bir bin kuruş maktû‛ vergiye tâbi‛ tutulmuşdur. Aynaroz şebe-i
cezîresi senevî yetmiş iki bin dört yüz ve Sisam adası da üç yüz bin kuruş maktû‛a
merbûtdurlar.
Zikr olunan maktû‛iyyet bedelleri o vakitlerde devletce tarh olunmuş olan
vergi ve mürettebâta mukabil olmakla bi’t-tabi‛ ândan sonra ihdâs edilmiş olan
rüsûma şâmil olamaz. Ve binâen aleyh bu gibi rüsûmun ayrıca istihsâli lâzım gelir.
Bu bâbda Meclis-i Vükelâca ittihâz olunub 20 Mayıs sene 1327 târihli tezkere-i
sâmiye ile teblîğ olunan [35] karar da bu merkezdedir.
Memâlik-i Osmâniyye arâzîsinin el-yevm tâbi‛ olduğu ahkâm i‛tibâriyle
taksîmâtına gelince: Bu cihet arâzî kanûnuyla ta‛yîn edilmişdir. Şöyle ki: Mezkûr
kanûn mûcebince arâzî esâsen beş kısımdır.
Birincisi arâzî-i memlûkedir ki kadîm kurâ ve kasabât derûnunda ki arsalar ve
arâzî-i emîriyyeden iken müsevveg-i şer‛î ile eşhâsa temlîk-i sahih-i şer‛î ile temlîk
olunan yerler ve arâzî-i öşriyye ve arâzî-i harâciyyeden ibâret dört nev‛î şâmildir.
Arâzî-i memlûke üzerine sâhiblerinin ta‛alluk eden hakkı hakk-ı mülkiyyet ve
rakabe olmakla hem menâfi‛ne ve hem de aynına ve zâtına mâlik olurlar, zirâat eder
ve toprağını kiremid ve tuğla yapar ve bir cihet-i hayra vakf edebilir. Hükûmetce bir
gûne mümânaata dûçâr olmaz. Ve bu kabil arâzînin intikal ve sâiresinde tamamıyla
ahkâm-ı şer‛iyye cârîdir.
İkincisi arâzı-i emîriyyedir. Bu kabil arâzînin rakabesi yani [36] mülkiyyeti
hükûmetde kalarak yalnız hukûk-ı tasarrufiyyesi mutasarrıflarına verilmiş yani nev‛î
41
icâre-i tavîle ile icâr edilmişdir. Devlet bu nev‛ arâzînin mutasarrıflarına karşı âdetâ
mûcir vaz‛iyyetinde bulunmak hasebiyle gerek usûl-i verâset ve intikalini ve gerek
husûsât-ı sâiresini memleket için nâfi‛ gördüğü usûl ve şurûta tâbi‛ tutmağa
salâhiyyetdâr bulunduğundan bu bâbda lâzımü’l-ittibâ‛ gördüğü ahkâmı arâzî kanûn-
nâmesiyle ta‛yîn etmişdir.1 Fakat arâzî-i emîriyye şu hâliyle kalmayarak çünkü arâzî-
i emîriyyenin [37] a‛şâr ve rüsûmâtı gibi menâfi‛-i emîriyyesi ve yahud hukûk-ı
tasarrufiyyesi ve yahud da her ikisi gerek selâtin-i azâm-ı hazerâtı taraflarından ve
gerekse izn-i sultânî ile aherleri tarafından bir cihet-i hayr ve birre vakf edilmek câiz
olduğundan bu sebeble arâzî-i emîriyyeden bir kısmı vakf cümlesine dâhil olmuşdur.
Gerçi bunlardan birincisi yani yalnız menâfi‛-i emîriyyesi mevkûf olanı – arâzî-i
memlûkenin vakfı misillû evkâf-ı sahîhadan olmayarak - tahsîsât kabilinden
sayılmakda ve ferâg ve intikali arâzî kanûnu ahkâmına tâbi‛ tutulmakda ise de harc-ı
ferâg ve intikali ve bedel-i mahlûlâtı hazîne-i devlete girmeyib vakfı cihetine
gitmekdedir. Diğer iki kısımda ise ahkâm-ı kanûniyyenin ceryânı ihtimali olmamakla
beraber yalnız hukûk-ı tasarrufiyyesi mevkûf olan ikinci kısımda ferâg ve intikal ve
mahlûliyyete imkân olmak hasebiyle alınacak harc zâyi‛ olduğu gibi hukûk-ı
emîriyye ve tasarrufiyyesi müctemian mevkûf olan üçüncü kısımda da mîrî için
hiçbir cihet-i istifâde kalmamışdır.
[38] Şu tafsîlâtdan anlaşıldığı üzere arâzînin ikinci kısmını arâzî-i emîriyye
teşkîl etmekde ise de bu da arâzî-i emîriyye-i sırfa ve arâzî-i mevkûfa olmak üzere
iki kısma ayrılmış bulunduğundan birincisini arâzî-i emîriyye ve ikincisini arâzî-i
mevkûfa nâmıyla yâd ve üçüncü bir kısım arâzî olarak kabûle mecbûriyyet hâsıl
olmuşdur. Arâzînin dördüncü kısmı arâzî-i metrûkedir ki halkın iyâb ve zihâbı ve
tesvîye-i havâyic ve levâzımı için muktezi arâzîdir. Bu da bâ-umûm ahâlî-i
memlekete metrûkdur bunlar panayır ve pazar mahalleleri gibi ve yahud da muayyen
kasaba ve karyeler halkına mahsûsdur koru baltalık mer‛a ve harman mahalleri gibi.
Arâzînin beşinci kısmı arâzî-i mevâtdır. Bu da hîn-i fetihde kimsenin
tasarrufunda olmayan ve ahâlîye terk edilmeyen umrândan uzak olmakla beraber
zirâate de gayr-i sâlih yani hayât-ı nâmiyyeden mahrûm olan yerlerden ibâretdir.
1 Arâzî-i emîriyye ile emlâk-i emîriyyeyi yekdiğerine karışdırmamalıdır. Arâzî-i emîriyyede hükûmet yalnız rakabe-i arâzîyi uhdesinde ibkâ ile iktifâ etmiş ve hukûk-ı tasarrufiyyesini ahâlîye vermeğe amâde bulunmuşdur. Hatta arâzî-i emîriyyenin mahlûlleri bile emlâk-i emîriyye cümlesine idhâl olunmaz. Emlâk-i emîriyye ise temellüken olsun ve tasarrufen olsun bi’l-cümle hukûk-ı intifâ‛iyyesi hükûmete hasr olan emlâk ve arâzîden ibâretdir.
42
Hıtta-i Irakiyye’de (arâzî-i ukriyye) nâmında bir nev‛ arâzî [39] daha var ise
de hadd-i zâtında arâzî-i memlûkenin harâciyye nev‛inde olmakla ayrıca bir kısım
add edilmez. Bağdad arâzîsi vaktiyle arâzî-i harâciyyeden iken mürûr-ı zaman ile
eshâbının bilâ-vâris vefâtından veya terk-i diyâr etmelerinden nâşî mahlûlen beytü’l-
mâla kalmış ve nâdiren eshâbı yedinde kalanlar dahi zâten müzâr‛ia sûretiyle zirâat
olunagelmekde bulunmuş olmalarıyla mahlûlen beytü’l-mâla kalan arâzî-i emîriyye
hükmünü iktisâb etmeleri sebebiyle tâpûya rabten zirâ‛a tefvîz olunanları misillû
muâmelede te’mîn-i ittirâd için müzâr‛ileri yedinde bulunanlar dahi hâsılâtdan yirmi
yirmi beşde bir gibi hisse-i muayyeneyi eshâb-ı arâzîye vermek üzere bâ-tâpû
zirâ‛ine tefvîz olunmuşdur. Eshâbına verilen bu hisseye (ukr) denildiğinden arâzîye
de arâzî-i ukriyye denilmişdir. Tâpû senediyle mutasarrıf olanlar arâzî-i emîriyye
mutasarrıflarının hâiz oldukları hukûka iktisâb etmişler ve eshâb-ı ukr da arâzînin
rakabe ve mülkiyyetine sâhib olmalarıyla yedlerine tuğralı [40] mülk senedleri i‛tâ
kılınmışdır.
İş bu muâmele-i ıslâhiyye ve tanzîmiyye Midhat Paşa merhûmun Bağdad
vâliliğinde bulundukları sırada vücûda getirdikleri ıslâhât cümlesindendir.
Rumeli kıt‛asında bâ-mülk-nâme tasarruf olunan çiftlikler arâzîsi de arâzî
kanûnunda sayılan beş kısım arâzînin hâricinde olmadığı hâlde bunlar hakkında
şimdiye kadar istisnâî muâmele ceryân edegelmişdir.
Sultân Mahmûd Hân-ı Sâni devrinde müsâdereten taht-ı tasarruf-ı devlete
geçen bu çiftlikler vaktiyle muaccele ve müeccele-i muâyyene ile ve icâbına
satamamak gibi daha bazı kuyûd ve şurût ile eşhâsa tefvîz olunmuş ve yedlerine
mülk-nâme-i hümâyûn verilmişdir. 1238 târihinden sonra bu usûl de dûçâr-ı ta‛dîl
olarak tevsî‛-i intikal kanûnun dördüncü maddesinde tasrîh olunduğu vechle arâzî-i
emîriyye ve mevkûfa gibi muâmeleye tâbi‛ tutulmuş ise de mülk-nâmeler [41] tâpû
idâresince verilmeyib Mâliye Nezâretince Bâb-ı Âlî’den istihsâl olunmakda ve harc-ı
ferâğ ve intikalleri de başka bir nisbetde istîfâ edilmekdedir. Şöyle ki: Bunları intikal
harcları mülk-nâmede muharrer bedelden ve tahrîr kıymeti fazla ise ândan binde
yirmi altı buçuk ve harc-ı ferâğ dahi binde yüz elli üç hesâbıyla alınmakda ve ferâğa
(kasriyye) ta‛bîri kullanılmakdadır. Bu emlâkin hîn-i tefvîzinde muaccele olarak
alınan mebâliğ hazîneye te’mîn etdiği vâridâtın sekiz ilâ on iki misli nisbetinde idi iş
bu müeccelâtın tahsîli dahi diğer mürettebât-ı devletin tahsîlinde ta‛kîb edilen
43
usûlden başka olarak müeccelesini tesvîye etmeyen çiftliğin hükûmetce vâridâtına
vaz‛-ı yed edilerek bundan müecceleden matlûbât-ı devlet istîfâ olunur. Esâsen
Manastır, Yanya vilâyetlerinde bulunan bu çiftliklerin müeccelâtının on iki seneliği
def‛aten tesvîye olunduğu hâlde müeccelâtı külliyen ilgâ olunmak kâidesi de vardır.
[42] Mülk-nâmelerin münderecâtı bu bâbda bir fikr-i sâlim vereceği cihetle
bir dânesinin sûretini ber-vech-i âtî kayd ediyoruz.
“Emlâk-i hümâyûnumdan olub akdemce tâliblerine fürûht olunan çiftliklerden
Manastır sancâğında Cum‛a kazâsında kâin Franfoca Çiftliği’nin mutasarrıfı Zülfikar
Bey’in vukû‛-i vefâtıyla çiftlik-i mezbûr sülbü kebîr oğlu Hüseyin Bey ile sülbiyye
kerimeleri Kâmile ve Naime Hatunlara bi’l-intikal mezbûratân dahi sülüsât
hisselerini 48 bin kuruş bedel mukâbelesinde biraderleri iş bu râfi-i tevkî‛ râfi‛-i
nişân-ı hâkanî kıdvetü’l-emsâl ve’l-akrân mûmâ-ileyh Hüseyin Bey zîde kadrühûye
fâriğa olduklarından çiftlik-i mezkûrun muaccele-i kadîmesi olan 72 bin kuruşun
intikaliyyesiyle sülüsât hissesinin resm-i takrîr ve harc-ı aklâmı olan 79 senesinden
81 senesi nihâyetine değin müeccelesi bulunan cem‛an 17 bin 274 kuruş mahallinde
ve bu tarafda teslîm kılınmış ve atîk mülk-nâme-i hümâyûnu bi’l-ahz battâlda hıfz
edilmiş olmasıyla muâmelât-ı kuyûdiyyesi bi’l-icrâ ol bâbda sâdır olan fermân-ı âlî-
şânım mûcebince çiftlik-i mezbûru 82 senesinden i‛tibâren mûmâ-ileyhin zabt ve
tasarrufu için bu mülk-nâme-i hümâyûnum ihdâr ve i‛tâ olunmağın mûmâ-ileyh
Hüseyin Bey mârrü’l-beyân [43] Franfoca Çiftliği’nin tamamına öteden beri
verilegelen vergi ve a‛şâr-ı şer‛iyye kemâ-gân icrâ eylemek ve emlâk-i hümâyûnum
çiftlikleri hakkında ceryân eden usûl ve nizâma ve bu kere neşr ve i‛lân kılınan
kanûna tevfîken muâmele olunmak şartıyla sene-i merkûmeden i‛tibâren bi-
cümleti’t-tevâbi‛ ve’l-levâhik mutasarrıf ola “tahrîren fi’l-yevmi’l-hâmis ve’l-işrîn
min şehr-i cemaziyelevveli senetü’l-erba‛ ve semanîn ve mieteyn ve elf”
Bir de Rumeli’de nâdiren mevcûd ve “kesîmli arâzî” nâmıyla ma‛rûf bir nev‛
arâzî daha vardır ki bunlardan vergi ve a‛şâr gibi mürettebâtdan başkaca hasılâtından
muayyen mikdâr kesim denilen müeccele-i seneviyye alınmakda olub husûsât-ı
sâirede arâzî-i emîriyye hükmüne tâbi‛ tutulmakdadır. Bu da hîn-i fetihde sâhibleri
munkarız veya mutasarrıf ve mâliki mechûl bulunan arâzî beytü’l-mâl nâmına zabt
ve ba‛de-t-tahrîr başkalarına kesime verilmek yani tefvîz ve îcâr olunmak kâidesinin
asâr ve bekâyasındandır.
44
Devletin ma‛âden, künûz ve defâin ve asâr-ı atîka ve miyâh-ı râkide ve
câriyyeye ta‛alluk eden hukûku fasl-ı mahsûsunda âtîyen [44] izâh edilmek üzere
şimdilik arâzî hakkında bu kadarla iktifâ ediyoruz.
Müsâderât: Esbâb-ı siyâsiyyeden dolayı bazı eşhâsın emvâl ve emlâkı
hükûmet tarafından müsâdere ve zabt olunmak her devletde öteden beri cârî ve bizde
dahi az çok mer‛î iken 1255 târihinde Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnuyla taht-ı
memnû‛iyyete alınmak ve 93 Kanûn-i Esâsîsi ile de bu cihet te’yîd edilmişdir.
Avrupa’da pek ziyâde sû-i isti‛mâl edilmiş olan bu müsâdere usûlü bizde hiçbir vakit
hudûd-ı merhâmet ve insâf hâricine çıkarılmamışdır. Ma‛mâfî 941 târihinde
Defterdâr İskender Çelebi’nin emvâl ve emlâkının müsâderesinden başlayan bu fi‛l-i
mezmûma hazînede müzâyakâ görüldükce ahâlînin zenginlerinden birer bahâne ile
emvâl ve emlâk zabt ve müsâdere olunmak sûretiyle ara sıra mürâcaat ve teşebbüs
olunmuşdur. Bunların başlıcaları: [45] Yanya, Selânik, Manastır vilâyetlerinde el-
yevm bakiyyesi mevcûd olan çiftlikler ve Bektâşî dergâhdan da zabt olunan emlâk ve
arâzîdir.
Avrupa’nın asr-ı medeniyyetinde bile müsâderenin pek şiddetlisine tesâdüf
olunur. Fransa inkılâb-ı kebîri akîbinde teşekkül eden “restorasyon” hükûmeti
evvelen ruhbâna âid bütün arâzî sâniyen emâkin-i hayriyyeye mevkûf arâzîyi sâlisen
inkılâb münâsebetiyle Fransa’dan memâlik-i sâireye firâr ve hicret eden ve yahud
Fransa’dan tard ve ihrâc edilen eşhâsın emlâk ve arâzîsini kâmilen zabt ve müsâdere
etmişidi.
Bizim inkılâb-ı ahîr-i mes‛ûdumuzda böyle bir hâl vaki‛ olmamışdır. Kavâid-i
adâlete riâyet ve lâzımâ-i nasfete tab‛iyyet emrinde şark ve garb ahâlîsi arasında
meşhûd olan şu tehâlüf şayân-ı tedkîk bir mâhiyet-i mahsûsa îbrâz ettiğine celb-i
nazar ederim.
Bizde de ceryânını söylediğimiz müsâdereler ibtidâları yalnız çâdır [46] ve
esliha gibi levâzım-ı harbiyye ve seferiyyeye maksûd idi. Her şeyde olduğu gibi
bunda da bazı bazı sû-i isti‛mâl ve müfritâne icrââta tesâdüf olunmamış değildir.
Ma‛mâfî bundan tahlîs-i nefs çâresini bulmuşlardı: Memâlik-i Osmâniyye’nin
ekser taraflarında gördüğümüz vüzerâ evkâfı ekseren müsâderedir. İhtirâzen yapılmış
gibi görünüyorlar. Çünkü câmi‛, mekteb, çeşme gibi bir hayrât yapdırarak mülkünü
45
oraya vakf etmekle beraber vâridât-ı vakfın kısm-ı a‛zamını evlâd ve ahfâdına şart
kılmış oldukları vakf-nâmelerin tedkîkinden anlaşılıyor.
İşte şu sûretle emlâkını bir cihet-i birre vakf ederek hem hayrât-ı câriyye
te’sîs etmiş hem de müsâdereden emlâkını tahlîs ile evlâd ve ahfâdını andan istifâde
cihetini te’mîn eylemiş oluyordu.
Gayr-i meşrû‛ olan müsâderenin memnû‛iyyeti kanûnî müsâderelere şâmil
değildir. Kanûnî müsâdereler if‛âl-i memnû‛aya yani [47] irtikâb olunan cerâime
mücâzât-ı mâliye kabilinden tatbîk olunur. Meselâ gümrükden kaçırılan eşyâ
devletce inhisâr altında bulundurulan tuz, tütün, tömbeki ve bârût ve bunların nakl ve
i‛mâline vâsıta olan alât ve edevât ve matba‛larda tab‛ olunan evrâk-ı muzırra
(kanûn-ı cezâ 138) eksik veya isti‛mâli gayr-i câiz ekili ve uzak (262) tîmâr
mahallinde bulunan (242) veya paya takviye konulmuş olan bi’l-cümle eşyâ bilâ-
ruhsat ve muhâlefet-i nizâm avcılık edenlerin edevât-ı saydiyesiyle şikârî ve köpeği
terkîb-i kimyevî ile tutulan balıklar ve bu gazlarla Marmara Denizi’nde ve sevâhil-i
Osmâniyye kara sularında vapur ve yelkenli sandallarla sürütme sûretinde balık ve
makineli kayıklarla sünger sayd edenlerin sandal ve makine ve ağları (zâbıta-i
saydiyye nizâm-nâmesi) ve tenâvülü sıhhate muzırr olan şeyler ve bozuk dakîk ve
lâyıkıyla matbûh olamayan ekmekler ve isticbâr-ı san‛atın icrâsına dâir olan nizâm-
nâmeye mugâyir satılan eşyâ zabt olunur [48] denildiği gibi bu zabt ve müsâdere-i
mücâzât kabilinden olmakla memnû‛ olan müsâdere bunlara tatbîk olunan müsâdere
değildir.
Kezalik 11 Ağustos sene 317 târihli ebniyye kanûnu mûcibince sokakların
vüs‛atı inde’l-iktizâ tafdîl ve tebdîl edebilmek şartıyla -20, 15, 12, 10, 8- zirâ‛
mi‛mârî olmak üzere beş sınıfa taksîm edilmiş olduğundan bunların vüs‛at-ı
muayyeneye iblâğı zımnında lâzım gelen yerler yolun iki tarafından meccânen
alınması dahi müsâdere kabilinden sayılamaz.
Ebniyyenin hîn-i inşâsında ve yahud ta‛mirât-ı külliyyesinde yola muayyen
olan (arsanın rub‛undan fazlasının belediyece bedeli veriliyor) mahallin terekküne
sâhibi icbâr edebilmekde olub yolun şu sûretle tevessü‛ ve kesb-i intizâm etmesinden
diğer vatandâşları meyânında mülk sâhibi belki en ziyâde müstefîd ve müntefi‛
olacağından hükûmetin bu muâmelesi vilâyet-i âmmesine haml olacak mevaddan
46
sayılabilir. Bir de zarar-ı âmmı def‛ için zarar-ı hâss ihtiyâr [49] olunur kâide-i
fıkhiyyesine göre bu muâmele esâsen meşrû‛ dahi olunur.
Yine kanûn-ı mezkûr mûcibince hâm arâzî ve bağ ve bostan sâhibleri ebniyye
inşâsıyla mahalle teşkîl etmek ve parça parça satmak istediklerinde belediye ve
devâir-i âidesince gösterilecek lüzûma göre yollar küşâd etmek ve karakol ve mekteb
mahalli terk etmek mecbûriyetindedir. Bu sûretle emlâkından bir kısmını sâhibi
meccânen icbâr olunmakda ise de gerek yolların ve gerek karakol ve mektebden
dolayı mahallin kıymeti tezâyüd ve rağbete tekessür edeceğinden hakikatde müntefi‛
olan yine mülk sâhibidir. Ale-l-husûs ki yolsuz ve karakol ve mektebsiz mahallenin
teşkiline bile imkân görülemez. Binâen aleyh devletin vilâyet-i âmmesi hasebiyle
eshâb-ı emlâka bilâ-bedel yer terk etdirmesi mâhiyyeten müsâdereden ma‛dûd
olamaz. On hâneden ziyâde muhterik olan mahallelerin tarla haline ifrâğıyla yolların
usûl-i fenniyye dâiresinde küşâdından dolayı [50] eshâb-ı emlâka îrâs edilen zâyiât
aynıyla diğerleri gibi müsâderât cümlesinden değildir.
İstimlâkât: Devletler kendi teb‛asından lede-l-iktizâ emlâk ve arâzî iştirâ
eder. Eğer bu iştirâ menâfi‛-i umûmiyyeden mütevellid bir lüzûma mübteni ise
sâhibinin rızâ ve muvâfakatine bakılmaksızın emsâline nazarân takdîr olunan kıymeti
ile istimlâk eder. Eğer işde menâfi‛-i umûmiyye olmayıb mücerred intifâ‛ için arâzî
ve emlâka hükûmet tâlib olursa bir gûne imtiyâzı hâiz olamadığından efrâd-ı ahâlî
beyninde cârî olan usûl tamâmen tatbîk edilerek ancak terâzi-i tarafeyn ile mübâyaa
olunur. İstimlâk esâsen emvâl-i menkûlede veya menâfi‛de de cârî olabiliyor. Bu
muâmele askerin seferberliğe vaz‛ı ve yahûd ihmâl ve iskal-i askeriyyenin ve emvâl
ve zahâir-i emîriyyenin nakli gibi husûsât-ı fevka’l-âde de ihtiyâr olunur. Emvâl-i
gayr- i menkûlenin istimlâki [51] ise ahvâl-i âdiyyede ceryân etdiği için bu bâbdaki
ahkâm-ı kanûniyyenin nikât-ı esâsiyyesi ber-vech-i zîr ihtâr olunur.
24 Teşrîn-i Sânî sene 95 târihli (Düstûr cild 4 sahîfe 593) istimlâk karar-
nâmesinin birinci maddesi “sokak ve meydân ve pazar yerleri ve iskele tevsî‛ ve
küşâdı ve memleket bağçeleri ve mesîreler ve su yolları tanzîmi ve nehir ve
cedvellerin seyr-i sefâine kabil ve tuğyana hâil sûrete getirilmesi ve limân ve revâk
ve demir şose yolları ve çeşme ve yangın havuzları ve hastahâne ve kışla ve taraf-ı
devletden ve cemâ‛ât cânibinden umûmi mektebler te‛sîsi ve hıfz-ı sıhhat ve def‛-i
mazarrat-ı belde için tanzîm ve tathîri iktizâ eden menâfî‛-i umûma şâmil bi’l-cümle
47
ameliyyât ve inşâât icrâsı zımnında bi-t-takrîr bedel-i misli verilerek eshâbından
emlâk istimlâkine cevâz vermişdir. Fakat istimlâki îcâb eden esbâb bu sayılanlara
münhasır olmayıb bunlar ale’l-âde misâl kabilinden ta‛dâd edilmişdir. Çünkü
hükûmet konağı, karakolhâne [52] ve numûne tarlâsı yapılmak üzere de istimlâk
tecvîz olunmuşdur. 10 Nisan sene 322 târihli asâr-ı atîka nizâm-nâmesinin yedinci
maddesinde için de asâr-ı atîka-i gayr-i menkûle zuhûr eden arâzînin hükûmetce
lüzûm görülürse istimlâki icrâ olunur. Ve takdîr olunacak kıymete asâr-ı atîkanın
kıymeti idhâl edilemez denilmişdir.
İstimlâkde illet-i asliyye menafi‛-i umûmiyye olmak i‛tibâriyle evvel emirde
bu nokta der-piş edildikden sonra menâfi‛-i umûmiyyenin tahakkuku halinde
istimlâke mesâğ verilmek lâzım gelir. İstimlâk bi-t-tabi‛ devletce devâir-i resmiyye
ma‛ârifetiyle ve yahud devâir-i belediyelerce ve yahud da bu devâir nâmına inşâât ve
i‛mâlâtı derûhde edenlerce akd edilen mukavele-nâmenin şurûtu dâiresinde vukû‛a
gelebiliyor. Karar-nâmede efrâda böyle bir salâhiyyet verildiğine îmâ bile mevcûd
olmadığından ve zâten afrâda verilecek böyle bir salahiyyet pek ziyâde sû-i
istimâlâta ve sû-i te’vîlâta müsâid olduğundan hadd-i zâtında verilmemek de lâ-
büddür. [53] İstimlâk muâmelesi hakkında îfâsı îcâb eden merâsim-i resmiyye sırası
ile şunlardır.
Evvelâ: Karâr-nâmenin ikinci maddesinde tasrîh olunduğu vechle i‛mâlât ve
inşâatın menâfi‛-i umûmiyye için olduğuna Dersaâdet veya iki ve daha ziyâde vilâyât
beyninde müşterek husûsât için Şurâ-yı Devletce ve bir vilâyete mahsûs olanlar için
o vilâyet meclis idâresince karar verilib Şurâ-yı Devlet kararların irâde-i seniyye ve
meclis idâre kararının vâlinin tasdîkine iktirânı meşrûtdur.
Sâniyen: İstimlâk olunacak arâzî veya emlâkin resim ve haritaları tanzîm ve
nâhiye ve belediye meclislerinden intihâb olunmuş bî-garez ehl-i vukûf ve yeminli üç
muhammin belediye a‛zâsından dört ve taraf-ı şer‛-i şerîfden ve defter-i hâkanî veya
evkâf dâirelerinden birer zât dahi birlikde olduğu hâlde mahalline azîmet ve takdîr-i
kıymet ederler. Bu tahmînde gerek mâl sâhibinin [54] ve gerekse başka alâkadârâtın
bu yüzden dûçâr olacakları zarar ve ziyânda nazar-ı dikkate alınır.
Sâlisen: Sûret-i hâl sekiz gün i‛lân edilir.
Rabiân: İş bu müddet zarfında mülk sâhibi veya alâkadârları tarafından vukû‛
bulan i‛tirâzâtın tedkîkâtı bi’l-ikmâl Dersaâdet’de Dâhiliye Nezâretinden ve
48
taşralarda vâliden istimlâk me‛zûniyyeti alındıkdan sonra mülk sâhibine ve
alâkadârâne ihbâr ve tekrâr on beş gün müddetle i‛lân olunur.
Hâmisen: Bu müddet zarfında terâzi-i tarafeyn vukû‛u halinde bedel bi-t-
tesviye istimlâk icrâ olunur. Şâyed i‛tirâz ve imtinâ‛ vâki‛ olursa mahkemeye tevdî‛-i
keyfiyyet olunur. Sûret-i iddiâ; istimlâkin kanûna ve usûle mugâyeretine dâir ise
mahkeme bu ciheti mâzî ve hasm eder ve eğer bedelin mikdârına i‛tirâz olunmuş ise
mülkün bulunduğu dâire-i belediye dâhilinde o sene belediye intihâbında a‛zâlığa
intihâb olunanlardan sonra ekseriyyet kazananlardan [55] olmak üzere yediden on bir
kişiye kadar zevâtdan mürekkeb hükm encümeni teşekkül eder. Ve bu encümenin
tedkîkât ve tahkîkâtı neticesinden vereceği kararı mütezammin mazbatayı mahkeme
esâsı hükm-i ihtihâz ederek i‛lâmı verir. İş bu i‛lâma karşı ancak on beş gün için
hakk-ı tahyîr vardır.
Sâdisen: Bu i‛lâm üzerine de sâhibi bedeli teslîmden imtinâ‛ ederse bedel
bankaya teslîm edilerek mülke vaz‛-ı yed edilir ve mevâdd-ı müsta‛câlede karâr-
nâmenin ikinci faslında mütederric muâmelât-ı evveliyye icrâ olundukdan sonra
sâhib-i mülk ta‛yîn olunan kıymete râzı olmazsa kıymet-i mühemmine ihtiyâten
yüzde yirmi fazlasıyla banka veya başka emin bir mahalle teslîm olunan makbûz
senedi hükûmet-i icrâiyyeye i‛tâ olunduğu hâlde hükûmetce mülk istimlâk edecek
tarafa teslîm olunur.(1 Kanûn-i Evvel sene 298 târihli fıkra-i müzeyyele)
Hakk-ı Keşf: Arâzî-i gayr-i mekşûfeden bir mahallin bir devlet tarafından
[56] keşfi oraya hakk-ı temellük bahş eder. El-yevm havâlî-i kutbiyyeden başka arz
üzerinde gayr-i mekşûf mahaller hemen hiç yok menzilesinde bulunmasına mebnî
devletlerin bu vâsıta ile tevsî-i memlekete imkânları kalmamış gibidir.
Emlâk-i Hâdise: Enhâr ve denizde ve göllerde kendiliğinden husûle gelen
adalar, deltâlar deniz sahilinden dolmakla vücûda gelen karalar ve nehrin
kendiliğinden tebdîl-i mecrâsında meydana çıkan ve yahud göl ve bataklığın
kurumasıyla zuhûr eden arâzî emlâk-i hâdise nâmını alarak devlete âid olur.
Ma‛lûm olduğu ve arâzî kanûn-nâmesinde musarrah oluduğu üzere bizim
arâzîye tasarrufumuzda senedde muharrer mikdâr mesâhaya i‛tibâr olunmayıb
hudûda i‛tibâr olunur. Arâzî şâyed bir tarafdan nehirle mahdûd ise nehrin
çekilmesiyle arâzînin kesb-i ittisâ‛ etmesi mümkündür. Halbûki nehrin tebdîl-i mecrâ
49
[57] etmesi veya çekilmesiyle husûle gelen arâzî devlete âid olduğundan mücâviri
arâzî sâhibi hudûdu nehir teşkîl ediyor iddiâsıyla o arâzî-i hâdiseye sâhib olamaz.
Hakk-ı İşgâl ve İ‛mâr: Gayr-i meskûn ve yahud akvâm-ı gayr-i
mütemeddine ile meşgûl arâzîyi düvel-i mütemeddineden birinin taht-ı işgâle
almasından ibâretdir.
Avrupalılar’ın Afrika müstemlekeleri hep bu sûretle hemân bilâ-harb elde
edilmişdir. Devletler akvâm-ı gayr-i mütemeddineyi temdît ve terakkilerini te‛mîn
vazîfe-i insâniyyeleri olduğundan bi’l-bahs bu yoldaki işgâle bir renk-i hakkaniyyet
ve meşrû‛iyyet vermek isterler halbûki ahâlî arasında müskirât ve silâh isti‛mâlinin
neşr ve ta‛mîmi ile işe başlamak da olmaları bundaki maksadlarının öyle bir fikr-i
insâniyyete mübtenî olmayıb ihtirâslarına mağlûbiyyetlerini ayânen irâ’e etdiği için
akvalleriyle ef‛âllerinin [58] te‛lîfi kabil değildir. Bu mes‛elede şurası şâyân-ı
ihtârdır ki sâhile mâlik olan devletin o sâhilin dâhiline de mâlik olacağı hakkında
Hinterland (Hintarland) kâidesini ihdâs ve kabûl etmişlerdir.
Mahlûlât: Biz de arâzînin rakabe ve mülkiyyeti eşhâsda bulunmak ve yahud
hükûmet de kalmak üzere başlıca iki kısma münkasim olduğunu ve iş bu ikinci
kısımdan bazı arâzînin de hukûk-ı tasarrufiyyesi efrâd-ı ahâlîde bulunan arâzî-i
emîriyye-i sırfa ve yalnız hukûk-ı tasarrufiyye veya yalnız menâfi‛-i emîriyye ve
yahud da her ikisi vakf olan arâzî-i mevkûfa nâmıyla iki nev’î şâmil bulunduğunu
mukaddemâ verilen îzâhâtden anlamış idik vukû‛ bulacak mahlûlât, emlâk üzerine
eshâbının ta‛alluk eden hukûkuna göre tahallüf edeceğine mebnî bunların sırasıyla
beyân ve îzâhı lâzım gelmişdir.
Evvelâ; Emlâk-i sırfa ve Arâzî-i memlûke - Arâzî-i memlûkenin [59] sûret-i
tevârüsü gerek menkûl ve gerek gayr-i menkûl olsun tamamiyle emlâk-i sırfanın
usûl-i tevârüsüne tâbi‛dir. Üzerinde eşcâr ve kürûm magrûsu olan ve yahûd
me’mûrînin izniyle binâ ile işgâl olunan arâzî-i emîriyye dahi kezalik arâzî-i
memlûke gibi tevârüs eder şöyleki: Eşcâr ve kürûm ve ebniyye-i müteveffânın
veresesine emlâk-i sırfa gibi mevrûs oldukdan sonra bunların isgâl etdiği yerler için
takdîr olunan bedelden yalnız resm-i intikal misillû harc alınarak eşcâr ve kürûm ve
ebniyyeden hisse-i ırsıyyelerine göre ol yerler vereseye meccânen tefvîz olunur.
İlm-i ferâizde tafsîl olunduğu vechle meyyitin emvâl-i metrûkesinden evvelâ
techîz ve tekfîni icrâ, sâniyen düyûnu kaza, sâlisen tenfîz-i vesâyâ bi’s-sülüs îfâ
50
olundukdan sonra emvâl-i mütebâkiye beyne’l-verese taksîm olunur bu sûretle
emvâl-i meyyite tevârüs edecekler dokuz derecedir. [60]
1- Eshâb –ı ferâiz “Kitâbullahda sihâm-ı mukaddereleri mezkûr olanlar”
2- Meyyitin asabe-i nesebiyyesi.
3- Asabe-i sebebiyyesi “kölesini azâd edenin asabeliği gibi, usûbeti li-zâtihi
olmayıb i‛tâk sebebiyledir”
4- Redd alâ zevi’l-furûzi’n-nesebiyye “zevc ve zevceden başka eshâb-ı
ferâiz sihâm-ı mukadderelerini aldıkdan sonra fazla kalan mikdârı da
alırlar. Bu fazla bazı ulemâya göre mahlûl olur.
5- Zevi’l-arhâm (İmâm Mâlik ve Şâfî bunları vâris saymaz emlâkı mahlûl
add eder.)
6- Mevl’el-muvâlât “mechûlü’n-neseb bir adam ma‛lûmü’n-neseb bir adama
şayet yedimden bir cinâyet zuhûr ederse diyeti senin âkıle-leh üzerine
olmak şartıyla ve vefâtımdan sonra cem‛î mâlım senin olsun diyerek
beyinlerinde akd-i muvâlât etmeleridir. Ma‛lûmü’n-neseb olana
muvallayü’l-muvâlât denilir. Âkıle diye verese-i zükûre denir.
7- Mukarrün-leh bi’n-neseb ale’l-gayr.
8- Mûsiyü’n-leh bi-cemîü’l-mâl.
9- Beytü’l-mâl.
[61] Vefât eden bir adamın rıkk, katl, ihtilâf-ı dâr, ihtilâf-ı din gibi mevâni‛-i
ırs bulunmamak şartıyla sayılan dokuz dereceden ilk sekiz derecede vârisi olmadığı
ve zevc ve zevcesi de bulunmadığı ve vasiyet de etmemiş olduğu hâlde bütün emlâkı
mahlûlen beytü’l-mâla intikal eder.
Zevc veya zevce bulunmadığı hâlde direk; çünkü bilâ-varis vefât eden zevcin
terekesinden rub΄u zevcesine kalır ve ancak üç rub‛u mahlûl olur. Kezalik bilâ-vâris
vefât eden zevcenin metrûkâtından nısfını zevc tevârüs ederek yalnız nısf-ı diğeri
mahlûl olur. Mülkünü tamamiyle bir tarafa vesiyyet eden müteveffânın “mûsa-leh bi-
mâ zâd ale’s- sülüs olan şahsı” beytü’l-mâla takaddüm edeceğinden terekesi mahlûl
olamaz.
Bâb-ı Vâlâ-yı Meşihate merbût beytü’l-mâl idâresi bu gibi mahlûlât ile [62]
iştigâl eder. Taşrada zuhûr eden mahlûlâtın taksîm ve fürûhtu gibi muâmelâtında
51
taraf-ı şer‛-i şerîfden ta‛yîn olunacak me’mûra sâhib-i mâl vekîli sıfatıyla behe-mehâl
bir de mâl me’mûrunun terfîki lâzım gelir.
Ale-l-umûm emvâl-i menkûle ve gayr-i menkûlâtdan da arâzî-i memlûkenin
birinci kısmını teşkîl eden kurâ ve kasabât derûnundaki arsalar mahlûl olduklarında
emlâk-i emîriyye cümlesine dâhil olurlar. Arâzî-i memlûkenin mütebâkî dört kısmı
ise mahlûliyyetlerinde arâzî-i emîriyye şeklini iktisâb ederler.
Sâniyen; Arâzî-i emîriyye – Bunun mahlûliyyeti:
1-Mutasarrıfının bilâ-özr-i meşrû‛ üç sene zirâati terk etmesinden neş’et eder.
Bu sûretde sâhibi tâlib olursa tâpûsu misliyle kendisine tefvîz olunur. Tâlib olmazsa
arâzî mahlûl-i sırf olacağından bi’l-müzâyede tâlibine ihâle olunur. Bâ-tâpû tasarruf
olunan kışlak ve yaylâk ve çayırlarda da hükm [63] böyledir. (Ârâzî kanûnu madde
84, 85) Şu mes’ele mahlûliyyetin yalnız vefât ile vukû‛ bulmayıb hâl-i hayâtda
bulunan kimsenin mâlına ta‛alluk etdiğini de gösterir. Bu da hükûmetin hakk-ı
rakabesine müteferri‛ husûsâtdandır.
2-Arâzî sâhibinin hakk-ı intikal ashâbından kimsesi olmaksızın vefâtıyla
vukû‛ bulur. Arâzî kanûnunda tafsîl olunduğu üzere eshâb-ı intikal sekiz derecedir.
Birinci müteteveffânın erkek ve kız evlâdı, ikinci ahfâdı; üçüncü baba ve anası;
dördüncü li-ebeveyn ve li-eb erkek kardaşı; beşinci li-ebeveyn ve li-eb kız karındaşı;
altıncı li-ümm erkek kardaşı; yedinci li-ümm kız kardaşı; sekizinci zevc ve zevcedir.
Zevc ve zevce üçüncü dereceden i‛tibâren rub‛an iştirâk ederler. Bu sûretle eshâb-ı
intikalden kimsesi olmaksızın vefât eden şahıs uhdesindeki arâzî-i emîriyye hakk-ı
tâpû eshâbına bedel-i misliyle verilir.
[64] Eshâb-ı tâpû üç derecede olub birincisi üzerinde mülk-i ebniyye ve eşçârı
bulunan kimse, ikincisi halît ve şerîk, üçüncüsü o karye ahâlîsinden yere zarûreti
olan kimsedir.
İş bu hakk-ı tâpû eshâbı bulunmaz ve yahud bedel-i misl ile tefevvüzden
imtinâ‛ edilir ve yahud da taleb ve da‛va için kanûnen muayyen olan zamanlar mürûr
ederse arâzî mahlûl-i sırf olarak bi’l-müzâyede tâlibine verilir. Zikr olunan zaman
birinci derece için on ikinci için üç üçüncü için bir senedir.
Sâlisen; Arâzî-i mevkûfa: Arâzî esâsen arâzî-i memlûkeden iken ve yahud
arâzî-i emîriyyeden olub da müsevveg-i şer‛î ile temlîk olundukdan sonra vakf-ı
sahîh ile vücûh yer ve hayırdan bir cihete vakf edilmiş ise muvâfık-ı şer‛-i şerîf olan
52
şart vâkıfa riâyet olunur. Mahlûliyyeti mutasavver olmadığından cihet-i mâliyeye bir
cihet-i ta‛alluku olamaz. Müsevveg-i şer‛î hazînenin hâl-i sa‛asında bedelinin iki
misli ve hâl-i zarûretinde bir misli alınmak sûretiyle temlîk olunmaktadır. [65]
Meselâ Taşoz cezîresi Sultân Mahmûd Hân-ı Sânî tarafından Mehmed Ali Pâşâ’ya
iki misli bedel mukabilinde temlîk ve ânın tarafından da vakf edilmiş olub Sultan
müşârün-ileyhe beher bedeli afv buyurulmuşdur. Şu zikr etdiğimiz vakıflar icâre-i
vahideli vakıflardır. Bunlardan icâreteyne tahvîl olunanları da vardır ki ânlar da ale’l-
âde evlâd zükûr ve inâsa seviyyen intikal edib evlâdı yok ise mahlûl olur. Fakat iş bu
icâreteynli vakıflar mukâtaaya rabt olunmuş ve yahud tevsî‛-i intikali yapılmış ise
eshâb-ı intikale intikal edib eshâb-ı intikal bulunmadığı sûretde mahlûl olur.
Mukâtaaya merbût ve yahud tevsî‛-i intikali yapılmış vakıfların eshâb-ı
intikali yedi dereceden ibâret olub şunlardır.
1- Evlâd
2 - Ahfâd
3 - Vâlideyn
4 - Li-ebeveyn kardaşlar
5 - Li-eb kardaşlar
6 - Li-ümm kardaşlar
7 - Zevc ve zevce.
Zevc ve zevce üçüncü dereceden i‛tibâren [66] rub‛an iştirâk ederler.
Şu zikr etdiğimiz vakıflar rakabesi vakf edilmiş olanlardır. Rakabe
hükûmetde kalmak üzere vakf edilen arâzîye gelince bunlarda evvelce söylendiği
üzere arâzînin ya yalnız mürettebât-ı emîriyyesi ve yahud yalnız hukûk-ı
tasarrufiyyesi ve yahud da her ikisi vakf edilmiş olmak üzere üç şıkdan hâlî olmaz.
Bunlardan birincisi tahsîsât kabilinden arâzî-i mevkûfa nâmını alır ki bunun
mahlûliyyetinde aynıyla arâzî-i emîriyye hükmü cârî olur. Fakat gerek bunun gerekse
icâreteynli vakıfların mahlûllerine cihet-i mâliyece müdâhale olmayıb vakfı nâmına
evkâf idâresince vaz‛-ı yed edilir.
Diğer iki şıkda ise mahlûliyyete esâsen imkân yokdur.
Bu bâbda yalnız şu istisnâya tesâdüf ediyoruz ki o da biri arâzî-i emîriyyeden
ve üzerine mebnâ binâ bir tarafa mevkûf olub da eser-i binâ kalmayacak sûretde binâ
harâb ve kem-yâb olmuş ise icâre-i zemîni veya mukâtaasını cânib-i mîrîye edâ’
53
etmeyen mütevelli yedinden o arâzî [67] alınıb bi’l-müzâyede tâlibine ihâle olunur ki
bu muâmele de nev‛î mahlûliyyet ahkâmıdır.
Mahlûlât ihbâriyyesi - Devlet şu sayılan sûretlerle zuhûr eden mahlûlâta
derhâl vaz‛-ı yed etmek ve âherin yed-i ketminde bırakmamak mecbûriyetindedir.
Ancak me’mûrîn-i âidesi vezâif-i keseresi arasında bu gibi mahlûlâtı tecessüs ve
taharrî edemeyeceği ve etse bile yine nazar-ı tefahhusdan kaçırılmış birçok mahlûlât
bulunabileceği nazar-ı dikkate alınarak bu bâbda ihbârâtda bulunacakları teşvîken
mahlûl haber verenlere bir nisbet dâhilinde ihbâriyye i‛tâsı usûlü kabûl olunmuş ve
bundan devletce bi-hakkın istifâde edilmişdir.
İhbâriyyenin mikdârına gelince: Tâpû nizâm-nâmesinin muaddil yirminci
maddesinde “mahlûliyyeti doğrudan doğruya hükûmet tarafından duyulamayıb
mektûm kalan arâzî-i emîriyye ve mevkûfa ve müsakkafât-ı mevkûfa ve emlâk-i
sırfayı arâzî ve evkâf me’ mûrlarından mâ‛adâ her kim haber verir ise bi’l-müzâyede
tâlibine tefvîz ve bey‛ [68] olunduktan sonra bedel-i muaccelinden ol kimseye yüzde
on ihbâriyye verileceği” muharer olub ma‛mâfî bi’l-umûm emlâk ve arâzî
mahlûlâtını ihbâr eden muhbirlere verilecek ihbâriyyenin mahlûlât-ı vakfiyye
ihbâriyyeleri gibi bin kuruşa kadar yüzde on ve binden on bin kuruşa kadar yüzde
beş ve on bin kuruşdan yukarısı için de yüzde iki kuruş ibariyye i‛tâ edilmisi
hakkında ittihâz olunub bâ-buyuruldu-i sâmî teblîğ olunan 25 Kanûn-i Sânî sene 352
târihli karâr iktizâsından olmakla el-yevm bu karara tevfîken muâmele ceryân
etmekdedir.
Lûkata ve Yâve: Mecellenin 769 ve 770. maddelerinde ahkâmı beyân olunan
lûkata, sâhibi gayr-i ma‛lûm bulunmuş mâl demekdir. Lisânımızda bu kabil-i
hayvânât hakkında (yâve) ta‛bîri müsta‛mildir.
Lûkatayı bulan adam sâhibi zuhûrunda vermek niyetiyle almış ise [69]
yedinde emânet olur ise de hükûmet böyle bir lûkataya muttali‛ olursa vilâyet
âmmesi hasebiyle hıfz etmek üzere bulanın yedinden alır ve müddet-i örfiyyesi
zarfında sâhibi zuhûr etmezse mahkeme-i şer‛iyye ma‛rifetiyle bi’l-müzâyede
satdırarak esmânından meûneti yani mesârif-i muhâfaza ve iâşesini ba‛de’t-tenzîl üst
tarafını müstahikki zuhûrunda vermek üzere hıfz eder.
Yâve hayvânât için ale’s-seviye on beş gün müddet ta‛yîni ve bu müddet
zarfında sâhibi zuhûr etmezse bâ-izn-i hâkimü’ş-şer‛ satılıb semeninin me’mûru
54
ma‛rifetiyle hıfz etdirilmesi hakkında Dâhiliye Nezâretinin 3 Haziran sene 299 târihli
tahrirât-ı umûmiyyesiyle bir teblîgât vardır.
Bu bâbda Mâliye Nezâretinden en son icrâ kılınan 11 Temmuz sene 328
târihli ve 796 numaralı tahrîrât- ı umûmiyyede “lûkata ve yâve sûretiyle bulunan ve
eşkiya yedinden igtinâm olunan hayvânatın müddet-i örfiyyesi zarfında sâhibi zuhûr
etmediği takdîrde bunların mecâlis-i idâreden bir a‛zânın nezâreti altında beytü’l-mâl
ve şer‛ [70] me’mûrlarının huzûrıyla kabil-i şer‛iden satılarak esmânının ya defter-i
emâneten cânib-i beytü’l-mâla teslîmi 1 Şubat sene 325 târihli ve 103 numaralı
tahrîrât-ı umûmiyye iktizâsından ise de ekser mahallelerce hâsılât-ı mebhûse mâl
sandıklarına teslîm olarak bazı yerlerde emânet ve bazı mahallelerde hâsılât-ı
müteferrika meyânında îrâd kayd edilmekde olduğu anlaşıldığından ve bunların
muhtelif sûretde kayda geçirilmeleri câiz olamayacağı gibi sâhibi zuhûruna değin
emânet meyânında bırakılması da seneden seneye devr edilmesini mûceb
olacağından bahisle ba‛demâ tevhîd-i muâmele için der-dest edilecek hayvânâtın
fürûhtuna değin iâşe ve muhâfaza masraflarına te’diyesi muktezi mebâliğ cihet-i
şer‛iyyeden bi’t-ta‛yîn tesvîyesi teblîğ edildikce mâl sadıklarınca te’diyât-ı
muvakkate sûretinde verilmesi ve fürûhtunda iâşe ve muhâfaza mesârifi olarak
evvelce verilen mebâliğ bi’t-tefrîk esmân-ı mütebâkiyyenin emânet hesâbına kaydı
ve sene nihâyetine kadar sâhibinin zuhûruyla i‛lâm-ı şer‛î mûcibince i‛tâsı taleb
ediliyorsa reddî ve sâhibi zuhûr etmediği hâlde ileride zuhûrunda [71] reddiyyât
tertîbinden verilmek üzere hasılât-ı müteferrikaya îrâd kaydı lâzım geleceği”
bildirilmişdir.1
El-yevm ma‛mûlün-bih olan 22 Şubat sene 98 târihli beytü’l-mâl ta‛lîmât-
nâmesinde ise evkâf hudûdu dâhilinde olmayan ve bi’l-fi‛l ordu-yı hümâyûnlar ile
fırkalarda bulunan ve muhallifâtı ve deboylara âid olan asker-i berriyye ve bahriyye
emr ve zâbitân ve efrâdâtdan mâ‛adâ müddet-i sefer ba‛îd diyâr-ı aherde vâris gâibi
olarak vefât edenlerle zâhirde vâris-i ma‛rûf ve ma‛rûfesi ve bi-mâ-zâde ale’s-sülüs
tarîkiyle vasiyyeti olmayıb da terekesi beytü’l-mâla âid olarak Dersaâdet [72] ve
bilâd-ı selase ve yahud taşra ahâlîsinden mahallât ve hân ve dükkân ve belediye ve
1 Terekât esmânından vâris-i gâibe âid hisseye gerçi beytü’l-mâl idâresi vaz‛-ı yed ederse de bunda lûkata esmânı hakkındaki kâidenin tatbîkine bi’t-tabi‛ mahal yokdur. Bu hisseden beytü’l-mâl ta‛lîmâtı mûcebince südüsü mahkeme-i şer‛iye ve beş südüsü hazîne-i mâliye için olmak üzere binde altmış nisbetinde bir hisse alınıyor ise de bu hisse resm ve harc kabilindendir bu hisseye Hıtta-i Hicaziyye de resm-i emniyye nâmı verilmektedir.
55
mülkiye hastahânelerinde ve darü’ş-şifa ve habishâne ve mahal-i sâirede vefât
edenlerin metrûkâtına beytü’l-mâl idâresince vaz‛-ı yed edilerek satılanları
esmânının vârisi zuhûru ihtimâline mebnî beş sene müddetle emâneten hıfz edilerek
ândan sonra hazînece vâridât kayd olunacağı ve kazalik zâbit nezdinde tecemmu‛
eden emvâl-i mesrûka hakkında da bu yolda muâmele olunacağı musarrihdir.1
[73] Mübâdelât: Bir devlet kendi mâl ve arâzîsinden bir kısmını diğer
devletin bir kısım mâl ve arâzîsiyle bi’l-merzâ mübadele edebildiği gibi bir ta‛vîz
mukabilinde de terk edebiliyor. Devletin gerek kendi teb‛ası ve gerekse teb‛a-i
ecnebiyye ile bu yolda vukû‛a gelecek mübâdelesi yani alım ve satım muâmelâtı ise
ekseren müzâyede ve münâkasa usûlüyle ceryân eder. İş bu münâkasa ve müzâyede
münâkaşa ve tedkîke şâyân epeyce mühim husûsâtı şâmil olduğundan esbâb-ı izâ‛a-i
mülk bahsinde ayrıca îzâhı musammemdir.
Teberru‛ât: Devlete bir tarafdan vukû‛ bulacak teberru‛ât ile de emlâk
geçebilir. Akvâm-ı kadîmeden Yunanistan’da hükûmetin başlıca vâridâtından birini
iş bu teberru‛ât teşkîl etmekde idi. Hamiyyet-mendân ahâlînin donanma-yı
hümâyûnun tekemmülâtı ve sâire maksadıyla ihtiyâr etdikleri fedâkârlık her gün
birer sûretle meşhûd a‛yan-ı şükrânımız olmaktadır. Cebr ve tazyîk asârından bi’l-
külliyye hâlî olmak şart-ı esâsisiyle bu yoldaki i‛ânâtdan dâima istifâde olunmak [74]
hikmet-i idâreye muvâfık bir tedbîrdir.
Emlâk-i Devletin Menşe’-i Aslîsi
Esbâb-ı temellük devlet sırasında saydığımız ahvâlin ekserî devletin teşekkül
ve te’sîsinden sonra kavânin ve nizâmât-ı mer‛΄iyyenin icâbâtına göre vukû‛a gelir
husûsâtdan olub emlâk-i devletin asl-ı menba‛ ve menşe’i ise fütûhât ve müsâderât
olduğu pek aşikâr sûretde görünmekdedir. Fi’l-hakika akvâm-ı kadîmenin devre-i
evveliyyetinde âile ve kabîleler ayrı ayrı yaşar ve müstakil cem‛iyyetler teşkîl
ederlerdi. Devlet ve hükûmet gerek korkulan bir düşmanı mağlûb etmek ve gerek
komşu bir memleketi zabt ve istîlâ etmek için ruesâ ile kabâilin birleşdiği ve yahud
1 Bi’l-cümle terekâtdan ve eşyâ-yı mesrûke esmânından kuruşda bir para harc-ı defter ve muktezâ-i i‛lâmlarından binde on ve vâris-i gâib hissesinden resm-i âdî binde altmış harc-ı vesika alınıb terekât-ı esmân mebî‛asıyla zabtiyyeden satılan eşyâ için binde otuz kuruş ücret-i dellâliyye ve derter-i kassâm için binde altmış para ve isbât-ı verâset i‛lâm ve hüccetlerinden kuruşda yarım ve naib-i vekîl ve isbât-ı vekâlet hüccetlerinden maktû‛an fark-ı kuruş alınır.
56
muhârib bir reisi muktediren kendini ihâta eden diğer ruesâyı bayrağı altına toplamak
sûretiyle ânlar üzerindeki tefevvukunu te’mîn eylediği zaman teressüme başlar. [75]
Binâen aleyh devletler hep tegallüb ve istîlâ ile vücûda gelmiş ve mülklerini
mağlûblardan feth ve zabt-ı arâzî sûretiyle te’sîs ve tevsî’ etmişlerdir. Ruesâ-yı
akvâm yedinde ötedenberi külliyyetli emlâk-i terâkimi bu feth ve zabtın bir netice-i
tabî‛iyyesinden başka bir şey değildir.
Medeniyyetde epeyce terakki göstermiş olan kadîm Yunan ve Roma
hükûmetlerinde arâzî-i meftûha bazı şerâitle hem-şehrilere tevzî‛ olunmak usûlü cârî
idi. Bu günün medenî devletleri de sekte-i asliyyenin nez‛-i mülkiyyetleriyle
Amerika, Avusturalya ve Afrika’da tevsî‛-i mülk ve müsta‛merât eylemekdedirler.
Eski milletlerde, emlâk-i umûmiyye nâmı verilen emlâk-i devlet yeni bir
mülkün ilâve ve ilhâkından husûle gelir ve taraf-ı mağlûbdan zabt olunan o mülk
beyne’l-gâlibeyn müşterek olurdu. Şurası şâyân-ı kayıddır ki bu gibi emlâk-i
müştereke her yerde ve her devirde az çok uzun bir zaman mürûrundan sonra ancak
eyâdî-i eşhâsa geçebildiği görülmekdedir.
[76] Roma İmparatorluğunun sukûtu üzerine imparatorların mâlik olduğu
arâzî halefleri olan krallara intikal etdi. İşte emlâk-i kraliyye Domaiuses olu roi ve
yahud emlâk-i hâkanî Domaiuses ole couromuenin menşe’i budur. Bu emlâk
menâbi‛-i muhtelife ve müteaddideden süratle tezâyüd ve tevsî‛ etmişdir.
Ancak çok zamanlar emlâk-i kralî ile emlâk-i umûmiyye ve emlâk-i emîriyye
yekdiğerine karışdırılmış ve makâmın bahş etdiği salâhiyyet-i vâsi‛, hükümdârları bu
emlâk üzerinde serbest bırakmış olduğundan pek ziyâde sû-i isti‛mâlâta dûçâr
olmuşdur. Krallar emlâkın ya büsbütün mülkiyyetini veya tekâlif ve hasılâtını
müessesât-ı mezhebiyyeye ve sâireye ve hatta eşhâsa bahş ve ihsân etmekde ve
mukarribinin gayr-i kabil teskîn-i hırslarına bunlar hedef tutulmakda idi.
Emlâkın gereği gibi tenâkusuna sebebiyyet veren kralların şu semâhatlerine
bir hadd-ı vaz‛ etmek lüzûmu nihâyet derk olunarak Fransa’da bu husûs hakkında on
dördüncü ve on beşinci asırlardan i‛tibâren muhtelif [77] ve muteaddid emir-nâmeler
ihdâr olunmuşdur. Bâ-husûs birinci Fransuva’nın zaman-ı hükûmetinde emlâk-i
hâkanînin gayr-i kabil ferâğ olması prensibi kabûl olunarak 3 Haziran sene 1539
târihli emir-nâmede (makam-ı hükûmdârımıza âid emlâk ve bi’l-cümle eşyâ-yı
mevrûsa mukaddes ve efrâdın eyâdî-i tedâvülünde bulunmakdan bâid olduğuna
57
binâen… ) cümlesi derc olunmuş ve 1566 senesinin Şubatında sâdır olan meşhûr
ordunansede [ordonnance: ferman] bu cihet-i kat‛iyyet kesb etmişdi. Nihâyet 1789
inkılâbından sonra bütün emlâk-i hâkanî emlâk-i milliyye “Domaines matimause”
hâline münkalib ve menâfî‛-i krala metrûk olanlarla ormanlardan mâ‛adâsının
fürûhtuna başlanılmışdır.
