enver ŞengÜl - somuncu baba dergisi...enver ŞengÜl musa tektaŞ ... babasının, Şeyh...

47
www.somuncubaba.net AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 214 • AĞUSTOS 2018 • Fiyatı: 12 TL 00214 Maddî ve Manevî İyilik: “İhsânda Bulunmak” Aşkla Yanıp Yeniden Varolmak Başkalarına Gönülde Yer Açmak Sofu, Âlim ve Mucit Padişah II. Bâyezîd Edirne Sultan II. Bâyezîd Darüşşifası Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ Enbiya YILDIRIM İsmail ÇOLAK Ramazan ALTINTAŞ

Upload: others

Post on 26-Mar-2021

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

www.somuncubaba.net

AYLIK

İLİM K

ÜLTÜ

R V

E EDEB

İYAT DER

GİSİ

AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 214 • AĞUSTOS 2018 • Fiyatı: 12 TL

214

0 0 2 1 4

Maddî ve Manevî İyilik: “İhsânda Bulunmak”

Aşkla YanıpYeniden Varolmak

Başkalarına Gönülde Yer Açmak

Sofu, Âlim ve Mucit Padişah II. Bâyezîd

Edirne Sultan II. Bâyezîd Darüşşifası

Enver ŞENGÜL

Musa TEKTAŞ

Enbiya YILDIRIM

İsmail ÇOLAK

Ramazan ALTINTAŞ

Page 2: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

basyazı Bekir AYDOĞAN

SULTAN II. BÂYEZÎD VE İMAR FAALİYETLERİ

Sultan II. Bâyezîd, çok halim, selim ve dinine bağlı bir padişahtır. Babası Fatih Sultan Mehmet Han ilme karşı büyük bir sevgi beslediği için, oğlu Bâyezîd’e her şeyden evvel kuvvetli bir tahsil vermeyi düşünmüştür. O devrin en meşhur âlimlerinde ders okutturmuş, bütün İslamî ilimleri en iyi şekilde öğretmiştir. II. Bâyezîd dinine çok bağlı olduğu için kendisine Bâyezîd-i Veli denilmiştir. Bâyezîd-i Veli çok âlim bir zattır. Arapça ve Farsçayı gayet iyi bilmektedir. İslâmî ilimlerin yanı sıra matematik ve felsefe tahsili de yapmıştır. Çağatay lehçesi ve Uygur alfabesini de öğrenmiştir. Hat-tat ve bestekârdır. Ulemâ ve sanatkârlara ayrı bir önem vermiştir. Bâyezîd-i Veli padişah olduktan sonra, Belgrat üçüncü defa kuşatılmış ve tarihte ender görülen Abdina Zaferi elde edilmiştir. Deniz-den İspanya’ya sefere gidilerek, Endülüs Müslüman Devletinin yardımına gönderilen bu donanma kıyı şehirlerine baskınlar düzenlemiştir. Osmanlı Devleti tarihinde, akıncıların Avrupa’nın içlerine kadar akınlar düzenlediği devir bu devirdir. 1483’te tarihin sayılı deniz savaşlarından olan Sapienza Deniz Zaferi kazanılmıştır. 1500’te İnebahtı fethedilmiştir. Oğullarının en kudretlisi olarak kabul ettiği Şeh-zade Selim’in ısrarlı hareketleri karşısında tahtından ferâgat etmiş, Dimetoka Sarayında oturmak istemiş ve bu maksatla yola çıkmıştır. Yolda rahatsızlanmış, Dimetoka’ya varamadan Havsa kasa-basının Abalar Köyünde vefat etmiştir. Cenazesi İstanbul’da kendi yaptırdığı Bâyezîd Camii türbesi-ne defnedilmiştir. Dünyanın en büyük devletinin faziletli hükümdarı olarak, hayatında büyük hürmet görmüştür. Ölüm haberi alındığı zaman Kahire’de başta Sultan Kansu Gavri olduğu hâlde bütün halk, onun gıyabında cenaze namazı kılmıştır. Sanatkâr ilim adamlarının çok himaye edildiği Sultan Bâyezîd dönemi, imar faaliyetleri ile de dikkat çeken bir devirdir. O, İstanbul’un yedi tepesinin üçüncüsünde bugün kendi adı ile anılan bir cami, imâret, kervansaray, mektep ve medrese yaptırmıştır. Edirne’de Tunca Nehri kenarında 1484-1488 yılları arasında, bir câmi, medrese, imâret, hamam ve mükemmel bir hastane (dârüşşifa) yaptırmıştır ki bu külliye Osmanlı külliyelerinin en büyük ve önemlilerinden biridir. Yine onun emri ile Amasya’da bir câmi, bir tekke, bir mektep, bir imâret ve bir medrese yaptı-rılmak suretiyle şehir adeta süslenmiştir. Bütün bu hayır işleri için geniş vakıflar kurmak suretiyle bu eserlerin kıyamete kadar devam etmesini sağlamaya çalışmıştır. O, bütün bunların yanında Mekke ve Medine fukarasına dağıtılmak üzere külliyetli miktarda “Sürre” göndermiştir.

Sultan Bâyezîd’in, imar ve yapı işleri sadece bunlardan ibaret değildir. Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke ve bir medrese inşa ettirmiştir. 1509 senesinde İstanbul’da meydana gelen ve “Küçük Kıyamet” denilen zelzelede (deprem) İstanbul’un bir-çok evi, kale surları, câmi, medrese vs. gibi binaları yıkıldığı için şehir harabe hâline gelmiştir. Sultan Bâyezîd, hasarların tamamen izalesi için büyük gayretler sarf etmiş, kısa bir müddet içinde İstanbul’u âdeta yeniden inşa etmiştir.

Bu vesileyle idrak edeceğimiz Kurban Bayramınızı tebrik ederim. Selam ile...

Sultan Bayezid II and Reconstraction Services

Sultan Bayezid II was a docile and faithful sultan. Since his father Fatih Sultan Mehmet was so eager to learn, he wanted his son to be highly knowledgeable. Thus, Bayezid II took private lessons from the best scholars in his time and perfectly learnt islamic sciences . As Bayezid II was so faithful, he was known as Bayezid Wali, as well. The reign of Bayezid II was an important period in terms of reconstractions works. He had a mosque, imaret, caravansary, school and madrasah built on the third one of İstanbul’s seven hills. Also, in Edirne near Tunca River, he had a mosque, imaret, madrasah, Turkish bathroom, and a perfect hospital built between 1484-1488. This social complex (kulliyah) is one of the largest and most important ones of Ottoman kulliyahs.

Tasavvuf ve MenakıpMehmet Bahâeddin EfendiMüellif: Mehmet Bahâeddin Efendi (Tokatlı Mustafa Hâki Efendi (k.s.)’nin oğlu)

Çeviren ve Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Halil İbrahim ŞİMŞEK

Karton Kapaklı, 16x24cm, 304 sayfa ISBN: 78-9944-774-45-1

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Örnekliğinde Güzel Ahlâk

Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM

Karton Kapaklı, 14x21cm, 331 sayfa

Güncel Dinî Konular veFıkhî Hükümler

Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN

Karton Kapaklı, 14x21cm, 414 sayfa

Gönül Dostlarının Dilinden Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) ve Hamid Hamideddin Ateş Efendi

Musa TEKTAŞ

Karton Kapaklı, 14x21cm, 368 sayfa ISBN: 978-9944-774-44-1

ISBN: 978-9944-774-43-7

ISBN: 978-9944-774-46-8

“Ailede” Karşılıklı Hakve Sorumluluklar

Hatice AKKAYA

Peygamberimiz ‘in (s.a.v.)Halası Safiye BintiAbdulmuttalib (R. Anhâ)

N. Nida DURAN

“Anne-Baba”Sevgisi

Sümeyye Büşra YILDIZ

“Çocuklara”Yalan SöylemeyiKim Öğretiyor?

M. Emin KARABACAK

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı - VİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No: 71 (44700) Darende / MALATYATel: (422) 615 15 00 - Faks: (422) 615 28 79

www.somuncubaba.net

Aile Eki

ÇIKTI

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44

ağus

tos/

2018

somuncubaba 1

Page 3: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44

ABONE İLETİŞİM HATTI

KurucusuA. Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803

Yıl: 25 Sayı: 214 - Ağustos 2018

Basım Tarihi: 01 Ağustos 2018

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adınaİmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniBekir AYDOĞAN

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüM. Hulusi ERDEMİR

Yayın EditörleriM. Nazmi DEĞİRMENCİ

Musa TEKTAŞ

Yönetim Yeri-Basım-Yayım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesiZâviye Mahallesi Hacı Hulûsi Efendi Caddesi No: 71

44700, Darende / MALATYA

Tel: (0422) 615 15 54 • Faks: (0422) 615 28 79

www.somuncubaba.net • [email protected]

Yapım

www.grafiturk.com.tr

Tel: 0506 876 17 17

Genel Sanat YönetmeniSerkan ÖZTÜRK

Baskı ve ÜretimSalmat Basım Yayıncılık Ambalaj San. Ltd. Şti.

Tel: (0312) 341 10 24

Yayın KuruluProf. Dr. Nihat ÖZTOPRAK / Prof. Dr. Ali YILMAZProf. Dr. Sebahat DENİZ / Prof. Dr. Bilal KEMİKLİProf. Dr. Abdullah KAHRAMAN / Prof. Dr. Ali AKPINAR

Danışma KuruluProf. Dr. Mehmet AKKUŞ / Prof. Dr. Mehmet SOYSALDIProf. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL / Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSEProf. Dr. Mahmut YEŞİL / Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK

Kurum Abone : 180 Yurtdışı 1 Yıllık Abone : 72 EURO Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068Ziraat Bankası : TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01Vakıf Bank : TR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen arayınız.

Somuncu Baba Dergisi’nin içeriğinde bulunan yazılar ile ilgili çıkabilecek olan hatalı bilgilerden dolayı dergi herhangi bir sorumluluk kabul etmemektedir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına ilanların sorumluluğu ise reklam verenlere aittir. Dergimizde bulunan fotoğrafların ve görsellerin kullanılması ve kopyalanması yasaktır. Yazılar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir. Somuncu Baba Dergisi’nin bütün telif hakları VİSAN İktisadi İşletmesi’ne aittir.

İÇİNDEKİLER

Edirne Sultan II. Bâyezîd DarüşşifasıEnver ŞENGÜL

İsmail ÇOLAK

Sofu, Âlim ve Mucit PadişahII. Bâyezîd

Bu hastane için, tarihteki müzikle tedavinin zirvesi de denebilir. Çünkü hiçbir hastanede müziğin tedavide kullanımı böylesine sistematik bir şekilde düzenlenmemiştir.

“II. Bâyezîd, adalet ve insafın koruyucusu oldu. Dâhiyane siyaseti neticesinde memleket mamur bir hâle geldi.”

Sultan II. Bâyezîd ve İmar Faaliyetleri ............................1Bekir AYDOĞAN

İnsanın İnsanlığını Kemiren Haset Kurdu! .....................6Ali AKPINAR

Muhammed Seyfüddin Sirhindî (k.s.) ..............................10Kadir ÖZKÖSE, H. İbrahim ŞİMŞEK

Maddî ve Manevî İyilik: “İhsânda Bulunmak” .................12Ramazan ALTINTAŞ

Edirne Sultan II. Bâyezîd Darüşşifası ..............................16Enver ŞENGÜL

Aşkla Yanıp Yeniden Varolmak .........................................22Musa TEKTAŞ

II. Bâyezîd Döneminin Üstün Başarıları Karşısında Nükseden Safeviyye Tehlikesi .................................................28Kadir ÖZKÖSE

Pişmanlık Gazeli ..................................................................33Bekir OĞUZBAŞARAN

Başkalarına Gönülde Yer Açmak ......................................34Enbiya YILDIRIM

Sofu, Âlim ve Mucit Padişah II. Bâyezîd ..........................38İsmail ÇOLAK

Müslümanın Güzel Hasletlerinden Biri:Arabuluculuk ........................................................................42Abdullah KAHRAMAN

Abdurrahman Erzincanî Hazretleri (k.s.) ........................46Resul KESENCELİ

İkinci Bâyezîd .......................................................................51Halil GÖKKAYA

İslâm Güzel Ahlaktır ............................................................52Mehmet SOYSALDI

Kul Ol, Bize Allah Yeter!.. ...................................................55Rıfat ARAZ

Hem Şair Hem Derviş Bir Sultan II. Bâyezîd Han .........56Mustafa ÖZÇELİK

Bir Değirmendir “Dünya” ...................................................60Vedat Ali TOK

Gönül ......................................................................................63Celalettin KURT

Sultan II. Bâyezîd Nam-ı Diğer Bâyezîd-i Veli ...............64Nihat MALKOÇ

Kaçış Hayali ..........................................................................69Ekrem KAFTAN

Anadolu’nun Ruhu ...............................................................70Yusuf HALICI

Peygamberlerin ve Şehitlerin Gıpta EttiğiKardeşlik ...............................................................................72Mustafa KARABACAK

Çocuklarımız İçin Yaz Tatili ................................................76Ali ÖZKANLI

Kalp Bohçası .........................................................................80Hilâl OTYAKMAZ

İmam-ı Birgivî ......................................................................82Muammer YILMAZ

Dostluğa Dair .......................................................................84Mukadder Arif YÜKSEL

Musa TEKTAŞ

Mustafa KARABACAK

Aşkla YanıpYeniden Varolmak

Peygamberlerin ve ŞehitlerinGıpta Ettiği Kardeşlik

Tasavvuf gönül yoludur, gönüllülerin ve adanmışların yoldur. Tasavvuf; kendinden, kendi gerçeğine sefer etmek ve ‘hiç’lik ile sevgiliye ulaşmak yoludur.

“İslâm’ın temel emirlerden birisi Müslümanların birbirlerini kardeş olarak görmeleri ve bunun gereğini yapmalarıdır.”

“İyi bir dost, yüzlerce öğretmen kadar eğitici ve öğretici, bir ebeveyn kadar geliştirici ve koruyucu ve karizmatik bir lider karar sürükleyici ve dönüştürücü bir etkiye sahiptir.”

