egitimde altin oran
DESCRIPTION
altin oranTRANSCRIPT
1
Yeni Eğitimde Altın Oran Arayışları ve Küresel Eğitim Trafosu
Gökhan Yücel (twitter: @goyucel / email: [email protected])
Birkaç ay önce Zamanın Ruhu Eğitimi: Literatür Taraması ve Bir Perspektif Önerisi başlıklı
yazımda eğitim sistemimizde ‘sosyal inovasyonun’ gerekliliği sonucuna varırken şöyle demiştim:
‘Zamana karşı kaybediyoruz. Zamanla başa çıkamıyoruz ve Türk Eğitim Sistemi’nin önemli bir
zaman, zamanlama, zaman yönetimi, zamanı okuma sorunu var. Daha önemlisi zamanın ruhu,
Demokles’in kılıcı gibi üzerimizde sallanıyor. Bizim ciddi biçimde sosyal
inovasyonistlere ihtiyacımız var. Acilen zamanın ruhu eğitimini, öğrenme yoldaşlığıyla
bağdaştırıp, kuramsal köprüleri atıp zamanın ruhu uzmanları yetiştirmemiz gerekiyor’.
Biraz karmaşık ve yeterince açık gelmemiş olabilir. Çünkü Türk Eğitim Sistemi analitik
soyutlamalara pek alışık değil, daha çok nakledici ve uygulayıcı olagelmiş. Hep duymak
istediklerini duymuş, kendini ona göre programlamış, rekabetçi olmamış, yenilikleri bile kendine
uydurmuş, uyarlamamış, böylelikle evrensel anlamı olan bazı kavramlar ‘millileştirildiği’
zannedilerek kişilerle kaim ve uygulayıcılarla müsemma birer ‘kavram hurdası’ haline getirilmiş.
Küresel manada zamanın ruhu gereğince uygulanan iyi örneklerden ziyade daha içedönük işler
yapılmış. Veya bazı küresel iyi örnekler ağızlarda sakız edilmesine rağmen özde ne oldukları, nasıl
mükemmel işleyen birer eğitim sistemi haline geldikleri hep bir sır olarak kalmış. Kimse de merak
edip derinlemesine incelememiş. Finlandiya, Kore, Singapur, Hong Kong, Japonya, Kanada’nın
haklarında iyi birer eğitim sistemine sahip olduklarından başka bir şey biliyor muyuz? Niçin
sorusunu sorunca tatmin edici cevaplar alabiliyor muyuz? Her zamanki gibi sadece eğitim
sistemlerine bakarak her şeyi görebileceğimizi mi zannediyoruz? Hele ki, bu çağda…
Akademi, sivil toplum ve saha arasındaki yapıcı ve üretici bağ zaten çok zayıfken, organize edici,
planlayıcı bağ çok kuvvetli hale gelmiş. ‘Proje’ mantığı ve aslında özellikle taşrada ‘başladıkları an
biten’ projelerin iş yapma biçimi hegemonyasını ilan etmiş. Süreçlerin yönetimine daha ağırlık
veren ‘program’ mantığı, değil geride durmak daha yeşertilmemiş bile. Projelerin sisteme
sindirilmelerinden ve sürdürülmelerinden ziyade sistemi ve kişileri süslemelerine ağırlık verilmiş.
Esastan, sonuçlardan daha çok dekoratif ve kozmetik amaçlar ön plana çıkmış. Program
mantığıyla yapılan işler Bakanlık’ın çok az sayıdaki ‘projesi’ ve birkaç sivil toplum girişimi hariç
zemin bulamamış. Bu dengesiz fark ise eğitim sisteminin içinde verimsizliği artıran kara deliklerin
çoğalmasına büyük etki yapmış. Farkında olmadan hep kuru tekrarlarla avunulmuş. Ceremesini
çocuklar çekmiş, sonuçlarına öğrenciler katlanmış.
Küresel iyi örnekleri incelediğini iddia edenler ise ya arama motorlarına çok bağımlı, ya da
yetersiz yabancı dil bilgilerinin sınırlayıcılığına hapsolmuşlar. Bir de on yıllardır, personel
paradigması ışığında şekillenen rutinin dışına pek çıkılamaması söz konusu. Gerçi aşağıda ‘Üç
Reform’ başlığı altında önemli adımlar atıldığını söyleyeceğiz ama, Milli Eğitim Sistemimiz’in,
4+4+4 (kademelerin yeniden düzenlenmesi, dershaneler ve üniversiteye giriş sistemlerinin
revizyonu da dahil), 652 nolu KHK ile yapılan teşkilat reformu ve Fatih Projesi ile konulan
hedefleri mesela 2023 vizyonu, veya 2018 Vizyonu veya 2015 Vizyonu şeklinde, 5018’in şart
koştuğu yine içe dönük, hatta içe kapalı tarzda hazırlanan Stratejik Plan haricinde tek çatı altında
toplayan bir temel stratejiden yoksun olduğunu söylemeye mecbur hissediyorum.
