dİyanet İŞlerİ baŞkanliĞi yayinlari: 1716

280

Upload: others

Post on 06-Nov-2021

18 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Halk Kitaplar: 416
Yayn Koordinatörü Bünyamin KAHRAMAN
Son Okuma Semahat ÖZGENÇ
Grafik Tasarm Ali YÜCEER
Bask Çalayan Basm Yay. A.
Sarnç Yolu Üzeri No:7 Gaziemir/zmir Tel: (0 232) 274 22 15
4. Bask, zmir 2020
© Diyanet leri Bakanl
letiim Dini Yaynlar Genel Müdürlüü Basl Yaynlar Daire Bakanl
Tel: (0 312) 295 72 93 - 94 Faks: (0 312) 284 72 88 e-posta: [email protected]
ADI GÜZEL, KEND GÜZEL MUHAMMED ......................................7
HLYE- ERF: AY YÜZLÜ GÜL KOKULU PEYGAMBER ...................................19
ALLAH’IN EN SEÇKN KULU ........................35
O, YAAYAN KUR’ANDI ..................................47
SAYGIYA VE SEVGYE EN LÂYIK NSAN ..............................................59
SON PEYGAMBER’N AYRICALIKLARI ................................................69
“BEN DE SZN GB BR NSANIM!” ............93
HÜKMÜN KAYNAI OLARAK PEYGAMBERMZ .........................................109
DUYGULU VE DUYARLI PEYGAMBER ....123
“ÜKREDEN BR KUL DA MI OLMAYAYIM?” ...............................................135
ÇNDEKLER
PEYGAMBERMZN KULLANDII EYALAR ...............................161
PEYGAMBER SOFRASINDA YEMEK ÂDÂBI ...............................................171
PEYGAMBER ÖRNEKLNDE ETKL LETM .............................................213
KADININ ONURU VE HAKLARI PEYGAMBER GÜVENCESNDE .................241
HÂNE- SAADET: HUZUR DOLU PEYGAMBER YUVASI ..................................257
YEGÂNE ENDES ÜMMETYD ..............271
ADI GÜZEL, KEND GÜZEL MUHAMMED
M ekke’nin hatr saylr isimlerinden olan Abdülmuttalib, birkaç ay evvel
evlendirdii olu Abdullah’n mürüvvetini göre- cekti. Ne var ki takdir-i ilâhî, genç Abdullah’n, doacak olunu görmesine izin vermeyecekti. Abdülmuttalib, evlat acsyla yanp tutuan yü- reini, olunun yadigâr olarak dünyaya gelen torunuyla soutacak, onunla teselli bulacakt.
Güzeller güzeli torunu için akîka kurban ola- rak bir koç kesti. Herkes onun bu sevimli yeti- me ne ad verdiini merak etmekteydi. Hemen sordular: “Doumu münasebetiyle bize ziyafet verdiin bu oluna ne ad koydun?” “Muham- med adn verdim.” dedi Abdülmuttalib.
Bu isim oradakilerin çok da aina oldu- u bir isim deildi. Bu nedenle tekrar sordu- lar Abdülmuttalib’e: “Bu çocua neden babala- rndan birinin ismini deil de Muhammed ad- n verdin?” Böyle bir toruna kavumann se- vinci içerisinde u hikmetli cevab verdi dede:
88
“stedim ki onu Yüce Allah göklerde, insanlar da yeryüzün- de övsün!”1
“Övülen, övgülere lâyk” anlamna gelen “Muhammed”
ismi, bütün hayrl sfatlar kapsayan bir anlam tamaktay- d. sim ile müsemma, yani isim ile bu ismin sahibi arasn- daki uygunluk çok geçmeden gün gibi aça çkacakt. Fe- raset ve basiret sahibi olan bu dede, umduuna fazlasyla eriecek, tam da onun istedii gerçekleecekti. Yüce Allah bu sevimli yetimi bizzat kendisi himaye edecek, ona doru yolu gösterecekti. Bu kymetli yavruyu son peygamber ola- rak seçecek ve ona vahiy indirecekti. Onu sadece son ki- tabnda deil, önceki kitaplarda da nice övgülerle yâd ede- cekti. Nitekim Yüce Allah, Resûlü’nün geleceini ncil’de Hz. sa’nn azyla müjdelemi, üstelik onun güzel isim- lerinden birini de zikretmiti: “Hani bir vakit Meryem olu sa öyle demiti: ‘Ey srailoullar! Ben Allah’n size gönderdii Resûlü’yüm. Benden önceki Tevrat’ tasdik etmek, benden son- ra gelecek ve ismi “Ahmed” olacak bir Resûlü müjdelemek üze- re gönderildim.”2
Allah Resûlü (s.a.s) de bir vesile ile muhtemelen bu âyete atfta bulunmakta ve önceki peygamberlere verilmedi- i hâlde kendisine verilen baz ayrcalklar içerisinde “Ah- med” diye isimlendirildiini de belirtmektedir.3
Kur’an- Kerim’de ise Yüce Allah onu dört yerde “Mu- hammed” ismiyle anmt:
1 TD1 bn Asâkir, Târîhu Dmak, III, 32 2 Saff, 61/6 3 HM763 bn Hanbel, I, 98
ADI GÜZEL, KEND GÜZEL MUHAMMED
9
“Muhammed, Allah’n Resûlü’dür.”4 “Muhammed, sadece bir elçidir...”5 “man edip güzel iler yapanlarn ve Rableri tarafndan ger-
çein ta kendisi olarak Muhammed’e indirilen vahye iman edenlerin günahlarn örtüp, hâllerini düzeltir.” 6
“Muhammed, hiçbirinizin babas deildir. Lâkin Allah’n Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.” 7
Bu âyetin son ifadesinde yer alan, “hâtemü’n-nebiyyîn” yani “peygamberlerin sonuncusu” nitelemesi, hem Allah Resûlü’nün kendi hadislerinde,8 hem de sahâbenin dilinde tekrarlanan9 önemli sfatlarndan birisiydi.
Baz vesilelerle Muhammed ismini Peygamberimiz ken- disi de zikrederdi. Mesela Kurey’in kendisine yönelik bir- takm olumsuz tavrlarna kar öyle demiti: “Kurey’in sövmesini ve lânetini Allah’n benden nasl da savuturduu- na armyor musunuz? Onlar beni kötüleyip sövseler de ben (övülmü) Muhammed’im!”10
Ashâbdan Berâ’ b. Âzib, Allah Resûlü ile Mekke mürik- leri arasnda yaplan Hudeybiye Antlamas’nda Peygam- berimizin ismi ile ilgili tartmay öyle anlatr: “Peygam- ber (s.a.s) Hicret’in altnc yl Zilkade aynda umre yap- mak üzere yola çkt. Peygamber’in Mekke’ye girmesini kabul etmeyen Mekkeliler buna izin vermediler. Nihayet Allah Resûlü, (ertesi yl Mekke’de) üç gün ikamet etmek üzere, Mekkelilerle bir bar anlamas yapt. Antlamay
4 Fetih, 48/29 5 Âl-i mrân, 3/144 6 Muhammed, 47/2 7 Ahzâb, 33/40 8 B3535 Buhârî, Menâkb 18; T2219 Tirmizî, Fiten, 43 9 M3376 Müslim, Hac, 507 10 B3533 Buhârî, Menâkb, 17; N3468 Nesâî, Talâk, 25
10
yazdklar zaman, ‘Bu, Allah Resûlü Muhammed’in (s.a.s) antlama yapt yazdr.’ baln atnca, Mekkeli mürik elçileri, ‘Bizler senin Allah Resûlü olduunu kabul etmi- yoruz. Eer biz senin Allah Resûlü olduunu bilseydik, se- nin Mekke’ye girmeni engellemezdik. Sen, Abdullah olu Muhammed’sin!’ dediler. Buna cevaben Resûlullah, ‘Ben hem Allah’n Resûlü’yüm, hem de Abdullah’n olu Muhammed’im!’ dedi. Sonra da Ali’ye, ‘Resûlullah’ lafzn silmesini söyledi. Ancak Ali, ‘Hayr, vallahi ben Resûlullah ibaresini asla sil- mem!’ dedi. Bunun üzerine Resûlullah yazy ald ve ‘Bu, Muhammed b. Abdullah’n yapt antlamadr.’ diye yaz- drd.” 11
Kendi soyu ile ilgili bir konumasnda ise Allah Resûlü kendisini, “Ben Abdülmuttalib olu Abdullah olu Muhammed’im.”12 eklinde takdim etmiti.
Bilindii gibi Araplarda hemen herkesin bir ismi, bir künyesi, bir de lakab vard. Baba, ilk doan olun ismi ile anlr ve “falann babas” eklinde künye verilirdi. Allah Resûlü’nün künyesi de ilk olunun Kâsm olmas sebebiy- le “Kâsm’n babas” anlamna gelen “Ebu’l-Kâsm” idi. Bir toplumda ayn isim ve künyelerin konulmas ise baz ka- rklklara sebep olabilmekteydi. Bu durum, bizzat Allah Resûlü için de geçerliydi.
Câbir b. Abdullah öyle anlatmaktadr: “Bizden bir ada- mn olu dünyaya geldi ve adn Muhammed koydu. Bu- nun üzerine çevresi ona, ‘Resûlullah’n ismini koyma- na müsaade etmeyiz.’ dediler. O da çocuunu srtna alp Peygamber’e (s.a.s) getirerek öyle dedi: ‘Yâ Resûlallah! Bir
11 B2699 Buhârî, Sulh, 6; HM19136 bn Hanbel, IV, 329 12 T3608 Tirmizî, Menâkb, 1; HM1788 bn Hanbel, I, 209
ADI GÜZEL, KEND GÜZEL MUHAMMED
11
olum dünyaya geldi ve adn Muhammed koydum. Ama kavmin bana, “Resûlullah’n ismini koymana müsaade et- meyiz.” dediler.’ Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s), ‘Benim adm koyun ama künyemi kullanmayn! Zira ben Kâsm (pay- latran) olarak gönderildim ve (datlmas gerekenleri) ara- nzda taksim etmekteyim.’ buyurdu.”13
Câbir, Hz. Peygamber’in ismini koymakla ilgili yaadk- lar bir baka olay ise öyle anlatmaktadr: “Ensardan bir adamn olu dünyaya geldi ve adn Kâsm koydu. Biz, ‘Sa- na Ebu’l-Kâsm künyesini vermeyiz. Hatta ‘gözün aydn’ diyerek seni tebrik dahi etmeyiz! (Sana ayn gözle bakma- yz, ayn saygy göstermeyiz.)’ dedik. Bunun üzerine gelip bunu Peygamber’e (s.a.s) anlatnca, ‘Sen olunun adn Ab- durrahman koy!’ buyurdu.”14
Enes b. Mâlik’in anlatt u hadise Resûl-i Ekrem’in ne- den böyle bir yasaklamaya ihtiyaç duyduunu açklamakta- dr: “Hz. Peygamber bir gün Bakî Mezarl civarnda çar- da idi. Bir adam arkadan, ‘Ey Kâsm’n babas!’ diye ses- lendi. Peygamber hemen dönüp bakt o zata. Fakat adam (baka birine iaret ederek), ‘Ben seni kastetmedim, ben unu çarmtm.’ dedi. Bunun üzerine Peygamber, ‘Benim adm koyunuz, fakat künyemi vermeyiniz!’ buyurdu.”15
Bu rivayetten de anlalyor ki Hz. Peygamber, kendisi- ne ait olan “Ebu’l-Kâsm” künyesini kendi hayat süresince kullanlmasn uygun bulunmamt. Hayatndan sonra ise kiinin ilk olunun adn Kasm koymas ve Arap âdetine göre de “Ebu’l-Kâsm” künyesini kullanmasnda bir saknca
13 M5588, M5591 Müslim, Âdâb, 3-5; B6196 Buhârî, Edeb, 109; HM15197 bn Hanbel, III, 385
14 M5595 Müslim, Âdâb, 7; B6186 Buhârî, Edeb, 105 15 B2120, B2121 Buhârî, Büyû’, 49
12
yoktu. Nitekim bir defasnda Hz. Ali, “Ey Allah’n Resûlü! Senden sonra çocuum olursa ona senin adn koyup, senin künyeni verebilir miyim?” diye sorunca Resûlullah (s.a.s), “Evet.” cevabn vermiti. Hz. Ali’ye göre bu, kendisi için ve- rilmi özel bir izindi.16
Câbir’in naklettii bir baka hadisinde Peygamberimiz (s.a.s) “Benim ismimle isimlenmi olan kimse, künyemi; kün- yemi alm olan ise ismimi almasn!” buyurmutu.17 Buradan anlalan husus, bir kimsenin Hz. Peygamber’in hem isim hem de künyesini kullanmak suretiyle herhangi bir karga- aya sebep olmamas gerektiiydi. Zaten Hz. Peygamber’in ilgili yasa da bu karkl önlemeye yönelik olup, onun hayat ile snrlyd. Vefatndan sonra sadece Hz. Ali deil, Hz. Ebû Bekir, Sa’d b. Ebû Vakkâs gibi birçok sahâbî oul- larna, torunlarna Muhammed ve Kasm gibi isimler ver- milerdi.18 Yüce Allah bir âyet-i kerimede, habibini ken- di isimlerinden bazlar ile yâd etmiti: “Andolsun, size içi- nizden öyle bir Peygamber gelmitir ki sizin skntya urama- nz ona ar gelir, size çok dükündür, müminlere kar rauf ve rahimdir.”19 Allah Teâlâ’nn iki güzel ismi olan Raûf ve Rahîm çok efkatli, çok merhametli demektir.
