e-mülâkât v: mezhebler, ehl-i sünnet ve mealcilik Üzerine - ebubekir sifil

27
[Buraya yazın] Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine 2015 EBUBEKİR SİFİL SAHN-I SEMÂN MEDYA GÜLİSTAN DERGİSİ 168.SAYI (ARALIK 2014) MÜLÂKÂTI

Upload: sahn-i-seman-arastirma-merkezi

Post on 20-Jul-2015

937 views

Category:

Education


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

[Buraya yazın]

Mezhebler, Ehl-i Sünnet

ve Mealcilik Üzerine

2015

EBUBEKİR SİFİL SAHN-I SEMÂN MEDYA

GÜLİSTAN DERGİSİ 168.SAYI (ARALIK 2014) MÜLÂKÂTI

Page 2: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

1

İçindekiler Özet .................................................................................................................................................... 1

Tabiûn ve Tebe-i Tabiûn Dönemleri .............................................................................................. 5

Mezhebler olmasaydı ne olurdu? ................................................................................................... 9

Mezhepsizlik Nedir? ....................................................................................................................... 10

Bid’at ehli ............................................................................................................................................. 13

Çantay meali bunu pekâlâ yapıyor? ............................................................................................. 18

Özet

İnsanımız şunu anlamalı: Meal okuyarak din öğrenilmez. Öyle olsaydı, meal

olgusunun ortaya çıkıp yaygınlaştığı modern zamanlara gelinceye kadar bu ümmetin

dininden-imanından habersiz yaşadığını söylememiz gerekecekti! Kur'an ve Sünnet'in

bizden ne istediğini tam anlamıyla kavrayabilmek için, öncelikle belli bir Usul'e ihtiyaç

vardır. İşte mezhep bize bu Usul'ü ve bu Usul doğrultusunda ortaya konulmuş

füruu/pratiği veren biricik sistemdir.

Anahtar Kelimeler: Mezhepler, Muhammed Avvame, Zahid Kevserî, Kader, Ehl-i

Sünnet, Ehl-i Bid’at, Nass, Mealcilik, Mustafa İslamoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, İçtihad,

Mezhepsizlik, Mezhebi olmayan, Mezhepler ne zaman ortaya çıkmıştır, Mütevatir,

Mu’tezile, Şiâ, Ma’bed el-Cüheni, Amr bin Ubeyd, Murâdullah, A.F.Yavuz Meali, Çantay

Meali, Esed Meali

Page 3: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

2

Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

(Sifil, 2014)

Gülistan: Kıymetli Hocam, mezhep ne demektir? Bazı kimseler, "Kur'an ve Sünnet

elimizde olduğu halde mezhep imamlarının ve ulemasının görüşlerine niçin

ihtiyacımız olsun?" diyerek insanların kafalarını karıştırıyorlar. Hiçbir ilmi alt yapısı

olmayan insanlar yanlış telakkilere kapılarak savruluyorlar. Bu tür sorulara nasıl

cevap vermek gerekir, açıklayabilir misiniz?

Ebubekir Sifil: Bismillâhirrahmânirrahîm. Mezhep, kısaca hayatı vahyin

gösterdiği istikamette yaşayabilmek için, bir başka ifadeyle vahyi hakkı verilmiş bir

anlama faaliyetinin konusu yapabilmek için gerekli usul ve ilkelerin adıdır.

Bunun kolay bir iş olmadığı, dahası, masa başı ve münferit birtakım

faaliyetlerle yapılamayacağı, anlamamız gereken ilk husustur. Bu itibarla bir

kimsenin, eline aldığı bir Kur'an mealiyle yahut Hadis kitabıyla doğrudan amel etmeye

kalkışması, zücaciye dükkânına dalan filin yol açtığından farklı bir manzara

doğurmayacaktır. Zira mesele sadece okuma yazma bilmekle ve Kur'an ve Hadis

metnine vakıf olmakla sınırlandırılamayacak kadar hayatî ve hassastır.

Söz gelimi Kur'an ve Sünnet nasslarının yapısı, bu iki kaynağın birbirleriyle

ilişkisi, kaynağını bunlardan alan diğer usul umdeleri bu noktada merkezî öneme

sahip hususlardır.

Allah Teâlâ’nın ve Resulünün bizden nasıl bir hayat istediğini sahih bir şekilde

anlayabilmek için, vahyin nüzulüne ve Sünnet ‘in vüruduna kimi zaman sebep teşkil

Page 4: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

3

etmiş, kimi zaman doğrudan şahit olmuş bulunan Sahabe neslinin tutumu da

behemehâl dikkate alınmak durumundadır. Daha önce de değişik vesilelerle

vurguladığım gibi, Peygamberi (s.a.v) terk-i dünya etmiş bir ümmetin, Peygamber

(s.a.v)'e arkadaşlık, yoldaşlık etmiş ilk ve tek kuşağının olaylar karşısındaki tutum ve

tavrında o Peygamber (s.a.v)'in etkisinin bulunmayacağını söylemek herhangi bir

kasıt söz konusu değilse cahillikten başka bir şeyin ifadesi olamaz!

Kısacası Kur'an ve Sünnet ‘in bizden ne istediğini tam anlamıyla kavrayabilmek

için, öncelikle belli bir Usul'e ihtiyaç vardır. İşte mezhep bize bu Usul'ü ve bu Usul

doğrultusunda ortaya konulmuş füruu/pratiği veren biricik sistemdir. Bu noktada

yaşanan bir kafa karışıklığına parmak basmanın sırasıdır: "Kur'an ve Sünnet elimizde

olduğu halde mezhep imamlarının ve ulemasının görüşlerine niçin ihtiyacımız olsun?"

derler.

Bu çerçevede gündeme gelen herhangi bir soruya, "dinî cevabı ayrı, mezhebî

cevabı ayrı" gibi bir yaklaşımla mukabelede bulunmak yahut herhangi bir ibadeti -

mesela namazı- Kur'an ve Sünnet'e göre kılınması durumunda ayrı, mezheplere göre

kılınması durumunda ayrı bir mahiyet kazanacakmış gibi takdim etmek meseleyi

çarpıtmaktan, ya da cehaleti ifşadan başka bir anlama gelmez.

Zira mezhep Din ‘in, yani Kur'an ve Sünnet ‘in "alternatifi" değildir! Meseleye

böyle bakıldığında mezhebi reddetmek dinin gereğiymiş veya mezhebi

reddetmedikçe Din ‘in özüne vakıf olunamayacakmış gibi bir düşüncenin oluşmaması

mümkün değildir.

Page 5: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

4

Oysa dediğim gibi Din ‘in ve konunun kaynaklarının bizden ne istediğini

mezhep olmadan anlamak ve o anlaşılan şey doğrultusunda bir hayat yaşamak

mümkün değildir.