Bize de hânedân-ı saltanata âid emlâk-i hâkanî hakkında vaz‛ edilen sene 325
tarihli nizâm-nâmede “emlâk-i kadîme-i hâkanîden olan mebânî ve arâzî ve sâireden
hiç biri devlet ve memleketce bir lüzûm ve ihtiyâc görülmedikce ve yahud ala-hâlihi
durmasından Hazîne-i Hâssa-i Şâhânece hakkıyla istifade olunmadığı tahakkuk
etmedikce ferâğ sûretiyle yahud suver-i sâire ile elden çıkarılamaz” denilmişdir.
[78] Diğer tarafdan kurûn-ı vustâ nihâyetlerine kadar Avrupa’da ceryân eden
ve bizim tîmâr ve zeâmet usûlüne esâs i‛tibariyle müşabe olan feadolite usûl-i
idârenin ilgâsı üzerine de devlet uhdesine birçok emlâk intikal etmişdir ki emlâk-i
emîriyyenin menba‛-i aslîsi de budur. Feodalite denilen usûl hükümdârın memâlik-i
meftûhayı bi’z-zât kendisi mukarribîni ve şeceât ve kumandanları beyninde taksîm
ederek bazı mükellefiyyetlere mukabil o yerlerin îrâdını ânlara terk etmesinden
ibâretdir. Avrupa’da iş bu hukûk-ı zeâmiyyeye Droits féodause [Droits féodaux:
feodal haklar] mâlik olanlar prens, kont, dük ve şovalye gibi gâvanları ihrâz ile zâde-
gân sınıfı teşkîl etmekde ve hükûmetin kuvve-i askeriyyesini vücûda getirmekde
idiler. İngiltere’de feodalite usûl-i mâliyesi 1640 senesi ihtilâline kadar devam
etmişdir. Bizde de gerci buna müşâbe zeâmet usûlü cârî edse de erbâb-ı zeâmete
verilen salâhiyyet ve imtiyâz derece-i ifrâta vardırılmasından dolayı Avrupa’da
olduğu gibi mahdûdî bâis olmamış ve bi’l-a‛kis i‛mâr-ı memlekete ve tezyîd-i şekva-
i devlete hizmet bile etmiş ve hatta vakâr ve haysiyyet-i mâliyenin nâzimî ıtlâkına
lâyık ve efrâd-ı memleketi maâliyât-ı ahlâka sâik teşkilâtdan bulunmuş idi.
Avrupa-yı garbîde hüddâmî evlâda meşrût olduğu hâlde bizde munassabla
kâim olduğu gibi mâ-dûnlarına tevcîhâta da me’zûn olmayıb zeâmet ve tîmâr [79]
pâdişâhân tarafından bâ-berat tevcîh olunuyordu ve hükm-i nasbından ve sikke-i
hazîneden de memnû‛ edilir. Binâen aleyh me’mûrîn-i mensûbeden hemen de
farkları yok gibi idi.
Avrupa erbâb-ı zeâmeti ise şu sayılan husûsâtda salâhiyyet-i kâmileyi hâiz
idiyseler de ânlarda diğer bazı iz‛âcâta ma‛rûz idiler şöyle ki zâde-gândan on beş
58
yaşına vâsıl olan gence şovalye rütbesinin tevcîhi esnâsında ve hîn-i teehhülünde
hükümdâra muayyen vergiler vermek ve krala muktezi zehâiri ânın takdîr edeceği
fiyâtla i‛tâ eylemek ve uhdesindeki arâzî başkasına satıldığı ve yahud vukû‛-i vefât
ile intikal lâzım geldiği zaman ilk sene hâsılâtı kâmilen krala âid olmak ve şâyed kral
esir düşerse îcâb eden fidye-i necâtî tedârük eylemek ve kralın arâzîsi meccânen zirâ‛
olunmak bu cümledendir.
Bizde pâdişâhâne mahsûs havâss olduğu gibi sadârete ve sâir vezârete âid
havâss var idi hâsılât-ı mukayyidesi yüz bin akçeden fazla olanlara hâss denilib her
beş bin akçe için bir cebelû getirmek mecbûri idi. Hâsılât yirmi binden yüz bin
akçeye kadar olursa zeâmet denilib her beş bini için kezalik bir cebelü getirmekle
mükellef tutulmuş idi.
[80] Üç binden yirmi bin akçeye kadar olanlarına tîmâr denilib her üç bin
akçe için bir cebelû getirmeğe ve tîmârı dâhilinde ikamete mecbûr tutuluyordu.
Sâhib-i arz iş bu tîmâr eshâbı sayıldığından arâzînin ferâğ ve intikal
muâmelâtı bunların huzûrunda ceryân ederdi. Pâdişâhların ve sarây halkının zevk ve
safâhate ibtilâ peydâ ederek hükûmet işleriyle lâyıkıyla iştigâl etmemelerinden ve
daha doğrusu devr-i fütûhâtın inkızâsıyla kuvve-i ma‛neviyye-i askeriyyeye vehn ve
za‛f ârız olmasından dolayı asker-i hâssayı teşkîl eden yeniçerilerin rabt ve zabtları
muhtell olarak fâide yerine mazarrat îka‛ına başlamaları ve merkezde satvet-i
hükûmetin bunlarla muhâfazası kabil olmamakla beraber taşralarda sû-i misâl teşkîl
eylemeleri hasebiyle Sultân Mahmûd Hân-ı Sânî zamanında yeniçeri ocağının
lağvına mecbûriyyet hâsıl olmuş ve onlar yerine Avrupa’da daha evvelce te’sîs eden
asker-i muntazama ikame edilmişdir. Usûl-i cedîdenin memleket dâhilinde ta‛mîm ve
teşmîli zeâmet usûlünün de lağvını istilzâm eylemekle bir müddet sonra 1263
târihinde zeâmet usûlü de lağv olunmuşdır.
59
EMLÂK-İ DEVLET
EMLÂK-İ EMÎRİYYE EMLÂK-İ UMÛMİYYE VEYA METRÛKE
Îrâd Getirmeyenler• Sarây-ı Hümâyûnlar• Devâir-i Emîriyye • Süfün ve Âlât-ı Harbiyye • Mefrûşât • Kal‛alar • İstihkâmlar
Îrâd Getirenler
Îrâdı Maksûd-ı Bi’z-zât Olmayanlar
• Askerî Fırın ve Fabrikaları • Tersâne • Tophâne • Bârût ve Darbhâne İnhisârları • Matba‛alar • Sanâyi‛ Mektebleri • Zirâat Numûne Tarlaları • Bazı İnhisârlar
Îrâdı Maksûd-ı Bi’z-zât Olanlar
Husûsa Metrûk • Harman Yerleri • Baltalıklar • Mer‛alar • Menâbi‛ • Mesîreler
İntifâ‛î Umûma Metrûk
• Turuk-ı Âmme • Enhâr-ı Mubâha • Meydanlar • Pazar ve Panayır Yerleri • Büyük Göller ve Enhâr-ı Mubâha • Kanallar • Limanlar • Fenârlar • Mektebler • Kütübhâneler • Müzeler • Köprüler
Akar Sûretinde Kullanılan
• Bazı Akarat • Çiftlikler • Seyr-i Sefâin İdâreleri • Şimendiferler • Kaplıca ve Sâire • Bazı İnhisârlar
Îrâdı Rüsûm Şeklinde Alınan
• Ormanlar • Ma‛dener • Taş Ocakları • Arâzî-i Emîriyye • Bazı Miyâh-ı Câriye • Ve Râkide
60
[83]
Emlâk-i Devletin Taksîmi
Devlete izâfe etdiğimiz emlâk lafzını ma‛rûf ve müsta‛mil olan medlûlünden
daha vâsi‛ olarak devletin mâlı olan her şeye şamil bir ma‛nâda kullanıyoruz ki
bunda arâzî ve müsakkafât ve menkûlat ve nukûd ve tahvîlât cümleten dâhildir. Hatta
mâhiyyeten emlâk ile mütezâdd olan tekâlif bile tahsîli anında emlâk-i devlete
tehavvül eder.
Devletin bütün emvâlini ihtivâ eden emlâke ta‛alluk-ı mesâilin mütâlaa ve
tatb‛î evvel emirde mâhiyyet ve münâsebetlerine göre envâ‛-i mahsûsaya tefrîka vâ-
beste olub gerçi bu bâbda muhtelif suver-i taksime var ise de keyfiyyet-i taksîmin
ta‛kîb edilen maksada mülâyemeti lüzûmu der-pîş edilerek devletin kavânîn ve
nizâmât-ı mevcûdasıyla teşkilât-ı hâzırası esâsına tevfîken ber-vech-i âtî tarz-ı taksîm
intihâb olunmuşdur. Şöyleki: Emlâk-i devlet, emlâk-i umûmiyye veya metrûke ve
emlâk-i emîriyye nâmıyla [84] emlâk-i umûmiyye, ya esâsen kendi tabî‛yyeti ve
yahud hükûmet tarafından bir cihete tahsîs olunması cihetiyle ferdin vaz‛-ı yedine
gayr-i ma‛rûz emlâkden ibaretdir ki bu da ya ale’l-ıtlâk umûmun isti‛mâline metrûk
olur taraf-ı umûmiyye, şehirlerin cadde ve meydanları, büyük göller, enhâr-ı mubâha
sevâhil ve limânlar köprüler, rıhtımlar müzehâneler kütübhâneler bu kabildendir.
Ve yahud da bir kısım halkın yani ahâlî-i mahalliyye ve mücâverenin isti‛mâl
ve intifâ‛ine mahsûs olur. Baltalıklar mer‛âlar harman yerleri, mesîreler gibi. Emlâk-i
emîriyye dahi ya îrâd getirmez; mebânî-i emîriyye, kal‛alar, istihkâmlar, süfün-i
harbiyye ve sâire gibi. Ve yahud da îrâd getirir. İş bu îrâd getiren emlâk-i emîriyye
dahi ya îrâdı rüsûm şeklinde istifâ olunur orman ma‛âden arâzî-i emîriyye gibi ve
yahud emlâk esâsen akâr sûretinde isti‛mâl olunur. Müsakkafât ve çiftlikât gibi
emlâk-i umûmiyye hakkında muhtasaran bazı muâmelât i‛tâsından sonra emlâk-i
emîriyyeye geçeceğiz.
[85]
Emlâk-i Umûmiyye
Devleti doğduğu ve arâzî esâsına müstenid bir cem‛iyyet karşısında
bulunulduğu zaman dâima iki şekl-i temellüke tesâdüf olunur.
61
1 - Cem‛iyyet-i ibtidâiyyenin temellükü ki ânın inhilâli ağır bir sûretle vücûda
gelir ve yavaş yavaş âile sonra şahıs emlâkine tahavvül eder.
2 - Kabîle, şehir, hükûmet gibi daha vâsi‛ daha müterakki cem‛iyyetin
temellükü, bu ikinci temellükde yalnız göl, bataklık, çayır, orman gibi tabî‛atları
i‛tibâriyle eşhâs tarafından temellükü kabil olmayan emlâk değil, esâsen taksîm
edilmiş ve umûma mahsûs olarak kalmış olan kabil-i zirâat arâzî de dâhildir.
Milel-i kadîme de emlâk-i umûmiyye arasında emlâk-i dinî de bulunur ve
huddâm-ı dîn ve ruhbâna âid emlâk da buna müte‛allik olarak hükûmet tarafından
idâre ediliyordu.
[86] Kadîm Yunanîler’de emlâk-i umûmiyyeden olan arâzînin vüs‛ati
evvelleri pek ziyâde iken bilâ-hare tasarrufât-ı şahsiyyeye ihtiyâc hüsn edildikce yani
çobanlıkdan çiftciliğe geçerek hayvânâtı te’nîse, tarla açmağa ve irvâ ve iska
sûretiyle zirâate müte‛allik ihtirâ‛lar tevessü‛ eyledikce azaldı. Ma‛mâfî tasarrufât-ı
şahsiyyenin tevessü‛ ve terakkisine rağmen arâzî-i emîriyyenin vüs‛atı müsâderât,
hibe ve vasiyyet ve mübâyaât ile muhâfaza ediliyordu.
Emlâk-i umûmiyye ile emlâk-i emîriyye yek diğerine karışdırıldığı için
emlâk-i devlet arasında emvâl-i menkûleden başka mebânî-i umûmiyye tiyatrolar,
caddeler, meydanlar, limânlar, istihkâmlar, mecârî-i miyâh göller, bataklıklar,
menba‛lar bilâ-fark dâhil idi. Ormanlar ile çayırlar zâten tabî‛at ve mâhiyyetleri
i‛tibâriyle müşterek kalırlar.
Bunlar üzerine hükûmetin hakk-ı tasarrufu tasdîk olunmakdan dolâyıdır ki
Gymes şehri dâyinlerine revâklarını terhîn etdi. Dâyinler va‛desi hulûlünde aldılar.
Arkésiné şehri üç Talend [87] istikrâza mecbûriyyet hüsn etmesiyle bir tasarrufa
bütün emlâk-i umûmiyyesini terhîn etdi. Asya şehirleri Lylla’nın kendilerine tahmîl
etdiği tazmînât-ı harbiyyeyi istîkrâz tarîkiyle tedârüke mecbûr oldukları zaman
tiyatrolarını jimnazlarını, limânlarını, divârlarını yani milel-i hâzıraca terhîne müsâid
olmayan emvâl-i gayr-i menkûlelerini terhîn etdiler.
Gyme d’éoleole şehri de revâkları için aynı tarîke mürâcaat etdi ve vakt-i
muayyende te’diye-i deyn edememesinden dolayı revâklar dâyinler tarafından zabt
edilerek müterehhin yağmura karşı mâlik oldukları siperden mahrûm kaldılar.
El-yevm gerek Avrupalılarca ve gerek biz de emlâk-i umûmiyyeden sayılan
şeyler umûmun isti‛mâline mekrûk olub eşhâsa temlîk ve tefvîz câiz ve hakkında
62
mürûr-ı zaman da cârî olmayan şeylerdir. Şehr-i dâhil ve hâricindeki tarîk-i âmmeler,
meydanlar miyâh-ı mubâha gibi.
Bir kısım emlâk dahi mâhiyyeten emlâk-i umûmiyyeden iken hukûk-ı
medeniyyemizce [88] mürûr-ı zamana tâbi‛ olmak iktizâ edeceğine göre emlâk-i
umûmiyye mülhakâtı sayılmak îcâb eylemişdir. Sahiller, limânlar, fenârlar, rıhtımlar,
müzeler, kütübhâneler gibi.
Emlâk-i umûmiyyenin mâhiyyeti, kendisinin tabî‛iyyet-i zâtiyyesiyle ve
tahsîs olunduğu cihet ile alâkadâr olub menşe’lerine veya devam-ı intizâmları için
lâzım gelen mesârifin menba‛na tecâvüz edemeyeceğinden ve hatta bir ücrete veya
resme tâbi‛ olub olmaması da tağyîr-i mâhiyyetine sebeb olamayacağından bunlar
hükûmetce yapılsın ve yahud hidemât-ı umûmiyyenin bir kısmını deruhde eden
belediyelerce te’sîs ve i‛mâr edilsin yine emlâk-i umûmiyye adâdında sayılırlar.
Şurası bilinmelidir ki bunların cihet-i tahsîslerinin tebdîliyle evsâf-ı mahsusâlarının
zevâli de mümkündür. Nitekim bir tarîk-i âmmın tebdîl-i istikâmetinde eski yol
mahalli artık tarîk değildir.
Emlâk-i umûmiyyenin diğer kısmına gelince bunlar hakkında da aynı ahkâm
ve muâmele cârî olub diğerlerinden farkı isti‛mâl ve intifâ‛idir. [89] Yalnız bir karye
veya kasaba ahâlîsinin me’zûn olmasından ibâretdir. Kurâ baltalıkları mer‛âlar,
mesîreler bu kabildendir.
Yollar – Bizde yollar tarîk-i âmm ve tarîk-i hâss diye ikiye ayrılır. Umûmun
hakk-ı mürûru olan yollara tarîk-i âmm denilib eşhâs-ı ma‛dûdenin hakk-ı mürûru
olanlara da tarîk-i hâss deniliyor. Tarîk-i âmmdan herkes mürûr edebilir ve araba ve
hayvânâtını çekebilir fakat bi-şarti’s-selâma olmakla mukayyed olduğundan yol
üzerinde hayvân ve arabasını durduramaz tarîk-i âmme herkes kapu açar fakat iki
tarafı kendisinin olsa bile karşıdan karşıya köprü kuramaz. Ve mârreye zarar verecek
sûretde şeh-nişîn ve cûmbâ da yapamaz. Belediye kanûnu bunlar için hadd ta‛yîn
etmişdir. Yola binâ yapılamadığı gibi ağaç da gars edilemez. Yaya kaldırımları
kenarına belediyece ağaç gars olunacağı zaman mârreye ve etrafındaki hâne
sükkânına zarar verib vermeyeceği ve memleketin iklim ve hevâsına [90] göre
muvâfık olub olmayacağı önce düşünülmelidir.
Yolların en mühim kısmı bi’t-tabi‛ kasabaları yekdiğerine ve sevâhile rabt
eden caddelerdir. Yollar, insânları birbiriyle te’nîse ve te’sis-i münâsebetlerine ve
63
görgülerinin tezâyüdüne, san‛at ve ticâretlerinin revâcına ve mahsûlâtın tezâyüdüne
ve Hudâ-negerde kaht ve galâ ve inbât-ı semâviyyeden mütevellid mahrûmiyyetlerin
telâfisine, efkârın teâlisine ve asâyişin muhâfazasına hulâsa refâhiyyet-i umûmiyyeye
hizmet eden en mühim bir vâsıtadır bir memleketde o maârifîn terakkisi bile evvel
emirde yola arz-ı ihtiyâc etdirir. Çünkü maârif insânlarda ihtiyacât-ı zarûriyyetin
suhûletle def‛î çaresi hazırlandıkdan sonra ancak neşv ü nemâya sâlih bir zemîn
bulmuş olur.
Sevk-ül-ceyş ve posta nakliyâtından dolayı ise devlet ve millete edeceği
hizmet pek büyükdür.
Bizim bu bâdda intibâhımız turuk ve maâbir hakkında ilk neşr olunan [91] 18
Cemâziyel-evvel sene 286 târihli nizâm-nâme ile başlar bu nizâm-nâme mûcebince:
Evvelâ: Vilâyât merkezinden Dersaâdet’e ve iskelelere ve demir yollarına
müntehî büyük caddeler.
Sâniyen: Vilâyât ve evliye merkezleri beynindeki vilâyât caddeleri.
Sâlisen: Kazâdan kazâya ve kazâdan büyük caddelere ve demir yollara ve
iskelelere giden sancâk yolları.
Râbiân: Nevâhi yolları nâmıyla ve her birerlerinde arzları sırasıyla 9 – 7 – 5,5
- 3 metre olmak üzere dörde taksîm edilmişdir.
Yolun inşâsı için fennî ve idârî me’mûrlar muâşeretiyle alât ve edevâtın
tedârükü devletce deruhde olunarak yalnız emr-i inşâât amele-i mükellefe usûlüyle
ceryân edecek idi. İmâmlar ve mezâhib-i muhtelife papasları ve hâhâm ve mekteb ve
ders hocaları ve alîle’l-vücûd olanlar ve hizmet-i askeriyye ve zabtiyyede bulunanlar
müstesnâ olmak üzere on altıdan yukarı ve altmışdan [92] aşağısındaki bi’l-umûm
nüfûs-ı zükûr ve yük ve araba hayvânları beş senede yirmi gün çalışdırılmakla
mükellef idiler. Bedenen çalışdığı gibi bedel-i şahsî vermek ve yahud hayvân
çalışdırmak ve yahud da hizmet-i muayyeneyi maktû‛ân îfâ eylemek sûretiyle
mükellefiyyet edâ olunabiliyordu. Yine bu nizâm-nâmede beş seneden ibâret olan
devre-i mükellefiyyetde ahâlîye tevzî‛ edilen hizmet beyinlerinde kendi arzûlarına
göre taksîm olunmak ve eksik veya fazla hizmetleri devre-i âtiyedeki mükellef
oldukları ameliyâtdan mahsûb edilmek ve mevki‛-i ameliyâtın kasaba ve kurâdan
baîdi hâlinde beher sâat için yüz günde beş gün nisbetinde ta‛dîlât yapılmak gibi
levâzım-ı muadalete riâyet olunmakla bereber i‛mâlâtın müddet ve mevsim-i
64
icrâsının her sene meclis-i idâre-i livâca ta‛yîn olunması sûretiyle halkı senenin en
işsiz ve müsâid zamanlarında çalışdırmak ciheti taht-ı te’mîne alınarak muktezâ-yı
maslahat gözedilmişdir. 27 Haziran sene 299 târihinde [93] bu bâbda bir ta‛lîmât neşr
edilmiş ve 300 târihinden î‛tibâren a‛şâra zamîmeten alınmağa başlanılan süb‛ ve
rub‛dan sülüsâtı mahalli menâfi‛ne tahsîs olunmuşdur.
Muahharen mezkûr nizâm-nâmenin ta‛dîline lüzûm görülerek ol bâbda
Meclis-i Vükelâca ittihâz olunan karar vechle sâdır olub 10 Şubat sene 305 târihli
buyuruldu-i sâmî ile teblîğ edilen irâde-i seniyye mûcebince mebde’-i sinn-i
mükellefiyyet on altıdan yirmiye iblâğ ve bedel-i nakdî verecekler için vilâyât ve
müstakil sancâklar için iki kısma ayrılarak birisine üç ve diğerine dörder kuruş
yevmiyye takdîr olunmuşdur. 325 senesi Muvâzene-i Umûmiyye Kanûnunda her
vilâyetin tarîk-i bedelâtı o vilâyetin turuk ve maâbirine sarf olunacağı tasrîh kılınmış
ve inşasına bedâ’ edilib de ikmâl edilemeyen ve ikmâline mahallenin bedel-i nakdîsi
kifâyet etmeyen yolların ikmâli için ayrıca yirmi bin lira tahsîsât kabûl olunmuşdur.
Yine mezkûr kanûn ile Pây-i taht ahâlîsi dahi tarîk-i mukellefiyyeti meyânına bi’l-
idhâl [94] yevmiyyesi beşer kuruşdan takdîr ve bazı vilâyât yevmiyyelerine zamâim
icrâ ve Bağdâd vilâyeti için müceddeden üç kuruş yevmiyye vaz‛ edilmişdir.
Nihâyet 326 senesi Muvâzene-i Umûmiyye Kanûnu turuk ve maâbir
mükellefiyyet-i bedeniyyesini terk ederek o seneden i‛tibâren nakden istîfâ usûlünü
kabûl ve bazı vilâyetler yevmiyyeleri mikdârını da tezyîd eylemiş ve o zamana kadar
müstesnâ tutulan Basra, Trablusgarb, Bingâzi ve İşkodra vilâyetlerine muceddeden
üç kuruş yevmiyye vaz‛ edilmişdir. Bundan başka tarîk-i bedel takdîsiyle amele-i
mukellefe ücûrâtının 323 senesi nihâyetine kadar bakayâsı ve 324 ve 325 seneleri
bakayâsının da iki kat olan cezâsı afv olunmuşdur. 30 Haziran sene 326 târihli
madde-i kanûniyye ile turuk-ı umûmiyyenin inşâ ve ikmâli için senevî “94.606.200”
kuruşun 326 ve 327 senelerinde sarfına me’zûniyyet verilmişdir.
327 senesi büdce kanûnuyla da turuk-ı umûmiyye inşâat ve ta‛mîrâtına [95]
sarf edilmek ve bedeli tekasît-ı seneviyye ile ödenmek üzere “2.500.000” liralık
istikrâz akdi için Mâliye Nezâreti me’zûn kılınmışdır.
65
327 Büdcesinde
6.855.000 Turuk-ı vilâyât me’mûrîn-i fenniyye ve müstahdemin maâşâtı
260.000 Turuk-ı vîlâyât levâzım-ı hendesiyye ve kırtâsiyye
3.287.000 Mesârif-i mütenevvia
64.907.129 İnkişâfât-ı ta‛mirât mütemâdiyye inşâât-ı cedîde ve ta‛mirât-ı
esâsiyye Trablusgarb ve Yemen ve Hardan ve Zâl-ı Kebîr
köprüsü mesârifi
8.310.749 Maâşât-ı harc-ı râh ve müteferrika
83.619.878
El-yevm 500+2568 kilometre Avrupa-yı Osmânî’de ve 330+3656 Asya-yı
Osmânî’de olmak üzere cem‛ân 10.226.830 kilometre şosemiz vardır ki aksâmı ber-
vech-i âtîdir.
66
[96,97]
Yol Numarası
AVRUPA-YI OSMÂNÎ Yolların Esâmisi
Tûl-i Umûmî Kilometre
1 Mustafapaşa Edirne Babaeski Lüleburgaz Çorlu Ereğli 230 + 110 2 Edirne Hasköy Kırkkilise Vize Saray 000 + 137 3 Silivri Çorlu 000 + 50 4 Dersaâdet Büyükçekmece 500 + 37 5 Tekfurdağı Muradlı 230 + 22 6 Gelibolu Keşan Uzunköprü 250 + 78 7 Edirne Ortaköy Koşukavak Mestanlı Kırcaali 000 + 144 8 Mestanlı Gümülcine 200 + 62 9 Kavala Drama 230 + 36
10 Siroz Demirhisar Menlik Salihağa Köprüsü Cum‛a-i bâlâ 150 + 137 11 Salihağa Köprüsü Osmaniye Koçana İştip 000 + 121 12 Demirhisar Toyran İstirumçe Radovişte 250 + 112 13 Üsküb Kumanova Palanka Köstendil 130 + 136 14 Firzovik Prizrin Yakova İpek Mitroviçe 360 + 243 15 Priştine Premapos 16 + 41 16 İşkodra Şenkın 100 + 42 17 Selanik Yenice Vodina Kınalı Manastır Rense Ohri Ustruga İlbasan Draç 80 + 351 18 Preveze Yanya Serandoz Görice Rense 330 + 204 19 Avlonya Berat Serandapor 000 + 217 20 Kınalı Soroviç Kozana Serfiçe Alasonya Domanik Kütem? Köprüsü 240 + 147 21 Manastır Pirlepe Köprülü Tikveş Hodve? 740 + 165
67
Yol Numarası
ASYA-YI OSMANÎ Yolları Esâmisi
Tûl-i Umûmî Kilometre
1 İstanbul İzmit Nallıhan Ankara Yozgat Sivas Karahisar Erzincan Erzurum 750 + 1319 2 Sason Havza Merzifon Amasya Tokat Sivas Kayseri Niğde Tarsus Mersin 000 + 783 3 İskenderun Kilis Ayntab Birecik Urfa Siverek Diyarbekir Ergani Mezraa Dersim Erzincan 000 + 863 4 Kilis Haleb Zor Bağdad 000 + 816 5 Üsküdar Şile 000 + 75 6 Adapazarı Düzce Bolu 710 + 132 7 Düzce Akşehir 260 + 38 8 Ankara Kalecik Kangırı Kastamonu İnebolu 210 + 344 9 Sinob Boyabad Havza 460 + 203
10 Giresun Karahisar 000 + 76 11 Trabzon Gümüşhane Bayburd Erzurum 900 + 324 12 Rize Erzurum Hudûdu 000 + 83 13 Sivas Malatya Mezra 530 + 323 14 Bitlis Nidvan Muş Hıns Erzurum 000 + 316 15 Erzurum Kiğı Mamuratü’l-azîz 000 + 182 16 Adilcevaz Malazgird Hıns 000 + 150 17 Mudanya Bursa Yenişehir Bilecik 000 + 142 18 Susgarlı Mihaliç Bursa 000 + 134 19 Bandırma Susgarlı Balıkesir 000 + 100 20 İzmir Tire Aydın Çine Muğla Gökabad Mersin 000 + 276 21 Antalya Burdur Isparta Eğirdir 800 + 167 22 İskenderun Payas Ezinhamidiye Adana Tarsus 830 + 298 23 Adana Sis 000 + 50 24 Beyrut Şam 000 + 128 25 Beyrut Sur Akka Hayfa 600 + 139 26 Yafa Benisa‛b Nablus Kudüs Yafa 980 + 191
[98,99]
68
[100] Turuk ve maâbir hakkındaki nizâmât ve kavânîn sırasıyla nazar-ı
mutâlaaya alındıkda memleketde nukûdun nedreti der-pîş edilerek işe evvel-be-evvel
mükellefiyyet-i bedeniyye ile başlanmış olduğu hâlde yavaş yavaş mükellefiyyet-i
bedeniyye kaldırılarak nihâyet mükellefiyyet-i nakdiyye de karar kılındığı
anlaşılıyor. Halbûki ahvâl-i ictimâ‛iyye ve iktisâdiyyesi gâyetle mütefâvit aksâm ve
enhâyı hâvî olan memleketimizin her tarafında aynı usûlün tatbîkindeki müşkilât ve
mahâzîrin nazar-ı dikkatden devr tutulmaması lâzım gelir.
Nakdin fıkdân derecesinde ender olduğu mahallerde mükellefiyyet-i
nakdiyyenin tâkat-fersâ bir teklîf olacağı meydandadır. Bir tarafdan külli mikdâr
bakayâ bırakarak ve diğer tarafdan dörder kuruşdan toplanan yevmiyyeye mukabil
on kuruşa amele çalışdırarak ne dereceye kadar yol yapdırılabileceği ednâ mülâhaza
ile takdîr olunabilir. Yakın vakitde yine amele-i mükellefe usûlünün kabûlüyle yol
inşââtına germî verilmesini an-samîm temenni edelim.
Umûmî Meydanlar – Bir şehirde umûma âid mesâilin müzâkere ve
münâkaşası [101] için bir mahall-i ictimâ‛a lüzûm-ı derkârdır. Ahâlîsi hukûk-ı
hürriyyetden nasîbe-dâr olmuş memleketlerde öteden beri umûmî meydanlara
lâyıkıyla ehemmiyet verilmişdir.
Ahvâl-i umûmiyye- i memleket hakkında serd-i mutâlaât ve vatandaşların
tenvîr-i fikr ve intibâhı zımnında îrâd-ı nutk ve hitâbet edilecek böyle mahallerden
yangın, zelzele gibi afât-ı semâviyye vukû‛unda ayrıca da istifâde olunur. Ciyâdet-i
hevâye hizmeti ise ehemmiyyet ve lüzûmca diğer fevâidinden aşağı kalmaz. Biz de
bu husûs lâyıkıyla nokta-i dikkate alınmamış ve el-yevm dahi celb-i nazar etdiğine
delâlet eder bir şeye tesâdüf olunamamakda bulmuşdur.
Yalnız pazar ve panayır için bazı şühûr ve kasabâtda mahall-i mahsûsa
mevcûddur ki bunlar lede’l-iktizâ umûmî meydanlar hizmetini îfâ edebilir zâten
pazar ve panayır mahalleri de emlâk-i umûmiyye-i devlet cümlesindendir.
Meydanlar pazar ve panayır mahalleri hakkındaki ahkam arâzî kanûnunun
[102] doksan dört ve ânı ta‛kîb eden maddelerinde mündericdir. Dâhil-i şehirde
bulunan pazar mahallerinin rüsûmu öteden beri belediyelere âid idi. 326 senesi
Muvâzene-i Umûmiyye Kanûnu mûcibince panayırlar rüsûmu dahi mensûb olduğu
kaza belediyesine terk olunmuş ve belediyesi olmayan mahalleler panayır rüsûmu
69
Hazîne-i Mâliye de kalmışdır. Belediyesi müteşekkil olmayan mahalleler belediye
rüsûmu ise öteden beri cihet-i mâliyece istîfâ olunmakdadır.
Şûrâ-yı Devletce ittihâz olunub buyuruldu-i sâmî ile teblîğ olunan kararda
devâir-i belediyenin dâire-i nüfûzları bilâd ve kasabât derûnlarından ibâret ise de
bazen bilâd ve kasabâtın derûnları pazar ve panayır kurulmasına müsâid olmadığı
gibi bazen mahâzîri de dâ‛î olabileceğine binâen ekseriyet üzere pazar ve panayır bir
şehire izâfetle o şehrin hâricinde kurulmakda olub şu hâle nazaran rüsûmunun izâfet
edildiği şehir belediyesine âidiyyeti der-kâr ve kendiye izâfet edildiği şehirde
belediye teşkîlâtı mevcûd olmadığı sûretde o gibi [103] pazar ve panayır rüsûmunun
madde-i kanûniyye mûcibince hazîneye âidiyyeti bedîdâr bulunduğundan bu suretle
muâmele olunması bildirilmiş olduğundan keyfiyyet 19 Kanûn-i Evvel sene 326
târihlî umûm-nâme ile me’mûrîn-i mâliyeye teblîğ kılınmışdır.
Şimendiferler
Vesâit-i ihtilât ve münâkalâtın kesret ve suhûleti beşeriyyetin terakkisine ne
derecelerde hizmet etdiğini umûmî yollar bahsinde görmüş idik. Şimendiferler âdeta
bunların bir şekl-i mükemmel ve müterakkisi olmak i‛tibâriyle te’mîn edeceği
fevâidin bâlâ-ter olacağı derkârdır.
İnsânlar hâl-i ibtidâide bütün münâkalâtı arkalarında icrâ ederken hayvânâtı
bi’l-te’nîs bu vazîfeyi ânlara tahmîl etmek sûretiyle atdıkları birinci hatve-i terakki
ile kalmayarak tekerlekli arabalar îcâd ve vâsıta-i cerr ile icrâ-yı münâkalât usûlünü
keşfe muvaffak oldukdan sonra tarîk-i feyz ve terakkiye sülûk etmiş bulundular.
Eşyâ-yı nâkîle ile mahmûl araba tekerleklerinin [104] arz ile şiddet-i delk ve
temâsının tehvînine ve mukâvemet-i cebriyyenin tahfîfine çare aranıldığı sıralarda
buhâr kuvvetinin amâl-i beşeriyyeye mutâvaati esbâbı da keşf olunmuş
bulunduğundan raylar ferşiyle üzerinde bi-zâtihi müteharrik arabalar işledilmiş ve bu
sûretle şimendifer dediğimiz a‛zam ihtirâât-ı beşeriyyeden bir harika sâha vücûda
gelmişdir. Avrupa’da 1830 senesinde öğrenilen şimendifer emr-i münâkalâtda
gösterdiği sür‛at ve kudret hasebiyle az zamanda lâyık olduğu rağbeti celb ederek el-
yevm küre-i arzda mikdârı 934.000 kilometreye bâliğ olmuşdur ki arz ile kamer
arasındaki mesâfe-i vasıtanın iki buçuk misli raddesidir.
70
1910 senesine kadar bazı hükûmetlerin memleketleri dâhilinde vücûda
getirdikleri şimendiferle mesâha-i arâzîye nisbetleri ber-vech-i âtîdir.
[105, 106]
Kilometre Sâha-i Sathiyyeye Nisbeti
Amerika Cemâhîr-i Müttefikâsı 367.130 0,035
Rusya 71.571 0,003
Almanya 58.432 0,10
Fransa 48.064 0,09
Avusturya ve Macaristan 44.684 0,06
Kanada 37.444 0,003
İngiltere 37.188 0,011
Meksika 28.822 0,011
Arjantin 21.668 0,007
Brezilya 17.340 0,002
İtalya 16.726 0,05
İspanya 14.807 0,029
İsveç 13.233 0,029
Japonya 8.156 0,010
Memâlik-i Osmâniyye 6.232 0,019
Mısır 5.638 0,005
Çin 5.528 0,0005
İsviçre 4.693 0,11
Belçika 4.633 0,15
Danimarka 3.353 0,08
Romanya 3.204 0,024
Hollanda 3.144 0,19
Portekiz 2.698 0,029
Norveç 2.583 0,008
Peru 2.153 0,0018
Şimendiferlerin zaman-ı îcâdından beri mikdârı pek ziyâde artdığı ve bir
tarafdan mütevâliyen artmakda bulunduğu gibi sür‛at ve intizâm ve vagonların
mükkemmliyyeti de günden güne terakki etmektedir. İbtidâ-yı îcâdında sür‛at seyri
71
altı kilometreden ibâret iken el-yevm yüz otuz [107] ve daha ziyâde kilometre kat‛
etdirilmekdedir.
Vagonların ıslâh ve nevâkısının ikmâli ve ale’l-husûs yataklı vagonların îcâdı
ve kuvve-i cirriyyede elektrik kuvvetinin isti‛mâli terakkiyyât-ı fevka’l-âde vücûda
getirmişdir.
Şimendiferlerin inşasında ya hükûmetin yapması ve yahud da ahâlînin
teşebbüsât-ı şahsiyyelerine bırakılması gibi vehle-i evlâda iki sûret vârid-i hâtır
olmak tabîîdir.
Angalosakson kavminden başka akvâmda teşebbüs-i şahsi derece-i
tekemmüle vâsıl olmadığından yalnız ânlarda yani İngiltere ve Cemâhîr-i Müttefike-i
Amarika’da şimendiferler efrâd tarafından, diğer memleketlerde hükûmetlerce
yapılmakda ve bu sûretle emlâk-i devlet adâdında bulunmakdadır.
Hükûmetler, emr-i inşââtı ya bi’z-zat kendileri emâneten icrâ etmek ve yahud
bir şirkete ihâle eylemek şıklarından birini ihtiyâr mecbûriyyetindedir. Emâneten
inşâât hükûmet için pek masraflı ve külfetli olacağına göre şıkk-ı sânînin ihtiyârı
müreccah ise de hükûmetlerin li-maksad şıkk-ı evvelî de [108] ihtiyâr eyledikleri
vâki‛dir. Meselâ bizim Hicaz Şimendiferimiz ve Rusya’ nın Aksâ-yı Şark
Şimendiferi bu sûretle emâneten yapılmışdır. Bu gibi müstesniyâtdan sarf-ı nazar
olunduğu hâlde hükûmetler umûmiyyetle şimendiferlerini şirketlere ihâle sûretiyle
inşâ etdirirler.
Ancak inşâât mesârif-i azîmesinin hükûmetce def‛aten tesviyesi kabil
olamayacağı cihetle istikrâzen tedârük olunacağına ve böyle bir istikrâz için yapılan
hatt vâridâtı en sağlam karşılık teşkîl edeceğine göre işletme hâsılâtı inşâât-ı masraf
ve fâizine karşılık gösterilerek ve lede’l-iktizâ bu vâridâtın diğer bazı vâridât ile ve
meselâ bizde olduğu gibi hattın geçeceği mahalleler a‛şâr vâridâtıyla te’mîn edilerek
mes’ele bir istikrâz şekline ifrâg ve şart-nâme ve mukavele-nâme bu esâsa tevfîken
tanzîm olunur. Şimendiferlerin inşâat ve işletme mukavele-nâmelerinin yekdiğeriyle
karışdırılması bu mecbûriyyet sebebiyledir. Yoksa hükûmet inşâât mesârifini başka
sûretle tesvîyeye imkân bulsa henüz hatt vücûda gelemeden [109] işletme ciheti için
ber-vech-i peşîn bazı taahhüdât altına girmeye muhtâc olmaz. Ve ba‛de’l-inşââtda
işlemeğe hazır ve müheyyâ bulunan hattı daha muvâfık şerâitle işledecek kumpanya
bulmakda müşkilât çekmezdi.
72
Ma‛mâfî şimendiferlerin nakliyât-ı ticâriyyede ve ale’l-husûs sevkiyât- ı
askeriyye de hâiz olduğu ehemmiyyet-i fevka’l-âdeden dolayı hükûmetlerce şirket
yedinde bulundurmakdan ziyâde kendi yed-i idârelerine almak ciheti sittin-i ahîrede
iltizâm olunmakda ve Almanya ve İtalya’da bu sûrete pek ziyâde ehemmiyyet
verilmekdedir.
Memleketin ahvâl-i iktisâdiyye ve askeriyyesiyle şiddetle alâkadâr olan
şimendiferlerin kudret-i mâliye müsâid olduğu hâlde hükûmet yedinde bulunması
müreccah görünüyor. Gerçi bazı erbâb-ı ulûm bunların şirketler yedinde bulunmasını
tasarruf nokta-i nazarından tercîh etmek istemekde iseler de şimendiferlerin
memlekete umûm-ı lüzûm ve şümûl-ı hizmeti ve emr-i idâresinin kavâid-i muttaride
[110] tahtında ceryân edebilmesi i‛tibâriyle hükûmet idâresinde bulunmasında
mahzûr olmamak lâzım gelir.
Şimendiferler, gerçi geçdikleri havâliyi ihyâ edercesine i‛mârına hâdim
oluyor ise de i‛mârât lâyıkıyla vücûda gelinceye kadar işletme hâsılâtı, tesîs ve idâre-
i mesârifine tekâbül edememek ihtimâline binâen kumpanyalar bu bâbda
hükûmetden te’mînât almadıkca nukûd-ı azîmelerini böyle bir yola yatıramazlar.
Ândan dolayı kesâfet-i nüfûsiyyesi az, arâzîsi gayr-ı ma‛mûr mahallelerde yapılacak
şimendifer için hâsılât bir mikdâr-ı muayyene dâhil oluncaya kadar hükûmet hâsılât
noksanını eklemek mecbûriyyetinde bulunur. İşte te’mînâtlı şimendifer denilen bu
kabil olanlardır.
Bi’l-akis arâzî-i ma‛mûre ve muâmelât-ı ticâriyyesi vâsi‛ mahallelerden geçen
hatlar fazla hâsılât vereceği cihetle te‛mînâta lüzûm ve ihtiyâc kalmaz. Bu kabil
olanlara da te’mînâtsız şimendifer denilir.
[111] Te’mînât dahi iki sûretle olur. Biri te’mîn-i fâiz diğeri te’mîn-i temettu‛
usûlüdür.
Te’mîn-i fâiz; mukaveleye girecek kumpanya inşâ ve işletme için ne kadar
mesârif ederse yüzde dört beş gibi ta‛yîn olunan fâizi işletme hâsılâtıyla ödenemediği
hâlde noksanının hükûmet tarafından eklenmesi taahhüd olmaktadır. Bu sûretde
kumpanyanın temettu‛î sağlam aynı zamanda muayyen ve mahdûd olur.
Te’mîn-i temettu‛ ise kilometre başına hâsıl olacak işletmeye vâridâtının bir
mikdâr-ı muayyene iblâğı hükûmet tarafından taahhüd olunmakdır. Şöyle ki: Hattın
umûm hâsılât-ı gayr-ı sâfîsinden beher kilometreye isâbet eden mikdâr evvelce
73
hükûmetce deruhde edilmiş olan mikdârdan dûn zuhûr ederse eksiği hükûmet
tarafından itmâm olunur bu sûretde kumpanyanın kâr ve temettu‛î muayyen olmayıb
tasarrufâtı nisbetinde te’mîn-i menfaat etmiş olur.
[112] Şu iki usûlden başka tekmîl-i hatt için senevî mikdâr-ı muayyen tahsîsât
vermek ve yahud Amerika’da olduğu gibi yolun tarafından arâzî i‛tâ eylemek ve
yahud Jerester tarafından ahîren hükûmetimize teklîf olunduğu vechle hattın
civârındaki ma‛âdenin imtiyâzı verilmek gibi bazı sûretler de var ise de en ma‛rûf ve
mer‛î olanı zikr olunan iki usûldür. Emîn-i fâiz ve temettu‛ usûllerinin muhassenât ve
mahazîrine gelince; te’mîn-i fâiz usûlünde kumpanya ne kadar mesârif ederse etsin
fâizi müemmen ve fâiz fahişce ise istifâdesi de o nisbetde fazla olacağından
kumpanyayı isrâfâtdan ve zâid-i mesârifden men‛ etmek mümkün olamaz. Gerçi
ibtidâ-yı emirde bu mesârif için bir hadd ta‛yîni çaresi var ise de şirket harekât-ı
âtiyyesini tehdîd edecek sıkı kuyûd altına girmekden ibtidâ-yı emirde tehâşî ve
ictinâb eder.
Te’mîn-i temettu‛ usûlünde kumpanyanın kârı mesârifinin azlığı nisbetinde
tezâyüd etmiş olacağından eser-i terakki ve faâliyet göstermek cihetini asla iltizâm
etmez. Hele ücûrâtın tenzîli, katarların [113] tezyîdi gibi halka suhûlet-bahş olacak
ıshâlâta mümkün olduğu kadar teşebbüs ve muvâfakat etmemek menâfî‛ iktizâsından
olur. Bu cihetle şimendiferden beklenilen fâide de kumpanyanın menâfî‛ yolunda
kısmen fedâ edilmiş olur. Her hükûmet memleketinin ahvâline yani şoselerinin
mükemmeliyyetine nüfûsunun mikdârına zirâat ve sanâ‛atının terakkisine, mahsûlât
ve sermâyenin mebzûliyyetine ve nihâyet kendi iktidâr-ı mâliyesine göre şimendifer
inşâsında muvâfık göreceği usûlü intihâb ve tercîh eder.
Memâlik-i Osmâniyye’de mevcûd şimendiferler kısmen hükûmet tarafından
yapıldığı hâlde kumpanyalara ihâle edilmiş ve kısm-ı a‛zamî kumpanyalar tarafından
inşâ ve işledilmekde bulunmuş olub yalnız Hicaz şimendifer hattı hükûmet
idâresinde işledilmekdedir.
74
[114] El-yevm şimendiferlerimiz şunlardan ibaretdir.
Rumeli’de Tûlâ
Kilometre Metre
Şark demiryolları 954 169
Dedeağaç - Selanik hattı 510 470
Selanik - Manastır hattı 218 316
Anadolu
Haydarpaşa – İzmit - Ankara hattı 578 138
İrfaniye - Adapazarı hattı 10 106
Eskişehir - Konya hattı 445 443
Konya - Ulukışla hattı 237 652
Alaşehir - Afyonkarahisar hattı 250 968
Aydın demiryolları 513 500
İzmir - Kasaba hattı 266 000
Mersin - Adana hattı 67 000
Mudanya - Bursa hatt 41 113
Suriye ve Arabistan
Hicaz demiryolları 1465 000
Beyrut – Şam - Müzeyrib hattı 257 700
Reyak - Haleb hattı 331 506
Trablus-ı Şam - Hums hattı 102 295
Yafa - Küdüs hattı 86 659
6336 435
[115] Hudût-ı mezkûreden Aydın - İzmir, Mersin - Adana, Mudanya - Bursa,
Beyrut - Şam-Müzeyrib, Yafa - Küdüs hatları te’minatsız olub diğerleri te‛minâtlıdır.
Yalnız Şark şimendiferleri hükûmet mâlı iken mukavele-i mahsûsa ile bir
kumpanyaya ihâle edilmiş ve Hicaz hattı da her türlü kuyûddan azâde olarak
hükûmet idâresinde inşâ ve işledilmekde bulunmuştur.
75
Enhâr-ı Mubâha, Kanallar, Rıhtımlar, Limânlar
Memâlik-i Osmâniyye’de seyr-i sefâine sâlih birçok enhâr-ı azîme bulunduğu
hâlde bunlardan lâyıkıyla istifâde olunamamakdadır. Kanal küşâdı ise hiç vâki‛ bile
değildir. Kızılırmak Seyhan Ceyhan nehirleri gibi mütevassat enhâr şöyle dursun
dünyanın en münbit kıt‛â-i arâzîsinden geçen koca Dicle ve Fırat Nehirleri bile
rağbet-i intifâ‛mızı celb edememişlerdir.
Ecânib nüfûzunun memlekete duhûlüne mâni‛ olmak üzere Dicle ve Fırat
[116] Nehirlerinde sefâin-i imtiyâzı vaktiyle Hazîne-i Hassaca isti‛mâl edilmiş ve
orada bir de seyr-i sefâin idâresi teşkîl kılınmış ise de daha evvelce icrâ-yı
münâkalâta başlayan İngiliz Lynch Kumpanyasının rekâbetinden nâşi lâyıkıyla
terakki edememişdir. Bu idâre hakkında emlâk-i emîriyye bahsinde izâhât-ı lâzıma
verilecekdir.
Sevâhil-i Osmâniyye gâyetle vüs‛ati olmakla beraber irili ufaklı câ-be-câ ve
lâ-yuadd ve lâ-yuhsâ birçok körfez ve limânları muhtevî ise de bunlar tabîî hılkî olub
sun‛-i beşer ânlara ta‛alluk etmemiş olduğundan istifâdeleri ma‛dûm veya mahdûd
kalmışdır. İstanbul, Haydarpaşa Selanik İzmir Beyrut Sakız limân ve rıhtımları ise
henüz şirketler yedinde bulunmukda muvâredât fâhiş denilecek kadar ağır rüsûma
tâbi‛ tutulmakda olmalarıyla ticâreti az çok iz‛âcdan hâli değildirler. Anadolu’nun
ortasına doğru bir girinti ile cesim limân şeklini irâ’e eden İskenderun Körfezi ise
Asya-yı Osmânî muvâredatının en mühim mahreci olmak iktiza eder ki birçok
esbâbdan [117] dolayı sittîn-i ahirede ehemmiyyetini bile gâib etmekde bulmuşdur.
Hıtta-i Irakiyye’nin muhayyirü’l-ukûl olan kuvve-i inbâtiyyesinden te‛mîn-i
istifâde zımnında vasatından mülâim-i i‛vicâclarla ceryân eden Dicle ve Fırat
Nehirlerinden kanallar küşâdı ehem ve akdem-i umûr olduğu hâlde şimdiye kadar bu
bâbda ciddi bir himmet-i sarf-ı himmet edilememiş ve vaktiyle cihânın zahîre anbarı
nâmını alan beyn-en-nehrîn arâzî aşâyir-i bedeviyyenin cevelân-gâhı olub kalmışdır.
Kanal küşâdıyla iskâ-yı arâzî şöyle dursun milyonlar sarfıyla mukaddema devletce
yapdırılan sedlerin muhâfazasında lâ-kaydâne bir meslek ta‛kîb olunmasının netice-i
meş’ûmesi olarak Hindiye süddesinin inhidâmı ve koca Horasan kazâsının mahv ve
ifnâsı gibi facialarda vukû‛a gelmişdir.
76
İ‛lân-ı Meşrûtiyyetden sonra gerçi bir İngiliz mühendisi ma‛rifetiyle El-cezire
iskâ ve teybîs ve ameliyâtının keşfiyyesine başlanmış ve 327 büdcesinde bunun için
yirmi beş milyon kuruş vaz‛ ve tahsîs kılınmış ise de [118] işin neticeye îsâli daha
pek çok fedâkârlık ihtiyârına ve bir zamanlar intizâra mütevakkıf görünür.
Kütübhâneler, Müzeler
İlm ve irfân-ı beşerî ahlâka tevrîse tavassut eden kitâb ve ânların mecmâ‛ ve
muhaffızı olan kütübhânelerin ehemmiyyet ve ulviyyeti hakkında beyân-ı mutâlaa
zâiddir. Uzmân-ı sâlifede zuhûr eden birçok havâdis ve vukûâta ancak eshâb-ı
himmet tarafından cem‛ ve tedvîn edilmiş kitâblar vâsıtasıyla muttali‛ oluyoruz.
Hükemâ ve ulemâ-yı eslâfın efkâr ve mutâlaâtını ve birçok büyük dimağlardan zuhûr
etmiş hakayıkı bize îsâl eden kitâblardır. Ulûm ve fünûn ve sanâyi‛de beşere tecellî
eden keşfiyât, ihtirâât kitâblara kayd olunmak sûretiyle hem ebediyyet hem de
umûmiyyet şeklini iktisâb ederek insâl-i lâ-hakka yeni başdan tedkîkât külfetinden
vâreste kalmış ve binâen aleyh [119] beşerin terakkiyât-ı mütevâliye ve
mütetâbiasına sebeb-i aslî kitâblar olmuşdur. Kitâbların a‛dâd ve envâ‛î iş bu
terakkiyât ile mütenâsiben tezâyüd edeceğine ve bunlara ıtlâ‛-i kesb etmek
isteyenlerin kudret-i mâliyesi cümlesini nezdinde toplamağa kifâyet edemeyeceğine
mebnî bu bâbdaki müşkilâta karşı ilk düşünülecek çare umûmi kütübhâneler te’sîsi
idi. Fi’l-hakika akvâm-ı müterakkiye için me’kûlât ve melbûsât kadar ehemmiyyeti
hâiz olan ihtiyâcât-ı ma‛neviyye kabil-i ihmâl değildir. Ândan dolayı ni‛met-i
medeniyyetden az çok nasibdâr olan memleketlerde öteden beri kütübhâneler te’sîs
kılınmış ve zamanımızda gerek kütübhânelerin adedi ve gerek ihtivâ etdiği kitâbların
mikdârı şâyan-ı hayret derecelere gelmişdir. Paris kütübhâne-i millîsindeki
mücelledât üç milyona karîbdir.
Dîn-i İslâm, ilm ve irfâna pek büyük pâyeler vermiş ve dîn ile ma‛rifet dâimâ
tev’em gitmiş olduğundan erbâb-ı hayr ve diyânet tarafından yapdırılan cevâmi-i
şerîfeye birer mekteb ve kütübhâne ilâve [120] oluna gelmişdir. Selâtîn-i azâm-ı
Osmânînin bu bâbdaki himmeti el-hakk her türlü sitâyişin fevkindedir.91
91 Kütübhâneler hakkında medeniyyet-i İslâmiyye târihinden ber-vech-i âtî ma‛lûmâtı iktibâs ediyoruz. Akvâm-ı sâlife içinde ilk defa kütüphâne te’sîs eden Babilliler olduğu mervîdir. Anlardan sonra Mısırlılar ve Yunanlılar gelir. Umûmun istifâdesine hizmet maksadıyla umûmî kütüphâneyi ilk
77
[121] Ayasofya Fatih Lâleli Yenicami câmi‛-i şerîfleri derûnlarında
kütübhânelerden başka, İstanbul’da birçok vüzerâ ve sülehâ kütübhâneleri de [122]
vardır. Bunlar gerçi vakıf olmak i‛tibâriyle umûmun istifâdesine meftûh ise de
devletce te’sîs edilmiş olmadıklarından emlâk-i devletden değildirler. Bizde emlâk-i
devletden ma‛dûd yalnız Bâyezîd Kütübhâne-i Umûmîsi vardır.
Müzeler dahi ehemmiyyetce kütübhânelerden geri kalmaz. Hatta islâmın
âyîne-i i‛mâl ve efkârı olmaları i‛tibariyle ânlardaki ifâde daha sâlim ve beliğdir.
Akvâm-ı sâlifeden kalma her eser bizim için birer [123] ders-i ibret ve intibâh teşkîl
eder. İrfân-ı umûmînin teâlîsine hâdim-i vesâitin pek mühimlerindendir. Fakat bizde
lâyık olduğu kadar teveccüh-i umûmîyi celb edememiş ve zâten sûret-i resmiyyede
müze te’sîsi de ancak asâr-ı atîkeye dâir 20 Safer sene 291 târihinde neşr edilen
nizâm-nâme üzerine vâki‛ olmuşdur. Muahharen 9 Şubat sene 299 târihinde ta‛dîlen
yeni bir nizâm-nâme neşr ve tatbîk edildiği gibi 13 Ramazan sene 306 târihinde bir
de nizâm-nâme-i dâhilî tertîb olunmuş ve nihâyet 10 Nisan sene 322 târihli nizâm-
nâmenin neşri ile evvelki nizâm-nâmelerin hükmü fesh edilmişdir. İş bu nizâm-
nâmede Memâlik-i Osmâniyye arâzîsinde mevcûdiyyeti bilinen ve yahud âtiyen keşf
edilecek olan her nev‛ ebdân ve asâr-ı atîke-i menkûle ve gayr-i menkûlenin cümlesi
def‛a Yunanîler te’sîs etmişlerdi. Kable’l-mîlâd altıncı asırın evvâsıtında Yunanistan’da (Peisistratos) umûmi bir kütübhâne te’sîs etmiş idi. Vaktiyle Bergamada iki yüz bin cildi hâvî bir kütübhâne bulunduğunu mahkîdir. Batalsa (Ptolemaeus) dahi meşhûr İskenderiyye kütübhânesini te’sîs etmişdi. Romalılar’ın ilk te’sîs etdikleri kütüphâne kable’l-mîlâd 167 senesinde Makedonya’dan Roma’ya nakl etdikleri kitâblardan teşkîl olunmuşidi. Abbasiler Bağdad’da (Beytü’l-Hikme) nâmıyla bir kütüphâne te’sîs etmişlerdir. Âl-i Büveyh mülûkünden (Bahâüddevle) nin veziri (Şabur ibn Erdeşîr) 381 târihinde Bağdad’da Kerh Mahallesinde bir kütübhâne te’sîs etmişdir ki on binden ziyâde mücelledâtı ihtivâ etmekde idi. Endülüs’de Kurtuba Sarâyında vücûda getirilen kütübhânenin dörtyüz bin cildi hâvî olduğu mervîdir. Rivâyete göre Grnata’da yetmiş kadar umûmî kütübhâne mevcûd idi. Fatimiyyûndan Azîz Billah’ın Mısır’da te’sîs etdiği kütübhânenin Selâhaddin Eyyûbî zamanında mevcûdu bir milyonu mütecâviz olmak üzere gösterilmektedir. Mısır’a İslâmlar tarafından te’sîs edilmiş olan kütübhânelerden biri de “Dârü’l-Hikme”dir. Fâtimîler zamanında Trblus-ı Şâm’da bulunan bir kütübhânenin üç milyon cild ihtivâ etdiği mazbût tevârîhdir. Bu kütübhâne Salibiyyûn tarafından yağma edilmişdir. Buhârâ’da İbn-i Sinâya dârü’l-tatbi‛ olmuş pek meşhûr kütübhâne mevcûd idi.
Avrupa Pây-i Tahtlarının En Meşhûr Kütübhâneleri Aded-i Mücelledât
Paris Kütübhâne-i Millîsi 2.700.000 Londra’da Biritanya Medresesi Kütübhânesi 1.648.000 Petersburg’da Kütübhâne-i Çârî 1.360.000 Berlin’de Kütübhâne-i Millî 1.230.000
Viyana’da Kütübhâne-i Millî 924.000 Roma’da Kütübhâne-i Millî 677.000 Cemâhîr-i Müttefeke-i Amerika’da kitabların mecmû‛î 33.051.872 cilde bâliğ olan 2036 bâb kütübhâne mevcûddur.