Yüce Allah Kur’an- Kerim’de Peygamber Efendimize ba- zen, “Ey Resûl!”,20 bazen de, “Ey Peygamber!”21 eklinde hi- tap eder. Yine Elçisinden bahsederken onu, “en-nebiyyü’l- ümmiyyü” (ümmî peygamber)22 ve “rahmeten li’l-âlemîn”
16 T2843 Tirmizî, Edeb, 68; HM730 bn Hanbel, I, 95 17 D4966 Ebû Dâvûd, Edeb, 67; HM9863 bn Hanbel, II, 454 18 BS19874 Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IX, 511 19 Tevbe, 9/128 20 Mâide, 5/41, 67 21 Ahzâb, 33/45; Talâk, 65/1; Tahrîm, 66/1 22 A’râf, 7/157-158
ADI GÜZEL, KEND GÜZEL MUHAMMED
13
(âlemlere rahmet)23 olarak vasflandrr. Buradan hare- ketle Allah Resûlü de kendisini, “Rahmet Peygamberi” di- ye niteler.24 Ayn ekilde birçok âyette “Resûl”, “er-Resûl”, “Resûlullah”, “Resûlühû”, “Resûlünâ” kelimelerinin Peygam- berimiz için kullanld görülmektedir. Yine Rabbimiz onu bazen “abdinâ” (kulumuz),25 bazen de “biabdihî” (ken- di kulu)26 eklinde anmaktadr. Yüce Allah’n Peygambe- rimizi kendisine nispet ederek bu ekilde anmas, üphe- siz Resûlü’ne kar bir taltif anlam tar. Baz sûrelerde ise Yüce Allah Elçisine, “Ey Müzzemmil!”,27 “Ey Müddessir!” (Ey örtüsüne bürünen!)28 eklinde hitap eder. Bu tür hitaplar, ilk vahiy tecrübesi karsnda endie ve heyecanla yatana girip örtüsüne bürünen Hz. Peygamber’in o andaki hâlini nitelemektedir.
Kur’an’da açkça zikredilen bu nitelemelerin bir ksm isim, çou ise sfattr. Bu sfatlar içinde bazlar ile kaste- dilenin Peygamberimiz olup olmad ihtilafldr. Sözgeli- mi, “O, kendisine uyulandr, emîndir.”29 âyetinde sözü edi- len “Emîn” âlimlerimizin çouna göre Cebrail, bazlarna göre ise Hz. Peygamber’dir.30 Müfessirlerimiz, “Ey insan- lar! Size Rabbinizden bir burhan geldi ve sizlere apaçk bir nur indirdik.”31 âyetinde sözü edilen “burhan” ile Peygamber
23 Enbiyâ, 21/107 24 M6108 Müslim, Fedâil, 126 25 Bakara, 2/23; Enfâl, 8/41 26 srâ, 17/1 27 Müzzemmil, 73/1 28 Müddessir, 74/1 29 Tekvîr, 81/21 30 TT24/259 Taberî, Câmiu’l-beyân, XXIV, 259; KC19/240 Kurtubî, Tefsîr, XIX,
240 31 Nisâ, 4/174
14
Efendimizin kastedildiini,32 “nur”un ise Kur’an- Kerim’e iaret ettiini belirtmilerdir.33
Allah Resûlü (s.a.s) zaman zaman isim ve sfatlarndan kendisi de söz etmitir. Mesela bir keresinde kendi isim- lerini öyle sayar: “Ben Muhammed’im, Ahmed’im, (peygam- berlerin ardndan gelen) Mukaffî’yim, (kyamette insanlarn arkamda topland) Hâir’im, Tövbe Peygamberiyim, Rahmet Peygamberiyim.”34
Bir baka hadisinde ise Allah Resûlü, “Ben, Muhammed’im. Ben, Ahmed’im. Ben, küfrün benimle mahvedildii Mâhî’yim. Ben, insanlarn arkamda topland Hâir’im. Ben, Âkb’im.” buyurur. Âkb, kendisinden sonra Peygamber gelmeyecek olan demektir.35
Baz rivayetlerde, “Ve ene nebiyyü’l-melhame” ifadesi yer almaktadr.36 Büyük dil âlimi bn Manzûr’un verdii bil- gilere göre “melhame” tabiri, hem “sava”, hem de “sulh ve uzlatrma” anlamna gelmektedir.37 Ancak her neden- se öteden beri ilk anlam öne çkartlm ve bu ibare genel- likle “Sava Peygamberi” eklinde anlalmtr. Oysa ikin- ci anlam alndnda ibare, “Ben, sulh peygamberiyim, in- sanlarn aralarn düzeltirim.” anlamna gelecektir. Allah Resûlü’nün Medine döneminde ancak Allah kendisine izin verdikten sonra38 müriklere kar savamak zorunda kal- d tarihî bir gerçektir. Buradan hareketle Hz. Peygamber,
32 TT9/427 Taberî, Câmiu’l-beyân, IX, 427; FM11/95 Râzî, Tefsîr, XI, 95; KC6/27 Kurtubî, Tefsir, VI, 27
33 TT9/427 Taberî, Câmiu’l-beyân, IX, 427-428; FM11/95 Râzî, Tefsîr, XI, 95; KC6/27 Kurtubî, Tefsîr, VI, 27
34 M6108 Müslim, Fedâil, 126 35 M6105 Müslim, Fedâil, 124; B3532 Buhârî, Menâkb, 17) 36 M31684 bn Ebî eybe, Musannef, Fedâil, 1; HM19850 bn Hanbel, IV, 405 37 LA3 bn Manzûr, Lisânü’l-Arab, XII, 535 38 Hac, 22/39
ADI GÜZEL, KEND GÜZEL MUHAMMED
15
“Sava Peygamberi” eklinde nitelenebilirse de, Rahmet Peygamberi’nin bu savalar bile yine sulh için yapt, sa- va ve barta rahmet yönünün ar bast unutulmamal- dr. Yaplan baz aratrmalara göre bütün bu savalarnn, onun yirmi üç yllk risalet hayatnn sadece yüzde ikisini kapsad düünülürse, hayatnn neredeyse tamamna ya- knn sulh için geçiren, uzla adna çaba sarf eden Pey- gamber Efendimizi, “Bar Peygamberi” olarak anmak da- ha isabetli olacaktr. Dolaysyla yukardaki hadisin “Töv- be Peygamberiyim, Rahmet Peygamberiyim, Bar Peygam- beriyim” eklinde anlalmas, hem sîret gerçei açsndan, hem de “tövbe, rahmet ve bar” kavramlarnn birbirlerini tamamlayan unsurlar olmas bakmndan daha uygundur.
Baz rivayetlerde Hz. Peygamber’in (s.a.s) Tevrat’taki isim ve sfatlarndan söz edildii anlatlmaktadr. Resûlullah’n Tevrat’ta yazl olan sfatlar, âlim sahâbîlerden Abdullah b. Amr b. el-Âs’a sorulunca, o öyle cevap vermitir: “Evet, vallahi o, Kur’an’daki baz sfatlaryla Tevrat’ta da vasflan- drlmtr: ‘Ey Peygamber! Biz seni ahit, müjdeci, uyarc39 ve ümmîleri koruyucu olarak gönderdik. Sen elbette benim ku- lum ve Resûlümsün. Ben sana “Mütevekkil” adn verdim. (Bu peygam ber), kötü huylu, kat kalpli biri olmad gibi, çar ç- rtkan da deildir. O, kötülüe kötülükle deil, af ve ma firet ile karlk verir…’”40
Allah Resûlü’nün bu rivayette anlatlan vasflar ile u âyette anlatlanlar büyük ölçüde örtümektedir: “Allah’n rahmeti sayesinde sen onlara kar yumuak davrandn. Eer kaba, kat yürekli olsaydn, onlar senin etrafndan dalp
39 Ahzâb, 33/45 40 B2125 Buhârî, Büyû’, 50
16
giderlerdi. Artk sen onlar affet. Onlar için Allah’tan bala- ma dile. konusunda onlarla müavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi artk Allah’a tevekkül et. üphesiz Allah, te- vekkül edenleri sever.”41
Peygamber Efendimizin Kur’an’da ve hadislerde belirti- len isimleri sanld kadar fazla deildir. Birbirinden güzel birkaç isim, onun Cenâb- Hakk’n yanndaki yerini, seç- kinliini gösterir. Daha sonralar kültür tarihimizde âyetler ve hadisler taranarak, Allah Resûlü hakkndaki hitap ifade- leri ve fiiller, birer sfat-isim olarak derlenmitir. Bir ks- m hâlen yazma olan, bir ksm baslan bu konuyla ilgi- li eserlerde olsun, “Delâilü’l-Hayrât” türü eserlerde olsun, Allah’n doksan dokuz güzel ismi olan Esmâ-i Hüsnâ’ya denk getirmek üzere, Peygamberimizin isim ve sfatlarn da doksan dokuz olarak tespit edenler olduu gibi, dört yü- ze hatta bine kadar çkaranlar olmutur. Peygamber sevgi- sine dayal bir arayn ürünü olan bu derlemelerdeki veri- leri, isim olarak deil, Hz. Peygamber’in çeitli sfat ve va- sflar olarak okumak gerekecektir.
Sözgelimi Sevgili Peygamberimizin isimlerini derleyen eski-yeni çeitli çalmalarda bazen âyetlerde geçen Beîr (Müjdeci), Nezîr (Uyarc),42 Dâî (Davetçi), Sirâc (Kan- dil) ve Mü nîr (Aydnlatc)43 gibi sfatlar da yer almakta- dr. Bazen de Peygamberimizden söz eden âyetlerdeki fi- iller dikkate alnarak Mustafa, Müctebâ, Hâdi gibi isim- ler türetilmi ve böylece say hayli artrlmtr. Ayrca Kur’an’daki Tâ-Hâ, Yâ-Sîn, Hâ-Mîm gibi çeitli sûrelerin
41 Âl-i mrân, 3/159 42 Bakara, 2/119 43 Ahzâb, 33/45-46
ADI GÜZEL, KEND GÜZEL MUHAMMED
17
bandaki ifadelerden Peygamberimizin kastedildii yoru- mu yaplarak onlar da isim listesine eklenmitir. Oysa bu tür harflerin ne anlama geldii, sadece Yüce Allah’n bilgi- si dâhilindedir.