Gülistan: Kıymetli hocam, bazı kimselerin “Mezhepler nasıl ortaya çıkmıştır?

Mezhepler niçin vardır? Ya da “Mezhepler olmasaydı ne olurdu?” sorularına

muhatap oluyoruz. Bu sorular nasıl cevaplandırılmalıdır?

Aslına bakarsanız, yaygın olarak bilinen anlamda mezhepler için ‘ortaya çıkma’

tabirini kullanmak doğru değildir. Zira biz bu tabirle, önceden mevcut olmayan bir

şeyin, belli bir dönemden sonra varlık sahnesine çıkmasını anlatırız.

Oysa Sahabe döneminden itibaren, Kur'an ve Sünnet ‘ten hüküm çıkarma

ehliyetine sahip her Âlimin bir mezhebi vardı. Efendimiz (sav)'in söz, davranış ve

fiilleri bizzat delil olduğu için O hayattayken tabii olarak O'na danışılmış, hüküm

sorulmuş, direktif alınmıştır. Dolayısıyla "Hz. Peygamber (sav)in mezhebi neydi?" gibi

bir soru, sahibinin cehaletini ortaya koymaktan başka bir anlam ifade etmez.

Hatta Hz. Mu'âz (ra)'ı Yemen'e gönderirken "Önüne bir dava geldiğinde ne ile

hükmedeceksin?" diye sorduğunda Hz. Mu'âz (ra), önce Kur'an'a bakacağını, aradığı

hükmü orada bulamazsa Sünnete itikâl edeceğini, orada da bulamazsa içtihad

edeceğini söylemiş, Efendimiz (sav)de onun bu hareket tarzını onaylamış, hatta ona

böyle bir muvaffakiyet nasip buyurduğu için Allah Teâla’ya hamd etmiştir. Bu olay

Page 6: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

5

bize, Efendimiz (sav) henüz hayattayken bile Âlim Sahabîlerin kendi mezheplerinin

oluşmaya başladığını göstermektedir.

Efendimiz (sav) terk-i dünya ettikten sonra, Sahabe'nin ileri gelenleri içtihad

edip fetva vermeye devam ettiler. Sahabe arasında fetvalarının çokluğuyla tanınan

yedi kişi bulunduğu belirtilmiştir: Ömer b. el-Hattâb, Ali b. Ebî Tâlib, Abdullah b.

Mes'ûd, Hz. Aişe, Zeyd b. Sâbit, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer (Allah

hepsinden razı olsun).

Bu demek değildir ki Sahabe arasında onlardan başka müçtehid yoktu. Aksine

Hz. Ebû Bekr, Hz. Osman, Übeyy b. Ka'b, Ebû Musa el-Eş'arî… (r.anhum) gibi Âlim

Sahabîler de içtihad edip fetva veriyordu. Ancak ilk grupta yer alanların fetvaları,

ikinci gruptakilerin fetvalarına oranla daha büyük bir yekûn oluşturmuştur.

Bir de sınırlı sayıda fetva vermiş olanlar vardır. Onların sayısı daha fazladır.

Fetvaları bize kadar intikal etmiş bulunan Sahabîlerin toplam sayısı 130 kadardır.

Bütün bunlar şunu gösteriyor: Sahabe arasında içtihad edip fetva verenler

bulunduğuna göre, onların her birinin, içtihad edip fetva verdikleri hususlarda

kendilerine ait mezhepleri vardı. Her ne kadar Usul'üyle füru’uyla müesses hale

gelmemiş olsa da, -ortada bir içtihad faaliyeti bulunduğuna göre- buradaki ‘mezhep’

vakıasını görmezden gelmek mümkün değildir.

Tabiûn ve Tebe-i Tabiûn Dönemleri

Page 7: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

6

Tabiun zamanına geldiğimizde, içtihad faaliyetinin artarak devam ettiğini

görürüz. Ortaya yeni meselelerin çıkması, bilhassa Irak ekolünün benimseyip

uygulamaya koyduğu "farazî fıkıh" sistemi, hadislerin derlenmesi… gibi birtakım

faktörler sebebiyle, Tabiun dönemi, içtihad faaliyeti bakımından Sahabe dönemine

kıyasla daha bir zenginlik arz etmektedir. Medine'de ünlü "Yedi Fakih" (Saîd b. el-

Müseyyeb, Urve b. ez-Zübeyr, el-Kasım b. Muhammed, EbûBekr b. Abdirrahmân,

Ubeydullah b. Abdillah, Süleymân b. Yesâr, Hârice b. Zeyd b. Sâbit); Mekke'de Atâ b.

Ebî Rabâh, Mücâhid, İkrime; Basra'da el-Hasenu'l-Basrî, İbn Sîrîn, Katâde; Kûfe'de

İbrahim en-Neha'î, Alkame b. Kays, Şurayh b. el-Hâris, Mesrûk b. el-Ecda gibi her biri

Âlim Sahabîler elinde yetişmiş ünlü Fakihler,bu dönemde içtihad faaliyetini yoğun bir

şekilde devam ettirmiş, fetva verip talebe yetiştirmişlerdir.

Onlardan sonra aralarında Dört Mezhep imamının da bulunduğu kuşak gelir.

Bunlar da Tabiun'un Âlimlerinin elinde yetişmiş, Sahabe ve Tabiun'un fıkhının üzerine

kendi müktesebatlarını da ekleyerek, günümüze kadar varlığını devam ettiren

mezheplerin kurucuları olma payesine ulaşmışlardır.

İçtihad faaliyeti Sahabe kuşağından itibaren hoca-talebe ilişkisi içinde mezhep

imamlarına kadar kesintisiz biçimde sürüp geldiğine göre, "mezhepler nasıl ortaya

çıkmıştır?" sorusunu doğru kabul ettiğimizde, cevap "Sahabe döneminden itibaren"

şeklinde olmalıdır.

Ancak, Sahabe ve Tabiun fakihlerinin içtihad usulleri ve çözüme bağladıkları

fer'î meseleler, detaylarıyla kitaplarda kaydedilmek suretiyle, müesses bir şekilde

Page 8: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

7

nesilden nesile aktarılma imkânı bulamadığı için ‘mezhep’ olgusu genellikle Dört

Mezhep imamı ve onların dönemi ile başlatılır. Şu halde sorunun ilk kısmını şöyle

toparlayabiliriz: ‘Mezheb’i, içtihad faaliyetinin oluşturduğu vakıası nazara alındığında,

mezhep olgusu sahabe döneminden beri mevcuttur. ‘Mezhep’ dendiğinde Usul'ü tam

anlamıyla ortaya konmuş, fer'î alanda Fıkıh bablarının tümünü ihtiva eden içtihadları

temayüz ve bize kadar intikal etmiş bir sistemi anlayacaksak, evet ‘mezhep’ hadisesi

Dört Mezhep imamı ile başlatılabilir.