Mukadder Arif YÜKSEL

Dostluğa Dair

16

22

38

72

84

Page 4: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Dîvân-ı Hulûsî-i DârendevîEs-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)

Bizi terk eyledi yârân gele mi tâ-be-seher

Kim bilir neyle geçer bu gecede hâb-ı seher

Sâkiyâ sen bize mey sun da gumûmu def’ et

Gecemiz subha kadar böyle geçe tâ-be-seher

Secde-i şükr edelim elde olursa bâde

Ele girerse eğer dost kaşı mihrâb-ı seher

Bülbülün nâle-i cângâhına ursa gûşun

Açılıp hande kılar ol gül-i nâyâb-ı seher

Mest olup kendini yavı kılagör Hulûsî’yâ

Gele tâ gûşuna hûş-ı dem-i erbâb-ı seher

Page 5: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

A rapça’da zi’b kelimesiyle karşılanan kurt, Kur’ân’da Yûsuf Sûresi’nde üç kere geçer. Yûsuf’u kıskanan kardeşleri, onu

babalarından uzaklaştırmak için bir plan yapıp

kuyuya atmak için anlaşırlar ve Yûsuf’u bir gezi-

ye götürmek için babalarından izin isterler. Hz.

Yakub, “Siz farkına varmadan onu kurdun yeme-

sinden korkarım.” diyerek bir anlamda onların

aklına “kurt yedi” fikrini düşürür. Gerçekten de

gezi dönüşü kardeşler, “Bir kurt onu yedi.” diye-

rek gelirler. Âyetlerde kıssanın bu kısmı şöyle

anlatılır:

“And olsun ki, Yûsuf ve kardeşlerinin olayın-

da, soranlara/istekli olanlara nice ibretler vardır.

Hani Yûsuf’un kardeşleri: ‘Biz birbirimize bağlı bir

topluluk olduğumuz hâlde, Yûsuf ve kardeşi baba-

mıza bizden daha sevimli, doğrusu babamız açık

bir yanılgı içerisindedir. Yûsuf’u öldürün veya onu

ıssız bir yere bırakıverin ki babanız size kalsın; on-

dan sonra da iyi kimseler olursunuz.’ demişlerdi.

İçlerinden biri, ‘Yûsuf’u öldürmeyin, onu bir kuyu-

nun derinliklerine bırakın. Böyle yaparsanız yol-

culardan onu bulup alan olur.’ demişti.

Bunun üzerine ‘Ey babamız! Yûsuf’un iyiliğini

istediğimiz hâlde, onu niçin bize emniyet etmiyor-

sun? Yarın onu bizimle beraber gönder de gezsin

oynasın, biz onu herhâlde koruruz.’ demişlerdi.

Babaları, ‘Onu götürmeniz beni üzüyor; siz

farkına varmadan onu kurdun yemesinden korka-

rım.’ demişti.

And olsun ki, biz kuvvetli bir toplulukken kurt onu yerse, biz âciz sayılırız, demişlerdi.

Yûsuf’u götürüp bir kuyunun derinliklerine bı-rakmayı kararlaştırdılar. Biz ona, kardeşlerinin bu işlerini kendileri farkına varmadan haber ve-receksin, diye vahyettik. Akşamüstü ağlayarak babalarına geldiklerinde, ‘Ey babamız! İnan olsun biz yarış yapıyorduk; Yûsuf’u eşyâmızın yanına bı-rakmıştık; bir kurt onu yedi. Her ne kadar doğru söylüyorsak da sen bize inanmazsın.’ demişlerdi.

Üzerine başka bir kan bulaşmış olarak Yûsuf’un gömleğini de getirmişlerdi. Babaları: ‘Sizi nefsiniz bir iş yapmaya sürükledi; artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah’tan yardım istenir.’ demişti.”1

Yûsuf, kardeşlerinin gözünde babalarına daha sevimli idi. Bu da onların Yûsuf’u kıskanmaları-na sebep olmaktaydı. Burada bir baba olarak Hz. Yakub’un çocukları arasında ayrımcılık yapması düşünülemezdi. Ancak Yûsuf, her bakımdan fark-lıydı, güzeldi ve özeldi. Her baba gibi Yakub da onu ayrı ve özel seviyordu. Bu durum, aynı evde sorumluklarını yerine getiren çocuğunu, diğer sorumluluklarını ihmal eden çocuklarından ayrı ve özel seven bir anne babanın durumundan farksızdı. Anne baba çocuklarından küçük olan-lara ayrı bir özen ve sevgi gösterirler. Bu da son derece tabii bir şeydir. Nitekim büyük çocuklar da küçükken benzer sevgi ve ilgiyi görmüşlerdi.

Yûsuf ve kardeşi Bünyamin, aynı anneden doğmuşlardı ve anneleri onlar küçük yaşta iken vefat etmişti. O ikisi öksüzdü, bu yüzden baba-nın onlara ilgi ve sevgisi fazlaydı. Hz. Yakub, di-ğer evlatlarında görmediği alicenaplığı ve doğ-ruluğu Yûsuf’ta görmekteydi.2 Yûsuf’un küçük yaşta gördüğü rüyanın tabirinden onun ileride büyük bir adam olacağını düşünüyor, bu yüzden onu özel seviyor, onun üzerinde titriyordu. Kar-deşler, Yûsuf’u kıskanacakları yerde, Yûsuf gibi olmaya çalışıp babalarının sevgisini kazanmaya çalışsalardı daha hayırlı olurdu. Ama onlar öyle yapmadılar, Yûsuf’a haset ettiler ve onu devre dışı bırakmak istediler.

İnsanın İnsanlığını KemirenHaset Kurdu!

“Bir nimeti kıskanma, bir anlamda ilâhî takdîre/paylaşıma rızâ göstermeme demektir. Onun için, paylaşımı olduğu gibi kabul

etmeli, ‘Ondan alınsın da bana verilsin, onun olmasın da benim olsun.’ gibi bencil düşüncelerden uzak durmalıdır.”

İLİM VE HAYAT Ali AKPINAR*

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba6 7

Page 6: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Kardeşler, aralarında konuştular, kıskançlık

gözlerini bürümüştü, onu öldürmeyi bile dü-

şündüler. Sonunda bir kuyuya atma konusunda

anlaştılar. Böylece ondan kurtulacaklardı. Yap-

tıklarının yanlış olduğunu biliyorlardı. Ancak her

yanlış yapan gibi düşünüyorlar, bir günahtan

bir şey olmaz, hem sonra tevbe eder, iyi insan-

lar oluruz diyorlardı. Onlar kuyuya bırakmakla,

oradan geçen yolcuların Yûsuf’u çıkarıp götüre-

ceklerini düşünüyorlardı. Onlar, ayrımcılık yapı-

yor diye babalarını suçluyorlardı, ancak Yûsuf’u

cezâlandırmaya teşebbüs ettiler. Çünkü babala-

rına yapabilecekleri bir şey yoktu. Sonuçta hem

Yûsuf’u üzdüler, hem de babalarını. Yûsuf’u ku-

yuya atmakla da kendileri günah bataklığına yu-

varlanmış oldular.

Babaları Hz. Yakub’dan, Yûsuf’u istediler. Hz.

Yakub, peygamber olduğu hâlde, kardeşlerin

planlarını fark edemedi. Çünkü o da bir insandı

ve Allah bildirmezse, gaybı bilemezdi. Sonunda

Yûsuf’u onlara emanet etti, onlarla birlikte ge-

ziye gitmesine izin verdi.

Hz. Yakub, oğlu Yûsuf’un başına bir şey gel-

mesinden çok korkuyordu. Sonuçta korktuğu

başına geldi. Çünkü çoğu zaman kişiye korktuğu

şey insanın başına gelirdi. Yine o, çocuklarına,

“Korkarım ki onu kurt yer.” diyerek ipucu da ver-

mişti. Bir hadislerinde peygamberimiz bizleri

şöyle uyarmaktadır: “İnsanların akıllarına kötü

şeyleri düşürmeyin, sonuçta onlar yalan söyleme-

ye yeltenirler. Nitekim Yakub’un oğulları, kurdun

insanı yiyebileceğini bilmiyorlardı. Babaları on-

lara, ‘Korkarım ki onu kurt yer.’ dediğinde onlar

bunu öğrendiler ve akşam döndüklerinde bu hile-

ye başvurup yalan söylediler.”3

Yûsuf’u kurt falan yemedi, ancak onların iç-lerini kemiren haset kurdu Yûsuf’un kuyuya atıl-masına sebep oldu. Yûsuf’u kurt yemedi, ama onların haset kurdu, onların pek çok sâlih amel-lerini yedi bitirdi. Tıpkı hadiste belirtildiği gibi: “Hasetten uzak durun, zira haset, ateşin odunu yediği gibi, amelleri yer bitirir.”4

Marifetnâme yazarı Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın şu tesbiti mânîdârdır: “Âlemde ya-ratılan her çeşit hayvanın şekil ve suretlerinin numûneleri insanda da vardır. Mesela kibir kaplana benzer, saldırganlık ve yenmek aslana, haset kurda benzer. Nitekim Hz. Yakub, ayrılık-tan önce rüyasında, kendi evlâdının, kardeşleri Yûsuf’a olan hasetlerinden yedi kurt sûretinde Yûsuf’a saldırdığını görmüştü. Onun için oğulla-rı ona, ‘Onu bizimle gönder.’ dediklerinde ‘Korka-rım onu kurt yer.’ diye cevap vermişti.5 Gönülden gazabın sûreti köpek, hilenin sûreti tilki, gafletin sûreti tavşan, şehvetin sûreti eşek, oburluğun sûreti koyun, tamahkârlığın sûreti karınca, cim-riliğin sûreti fare, kinin sûreti deve, düşmanlı-ğın sûreti yılan… Diğer huyların sûreti de diğer hayvanlara benzer… Çünkü insan büyük geçit ve mazhar-ı küllîdir. O hâlde bütün hayvanların sûretleri ve kâinatın şekilleri onun dış ve içinde sûret bulup teşekkül etmiştir.”6

Köpek cinsinden bir hayvan sayılan kurt, ulumasıyla meşhur, dumanlı havayı seven sal-dırgan ve yırtıcı bir hayvandır. Aç bir kurt bir se-ferde 9-10 kilogram et yiyebilir. Bunun için dili-mizde, “Aç kurt, aslana bile saldırır.” denmiştir.

İnsan niçin haset eder?: Yüce Allah’ın kul-ları arasındaki taksimindeki hikmetini göremez. Nimetlerin asıl sahibinin Yüce Allah olduğunu bilmez ve nimet sahiplerine haset eder. Hâlbuki nimetlerin asıl sahibi Yüce Allah’tır ve O, nimet-lerini kulları arasında dilediği gibi paylaştırır. O’nun her eyleminde olduğu gibi, bu taksiminde de hikmet vardır. Mü’mine düşen bu hikmetleri görmeye çalışmaktır. O, dilediğine çok verir, di-lediğine ölçülü verir. Ama O’nun her eylediğinde sayısız hikmet vardır. Kimi insanlar için nimet, şükür ve kulluk sebebi olurken; kimileri için az-gınlık ve taşkınlık sebebi olabilir. Onun için her zaman O’ndan hayırlısını istemek gerekir.

İnsan istediğini nimetin asıl sahibinden iste-melidir. O’nun hazinesinde nimetler bitmez tü-kenmez. Her varlığa sayısız nimet veren, istenil-diğinde isteyene verir. Onun için O’na güvenip dayanmalı ve O’ndan istenmelidir.

Haset ve gıbta farkı: İnsan makam/mansı-ba, mala/variyete düşkündür. İnsan, başkasında gördüğü variyete, makam mansıba imrenebilir,

kendisinde de o nimetlerin olmasını isteyebilir.

Haset, bir nimeti elinde bulundurandan alınıp

kendine verilmesini istemektir. Yahut haset,

yalnızca bende olsun, başka kimsede olmasın;

benim olmuyorsa başka hiç kimsenin olmasın

anlayışına kapılmaktır. Gıbta ise, imrendiğimiz

bir şeyin bizde de olmasını istemektir ki, bu ca-

izdir. Nitekim hadiste şöyle buyrulmuştur: “Şu

iki şey gıbta edilmeye değerdir: Bir adam ki Yüce

Allah ona bol mal vermiştir, o da onu hayır yolun-

da harcar. Yine bir adam ki kendisine ilim-hikmet

verilmiştir, o da onunla amel eder.”7 Haset, gü-

nah; gıbta ise hayırda yarıştır.

Hasetten kurtulmanın yolu: Bütün nimetle-

rin asıl sahibi Yüce Allah’tır. O, nimetlerini kul-

larına dilediği gibi dağıtır. O’nun dağıtımında

sayısız hikmetler vardır. Kim olursa olsun, her-

kese ve her şeyde var olan nimetin asıl sahibi

olarak Yüce Allah’ı görmek gerekir. Nimetleri

asıl O’ndan istemek gerekir. O’nun hazinesin-

de herkese yetecek kadar sayısız ve sınırsız ni-

met vardır. O, birine bir şey vermişse bu, O’nun

takdiridir. O, fiillerinde aslâ sorgulanamaz. Bir

nimeti kıskanma, bir anlamda ilâhî takdîre/

paylaşıma rızâ göstermeme demektir. Onun

için, paylaşımı olduğu gibi kabul etmeli, “Ondan

alınsın da bana verilsin, onun olmasın da benim

olsun” gibi bencil düşüncelerden uzak durmalı-

dır. Haset etmekle, nimet kıskanılan kimseden

alınmayacak, ona bir zararı da olmayacaktır.

Asıl zarar haset edende kalacaktır. Haset sahi-

bini yiyip bitirecek, onu meşrû olmayan yollara

sevk edecek, ona günah kazandıracak, işlediği

sâlih amellerinden kazandığı sevapları tükete-

cek, sonuçta Yüce Allah’ın takdîri olacak, haset

eden kişi istediği nimetlere de erişemeyecektir.

Dipnot* Prof. Dr. Ali AKPINAR

1. 12/Yûsuf, 7-18.2. Bknz. Fahrüddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb.3. Âlûsî, Rûhu’l-Meânî.4. Ebû Davûd, Trmizî, ibn Mâce, 5. 12/Yûsuf, 13.6. Mârifetnâme, s, 341-342.7. Buharî, Müslim, İbn Mâce, Ahmed.

“Haset etmekle, nimet kıskanılan kimseden alınmayacak, ona bir zararı da olmayacaktır. Asıl zarar haset edende kalacaktır.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba8 9

Page 7: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Muhammed Seyfüddin (k.s.), 1055/1645’te

Sirhind’de doğdu. Babası Muhammed

Masum’dur. Lakabı Muhyi’s-Sünne’dir

(Sünneti canlandıran). Kur’an-ı Kerim’i öğren-

dikten sonra aklî ve naklî ilimleri Muhammed

Said’den tahsil etti. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde güçlü

bir donanıma sahip olan Seyfüddin (k.s.), zühd ehli

bir sûfîydi. Çok muttakî bir insan olduğu için etra-

fındaki insanlar onun hâllerinden etkileniyorlardı.