78
Hükûmet-i Osmâniyye’nin mâlıdır denilmiş ve Memâlik-i Osmâniyye arâzîsinde
vaktiyle sâkin olan ale’l-umûm akvâm-ı kadîmenin sanâyi‛-i nefîse ve ulûm ve fünûn
ve edebiyât ve hirfete müte‛allik bilâ-istisnâ kaffe-i müzâherât ve her türlü ma‛mûlâtı
asâr-ı atîkadan ma‛dûd olduğu tasrîh kılınarak cevâmi‛-i şerîfe [124] ve hayrât ve
mebânî-i mukaddese metrûk büt-perest ma‛bedleri el-yevm derûnunda icrâ-yı âyîn
edilmeyen sinagonlar (Musevîlere mahsûs ibâdethâneler) bazilikalar (bir nev‛ kilisa)
kilisalar, manastırlar, künbedler, hânlar kal‛a ve burclar, kasaba sûrları, hâneler,
tiyatrolar, köprüler, at meydânları, sirkoslar (Romalılar zamanında araba yarışıyla
oyunlara mahsûs mahall) istâdlar ve hipodromlar (at meydanları) amfiteatrlar (oyun
ve güreşlere mahsûs mahall) hamâmlar, rıhtımlar divârlı ve divârsız kapular,
sahrnıclar, şoseler, dikili taşlar, su yolları, höyükler (mezâr ve karye tepeleri)
mahkûkâtı sathen mer’î ve gayr-i mer’i mezâr odaları, her gûnâ mevâddan masnû‛-i
musavver ve gayr-i musavver lahidler direkler sandûkalar, boyalı ve yahud yâldızlı
tasvîr ve nikablar kabartmalar isteller (mezâr taşları elvâh-ı nezriyye ve sâir direk
üzerindeki âbideler) heykeller heykelcikler, figürinler (toprakdan heykelcikler) yazılı
ve kabartmalı kayalar deri bez pâpîrusu (bir nev‛ nebât yaprağı [125] üzerindeki
muharrerât) parşömen (tirşe üzerindeki muharrerât) ve kâğıd üzerindeki el yazıları,
işlenmiş çakmak taşları ve her nev‛ mevâddan masnû‛ eslaha alât ve edevât ve
vazolar ma‛mûlât-ı turâbiyye ve züccâciyye, müzeyyenât yüzükler mücevherât
ıskarapelar (bir nev‛ böcek şeklinde toprakdan ma‛mûl vezinler) sikkeler madalyalar
kalıblar mahkûk taşlar ağaçdan ma‛mûl eşyâ oyma ve kakma eşyâları fildişi ve
kemikden masnû‛ ma‛mûlât misâl olarak ta‛dâd edilmişdir.
Kezalik kadîm divâr ve âbidât bakayâsı ve ale’l-umûm herhangi cinsden
olursa olsun âbidât ve eşyâ-yı kadîme küsârâtı ve kaya parçaları, dağlık tuğlalık taş
ve cam ve ağaç kırıkları çinilerle ma‛mûlât-ı turâbiyye parçaları asâr-ı atîkadan add
edilmişdir.
Yine bu nizâm-nâme ile Memâlik-i Osmâniyye’den hârice asâr-ı atîka nakli
nen‛ edilmiş ve hâricden gelecekler serbest bırakılmışdır.
[126] (Leyse’l-haberû ke’l-ıyân) mantûkunca müşâhede-i asâr ile bi’l-fi‛l
tedkikât ve tatbi‛âtdan mütehasıl ilm-i yakınî, kütüb-i mastûreden müstenbat
ma‛lûmâtdan bi’t-tabi‛ akvâ olacağına göre müzelerden edilecek istifâde-i azîme
Avrupalılarca lâyıkıyla nazar-ı ehemmiyyete alınarak yalnız bulunabilen asâr-ı eslâf
79
için değil belki akvâm-ı sâlife ve hazıranın ahlâk ve âdâtını irâ’e eder ve hatta ulûm
ve fünûnun terakkiyâtını gösterir mükemmel ve müteaddid müzeler vücûda getirerek
halkı istifâde etdirmekdedirler. Bu kabilden bize yalnız Yeniçeri Kabakhânesi vardır.
Memâlik-i Osmâniyye akvâm-ı kadîme-i mütemeddinenin arâm-gâhı olmak
hesabiyle asâr-ı atîke mahzeni ta‛bîrine ma-sâdak iken asâr-ı atîkanın kadir ve
kıymetinin takdîrinde pek geç kalmakdan nâşî ekserisi memâlik-i ecnebiyyeye
aşırılmış ve ancak ezmân-ı ahîrede keşf edilen asâr ile Topkapı Sarâyı civârındaki
müze vücûda getirilmişdir. [127] Ma‛mâfî hâvî olduğu asâr kıymetdâr i‛tibâriyle
müzemiz yine en mühim müzelerden ma‛dûddur.
Müzehâneler esâsen halkın tedkîk ve istîknâhına meccânen küşâdı derece-i
vücûbde olan müessesât-ı âliyyeden iken bizdeki müzehâne beş kuruş duhûliyyeye
tâbi‛ tutulmakda ve hatta taşradaki bazı cesîm hârebeleri ziyâret edenlerden de ücret-i
duhûliyye alınmakdadır. Bu cümleden olarak Baalbek harâbesinden nısfı mesârif-i
mahalliyye ve nısf-ı diğeri müzehâneye âid olmak üzere alınan yirmi kuruş
duhûliyye istihsâl edilen 16 Ağustos sene 327 târihli irâde-i seniyye ile on kuruşa
indirilmişdir.
327 senesinden i‛tibâren cihet-i askeriyyeye âid eşyâ-yı atîkanın teşhîrine
mahsûs bir müze daha açılmış ve muahharen Yeniçeri Kabakhânesi dahi oraya nakl
edilmiş ve üç kuruş ücretle ziyâret etdirilmekde bulunmuşdur.
Kıymet-i târihiyyesinden ve kıymet-i maddiyye-i fevka’l-âdesinden [128]
başka mefâhir-i milliyyemizden olmak i‛tibâriyle umûm Osmânlılar için pek
mu‛azzez asâr-ı âliyye ve nefsiyyeyi hâvî bizde bir de Hazîne-i Hümâyûn vardır.
Pâdişâhân-ı azâmın eslaha ve melbûsâtı ve isti‛mâl buyurdukları evânî ve
sarây-ı hümâyûna âid pek çok asâr-ı muhteşeme orada mahfûzdur.
Eşyâ-yı muhteviyyesinden birisi Çaldıran muzafferiyyeti üzerine Sultan
Selim’in igtinâm etdiği taht-ı şâhîdir ki som altun üzerine mînâ ile işlenmiş ve ser-â-
pâ yek-nesak incû ve zümrüd ve yâkût ile bezenmiş bir taht nazar-ı karîb olub erbâb-ı
ihtisâsı yalnız mücevherâtına iki milyon lira takdîr etmişlerdir.
80
[129]
Emlâk-i Emîriyye
Devletler gerek vazîfe-i asliyyelerinin îfâsı ve gerek maksad ve merâmlarına
vusûl için uhdelerinde muhtelifü’l-envâ‛ emlâk bulundururlar ve ânları idâre-i
külfetini tahammül ederler.
Bu emlâkdan bir kısmının esâsen îrâdı olmaz. Bir kısmının da îrâdı olsa bile
bu îrâd maksûd-ı bi’z-zât olmadığından devletce pek o kadar ehemmiyyet verilmez.
Fakat devletlerin bir kısım emlâkı daha vardır ki ânların îrâdı maksûd-ı bi’z-
zât olur. Yani mücerred îrâd almak maksadıyla taht-ı idâre de bulundurulur. Bu îrâd
devletin vâridât-ı büdcesinde rüsûm ve tekâlîfden başkaca bir mevki‛-i mühim işgâl
eder. Hatta tekâlîf ahzı müteâmil olmayan kurûn-ı ûlâ ve vasıtâda devletlerin yegâne
vâridâtı emlâk hâsılâtı idi. Meselâ İngiltere’de Norman hükûmetlerinin ve Fransa’da
[130] Kapesiyen [Capetiene] hânedânının mâlik oldukları arâzî îrâdından başka
hazîne-i devletin vâridâtı yok idi. El-yevm bile Monako Prensliği’nin îrâdı Prensliğin
mâlik olduğu kumarhâneler bedelât-ı îcâriyyesinden ibâretdir.
Fakat düvel-i hâzıranın ma‛rûz bulundukları mesârif-i azîme emlâk îrâdıyla
kapanır bir derecede bulunmadığından emlâkdan daha ziyâde vâridât te’mîn eden
tekâlîfe mürâcaat olunmakdadır îrâdı olmayan emlâkın hükûmetlerce îdâre edilmeleri
esbâbına gelince: Ma‛lûm olduğu üzere devletlerin ibtidâen te’sîsleri misillû ba‛de’l-
te’sîs devâm-ı mevcûdiyyetleri hârice karşı irâ’e-i kuvvet ve satvete ve dâhilen dahi
tanzîm-i idâreye mütevakkıfdır. Şu iki vazîfe-i esâsiyye ise bazı emlâk idâresine bi’z-
zarûre ihtiyâc hüsn etdirir. Evvelâ devletlerin siyâsî idârî mâlî askerî adlî
teşkîlâtlarına göre me’mûrîn-i muvazzafanın içinde îfâ-yı vazîfe edecek devâire
ihtiyâc derkârdır. [131] Bu ilcâât sebebiyle devâir-i devlet ittihâz etmek üzere
birtâkım mebânî te’sîs ve tefriş ve muhâfaza olunur. Sâniyen memleketi hâricin
tecâvüzünden masûn bulundurmak için hudûdlarda ve sâir îcâb eden mahallelerde
kal‛alar, istihkâmlar ve istihkâmlar arasına tahtü’l-arz yollar vücûda getirildiği gibi
sefer-i harbiyye ve teyyâreler ve harb ve vegâda isti‛mâl edilmek üzere toplar
tüfenkler ve sâir alât-ı harbiyye ve ceb-hâne ihzâr olunur. Bu gibi mebânî ve
levâzımın bi’t-tabi‛ îrâdı olmaz. Sâlisen: Devlet kendi zarûriyyât-i hayâtiyyesinden
olan levâzım-ı harbiyyesini bi’z-zât tedârük mecbûriyyetindedir. Bu levâzımdan bir
81
kısmı gerçi efrâddan tedârük olunabilirse de ihtiyâta riâyeten kendisi de her şeyi
hazır bulundurur. Bundan nâşî askerin def‛-i ihtiyâcı için değirmenler fırınlar çûha
bez fabrikaları dikimhâne veya feshâne ve sâire te’sîs ve idâre eder.
Bu misillû fabrikalar ma‛mûlât ve müstahsilâtından ihtiyâcât-ı hükûmetden
fazla kalanı pazar-ı fürûhta vaz‛ ve esmânından az çok [132] istifâde te’mîn ederse
de bunlardan maksad-ı aslî îrâd almak olmadığı cihetle kâr veya zararına o kadar
bakılmaz. Hatta zarar olsa bile bu zarar tehlike-i muhtemele-i memleket için mahsûs-
ı sigorta ücreti kabilinden sayılır.
Kezalik hüsn-i temşiyyet umûr-ı memleket için cerâid ve resâil-i mevkûte
neşr etmek üzere matbaalarda te’sîs ve idâre ederler ki bunlardan doğrudan doğruya
beklenilen menâfi‛ neşr-i kavânîn ve tenvîr-i efkâr-ı ahâlî olub menfaat-i maddiyye
değildir.
Levâzım-ı mezkûrenin bir kısmı da esâsen efrâdın iktidârî kuvvetinde olduğu
ve yahud efrâdın o gibi işlere teşrîki hikmet-i hükûmet nokta-i nazarından dâ‛î-i
mahzûr olacağı cihetle münhasıran hükûmetce yapılır tophâne bârûthâne fişenkhâne
tersâne bu kabildendir. Ma‛mâfî sanâyi‛ce pek müterakki olan Avrupa
memleketlerinde hükûmetlere o gibi levâzım-ı harbiyye i‛mâl ve inşâ eder
mükemmel fabrikalar vardır.
[133] İnşallah inhisârlar bahsinde görüleceği üzere hükûmet inhisârlarının bir
kısmı zikr olunan mahzûra müsteniden hükûmet idâresinde tutulur. Râbian hükûmet
devâir ve müessese ve fabrikalarında mefrûşât ve levâzım-ı ibtidâiyye ve makine ve
alât ve edevât gibi birçok demirbâş eşyâsı da bulunur. Muhâfazaları en ziyâde dûçâr-ı
ihmâl olan bu kabil emlâk devletindir.
Hâmisen: Hükûmet memleket dâhilinde bazı sanâyi‛n inkırâzından
muhâfazası ve yahud ahâlîye numûne irâ’esi maksadıyla bazı fabrikalar ve
müesseseler idâre eder. Fransa’nın Sever ve Goblen fabrikaları ve bizde de Hereke
Fabrikası ve Yıldız’daki Çini Fabrikası sanayi‛-i nesciyyenin ve çiniciliğin
memleketde devam ve bekası maksadıyla idâre edilmekdedirler. Kezâlik ekser
vilâyâtda te’sîs kılınan zirâat numûne tarlaları da ahâlîye örnek olmak ve
terakkiyâtda rehberlik etmek üzere te’sîs edilmişlerdir. Bu kabil fabrika ve
müesseselerden [134] hükûmetce az çok istifâde de olunur ise de maksad-ı te‛sîs ve
idâreleri îrâdları değildir.
82
Ma‛lûmât
Levâzımât-ı Umûmiyye-i Askeriyye İdâresine Mülhak Fabrikalar
Fes ve Çûha Fabrika-i Hümâyûnu
Fabrika-i hümâyûn 1244 târihinde münhasıran fes i‛mâl etmek üzere cennet-
mekân Sultan Mahmûd Hân-ı adlî hazretleri tarafından ihdâs edilmişdir. 1256 ve
1285 târihlerinde muhterik olmasına binâen tecdîden ve 1302 târihinde de tevsî‛en
inşâ olunmuşdur. Maksad-ı te’sîsi yalnız fes i‛mâl etmekden ibâret olan bu fabrikada
1283 târihinden sonra muhtelif cinsde çûha şayâk i‛mâline başlanıla[rak] 310’da hâl-
i hâzırına ircâ‛ edilmişdir.
[135] 312 târihinden sonra fânila çorab halı gaytan i‛mâline de başlanılmış ise
de 326 senesi ibtidâlarında çarşuluk eşyâ ve 327 senesinde askere mahsûs feslerin
kalpağa tahvîlinden dolayı da fes i‛mâlâtı ta‛tîl edilmiş ve hâl-i hâzırda fabrika-yı
hümâyûn yalnız askere mahsûs çûha kilim çorab battaniyye gibi eşyânın i‛mâliyle
iştigâl etmekde bulunmuşdur.
Buharla müteharrik bulunan iş bu fabrikada muhtelif cins ve nev‛den
müteaddid tathîr hallac elek tarak vargel dokuma mişon perdâht ve çorab dest-gâhları
ve son sistem altı aded boya kazgânı mevcûddur.
Fes dest-gâhları el-yevm muattal bir hâldedir. Fabrika elektrikle tenvîr
edilmiş olduğu gibi dâhilinde eşyâ ve mevâdd-ı sâire nakliyatını teshîl etmek üzere
de (1240) metre tûlunda bir de kaviyyü’l-hatt inşâ edilmişdir.
Senede neferâta mahsûs elbiselik ve kaputluk olmak üzere [136] altı yüz bin
metre abâ yüz altmış bin kilim dokuz yüz bin çift çorab on beş bin battaniyye i‛mâl
edilmekdedir ki bunların esmân-ı hâsılası (12.300.000) kuruşa bâliğ olur. Fabrikanın
müstahdemîn-i sâirede dâhil olmak üzere dâhilde çalışır 926 nefer zükûr ve
çorabların topuk ve burunlarını yapmak üzere hâricde çalışır 360 nefer-i inâs amelesi
vardır. Bunlara senevî ücret ve yevmiyye olarak üç milyon altı yüz bin kuruş
verilmekdedir.
Fabrikanın sermâyesini teşkîl eden mebâliğ mevâdd-ı ibtidâiyye ile eşyâ-yı
ma‛mûle ve levâzım-ı sâire üzerinde (180.000) ve demirbâş eşyâ üzerinde (60.000)
ki min haysü’l-mecmu‛ takrîben iki yüz kırk bin lira raddesindedir. Amelenin te’mîn-
83
i istikbâli için 314 senesinde küşâd edilmiş olan tekâüd ve teshîlât sandığı i‛lân-ı
Meşrûtiyyeti müteâkib 324 senesinde lağv edilmiş ise de tahakkuk eden ihtiyâc
üzerine daha vâsi‛ mikyâsede [137] muâvenet ibrâz edebilecek bir sandık te’sîsi ve
bugün der-dest muâmele bulunmuşdur.
İzmit Abâ Fabrikası
Bu fabrika Ordu-yı Osmânî’nin eşyâ ve levâzımâtının dâhilde tedârükü
hikmet-i iktisâdiyyesine müsteniden devr-i Abdülmecîd-i Hânî’de İzmit şehrinden on
kilometre dâhilinde olmak üzere vücûda getirilmiş bir müessese-i askeriyyedir. Elli
senelik hayât-ı mesâisinde ancak bir kere ta‛mîr gören mezkûr fabrika 322 senesinde
ta‛tîl edilmiş ise de 324 senesi Temmuzundan sonra yeniden işletdirilmeğe
başlamışdır. Su ile müteharrik bulunan iş bu fabrikanın târih-i mezkûreden sonra
yani şu üç dört sene zarfında bütün makineleri ve kâffe-i techîzâtı hemen kâmilen
denilebilecek bir sûretde değişdirilmiş olduğu gibi birçok makineler de yeniden
Avrupa’dan [138] getirdilerek fabrikanın terakkisine ve i‛mâlâtın tevsî‛ne
çalışılmışdır. 326 senesinden beri fabrika binâsı ta‛dîlen ve tevsî‛en inşâ ve ta‛mîr
etdirilmekde bulunmuş “böyle büyük bir darü’l-sanâ‛inin muntazaman
işletdirilmesinin mütevakkıf bulunduğu kâffe-i te’sîsâtın yani elektrik tenvîrâtı,
isâlnorlar? elektrikle nakliyât, telefon te’sîsâtı gibi mevâdd mesâhanın inşâsı
mansûrdur” ve gerek makinelerin tecdîdlerle ve gerekse fabrikanın tevsî‛en ta‛mîr ve
ta‛dîlatı evvelce dakikada a‛zamî (30) bin mekik atan dokuma dert-gâhlarına mukabil
bu kere dakikada (95-96) bin mekik atan kırk dokuma makinesiyle yevmiyye (1500-
1600) metre eski dokunan gayr-i muntazam abâya mukabil mükemmel şayak ve -
650- mükemmel kilim i‛mâl ve nesc edilmesi mukarrer bulunmuşdur.
Debbâğ ve Kundura Fabrikaları
Debbâğhâne ve Klorehâne
[139] Fabrikanın târih ve sûret-i te’sîsi hakkında kayden bir ma‛lûmât yok ise
de bunun bulunduğu mahallin debbâğ esnâfından Hamza Bey nâmında bir zâtın
uhdesinde iken cennet-mekân Sultân Mahmûd Hân-ı Sânî Hazretleri tarafından
84
mübâyaa edilib cihet-i askeriyyeye verildiği kudemâ-yı müstahdeminin rivâyât-ı ve
menkûlât-ı müstenid ma‛lûmâtından anlaşılmakdadır. Makine dâiresinin üzerine
mevzû‛-i târih taşının irâ’e etdiği târihce (1258) göre Sultân Abdülmecîd Hân’ın
devr-i saltanatlarında makine ve dolab dâireleriyle palamut ve çam kabuğu üğütmeye
mahsûs değirmen konulmak ve altmış beygir kuvvetinde bir makine vaz‛ edilmek
sûretiyle vücûda getirilmişdir.
Abdülazîz Hân’ın zaman-ı saltanatında ise debbâğata mahsûs nerdiman ve
kireçlik kuyuları hafri ve su teknesi ve bazı emâkin inşâsıyla fabrikanın muâmelâtı
tevsî‛ edilmişdir.
323 ve 324 seneler arasında makine dâiresi yeniden bir kere inşâ edilmiş ise
de 324 senesinde mezkûr fabrikanın [140] Avrupa’daki emsâlinin dâhil olduğu
derece-i terakki ve Ordu-yı Osmânî’nin bu kabil fabrikaların ma‛mûlâtına olan
derece-i ihtiyâcı pîş-i nazara alınarak terakkisi esbâbına tevessül edilmiş ve bu
maksadla fabrika tevsî‛en ve ta‛mîren inşâ edildiği gibi Avrupa’da birçok makineler
ve alât ve edevât sipariş olunmuşdur. İş bu inşâât hitâm buldukdan ve Avrupa’dan
pey-der-pey vürûd etmekde olan makinelerin mahallerine vaz‛ı ameliyâtının arkası
alındıkdan sonra istihsâlâtın birkaç mislini tezâyüd edeceği tabîîdir.
I
Debbâğhâne-i âmirede 324 senesinden 327 senesi nihâyetine kadar dört sene zarfında
vukû‛ bulan i‛mâlâtın mikdârı.
Muhtelif cinsden kâr-ı sâlime ve deri
Kıyye
324 215.730
325 248.352
326 246.950
327 74.470
85
[141]
II
Klorehâne-i âmirede 324 senesinden 327 senesi nihâtetine kadar vukû‛ bulan
i‛mâlâtın mikdârı.
Çift pabuc çizme kundura çarık ve sâire
324 154.015
325 199.043
326 186.704
327 273.953
Bir numaralı cedvelde görüldüğü üzere 327 senesinde debbâğhâne-i âmire
istihsâlâtının tenâkusu sene-i mezkûre zarfında külliyyetli mikdârda mübâyaa edilen
yaş derilerin tathîr ve kuyulara vaz‛ı ameliyâtıyla iştigâl edilmesinden ve birde yaz
mevsiminde kolerâtın şiddetle icrâ-yı hükm ettiği esnâda amele ve askerin
muntazamân işleyememesinden ileri gelmişdir.
Klorahâne-i âmirenin istihsâlâtı ise sene-bî-sene bir misli denilecek bir
sûretde artmışdır.
[142]
Bez Fabrikası
Cennet-mekân Abdülazîz Hân’ın zaman-ı saltanatında Bârûtcubaşı Ohannis
Bey’den alınan ufak birkaç dest-gâhı hâvî iş bu bez fabrikasında mûmâ-ileyhin
nezâreti altında çadır ve amerikan bezi i‛mâl olunmakda iken 1266 târihinde nâmı
Basmahane-i Âmireye tebdîl ve Avrupa’dan celb etdirilen ustalar ve alât vâsıtasıyla
da basma i‛mâline başlanılarak tevsî‛ edilmişdir.
1270 târihinde gâyet yüksek bir fiyâta mâl olan basma i‛malâtından sarf-ı
nazar edilerek bez i‛mâlatının tezyîdine çalışılmış ve yeniden birçok dest-gâhlar celb
ve fabrika tevsî‛ olunarak ecnebi ustalar nezâreti altında yevmiyye yüzü mütecâviz
top bez i‛mâl edilmesine muvaffakiyyet oluvermişdir.
1294 târihinde nizâmiyyeden Ferik Nâzım ve Hüseyin Rüşdi Paşalar [143] ile
Hazîne-i Hâssa’dan terfîk edilen yedi sekiz kişiden müteşekkil bir hey’et ma‛rifetiyle
fabrikanın makineleri alât ve edevâtı ve hatta bağçesindeki ağaçlara varıncaya kadar
ta‛dâd edilerek Nizâmiyye idâresine devr ve teslîm olunmuş ve pey-der-pey ecânibe
86
yol verilerek müdürler zâbitândan ta‛yîn ve i‛mâlât yerli san‛atkârlarımıza tevdî‛
edilmiş ve makinelerin idâresi için bahriyyeden çarhcı zâbitânı alınmışdır. Fabrika
müdüriyyetini birçok seneler îfâ eden merhûm Kolağası Hurşid Ağa’nın hüsh-i
hidemâtı tez-kâr olunmakda bulunmuşdur. Bir zamanlar havlu ve hamâm takımları
ve ipekli bezler de i‛mâl edilmiş ise de bilâhare bu kabil eşyâ nescinden sarf-ı nazar
edilmiş ve hâl-i hâzırda çadır bezi, çadır astarı, amerikan bezi elbiselik bez ve çadır
kolanı olmak üzere anifü’z-zikr beş nev‛ bez i‛mâl edilmekde bulunmuşdur.
[144]
Tahiniyye ve Fırınlar İdâresi
Kudemâ-yı mustahdemin rivâyâtına nazaran iş bu fabrika (Unkapanı Dakik
Fabrikası) Serasker-i esbak Hüseyin Avni Paşa zamanında Levâzım Reisi Divriğli
Hafız Paşa tarafından takrîben 1290 târihinde buhar ile müteharrik ve büyük tarafda
on altı ve küçük tarafda dört taş olmak üzere inşâ olunmuş ve ol zaman aşağı cins
dakikler tefrîk edilmeksizin yirmi dört sâatde mahlût olarak bin çuval kadar dakik
tahin edilmekde bulunmuş idi.
1299 târihinde küçük taraf muhterik olmakla iki sene kadar ta‛tîl kalmış ise
de 301 târihinde yeniden ta‛mîr ve inşâ edilmişdir. 312 senesinde küçük tarafın 313
senesinde büyük tarafın taşları kaldırılarak yerlerine Avrupa’dan celb olunan Valley
dest-gâhları ile müceddeden buhar makineleri vaz‛ olunmuşdur.
[145]
Dikimhâne (Elbise Anbârı)
Anbârın sûret ve târih-i te’sîsi mechûldür. Tahkîkata nazaran evvelâ Sultan
Ahmed Câmi‛-i şerîfinin şark-ı cenûbisinde Kabasakal civârında kemerin altı
caddesinde yeniçeri terzihânesi nâmıyla bir mahall küşâd edilmiş ve oradan
Bayezid’de Sabuncu Hânı’na nakl ve mahall-i mezkûrdende 1246 târih-i hicrîsinde
Sultan Ahmed Meydanında At Meydanı kışlasına nakl edilerek ismi Elbisehâne-i
Âmire Müdüriyyetine tahvîl olunmuş ve yeniden muhtelif terzihâneler, çadır
i‛mâlâthânesi, asker-i mizâmiyye gömlekhânesi 1277 sacâk i‛mâlâthânesi 1286
küşâd ve te’sîs kılınmış olduğu anlaşılmışdır.
87
1258 târihinde Hazîne-i Celîle ile olan râbıtası kat‛ edilerek cihet-i
nizamiyyeye devr edilmişdir.
Geçen seneden beri edilen ihtimâmât ve yeniden vaz‛ olunan buharla [146]
müteharrik makineler ve tatbîk edilmeğe başlanılan usûl-i cedîdei fenniyye neticesi
olarak dikimhane-i mezkûrun i‛malâtının iki misli artdığı tutulan kuyûd ile
müsbetdir.
İ‛mâlât-ı Harbiyye Müdüriyeti
Memleketimizde Sultân Selim-i Sâlis zamanına kadar alât ve edevât-ı
harbiyye dağrudan doğruya hükûmete âid i‛mâlâthânelerde yapdırılmayıb hükûmetin
nezâreti tahtında olmak üzere esnâf-ı mahsûsuna i‛mâl etdirilir idi. Asr-ı Selim Hân-ı
Sâlisde icrâ edilen teşkîlât-ı askeriyye üzerine sâdır olan fermân-ı âlî mûcibince
Tophânede top ve tüfenk i‛mâlâtına mübâşeret olunmuşdur. Muahharen Tophâneye
bazı fabrikalar ilâve edilmiş ve 1299 târihli fermân-ı âlî ile bârût i‛mâl ve fürûhtu
imtiyâzı da Tophâneye verilmişdir.
[147] Devr-i Meşrûtiyyete kadar Tophâne Nezâreti nâmıyla mevcûd olub bir
müşirin taht-ı idâre ve nezâretinde bulunan bu fabrikalar bugün İ‛mâlât-ı Harbiyye
Müdüriyyeti nâmı verilen bir müdüriyyete tâbi‛dir.
İ‛mâlât-ı Harbiyye Müdüriyyeti’nin taht-ı idâresinde el-yevm top tüfenk
mermi marangoz fişenk tapa i‛mâlât-ı mütenevvi‛a bârûtu ve siyâh bârût i‛mâlâtına
mahsûs olmak üzere müteaddid fabrikalar bulunmakdadır. Bunlara ne gibi alât ve
edevât-ı harbiyye i‛mâl etdikleri isimleri alâtıyla dahi anlaşılmakda ise de tezyîd-i
fevâid maksadıyla i‛mâlât vak‛aları hakkında ber- vech-i zîr bazı ma‛lûmât i‛tâsı
münâsib görülmüşdür.
1- Top Fabrikası: (Tophâne’dedir) Müceddeden top ve topa müte‛allik
kâffe-i alât ve edevât ile büyük kıt‛adaki toplar için îcâb eden makine ve
edevât-ı cedîdeyi bir sûret-i mükemmelede inşâ ve ta‛mîr ile topculukda
kal‛a ve sâir nâmıyla iki inkısâm eden topların her iki nev‛inde ihzâr ve
ta‛mîri için bu fabrikalardan hükûmet oldukca mühim istifâde te’mîn
etmekdedir. [148]
88
2- Mermi Fabrikası: (Zeytinburnu’ndadır) Kal‛a ve sâir toplar için iktizâ
eden her nev‛ mermiyâtı i‛mâl eder ve i‛mâlâtı kesîr ve şâyân-ı istifâdedir.
3- Tüfenk Fabrikası: (Tophâne’dedir) Başlıca mavzer tüfengi i‛mâl ve
martini tüfenklerini mavzer sistemine tahvîl etmekle beraber eslahaya âid
her türlü alât ve edevât ve ta‛mîrâtı da matlûba muvâfık bir tarzda yapar
bu fabrikanın el-yevm mevk‛-i isti‛mâlden sâkıt olan martini
tüfenklerinden günde iki yüz elli adedini mavzer haline ifrâğ etdiği
söyleniyor. Şu hâlde bu fabrika hükûmete yevmiyye anifü’z-zikr
mikdârda tüfenk yetişdirmekle bir fâide te’mîn etdiği gibi bunlara yeniden
mübâyaası halinde verilecek bedel ile tahvîl için sarf edilen maârif-i
cezâiyye arasındaki farkı kazandırır.
4- Marangoz Fabrikası: (Tophâne’dedir) Cebehâne sandıkları fişenk
sandıkları teskere vel-hâsıl edevât-ı harbiyyenin marangozluğa [149]
müte‛allik kâffe-i aksâmını Avrupa i‛mâlâtına tamamen müşâbe olmak
üzere i‛mâl eyler.
5- Fişenk Fabrikası: (Zeytinburnu’ndadır) Bu fabrika bilhâssa mavzer
fişenklerini i‛mâl ve ihzâr içindir. Ve ma‛mûlâtı Almanya’da yapılanların
aynıdır. İ‛mâlâtı devletin ihtiyâcâtını te’mîne kifâyet edecek kadar
vasi‛dir. Bu fabrikada fişenkler ba‛de’l-i‛mâl suhûletle nakl
olunabilmeleri için sûret-i husûsiyyede yapılmış olan sandıklara vaz‛ ve
imlâ olunur.
6- Tapa Fabrikası: (Karaağaç’dadır) Top mermileri için tapa (bir nev‛
kovan) i‛mâl eder bunun da mikdâr-ı i‛mâlâtı şâyan-ı istifâdedir. Bu
fabrikada şehr-âyîne mahsûs fişenkler de yapılır.
7- İ‛mâlât-ı Mütenevvi‛a Fabrikası: (Zeytinburnu’ndadır) Çeliğe ve
demire müte‛allik eşyâyı i‛mâl ve ihzâr eyler ve topların kundaklarına
müte‛allik aksâmı yapmak için de birçok dest-gâhları hâvîdir. [150]
8- Bârût Fabrikası: Bu fabrika dumansız bârût i‛mâl ve ihzâr eyler ve
bütün istihzârâtı top ve tüfenk bârûtundan ibâretdir.
9- Siyâh Bârût Fabrikası: Bu fabrikada hem cihet-i askeriyye hem de
erbâb-ı sanâyi‛ ve ticâret için külliyyetli mikdârda siyâh bârût i‛mâl
olunur.
89
Devlet-i Aliyye mukaddemâ bârût i‛mâli uhdesine “bârûtcubaşı” ünvânı
tevcîh ve i‛tâsıyla bir mütehassısa tevdî‛ ve serbesti-i i‛mâl bu sûretle taksîr
olunmakda iken muahharen neşr edilen Rebiü’l-evvel sene 299 târihli bârût nizâm-
nâmesinin “siyâh bârût ve dinâmit ve lağım fitilleri ve bârût yerine isti‛mâl olunmak
üzere şimdiye kadar iktirâ‛ olunmuş veya olunacak olan her türlü eczâ-yı nâriyyenin
Memâlik-i Mahrûse-i Şâhâne’de ma‛rifetiyle i‛mâl veya memâlik-i ecnebiyyeden her
ne nâm ile olursa olsun Memâlik-i Şâhâne’ye idhâli memnû‛dur. Demir yol ve rıhtım
ve limân ve maâ‛den [151] ameliyâtıyla kuyucu ve kireçci ve taşcı ve avcı ve sâir
için lâzım olan av ve taş bârûtu ve lağım fitili ve eczâcı ve sâire eshâb-ı ihtiyâca
muktezi güherçile münhasıran bârûthâne-i âmire ma‛lûmâtından olmak üzere mîrî
cânibinden fürûht olunur” diye muharrer bulunub ber-vech-i bâlâ iktibâs olunan
fıkralarının mutâlaasındanda anlaşılacağı üzere târih-i mezkûreden i‛tibâren
Memâlik-i Osmâniyye dâhilinde bârûtun serbestî-i i‛mâl ve fürûhtu büsbütün men‛
edilmiş ve hükûmetin taht-ı inhisârına alınmışdır ki inhisârlar bahsinde ayrıca tahsîli
mukarrerdir.
Hereke Fabrika-i Hümâyûnu
Hereke fabrika-i hümâyûnu gerçi devlet müesseselerinden ma‛dûd değil ise
de memleketimizde vücûduyla iftihâr ve emsâlinin teksîri arzû olunur fabrikalardan
bulunmak hasebiyle ahvâli hakkında [152] ma‛lûmât i‛tâsı zâid görülmez zann
ederim bu fabrika vaktiyle Fransa’nın Goblen fabrikası gibi sarây-ı pâdişâhîye
mefrûşât ihzârı maksadıyla te’sîs kılınmış iken muahharen ma‛mûlâtı tevfîr edilerek
âlem-i ticâretde bir mevki‛-i mühim işgâl etmişdir. Şimdiye kadar hep emlâk-i
hâkanî tarafından sarây-ı hümâyûna merbût olarak idâre oluna gelmişdir.
Fabrika-i hümâyûnun ipekli kumaş kısmı 1262 senesinde ve halı kısmı 1307
senesinde ve çuha kısmı 1321 senesinde ve fes kısmı 1322 senesinde küşâd
edilmişdir. Su ile müteharrik son sistem üç aded “Türpin çarhı” ve üç aded gaz
motoru ve bir aded istim buhar makinesi ve dört aded istim kazganıyla mücehhez
olub mecmû‛î 180 beygir kuvvetindedir. Çuha ve fes şu‛belerinin dest-gâh ve alât ve
edevâtı kâmilen diğer şu‛belerin kısmen hadîddir senevî 63.833 metre akşime-i
mütenevvi‛a ve 7.529 çift çorab ve sâire ve 136.351 aded fes ve baş örtüsü [153]
90
mikdârında i‛mâlât vücûda getirib ale’l-umûm esmân-ı hâsılası mecidiyye-i yirmiden
(40.533.553) kuruşdan ibâretdir. 24 usta 20 kalfa zikûr ve inâsdan mürekkeb 1094
amele ve çırak 89 me’mûr ve ketebe müstahdem olub bunlara (1.921.958) kuruş
raddesinde ücret ve maâş veriliyor. Müstahdemîn kâmilen Osmânlı olub ecnebi
yokdur. Fabrikanın sermâyesini teşkîl eden mebâliğ mevâdd-ı ibtidâiyye ve eşyâ-yı
ma‛mûle ile levâzım-ı sâire üzerinde (57.000) lira ve demirbaş üzerinde (47.000) lira
ki min haysü’l-mecmû‛ (104.000) lira raddesindedir. İhtiyât akçesi nakden mevcûd
olmayıb küll-i yevm satış bedelâtından ibaretdir. İpekli ve fanteziyeli olarak envâ‛î
döşemelikler, perdelikler, çiçekli ve düz kesme çekme kadifeler, karış elbiselikleriyle
çarşaflıklar, şal hamâm ve döşek takımları, maşlak ve baş örtüleri araba
döşemelikleri, şeridler nişân kordeleleri mendil, boyun atkıları ile kravatlar, düz ve
çiçekli [154] atlas ve canfesler, erkek ve kadınlara mahsûs fânila don çoraplar, çuha
ve envâ‛ kostümlükler ile kastor, kazmir triko, fasone şayâk abâ battaniyye fesler ve
yün ve ipekli olarak kabartmalı ve düz acem gerdûsi efrencikâri ve bi’l-umûm şark
ve garb halıları ile seccâdeleri ve kesme çekme yol halıları vel-hâsıl erkeğe ve kadına
ve tefrîşât-ı beytiyyeye müte‛allik olarak ayak kabından mâ‛dâ her nev‛ akşime i‛mal
edebilir. Ve numûne olarak getirilen her nev‛ Avrupa kumaşlarının aynını i‛mâl
etmekden ezhâr-ı acz etmez. Mevâdd-ı ibtidâiyyesinden başlayarak bu kadar çeşitli
kumaş çıkaran fabrika ne Memâlik-i Osmâniyye’de ve ne de Avrupa’da emsâli
yokdur. Çünkü Avrupa’da bulunan fabrikalar ipeğini başka fabrikadan alır diğer bir
fabrika da boyatdırır. Yalnız canfes ve yahud elbiselik gibi bir nev‛ kumaş i‛mâl
edebilirler.
Fabrika-i hümâyûn senevî doktor ve eczâcı ve hademe maâşıyla [155] eczâ ve
sâire esmânı olarak otuz beş bin kuruş masrafı ihtiyâr ederek müstahdemîn ile civâr
karyelerde hastaları kendi müessesât-ı hayriyyesinden olan hastahânede tedâvi etmek
sûretiyle himmet-i umûmiyyeye ve muallimîn maâşıyla kitâb ve sâire esmânı olarak
otuz altı bin kuruş sarfıyla yine müessesâtından mekteb-i ibtidâî ve rüşdîsinde
müstahdemînin ve civâr karyeleri çocuklarını niam-ı maâriften mütena‛im etmek
cihetiyle de ilm ve maârife hizmet etmekdedir. Bir de (310) senesinde te’sîs edilen
amele teshîlât sandığı vardır ki amelelerin şehrî ücret-i muhakkakalarından yüzde
dört kuruş tevkîfât icrâ edilir. Bundan ve bunun nemâsından hâsıl olarak el-yevm
sandığın sermâyesi (4500) lirâya bâliğ olmuştur.
91
Müstahdeminden sinnleri şeyhûhete vâsıl olanlarla alîl bulunanlar hâssaten
irâde-i seniyyeye iktırân etmiş ta‛lîmât-nâme ahkâmınca tekaüdlükle çirâğ edilirler.
İhtiyâc ve zarûreti olanlar yüzde altı fâiz ile istikrâz ederler. İnâs-ı amelenin
nişânlandıkları [156] tahakkuk etdiği gibi tevkîfâtları cihâz parası olarak yedlerine
tamamen verilir. Fabrika san‛at öğrenmek arzû eden erbâb-ı meraka her dâim küşâde
olub icâbında muâvenet-i lâzımada dahi bulunulur. Satış mağazasıyla şu‛belerinin
küll-i yevm satış yoluyla fabrikaya âid levâzımât alınmak ücret ve maâş verilmek
sûretiyle idâre-i maslahat edilir.
Fabrika-i hümâyûnun 1306 senesinden evvelki hâli yalnız bir kemhâ dâiresi
olub burada dahi kâr-ı kadîm ve gayr-ı muntazam birtakım ahşâb dest-gâhlarda
sarây-ı hümâyûna münhasıran bir nev‛ döşemelikden mâ‛adâ hiçbir şey i‛mâl
edilmez. Ve mevki‛-i fürûhta da vaz‛ olunmazdı. Beş on kişiden ibâret bulunan
amele ve me’mûrînin de ücretlerine mukabil un verilirdi. Vel-hâsıl fabrika denecek
bir hâli yok iken 1306 senesinden sonra hâl-i hazırda ki dest-gâh ve sâireler tedrîcen
terakkiyyât-ı zamaneye göre ta‛dîl ve tanzîm ve her biri müstakilen birer fabrika
ünvâna lâyık olan halı, fânîla, çûha, fes [157] şu‛beleri küşad edilmekle tekemmül
etdirilmiş ve bir tarafdan da inşâât ve tevsîât-ı lâzıma ircâ edilmekde bulunmuştur.
Fabrikanın her türlü muâmelâtı müdür-i hâzırın taht-ı riyâsetinde olarak
fabrika hey’et-i fenniyyesinden teşekkül eden komisyon ma‛rifetiyle icrâ kılınır.
Tersâne
Harbiyye Nezâreti’ne tâbi‛ alât ve edevât-ı harbiyyenin, eşyâ ve levâzım-ı
askeriyyenin i‛mâl ve istihzârına mahsûs fabrikalar gibi süfün-i harbiyye-i
Osmâniyye’nin ve inşa ta‛mîrine ve merâkib-i ticâriyye-i Osmâniyye ve
ecnebiyyenin bir ücret mukabilinde icrâ-yı telvîn ve ta‛mîrine mahsûs bulunan ve
tersâne nâmı verilen ve hükûmet idâresi altında birtakım fabrikalar vardır ki bunlar
hasbe‛l-alâka Bahriyye Nezâreti’nin irâdesi altındadır.
Tüccârın merâkib-i bahriyyeye vâsıta-i muharrike olmak üzere tatbîkiyle
bunların [158] ahşâb yerine demir ve çelikden i‛mâl olunmağa başladıkları zamana
gelinceye kadar süfün-i harbiyye-i şâhâne için iktizâ eden malzemenin bir kısmı bazı
92
sevâhil-i Osmâniyye ahâlîsinden “kerâste behâ” “kürek behâ” ve sâir nâmlarla vergi
yerine aynen alınır ve tersâneye îsâl olunarak inşââtda isti‛mâl olunurdu.
Sultân Mahmûd Hân-ı Sânî ve Sultân Abdülazîz Hân zamanlarında kuvve-i
bahriyye-i Osmâniyye’ye verilen ehemmiyyet ile mütenâsib tersânede bazı
terakkiyyât meşhûd olmuş ise de edvâr-ı müteâkibede bu fikir ve maksadın ta‛kîb
edilmemesi yüzünden derece-i matlûbeye îsâl edilememiş ve hâl-i hâzırda tersânemiz
ancak süfün-i harbiyye ve ticâriyyenin ta‛mîrâtıyla telvînine yarayacak dört havuzu
ihtivâ etmekte bulmuşdur.
Süfün-i ticâriyyenin bu havuzlara idhâl olunmalarına bir ücret mukabilinde
müsâade olunur. Eyyâm-ı ahîrede devâir-i bahriyye rü’esâsından mürekkeb bir
komisyon-ı mahsûs tafafından tanzîm edilen bir mazbatada ücûrât-ı mezkûre
te‛arrüfesinin tebdîline lüzûm gösterilmiş ve hükûmetce nazar-ı dikkate [159] alınan
bu lüzûm üzerine sûreti ber-vech-i âtî derc edilen te‛arrüfe dâiresinde ücret ahzına
irâde-i seniyye şeref-sâdır olmuşdur.
Duhûliyye
Sac havuz 25 Lira-yı Osmânî
Orta havuz 50 Lira-yı Osmânî
Azab Koyu’ndaki bir numaralı havuz 75 Lira-yı Osmânî
Sanduk Kapu ile beraber büyük havuz 100 Lira-yı Osmânî
Yevmiyye
Sac havuz
İki numaralı havuz
Bir numaralı havuz
Üç numaralı havuz
Dört numaralı havuz
5 Lira-yı Osmânî
10 Lira-yı Osmânî
15 Lira-yı Osmânî
20 Lira-yı Osmânî
20 Lira-yı Osmânî
Müddet-i işgâl on günü tecâvüz eylediği hâlde eyyâm-ı mütebâkiyyesinin beherine tezâyüden birer lira zamm olunur.
Sac havuzundan gayri havuzda iki sefînenin birlikde idhâli halinde [160]
muayyen olan duhûliyye yirmi beş ve yevmiyyeye de beş lira ilâve ve istîfâ olunacak
mebâliğin tonları i‛tibâriyle garâmeten taksîm olunur.
93
Tersâne-i Amiredeki havuzlara idhâl edilen sefâin-i ticâriyye-i dâhiliyyeden
şimdiye kadar duhûliyye ve müddet-i işgâliyye nâmlarıyla alınan ücûrâtın ber-vech-i
bâlâ mekâdîr-i muayyenesi dâiresinde tenzîline ve Osmânlı Seyr-i Sefâin İdâresi
vapurlarından sefâin-i sâire hakkında vaz‛ edilecek olan ücûrâtdan nısfı istihsâl
olunur.
Havuzlar hakkında ma‛lûmât-ı târihiyye: Bir numaralı havuz 1286 târihinde
inşâ edilmiş ve 1326 târihinde kâide-yi sathı “ beton arma” ile ta‛mîr edildiği gibi bir
de sâbih saç kapak i‛mâl olunmuşdur.
İki numaralı havuz (1241) üç numaralı havuz (1204) dört numaralı havuz da
(1292) târihlerinde inşâ edilmişdir. Bunlardan üç ve dört numaralı [161] havuzlara
326 târihinde sâbih saç kapaklar i‛mâl edilmişdir.
İrâdı İçin İdâre Edilen Emlâk-i Emîriyye
Îrâdı maksûd ve bi’z-zât olan yani mücerred îrâdetden istifâde etmek üzere
idâre edilen emlâk-i emîriyye şekl-i idâreleri nokta-i nazarından başlıca iki nev‛ irâ’e
etmekdedirler. Birincisi îrâdı rüsûm şeklinde istîfâ olunandır ki ormanlar, ma‛denler,
taş ocakları bizdeki arâzî-i emîriyye bu cümledendir.
İkincisi ise eshâb-ı emlâkdan olan efrâd-ı ahâlînın ta‛kîb etdiği usûl
dâiresinde âdetâ müessese ve akâr şeklinde istifâde edilenlerdir. Esbâb ve vesâil-i
muhtelife ile devlet uhdesine geçen veya bilhassa vücûda getirilen bazı müsakkafât,
çiftlikler, fabrikalar, seyr-i sefâin idâreleri, bazı inhisârlar bu kabildendir. [162]
Şimendiferleri de bu nev‛e idhâl mümkündür.
Bunlar sırasıyla tatbî‛ ve tedkîk olunacaksa da hükûmetin emlâk idâre etmesi
muvâfık ve muvaffakıyyet-bahş olub olmadığı erbâb-ı ulûm arasında öteden beri
mûceb-i münâkaşa olageldiği cihetle bu meseleden mücemelen bahs etmek lâzım
gelmişdir.
Devletler Emlâk İdâre Etmeli mi Etmemeli mi?
Kâide-i umûmiyye olarak denilebilir ki zirâat, sanâ‛at, ticâret işlerinde
devletler hiçbir vakkit efrâd kadar muvaffak olamaz. Bu hâl gâyet-i tabîî ve bedîhî
94
olan esbâb-ı âtîyeden neş’et etmekdedir. Evvelâ: Menfaat-i şahsiyyenin me’mûrlarda
fıkdânıdır. Binâen aleyh me’mûr vâsıtâsıyla idâre olunan emlâk işleri bir tarafdan
telefât ve zâyiâta ma‛rûz ve bir tarafdan da terakkiden mahrûm kalır. Şöyleki me’mûr
yalnız kendisine mes’ûliyyet teveccüh edecek cihetlerden [163] ictinâb ile iktifâ
ederek, hukûk ve menâfi‛-i hükûmetin muhâfazasına hasr-ı dikkat etmez. Meselâ
mesârifi tenkîs ve müstahsalâtı siyânet emrinde dâimâ lâ-kâyd bulunur.
Kezalik terakkiyât-ı asriyyeyi ta‛kîb külfetini de ihtiyâr etmez çünkü yedine
tevdî‛ olunan iş terakki etse de etmese de maâş ve muhassesâtını alacağını bilen ve
tefeyyüz ve tekâüdü kavânîn ve nizâmât ile muayyen olan me’mûr için gâyet
mezâhim-âver olan terakkiyât ve keşfiyyât mütevâliye-i beşeriyyeyi ta‛kîb ve
tefahhusa sâik olacak bir mecbûriyyet yokdur. Bâ-husûs büdce ile mukayyed olan
me’mûr mesârif-i külliyyeyi müstelzim olan şu ta‛kîbâta muktedir de değildir. Efrâd
ise mesârif-i istihsâliyyeyi hadd-i asgarîne tenzîl-i müstahsalâtı telef ve serefden
muhâfaza ve sürümünü te’mîn edecek vesâiti taharri ve ilm ve fennin terakkiyâtından
ve erbâb-ı fikr ve hünerin keşfiyyât ve ihtirââtından istifâde esbâbına tevessülde hem
serbest hem de doğrudan alâkadârdır.
[164] Sâniyen: İdârât-ı umûmiyyenin mu‛tâdı olan batâetden emlâk işlerinin
daha ziyâde müteessir olmasıdır. Muâmelât-ı resmiyyenin tâbi‛ olduğu kuyûd ve
tekellüfât birçok vakit ve nakdin ziyâ‛ına sebebiyyet verir ki emlâk işleri ne teehhüre
ne de zâyiâta kat‛iyyen mütehammil değildir. Me’mûriyyet mahall-i töhmet olmakla
me’mûr bütün muâmelâtını ve sâik-i mu‛temedeye rabt ve bu sûretle tebrie-i zimmet
mecbûriyyetinde olduğu gibi hükûmet de me’mûrlarının muâmelâtını kontrol
vazifesiyle mükellefdir. Bu yolda vukû‛a gelen tekellüfâtdan ise mutazarrır olacak
hükûmet olur.
Sâlisen: Emlâk idâresinde devlet fazla me’mûr istihdâm etmek sûretiyle hem
müstehkîn mikdârını tezyîd etmiş hem de kendi meşgûliyyet-i asliyyesini emlâk-i
müstakileleriyle de teksîr ve tas‛îb eylemiş olur.
Râbiân: Devletler vergi ve rüsûmdan ma‛zûniyyet ve bazı suhûletlere
mazhâriyyetle hâiz-i imtiyâz olduklarından o nev‛ işle [165] meşgûl olan efrâd-ı
ahâlînin ızrârına ve kalben de inkisârına bâdî olur.
Hâmisen: Hükûmet uhdesinde külli mikdâr emlâk bulunması hükûmât-ı
sâirenin inzâr-ı hırs ve istîlâsını da‛vet eder.
95
Zikr olunan mahâzîr kısmen vâki‛ olmak üzere me’mûru îrâddan hissedâr
etmek ve harekâtında serbest bırakmak vârid-i hâtır olmaz değildir me’mûra hisse-i
istifâde verilmek ânı nâ-meşrû‛ tarîk ile tezyîd-i istifâdeye meyl etdireceği ve mâl
sâhibi misillû me’mûru icrââtında serbest bırakmak da büdce usûluyle kabil-i tedkîk
olmamakla beraber bir tarafdan me’mûra emniyyet-nâme gösterilmesi ve diğer
tarafdan da icrââtının mazarrâtıyla doğrudan doğruya alâkadâr olmayan me’mûru
neticesi meşkûk teşebbüsâtdan men‛ edememek endişesi i‛tibâriyle mahzûrdan sâlim
bir tedbîr olamaz.
Vel-hâsıl emlâk işlerindeki muvaffakiyetsizliklerinden dolayı devletler acemî
çiftçi, tâcir ve san‛ata bi-hakkın lâyık görülmüşdür. [166] Devletlerin emlâk idâre
etmeleri muvâfık olamayacağı umûmiyyetle teslîm olunmakla beraber bazı devletler
yine emlâk idaresinde devâm etmekde ve hatta bazıları tezyîdine bile gayret
etmekdedir. Teb‛ası lâyıkıyla temerrün ve terakki etmiş ve kuvve-i teşebbüsiyyeleri
de kâfî derece neşv ve nemâya mazhâr olmuş devletler emlâk idâresinden
müstağnidir. Buna en celî misâl İngiltere’dir bil-akis hükûmetin himâye ve
müzâhiretinden imtinâ hâsıl edememiş ahâlîye sâhib hükûmetler için emlâk idâresi
bir emr-i mübrem şeklini alır Rusya ve bizde olduğu gibi.
Hükûmetler yedinde zâten öteden beri bulunagelen emlâkın kolayca elden
çıkarılamaması sebebiyle hükûmetler az çok emlâk idâre eder. Ma‛mafî bazı
mekâsıd-ı siyâsiyye ve ictimâ‛iyyeye ibtinâen emlâkın tezyîd mikdârına çalışan
hükûmetler de vardır. Sosyalizm fikrinin intişârı emlâk-i müşterekenin tezyîd
mikdârını îcâb etdirir. Prusya hükûmeti yalnız mevki‛-i siyâsî ve ictimâîsi ve
ana‛nât-ı tarihiyye ve teâmülât-ı kadîmesi i‛tibâriyle değil, belki memleketi içinde
[167] Sosyalistlerin gitdikce tezâyüd eylemeleri neticesi olarak dahi emlâkını tezyîd
eder.
Ormânlar
Devletler, emlâk idâresinde efrâd kadar muvaffakiyyet ibrâz edemez denilmiş
idi. Bu kâide-i külliyyeye ormanlar bir istisnâ teşkîl etmekdedir. Fi’l-hakîka
ormanların hükûmet yedinde bulunması memleket menâfi‛-i hakîkası nokta-i
nazarından müreccah görülmüş ve bu hakîkat her tarafca teslîm edilmişdir.
96
Ormanlara şu mevki‛-i müstesnaî bahş eden hâl memlekete te’min etdikleri menâfi‛-i
azîmedir ki başlıca iki nev‛e ayrılırlar. Birisi doğrudan doğruya diğeri dolayısıyladır
ormanların doğrudan doğruya menâfi‛î meyânında evvelâ fındık, ceviz, fıstık,
badem, erik, elma, kızılcık, kestane, ağlıç, palamud, harrub gibi meyveleri sâniyen,
titre [168] sahleb mahmuze, kitre, çiriş, katran, zift, neft, reçine, sakız, boyalar, bazı
hamızlar gibi mahsûlâtı sâlisen: kabuk, mantar, elyaf, sepet, küfe ve fıçı çubukları
gibi mevâddı; râbiân kerâstesi hâmisen; mahrûkâtda müsta‛mel odun ve kömürü,
hâmisen av hayvânât-ı ta‛dâd olunabilir.
Dolayısıyla menâfi‛î ise ehemmiyyetce diğerlerinden geri kalmaz. Ormanlar
memleketi sel ve tuğyan-ı miyâh tahribâtından muhâfaza, mürtefi‛ mahaller taş ve
topraklarının ovalara inmesine hâil, rüzgâr ve furtunaların şiddetini ta‛dil ve ale’l-
husûs kum furtunalarının mazarratını tahdîd, muhîtini kuraklıkdan vikaye, bataklıklar
teşkîline mâni‛, ıslâh-ı hevâya hizmet, ve su menbâ‛larının zuhûruna sebeb olmak
gibi birçok fevâid ve muhassenâtı câmi‛dir. Zikr olunan menâfi‛î i‛tibâriyle her
memleket için vücûdu elzem ve muhâfazaları bir emr-i ehemdir.
[169] Memleketimizde ormanın kıymet ve ehemmiyyeti lâyıkıyla takdîr
edilememesinden düçâr-ı tahrîb ola ola mahv ve tebâh olmuş ve birçok mahaller çırıl
çıplak kalmışdır. Vilâyetlerimizin bir kısmında mahrûkât olarak hayvan gübresi
kullanıldığını ve hamâmların gübre ile ısıdıldığını söylemek ne açıklı
mahrûmiyyetler içinde bulunduğumuzu anlatmak için kâfîdir.
Ormanlardan lâyıkıyla istifâde-i te’mîni bazı tedâbir ve icrââta lüzûm
gösterdiğinden ber-vech-i âti îzâh olunur.
1 - Ormanların bekçiler ma‛rifetiyle muhâfazalarıdır. Bekçiler orman
dâhilinde ruhsatsız ağaç kesdirmemek ve nizâm hâricinde bir hâl ve hareket-i
vukû‛ata meydan vermemek ruhsatsız veya mevsimi hâricinde avlanmamak, ateş
yakdırmamak yeni yetişen orman derûnuna hayvân sokmamak ve sâire ile mukayyed
olur.
Bizde orman bekçileri zâbıta-i adliyyeden ma‛dûd olduklarından orman
cerâimi hakkında tutacakları zabt-nâmeler vesâik-i resmiyyeden ma‛dûd [170] ve
hilâfı sâbit oluncaya kadar mu‛teber tutulur.
2 - Mer‛a te’sîsi gazonnement yani orman derûnunda sun‛î çayır ve çim
yetişdirmekdir. Bu sûretle toprak yumuşar ve yağmur sularını suhûletle mass ederek
97
yeniden ağaç yetişmesine ve muvcûdların muhâfaza-i tarâvetine ve tesrî‛-i neşv ü
nemâlarına hizmet eder.
3 - Orman içinde yol açmakdır. Yolsuz bir ormandan hiçbir sûretle istifâde
olunamaz. İçerilerde kesilen ağaçlardan yapılan kerâsteler nakl olunmasa bi’t-tabi‛
orman akîm demekdir.
4 - Aménagement münâvebe ta‛bîr-i diğerle tecdîd-i insâl usûlünün tatbîkidir
bunun esâsı ağaçların sinn-i nümâsına göre orman birtâkım menâtık ve kıt‛âta
ayrılarak en müsinn kıt‛adan kat‛iyyâta başlamak ve her sene sırasıyla bir kıt‛a kat‛
ederek hitâmında en önce kesilen ve o zamana kadar sinn-i kat‛a resîde olmuş
ağaçları muhtevî bulunacak olan mıntıkaya tekrâr [171] başlamak usûlüdür. Meselâ
pirnâl ve meşe gibi kömürlük ve odunluk eşçâr mevki‛in kuvve-i inbâtiyyesine göre on
beş sene de kat‛a elverişli bir cesâmete gelecek ise bütün orman on beş makta‛a
ayrılarak her sene bir makta‛ kesilir ve hitâmında evvelki makta‛a tekrâr başlanır ve
böylece devam olunarak mütemâdiyen intifâ‛ edilmiş olur. Çam eşçârı ancak iki yüz
iki yüz elli sene de ancak kerâstelik hâle gelebileceğine ve bir de kökden filiz
süremeyib tohumdan yetişeceğine mebnî o kabil orman makta‛larının âna göre tertîbi
lazım gelir.