Sorunun ikinci kısmına, yani "Mezhepler niçin vardır?" sorusuna gelince, buna

kısaca şöyle cevap verilebilir: Birincisi, Nass’lardan kaynaklanan sebeplerden, İkincisi

de hakkında nass (ayet ve hadis, temel alınacak delil) bulunmayan meselelerde nasıl

hareket edileceği konusundaki anlayış farkından dolayı.

Birçok nassın farklı anlaşılmaya müsait yapıda olması dolayısıyla her bir

müçtehid, ayet ve hadisten farklı bir şey anlamıştır. Burada genellikle verilen örneği

tekrar edecek olursak, Kur'an'da boşanmış kadınların beklemesi gereken iddet

süresi, "üç kur’" olarak ifade edilmiştir. (el-Bakara; 228)

Ulema, buradaki " kur’" kelimesinin hem "hayız", hem de "temizlik" dönemi

hakkında kullanılan "müşterek" bir kelime olduğunu belirtmiştir. Kelimenin

yapısındaki bu durum sebebiyle Sahabe döneminden itibaren bu ayetin ne ifade

ettiği konusunda ihtilaf vaki olmuştur. Hz. Ömer, Hz. Ali, İbn Mes'ûd vb. Sahabîler

(Allah hepsinden razı olsun) bu kelimenin "hayız"ı anlattığını söylerken, Hz. Aişe

Page 9: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

8

validemiz, İbn Ömer, Zeyd b. Sâbit ve daha başkaları da (Allah hepsinden razı olsun)

"temizlik dönemi"ni anlattığını söylemişlerdir.

Burada, sanki Yüce Allah, mü'minlerin içtihadda ihtilaf etmesini murâd

etmiştir. Zira bu ayette böyle müşterek bir kelime yer alırken, mesela aynı surede, iki

ayet yukarıda şöyle buyrulmuştur: "Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için

ancak dört ay (bekleme hakkı) vardır." Dikkat edilirse burada, "ay" kelimesi

geçmektedir ve bu kelimenin neyi anlattığı konusunda Araplar arasında herhangi bir

görüş ayrılığı yoktur. Yüce Allah dileseydi, iki ayet sonrasında yer alan "kur’" kelimesi

yerine de "ay" kelimesi yer alabilirdi. Ancak durum görüldüğü gibidir.

Aynı durum hadisler için de geçerlidir. Kimi durumlarda, aynı hadisi delil olarak

kullandıkları halde, Müçtehid İmamlar'ın, söz konusu hadisin neyi anlattığı konusunda

ihtilaf ettiklerini, yani aynı hadisten farklı sonuçlar çıkardığını görürüz. (Muhammed

Avvâme hocanın, “İmamların Fıkhî İhtilaflarında Hadislerin Rolü” ismiyle dilimize

çevrilen muhtasar çalışması, konuyla ilgilenenler için güzel bir derlemedir.)

Bir de hadislerin kabul şartlarındaki görüş ayrılıklarını buraya eklememiz

gerekir. Bu bağlamda, râvilerde aranan şartların mezhepten mezhebe değişmesi de

önemli bir ihtilaf sebebidir. Yani bir imamın/mezhebin sahih kabul ettiği bir rivayeti,

bir diğerinin sahih kabul etmemesi sonucu ortaya çıkan ihtilaflar vardır. Kimsenin

herhangi bir imama "Sen niye bu şartı koydun da şu şartı koymadın?" gibi bir soru

sormaya hakkı ve haddi olmadığına göre, bu noktadan kaynaklanan ihtilaflar

bulunması da son derece tabiidir.

Page 10: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

9

Dolayısıyla herhangi bir mesele hakkında ayet veya hadis bulunması, o

meselede ihtilaf edilmemesini tek başına sağlamaz. Ya da şöyle diyelim: Bir meselede

ayet ve hadis var diye o meselede içtihad farklılığı olmaz, demenin hiçbir ilmî kıymeti

ve pratik karşılığı yoktur.

Mezhebler olmasaydı ne olurdu?

Hakkında Kur'an ve Sünnet'te hüküm bulunmayan hususlarda ne şekilde

hareket edileceği konusuna gelince. Müçtehid İmamlar'ın mezheplerini birbirinden

farklı kılan önemli unsurlardan birisidir. Özellikle "tali deliller" dediğimiz; İstihsan,

İstıslah, Mesalih-i Mürsele, Sedd-i Zerayi', Medine Ehli'nin uygulaması gibi unsurların

bir kısmının bir kısım imamlar tarafından benimsenmemesi sonucu farklı içtihadların

ortaya çıktığını görüyoruz. Mesela İmam eş-Şâfi'î, Hanefîler ve hatta Malikîler

tarafından benimsenen "İstihsan"ı kabul etmemiş, Hanefîler, Şâfi'îler ve Hanbelîler

Medine Ehli'nin uygulamasının delil teşkil etmeyeceğini söyleyerek İmam Mâlik'ten

ayrılmışlar, Hanefîler mürsel hadisi delil kabul ederken İmam eş-Şâfi'î, Sa'îd b. el-

Müseyyeb'in müselleri hariç, diğerlerini reddetmiştir… Örnekleri uzatmak mümkün.

(Bu konu hakkında Mustafa Sa'îd el-Hınn'ın, dilimize “İslam Hukukunda Yöntem

Tartışmaları” adıyla çevrilen kapsamlı çalışması son derece aydınlatıcı ve tavsiyeye

şayandır.)

Sorunun "Mezhepler olmasaydı ne olurdu?" diyen üçüncü kısmına gelince,

bunun yanlış bir soru olduğunu söylemeliyim. Zira yukarıdan beri yapılan izahatın şu

Page 11: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

10

noktayı ortaya koymuş olması gerekir: Mezheplerin varlığı eşyanın tabiatındandır.

Zira farklı anlaşılmaya müsait nasslar ve farklı anlayış biçimleri var oldukça, farklı

mezheplerin var olması kadar normal ve hatta "kaçınılmaz" bir şey olamaz. Eğer

nasslar farklı anlaşılmaya müsait olmasaydı ve herkesin anlayışı aynı olsaydı, işte o

zaman mezheplerin varlığı anormal olurdu.

Burada şunu da söylemek mümkün: Evet bu zorunlu durum, Ümmet-i

Muhammed'e bir "rahmet" olarak yansımıştır; bu doğrudur. Ama unutmayalım ki, bu

bir "sonuç"tur. Yani mezhepler "Ümmet'e kolaylık olsun diye" özellikle oluşturulmuş

değildir. Onların zorunlu varlığı, Ümmet'e kolaylık ve rahmet olarak yansımıştır…

Gülistan: Mezhepsizlik fikrinin kaynağı nedir? Bir mezhebe uymak zorunlu mudur?