Peygamber Efendimizin isimlerine kar, tarih boyun- ca millet olarak bizim sonsuz bir titizliimiz ve esiz bir saygmz vardr. Çocuklarna onun ismini verenler, bu is- me kar gösterilmesi gereken edebin ihmaline kar bir tedbir olarak Muhammed’i eski harflerle aynen yazmlar ama “Mehmed” olarak telâffuz etmilerdir. Yine bu has- sasiyetin bir sonucu olarak Osmanl edebiyat gelenein- de Peygamberimizin ismi asla yaln olarak deil, muhtelif tazim ve hürmet ifadeleriyle birlikte anlmaktayd. Sözge- limi, “Fahr-i Âlem, Fahr-i Kâinât, Seyyid-i Kâinât, Hâce-i Kâinât, Resûl-i Kibriyâ, Resûlü’s-Sekaleyn, Resûl-i Ekrem, Hâtemü’l-Enbiyâ, Server-i Enbiyâ, Seyyidü’l-Mürselîn, Rahmeten li’l-âlemîn, Risâlet-Meâb, Risâlet-Penâh, Zât- Risâlet, Nebiyy-i Muhterem, Sultânü’l-Enbiyâ, Mahbûb-i Âlem, Mahbûb-i Kibriyâ” gibi nice övgü sfatlar, “Cenâb-, Efendimiz, Hazretleri” gibi hürmetkâr ifadelerle birlikte anlr, kitaplarda da böylece yazlrd. Asr- saadette görül- meyen bu tutumun, dinî bir gereklilik deil, bize özgü kül- türel ve edebî bir tavr olduunu söylemeliyiz. Ancak her konuda olduu gibi, bu konuda da arya düülmemelidir.
Yine bu teveccüh, kültür ve edebiyatmzda, onun güzel isimlerini nice iirlere, ilâhilere, naatlara, kasidelere, ezgi- lere tamtr. Onun akyla yanp tutuan airler, duygu- larn daha çok onun isimleri üzerinden ifade etmilerdir. Yürekleri peygamber sevgisiyle dolu nice hattatlar, en güzel
18
istiflerle onun isimlerini yazmlardr. Sözgelimi eyh Ga- lib, Resûl-i Ekrem aleyhisselâma öyle seslenir:
“Sen, Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim, Hak’dan bize Sultân- Müeyyedsin Efendim!” Bizim geleneimizde Peygamberimizin mübarek ismi-
nin anld yerde ayak ayak üstüne atlmaz, atlmsa he- men indirilir, uzatlmsa toplanr. Onun ismi duyulur du- yulmaz sa el kalbin üzerine konulur ve salâvat getirile- rek ona selâm ve hürmet gönderilir. Bütün bunlar, Sevgili Resûl’e olan saygnn, âdâb nevinden farkl ifade biçimleri- dir. Resûl-i Ekrem’in ismini iittii hâlde salâvat getirme- yenleri knayan çeitli hadislere dayanmaktadr.44
Müslümanlar, onun güzel isimlerini çocuklarna verir- ken, Muhammed veya Ahmed isimlerini koymann fazile- tine dair çeitli uydurma rivayetlerden dolay deil,45 bu- nu srf Resûl-i Ekrem’e olan engin sevgi ve sayglarndan dolay tercih ederler. Elbette bu tercihin altnda, cierpa- resinin, ismini koyduu Rahmet Peygamberi’ne benzeme- si, onun izinden gitmesi arzusu yatar. Bu noktada anne ba- balara düen görev, güzel isimler koymak kadar, çocukla- rn koyduklar isme uygun bir ekilde yetitirmek olmal- dr. Onlar, evlatlarna Allah Resûlü’nün mübarek ismini ta- mann bilincini de vermelidirler. Onun ismini bir ömür tayanlar, Sevgili Peygamberimizin ahlâkn örnek almal ve öretisini yaamaldrlar.
44 T3545 Tirmizî, Deavât, 100; EM644 Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 224 45 CM3 bnü’l-Cevzî, Mevzûât, I, 157; MM80, MM93, MM94, MM95 bnü’l-
Kayyîm, el-Menâru’l-münîf, 57-61
Ü mmü Ma’bed, Sevgili Peygamberimizi öyle anlatyor:
“O, tertemiz görünümlü ve latifti; yüzü ay- dnlkt. Vücut yaps güzeldi. Kendisini kusurlu gösterecek kadar ne iman ne de zayft. Güzel ve ahenkli bir görünüme sahipti. Gözlerinin si- yah ve beyaz belirgindi. Kirpikleri uzundu. Tok sesliydi. Gözleri iri ve sürmeliydi. Kalar ince ve uzundu, bitiikti. Saçlar simsiyaht. Uzun bo- yunluydu. Gür sakallyd. Sustuunda vakur du- ruyordu. Konutuunda ise dikilirdi, böylece bir asalet ortaya çkard. Tane tane konuurdu. Ko- numas o kadar tatlyd ki kelimeler azndan inciler gibi dökülüyordu. Konumas net ve açk- t, ne uzatr ne de ksa keserdi. Uzaktan bakl- dnda insanlarn en güzeli ve en sevimlisiy- di; yakndan bakldnda da tatl ve ho bir gö- rünümü vard. Orta boyluydu; göze batacak ve
2020

S evgili Peygamberimizi görmü, onunla uzun süre birlikte yaam birçok sahâbî onun fizikî özellik-
leri, kiilii ve mizac hakknda sonraki nesillere birçok malumat brakmlardr. Ancak bu sahâbîlerden biri var- dr ki Efendimizin kiilik yaps ve d görünümünü, onu ilk görüünün akabinde veciz bir biçimde anlatmtr. Asl ad Âtike bnt. Hâlid olan bu hanm sahâbî, daha çok kün- yesiyle, Ümmü Ma’bed el-Huzâiyye olarak bilinmektedir. Mekke’nin Fethi esnasnda ehid olan sahâbî Hubey (ve- ya Huneys) b. Hâlid’in kzkardei2 olan Ümmü Ma’bed, Mekke ile Medine arasndaki bir mevkide, kavminden bi- raz uzakta yaard. Çevresinde olgun ahsiyetiyle tannan, sözüne itimat edilen akll ve iffetli bir hanmd. Ayn za- manda çok cömertti. Uzun yllar “Ümmü Ma’bed’in Çad- r” diye nam salm3 çadrnn dna çkar, çölden gelen geçenlerin yiyecek ve içecek ihtiyaçlarn karlamak üze- re beklerdi.
te böyle bir günde Resûlullah Efendimiz, yâr- âr Hz. Ebû Bekir ile onun hizmetçisi Âmir b. Füheyre ve yol kla- vuzlar Abdullah b. Ureykt Mekke’den Medine’ye Hicret- leri esnasnda yiyecek ihtiyaçlar için Ümmü Ma’bed’in ça- drna uradlar. Allah Resûlü ona, “Süt var m?” diye sordu.
1 bn Ebî Âsm, el-Âhâd ve’l-mesânî, V, 631; bn Sa’d, Tabakât, I, 230-231; Taberânî, el-Mu’cemu’l-kebîr, IV, 48, no: 3606; Hâkim, Müstedrek, III, 10, no: 4274
2 bn Abdilber, stîâb, I, 121 3 bn Abdilber, stîâb, I, 606
HLYE- ERF: AY YÜZLÜ GÜL KOKULU PEYGAMBER
21
Ne var ki o zamanlar ktlk günleriydi, bu yüzden Üm- mü Ma’bed’in yannda bir ey kalmamt. Bu yüzden Hz. Peygamber’in isteini karlayamad. Resûlullah (s.a.s) ça- drn yaknnda çelimsiz bir koyun gördü ve onun durumu- nu sordu. Ümmü Ma’bed de, “O sürüden geri kalm, za- yf ve ksr bir koyundur.” dedi. Allah’n Elçisi, onu samak istediini söyledi. Derken koyun getirildi. “Ey Allah’m! Bu koyunu bereketli kl!” diye dua eden Resûlullah (s.a.s) sütü samaya balad ve oradaki herkes o sütten kana kana içti. Nihayet Hz. Peygamber yol arkadalaryla beraber oradan ayrld. Çok geçmeden Ümmü Ma’bed’in ei Ebû Ma’bed geldi. Süt dolu kab görünce ard ve o sütün nereden gel- diini sordu. Ümmü Ma’bed, “Mübarek bir zat urad öy- le öyle yapt.” diyerek olan bitenleri birer birer anlatt. Ebû Ma’bed, “Vallahi o, Kurey’in peinde olduu kiidir.” dedi ve onu detaylca tarif etmesini istedi. Bunun üzerine Üm- mü Ma’bed, Sevgili Peygamberimizi (s.a.s) öyle anlatt:
“O, tertemiz görünümlü ve latifti; yüzü aydnlkt. Vücut yaps güzeldi. Kendisini kusurlu gösterecek kadar ne i- man ne de zayft. Güzel ve ahenkli bir görünüme sahip- ti. Gözlerinin siyah ve beyaz belirgindi. Kirpikleri uzun- du. Tok sesliydi. Gözleri iri ve sürmeliydi. Kalar ince ve uzundu, bitiikti. Saçlar simsiyaht. Uzun boyunluydu. Gür sakallyd. Sustuunda vakur duruyordu. Konutuunda ise dikilirdi, böylece bir asalet ortaya çkard. Tane tane konu- urdu. Konumas o kadar tatlyd ki kelimeler azndan inciler gibi dökülüyordu. Konumas net ve açkt, ne uza- tr ne de ksa keserdi. Uzaktan bakldnda insanlarn en güzeli ve en sevimlisiydi; yakndan bakldnda da tatl ve ho bir görünümü vard. Orta boyluydu; göze batacak ve
22
rahatsz edecek kadar uzun ve ksa deildi. Öyle ki iki da- ln arasndaki bir dal gibiydi. Orada bulunan üç kii ara- snda en aydn yüzlü ve en kadri en yüksek olanyd. Etra- fnda pervane gibi dönen dostlar vard. O bir ey dediin- de kendisini dinliyorlar, bir ey emrettiinde derhâl yeri- ne getiriyorlard. (Belli ki) nsanlarn etrafn kuatt ve hizmet ettikleri biriydi. Onun yaptklar da söyledikleri de bo ve anlamsz deildi.”4
Hiç üphesiz Sevgili Peygamberimizi (s.a.s) en iyi vas- fedenlerden biri üvey olu Hind b. Hâle’dir. Hind, Hz. Hatice’nin, eski ei Ebû Hâle Mâlik b. Zürâre’den olma o- ludur.5 Abdullah b. Abbâs bir gün kendisine, “Resûlullah’ bize tasvir et, zira aramzda onu en iyi bilen sensin.” de- yince Hind, “Anam babam ona feda olsun!” dedikten son- ra öyle devam eder:
“Resûlullah (s.a.s), az konuurdu, daima düünceli ve hü- zünlüydü. Az ve öz konuurdu. Uzatmazd, ksa da kes- mezdi. Konutuklarn tekrarlard. Öüt verdiinde ciddi dururdu, kederlenirdi. Kendisine kar çkldnda yüz çe- virir giderdi, ashâbyla konuarak rahatlard. Az bir nimet de olsa onu yermezdi. Hiçbir yemei/lezzeti kötümsemez- di. Tebessüm ederek güler ve güldüünde dolu tanesi gibi (bembeyaz dileri gözükürdü).” 6
Abdullah b. Abbâs’n yan sra Hz. Hatice’nin olu Hind’ten Hz. Peygamber’i tasvir etmesini isteyen bir ba- ka sahâbi de Hz. Hasan’dr. O, Allah Resûlü’nü en iyi bir
4 bn Ebî Âsm, el-Âhâd ve’l-mesânî, V, 631; bn Sa’d, Tabakât, I, 230-231; Taberânî, el-Mu’cemu’l-kebîr, IV, 48, no: 3606; Hâkim, Müstedrek, III, 10, no: 4274
5 Ebû Nuaym, Ma’rifetü’s-sahâbe, V, 2751 6 bn Ebî Âsm, el-Âhâd ve’l-mesânî, II, 418
HLYE- ERF: AY YÜZLÜ GÜL KOKULU PEYGAMBER
23
biçimde tasvir eden ahs (vassâf ) olarak nitelenen da- ys Hind’ten Hz. Peygamber’in (s.a.s) hilkatini, ekil ve emâilini (hilyesini) tasvir etmesini istediinde u cevab almtr: (Birtakm tasarruflarla ve baz mükerrer anlatm- lar hazfederek aktaryoruz)
“O (s.a.s) baklaryla, dolgun yüzüyle heybetli bir gö- rünüme sahipti. Yüzü dolunay gibi parldyordu… Saçnn topuzu çözüldüünde onu ayrr (yanlara salar)d. ayet kendiliinden çözülmemise ayrmazd. Bu durumda saç- lar kulak memelerini geçerdi. Aln geniti. Kalar hilâl gi- biydi, gür ve birbirine yaknd; çatk kal deildi. ki ka- nn arasnda bir damar vard ki öfkeli hâllerinde kabarr, normal zamanlarnda ise gözükmezdi. Burunlarnn üst ta- raf biraz yüksekçe olup üstü ince idi… Sakal sk ve gür; yanaklar ise düz idi. Az geni, ön dilerinin aras seyrek- ti… Boynu, saf mermerden yaplm heykellerin boynu gi- bi gümü berraklnda idi. Vücudunun bütün azalar bir- biri ile uyumlu olup yakkl bir yapya sahipti. Ne iman, ne de çok zayft; karn ile gösü ayn hizada idi… Ayak- larnn alt çukur (kemerli) idi; düztaban deildi. Ayakla- rnn üstü ise pürüzsüzdü; öyle ki üzerine su dökülse ya gibi akar giderdi. Yürürken, ayaklarn yerden biraz kald- rp hafif önüne eilerek yürürdü. Ayaklarn ses çkarp toz kaldracak ekilde yere sert vurmaz, admlarn uzun ve se- ri atard. Sükûnet ve vakar üzere yürürdü… Bir tarafa dö- nüp baktnda, bütün vücudu ile birlikte dönerdi. Rasgele saa sola bakmazd. Yere bak, göe bakndan daha çok- tu. Çounlukla göz ucu ile bakard. Ashâb ile birlikte yü- rürken, onlar öne geçirir kendisi arkadan yürürdü. Yolda