Bir de kesilen mahallerin ağaçları kâmilen kesilib arâzî çıplak bırakmayarak
içlerinden genc ve neşv ü nemâya müsteidd olanlardan aralık aralık ağaç bırakmak da
lâbüddür. Bu sûretle hem tohumun tekrâr intişârına hem de arâzî kısmen
gölgelendirilerek muhâfaza-i rutûbetine ve yeni çıkacak filizlerin harâret-i şemsden
kavrulmamasına hizmet edilmiş olur.
[172] Bir de şâhdan sürecek ormanlarda en düzgün ve sağlam olmak üzere
beher dönümde sekiz on ağaç tohumluk bırakılması meşrûtdur.
5 - Îcâb eden mahallerde tebzîr-i sana‛î sûretiyle yeniden orman yetişdirmekdir.
Memleketimizde yetişdirilmesi en kolay ve tâbi‛ olan kavak ağacı olduğu tahakkuk
etmişdir. Yeniden orman yetişdirilmesi keyfiyyeti ormancılık fennine ta‛alluk eden
husûsât-ı mühimmeden ise de memleketimizde garsı ve teksîri pek elzem görünen
okaliptüs eşcârından bir nebze bahs etmek fâideden gayr-i hâlîdir.
On sekizinci asr-ı mîlâdî nihâyetlerine doğru seyyahlar tarafından Avusturalya
kıt‛asında görülerek tanınmış olan Eucalyptus ağacı neşv ü nemâsı gâyetle serî‛ (bir
ayda bir metre uzayanı vardır) kerâstesi fevka’l-âde münbit olmak, suda ve rutûbetde
98
çürümemek deniz ve kara böceklerinin tahrîbâtından masûn bulunmak, pek zîyade
elastikiyyeti hâiz olmak yapraklarındaki guddelerinden intişâr eden [173] keskin ve
latif kokusu teneffüsü teshîl ve merzagî taaffünden mütehassıl kokuları kâmilen def‛
ve izâle eylemek gibi pek çok muhassenâtı câmi‛dir.
Kerâste ve reçinesi sanâyi‛de ve züyûtu ve üzümü tabâbetde müsta‛mil ve
kömürü ziyâde vâhid-i nâriyye mâlik pek katı olmakla mahrukât makamında
isti‛mâle dahi gâyetle sâlih ve çiçekleri arılarca sevildiğinden bal mahsûlünün de
tezâyüdünü dâî olduğundan mevcûd ve mâ‛rûf ağaçların en nâfi‛î demektir. Hele
bataklıkların kurudulması için pek elverişli sayılır.
Ağaçların tûlu yirmiden kırk metreye kadar olub yüz metre tûlunda ve yirmi
sekiz metre muhîtinde ağaçlara da tesâdüf edilmişdir.
Okaliptüsün yüz elliden ziyâde envâ‛î vardır. Dağlık ovalık, kumluk, kuraklık
ve rutûbetli mahallerde yetişenleri ayrı ayrı olduğu gibi her nev‛in kendisine mahsûs
havâsı ve muhassenâtı olduğundan mahallin iktizâsına göre münâsib nev‛inden
tohum intihâb edilmelidir. Envâ‛-i mezkûreden en meşhûru ve Avrupa’da izinle
yetişdirileni globlus [globulus] denilen nev‛idir.
[174] Tohum şubat ve nihâyet mart aylarında saksılara i‛tinâ-yı mahsûs ile
ekilib sıcak ve soğukdan ve kurakdan muhâfaza olunmak sûretiyle üç senede fidan
cesâmetine geldikten sonra saksıdan fidanlar ayrı ayrı yere gars olunur.
Fransa, İtalya, İspanya Portekiz’de bundan epeyce vasi‛ orman
yetişdirilmişdir. Memleketimizde Aydın’da Tepeköy çiftliğinde Hazîne-i Hâssa
tarafından yirmi sene mukaddem yetişdirilen ufak bir orman var ise de muhtevî
olduğu ağaç rostiya ve oksidantalis denilen iki âdî cinse münhasırdır.
Orman müdür-i umûmîsi bey efendi hazretlerinin emr ve işaretleriyle orman
teftîş-i umûmîsi Nuri Bey Efendi taraflarından ihdâ’ buyurulan mükaleme-i
mahsusâdır ki muhtevî olduğu hakaik-i âliyye ve eser-i zînet-yâb olmak üzere
teberrüken ve aynen kayd olunur.
“Ezeliyyet-i mâziyyeden ebediyyet-i âtiyyeye doğru hendese-i irfânın tersîm
etdiği harita-i havâyicde hutût-ı asliyyeyi teşkil eden ormanların mebde’-i zuhûrları
hakkında teşekkül-i arz devri gibi esâtîr-i evveliyye-i fenniyyenin tesâvîr-i ciddiyyesi
tetebbu‛ olunursa görülür ki küre-i arz mâyi‛ halinde iken harâretini fezâ-yı nâ-
mütenâhîye neşr ile tasallüb etdiği zaman sathî yalçın kayalardan terekküb etmiş ve
99
küre-i nesîmî içinde kesretle bulunan buhar-ı mâ’ bi’l-tekâsüf o kayaların arasında
tecemmu‛ ile ufak [175] birer havja hâsıl edib buhar rüzgârların te’sîrâtıyla tenevvüc
eden o suların harekât-ı mütemeyyileleri kayaları çarpa çarpa parçalayarak ince
müteharrik bir toprak tabakasıyla örtmeğe sebeb olmuşdur.
Bu sath-ı rakîk tûrabının husûlü zamanında meşîme-i mâder tabîatdan zerrât-ı
zî-hayât intişâr ederek (hayvânât-ı nakîiyye) (nebâtât-ı ibtidâiyye) doğmuşdur.
Atâba-yı kudretden olan mahlûkatın tecelliyât-ı istikmâliyyesi o nokta-i
mâziyyeden başlayarak tedrîcen medâric-i ulyâya irtika etdiği zamanlarda kırk
milyon metre muhîtindeki cesm-i arzda zirâate salih bir avuc içi kadar yer yok iken
küre-i nesîmîyi derece-i işbâ‛a getirecek mertebe çok olan ve cürsümât hurde-bînî
şeklinde hevâda uçan zerrât-ı nebâtiyye aguş-ı arzı mehd neşv ü nemâ ittihâz etmiş
ve eczâ-i ma‛deniyyeden gayrî bir şeye mâlîk olmayan toprağı bu nebât kuvve-i
nâbite ankâzı yardımıyla sulara hasr-ı ta‛ayyün eden (eşbiliyye) gibi ecnâs-ı
nebâtiyye topraklarda bir dârü’l-ta‛ayyün bularak tenevvü‛ ve tenâsül için bir devr-i
tekessür [176] ve inkişâf husûle gelmişdir.
Toprakda münhasıran mevâdd-ı ma‛deniyye kuvve-i inbâtiyye hâsıl
edemeyeceği cihetle nebâtât-ı ibtidâiyyenin eczâ-yı münkasimesi bi’t-tedrîc
çoğalarak (türâb-ı nebâtî) terkîb-i fenniyyesi ile yâd olunan zirâate sâlih toprağı ilk
defa nebâtâtın vücûda getirmiş olması hakaik-i müselleme-i fenniyyedendir. Umûr-ı
zirâate ve ihtiyâcât-ı medeniyyete suver gûnâ-gûn ile te’sîrât-ı hesene bahş eyleyen
ve meydan-ı zuhûr ve intişârları bâlâda mücemmilen beyân olunan ormanların
hizmet-i ibtidâiyyesi hilkat-i beşerde her ağacın bir insâna me’vâ ve hey’et-i
mecmûasının bir şehr-i azamet-nümâ almasıyla kalmayıb hâl-i hâzırda ki iştigâl ve
istitâlelerine göre birer müessese-i iktisâdiyyedir.
Müessesât-ı mezbûreye eşkâl-i esâsiyye ve mütemmimelerine nazaran tohum
filiziyle tekevvün edenlere koru ve kökden ve kütükden sürme filizlerinden tekevvün
edenlere (baltalık) nâmı veriliyor.
Ormanlarda yetişen ağaçların iktisâd nokta-i nazarından [177] kesilmesi
demek bir müessesenin sathı üzerinde husûle gelib iktisâb-ı rağbâtle mâliyyeti
tahakkuk eden ağaçların bir tanesini bile telef etmeksizin bi’l- mübâdele nakde tahvîl
etmek olduğundan müdâhale-i lâhikaya ihtiyâc göstermeksizin kendi başına olarak
büyüyerek, yetişerek maksad-ı iktisâdisine vâsıl olan koru ormalarından istifâde için
100
ağaçların mutlaka sinn-i mahsûslarına vusûlleriyle kâbil olabileceği ve bunun için de
kesim zamanını sinn-i eşcârın hadd-i kemâl derecesinde yani cesâmet-i seneviyyesi
cesâmet-i mutavassıtasına müsâvî olduğu zamanda kesilmesinin daha ziyâda te’mîn-i
menfaat eyleyeceği nazariyyesi öteden beri kabûl olunduğundan bu usûl ve kâideye o
müddet-i hayât ve sinn-i tebzîrlerine göre meselâ meşe, kayın, kestane ağaçlarının
150 köknar mehzel 130 çam ıhlamur gürgen eşcârının 110 seneden evvel kıt‛aları
muvâfık-ı menfaat görülmüyordu.
İşte koru ormanlarında bu tarzda kat‛iyyât-ı icrâ olunabilmek [178] için şâmîl
oldukları eşcârın cinsi ve cesâmetlerine göre kıt‛aları tefrîk ve her kıt’aya bir müddet
ta‛yîn olundukdan sonra her sene müsâvî hâsılât alınmak şartıyla ağaç kesdirilir ve
idâreleri bu sûretle te’sîs ediliyordu.
Usûl-i idârece korular muntazam ve gayr-i muntazam nâmlarıyla yâd olunur.
Muntazam korulara müsâvî sinnde eşcârı hâvî olmak üzere taksîmâtı icra edilmiş
ormanlardır. Gayr-i muntazam ta‛bîriyle yâd olunan ormanlar ve ta‛bîr-i diğerle
bağçivân (jardiniyator [jadiniature]) korusu böyle müsâvî birer sinnde birer
mıntıkaya tefrîk etmek demek olmayıb esnân-ı muhtelifede eşcâr-ı hâvîdirler.
El-yevm Alsas’da, Şarkî Prusya’da Bavyera’da kâin büyük ormanların
ekserisinde kâide olmasına çalışılan ve mukaddema pek müsta‛mer olan (bağçıvân
usûlü) yeniden intişâra başladığından bu usûlün Memâlik-i Osmâniyye ormanlarında
dahi tatbîk ve icrâsı tercîh olunmuşdur.
[179] Bağçivân korusu şeklindeki bir müessesede bir senelik filiz ve fidândan
işledilecek sinnine kadar vâsıl olmuş ağaçlara kadar sinn ve sâlin her derecesinde
eşçâr bulunur ve bu eşcârda hâl-ı infîrâd veya hey’et-i ictimâ‛iyye olursa şu şekil ve
muntazıra (bağçivan korusu) şekli için bir fikir verir ve bir numûne ibrâz eder. Bu
tarzda koru eşkâl-i mevcûdenin en ziyâde tefâvüt-i sinn ve sâlî havî eşçârı ihtivâ eden
şeklidir. Ancak böyle bir müessese şekli hakikatde mevcûd olamaz. Zîrâ fevka’l-âde
bir tesâdüf eseri olmalıdır ki her sinndeki eşcâr mütemâdiyen aksâm-ı muhtelifesiyle
beraber hep o sinnde de o hey’etde bekâ bulabilsin. En müdekkik idâre bile böyle bir
hâli mevki‛-i fi‛le çıkaramaz. Yalnız bu şekil-i nazarîye oldukça takarrüb etmek kâbil
olur.
101
Bu müessese yani bağçivan korusu şekli mevki‛-i isti‛mâl ve istihlâke ale’d-
devâm büyük çapda ve mümkün olduğu kadar fazla mücemmede yani [180] ziyâde
metre-i müka‛abında i‛tâ etmesi lâzım gelir.
Bu hâlin imkân bulmasıçün bu müesseseden mütevâliyen ve müteâkiben
i‛mâlâta elverişli eşcârı ihtivâ eylemesi iktizâ eder.
Bağçivân korusunun başlıca menşe’î tabîî sûretle yani tenâsül-i tabîî ile ihdâs
olunan korudur, ve idâme edenler de o korudur. Bağçivân korusunun sûret-i
tesmiyyesinde hâlâ zamanımızda pek çok galatât ve teşvîşât vardır. (Bağçelik ve
kıt‛alı koru) (Baltalık üzerinde koru) (Bağçivân korusu) nev‛ileri birbirine
karışdırılıyor ve her nev‛ muâmele-i hırâsetden mahrûm bulunan bazı memleket
ormanlarına bağçıvân korusu nâmı verilirse de doğru değildir. Zîrâ bu isim daha
tevsî‛ edilerek tertîbli koru yani sıra vâri mukataalı koruyu da ihâta etmekdedir
bağçivân korusunun Almanya’da tûl müddet i‛tibârsız kalması muhatarât-ı
hâriciyyeye zîyâdece ma‛rûz kalmasıyla ithâm edilmesinden ve diğer müessese
eşkâlinden fazla furtınaya haşarâta harîke [181] dûçâr olduğu iddiâ olunmasından
neş’et etmişdir. Fakat muntazam koru müessesâtından daha az furtınaya ma‛rûz
olduğu tahakkuk eylemiş ve mevâki‛ ve mürtefi‛anın teşcîri için bağçivân korusu
şekline mürâcaat olunması ve son senelerdeki furtına esnasındaki tecrübe ve
mukayese müddeâyı tasdîk etmişdir.
Muntazam koru aynı senedeki eşcârı aynı sâha üzerinde cem‛ eder. Makta‛lar
vâsıtasıyla diğer muhtelif yaşdaki eşcârdan ayrılırlar.
Bağçivân korusunda aynı senede olan sınıflar muhît olarak toplu veya kümeli
hâlinde görünürler muntazam koruda her senenin sınıfı tecerrüd edib mücâviri sınıfla
münâsebeti yokdur. Bağçivân korusunda bütün sınıflar birbirinin taht-ı
himâyesindedir. Kemâle gelmiş kümeli şekiller yahud i‛mâlâta elverişli eşcâr
civârındaki sırıklık ve çubukluklar vâsıtasıyla idâme olunan serinlikten istifâde
ederler.
[182] Ve bu sonrakiler dahi evvelkilerin siper ve sâyesinden istifa‛ eylerler.
Orman eşkâlinin hiç birisinde tazmîn ve telâfi muâmelesi bundan daha mükemmel
sûretde icrâ olunamaz.
Bağçivân korusu sûret-i mahsûsada eşcâr-ı müntahibenin inbisâtına gâyet
müsâiddir. Binâen aleyh sanâyi‛e müte‛allik cesîm eb‛âdda ağaç yetişdirmeğe
102
müstâidd olan eşkâlin en kabiliyyetlisi bağçivân korusu şeklidir. İş bu şekli tefrîk ve
temyîz eden esbâbdan birisi de hâsılât-ı haşebiyyesinin tenv‛îdir. Zîrâ en ufak
mahrûkât odunundan en iri sanâyi‛ ahşâbına varıncaya kadar cümlesini ihtiyâtda
bulunduran bu korudur. Hâsılât-ı mecmû‛anın kıymeti yalnız hacmi mütevakkıf
değildir. Haşebin evsâfına tâbi‛dir. Haşebin evsâfı ekser hâlde sanâyi‛de isti‛mâlini
ta‛yîn eder ve bazar-ı istihlâkda ehemmiyyetini artdırır. İnsânlar ormanların yalnız
muaddil bir vergi (hâsılât) almakla iktifâ etdikleri müddetce orman basit bağçelik
[183] şeklinde insânlara kifâyet ediyordu. Fakat şimdi her tarafca baş gösteren ifrât
derecedeki ihtiyâcât-ı sânâ‛iyye orman usûl ve kavâidinin mer‛î tutulmasını ve diğer
orman eşkâlinden daha kanûnî ihtimâmâtda bulunulmasını îcâb etdirmekdedir.
O eski usûl ve kavâid en az zamanda imkân dâiresinde en çok hâsılât istihsâl
etmeği talebden ibâret olan bu günkü muâmelât ile kâbil-i imtizâc değildir.
Muntazam koruların ihtiyâcât ve istihlâkât-ı beşeriyyeye kifâyet
edemeyeceğine kanâat hâsıl olduğundan müesseselerin eşkâl-i tabî‛iyyesine avdet
etmesi mecbûriyyeti hüsn olunur. Ve birçok idâreler bu tarîke sülûk eylediler. Lakin
bu tarîkde vâdî-i dalâlet ve gaflete sapmamak için tabî‛atın îcâbâtını ve asâr-ı
feyyâzâtesini nazar-ı i‛tibâra almak ve bağçivân korusu şeklinde tabî‛atın sarâhaten
verdiği ders ve îzâha tâbi‛ olmak iktizâ eder.
[184]
Baltalık
Baltalık sûretiyle idâre olunan bizim memâlik-i mu‛tedilede yapraklı ağaçlar
kışkın ve sürgün vermek hâssasına mâlikdirler. Eşcârın havâda kalan kısmı kat‛
edilib kaldırıldıktan sonra zemînde kalan kütük ve toprak içindeki kök ezrâr
nâmiyesini‛ îkâz eder. Kışkın ve sürgün denilen filizleri hâsıl eder. Ve bu filizler
sırıklık ve bazan direklik devrine kadar durur inbisât eyler ve bu sûretle yeni bir
müessese vücûda gelmiş olur.
Filizler vâsıtasıyla teşkîl edilen bu nev‛ müessesât tohumdan hâsıl olan
filizden teşekkül eden aynı senedeki müesseseden daha serî‛ ve daha kuvvetli neşv ü
nemâya mâlikdir.
103
Baltalıkların sırıklık sinninden daha ileriye götürüldüğü [185] nâdirdir.
Baltalığın devr-i müddeti kısa ve şekl-i mütekâsifi seyrek olursa çırpılık ve çubukluk
olur.
Muntazam baltalık şekl-i mahrûkat-ı haşebi hâsıl eder. Ve baltalık ormanları
mevki‛ine göre beş seneden yirmi seneye kadar kesilmeye kâbiliyyet kesb ederler.
Baltalığın devri ne kadar uzun olursa olsun yetişen eşcârı muntazam koru sırıklarının
tabi‛yyetini alır ve ne kadar kısa olursa çırpılık ve çubukluk halinde bulunur. Lakin
baltalıklar kısa sırıklık yaşını nâdiren tecâvüz eder binâen aleyh bunlar da muntazam
korularda olduğu gibi zemînin vahâmetli sûretde koruması derdi vâki‛ olmaz. Bu
cihetle evsâf-ı zemînin muhafazası husûsunda baltalık korudan daha ziyâde şâyân-ı
i‛timâddır. (Mahalline göre kâbil-i mübâdele olduğu zamanda ağaç kesilir)”
Kavâid ve menâfi‛î ve lüzûm ve ehemmiyyeti muahharen beyân olunan
ormanlar emlâk-i sâire hakkında serd olunan nazariyyât ve mutâlaât hilâfında olarak
münhasıran hükûmet yedinde bulunmak lâzımdır. Bu lüzûm bazı esbâb-ı asliyyeden
neş’et eder.
Evvelâ ormanlar sun‛-i beşer ta‛alluk etmeksizin vücûda gelmiş ve fıtratın
umûma bahş etdiği in‛âm cümlesinden bulunmuş olduğundan bunun efrâda hasr ve
tahsîsi câiz olamayıb umûmun değil mutlak ve dâimisi olan ve hayât-ı ebediyyeyi
hâiz farz olunan devlet yedinde bulunması iktizâ eder.
[186] Sâniyen orman idâresi kavâid-i umûmiyye ve muttaride tahtında ceryân
edebilmiş umûrdan bulunmasıyla devletin emlâk-i sâire idâresinde dûçâr olduğu
müşkilât bunda varid değildir.
Sâlisen: Hükûmet memleketin menâfi‛-i umûmiyye-i hâliye ve âtiyesiyle
mukayyed bulunduğundan ormanların muhafazasını ve devam-ı insâlini te’mîn eder
tedâbîri ittihâzda ihtimâm gösterdiği hâlde hâyât-ı mahdûre sâhîbi olan efrâd ne tûl
müddet sabr ve intizâra ve ne de kendi menfaatini menâfi‛-i umûmîyyeye fedâya
mütehammil olmadığından yedindeki ormanı evvel-be-evvel eşcârından ve sonra da
gâyet mahsûldâr olacak olan arâzîsinden istifâde etmek üzere kat‛ ve tahrîbde isti‛câl
eder.
Râbiân ormanlar ihrak tecâvüzâtına ma‛rûz ve muhâfazası müşkil ve birçok
nakîdât ve fedâkârlık ihtiyârını dâ‛î olub devlet bu bâbda efrâddan ziyâde sâhib-i
kudret iduğundan devlet yedinde bulunması emr-i muhâfıza ve vikâye de
104
muvaffakıyyet-bahş olur hatta devlet bile bu ilcâât sebebiyle ormandan aldığı
vâridâtın [187] yüzde ellisinden ziyâdesini mesârifine fedâ etmekdedir ki eğer
ormanların memlekete cidden menâfi‛-i mühimmesi olmasa mâlî nokta-i nazarından
devlet için en fenâ bir menba‛-i vâridât satılmak lâzım gelirdi.
Hamisen: Orman vâridâtı seneden seneye mütevâliyen tezâyüd etdiğinden bu
tezâyüdden umûm ahâlî hisse-dâr-ı intifâ‛ olmak üzere ormanların hükûmet yedinde
bulunması çâre-i eslemdir.
Orman vâridâtı fi’l-hakika tezâyüd etmekdedir. Halet-i ibtidâiyyede ormanlar
derûnunda ikâmet eden akvâm-ı vahşiyye hayât-ı râiyâne ve muahharen de hayât-ı
zirâiyyeye terakki ve intikal etdikleri zaman ziyâ-yı şems ve hevâ-yı nesîmî gibi
emvâl-i mübâhadan add etmekde kendileri için bir mahzûr olmayan ormanları ateş
vâsıtasıyla açmağa başlamışlar ve sath-ı arzı ihâta eden cesîm ormanlar o zamandan
i‛tibâren refte refte azalmağa yüz tutmuşdur. Arâzîye temellükün bir şekl-i ibtidâisi
de budur. Ormanlara temellük ise askerî erlerin ve derebeylerin avlanmak üzere
kendileri için [188] bir kıt‛a ormanı muhâfaza etmelerinden başlar. Velev pek gec
olsun hükûmetler ormanların memleket için lüzûm ve ehemmiyyetini bi’t-takdîr taht-
ı muhâfazaya alınmasına şitâb etmeseydiler el-yevm memâlik-i mütemeddinedeki
ormanlar mahv olmuş bulunacakdı.
Ormanların tahrîbine yalnız tarla açmak keyfıyyeti bâdî olmayıb bir tarafdan
da medeniyyetin terakkisi ve nüfûsun tezâyüdü gibi esbâb dahi inzimâm eylemişdir.
Medeniyyet zâten her türlü sarfiyyât ve istihlâkâtı tezyîd etmek şânındandır.
Ormanlar ise medeniyyetin zînet ve ihtişâmı ve safâhat ve isrâfâtı uğrunda en ziyâde
ihlâka ma‛rûz kalmışdır denilebilir.
Ormanların şu sûretle tenâkusu arz ve taleb kâidesinin îcâbı olarak kıymetce
tereffu‛nu istilzâm eylemişdir. Dersaâdet’de son yirmi beş sene zarfında kerâste
fiyâtı iki ve odun üç mislî râddesinde tereffu‛ etmişdir.
İnşâat bahriyye ve beriyyede ve demir yol traverslerinde ahşâb [189]
kullanılmaması hakkında son zamanlarda görülen temâyül ve ceryân dahi yine
kerâste fiyâtının tezâyüdünden neş‛et etmekdedir.
105
Avrupa devletleri memâlikinden bazılarında mevcûd ormanlar mikdârı ber-
vech-i âtî kayd olunur.
Hektâr
Rusya ve Finlandiya 215.000.000
İsveç 18.200.000
Avusturya Macaristan 18.342.000
Almanya 14.175.000
İsviçre 782.000
Belçika 522.000
İtalya 4.093.000
İspanya 6.500.000
İngiltere 1.299.000
Fransa 9.520.000
106
[190]
Memâlik-i Osmâniyye ormanları da tahminen ber-vech-i âtî vüs‛atdadır.
Cerîb
Aydın 1.672.000
Kastamonu 1.505.000
Selanik 1.422.000
Hüdâvendigâr 1.379.454
Konya 754.645
İzmit 397.600
Biga ma‛ Karesi 367.150
Adana 337.500
Trabzon 282.111
Kosova 245.000
Edirne 200.824
Sivas 165.800
Cezâir-i Bahr-i Sefîd 95.000
İşkodra 82.000
[191]
Erzurum 75.000
Haleb 64.600
Ankara 62.600
Yanya 58.000
Mamûretü’l-azîz 25.000
Çatalca 23.000
Beyrut 22.000
Zor 15.000
Suriye 14.000
Kudüs 8.000
Yekûn 9500943
Bu cedvelde dâhil olmayan Musul vilâyetinde bir kıt‛a orman daha var ise de
âna ormandan ziyâde çalılık denilse daha yakışır. O havâlide ormanın fıkdânı o gibi
107
çalılıklara bir kıymet-i mahsûsa verdirir. Hıtta-i Irâkiyyede [192] mezrûâtî hâsılâtından
hisse-i emîriyye alınmak üzere eşhâsa bâ-tâpû tefvîz olunan [arâzî] eshâbı tarafından
orman yetişdirilir ise mahsûlât-ı zirâiyye gibi ândan da hisse-i muayyene alınmak
müteâmildir. (Hazîneden Bağdâd Defterdârlığına yazılan 23 Haziran sene 325 târihli
tahrîrât)
Bizdeki ormanlar evvelleri cibâl-i mubâha ormanları, kurâ baltalıkları, evkâf
ormanları, husûsî ormanlar tersâne ve tophâne ormanı nâmlarıyla beş kısma münkasim
bulunmakda ve cibâl-i mübâha ormanlardan halk meccânen ve keyfe mâ yeşa’ istifâ‛
eylemekde iken cennet-mekân Sultan Abdülazîz merhûmun Fransa’ya seyâhatlerinde
ormanlarda gördüğü asâr-ı ma‛mûriyyet ve intizâm nazar-ı takdîrlerini celb eylemekle
bizim ormanların ıslâhı esbâbına teşebbüs buyurulmuş ve Fransa’dan bir mütehassıs
celb ile bir de orman mektebi küşâd edilmekle beraber 26 Muharrem sene 286 târihli
nizâm-nâme neşr olunmuşdur. Mezkûr mizâm-nâme evvelâ mîrî ormanları sâniyen
evkâf ormanları sâlisen kura ve kasabâta mahsûs baltalıklar, râbiân eşhâsa âid yani
husûsî ormanlar olmak üzere ormanları dört kısm i‛tibâr etmişdir. Evkâf-ı sahîhadan
olan ormanlara hükûmetin müdâhalesi yokdur. Gerek [193] tahsîsât kabîlinden olan
arâzî-i mevkûfa ve gerek tevliyet ciheti fesh ile Evkâf-ı Hümâyûn Hazînesinden evkâf
muhâsebecileri ma‛rifetiyle idâre edilen evkâf-ı mazbûta ormanları ve tevliyet ciheti
birinin uhdesinde olub muhâsebât ve muâmelâtına evkâf muhâsebecileri tarafından
nezâret olunan evkâf-ı mülhakaya merbût bi’l-cümle ormanlar Orman Nezâretince
taht-ı idâreye alınmak (dördüncü cild düstûr sahîfe 418) karar-nâme-i mahsûs
iktizâsından olmakla bi’l-icâreteyn tasarruf olunan ormanlarda eşhâs uhdesindeki
ormanlar muâmelesi tatbîk ve evkâf-ı mazbûta ve mülhaka ormanlarında ise mîrî
orman muâmelesi icrâ ediliyor. Şu kadar ki evkâf-ı mazbûta ve mülhaka
ormanlarından alınan orman hakkından öşrü hazîne için çıkarıldıktan sonra
mütebâkisinden mesârif-i tahsîliyye olarak onda bir hisse dahi alıkonulub küsûru cihet-
i evkâfa veriliyor.
Dört kısım ormandan yalnız biri emlâk-i devletden olduğu için ondan bahs
edeceğiz.
Mîrî Ormanları – Memâlik-i Osmâniyye ormanlarından yalnız bir kısmına
hükûmetce [194] vaz‛-ı yed edilerek tophâne ve tersâne ormanları nâmıyla ve mezkûr
idârelere muktezî kerâstenin tedârükü maksadıyla muhâfaza edilmekde idi. Arâzî
108
kanûnunun neşrinden sonra dahi arâzî-i emîriyye üzerindeki eşcâr-ı müsmire
mutasarrıf-ı arza âid olarak yalnız eşcâr-ı gayr-i müsmire hükûmete âid farz olunur. Ve
hatta bu gibi hüdâyî-nâbit eşcârı kat‛ edenlere kıymeti tazmîn ediliyor idi. Zikr olunan
86 târihli nizâm-nâme ile eşcâr-ı gayr-i münsireye dahi arza tatbîken mutasarrıfları
sâhib tanımış ve ma‛mâfî bâ-tâpû tasarruf olunan yerlerde yeniden koru ve orman
yetişdirilmesi husûsunun arâzînin nev‛ine göre öşre muâdil icâre-i zemîn i‛tâsına tâbi‛
tutulması hakkındaki arâzî kanûnu ahkâmı bâkî kalmışdır.
Yine mezkûr nizâm-nâme mûcebince cibâl-i mubâha ormanları ilk def‛a olarak
taht-ı idâre-i devlete alınmış ve kurâ baltalıkları tahdîd ve vakf ormanlardan bir kısmı
bedele rabt olunmuşdur.
1287 târihinde neşr edilen orman ta‛lîmâtıyla mîrî ormanlarının sûret-i idâresi
Mâliye Nezâretine tevdî‛ ve eşcârın mevsiminde orman [195] me’mûru tarafından
damgalanarak korucuların nezâreti tahtında kesilmek ve kat‛ edilecek kerâste ve
mahrûkâtın bi’l-müzâyede satılıb esmânı alınmak ve yahud hükûmet-i mahalliyyece
râyice göre takdîr olunacak kıymet üzerinden bedeli istifâ edilmek ve orman
derûnunda hayvânını gezdirenlerden otlakiyye alınmak sûretleri te’sîs kılınmışdır.
20 Nisan sene 1290 târihli ta‛lîmât-nâme ile de gerek mîrî ormanlarından ve
gerek kurâ baltalıklarından kat‛ ve ihrâk ile iskelelere nakl etdirilen odunun ikiyüz
kıyyesine bir ve kömürün iki yüz kıyyesine iki kuruş yol resmi vaz‛ olunarak bu
resmin istîfâsı için ondalık me’mûrları istihdâmına başlanmışdır.
22 Muharrem sene 92 ve 7 Şubat sene 91 târihinde ormanlara iddiâ-yı tasarruf
edenlerin tedkîk-i senedâtına dâir gâyet mühim bir ta‛limât-nâme neşr olunmuş ve bu
seneye gelinceye kadar tatbîk dahi olunmuş ise de irâde-i seniyyeye iktirân etmemiş
olan mezkûr ta‛lîmat-nâmenin el-yevm tatbîkine imkân görülememekle mevki‛-i
tatbîkden kaldırılmışdır. 7 Nisan sene 93 târihinde neşr olunan diğer bir ta‛lîmât-nâme
mîrî ve evkâf ormanlarından berây-i ticâret çıkarılan kerâste ve hatab ve kömürden
alınacak orman hakkı ile diğer ormanlardan ihrâc edilecek kerâste ve hatab ve
kömürden alınacak öşrü ve pul [196] resmini ta‛yîn etmişdir. Ve nîhâyet Hicaz
Şimendiferi i‛ânesi olmak üzere nısf-ı orman hakkı nâmıyla kasabâta getirilen
mahrûkâtdan beş on yirmi para mikdârında resm ahzına başlanılmışdır ki 326’dan beri
bu resm-i i‛âne mâhiyetini gâib ederek muvâzene-i devlete dâhil resm cümlesindendir.
Orman derûnunda karye ihdâsı 23 Kanûn-i Sâni sene 319 târihli emir-nâme-i sâmî ile
109
men‛ olunmuşdur. El-yevm orman mahsûlâtından öşr, pul parası ve nısf-ı orman hakkı
ve orman hakkı nâmıyla alınan muhtelif rüsûmdan orman hakkından mâ‛adâsı rüsûm
kabilinden olmakla hudûd-ı tedkîkâtımızdan hâric olub yalnız bedel-i eşcâr olarak
alınan salifü’z-zikr orman hakkının sûret-i istîfâsı ber-vech-i âtî beyân olunur.
Orman hakkı hükûmet temellükünden münbais îrâd kabilinden olmakla yalnız
mîrî ormanlarıyla tahsîsât kabilinden olan evkâf-ı mazbûta ve mülhaka ormanlarında
cârî olub kurâ baltalıklarıyla eşhâs orman ve korularından orman hakkı alınmaz.
[197] Orman hakkı mukaddemleri ya kaimen darb-ı damga edilen eşcârın veya
bir kıt‛a ormanın müzâyedesiyle ve yahud da liec-il-îcâre’ kat‛ına ruhsat verilen
eşcârdan i‛mâl edilen kerâste ve hatab ve kömürün mürûrlarından kıymet-i râyicelerine
göre tasarruf-ı mahsusasına tevfîken alınır idi. Orman ve mera‛ kanûnunun neşr ve
i‛lânına kadar teşkîlatı icrâ olunan vilâyet ve elviye-i müstakile ormanlarında tatbîk
edilmek üzere Zirâat ve Ticâret Nezâretince tertîb edilen ta‛lîmât-nâme hükmü iş bu
328 senesinden i‛tibâren mevki‛-i tatbîke vaz‛ olunmuş olduğundan mukaddemki
usûller bi’t-tabi‛ ortadan kalkmışdır.
Mezkûr tâ‛lîmât-nâmede: Ormanların dâimî kerâste nakliyâtına kabiliyyeti olan
nehr iskeleleriyle simendüfer istasyonlarına ve kerâste ahz ve i‛tâsı bulunan şehir ve
kasabâta olan mesâfelerine ve mesâfe-i mezkûre dâhilinde bulunan ormanlardan
şimdiye kadar bi’l-müzâyede ihâle olunan bedelâtın hadd-i vasîtasına göre bi’l-hesâb
takdîr edilen eşcâr ve sâire bedelâtı taarrüfe-i mahsûsasında muharrer bulunacağı ve
satılacak eşyâ bedelât-ı mezkûre [198] ile ve matbû‛ varakalarla i‛lân edileceği ve
zamm ile tâlib zuhûrunda zammıyla; zuhûr etmediği takdîrde taarrüfede muharrer
fiyâtla tâlibine satılacağı ve mezkûr mesâfenin kiracı sâatiyle ve yahud üç buçuk
kilometresi bir sâat i‛tibâriyle üç sâate kadar uzak olan ormanlar birinci ve altı sâate
kadar olanlar ikinci ve dokuz sâat mesâfede bulunanlar üçüncü ve on iki sâat uzak
olanlar dördüncü on beş sâatlik ormanlar beşinci ve ondan uzak mesâfedeki ormanlar
mesâfe-i bâide ormanları i‛tibâr olunacağı ve her sene kesdirilmek üzere satılacak
ağaçlar ve sâir eşyâ fenn me’mûrları tarafından müteselsilen yağlı boyalı rakamlarla
işaretlenib her ağacın zemînden bir metre yukarıdaki devresi ve kırkdan altmış
santimetreye kadar kabil-i i‛mâl olan devre-i ulyasına kadar irtifâ‛î ölçülüb kayd
olunacağı ve bad‛de’l-i‛lân ihâle ve fürûht olunduktan sonra mîrî damgası vurulacağı
ve satılacak ağaçlar için yüz ağaca kadar on ve beş yüz ağaca kadar on beş ve bin
110
ağaca kadar yirmi [199] ve bin beş yüzden iki bin ağaca kadar yirmi beş ve ândan
ziyâde mikdâr için otuz gün olmak üzere müddet-i i‛lân ta‛yîn olunacağı ve
müzâyedenin kapalı zarf usûlüyle ceryân edeceği ve hîn-i ihâlede satın aldığı eşcârın
bir senelik bedelinin sülüsünü kefâlet makamında müşterinin depozito edeceği ve bir
senede ormandan çıkaracağı kerâste ve eşyâ bedelini de ber-vech-i peşîn tesviye
edeceği tasrîh kılmakdadır.
Mîrî ormanları geçen 325 senesinde ber-vech-i âtî hâsılât vermişdir.
Kuruş
Kerâsteden 18.229.694
Mahrûkâtdan 5.887.328
Evrâk ifrâzât ve sâire 955.519
Otlakiyye ve sâir müteferrik hâsılât 4.448.170
Cem‛an yekûn 29.320.711
[200]
Ma‛denler
Ma‛lûmât-ı Târihiyye – Eski Yunan hükûmeti mühim ve kesîr ma‛âdene sâhib
idi. Lakin ânları bi’z-zât işletmeyib işletmek hakkını ırs, bîh ve yahud diğer kanûnî
bi’l-cümle usûl-ı ferâğ ile kabil-i intikal olan ebedî bir îcâr mukavele-nâmesiyle ihâle
ediyordu. Bu ihâle bir bedel-i muayyen mukabilinde icrâ edilirdi. Bundan başka yirmi
dörtde biri derecesinde tahsîsât-ı dâime de alınıyordu.
Hem-şehrilerin Milegus ve memlekete kabûl olunmuş ecnebilerin mu‛takların
iştirâki hakkı olan (loryum) gümüş ma‛deninin işledilmesinden Atina hükûmetine
mühim bir yekûn-ı hâsılât vukû‛ buluyordu. Bu işletme bütün sanâyi‛-i atîkada olduğu
gibi esâret esâsına istinâd ediyordu. (Perikles) devrinde ma‛denlerde yirmi bin esîr
çalışıyor ve hâsılâtı senevî tahmînen otuz üç talana bâliğ oluyordu. Esirler [201]
tarafından îfâ edilen iş gerçi az masraflı idi lakin işletme hakkında hiç bir terakki kabil
değildi.
Roma’da cumhûriyyet zamanında hükûmet ma‛âdane münhasıran temellük
iddiâ etmişdir. Ma‛mâfî müteaddid ma‛den damarına sâhib bulunuyordu. Bu ma‛âden
(me’mûrlar Ceuseurs) tarafından (muaşşirlere gublican) iltizâm olunurdu. Bazan bir
111
tahsîsât mukabilinde ma‛âden efrâda fürûht olunur ve alınan bedel iltizâmdan fazla
meblağ te’mîn ediyordu.
İmparatorluğun te’sîsi emlâk-i umûmiyyede tebeddül-i tam hâsıl etdi. Ma‛âden
ve memâleh ve taş ocaklarının kısm-ı a‛zamî hazîne-i imparatorînin ve yahud prensin
emlâk-i husûsiyyesi cümlesinden oldular. Bütün ma‛âden imparator hesâbına
işlediliyordu.
Her ma‛den yahud ma‛âdenin hey‛et-i mecmû‛ası başda procural bulunan
idâre-i mahsûsa tarafından idâre olunuyordu. Amele ekser def‛a üserâdan idi. Bazı
def‛a da tutulmuş hürr amele veya asker veya [202] mahkûmînden idi.
Kurûn-ı vustâda ma‛denlerin mülkiyyeti feodalite beylerine intikal etdi.
Fransa’da pek geç yani 1413’de Altıncı Şarl zamanında bu husûsdaki hukûk-ı
hükümdârî i‛lân ve bi’l-cümle ma‛âden hâsılâtının onda biri hazîneye tahsîs olundu.
Prusya gibi şahsiyyet (individualizme)’in asırlardan beri cârî olagelen âdât ile
muhât bulunduğu memleketlerde hükümdâra ve beylere âid olan hukûk çok zamanlar
bâkî kaldı. Bazı husûsâtda hâlâ bâkîdir. Orada devlet yalnız bi’z-zât işletdiği
ma‛denlere mâlikiyyetiyle kalmaz eşhâsa âid ma‛denler hâsılâtının satış fiyâtından
yüzde iki resm alınır.
Revolosyon 28 Temmuz sene 1891 târihli kanûn ile ma‛denleri milletin yed-i
idâresine tevdî‛ etdi. Şu sûretle ki ma‛âden sath-ı arzâ mâlik olanların tazmînâtını
te’diye etmek şartıyla hükûmetin rızâ ve müsâadesiyle işledilebiliyordu, bunda ihâle
muvakkit idi. Lakin kanûn [203]
mutasarrıfa yüz kadem umka kadar ameliyât-ı ihrâciyyenin icrâsı hakkında salâhiyyet-i
kat‛iyye bahş etmekde idi.
İhâle müddetinin mahdûd olması ma‛denlerin işledilmesi husûsunda menâfi‛-i
umûmiyyenin îcâb etdiği teşvîki îfâ etmediğinden nâşî müteahhidlere mülkiyyeti de
ilzâm etmek lüzûmunu anlatdığından 1810 kanûnuyla bu cihet de yapıldı. O kanûnun
mevâdd-ı muhteviyyesi bazı ta‛dîlât ile Avrupa devletleri kavânînine derc edilmişdir.
Bu kanûn-ı ma‛denî sath-ı arzın mülkiyetinden ayrı olarak dâimî ve kabil-i ferâğ bir
mülk haline ifrâğ etmişdir.
Esâs i‛tibâriyle mezkûr kanun sâhib-i arzın hakkını teslîm etmekle beraber
hâsılâtdan sâhib-i arza âid olan hisse müstesnâ olmak üzere bir bedel-i muayyen
mukabilinde ma‛deni ihâle etmek husûsunda hükûmet müstakilü’r-re’y idi.
112
İngiltere ve Amerika-yı şimâlîdeki İngiltere müstemlekâtında hâiz-i rüchân
olan esâs Roma hukûkunda mevcûd olan ve Fransa ve bizim [204] kanûn-ı
medeniyyemizde de muharrer olan (üstüne mâlikiyyet altına da mâlikiyyetî
müstelzemdir) kâidesidir.
Prusya, Avusturya, İspanya gibi bazı memleketlerde mülkiyyet-i hakikaya ve
kezalik Roma hukûkunun kâide-i kat‛iyyesi bir tarafa bırakılarak ma‛denin mülkiyyeti
bazı şerâitle keşf edene âid olması kabûl olunmuşdur.
Prusya’da taharriyât-ı arza mâlik olanın müsâadesiyle yapılabiliyor adem-i
kabûl halinde hükûmet müdâhale eder.
Biz de ma‛âden hakkındaki ahkâma gelince: Tanzîmât-ı Hayriyye’ye kadar
selâtîn ve hânedâna âid olarak Darbhâne-i Âmire’ye merbûten idâre olunmak da iken
1256 târihinde tevhîd-i hazâin olduğu sırada kâmilen Hazîne-i Mâliye’ye devr
edilmişdir.
Bizde ma‛âden hakkında öteden beri şer‛-i şerîf ahkâmı dâiresinde muâmele
ceryân edib arâzî kanûnu dahi ahkâm-ı şer‛iyyden müstenbit olmak hasebiyle
ma‛âdene dâir olan 106. [205] maddesinde, arâzî-i emîriyye ve tahsîsât kabilinden olan
arâzî-i mevkûfa da zuhûr eden bi’l-umûm ma‛âdenin cânib-i beytü’l-mâla âid olub
gerek arâzî mutasarrıfının ve gerekse vakfın duhl ve taarruz edemeyeceği ve fakat
ma‛den ihrâcı sebebiyle zirâatdan muattal kalacak mikdâr arzın diğer bahâsı
mutasarrıfına verilmek lâzım geleceği ve arâzî-i metrûke ile arâzî-i mevâtda bulunan
ma‛âdenin humsu beytü’l-mâla ve bâkiyyesi bulan kimseye âid olacağı ve evkâf-ı
sahîhadan olan arâzîde zuhûr eden ma‛denlerin cânib-i vakfa ve kurâ ve kasabât
derûnundaki mülk arsalarda zuhûr eden ma‛denlerin de sahib-i mülke âid olacağı ve
arâzî-i öşriyye ve harâciyye de zuhûr eden ma‛denlere gelince bunlardan izâbeye
kabiliyyeti olan ma‛denlerin humsu beytü’l-mâla ve bâkiyyesi arâzî sâhibine ve
izâbeye kabiliyyeti olmayanların da cümleten sâhibine âid olacağı zikr edilmişdir.
Bundan sonra ma‛âden hakkında olan 2 Şaban sene 295 ve sâniyen 18 Zilhicce
sene 304 târihinde iki nizâm-nâme neşr olunmuş ise de en son neşr olunan [206] 26
Mart sene 322 târihli nizâm-nâme ile andan evvelki nizâm-nâmeler ahkâmı fesh
olunmuşdur.
Mezkûr nizâm-nâmenin sekizinci maddesinde “arâzî-i memlûke ile arâzî-i
mevkûfa-i sahîhada zuhûr eden ma‛denlerin sûret-i ihâle ve ilzâmını iş bu nizâm-nâme
113
ahkâmına tevfîk olunmak üzere anlardan istîfâ olunacak resm-i nisbîden92 humsu
idâreye ve mâ‛adâsı arâzî sâhibine ve yahud vakfı [207] sâhibine i‛tâ kılınır” ve kırk
dokuzuncu maddesinde de “bâ-fermân-ı âlî i‛mâl ve ihrâc olunan ma‛denin beher
cerîbi için senevî alınması lâzım gelen on kuruş resm-i mukarrer mülk olan mahaller
ile evkâf-ı sahîhadan olan arâzîye müte‛allik ise eshâbına ve yahud vakfı cânibine ve
arâzî-i emîriyye ile tahsîsât kabilinden olan arâzî-i mevkûfaya müte‛allik ise devlete
âid olacağı” muharrer olmasına nazaran devlet evvelâ bir yere mâlik olan ânın mâ-
tahtına ve mâ-fevkine de mâlik olacağı hakkında ki Mecellenin 1194. maddesinde
muharrer ahkâma ma‛âden keyfiyyetinde de sâdık kaldığı ve sâlisen ma‛âdenden
almakda olduğu iki nev‛ rüsûmdan resm-i mukarrerin tamamını ve resm-i nisbîden de
dört hums mikdârını ma‛den cevherinin bedeli telakkî etdiği anlaşılmakdadır. Fi’l-
hakika arâzî-i memlûke ve arâzî-i mevkûfa-i sahîhada zuhûr eden ma‛denlerin resm-i
mukarrerini kâmilen ve resm-i nisbînin de dört humsunu mülk sâhibine veya vakfî
cânibine verileceğini tasrîh eylemesi ma‛denî arza tâbi‛ servet kabilinden sayıldığını
isbât etmekdedir. O hâlde ma‛âdenden [208] devlet bir de resm-i mîrî alıyor ki oda
resm-i nisbînin humsundan ibâretdir. Devlet-i Memâlik-i Osmâniyye ma‛denlerini
kâşiflerine ve anların makamına kâim olacaklara 99 sene müddetle ihâle sûretiyle idâre
eder. Bazı ma‛denleri de öteden beri kendisi idâre etmekdedir. Devletce idâre
olunagelen ma‛denler ber-vech-i âtî zikr olunanlardır.
Ergani Ma‛deni: Yirmi asırdan beri mekşûf olarak işledilmekde olan bu
ma‛den bakır ve demirden mürekkeb ve pek zengindir. Yüzde seksen beş hâlis bakır
verir. İhrâcâtın son seneler mikdâr-ı rabtisi 6172 tonilâto raddelerindedir. Ahâlî
ma‛denleri hafr ve falaka denilen ibtidâî fırınlarda ba‛de’l- ihrâk mîrî izâbe fırınlarına
nakl ederler. Ve orada tasfiye olunur. Ve hükûmet beher kilosu için maktû‛an yetmiş
iki para verir. Ândan sonra ma‛dencilere beher kıyye hâlis bakır için her sene tekrar
eden mikdâr nakliye ücreti hükûmet tarafından verilmek üzere ma‛denlere tavka ?ve
kalhânesine nakl ve kal olunur.
92 Resm-i nîsbî nizâm-nâmenin altıncı maddesinde “bakır ve simli kurşun ve kömür gibi kuyu ve mağara hafriyle i‛mâl olunan ma‛denlerin hâsılât-ı gayr-i sâfîsinden yüzde birden beşe kadar zımpara ve krom ve bor asitli mevâdd ile lületaşı ve sıcak ve soğuk miyâh-ı ma‛deniyye ve petrol ve zift ve neft gibi tomar olmayıb yığın halinde bulunan mevâddın hâsılât-ı gayr-i sâfîsinden yüzde ondan yirmiye kadar istîfâ olunacağı” gösterilmiş ve iş bu rüsûm-ı cevherin mevâdd-ı sâfîsinin eskiden Avrupa’ya olan nakliyesiyle kal ve izâbe mesârifinin tenzîlinden sonra bâkî kalan kıymet üzerinden ta‛yîn ve istîfâ olunacağı da tasrîh kılınmışdır.
114
[209] Bulgar Dağı Ma‛deni: Konya vilâyetiyle Adana vilâyeti arasında Toros
Cibâlinin mürtefi‛ kısmında kâindir. 1241 senesinde küşâd edilmişdir. Hükûmetce son
ittihâz olunan usûl mûcibince mesârif hafriyye ve nakliyye ve izâbe ve sâire kâmilen
ma‛dencilere âid olmak üzere çıkacak mürde-sengin beher kıyyesi için on altı buçuk
para ve hâlis gümüşün dirhemi için 38,32 para ve altunun dirhemi için 12,7 para
verilerek hükûmetce alınır gümüş ve altun mikdârı Darbhâne’de ifrâd ve ta‛yîn edilir.
Son seneler zarfında senevî mikdâr-ı vasatî ihrâcât 6,5 kıyye altun ve 922 kıyye
gümüşden ibâretdir.
Gümüş Hacıköy Ma‛deni: Sivas vilâyetinde Amasya civârında kâin ve yüz
elli seneden beri mekşûf simli kurşun ma‛denidir. Gümüş fiyâtının tednîsi üzerine
idâre edemeyerek 316 senesinden beri ta‛tîl olunmuşdur.
Eskişehir Lületaşı Ma‛deni: Bu ma‛den pek eski zamandan beri
işledilmekdedir. Yegâne mahreci Avusturya memleketidir. Ma‛dencilerin [210] tertîb
etdiği beher sandıktan maktû‛an yetmiş beş kuruş resm alınır.
Ankara Kil Ma‛deni: Pek külliyetli cevheri muhtevidir. Kâmilen dâhilde sarf
olunur. El-yevm çıkarılan kilin beher kilosundan on para resm alınmak sûretiyle
emâneten idâre olunmakdadır.
Dağardı Krom Ma‛deni: Mukaddemâ Bahriyye Nezâretince işledilmekde
iken tersânece çelik i‛mâlâtının terk olunması üzerine senevî bin lira bedel ile
mültezime ihâle olunmuşdur.
Irak Zift ve Neft ve Petrol Ma‛denleri: En mühimi Musul’da ve bir kısmı da
Bağdad’da bulunan bu ma‛denler dünyanın en güzel ve en zengin ma‛denlerindendir.
İmtiyâzı vaktiyle Hakân-ı mahlû‛ tarafından Hazîne-i Hâssa’ya i‛tâ olunmuş ve fakat
işledilmesine imkân bulunamamış idi. Tebeddül-i saltanat üzerine hükûmete devr
olunmuşlar ise de işledilmeleri için henüz teşebbüs olunamamışdır. Petrol ve neft ve
zift bazı mahallerde göl teşkîl etmekde ve bazı yerlerde ırmaklara akmakdadır.
Mahallince pek ibtidâî sûretde olarak [211] petrol tasfiyye olunmakda ise de müstekreh
bir koku neşr etmesinden nâşî revâc bulamamakdadır. Senevî bin lira mukabilinde
mültezime ihâle olunur.
Ereğli Kömür Ma‛deni: Sultân Mahmûd-ı Sânî evâhir-i saltanatında keşf
olunmuş ve Sultân Mecîd evvâil-i saltanatında emlâk-i hümâyûna kalb ve 1281
târihinde tersâneye tevdî‛ olunmuşdur. El-yevm havzası sâhilden dâhile doğru beş sâat
115
arzında ve Ereğli’den Kuruca ve Şile’ye kadar altmış mil tûlundadır. Mukaddemleri
emâneten idâre olunmakda iken muahharen beher tonu kömürden beş kuruş resm
alınmak üzere ma‛dencilere ihâle olunmuşdur. Bu ma‛dencilerin en mühimi Şirket-i
Osmâniyye’dir. Bu şirket birçok ıslâhât ve terakkiyâta muvaffak olmuş ve kömürün
ti’t-tathîr şist aksâmından tecrîdi için Zonguldak ve Kozlu’da üç tane lavvar te’sîs
edilmişdir.
Senevî sekiz yüz bin tonilato râddesinde ihrâcâtı olub hâsılâtı ise altmış bin
lirayı tecâvüz etmekdedir.
Devlet imtiyâzla verdiği ma‛denlerden 327 senesinde [212] 5.521.478 kuruş
rüsûm tahsîl eylemiş ve işletdiği ma‛denlerden 14.558.300 kuruş hâsılât almışdır.
Taş Ocakları
Taş ocakları için devlet müstakil bir nizâm-nâme neşr etmişdir. 5 Teşrin-i Sâni
sene 320 târihli mezkûr nizâm-nâme arâzî mutasarrıflarının kendi ihtiyâcları için
mutasarrıf oldukları arâzîden taş ihrâcına müsâade etmiş ve fakat ticâret için ruhsatla
çıkarılacak taşlara resm-i nisbî ve resm-i mukarrer vaz‛ eylemişdir. Bunun resm-i
mukarreri beher dönüm için on para ve resm-i nisbîsi de yüzde beşdir. Yalnız amyânt
[ateşe dayanıklı ve kolay bükülen ipek görünüşünde mineral, kayalifi] ve somaki
[renkli damarlı ve sert bir cins mermer] taşlarının resm-i nisbîsi yüzde yirmiye kadar
muhâlif olur. Arâzî kanûn-nâmesi arâzî mutasarrıfının kendi ihtiyacı için olsa bile
arâzînin toprağını alıb kullanmağa müsâade etmediği hâlde taşları çıkarıb isti‛mâl
eylemesine taş ocakları nizâm-nâmesinin mesâğ vermesi istisnâi bir müsâade
kabilinden sayılmalıdır.
[213]
Arâzî-i Emîriyye
Memâlik-i Osmâniyye arâzîsinin taksîmi bahsinda görüldüğü üzere arâzî-i
emîriyye mutasarrıfları yalnız menafi‛-i arza sâhip olub rakabe hükûmet uhdesinde
bulunmakla mutasarrıfeyn-i arâzî müste’cer menzilesinde kalmakda ve mûceru
sınıfında bulunan hükûmetin vaz‛ etdiği kuyûd ve şurûta riâyete mecbûr
bulunmakdadır hükûmetin hakk-ı hâkimiyyet-i medhal-dâr olmaksızın mücerred hakk-
116
ı mülkiyyetinden mütevellid olan bu bâbdaki salâhiyyeti gerek hukûk-ı tasarrufiyyenin
tevsî‛ ve kasrına ve gerekse aldığı kira ve ücretin tezyîd ve tenzîline şâmildir. Binâen
aleyh hükûmet-i mukaddemleri arâzî-i emîriyye mahsûlatının yüzde onundan yirmi
beşine kadar mütefâvit ücret almakda iken Tanzîmât-ı Hayriyye’den sonra umûm
arâzî-i emîriyye mahsûlâtının seviyyen yüzde onunu almak sûretini kabûl eylemişdir.
A‛şâr nâmıyla yâd adilen ve hakikatde ücret arzından ibâret [214] olan bu
vâridât hükûmetin emlâk vâridâtından başka bir şey değildir. Çünkü öşr, şer‛en arâzî-i
öşriyyeden alınır. Arâzî-i emîriyye üzerine mevzû‛ tekâlîfden arâzî vergisi bir teklîf-i
emîrî ise de hâsılâtından alınan öşr-i rüsûm ve tekâlîf-i emîriyyeden olmayıb hâsılat-ı
emîriyye cümlesindendir. Ve arâzînin ibtidâ-yı tefvîzinde alınan tâpû-i muaccel ve
hâsılâtdan alınan öşr dahi müeccel olmak üzere her ikisi hükûmetin emlâkî îrâdıdır.
Ândan dolayıdır ki zirâat olunmak üzere tefvîz olunan arâzînin zirâatdan bilâ-
özr üç sene ta‛tîli halinde müstehak tâpû olur ve ahz ve isti‛mâl edilen toprağının
bedeli alınır. Kezalik zirâate mâni‛a ihdâsı halinde bedel-i öşr tahsîs olunur. Zirâate
mâni‛a ihdâsı arâzînin ebniyye ile işgâli veya koru ve mer‛a ve tuz harmanı ittihâzı gibi
ahvâlde vâki‛ olduğundan arâzînin hâsılât-ı öşriyyesine halel-i îrâs edecek olan ahvâl-ı
mezkûreden her hangi birinin icrâsı evvel-be-evvel o arâzînin bedel-i öşre [215]
rabtına mütevakkıfdır. Ebniyye inşâsında ise bedel-i öşre rabtıyla beraber irâde-i
seniyye şeref-sudûriyyete de mütevakkıfdır. Hâsılât-ı öşriyyeye mukabil tarh edilen
vâridâtına bedel-i öşr denildiği gibi ücret-i arz da denilir. Bazan da mukataa nâmı
verilir. Mukataa harc-ı ferâğ ve intikal olunamayacak olan mebâni-i vakfıyyeye tarh
edilen tahsîsâtda müsta‛mildir.