Hem zâhirî alanda hem de bâtınî sahada yetkin

bir zât olması sebebiyle toplumun her katmanın-

da saygın bir etkisi vardı.

Babası Muhammed Masum’un izniyle dinî

eğitimini üstlendiği Şah Alemgir Evrengzib’in

Muhammed Seyfüddin (k.s.)’e muhabbeti ve

onunla sohbetleri neticesinde pek çok hayırlı

hizmete vesile olduğu bilinmektedir. Muham-

med Masum, bazı mektuplarında heybetli bir

sultan olan Evrengzib’in oğlunun tesiriyle adil

ve hayırlı hizmetler yapan bir yönetim sergile-

mesinden hoşnutluğunu ifade etmiştir.

Muhammed Seyfüddin (k.s.), uzun boylu, es-

mer tenli, büyük gözlü, sakalının iki tarafı sey-

rek ve güler yüzlü bir zâttı. O, 1098/1686’da ve-

fat etti ve Sirhind’de babasının kabrinin yanına

defnedildi.

Muhammed Seyfüddin (k.s.)’in 8 oğlu ve

6 kızı vardı. Oğullarından ilk üçü Muhammed

Azam, Muhammed Hüseyin ve Muhammed

Şuayb kendisi hayattayken tasavvufî eğitim-

lerini alıp kemâle erdiler. Diğerlerinin isimleri

şöyledir: Muhammed İsâ, Muhammed Musâ,

Muhammed Kelimetullah, Muhammed Osman

ve Abdurrahmân. Kızlarının isimleri: Cennet,

Habîbe, Sâire, Şehrî, Refiunnisâ ve Zehrâ’dır.

Pek çok mürid yetiştirdi ve bir kısmına da ta-

rikatta hilafet ve irşad icazeti verdi. Bunlar ara-

sında en fazla temayüz eden Muhammed Nur

Bedeûnî’dir. Muhammed Seyfüddin (k.s.)’in oğlu

Muhammed Azam tarafından derlenen ve 199

mektuptan teşekkül eden Mektubat-ı Seyfiyye

adlı bir eseri vardır. Tarikat anlayışının vukuf-i

kalbî ve mürşidin sohbetine devam üzerine bina

edildiğini belirtmektedir.

Muhammed Seyfüddin (k.s.) iyiliğin yayılma-

sı ve kötülüklerin engellenmesine önem verirdi.

Babası Muhammed Masum onun bu özelliğini

överek onu takdir ederdi. Hatta onun bu özelliği

Hindistan’ın neresinde bir kötülük görse müda-

hale edecek tarzdaydı.

Seyfüddin (k.s.) kevnî kerametlere önem ver-

meyerek şöyle derdi: Bize olağanüstülükler de-

ğil zikre devam, Allah(cc)’a teveccüh, Sünnet’e

ittiba, nurların artırılması ve bereketler gerekli-

dir. Ney ve semânın cezbeli sufilere fayda sağla-

yacağını ifade ederek onlardan etkilenmemenin

zor olduğuna dikkat çekmiştir. Ancak bazı has-

sas ruh yapısına sahip kişilerin ney sesinin et-

kisini kaldıramayacağını belirtmektedir. Dolay-

sıyla ney ve semâya cevaz vermeyen âlimlerin

görüşlerinde bu açıdan bir hikmet olabileceğini

vurgulamaktadır.

MuhammedSeyfüddin Sirhindî (k.s.)

Hat: Emre ÖZDEMİR

ALTIN SİLSİLE Kadir ÖZKÖSE* H. İbrahim ŞİMŞEK**

Dipnot* Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE - ** Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK

1.Bu makale Prof. Dr. Kadir Özköse ve Prof. Dr. H. İbrahim Şimşek’in Nasihat Yayınları’ndan neşredilen Altın Silsileden Altın Halka-lar kitabının 359-360. sayfalarından özetlenmiştir.

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba10 11

Page 8: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Maddî ve Manevî İyilik: “İhsânda Bulunmak”

“İnsan, Allah’ın kendisine verdiği maddî nimetleri, toplumun ekonomik açıdan zayıf bırakılmış üyeleriyle, infâka dayalı bir anlayışla paylaşarak en

güzel bir davranışta bulunabilir.”

İTİKAT Ramazan ALTINTAŞ*

Arapça’da ihsân; “kötülük, kötü hareket, suç, günah, kusur ve kabâhat” anlamına gelen isâetün’ün zıddıdır. İhsân, “başka-

sına güzel muâmele etmek, insanlara iyilik ya-

parak kendisine karşı insanlarda güzel duygu-

ların kalplerinde yeşermesine sebep olmak ve

güzel zan” anlamlarına gelir.1 Gerçekte ihsan

eden Allah olup, varlığın yaratılması O’nun ilâhî

bir iyiliğidir. Cenâb-ı Hak, canlı varlıkların ihti-

yaçlarını karşılayabilmesi için her birisine özgü

organlarını mükemmel bir şekilde yaratmıştır.

Bununla da kalmamış, her canlı türüne ve orga-

nına uygun düşen süs ve ziynetlerle onları gü-

zelleştirmiştir. Ayrıca bedenî hazlar için zarûrî

olan ilaç, et ve her türlü sebze ve meyveleri de

yaratmıştır. “Güzellikle iyilik” demek olan ihsa-

nın iki mânâsı vardır:

Bunlardan ilki, bir başkasına güzellikle iyilik-

te bulunmaktır. İnsan, Allah’ın kendisine verdiği

maddî nimetleri, toplumun ekonomik açıdan

zayıf bırakılmış üyeleriyle, infâka dayalı bir an-

layışla paylaşarak en güzel bir davranışta bulu-

nabilir. Allah’ın kudretinin varlıklı insanlar eliyle

yansıtılması biçimi olan ihsan ameli üzerinde

Kur’an sürekli durur: “Allah’ın sana verdiğinden

(O’nun yolunda harcanarak) âhiret yurdunu iste;

ama dünyadan da nasîbini unutma. Allah sana

ihsan ettiği gibi sen de (insanlara) iyilik et.”2 Ay-

rıca Kur’an’da, bir sosyal yardımlaşma türü

olan sadaka ve infâkla ilgili pek çok âyet var-

dır. Mü’minler, sürekli Allah yolunda toplumun

ihtiyaç sahipleriyle bir nevi mallarını paylaşma

biçimi olan infâk etmeye, mallarından bir kıs-mını karşılık beklemeksizin ihtiyaç sahiplerine vermeye teşvîk ediliyor. Sosyal yardımlaşmaya teşvîk eden âyetlerden bazıları şöyledir:

“Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın.”3

“Mallarını Allah yolunda sarfedenlerin duru-mu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi ba-şak veren tanenin durumu gibidir...”4

“Sevdiğiniz şeylerden sarfetmedikçe, iyiliğe erişemezsiniz. Her ne sarfederseniz, şüphesiz Al-lah onu bilir.”5

“İyilik etmek ve fenâlıktan sakınmak hususun-da birbirinizle yardımlaşın.”6

Görüldüğü gibi iyilik yapmak bir erdemlilik-tir. Nasıl ki, şekle bağlı ibadetlerin şart ve rü-künleri varsa, iyilik ibadetinin de bazı şartları vardır. İyilik yaparken bu şartlar arasında; kal-bin kırılmaması, ihtiyaç sahiplerinin küçümsen-memesi, başa kakmak suretiyle eziyet edilme-mesi ve gösterişten kaçınılması gelmektedir.7 İşte bu şartlar olduğu sürece yaptığımız iyilikler hedefine ulaşacaktır.

Öte yandan, bir başka âyette, adâlet ve ih-san arasında irtibat kurulur: “Muhakkak ki Al-lah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emre-der.”8 Mânevî yönüyle ihsân, adaletin fevkinde-dir. Adâlet borcunu vermek, alacağını istemek, görevini yerine getirmek ve hakkını almaktır. İhsan ise, borcundan daha fazlasını vermek, alacağından daha azına râzı olmaktır.9 Kur’an-ı

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba12 13

Page 9: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Kerim’de kulların ferdî çaba ve gayretleri neti-cesinde ulaştıkları ihsan edici mânâsına gelen muhsinlik sıfatı, değişik âyetlerde övülür: “Allah, muhsinleri sever.”10

Acaba Allah hangi sâlih amelden dolayı muhsinleri sevmektedir? Çünkü muhsinler, “na-mazı kılarlar, zekâtı verirler ve âhirete de yakînen inanırlar.”11 Ayrıca cömertlikte çok ileri boyutta-dırlar.12 Muhsin sıfatını almış fazîletli insanlarda sâlih ameller bir ahlâk sistemi hâline gelmiştir. Kalblerde temekkün eden/yerleşen bu temel ahlâkî güzellikler onları, “bollukta ve darlıkta ih-san etmeye, kızgınlık ânında öfkelerini yenmeye ve insanların kusurlarını affetmeye sevkeder.”13 Kur’an, daima maddî servet ve ilim gibi varlık-lara sahip olan insanları, bu varlıklarını, ihtiyaç sahipleriyle paylaşarak toplumsal yapıda bir ke-netlenmeye yol açıcı girişimlere teşvîk etmeye özendirir. Çünkü Allah insanların yaptıkları bu güzel fedakârlıklarına karşılık onları cennetine koyarak çeşitli ikram ve izzette bulunacaktır.14

İhsanın diğer bir anlamı da başkasının gü-zellikle iyilik yapmasına karşılık iyilikte bulun-maktır. “Mükemmellik” olarak çevrilebilen ‘ih-san’ kelimesi, Müslüman insanın iç güzelliğini ve mânevî zenginliğini anlatır. Bu açıdan ihsan, kalbin ya da rûhun güzelliği anlamına gelir. Bu mânâda ihsan, murâkabe altında olduğunun bilincinde olarak Allah’a itâatta kusurlu davran-mamaya özen göstermektir. Kim, Allah’ın kont-rolü altında olduğunu bilirse, bütün davranışları güzel olur. Hadis kitaplarımızda “Cibril hadisi” diye anılan bir hadiste; “İslâm, iman ve ihsan” kavramları peş peşe sıralanır. Bu kavramların sıralanış tarzı insana yansıtıldığında ahlâkî ve

mânevî güzellik açısından olgunlaşma grafiğinin yükselişini sergiler. Bunlardan İslâm, organlara ait bir ikrârı; iman, kalbe ait bir tasdîki; ihsan, ise bütün âzâların ve kalbin ortaklaşa katılacağı bir yüceliği ifade eder. Cibril hadisinde kişinin Allah’ı görüyormuşçasına bir mânevî dirilikte bulunması mânâsına gelen ihsanla,15 “İhsanın karşılığı ancak ihsandır.”16 âyetinde dile getiri-len ihsan, İslâm ve imanın ileri derecesidir. Bu sebeple ünlü hadîs bilgini Nevevî (ö.676/ 1297) ihsanı, sıddıkların ve peygamberlerin makamı olarak tanımlar.17

Toplumsal hayatta, toplumu oluşturan fert-ler arasında birlik ve beraberliğin en önemli çimentosu, karşılıklı sevgiye dayalı ilişki biçim-leridir. İslâm’da, muhataptan bir şey bekleme-den yapılan iyilikler kişiye daha çok sevap ka-zandırır. Bu ilişki tarzlarından birisi de, bireye faydası dokunmasa bile, ihsân/iyilik ile şöhret bulan bir insanı sevmektir. Bu sevgi, tabiatlarda vardır. Gazzâlî, bu durumu şu örnekle anlatır:

“Âdil olup iyi insanlara yumuşaklıkla muâmele eden mütevâzı bir yönetici duyduğun ve bunun aksine olarak zâlim, acımasız bir yönetici duy-duğun zaman, her ikisi de sana kâr ve zararı dokunmayacak şekilde uzak memleketlerde olsalar bile, bunlardan birine kalbinden nefret eder, diğerine sevgi duyar ve zorunlu olarak bu ayrımı yaparsın. Bu sevgi, ihsanda bulunan kim-seyi sırf ihsanı yüzünden sevmektir ki, bu sevgi ihsandan bir yarar görmeyen kimsede görülür. İşte bu bile sadece Allah’ı sevmeyi gerektirir. Başkası ise sebep ile ilgisi olması bakımından sevilir. Zira gerçekte ihsan eden Yüce Allah’tır.” Bunları diyen Gazzâlî, Allah’ın lütfundan insanın zarûrî ihtiyaçları olan organlarını yaratmak-la kalmadığını, artı bir lütufla onları süsleyip güzelleştirdiğini, dolayısıyla, eşyada hüsnü de ihsanı da yaratan Allah’ın daha çok sevilmeye lâyık olduğunu söyler.18

Netice olarak, maddî ve mânevî iyiliği içeren ihsan bir sevgi vesîlesidir. Fıtrî olarak her in-sanda kendisine bir iyilikte bulunan kişiye karşı bir muhabbet duygusu filizlenir, kötülük yapan kimselere karşı da bir düşmanlık duygusu bes-lenir. Bu sebeple İslâm, “Benim karnım tok baş-

kalarından bana ne.” anlayışını yıkmak için dinî

açıdan varlıklı Müslümanlara, zekâtı farz kılmış,

“Ben yaşayayım da başkaları açlıktan ölürse

ölsün.” felsefesini yıkmak için her türlü haksız

kazanç türlerini de yasaklamıştır. Bu açıdan asıl,

ihsan, Yüce Allah’ı görür gibi yaşamaktır. Böy-

le bir bakış tarzı kişinin hayatını disipline eder.

Mü’min olma sorumluluğunu kazandırır. Kendi-

sinde hasbî duygu ve davranışları pekiştirir.

Ne mutlu iyilik yolunda koşanlara!..

Dipnot* Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ1. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, II, 8772. 28/Kasas, 773. 2/Bakara, 148.4. 2/Bakara, 261.5. 3/Âl-i İmrân, 92. 6. 5/Mâide, 2.7. Bkz. 2/Bakara, 2648. 16/Nahl, 909. İsfehânî, el-Müfredât, s.170. 10. 2/Bakara, 19511. 31/Lokmân, 412. 4/Nisâ, 40-4113. 3/Âl-i İmrân, 13414. 77/Murselât, 4415. Bkz. Buhârî, “Îmân” 1; Müslim, “Îmân” 1.16. 55/Rahmân, 6017. Nevevî, Muhyiddin Zekeriyyâ, Şerhu Metni’l-Erbaîn en-

Neveviyye, İstanbul, ts. s. 19. 18. Bkz. Gazzâlî, İhyâ, IV, 463/64.