Aslına bakarsanız "Mezhepsizlik" diye bir şey yoktur. Mevcut mezheplerden

birisini benimsemeyenlerin dahi bir mezhepleri olmak zorundadır ki bu, ya yeni ve

müstakil bir mezheptir, ya da mevcut mezheplerin içtihadlarından meydana getirilen

karma bir oluşumdur. Zira baştaki sorunun cevabını verirken mezhep olgusunun niçin

"zorunlu" olduğunu belirtmiştik.

Mezhepsizlik Nedir?

O halde "mezhepsizlik" diye ifade edilen şey nedir? Bu sorunun en kestirme

cevabı şudur: Mevcut mezheplerden birisiyle ameli kabul etmeyip, yeni bir oluşuma

gitmek mezhepsizlik olarak ifade edilmektedir. Buradaki "yeni oluşum" eğer yeni ve

müstakil bir mezhebi anlatıyorsa, söylenecek bir şey yoktur.

Page 12: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

11

Bugün kendisini müstakil bir mezhep kuracak yetkinlikte, yani "mutlak

müçtehid" olarak gören birileri varsa, tabii ki yeni bir mezhep tesis edebilirler. Ancak

bunun bugün mümkün olmadığı ortadadır. Zira "yeni içtihad" çağrısı yaklaşık iki buçuk

asırdır dile getiriliyor; buna rağmen ortaya yeni bir Usul-i Fıkıh konmuş değil! Usul-i

Fıkıh olmadan mezhep olur mu? Mezhep dediğiniz yapı, Usul-i Fıkıh sistemi üzerine

kurulur. Bu yoksa o da yoktur.

Dolayısıyla geriye ikinci şık kalıyor: Mevcut mezheplerin içtihadlarından elde

edilen "karma" bir mezhep. Bunun caiz olmadığını ise muhakkik âlemler açıkça

belirtmişlerdir.

Mezhepsizlik fikrinin kaynağı konusunda söylenebilecekler de iki başlık altında

toplanabilir: 1. Doğrudan Kur'an ve Sünnet'le amel etme iddiası. 2. Mevcut

mezheplerin içtihadlarının yetersiz/eskimiş olduğu ve yeni içtihadlar yapılması

gerektiği düşüncesi.

Birinci düşünceyi benimseyenler, tamamen dinî endişelerle hareket ederler.

Onlara göre mezhep imamlarının taklit edilmesi, kişiyi şirke kadar götüren gayri

meşru bir tutumdur. Müslümanlar başkalarını taklit etmekle değil, Kur'an ve

Sünnet'le amel etmekle mükelleftir.

Ne kadar iyi niyetle dile getirilirse getirilsin, bu düşüncenin, ayakları yere basan

bir yaklaşımın ürünü olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira herkesin müçtehid

Page 13: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

12

olmasını istemek, herkesin doktor ya da avukat olmasını istemek kadar, hatta ondan

daha fazla abestir, "uçuk"tur! Tarih içinde İbn Hazm, bilahare de eş-Şevkânî

tarafından dillendirilen "taklidin haramlığı" iddiası, günümü de de kendisine "Selefî"

diyen bazı kardeşlerimiz tarafından tekrar edilmektedir.

İkinci yaklaşım ise dinin modernizasyonu/reformizasyonu düşüncesini

savunanlar tarafından dile getirilmektedir. Onlara göre "Din" ile "Fıkıh" birbirinden

ayrı şeylerdir. "Din", değişmezler sahasını oluştururken "Fıkıh" çerçevesine giren

hususlar değişime tabidir; zaman ve zemine göre değişiklik gösterir.

Bu düşüncelerin her ikisi de "Fıkıh" sistemini, bilhassa Usul ve Kavaid sahalarını

tam anlamıyla kavrayamamanın ya da dikkate almamanın ürünüdür. Zira Usul ve

Kavaid'e hakkıyla işlerlik kazandırıldığında, Müslümanlar'ın çözemeyeceği, içinden

çıkamayacağı mesele yoktur.

Bu saikle hareket edenlerin genellikle, "genellikle" diyorum, çünkü hepsini

aynı kefede değerlendirmek doğru değildir, ideolojik bir zeminde, İslam'ı bir yerlere,

bir şeylere uydurma çabasıyla hareket ettiği görülüyor. Ana dilde ibadet gibi, miras

paylaşımı ve çok eşlilik gibi modern çağın değer yargılarına uymayan bütün ahkâmın

red ve ilgasını hedefleyen bu yaklaşımın temsilcileri, genellikle dinin

rasyonelleştirilmesi zemininde hareket eder; hadislerin reddi ya da en azından "hafife

alınması", Kur'an ayetlerinin yorumunda keyfîlik… gibi tavırlarla dikkat çeker.

Page 14: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

13

Bid’at ehli

Burada bir noktaya dikkat çekmeden geçmek eksiklik olacaktır; Ehl-i Sünnet

bir toplumda yaşadığı halde, Ehl-i Sünnet'e aykırı itikadî bir çizgi benimseyen, fer'î

alanda da birtakım yeni içtihadlarda bulunan, ama bütün bunları "yeni içtihad

yapıyorum" ya da "Ehl-i Sünnet'i beğenmiyorum/yetersiz veya yanlış buluyorum"

demeden yapan bazı kişilerin bulunduğuna bilhassa dikkat etmelidir.

Bunlar sizinle benimle aynı ortamları paylaşan, bizlerin okuduğu

gazetelerde/dergilerde yazı yazan insanlardır. "Müslümanların mağduriyeti", "Filistin

ve Çeçenistan sorunu", "Başörtüsü meselesi" gibi birtakım hassasiyetlerimizi de

paylaşır, hatta sahiplenirler. Ama öte yandan gerek itikadî, gerek Fıkhî sahada tarih

içinde var olmuş hiçbir İslamî oluşumun söylemediği şeyler söyler, fetvalar verirler.

Ama nedense bunların varlığı kimseyi rahatsız etmez! İnsanımızın bu noktaya çok

dikkat etmesi lazım.

Hak mezheplerin dışındakiler "bid'at" oluşumlardır. Kaynakları okuma

biçimleri ve hüküm çıkartma tarzları Ehl-i Sünnet ile örtüşmez. Yani "Din tasavvurları"

farklıdır. Dolayısıyla hemen yukarıda dikkat çekmeye çalıştığım kimse ve kesimler de

dâhil olmak üzere, bu tarz yönelişlerin sahip ve temsilcilerinin söylemlerine -ne kadar

süslü, cazip ve içten olursa olsun- aldanmamak durumundayız.