Arâzînin bedel-i öşre rabtı hakkındaki ahkâm ber-vech-i âti telhîs olunur: Arâzî
kanûnunun yirmi dokuzuncu maddesinde me’mûru izniyle eşçâr-ı gayr-i müsmire
garsıyla koruluk ittihâz olunan arâzîye hasbe’l-mevki‛-i mergûbiyyet mütefâviteye
riâyet olunarak öşre muâdil icâre-i zemin takdîr olunacağı ve otuz yedinci maddesinde
eşçârı hüdâyî-nâbit olub öteden beri tasarruf olunan koruluklar için dahi kezalik icâre-i
zemîn alınacağı ve otuz ikinci maddesinde çiftlik ebniyyesi, değirmen, ağıl, tâm, anbâr,
âhûr, samânlık, mandra gibi ebniyye me’mûru izniyle inşâ olunabilib ancak
mahallerine kezalik icâre-i zemîn [216] takdîr olunacağı ve fakat hâm arâzî üzerine
süknâ ittihâz olunmak üzere enbiyye inşâ beher hâl irâde-i seniyyeye mütevakkıf olub
bu bâbda me’mûru izni kâfi olmayacağı ve otuz dördüncü maddesinde arâzî-i
117
emîriyyeden müfrez harman ve tuz harman yerleri için öşr-i muâdil mukataa-i zemîn
alınacağı ve bunlar arâzî-i mevkûfede vukû‛a geldiği takdirde bedel-i öşr ve icâre ve
mukataa-i zemîn cânib-i vakfa âid olacağı musarrahdır.
Mahalle şekline konulmak için irâde-i seniyye istihsâl edilmiş olan arâzî için
dahi 7 Rebiü’l-evvel sene 275 târihli Meclis-i Vâlâ kararı mûcebince kıymetleri
üzerinden ruhsatiyye nâmıyla yüzde on resim alınmakda iken bunun lağvıyla
mukabilinde bedel-i öşr ve mukataa alınması hakkında Şurâ-yı Devletce ittihâz olunan
karar 24 Şaban sene 306 târihinde irâde-i seniyyeye iktirân eylemiş ve el-yevm iş bu
karar ma‛mûlün bih tutulmakda bulunmuş olduğundan bu bâbdaki tezkere-i sâmiye
aynen kayd olunur: Dersaâdet ve civârı ile taşralarda gerek mahalle ve karye teşkîli
[217] sûretinde olsun ve gerek bağ ve bağçe dâhil ve kenârında ve müteferrik
mahallelerde bulunsun ale’l-umûm hâm arâzî üzerine ebniyye inşâsına ruhsat i‛tâsında
alınmakda olan yüzde on ruhsatiyyenin ahzından sarf-ı nazarla icâreteynlü arâzî-i
mevkûfe için binde on ve öşürlü arâzî-i emîriyye ve mevkûfe ile mukataalı müstakilât-ı
mevkûfe için dahi binde otuz para icâre ve mukataa-i zemîn tahsîs ve bunun arâzî-i
memlûkeden mâ‛adâ şimdiye kadar böyle üzerinde ebniyye inşa edilmiş hâm arâzîye
dahi şâmil tutulması münâsib ve tezyîd-i ma‛mûriyyeti mûceb olacağından ol vechle
mukteziyâtının îfâsı husûsuna Şûrâ-yı Devlet ve Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ kararıyla
bi’l-istizân irâde-i seniyye-i cenâb-ı hilâfet-penâhi müte‛allik ve şeref-sudûr
buyurulduğu…”
Müstakilât ve müsakkafât-ı vakfiyye üzerine mekteb ve hastahâne ve sâire gibi
müessesât inşâ olunduğu sûretde icâre-i kadîmesine beş misli daha zamm olunarak
mahallei teftîş ma‛rifetiyle i‛lâma rabtı müteâmil olduğu hâlde vakıflarının ferâğ ve
intikal rüsûmuyla mahlûl muaccelâtından [218] mahrûmiyyeti hasebiyle tevsî‛-i intikal
nizâmı vechle kıymetlerinin beher bin kuruşda bir kuruş olarak tahsîs edilen icârenin
on misline iblâğıyla binde on kuruş mukataa tahsîsi 19 Ramazan sene 299 târihinde
karar-ı imtina alınmışdır.
Öşürlü arâzî-i emîriyye ve mevkûfe üzerine mekteb ve hastahâne ve sâîr gibi
müessesâtdan bir şey yapıldığı sûretde dahi kıymetleri itibâriyle emâkin-i âdiyye için
takdîr olunacak bedel-i öşrün beş misline iblâğıyla mukataa tahsîsi müteâmil iken
muahharen müsakkafât ve müstakilât-ı vakfiyyeye kıyâsen bunlara da binde on
nisbetinde mukâtaa tahsîsi kabûl olunmuşdur.
118
Ruhsat-ı resmiyye istihsâl edilmeksizin ebniyye yapılmış olur ise bu bâbda 6
Ağustos sene 313 târihli umûm ile icrâ kılınan teblîgât da “arâzî-i emîriyye üzerine
bilâ-ruhsat inşâ olunan ebniyyenin hedminden sarf-ı nazarla iki kat bedel-i öşre rabtı
irâde-i seniyye iktizâsından olub ibkâsından mahzûr görülemeyen bu gibi bilâ-ruhsat
yapılmış ebniyye hakkında irâde-i seniyye hükmünün 312 senesi nihâyetine kadar
[219] temdîdi husûsuna kezalik irâde-i seniyye müte‛allik olduğu bildirilmiş idi.
Ahîren bu usûl 324 senesi Teşrin-i Sânisinin 17. gününe kadar temdîdi hakkında idâre-
i seniyye istihsâl olunmuş ise de usûl-i mezkûrenin zaman ile takyîdine mahall
görülememekle ta‛mîm olunmuşdur. Bu bâbdaki tezkere-i ma’rûze sûreti ber-vech-i zîr
kayd olunur:
“Şimdiye kadar bilâ-ruhsaten inşâ kılınan fabrika ve emsâli müessesâtın ve
bundan sonra ruhsatsız bu gibi inşâât vukû bulursa ânların makabir-i müslimîn mahallî
ile müessesât-ı diniyye-i İslâmiyyeden hiç birine münâsebeti ve ibkâsında hâlen ve
âtiyen mahzûru olmadığı tebeyyün eylediği hâlde cezâen iki kat bedel-i öşr tahsîs
edilmek üzere senede rabtı ve mahzûru tebeyyün edenlerin def‛-i mahâziri zımnında
muhâkeme mürâcaatla istihsâl olunacak hükme göre îfâ-yı müktezâsı husûsunun usûl
ittihâzı hakkında Şûrâ-yı Devlet Mâliye ve Nâfıa ve Maârif dâiresinin mazbatası
üzerine Meclis-i Vükelâca ceryân eden müzâkerâta tevfîken kaleme alınan mazbata
melfûfuyla arz [220] ve takdîm olunmakla…”
23 Şevval sene 329 ve 9 Teşrin-i Evvel sene 327
İrâde-i seniyye târihi 1 Zilka‛de sene 329 ve 20 Teşrin-i Evvel sene 327
Bilâ-ruhsat denizden imlâ olunan mahallerin bedel-i misli alınmak (üzerine
yapılan binâ kıymeti hâric tutulur) ve bu bedeli i‛tâdan imtinâ‛ olunduğu hâlde satılıb
bedel-i misli alındıktan sonra üst tarafı sâhibine verilmek 29 Ağustos sene 1309 târihli
tahrîrât-ı umûmiyye iktizâsındandır. Mukaddemâ bedele rabt olunan çiftlik
mer‛alarının beş senelik bedel-i îcârının bedel-i sahîh i‛tibâriyle öşrü ne mikdâra bâliğ
olursa ânın bedel-i öşr add olunarak ba‛demâ ol sûretle takdîr ve istîfâsı 16 Kanûn-i
Evvel sene 308 târihli buyuruldu-i sâmî ile mübelliğ irâde-i seniyye iktizâsından ise de
şimdiye kadar mahall-i tatbîk bulamamışdır.
Bedel-i öşr takdîri hakkındaki ahkâm ve evâmir gâyet karışık ve muhtâc-ı ta‛dîl
bulunmakla ıslâh ve tensîki lâzımadan idi. Bu lüzûm hükûmetce der-pîş edilerek
erbâb-ı vukûf ve ehliyyetden müteşekkil bir komisyon-ı mahsûs ma‛rifetiyle sene-i
119
hazıra ibtidâlarında [221] bu bâbda bir lâyiha-i kanûniyye tertîb edilmiş ise de henüz
kanûniyyet kesb edememişdir.
Bedel-i öşr ve icâre-i zemîn tamamen ve makataa kısmen hâsılât-ı öşriyyeye
mukabil tahsîs edilmiş olmalarına ve kıyem-i mahsûlatın mütevâliyen terakkisi ânların
da tertîb mikdârlarını istilzâm edeceğine mebnî mahsûlât-ı öşriyye fiyâtının terakkisine
göre tahsîsât-ı mezkûrenin de tezyîdini te’mîn eder bir usûl-i sâlim vaz‛ı hem kâide-i
adâlete hem de menâfi‛-i hükûmete muvâfık olacağı tabîîdir.
Miyâh-ı Mubâhadan Ma‛dûd Olmayan Nehir ve Göller
Denizlerde ve saydı mubâh olan bazı büyük göllerle enhâr-ı mubâhada sayd
olunan esmâk ve mukaşşerâtdan hükûmet resm-i mahsûs istîfâ etdiği gibi hukûk-ı
tasarrufiyyesi hükûmet uhdesinde bulunan miyâh ve göllerde vukû‛ bulan ıstıyâddan
resm-i mezkûrdan başka bir de hakk-ı sayd alır ki bu hakk-ı sayd rüsûm-ı emîriyye
kabilinden olmayıb emlâk-i emîriyye [222] hâsılatındandır. Ve fakat hakk-ı semekden
ayrı olarak cibâyet edilmeyib ikisi birlikde ya emâneten veya ihâleten istîfa olunur bu
gibi saydlardan alınan rüsûmun yüzde yirmisi resm-i mîrî olan hakk-ı semek ve üst
tarafı hâsılât-ı emîriyye olan hakk-ı sayd i‛tibâr olunur.
Akâr Sûretinde İdâre Olunan Emlâk-i Emîriyye
Akar sûretinde idâre olunarak vâridâtından istifâde edilmek üzere hükûmet
yedinde bulunan emlâkın esbâb-ı tasarrufunu taharrî için Tanzîmât-ı Hayriyye’den
evvelki zamana kadar ircâ‛-i nazar etmek iktizâ eder. Fi’l-hakika Tanzîmât’dan sonra
tîmâr ve zeâmet usûlünün külliyen ilgâsı üzerine havâss ve emlâk-i hümâyûnun ve
erbâb-ı tîmâr ve zeâmete âid kâffe-i arâzî ve emlâkın Hazîne-i Devlet’e ircâ‛î lâzım
gelmişdir. Havâss ve zeâmet [223] ve tîmâr erbâbı yedlerine mevdû‛ arâzînin yalnız
hukûk-ı emîriyyede cibâyetle mükellef olub hukûk-ı tasarrufiyye ve temellükiyye ile
de alâkadâr idiler. Binâen aleyh bu ircâ‛ esnâsında birçok emlâk dahi Hazîne-i
Devlet’e devr olunmuş bulundu. İş bu emlâk; arâzî, göl, bataklık, orman, enhâr-ı
husûsiyye ve su menâbi‛î ve sâireyi şâmildir. Meselâ 326 senesi muvâzene kanûnu
sarfiyye rüsûmunu lağv etdiği hâlde erbâb-ı tîmâr ve zeâmetden hükûmete intikal eden
120
Diyarbekir mızrabları suyunun öteden beri alıngelen resmi rüsûm-ı emîriyye
kabilinden olmamakla hükûmetce ibkâ olunmuşdur.
Hükûmetce der-pîş edilen bazı mütâlaât-ı idâriyye ve siyâsiyye üzerine bir
kısım arâzî öteden beri hükûmet uhdesinde tutulmuşdur. Hıtta-i Irakiyyede bazı
mukataât ve mukaddemâ gördüğümüz mülknâme-i hümâyûn ile tefvîz olunan arâzî
gibi Yunanistan hudûdundaki arâzî de bi’l-iltizâm hükûmet uhdesinde tutulmuşdur.
Arâzîsi öşriyye ve harâciyye olan Vilâyât-ı Osmâniyye’de vukû‛a gelen [224]
mahlûlâtdan hükûmete geçen arâzînin iskân ve bey‛ine imkân bulunamamakdan nâşî
hükûmet uhdesinde birçok arâzî kalmışdır. Suriye ve Haleb vilâyetlerinin çöle mülâhık
mahalleri ve Hıtta-i Irakiyye’nin bazı arâzîsi bu kabildendir. Umûr-ı nâfia için ve bâ-
husûs şimendiferler güzer-gâhında istimlâk olunan mahallelerden yola tefrîk olunan
kısımdan mütebâkî parçalar hükûmet uhdesinde kalır.
Hükûmet matlûbatının istîfâsı zımnında medyûnîn veya küfelâsı emlâkını
mahkeme ma‛rifetiyle hacz ve mevki‛-i müzâyedeye vaz‛ edib de tâlibi zuhûr
etmemesinden dolayı nihâyet matlûbatı derecesini tecâvüz etmemek üzere oracığı pay
ile teferrug etmesinden dolayı uhdesine emlâk geçer bu gibi emlâke değer-i kıymetiyle
tâlib zuhûr edinceye kadar idâre olunur.
Matlûbâta mukabil bu yolda emlâk gerek doğrudan doğruya ve gerekse
cibâyeti Düyûn-ı Umûmiyye idaresine mevdû‛ vâridâtından dolayı mezkûr idârece
teferrug olunur ve Düyûn-ı Umûmiyyece hükûmet-i seniyye nâmına teferrug [225]
olunan emlâk ol bâbdaki mukarrerât vechle bir evvelki sene bekayâsı devr olunduğu
sırada birlikte hükûmete devr olunur.
Hükûmetce görülecek siyâsî veya askerî ve idârî lüzûm üzerine de eshâbı
tarafından satılan bazı çiftlikât ve arâzî veya musakkafât mübâyaa olunur.
Vel-hasıl gerek şu sayılan esbâb dolayısıyla ve gerek sevâhil-i bahrda
kendiliğinden arâzî hâsıl olması ve ahâlînin muhâcerâtı ve daha sâire gibi sebeblerle
hükûmet yedine geçen emlâkdan satılmasında mahzûr olmayanlar refte refte satılır ise
de satılamayanlar taht-ı idârece tutulurlar.
121
Mine’l Kadîm Hazîne Uhdesinde Bulunan ve Devâir-i Sâireden Devr Olunan ve Düyûn-ı Emîriyyeye Mukabil Hazîne Uhdesindeki Mebânî ve Müsakkafât ve Arâzî-i Emîriyyenin Defteridir.
MÜSAKKAFÂT ARÂZÎ
Mesâha-i Sathiyyesi Mesâha-i Sathiyyesi Vilâyât ve Elviyye-i
Müstakile Kıymeti Dönüm Zira‛ Kıt‛ası Kıymeti Dönüm Evlek Zira‛ Kıt‛ası
İstanbul Vilâyeti 8329850 6 76451 448 493559 1259 155 191
Erzurum Vilâyeti 48550 10833 70 1703905 918 2 204 116
Edirne Vilâyeti 1042528 34806 65 966382 107103 1 165 561
İşkodra Vilâyeti 104258 33600 29 279750 3952 1 165 561
Adana Vilâyeti 71350 2480 15 12608417 1144983 2 116 62
Ankara Vilâyeti 500336 82497 178 401228 12043 236 499
Bitlis Vilâyeti 44479 423331 27 168261 3667 2 140 256 Cezâir-i Bahr-i Sefid Vilâyeti 369350 1329 43 1350602 6717 3 269 237
Cezair Vilâyeti 35000 1122 29 1
[226]
122
Mine’l Kadîm Hazîne Uhdesinde Bulunan ve Devâir-i Sâireden Devr Olunan Düyûn-ı Emîriyyeye Mukabil Hazîne Uhdesindeki Mebni ve Müsakkafât ve Arâzî-i Emîriyyenin Defteridir.
MÜSAKKAFÂT ARÂZÎ
Mesâha-i Sathiyyesi Mesâha-i Sathiyyesi Vilâyât ve Elviyye-i
Müstakile Kıymeti Dönüm Zira‛ Kıt‛ası Kıymeti Dönüm Evlek Zira‛ Kıt‛ası
Haleb Vilâyeti 341875 108 699350 20500 3 352 330
Hüdavendigâr Vilâyeti 2648672 258412 315 2167139 10271 3 68 1337
Sivas Vilâyeti 170794 6552 64 826728 12909 3 91 683
Trablusgarb Vilâyeti 883650 17613 124 3714767 907152 141 402
Trabzon Vilâyeti 1117919 10158 103 475863 1622 1 262 332
Kastamonu Vilâyeti 121406 10923 172 143675 19040 3 206 1249
Kuveyt Vilâyeti 27638 1056125 11 67144 9943 2 148 154
Mamûratü’l-azîz Vilâyeti 284455 65073 129 439050 60255 3 87 5807
Manastır Vilâyeti 529514 29195 85 264523 21401 2 211 764
[227]
123
Mine’l Kadîm Hazîne Uhdesinde Bulunan ve Devâir-i Sâireden Devr Olunan Düyûn-ı Emîriyyeye Mukabil Hazîne Uhdesindeki Mebni ve Müsakkafât ve Arâzî-i Emîriyyenin Defteridir.
MÜSAKKAFÂT ARÂZÎ
Mesâha-i Sathiyyesi Mesâha-i Sathiyyesi Vilâyât ve Elviyye-i
Müstakile Kıymeti Dönüm Zira‛ Kıt‛ası Kıymeti Dönüm Evlek Zira‛ Kıt‛ası
Van Vilâyeti 251899 122485 75 249903 31611 91 318
Aydın Vilâyeti 31001968 6 20116 147 2543580 39157 387 712
Suriye Vilâyeti 1211750 37 12397 107 1461668 351377 925 138
Diyarbekir Vilâyeti 143750 35 11350 50 18698 85 2 188 20
Basra Vilâyeti 292290 14 49 344700 17493 1 337 62
Bağdad Vilâyeti
Beyrut Vilâyeti
Selanik Vilâyeti
Kosova Vilâyeti
[228]
124
Mine’l Kadîm Hazîne Uhdesinde Bulunan ve Devâir-i Sâireden Devr Olunan Düyûn-ı Emîriyyeye Mukabil Hazîne Uhdesindeki Mebni ve Müsakkafât ve Arâzî-i Emîriyyenin Defteridir.
MÜSAKKAFÂT ARÂZÎ
Mesâha-i Sathiyyesi Mesâha-i Sathiyyesi Vilâyât ve Elviyye-i
Müstakile Kıymeti Dönüm Zirâ‛ Kıt‛ası Kıymeti Dönüm Evlek Zirâ‛ Kıt‛ası
Musul Vilâyeti
Yanya Vilâyeti
Niş Vilâyeti
Urfa Sancâğı 79724 161051 24 162947 210595 221 262
İzmit Sancâğı 318375 29108 105 717325 41478 2 264 1400
Bingazi Sancâğı 37000 6125 7 34000 29 1 210 4
Canik Sancâğı 145033 6125 28 75745 3034 3 57 410
Çatalca Sancâğı 7500 25 2 130300 2693 3 264 20
Zor Sancâğı 5100 113 2
[229]
125
Mine’ Kadîm Hazîne Uhdesinde Bulunan ve Devâir-i Sâireden Devr Olunan Düyûn-ı Emîriyyeye Mukabil Hazîne Uhdesindeki Mebni ve Müsakkafât ve Arâzî-i Emîriyyenin Defteridir.
MÜSAKKAFÂT ARÂZÎ
Mesâha-i Sathiyyesi Mesâha-i Sathiyyesi Vilâyât ve Elviyye-i
Müstakile Kıymeti Dönüm Zirâ‛ Kıt‛ası Kıymeti Dönüm Evlek Zirâ‛ Kıt‛ası
Karesi Sancâğı 215669 17794 35 1109410 10491 3 138 316
Kal‛a-i Sutaniyye Sancâğı 48050 45205 16 1317224 4921 2 175 250 Medine-i Münevvere Sancâğı 233825 429 15 75700 111 1 228 10
Bolu Sancâğı 576010 14 119829 102 788909 1252 1146 238
Asir Sancâğı
Kudüs Sancâğı
Cebel-i Lübnan Sancâğı
[230]
126
[231] Devâir-i hükûmetce idâre olunagelirken i‛lân-ı Meşrûtiyyet’i müteâkib
Hazîne-i Mâliye’ye devr olunan müteferrik emlâkdan başka iki cesîm emlâk dahi devr
olunmuşdur ki bunlardan birisi cihet-i askeriyyeden devr olunan çiftlikler ve diğeri
hâkan-ı mahlû‛un emlâkıdır. Şu iki emlâkın ehemmiyyeti hasebiyle ayrı ayrı îzâhı
lâzım gelir.
Çiftlikât-ı Askeriye
1- Hüdâvendigâr vilâyeti dâhilinde kâin Çifteler nâmıyla mâ‛rûf çiftlikdir ki
yedi kıt‛ada (1.564.122) atîk vas‛atında arâzî-i cesîme ve nebteyi hâvî ve iki kıt‛a
ormanı ve yirmi bin dönüm vas‛atında bir de çayırı muhtevîdir. Otuz üç kıt‛a maa‛
müştemelât mebânî-i muhtelifesi ve îrâd getirir fabrika hân hamâm gibi akâratı hâl-i
hazırda iki buçuk milyon kuruş kıymetindedir. Bunlar meyânında ma‛mûr bağçeler ve
hân ve dekâkîn ve hânelerle Sakarya [232] Nehri menba‛ındaki dakîk fabrikaları ve
değirmen ve Adapazarı’ndaki hamâm bil-hâssa şâyân-ı zikirdir.
2 - Adana vilâyeti dâhilinde Çukurova çiftliğidir. İş bu çiftliğin Mercimek ve
Adalı nâmıyla iki şu‛beden ve müteaddid çiftliklerden mürekkeb olarak cem‛ân
(3.952.947) atîk dönüm vas‛atından ve altmış kıt‛a da bir buçuk milyon kuruş
kıymeti hâiz emlâkı ve iki yüz bin kuruş kıymetinde demir-bâş eşyayı muhtevîdir.
Mebânîsi meyânında müteaddid ve mükemmel dâirelerle altışar ve üçer odalı iskân-ı
muntazama ve südhâne ve çiftci dâireleri ve anbârlar ve ahûrlar ve Ceyhan Nehri
üzerinde işler kayıklar ve müteaddid ve muntazam fırın, hamâm, fabrika, değirmen
dink ve kahvehâne ve dekâkîn-i sâire ile demir-bâş eşyâ meyânında lokomobil ve
sâire şâyân-ı zikirdir.
Bu çiftliğin bâ-mukavele-nâme-i mahsûs Mösyö De Lesepes ile Mösyö De
Vandor nâmında iki Fransız’a îcâr edilmişdir ki bu bâbdaki [233] mukavele-nâmenin
nikat-ı esâsiyyesi ber-vech-i zîr hulâseten kayd olunur. Adana vilâyetinde vâki‛
Mercimek, Anavarza, Adalı nâm çiftlikleri hâvî olub Hazîne-i Celîlenin taht-ı
tasarruf ve temellükünde bulunan Çukurova arâzîsinin kıymet ve vâridâtını tezyîd
için Mösyö De Lesepes ile Mösyö De Vandor emr-i i‛mâr ve ıslâhı hükûmet ile bi’l-
iştirâk deruhde etmeği teklîf ve hükûmet-i seniyye dahi teklîf-i vâki‛î muâkidîn
beyninde te’sîs eden müşâreket-i mevâdd ve şerâit-i âtiyye dâiresinde kabûl etmişdir.
127
Müşâreketin müddet-i devamı şirketin teşkîlinden i‛tibâren beş senedir. İş bu
mukavele-nâmenin imzâsından bi’l-i‛tibâr bir ay zarfında te’mînât olmak üzere
müteahhidîn tarafından üç bin Osmânlı lirası mikdârında kefalet akçesi tevdî‛
olunacakdır. Şirketin teşekkülünde kefalet akçesi yirmi bin lira-yı Osmânîye iblâğ
olunacak ve arâzînin işledilmesinden mütevellid olmayıb ancak işe mübâşeret için
muktezî bulunan ameliyât ta‛mîrât gibi mesârif-i ibtidâiyye cümlesinden olan sarfiyât
[234] kırk bin liraya bâliğ oldukda derhâl şirkete iâde kılınacakdır. İş bu arâzî
Mercimek, Anavarza, Adalı çiftliklerini muhtevîdir ma‛mâfî Adalı çiftliği Harbiyye
Nezâretince te’sîsi mutasavvır hârâ hakkında bir karar ittihâzına değin ahkâm-ı
kat’iyye-i mukavele meyânına dâhil olmayacakdır. Harbiyye Nezâretince verilecek
karar ma‛lûm oldukda şirkete ihbâr edilmekle beraber hârânın te’sîsinden sonra
mezkûr çiftlikde serbest kalan arâzînin mesâhası da bildirileceğinden târih-i
teblîğinden i‛tibâren üç ay zarfında şirket bu kısım arâzînin dahi i‛mârını deruhde
edib etmeyeceğini hükûmete bildirmeğe mecbûrdur. Mercimek ve Anavarza
çiftlikleriyle muzâfâtı senedât-ı hâkanîye müstenid her türlü hukûk-ı tasarrufiyye-i
ecnebiyyeden âzâde olmak üzere intifâ‛î hükûmetce te’mîn olunan lâ-akall kırk beş
bin hektar mesâha-i sathiyyesinde arâzîyi muhtevîdir. Çiftlikler derûnunda kâin
köyler zirâ‛nın bâ-tâpû taht-ı tasarrufunda bulunan ve yahud ânlar tarafından zirâ‛
edilmekde olan arâzî iş bu mukavele-nâme ahkâmından hâricdir. Mukavele-nâme-i
hâzırın imzâsından i‛tibâren altı ay zarfında tarafeyn [235] beyninde bi’l-i’tilâf
tanzîm olunacak bir kıt‛a plan mûcebince evvelâ ahâlî-i mahalliyye tarafından zirâat
edilmekde olan ve sâniyen iş bu mukavele mevzû‛unu teşkîl eden arâzî
yekdiğerinden bi’t-tefrîk ta‛yîn olunacakdır plan tertîbi ve hudûd tahdîdi amaliyyeleri
mesârifi iki bin Osmânlı lirasını tecâvüz etmemek şartıyla taraf-ı sânî muâkkidleri
tarafından deruhde edilecekdir. Ameliyyât-ı mezkûre neticesinde hukûk-ı
tasarrufiyye-i gayriyyeden âzâde bulunduğu tebeyyün eden arâzî mesâha-i sathiyyesi
kırk beş bin hektârdan dûn bulunduğu takdîrde taraf-ı sânî muâkkidleri “müteahidîn”
planın kendilerine teblîğinden bi’l-i‛tibâr iki ay zarfında hükûmete hiçbir tazmînât
vermeğe mahall kalmaksızın mukaveleyi feshe salâhiyetdâr olub bu hâlde
ferâgatlerini ta‛kîb eden on beş gün zarfında planların tertîb ve hudûdun tahdîdi için
ihtiyâr olunub taraflarından tesviye idilen mebâliğ-i kefâlet akçesiyle beraber
kendilerine iâde olunmak şartdır. Hukûk-ı tasarrufiyye-i gayriyyeden âzâde kadığı
128
tebeyyün eden arâzî mesâhati kırk beş bin hektâra muâdil veya [236] mütecâviz
olursa müteahhidîn planın kendilerine tebliğinden i‛tibâren on ay zarfında ahkâm-ı
kanûniyye dâiresinde bir Osmânlı anonim şirketi te’sîsine mecbûr olacaklardır.
Şerâkit Memâlik-i Şahâne’de el-yevm mer‛î bulunan veya bilâhare vaz‛ edilecek
olan kâffe-i kavânîn ve nizâmâta iş bu mukavele ile iktisâb edilen hukûkun
halelinden vikâyesi şartıyla itbâ‛ edilecekdir. Şirketin sermâye-i i‛tibârî-i ibtidâîsi
yedi buçuk milyon frankdan dûn ve on iki buçuk milyon frankdan efzûn olamayıb
mezkûr sermâye-i ibtidaînin lâ-akall bir rub‛u şirketin hîn-i teşkîlinde te’diye ve i‛tâ
edilmiş olmak meşrûtdur. Sermâyenin mikdârı sermâye-i ibtidâiyyenin iki mislini
tecâvüz etmemek şartıyla işledilen arâzînin tevsî‛-i mesâhası inşâât-ı cedîde icrâsı
arâzî ve makine iştirâsı hulâsa ale’l-umûm mevâdd ve inşâât-ı sâbitenin ıslâh ve
ikmâli için bir veya birkaç def‛ada tezyîd edilebilir.
Şirket Meclis-i umûmîsi tarafından bu husûsda müttehaz karar esbâb-ı
mûcibesiyle beraber Hazîne-i Celîle’ye bildirilecekdir. Şirket bundan gayri [237]
fâizini, şekli ve sûret-i te’dîyesi muayyen eshâm-ı mümtâze ve obligasyonlar neşrine
salâhiyyetdârdır. Şirket arâzîyi münâsib görecekleri usûl ve vesâit ile işledeceklerdir.
Hükûmetce kendilerine bu husûsda en vasi‛ bir serbestî i‛tâsı müstehakdır. Ma‛mâfî
şirket hükûmetin ihtiyâcat-ı sevkü’l-ceyşe ve eşhas-ı sâliseye karşı vâki‛ olan
taahhüdât-ı mütekaddimesine ve efrâdın hukûk-ı müktesebelerine muhâlif inşâat ve
ammeliyât icrâsına salâhiyyetdâr değildir. Şirket lüzûm göreceği kâffe-i ammeliyât
ve inşââtı icrâ ve ez-cümle çiftlik civârında cârî miyâh ve enhârdan su isâlesi için
cedâvil küşâd ve kuyular hafr ve çiftlik dâhilinde hutût-ı cedîde-i muvâsala inşâ-i
ebniyye ihdâs ve bataklıkları teybîs etmeğe salâhiyyetdârdır. Bundan mâ‛adâ şirket
mukaddemâ çiftlik aksâmından olub iş bu mukavele târihinden evvel zirâ‛-i
mahalliyyeye terk edilmiş olan bi’l-cümle arâzîleri Mâliye Nezâreti namına iştirâ
hakkını hâizdir. Çukurova çiftliği havâlisinde şirketce icrâ kılınacak olan ameliyât-ı
iskayı taraf-ı hükûmetce havâli-i mezkûrede gerek doğrudan doğruya [238] yapılacak
ve gerek bi’l-vâsıta icrâ etdirilecek olan iskaât umûriyyete îrâs-ı sekte ve halel
edemeyeceği gibi bi’l-mukabele hükûmet tarafından re’sen veya bi’l-vâsıta bu yolda
icrâ kılınacak kâffe ammeliyât dahi şirketin iş bu mukavele ile havâli-i mezkûre
üzerinde müessis hukûkuna sekte-bahş olamayacakdır. Şirket ücretli Osmânlı
amelesi istihdâmına mecbûrdur. Hey’et-i idâre me’mûrunu Osmânlı teb‛asından
129
terekküb edib ancak hey’et-i müdîre ve fenniyye teb‛a-i ecrebiyye meyânından
intihâb olunabilir. Şirket kendisine teb‛a-i mahalliyye arasından fennî me’mûrlar
yetişdirmek için çiftlikde altmış talebe istîâb edecek bir amelî zirâat mektebi küşâd
edecekdir. Hükûmet çiftliğin hâsılât ve hayvânâtından kavânîn-i mevcûde ve
müstakbeleye tevfîken öşr ve ağnâm resmi veya ânların yerine ikame edilecek diğer
tekâlîf alınacakdır. Temettuât-ı sâfiye üzerinden hükûmet-i seniyye nâmına şirketin
üçüncü sene-i muâmelesinin inkızâsından sonra ber-vech-i âtî bir hisse-i temettu‛
tefrîk edilmek mukarrerdir.
[239]
Şirketin 4. 5. 7. derece-i hesâbiyyeleri zarfında 3000 Lira-yı
Osmânî
” 7. 8. 9. 10. sene-i muâmeleleri zarfında 4000 ” ”
” 11. 12. 13. 14. ” ” ” 5000 ” ”
” 15.ve ândan sonraki ” ” ” 6000 ” ”
İş bu hissenin ifrâzından sonra bâkî kalan kısımdan yüzde onu meclis idâresi
için ve yüzde beşi bir ihtiyât akçesi teşkîl için tefrîk edilecekdir. İhtiyât akçesi
sermâye-i şirketin bir rub‛una bâliğ oldukda iş bu tahsîsât kât‛i ve muahharen bu
mikdârdan aşağıya tenzîl etdiği takdîrde tekrar tefrîk olunacakdır. Mezkûr ihtiyâd
akçesi mukavele-i hâzıra müddetinin inkızâsında Hükûmet-i Seniyye ile şirket
beyninde mütesâviyen taksîm olunmak meşrûtdur. Bâkî temettuât mikdârının yüzde
kırkı Hükûmet-i Seniyye ve yüzde altmışı şirkete âid olacak ve elli sene mürûrunda
hükûmet hissesi yüzde kırk beşe iblâğ ve şirketinki yüzde elli beşe tenzîl
olunacakdır. Hükûmet-i Seniyye nâmına meclis-i idâre de meclis-i mezkûrun sülüsü
nisbetinde [240] a‛zâ bulacak ve iş bu a‛zâ Mâliye Nezâreti tarafından ta‛yîn
edilecekdir. Hükûmet-i Seniyye işletmenin hüsn-i sûretle ceryânını tem’înen bir
komisyon ta‛yîn edecek ve şirket her sene teftiş masrafı nâmıyla Mâliye Nezâreti’ne
beş yüz Osmânlı lirası te’diye edecekdir. Müşâreketin devamı ve müddetince icrâ
olunan kâffe ameliyât ve inşâât idhâl olunan alet ve makineler çiftliklerde bulunan
hayvânât ve şirket tarafından bi’l-iştirâ mukavele-i hâzıranın mevzû‛unu teşkîl eden
arâzîye ilâveten satın alınmış olan bi’l-cümle arâzî müddet-i mukavelenin hitâmında
130
bilâ-bedel ve iyi bir hâlde olarak hükûmete teslîm kılınacakdır. Şirketin çiftliklerdeki
miyâh-ı câriyyeden bi’l-istifâde ameliyyâta muktezi her türlü kuvvetin istihsâli
zımnında fabrikalar inşâsında salâhiyyetdârdır. Şirket mahsûlâtının ta‛dîl şekliyle
fürûhtuna muktezî her türlü fabrika ihdâsı hakkına mâlikdir. Ticâret temettuâtı
üzerinden hükûmet tarh etmekde olduğu veya edeceği kâffe-i tekâlîfî şirket bu
fabrikaların işledilmesi mülâsebesiyle te’diye edecekdir. Şirketin ellinci sene-i
teşekkülünden i‛tibâren Hükûmet-i Seniyye mukavele-i hâzıra müddeti münkazî
[241] oluncaya kadar her ne vakit arzû ederse son beş senenin temettuât-ı sâfiye-i
vasatiyyesinden şirkete âid olmak lâzım gelen hisseyi ve henüz tesviye olunmayan
aksiyon ve obligasyonları imhâsına muktezî tekasît-i seneviyyeyi i‛tâ şartıyla
mukaveleyi feshe salâhiyyetdâdır. Şirket ale’l-usûl tahakkuk etdirilecek olan bir
adem-i imkân müstesnâ olmak üzere herhangi bir sebeble şirketin teşkîli târihinden
i‛tibâren bir sene zarfında ameliyyâta başlamaz ve yahud başladıktan sonra bilâ-
sebeb terk ederse kendisine vâki‛ olacak üç ihtârdan i‛tibâren on gün mürûrunda
taahhüdât-ı mebhûsa îfâ olunmaz ise hükûmet iş bu mukavele-nâmeyi fesh
edecekdir. Şirketin Mâliye Nezâreti’ne te’mîn edeceği mebâliğin te’diyesi bir seneyi
mütecâviz bir müddet-i teehhür ederse Mâliye Nezâreti bilâ-ihtâr mukaveleyi fesh
etmek hakkını hâizdir. Mukavele fesh edildiği takdîrde arâzîye merbût olan her nev‛
ameliyât ve inşâât-ı şirkete bir güne tazmînât vermeği mecbûr olmaksızın hükûmete
kalacakdır.
[242]
3 - Sultansuyu Çiftliği: Ma‛mûratü’l-azîz vilâyeti dâhilinde bulunan bu çiftlik
(1.125.000) dönüm vas‛atında olub içinde üç cesîm kışladan başka mevâki‛-i
muhtelifesinde fırın, hamâm, hân ve ahûr gibi müteaddid mebânîsi ve bin lira
kıymetinde harman makinesî ve birçok demir bâş eşyâsı vardır.
4 - Veziriyye ve Hazîniyye Çiftlikleridir: Bağdad vilâyeti dâhilinde bulunan
bu çiftlikler (9.390) dönüm vas‛atında olub yirmi altı bâb mebânî-i muhtelife ve
birçok alât ve edevât-ı zirâiyye vardır.
5 - Hamra Çiftliğidir: Haleb vilâyeti dâhilinde bulunan bu çiftlikde fevkânî ve
tahtânî otuz bâb oda ve ahûr ve anbâr ve iki kıt‛a bağçe ve su kuyusu gibi bazı
müessesât vardır.
131
Cihet-i askeriyyece bu çiftliklerin maksad-ı te’sîsi ve idâreleri süvâri asker-i
Osmâniyye için bâr-gîr yetişdirilmek üzere hârâ teşkîline mübtenî ise de şimdiye
kadar bu ümniyye lâyıkıyla husûle gelememiş ve en ma‛mûru olan Çifteler çiftliği
324 senesinde [243] ancak yüz otuz beş reis hayvân verebilmişdir. Çiftliklerin
vâridâtı çiftlik dâhilindeki arâzînin a‛şar ve ücûrât-ı arziyyesi ve ta‛dâd-ı ağnâm
rüsûmu ve akâratın bedelât-ı îcâriyyesi, çayır kisbâhile kamış ve sâir kır otu hâsılâtı
ve hayvânât-ı bakkariyye ve faresiyye ve ganemiyye hâsılâtından ibâret ve
hayvânâtın idâreleri rah-ı muvakkat alâylarına muhavvel olub ancak ihtiyâr olunan
külfet ve mesârife karşı tama‛ edilecek vâridât elde edilememişdir. Çöl civarında
te’sîs edilen askerî çiftliklerinden iskân-ı aşâire muvaffakiyyet hâsıl olmuşdur ki
bunun kıymet ve ehemmiyyeti muhtâc-ı îzâh değildir. Meselâ Haleb’de ki Hamra
çiftliğinde bulundurulan bir bölük asker sayesinde iki yüz elli dört hâne te’sîs ve
iskân olunmuş idi.
Emlâk-i Müdevvere
Hükümdârların hâiz oldukları hukûk-ı âliyyelerinden başka bir de hukûk-ı
zâtiyyeleri [244] bulunmak tabîîdir. Şu hukûk-ı zâtiyyelerinden dolayı ale’l-âde efrâd
gibi emlâk-i husûsiyye teferru‛ ve tasarruf edebilmeleri iktizâ eder. Emlâk-i hümâyûn
yahud emlâk-i kralî Domais as du roi nâmı alan bu emlâk emlâk-i hükümdârî yahud
emlâk-i hâkanî D.de la couronne’den başkadır çünkü emlâk-i hümâyûn zât-ı
hükümdârîye ve emlâk-i hâkanî makam-ı hükümdârîye âiddir. Emlâk-i hümâyûn ile
emlâk-i hâkanî mâhiyeten başka başka şeyler olduğu gibi havâss-ı hümâyûn dahi
bunlardan başkadır. Şöyle ki: Havâss-ı hümâyûn memâlik-i meftûhadan sâir guzât
meyânında bi’z-zât hükümdâr için vâridât-ı emîriyyesini almak üzere ayrılan aksâm-ı
arâzîdir. Diğer hükûmetlerde olduğu gibi bizde de emlâk-i hümâyûn, emlâk-i hâkanî,
havâss-ı hümâyûn öteden beri yekdiğerine karışdırılmış ve hepsi birlikde Sarây-ı
hümâyûnca bir idâreye tâbi‛ tutulagelmişdir. Hükümdârâne mensûb emlâkdan
mürettebât-ı emîriyye tarh ve istîfâsı kimsenin hâtır ve hayâlinden geçmediği için
havâss-ı hümâyûna kıyâsan ne emlâk-i hâkanîden ve ne de emlâk-i [245]
hükümdârîden rüsûm ve tekâlîf-i emîriyye alınmamışdır.
132
Bizde fazla olarak pâdişâhân-ı azâm taraflarından hatta bedel mukabilinde
mübâyaa olunan emlâk için bile nâm-ı hümâyûna sened dahi alınmak âdet
edilmemişdir. Pâye-i muallâ-yı hilâfete mazhar olan zevâtın emlâk-i şahsiyye ve
menâfi‛-i husûsiyye şâibesinden tenzîhine dikkat olunmakda idi. Şâyed lede’l-iktizâ
emlâk iştirâ buyurulur ise makama âid olarak kalır ve bi’t-tabi‛ emlâk-i hâkanî
mâhiyyetini iktisâb ederdi. Meselâ cennet-mekân Abdülmecid Hân tarafından Reşid
Paşa’dan iştirâ buyurulan Beyrut’daki Re’sü’l-ayn çiftlik-i hümâyûnu o sûretle
emlâk-i hâkanî adâdına dâhil olmuşdur.
Memleketde usûl-i idârenin meydan-ı ıslâhâtı olan Tanzîmât-ı Hayriyye’nin
i‛lânından sonra havâss-ı hümâyûnun umûmu ve emlâk-i hümâyûnun kısm-ı a‛zamî
Hazîne-i Devlet’e devr olunmuşdur. Bu bâbda sâdır olan fermân-ı hümâyûnun
ehemmiyyetine mebnî sicillât-ı devletde mukayyed ilm ü haberlerinden birinin
sûretini ber-vech-i zîr aynen nakl ediyoruz.
[246] “Tanzîmât-ı Hayriyye iktizâsınca kaffe-i hazâin-i şâhânenin vâridât-ı
kadîmesinin Mâliye Hazînesi’ne nakli karargîr olarak bu cihetle mukaddema
Darbhâne-i Âmire’de mazbût bil-pes? vâridât-ı celîle-i mülûkâne ile sâir bazı havâss-
ı aliyyenin ve karşılık-ı mesârifâtın mikdâr ve keyfiyyeti tebeyyün ederek vârîdât-ı
celîlenin derece-i kâfiyyede olmadığı anlaşılmış ve bu misillû vâridât-ı mahsûsa-i
aliyyenin hüsn-i tanzîm ve tesviyesi elzem bulunmuş ve ol bâbda vâki‛ olan
müzâkerâta tatbîken kaleme alınıb takdîm kılınan mazbata meâlinden müstefâd
olacağı vechle gerçi bundan böyle nişânlar i‛mâli ve bazı düvel-i mütehâbbe
me’mûrlarına verilecek ve câ-be-câ bi’l-îcâb hükümdârâne irsâl buyurulacak hedâya-
yı resmiyye mesârifâtı Mâliye Hazînesi’nden rü’yet olunacağına nazaran fi’l-cümle
mesârifât-ı vâkıa-i mezkûre tenezzül ederse de yine vâridât ile baş başa
gelemeyeceğinden ve muhâsin-i asriyye-i hazret-i pâdişâhîden olmak üzere bu kere
meskûkât-ı seniyyenin tashîhi ve tebdiline karar verilmesi cihetiyle fâiz-i hümâyûn
denilen menâfi‛ dahi bi’t-tabi‛ bitecek demek olub bu cihetle her nasıl olsa
mesârifâtdan ziyâde vâridât olmadıkca [247] şan ve şevket-nişân-ı şâhâneye lâyık
olacak vechle hüsn-i idâre sûreti hâsıl olmayacağından havâss-ı celîle ve mukâtaât ve
emlâk-i hümâyûndan Abazağa ve Kandilli ve Yapağıcı ve Bahşayış ve İzzeddin
Çiftlikleri müstesnâ olmak ve ânlardan dahi sâir kesânın çiftlikâtı misillü iktizâ eden
vergileri alınmak üzere bunlardan mâ‛adâ kâffe emlâk ve çiftlikât ve sâir bazı
133
vâridâtın sûret-i idârelerine Mâliye Hazînesi tarafından bakılmak ve tekasît-i
mısriyye dahi oraya râci‛ olmak ve bi’l-cümle ma‛âden-i hümâyûn hâsılâtı dahi
hazîne-i mezkûreye âid olub oradan Darbhâne-i Âmire’ye kıymet-i mukarreresiyle
verilmek üzere Matbah-ı Âmire mesârifi ve Enderûn-i Hümâyûn-ı Şâhâne ve
Darbhâne-i Âmire’nin maâş-ı mâhiyeleri ve bi’l-cümle sarây-ı hümâyûnların
mefrûşât ve ta‛mîrâtı ve bazı sarây-ı hümâyûn-ı şâhâneye mahsûs olarak idâre
buyurulacak ebniyyenin mesârif-i inşâiyyesi sûr-ı hümâyûn ve vilâdet-i hümâyûn
mesârifâtı ve bendegândan iktizâ edenlere mutlaka irâde-i seniyye-i cenâb-ı şâhâne
ile ihsân buyurulacak atâyâ-yı münâsebe ve sâir [248] bazı zuhûrât-ı muhtemele
tesviye ve rü’yet ve i‛tâ olunmak için iş bu 56 senesi şehr-i Muharremü’l-harâmı
gurrasından bi’l-i‛tibâr müceddedan vâridât-ı şâhâne olarak Mâliye Hazînesi’nden
Darbhâne-i Âmire’ye mâh-be-mâh on ikişer bin beş yüz kese akçe i‛tâ olunması ve
kezalik mehd-i ulyâ-yı saltanat hazretleriyle şehirde sarây-ı mahsûs bulunan selâtîn-i
ismet-âyîn hazretlerinin Mâliye Hazînesi’nden zabt olacak havâss-ı celîle ve vâridât-ı
kadîmelerine mukabil müşârün-ileyhâ vâlde sultân hazretlerine gurre-i merkûmeden
i‛tibâren mâhiye yedi yüz elli beşer ve selâtîn-i müşârün-ileyhâya dahi iki yüz elli
beşer kese akçe verilmesi ve Matbah-ı Âmirenin aynen mürettebâtı usûl-i cedîde
iktizâsınca ba‛d-ezîn alınmamak iktizâ edeceğinden oradan bazı tekâyâ ve zevâyâya
müretteb olan şeylerin dahi münâsebeti vechle evkâf-ı hümâyûn tarafına kaldırılması
ba‛d-ezîn asâr-ı hayriyye ve müberrât-ı celîleden ma‛dûd olan mevâddın inşâ ve
tesviyesi husûsâtı dahi ancak evkâf-ı hümâyûn hazînesine mahsûs bulunması
müzâkere ve tensîb olunarak hak-pây-ı hümâyûn hazret-i şâhaneden lede’l-istîzân ol
vechle icrâsıyla târih-i mezkûrden i‛tibâren [249] mâh-be-mâh mebâliğ-i mezkûrenin
Darbhâne-i Âmire’ye i‛tâsı husûsuna irâde-i isâbet-âde-i cenâb-ı mülûkâne
ta‛allukuyla ol-bâbda hatt-ı şerif-i şevket redîf hazret-i hilâfet-penâhî sahîfe-pîrâ-yı
sünûh ve sudûr buyurulmuş olmakla mûcibince iktizâsının icrâsıyla lazım gelen
mahallelere verilecek ilm ü haberlerinin tahrîr ve terkîmine ve mebâliğ-i mezbûrenin
dahi gurra-i merkûmeden i‛tibâren mâh-be-mâh Darbhâne-i Âmire cânibine i‛tâsına
himmet etmek bâbında beyaz üzerine musahhih sâdır olan fermân-ı âlî mûcibince
mesârifât muhâsebesine kayd ile Darbhane-i Âmire ve vâridât ve sergi
muhâsebelerine ve sâir iktizâ eden mahallelere ilm ü haberleri tahrîr olunmak fermân
134
buyurulmağın mûcibince kayd olunub diğer ilm ü haberleri verilmekle mesârifât-ı
muhâsebesinden vârid olan ilm ü haber kayd olundu”
Fî 11 Safer sene 1256
İleride bazı munâkaşatımıza zemîn teşkîl edeceği cihetle iş bu fermân-ı
hümâyûnun iki noktasına şimdiden celb-i nazar-ı dikkat ederim. Bunlardan birisi
havâss-ı hümâyûnun kâmilen ve emlâk-i hümâyûnun da birkaç müstesnâ [250]
tutulanlardan mâ‛adâsının Hazîne-i Mâliye’ye terki ve diğeri de müstesnâ tutulan
çiftliklerin sâir kesânın çiftlikleri gibi vergiye tâbi‛ tutulması cihetleridir.
Gerek sarây-ı hümâyûnun teâmülât-ı kadîmesine ve gerek iş bu fermân-ı
hümâyûnun sarâhatine rağmen hâkan-ı mahlû‛ emlâk-i hümâyûnu hemen kâmilen ve
havâss-ı hümâyûnu da kısmen Hazîne-i Mâliye’den istirdâd eylemiş ve nâmına
senedât-ı hâkanîye rabt etdirilmişdir. Halbûki hod-be-hod ne teâmülât-ı kadîmenin
tagayyürüne ve ne de böyle esâslı bir fermânın ibtâl hükmüne salâhiyyet ve mesâğ
yok idi. Binâen aleyh muâmelât-ı vâkı‛a kâmilen ke-en-lem-yekün add edilmek
lâzım gelmiş idi. Diğer tarafdan tebeddül-i saltanat vukû‛unda Hazîne-i Hâssa
düyûnunun Hazîne-i Mâliye’ye devr ve tahmîline mukabil emlâk-i hümâyûnun
Hazîne-i Mâliye’ye devri mesbûk olduğundan inkılâb-ı ahîr üzerine de hâkan-ı
mahlû‛ zamanında elde edilen emlâk-i hümâyûn kâmilen Hazîne-i Mâliye’ye devr
edilmişdir. Emlâk-i hâkanî ise kemâ-kân Hazîne-i Hâssa’da bırakılmışdır. Hâkan-ı
mahlu‛ zamanındaki emlâk hümâyûn selâtîn-i [251] sâlife zamanındaki emlâk-i
hümâyûna kıyas olunamayacak derecede tevsi‛ ve tezâyüd eylemiş ve idâre-i
memleketde pek mühim bir mevki‛ işgâl eylemiş olmak hasebiyle sûret-i tedârük ve
idâresi hakkında ufak bir târihce tanzîmi fâidesiz olmaz.
Hâkan-ı Mahlû‛ Emlâkının Sûret-i Tedârük ve İdâresi
Tanzîmât-ı Hayriyye’de hezâin-i devletin tevhîd olunması üzerine havâss ve
emlâk-i hümâyûn evvelce zikri geçen fermân-ı âlî mûcibince Hazîne-i Mâliye’ye
devr olunduğu hâlde ufak tefek bazı emlâk-i hümâyûn şunun bunun yed-i ketminde
kalarak hazîne-i müşârün- ileyhâya devr olunamamış idi. Hâkan-ı mahlû‛ evvel-be-
evvel muttali‛ olduğu bu gibi emlâk-i mektûmeyi istirdâd ve tahlîs ile işe başlamış ve
muahharen de Hazîne-i Mâliye’ye müdevver emlâk-i hümâyûnu birer ikişer hazîne-i
135
hâssasına [252] ircâ‛ eylemişdir. Zâten bütün müstebidd hükümdârlarda olduğu gibi
sarây muhâfızlarına bendegâne jurnallerle te’yîd-i sadâkat eden havâss-ı ubûdiyyet-
gârâne bol bol i‛tâsı îcâb eden ihsânât için tahsîsât-ı seniyyeden başka ihtiyâc
görünen mebâliğe karşılık olarak emlâk-i hümâyûn en sağlam bir menba‛-i îrâd idi.
Ma‛mâfîh umûm emlâk-i hümâyûn mücerred îrâdın tezyîdi maksadıyla alınmayıb bir
kısm-ı mühimmî de siyasî ve idârî bazı mekasıda binâen emlâk-i hümâyûna kalb
olunmuşdur. Bir mülkün ve yahud bir ma‛denin veya umûr-ı nâfia imtiyâzının
emlâk-i hümâyûna ilhâkı yerli ve ecnebi bazı ihtirâsâtın önünü almak için en
kesdirme bir çare gibi telakki olunur. Ve lede’l-îcâb hükûmetce de arasıra bu çareye
tevessül ediliyordu ândan dolayı emlâk-i hümâyûn mikdârı günden güne tezâyüd
etmekde ve mülkün her tarafına teş‛îb ve istilâ eylemekde idi.
Müteveffa Agub Paşa’nın 1295 târihinde Hazîne-i Hâssa müdüriyyetine -ki
muahharen nezâret olmuşdur- gelişi ile başlayan emlâk-i hümâyûn [253] tevsîâtı
keyfiyyeti ân-ı hal‛e kadar mütevâliyen devâm etmişdir.
Tevsî‛-i emlâk için ta‛kîb edilen usûl bi’l-hâssa câlib-i nazar-ı dikkatdir.
Mahlûliyyeti istihbâr kılınan arâzi ve emlâk Hazîne-i Hâssa’dan lede’l-arz istihsâl
edilen irâde-i seniyye ile emlâk-i hümâyûna ilhâk olunuyordu. Bazen birkaç vilâyet
dâhilindeki arâzî-i mahlûle-i cesîmenin tertîb edilen bir defteri üzerine cümlesinin
birden ilhâkı vâki‛ olurdu.
Sarâyın tevcîhatına ve bi’n-netice nişân ve rütbe gibi taltîfâta nâil olmak
isteyen taşra ekâbir me’mûrîni o yolda mahlûl-i taharrî ve ihbâr ile arz-ı ubûdiyyet
etmekde idiler. Hazîne-i Hâssa dahi taşraya mahlûl veya kabil-i i‛mâr ve istifâde-i
arâzî taharrîsi için me’mûrîn-i mahsûsa igrâm etmekde idi. Bu gayret-i müfritâne
neticesi olarak birçok mahlûlât emlâk-i hümâyûna kalb ve ilhâk olunmuş ve Hazîne-i
Mâliye’nin kabil-i i‛mâr birçok arâzîsi li-ecl-il-i‛mâr kaydıyla ve yahud hiçbir sebeb
dermiyân etmeksizin emlâk-i hümâyûna ircâ‛ edilmişdir. [254] Sâhibsiz arâzînin
i‛mârı maksadıyla ve mahlûlâtın da muaccelâtı tesviye edilmek sûretiyle emlâk-i
hümâyûna vukû‛ bulan bu kâbil ilhâklara iğmâz olunsa bile vaktiyle mukabilinde
Hazîne-i Mâliye’den tahsîsât-ı şehriyye alınarak terk ve devr edilmiş olan emlâk-i
hümâyûnun terk ve devrinden kırk sene mürûrundan sonra “emlâk-i hümâyûndan
iken sehven” ve yahud “her nasılsa Hazîne-i Mâliye’ye geçmiş...” olmaları iddiâsıyla
yarım asır kadar emlâk-i emîriyye şeklinde kalmış olan bir kısım emlâkin Hazîne-i
136
Hâssa’ya ircâ‛î hiçbir sûretle te’vîl olunamaz tecâvüzâtdan ve o zamanki evliyâ-yı
umûrun bu bâbdaki tasâ ve sükûtu bir vechle afv olunamaz teseyyübâtdan sayılması
sezâdır.
Asıl garibi kadîm emlâk-i hümâyûndan olduğu iddiâsıyla Hazîne-i
Maliye’den istirdâd olunan yerlerin kısmen Havâss-ı Hümâyûn’dan bulunmasıdır.
Hazîne-i Mâliye uhdesinde bulunan arâzî ve mukataât-ı ma‛mûreden Hazîne-i
Hâssa’ya ircâ‛î arzû olunan mahalleler ya bilâ-bedel [255] ve yahud Hazîne-i
Hâssa’nın gelişi güzel takdîr etdiği kıymet üzerinden bedeli bi’t-tesviye emlâk-i
hümâyûna ilâve olunmakda bir beis görülmemekde ve bu hâl hiçbir tarafdan dûçâr-ı
i‛tirâz olmamakda idi.
Emlâk-i hümâyûna ilhâk hakkında sâdır olan irâde-i seniyyelerin mübtenî
olduğu Hazîne-i Hâssa tezâkür-i ma‛rûfesinden birkaç tanesini numûne olarak ber-
vech-i âtî aynen kayd ediyoruz.
“Ayamama ve Kılınçlı ve Silivri’de vâki‛ Bosna ve Keluri çiftlikleriyle sâire
mine’l-kadîm Hazîne-i Hâssa idâresinde bulunduğu hâlde devr-i sâbık evâilinde
mücerred sevhden münbais olarak Mâliye Hazînesi idâresine gecmiş olduğundan
Hazîne-i Hâssa’dan fekk irtibâtıyla mâliye idaresinde bulunduğu zaman içinde
husûle gelen vâridâtdan mesârif-i vâkı‛a tefrîk ve ifrâz olunarak mâ-bâkîsinin redd ve
iâdesi ve mevcûd demirbâş hayvânât ve sâirenin devr ve teslîmi ...”
Fî 12 Şubat sene 96
[256] “Kasr-ı hümâyûn nâm-ı diğerle Râmî çiftliği fi’l-asl emlâk-i seniyyeden
bulunduğu hâlde her nasılsa Hazîne-i Mâliye idâresine geçerek şimdi orada muhâcir
iskân edilmek istenildiği bi’t-tahkîk anlaşıldığından kemâ-fi’s-sâbık Hazîne-i
Hâssaya ircâ‛ı...”
Fî 14 Safer sene 98
“Bağdad vilâyeti mülhakâtından Kâzımiye kazâsı dâhilinde Ebû Gureyb
arâzîsinin ve Hille sancâğı dâhilinde olub on kıt‛adan ibâret bulunan Tell ve Tebe
Hille sancâğı dâhilinde otuz kıt‛aya münkasim Cerbuiyye ve on üç kıt‛aya
münkasem Alac mukataâsının ve Semave kazası dâhilinde vâki‛ Hattan arâzîsiyle
Basra sancağında Ebû’l-Hazîb nâhiyyesindeki Âmiyye mukâtaasının ve Nav
nâhiyyesinde kâin Devasır mukâtaasının min haysü’l-mecmû‛ on bin sekiz yüz lira
137
muaccelât ile nâm-ı mülükâneye tashîh-i kuyûdu ve muaccelât-ı merkûmenin
tahsîsât-ı seniyyeye mahsûben Hazîne-i Mâliye’den tesviye ve i‛tâsı...”
Fî 7 Şevval sene 98 ve
Fî 30 Ağustos sene 97
Kudüs-i Şerîfe üç sâat mesâfesi olub ve Eriha nâmıyla ma‛rûf [257] olan
arâzînin ahâlî hissesinden mâ‛adâ yalnız mîrîye âid bulunan kısmının emsâli misillû
i‛mârı vesâili istihsâl olunmak üzere bilâ-bedel nâm-ı maâlî ittisâm cenâb-ı zıll-
ullahiye tashîh kuyûdu.