“İyilik yaparken; kalbin kırılmaması, ihtiyaç sahiplerinin küçümsenmemesi, başa kakmak suretiyle eziyet edilmemesi ve gösterişten kaçınılması gerekmektedir.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba14 15

Page 10: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Türk-İslâm medeniyetinde, özellikle de Selçuklu ve Osmanlılarda, Vakıf geleneği içinde kurulan, hastaların kim oldukları-

na bakılmaksızın ve hiçbir karşılık beklemeden

tedavi edildikleri, pratiğe ve gözleme dayanan

sağlık bilgilerinin verildiği sağlık ve eğitim ku-

rumlarına “Darüşşifa” adı verilmiştir.1

İslâm hukuku esaslarına göre düzenlenen

vakıfnamelerinde, kuruluş amaçları, gelir kay-

nakları, kuruluşta çalışacak hekim ve diğer gö-

revliler, çalışma şekilleri, gelirin dağıtılması ve

kuruluşun yönetimi gibi konular en ince ayrın-

tılarına kadar anlatılır; denetlenmesi de ayrıca

gösterilirdi.2

Bu kurumların birçoğunda, bir yandan has-

taların tedavileri ile uğraşılırken, bir yandan

da vakfiyesindeki şartlara uygun olarak alınan

çıraklara usta hekimler yanında tıp eğitimi ve-

rilirdi.3 Bazı darüşşifaların bitişiğinde bu amaç-

la kurulan medreseler de vardı (medresetü’l-

etıbba). Bu medreselerde usta çırak ilişkisi ile

hekim yetiştirilirdi.

Müzikle tedavinin de yapıldığı Türk-İslâm

hastanelerinin en önemlilerinden biri Edirne

Sultan II. Bâyezîd Darüşşifası’dır. Bu hastane

için, tarihteki müzikle tedavinin zirvesi dene-

bilir. Çünkü hiçbir hastanede müziğin tedavi-de kullanımı böylesine sistematik bir şekilde düzenlenmemiştir. İnsanları rahatlatmak için sadece musiki değil, bunu tamamlayan ve bel-ki de etkisini arttıran bir de su sesinin devreye sokulduğu bu hastanenin yapılışında müzik sah-nesinin düşünülmesi ve ayrıca ortamın akustiği-ne büyük önem verilmesi dikkati çeken önemli ayrıntılardır.

“XV. yüzyılda Edirne’de inşa edilen Sultan II. Bâyezîd Darüşşifası, dış konturlarıyla altıgen bir merkezî kubbeli mekâna bağlı ve ard arda iki avlu etrafında yer alan bir plan şeması uygula-masıyla öncekilerden farklı bir özelliğe sahiptir.

Sultan II. Bâyezîd Darüşşifası’nı diğerlerinden ayıran en önemli özellik; öncelikle mimarisindeki ayrıntılardır. Ayrıntılı şekilde ve merkezî olarak planlanmış olma-sından dolayı, dünyada ilk olarak

Edirne Sultan II. Bâyezîd

Darüşşifası

KÜLTÜR Enver ŞENGÜL

“Bu hastane için, tarihteki müzikle tedavinin zirvesi de denebilir. Çünkü hiçbir hastanede müziğin tedavide kullanımı böylesine sistematik bir şekilde

düzenlenmemiştir.”

Foto: Orhan DİNÇ

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba16 17

Page 11: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

kabul edilmekte; Batı’daki benzerlerinin bundan ancak 200 yıl sonra yapıldığı öne sürülmekte-dir.”4

Edirne Darüşşifası’nda Müzikle Tedavi

Türk-İslâm tarihinde hem bireysel olarak, hem de çeşitli sağlık merkezlerinde müzikle tedavi uygulamalarının yapıldığı konusunda bir-çok yayın bulunmaktadır

Şam’daki Nureddin Hastanesi’nde ve daha sonra Selçuklu ve Osmanlılardaki birçok darüş-şifada fiziksel ve ruhsal hastalıklar müzikle te-davi edilmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nda bu tedavinin yapıldığı merkezlerden birinin de Edirne Darüşşifası olduğu bilinmektedir.

Külliyenin, günümüze ulaşan vakfiyeleri ve masraf defterlerinde müzikle tedavinin yapıldı-ğına dair bir kayda rastlanmamış olmasına kar-şın Vakfiyeler kuruluş yıllarına ait olup müzikle tedavi, büyük bir ihtimalle daha sonraki dönem-lerde darüşşifada kullanılmaya başlanmıştır.

Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Edirne Da-rüşşifası’ndaki müzikle tedaviyi ayrıntılı olarak tanımlamaktadır. Öyle ki, bu mekânda çalınan müzik aletlerine, hanende ve sazendelerin sa-yılarına kadar bilgiler vermektedir. Tıp ve mi-marlık tarihinde önemli bir yeri bulunan bu hastanede müzikle tedavi sadece akıl ve ruh

hastalıklarında değil, fiziksel hastalıklarda da uygulanmıştır.5 Darüşşifada hastaların hastalık-larına göre müzik çalınırdı.

Külliye’de, ilk yıllardan başlayarak çok dü-zenli ve ayrıntılı bir sistemin kurulmuş oldu-ğunu, hasta isimleri, hekim uygulamaları, ilaç formülleri, bu ilaçların kullanım biçimleri, mü-zikle tedavinin ayrıntıları, koku ve meşguliyet-le tedavinin uygulama şekilleri… Tüm bunların da kaydedildiği defterlerin olduğu çok büyük bir olasılık dâhilindedir. Arşivler üzerinde yapı-lacak ayrıntılı incelemeler sonrasında Edirne Darüşşifası’nda uygulanan tedavi biçimleri ve müzikle tedavi konusunda ayrıntılı bilgiye ulaş-mak mümkün olabilir.

Evliya Çelebi6 1652 yılında Edirne’ye geldi-ğinde, darüşşifaya da uğrayarak, buradaki hem genel durum hem de musikiyle tedavi konusun-da ayrıntılı bilgiler vermiştir. Evliya Çelebi’nin ayrıntılı bilgi ve tanımlamaları bu mekânlardaki musikiyle tedaviyi şüphe götürmez bir şekilde ortaya koymaktadır. Evliya Çelebi, hastanede yapılan musiki ile tedavi konusunu da şu şekilde anlatmıştır:

“Merhum ve Mağfur Bâyezîd Veli Hazretleri, Vakfiyesinde, hastalara deva, dertlere şifa, di-vanelerin ruhuna gıda ve defi seva olmak üzere, 10 adet hanende ve sazende gulam (genç erkek)

tayin etmiş ki; üçü hanende, biri neyzen, biri

kemancı, biri musikarcı, (Musikar, ağızla çalınan

çığırtma sınıfından bir çalgıdır. Girift ve battal

adlı iki çeşidi vardır. Birden fazla neyin birbirine

bağlanası oluşan ve bu boruya üflenmesi ile ses

çıkaran eski bir çalgıdır.) biri santurcu, (Santur,

kültür ve sanat tarihinin en eski çalgılarından

biri. Biçim olarak kanun benzeri bir enstrüman-

dır.) biri çengi, (Çeng, bugünkü harpa benzer

kanunu andıran ve dik tutularak çalınan bir çe-

şit müzik aletidir.) biri çeng santurcu biri udçu

olup, haftada 3 kez gelerek hastalara ve delilere

musiki faslı ederler. Allah’ın emriyle, nicesi saz

sesinden hoşlanır ve rahat ederler.

Doğrusu musiki ilminde neva, rast, dügâh,

segâh, çargâh, suzinak makamları onlara mah-

sustur. Ama zengule makamı ile buselik maka-

mında rast karar kılsa insana hayat verir. Bütün

saz ve makamlarda ruha gıda vardır.”

Bu anlatılanlardan şunu çıkarmak mümkün-

dür: 1652 yılında darüşşifada hastaları iyileştir-

mek için müzikle tedavi yapılıyordu. Bu amaçla

hastanede 10 kişilik bir müzisyen grubu vardı ve

bu grup haftanın üç günü müzik yapardı. Bun-

lardan üçü şarkı söyler diğerleri çalardı. Müzik

aletleri arasında ney, santur, çenk, keman, mıs-

kal ve ud bulunurdu. Bu faaliyet esnasında Türk

müziğinin değişik makamları çalınırdı. Çalınan

makamlar ise neva, rast, dügâh, segâh, çargâh,

suzinak, zengule ve buselik gibi makamlardı.

Musikiyle tedavi sadece deliler için değil, diğer

hastalar için de uygulanırdı. Dönemine göre

oldukça ayrıntılı sayacağımız bu bilgiler, darüş-

şifada müzikle tedavi yapıldığını açıkça ortaya

koyacak niteliktedir.

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba18 19

Page 12: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Ayrıca külliye bünyesinde bir mehterhane

bulunmaktadır. Site içinde mehterhanenin ol-

ması bu yapılarda bol müzisyenin olması an-

lamına gelir. Mehterhane bünyesindeki müzis-

yenlerin aynı zamanda darüşşifada müzik terapi

seanslarına katılması da akla yakın bir konudur.

Evliya Çelebi, Edirne Darüşşifası’nda sadece

müziğin değil güzel kokuların da insan sağlığı

üzerindeki olumlu etkisinden söz eder. “Bahar

mevsiminde çiçek kısmından sim ve zerrin, de-

veboynu, müşk-i Rumi, yasemin, gülnesrin, şeb-

boy, karanfil, reyhan, lale ve sümbül gibi çiçek-

leri hastalara verip güzel kokuları ile hastaları

iyi ederler” 1652 yılında musikinin yanında gü-

zel kokuların insan ruhu üzerindeki etkilerinin

düşünülmüş ve bu hastanede uygulanmış ol-

ması ilginçtir. Kazancıgil, bu konuda “Makamlar

nasıl sesin ayrı tonlardaki armonisiyse, değişik

kokular da, güzel kokunun ayrı ayrı tonlarda

oluşturdukları armonidir. İnsan ruhu kendi ya-

pısına uygun düşen güzel koku ve güzel sesler

karşısında rahatlar, haz duyar ve rahatlayıp hu-

zura kavuşur.”7 demektedir.

Darüşşifa’da Altın Oran

Sanatta “Altın Oran”, parçaların birbirine

estetik anlamda uyan en doğru orandır. Uyum

açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan

geometrik ve sayısal bir oran bağıntısıdır.8 En

yalın anlatımı ile de “gözün nizamı”dır. Mimarlık

tarihinde Mısır Piramitleri’nden, Eski Yunan ta-

pınaklarına kadar birçok önemli yapıda bu oran

kullanılmıştır. Bu oranın matematiksel bir karşı-

lığı vardır ve sayılarla da ifade edilmiştir. Fibo-

nacci Dizini olarak kabul edilen altın oranın sa-

yılara olan ifadesi, “birbirine komşu iki sayının

toplamından elde edilen üçüncü sayı” ilkesine

dayanır. 1+2=3, 2+3=5, 3+5=8, 5+8= 13 gibi9

Beşin üçe oranı altın orandır. Sekizin beşe ora-

nı da. Tüm bu oranların birbirine bölümü 1.618

ve ya buna çok yakın bir sayı olarak karşımıza

çıkar. İşte bu sayı altın oranın sayısal ifadesidir

ve Edirne Sultan II. Bâyezîd Külliyesi’nin birçok

ölçüsünde de bu oran kullanılmıştır.

Bütün pencereler 8/5 oranındadır. Yani pen-

cerelerin uzun kenarı 8, kısa kenarı ise 5 parçalık

oranla yapılmıştır. Ölçü olarak pencerelerin uzun

kenarı 1.60x99 cm’dir. Bu iki sayının birbirine bö-lümü altın orana çok yakın bir sayı verir: 1.616.

Ana kütlelerin ölçülerinde de bu orana yakın ölçüler kullanılmıştır. Bu nedenle yapı tümüyle estetik bir değer taşır ve bakanların gözünü ok-şar. Darüşşifayı turistik amaçla gezenlerin bina-dan mimarî olarak çok etkilenmelerinin neden-lerinden birinin de bu oran olduğu söylenebilir.

Darüşşifa’da Müziğin Etkisi Üzerine Bir Test

Şu an Sağlık Müzesi olarak kullanılan Darüş-şifa, dönemin hastanesi ortamı şeklinde canlan-dırılmış olup yine tedavide kullanıldığı bilinen musiki makamları fon müziği olarak sürekli ça-lınmaktadır.

Müzeye gelen ziyaretçiler üzerinde müze gö-revlilerince 2007 yılı Mayıs ayı içinde yapılan bir araştırma sırasında, ziyaretçiler darüşşifa için-de dinledikleri müziğin kendilerini ruhsal olarak rahatlattığını ifade etmişlerdir. 100 ziyaretçiye yüz yüze görüşme uygulanmış ve dinletilen bu müzikten etkilenip etkilenmedikleri sorulmuş; 92 kişi, bu ortamda müzik dinlemenin kendileri-ni olağanüstü şekilde rahatlattığını ifade etmiş-lerdir. Ayrıca ziyaret amacıyla, Uzunköprü Reha-bilitasyon Merkezi’nden müzeye iki kez getirilen zihinsel engelli kişilerin de darüşşifada çalınan müzikten çok etkilendikleri ve mekândan kolay kolay çıkmadıkları, gözlemlenmiştir.

Dipnot1. Esin Karlıkaya, (1999) Anadolu Osmanlı ve Selçuklu Da-

rüşşifaları, Oluşum Dergisi, Türk Kütüphaneciler Derneği Edirne Şubesi Yayını, Sayı 27, s. 17.

2. Ratıp, Kazancıgil, (1997) Sultan II.Bayezid Külliyesi, Edirne: Trakya Üniversitesi Yayınları: s. 57; Baron J. B. Tavernier, J.B., (2007) 17. Yüzyılda Topkapı Sarayı, Çeviren: Teoman Tunçdo-ğan, Editör: Necdet Sakaoğlu İstanbul: Kitap Yayınevi.

3. Kazancıgil,1997: s. 12.4. Arslan, Terzioğlu (1999): Osmanlılarda Hastaneler, Eczacı-

lık, Tababet ve Bunların Dünya Çapındaki Etkileri, İstanbul: S.12, Dr. Rıfat Osman Bey, 1994: s. 45.