Gülistan: Şiiler, Bahailer, İsmaililer, Reşat Halifeciler, Vahhabiler, Hariciler,

Mutezile, Cebriye ve reformist-modernistlerin hükümleri nedir? Bunlardan küfrüne

Page 15: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

14

hükmolunan mezhepler var mıdır? Varsa niçin? Küfrüne hükmedilmeyenlerin

hükmü nedir? Bir süre cehennemde yanıp sonra cennete girmeleri gibi bir şey mi

söz konusu?

"Bid'at fırka" kavramını hayata tetabuk ettirerek ele alan yaklaşımından ötürü

kutladığımı belirteyim. Zira "bid'at fırka" kavramı yaygın olarak tarih içinde olup-

bitmiş olgular ve devrini tamamlayıp tarihe mal olmuş oluşumlar için kullanılır,

günümüze tatbik edilmez ve tabii ki bu eksik bir değerlendirmedir.

Yukarıda adı aynı bağlam içinde anılan fırka ve oluşumlara gelince, bunları

mutlak surette kategorize ederek ele almak gerekir. İlke şudur: "Dinden olduğu

zaruretle sabit olan hususlar"ı inkâr etmeyenler İslâm dairesi içinde, edenlerse

dışında değerlendirilir.

Burada bir hususa dikkat çekmek gerekiyor: el-Kevserî Merhum, el-Melatî'nin

et-Tabsîr'ine yazdığı takdim yazısında, fırkalar hakkında hüküm verirken son derece

dikkatli ve ihtiyatlı olmak gerektiğinin altını çizmiş ve şu hususlara dikkat çekmiştir:

Fırkalar hakkında eser veren ulemadan kimi sadece bu fırkaları ve görüşlerini

zikretmekle yetinip, görüşlerini tartışmazken, kimi de bu tartışmayı alabildiğini sert bir

şekilde yapar ve her fırkayı, kendi görüşlerinin gereği saydığı hususlarla ilzam eder. Bu

fırkalar hakkında konuşurken, onları, sadece kendi eserlerinde yer alan görüşlerle

ilzam etmek ve muarızlarının onlar hakkında yazdığı eserlerde zikrettikleri her görüşü

onlara nisbet etmekten sakınmak gerekir…

Page 16: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

15

Bu değerlendirmeler ışığında gerek mezkûr fırkaları, gerekse bunların alt

dallarını birbirinden ayrı tutmak durumundayız. İslâm dairesi içinde bulunanlara

Şia'nın "gulat/aşırılar" dışındaki alt dallarını, Vehhabiler'i, ve yine Hariciler'in –Necdât

gibi– bazı kollarını örnek verebiliriz. Mu'tezile, Cebriye ve diğerleri de böyledir.

Bunların her birinin alt dalları, liderleri ve kendine mahsus görüşleri vardır. Aynı

durum Modernist/reformistler için de böyledir. Aralarında son derece aşırıya

gidenler olduğu gibi, ılımlı olanlar da vardır. Bahailer, Reşad Halifeciler… gibi "yalancı

peygamberlere inananlar"a gelince, bunların durumu tıpkı Müseylimetü'l-kezzâb'a

inananların durumu gibidir. Gerek ona, gerekse diğer yalancı peygamberlere

inananlarla yapılan savaşlara "Ridde Savaşları" dendiği malumdur. Hz. Peygamber

(s.a.v.)'den sonra peygamber gelmeyeceği, dinde zaruretle sabit olduğu halde bunlar,

sahte peygamberlere iman etmekle bu zarureti inkâr etmişlerdir.

Bütün bu fırkalar içinde küfrüne hükmolunanlar, yukarıda da belirttiğim gibi

"dinden olduğu zaruretle sabit olan hususlar"dan herhangi birini red/inkâr ettiği için

bu hükme muhatap olmuştur. Kur'an veya mütevatir Sünnet ile sabit olan

hususlardan herhangi birini inkâr edenlerin durumu böyledir.

Tekfir edilmeyenlere gelince, bunlar Ümmet-i Muhammed'in

günahkârlarından olarak cehennemde belli bir süre azap çekerler. Zira bid'atleri küfre

varan aşırılıkta değildir. Dolayısıyla bunlar esas olarak "mü'min"dir.

Gülistan: Mezheblere karşı olanların yâda hadisleri inkâr edenlerin "Kur'anın

özüne dönelim" şeklinde bir takım sloganvari cümleleri kendilerine kılıf edinerek

ortaya çıktıklarını görüyoruz. Kur’an’ın beyan edicisi olan Efendimiz sallallahu

aleyhi vesellem, Kur’an’dan ayrı tutulmaya çalışılıyor gibi tehlikeli bir durum söz

Page 17: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

16

konusu... Meal okuyarak insanların Kur’an ayetlerini anlayıp yorumlayabileceğine

kadar uzanan iddiaları da var. Bu kimseler, "İmam-ı Azam’da benim gibi bir

insandı. O bir yorum yapmışsa ben de yaparım." diyebiliyorlar. Ne diyorsunuz bu

hususta?

Modernistlerin Kur'an’a dayanmaya çalışmaları sebepsiz değil. Bir kere şu

tesbiti ortaya koyalım; zaman zaman ben "hâziruna'" şöyle bir soru soruyorum, “Bir

insan, Kur'an okuyarak sapıtır mı?" İnsanlar şaşırıyor, sonra cevabı ben veriyorum,

"Evet, sapıtabilir." Kur'an okuyan herkes sapıtır anlamına gelmiyor bu, ama Kur'an

okuyan insanlar sapıtabilir. Allah (cc), Bakara Sûresi'nin başında bir sivrisinek misali

zikrediyor, "Allah, bir sivrisineği ya da ondan daha ötesini misal vermekten çekinmez.

Kalplerinde maraz bulunanlar derler ki, Allah bu sivrisineği misal vermekle neyi

Murâd etti? Allah Teâla, bu misalle pek çoğunu dalalete sevkeder pek çoğunu da

hidayete erdirir; dalalete sevk ettikleri sadece fasıklardır." Kur'an'ın böyle bir özelliği

var yani; Mü'minler için bir şifadır Kur'an, "Kur'an, zalimlerin hüsranını artırmaktan

başka bir şey yapmıyor." buyruluyor.

Onun için Kur'an okuyan her insanın teorik olarak hidayet bulacağı anlayışı

yanlış bir kabuldür. Tarih içerisinde, Ehl-i Bid'at dediğimiz fırkalara baktığımızda,

Mu'tezile'ye baktığımızda, Şiâ'ya baktığımızda vs. bunların hepsi Kur'an'a

dayanmıştır. İstisnasız hepsinin Kur'an'dan delilleri vardır; sapmalarının nedeni ise

sünnetten sarfı nazar etmeleridir. Biz onun için Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat diyoruz.