Fî 9 Muharrem sene 99 ve
Fî 19 Teşrîn-i Sânî sene 97
“Bingazi vilâyeti dâhilinde olan Zeytinlik ile cesîm ormandan bi-hakkın
istifâde olunamamakda olmasına mebnî bunların tahkîk ve ta‛yîn-i hudûduyla li-ecl-
il-i‛mâr bilâ-bedel emlâk-i seniyyeye ilâvesi zımnında şimdiden nâm-ı şehr-i yâriye
kaydlarının tashîhi ve senedâtının tanzîmi”
Fî 17 Receb sene 99 ve
Fî 23 Mayıs sene 98
“Emlâk-i seniyyeden Edirne vilâyeti dâhilinde olub esâmisi melfûf pusulada
muharrer kışlak ve mer‛âlardan bazılarının ötekine berikine îcâr ve bazılarının dahi
vesâit-i sâire ile isti‛mâl olunmakda olduğu istihbâr kılınmış ve bu ise vechen mine’l-
vücûh rehîn-i cevâz olamayacağı derkâr olduğu gibi bunlar ber-vech-i ma’rûz emlâk-
i seniyye adâdından madûd oldukları hâlde [258] her nasılsa senedât-ı tanzîm
olunmamış olduğundan nâm-ı maâlî ittisâm hazret-i hilâfet-penâhîye olarak
senedâtının bi’t-tanzîm Hazîne-i Hâssa’ya gönderilmesi ve bunlara buraca ve
vilâyetce îka‛-i müdâhele edilmemesi”
Fî 22 Muharrem sene 99 ve
Fî 2 Kanûn-i Sânî sene 97
“Mihaliç çiftlik-i hümâyûnu merbûtatından Keşişdağı’nda olub isimleri
melfûf pusulada muharrer otuz sekiz kıt‛a kışlağın emlâk-i seniyyeden ma‛dûdiyyeti
câlib-i zann ve iştibâh olmadığı hâlde her nasılsa bu ana kadar senedâtı tanzîm
kılınmamış olduğundan iş bu kışlakların nâm-ı pâdişâhîye senedâtının tanzîmi ...”
17 Şubat sene 99
138
“Feriköyü’nde Şişli civârında vâki‛ ve İzzetpaşa çiftliği nâmıyla ma‛rûf
mahallin emlâk-i seniyyeden madûdiyyeti câlib-i zann ve iştibâh olmadığı hâlde her
nasılsa senedi tanzîm olunmamış olduğundan nâm-ı padişâhîye senedâtının
tanzîmi...”
24 Şubat sene 99
[259] “Cebel-i Asîs çiftlik-i hümâyûnu dâhilinde Çenç? kasabasının arâzîsi
mezkûr çiftliğin arâzîsinden olduğu hâlde oraya birçok sene evvel iskân olunan
muhâcirine muvakkit ilm ü haberler verildiği orada bulunan me’mûrîn-i mahsûsa
tarafından îş‛âr ve emsâli vechle bu muhâcirlerin arâzî-i mutecâvire de iskânlarıyla
senedâtın nâm nâmî-i cenâb-ı zıll-ullahiye olarak istihsâli...”
Fî 3 Cemaziyel-ahire sene 99 ve
Fî 10 Nisan sene 98
“Necid sancağında emlâk-i seniyye-i emîriyyeden Ahsa nâm mahâlde
bulunan 480 kıt‛a bağ ve bağçe ile 350 hâne ve Kuteyf’de vâki‛ 200 bağ ve bağçe ile
otuz beş hâne ve iş bu arâzî-i ma‛mûre ve gayr-i ma‛mûrenin Hazîne-i Hâssa’nın
Hazîne-i Celîle-i Mâliye’de olan matlûbâtından mahsûbu icrâ olunmak üzere iki yüz
elli bin kuruş bedel ile bi’l-iştirâ emlâk-i mahsûsa-i cenâb-ı cihân-bânîye ilâvesi...”
2 Eylül sene 298
“Bağdad vilâyeti dâhilinde tefevvüz buyurulan Alac mutâtaası [260]
enhârından ve arâzî-i emîriyye-i hâliyeden Hevr Kebir nâmıyla ma‛rûf olan ve
hudûd-ı kadîmesiyle yüz otuz iki feddândan ibâret bulunan arâzînin dahi üç yüz aded
Osmânlı lirası bedel ile bi’l-iştirâ emlâk-i hümâyûna ilâvesi münâsib ve hâlen ve
âtiyen mukâtaanın tezâyüd-i ma‛mûriyyetini câlib olamayacağı Bağdad’da teşekkül
arâzî-i seniyye komisyonuyla ceryân eden muhâbere neticesinden anlaşılmış
olmasına nazaran emr ü fermân ...”
21 Cemaziyel-evvel sene 99
Hama Sancağına tâbi‛ Alât-ı Cedîd nâhiyyesinde vâki‛ Sabûre? Ve Cedûaa?
nâmlarıyla ma‛rûf olan tahminen yüz bin dönüme karîb arâzînin mahlûl olması
cihetiyle müzâyede olunmakda ve şimdilik beher dönümü yetmiş para ile tâpû
uhdesinde bulunmakda olduğu ve arâzî-i mezkûrenin Hama’nın cihet-i şarkisinde ve
Hama’ya beş altı sâat mesâfede ve hars ve zirâ‛ ve umrâna kâbiliyyet-i fevka’l-âdeyi
hâiz oldukdan başka Trablus’dan Hums’a kadar inşâsı ikmâl [261] edilmiş olan şose
139
tarîkinin yakında Hums’dan Hama’ya kadar îsâliyle der-dest-i teşkîl olan şirket
arabaları işlemeğe başladığı hâlde oraların dahi sâye-i ma‛mûriyyet-vâye-i cenâb-ı
cihân-bânide sâir kıt’aât-ı ma‛mûre sırasına dâhil olacağı iş‛ârât-ı mahalliye ve
tahkîkât-ı mevsûka-i mahalliyyeden anlaşılmış ve Suriye vilâyetinde iştirâ ve arâzîye
rağbet-i seniyye şâyân buyurulmuş olması ahâlî-i sâdıkâ-i mahalliyyece bâ‛is-i
şükrân ve iftihâr olmuş olmasına ve arâzî-i mezkûrenin dahi bu kabilden olmakla
beraber mevki‛en ve siyâseten hâiz-i ehemmiyyet bulunmasına mebnî âtiyen eyâdî-i
icâbına geçmesi ihmâlâtı vâki‛ olmak ve sâye-i terakkiyât-vâye-i cenâb-ı cihân-
dârîde husûl-i servet ve mâ‛mûriyyeti esbâb ve vesâil ve sûret-i idâresi hükûmet
mahalliyye ile bi’l-muhâbere kararlaşdırılmak ve Hazîne-i Hâssa-i Şâhâne’nin 98
senesi tahsîsâtından Hazîne-i Celîle-i Mâliye’ye muâmele-i mahsûbiyyesi icrâ
olunmak üzere arâzî-i mebhûsenin yüz elli bin kuruş bedel ile bi’l-mübâyaa emlâk-i
seniyyeye ilâvesi...”
Fî 8 Safer sene 300
[262] Bağdad vilâyeti dâhilinde Hanikin’de olub hükümet-i mahalliyyece
müzâyedeye katılmış olan İlbave? mukâtaası hakkında tâlibleri ile hükûmet-i
mahalliyye beyninde bazı ihtilâfât zuhûr eylediğini ve burasının emsâli misillû
emlâk-i seniyye-i mülûkâneye tashîh ve ilâvesine rağbet-i seniyye-i şâyân buyurulub
buyurulmayacağı istifsârını hâvî nâfia komisyonu riyâset-i celîlesinden tastîr kılınmış
olan tezkere melfûfuyla li-ecl-il-mütâlâa taraf-ı kem-terâneme i‛tâ buyurulmakdan
nâşî Bağdad arâzî-i seniyye komisyonuyla bi’l-muhâbere mukâtaa-i mezkûre her ne
kadar Bağdad’daki emlâk-i seniyye ile hem-hudûd değilse de yüz elli bin kuruşdan
iki yüz elli bin kuruşa kadar bedel ile emlâk-i pâdişâhîye ilâvesi menâfi‛ ve
muhassenâtı mûceb olacağı bildirilmiş olduğundan Hazîne-i Hâssa’nın 98 senesi
tahsîsâtından Hazîne-i Mâliyece muâmele-i mensûbiyyesi icrâ olunmak üzere
mukâtaa-i mezkûrenin yüz elli bin kuruş bedel ile bi’l-mübâyaa emlâk-i seniyyeye
ilâvesi.
Fî 6 Safer sene 300
[263] “Basra sancâğına mülhak Nahlistan’dan ve Da'ici Kûtü’l- Bûr
mukâtaalarının ahâlî emlâkından başka cânib-i mîrîye âid ma‛lûmü’l-hudûd
hurmalıkların vâridât-ı seneviyyesi üç yük kuruş râddesinde ise de i‛mâra kâbiliyyeti
cihetiyle ileride hâsılâtının tezâyüdü me’mûl olduğundan tahminen ve teberrüken
140
taraf-ı padişahîden tefevvüz buyurulması Bağdad vilâyetinin iş‛ârı üzerine irâde-i
seniyyeye iktırân etmişdir.
Fî 28 Safer sene 300
“Suriye vilâyeti dâhilinde emlâk-i seniyyeden Havle gölünün Safed kazâsı
cihetinde arâzî-i mahlûle-i emîriyyeden olub tahminen üç bin dönümden ibâret
bulunan ve Mevcure nâmıyla ma‛rûf olan mezra‛nın mezari‛-i şâhâneye muttasıl
olması cihetiyle i‛mârı vesâil istihsâl olunmak üzere beş bin kuruş bedel ile bi’l-iştirâ
emlâk-i hümâyûna ilâvesi...”
7 Cemaziyel-ahir sene 300
“Suriye vilâyeti dâhilinde arâzî-i emîriyyeden olub tâliblerine satılmak üzere
der-dest-i müzâyede idüğü vergi [264] emânetiyle bi’l-muhâbere anlaşılmış ve
esâmisi melfûf pusulada muharrer bulunan Şam-ı Şerîf sancâğında on beş bin ve
Havran sancağında kırk dört bin dokuz yüz otuz ve Hama sancâğında dahi doksan iki
bin iki yüz yirmi dört ki cem‛ân yüz elli iki bin yüz elli dönüm arâzînin 3472 lira
muaccele ile bi’l-iştirâ emlâk-i hümâyûna ilâvesi ve iş bu muaccelenin ispermeçet
fabrika-i hümâyûnun eşya-yı müdevveresi esmânından dolayı Hazîne-i Hâssa’nın
Hazîne-i Mâliye’de olan üç bin dört yüz yetmiş iki Osmânlı lirasıyla îrâd-ı masraf
vechle tesviyesi ...”
Fî 13 Cemaziyel-ahire sene 300
Baltacı-zâde saâdetlü Aristidi Bey Efendi hazretlerinin Aydın vilâyeti
dâhilinde olub Hazîne-i Mâliye nâmına iştirâ olunan melfûf pusulada muharrer on
buçuk kıt‛a çiftliğin muaccelâtı olan otuz iki bin beş yüz liranın Hazîne-i Hâssa’nın
95 senesi nihâyetine kadar muayyenât bedelinden Hazîne-i Mâliye’de matlûb olan
yüz on iki bin küsûr liradan mahsûbuyla senedâtının nam-ı hümâyûna tashîhi.
Fî 12 Şaban sene 300
[265] Suriye vilâyeti dâhilinde Hama sancâğına tâbi‛ Şumriyye ve Balâsı
nâmıyla meşhûr olan arâzî-i emîriyyenin münbit ve mahsûl-dâr olmasıyla terakki ve
umrâna kabiliyyet-i fevka’l-âdesi olduğundan başka emlâk-i seniyyeye ilâvesi zirâat
ve hirâset bâdiye teşebbüs-i urbânın şitâbân olacağı anlaşıldığından Hazîne-i
Hâssa’nın ta‛yînât-ı ihsânından Hazîne-i Mâliye’deki başka matlûb olan seksen iki
bin küsûr liradan mahsûb olunmak üzere elli bin kuruş muaccele ile emlâk-i
hümâyûna ilâvesi.
141
Fî 24 Ramazan sene 300
Selanik vilâyeti dâhilinde ve Vodine kazâsında emlâk-i emîriyyeden
Golemerika ve Tavaric nâmlarıyla ma‛rûf olan yaylaklar ile derûnunda bulunan
ormanların ve Zalkuron kışlağının tâlibine fürûht olunmak üzere der-dest-i müzâyede
edilmek istihbâr kılındığından bunların Katracına çiftliğine mevki‛en karîb
bulunduğundan muayyenât bedelinden mahsûb olunmak üzere [266] yüz bin kuruş
muaccele ile emlâk-i hümâyûna ilhâkı.
Fî 2 Zilka‛de sene 300
Suriye vilâyeti dâhilinde Akka sancâğında Tantura nâmıyla ma‛rûf arâzînin
uyûn-ı câriyyeyi hâvî olmasından dolayı her nev‛ i‛mâra müsâid idüğünden bilâ-
bedel emlâk-i hümâyûna ilhâkı.
Fî 15 Eylül sene 299
“Bağdad vilâyeti dâhilinde Amare sancağında olub arâzî-i saniyyeye civâr ve
karîb olan Saçle? mukâtaasından muayyenât bedeli bakiyye-i matlûbundan mahsûb
olunmak üzere beş bin lira muaccele ile emlâk-i hümâyuna ilhâkı…”
Fî 12 Teşrîn-i Evvel sene 1299
“Esâsen emlâk-i seniyyeden olub Edirne vilâyeti dâhilinde İpsala ve Ferecik
ve İnöz cihetlerinde bulunan melfûf pusulada muharrer on yedi kıt‛a kışlak ve
koruların bir [267] aralık hayvân ra‛y olunmak üzere Tophâne-i Âmire idâresinde
bırakılmış ise de orada matlûb vechle hayvân yetişdirilmek mümkün olamadığı ve el-
yevm derûnlarında bir tek hayvân bile bulunmadığı ve bundan dolayı Tophâne-i
Âmirece lüzûm kalmadığı cihetle merci‛-i kadîmi olan Hazîne-i Hâssa’ya ircâ‛
irâdeleriyle emsâli müsillû senedinin nâm-ı hümâyûna tanzîmi…”
Fî 4 Teşrîn-i Sânî sene 1299
Musul vilâyeti dâhilinde Şerefat ve Zemâr ormanı ve Hercifat çiftçiliğinin
bilâ-bedel emlâk-i hümâyûna ilâvesi.
Fî 22 Kanûn-i Evvel sene 1299
Musul hükûmet konağıyla memleketin ara yerinde ve Dicle Nehri sahilinde
vâki‛ on altı bin iki yüz elli metre arsa hâlinde bir kıt‛a arâzî-i emîriyyenin
mevki‛inin pek elverişli olmasından dolayı üzerine tarz-ı cedîd ile inşâsı hâlinde
[268] memlekete bir numûne-i terakkiyât olacağı cihetle Hazîne-i Hâssa ile Hazîne-i
142
Mâliye beyninde muâmele-i mahsûbiyyesi icrâ olunmak üzere on altı bin iki yüz elli
kuruş muaccele ile emlâk-i hümâyûna ilhâkı.
Fî 24 Zilka‛de sene 305
Yanya vilâyeti dâhilinde emlâk-i emîriyyeden melfûf pusulada muharrer
Azîm Taşköprü Hortabas Evranos Leylek Çayırı nâmlarıyla ma‛rûf altı kıt‛a çiftlik
ile yine o civârda mîrîye âid beş bâb değirmenin iki yüz elli sekiz bin beş yüz kuruş
muaccele mukâbilinde emlâk-i hümâyûna ilâvesi ve meblâğ-ı mezbûrun Haleb
vilâyeti dâhilinde Cebel-i ayn çiftlikât-ı hümâyûnunun Hazîne-i Mâliye idâresinde
kaldığı zamana mesârif-i vâridâtından Hazîne-i Hâssa’nın Hazîne-i Mâliye’deki
matlûbâtı bakiyyesinden mahsûbu.
Fî 3 Temmuz sene 304
Yanya vilâyeti dâhilinde Seniçe’de petrol zuhûr etdiğinden merkez vilâyeti
dâhilinde çıkmış ve çıkacak petrol ma‛deni imtiyâzının [269] Hazîne-i Hâssa’ya
i‛tâsı...”
Fî 24 Temmuz sene 304
“Şam-şerîfe sekiz dokuz sâat mesâfede ve Nebek kazâsı dâhilinde elli bin
dönümü hâvî bir kıt‛a arâzîde petrol ve kömür ve sahr ma‛denleri taharrisi için bazı
kesân tarafından ruhsat istenildiği istihbâr kılındığı ve taharriyât esnâsında sahr
ma‛deni zuhûru agleb ihtimâli olub bu hâl Hasbiya’daki sahr ma‛den-i
hümâyûnundan edilen istifâdeyi haleldâr edeceği cihetle iş bu arâzîden yirmi bin
dönüm mikdârı arâzînin beş bin kuruşla emlâk-i hümâyûna ilâvesi.
Fî 24 Eylül sene 304
Suriye vilâyeti dâhilinde yüz elli altı bin dönümü hâvî Anurü’l-erba‛în
nâmıyla ma‛rûf arâzî-i mahlûlenin gâyet münbit ve mahsûldâr olduğu hâlde şimdiye
kadar bir tarafdan i‛mârına teşebbüs olunmadığından beher dönümünün değeri olan
otuz para mukâbilinde ve Hazîne-i Mâliye ile Hazîne-i Hâssa beyninde mahsûb
olunmak üzere emlâk-i hümâyûna ilhâkı.
Fî 22 Kanûn-i Sânî sene 304
[270] Musul vilâyeti dâhilinde emlâk-i hümâyûn derûnunda kesretle petrol
ma‛deni zuhûr etdiği ve husûsiyle Tuzzormano nâm mahâlde yirmi kadar gaz
kuyuları mevcûd olub bunlardan istifâde edildiği cihetle vilâyet-i mezkûre dâhilinde
çıkmış ve çıkacak petrol imtiyâzının Hazîne-i Hâssa’ya i‛tâsı.
143
31 Kanûn-i Sânî sene 304
Hafız Behram ve Şerafeddin Ağalardan mahlûl kalan umûm emlâk ve
akâratın nâm-ı hümâyûna senede rabtı 18 Kanûn-i Sâni sene 304 (Hafız Behram
Ağa’nın Medine’de birçok arâzîsi var idi).
Hasbiya kazâsında emlâk-i hümâyûnda sahr ma‛deninin Avrupaca bazı
sânayi‛de kullanılmakda olmasıyla hâiz-i kıymet olduğundan ve Suriye vilâyetinin
aksâm-ı sâiresiyle Beyrut vilâyetinin ve Kudüs sancağının bazı mahallerinde de asârı
meşhûd bulunduğundan Suriye ve Beyrut vilâyetleriyle Kudüs sancağı dâhilinde sahr
ma‛deni taharrisiyle işletdirilmesi imtiyâzının Hazîne-i Hâssa’ya i‛tâsı...”
19 Haziran sene 305
[271] “Konya vilâyetine mülhak Burdur kazâsında olub Rıza Paşa ile ahâlî
beyninde zuhûr eden münâzaâta bâdî olan Çeltikçi ve Koz ve Nekr? ve Dağarcık ve
Kemhalı? Çiftliklerinin on bin liraya iştirâsıyla emlâk-i hümâyûna ilhâkı …”
Fî Kanûn-i Sâni sene 305
“Beyh aşiretinin taht-ı tasarruflarında bulunan arâzînin emlâk-i seniyyeye
ilâvesinden ise kendileri zirâat ve hirâsetle meşgûl olarak mahsûl-i mesâilerinde
istifâde eylemeleri her ne kadar ifâde olunmuş ise de arâzîlerini emlâk-i hümâyûna
satmak istemelerinden maksadları
Beyrut’da mükîm kendilerini medyûn edib ellerinde bulunan arâzîyi refte
refte alarak bilâhere kâffe arâzînin bâ‛is olmamak mutâlaasına müstenid olduğunu
dermiyân etmeleriyle otuz bin kuruş zimmet-i emîriyyelerine mukâbil emlâk-i
hümâyûna ilhâkı”
Fî 12 Teşrîn-i Evvel sene 315
[272] Vaktiyle Şehr-i Emânet-i celîlesince mübâyaa edilmiş olan Burunsuz
mandra çiftliğinin emlâk-i hümâyûn adâdına ilâvesi Şehr-i Emâneti’nden vâki‛ olan
arz ve istîzân üzerine şifâhen telakki olunan irâde-i seniyye iktizâsından olduğu.
Fî 12 Teşrîn-i Evvel sene 315
“Trablusgarb vilâyetinde vücûda getirilmesi mukarrer olan limânın inşâsı
imtiyâzının Selanik limânı gibi Hazîne-i Hâssa’ya i‛tâsı ...”
Fî 20 Eylül sene 314
Konya vilâyetinin Bilecik ve Hayret karyeleri dâhilinde civa ve Aydın
vilâyetinin Karaburun kasâbasına muzâf Kıranca ve Karaağaç mevki‛lerinde dahi
144
civa ve kalay, boya ma‛denleri mevcûd olduğu istihbâr kılındığından ve mezkûr
ma‛denlerin işledilmesi menâfi‛-i külliyye te’mîn edeceğinden buralarının emlâk-i
hümâyûna ilâvesi …
Fî 14 Teşrîn-i Evvel sene 319
“Geçende irtihâl-i dâr-i bekâ eden Kemâleddin Efendi Hazretlerinin
uhdesindeki Balmumcu çiftlik-i hümâyûnunun nâm-ı mülûkâneye tashîh kaydıyla
hemen taht-ı idâreye alınması …”
Fî 14 Nisan sene 321
[273] Emlâk-i hümâyûn vâridâtının tevfîrî pek mültezem olmakla birçok
umûr-ı nâfiâ ve ma‛âden imtiyâzâtı dahi Hazîne-i Hâssa’ya verilmişdir. Hele son
zamanlarda mülkün hangi terafında kıymetli bir ma‛denin mevcûdiyyetine kesb-i
ıtlâ‛ edilirse hemen imtiyâzının Hazîne-i Hâssa’ya ihsân buyurulduğuna dâir bir
idâre-i seniyye tebliğ olunurdu. Bu imtiyâzlardan bir kısmının o kadar kıymetleri yok
ise de bir kısmı gâyetle ehemmiyyetlidir. Meselâ Dicle ve Fırat Nehirlerinde sefâin
işledilmesi Musul havâlisindeki petrol ve neft ve zift ma‛denleri Selanik ve
Dedeağaç limân imtiyâzı ve Taşoz Cezîresi’nde bulunan ma‛âden imtiyâzı ve merkez
vilâyet olan birçok şehirlerde petrol depoları ve Selanik, İzmir, Bağdat ve Basra’da
18 Nisan sene 305’de mefâzen-i jenero? te’sîs ve sâire bu kabildendir.
Velhasıl daha bunlara mümâsil istihsâl edilen yüzlerce irâde-i seniyye ile
suver-i meşrû‛a ve gayr-i meşrû‛ada birçok arâzî ve emlâk ve imtiyâzât Hazîne-i
Hâssa’ya alınmış idi.
[274] Gerçi son zamanlarda emlâk-i hümâyûnun vüs‛at ve tenevvü‛ü
hasebiyle emr-i idâresi müşkilâta ma‛rûz kaldığı görülmesiyle ba‛demâ emlâk-i
mevcûdenin i‛mâretine hasr-ı himmetle tezyîdine ve tevsî‛ine teşebbüs olunmaması
idâre-i merkeziyyece kararlaşdırılarak idâre-i seniyyede istihsâl ve şuabâta tebligât-ı
mükerrere icrâ edilmiş olduğu hâlde sarâya ibrâz-ı sadâkat ve ubûdiyyet etmek
isteyen merkez ve taşra me’mûrlarının arz ve inhâsıyla yine bazı arâzî ve emlâk
iştirâsına ve yahud bazı mahlûlatın emlâk-i hümâyûna kalbine irâdât-ı seniyye sâdır
olmakda idi. Emlâk-i mevcûdenin i‛mârıyla iştigâle cidden lüzûm görüldüğü öyle bir
sırada Musul vilâyeti dâhilinde kâin olub ahâlîsinin terki sebebiyle mahlûl ve
sükkândan hâlî kalan birkaç yüz parça köy arâzîsinin birden emlâk-i hümâyûna ilhâkı
için vilâyetin inhâsı üzerine sâdır olan irâde-i seniyye bilhassa şayân-ı zikirdir. Bu
145
arâzînin vüs‛at ve cesâmeti ve i‛mârının mütevakkıf olduğu [275] mesârif-i azîmeye
hazînenin adem-i tahammülü hasebiyle emlâk-i idâre-i merkeziyyesince cevab
i‛tâsına teşebbüs olduğu hâlde o irâdenin sudûruna delâlet eden mâbeyn erkânının
iğbirârından bi’t-tehâşî vazgeçilmişdir.
Emlâk-i hümâyûnun tevsî‛âtında tezyîd-i vâridât maksad-ı esâsîsi
gözedilmekle beraber evvelcede söylendiği üzere bir tarafdanda mekâsıd-ı siyâsiyye
ta‛kîb ediliyordu. Bazı arâzî veya imtiyâzât-ı mühimmenin ecânib veya mütegallibe
yedine geçmemesi gibi mutâlaât üzerine emlâk iştirâ olunduğu çok kere vâki‛ olmuş
ve bu sûretle bazı ihtirâsâtın önü alınabilmişdir. Hıtta-i Irakiyye’de Haleb’de ale’l-
husûs Kudüs’deki emlâkın iştirâsında ve Dicle ve Fırat Nehirlerinde seyr-i sefâin
anbârının ve Musul petrolleri imtiyâzâtının Hazîne-i Hâssa’ya alınmasında hep zikr
olunan maksad mündemicdir. Hazîne-i Mâliye uhdesinde iken bir kısmı on bin ve bir
kısmı da onbeş bin lira mukabilinde 322 senesinde emlâk-i [276] hümâyûna ilhâk
edilen Yanya vilâyeti dâhilindeki 220 kıt‛a çiftlikten mürekkeb arâzî-i cesîme de
hükûmetce görülen lüzûma istinâden ilhâk edilmiştir.
İ‛lân-ı Meşrûtiyyet’den sonra devletce istikrâz olunacak bir milyon lira için
te’mînât gösterilmek üzere senevî dört beş bin kuruşluk îrâd getirir bir kısmı 27
Ağustos sene 324 târihli irâde-i seniyye ile Hazîne-i Mâliye’ye devr ve terk olunduğu
gibi mütebâki emlâk-i hümâyûn dahi imtiyâzât ve sâire ile birlikde cülûs-ı
hümâyûndan sonra 26 Nisan sene 325 târihli îrâde-i seniyye ile kâmilen hazîneye
devr olunmuşdur. Birinci def‛a terk edilen yerlerin îrâdı bütün emlâk-i hümâyûnun
mürettebât-ı emîriyyesiyle bazı münâzaalı mahallelerden ve bazı ehemmiyyetsiz
imtiyâzlardan ibaret idi.
Vaka‛-i hal‛den evvel ve sonra iki def‛a da Hazîne-i Hâssa’dan Hazîne-i
Celîle-i Mâliye’ye devr edilen emlâk 93 senesinden sonra emlâk-i hümâyûna ihlâk
edilen emlâka münhasır olmakla [277] o târihden mukaddem Hazîne-i Hâssaca idâre
edilen mahaller istisnâ edilerek kemâ-kân Hazîne-i Hâssa’da bırakılmışdır ki el-yevm
emlâk-i hâkanî nâmını alan emlâk devirden müstesnâ tutulanlardır. Meselâ Sayda
civârında Re’sü’l-ayn çiftliği, Mihaliç çiftliği gibi ikinci def‛a da devr olunan
emlâkin Hazîne-i Mâliye’ye devrini müteâkib emlâk-i müdevverenin orman ve
ma‛denleri nezâret-i âidesine ve umûr-ı nâfiaya müte‛allik imtiyâzâtı Nâfia
Nezâretine devr edilmiş ve bunlardan yalnız Basra’daki İdâre-i Nehriyye vapur
146
idâresi ve Yalova Kaplıcaları ve Tepeköy pamuk ve Bursa koza fabrikaları hazînede
bırakılmışdır. Zikr olunan mahallerden Yalova Kaplıcası hamamları müştemilâtından
olan Baltacı çiftliği sahilinden 300 dönüm kadar mahall ile beraber 326 senesinden
i‛tibâren ilk sene için 2000 ve ikinci sene için 3000 ve üçüncü sene için 4000 ve
dördüncü seneden yeni 329 senesinden i‛tibaren senevî 5000 lira verilmek şartıyla
elli sene müddetle [278] Tunuslu Mahmûd Paşa-zâde Reşid Âmin Bey ile Mi‛mâr
Kostantin Papa Efendi’ye îcâr ve ihâle olunmuşdur.
Tepeköy pamuk fabrikasıyla Bursa koza fabrikası dahi îcâr ile intifa‛
edilmekdedir.
Hazîne-i Mâliye’ye geçen emlâk-i müdevverenin arâzî kısmı ber-vech-i âtî
vüs‛âtdir.
Dönüm
Bağdad Vilâyeti 6.235.160
Basra Vilâyeti 2.849.070
Musul Vilâyeti 17.770.368
Haleb Vilâyeti 5.586.060
Beyrut Vilâyeti 11.417.330
Suriye Vilâyeti 11.835.307
Kudüs Müncâatı 211.621
Selanik Vilâyeti 197.149
56.102.065
Yanya Vilâyeti
İşkodra Vilâyeti
Manastır Vilâyeti
[279] Emlâk-i müdevvere arâzî-i vâs‛a ve ma‛mûr çiftlikleri birçok akarâtı ve
müsakkafâtı muhtevîdir. Ormanları, köprüleri, dalyanları, kayık ve vapurları ve
kaplıcaları ve rıhtımları va sâiresi vardır.
Emlâk-i müdevvere Hazîne-i Hâssaca idâresi zamanında alınan aksâm-ı
vâridâtıyla emaneten idâresine gelince; Hazîre-i Hâssa’ya merbût emlâk-i hümâyûn
Senedâtı alınmadığından mikdâr-ı mesâhası ma‛lûm değidir.
147
idâresini şekl-i resmîyi hâiz olduğu ve evvelce görüldüğü üzere şekl-i resmîde emlâk
idâresi muvaffakat-bahş olmak lâzım geldiği hâlde Hazîne-i Hâssa’nın mülgâ emlâk-
i hümâyûn idâresi şâyân-ı dikkat bir eser-i intizâm ve muvaffakiyyet ibrâz etmiş ve
şu‛âbât-ı idâre-i hükûmet arasında bu muvaffakiyyetle âdetâ temeyyüz ve teferrüd
etmiş idi. İdâre-i mezkûrenin bu temeyyüzü vehle-i umûra yalnız hâkan-ı mahlû‛un
te’sîr-î nüfûz ve himâyesine haml olunabilirse de hakîkat hâlde merkez idârede
teşekkül ve erbâb-ı nâmûs ve ehliyyetden mürekkeb komisyonca ta‛kîb edilen
meslek ciddi ve istikâmetinde te’sîr-i küllisi meydandadır. İşte inkârı kabil olmayan
hakâikdendir ki emlâk idâresi masârifî varidâtının ancak yüzde on beşine bâliğ olmak
gibi bir hârika-i idâre göstermişdir. Her şu‛be-i idâre için mizâc ve âdat-ı mahalliyye
göre ayrı ayrı ta‛limât-nâmeler tertîb [280] edilmiş ve emr-i tertîbi gibi hüsn-i
tatbîkde de pek ziyâde iltizâm-ı basîret olunmuşdur. Me’mûrîn-i idârenin en ufak bir
kabâhati üzerine tecziyesinde isti‛mal gösterilmekde ve ahvâli müştebih olanlar
hizmet-i seniyyede istihdâma gayr-i lâyık oldukları beyânıyla hemen azl olunmakda
ve me’mûrun taltîf ve terfî‛lerinde kıdem ve ehliyyet ve hüsn-i hizmet nazar-ı i‛tibâra
alınmakla beraber bir me’mûr rızâsı istihsâl edilmeksizin velev terfî‛en olsun tahvîl
etdirilmekde idi.
Arâzî-i hâliyenin i‛mârı zımnında etrafdan zira‛ celb ve iskânı husûsunda da
ibrâz-ı gayret olunmuş ve bundan aşâir-i bedeviyyenin te’sîsi gibi bazı fevâid
mülkiyye elde edilmişdir. Şurası bil-hâssa şayân-ı kayıddır ki iskân-ı aşâir husûsunda
gösterilen gayretler ne derecelerde olursa olsun bu bâbdaki muvaffakiyyeti te’mîn
eden cihet ibrâz olunan gayretden ziyâde aşâirin arâzî-i seniyyede iskânı
menfaatlerine muvâfık görmeleridir. Fi’l-hakika arâzî-i seniyyede iskân edilen aşâir
tahrîr sûretiyle mükelefiyyet-i askeriyyeye tâbi‛yyeti icbâr olunmadıkları gibi a‛şârın
hisse-i menâfi‛ ve maârifinden gayr-i mes’ûl bulunmak hasebiyle tekâlîf
rüsûmiyyece mazhar müsâade olmakda [281] ve tohumluk tedârükü ve sâir için
muhtâc oldukları mebâliğ tekavvi ve saire nâmlarıyla ta‛vîzen ve bilâ-fâiz vakit ve
zamanıyla ikrâz edilmek gibi türlü türlü teshîlât görmekde idiler.
Şu sûhûlet ve istifâde sebebiyle emlâk-i hümâyûna mücâvir arâzî-i zirâ‛î
arâzîlerinin emlâk-i hümâyûna kalbi için mürâcaâtdan hâlî kalmazlar idi. Emlâk-i
hümâyûnun vâridâtı akarâtın bedelât-ı îcâriyyesi ma‛âdenin bedelât-ı iltizâmiyyesi ve
arâzî mahsûlâtından ücûrât-ı arziyye ve a‛şâr birlikde olarak icâbat-ı mahalliyyeye
148
göre öşürden humsa kadar alındığı îrâddan ve iğtinâm-ı ta‛dâd ve rüsûmuyla farâğ ve
intikal harcları ve sâir bazı rüsûmdan ve seyr-i sefâin ve sâir müteferrik bazı
vâridâtdan teşekküldür.
Emlâk idâresi a‛şâra zamîmeten hisse-i maârif ve menâfi‛ almayıb yüzde altı
techîzât-ı askeriye zamâimi almışdır. Son zamanlarda vâridat-ı umûmiyye yedi yüz
bin liraya irtifâ etmiş idi.
Merc‛-i hakikisi hazîne-i devlet olan hukûk-ı emîriyyenin ba‛demâ hiçbir
tarafa terk ve ihmâline meydân verilmeyeceği derkâr ise de mukaddemâ söylendiği
[282] üzere Tanzîmât-ı Hayriyye’ye kadar bizde hükümdârlara âid emlâk vergi ve
rüsûma tâbi‛ tutulmadığından o gibi emlâkın hem hukûk-ı tasarufiyyesini hem de
hukûk-ı emîriyyesini kendi hesâblarına cibâyet etdirmekde idiler. Ancak
Tanzîmât’dan sonra mukaddemâ aynen kayd olunan fermân-ı hümâyûnda sarâhaten
mezkûr olduğu üzere emlâk-i hümâyûn vergi ve rüsûma tâbi‛ tutulmak lâzım geldiği
hâlde her nasılsa mezkûr fermân hükmü unudularak ve yahud bi’l-iltizâm ve tecâhül
edilerek emlâk-i hümâyûnun mine’l-kadîm vergi ve rüsûmdan ma‛füvv bulunduğuna
dâir dîvân-ı muhâsebâtdan sâdır olan bir karara ibtinâen Hazîne-i Mâliye vâridât
muhâsebesinde gösterilen 83 târihli bir muktezâ üzerine kemâ-fi’s-sâbık emlâk-i
hümâyûndan vergi alınmağa başlanmışdır. Bu bâbdaki ilm ü haberlerden bir tanesi
ber-vech-i zîr atiyen kayd olunur.
“Hazîne-i Hâssa idâresinde bulunan çiftlikât-ı hümâyûn ile bazı tekâyâ ve
zevâyâ ve manastırlar ve sâirenin hazînece ve mahalli hükûmetce muâkit ve
imtiyâzları musaddak olan ağnâmî ihâleden bi’t-tabi‛ müstesna ise de bunların hîn-i
ihâlede [283] sarâhaten istisnâ olunmamış olması ser-rişte birtakım da‛va ve nizâ‛a
mahall kalmamak için bu şartın ba‛d-ezîn dahi mer‛îü’l-icrâ olacağının bi’l-cümle
ağnâm resmi mezâd pusulalarına derc ve tahrîr olunması bu bâbda verilen müzekkere
üzerine dîvân-ı muhâsebâtdan karar verilerek zeyl olunmuş ve ol vechle icrâsı
husûsuna fermân-ı nezâret-penâhi müte‛allik buyurulmuş olduğundan 83 senesine
mahsûben mevki‛-i müzâyedeye konulan mezâd pusulalarına şerh verilerek şart-ı
mezkûr ile ihâle olunmuş ve olunmakda bulunmuş olmasıyla bunun verilecek zabt-ı
evâmir-i şerîfesine dahi derc ve tastîr olunması umûr-ı tabî‛iyyeden bulunduğundan
şart-ı mezkûrun ba‛demâ ısdâr olunacak ağnâm resmi zabt-ı evâmir-i şerifesine derc
149
ve ilâvesinin lâzım geleceği ma‛lûm olmak için evâmir-i mâliye kalemine iş bu ilm ü
haber verildi.
Fî 3 Zilhicce sene 1283 ve
Fî 26 Şubat sene 1282
Emlâk-i hümâyûn bi’l-cümle rüsûm ve tekâlîfden ma‛zûniyyeti şu sûretle
hükûmetce kabûl edilmiş ve bu husûs Hazîne-i Hâssa’dan vakû‛ bulan arz ve inhâ
üzerine sâdır olub 30 Rebi‛ül-ahir sene 98 târihinde Bâb-ı Âlîye teblîğ [284] edilen
irâde-i seniyye ile de te’yîd edilmiş ve emlâk-i hümâyûn â‛şâr rüsûmunun Hazîne-i
Hâssaca istifâsı lâzım geleceğine mersûm Süleymân Sûdî Efendî’nin huzûruyla Şûrâ-
yı Devletce 23 Mart sene 98 târihli mazbata ile karar verilmiş olduğundan gerek
emlâk-i hümâyûn ve gerek âna müte‛allik kaffe-i muâmelât her türlü rüsûmdan
ma‛füvv tutulmuş idi. Binâen aley emlâk-i hümâyûndan olan arâzî zirâ‛ tarafından
zirâat edildikce hasılâtdan bir kısmı ücret-i arz ve bir kısmı da öşr nâmıyla alınarak o
hâlde hâsılât-ı gayr-i sâfiye-i arâzîden bazı mahallerde humsa kadar alınıyordu.
Ancak Edirne vilâyetindeki arâzîye muhâcirîn iskân edildiğinden ve mücâviri arâzî-i
emîriyyeye iskân olunan muhâcirîn karyelerinden yalnız öşr istîfâ olunduğundan
emlâk-i hümâyûn idâresi de o havâlide yalnız öşr istîfâsıyla iktifâ da mukattar
kalmışdır. Diğer mahallerde ise öşrden başka ürcet-i arz ve ıstılâh-ı mahallîye göre
meselâ Yanya’da ayrû nâmıyla yüzde otuz üç nisbetinde icâre-i zemîn ahz ediliyor.
Emlâk-i hümâyûn bi’l-cümle rüsûm ve tekalîfden ma‛füvviyyeti [285] kâidesi dâire-i
meşrûiyyetde kalsa belki hükûmetin hukûku fi’l-cümle mahmûz kalırdı. Halbûki bu
salâhiyyet tevsi‛ edilerek hukûk-ı emîriyyenin envâ‛-i sâiresine de tecâvüz
edilmişdir. Şöyle ki emlâk-i hümâyûn haritası dâhilinde bulunan bütün arâzî ve
emlâkın vergi ve sâir mürettebâtı dahi emlâk idâresince cibâyet ediliyordu.
Emlâk-i hümâyûn me’mûrları çiftlikât dâhilinde hem çiftlik me’mûru hem
hükûmet me’mûru hem de belediye me’mûru vazifesini îfâ ediyor ve bilâ-istisnâ her
türlü rüsûmu cibâyet ediyordu. Hatta emlâk-i hümâyûn dâhilinde kalmış efrâd
uhdesindeki arâzîye hükûmet me’mûrları müdâhale etdirilmeyerek rüsûm ve tekâlîfi
kâmilen emlâk idâresi alıyordu. Haleb’de vâki’ Cebel-i İsa çiftlikât-ı hümâyûna
müte‛allik müsâliha sûret-i kat‛iyyede rü’yet ve tesviyesine me’mûren mahalline
igrâm kılınan iki zâtdan mürekkeb hey’et-i mahsûsa yedine verilen ta‛lîmât-nâme bu
bâbda cârî muâmelâta bir numûne teşkîl etdiği cihetle aynen nakl ediyoruz. Bu çiftlik
150
93 [286] târihinde Hazîne-i Hâssa’dan Mâliye Hazînesi’ne terk olunmak ve
hükûmetce ahâlî-i zirâ‛a tefvîzi mukarrer bulunmuş idi.
Birinci Madde - Mezkûr çiftlikâtın cenûb ve şimal-i şarkî cihetlerini gösterir
iki kıt‛a haritasında muayyen olan hudûdu dâhilinde vâki‛ arâzî ve kurâ ve mezrâ‛
emlâk-i hümâyûndan ma‛dûd bulunduğu hasebiyle cihet-i tasarrufiyyesine hükûmet-i
mahalliyye ile Mâliye Nezâret-i Celîlesi ve Vergi Emâneti tarafından müdâhele
olunmayacakdır. İş bu haritaların gösterdiği hudûd hâlen ve âtiyen, ma‛mûlün-bih
olmak ve kayd ile hıfz olunmak üzere mezkûr haritalardan birer nüshası bâ-irâde-i
seniyye-i mülûkâne Mâliye Nezâretiyle emânet-i müşârun-ileyhâya gönderilmişdir.
İkinci Madde - Mezkûr haritaların irâ’e ettiği hudûdun muanven derc ve
tasrîhiyle çiftlikât-ı hümâyûnun umûmu için nâm-nâme-i cenâb-ı cihândâriye olarak
iki kıt‛a senedi tanzîm olunmak üzere îcâb eden hudûd-nâmesi usûlü vechle
nüshateyn olarak tanzîm etdirilerek Hazîne-i Hâssa-i Şâhâne’ye gönderilecektir.
[287] Üçüncü Madde - Ber minvâl-i meşrû‛ haritanın irâ’e etdiği hudûd
dâhilinde bulunan bazı kurâya ma‛mûlün-bih tuğralı senedât ile tasarruf iddiâ edenler
zuhûr ederse çiftlikât-ı hümâyûn me’mûrlarından ma‛lûmât-ı evveliyye alınarak
bunlar hakkında tahkîkât ve tedkîkât-ı muktezaya ba‛de’l-ifâ iş bu iddiâ olunan
mahallerin cihet-i tasarrufiyyesini isbât için ibrâz olunacak senedât üzerine müşârün-
ileyhümâ-i hazerâtına kanâat hâsıl olduğu hâlde diğer emlâk-i mahsûsa-i cenâb-ı
padişâhîde cârî olan usûle tevfîken Hazîne-i Hâssa-i Şâhâne’den istibzân senedât
verilmek üzere uhdelerinde bi’l-ibkâ bunların hudûdu güzelce tahdîd ve ta‛yîn ve
haritada dahi irâ’e ve tebyîn olunacak ve hudûduyla dönümünü hâvî bir kıt‛a defter
tanzîm edilerek Hazîne-i Hâssa’ya gönderilecek ve iş bu mahaller esâsen emlâk-i
hümâyûndan olduğu cihetle ağnâm ve a‛şâr rüsûmu ve buna müşâmil Hazîne-i
Hâssa-i Şâhâne’ye âid olan vâridatı çiftlikât-ı hümâyûn idâresinden ahz ve tahsîl
olunacak ve fakat bunlardan ücret-i arz nâmıyla bir şey alınmayacakdır.
[288] Dördüncü Madde - Üçüncü maddede gösterildiği vechle çiftlikât-ı
hümâyûn hudûdu dâhilinde vâki‛ bazı kurâ ve arâzîye tasarruf iddâ edenlerin suver-i
iddiâiyyesi mâ‛mûlün-bih senedâta ve ahkâm-ı şer‛i şerîfe ve kavânîn ve nizâmâta
müstenid olmadığı ba‛de’l-tetkîk sâbit olduğu hâlde iddiâları redd olunarak bu
misillû mesned-i ayânda bulunanlar çiftlikât-ı hümâyûndan ihrâc olunmayarak diğer
zirâ‛ ve ahâlî misillû iskân edileceklerdir.
151
Beşinci Madde - Çiftlikât-ı hümâyûn hudûdu dâhilinde bulunan zirâin a‛şâr
ve ağnâm rüsûmu ve sâirenin Hazîne-i Hâssa-i Şâhâne’ye âidiyyeti tabîî olduğu gibi
taâmül-i mahallîye tevfîkân ve zirâ‛a girân gelmeyecek sûretde ücret-i arz alınacak
ve iş bu bedel-i îcâr nakden ve nakden istihsâlince müşkilât görüldüğü hâlde beher
sene vakt-i hasadda hâsılâtdan bir mikdâr-ı muayyen olarak aynen istîfâ olunacak ve
iş bu ücret-i arz hakkında çiftlikât-ı hümâyûnun her cihetince bir siyâkda muâmele
olunmayıb arâzînin kabiliyyeti ve mevkî‛ ve zirâ‛in hâl ve serveti pîş-i nazara
alınarak âdilâne îfâ-yı muâmele edilecekdir.
[289] Altıncı Madde - Çiftlikât-ı hümâyûnda meskûn olan zirâ‛in sâye-i
maâli-vâye-i hazret-i pâdişâhîde min killi’l-vücûh refâh ve saâdet-i hâle
mazhariyyetleri ve madde-i mühimme-i zirâat ve filâhatle bi’l-iştigâl lâyıkıyla
müstefîd olmaları ve tezâyüd-i ma‛mûriyyeti müstelzim olacağı cihetle çiftlikât-ı
hümâyûna zira‛ celb ve iskânı ve yeniden kurâ teşkîli ve çiftlikât-ı hümâyûn
idâresinin müdâhelâtından masûniyyeti ve hâsılât ve vâridâtının telef ve ziyâadan
vikayesiyle hukûk-ı hazînenin tamamıi mahzûziyyeti esbâb ve vesâili müşârün-
ileyhümâ hazerâtı tarafından çiftlikât-ı hümâyûn me’mûrlarıyla bi’l-müzâkere
kararlaşdırılacak ve mukarrerâtı Hazîre-i Hâssa’ya bildirilecekdir.
Yedinci Madde - Çiftlikât-ı hümâyûn karyelerinden ve vakf-ı mahall
bulunduğu sâbit olduğu hâlde cihet-i vakfiyyeye halel getirmemek üzere kemâ-kân
çiftlikât-ı hümâyûn idâresinden bi’l-idâre vezâif-i muayyene-i vakfiyye mahall-i
meşrutasına i‛tâ kılınacakdır.
Sekizinci Madde - Çiftlikât-ı hümâyûn hudûdu dahilinde medfûn [290] olan
hazret-i Ya‛kûb Aleyhi’s-selâtü ve’s-selâmın ikinci ve Abdü’l-kâdir Geylanî
hazretlerinin küçük mahdûmlarıyla evliyâ-i kirâmdan Cüneyd Bağdâdî ve Bozgec?
ve imâm-ı Akîl Kaddese-i sırra hümü’l-âli hazerâtının mevcûd olan türbe mescîd-i
şerîfelerinin ta‛mîrât-ı lâzımasının icrâsı ve türbelerde noksan olan pûşîde ve buna
müşâmil eşyânın tedârük ve i‛tâsı muktezâ-yı irâde-i seniyye cenâb-ı pâdişâhîden
bulunduğundan müşârün-ileyhümâ emâkin-i mübâreke-i mezkûrenin ta‛mîrât ve
mefrûşât-ı lâzımasının icrâ ve i‛tâsı zımnında me’mûrîn-i lâzıma ma‛rifetiyle
keşfiyât-ı tasfiyesini îfâ ettirerek keşf-i emrin defterini Hazîne-i Hâssa’ya
gönderecektir. Müşârün-ileyhümânın îfâ-yı vazîfe etmeleri için hükûmet konağında
bir dâire-i mahsûsa gösterilecekdir. Her ne kadar nefs-i Haleb’de ikâmet edeceklerse
152
de kendilerince lüzûm göründüğü hâlde çiftlikât-ı hümâyûndan iktizâ eden muvâkaa
azîmet edecekleri misillû çiftlikât-ı hümâyûn müsâlihi hakkında vilâyet ve sâir icâb
edenlerle muhâbere etmeğe me’zûn olacakdır.
Fî 12 Receb sene 305 ve Fi 29 Mart sene 300
[291] Şu ta‛lîmât münderecâtından anlaşılmış olacağı üzere emlâk-i hümâyûn
dâhilindeki arâzî için efrâd yedine senedât-ı tasarrufiyye verildiği gibi ağnâmı dahi
emlâk idâresince ta‛dâd ve rüsûmu istîfâ olunur, ve envâ‛ rüsûmun hiç birine
hükûmet vaz‛-ı yed edemiyordu. Bu şekl-i idâre ise tamamiyle tüccâr ve zeâmet
üsûlünün cârî olduğu zamanlarda havâss-ı hümâyûn hakkında tatbîk edilen muâmele-
i istisnâiyyenin aynıdır. Bu sûret Tanzîmât-ı Hayriyye’nin esâslarından birer hükm-i
aslîsi esâsından ref‛ ve ilgâ etmekden başka bir şey değildir.
Zâten her nasılsa veya sehven Hazîne-i Mâliye idâresine geçmiş diye emlâk-i
hümâyûna ircâ‛ edilen mahallelerin bir kısmı Tanzîmât-ı Hayriyye’de hükûmede terk
edilen havâss-ı hümâyûn cümlesinden idiler. Nasıl ki Edirne vilâyetindeki arâzî ile
Akköprü arâzîsi bu kabîldendir.
Emlâk-i hümâyûnun bi’l-cümle rüsûm ve tekâlîfden müstesnâ olması
keyfiyyeti tevsî‛en tefsîr edilmek tarîkiyle hâkan-ı mahlû‛ memleket içinde kendine
mahsûs olarak feodalite usûlünü ihyâ-i te’sîs etmiş idi. Pâdişâh [292] arâzî-i
seniyyenin yalnız hukûk-ı tasarrufiyyesine sâhib sayılmak lâzım gelirken sâhib-i arz
sıfatını takınarak zirâ‛a senedât-ı hâkaniyye tarzında senedât-ı tasarrufiyye
verilmekde idi. Kendisinin bâ-tâpû tasarruf etdiği yerler için bazı zirâ‛ bu gibi
senedâtı kabûlden bi-hakkın imtinâ‛ etmişdir. Ez-cümle Haleb vilâyeti dâhilinde
mütecebbire vaktiyle hükûmetce iskân idilib arâzînin emlâk-i hümâyûna kalbi
dolayısıyla yedlerindeki senedât-ı hâkaniyyenin emlâk-i hümâyûn idâresinden
verilecek senedât ile mübâdelesine muhâlefet eden muhâcirîn-i Çerâkise bu
iddiâlarından her türlü nizâ‛ ve tazyîkâta rağmen otuz sene kadar musırr kalarak
şayân-ı nazar-ı dikkat bir eser-i tecellüd göstermişlerdir. Hatta vergilerini emlâk
me’mûrlarına vermedikleri için tahsilâta hükûmet me’mûrları tavsîtine mecbûriyyet
hâsıl olmuş idi. Senedât-ı tasarrufiyyenin emlâk idâresince verilmesi neticesi olarak
muâmele-i ferağiyye ve intikaliyye de emlâk me’mûrları huzûrunda ceryân eder ve
zirâ‛ tarafından [293] inşâ olacak ebniyye ve gars olunacak kürûm ve eşcâr için
153
idâreden ruhsat alınır ve eshâbı yalnız ebniyye ve eşcâra mâlik sayılarak muâmele-i
intikaliyye de âna göre yapılır idi.
Emlâk tedârükünde Hazîne-i Hâssa’nın icâr etdiği en fenâ usûllerden biri de
emlâk-i hümâyûn ile hem-hudûd mahallelerin hîn-i ferâğında Hazîne-i Hâssa’dan
me’zûniyyet verilmedikce muâmele-i ferağiyyenin icrâ olunamamasıdır. Bu usûl
sarây-ı hümâyûnlar civârında olub da iştirâsına lüzûm-ı kat‛î görülen ve yahud sarây-
ı hümâyûn-ı harîmine nezâreti bulunan mahall ve mebânînin eyâdî-i ahere intikaline
meydan verilmemek gibi mahdûd bir dâirede tatbîk olunmak üzere muhdes bir
takayyüdden ibâret olduğu hâlde gitgide bütün emlâk-i hümâyûna teşmîl edilmiş ve
eshâb-ı emlâk bu yüzden birçok izâcâta hedef olmuşdur.
Bu yolda sâdır olan irâde-i seniyyelerden biri numûne olarak ber-vech-i âtî
kayd olunur.
“Yıldız Sarây-ı şevket ihtivâsından Beşiktaş’a yeni küşâd olunan tarîkin [294]
iki cihetinde ebniyye ve divâr ve sâire gibi inşâât kat‛iyyen memnû‛ olunduğundan
bu makûle inşâât icrâsı için mürâcaat edenlere her kim olursa olsun ruhsat
verilmemesi îcâb-ı hâlden olduğu gibi cihetin mezkûr tebeyyünden eshâb-ı emlâkdan
ahere satacak veya intikalâtı icrâ olunacak mahaller zuhûr etdiği hâlde evvel emirde
Hazîne-i Hâssa’ya ma‛lûmât i‛tâsıyla alınacak cevaba göre muâmele-i lâzımasının
îfâsı.
8 Kanûn-i Evvel sene 97
Bir de hisseli emlâkın birkaç hissesi emlâk-i hümâyûna alınmak eder etmez
mütebâkî hisseler eshâbı mahallerinde keyfe mâ yeşâ’ tasarrufunda türlü türlü
müşkilâta ma‛rûz bırakılarak diğerinden dûn fiyâtla satmaya ma‛nen tazyîk edilirdi.
Emlâk-i hümâyûn idâreleri hadd-i zâtında husûsî bir mâhiyyet-i inşâiyyeyi
hâiz iken sıfat-ı resmiyyeyi ihrâz etmiş idiler. Hazîne-i Hâssa nezâretinin posta ve
telgraf nizâmâtına yazdığı 28 Teşrîn-i Evvel sene 97 târihli bir tezkerede arâzî-i
seniyye me’mûrlarının Hazîne-i Hâssa’nın [295] hey’et-i mecmû‛asından ma‛dûd
olduklarından keşîde edecekleri telgrafnâmelerden ücret alınmaması lüzûmu iş‛âr
olunmuş ve Nezâret-i müşârün-ileyhâca bu esâsa göre şuabâta tebligât icrâ
kılınmışdır. Arâzî-i seniyye idâreleri bütün devâir ve şuabât-ı hükûmetle resmî
muhâberâtda bulunmakda ve muâmelât-ı resmiyyenin her türlüsünü îfâ etmekde
idiler. Hükûmet devâirinde emlâk idâresi hey’eti için bir dâire ifrâz ve tahsîsine
154
imkân bulunamazsa ayrıca mükemmel dâireler inşâ olunurdu. Edirne’de, Şâm’da,
Amâre’de, Musûl’da ve sâir kasabâtda emlâk-i hümâyûn idâresinin müstakil ve
mükellef dâireleri var idi. Emlâk idâreleri dâhil dâire-i me’mûriyyetlerindeki arâzî-i
seniyyenin bütün rüsûm ve tekâlîfini ve fazla olarak ücûrât-ı arziyyesini istîfâ etdiği
ve arâzî-i seniyye dâhilinde ise ormanlar, ma‛denler, köprüler, kayık ve sefîneler gibi
muhtelif usûl ve kavâide tâbi‛ birçok menâbi‛-i vâridât bulunduğu ve bazı yerlerde
idâre nâmına umûr-ı zirâ‛iyye ile de iştigâle mecbûriyyet hâsıl olduğu cihetle usûl-i
devlete [296] müte‛allik her türlü muâmelâtın îfâsıyla mükellef bulunuyordu. Hatta
arâzî-i seniyye dâhilindeki kurâda birer câmî-i şerîf ile birer mekteb-i ibtidâi inşa ve
te’sîsi pek iltizâm edile geldiğinden umûr-ı maârif ve vakfiyye bile cümle-i
meşgalelerine inzimâm ediyordu. Emlâk-i emîriyye-i devlet tafsilâtü’l-fenniden
anlaşıldığı vechle el-yevm pek ziyâde vüs‛at ve ehemmiyyet kesb etmiş ve arâzî
kısmı bil-hassa memleketin ahvâl-i zirâ‛iyye ve iktisâdiyyesi üzerinde hâiz-i te’sîr
bulmuş olduğundan işbu arâzî-i cesîmenin hâl-i hâzır idârelerinin idâmesi mi yoksa
başka bir şekle ifrâğları mı muvâfık olacağı şayân-ı tedkîk husûsâtındandır.
Bu bâbda kendi memleketimizin husûsiyet-i ahvâli de nazar-ı dikkate alınmak
üzere Avrupa devletleri idâresi tahtına geçen bu gibi arâzî-i cesîme hakkında mesbûk
tecâbürden istifâde edilmelidir. Fi’l-hakika Fransa, İspanya, İtalya Mütecemmia-i
Amerika’da ve Avustralya müstemlekesinde arâzînin fürûhtuyla istifâde te’mînine
çalışmış ve Prusya ve Rusya da idâreleriyle te’mîn-i menâfi‛ edilmekde [297]
bulunmuşdur.