24
karlat kimselere, onlardan önce hemen selâm verir- di.” 7
Hz. Hasan, days Hind’ten bu kez Resûlullah’n konu- ma tarz hakknda bildiklerini anlatmasn istedi. Hind, bn Abbâs’a söylediklerinin benzerlerini ona da söyledi. Resûlullah’n konuma tarzna ilikin daysndan detayl malumatlar edinen Hz. Hasan örendiklerini kardei Hz. Hüseyin’le de paylamak istedi. Ancak kardeinin, bu ma- lumatlara kendisinden önce muttali olduunu görünce, ona baka neler bildiini sordu. Hz. Hüseyin de Resûlullah’n, evin içindeki ve dndaki durumu ve ashâbyla münasebet- leri hakknda babas Hz. Ali vastasyla örendii u bilgi- leri aktard:
“Resûlullah (s.a.s) evine geldiinde, evde geçirecei za- man üçe böler; bir ksmn ibadete, bir ksmn ailesine, bir ksmn da kendisine ayrrd. Kendisine tahsis ettii zama- n ise yine ikiye ayrarak bir bölümünde dinlenir, geri kala- nnda da misafir kabul ederdi. O, bunu, huzuruna kabul et- tii seçkinler (havas) vastasyla yapard ki bunlar, ören- diklerini, dar çknca avama aktarrlard. Resûlullah Efen- dimiz, ümmetinden hiçbir eyi saklamazd. zne tâbi misa- fir kabul ettiinde, fazilet ve takva ehli olan ziyaretçileri- ne öncelik tanmak âdetiydi. Ziyaretçilere ayrd zaman, onlarn soy sop durumlarna göre deil dindeki üstünlük- lerine göre olurdu. Evine gelenlerin çeitli ihtiyaçlar olur- du. Kendisine dorudan veya bir arac ile iletilen sorula- ra, muhataplarn ve ümmetin maslahatna uygun bir ekil- de cevaplar verir ve arkasndan öyle uyarrd: ‘Burada gö- rüp duyduklarnz burada bulunmayanlara iletin. htiyaçlarn 7 T8 Tirmizî, emâil, 11
HLYE- ERF: AY YÜZLÜ GÜL KOKULU PEYGAMBER
25
bana ulatrma imkân olmayan kimselerin isteklerini de bana ulatrn. Kim ki, ihtiyacn ulatrma gücü olmayanlarn istek- lerini bir yetkiliye ulatrrsa, Allah, onun, kyamet gününde s- rat emin admlarla geçmesini salar.’ Hz. Peygamber’in hu- zurunda kesinlikle bunlar dnda bir ey konuulmaz; ba- kasnn da bunun haricinde bir ey konumasna müsaade edilmezdi. Huzuruna gelenler; ilim ve hikmet susam ola- rak girerler, kanm ve doymu olarak ayrlrlar ve hep bi- rer hayra yol gösterici olarak çkarlard.”
“Resûlullah (s.a.s) mühim bir i olmadkça konumazd. Çevresiyle hep ülfet eder, onlar ürkütücü bir davran ol- mazd. Her topluluun seçkinine (kerîm) özel ilgi göste- rir ve onlar bakan tâyin ederdi. nsanlar sakndrr; onla- rn üstüne titrer, hiç birinden güler yüz ve tatl dilini esir- gemezdi. Ashâbn, yokluklarnda arayp sorar, durumlar- n takip ederdi. Karlat insanlara, ‘ne var, ne yok’ diye çevrede olup bitenleri sorard. Güzel olan her eyi beendi- ini ifade eder ve ona destek verir; kötü olan eye de tepki- sini gösterir ve onu çürütücü bir tavr taknrd. Bütün i- leri uyumlu idi; tutarsz hiç bir davran yoktu. Ashâbnn kendilerine ait ilerinde gaflete dümeleri veya bkknlk duymalar endiesiyle, onlar adna kendisi hep tetikte du- rurdu. O, her durum karsnda tedarikli idi (her proble- min çaresini bulurdu). Onun katnda insanlarn en fazi- letlisi, bakalarna iyilii en yaygn olanlard; mertebesi en yüksek olanlar da halkn skntsna en iyi ekilde ortak olan ve onlara yardm elini uzatan kimselerdi.”
“Resûlullah’n kalkmas da oturmas da zikir üzere idi. Toplant hâlinde bulunan bir toplulua varsa baköeye geç- mez, meclisin hemen bir kysna oturuverirdi; çevresinin
26
de böyle yapmasn isterdi. Birlikte oturduu kimselerin seviyelerine göre her birinin hâl ve hatrlarn sorarak on- lara iltifat ederdi. Çevresindekilere öylesine candan davra- nrd ki birlikte oturduu kimselerin hepsi de, Resûlullah (s.a.s) katnda en deerli insann kendisi olduunu düü- nürdü. Bir kimse yannda çok otursa veya bir ihtiyacn iletmek maksadyla huzura gelse, o ahs kendiliinden kal- kp gidinceye kadar sabrederdi. Kendisinden bir istekte bu- lunan kimseyi, ya istediini yerine getirerek ya da tatl bir dille gönderir, fakat hiç bo çevirmezdi. Onun cömertlii, tatl dillilii ve güzel ahlâk insanlar arasnda öylesine ya- ylmt ki âdeta halkn babas gibi olmutu. Onun nezdin- de bütün insanlar da hiç birisi arasnda hak ayrm yapl- mayan ayn seviyedeki evlatlar gibiydi. Onun toplantlar, hep ilim, hayâ, emanet ve sabr gibi ahlâkî deerlerin ö- retildii yerlerdi. Onun huzurunda sesler yükseltilmez, hiç kimsenin mahremiyeti konuulmaz, orada vuku bulan ku- sur ve hatalar dar szdrlmazd. Onun meclisinde herkes eit vaziyette idi. Bir kimse ancak takva ile bir bakasn- dan üstün olabilirdi. Herkes tevazu üzere idi. Orada, ya- ça büyük olanlara sayg gösterirler, küçüklere de merhamet ederlerdi. Toplantdaki ihtiyaç sahiplerine öncelik tanrlar, özellikle garip olanlara ayr bir ilgi gösterirlerdi.”
Resûlullah’n dost ve arkadalaryla olan münasebetlerine gelince; o, her zaman güler yüzlü, yumuak huylu ve alçak gönüllü idi. Asla ask suratl, kat kalpli, barp çaran, çirkin sözlü, kusur bulucu ve dalkavuk deildi. Holanma- d eyleri görmezlikten gelir; kendisinden beklentisi olan kimseleri hayal krklna uratmaz ve onlar isteklerinden tamamen mahrum brakmazd. Üç eyden titizlikle uzak
HLYE- ERF: AY YÜZLÜ GÜL KOKULU PEYGAMBER
27
dururdu: “Az kavgas, boboazlk ve malayani.” u üç husustan da titizlikle saknrd: Hiç kimseyi kötülemez, k- namaz ve hiç kimsenin ayb ile gizli taraflarn örenmeye çalmazd. Sadece yararl olacan düündüü konularda konuurdu. O konuurken, meclisinde bulunan dinleyici- ler, balarnn üzerine ku konmuçasna hiç kmldamadan kendisine kulak kesilirlerdi. Susunca da konuma ihtiyac duyanlar söz alrlard. Ashâb, onun (s.a.s) huzurunda ko- nuurlarken birbirleriyle asla az dalanda bulunmazlar- d. çlerinden birisi Resûlullah’n huzurunda konuurken, o sözünü bitirinceye kadar, hepsi de can kula ile konua- n dinlerdi. Allah Resûlü’nün katnda, onlarn hepsinin sö- zü, ilk önce konuann sözü gibi ilgi görürdü. Ashâbn gül- düklerine kendisi de güler, onlarn taaccüp ettikleri eylere kendisi de hayretlerini ifâde ederdi. Huzuruna gelen yaban- clarn kaba saba konumalar ile patavatszca sorularnn yol açt tatszlklara sabrederdi. Hatta ashâb o tür kimse- leri yanndan çekip uzaklatrmak isteseler dahi (buna izin vermez yine sabrederdi). Hz. Peygamber (s.a.s) öyle der- di: “Bir ihtiyacnn giderilmesini isteyen biriyle karlatnz zaman ona yardmc olunuz.” O (s.a.s), ancak yaplan iyilie denk düen ve fazla dalkavuklua kaçmayan övgüleri ka- bul eder ve haddi amad müddetçe hiç kimsenin sözü- nü kesmezdi. ayet huzurunda haddi aacak ekilde konu- ulursa o zaman, ya konuan susturmak ya da o meclisten kalkp gitmek suretiyle ona engel olurdu.” 8
Hz. Peygamber’in ekli, fizyonomisi, karakter yaps, beerî özellikleri hakknda hadis ve siyer kaynaklarmzda
8 T226 Tirmizî, emâil, 97; T337 Tirmizî, emâil, 151; T352 Tirmizî, emâil, 160; MK18934 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XXII, 155
28
çok geni bir malûmat yer almaktadr. Bu husus, klasik literatürde daha çok “Sfatün’n-Nebî”, “Sfatü Resûlillah”, “Menâkb”, “Fedâil” gibi balklar altnda yer almak- la birlikte, “eml” kelimesinin çoulu olan ve “tabiat, huy, mîzaç ve karakter” anlamlarna da gelen9 “emâil”, Hz. Peygamber’in beerî yönünü, yaama üslubunu ve ahsî ha- yatn anlatan bir kavram olarak yaygnlk kazanmtr.10 Hz. Peygamber’in beerî ve fizîki özellikleri slâm litera- türünde “emâil”in yansra “hilye” bal altnda da zikre- dilmitir. Hilye, “Süs ve zînet” anlamlarnn yan sra “hil- kat, sfat ve suret, bir zat fizikî yönleriyle nitelemek” an- lamlarna da gelir.11 Bilhassa Hz. Peygamber’in fizikî özel- likleri, bunlar anlatan edebî eserler ve ayn konuda hüsnü- hatla yazlm levhalar için kullanlan “hilye” kelimesi, Os- manl kültüründe Resûlullah’n vasflarn, bu vasflardan bahseden kitap ve levhalar ifade etmek için kullanlmtr.12
Tevhid inancnn temel ilkelerine halel getirebilecei dü- ünülerek Hz. Peygamber’in resmini çizmek slâm toplum- larnda hiçbir zaman tasvip edilmemitir. Bunun yerine hadis ve siyer kaynaklarndaki Resûlullah’ tavsif ve tasvir eden rivayet metinlerinden hareketle Kâinatn Efendisi’ni tanmak ve tantmak cihetine gidilmitir. Yukardaki detay- l anlatmlar dnda hadis kaynaklarmzda bata Enes b. Mâlik olmak üzere Hz. Ali, Ebû Hüreyre ve Berâ’ b. Âzib gibi sahâbîler vastasyla nakledilen Resûlullah’n fizikî va- sflar ve kiiliine ilikin tasvirleri genel hatlaryla burada zikretmekte yarar görüyoruz:
9 bn Manzûr, Lisânü’l-Arab, VII, 199 10 Yardm, Peygamberimizin emâili, s. 29 11 bn Manzûr, Lisânü’l-Arab, III, 311 12 “Hilye”, DA, XVIII, 44
HLYE- ERF: AY YÜZLÜ GÜL KOKULU PEYGAMBER
29
Nebiyyü’t-tevbe ve Nebiyyü’r-rahme.13
Yüzü Yüzü çok güzel, güleç yüzlü, sevecen çehreli. 14
Boyu Boyu ne uzun ne de ksa.15
Saç Saçlar kvrck deil, düz de deil, dalgal; bazen kulak
memelerini geçer, kimi zaman omuzlarna kadar uzanr.16 Saçlarn bazen dank brakr, bazen ikiye ayrarak top- lar.17 Saçnda ve sakalnda çok az beyaz kl var.18
Elleri Elleri ipek gibi yumuak ve çok ho kokulu; yolda rastla-
d çocuklarn yanaklarna dokunarak sever; kokusu gün- lerce sürer.19
Gülüü Az dolusu güldüü asla görülmemitir. Abdullah b.