5. Kazancıgil,1997: s. 41-42.6. Evliya Çelebi. Seyahatname, yeni baskı. Cilt 6, s. 327.7. Kazancıgil,1997: s. 62.8. http://tr.wikipedia.org/wiki/Alt%C4%B1n_oran(Erş.:

20.07.2008)9. http://tr.wikipedia.org/wiki/Leonardo_Fibonacci(Erş.:

20.07.2008)

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba20 21

Page 13: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Tasavvuf, gönül ve aşk yoludur. Bu yola

muhabbetle, sevgiyle gidilir. Tasavvuf;

ezelden ebede; âşıkların, sâdıkların, sa-

lihlerin yoludur. Kendi varlığından geçebilenleri

irfan ile kemale ulaştırır. Tasavvuf; aşk ile hiç’e

ulaşanların, varlığı terk edip, bâkîde vuslat bu-

lanların; yani iyilik ve güzellikte birleşenlerin

yoludur.

Kişinin, nefsini tanıyarak, kendini ve Rabb’ini

bilmesidir. Tasavvuf; ilahî aşk ile muhabbet se-

masına kanat açabilme, sevgi deryasına dalgıç

olabilme sanatlarını öğretir. Tasavvuf, sevgiliye

varmak için sevenlerin her şeyden, canlarından

bile vazgeçtikleri fedakârlık yoludur. Tasavvuf;

yanıp, yok olma yoludur. Her şey yanar, taş dahi.

Fakat taşın yanış istidadı ile odunun yanma kabi-

liyeti aynı değildir. İstidadında aşk olmayanın aşk

ile kemale ermesi, taşın yanması kadar zordur.

Tasavvuf gönül yoludur, gönüllülerin ve adan-

mışların yoldur. Tasavvuf; kendinden, kendi gerçe-

ğine sefer etmek ve ‘hiç’lik ile sevgiliye ulaşmak

yoludur. Tasavvuf; var gibi görünen vücudun fânî

olduğunu bilmek, Hakk’ın vücudunun ise bâki ol-

duğuna şuhut etmektir. Tasavvuf yolu aşk yolcu-

larının baş açık, yalın ayak yürüdükleri istikamet

caddesidir. Bu caddenin varış noktası; sevgiliye

vuslattır. Gönül yolculuğu, aklın yolculuğu değildir.

Hakk’a giden iki yol vardır. Bunlardan birincisi kul-

dan Hakk’a giden talep ve gayret yoludur, ikincisi

tevhidi aşkla ve adanmışlıkla talim etmek yoludur.

Cân ü cihân kaygısın çekmedi âşık olan

Dikmedi cân mülküne aşkdan özge bir livâ1

Âşığın, ilahî aşka ulaştıktan sonra artık

dünyevî hevaya, mecazî aşka ihtiyacı kalmaz.

Tenin ve bedenin zaaflarından, âşıkların aşkına

noksanlık gelmez. Zira âşıklar ilahî cezbenin bi-

neği ile “hiç”lik menziline seyr ü sefer ederler.2

Aşkla Yanıp Varlığı Terk edebilmek

Bu yazımızı Es-Seyyid Osman Hulûsi Efen-

di Hazretleri’nin şu beyti etrafında şekillen-

dirmeye çalışacağız. Bize hatırlattığı edebî ve

tasavvufî hakikatleri sizlerle paylaşacağız:

Âşık olan aşk oduyla yana yana kül olur

Soyunup her varını dalar o aşk ummânına3

“Gerçekten, yürekten seven; aşk ateşiyle ya-

nıp kül olur. Aşk deryasına dalabilmek ve onda

dalgıç olabilmek için varlık libasından soyun-

mak gereklidir.” Hazret yine şöyle buyurur:

Bu libâs ile gidilmez ol cânân illerine

Soyunup varlığını aşk ile uryân olagör4

Aşkla Yanıp Yeniden Varolmak

“Âşık olan aşk oduyla yana yana kül olur Soyunup her varını dalar o aşk ummânına”

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)

EDEBİYAT Musa TEKTAŞ

“Tasavvuf gönül yoludur, gönüllülerin ve adanmışların yoldur. Tasavvuf; kendinden, kendi gerçeğine sefer etmek ve ‘hiç’lik ile sevgiliye ulaşmak yoludur. Tasavvuf; var gibi görünen vücudun fânî olduğunu bilmek, Hakk’ın vücudunun ise bâki olduğuna şuhut etmektir.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba22 23

Page 14: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Varlığımı cümle verip fenâya dostlar verip fenâya

Aldı nem var ise hevâsı aşkın dostlar hevâsı aşkın

Murâdım terk edip uydum o yâra dostlar uy-

dum o yâra

Hâsıl olsun deyü rızâsı aşkın dostlar rızâsı aşkın10

Şu hâlde, sözü edilen bu dört hususta terk

duygusunu kalbinde tahakkuk ettiren insan, kul-

lukta zirveye ulaşmış, “kâmil insan” olma vasfını

kazanmış ve kendi içindeki ilahî benliğe ulaşa-

rak hakiki hürriyeti elde etmiş olmaktadır.11

Aşkla Yanıp Küllerinden Doğmak

Ferîdüddîn-i Attâr, Mantık-ut Tayr adlı ese-

rinde Mûsikar veya Kaknüs adlı; yanıp, küllerin-

den yeniden doğan bir kuşu şu şekilde anlatır:

“Ney’e benzeyen uzun ve kuvvetli gagasın-

da yüze yakın delik vardır. Rüzgâr estikçe ga-

gasındaki her delikten farklı farklı sesler, farklı

makamlarda farklı farklı nağmeler çıkmaktadır.

Kaknüs öttüğü zaman, diğer bütün kuşlar susar.

Ömrü bin yıla yakın olan Kaknüs’e öleceği vak-

ti hisseden, eşi ve kardeşi olmayan bir kuştur.

Kuş, ölüm vakti yaklaştığında topladığı çalı çır-

pının ortasına geçer ve çeşitli nağmelerle fer-

yada başlar. Gagasındaki her delikten ruhunun

bir tarafına ait farklı bir nağme çıkar. Bir nefes-

lik ömrü kaldığı zaman kanatlarını şiddetle çırp-

maya başlar. Kanat çırpmalarından çıkan kıvıl-

cımlar bir alev hailine gelerek, etrafındaki çalı

çırpıyı da tutuşturur. Etrafını saran alevler bu

kuşu da alev içine alır. Kaknüs tamamen yanıp

kül olduktan sonra küllerinden bir başka Kaknüs

doğar.”12

Efsanevî kuşlar, lâ-mekân yani yuvasız, yuva-

ya muhtaç olmayan kuşlardır. Onların dünyevî

olan yuva ve yiyinti gailesinden uzak olmaları,

terk-i dünya yapmış olan dervişlerin hâlleri ile

örtüşmektedir. Kafdağı’nın arkasına, bütün zor-

lukları aşarak giden ve kuşların şahını görebilen

“sîmurg” yani otuz kuş, aslında bir bilinç aydın-

lanması yaşamışlardır. Yani aradıklarının aslın-

da kendileri veya kendilerinde olduğunu idrak

etmişlerdir. Bu durum, analojik olarak kendi iç

dünyasında yolculuk yaparak Hak ve hakikati

arayan sâlikin Hakk’ı müşahede etmeye baş-

lamasıdır. Kendi irade ve benliğinden sıyrılan

âşığın iradesi, Sevgili’nin iradesi ile dolar. Böy-

lece konuşan âşık değil, Sevgili’dir. “Sîmurg u

ankâ” şeklindeki kullanımı ile ankâ kuşuyla anıl-

mış ve bu tamlama zamanla “Zümrüd-i ankâ”

şekline dönüşmüştür. Oysaki bu iki kuş farklı

kuşlardır. Ankâ ise boynu uzun bir kuş olduğu

için bu adı almıştır. Hakkında değişik rivayet-

ler anlatılmakla birlikte, Kafdağı’nda yaşaması

ve kanaatin sembolü olması yönüyle ön plana

çıkmaktadır. Kaknüs (feliks) ise kendi küllerin-

den yeniden doğan kuştur. Bu da tasavvuftaki

Tasavvufî terbiyenin hedefi, insanı masiva

tutkusundan kurtarıp, imanda kemale erdirmek

ve gerçek anlamda hürriyete kavuşturmaktır.

Bu terbiyede benimsenen prensipler de hep bu

gayenin gerçekleştirilmesine yöneliktir.

Nitekim tasavvufî gelenekte dört şeyi terk

etmeden kemalin ve hakiki hürriyetin gerçek-

leşmeyeceği kabul edilmiştir. Bunlar sırasıyla

şöyledir: “Terk-i dünya”, “terk-i ukbâ”, “terk-i

hestî/benlik” ve “terk-i terk”.5

Bu kavramlardan “terk-i dünya”, dünyaya ait

hiçbir şeye bağlılık ve muhabbetin, kalbi işgal

etmemesi ve hayatın gayesi hâline gelip Allah’ı

unutturmamasını ifade eder. Kalbini dünyevî

bağlardan kurtaramayan bir insanın kullukta

kemale ermesi ve gerçek hürriyeti yakalaması

mümkün değildir. Sufilere göre hürriyetin temel

şartı, dünyaya karşı kalbinde taşıdığı hırs, tama’

ve gözü doymazlıktan azade olmaktır. Hürriye-

tin başı budur. İnsan, kendi gözünde dünyanın

altınıyla taşı bir olacak şekilde dünya sevgisin-

den gönlünü arındırdığı takdirde hürriyete ka-

vuşmuş olur6. Hulûsi Efendi Hazretleri yâr için

dünyayı terk etmek gerektiğini bir beytinde

şöyle ifade eder:

Gönül cândan geçer yârdan geçilmez

Cihânı terk eder yârdan geçilmez7

“Terk-i ukbâ” ise, cennet nimetlerine ka-

vuşma ve cehennem azabından kurtulma gibi,

Allah’ın dışındaki ahirete müteallik duygu ve

beklentilerden de kalbi arındırmayı ifade eder.

Tasavvufî açıdan kalbin bu tür duygulara takılıp

Rabb’ini unutması da hakiki kulluk ve kemal ba-

kımından bir noksanlık olarak telakki edilmiştir.

Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî’den bir beyit:

Devlet-i dünyâ nemize izzet-i ukbâ nemize

Ol da dil-ârâ nemize gönlümüze gönlümüze8

“Terk-i hestî”, yani kendi varlığından geçmek

ise, insanın Cenab-ı Hak karşısında kendinde bir

varlık görmemesi, gurur, kibir, benlik gibi men-

fi vasıflardan arınarak, acziyetini idrak etmesi

anlamındadır. Bu tür duygular da insanın hürri-

yetini kısıtlayan çok önemli gizli ayak bağlarıdır.

Bildim ki benliğimmiş aradaki o perde

Benliğimi yok etdim çıkdım libâs-ı benden9

beyti de yine Hazret’in bu gerçeği dile getiren

sözleridir.

“Terk-i terk” kavramına gelince, o da bütün

bu terk etme duygu ve düşüncelerinden de sıy-

rılarak, Allah düşüncesi ve muhabbetinin kalbi

bütünüyle istila etmesi hâlidir. Bu hâle tasavvufî

literatürde “fenâ fillah” denir.

“Terk-i terk kavramına gelince, o da bütün bu terk etme duygu ve düşüncelerinden de sıyrılarak, Allah düşüncesi ve muhabbetinin kalbi bütünüyle istila etmesi hâlidir. Bu hâle tasavvufî literatürde ‘fena fillah’ denir.”

“Terk-i dünya, dünyaya ait hiçbir şeye bağlılık ve muhabbetin, kalbi işgal etmemesi ve hayatın gayesi hâline gelip Allah’ı unutturmamasını ifade eder. Kalbini dünyevî bağlardan kurtaramayan bir insanın kullukta kemale ermesi ve gerçek hürriyeti yakalaması mümkün değildir.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba24 25

Page 15: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

“Ölmeden önce ölmek.” ve “Her dem yeniden

doğmak.” düsturlarıyla benzerlikler göstermek-

tedir. Çünkü aşk, her daim yeniden doğmaktır.

Hümâ kuşu ise gelenekte “devlet kuşu” olarak

da bilinen kuştur. Çok yücelerden uçar ve göl-

gesi yere düşmezmiş. Buna rağmen gölgesi her

kimin üzerine düşerse talih, ikbal, baht onun

olurmuş…13

Kuşların padişahı Sîmurg’u bulmak üzere

zahmetli bir yolculuğa girişmiş otuz kuş, so-

nunda kendilerinin Sîmurg (sîmurg=otuz kuş)

olduğunu anlar. Bu, tasavvuf edebiyatında ruhla

ilahî zâtın özdeşliği tecrübesini olağanüstü bir

şekilde ifâde eden en ustalıklı cinastır. Kur’ân-ı

Kerîm’de, birçok sûrede adı geçen Süleyman

(a.s.) bir peygamberdir. Kendisine çok bilgi ve

üstünlük verildiği, kuşların, hayvanların, hat-

ta karıncaların dilinden anladığı zikredilir.

Rüzgârların, şeytanların, cinlerin, devlerin onun

emrinde olduğundan bahsedilir. Bu eserlere ve-

rilen Mantıku’t-tayr ismi Kur’ânı Kerîm’de gizli

bir dilde can kuşları ile konuşabilen Süleyman

Peygamber’e atfen verilmiş bir isimdir. Ayette

şöyle bildirilmektedir:

“Süleyman Dâvûd’a vâris oldu ve dedi ki: ‘Ey

insanlar! Bize kuşdili öğretildi ve bize her şeyden

verildi...”14

Aşkla Sevgilide Fânî Olmak

Attâr’ın kitabına da isim olarak koyduğu

hikâyenin eserdeki anlatımı kısaca şu şekildedir:

“Kuşlar Çin semasında uçarken kendisin-

den düşen bir tüyünden yaratıldıkları kralları

Sîmurg’a ulaşmak istemektedirler. Bir araya

toplanıp, ‘Bu zamanda hiçbir ülke padişah-

sız değil!.. Bundan böyle bizim de padişahsız

kalmamamız lâzım. Padişahsız ülkede nizâm,

intizâm olmaz. Kendimize bir padişah seçelim.’

derler.