Hükûmetin elindeki arâzîyi bi’z-zât işletmesi evvelâ bu bâbda efrâd kadar
muvaffakiyyet ibrâz edememesi sâniyen vukû‛ bulacak ferâğ ve intikal harclarıyla
mahlûlâtı bedelinden. Sâlisen: Eshâb-ı emlâk beyninde zuhûr edecek ihtilâfın halli
zımnında hükûmete mürâcaatında te’diye edeceği yol ve sâir rüsûmdan
mahrûmiyyeti ve rabiân emlâk vergisinden mahrûmiyyeti sebebiyle muvâfık
olamayacağı nazariyyesi serd edilmişdir. Fakat hükûmet yedindeki arâzîyi bi’z-zât
bir mecbûriyyeti olmayıb îcâr ile de intifâ‛ edebilir. Nasıl ki bizim emlâk-i
emîriyyeden olan arâzî hep îcâr edile gelmişdir. İntikâl harcı da bizde geçen seneden
beri mülgâdır.
Zikr olunan nazariyyeyi serd edenler bile bu fâideyi umûm hükûmet arâzîsine
teşmîl etmeyib ziyâde sa‛y ve amel ve bol gübre ve fenni zirâat sayesinde muntazam
155
bir zirâat-i mütenâvibe vücûda getirmek lâzım olan yerlerde i‛mârat-ı zirâiyyenin
hükûmet tarafından icrâsı muzarr olacağını ve bil-akis ahâlîsi az ve sermâye nâdir
[298] olmak dolayısıyla za‛îf bir derecede zirâatin ancak mümkün olacağı yerlerde
kuvve-i teşebbüse-i şahsiyyenin fevkinde.
Cem‛iyyât-ı tathîriyye ve tenvîriyye ve ta‛mîriyye hükûmetce yapılmak üzere
o gibi kıt‛aâtda hükûmetin zirâati lâzım olduğunu tasdîk eylemişlerdir.
Mütâlaâtü’l-fenniyye göre her hükûmet kendi memleketi için nâfi‛ göreceği
hatt-ı hareketi ta‛kib edeceğinden bu bâbda umûm devletlere kâbil-i tatbîk bir kâide
vaz‛ı mümkün olamaz. İşte bundan dolayıdır ki bazı devletler meselâ Rusya ve
Prusya hükûmetleri arâzîlerini yedlerinde muhâfaza etdikleri hâlde diğerleri öteden
beri satmışlar ve el-yevm dahi refte refte satmakda bulunmuşlardır. Bâ-husûs
Amerika Cemâhir-i Müttefikası arâzî-i hâliye-i cesîmesini i‛mâr etdirmek
maksadıyla mütevâliyen satmakda ve Avustralya ve İngiliz müstemlekâtında da aynı
usûl ta‛kîb edilmekdedir. Fakat oraların ahvâl-i husûsiyyesi o sûreti îcâb
etdirdiğinden ahvâl ve şerâiti başka olan her devletin bunu kabûl etmesine bir sebeb
yokdur binâen aleyh devletler an‛anât-ı târihiyye ve kanûniyyelerine, ahâlînin zirâate
ve derece-i meyilâtına, arâzî [299] iştirâsına gösterilen rağbâta, ta‛kîb etdiği
mekâsıd-ı siyâsiyyeye ve sâir ihtiyâcât ve ilcââta göre elinde bulunan arâzîyi satmak
veya îdâre etmek cihetlerinden birinin tercîhi ve emr-i idârede de memleketin
isti‛dâdına muvâfık usûl ve kavâidî intihâb husûsunu pek ciddi bir hazm ve ihtiyât ile
tedkîk ederler.
Bizim hükûmetimiz dahi bu babda öteden beri hazm ve ihtiyâtdan
ayrılmamışdır. Müzâyaka-i mâliye zuhûrunda devlet uhdesindeki emlâk ve çiftlikâtı
fürûht için teşebbüs etdiği sıralarda arâzînin icâbet yedine geçmesine en ziyâde
ehemmiyyet vermişdir.
Zâten ya mülknâme-i hümâyûn tefvîz olunan müecceleli çiftliklerin şurût-ı
tefvîziyyesinden biri de icâbına satılamamak ciheti idi. Yine aynı mütâlaaya mebnî
Yanya vilâyetinde Yunan hudûduna mücâvir emlâkın icâbına satılmaması hükûmetce
nazar-ı dikkatde tutulduğu gibi Hıtta-i Irakiyye’deki arâzînin satılması da devletce
taht-ı memnû‛iyyete alınmış idi.
Mâlî ihtiyâcda efrâdın nihâyet emvâl-i gayr-i menkûlesini satmak
mecbûriyyetinde kalması [300] kabilinden devletler dahi müzâyaka-i mâliye
156
zuhûrunda uhdelerinde bulunan emlâkı satmak teşebbüsünde bulunmuşlardır. Bizde
de ilk defa olarak 1276 senesinde emlâk-i emîriyyeden satılmasında mahzûr olanları
bi’l-istisnâ mütebâkîsinin satılmasına devletce karar verilerek bu bâbda yazılan
ta‛mîmde îrâd-ı seneviyyeleri bin kuruşa kadar olanların mahallelerince ve ondan
fazla îrâdlı olanların da hazîneden alınacak me’zûniyyet üzerine ihâleleri tavsiye
edilmiş idi.93
Ândan sonra dahi her müzâyaka zuhûrunda emlâk fürûhtu çaresine tevessül
olunmuş ise de hükûmât-ı sâirede olduğu gibi bizde de netâyic-i matlûbe elde
edilememişdir. Zâten böyle olmakda tabîîdir. Çünkü devletlerde müzâyaka-i mâliye
dâima buhrân-ı siyâsî ve iktisâdî neticesi olarak [301] vukû‛a gelib halbûki emvâl-i
gayr-i menkûle alım ve satımı esâsen pek batî ceryân eder muâmelâtdan olmakla
beraber o gibi buhrânlar esnâsında büsbütün münkatı‛ hale geldiğinden hükûmetler
emlâk fürûhtuyla hiçbir zaman def‛aten ref‛-i müzâyaka edemezler.
Fransa ve düvel-i sâirede emlâk fürûhtuyla fevâid-i matlûbe elde edilemediği
bi’t-tecrübe sâbit olmuş hatta bankalara emlâk terhîni dahi te’mîn-i muvaffakiyyet
edememiş olduğundan emr-i fürûht bir bankaya tevdî‛ ve havâle edilmek ve yahud
da bir dâire-i resmiyye ma‛rifetiyle tedrîcen satdırılmak çarelerine tevessül
edilmişdir.
Geçen sene Necib Asgar nâmında bir Beyrutlu’nun Suriye ve Irak arâzîsinin
isticârı zımnında serd etdiği teklîf dahi arâzîyi tedrîcen zirâate fürûht ve tefvîz esâsını
hâvî edilse de hükûmetce görünen mahâzîrine mebnî teklîf-i vâki‛ redd edilmiştir.
Elde Bulunan Arâzî Satılmalı mı, Satılmamalı mı, Nasıl İ‛mâr Edilebilirler?
[302] Buraya kadar verilen tafsîlâtdan anlaşıldığı üzere Rumeli Anadolu ve
Suriye’de hükûmet yedinde birçok arâzî ve çiftlikler mevcûddur. Bunları taht-ı
idârede tutmak mı yoksa def‛aten ve yahud tedrîcen satarak arâzîden alâkayı kesmeli
mi daha muvâfık olacağı devletimiz için düşünülecek en mühim mesâiden birini
teşkîl eder.
93 Baltacı bâzirgândan bazı emlâk terhînâtına mukabil istikrâz olunan iki yüz bin kese akçenin va‛desi hulûl etdiği hâlde elde mebâliğ-i kâfiyye bulunamamasından dolayı emlâk-i emîriyyenin fürûhtuna teşebbüs olunmuş idi.
157
İhtârdan müstağni olduğu üzere akvâmın hâl-i ibtidâisinde irâde-i şahsiyye
za‛îf ve nâ-tamam olduğundan husûsât-ı ictimâ‛iyyede bir reisin idâresine nakkad
oldukları gibi hüsn-i temellük dahi lâyıkıyla tenemmüv ve teşahhus edemediğinden
mülkiyyet-i müştereke ve daha doğru ta‛bîr ile mülkiyyet-i âmme esâsâtı tecellî
etmekde ve binâen aleyh taht-ı işgâllerindeki arâzîyi ferden ferden tasarruf arzû ve
alâimi görülmekdedir terakkiyât-ı fikriyye husûl buldukca efrâdın enâiyyet ve
şahsiyyeti hukûk ve vezâif müterettibesi alâimiyle beraber yavaş yavaş ezhâr-ı
mevcûdiyyet ederek nihâyet akvâm-ı müterakkiyyede meşhûdumuz [303] olan
mülkiyyet-i şahsiyye teessüs etmiş olur. Şu hâle göre esâsât-ı fıtratda mündemic olan
hakk-ı temellükten akvâmın istifâdesi aynı derece ve kuvvetde olamayarak akvâm-ı
ibtidâiyyede gâyet za‛îf ve akvâm-ı müterakkide derece derece kesb-i kuvvet etmiş
buluyoruz.
Binâen aleyh hükûmetler yedinde kadîmden beri buluna gelen ve el-yevm
taht-ı idârede tutulan arâzî-i cesîme halkın hakk-ı temellük enâiyyetini tamamen
idrâk ve bu hakk-ı isti‛mâle ehemmiyyet-i kâmile ibrâz edinceye kadar hükûmetler
yedinde az çok irâ’e-i mevcûdiyyet edeceklerdir. Feodalitenin bir nev‛-i mahsûsu
olan bizdeki tîmâr ve zeâmet usûlünün bekâyâsından ve rakabe-i arâzînin hükûmet
uhdesinde ibkasını iltizâm eder bir mâhiyyetde olan kavânîn-i medeniyyemizin
îcâbâtından olarak Suriye Irak gibi mahallerde hükûmet yedinde bulunan arâzî ve
çiftlikâtın hâl-i hâzırda ahâliye tefvîzine teşebbüs iş bu kâide-i tabîîyyeye muhâlif
olacağı için muvâfık bir tedbîr olamayacağını ve böyle bir teşebbüs-i zamanın henüz
hulûl etmemiş bulunduğunu benimle beraber sizin de teslîm edeceğinizi zann ederim.
Rumeli cihetindeki arâzînin ise zirâ‛ına tefvîzi hükûmetce tensîb edilerek
[304] bu bâbda yapılan ve 31 Mart sene 328 târihinde irâde-i seniyyeye iktirân eden
nizâm-nâmeye tevfîken muâmele-i tefvîziyye icrâ olunacak idi. Şöyle ki: Yanya,
Manastır ve İşkodra vilâyetleri dâhilinde gerek kadîmen ve gerek Hazîne-i Hâssa’dan
devren Hazîne-i Mâliye uhdesinde bulunan çiftlikâtın hudûda seyr-i âdî ile altı sâat
mesâfesi olanları bi’l-istisnâ mütebâkîsinin beher hâne zirâ‛ için nihâyet kırk dönüm
olmak üzere parça parça zira‛ına tefvîz ve fazla kalacak arâzîye de muhâcirîn-i
islâmiyye iskân edilecektir. Bu çiftliklerde zirâ‛ iki kısım olub birisi ortakcı ve diğeri
aylakcı olduklarından ortakçılara bedel-i misliyle ve aylakcılara da bedel-i
müzâyedesiyle arâzî verilecek ve ortakcılardan kırk dönümden fazla yere ihtiyacını
158
iddiâ edenlere kırk dönümü bedel-i misl ve ândan fazla olarak nihâyet kırk dönümü
de bedel-i müzâyede ile i‛tâ olunacak ve arâzî bedelleri kefâlet-i müteselsile ile
mütefevvizlerinden on senede on taksîtde istîfâ edilecekdir.
[305] Muâmele-i tevzî‛ye Mâliye ve Dâhiliyye Nezâretlerinden gönderilecek
birer me’mûr ile mahallî emlâk-i emîriyye me’mûru, mahallî tâpû kâtîbi ve iki
meclis-i idâre a‛zâsından biri müslim ve diğeri gayr-i müslim olmak üzere intihâb
edilecek iki zâtdan mürekkeb bir komisyon-i mahsûs tarafından icrâ kılınacakdır.
(Fakat harb-ı ahîr sebebiyle bunun tatbîki müyesser olamamışdır.)
Bizde ki arâzî-i vâsi‛a-i emîriyyenin i‛mâr ve ihyâsı ve ahâlînin hüsn-i
temellükünün tenmiyesi maksadıyla hükûmetce teşebbüsâtda bulunulmamış değildir.
Ez-cümle evâil-i Şubat sene 278 târihinde Beriyyetü’ş-Şam için sâdır olan fermân-ı
âlî arâzî-i mezkûrenin tâpûya rabtı hakkında ahkâm-ı esâsiyyeyi hâvî olduğundan
merâsime müte‛allik olan elfâz ve ibârâtının tabbı ile fikarât-ı asliyyesini aynen kayd
edelim “… Beriyyetü’ş-Şam arâzîsinin kâffesi fi’l-asl arâzî-i harâciyyeden olduğu
hâlde mürûr-ı zaman ile eshâbı munkarız olarak arâzî-i emîriyye hükmünü iktisâb
etmiş iken bazı esbâba mebnî bakılamamış olduğundan arâzî-i mezkûrenin sûret-i
tasarrufiyyesince ittihâz ve icrâsı lâzım gelen usûlün ta‛yîni hakkında mahallince
teşkîl olunan komisyonda bi’l-müzâkere arâzî-i mezkûrenin [306] sûret-i
tasarrufiyyesi esâsen dört nev‛e münkasim olub birinci nev‛î ber-vech-i mülkiyyet
tasarruf olunan arâzî olarak bu arâzîde emlâk-i sâire hakkında ceryân eden muâmele
cârî olub mutasarrıfları tarafından cânib-i mîrîye kısm ve ösr nâmıyla bir şey
verilmeyib harâc-ı arz gibi bir mikdâr vergi i‛tâ olunmakda olduğu ve ikinci nev‛î
rakabesi mîrînin olduğu hâlde hâsılât-ı seneviyyesinden doğrudan doğruya cânib-i
mîrîye âid olan ve yahud bir def‛a tahsîs kılınan kısmı yani hâsılât-ı vâkı‛asının
nısfından öşre varıncaya kadar hisse-i muayyenesi i‛tâ kılınan arâzî olarak bu arâzîde
bilâ-sened ve yahud bir mütevelli-i vakf tarafından verilen sened veya mahkemeden
i‛tâ kılınan hüccet ile şedd-i sekene yani hukûk-ı tasarrufiyye iddiâ olunarak tasarruf
olunmakda olduğu ve bu makûle arâzîde şer‛an kanûnen arâzî-i emîriyye ahkâmı icrâ
olunmak lâzımadan olduğu hâlde mutasarrıfları beyninde bazen mülkiyyet
muâmelesi icrâ kılınmakda olduğu ve üçüncü nev‛î rakabesi mîrînin olduğu hâlde
mahsûlât seneviyyesinden cânib-i mîrîye âid olan ve yahud bir vakfa tahsîs kılınan
kısmı i‛tâ olunarak bir karye ahâlîsi tarafından hey’etce zirâat olunan arâzî olub
159
[307] bu arâzîde ahâlî-i karye müsta‛îr hükmünde olarak efrâd-ı zirâ‛ beyinlerinde
zirâat ve tasarruf olunmakda olduğu ve dördüncü nev‛î bir şahsın veya bir hey’etin
uhde-i tasarrufunda olmayıb mezrâ‛-i şemsiyye ta‛bîr olunan arâzî olmakla bu
arâzînin bazısı hâlî ve muattal olub bazısı dahi civârında bulunan kurâ ahâlîsi
tarafından zirâat olunmakda olduğu anlaşılmış olduğundan bu dört nev‛ arâzîden
bâlâda beyân olunduğu üzere nev‛-i evvel add olunan yani sırf mülkiyyet vech ile
tasarruf olunan arâzînin hâlî üzere ibkasıyla bundan başka zikr olunan üç nev‛
arâzîde ba‛d-ezîn arâzî-i emîriyye kanûn-nâme-i hümâyûnum ile tâpû nizâm-nâmesi
ahkâmının icrâ kılınması ve bunlardan hukûk-ı tasarrufiyyeyi isbât edecek esbâb ve
senedât-ı sahîhaya istinâden tasarruf olunan arâzî olduğu hâlde sâhiblerine yalnız
harc-ı intikal misillû harc alınarak nizâmına tevfîken tâpû senedi verilmesi ve
müstehakk-ı tefvîz olan arâzî dahi nizâm ve kanûnun ta‛yîn eylediği ahkâm ve
muâmelâta tatbîken bedelât-ı ma‛lûme ile tâliblerine tefvîz ve ihâle kılınması
zımnında kâffe-i arâzî feddân i‛tibâriyle tahrîr ve rakabe ve hakk-ı tasarrufu taraf-ı
mîrîye âid olub [308] müstehakk-ı tâpû olan arâzî tefrîk olundukdan sonra bir
karyenin civâr ve hudûdu dâhilinde bulunan arâzîden ahâlînin muhtâc olduğu arâzî
ragabât-ı mevki‛ye ve kuvve-i nebâtiyyesine göre a‛lâ ve evsat ve ednâ i‛tibâriyle ve
bî-fark erbâb-ı vukûfun ta‛yîn edeceği bedelât-ı misliyye ve tekâsît-i münâsibe ile
istîfâ olunmak şartıyla ahâlîye tefvîz olunması ve ahâlînin derece-i ihtiyâclarından
fazla kalan arâzî dahi bedelât-ı mukarreresi ber-vech-i peşin istîfâ olunmak üzere
bi’l-müzâyede tâliblerine ihâle kılınması ve kanûnen hukûk-ı tasarrufiyyesi sâbit olan
eşhâsın yedlerinde bulunan arâzî için dahi harc-ı intikal mikdârı yani yüzde beş kuruş
harc alınarak sâhiblerine tâpû senedi verilmesi”
Hıtta-i Irakiyye’deki arâzî-i akariyye hakkında 23 Şevval sene 1287 târihinde
sâdır olan fermân-ı âlî dahi hâiz ehemmiyyet olduğundan ânın da fikarât-ı
esâsiyyesini kayd edelim.
“... Hıtta-i Irakiyye’nin ekser arâzîsi iltizâm sûretiyle idâre olunub kimseye
bâ-tâpû tefvîz edilmemesi cihetle mültezimleri bi’t-tabi‛ müddet-i iltizâmiyyelerinde
[309] istifâdeye bakıb i‛mâr-ı arâzîye mukayyed olmadıklarından emr-i zirâat ve
filâhatca terakkiyât-ı matlûbe hâsıl olamamakda ve bu usûlün netâyic-i
muzırresinden olmak üzere Hıtta-i Irakiyye’de bulunan arâzî-i vasî‛a asâr-ı umrândan
hâlî kalmakda bulunduğundan ve bir mülkün terakki-i servet ve ma‛mûriyyeti
160
ahâlîsinin hukûk-ı tasarrufiyyece te’mînine mevkûf ve Bağdad vilâyetinin kabiliyyet-
i tabîiyyesi iktizâsınca emr-i zîrâat ve filâhatın oralarca irâde-i matlûbeye îsâli nezd-i
hümâyûnumda be-gâyet mültezem olub bunun esbâb ve vesâilinden biri de salifü’z-
zikr tasarruf-ı arâzî maddesinin ıslâhı kaziyyesi bulunduğundan arâzî-i mezkûrenin
kıt‛a kıt‛a bâ-tâpû tâliblerine ihâlesi esâsen karargîr olmuş ise de hatt-ı mezkûrenin
bundan ikiyüz sene evvel uğradığı sademât ve nakıliyyât-ı sekteyi istitâat-ı
mâliyeden ve zirâat ve filâhat-ı iktidârından mahrûm edildiğinden hem arâzî zirâat ve
i‛mâr edilmek hem de eshâbı müstefîd olmak üzere evvel vakit yine eshâbının re’y
ve muvaffakatleriyle ekser arâzî cânib-i mîrîye alınıb mezrâ‛ası mîrî tarafından idâre
ve iltizâm ile bundan yirmi ve yirmiş beşde ve otuzda bir akar [310] nâmıyla
eshâbına terk ve tahsîs edilerek ve şimdiye kadar arâzî-i mezkûre üzerinde bu
muâmele ceryân etmiş ve arâzînin ol esnâda mevcûd bulunan eshâbı muahharen
munkarız olarak el-yevm esâsen hakk-ı tasarruf-ı mîrîde olub arz üzerinde yalnız
hisse-i akariyye bâkî kalmış olduğundan ve eshâb-ı akar ise arâzînin bir gûne tasarruf
ve temellüküne dahl ve taaruz etmeyib yalnız hisse-i akariyyeleri ne ise ânı aldıkları
gibi hisse-i akariyye arâzînin ma‛mûriyyeti nisbetinde terakki edeceği cihetle
mutasavver olan tedâbîr-i cedîde-i i‛mâriyye vâsıtâsıyla ânların istifâdesi dahi
tezâyüd eyleyeceğinden evvelâ senedât ile akara tasarrufu sâbit olanların eshâbı
uhdelerinde ibkasıyla olmayanlara cevâb i‛tâsı lazım geleceği misillû yedinde senedi
olmayıb da kırk sene müddet-i tasarruf eylediği mütehakkık olanlar hakkında dahi
senedât-ı mukayyede ile mutasarrıf olanlar gibi muâmele edilmesi sâniyen akara
merbût olub taraf-ı mîrîden satılacak arâzînin arâzî-i kanûn-nâme-i hümâyûnu
ahkâmı iktizâsınca arâzî-i emîriyye hakkında hakk-ı tâpû eshâbına olunan
muâmeleye tevfîken evvel-emirde bî-fark erbâb-ı vukûfun takdîr edecekleri bedel-i
misliyle sâhib-i akara [311] teklîf olunub istemediği hâlde bedel-i mezkûr ile ahâlî-i
mütecâvireye arz edilmesi ve ânlar dahi kabûl etmezlerse o hâlde müzâyede olunub
tâliblerine verilmesi, sâlisen ba‛demâ eshâbı yedinden satılacak arâzî akara merbût
ise ibtidâ sâhib-i akara teklîf olunub olmadığı hâlde başkasına satılması ve kezalik
bir arâzînin akarı eshâbı tarafından fürûht olunduğu vakit ol hisse-i akariyyenin üç
senelik hâsılatına kıyâsen senevîsi neye bâliğ olursa nihâyet on beş seneliği
i‛tibâriyle mutasarrıf-ı arza teklîf edilmesi ve olmadığı hâlde ahere fürûht olunması
ve her hâlde akar ile arâzî birlikde olarak gerek bir ve gerek müşterek birkaç kişiler
161
uhdesine olsun akarın başka ve arâzînin başka olarak fürûhtunun taht-ı
memnû‛iyyete alınması ve akar ferâg ve intikalinin dahi Bağdad vilâyeti defter-i
hâkanî müdürlüğü ma‛rifetiyle yüdürülmesi husûslarının usûl ittihâzı ve bir de sâhib-
i akara ve yahud ahâlî-i mütecâvireye bedel-i misliyle verilecek arâzî bilâ-özr üç sene
müddet-i i‛mâr olunub ta‛tîl edilirse yedlerinden nez‛ ile bi’l-müzâyede tâlibine
tefvîz olunacağının dahi i‛lân kılınması ...”
[312] Aşair-i bedeviyyeye cevelân-gâh olan Irak ve Suriye arâzîsinin hukûk-ı
tasarrufiyyesinin bir usûl ve kâideye rabtı nokta-i nazarından şu iki fermân
teşebbüsât-ı mühimme-i ıslâhiyyeden ma‛dûddur. O zamana kadar teâmülât-ı
tasarrufiyye hiçbir gûne eser-i ıttırâd ve intizâm irâ’e etmeksizin teâmülât-ı
mahalliyyeye göre ve muhtelif eşkâlde ceryân edecekler ki ândan sonrası için bir
fâide-i istinâd vaz‛ edilmiş olsun. Ancak bu usûl-i ıslâhiyyeden ahâlînin lâyıkıyla
müstefîd olması kendi lisânında ehliyyet-i tasarrufiyyenin epeyce tekemmül
eylemesine mütevakkıf olub halbûki şühûr ve kasabâta mütekarib yani umrâna
mücâvir olan mahaller ahâlîsinde hâssa-i istimlâkiyyenin neşv ü nemâ bulmuş olması
hasebiyle yalnız ânlar te’mîn-i istifâde ederek çöle mülâsık olan mahaller ahâlîsi o
hâssadan derece-i mütefâvitede mahrûm olmaları sebebiyle taht-ı zirâatlerindeki
arâzîye tasarruf edememişler ve ara sıra tasarruflarına geçen arâzîyi de şühûr ve
kasabâtdaki mütehavvilân müteneffizâna kapdırmışlardır.
322 senesinde Nâzım Paşa merhûmun taht-ı riyâsetinde Hıtta-i Irakiyye’ye
gönderilen hey’et-i ıslâhiyye yedine verilen ta‛lîmât-nâmenin ahkâmından biri de
[313] arâzînin parça parça zirâ‛a tefvîzi keyfiyyeti olduğu hâlde zirâ‛da isti‛dâd-ı
matlûbun henüz husûle gelmemiş olması hasebiyle bu bâbda bi’t-tabi‛ bir şey
yapılamamışdır.
Şimdiye kadar arâzî-i vasi‛a-i mebhûsenin lâyıkıyla i‛mârına mâni‛ olan
esbâbın en başlıcası ve belki sebeb-i müstakili oralarda asâyişin lâyıkıyla takrîr
edilememiş olduğunu söylemek zâiddir.
Ma‛lûmdur ki insânlarda cem‛iyyetle yaşamak ihtiyâcı yalnız celb-i menfaat
emeline ma‛tûf olmayıb ânın kadar da def‛-i mazarrat ilcââtına müsteniddir. Fi’l-
hakika beşer levâzım-ı hayâtiyyesinin istihsâl ve tedârükü emrinde yekdiğeriyle
te’sîs-i teâvüne ne derece müftekır ise mahlûkât-ı sâireden ve ale’l-husûs hem-
cinsinden tevârüd eden tecâvüzâta müdafaa emrinde de aynı teâvüne belki bin derece
162
fazlasıyla ve bir mecbûriyet-i mübreme mâhiyyetinde olarak muhtâcdır. Bildiğimiz
üzere eşref ve ekrem-i mahlûkât olan insânlar kadar hem-cinsine îka‛-i mazarrâta
meyyâl ve münhemik hiçbir mahlûk yokdur. Kabîleler, köyler ve nihâyet kasaba ve
şehirler ibtidâ-yı emirde bir ailenin insânı olmak i‛tibâriyle [314] hüsn-i şefkat
sâikasıyla tecemmu‛ etmiş olsalar bile şa‛bân-ı insâl arasında ihdâs-ı râbıta ve bu
râbıtayı tevsîk ve idâme eden sâik-i mücberine zikr olunan ihtiyâcdır. Ândan
dolayıdır ki efrâdı az olsun çok olsun her hangi bir cem‛iyyet-i beşerriyyenin
teşekkülü aralarında emniyyet-i mâl ve can ve ırz ve de‛âim-i sülüsesinin te’sîsine
vâ-bestedir.
Şu mukaddesât sülüsenin gerçi tecâvüze karşı vikâyeleri çok kere gayrın
muâvenetine arz-ı ihtiyâc etdirir ise de can ve ırzın şahsiyyetde meknûz olmaları ve
mâl ise şahsiyyetden hâric ve binâen aleyh daha suhûletle mümkünü’l-nez‛
bulunması i‛tibâriyle vikâyesindeki suûbet ve müşkilât ve muâvenet-i ahere ihtiyâc
diğer ikisinden nisbeten fazla olur. Şu müşkilât ve ihtiyâc-ı mezrûât ve mevâşî gibi
emvâlini merâkiz-i ictimâ‛iyyeden uzaklarda bulundurmak mecbûriyyetinde bulunan
zirâ‛ için kat kat tezâ‛üf eder binâen aleyh dâhilen efrâdın, hâricen hey’et-i
umûmiyyenin muhâfaza-i hukûkunu [315] tekâfül-i umûmî tahtında deruhte eden
hükûmetin himâye ve sahâbetine çiftciler diğer mesâlik erbâbından ziyâde muhtâc ve
aynı zamanda yazın cehennemî sıcakları ve kışın kuruducu soğuklarında cem‛iyyet-i
beşeriyyenin gıdâ-yı aslîsini yetişdirmeğe çalışan bu mütehammil ve sabûr insânlar o
himâye ve sahâbete hadd-i zâtında da ahakk ve elyakdırlar.
Zirâ‛ın canından azîz olan ve kendi kudret-i zâtiyyesiyle muhâfazasına tâb-
âver olamayacağı derkâr bulunan mezrûât ve mevâşisi samanlık ve âhûru âher
tarafından dûçâr-ı tecâvüz olmak tehlikesi mevcûd oldukca emr-i zirâatin inkişâf-ı
tabîîye mazhar olamayacağı pek tabîî bir keyfiyyetdir. Şehr ve kasabalar derûnunda
icrâ-yı san‛at ve ticâret eden esnâf akşâmın hulûlüyle dükkân ve mağazasını
kapatdıkdan sonra zâbıtanın sıyâneti tahtında mâlının mahfûz kalacağına mutmainen
ikametgâhına ne derece müsterîh-âne gidiyorsa çiftcinin dahi gündüzün tahammül-
fersâ yorgunluğuyla köyüne avdeti aynı istirâhat-i kalbe mukarin olmalıdır. Yoksa
mahsûs-ı mesâîsi hakkında endişe-i tecâvüz ve tahrîb ile bî-huzûr olan kimseden
[316] ne kadar mesâî beklenir.
163
Mevzû‛-i bahs etmek istediğimiz Beriyyetü’ş-Şam ile Hıtta-i Irakiyye erbâb-ı
şekavet ve cerâim için ilticâ-gâh-ı menba‛ olan çöle mücâvereti hasebiyle şimdiye
kadar eşkiyâ-yı urbânın tecâvüzâtından lâyıkıyla korunulamamış ve bâ-netice ni‛met-
i terakkiden bi-hakkın nasîbdâr olamamışdır. Hükûmet gerçi mütecâvizîn-i urbânı
te’dîb ve tenkîl için lede’l-iktizâ ta‛kîbâtda tekâmül etmekde ise de ta‛kîb
müfrezelerini bî-pâyân çöl ortasında eşkiyâ taharrîsine sevkdeki mahâzîr ve mehâlik
de nazar-ı ehemmiyyete alınacak husûsâtdandır.
Hakikat şu merkezde olmakla beraber havâli-i mezkûrenin tecâvüzât-ı
eşkiyadan tahlîsi sûretiyle te’mîn-i umrânı çaresi mefkûd da değildir. Şöyle ki
eşkiya-yı urbânın tasallutâtından sonra ânları bi’t-ta‛kîb tahrîbiyyesine uğraşılacağı
yerde ref‛-i def‛inden evlâdır kâidesine itbâ‛an eşkiyâ-yı merkûmenin tecâvüzüne
mâni‛ tedâbir-i mahsûsa ittihâzı bi’t-tabi‛ daha muvâfık olmak lâzım gelir. Bu
bâbdaki tedbîr ise urbânın hedef-i taarruzu olacak mahalleri aralık aralık askerî
merkezler ve karakollarla taht-ı inzibât ve muhâfazaya almakdan ibâretdir.
[317] Bu yolda ihtiyâr edilecek külfet ve masraf zann olunduğu gibi istiksâr
olunur bir raddeye varmaz. Çünkü urbân için dahi çölün her tarafı kâbil-i mürûr
olmayıb hîn-i seferlerinde su ve sâir levâzımca müşkilât çekmemek üzere muayyen
istikâmetler ta‛kîbine mecbûr olduklarından tecâvüz edecekleri mahaller de ma‛lûm
ve muayyerdir. Binâen aleyh bunların geçid yerleri askerî kuvvetle taht-ı inzibâta
alınırsa hiçbir fenâlığa muktedir olamayacakları ve bunların tecâvüzâtından dolayı
köy te’sîsiyle zirâatden mahrûm kalan erbâb-ı nâmûs ve mesâîden birçok bedevîlerin
asker himâyesi altında iskâna rağbet edecekleri tabîîdir. Bu mes’ele yalnız nazariyyât
ve vehmiyyâtdan ibâret olmayarak tecrübeten de sâbit olmuşdur. Haleb’de cihet-i
askeriyyece te’sîs edilen Hamra Çiftliğindeki cüzü’l-mikdâr asker sâyesinde
urbândan epeyce ahâlî iskân etmiş ve Hazîne-i Hâssa’nın mülgâ emlâk idâresince de
bu cihet pek ziyâde nazar-ı i‛tinâda tutularak münâsib mahallere karakollar te’sîs
etdirmek sûretiyle binlerce köy [318] teşkîline muvaffakiyyet istihsâl edilmişdir.
Ancak karakolhâne te’sîsinde mevk‛in intihâbı ne kadar basîrete muhtâc ise
urbânın iskân ve te’nîsleri de o kadar hazm ve ihtiyâta lüzûm göstereceğinden bu
bâbda hükmiyâne bir meslek ta‛yîni lâzımdır. Fi’l-hakika fukarâ-yı urbânı lede’l-îcâb
tecâvüzât ve taaddiyâtdan vikâye ve sıyânet edecek bir kuvvetin mevcûdiyyeti o
kuvvet etrafına toplanarak tedricen iskânlarını müeddî olur ise de bir tarafdan
164
tohumluk i‛tâsı gibi muâvenât ile teşvîk ve tergîbleri ve bir tarafdan da askere
alınmak ve def‛aten ağır vergilerle mükellef kılınmak gibi alışmamış oldukları
müz‛ic tekâlîfden bir müddet için olsun vâreste bulundurulmaları iktizâ eder
tecrübeten de sâbit olduğu üzere bu tedbîr aşâyir-i bedeviyyenin iskânı için en
muvaffakiyyet-bahş bir çaredir.
Aşâyirin emr-i iskân ve tavtînleri şu sûretle ve kemâl-i sükûnetle ta‛kîb ve
ikmâl olunursa hâl-i bedâvet yavaş yavaş mübeddel-i [319] medeniyyet olacağından
hele iki üç batın mürûrundan sonra eski ahvâl ve i‛tibârât tamamen zâil ve yerine
âdât-ı cedîde ve mütemeddine kâim olacağı derkârdır. Aşâirin meşâyiha inkıyâdları
aralarında tevzî‛-i adâlet eden yegâne merkez-i kuvvet olmalarından ve hîn-i iktizâda
himâyesine sığınacak başka ilticâ-gâh bulunamamakdan nâşî olmakla himâye-i
hakîkiyye ve müşfikayı hükûmetden gördükce meşâyihe olan inkıyâd-ı câhilâneleri
ve irtibât-ı hürmet-kârâneleri refte refte inhilâl-pezîr olarak hükûmete teveccüh ve
tevsîk-i merbûtiyyet ve alâka edecekleri tabîîdir netice ise her birerleri hukûk ve
vezâif-i şahsiyyelerini lâyıkıyla takdir ve idrâk edecekleri ve ancak uzman ezhâr-ı
alâim mevcûdiyyet edecek ehliyyet-i tasarrufiyyeleri üzerine taht-ı zirâatlerinde
îcâren bulundurulan arâzînin hukûk-ı tasarrufiyyesinin uhdelerine tefvîzi mümkün
olacağı ve bu mukaddemât-ı tabîîyye hakkıyla ihzâr ve a‛dâd edilmedikce urbân
uhdesine arâzî tefvîz olunsa bile beka-pezîr olamayarak yine erbâb-ı ihtirâs ve
tagallüb yerine intikal edeceği meydandadır.
[320]
Hükûmete Âid Müessesât
Devlete âid birtâkım müesseseler vardır ki az çok îrâdları vardır. Mekteb-i
Sanâyi‛, Haliç Köprüleri, Hicâz Şimendiferi, Seyr-i Sefâin İdâresi, Basra İdâre-i
Nehriyyesi, matba‛lar, Zirâ‛at Mektebleri, zirâat numûne tarlaları, Emniyet Sandığı,
Zirâat Bankası ve sâire bu cümledendir. Bunların kısmen îrâdı maksûd-ı bi’z-zât
olmadığı ve aksâm-ı mütebâkiyyesinden de Haliç Köprüleri ve Dolmabağce
Gazhânesi Şehr-i Emânetine terk ve devr olunduğu ve Seyr-i Sefâin idâresi ve Zirâat
Bankası ve Emniyyet Sandığı da umûmî büdcede gayr-i dâhil bulundukları ve Hicaz
Şimediferi hakkında da Şimendiferler bahsinde mücemelen ma‛lûmât verildiği
cihetle burada yalnız Basra İdâre-i Nehriyyesinden münhasıran bahs olunacakdır.
165
Dicle ve Fırat Nehirleri seyr-i sefâine sâlih-i enhâr-ı azîmeden oldukları hâlde
1285 târihine kadar yalnız yelkenli sandallar ve kelek ta‛bîr [321] olunur bir nev‛
tulumlu sallar vâsıtasıyla nakliyât icrâ edilmekde idi. Midhat Paşa merhûm Bağdad
vâliliği hengâmda ihtiyâcât-ı mahalliyyeyi nazar-ı dikkate alarak birisi Basra Körfezi
dâhiliyle sevâhil-i mütecâvirede işlemek ve diğeri de nehirlerde icrâ-yı sefer
etdirilmek üzere iki vapur idâresi teşkîl eylemiş ve hatta şimdiye kadar birinci ve
sonuncu def‛a olmak üzere Fırat Nehrinde Meskene’ye kadar bir vapur sevkine
muvaffık olmuş idi. Bilâ-hare bu iki vapur idâresi birleşdirilerek Ummân-ı Osmânî
İdâresi nâmıyla Bahriyye Nezâreti’ne merbût olarak idâre edilegelmiş ise de o
sıralarda (Lynch) nâmında bir İngiliz kumpanyası Basra ile Bağdad arasında seyr ü
sefer etmek üzere hükûmetden ruhsat istihsâl eylemiş olmak hasebiyle Ummân-ı
Osmânî İdâresi mezkûr kumpanyanın rekabetine ma‛rûz kalmışdır.
Zikr olunan iki nehirde vapur işletmek imtiyâzı muahharen Hazîne-i Hâssa’ya
verilmiş ise de bir müddet teşebbüsâtda bulunulamamış ve nihâyet 1316 senesinde
müceddeden vapurlar tedârüküyle oraya celb olunduktan sonra [322] Ummân-ı
Osmânî İdâresine âid dört ufak vapurla altı duba ve havuz ve fabrika ve bazı mebânî
Bahriyye Nezâreti’yle Hazîne-i Hâssa tarafından ta‛yîn olunan me’mûrlar
ma‛rifetiyle takdîr edilen sekiz yüz bin kuruş bedel mukabilinde Hazîne-i Hâssaca
iştirâ edilmiş ve bir tarafdan da yeni vapurlar tedârüküyle işe vüs‛at verilmiş idi.
Mezkûr İngiliz kumpanyası ahvâl-i ticâriyyenin Basra’da terâküm edib kalması
İngiliz ticâretini rahne-dâr etdiğinden ve Hazîne-i Hâssa’nın vapurları bu nakliyâta
kifâyet etmediğinden bi’l-bahs 322 senesinde bir üçüncü vapur daha işledilmek üzere
hükûmetden müsâade almış ve aldığı müsâadelerde vapurlara duba rabtını
me’zûniyyet-i musarrah olduğu hâlde duba rabtına da başlamışdır. Eyyâm-ı ahîrede
Dicle Nehrinde Hazîne-i Hâssa’nın sekiz vapuruyla on altı dubası ve Lynch
kumpanyasının da üç vapurla altı dubası işlemekde idi.
Nihâyet inkilâb-ı ahîr üzerine sâir emlâk-i hümâyûn ile birlikde Hazîne-i
Hâssa’ya merbût mezkûr İdâre-i Nehriyye dahi Hazîne-i Mâliye’ye devr [323]
olunarak el-yevm emâneten idâresine devam olunmakdadır.
Mezkûr idârenin fabrika ve müştemilâtı 320 bin ve vapurlarla dubalarında
(12,5) milyon kuruş kıymetinde demirbaş olub senevî bir buçuk milyon kuruş kadar
hâsılât-ı sâfiye vermekdedir.
166
Emlâk-i Devletin İştirâ Fürûht ve Ta‛mîri
Devlet, taht-ı tasarrufunda emlâk bulundurmak mecbûriyyetinde kaldıkca,
efrâd misillû iştirâ, fürûht ve ta‛mîr muâmelâtına da ma‛rûz olacağı tabîîdir.
Ancak efrâd, husûsât-ı mezkûrede tamamiyle kendi kanâ‛at-i zâtiyye ve
ictihâdât-ı şahsiyyesine göre hareket edebildikleri hâlde, şahs-ı ma‛nevî-i hükûmetin
vekîli olan me’mûrlar bu bâbda hâiz-i serbestî olamayacaklarından hatt-ı hareketleri
kavânîn ve nizâmât ve ta‛lîmât-ı mahsûsalarla mukayyed bulunur.
[324] Şurası bilhâssa hatır-nişân olmalıdır ki devlet emlâk-i gayr-i menkûle
iştirâsına kat‛iyyen havâ-hişger değildir. Meğer ki bir lüzûm-ı siyâsî ve askerî veya
idârî tahakkuk etmiş olsun ve yahud kendi matlûbâtının istîfâsı emrinde muztarr
kalmış bulunsun. Birinci sûretde lüzûm-ı iştirânın bekâsı müddetince elde tutarak o
lüzûmun zevâlinde derhal sâtar ikinci sûretde de dâire-i mülkiyyete giren yerleri
âcilen elden çıkarmağa mütemâyildir. A‛şâr-ı mültezem ve kefillerinden teferrug
etdiği emlâkı bir seneye kadar sâhib-i aslîsine iâdeten ferâğ etmesi zikr olunan
temâyülün neticesidir.
Her ne maksad vesile olursa olsun devlet nâmına bir mülkün teferrugu ferağı
gibi be-her-hâl Hazîne-i Mâliye’den me’zûniyyet istihsâline mütevakkıfdır. Emvâl-i
menkûleyi de mücerred isti‛mâl ve istihlâk için mübâyaa eder. Erzâk-ı mühimmât ve
levâzım-ı harbiyye, devâirin kırtâsiyyesi, mefrûşâtı mahrûkatı misillû. Bunların esnâ-
yı mübâyaasında satmak, temettu‛ etmek mütâlaası aslâ vârid değildir. Fakat istifâde
edilemeyenleri [325] derhâl satılır. Kıymet-ı harbiyye ve vaktiyyesi zâil olmuş sefâin
ve alât-ı harbiyye ve fersûdeleşmiş mefrûşât ve ehemmiyyet-i resmiyyesi kalmamış
defâtir ve evrâk misillû. Eyâdî-i nâsa geçmesinde mahzûr görülen top tüfenk gibi
eslaha ya kırılub isti‛mâle gayr-i sâlih bir hâle ifrâğından sonra ve yahud memleket
hâricine götürülmek şartıyla satılır. Kezalik evrâk ve defâtir-i resmiyyede be-her-hâl
parçalatdırılarak satılır. İçlerinde sû-i isti‛mâle âlet olabilecekleri satılmayarak ihrâk
sûretiyle ifnâ olunur.
Gerek gayr-i menkûle ve gerek menkûle olsun devletce mübâyaa olunan
şeyler emlâk-i devlet adâdına dâhil olacaklarından bunlardan emvâl-i gayr-i menkûle
sened-i hâkanîye rabt ve emvâl-i menkûlede mensûb olduğu dâirenin demirbaş
167
defterine kayd olunur. Emvâl-i gayr-i menkûlenin fürûhtu Hazîne-i Mâliye’nin iznine
mütevakkıf olduğu gibi emvâl-i menkûlenin hîn-i fürûhtunda da mâl me’mûrunun
huzûru şartdır.
Emlâk-i gayr-ı menkûle için istihsâl edilen senedler mukaddemleri mensûb
oldukları dâireler nâmına tanzîm olunagelirken [tarih yok] târihli [326] irâde-i
seniyye ile o gibi senedâtın Hazîne-i Mâliye nâmına tanzîmi teblîğ olunduğu hâlde
tatbîk edilememişdi. 325 senesi Muvâzene-i Umûmiyye Kanûnu bu bâbda ki
tereddüdü izâle eder ahkâmı muhtevî bulunduğundan o seneden i‛tibâren yeniden
alınacak senedâtın hazîne-i müşârün-ileyhâ nâmına tanzîmine başlanıldığı gibi eski
senedlerin de tebdîline teşebbüs olunmuşdur. Gerçi umûm emlâk-i emîriyyenin
senedâtı Mâliye Hazînesi nâmına tanzîm edilirse de ebniyye-i seniyye bundan
müstesnâdır. Şöyle ki:
“Umûm-ı mebânî-i mîriyye senedât-ı hâkanîsinin Mâliye Hazînesi nâmına
tanzîmi ve senedâtın hazînede hıfzı husûsuna irâde-i seniyye-i cenâb-ı hilâfet-penâhi
şeref-sâdır olduğu ve bir nizâm-nâme-i mahsûsa ahkâmına tâbi‛ bulunan bi’l-cümle
ebniyye-i seniyye ile mütemmimât ve teferrüâtının ve emlâk-i hâkanînin bu
muâmeleden istisnası tabîî olduğundan âtiyen bir sû-i tefehhüme mahall kalmamak
üzere âna göre muâmele îfâsının cümle-i irâdât-ı seniyye-i hazret-i pâdişâhîden
bulunduğu” bi’t-tezkere-i sâmiye bildirilmiş olduğundan keyfiyyet 19 Mayıs sene
328 târihli ta‛mîm [327] ile me’mûrîn-i mâliyeye teblîğ olunmuş ve defterhânece de
mülhakâta bildirilmişdir. Zâten ebniyye-i seniyyenin ta‛mîrâtı da bir ta‛lîmât-nâme-i
mahsûsa tevfîken Hazîne-i Mâliye’den ta‛yîn edilen bir ta‛mîrât müdürünün taht-ı
riyâsetinde komisyon mahsûsunca icrâ edilir, senevî kırk sekiz bin lira tahsîsâtı
büdceden tesvîye edilir.
Hükûmet esâsen istirâ edeceği şeylerle inşâât ve ta‛mîrâtı münâkasa ve
satacağını da müzâyede ile icrâ eder. Ebniyye-i emîriyye ve vakfiyyenin inşâat ve
ta‛mîrâtı hakkında 19 Temmuz sene 293 târihli eski bir nizâm-nâme mevcûd ise de
bey‛ ve fürûht için mâ-bihi’t-tatbîk kavâid-i umûmiyye ve esâsiyyeyi hâvî elde bir
nîzâm ve kanûn yokdur. Düvel-i mütemeddinin bir çoğunda müstakil kanûnları
bulunmak cihetiyle bizde de hükûmete âid emvâl-i gayr-i menkûle ile eşyâ-yı
menkûlenin fürûhtu hakkında bir ve hükûmetce mübâyaa olunacak eşyâ ve icrâ
etdirilecek nakliyât hakkında da diğer bir kıt‛a kanûn lâyihası hazînece geçen 327
168
senesinde ihzâr ve Bâb-ı âli’ye takdîm olunmuş ise de henüz iktisâb-ı [328]
kanûniyyet edememişlerdir.
Nizâmât-ı mahsûsaya tâbi‛ olan ma‛âdenin, ormanların ve sâirenin emr-i
müzâyedelerinde ahkâm-ı husûsaya tatbîk ediliyorsa da ahvâl-i umûmiyye de a‛şâr
nizâm-nâmesinin müzâyede hakkındaki ahkâmı mâ-bihi’t-tatbîk ittihâz
olunmakdadır.
Devâirce vukû‛ bulacak mesârifâtdan beş bin kuruşa kadar olanları devâir
bilâ-istîzân yapabilir ise de ândan fazla olursa Bâb-ı âlî’den istîzân eder. Ebniyye-i
emîriyye ve vakfiyyenin inşâât ve ta‛mîrâtına müte‛allik nizâm-nâmenin üçüncü
maddesinin muaddil zeyli mûcibince bin kuruşa tecâvüz eden inşâât ve ta‛mîrâtın ve
bunlara müte‛allik mübâyâtın lede’l-îcâb bilâ-münâkasa icrâsına nezâr-ı mes’ûlle
mülâkîdâr (10 Kunûn-i Sâni sene 327 tezkere-i sâmiye] add edilmişdir. Binâen aleyh
bu bâbda hazîneden mülhakâta icrâ kılınan 30 Nisan sene 328 târihli teblîgâtda bin
kuruşa kadar olan mübayaât ve inşâât ve ta‛mîrâta âid bir masrafın te’diyesi için
muhâsib-i mes’ûllerince münâkasa evrâkı aranılacağı [329] ve bin kuruşdan fazlası
için münâkasa evrâkı yahud o işin bilâ-münâkasa yapılması için nezâret-i âidesine
yazılan tahrîrât ile nezâretin me’zûniyyetini hâvî emir-nâmenin aslı veya sûret-i
musaddakaları alınmadıkça te’diyât-ı icrâ edilemeyeceği bildirilmişdir.
Mesârif-i müteferrikadan dahi örfen ve âdeten sened alınmasına imkân
olmayan mesârifâtda sarf eden me’mûr tarafından tanzîm olunacak musaddak
müfredâtlı defter ve sened alınması mümkün olan mesârifâtdan mikdârı kırk
kuruşdan dûn olanlar için yine me’mûrun müfredâtlı pusulası ve fakat bundan
yukarısı için eshâb-ı istihkâkdan alınacak pullu senedâtın evrâk-ı müsbete olacağı 24
Kanûn-i Evvel sene 327 târihli umûn-nâme ile hazîneden mülhakata bildirilmişdir.
Memâlik-i mütemeddine de müzâyede ve münâkasa için el-yevm ile usûl cârî olub
biri alenî diğeri kapalı zarf usûlüdür. Bizde kadîmden biri müzâyede ve münakasa-i
aleniyye usûlü cârî ise de eyyâm-ı ahîrede kapalı zarf usûlüne mürâcaat
edilmekdedir. Şu iki [330] usûlün her hangisi olursa olsun bir kâide-i esâsiyye vardır
ki âna dâima riâyet olunur. Şöyle ki müzâyede veya münâkasa olunacak eşyâ ve
levâzımın veya vücûda getirilecek masnû‛ât ve inşââtın ecnâsı ve mikdârı ev evsâf-ı
mümeyyizesi teslîm ve tesâlim olunacak zamanı ve bedelin tekasîti ve taahhüdâta
karşı gösterilecek te’mînâtın nev‛ ve mikdârı ve nihâyet muddet-i müzâyede ve
169
münâkasanın evvel-be-evvel her türlü şekk ve tereddüdden azâde olarak bir uzman
ta‛yîn ve tasrîhi ile i‛lânı lâzımdır. Tâki o işi taahhüd edeceklerin sem‛-i ıtlâ‛lârına
îsâl-i keyfiyyetle rekâbet-i matlûbeye imkân hâsıl olsun. Müzâyede ve münâkasanın
bâlâda zikr olunan şerâit-i esâsiyyesine işin îcârına göre bazı şerâit-i müteferri‛a da
ilâve olunabilir. Ancak şerâit-i müzâyede ve münâkasanın tertîb ve tanzîmi zann
olunduğu kadar kolay olmayıb en ziyâde i‛mâl-i fikr ve reviyyete muhtâc ve pek
muğlak ve karışık bir işdir. Çünkü devletin menâfi‛î doğrudan doğruya bu
[331]şerâitin îcâb-ı hâle tamamiyle muvaffakatine merbûtdur.
Meselâ alınacak ve satılacak eşyâ için tâliblerince fabrika veya şürekâsıyla
muhâbere edebilecek kadar meydan ve zaman verilmesi fiyâtı tebeddülât-ı serî‛aya
ma‛rûz eşyâda ihâle-i kat‛iyye zamanının mümkün olduğu kadar kabûl-i ta‛yîni ve
eşyânın ta‛yîn nev‛ ve evsâfından piyasada mebzûl olanın esâsî tutulması ve hukûkun
mümkün olduğu kadar taahhüd altına girmesinden ictinâb olunması ve tâlibler
beyhûde iz‛âc ve tevhîş edilmemek üzere bilâ-lüzûm ağır taahhüdât ve tazmînât vaz‛
edilmemesi gibi.
Müddet-i müzâyede ve münâkasa dâimâ iki kısım olur. Birisi karar-ı dâde
zamanına ve yahûd zarfların küşâdı vaktine kadar geçen ve ikincisi de ihâle-i
kat‛iyyeye kadar mürûr eden zamandır ki ikincisine askıya çıkarmak denilir. Birinci
müddetde istisnâî bir şart musarrah olmadıkca az çok ne zamm ve tenzîl edilirse
kabûl olunur. İkinci müddetde ise yüzde üç veya beş gibi [332] bir nisbet-i muayyene
dâhilinde tenzîlât ve zamâim vukû‛ bulunmadıkca kabûl olunmaz. Te’mînât dahi iki
nev‛dir. Birisi te’minât-ı muvakkatedir ki ancak tâlibler meyânına duhûlü te’mîn
eder. Diğeri de te’minât-ı kat‛iyyedir bu te’mînât ihâle-i kat‛iyyeden sonra
müteahhid-leh taahhüdâtını tamamiyle îfâsını te’mînen alınır.
Devâir-i emîriyyece icrâ olunacak münâkasa ve müzâyedelerde Ticâret
Odasında mukayyed olunduğuna dâir şahâdet-nâme ibrâz etmeyen tüccâr ve
dellâlların müzâyede de paylarının kabûl olunmaması Ticâret ve Sanâyi‛ Odaları
nizâm-nâmesinin 45. maddesi ahkâmından ise de el-yevm riâyet olunmamakdadır.
“Bundan böyle devletin mübâyaasına mecbûr olduğu eşyânın Teb‛a-i Devlet-i
Aliyye’den olan tüccârdan mübâyaa edilmesi ve mübâyaası iktizâ eden eşyâdan
mutlak Avrupalı tüccârın vereceği şey olduğu takdîrde bu bâbda dahi ileride Hazîne-i
Celilece da‛vâ kapısı küşâdına mahall bırakılmaması ve Avrupa’dan celbine muhtâc
170
eşyânın i‛tâsına teb‛a-i [333] Devlet-i Aliyye’den müteahhidler zuhûr eylediği hâlde
tercîhen teb‛a-i Osmâniyye’den olan tüccâr ve müteahhidlere sipariş kılınması
husûsunun usûl ittihâzı Meclis-i Vükelâ kararıyla bi’l-istîzân sâdır olan irâde-i
seniyye iktizâsından olduğu 21 Mart sene 305 târihli tezkere-i sâmiyye ile bildirilmiş
ve taşralara ta‛mîm kılınmış idi. Muahheren vârid olan 28 Nisan sene 326 târihli
tezkere-i sâmiyyede de icâbının münâkasât ve müzâyedâta iştirâki için uhûd-ı
atîkadan mütevellid imtiyâzlarından ferâgat etdiklerinin mensûb oldukları sefâret ve
konsololatoca tasdîk etdirilmesi ve aksi hâlde teb‛a-i Osmâniyye’den mu‛teber kefîl
irâ’esine mecbûr tutulmaları emr ve iş‛âr olunmuşdur.
Mebânî-i emîriyyenin ta‛mîrâtında sâlifü’z-zikr 19 Temmuz sene 293 târihli
nizâm-nâme hükmüne itbâ‛ edilir.
Emlâk-i emîriyyenin îcârında da yine müzâyede usûlüne mürâcaat olunur. Şu
kadar ki mübânî-i askeriyye dâhilinde bulunan bakkal dükkânlarını istîcâr edecek
eşhâsın erbâb-ı iffetden ve mücerreb kimselerden olmaları lüzûmuna [334] mebnî bu
gibi dükkânların îcârı için cihet-i askeriyyece ta‛yîn olunacak şerâit-i husûsiyye ve
umûmiyyenin hakk-ı murâkabe ve teftîşi alay ve tâburlara âid olmak ve müzâyedeye
iştirâk edeceklerin hüsn-i hâlleri cihet-i askeriyyece tasdîk edildikden sonra payları
kabûl olunmak muktezî olduğu 1 Kanûn-i Sânî sene 327 târihli ta‛mîm ile
bildirilmişdir.
Bi’l-umûm mebânî-i emîriyyenin harîk tehlikesine karşı sigortaya vaz‛ı
zımnında ibtidâî bir teşebbüsde bulunulmuş ise de henüz neticeye îsâl
olunamamışdır. Zimem-i emîriyyeye mukabil tefevvüz olunan emlâkın fürûhtu
hakkında 16 Mayıs sene 327 ve 17 Ağustos sene 327 târihli iki kıt‛a ta‛mîm vardır.
Bunlardan birincisinde “Bedelât-ı tefevvüziyyesi on bin kuruşa tecâvüz etmeyen ve
inde’l-müzâyede bu bedelle veya fazlasıyla teferruguna tâlib bulunub bedelât-ı
mukarreresi mahallî meclis idârelerince hadd-i lâyık görülenlerin ihâleleriyle
hazîneye ma‛lûmat i‛tâsı kuyûd-ı mebhûse hâricindekilerin ihâlât-ı evveliyye ve
ihâlât-ı kat‛iyyeleri için hazîneden me’zûniyyet alınması” bildirilmiş ve ikincisinde
de “müddet-i müzâyedeleri hitâm bularak bedelât-ı mukarreresi[335] mahallî meclis
idârelerince hadd-i lâyık görülen emlâkın ihâle-i evveliyyeleri için sebk edecek
istîzâna muvâffakati hâvî olarak nezâretden cevab vüdûd etmeyince bi’t-tabi‛ ihâle-i
evveliyye icrâ olunamayacağı ve şu takdîrce müzâyede müddetinin henüz hitâm
171
bulmamış demek olduğuna nazaran böyle müzâyede arasında mikdârı her ne olursa
olsun vukû‛ bulacak zamâimin kubûlü tabîî ve ihâle-i kat‛iyyenin târih-i istîzânından
ol-bâbdaki cevabının teblîgatına kadar güzerân olacak müddet zarfında zamm kabûlü
câiz olub olmayacağı mes’elesine gelince ihâle-i kat‛iyye için ta‛yîn ve î‛lân olunan
müddetin hitâmıyla ragabâtın inkıtâ‛ından ve bedel-i mukarrerin meclis-i idâre-i
mahalliyyece hadd-i lâyık görülerek ihâle-i kat‛iyyesi nezâretden istîzân olundukdan
sonra pay kabûlü gayr-i câiz olub ancak Hazîne-i Mâliye bir mâlî bedel-i
mukarreriyle satıb satmamakda muhayyir olduğu cihetle ihâle-i kat‛iyye müddetinin
mürûrundan sonra şâyân-ı ehemmiyyet bir zamm vukû‛ bulursa bu hakk-ı hıyâra
binâen hazînece müzâyedesinin feshiyle mâlın zamm-ı ahîr üzerine tekrar
müzâyedeye vaz‛ı sûreti teblîğ edilmek üzere hazîneye iş‛âr-ı keyfiyyet olunması”
teblîğ olunmuşdur.