Page 18: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

17

Çünkü Allah'ımızın muradını bize sünnetten daha kâmil biçimde ulaştıran

başka bir kaynak yoktur. Allah (c.c) bizden ne Murâd etmiş? Bu sorunun

verebileceğiniz bir tek doğru cevabı var, o da sünnettir. Onun için Kur'an, kendi

beyanını açıklamasını sünnete havale etmiş, "Biz sana bu zikri indirdik ki, ne

indirdiğimizi insanlara beyan edesin." buyruluyor.

Gülistan: Kuran’a bizzat başvurmak söylemini dillendirenlerin genelde, başta

mezhep imamlarımız olmak üzere adeta âlimlerin ve ariflerin varlığını yok

saydıklarını görüyoruz. Onları sıradanlaştırmaları gibi bir durum söz konusu… Bu

çabalarını nasıl anlamalıyız? Münferid olarak sadece Meal okuyarak din öğrenilir

mi?

Ebubekir Sifil: Kur’an’a bizzat başvurmak, sadece âlimlerin, ariflerin varlığını

reddetmekle değil, bütün bir İslamî anlayış ve birikimi reddetmekle eşanlamlıdır.

Meselenin “Kur’an’ı anlama çabası” gibi masum söylemlerle perdeleniyor olması

kimseyi aldatmamalı. Zira bu tavır bir “farklılık arayışı”nın, daha doğrusu “farklı din

arayışı”nın ürünüdür. Sahabe’den bize intikal eden İslam, Kur’an’a bizzat başvurma

ihtiyacı hisseden çevreleri rahatsız ediyor. Farklı, yeni ve “çağa uygun” bir din arayışı

peşindeler. Bunu bulabilirler mi? Teorik olarak evet. Ama buldukları o şeyin “İslam”

olma şansı yok.

Herkesin kendi hevâ ve hevesleri doğrultusunda hüküm koyacağı “ben böyle

anlıyorum” demenin hazzını tepe tepe yaşayacağı bir ortam arayışı var. Allah

Teâla’nın muradını yakalamanın peşinde olmakla çağdaş değerlerle çatışma teşkil

etmeyen bir din peşinde olmak arasındaki fark, İslam’a teslim olmakla İslam’ı teslim

almak arasındaki fark kadardır.

Page 19: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

18

Türkiye’de uzun yıllar Hasan Basri Çantay merhumun meali gibi birkaç meal

vardı sadece. Sonra bir şeyler oldu, meallerin sayısı akıl almaz bir hızla arttı. Ne oldu

da böyle oldu? İnsanlar Çantay mealinde ne bulamadı da yeni meal arayışları

gündeme geldi? Mesele Kur’an’ın muhtevasından haberdar olmak ise

Çantay meali bunu pekâlâ yapıyor?

Demek ki burada bir “farklılık arayışı” var. Bilhassa meal okumayı teşvik eden

çevrelerde önerilen mealin hangisi olduğuna da dikkat etmek lazım. Niçin Çantay

meali ya da Bilmen yahut A.F.Yavuz meali değil de Esed meali veya Y. N. Öztürk meali

yahut İslamoğlu meali?

Bu, gerçekten iyi okunması gereken bir süreç. İnsanlara “Allah kelamı” diye bir

kısım meal yazarlarının sakat din tasavvurları, yetersiz ve nahif Kur’an anlayışları ve

bozuk itikatları pazarlanıyor. Söz konusu Allah kelamı olunca da akan sular duruyor

tabii.

İnsanımız şunu anlamalı: Meal okuyarak din öğrenilmez. Öyle olsaydı, meal

olgusunun ortaya çıkıp yaygınlaştığı modern zamanlara gelinceye kadar bu ümmetin

dininden-imanından habersiz yaşadığını söylememiz gerekecekti!

Page 20: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

19

Elbette Kur’an’la irtibatımız daim olmalı. Elbette Rabbimizin bizden ne

istediğini bilmek durumundayız. Ama bunun yolu meal okumak değildir. Bunun yolu

“ilahî kelam”ı olabildiğince bütün yönleri ve anlam katmanlarıyla dikkatimize sunun

İslamî ilimler ve onların vücut verdiği eserlerdir. Akaid’den Fıkha, Tefsir’den Hadis’e

ve bunların usullerine kadar devasa bir dünya var önümüzde. Cihan devletlerine ve

evrensel medeniyetlere vücut vermiş bir müktesebattan bahsediyoruz. Ufkuyla,

cesaret ve cesametiyle, derinlik ve dirayetiyle büyük insanlar ve büyük toplumlar inşa

etmiş olan bu müktesebat, bugünün insancıkları ve toplumcukları söz konusu

olduğunda kifayetsiz kalıyor?

Bedbaht âna derler ki, elinde cühelanın

Kahrolmak için kesb-i kemâl-i hüner eyler

Bedbaht olan biz miyiz, bize ağır gelen o sıklet mi, onu da varın siz dillendirin…

Efendimiz (s.a.v) bu dini insanlara “tebliğ” yanında “beyan” göreviyle de

muvazzaftı. Demek ki O’nu görmezden gelerek, O’nun beyanlarına ve rehberliğine

kulak tıkayarak Allah’a kul olmak mümkün değil.

Meal Müslümanlığı bize –kendisini öyle takdim etmese de– fiilen Kitabullah’ın,

Peygamber olmadan da anlaşılabileceğini telkin ediyor. Hatta bunun “en sağlam” iş

olduğunu, bir “vecibe” olduğunu söylüyor. Yahudilerin Peygamber’e (Hz. Musa -a.s-)

rağmen bir Yahudi şeriatı ortaya koymalarını ve Hz. Musa’dan sonra gelen

peygamberlerle bu şeriatı muhafaza adına mücadele etmelerini çağrıştıran bir

durumla karşı karşıyayız.

Page 21: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

20

Meal olgusu bizi Hadis’ten, Tefsir’den, Fıkıh’tan, Akaid’den uzaklaştırdığı

ölçüde tehlikelidir. Çünkü meal olgusu bütün bu ilimleri dünyamızdan uzaklaştırarak

kocaman bir boşluk oluşturuyor. Bu boşluğu kim/ne doldurur? Kaygım bu sorunun

cevabının nasıl verileceği noktasında…

Bu ülkede yıllardır bir kesim, bir kesimin halkı İslâm adına sömürdüğünü,

aldattığını söyler durur. Hatta o kesim, bütün varlık sebebini bu söylem üzerine bina

etmiş durumdadır. Bütün kariyerini, şöhretini, "servetini" bu söyleme borçludur.

Vakıa bu ülkede halkı "Allah" diyerek, "Din" diyerek aldatan, sömüren, yüce

değerleri menfaat aracı olarak istismar eden bir kesim mevcuttur ve bu kesim de aynı

şekilde servetini bu söyleme borçludur. Ancak bu arıza, asla bir başka arızanın

"meşruiyet" sebebi olamaz.