Hâris, “Resûlullah’n (s.a.s) gülüü sadece tebessümdü.” de- mitir.20
13 M6105, M6108 Müslim, Fedâil, 124-126 14 M6071 Müslim, Fedâil, 98 15 M6066 Müslim, Fedâil, 93; T26 Tirmizî, emâil, 17 16 M6067, M6069 Müslim, Fedâil, 94-96 17 M6062 Müslim, Fedâil, 90 18 B3548 Buhârî, Menâkb, 23; M6073 Müslim, 43, Fedâil, 100-108 19 M6052 Müslim, Fedâil, 80 20 T3642 Tirmizî, Menâkb, 10; T229Tirmizî, emâil, 99
30
Sadaka olarak nitelendirdii tebessüm21 yüzünden hiç eksik olmamtr. Nitekim Cerîr b. Abdullah, “Müslüman olduum andan itibaren, Allah Resûlü (s.a.s), beni hiç bir isteimden mahrum etmemi ve beni nerede görseler gü- lümsemilerdir.” demitir.22
Oturuu Oturduu zaman bazen kalçalar üzerine oturarak dizle-
rini dikip ellerini önden balar,23 bazen de bada kurarak otururdu.24 Mescidde istirahat ederken, ayaklarndan biri- ni dieri üzerine koyarak srt üstü uzand görülmütür.25
Yürüyüü Hzl yürürdü; öyle ki arkasndan gelenler ona yeti-
mekte zorlanrd. Yürüyüü, çarda ii olan bir insann- ki (sûqî) gibiydi; tembelce deildi. Yürürken arkasna bak- mazd.26 Âdeta yoku aa iniyormu gibi admlarn sert- çe kaldrrd. Kibirli bir eda ile göüs kabartarak ve sa- na soluna meylederek deil bir yokutan iner gibi, hafifçe önüne eilerek yürürdü.27
Giyimi En sevdii giysi kamîs (gömlek) idi.28 Gömleklerinin kol
uçlar bileklerine kadard.29 Berâ’ b. Âzib, en çok krmz desenli elbisenin ona yaktn söylemitir.30
21 T1956 Tirmizî, Birr ve sla, 36 22 T231 Tirmizî, emâil, 100 23 D4846 Ebû Dâvûd, Edeb, 22 24 D4850 Ebû Dâvûd, Edeb, 26 25 EM1185 Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 405 26 bn Sa’d, Tabakât, I, 379 27 T124, T125, T126 Tirmizî, emâil, 55 28 T56 Tirmizî, emâil, 29; M3575 bn Mâce, Libâs, 8 29 T58 Tirmizî, emâil, 30 30 T65 Tirmizî, emâil, 32
HLYE- ERF: AY YÜZLÜ GÜL KOKULU PEYGAMBER
31
O, sradan bir insan gibi davranrd; söz gelimi kyafet- lerinin bakmn gözden geçirir, koyunun sütünü saar ve kendi iini kendisi görürdü.31
Giyim kuamnda sadeydi.
Konumas O, sözlerin en latifini, en veciz ve en anlalr biçimde
söylerdi. Anlatrken dinleyenler rahat kavrasn diye tane tane konuurdu.32
Sözlerinin anlam geni; yapmacklktan uzak ve zorla- madan berîdir. O, azn doldura doldura konumay knar, avurtlarn iire iire laf edenlerden uzak durur. Uzun ko- nuulmas gereken yerde uzun; ksa olmas gereken yerde ise ksa konuur. Bilinmeyen ve yadrganan ifadelerden ka- çnr; heyecanlandrp galeyana getiren üsluptan özenle sa- knr. Hikmetle konuur; ilâhî lütufla korunmu, desteklen- mi, anlalmas kolay sözler sarf etmitir. Onun sözlerine Allah sevgi lütfetmi; kabulle kuatm; hem kolay anla- lr klm hem de tatllk ve heybet bahetmitir. Tekrarla- maya gerek olmad gibi dinleyenlerin tekrarn istemesi- ne de hacet yoktur. Ne bir sözcük eksiktir ne de onu dil- lendiren bir ayak sürçmütür. Ne tekide ihtiyac vardr ve ne de ona kar durmak olanakldr.
Hiçbir söz ustas onu mahcup edememitir. O, son dere- ce ksa cümleciklerle uzun ifadeler irad etmi; muhalifle- rini ancak onlarn tanyp, itiraf edecei bir üslupla alt et- mi, sadece doruyu delil getirmi ve yalnzca hakikati dil- lendirerek üstünlük aramtr. Hileden medet ummam;
31 T343 Tirmizî, emâil, 154 32 T3639 Tirmizî, Menâkb, 9; T224 Tirmizî, emâil, 97
32
kandrmaya yeltenmemi; ka göz oyununa asla meyletme- mitir. Konuurken ne ar kalm ne de acele etmitir; ne uzatm ne de ksa kesmitir. nsanlk onun sözlerinden da- ha yararl, daha düzgün, daha tertipli, daha akc, daha he- yecanlandrc, daha tesirli, daha selis, daha anlalr ve da- ha açk söz duymamtr.33
Yemesi çmesi Yemek yerken bir yere yaslanmazd, (hiç kalkmayacak-
m gibi ) iyice yerlemezdi.34 O (s.a.s), öyle derdi: “Ben, sradan bir kulun yedii gibi yer, sradan bir kulun oturduu gibi otururum.”35 Zemzem suyunu ayakta içerdi.36 Normal suyu hem ayakta hem de oturarak içtii görülmütür.37 Su içerken üç kez nefes alr38 ve öyle derdi: “Suyu bu ekilde dinlenerek yava yava içmek, hem hazm kolaylatrr hem de susuzluu çabuk keser.”39
Ahlâk Resûlullah (s.a.s) ahlâk en güzel insand.40 Hanmlara
kar son derece kibar ve nazik,41 aile fertlerine kar çok efkatliydi. Olu brahim Medine’nin yaylasnda bir sütan- neye verilmiti. Resûlullah (s.a.s) de zaman zaman o eve giderdi. Ev tüterdi, brahim’in sütbabas demirci idi. Allah Resûlü olunu alr, öper, sonra dönerdi.42 Çocuklarn öpüp
33 Câhz, el-Beyân ve’t-tebyîn, II, 17-18 34 D3769 Ebû Dâvûd, Et’me, 16; MA5247 Abdürrezzâk, Musannef, III, 184 35 MA19543 Abdürrezzâk, Musannef, X, 415 36 B1637 Buhârî, Hac, 76; M5280 Müslim, Eribe, 117 37 T1883 Tirmizî, Eribe, 12; T208 Tirmizî, emâil, 90; HM1140 bn Hanbel, I,
136 38 B5631 Buhârî, Eribe, 26 39 M5287 Müslim, Eribe, 123; T211 Tirmizî, emâil, 91 40 M6017 Müslim, Fedâil, 55; Buhârî, Edeb, 112 41 M6036 Müslim, Fedâil, 70 42 M6026 Müslim, Fedâil, 63
HLYE- ERF: AY YÜZLÜ GÜL KOKULU PEYGAMBER
33
okamayanlarn kalplerinden rahmet duygusunun sökülüp atldn söyler; insanlara merhamet etmeyene Allah’n merhamet etmeyeceini hatrlatrd.43 Örtüsüne bürünmü bakire bir kzdan daha çekingen, hayâl ve utangaçt.44 Ka- ba ve kötü sözlü deildi.45
Allah yolunda cihad hariç, ne bir hizmetçiye ne bir kad- na ne de herhangi birisine vurmutur.46 Kolay olan seçer, günahtan alabildiine uzak durur, kendisi için asla intikam almazd.47 nsanlarn en güzeli, en cömerdi ve en yürekli- siydi.48 Kendisinden yaplan hiçbir talebe “hayr” demezdi.49
Kavmini, baskn yemek üzere olan bir orduya kar uya- ran bir komutan misali, apaçk bir uyarcyd.50 Ateten pervane böceklerini korumaya çalan adam misali insan- l dehetli günün tehlikelerinden korumaya adanan bir uyarc gibi,51 Nübüvvet binasnn ikmal ta misali,52 Bere- ket veren yamur misali insanlara faydal idi.53
Eer hogörü ve alçak gönüllülüüne ilikin sadece Mekke’nin Fethi günü taknd tutuma baklsa bile bu, onun mükemmel ahsiyetinin ve nübüvvetinin en açk gös- tergesi olarak yeter. Zira o, Mekke’ye büyük bir güçle gir- miti ve bir vakitler Mekkeliler onlar Mekke’nin sokakla- rnda abluka altnda tuttuktan sonra amcalarn, amca ço- cuklarn, dostlarn ve kendisine arka çkanlar öldürmü,
43 M6027, M6028 Müslim, Fedâil, 64, 65 44 M6032 Müslim, Fedâil, 67 45 M6033 Müslim, Fedâil, 68 46 M6050 Müslim, Fedâil, 79 47 M6045 Müslim, Fedâil, 77 48 M6006 Müslim, Fedâil, 48 49 M6018 Müslim, Fedâil, 56 50 M5954 Müslim, Fedâil, 16 51 M5955 Müslim, Fedâil, 17 52 M5959 Müslim, Fedâil, 20 53 M5953 Müslim, Fedâil, 15
34
arkadalarna ikencenin her türünü reva görmüler- di. Kendisini yaralam, türlü basklar tattrm; hakaret- ler yadrm, suikast için ibirlii yapmlard. stekleri hilâfna Mekke’ye girdii; onlar zelil vaziyette aalanr- ken oraya egemen olduu vakit, onlara bir konuma yap- m ve Allah’a ükredip O’nu övdükten sonra öyle demiti:
“Kardeim Yusuf’un dedii gibi diyorum; bugün sizi kna- mak yok. Allah sizi affetsin; çünkü O, rahmet edenlerin en merhametlisidir.”54
54 Câhz, el-Beyan ve’t-tebyîn, II, 30
ALLAH’IN EN SEÇKN KULU
Ensardan bir adam ile Zübeyr b. el-Avvâm arasnda Harre mevkiindeki hurmalkla-
r sulayan kanallarn kullanm konusunda an- lamazlk çkt. Bu kanallardan gelen su önce Zübeyr’in bahçesine uruyor, ardndan Medine- li adamn bahçesine geliyordu. O adam Zübeyr’e, “Suyu brak, gelsin.” dedi. Fakat Zübeyr bunu kabul etmedi. Durum, Hz. Peygamber’e (s.a.s) intikal etti. Hz. Peygamber, “Zübeyr! Önce sen sula, sonra suyu komuna salver.” buyurdu. Bu- nu iiten adam, “Zübeyr senin halann olu ol- duu için (ona öncelik verdin)!” diye kzgn bir ekilde tepki gösterdi. Adamn bu sözü üzerine Allah Resûlü’nün yüzünün rengi deiti ve “Zü- beyr! Sen sula, suyu (hurma aaçlarnn köklerin- den oluan) duvarn hizasna gelinceye kadar tut (sonra salver).” dedi. Zübeyr, bu olay üzerine u âyetin nazil olduunu söylemitir: “Hayr! Rab- bine andolsun ki onlar, aralarnda çkan çekimeli ilerde seni hakem yapp sonra da verdiin hükme,
3636
içlerinde hiçbir sknt duymakszn, tam bir teslimiyetle boyun emedikçe iman etmi olmazlar.” 1

Y üce Kitabmzda yer alan pek çok âyet-i kerime- de Hz. Peygamber’e iman, Allah’a imanla birlik-
te zikredilir.2 Kukusuz Allah’a iman, Peygamberi’ne ima- n gerektirmekte ve bu iman ikrar ifadesi Peygamberi’nin adn da içermektedir. Allah Resûlü de sevgili amcas Hz. Abbâs’n naklettii u sözünde imann ancak peygambe- ri tasdik etmekle tamam olacan bildirmektedir: “Rab
1 Nisâ, 4/65; B2359 Buhârî, Müsâkât, 6 2 Âl-i mrân, 3/179; Nisâ, 4/136; Fetih, 48/9
ALLAH’IN EN SEÇKN KULU
37
olarak Allah’, din olarak slam’, elçi ve peygamber olarak Muhammed’i gönülden benimseyen kii imann tadn alr.3