2
Toparlamak gerekirse, Zamanın Ruhu yazısına noktayı koyduğum günden beri başta
alıntıladığım son paragraf üzerine bitmiş bir yazının son bölümü olarak değil de, sonsuz bir
yoğunlaşmanın & sürekliliğin parçası, yeni bir düşünce kümesinin sorunsalı şeklinde çok durdum.
Durmamı gerektiren yayınlar okudum, sosyal medyada paylaşımlarda bulundum ve son olarak da
Abu Dabi’de Eğitimi Dönüştürmek Zirvesi başlığı altında düzenlenen son derece önemli üst
düzey bir toplantıya katılma şansı yakaladım.
Ve o toplantı gösterdi ki, daha doğrusu beni artık şuna tamamen ikna etti ki ülkemizdeki
eğitimciler ne düşünürse düşünsün, bizim haricimizde zamanın ruhu açılımıyla şekillenen bir güç
merkezi, küresel bir trafo mevcut. Bu güç merkezine Küresel Eğitim Trafosu adını vereceğim.
Bu trafo zamanın ruhunu üretiyor. Aralarında simbiyotik bir ilişki var. Tek başına değil ama
önemli ölçüde inovasyon denen bir kaynaktan besleniyor. Eğitim süreçleri ve programları, yalnız
& tekil & apayrı bir kategori olmaktan ziyade (belki eğitimciler üzülecek ama) başka başka
platformlarda ve boyutlarda planlanıyor ve uygulanıyor. Sonuçta, meselem şu, biz bu trafoya ne
kadar bağlıyız ve ne oranda bağlı olmamız gerekiyor (mu?) Bazı argümanlarımızı sıralayarak bu
sorulara yeni eğitimde altın oran paradigması çerçevesinde kısa kısa fazla sıkmadan cevaplar
aramaya çalışcağım:
Yeni Eğitim ve Altın Oran Arayışları
Malumun ilamı olacak ama her yerde tekrar ettiğim ve burada da etmeye devam edeceğim bir
savım var: eğitim bu çağda sadece eğitimcilere bırakılamayacak kadar karmaşıklaştı. Sadece
eğitim değil, sosyal hayatın içinde yer alan tüm süreçler inanılmaz bir hızla değişime uğruyor. 21.
Yüzyıl artık kendisini iyice hissettiriyor. Öyle ki eğitimi de içine alan küresel sosyal ekosistemde,
aynen matematik ve sanatta görüldüğü gibi, ‘bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen, uyum
açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan geometrik ve sayısal bir oran bağıntısı’ benzeri bir
şeyler olduğunu düşünüyorum. Bu konu üzerine ciddi ciddi kafa yoruyorum. Bu orana ‘altın oran’
deniyor. Bir ahengi, kimi zaman simetriyi, aerodinamiği, ergonomiyi bizlere sunan, kullanılabilir,
ölçülebilir bir orandan bahsediyorum.
Kendi tartışma alanımıza dahil ve tahvil edersek, en somut biçimde 21. Yüzyıla ait eğitim,
teknoloji, dijitallik, rekabet, ekonomik bağımsızlık, sağlık, inovasyon, güvenlik, sosyal sermaye ve
girişimcilik gibi en ilgili göstergelerden seçilerek hazırlanan ve aşağıda en önemlilerini sizlerle
paylaştığım küresel metrik endekslerde görülebilecek bir ‘altın oran’ beni cezbediyor. Daha
doğrusu bu oranın, bu ağırlığın, korelasyonun diyelim hesaplanabilirliği insanı heyecanlandırıyor.
Bu niçin bu kadar önemli diye soranlara şöyle cevap verebilirim: eğer sadece PISA sonuçlarına
bakacak olursak (birçok sebebi olabilir bu tercihin) sıralamada en tepede göreceğiniz 10 ülkenin
sadece eğitim alanında uyguladıkları sayesinde en iyi sınav sonuçlarını aldıklarını düşünebilirsiniz.
Ve bu eğitim sisteminin mükemmelliğine çok fazla odaklanırsanız, o mükemmellik sizi boğabilir,
iyi sınav sonuçlarına vesile olan ‘mükemmel’ eğitim sisteminin o mükemmelliği yakalamaktan
başka bir işe yaramadığı sonucuna bilerek veya farkında olmadan ulaşabilirsiniz. Hatta bu sınav
sonuçlarından, bu ülkelerin mükemmel diye tabir edilen eğitim sistemlerinin, o mükemmellikleri
haricinde, yani sonuçları, etkileri, ‘küresel trafoda’ başka hangi güç kaynaklarına bağlı olduklarını
3
atlayabilirsiniz. Bu bakımdan sadece PISA sınavlarına bakarak yapılacak değerlendirmelerin
kısıtlayıcı ve yanıltıcı olabileceğini düşünüyorum.