Halkı "Allah" diyerek", "Din" diyerek aldatanlar bulunduğunu söyleyenler, bu

yanlışlığın "Kur'an'dan uzaklaşma"nın sonucu olduğu tespitinde birleşirler. Onlara

göre halk Kur'an'la amel etse, bu arızaların hiç birisi vücut bulamayacaktır.

Meselenin can alıcı noktası işte bu tespitte yer alıyor. Halkı Kur'an'a çağıranlar

bunu, "Kur'an'ın korunmuşluğu"na dayandırarak yapıyor: Başta Sünnet olmak üzere

diğer delillerin böyle bir koruma altına alınmamış olması (!) onlara göre yalnızca

Kur'an ile yetinme tavrının en temel gerekçesidir. Mademki İslâm'ın bu tek ve ana

Page 22: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

21

kaynağı her türlü tahriften masundur; o halde problemlerimizi sadece ona götürerek

çözmekten daha makul ve gerekli bir şey yoktur. Mantık bu!

Burada Sünnet'in, Sahabe'nin, Fıkh'ın ve Fukaha’nın niçin devre dışı bırakıldığı

sorusunun cevabı elbette önemlidir. Fakat bunlardan daha öncelikli bir mesele var ki,

ona dikkat etmediğimiz zaman eninde sonunda varacağımız nokta, halkı Kur'an ile

aldatanların bulunduğu nokta olacaktır. Kastettiğim mesele şudur: Kur'an'ın

korunmuş olmasının, onların Kur'an'dan çıkardığı hükümlerin doğru olup

olmamasıyla en küçük bir ilgisi yoktur. Bir başka şekilde söylersek, Kur'an ayetlerinin

sübutunun kat'î olması, onların Kur'an ayetlerine yüklediği anlamın da kat'î olmasını

gerektirmez. Bu ikisi birbirinden tamamen farklı şeylerdir.

Halkı Kur'an'a çağıranlar, aslında Kur'an'dan kendi anladıkları şeye, Kur'an

ayetlerine kendilerinin yüklediği anlamı kabule davet ediyor. Bir yanlışlığa parmak

basarken, onun çaresinin kendi Kur'an tasavvurlarında, Din anlayışlarında olduğunu

söylüyorlar. Oysa söz konusu yanlışlığın "yanlışlık" olduğunu söylemek için farklı bir

Din tasavvuru inşa etme gayretkeşliğine soyunmanın gereği de yok meşruiyeti de?

Tarih içinde, uygulamada zaman zaman aksaklıklar olsa da, en azından kitabî olarak

mevcudiyetini sürdürmüş ve günümüze kadar öylece gelmiş olan sahih çizgi, hakkı

hak, batılı batıl olarak görmüş, doğruya doğru, eğriye eğri olarak hak ettiği hükmü

vermiştir.

Hal böyleyken yeni bir Din tasavvuru inşasına soyunmak, yeni bir Bid'at

mezhep inşa etmektir. Bu Bid'at oluşumun Kur'an anlayışında Sünnet ismen mevcut

olsa da cismen ve fiilen? yok. Onların Kur'an anlayışında külfet yok, "imtihan" yok,

Page 23: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

22

ahiretin dünyaya öncelemesi yok? Hele Ümmet'in tarih içinde ortaya koyduğu

müktesebatın esamesi bile okunmaz. Oysa neyi kaybettiğinin farkında olmayan, neyi

arayabilir?!

Bu noktada kendilerine karşı herhangi bir itiraz vuku bulduğunda, durumu

"Kur'an'a itiraz ediliyormuş" gibi takdim ediyorlar büyük bir el çabukluğuyla.

Oysa aynı Kur'an'dan hareketle tarih içinde ortaya konan müktesebat ile

bunların davet ettiği şey arasında uçurumlar mevcut.

Bütün mesele, Sünnet'e söyletemediklerini Kur'an'a söyletme arayışıdır

aslında. Biliyorlar ki Sünnet olmadan Kur'an, adeta boşlukta duran bir metindir; bizi

Murâdullah’a yönlendirme konusunda önümüze net, kesin ve keskin hatlarla

belirlenmiş bir yol haritası çizmez. Bu sebeple tarih boyunca ortaya çıkmış olan Bid'at

fırkaları, davalarını Kur'an ayetleriyle destekleyebilmişlerdir. Yine bu sebeple

Efendimiz, Ümmet'in 70 küsur fırkaya ayrılacağını bildirdiği hadiste "kurtuluşa eren

fırka"nın özelliğini, kendisinin ve ashabının üzerinde bulunduğu yolda yürümek"

olarak tayin ve tarif buyurmuştur.

Bunun anlamı, Kur'an'ın, Murâdullah’a uygun biçimde ancak ve ancak

Sünnet'in ve Sahabe'nin rehberliğinde anlaşılabileceğidir. Kur'an ile aldatanlar bunun

farkında olduğu için Sünnet'le ve Sahabeyle başları pek hoş değildir.

Gülistan: Hocam, İslâm Tarihi boyunca ortaya çıkmış birbirinden farklı bütün

Fırkalar oluşumlar kendilerinin Fırka-i Naciyye olduğunu deklare etmektedir. Bu

Page 24: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

23

bağlamda Ehl-i Sünnet'in Fırka-i Naciyye olduğunu ortaya koyan deliller nelerdir,

yani Ehl-i Sünnet'i Fırka-i Naciyye yapan özellikler nelerdir? Ehli Sünnet deyince ne

anlamalıyız?

Ehl-i Sünnet deyince, Peygamber Efendimiz’in (sav) sahabe-i kirama bu dini

tebliğ bağlamında aktardığı her ne varsa onlara olduğu gibi iman eden, sahabe-i

kiram kendilerinden sonraki kuşağa din diye ne naklettiyse ona din diye inanan, itikat

eden, itikadıyla, ameliyle, edebiyle, her şeyiyle din diye onu kabul eden, onunla

tedeyyün eden topluluklara Ehl-i Sünnet diyoruz. Neden “topluluklar” dedik,

Ehl-i Sünnet kavramı şemsiye bir kavramdır. Ehl-i Sünnet’in içinde bu ana

gövdeyi oluşturan fakat birbirlerinden tarz, tavır farklılıklarıyla -temel noktalarda

değil ama füruat diyebileceğimiz noktalarda- ayrılan gruplar var. Hicri 8. asır

âlimlerinden, Şafi mezhebine mensup Tâcüddîn Sübkî diyor ki: Ehl-i Sünnet dört

gruptan oluşur: “Maturudî ve Eşarici kelamcılar, ehl-i hadis, fukaha ve usûlcüler bir de

ehl-i tasavvuf.” Ehl-i Sünnet’i Ehl-i Sünnet yapan temel koordinatlar noktasında

herhangi bir aykırı duruşu, itirazı olmayan herkes Ehl-i Sünnet kabul edilir.