Hz. Muhammed’in (s.a.s) peygamberliini kalpten be- nimsemek, onu her eyden daha çok sevmek gerçek an- lamda iman etmenin bir gereidir. Enes b. Mâlik’in naklet- tiine göre, Sevgili Peygamberimiz bu hususa öyle dikkat çeker: “Herhangi biriniz beni babasndan, evlâdndan ve bü- tün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmi olmaz.”4 Yü- ce Allah, Peygamberimize gösterilmesi gereken sevgi ve ta- zimi müminlere emretmi, kendisinin de ona ne kadar de- er verdiini, onun makamn ne kadar yücelttiini de ha- trlatmtr: “Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salât eder. Ey müminler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.”5 Peygamber’e salât meleklerin dua, tebrik ve övgülerini ifade ederken, Allah’n salât etmesi, gerçek ma- hiyeti ve keyfiyetini tam olarak kavrayamadmz, snr- larn kestiremediimiz bir iltifat, rahmet ve eref olma- l.6 Allah peygamberine salât ve selâm getirmeyi mümin- lere bir vazife olarak yüklerken, onu yüceltmeyi imann bir gerei saymtr. man edilmek Allah’n annn gere- i, Resûlü’ne salât ve selâm da kendisine yaplacak taat ve ibadetin bir parçasdr. Nitekim Kur’an- Kerim’de Allah’ tesbih etmekle Resûlü’ne sayg yan yana zikredilmitir.7 - te Allah Elçisi’ne verdii bu deerden dolay ona yaplan saygszl kendisine yaplan saygszlkla bir tutarak öy- le buyurmutur: “ayet kendilerine (niçin alay ettiklerini)
3 HM1778 bn Hanbel, I, 208 4 B15 Buhârî, Îmân, 8 5 Ahzâb, 33/56 6 Kur’an Yolu, IV, 359 7 Fetih, 48/9
38
sorsan, ‘Biz sadece lâfa dalmtk ve aramzda eleniyorduk.’ derler. De ki: ‘Allah’la, O’nun âyetleriyle ve Peygamberi’yle mi eleniyordunuz?”8 Ayn ekilde Allah Teâlâ, herhangi bir yar- dma muhtaç olmad, bütün kudret ve hâkimiyet elinde olduu hâlde Peygamberine yaplan yardm, kendisine ya- plm gibi ifade ederek onun kymetine iaret etmitir: “Ey iman edenler! Eer siz Allah’a yardm ederseniz O da size yar- dm eder, ayaklarnz kaydrmaz.”9 Bu âyetteki, “Allah’a yar- dm” ifadesi, O’nun dinine ve Peygamberi’ne yardm eklin- de tefsir edilmitir.10
Hz. Peygamber’e verilen bu deer, ona itaatin Allah’a ita- atten, ona teslimiyetin Allah’a teslimiyetten bamsz olma- dn, Allah’a imann ayrlmaz bir parças olduunu kant- lamaktadr. Nitekim Ebû Hüreyre’nin naklettii bir sözün- de, Hz. Peygamber (s.a.s) öyle buyurmutur: “Bana ita- at eden Allah’a itaat etmitir. Bana kar gelen ise Allah’a kar- gelmitir...”11 Allah’a giden yol ona tâbi olmaktan, sözle- rini dinlemekten ve dediklerine gönülden boyun emek- ten geçmektedir. “De ki: Eer Allah’ seviyorsanz bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarnz balasn. Çünkü Al- lah çok balayandr, çok merhamet edendir.”12 âyeti Peygam- ber Efendimize ittibâ etmenin Allah’ sevmenin bir göster- gesi ve ispat olduu gibi balanmann, günahlardan arn- mann ve Allah’n sevgisini kazanmann da art olduu- nu bildirmektedir. Yüce Yaratc’nn kullarna olan sevgi- sini, merhametini, Peygamberi’nin yolunu takip etmelerine
8 Tevbe, 9/65 9 Muhammed, 47/7 10 BL7/281 Begavî, Meâlimü’t-tenzîl, VII, 281 11 M4747 Müslim, mâre, 32; B2957 Buhârî, Cihâd, 110 12 Âl-i mrân, 3/31
ALLAH’IN EN SEÇKN KULU
39
balamas, ona verdii deerin büyüklüünü ve nezdinde- ki ayrcaln açkça ortaya koymaktadr. Peygamber’e ita- atin ayn zamanda Allah’n koyduu snrlara riayet ve do- laysyla Allah’a itaat anlamna geldiini bildiren bir baka âyette de öyle buyrulur: “te bu (hükümler) Allah’n koydu- u snrlardr. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içinden rmaklar akan, içinde ebedî kalacaklar cennetlere sokar. te bu büyük baardr.”13 Bundan dolaydr ki Kur’an âyetlerine bakldnda Peygamberi’ne isyan, bir anlamda Allah’n koyduu snrlar amaktr.14 Peygamberi’ne kar- gelmek, ayn zamanda Allah’a kar gelmektir.15 Peygam- beri ile savamak, Allah’a sava açmaktr.16 Peygamber’in bildirmesi, Allah’n bildirmesidir.17 Peygamber’in haram klmas, Allah’n haram klmas gibidir.18 Peygamber’in Allah’n lütfettiklerinden vermesi, Allah’n vermesi gibidir.19 Peygamber’e biat etmek, Allah’a biat etmektir.20 Haddiza- tnda, “Kim Peygamber’e itaat ederse Allah’a itaat etmitir.”21 Zira o kendi arzusuna göre konumuyor, söyledikleri ya Allah’tan gelen bir vahiy22 ya da vahyin kontrolündeydi.23 Tabiatyla böyle bir elçinin emrettiklerine uymak, men et- tiklerinden uzak durmak24 inananlar için imanî bir zorun- luluktu.
13 Nisâ, 4/13 14 Nisâ, 4/14 15 Enfâl, 8/13 16 Mâide, 5/33 17 Tevbe, 9/3 18 Tevbe, 9/29 19 Tevbe, 9/59 20 Fetih, 48/10 21 Nisâ, 4/80 22 Necm, 53/2–4 23 D3586 Ebû Dâvûd, Kadâ’ (Akdiye), 7 24 Har, 59/7
40
Krk yana geldiinde Allah tarafndan peygamber ola- rak seçilip kendisine vahiy göndermesiyle onun Allah nez- dindeki üstünlüü tescillenmiti. O artk herhangi birinin babas deil peygamberlerin sonuncusu “hâtemü’l-enbiyâ” idi.25 Yüce Allah Hz. Muhammed’i (s.a.s) peygamber olarak gönderdiinde, ona büyük vazifeler yüklerken onu yüksek yetkilerle de donatmt. Bundan sonra o, tek bana s- sz maaralarda inzivaya çekilip geceler boyunca tefekküre dalan,26 gönlünü arndran bir kii deil ayn zamanda bü- tün insanla ilâhî vahyi duyuran, onlar arndran, bireysel ve toplumsal hayata ilikin konularda bilmediklerini öre- ten bir davetçi olmutu.27
Öncelikli görevi kendisine gelen vahyi insanlara aktar- mak ve açklamakt. Allah Resûlü ümmetine ibadetlerin ya- n sra evlilik, boanma, miras, haram ve helâl olan yiyecek- ler ve ticaret gibi daha pek çok konuya iaret eden âyetlerle ilgili açklayc bilgiler vermiti. Mesela, “Allah alverii helâl, faizi ise haram kld.”28 âyetinden her türlü alveriin helâl olduu anlalabilirse de Peygamberimiz örnein, do- muz ve içkinin satn yasaklayarak 29 buna birtakm s- nrlar çizdi.
Allah, Elçisi’ne Kur’an’da mevcut olan emir ve yasaklar açklama görev ve yetkisinin yan sra Kur’an’da olmayan baz hususlarda da kural koyma yetkisi tanmt: “O, onla- ra iyilii emreder, onlar kötülükten alkoyar. Onlara iyi ve te- miz eyleri helâl, kötü ve pis eyleri haram klar. Üzerlerindeki
25 Ahzâb, 33/40 26 B3 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1 27 Bakara, 2/151 28 Bakara, 2/275 29 M4048 Müslim, Müsâkât, 71
ALLAH’IN EN SEÇKN KULU
41
ar yükleri ve zincirleri kaldrr.”30 âyeti onun hem sorumlu- luklarna hem de yetkilerine iaret etmektedir. Yüce Allah, “Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözlerimizin önündesin, kalktnda Rabbini hamd ile tesbih et.”31 buyururken Resûl-i Ekrem’in dorudan ilâhî iradenin gözetimi altnda olduu- nu bildiriyordu.
Hz. Peygamber, vahiyle yönlendirilmedii hususlarda el- bette ahsî görüüne dayanyordu. Ümmü Seleme anlatt- na göre iki kii miras ve kaybolmu mallar konusunda an- laamayp Peygamber’e (s.a.s) gelmiler. Allah Resûlü on- lara öyle demiti: “Muhakkak ben, hakknda bana vahiy in- memi olan hususlarda kendi görüüme göre aranzda hüküm veririm.”32 Peygamberimizin kiisel yarglarnn doruluu kukusuz herhangi birininki ile ayn deildi. Nitekim Hz. Ömer bir gün minberde hitap ederken bu gerçei u ekil- de ifade etmitir: “Ey insanlar! Re’y (ahsî kanaat ve dü- ünce), ancak Resûlullah’a aitse isabetlidir. Çünkü Allah ona (doruyu bizzat) göstermitir. Bizim re’ylerimiz ise, (doru olan bulmak için gücümüz nispetinde ortaya ko- nan) fikrî gayret ve zandan ibarettir.”33
Yüce Allah, Hz. Peygamber’i hem fertlerin iç dünyasn aydnlatmak, onlar günahlarndan arndrmak hem de top- luma iyilikten yana olmay, iyilii egemen klmay öret- mek için görevlendirdi. O bütün bu yönleriyle âlemler için bir rahmetti.34 nsanlara rahmete kavuma yolunu gösterir- ken o, rahmetin bizzat kendisiydi. Bu rahmet, azab açkça
30 A’râf, 7/157 31 Tûr, 52/48 32 D3585 Ebû Dâvûd, Kadâ’ (Akdiye), 7 33 D3586 Ebû Dâvûd, Kadâ’ (Akdiye), 7 34 Enbiyâ, 21/107
42
davet edenleri bile kuatmt. Sözgelimi Ebû Cehil Pey- gamber Efendimizin anlattklar karsnda, “Allah’m, eer bu senin katndan gelen bir gerçek ise gökten bamza ta yadr veya bizi elim bir azaba urat.” demiti de bunun üzerine u âyetler inmiti: “Oysa sen onlarn içinde iken, Al- lah onlara azap edecek deildi. Balanma dilerlerken de Allah onlara azap edecek deildir. Onlar Mescid-i Haram’dan (mü- minleri) alkoyarken ve orann bakmna ehil de deillerken, Allah onlara ne diye azap etmesin? Orann bakmna ehil olan- lar ancak Allah’a kar gelmekten saknanlardr. Fakat onlarn çou bilmez.”35 âyette mafiret dileyenler olarak iaret edi- lenler, Peygamberimiz Medine’ye geldiinde hâlâ Mekke’de mürikler arasnda bulunan müminlerdi.