Aşağıdaki tablolardaki sıralamaları bir alıştırma, bir ’case study’ olarak benimsemenizi rica edebilir
miyim? Lütfen tüm bu tablolardan sonuçlar çıkarınız, ‘çapraz okumalar’ yapınız, korelasyonlar
bulunuz, o korelasyonları bildiğiniz ve burada olmasını düşündüğünüz başka korelasyonlara
bağlayınız. Eğer matematiğiniz kuvvetliyse ağırlıklar ve korelasyonlar üzerinde daha sistematik
çalışınız.
Şimdi aşağıda OECD’nin 2009 PISA sonuçlarını görüyorsunuz. Hemen akabinde INSEAD’ın
yayınladığı Küresel İnovasyon Endeksi’ndeki sıralama mevcut. Sırasıyla, yine OECD’nin İyi
Yaşam Endeksi’ndeki eğitim sıralaması, McKinsey’in yaptığı Küresel Eğitim Sıralaması,
Legatum Müreffehlik Endeksi (matriste görülebilir alt başlıklar var), Heritage Foundation’ın
Ekonomik Bağımsızlık Endeksi, INSEAD’ın Küresel Rekabet Endeksi, ICT’nin
Networkleşme Hazırlık Endeksi, Martin Institute’un Yaratıcılık Endeksi, ICT’nin Bilgi ve
Haberleşme Endeksi, Birleşmiş Milletler’in E-Devlet Endeksi. Tüm bu yayınlar 2011-2012
dönemine ait son veriler ve hesaplamalarla hazırlanmıştır.
İnanın bana 21. Yüzyıl’ın ruhunu, zamanın ruhunu bu kadar iyi özetleyen ve bu kadar iyi anlatan
metrik endeksleri çeşitli kurumlar değil de kendi ‘altın oran’ sorunsalımı destekler mahiyette ben
yazacak olsam, bu kadarını yapamazdım. Pes diyorum. İşte buradaki ‘altın oran’ beni
heyecanlandıran. Bunun peşinden gitmek. Bu deseni, bu trendi görmemek veya görememek
geleceğe dair büyük bir sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Bu yeni sorumluluğun en iyi
biçimde ifa edilebilmesi ve karşılaşılan tüm zorlukların aşılabilmesi için Yeni Eğitim
paradigmasının kurumsallaştırılması gerektiğini düşünüyorum.
4
5
6
7
8
9
Küresel Öğrenme Yoldaşlığı
21.Yüzyılın eğitim anlayışını en iyi anlatan üç şeyi saymamı isteseniz, önce
paylaşma derim, ikinci olarak paylaşma derim, üçüncü olarak paylaşma derim.
Çünkü paylaşmadan eğitim artık imkânsız derecesinde zor. Kaynağını belki
Kayhan Karlı’dan sorabiliriz, çünkü ondan edindiğim iki tablo aslında 21.
Yüzyıldaki eğitimci, öğretmen ve eğitim süreçlerinin nasıl olması gerektiği
konusunda, zamanın ruhu eğitimcilerinin ve eğitimde ülkemizde ihtiyaç
duyduğumuz sosyal inovasyonistler konusunda yol gösterici niteliktedir:
Görüldüğü gibi 21. Yüzyıl Eğitimcisi, uygulayıcı ve değişik örnekleri tatbik edici,
iletişimci, öğrenmekten vazgeçmeyen, vizyoner, lider, rol model, işbirliklerine
açık ve riskten kaçmayan bir profile sahip. 21. Yüzyıl Pedagojisi ise, teknoloji,
bilgi ve medya okuryazarlığı inşa eden, Zamanın Ruhu’nu öğreten (hatırlayın
contextual tabiri bir önceki yazıda Zamanın Ruhu Zekası –contextual
intelligence- için kullanılmıştı), interdisiplinerdir, işbirlikleri yaparak çalışmayı
yeğler, proje tabanlı öğrenmeyi kullanır, problem çözme yetilerini geliştirmeyi
amaçlar, ölçme ve değerlendirmede şeffaflığı ön plana çıkarır, ve analitik
düşünme becerilerini geliştirmeyi ilke edinir.
10
Bir önceki bölümde küresel endekslere bakıldığında nispeten karamsar tabloya
göre, elimizdeki en büyük kozumuz ‘paylaşan’ bir gelecek nesle sahip
oluşumuzdur. Viral iletişimi kanıksamış genç ve dinamik netizenlerimiz var.