Bu sırada Hüdhüd gelir ve kendisinin Sü-

leyman Peygamber’in mahremi ve postacısı

olduğunu söyleyip, ‘Sizin zâten bir padişahı-

nız var ama haberiniz yok. O bize bizden yakın

da biz ondan uzağız, daima padişah odur. Adı

Sîmurg’dur, binlerce zulmet ve nûr perdeleri ar-

dındadır. Gelin onu arayıp bulalım.’ der.

Kuşlar çeşitli bahaneler ileri sürerek bu işe

girişmekten kaçınsalar da Hüdhüd onları ikna

eder ve hep beraber Hüdhüd’ü kendilerine reh-

ber edinerek yola düşerler. Yolda hepsi yorgun

ve bitkin bir hâle gelir, birer ikişer itiraz etmeye

başlarlar. Hüdhüd bıkmadan, usanmadan, yo-

rulmadan her itiraza cevap verir ve önlerinde,

istek, aşk, ma’rifet, istiğnâ, tevhîd, hayret ve

fakr u fenâ adları verilen yedi vadi daha bulun-

duğunu, ancak bunları aştıktan sonra Sîmurg’a

ulaşacaklarını söyler. Kuşlar tekrar gayrete ge-

lip yollara düşerler. Fakat kuşların kimiyollarda-

ki hicaplarda kalır, kimi yem isteğiyle bir yere

dalar, kimi aç susuz can verir. Nihayet yüzler-

ce kuştan sadece otuz kuş bu vadileri aşabilir.

Bunlar Sîmurg’u sorarlar. Tam bu sırada bir

haberci gelip, Sîmurg’u istediklerini anlayınca

önlerine birer kâğıt parçasını koyup okumaları-

nı söyler. Okudukları zaman bütün yaptıklarının

bu kâğıtlarda yazılmış olduğunu görüp şaşarlar.

Bu sırada Sîmurg da tecellî eder. Fakat tecellî

edenin kendileri olduğunu ve kendilerinin

Sîmurg’dan, yani mânâ bakımından otuz kuş-

tan ibaret olduklarını görüp büsbütün hayrete

düşerler. Sîmurg’dan ses gelir: ‘Siz buraya otuz

kuş geldiniz, otuz kuş olarak göründünüz. Daha

fazla ya da daha az gelseydiniz o kadar görü-

nürdünüz. Burası bir aynadır!’

Hâsılı, bu makamda hepsi Sîmurg’da fanî

olurlar. Artık ne yol kalır, ne yolcu, ne de kıla-

vuz!”15

Aşk Yolunun Makamlarına Ulaşmak

Afîfî bu hikâyeyi şu şekilde yorumlamakta-

dır: “Kuşlar beşerî nefislerdir, Sîmurg Hak’tır.

Vadiler ise, tasavvufî yolun makamlarıdır. Kuş-

lar, hissî vadiler veya maddî bir yerden geç-

mediler. Bilakis yolculukları, mânevî vadilerde

gerçekleşen ‘bâtınî bir sefer’den ibaretti. Ora-

da nefsin garîb ve acâib hâllerini karanlık ve

nûrunu, bu dünyaya ve Allah sevgisine taalluk

eden durumlarını müşâhede ettiler. Son vadiye

ulaştıklarında ise, saflaşıp temizlendikleri için,

perdeler kalktı.

Artık, karşılarında üzerinde cemâl-i ilâhînin

yansıdığı bir ayna vardı. Aynaya baktıklarında

aslında kendi zâtlarından başka bir şey olmayan

matlupları Sîmurg’u görmüşlerdi.”

Attâr’ın kuşların geçtiği vadileri tavsîfine

bakılırsa, her birisinin rûhî işlevleri, tertip ve

âdetleri açısından farklılık arz etse de tasavvufî

makamlarla büyük benzerliği olduğu görülür.

Hz. Mevlâna da şunları söyler: “Aklını başına

al da, işini ona göre yap. Doğruluktan ayrılma.

Çünkü Süleyman yaşamaktadır. Yok, eğer sen

şeytan isen, onun kılıcı keskincedir.’

Burada Hz. Mevlâna, ‘Süleyman yaşamakta-

dır.” ifadesiyle mânâ Süleyman‘ını yani, insan-ı

kâmili kastetmektedir. ‘Ey cebrî inancında olan

kişi, aklını başına al da, insan isen iman yolu-

nu seç. Sünnet yolunda yürü. Eğer şeytan isen

mânâ Süleyman’ının kılıcından kurtulamazsın’

demek istemektedir. Çünkü mânâ Süleyman’ı,

yani insan-ı kâmil her devirde diridir.16 Hulûsi

Efendi Hazretleri de bunu şöyle ifade buyurur:

Sendedir hükm-i Süleymân hâtemin

Sendedir âb-ı hayât ayn-ı demin17

Sonuç olarak ifâde etmek gerekirse, sûfî,

ilâhî sevginin zevkini ve bu tecelli neticesin-

de ontolojik hakîkatlerin mânâlarını da idrak

eder.18

“Kuşlar beşerî nefislerdir, Sîmurg Hak’tır. Vadiler ise, tasavvufî yolun makamlarıdır. Kuşlar, hissî vadiler veya maddî bir yerden geçmediler. Bilakis yolculukları, mânevî vadilerde gerçekleşen ‘bâtınî bir sefer’den ibaretti.”

Dipnot

1. Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, (Haz. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz), Nasihat Yayınları, Ankara, 2006, s. 12. 2. Ali Bektaş, Dört Kapı, Nefes Yayınları, İstanbul, 2017, ss.

15-25.3. Ateş, Divan, s. 244.4. Ateş, Divan, s. 88.5. Osman Türer, “Hürriyet Kavramının Tasavvufi Boyutu”,

Ekev Akademi Dergisi, c. 1, sy. 2 (Mayıs 1998), s.88.6. Süleyman Ateş, İslam Tasavvufu, Yeni Ufuklar Neşriyat, İst.,

1992, s. 285.7. Ateş, Divan, s. 105.8. Ateş, Divan, s. 264.9. Ateş, Divan, s. 226.10. Ateş, Divan, s. 152.11. Türer, a.g.m., s. 90.12. Onay, A. Talat, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, Milli Eği-

tim Basımevi, İstanbul, 1996, s. 299.13. Ali Yıldırım, “Mevlânâ’nın Eserlerinde Kuş Sembolizmi”,

Akra Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi. Tuzla Belediyesi Kültür Yayınları, Sayı 6, Mayıs 2015. ss235-247.

14. 27/Neml, 16.15. Sâfi Arpaguş, “Tasavvufta Mantıku’t-tayr, Mevlânâ’da Hz.

Süleyman ve Kuşdili Tasavvuru”, M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 29 (2005/2), ss.121-135, s. 127-128)

16. Şefik Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, Ötüken Yayınları, İstanbul 1997, V-VI, s. 257.

17. Ateş, Divan, s. 157.18. Arpaguş, a.g.m., s. 135.

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba26 27

Page 16: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

15. yüzyılın sonları ile 16. asrın başlarında saltanatın sahibi olan (1481-1512) Sultan II. Bâyezîd, kaynaklarda “veli” ve “sofu”

gibi vasıflarla anılan bir padişahtır. Dolayısıyla ona “Bâyezîd-i Velî” denilmekteydi. II. Bâyezîd ibadet yoğunluklu bir hayat sürer, cemâatle na-maza özen gösterir ve bol bol sadaka dağıtırdı. II. Bâyezîd kendi adı ile anılan camiinin inşası ta-mamlanınca; “Her kim ömrü boyunca ikindi ve akşam namazlarının sünnetlerini terk etmemiş ise ilk cuma namazında o imam olsun.” diye fer-man buyurmuş, ancak bu evsâfı hâiz kendisin-den başka kimse çıkmadığı, hazerde ve seferde genelde sünnetleri terk etmediği için namazı kendisi kıldırmıştır.1

II. Bâyezîd’in Hakk’a münâcâtı o kadar içten ve o kadar samîmîdir ki Hakk’a yakarırken ken-dinden geçer, bütün varını Hakk’a verir. Hakk’a olan ülfeti o kadar ileridir ki kamunun varlığı onu ilgilendirmez. İşte bu durumun örneği onun Hakk’a yönelik şu meşhur münâcâtında saklıdır:

Hudâyâ Hudâlık sana yaraşır

Nitekim gedâlık bana yaraşır

Çü sensin penâhı cihân halkının

Kamudan sana ilticâ yaraşır

Şeh oldur ki kulluğun etti senin

Kulun olmayan şeh gedâ yaraşır

Şu dil kim marîz-i gamındır senin

Ana zikrin ile şifâ yaraşır

Şu kim dürr-i gufrânın olmak diler

Gamın bahrine âşinâ yaraşır

Eğerçi ki isyânımız çokdurur

Sözümüz yine Rabbenâ yaraşır

Ne ümmid ü ne bîmdir işimiz

Hemân bize havf ü recâ yaraşır

Eğer adı ile sorasın Adlî’yi

Ukûbetdür ona sezâ yaraşır

Sen eyle anı kim sana yaraşır

Ben ettim anı kim bana yaraşır

Şu günde ki bir çâresi kalmaya

Ana çâre-res Mustafâ yaraşır.2

II. Bâyezîd zamanında pek çok âlim, sanatkâr

ve şair yetişmiş, İstanbul bir ilim ve sanat mer-

kezi hâline gelmiştir. Molla Lutfî, Müeyyedzâde

Abdurrahman, İbn Kemâl, Zenbilli Ali Efendi,

Necâtî, Zâtî, Visâlî, Firdevsî gibi birçok âlim

ve şair padişahın büyük desteğine mazhar ol-

muştur. 909-917 (1503-1511) yılları arasında

muhtelif kimselere verilen ihsan ve hediyeleri

ihtivâ eden bir İn‘âmât Defteri’nde birçok şai-

rin, sanatkârın, ulemânın ve meşâyıhın ismine

rastlanması, onun ilim ve kültüre verdiği değeri

açıkça ortaya koymaktadır.

II. Bâyezîd devri, büyük ilim, kültür ve ha-

yır müesseselerinin inşâ edildiği, ilmî inkişâfın

yüksek bir tekâmül kaydettiği, fıkıh tatbîkâtının

tedvîn ve terakkî ettiği, inşâ ve imâr işlerinin

çok hızlandığı, güzel sanatlarda büyük bir ge-

lişmenin kaydedildiği, bir toplanma ve iler-

leme devridir. Onun zamanında tıpta bir He-

kimşah, matematikte bir Mirim Çelebi, inşâ

sanatında Tâcizâde Câfer (ö. 921/1515), tarih-

te bir İdrîs-i Bitlisî (ö. 926/1520) ve Neşrî (ö.

926/1520 [?]), hat sanatında bir Şeyh Hamdul-

lah (ö. 926/1520), denizcilikte bir Pîrî Reis (ö.

960/1553) yetişmiştir.3

Üstün Başarıları Karşısında Nükseden II. Bâyezîd Döneminin

Safeviyye Tehlikesi“II. Bâyezîd devri, büyük ilim, kültür ve hayır müesseselerinin inşâ edildiği,

ilmî inkişâfın yüksek bir tekâmül kaydettiği, fıkıh tatbîkâtının tedvîn ve terakkî ettiği, inşâ ve imâr işlerinin çok hızlandığı, güzel sanatlarda büyük

bir gelişmenin kaydedildiği, bir toplanma ve ilerleme devridir.”

SÛFİ PERSPEKTİF Kadir ÖZKÖSE*

“Bâyezîd-i Velî denilen II. Bâyezîd, ibadet yoğunluklu bir hayat sürer, cemâatle namaza özen gösterir ve bol bol sadaka dağıtırdı.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba28 29

Page 17: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

II. Bâyezîd döneminde ülkenin birçok yerinde okullar, hastaneler, camiler ve medreseler ku-rulmuştur. Bunlara örnek olarak Bâyezîd Camii, Bâyezîd Medresesi, II. Bâyezîd Suyolu, Hâtûniye Camii (Tokat), Hâtûniye Camii (Amasya), Atik Ali Paşa Camii, Amasya ve Edirne Külliyeleri, Edir-ne, Osmancık ve Geyve İkinci Bâyezîd Köprüleri, Koza Hanı, Pirinç Han vs. sayılabilir. Kısaca söy-lemek gerekirse II. Bâyezîd için bir bayındırlık hükümdarı, bunun yanında bir kentleşme hü-kümdarıdır demek yanlış olmaz.4

15. asrın sonlarına doğru Erdebil tekkesin-de fikrî dönüşüm gerçekleşmiştir. Erdebil tek-kesini âsitâne edinen Safeviyye tarîkatı 16. asrın başlarında artık mezhep değişikliğine gitmiş, Sünnîlikten Şîîliğe meyletmiş, tarîkat cereyânıyken siyâsî bir teşekkül hüviyetine bü-rünmüş, Osmanlı devletine karşı tehdit unsuru hâline dönüşmüş ve Osmanlı topraklarına nüfuz etmeye başlamıştır.5

Erdebil ve çevresinde Sünnî bir tarîkat ola-rak kurulan ve 16. yüzyılın başından itiba-ren Osmanlı’ya ve Sünnî tasavvufa karşı bü-yük bir mücadeleye girişen Safeviyye, aslında Zâhidiyye’nin bir koludur. Safeviyye’nin kurucu-su olan Şeyh Safiyyüddîn (ö. 732/1334), İbra-him Zahid Geylânî (ö. 700/1301)’nin mürîdidir. İran’ı işgal eden Moğollardan birçok kimsenin hidâyetine vesîle olan Şeyh Safiyyüddin’e her sene Osmanlı’dan çerâğ akçesi adı altında yar-dım gönderilirdi. Bu Sünnî tarîkatın gelişmesi, devrin Şîî ileri gelenlerini telaşlandırmış ve kar-

şı tedbirler almaya yöneltmiştir. Böylece Şîîler kısa zamanda bu tarîkata sızmaya muvaffak ol-muşlardır. Nitekim o ana kadar Sünnî olan bu tarîkat şeyhleri, özellikle Safiyyüddîn’in torunu Hoca Ali (1393-1429) döneminden itibaren Şîîlik’e meyletmeye başlamışlardır.6