Rabbi onu hep himayesi altnda tutmutu. Bu batan be- ri böyleydi. Rabbi onu yetim iken barndrm, aray içine girdiinde ona yol göstermi, yoksul iken onu zengin et- miti.36 Henüz annesinin karnnda alt aylkken babas vefat etmi ve yetim kalmt. Alt yanda da annesini kaybetti- inde yapayalnzd. “O seni bir yetim iken barndrmad m?” buyrulurken onun “dürr-i yetîm” (esiz inci) gibi oluu- na da bir iaret vard.37 Büyütülen bir çocuk deil, ayn za- manda büyük bir ahlâk örnei38 ve insanl kurtulua ça- racak olan bir davetçi ve müjdeleyiciydi.39 Bu yüzden hep Allah’n gözetimindeydi ve Allah, Peygamberi’ni insanlarn zararlarndan daima korudu. Yardm ve merhameti ile in- sanlarn saptrmalarndan onu emin kld.40 Ona ve onun
35 Enfâl, 8/33-34; M7064 Müslim, Sfâtü’l-münâfkîn ve ahkâmühüm, 37 36 Duhâ, 93/6–8 37 Elmall, Hak Dini, VIII, 5898 38 Kalem, 68/4 39 Ahzâb, 33/45–46 40 Nisâ, 4/113
ALLAH’IN EN SEÇKN KULU
43
ahsnda bütün inananlara daima ilâhî iradeye teslim olma- lar salk veriliyordu. “Rabbinin hükmüne sabret. Çünkü sen gözetimimiz altndasn. Kalktn zaman da Rabbini hamd ile tesbih et.”41 âyeti bu telkinlerden sadece biriydi.
Allah Resûlü bütün mahlûkat içerisindeki ayrcalkl yeri- ni bir seferinde u cümlelerle anlatmt: “Ben ilk diriltilecek ve ardndan cennet elbiselerinden bir elbise giydirilecek kimse- yim. Sonra arn sanda duracam. Yaratlmlar içerisinde bu makamda benden baka duracak kimse yoktur.”42 Arn san- da durmak ile sembolize edilen ey aslnda Peygamber’in (s.a.s) Allah’a yaknldr. Bu mekânsal bir yaknlk deil, O’nun nezdindeki itibar ve deeridir. Bu, kukusuz ma- kamlarn en yücesi olan “makâm- mahmûd”dur. Bu, Haz- reti Peygamber’in kulluu tercih ediinin karlnda ka- vutuu bir lütuf, kulluk için tad arzu ve itiyaknn bir semeresidir. “Gecenin bir ksmnda uyanarak, sana mah- sus bir nafile olmak üzere namaz kl. (Böylece) Rabbinin se- ni, makâm- mahmûda (övgüye deer bir makama) ulatr- mas umulur.”43 âyetinde bu hakikatin açkça ifade edildii- ni görmekteyiz.
Allah, Sevgili Peygamberimizden dünya nimetleri ile ken- di katndakiler arasnda seçim yapmasn istediinde, o Al- lah katndakileri tercih ederken hiç tereddüt etmemiti.44 Vefatna be gün vard. “Sizden birinin benim dostum olma- sndan (ve böylece Allah’n dostluu yannda ikinci bir dost- luk olumasndan) Allah’a snrm. Çünkü Allah beni, tpk
41 Tûr, 52/48 42 T3611 Tirmizî, Menâkb, 1 43 srâ, 17/79 44 M6170 Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 2
44
brahim’i dost edindii gibi dost edinmitir.” buyurdu.45 Zaten son sözü de “Allah’m! Refîk-i a’lâya (En Yüce Dosta)!” ol- mutu.46 Allah Teâlâ onu Ahmed diye isimlendirmi, gele- ceini Hz. sa’nn diliyle srailoullarna bildirmiti.47 Pey- gamber airi Hassân b. Sâbit’in ifadesiyle adn adyla an- drmt.48 Allah, Son Elçisi’nin adn ve ann yüceltti. Onunla ilgili bu ilâhî destek ve ihtimam çarpc bir biçim- de öyle vurgulanr: “Biz senin gösünü açp geniletmedik mi? Belini büken yükünü senden alp atmadk m? Senin ann ve ününü yüceltmedik mi?”49
Peygamber (s.a.s) istikametinden amad ve kendisin- den önce gönderilen peygamberler gibi o da verilen ri- salet görevini en güzel ekilde yerine getirdi. Kukusuz Allah’n bütün elçileri peygamberlik vasf itibariyle eit- ti. “…Onun peygamberlerinden hiçbirini (dierinden) ayrt etmeyiz...”50 âyet-i kerimesi müminlerin olmas gereken sö- züne iaret etmekteydi. Peygamberler silsilesinin son hal- kas olan Sevgili Peygamberimiz bütün insanla gönde- rilmekle, sadece kendi toplumlarna gönderilen dier pey- gamberlerden ayrldn telâffuz ederken, “Hiçbir kula ‘Ben Yunus b. Mettâ’dan (Yunus Peygamber’den) daha hayrlym.’ demek yakmaz.”51 sözüyle peygamberlik vasf itibariyle bü- tün elçilerin Allah nezdinde eit olduunu ifade etmektey- di. Bununla birlikte Kur’an’da azim sahibi (ulü’l-azm) pey- gamberlerden bahsedilir: “(Ey Muhammed!) O hâlde, yüksek
45 M1188 Müslim, Mesâcid ve mevziu’s-salât, 23 46 M6297 Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 87 47 Saff, 61/6 48 KC20/106 Kurtubî, Câmi’, XX, 106 49 nirâh, 94/1–4 50 Bakara, 2/285 51 B4631 Buhârî, Tefsîr, (Mâide) 4
ALLAH’IN EN SEÇKN KULU
45
azim sahibi peygamberlerin sabretmesi gibi sabret…”52 Bu âyet ayn zamanda Allah Resûlü’nün de bahsedilen ve övülen peygamberlerden biri olduuna dair bir iareti barndr- maktadr.
Resûl-i Ekrem, büyük bir azim ve kararllkla görevini ifa etti. Veda Hutbesi’nde buna insanlarn ahit olmasn is- tediinde Allah’ da ahit tutmutu.53 Allah da ahit ve ra- zyd. O da Rabbinden raz olacakt.54 Rahmân’n izin ver- diklerinden bakasnn konuamayaca gün55 konuacak olan,56 insanlarn sözcülüünü yapacak olan ve tüm ümit- lerini yitirdiklerinde insanlara müjdeyi verecek olan da oy- du.57 Çünkü onun makam, makâm- mahmûddu.
52 Ahkâf, 46/35 53 M4386 Müslim, Kasâme, 31 54 Duhâ, 93/5 55 Nebe’, 78/38 56 B4712 Buhârî, Tefsîr, (sraîl) 5 57 T3610 Tirmizî, Menâkb, 1
O, YAAYAN KUR’ANDI
H z. Âie Peygamberimizin ilk vahyi al- d günlerdeki hâlini öyle anlatyor:
“Allah Resûlü için ilk vahiy, sadk rüyalar ile ba- lamt. Gördüü her rüya sabah aydnl gibi gerçekleirdi. Sonra ona yalnzlk sevdirildi. Ar- tk Hirâ Da’ndaki maara içinde inzivaya çe- kilip orada geceler boyu, ailesine gitmeden tek bana ibadet ederdi. Bunun için yannda yiye- cek de götürürdü. Sonra Hatîce’nin yanna dö- nüp bir süre için yetecek yiyecek alrd.
Bu durum Hirâ’dayken ona Hak gelinceye ka- dar devam etti. Sonunda günün birinde ona me- lek geldi ve ‘kra!’ (Oku) dedi. O, “Ben okuma bilmem!” cevabn verdi. Peygamberimiz olay öyle anlatr: ‘O zaman Melek beni alp takatim kesilinceye kadar skt. Sonra beni brakp yine, ‘k- ra!’ (Oku) dedi. Ben ona, “Okuma bilmem!” dedim. Yine beni alp ikinci defa takatim kesilinceye kadar skt. Sonra beni brakp tekrar, ‘kra!’ (Oku) de- di. Ben yine, ‘Okuma bilmem!’ dedim. Nihayet beni alp üçüncü defa skt. Sonra beni brakp (Kur’an’n
4848

G eçirdii krk yllk ömrü boyunca herkes ondan honut idi. “Muhammedü’l-Emîn” (Güvenilir Mu-
hammed) demilerdi kendisine. Fakat onun Mekkelilerin putlara tapmasndan, zulüm, zorbalk ve çeitli ahlâk d- davranlarndan honut olduunu söylemek mümkün deildi. Dünyay yeme içmeden, oyun ve elenceden iba- ret sayan Mekke’deki debdebeli hayattan sklmt. Onla- rn atalarndan intikal eden gelenekleri, Câhiliye âdetleri irk komalar çekilmez olmutu. Ya kemaline ermiti ve aray içerisindeydi. Fakat ne yapacan, nereye gideceini de kestirebilmi deildi. Bununla birlikte o, ne tam olarak arad yolu bulabilmi ne de bu hususta huzura kavuabil- miti.3 Her ne kadar akl ve tefekkürü ile putlarn saçmal- n hissediyor, Mekke toplumunda bildii ve bulduu ka- daryla Hz. brahim’in dinine meylediyorsa da henüz hida- yetten yoksundu, ne yapacan, nasl yapacan bilmeme- nin strabn yayordu.
Bu aray sürecinde, Ramazan ay boyunca Peygambe- rimizin yaad inziva hayat, genel olarak maarada
1 Alak, 96/1-5 2 B3 Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1; M403 Müslim, Îmân, 252 3 Duhâ, 93/7
O, YAAYAN KUR’ANDI
49
tefekkür ile varlk aleminden, yaanan hayattan ders ve ib- ret alma eklinde gerçeklemekteydi. Nitekim baz alimle- rimiz bu ibadet tarzn ifade için yukardaki hadiste geçen “tehannüs” kelimesini “tehannüf” yani, “hanifleme” olarak anlamaktadr.4
Yüce Allah’n belirttii üzere Son Elçi (s.a.s), “Daha önce ne bir kitaptan okumutu ne de eliyle yazmt.”5 O, kitap ne- dir, iman nedir bilmezdi. Dahas kendisine böyle bir Kitap verileceini de ummazd. Ancak rahmetiyle Rabbi ona böy- le bir kitab, Kur’an’ vahyetmiti. 6
te Hirâ’da yaad bu tecrübe Resûl-i Ekrem’in Kur’an ile ilk tanma sahnesiydi. Alak Sûresi’nin ilk be âyetiyle balayan vahiy süreci, yirmi üç senede tamamlanacakt. Ve çeitli zaman ve mekânlarda, deiik vesilelerle inen Kur’an âyetleri, hem Allah Resûlü’nü, hem de onun etrafnda kü- meleen Müslümanlar yetitirecek, yepyeni bir toplum ina edecekti. Nitekim Mekke’de inen âyetler ve sûreler ini srasna göre okunduunda, putperest bir toplumun Câhiliye’den nasl kopartlp aama aama eitildii, öre- tildii ve vahyin aydnlnda tertemiz bir toplum olutu- rulduu net bir ekilde görülecektir.