Biliyorsunuz nüfusun yarısı 30 yaşın altında. Türkiye, dünyanın en çok sosyal
medya kullanıcısına sahip ülkeleri arasında altıncı sırada bulunuyor. İstanbul bu
sıralamada dünya ikincisi ve Ankara dünya altıncısı. Aynen ‘altın oranda’ olduğu
gibi küresel öğrenme yoldaşlığı yöntemlerini görmezden gelmek, özellikle
sosyal medyanın ülkemizdeki yeri ve etkisini irdelememek büyük bir hata olur
düşüncesindeyim.
11
Dünyaya bakıldığında, öğrenme süreçleri içinde sosyal medya ve internet
üzerinden koçluk ve bazı diğer hizmetlerin de verildiği Uzaktan Eğitim 2.0 ile
önemli sonuçlar alınmaya başlandı. Bunun en çok bilinen örneği şüphesiz 3200
video ve 152 milyona yaklaşan ders anlatımıyla Khan Academy’dir. Khan
Academy’nin Youtube’deki kanalının 350 bine yakın abonesi var. ABD’deki
okullarda neredeyse programın yüzde 20’sini bu sitedeki materyaller oluşturuyor.
Kurucusu Salman Khan, dünyanın en etkili 100 ismi arasında yer alıyor. Bu
önemli sosyal inovasyon hareketinin, 1960’larda İngiltere’de kurulan Açık
Üniversite’den sonra eğitimdeki en etkin sosyal inovasyon hareketi olduğunu
üzerinde görüş birliği oluşmuş durumda.
Sosyal medya, Küresel Eğitim Trafosu ve Küresel Öğrenme Yoldaşlığı
dağıtım şebekelerinin önemli ölçüde yükünü çekiyor. Size bu konuda derlediğim
bir örneği sunmak isterim. Amerika Birleşik Devletleri merkezli yaklaşık 2000
(tam listesi mevcut) eğitim bloğu ve portalı, ülkedeki eğitimcilerin önayak
oldukları 390 ‘hashtag’ aracılığıyla küresel öğrenme yoldaşlığı fikrini her an
uyguluyor ve bu başlıklar dünyanın her tarafından eğitimcilerin katkılarıyla
tartışılıyor. Bu başlıkları aşağıdaki tabloda görebilirsiniz.
12
Üç Reformun Düşündürdükleri ve Düşündürmesi Gerekenler
Yazının başında da belirttiğim gibi geçen yazdan itibaren Milli Eğitim Bakanlığı
önemli çalışmalara imza atmaktadır. Üç reform hareketi devam etmektedir:
personel rejimi & kariyer planlaması, donanım & teknoloji, eğitim kademeleri &
sınavlar & sistem. Büyük bir gururla söyleyebilirim ki, Ankara’daki bakan
danışmanlığı görevim sırasında MEBGEP bünyesinde yeniden yapılanma
çalışmalarına katıldım, yine Fatih Projesi’nin ilk toplantılarında yer aldım.
Bu bölümde bu üç sürecin kamuoyu tarafından birbirlerinden son derece bağımsız
birer takvim ve gündemle yürütüldüklerinin düşünülmesi mevzubahis. 5018 nolu
kanunun kamuda stratejik plan mecburiyeti haricinde içedönük yapılan bu
çalışmaların, aynen Yeni Anayasa örneğinde olduğu gibi kısa, öz ve net
mesajlarla bezenmiş, gelecekle ilgili planları derleyen ve toparlayan vizyoner,
motivasyonu artırıcı strateji belgeleriyle yer değiştirilmesi son derece önemli. Ben
bu konuda 2023 vizyonun önemli bir mihenk taşı olduğunu düşünmekle beraber,
bu vizyonun adına yakışır bir çabanın görülemediğini belirtmeliyim. Süreç kendi
mesajının ruhuna ve felsefesine ters biçimde kavramsal ve stratejik yönetim
açısından son derece yavaşlamış ve statikleşmiştir.
13
Bu çalışmalar esnasında ‘zamanın ruhu eğitimi’, ‘altın oran’, Küresel Eğitim
Trafosu ve Küresel Öğrenme Yoldaşlığı prensipleri gibi kavramsal ilkelerin
düzenleyiciliği sağlanabilir. Tabi bunu okuyan bazılarımızın bana alaycı alaycı
güldüklerini görür gibiyim. Varsın gülsünler. Bu bizim kati bir dille hakikatleri
söylememize engel olmayacaktır. Birer kanıt sunmak adına küresel trafoda bazı
devletler, bakanlıklar ve sivil toplum kuruluşları tarafından hazırlanmış bu tür
vizyoner yayınlardan oluşan bir kolajı sizlerle paylaşırken şunu gözden
kaçıramayız, ülkemizde hem akademinin katkısı hem de sivil toplum (özellikle de
düşünce kuruluşları) açısından büyük bir eksikliğin hissedildiği aşikârdır.