Özellikle Timur’un 1402’de Ankara Savaşı sonucunda Anadolu’dan getirdiği binlerce esi-ri, Hoca Ali’nin aracılığıyla serbest bırakması, bu grubun tarîkata bağlanmasını sağlamıştır. Anadolu’ya geri dönenler ise onun fikirlerini ya-yan propagandist vazifesi görmüşlerdir. Şîîliği tam olarak benimseyen Erdebil şeyhi ise Hoca Ali’nin torunu Şeyh Cüneyd (ö. 864/1460) ol-muştur. O, mevcut Sünnîliğe karşı militan Şîî ideolojisini benimsemiş ve bunu potansiyel siyasal bir güç hâline dönüştürmüştür. Şeyh Cüneyd’in oğlu Şeyh Haydar (ö. 1488), münte-siplerine on iki imamı temsil eden on iki dilimli kırmızı börk giydirdiği için, kendilerine “Kızılbaş” denmeye başlanmıştır. Onun zamanında tarîkat tamamen şîîleşmiş ve siyâsîleşmiştir. Aynı za-manda silah ustası da olan Şeyh Haydar, mürit-leriyle beraber binlerce kılıç, mızrak, ok ve yay yapmış, hem ders verdiği hem de savaş tâlimi yaptırdığı tarîkat merkezini bir kışla hâline ge-tirmiştir. Bunlar olup biterken Erdebil’e ziyaret-çi akını da devam etmiş; bilhassa Anadolu’dan, Karacadağ’dan ve Taliş’ten binlerce kişi namaz ve orucu bırakmış Şeyh Haydar’ı kıble ve mes-cidleri edinmişlerdir.7

Şîîlik’i İran’da en sert bir şekilde hayata ge-çirmeye çalışan Erdebil şeyhi ise Şah İsmail (ö. 930/1524) olmuştur. Çoğunluğu Sünnî olan İran’da on iki imam şîîliğini dayatmış ve bunu kabul etmek istemeyen Sünnî ulemâ ve halka gaddarca davranmış, çoğu ya Şîîliği ya da ölümü seçmek zorunda bırakılmıştır. Şah İsmail, mez-hep değiştirmeyen annesini bile öldürmüştür. Ayrıca ülkede bu ideolojik devrimi gerçekleştire-cek yeterince Şîî ulemâ olmadığı için Irak’tan Şîî âlimler getirilmiştir. Safevî şeyhlerinin özellikle de Şah İsmail’in, Anadolu’da yürüttüğü tarîkat faaliyetlerinin ardında dinî bir heyecandan zi-

yade, siyâsî amaçların bulunduğunu çok iyi bi-len Sultan II. Bâyezîd, Şah İsmail’e gönderdiği mektupta onu uyarırken, “Tarîkat faaliyetlerini bu fânî dünyada hâkimiyet kurmak için bir araç olarak kullanmasını ve böylece Müslümanlar arasına ihtilaflar sokmasını” eleştirmiştir.8

Osmanlı Devleti’nin en güçlü olduğu ve ken-disini dünyaya kabul ettirdiği bir dönemde tahta çıkan II. Bâyezîd, on üç sene gibi uzun bir zaman kardeşi Şehzade Cem’in, saltanatını elinden ala-cağı endişesi ile yaşamıştır. Bu endişe de, dev-lette bir durgunluk ve zaafa sebep olmuştur. İşte bu durgunluk sebebiyle bâtınî tarîkat esasları üzerine kurulan Safevî devletinin kurucusu Şah İsmail’i oldukça ümitlendirmiş ve Anadolu’da, Şîîliği ileri bir karakol gibi kullanıp sinsi pro-pagandalarıyla yayılmaya ve Osmanlı devleti-nin bekâsı için tehlike arzetmeye başlamıştır. Öyle ki, bu gizliden gizliye sürdürülen faaliyet-ler, Osmanlı tebaasında mevcut Şîîleri, alttan alta devlet aleyhine ayaklanmaya hazırlamıştır. Bunun için Anadolu’ya halife adı altında birta-kım dâîler gönderilmiştir. Şah İsmail’in “Hatâî” mahlası ile yazdığı Şîîrler, bu dâîleri vâsıtasıyla

yerli halk arasında propaganda edilmiştir. Bu faaliyet o derece ileri gitmişti ki, Işk adındaki bir Şîî, II. Bâyezîd’e suikast yapmak üzereyken öldürülmüştür. Sultan II. Bâyezîd tehlikenin bü-yüklüğünü sezerek Teke kızıl başlarından bir kısmını Rumeli’ye sürmüştür.

Selçuklular devrinin Babaî isyanı, Çelebi Mehmed devrinin Şeyh Bedreddîn isyanı ve Safevîlerin bu şekilde sürüp giden sinsi faa-liyetleri, hep içtimâî aksaklık ve otorite zaafı neticesinde hurûç imkânı arayan Şîî ve bâtınî menşeli bir kıyâm hareketi olarak gözükmekte-dir. Bilâhere doğacak ve iki yüz sene müddet-le memleketin huzur ve âsâyişini bozacak olan Zunnûn, Kalender ve Velî Halîfe gibi Celâlî is-yanları Şia menşeli topluluklar içinde inkişâf ze-mini bulmuş, görünüşte akîdevî, hakikatte ise, İran’ın perde gerisinde bulunduğu siyâsî hare-ketler olarak zuhûr etmiştir.9 Bu menfî propa-gandaların Anadolu toprağında yayılma istîdâdı göstermesinde, siyasî hareketsizliğin yanında, doğudaki Sünnî tarîkatların ihmal edilip destek-lenmemesi ve bunların da Şîîler gibi İran’a aynı silahla mukâbele etmemesi de rol oynamıştır.

“Selçuklular devrinin Babaî isyanı, Çelebi Mehmed devrinin Şeyh Bedreddîn isyanı ve Safevîlerin bu şekilde sürüp giden sinsi faaliyetleri, hep içtimâî aksaklık ve otorite zaafı neticesinde hurûç imkânı arayan Şîî ve bâtınî menşeli bir kıyâm hareketi olarak gözükmektedir.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba30 31

Page 18: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

İhtiyarlığı ve ibadete olan temâyülü se-bebiyle, devlet işlerini vezirlerine bırakarak münzevî bir hayat yaşama arzusunda bulunan II. Bâyezîd’in bu davranışı, şehzadeler arasında saltanat rekâbetini doğurmuştur. Bu rekâbetten de âzamî istifâdeyi düşünen Şah İsmail, emelle-rine âlet olarak kullanmak için, Hamid ve Teke ilinde çok faal olan Erdebil Tekkesi’ni bulmuştur. Şah Kulu adında birisinin kumandasında, ânîden ortaya çıkan bu kuvvetler, bazı bölgelerde kısmî başarılar da kazanmışlardır. Ancak Hadım Ali Paşa komutasında gönderilen kuvvetler saye-sinde 917/1511 yılında yenilmişlerdir.10 Gittik-çe gelişen bu tehlikeler karşısında, “Rahman’ı düşünmekten alıkoyan şeylerden kurtulmak” fikri ile Dimetoka sarayını tamir ettirip oraya çekilmeyi, münzevî bir hayat geçirmeyi iste-yen II. Bâyezîd, “Tâ ki, bir köşede oturup ibadet edeyim. Tek dervişlik yoluna kanaat edeyim.” demiştir. II. Bâyezîd bu duygular içerisinde Dimetoka’ya giderken 28 Mayıs 1512 tarihinde yolda vefât etmiştir.11

Ortaya çıkan Şia propagandalarına ve bunla-rın yerli halkın zihninde teşevvüş meydana geti-ren fikirlerine karşı II. Bâyezîd’in büsbütün ses-siz ve hareketsiz kaldığı da söylenemez. Ancak yaptığı mücâdele, muhtemel tehlikeyi bertaraf edici olmamış, ancak alınması lüzumlu bazı ted-birlere nisbî bir istikâmet vermiştir.

Şah İsmail ve Safevîlerin bölücü faaliyetleri-ne son vermek üzere II. Bâyezîd, Şîîlerin İran’a gitmelerini yasaklamış, bunlardan yakalayabil-diklerini Rumeli’ye sürmüştür.12 Bu tedbirleri yerinde ve yeterli bulmayan Şehzade Selim; “Pederimle görüşüp ahvâli, devlete şifâhen arzetmek muktezâ-yı maslahattır” diyerek, İstanbul’a kadar gitmiş ve 917/1511 yılında işi babasına kılıç çekmeye kadar götürmüştür.13

Fatih’in hedeflediği düşünceler göz önünde bulundurularak II. Bâyezîd tarafından yapılan yeni bir davete Câmî, icabet etmeyi arzu etmiş ve seyâhat hazırlığını ikmâl ederek, istanbul’a müteveccühen yola çıkmış ve Hemedan’a kadar gelmiş ise de, Anadolu’da tâun salgını olduğunu işiterek, Padişah’tan özür dilemiş ve yarı yoldan geri dönmüştür.14

II. Bâyezîd’in yakın ilgi gösterdiği bir diğer Nakşî şeyhi, Emir Sultan (ö.833/1439)’ın amca-zâdesi Seyyid Ahmed b. Muhammed el-Buhârî (ö.922/1490-91)’dir. II. Bâyezîd’in bu sıcak ve samîmî alâkasından istifade ile Emir Buhârî, Fâtih civarında kendi adı ile anılan ve feyzi gü-nümüze kadar gelen “Emir Buhârî Dergâhı”nı yaptırdı.15 Sâlik ve tâliblerin gittikçe artması üzerine ihtiyaca cevap veremez duruma gelen tekkeye, daha sonra II. Bâyezîd, bir mescid ve ilave hücreler inşâ ettirmiştir.16

* Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE

1. Evliya Çelebi, (1984), Seyâhatnâme, c. I, s.143; Uzunçarşı-lı, “Bâyezîd II”, c. II, s.396.

2. İz, (1997), Tasavvuf, s. 93.3. Tabakoğlu, (2016), Nureddinzade, s. 22.4. Tabakoğlu, (2016), Nureddinzade, s. 22.5. Babinger, (2001), “Anadolu’da İslâmiyet (İslâm Tedkikatı-

nın Yeni Yolları)”, s.19-23.6. Tabakoğlu, (2016), Nureddinzade, s. 32-33.7. Tabakoğlu, (2016), Nureddinzade, s. 33.8. Tabakoğlu, (2016), Nureddinzade, s. 34.9. Ergun, (1930), Bektâşî Şâirleri, .135-169; Yazıcı, “Şah

İsmail”, c. XI, s.275-279.10. Uzunçarşılı, “Bâyezîd II”, c. II, s.395.11. Uzunçarşılı, “Bâyezîd II”, c. II, s. 395-396.12. Uzunçarşılı, “Bâyezîd II”, c. II, s. 394.13. Altundağ, “Selim I”, c. X, s.424.14. Taşköprizade, (ts.), eş-Şekâik, s.159; Gündüz, (1983),

Osmanlılarda Devlet - Tekke Münasebetleri, s.46.15. Akbatu, (1981), “İstanbul Tekkeleri Silsile-i Meşâyihi”, V/II,

1981, s.103.16. Câmî, (1998), Nefahâtü’l-Üns, s. 581.

Günahlarla dolu dile pişmânımHasbî bir nedâmet ile pişmânım

Emmâre’nin hemen üstü LevvâmeBoşa geçmiş güne, yıla pişmânım

Günah işlemekten, kalbi kararmışÖzür dilemeyen kula pişmânım

Pişmanlık tövbedir, ilâhî müjdeYanlış tutunduğum dala pişmânım

Nasûh tevbesiyle etmeli tevbePişmanlıklarıma bile pişmânım…

Bekir OĞUZBAŞARAN

Pişmanlık Gazeli

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba32 33

Page 19: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

İslâmî değerlerimiz ve önem verdiğimiz hu-

suslar yaşadığımız dönemde ve coğrafyada

büyük bir erozyona uğramış durumdadır.

İnsanlarımız özellikle de gençlerimiz değerle-

rinden âdetâ kopmuş durumda, sanki boşlukta

savruluyor gibi. Tam anlamıyla bir başkalaşma

durumu yaşıyoruz. Fecâat o derece ilerde ki,

dinimizin ahlâkî ve insânî taleplerini bir kâğıda

alt alta yazıp sıralasak, ardından da bunların

hayatımızda ne kadar yer bulabildiğine baka-

cak olsak, karşılaşacağımız sonucun hiç birimizi

memnun etmeyeceğini ve dehşete düşeceğimi-

zi rahatlıkla söyleyebiliriz. Bundan daha acıklısı

ise, içine düştüğümüz kötü gidişin bizi de törpüle-

miş olması, kendisine benzetmeye başlamasıdır.

Mücâdele gücümüzün her geçen gün zayıflaması

sebebiyle biz de ötekileşiyoruz, başkalarını ken-

dimize benzeteceğimize. Kızdığımız işleri yap-

mayı kanıksıyoruz ve bu dönüşüm ve değerler-

den kopuş o kadar hızlı oluyor ki, birkaç yıl önce

son derece kızdığımız ve nefret ettiğimiz şeyleri

biz de bugün rahatlıkla yapar hâle gelebiliyoruz.

Çünkü üzerimize sağanak gibi gelen “haramlar,

mekruhlar, yabancı kültürler, nefsânî ve şeytânî

câzibeler” bizleri yavaş yavaş dönüştürüyor ve

zamanla İslâm’dan uzak olanlara benzetiyor.

Âdetâ bizi bize, kendi öz değerlerimize yabancı-

laştırıyor. Yaslanabileceği ve mânevî güç alacağı

dayanakları olmayanların durumu ise daha kö-

tüdür. Hele de İslâm’ı kendi başlarına yaşamak

durumunda kalanları, çevresi çok kısa sürede

kendisine benzetmekte ve bir yıl önceye göre

çok farklı bir insan olarak karşımıza çıkabilmek-

tedir. Zira haram-helal kavramları hayattan silin-

mekte, değerler erimekte, mücâdele gücü çabuk

tükenmektedir. Çünkü insanların İslâm’ın hoş

görmediği hususlara karşı tek başına mücâdele

etmesi bu zamanda çok zordur.

Kur’an ve Sünnetin Talepleri

Yüce dinimizin değerlerini saymağa başladı-

ğımızda neleri kaybettiğimizi ve hâlâ kaybetme-

ye devam ettiğimizi çok daha iyi anlarız. İslâm

bizlerden Rabb’imize olan kulluk görevlerimiz

yanında insanlarla iyi geçinmemizi, ağzımızdan

güzel kelimeler dökülmesini, kimseye haset et-

mememizi, gıybetten kaçınmamızı, doğru söz

söylememizi, yardımsever olmamızı, komşu-

muzu gözetmemizi, imkânlarımız ölçüsünce

ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmamızı, hırsızlık

yapmamamızı, hayvanlara ve doğaya iyi dav-

ranmamızı, kamu malına zarar vermememizi

emreder. Uzayıp giden bu listenin karşısında

toplumun genel durumunun ne olduğuna ve

hangi noktaya geldiğine bakacak olursak, su-

ratımızın ekşiyeceğini söylemek durumunda-

yız. Kendi durumumuzu kontrol ettiğimizde de

ortaya çıkan sonuç pek farklı olmayacaktır. İs-

terseniz İslâm’ın bizlerden istediklerini yazın ve

karşısına da kendi durumunuzu not edin. Çoğu-

muz bunu yapmaya bile cesâret edemeyecektir.