Aslnda bu durum risalet görevinin bir gereiydi ve Yüce Allah, Elçisi’ni bu görevi yerine getirmek üzere göndermi- ti. “Allah, kendilerine içlerinden, âyetlerini onlara okuyan, on- lar temizleyen ve onlara Kitap ve hikmeti öreten bir peygam- ber göndermekle müminlere üphesiz büyük lütufta bulundu. Oysa daha önce onlar, açk bir sapklk içinde bulunuyorlard.”7
4 K1/402, bn Kesîr, es-Sîretu’n-Nebeviyye, I, 402 5 Ankebût, 29/48 6 ûrâ, 42/52; Kasas, 28/86 7 Âl-i mrân, 3/164
50
Bu âyette dile getirilen “temizleme” (tezkiye), hem maddî hem de manevî temizlii, arnmay içermekteydi. Hz. Pey- gamber bu görevi sayesinde, Câhiliye insanlarn medeni- yete kavuturmutu. Kz çocuunu diri diri gömecek ka- dar gaddar insanlardan, can tayan her varla, hatta e- yaya rfk ve merhametle muamele edecek bir Medine top- lumu oluturabilmiti. Dier bir ifadeyle tezkiye, temiz bi- reylerden oluan “temiz bir toplum” tesis etmekti ve Rah- met Elçisi bunu gerçekletirmiti. Neticede o, atalarn gele- neklerine dayal bir Câhiliye toplumunu, yirmi üç yllk ri- saleti süresince erdemli bir topluma çevirmeyi baarmt. Allah’n hidayeti ve Hz. Peygamber’in tezkiyesi neticesin- de Câhiliye döneminin kaba, zorba ve mürik insanlarnn, çok ksa sürede gerçekleen bu toplumsal deiimle, nasl örnek bir nesil olduklarna tarih ahitti. Baz âlimlerimizin dedikleri gibi “ayet Resûlullah’n (s.a.s) nübüvvetini ispat için hiçbir mucize olmasayd, sadece onun ashâb bile bu- nun ispatna yeterdi.”8 Allah Resûlü, bütün bu sosyal deii- mi Kur’an öretileriyle gerçekletirmekteydi.
Rabbinden gelen vahyleri, âyet ve sûreleri insanlara oku- yarak duyurmas Hz. Peygamber’in tebli vazifesinin en önemli ksmn oluturmaktayd.9 Nitekim Yüce Allah “Ey elçi! Rabbinden sana indirileni duyur! Eer bunu yapmaz- san onun elçiliini yapmam olursun!”10 buyurmutu. Bu âyete dayanarak Hz. Âie, “Resûlullah’n (s.a.s) Allah’n Kitab’ndan herhangi bireyi gizlediini iddia veya riva- yet edenlerin yalan söyleyip Allah’a iftira etmi olacaklarn
8 FH4/305, Karafî, Furûk, IV, 305 9 srâ, 17/106; Kehf, 18/27; Ankebût, 29/45 10 Mâide, 5/67
O, YAAYAN KUR’ANDI
51
hatrlatmt.11 Dolaysyla Hz. Peygamber’in, hiçbir ekil- de inen vahiyleri gizlemesi, onlar deitirmesi veya ilâvede bulunmas söz konusu olamazd.12 Nitekim Veda Hacc’nda onu dinleyen sahâbe de, onun tebli görevini yaptna, ri- salet ve nasihat vazifelerini hakkyla yerine getirdiine da- ir ahitlik etmilerdi.13
Hz. Peygamber, sadece kendisine indirilen vahye tâbi ol- makla emrolunmutu.14 O, her ne pahasna olursa olsun in- sanlarn hidayetini veya itaatini salamakla memur deil- di. Ona düen yalnzca tebli etmekti.15 Bunun bilincin- de olan Kutlu Elçi, “Ben sadece tebliciyim, hidayet eden ise Allah’tr.”,16 “Allah beni teblici olarak gönderdi, zorlayc ola- rak göndermedi.”17 demekteydi. Gerçekten de o, insanlar üzerine ne bir bekçi ne bir zorlayc ne de onlarn bir veki- liydi.18 Buna ramen Rahmet Peygamberi, çevresindekile- rin hidayete kavumas ve kurtulua ermesi için davet gö- revinde o kadar srarl ve gayretli bir çalma yürütmütür ki neticede bu yüzden, “Neredeyse inanmyorlar diye kendini parçalayacaksn!” eklinde birkaç defa Allah tarafndan uya- rlmt.19 Aslnda bu tür uyarlarn baat sebebi, Efendimi- zin engin rahmetiydi. Örnein amcasnn hidayetini veya balanmasn çok istemesi,20 münafklarn reisinin cenaze
11 B4612 Buhârî, Tefsîr, (Mâide), 7; M439 Müslim, Îmân, 287 12 Yûnus, 10/15-6; Ankebût, 29/48; Hâkka, 69/46-8; Kyâme, 75/16-9 13 M2950 Müslim, Hac, 147 14 En’âm, 6/50, 56, 106; Yûnus, 10/109; A’râf, 7/203; Ahzâb, 33/2; Ahkâf, 46/9;
Kyâme, 75/18 15 Âl-i mrân, 3/20; Mâide, 5/92, 99; brahim, 13/52; Nahl, 16/35, 82; Nûr, 24/54 16 HM17060 bn Hanbel, IV, 101 17 T3318 Tirmizî, Tefsîr, 66 18 En’âm, 6/104-7, 66; âiye, 88/21-2 19 Ahzâb, 33/46; Abese, 80/1-2; uarâ, 26/3-4; Kehf, 18/6; Nahl, 16/37, Fâtr,
35/8, Enfâl, 8/67-9 20 Kasas, 28/56, Tevbe, 9/113
52
namazn dahi klma teebbüsü21 hep onun engin merha- metindendi.
Hz. Peygamber’in inen vahiyleri tebli ve tilâvetinin ya- n sra, inananlara Kitab’, hikmeti ve hatta onlara bilme- dikleri eyleri öretme gibi önemli bir vazifesi daha var- d.22 Allah’n Kitab’n öretmesi, daha çok amelî konular- la ilgili olup pratie yönelikti. Âyetlerde ifade edildii gi- bi o, Kur’an’n yan sra, hikmeti de öretmekteydi. Zira o, vahiyle donanm, hikmetle bezenmi bilge bir muallim- di. Baz rivayetlerde kendisinin de buyurduklar üzere o, muallim olarak gönderilmiti.23 Hz. Peygamber’in, Allah’n Kitab’n inananlara öretmesinin dier bir tarafn da in- dirilen âyetlerin onlara açklamas oluturmaktayd. Yüce Allah, “Sana da, insanlara kendilerine indirileni açklayasn diye bu Zikr’i (Kur’an’) indirdik.”24 buyurmaktayd. Onun Kur’an’ beyan ise çeitli ekillerde olmaktayd. Nebevî be- yan, bazen Kur’an hükümlerinden anlam kapal veya anla- lmas zor olan âyetlere, bazen de genel hükümlerin nasl anlalmas gerektiine dair açklk getirme eklinde ger- çekleiyordu. Örnein imsak vakti için kullanlan, “afan beyaz iplii, siyah iplikten ayrt edilinceye kadar yiyin, için!”25 âyetinde geçen iplikleri Adiy b. Hâtim hakikate hamlede- rek yastnn altna iki iplik koyup onlara bakmt. Oysa Hz. Peygamber âyette sözü edilen iki iplii, “Bu ancak ge- cenin karanl ile sabahn aydnl demektir.” eklindeki izah etmiti.26
21 Tevbe, 9/62-63, 83-97 22 Bakara, 2/129, 151; Âl-i mrân, 3/164; Cum’a, 62/2 23 HM14569 bn Hanbel, III. 328; M229 bn Mâce, Mukaddime, 17 24 Nahl, 16/44 25 Bakara, 2/187 26 B4509 Buhârî, Tefsîr, 2/28
O, YAAYAN KUR’ANDI
53
“nanp da imanlarn zulümle kartrmayanlar...”27 âyeti inince, bu husus karsnda zorlanan sahâbe Hz. Peygamber’e gelerek, “Hangimiz imann zulümle kartrm- yor ki?” demiler, bunun üzerine o, “Siz Lokman’n oluna söyledii ‘Gerçekten irk, büyük bir zulümdür.’28 sözünü duy- madnz m?” diyerek burada kast edilen zulmün irk ol- duu açklamasn yapmt.29 Vahyin iniine tanklk eden ashâb, Kur’an âyetlerini büyük ölçüde anlyordu ve tefsi- re fazla ihtiyaçlar yoktu. Bu nedenle de Hz. Peygamber, Kur’an’n küçük bir bölümünü tefsir etmiti. Yirmi üç sene boyunca devam eden nüzul sürecinin en önemli gündem maddesi olan Kur’an, onlar ilgilendiren her konuda hayat- la iç içeydi ve anlalmamas için sebep yoktu. Hiçbir âyeti tefsir edilmeyen sûreler olduu gibi, birçok sûrenin de sa- dece birkaç âyeti hadislerle açklanmt.
Hz. Peygamber’in Kur’an tefsiri daha çok uygulamalarn- da ve ahlâkî davranlarnda ortaya çkmaktayd. Dier bir ifadeyle Allah Resûlü, Kur’an’ anlatarak deil de yaaya- rak öretmeyi tercih etmiti. nançtan ibadete, eitimden ahlâka varncaya kadar hayatn her alann ilgilendiren sün- net, aslnda Kur’an’n hayata geçirilmesi demekti. Dolay- syla Hz. Peygamber’in tefsiri, sadece Hadis kaynaklarnn Tefsir bölümlerindeki sayl rivayetlerde deil onun bütün sünnet ve sîretinde aranmalyd. Tabiri caiz ise, Kur’an ilâhî iradenin yazl bir senaryosu, Hz. Peygamber’in onu hayata geçirmesi de bu senaryoyu canlandrmasyd.
27 En’âm, 6/82 28 Lokman, 31/13 29 B4776 Buhârî, Tefsîr, (Lokman), 1
54
Allah Resûlü, ilâhî mesaj o kadar içselletirmiti ki ge- celer boyunca, gözyalar içinde ayaklar iinceye dek k- yamda okuduu Kur’an ile âdeta bütünlemiti.30 Okuduu her bir âyetin kendisinde brakt etki gâh onu hüzne gark etmekte, gâh sürûra bomaktayd. Dua âyetlerini okudu- unda dua eder, istiâze âyetleri geldiinde Allah’a snrd.31 Son peygamber olmas hasebiyle Hâtemü’l-Enbiyâ’nn, üm- meti hatta insanlk adna hissettii endieler daha ar bas- maktayd. Ashâbndan baz kimselerin sesinden dinleme- yi sevdii Kur’an âyetlerini tefekkür ederken vahyin mesa- jna kendisini o denli kaptrrd ki belli bir noktada daya- namayacak hâle gelirdi. Bir defasnda sevgili dostlarndan bn Mes’ûd’dan Nisâ Sûresi’ni dinlemekteydi. bn Mes’ûd, “Her toplumdan bir ahit getirdiimizde, seni de bunlara ahit olarak getirdiimizde bakalm nasl olacak?”32 âyetini okuyun- ca, sorumluluun etkisiyle Nebîler Nebîsi göz yalar için- de, “Yeter!” buyurdu.33 Derin tefekkürün ve samimi endi- elerin sonucu olarak Rahmet Elçisi, baz sûrelerin kendi- sini ihtiyarlattn itiraf edecekti. En yakn dostu Hz. Ebû Bekir bir gün, “htiyarladn ey Allah’n Resûlü!” deyince o (s.a.s), “Beni, Hûd, Vâka, Mürselât, Nebe’ ve Tekvîr Sûreleri ihtiyarlatt.”34 diye cevap verecekti.
Allah Resûlü, ilâhî kelamn insanla hayat veren,35 ruh veren,36 kutsal mesajlar olduunun bilinci içerisindeydi. Hz. Ömer’in naklettiine göre o, “üphesiz Allah, bu Kitab 30 M7124-M7126 Müslim, Sfâtü’l-münâfkîn 79-81; B1130 Buhârî, Teheccüd, 6;
T412 Tirmizî, Salât, 187 31 M1814 Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn ve kasruhâ, 203 32 Nisâ, 4/41 33 B5050 Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 33; T3025 Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 4 34 T3297 Tirmi