Katılmadığımız Toplantıların Kattıkları
Son zamanlarda ABD Eğitim Bakanlığı 23 ülkenin bakanlığını davet ederek, 14-15
Mart tarihlerinde New York’ta Öğretmenlik Mesleği Zirvesi’ni düzenledi. Bu
14
toplantıya MEB davet edilmedi mi, yoksa davet edildi de katılmadı mı bilmiyorum.
Ama her halükarda küresel eğitim trafosunu takipte, ve ona bağlanmakta, bu
trafodan beslenmekte, haber almada, dolayısıyla zamanın ruhunu yakalamakta
ciddi sorunlarımız olduğunu düşünüyorum. Elbette bu noktada konuşulan ‘eğitim
dili’ ve ‘eğitim personeli kalitesi’ gibi temel farklarımız olduğu malum. Yabancı dil
meselesi çığ gibi büyüyor. Size yabancı dil ile durumumuzu anlatan ilgili birkaç
veriyi sunmak isterim:
Bu toplantının ne denli üst düzey ve önemli bir toplantı olduğunu anlamak için
web sayfasına bakmak yeterli.
(http://www2.ed.gov/about/inits/ed/internationaled/teaching-summit-
2012.html) Web sayfasında yer alan bir yazıda 21. Yüzyıl becerilerinin küresel bir
gereklilik olduğu konusunda dikkat çekilmiştir (21st century skills: a global
imperative). Yine ilgilenen arkadaşlarıma zirvenin programına bakmalarını, okul
liderliği ve 21. Yüzyılda öğretmenlik mesleği ekosisteminin yeni parametreleri
konusunda küresel trafonun neler ürettiğine dair fikir sahibi olmalarını isterim.
(http://www.oecd.org/dataoecd/4/37/49850325.pdf)
Bu konuyu fazla uzatmak istemiyorum, ancak küresel eğitim trafosunu daha iyi
takip ederek gelişmeleri, yenlikleri ve uygulamaları zamanın naktine çevirerek
gözden kaçırmamak şart.
Öyle ki bunu mesai kavramı içinde, klasik personel rejimiyle çözmek zaten
imkansız. Dünyada bilginin dolaşımı ve kullanılışı, tüketilişi her geçen gün
ekranlara, arayüzlere bağımlı hale geliyor ve zamanla ölçülemez, hiç değilse
mesai kavramıyla ölçülemez bir hal alıyor. Her ne ad altında olursa olsun, yani
hepimiz menkul kıymetler borsasında çalışan birer broker gibi, bilgi brokerliği
yapıyoruz aslında. Evlerimiz, işlerimiz, meraklarımız, ilgilerimiz, ‘borsalaşıyor’…
Hepimizin birer ‘borsa’ ekranı var artık. Ana tabloya bakmak bile yetmiyor. En
ufak mikro bilgi hareketini takip etmek ihtiyacı, yönlendirmek, yeniden servis
15
etmek, daha az kendimize saklamak ve daha çok paylaşmak istiyoruz. Bu da
hayatın arz talep, karlılık ve verimlilik endeksleriyle ölçülmesine sebep oluyor.
Bu endeksleri önce okumak, sonra da doğru okumak hayatileşiyor. Zorluk
şurada, siz hangi anlamda ve ölçüde muteber ve değerli olduğunu bilmediğiniz
birçok ‘borsa hareketini’ eğer mesai mefhumuna göre yaşarsanız ya
göremiyorsunuz, ya takip edemiyorsunuz ya da en basit anlamda gözden
kaçırıyorsunuz. Görenler ise kazançlı çıkıyor. Eskiden olsa tahammül edilebilirdi.
Ancak şimdi herkesin evi & odası & cebi borsalaştı ve küreselleşme daha önce hiç
olmadığı biçimde hemen bütün insanlığı 24 saat esasına göre yaşamaya mecbur
bırakıyor. Devlette bunu büyük ihtimalle en fazla ilgilendikleri konu itibariyle
diplomatlar ve ekonomi /para/ finans uzmanları, hele ki kriz zamanlarında
tecrübe ediyordu. Ancak şimdi eğitimcilerin de, sağlıkçıların da işe bu
hassasiyetle, 24 saat mesaisiz iş görme mekanizmalarını ve sistemlerini devreye
sokarak eğilmeleri gerekiyor. Tüm küresel hareketleri kucaklamak gibi bir misyon
doğuyor, paylaşıldıkça ‘yenileşen’ bir küresel eğitim trafosu veya ekosisteminden
söz ediyorum. Menkul kıymetler borsalarında para gibi bilgi, öğrenme ve
paylaşma süreçleri de devamlı işleniyor, Tokyo, Hong Kong bitiyor, Pekin, Dubai
başlıyor, İstanbul, Frankfurt bitiyor, Londra başlıyor, o bitiyor New York başlıyor.