[336]
İnhisârlar
Şimdiye kadar bahsi geçen emlâkda, devlet serbestî-i rekâbet kâidesine riâyet
etmekde ve kavâid-i iktisâdiyye ve mâliye dâiresinde te’mîn-i menâfi‛e çalışmakda
olduğunu görmüş idik. Devletin yine emlâka müte‛allik bazı muâmelâtı vardır ki
ânlara serbestî-i rekâbet kâidesi cârî olmaz hükûmet bi’l-cümle menâfi‛î kendisine
hasr eder.
İnhisar; efrâdın rekâbetini men‛, ef‛âl ve harekâtını takdîr ve takyîd etdiği için
bir nokta-i nazardan bir teklîfdir. Kendinde san‛at-ı hâkimiyyete teferru‛ eden asâr-ı
tecebbür mevcûddur. Binâen aleyh bi’l-vâsıta alınan tekâlîfden mahiyyeten hiç bir
farkı yokdur. Bu mutâlaaya göre hâsılâtı rüsûm-ı devlet kabilinden sayılmak iktizâ
eder. Diğer bir nokda-i nazardan da emlâkın bütün eşkâl ve evsâfını irâ’e etdiği için
emlâkdır. Devlet inhisârda kendi vezâif-i idâriyyesinin îcâb etdirdiği muâmelât-ı
resmiyye ile değil efrâda yakışan zirâat [337] sanâ‛at ve ticâret meşgalelerini deruhte
etmişdir.
Her hangi nev‛den sayılırsa sayılsın inhisarlar dersimizin programında dâhil
bulunmak hasebiyle burada bahs edeceğiz.
İnhisâr, efrâdı rekâbetden men‛ etmek sûretiyle devletce icrâ olunan zirâat ve
sanâ‛at ve ticâret işleridir.
172
Devletlerce inhisârların vaz‛ ve tesîsine sâik olan esbâb taharrî edilecek
olursa bunların bidâyeten az çok mâlî birtâkım efkâr ve mülâhazâta tebean te’sîs
etmiş oldukları nümâyân olur.
Fakat bazı inhisâlar devletin îfâsı uhdesine müterettib vezâif-i idâriyyeye
ta‛alluk ve temâs eylemekde oldukları cihetle onların maksad-ı vaz‛ ve idâresinde
menâfi‛-i millet ve devletin vikâyesi gâyesi mevcûddur.
Binâen aleyh inhisârları ikiye ayırmak lâzım gelir. Birinci kısım menâfi‛-i
umûmiyyeye müte‛allik inhisârlardır ki bunlarda menâfi‛-i mâliyenin tamamen ve
kâmilen taht-ı emniyyetde bulundurulması mülâhazası rehberdir.
İkinci kısım mâlî inhisârlardır ki bunlardan maksûd olan netice hazîne-i
devlete [338] vâridât tedârükü olub bir nev’ vâsıta-i cibâyet gibi telakki olunurlar.
Evvelâ birinci kısma sâniyen de ikinci kısma dâhil olan inhisârları sırasıyla tedkîk
edeceğiz.
Menâfi‛-i Umûmiyyeye Müteallik İnhisârlar
Memalik-i Osmâniyye’de bu kısma dâhil olan üç inhisâr vardır. Meskûkât
darbı, posta ve telgraf ve telefon münâkâlat ve muhâberatı ve bârût ve güherçilenin
i‛mâl ve fürûhtu inhisârları.
Meskûkât İnhisârı
Sikke - Eşyânın mübâdelesine ve verilen şeyin mikdârıyla alınmak istenilen
şeyin kıymeti arasında bir nisbet te’mînine vâsıta olub her yerde dâima kabûl edilen
bir şeydir. Binâen aleyh meskûkât-ı vâhid kıyas-ı dâd ü şited ta‛bîriyle ta‛rif olunur.
Milel-i kadîme bidâyeten kendilerine lâzım olan eşyâyı tedârük etmek için
[339] doğrudan doğruya mübâdeleden başka bir âlete mâlik değil idiler. Bundan
büyük müşkilât bazen de imkânsızlıklar tahaddüs ediyordu. Binâen aleyh sikke bu
müşkilâtdan istihlâs için hüsn olunan ihtiyâcdan doğmuşdur.
Her zaman ve her memleketde meskûkâtın i‛mâli hükûmete mahsus bir
imtiyâz olarak kabûl edilmişdir. Bu inhisârın lüzûm-ı vaz‛ı muhtâc-ı îzâh değildir.
Herkesin sikke i‛mâlinde serbest bırakılamayacağı bedîhîdir. Muâmelât-ı
173
ticâriyyenin taht-ı emniyyetde ceryânı mübâdeleye âlet olan meskûkâtın gerek taklît
ve gerek ayârının gâyet sıkı bir muâyeneye tâbi‛ tutulmasını müstelzemdir. Bu işde
salâhiyyetdâr olan ise hükûmetdir.
Lakin bu inhisârda i‛mâl ile mevki‛-i tedâvüle vaz‛ı yekdiğerinden tefrik
etmek îcâb eder zîrâ mevki‛-i tedâvüle ihrâc serbest olmalıdır. Şu kadar ki bu serbestî
memlekete vâhid-i kıyâs ittihâz edilen meskûkâta münhasırdır.94
[340] Binâen aleyh inhisâr, vâhid-i kıyâs ittihâz olunan meskûkât için mevki‛-
i tedâvüle vaz‛ında değil i‛mâlde cârîdir.
Bu cihet anlaşıldıktan sonra hükûmetin bu inhisârı ne sûretle idâre etmesi
lâzım geleceği mes’elesi ortaya çıkar bu bâbda iki usûl vârid-i hâtır olur. Hükûmetin
meskûkât i‛mâlâtını bi’z-zât idâre etmesi ve yahud kendi nezâreti altında i‛mâlâtı
sanâyi‛-i husûsiyyeye terk eylemesidir. Şimdiye kadar meskûkâtın sanâyi‛i
husûsiyyece i‛mâl etdirilmesi hakkında vâki‛ olan ticâret bu şıkkın mahâzîrini
meydana çıkarmışdır. Zirâ hükûmet tarafından bu yoldaki i‛mâlâtın teftîşi hakkında
vaz‛ olunan şerâit, tatbîk olunan tedâbir ne kadar şedîd olursa olsun sû-i isti‛mâlâtın
tamamen önünü almak müteassirdir. Binâen aleyh her yerde meskûkât i‛mâlâtı
hükûmetlerin elindedir.
[341] Hükûmetce ihtiyâr olunan mesârife mukabil bir ücret alınarak meskûkât
darb olunur. Mümkün olduğu kadar sağlam yani kıymet-i ticâriyyesine müsâvî bir
kıymet-i tedâvüliyyeyi hâiz meskûkata mâlik almak için bu ücret lagv edilmeli veya
hiç olmazsa mesârif-i hakîkiyyeden fazla olmamalıdır.
Meskûkât-ı Osmâniyye öteden beri hükûmetce doğrudan doğruya idâre
edilmekde olan Darbhâne-i Âmire’de i‛mâl edilir.
Meskûkât hâsılâtı evvelâ altun meskûkâtdan elli bin kuruşa kadar yüzde kırk
para ve elli bir binden yüz bine kadar yüzde otuz para ve yüz binden ziyâde için yüz
kuruşda onbeş para ve gümüş meskûkâtda yüz bin kuruşdan ziyâde yirmilik
mecîdiyyeden yüz kuruşda doksan para ve Hicaz demir yolu menfaatine âid olarak
94 Gümüşün tenezzül kıymetinden nâşî bi’l-cümle düvel-i ecnebiyye büyük kıt‛ada gümüş meskûkât darbını men‛ ve küçüklerin mikdârını temdîd ile yeniden gümüş sikke darbından ferâgat etmeleri üzerine bizde dahi 1297 senesinde ba‛demâ kat‛iyyen mecîdiyye darb olunmaması ve hâm gümüşden asla meskûkât darb olunmayıb eski ve silik mecîdiyyelerin bi’l-izâbe aksâma tahvîli karargîr olmuşdur. Binâen aleyh darbhânemiz hâricden ne mikdâr atun getirilirse ve kim getirirse mübâyaasına ve lira darbına me’zûn ise de gümüş mübâyaasına ve hâm gümüş külçesinden meskûkât darbına me’zûn değildir.
174
riyallerden tebdîlen darb olunan gümüş meskûkâtdan yüzde altmış para ücret alınır.
Sikke darbı ücûrâtından başka Darbhânenin ber-vech-i âtî vâridâtı vardır. Evvelâ
Ticâret ve Zirâat Nezâretinden meskûkât idâresine gönderilen ma‛âdenin tahvîl ve
izâbesi için karar-ı vechle beş bin dirhemden on bir [bin] dirheme kadar yetmiş altı
kuruş ve bundan fazla [342] beher beş bin dirhem için on dokuz kuruş alınmak
sûretiyle vukû‛ bulan hâsılâtdır. Sâniyen damga resmidir ki taâmül-i kadîmi vechle
idârece damga vurulan gümüş evânînin beher dirheminden dört ve dokuz yüz
ayârından dûn olduğu tebeyyün edib bilâ-damga iâde kılınan evânînin beher
dirheminden alınan iki paradan mütehassıl vâridâtdır. Sâlisen keffe i‛mâli için
Gümüşhane’den getirilen gümüşün beher yüz dirheminin 312,5 kuruşa idârece ahz ve
ba‛de’l-i‛mâl 331 kuruşa Gümüşhane’ye i‛tâsıyla arada hâsıl olan 18,5 kuruş farkdan
husûle gelen keffe hâsılâtıdır ki şimdilerde senede birkaç yüz kuruşdan ibâret
kalmakdadır. Râbiân pul ana kalıblarının i‛mâline mukabil devâir-i âidesinden
masraf mukabili alınan mebâliğden mütehassıl vâridâtdır. Hâmisen hâsılât-ı
müteferrikadır ki kısm-ı a‛zamî akçe farkı ve pek az mikdârı da fürûht olunan zâc
yağı şişeleri ve gümüş tozu ve remâd ve sâire esmânından ibâretdir.
Bu sûretle hâsıl olan vâridâtın 1327 senesindeki mikdâr-ı muhammeni
(79.300.000) kuruşdur.
[343]
Posta
Menâfi‛-i umûmiyyeye müte‛allik inhisârların ikincisi posta ve telgraf ve
telefon inhisârıdır. Hemen bi’l-cümle milel-i mütemeddine de posta umûru hükûmetce
taht-ı inhisâra alınmışdır zâten birçok müellifîn bu inhisârı hakayık-ı iktisâdiyyeye de
muvâfık görmekdedir. Gerçi bu inhisârın idâresini efrâda bahş etmek kabildir. Netekim
bu sûret evvelce bazı devletler tarafından tecrübe edilmiş hatta Almanya’da üçüncü
Frederik’in zaman-ı saltanatında te’sîs eden “Türen?” ve “Taksis?” posta idârelerinin
asâr-ı bâkiyyesi ancak 1866 senesinde zâil olmuşdur. Ancak bu inhisârın hükûmet
tarafından idâresinde esbâb-ı ciddiyye vardır.
Evvel emirde emniyet-i mülâhaza-i mühimmesi vârid olur. Bu emniyyet
mekâtibîn mahremiyyetine, muâmelâtın intizâmına, müdâfaa-i memlekete inzibât-ı
dâhile ve münâsebât-ı hâriciyyeye ta‛alluk etmekdedir.
175
[344] Şübhesiz hükûmet idâresi de azâde-i tenkîd değildir. Bazı def‛a
hükûmetler tarafından da mekâtibîn mahremiyyetine tecâvüz vâki‛ olmuşdur. Fakat
bunu yapan hükûmetler bu hareketleriyle memdûh değil makdûh olurlar. İkinci sebeb
idâre-i husûsiyye ile posta muâmelâtının memleketin her noktasına kadar îsâli
emniyyesinin vücûd-yâb olmasıdır. Zîrâ bir idâre-i husûsiyye muâmelâtında dâima
istihsâl edeceği menâfi‛î der-pîş eder bu sebeble muhâberâtın cüz‛iyyetinden nâşî
te’mîn-i istifâde kabil olmayan mevâki‛ ve köyler arasında muntazam postalar te’sîs
etmez. Halbûki memleketin her noktası en ba‛îd karyeleri arasında bile muhâberât ve
münâkalâtın te’mîni kaziyyesi gâyet mühim bir mes’eledir. Bu emele vusûl ancak
hükûmet idâresiyle kâbil-i husûldür. Fakat bundan da diğer bir mes’ele meydana
çıkar.
Posta ücreti hükûmet için bir menba‛-i vâridât olmalı mıdır? Gerçi ezmine-i
sâlife de inhisarın esâsı mâlî olduğu muhakkak ise de bugün bu fikr tebeddül etmiş
ihtiyâr olunan mesârif derecesinde ücret ahzı tarîki [345] ta‛kîb edilmekde
bulunmuşdur.
Fransa’da 1791’de hâsılât-ı sâfiyye hâsılât-ı gayr-i sâfiyyenin yüzde yetmişi
idi. 1890’da yüzde yirmi yediye 1908’de yüzde on üçe düşdü. Posta idâresi hey’et-i
umûmiyyenin 1910 senesindeki vâridâtı ise yüzde altıdan fazla değildir. Şu erkâmın
gösterdiği tenezzül mühim olmakla bereber bu vâridâtı da çok görenler ve resmin
daha ziyâde temzîlini isteyenler vardır.
Memâlik-i Osmâniyye’de posta muâmelâtı kâffe-i memâlik-i mutemeddinede
olduğu gibi bir hükûmet inhisârı sûretiyle idâre olunmuş ve bu bâbda vaz‛ edilen
kâffe-i nizâmâtda hükûmetin hâiz olduğu inhisâr ityân edilmekle beraber uhûd-ı
atîkanın tevsî‛ ve teşmîl-i hükmü sûretiyle te’sîs eden ecnebî postaları da icrâ-yı
muâmele etmekde bulunmuşlardır.
Serî Bey Efendi hazretleri uhûd-ı atîka hakkındaki eserlerinde şu yolda bast-ı
mütâlaa buyurmuşlardır:
“Bu postaların teşekkülü sarâhat-i ahdiyyeye müstenid değildir. Ma‛mâfî
sefâretler [346] kapitülasyonlarda mevcûd bazı mevâdda istinâd etmek istiyorlar.
1873’de Rusya ile akd olunan ticâret muâhedesinde “tarafeyn reâyasının ticâretini
teshîl meâlinde Devlet-i Aliyye cânibinin mükâtebe ve muhâberesini teshîl için
Rusya’nın re’s-i hudûduna amed ü şüd eden ulaklarının ve menzillerinin esbâb-ı
176
sür‛at ve levâzım-ı emniyyet ve istirâhatlerinin îfâsını taahhüd eder bu husûsun
Rusya devleti kezalik kendi tarafından îfâsını müteahhid olur” denilmektedir. Re’s-i
hudûd ta‛bîri ve muâmele-i mütekabilenin tasrîhi her devletin kendi postasını hudûda
kadar îsâl eylemesi maksadını gösterir.
Basarofca muâhedesinin 18. maddesinde “ademler Beç’den (Viyana’dan)
Asitâne-i Saâdet’e ve Asitâne-i Saâdet’den Beç câniblerine varıb geldiklerinde
kanûn-ı kadîm üzere yol emirleri verilib emin ve sâlim varalar geleler ve iktizâ
eyledikde kendülere muâvenet oluna” denilmiş ve Ziştovi muâhedesinin 13.
maddesinde “fî-mâ-ba‛d kuryelerin iyâb ü zihâbları kârkir te‛sîr olacak vechle iktizâ-
yı nizâmî icrâ eyleye” diye muharrer bulunmuşdur. Kuryelerin Dersaâdet ile [347]
Viyana arasında tahsîs-i amed ü şüdü ve elçilerin ulakları ta‛bîri bunlardan maksad
süferâ ile hâriciyye nezâretleri arasında muhâberât-ı resmiyyeyi nakl eden kurye
diplomatik olduğunu isbât eder.
Uhûd-ı kadîmede şu üç maddeden başka postalara işâret olmadığından ecnebî
postalarının mevcûdiyyet-i hâzıralarının bir esâs-ı ahdîye istinâdı iddiâsı vârid
olamaz.”
Hiçbir yerde tesâdüf olunmayan ve devletin hukûk-ı hükümrânîsini muhill
olan bu hâlin memleketimizde devâmına iğmâz etmek muvâfık değildir. Hükûmetce
bu nokta nazar-ı i‛tibâra alınarak ecnebî postalarının ref‛ ve ilgâsına çalışılmakdadır.
Bosna Hersek hakkında Avusturya ve Macaristan devletiyle münakkid 13/26 Şubat
sene 1909 târihli protokolün yedinci maddesi mûcîbince sâir ecnebî postahâneleri
mevcûd olmayan mahallelerdeki Avusturya ve Macaristan postahânelerinin lağvı
te’mîn edildiği gibi sâir mahallelerdeki postahânelerin ref‛î de taahhüd etdirilmiş ve
Lozan muâhedesiyle İtalya’dan da aynı muvâfakat istihsâl etdirilmişdir. Bunların
fi‛liyâta inkilâbı düvel-i sâirenin de istihsâl-i muvâfakatine menûtdur.
[348] Bizde de posta hâsılâtı ber-vech-i âtî envâ‛ varidâtdan terekküb eder.
Evvelâ dâhilî nizâm-nâme-i mahsûsda ta‛yîn edilen sikalet ve eb‛âdî tecâvüz
etmemek üzere kıymetli ve kıymetsiz posta paketlerinden tearrüfesine tevfîken alınan
posta ve bendiyye ücretleridir.
Posta paketlerinin ücreti âtîde gösterilen esâs üzerine hesâb ve ber-vech-i
peşîn istîfâ olunur.
177
1- İkisinin arasındaki vesâit-i nakliyye demir yol ve vapurdan ibâret bulunan
merâkiz ücûrâtı Marmara ile birlikde Bahr-i Siyah ve yine Marmara ile beraber Bahr-
i Sefîd ve bir de Bahr-i Ahmer ve her kol demir yolu bir dâire i‛tibâr edilerek
bunlardan bir deniz ve yahud bir kol demir yol üzerinde nakli olacak eşyâdan beş
kilograma kadar birinci dâire i‛tibâriyle dört kuruş ve bir deniz ile bir kol demir yol
ve yahud müteaddid deniz ve demir yol üzerinden nakl olunacak eşyâ için ikinci
dâire i‛tibâriyle yedi kuruş ücret alınacakdır. Beş kilogramdan ziyâdesi için beher beş
kilogram ve küsüründa zikr olunan iki dereceye göre dört ve yedi kuruş zamm
alınacakdır. Kıymetli paketler [349] için beher bin ve yahud küsûrundan başkaca bir
kuruş ücret-i te’miniyye alınır.
2- İkisinin arasında demir yol ve vapur bulunmayan merâkiz ücûrâtı:
250 grama kadar 4 4 4
250 gramdan 100[500] grama kadar 4 4 5
500 gramdan 1 kilograma kadar 4 6 8
1 kilogramdan 2 kilograma kadar 8 12 16
2 kilogramdan 3 kilograma kadar 12 18 24
3 kilogramdan 4 kilograma kadar 16 24 32
4 kilogramdan 5 kilograma kadar 20 30 40
Daha fazlalarının beher kilogram ve küsûru için 4 6 8
Bir vilâyet dâhili, birinci dâire; mülâsık olan vilâyet, ikinci dâire; arada diğer
bir ve birden ziyâde vilâyet olan mahaller, üçüncü dâire i‛tibâr olunur.
[350] İhbâr edildikten sonra nihâyet on güne kadar paketlerini ahz
etmeyenlerden mürûr edecek her hafta için paket başına kırk para arziyye alınır.
Sâniyen bir postahâneden muayyen akçe kabz edib de diğer postahâneden te’diyye
olunmak üzere emir verilen posta havâlelerinden alınan ücretdir. Posta havâlelerinin
hadd-i gâyesi iki bin kuruşdur. Alınacak ücret tearrüfesi mûcibince yüz kuruşdan
beşyüz kuruşa kadar beher yüzde yirmi para hesâbıyla istîfâ edilir.
Sâlisen: Âdî mektûblardan sevâhil-i Osmâniyye arasında bahren nakl
olunacaklarının beher onbeş gramı için yirmi ve dâhilî postalarla nakl olunacaklar
için kırk para ve taahhüd etdirilecek her mektûb için başkaca kırk para ve evrâk-ı
matbû‛a ve gazetelerden beher elli gramından iki para hesâbıyla alınan ücretlerle
derûnunda elli bin kuruşu tecâvüz etmemek üzere banknot ve tahvîlât ve eshâm ve
178
hisse-i temettu‛ koçanları ve kıymeti hâiz bu gibi evrâk-ı nakdiyye bulunan kıymet-i
mukaddereleri mektûblardan alınan ücretdir. Ücret-i mezkûre mektûbun usûlen posta
ücretinden ve taahhüd ücret-i muayyenesinden ve kıymet-i mukadderenin [351]
beher bin kuruş ve küsûru için kırk para hesâbıyla alınan ücret-i nisbiyyeden
ibâretdir.
Râbiân: Posta kutuları abone bedeli ve hâsılât-ı müteferrika-i sâiredir ki
nizâmât-ı mahsûsasındaki ahvâle göre tahakkuk eder.
Hâmisen: Umûmî ittihâd posta mukavelesi mûcibince âdî ve taahhüdlü ve
kıymet-i mukaddereli mekâtîb ve posta paketleri ve posta havâle-nâmeleri ve evrâk-ı
matbû‛adan alınan hâsılât ile düvel-i ecnebiyye postalarının imrâriyye ücretleri ve
dâhil-i ittihâd bulunan bazı memâlik ile teâtî olunan posta havâle-nâme ve paket ve
kıymet-i mukaddereli mekâtîbin Hükûmet-i Seniyye’ye âid hisse-i ücûrâtıdır.
Telgraf
Posta inhisârını istilzâm eden esbâb her yerde âna merbût olan telgraf
inhisârını vücûda getirmişdir. Memâlik-i Osmâniyye’de bu münhasıran hükûmetin
taht-ı idâresindedir [352] yalnız şimendifer kumpanyalarının kendilerine mahsûs
telgraf telleri var ise de bunları kendi muâmeleleri için isti‛mâl ederler muhâberât-ı
husûsiyyeye küşâde değildir.
Telgraf hâsılâtı evvelâ muhâberât-ı dâhiliyyeden alınan telgraf ücretleridir ki
el-yevm mer‛îü’l-icrâ bulunan taarrüfeye göre bir vilâyet dâhilindeki muhâberâtda
beher kelime on para olarak hadd-i asgarî beş ve mülhak vilâyetdeki merâkiz
beyninde icrâ kılınan muhâberâtda kelime başına ücret yirmi para ve taarrüfe-i asgarî
yedi buçuk kuruş ve daha uzak vilâyât için bir kelime ücreti kırk para ve taarrüfe-i
asgarîsi on kuruş ve Dersaâdet ve bilâd-ı selase merkezleri için yirmi kelimeden yüz
para ve yirmi kelimeden fazla olan telgraf-nâmelerin her on kelime fazlası için elli
para hesabıyla ahz ve istîfâ olunur. Sâniyen muhâberât-ı hariciyyeden alınan telgraf
ücretleri ile vâridât-ı ecnebiyye hâsılâtı 1903 sene-i mîlâdiyyesinde Londra’da
in‛ikad eden telgraf kongresinde ta‛dîl edilen beyne’l-milel telgraf mukavele-
nâmesinin mevâdd-ı mahsûsasıyla mukavele-nâmeye merbût taarrüfelerde muharrer
olduğu vechle istîfâ edilir. Sâlisen müteaddid sernâmeli telgraf-nâmelerden alınan
179
sûret ücreti ile akçe farkı ve satılan köhne eşyâ esmânı ve sâireden ibâret [353]
hâsılât-ı müteferrikadır. Posta ve telgraf vâridâtının 328 senesindeki mikdâr-ı
muhammeni 82.175.200 kuruşdur.
Telefona gelince: Bu posta ile telgrafdan farklıdır.
Telefon
Telefonun idâresi bazı yerlerde hükûmete mevdû‛ ve bazı memleketlerde
şürekât-ı husûsiyyeye metrûkdur. Hükûmât-ı Müttehide-i Amerika’da telefon da
telgraf gibi kumpanyalar tarafından işledilmekdedir. Orada her yerden fazla tevsi‛ ve
terakki etmişdir.
Tecârib-i vâkı‛a ile tebeyyün etmişdir ki sûret-i umûmiyyede hükûmet idâresi
idâre-i husûsiyyeden daha bahâlı bulunur. Bizde telefon Meşrutiyyet’den sonra
memlekete idhâl edilmiş ve evvel emirde devâir-i resmiyye beyninde vücûda
getirilerek muhâberât-ı resmiyyeye münhasır bulunmuştur. Fakat bu bedîa-i
medeniyyeden şehrimizi ilel-ebed mahrûm etmek kabil olamayacağı cihetle
Hükûmet-i Dersaâdet ve civarında bir telefon şebekesi te’sîsi ve işledilmesi inhisârını
Fransız, İngiliz ve Amerika sermâye-i vâridâtından mürekkeb bir şirkete ihâle
eylemişdir.
İmtiyâzın hudûdu:
Evvelâ Rumeli ciheti - Rumeli Kavağından bi’l-i‛tibâr Zekeriya Köyü, Bahçe
Köyü [354] Ayasağa ve Kağıdhâne Köyü, Alibey Köyü, Ramiz Çiftliği, Davud Paşa
Barûthâne Çiftliği nâm mevâki‛den mürûr ederek Ayastefanos’a müntehî olan bir
hatt ile ta‛ayyün eder.
Sâniyen Anadolu Sahili - Anadolu Kavâğından bi’l-i‛tibâr Kayakoz
Karakulak, Çavuşbaşı Çiftliği, Çerkes Köyü, Büyükbakkal Köyü ve Yakacık’dan
geçerek Pendik’de müntehî olan bir hatt ile ta‛ayyün eder.
Sâlisen Adalar - Müddet-i imtiyâz fermân-ı âlî târihinden i‛tibâren otuz
senedir. İmtiyâz menâfi‛-i husûsiyyeye âid hutûta şâmil değildir. Menâfi‛-i
husûsiyyeye âid hutût şunlardır.
Evvelâ hükûmetin hatları.
180
Sâniyen: Belediyeye âid mebânî ve müessesâtı ve ez-cümle müessesât-ı
harbiyye ve itfâiyeyi yekdiğere ve hükûmetin şebekesine rabt eden hutût.
Sâlisen: Bir şahsın veya bir şirketin taht-ı tasarrufunda bulunan emlâk ve
arâzînin hâricine çıkmamak şartıyla te’sîs eyleyeceği hutûtdur.
Sahib-i imtiyâz her sene tahsîl olunan işletme hâsılât-ı gayr-i safiyyesinin
yüzde on beşini hisse-i hükûmet olarak Mâliye Nezâreti’ne i‛tâ eyleyecekdir.
[355] Sahib-i imtiyâz hevâî ve tahte’l-arz hatlarının temdîdi ve ittisâl
hücrelerinin umûma mahsûs mükâleme merkezlerinin ve tevzî‛-i direklerinin tesîsi
için turuk- ı umûmiyye ile umûmî meydanları şart-nâme ahkâmına tevfîken isti‛mâle
salâhiyyetdârdır. Kabûl-i muvakkit târihinden i‛tibâren belediyeye ücûrât-ı âtiyeyi
tesviye edecekdir.
Evvelâ: Hevâî ve tahte’l-arz hutûtun imtidâd etdiği turuk ve mevâki‛n beher
kilometresi için senevî elli kuruş.
Sâniyen: Bi’l-cümle mebânînin yani seviye-i arza tecâvüz eden ittisâl
hücrelerinin ve umûma mahsûs mekâlime merkezlerinin ve tevzî‛-i sütûnlarının işgâl
etdiği arâzînin beher metre murabba‛ı için senevî bir Osmânlı lirası.
Şirket; ta‛rîfe iktirân etmiş olan bu mukavele-nâme mûcibince ameliyât-ı
inşâiye ve te’sîsiyyeye mübâderet eylemişdir. Vilâyât-ı sâirde telefonun ne sûretle
te’sîs edileceğine dâir umûmî bir karar ittihâz edilmemişdir.
Bârût İnhisârı
Menâfi‛-i umûmiyyeye ta‛allukundan dolayı hükûmet tarafından idâresi lâzım
gelen inhisârlar meyânına bazı devletler bârût ve güherçile i‛mâl ve fürûhtunu da
idhâl eylediler. [356] Bârût inhisârını muhikk göstermek için emniyet-i umûmiyye
mülâhazası ileri sürülmektedir.
Bazı müellifîn diyor ki burada iki muhtelif mes’ele birbirine karışdırılıyor hiç
şübhe yokki bârûtun i‛mâl ve fürûht ve isti‛mâli emniyet-i mâl ve canın îcâb eylediği
bi’l-cümle tehdîdâta tâbi‛ olmalıdır. Lakin bu maksadı te’mîn için el-yevm kabûl
edilmiş olan usûlden başka tedâbir-i inzibâtiyyeye tevessül eylemelidir. Müdâfaa-i
milliyye mes’elesine gelince: Hükûmet harb bârutunu i‛mâle devam etmeli ve bey‛
olunacak bârûtu sanâyi‛-i husûsiyyeye terk etmelidir.
181
Bârût inhisârı Fransa’da bî-hesâb vasatî on on bir milyon frank te’mîn eder.
Bu ufak meblâğ için yalnız günden güne dûçâr-ı inhitât olan bârûtculuk san‛atı imhâ
edilmekle kalmayıb ma‛dencilik de işkâl edilmiş olur. Zîrâ bârût ma‛dencinin
âletidir. Bu mülâhâzât Prusya, İngiltere, İtalya, İspanya’da bârût i‛mâlâtının serbest
bırakılmasına mûceb oldu. Bu inhisârın idâmesini mûceb esbâb-ı ciddiyye bugün
artık mevcûd değildir. Zîrâ keşfiyyât ve ihtirâât-ı feniyye ele’l-husûs mevâdd-ı
müşta‛ile hakkında tekessür etmekdedir.
[357] Binâen aleyh bugünkü bârûtların yerine yarın hükûmetin taht-ı inhisâra
almağa kâdir olamayacağı gâz komprimelerinin ve yahud terkîbât-ı sâirenin kâim
olmayacağını kim te’mîn eyleyebilir?
Memleketimizdeki usûl-i idâreye gelince: Her nev‛i bârût dinâmit ve lağım
fitilleri ve zarfları ve güherçile ve bârût yerine isti‛mâl olunmak üzere şimdiye kadar
îcâd olunmuş ve bundan sonra olunacak eczâ-yı nâriyye münhasıran Bârûthâne-i
âmire ma‛mülâtından olmak üzere mîrî cânibinden fürûht edilib bunların Memâlik-i
Mahrûsa-i Osmâniyye’de efrâd ma‛rifetiyle i‛mâli ve memâlik-i ecnebiyyeden her ne
nâm ve vesîle ile olursa olsun idhâli külliyen memnû‛dur.
Demir yollar, şoseler, rıhtımlar, limânlar, ma‛denler ameliyâtıyla kuyucu,
kireçci, taşcı, avcı, nişân atıcılar için lüzûmu olan her nev‛ bârût ve lağım fitil ve
zarfları ve eczâcı ve sâir ihtiyâca muktezî güherçile ber-vech-i âtî fiyâtlarla nizâm-
nâme-i mahsûs mûcibince kefâlet-nâme ve ruhsat-nâme ve te’mînât-ı sâire-i
mukteziyye irâ’e edildikden sonra Dersaâdet’de i‛mâlât-ı harbiyye müdüriyyetinden
ve vilâyât da silk-i askeriyyede kol ağalık rütbesine kadar tekâüd edilmiş zâbitân-ı
askerî tercîh [358] edilmek şartıyla teb‛a-i Devlet-i Aliyye’den emîn ve mü’temin
bâyi‛ler ma‛rifetiyle satılıyor. Dersaâdet ve vilâyât ve elviyede birinci nev‛ av bârûtu
kab bahâsıyla kıyyesi yirmi beş ve taş bârûtunun kıyyesi on iki ve lağım fitilinin
üzeri pamuk ipliğinden örmesiyle bu örmenin üstü ziftli bulunanların her on metresi
altı ve üzeri lastikli cinsinin on metresi on iki ve lağım zarfının on adedi on iki ve
güherçilenin şişe bahâsıyla beraber kıyyesi on dört kuruşa satılır.
Bâyi‛lere sikke-i hâlise olarak av bârûtunun her bir kıyyesinde dört ve taş
bârûtunun kıyyesinde bir buçuk ve fitilin on metresinde ve lağım zarfının on adedi ile
güherçilenin kıyyesinde bir kuruş ücret-i bey‛iyye verilir.
Bârût vâridâtının 327 senesinde mikdâr-ı muhammeni 7.451.500 kuruşdur.
182
Mâlî İnhisârlar
Bir maksad-ı mâlîyi ihtivâ eden inhisâr-ı sanâ‛îler hakkında devletlerin
ihtirââtı bî-hudûddur. [359] Lakin bu inhisârlar içinde hükûmetler tarafından
doğrudan doğruya işledileni pek azdır. Evvel-emirde Avrupa hükûmetlerinin bir
çoğunda tütünün i‛mâl ve fürûhtu inhisârına tesâdüf olunur. Fransa ve Yunanistan’da
kibrit i‛mâl ve fürûhtu İsviçre ve Rusya’da ispirto fürûhtu taht-ı inhisârdadır.
Umûmiyyetle tütün bir matrah-ı fevka’l-âde olarak tanınmakdadır. Lakin bu vergiyi
nasıl tahsîl etmek mes’elesi muhtelifün-fîhdir. Hükûmet gerek mevadd-ı ibtidâiyye
ve gerek hâsılât-ı ma‛mûleden resm-i istîfâ ederek i‛mâlâtı serbest mi bırakmalı veya
i‛mâlâta serbestî bahş ederek patent veya ruhsatiyye resmine mi tâbi‛ tutmalıdır?
Yoksa bunu taht-ı inhisârâ mı almalıdır? Şıkk-ı sânî kabûl edildiği hâlde de inhisârı
hükûmet mi idâre eylemeli yoksa bir şirkete mi ihâle eylemeli mes’elesi ortaya çıkar.
Bütün bu usûllerin müdâfileri ve muârizları vardır. Muhtelif memleketlerde eşkâl-i
mutenevvi‛a tahtında tatbîk olunmaktadır. İngiltere’de i‛mâlât serbest, zirâat
memnû‛dur. Almanya’da i‛mâl ve fürûht serbestdir zirâat-ı dâhiliyye oldukca ağır bir
virgiye tâbi‛dir.
İsviçre, Danimarka, İsvec, Norvec Hollanda gibi bazı memleketlerde zirâat ve
i‛mâl ve fürûht serbestdir. Lakin idhâlât, gümrük rüsûmuna tâbi‛dir. İlm-i iktisâd
nokta-i nazarınca tütün resmi tamamen tasvîb olunursa da bu resmin [360] inhisâr
sûretiyle cibâyeti mes’elesi ekser müellifînce tasvîb olunmuşdur. Binâen aleyh
inhisâr üsûlüne mürâcaat için başka bir sebeb aranmak lâzımdır ki mezkûr sebeb
inhisârın hazîne-i devlete te’mîn etdiği menâfi‛-i azîmedir.
Memâlik-i Osmâniyye’de bu kısma dâhil olabilecek üç inhisâr vardır. Tuz
istihsâl ve bey‛î, tütün i‛mâl ve fürûhtu, Memâlik-i Osmâniyye’ye ecnebi tömbeki
idhâli inhisârları.
Tuz
Memâlik-i Osmâniyye’de kesretle mevcûd bir maddedir memlahalar
mukaddemâ maâden hakkındaki ahkâma tâbi‛ tutularak bir müddet mukâtaa sûretiyle
idâre olunmuşdur. Tanzîmât-ı Hayriyye’den sonra hazîne uhdesine alınarak
emâneten idâresine başlanıldı. Bilâ-hare 9 Ramazan sene 278 târihli tuz ta‛lîmât-
183
nâmesi mûcibince tuz hâsılâtı hükûmetce taht-ı inhisâra alındı. 1862 târihinde
münakkid-i ticâret muâhedeleriyle de düvel-i muâhedenin bu inhisâra muvâfakatları
istihsâl edilmiş ve ândan sonra Memâlik-i Osmâniyye’ye hâricden tuz idhâli
külliyyen men‛ edilmişdir. İnhisâr-ı mezkûrun cibâyetine 1272 senesi Martından
i‛tibâren Rüsûmât Nezâreti me’mûr edilmişdi.
[361]Hükûmet-i Seniyye 21 Teşrîn-i Sânî sene 1879 târihli mukavele-nâme
mûcibince Memâlik-i Osmâniyye’de istihsâl ve istihlâk olunan tuz inhisârını da bir
müddet Galata Bankerlerine terk etdi. 28 Muharrem sene 299 târihli karar-nâme ile
de tuz inhisârı Düyûn-ı Umûmiyye vâridât-ı mahassas idâresine terk olunan vâridât
meyânına dâhil oldu. Tuz Düyûn- ı Umûmiyye idâresi ma‛rifetiyle memlahalardan
istihsâl ve ihrâc olunarak tuz anbarlarında göl tuzunun beher kıyyesi on altı paraya ve
kaya tuzunun yeni kıyyesi 24 paraya satılmakda idi. 97 senesinden i‛tibâren evzân
nizâm-nâmesinin mevki‛-i takbîk ve icrâya vaz‛ına irâde-i seniyye sâdır olması
üzerine memlahalarda deniz ve göl tuzunun beher klogramı 15 ve kaya tuzunun
beher klogramı 23 ve Trablusgarb memlahaları tuzunun beher klogramı 14 paraya
satılmağa başlanmışdır. Yukarıda beyân olunduğu üzere Memalik-i Osmâniyye’ye
ecnebî tuz idhâli külliyen memnû‛ olduğundan kaçak tuz sevk olunurken derdesti
halinde bi’l-müsâdere fiyât-ı merîsinin, iki katı hesâbıyla cezâ-yı nakdî ahz olunarak
bundan yüzde otuzu me’mûrîne ve mütebakî yüzde yetmişi muhbirlere i‛tâ olunur.
Ahiren neşr olunan 5 Ağustos sene 328 târihli harb vergisi kanûnuyla tuz fî-i mîrîsine
her kıyye-i cedîdde 10 para ve kıyye-i cedîdî 24 paraya satılmakda olan kaya tuzunun
fî-i mîrîsine de [362] iki para zamm edilmişdir. 327 senesinde tuz vâridât-ı
muhammenesi (116.964.000) kuruşdur.
Tütün
Mükeyyifât meyânında bulunan tütün; Amerika’dan Avrupa’ya ve
Avrupa’dan Memâlik-i Osmâniyye’ye sirâyet ve pek çabuk intişâr etdiği cihetle bir
zamanlar isti‛mâli pek şiddetli cezâlarla men‛ edilmiş ve hatta Avrupa da
mütehliklerinin i‛dâmına kadar varılmışdı.
Bu kadar şedîd tedâbîr-i mâni‛ye rağmen beyne’n-nâs isti‛mâli taammüm
eylemiş olmasından nâşî nihâyet müsâ‛ade i‛tâsına mecbûriyyet-i hüsn olunarak bir
184
bey‛iyye resmi vaz‛ edilmiş ve bu mahsûlûn Memâlik-i Osmâniyye’de rağbetdâr
olundukdan sonra da arâzî-i mezrû‛anın beher dönümü başına bir vergi tarh
edilmişdir. Bil-âhere tütünün inhisâr tahtında idâresi taht-ı karara alınarak 277
senesinde münakkid-i ticâret muâhedeleriyle Memâlik-i Osmâniyye’ye hâricden
idhâli men‛ edildi. İnhisârın sûret-i idâresini mutazammın 28 Zilhicce sene 278
târihinde bir nizâm-nâme kaleme alındı. Bu nizâm-nâme mûcibince tütüne kıyyede
on iki kuruş mürûriyye resmi vaz‛ olundu. Muahharen bu resmin mikdârı tezyîd ve
ta‛dîl edildi. 21 Zilkade sene 278 târihli nizâm-nâme ile de memâlik-i ecnebiyyeden
gelecek ma‛mûl sigâralar ile enfiyye ve ağız tütünü yüzde yetmiş beş idhâlât resmine
ve bunların bây‛ileri de mahsûlat-ı dâhiliyye bây‛ileri gibi bi’l-cümle rüsûma tâbi‛
tutuldu. 10 Receb sene 290 târihli kanûn mûcibince hükûmet tütün zirâatini [363]
serbest bırakmış ve şu kadar ki mahsûlün tahrîr ve tahmînini ve sûret-i fürûhtunu ve
fabrikâlarda i‛mâlini bazı kuyûd ve şurûta rabt etmişdir. Bu sûretle tütünün esnâ-yı
bey‛inde beher kıyye için üç kuruş mürûriyye resmi ve bandrol usûlü üzerine bir
sarfiyyât resmi ve ruhsatiyye kayd ve i‛tâsıyla fabrikalarda teftîş usûlü vaz‛ edilerek
Memâlik-i Omâniyye’de fabrika küşâd edilebilecek mahaller üç kısma ayrıldı.
Birinci kısmı senevî yüz yirmi bin, ikincisi seksen bin, üçüncüsü elli bin kuruşdan
aşağı bandrol sarf etmemeği taahhüd ederek kefâlet-i mu‛tebere ile ruhsatnâme
ahzına tâbi‛ tutulmuşlardır. İ‛mâl edilecek tütünler dört nev‛e tefrîk edilerek birinci
nev‛ için 30 ikinci nev‛ için 20 üçüncü nev‛ için 15 dördüncü nev‛ için 10 kuruş
sarfiyyât resmi ta‛yîn olundu. Bağdad ve Musul cihetlerinde hâsıl olan meşhûr tütünü
için mürûriyye ve sarfiyyât resmine mukabil kıyye başına sekiz kuruş alınmak da bu
kanûnun cümle-i muhteviyâtından idi. Sigâralar için de birinci nev‛ tütünden ma‛mûl
olanların beher bir danesine 30 ikinciden 20 üçüncüden 15 kuruş sarfiyyât resmi vaz‛
olunarak dördüncü nev‛iden sigâra i‛mâli men‛ olunmuşdur. Muahharen tütünlerin
nev‛î beşe iblâğ ve sarfiyyât resmi ber-vech-i âtî ta‛dîl edildi.
Birinci nev‛ 30
İkinci nev‛ 25
Üçüncü nev‛ 20
Dördüncü nev‛ 15
Beşinci nev‛ 10
185
[364] 1294 senesinde mevcûd kavâim-i nakdiyyenin ref‛ ve ilgâsı üzerine
sarfiyyât resmine yüzde elli resm-i munzamm vaz‛ edildi. Mürûriyye resmi de beher
kıyye de iki kuruş zamm ile beş kuruşa iblâğ olundu. El- yevm Musul sancâğıyla
Köysancak ve Raniye kazâları tütün istihsâlatında 7,80 kuruş ve Süleymaniye ve
Kerkük sancâklarından 5 kuruş olarak ahz edilmekde bulunmuşdur. Bu sancaklarda
istifâ edilen 5 kuruş resm evvelce 10 kuruş olarak vaz‛ olunmuş ise de bu tütünlerde
kalın yaprakların tefrîki, hurde olarak paketlere vaz‛ı gibi ameliyât icrâ edildiğinden
mahallî mesclis idâresinin kararı ve Şûrâ-yı Devlet’in tasvîbiyle bilâ-hare beş kuruşa
tenzîl edilmişdir. Mardin sancâğında zer‛ edilen tütünlerin nev‛inin âdîliği nazar-ı
i‛tibâra alınarak bir emr-i sâmî ile cârî olan bandrol usûlünün lağvıyla tütünün sancâk
dâhilinde istihlâk edildiği takdîrde müşteriden kıyye başına beş kuruş mürûriyye
resmi alınması emr edilmişdi. Âtîde beyân edeceğimiz vechle muahharen teşekkül
etmiş olan reji şirketinin zikr olunan havâliye karşı olan muâmelatı mine’l-kadîm
mevcûd olan rüsûm-i nizâmiyyenin tahsîline me’mûr edilmekden ibaret bulunduğu
cihetle oralarda inhisâr cârî olmayıb el-yevm bu rüsûm alınmakdadır.
Tütün öşrü hâric olmak üzere yalnız tütün inhisârı vâridâtının idâresi Galata
bankerlerine tevdî‛ edilmiş ve bilâ-hare 28 Muharrem sene 299 târihli nizâm-nâme
ahkâmına tevfîken Düyûn-ı Umûmiyye İdâresi’ne intikal [365] eylemişdir. Hârice
tütün sevkiyâtı hakkında mer‛î ve ma‛mûlün-bih olan kavânîn ve nizâmât ahkâmı
bâkî kalmak şartıyla dâhilen tütün inhisârının işledilmesi imtiyâzı hükûmet-i seniyye
ile Düyûn-ı Umûmiyye İdâresi’nin ittifâkıyla 20 Receb sene 1300 târihli şartnâme
mûcebince “Karadit? İnşatalid? ve Banker Balasçordir? ve Bank-ı Osmânî ve
şürekâsının ‘Memâlik-i Osmâniyye Duhânlarının Müşterekü’l-Menfaa‛ Reji Şirketi’
nâmıyla teşkîl eyledikleri bir anonim şirkete otuz sene müddetle i‛tâ olundu. Şirket iş
bu imtiyâz ile Memâlik-i Osmâniyye’nin bandrol usûlü cârî olan mahallerinde husûle
gelen umûm tütünleri kâmilen reji magaza ve anbârlarına koymak ve Memelik-i
Osmâniyye hâricine satılacaklardan mâ‛adâ ne kadar tütün kalırsa satın almak ve
bunlardan sarfiyyât-ı dâhiliyeye ayıracağı mikdârı eşkâl ve envâ‛i kanûniyyesi
dâiresinde i‛mâl ve fürûhât eylemek ve diğer mahallerde yani bandrol usûlü cârî
olmayan yerlerde devletce alınmakda olan resimleri tahsîl etmek ve memâlik-i
ecnebiyyeden idhâl edilen yaprak sigâra ağız tütünü ve enfiyyeden alınmakda olan
rüsûmu ve dâhilde tütün bâyi‛lerinden alınacak bey‛iyye resmini ve rüsûm-ı
186
ihrâciyyeyi tahsîl eylemek ve tütün mahsûlünün terakkisini teshîl ve zirâ‛a muâvenet
için îcâb eden meblağı bilâ-fâiz ikrâz ve bi’l-umûm tütün mahsûlâtını hıfz için
lüzûmu kadar anbârlar inşa etmek husûslarını deruhde eylemişdir.
Muharrem Kararnâmesi’yle tahsîl ve cibâyeti Düyûn-ı Umûmiyye İdâresi’ne
emâneten mevdû‛ olan tütün öşrünün de kâmilen reji mağaza ve anbârlarına vaz‛
olunacak tütünlerden arâzî yani reji idâresi gerek zirâ‛dan müba‛ya edeceği [366] ve
gerek ihrâcât için tüccâra fürûht eyleyeceği tütünler esmânından onda birini hükûmet
hesâbına bi’t-tevkîf hazîne-i celîleye veya emrine teslîm etmesi ve bu muâmele için
bir şey taleb etmemesi şart-nâmenin ahkâm-ı muhteviyyesi cümlesindendir. Reji
şirketi bu imtiyâza mukabil Hükûmet-i Osmâniyye’ye senevî maktû‛an 750 bin Lira-
yı Osmânî te’diye etmeği ve temettuât-ı seneviyyesinin dahi müşterekler beyninde
ber-vech-i âtî taksîmini taahhüd eyledi. Bedel-i maktû‛ ile sermâyenin yüzde sekiz
hesâbıyla fâizi, maârif-i idâre ve i‛mâliyye ve müessisinin komisyon hakkı olan
mebâliğden mâ‛adâ vâridât-ı sâfiyyede beşyüz bin liraya kadar kısmının yüzde otuz
beşinin Düyûn-ı Umûmiyye Meclis İdâresine ve yüzde otuzunun Hükûmet-i
Seniyye’ye ve yüzde otuz beşinin şirkete ve temettuâtın beş yüz bin liradan bir
milyon liraya kadar fazlasının % 34’ü Düyûn- ı Umûmiyye’ye % 39’u Hükûmet-i
Seniyye’ye % 27’si şirkete bir milyondan bir buçuk milyona kadar fazla-i temettu‛un
%30’u Düyûn-ı Umûmiyye’ye % 52 si Hükûmet-i Seniyye’ye %18’i şirkete ve bir
buçuk milyondan iki milyona kadar fazla-i temettu‛un % 20’si Düyûn-ı
Umûmiyye’ye % 70’i Hükûmet-i Seniyye’ye %10’u şirkete iki milyondan fazlasının
%15’i Düyûn-ı Umûmiyye’ye % 75’i Hükûmet-i Seniyye’ye % 10’u şirkete âiddir.
Bu esâs üzerine feji şirketinin ibtidâ-yı teşekkülünden yirmi beşinci sene-yi
nihâyetine kadar birinci tertîb dâiresinde % 30 hesâbıyla Hükûmet-i Seniyye’ye
temetuâtdan 908.506 lira almışdır ki vasatîsi senede 36.328 lira eder.
Tütün reji şirketinin târih-i teşekküle kadar Mısır’a giden tütünlerden 10
kuruş reftiyye alınırdı. Bilâ-hare Osmânlı tütünlerinin Yunan tütünleriyle te’mîn-i
rekâbeti için bu reftiyye beş kuruşa tenzîl edildi. 1304 senesinde bir kuruşa
indirilerek 1310 senesinde iki kuruşa iblâğ olundu.
Mısır’a giden tütünlerin cinsleri mütehâlif olduğu beyânıyla ale’s-seviye iki
kuruş reftiyye alınması muvâfık düşmediğinden bir aralık devletce cinsine göre bir
kuruşdan üç kuruşa kadar mütefâvit reftiyye alınması kabûl edilmiş iken bunun
187
tatbikâtında sû-i isti‛mâl anlaşılması üzerine 314 senesinde ale’s-seviye 2 kuruş
alınması takarrür etdi. Ahîren resm-i mezbûr 325 senesi Eylülünden i‛tibâren
altınmış paraya tenzîl edilmişdir.
[367]
Tömbeki
Memâlik-i Osmâniyye’de yerli tömbekiler tütünden tefrîk edilmeyerek ânınla
beraber tömbekiden alınan resm ile bey‛iyye de reji şirketine terk olunmuş ve
hâricden idhâl edilen ve yüzde yetmiş beş resme tâbi‛ tutulan ecnebî tömbekilerinin
rüsûmuyle bey‛iyyesi devlete âid bulunmuşdur.
Şu kadar ki yerli tömbekilerden rejinin bedâyet-i teşekkülünde iki kuruş
otuzbeş para alınır idi. El-hâletü hâzihi bunlardan dört kuruş alınmakda olduğundan
muahharen zamm edilen bir kuruş beş para da hazîneye âiddir.
Hükûmet-i seniyye ecnebî tömbekisinin Memâlik-i Osmâniyye’ye idhâliyle
fürûhtu imtiyâzını bir sûret-i mahsûsa da olarak 23 Mart sene 308 ve 4 Nisan sene
1892 târihinden i‛tibâren 22 Mart sene 1333 ve 3 Nisan sene 1917 târihinde kadar
ale’t-tevâli yirmi beş sene müddetle “Tömbeki Şirketi” ünvânı anonim şirketine i‛tâ
eylemişdir.
İş bu imtiyâz duhân rejisinin inhisârına dâhil olan mahallere mahsûs ve münhasıran
olub [368] vilâyât-ı mümtâze iş bu imtiyâzın hâricindedir.
Hicaz, Yemen, Bağdâd, Basra, Trablusgarb, İşkodra, Kosova vilâyetleriyle
Bingazi sacâğında şirket imtiyâz-ı münhasırını muhâfaza etmekle beraber bu
mahllerde müteferriken ahâlîye sastış mu‛âmelâtı ne sûretle cârî ise tagayyür
olunmayıb hâliya îfâsını taahhüd eylemişdir. Bu bâbda şirketle müteakid mukavele-
nâme mûcibince Hükûmet-i Seniyye Memâlik-i Osmâniyye’ye idhâl olunan her cins
ve nev‛ tömbekinin beher kilosundan tearrüfenin müddet-i devamı olan dokuz
senenin hitâmına kadar altın akçe olarak üç kuruş ve müddet-i mezkûrenin
inkizâsından i‛tibâren diğer dokuz sene müddetde beher kilosundan dört kuruş ve bu
müddetin hitâmından müddet-i imtiyâziyye nihâyetine değin yedi sene zarfında da
dört buçuk kuruş resm-i gümrük ahz edecekdir.
Bundan mâ‛adâ şirket-i merkûme senevî dört milyon kiloya kadar idhâl
edilen tömbekinin beher kilosu için hükûmet-i seniyyeye kırk para: dört milyondan
188
yukarı vukû‛ bulan idhâlâtın beher kilosu için dahi elli para inhisâr resmi te’diyesini
taahhüd eylemişdir. Şu kadar ki hükûmete âid resm-i inhisârın hâsıl eylediği meblağ
her ne mikdâra bâliğ olursa olsun şirket-i merkûme hadd-i asgarî olarak senevî kırk
bin Lira-yı Osmânîyi [369] Hükûmet-i Seniyye’ye i‛tâyı te’mîn eylemişdir. İdhâl
olunan tömbekinin mikdâr-ı seneviyyesi ber-vech-i bâlâ hadd-i asgarî olarak ta‛yîn
olunan kırk bin liralık meblağ-ı seneviyyenin muâdili bulunan dört milyondan
yukarısı için elli para rüsûm-ı inhisâriyyeyi resm-i gümrük ile beraber te’diye
edecekdir. Şirket-i mezkûre idhâl edeceği muhtelifü’l-ihtibâs tömbekileri satıcılar
ma‛rifetiyle hadd-i a‛zamî olarak ber-vech-i zîr ta‛yîn olunan fiyatdan daha yüksek
fiyatla ahâlîye fürûht etdirmemeği taahhüd eylemişdir.
Cins ü nev‛ î Kuruşu
İsfahan Tömbekisi
Birinci nev‛inin kilosu 27
İkinci nev‛inin kilosu 25
Keşan Tömbekisi
Birinci nev‛inin kilosu 25
İkinci nev‛inin kilosu 23
Şîraz Tömbekisi
Birinci nev‛inin kilosu 27
İkinci nev‛inin kilosu 27
Hicaz nâmı verilen Şîraz Tömbekisi
Birinci nev‛inin kilosu 23
İkinci nev‛inin kilosu 21
Üçüncü nev‛inin kilosu 20
189
BİBLİYOGRAFYA I. ARŞİV KAYNAKLARI
Başbakanlık Osmanlı Arşivi
1- İradeler
Dosya Usulü İradeler Tasnifi (DUİT)
Taltifat (İ.TAL)
Maliye (İ.ML)
2- Dahiliye Nezareti Sicill-i Ahval Defterleri nr. 135.
II. KAYNAK ESER VE İNCELEMELER
ATIF BEY, Arazi Kanunname-i Hümayunu Şerhi, İstanbul 1319.
BARKAN, Ömer Lütfi, Osmanlı Devleti’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi: Osmanlı
Devlet Arşivleri Üzerinde Tetkikler- Makaleler II, Yay. Haz. Hüseyin
Özdeğer, İ. Ü. Rektörlük Yayınları. İstanbul 2000.
CHALLAYE, Felicien, Mülkiyetin Tarihi, (Çev. Turgut Aytuğ), İstanbul 1969.
CİN, Halil, Mirî Arazi ve Bu Arazinin Mülkiyete Dönüşümü, Konya 1987.
CİN, Halil-Ahmet AKGÜNDÜZ, Türk-İslam Hukuk Tarihi, II, İstanbul 1990.
ÇALIŞ, Halit, İslam Hukukunda Özel Mülkiyet ve Sınırlamaları, Konya 2004.
ÇEKER, Orhan, Arazi Kanunnamesi, İstanbul 1985.
DEMİR, Fahri, İslam Hukukunda Mülkiyet Hakkı ve Servet Dağılımı, Ankara 1988.
ERGİN, Osman, Türkiye Maarif Tarihi, İstanbul 1977.
FENDOĞLU, Hasan Tahsin, Osmanlı Hukukunda Temel Hak ve Özgürlükler İçinde
Mülkiyet Kavramı ve Olgusu, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü
Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 1992.
GÜNAY, H. Mehmet, İslam Hukukunda ve Osmanlı Uygulamasında Kamu Malları,
İstanbul 2001.
IMBER, Colin, Şeriattan Kanuna Ebussuud ve Osmanlı’da İslamî Hukuk, (Çev.
Murteza Bedir), İstanbul 2004.
KARAPINAR, Hüseyin, İslam Hukukunda Ortaklık ve Kira Yoluyla Arazinin
İşletilmesi, M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi,
İstanbul 1993.
KENANOĞLU, M. Macit, Miri Arazi, DİA.
MEHMET HURŞİT PAŞA, Seyahatname-i Hudud, (Haz. Alaattin Eser), İstanbul
1997.
190
[MÜCELLİTOĞLU] Ali Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler Mülkiye
Şeref Kitabı, Ankara 1968–1969.
ÖZTÜRK, Osman, Osmanlı Hukukunda Mecelle, İstanbul 1973.
QUATAERT, Donald, Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, (Çev.
Tansel Güney), İstanbul 1999.
TEKELİ, İlhan- Selim İLKİN, Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim
Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, Ankara 1999.
TERZİ, Arzu T., Hazine-i Hassa Nezareti, Ankara 2000.
III. ANSİKLOPEDİK SÖZLÜK VE SÖZLÜKLER
AKBAYAR, Nuri, Osmanlı Yer Adları Sözlüğü, İstanbul 2003.
DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara 2000.
DOĞAN, Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, Ankara 2001.
PAKALIN, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, II, III,
İstanbul 2004.
ŞEMSEDDİN SAMİ, Kamusu’l-A‛lam, İstanbul 1322.
, Kamus-ı Fransevî: Fransızcadan Türkçeye Lûgat, İstanbul
1322.
, Kamus-ı Türkî, Enderun Kitapevi, İstanbul 1989.
191
ÖZGEÇMİŞ
Zübeyda AKBAL 1974 yılında Bayburt’ta doğdu. İlkokulu Bayburt Rüştü
Köyü İlkokulu ve Silivri Turgut Reis İlkokulu’nda tamamladı. Ortaokulu Silivri
Lisesi orta kısmında, liseyi Açıköğretim Lisesi’nde bitirdi. 2000 yılında girdiği
Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden 2004 yılında
Tarihçi ünvanıyla mezun oldu. Aynı yıl Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü’nde, Türk Tarihi Anabilim Dalı Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı alanında
yüksek lisans pragramına başladı.