Günümüzde genellikle şöyle bir yanlış algı oluyor: Az önce birtakım mesleklerden söz

ettik; Fukaha’lar, Usûlcüler, kelamcılar, Ehl-i Hadis ve Tasavvuf ehli. Teknik tabiriyle

bunlar meslektir, mezhep olarak bunların hepsi Ehl-i Sünnet’tir. Fukaha, Usûlcüler ya

da tasavvuf diye bir mezhep yoktur, bunlar meslektir.

Bunlar Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat olma noktasında birleşmiştir, mezhepleri Ehl-i

Sünnet’tir. Fakat bu, Ehl-i Tasavvuf olan herkesin mezhebi Ehl-i Sünnet’tir veya Ehl-i

Hadis olan herkesin mezhebi Ehl-i Sünnet’tir anlamına gelmez. Meslek başka, mezhep

başkadır. Meslekleri farklı olabilir, mezhepte bir sıkıntısı yoksa Ehl-i Sünnet içinde

Page 25: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

24

değerlendirilir. Görüşleri bize kadar intikal etmiş ama isimleri Ehl-i Tasavvuf diye

tanınmış pek çok insan ve fırka var ki bunlar Ehl-i Sünnet değiller…

Keza Ehl-i hadis diye tanınmış ama Ehl-i Sünnet olmayanlar da var. Kelamcılar,

Usûlcü ve fıkıhçılar için de bu böyledir. Mu’tezi’le diye bir akım var, bunlar kelamcıdır;

birçoğu fıkhî mezhep olarak Hanefiliği benimsemiştir ama İtikadî Mezheb olarak

Muteziledir, Ehl-i Bid’at’tır. Tasavvuf ehli içerisinde Kerramiye diye bildiğimiz,

Salimiye diye bildiğimiz, müşebbiheye, mücessimeye kayan fırkalar vardır.

Bunlar meslek olarak tasavvuf ehlidir ama mezhep olarak Ehl-i Bid’attır.

Dolayısıyla genel bir çerçeve çizecek olursak Kur’ân ve Sünnet algısı konusunda itikat

ve amel konusunda sahabe-i kiramdan devraldığımız her ne varsa onlara olduğu gibi

inanan, itikat eden, iman eden insanlar Ehl-i Sünnet’tir ve Ehl-i Sünnet ana gövdeyi

oluşturur. Ehl-i Sünnet bir fırka değildir, tarih içinde oluşmuş gruplardan bir grup

değildir; meselenin aslıdır, özüdür, kendisidir. Eğer bir fırkadan bir gruptan

bahsedeceksek onlar tarih içerisinde bu ana gövdeden ayrılanlardır; Şiâ’sıyla,

Mutezile’siyle, Cebriyesi’yle bu ana gövdeden ayrılıp sağa sola kayan gruplardır.

Gülistan:Günümüzdeki İslami toplulukların kendine “Ehl-i Sünnet” diyebilmesi için

hangi İslamî kriterler göz önünde bulundurulmalıdır?

Temel Amentü ilkelerinden herhangi birinde sıkıntısı varsa o insan Ehl-i Sünnet

değildir. Mesela Kader’e iman noktasında bir insanın sıkıntısı varsa Ehl-i Sünnet

değildir. Hadislerle sabit olmuş ve ulemanın mütevatir olduğunu söylediği hususlar

hakkında insanın problemi varsa bu insan Ehl-i Sünnet değildir, ehl-i bid’attır. Fıkhî

mezheplere itirazı olan ya da mevcut Ehl-i Sünnet tasavvufî ekollerinden herhangi

Page 26: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

25

birine itirazı olan ya da bir kurum olarak tarikata tasavvufa karşı olan insan ya da

gruplar Ehl-i Sünnet değildir. Bunlar zaman içerisinde sonradan ortaya çıkmış

birtakım ideolojilerdir; kendilerine Ehl-i Sünnet, Ehl-i Kur’ân, Ehl-i Tevhid demeleri

hiçbir şeyi değiştirmez; bunlar Ehl-i Bid’at’tır. Tarih içerisinde ulema, Ehl-i Bid’at olan

grup ve kişilere nasıl muamele etmişse biz de öyle muamele etmek zorundayız.

Bunları farklı kılan herhangi bir unsur yok.

Bunların içinde çok samimi insanlar var, İslamî hizmet sahasında büyük

boşlukları dolduranlar var. Veya “Ben Allah yolunda cihad ediyorum.” deyip gözünü

kırpmadan ölüme gidenler var. Biz samimiyet testi yapmıyoruz, böyle bir şey yapacak

durumda değiliz, elbette herkes kendisini nasıl tarif ediyorsa öyle kabul etmek lazım.

Ama samimi olmak bir insanın müstakîm olmasını garanti etmez. Samimi bir hizmet

ehlidir ama itikadı bozuktur. Tarih içinde Bid’at fırkaların Tabakât kitaplarına

baktığınız zaman çok çarpıcı örnekler görüyoruz. Mesela Mu’tezile’nin

kurucularından Ma’bed el-Cüheni veya Amr bin Ubeyd bu tür insanlar, samimi ama

istikametleri bozuk… Dolayısıyla günümüzde de falan hizmet ehlidir, böyle

gayretlidir, şöyle heyecanlıdır, böyle hassastır deniliyor.

Tamam, bunlara bir itirazımız yok ama meselemiz zaten bu değil. Bir insanın

hizmet ehli ya da samimi olup olmadığını konuşmuyoruz, itikadını konuşuyoruz. O

zaman samimiyet ile itikadı birbirine karıştırmayalım. Çok hizmetler etmiş olabilir,

gerçekten bu ümmete çok hayırlı işler yapmış olabilir. İtikadı bozuksa ona nasıl hitap

edilmesi gerektiği, onunla nasıl muamele edilmesi gerektiği konusunda da tereddüt

yaşamamamız lazım.

Page 27: e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine - Ebubekir Sifil

e-Mülâkât V: Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine

26

Gülistan: Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ediyoruz, Allah razı olsun. Son olarak

bize söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Teşekkür ederim. Sa’yiniz meşkûr, ameliniz makbul olsun. Müstakim

yürüyüşünüzde muvaffakiyetlerinizin devamını temenni ederim.

Kaynakça Sifil, E. (2014, Aralık 01). Mezhebler, Ehl-i Sünnet ve Mealcilik Üzerine. (G. Dergisi, Röportaj Yapan)

İstanbul: Sahn-ı Semân İslamî İlimler Eğitim ve Araştırma Merkezi. Ocak 02, 2015 tarihinde

http://www.gulistandergisi.com/dergi_oku.php?id=1677 adresinden alındı