Eğitim adına başarı bu devamlılıkla yaşamak ve bağdaşmak, bu devamlılığın
ekranlarını açık tutmak, ya da tutma yeteneğine sahip otomasyon ve
algoritmaları geliştirmek, algoritma hegemonyası mücadelesinde yer edinmekten,
isim yapmaktan geçiyor.
Bilgisayar programcıları iyi bilir, arayüz yapmak, grafik tasarlamak nispeten
kolaydır, ama o arayüzün arkasında asıl işi yapan yazılımı, programı, algoritmayı
yazmaktır mesele. Hatırlayın, Facebook filminin başlarında, Zuckerberg okul
odasında arkadaşının yakasına yapışır, fikrini anlatır, her şey tamamdır ama
‘bana bir algoritma lazım’ der. Arkadaşı cama matematik formülü görünümünde
bir şey yazar. İşte Facebook’un bizim gördüğümüz hali birkaç resim, grafik ve
tasarım olabilir ama Facebook’u Facebook yapan o algoritmadır.
16
Sosyal İnovasyon Örnekleri
Sosyal inovasyon, nedir, ne değildir tartışmasına girmek istemiyorum. Bir cümleyle, inovasyonun tanımı, uluslararası kabul gören bir kaynak olan OECD ile
Avrupa Komisyonu’nun birlikte yayınladığı Oslo Kılavuzu’nda şöyledir: ‘İnovasyon, yeni veya önemli ölçüde değiştirilmiş ürün (mal ya da hizmet), veya sürecin; yeni bir pazarlama yönteminin; ya da iş
uygulamalarında, işyeri organizasyonunda veya dış ilişkilerde yeni bir organizasyonel yöntemin uygulanmasıdır’.
Özellikle eğitim camiamızda inovasyon gibi çok yerinde bir kavram yanlış insanlar
tarafından konuşuluyor. İnovasyon, ne sadece kendi başına yenilik veya icattır, ne de sadece teknolojidir. Eğitim alanında elimizdeki en önemli sosyal inovasyon programı, New York’ta uygulanan iZone’dur. 2010 yılında Okul Sistemi prensibi
ışığında 81 okulda başlanan sürecin 2014’te 400 okula yayılması planlanmaktadır. Peki iZone, yani Innovation Zone (İnovasyon Bölgesi) tam
anlamıyla nedir? İdari mekanizmaların belirleyiciliğinin aksine (örn: ülkemizdeki İl MEM’ler veya
İlçe MEM’ler) birlikte olmalarında fayda görülen okulların bir araya getirilerek
oluşturdukları Okul Sistemleri, bir bakıma Loncaları’dır. 21. Yüzyıl becerilerine
sahip örencilerin yetiştirilebilmesi için kolektif bir çabayla eğitimin
bireyselleştirilmesi ve proje-tabanlı öğrenme yöntemlerinin uygulanmasını
kolaylaştıran bir yöntemdir.
New York’taki uygulama
Gelecek-Nesil Ölçme&
Değerlendirme ve Müfredat,
Kişiselleştirilmiş Öğrenme
Programları, Yeni Öğrenci &
Personel Tanımları ve
Rolleri ile Esnek ve Gerçek-
Dünya koşullarında öğrenme
ayaklarından oluşur.
17
Okul Sistemlerine Geçişin Önemi
Okul Sistemleri (Inner-School Systems), Okul Bölgeleri veya Okul Loncaları,
esnek ve artık kronikleşmiş sorunlu yerlerde ve alanlarda daha esnek ve çözüme
yönelik yeniliklerin kolektif bir paylaşım esasına göre uygulanmasıyla mümkün
oluyor.
Yine bir örnekle en iyi açıklayabileceğimi düşünüyorum: 2010 tarihli Waiting for
Superman (Süpermen’i Beklerken) belgeselinde ABD’deki 2 bine yakın lisede
matematik yeterliliğinin yüzde 21, okuma-yazma becerilerinin ise yüzde 27.5
olduğu anlatılır. İşte belgesel Los Angeles’te 97 bloktan oluşan bir bölgenin okul
sistemini ele almaktadır. Bu okul sistemi, sadece okullardan oluşan bir yönetim
tarzı olarak algılanmamalı. Değişik okullarda okuyan bu bölgedeki 20 bin
öğrencinin liseden mezun olmasına karşın 40 binin okulu bırakmasına çözüm için
bu öğrencilerin gittikleri okullar, öğretmenleri, velileri bir okul sistemini (biz
eğitim sistemi diyebiliriz) oluşturmaktadır.
Daha doğrusu 97 bloklu o mahalle bir okul
veya eğitim sistemi olarak düşünülmüştür. O
bloğun içinde tek bir okul olmasa dahi.
Unutmayalım, ABD hapishanelerinde bulunan
mahkûmların yüzde 68’i liseyi terk etmiş
insanlardan oluşuyor. Belgesel ayrıca bu okul
sistemlerinin hikayesini anlatırken iki eğitim
liderini de takibe alıyor: Geoffrey Canada bir
eğitim reformisti ve Michelle Rhee
Washington DC’nin eski & efsanevi eğitim
müdürü.
18
Ülkemizde inovasyon mantığıyla okul sistemi tasarlamak mevcut şartlar altında
neredeyse ütopik bir hayal. Ama çalışmalara hayal perdesi ve ışık kaynağı
sunması bakımından iki çalışmayı sizlerle paylaşmak isterim. Ne alaka
diyebilirsiniz ancak, birincisi Hükümet’in son hazırladığı Teşvik Paketi’nin coğrafi
izdüşümü. İkincisi ise Şirin Elçi, İhsan Karataylı ve Selçuk Karaata tarafından
2008 yılında kaleme alınmış olan Bölgesel İnovasyon Merkezleri: Türkiye
İçin Bir model Önerisi isimli rapordur.
Özellikle açıklanan yeni Teşvik Programı’nda dikkati şu çekmektedir, oluşturulan
altı teşvik bölgesi belki dünyanın en spekülatif varsayımı olacak ama ivedilikle
Eğitim ve Öğretim Süreçlerinin planlanması aşamasında kullanılırsa verimin 3-5
yıl arasında her alanda yüzde 25 artacağını iddia ediyorum.
Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun derseniz, Yeni Teşvik Sistemi’nce belirtilen
kümelerinin, 81 İl Müdürlüğü’ne bölünmüş MEB Taşra Teşkilatı’na nazaran
verimlilik açısından yapılan değerlendirmelerle karşılaştırıldığında en az yüzde 25
daha verimli olacağı düşüncesindeyim. Milli Eğitim Bakanlığı’nın aynen olmasa da
okul bazında buna benzer bir kümeleme stratejisi kullanmasını öneriyorum.
Sanayi, rekabet, kalkınma ve ar-ge anlayışı temelinde, büyük ihtimalle sosyo-
kültürel göstergelerin onlarca elekten geçirilerek derin analitik hesaplama ve
araştırma sonuçlarıyla meydana getirilen teşvik bölgesi kapsamındaki il
kümelerinin, eğitim süreçlerinde okul sistemleri ve inovasyon bölgeleri
oluşturulurken de kullanılması taraftarıyım.
Abu Dabi’de Duyduklarım
En başından itibaren, daha doğrusu küresel akıntının istikametinde ama bazen
ülkemizdeki akıntının tersine kürek çekerek Zamanın Ruhu Eğitimi diyoruz,
19
Yeni Eğitim diyoruz, Okul Loncaları diyoruz, Okul Sistemi, Okul Liderliği
diyoruz, Öğrenme Yoldaşlığı, Küresel Eğitim Trafosu, Küresel Öğrenme
Yoldaşlığı, Altın Oran diyoruz? Ekseriyetle kendimiz çalıp kendimiz oynadığımız
kanaatini taşıyorum. Olsun varsın. Tüm bu dertleri, tasaları, takip ve
karşılaştırmaları en son Abu Dabi’de düzenlenen Transforming Education
Summit / Eğitimde Dönüşüm Zirvesi’nde bir bakıma hazmetme ve onama imkânı
yakaladım (http://www.tes-abudhabi.org/aboutus.php).
Abu Dabi’deki toplantıda yukarıda hızlıca aktarmaya gayret ettiğim bizdeki
eksikliklerin başka yerlerde nasıl ‘altın oranlaştığını’, bağlanılmaması
durumunda nasıl büyük kara deliklerin oluşmasına sebep olan Küresel Eğitim
Trafosu’nun sözle ne kadar anlatılabilirse o kadarını gördüm ve yaşadım. Bazı
ülkelerle beraber, her ne kadar hemen hemen aynı sorunlarla uğraşsak da farklı
eğitim dillerimizin olduğunu bir kez daha müşahede ettim. Bütüncül bir bakış
açısının önemini bir kez daha anladım. Bizde benim tabirimle, devam eden ‘3
Reform’un birbirleri arasındaki kuramsal bağları kurmadaki yetersizliğimizin
farkına vardım. Sivil toplumda neredeyse eğitim konusunda bütüncül yaklaşımla
çalışma yapan hiçbir kurumumuzun olmadığını, büyük projelere bütün enerjimizi
verdiğimizi, ve özellikle geleceğe dair ‘hayaller kurmakta’, dolayısıyla zamanın
ruhuyla haşır neşir olmada geç kaldığımızı gördüm.
Eğitimin Davos’u olarak bilinen ve Abu Dabi Eğitim Konseyi tarafından
düzenlenen 2012 Eğitim Değişim ve Dönüşümü Zirvesi 7-9 Mayıs tarihlerinde
toplumsal ihtiyaçlar, kriz durumlarındaki zorlukların aşılması, değişim ve
dönüşüm yönetimi, finans, sivil toplum-özel sektör-devlet işbirliği gibi alanlarla
eğitim süreçlerinin ilişkisini masaya yatırdı. OECD’nin desteği ve Birleşik Arap
Emirliği’nin himayesinde düzenlenen, dünyanın eğitim alanında çalışan üst düzey
yöneticilerinin katıldığı ve küresel ölçekte eğitim süreçlerine katkı yapan isimlerin
davet edildiği toplantıda Eski İngiliz Başbakanı Gordon Brown, Eski Finlandiya
Cumhurbaşkanı Tarja Halonen, Malezya Başbakan Yardımcısı Muhyiddin Yasin,
eski İrlanda Eğitim Bakanı Mary Hanafin ve eski-yeni birçok eğitim bakanı,
gazeteciler, STK temsilcileri, akademisyenler, öğretmenler konuşmacı & katılımcı
olarak yer aldı.
Abu Dabi’de bir de bize Küresel Eğitim Tartışmaları’nı Yönlendiren 100 insandan
birisi dendi. O listeye ve zümreye dahil edildik. Neyi tartışacağız diye soracak
olursanız: eğitimin bireyselleştirilmesi, ebeveynlerin okulla ilişkisi, sosyal
medya, eğitim ekonomisi, okul liderliği, öğretmen kalitesi, 21. Yüzyıl
müfredatı, okullar ve yönetişim, altyapı ve donanım, eşitlik ilkesi.
Ülkemizde özellikle, Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı adıyla sadece engelli
öğrencilerimiz için uygulanan ve 573 sayılı Özel Eğitim Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname’nin 4. Madde (f) bendinde ‘özel eğitime ihtiyacı olan
bireyler için bireyselleştirilmiş eğitim planı geliştirilmesi ve eğitim programlarının
bireyselleştirerek uygulanması esastır’ şeklinde ifade edilen yaklaşımın, gerçek
manada engelli-engelsiz diye ayırmaksızın her bir öğrencimiz için ‘özel eğitim’
şeklinde yeniden tasarlanması şarttır. Bu paralelde, okul sistemleri ve bölgeleri
20
yaklaşımına dayanan benzer zihniyette bir ‘kaynaştırmalı eğitim’ modeli de
Türkiye gibi büyük bir milli eğitim sistemi için artık elzemleşmiştir. Teşvik
Paketi’nin mikro planlamalarının ve hesaplamalarının coğrafi izdüşümü bu amaç
için kullanılabilir. Sadece farklı engelleri bulunan yavrularımızla diğer akranlara ile
kaynaşması değil, çeşitli zeka grubu, ilgi ve becerileri bulunan, coğrafi eşitsizlik
girbadında sürüklenen çocuklarımız için de bir kaynaştırma modeli tasarlanabilir.
Son olarak ister adına eğitim reformu, ister eğitim değişimi ve dönüşümü deyin,
ister inovasyon deyin Abu Dabi’deki sonuç bildirgesinde ifade mealen şöyleydi:
gelecekte artık eğitim reformu yapılacaksa onu da öğrenciler yapacaktır,
inovasyon yapılacaksa bunu sadece teknolojik bir tabanda düşünmek yanlış olur,
sosyal ve pedagojik tarafını da düşünmek şarttır.
Düşünelim. Yalvarırım düşünelim…
(GY’nin notu: Aslında hiçbir işi yarım bırakmak istemem bu yazı güzel bir
kaynakçayı hak ediyor. Ama hem iş yoğunluğu, hem de bırakın yazı ve
fikir hırsızlığını kaynak hırsızlığının dahi son derece arttığı ülkemizde,
ben sadece adres göstermek istedim. Temel konuları ve son birkaç aydır
düşündüklerim ve yaşadıklarımı bir bülten tadında sizlerle paylaşmak
dileğindeyim.)