Çünkü daha listenin başında olumsuz not alma-

ya başlayacağımız kesindir.

Bencillikten Uzaklaşıp Başkasını Düşünmek

Bir misal olması için, diğer insanları ne kadar

düşündüğümüze bir bakalım. Etrafımızdaki in-

sanların ne durumda olduğunu, maddî durum-

larının en temel gereksinimlerini karşılamala-

rına yetip yetmediğini, çocuklarının ceplerine

harçlık koyup koyamadıklarını, dertleşecek bir

ahbapları olup olmadığını düşünmek çoğu kez

“Rabb’imizden dileğimiz bencillikten, nefsimizin kölesi olmaktan kurtulmamızdır. Bize bu yönde güç vermesidir. Zira sadece kendisini

düşünerek sürdürülen ve yalnızca dudaklarda kalan ‘Mü’minler kardeştir.’ âyetinin mânevî lezzetini tadamadan hayatı sonlandırmak çok acıdır.”

Başkalarına Gönülde Yer Açmak

KÜLTÜR Enbiya YILDIRIM*

“Etrafımızdaki insanların ne durumda olduğunu, maddî durumlarının en temel gereksinimlerini karşılamalarına yetip yetmediğini, çocuklarının ceplerine harçlık koyup koyamadıklarını, dertleşecek bir ahbapları olup olmadığını düşünmek çoğu kez aklımıza bile gelmemektedir.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba34 35

Page 20: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

yapmayınca güzellikler çocuklarımıza da intikal

etmiyor. Hayatımız bireyselleşiyor ve diğer in-

sanlardan kopuyoruz. Etrafımızdakileri umursa-

maz oluyoruz. Bu yüzden de cenazeler ile düğün-

lerde katılımcı sayısı her geçen gün azalıyor.

Rabb’imizin ve Kutlu Elçisinin Buyrukları

Kendimize gelmemiz için sözü Rabb’imize ve

onun kutlu elçisine bırakmanın vaktidir:

“De ki: ‘Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden

kullarım! Allah’ın rahmetinden umudunuzu kes-

meyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağış-

lar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir.”2

“Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz,

zerre kadar iyilik olsa onu kat kat artırır ve yapa-

na büyük ecir verir.”3

“Rahmetim her şeyi kuşatmıştır. Onu (özellik-

le) muttakîlere, zekât verenlere ve âyetlerimize

inananlara mahsus kılacağım.”4

“İnsanlara merhamet etmeyene Allah da mer-

hamet etmez.“5

“Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, gök-

tekiler de size merhamet etsin.”6

“Rabb’iniz gerçekten çok merhametlidir. Kim

içinden bir iyilik yapmayı geçirir de onu yapmaz-

sa, ona bir iyilik sevabı yazılır. Eğer onu yaparsa,

on katından yedi yüz katına, hatta kat kat fazla-

sına kadar iyilik sevabı yazılır. Kim de içinden bir

kötülük yapmayı geçirir de onu yapmazsa, ona

bir iyilik sevabı yazılır. Eğer onu yaparsa, bir kötü-

lük günahı yazılır veya Allah onu siler.”7

Atmamız Gereken Adım

Rabb’imizden dileğimiz bencillikten, nefsi-

mizin kölesi olmaktan kurtulmamızdır. Bize bu

yönde güç vermesidir. Zira sadece kendisini

düşünerek sürdürülen ve yalnızca dudaklarda

kalan “Mü’minler kardeştir.”8 âyetinin mânevî

lezzetini tadamadan hayatı sonlandırmak çok

acıdır. Böyle yaşantının bir anlamı da, Allah’ın

âyetini tatbîk etmemek olduğundan, mânevî

sorumluluğu da ağırdır. Korkumuz o ki, bildiği-

miz günahlarımız yanında, düşünmediğimiz ve

vurdumduymaz davrandığımız için bildikleri-

mizden kat kat fazla günahın âhirette karşımıza

çıkmasıdır. Öteki tarafta insanların haklarından

ferâgat edip helal etmeleri söz konusu olmaya-

cağından, bizleri nasıl bir âkıbetin beklediğini

düşünerek ürpermemiz gerekir.

Kim bilir, belki de kurtuluşumuz elimizi uzat-

tığımız bir ihtiyaç sahibinin gönülden ettiği

duâda saklıdır. Bu yüzden hayrın küçüğünü bü-

yüğünü düşünmeden insanlara yardımcı olma-

ya çalışalım, ihtiyaçlarını gidermek için koştura-

lım. Hayır duâ almaya gayret edelim. Faydasını

hem bu dünyada hem de ukbâda göreceğimiz-

den emin olalım. Çünkü ne Rabb’imiz ne de son

elçisi aslâ yalan konuşmazlar.

Sözümüzü Allah Rasûlü’nün duâsıyla sonlan-

dıralım:

“Ey Allah’ım! Ben kendime çok zulmettim, gü-

nahları ancak sen bağışlarsın. Mağfiretinle beni

bağışla ve bana merhamet et. Şüphesiz sen çok

bağışlayan ve çok merhamet edensin.”9

aklımıza bile gelmemektedir. Zamanımızın bir

hastalığı olarak, sadece kendimize ve ailemize

odaklandığımız için diğer insanların ihtiyaçları-

nı görsek bile görmezden gelir olduk. Zihnimi-

zi isterseniz bir yoklayalım: “İhtiyaç sahiplerini

en son ne zaman aklımızdan geçirdik, onları en

son ne vakit düşünüp üzüldük?” Eğer bir de ih-

tiyaç sahiplerinin bulunmadığı bir binâda veya

sitede yaşıyorsak, artık aklımıza fakir fukâranın

gelmesi çok daha zorlaşacaktır. Herkesi site-

mizdeki insanlar gibi ihtiyacı olmayanlar ola-

rak düşünmeye başlayacağız. Oysa Rabbimizin

istediği dindarlık bu değil: “Onlar içleri çektiği

hâlde, yiyeceği yoksula, öksüze ve esire yedirir-

ler.”1 İnsanların rahatını temin eden apartman

ve site yaşamları dinî değerleri öldürmekte,

insânî bağları koparmaktadır. Bundan şikâyetçi

olabiliriz, ancak sonuçta sorumluluk bizdedir.

Bahane üretmek çözüm değildir. Kalbimiz her

gün kararmakta ve olan bize olmaktadır.

Soğuk kış günlerini geçirdiğimiz günlerde,

çoluk çocuğuyla başını soktuğu barakamsı evini

ayazdan korumak için hava alan yerleri naylon-

la örten, diğer taraftan belediyenin getirdiği kö-

mürle kışı çıkarmaya çalışan, aynı zamanda da

yatalak hastasına bakmak durumunda olan nice

insan vardır, bilmediğimiz veya umursamadığı-

mız. Keza daha ağır şartlarda hayat sürenler.

Aynı durum sıcak iklimlerde yaşayanlar için de

söz konusudur. Hayatın en zarûrî ihtiyacı olan

klimayı eve almak bir lüks değildir. Ancak bunu

herkes temin edebiliyor mu, yoksa evlerinde

kavruluyorlar mı? Sokakta yürürken etrafımız-

dan geçip giden insanların ayakkabılarına ve

üstlerine geçirdikleri elbiselere bir göz atma-

mız çok güzel olur. Hem hâlimize şükretmemi-

ze sebep olur, hem de çevremizde ihtiyaç sahi-

bi insanların bulunduğunu hatırlarız. Kim bilir,

belki yüreğimiz yumuşar. İsterseniz, ekmeğinin

peşinde koştuğunu gördüğünüz insanların cep-

lerine küçük de olsa bir harçlık koymaya kendi-

mizi alıştıralım. Hem biz hem de karşımızdaki

mutlu olacaktır. Buna inanın. Yaptığımız hayır

sebebiyle kendimizi hafiflemiş hissedeceğiz.

Katılaşan Kalp

Kalplerimiz öyle bir nankörleşti ki, belki çoğu-

muz çok zor şartlardan gelerek belli nimetlere

eriştik. Ancak her zaman bu nimetlerin içindey-

mişiz gibi geride kalan günlerimizi çok çabuk

unuttuk; sanki her zaman nimetlerin içinde yüze-

ceğimizi sanıyoruz. Elimizde olanlar hiç umma-

dığımız bir şekilde elimizden hiç uçmayacak ve

başkalarına muhtaç hâle gelmeyecekmişiz gibi

bir tavır içindeyiz. Şükrü unuttuğumuz için sahip

olduklarımız ebediyen bizde kalacakmış vehmi-

ne kapılıp gururlanıyoruz. Ölüm mü? Kendimize

en uzak tuttuğumuz şeydir ölüm. Bu sebeple de

başkaları umurumuzda olmuyor. Varsa yoksa

biz, geri kalanların hiçbir önemi yok.

Hal böyle olunca, bizlere görevlerimizi hatır-

latacak fırsatları değerlendirmiyoruz. Bir cena-

zeye katılmak, hastaları ziyaret ederek hâlimize

şükretmek, huzurevleri ile yetiştirme yurtlarında

kalanların gönüllerini alarak şefkat elimizi uzat-

mak ve ibret almak bizlere çok uzak şeyler. Biz

Dipnot

* Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM

1. 76/İnsân, 8.2. 39/Zümer, 53.3. 4/Nisâ, 40.4. 7/A’râf, 156.5. Tirmizî, 1845.6. Ebû Dâvûd, 4290.7. Dârîmî, 2786.8. 49/Hucurât, 10.9. Tirmizî, 3454.

“Zamanımızın bir hastalığı olarak, sadece kendimize ve ailemize odaklandığımız için diğer insanların ihtiyaçlarını görsek bile görmezden gelir olduk.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba36 37

Page 21: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

1447’de Çorlu yakınlarındaki Dimetoka’da doğdu. Annesi, Sitti Mükrime Hatun’dur. Babası Fatih Sultan Mehmed, bütün ço-

cukları gibi onun doğumuna da çok sevindi. İstanbul’daki bütün camileri ve minareleri do-ğumu şerefine ışıklandırdı. Şenlikler yaptırdı, ziyafetler verdirdi. Saray ve İstanbul günlerce bayram etti. İlk eğitimini annesi verdi. Saray görevlileri ve lalaları, bakımı, yetişmesi ve dav-ranışlarının gelişmesi ve güzelleşmesi için çok emek verdiler, titizlik gösterdiler. Babası Fatih, annesi, görevliler ve hocaları, onun sağlam bir kişiliğe, karaktere, ahlâk ve manevî yapıya sahip olması için hiçbir şeyi esirgemediler.

Bilgin ve Sofu Şehzade

Edirne Sarayı, Topkapı Sarayı ve Enderun Mektebinde mükemmel bir eğitim ve terbiye-den geçti. Devrin din adamları ve bilginlerinden özel dersler aldı. Hatip Kasım, Abdullah Efendi, Molla Selahaddin, Mirim Çelebi, Molla Abdül-kadir, Şeyh Yavsi ve Mehmed Muhyiddin İskilibî hocalarının önde gelenlerindendi. Dinî ilimler-den kıraat, fıkıh, tefsir, hadis ve kelam ilimle-rini tahsil etti. Edebiyat, felsefe ve astronomi dersleri de aldı. Şeyh Hamdullah Efendi’den hat dersleri gördü. Arapça, Farsça, Çağatayca, Uygurca ve Latinceyi öğrendi. Şiire olan merakı ise apayrıydı. “Adlî” lakabıyla birçok şiir yazdı. Askerî eğitimini, bilgi ve becerisini de geliştirdi. Ata binmede, ok atmada ustalaştı. Osmanlı’nın bilgin padişahlarından birisi olarak kabul edi-lecek kadar bilgisini ve ilmini çok artırdı. Kitap okumayı, ilim öğrenmeyi ve araştırma yapmayı çok seviyordu. En çok okuduğu kitaplar Kur’an-ı Kerim, din, fıkıh, şiir-edebiyat, askerlik, mimar-lık ve topçuluk kitapları idi.

Namazlarını hiç kaçırmazdı. Allah’ın yasakla-dığı davranışlardan sakınmaya çok özen göste-rirdi. Besmelesiz ve abdestsiz hareket etmezdi. Şehzadelik döneminde dahi kendisine âlimler, hocaları, yöneticiler ve halk, dindarlığından do-layı “Sofu” diyorlardı. Âlimler ve bilginlerden faydalanmaktan, onlarla dinî, ilmî ve fikrî ba-hislerle ilgili hasbihâllerde bulunmaktan büyük

haz duyardı. İlim adamına ve sanatkâra ilgisi ve desteği yüksekti.

31 Yıl Süren Saltanat

Babası Fatih, askerî ve siyasî kapasite ve tec-rübesinin artması için Lalası Hadım Ali Paşa’nın danışmanlığında Amasya valiliğine göndermeyi de ihmal etmedi. Tahta çıkacağı 34 yaşına kadar burada yöneticilik yaptı. Kendisini yönetim ve askerlik konularında yetiştirdi. Padişahlığa çok iyi hazırlandı. 1481 yılında babasının ani ölümü ile sarsıldı. Acı haber kendisine ulaştırıldığın-da Amasya’da bulunuyordu. Devlet adamları-nın çoğunluğu tahta onun geçmesini istiyordu. Beraberindeki dört bin atlıyla birlikte hemen İstanbul’a hareket etti. 21 Mayıs 1481’de hal-kın “Padişahımız çok yaşa!”, “Gururlanma padi-şahım, senden büyük Allah var!” haykırışlarıyla tahta çıktı. Padişahlığı 31 yıl sürdü.

Tarihe Geçen Başarıları ve Eserleri

Şeyhülislam Kemal Paşazâde’nin ifadesiyle otuz yılı aşan saltanatı zamanında “Adalet ve insafın koruyucusu oldu. Dâhiyane siyaseti neti-cesinde memleket mamur bir hâle geldi.” Dev-rinde, diğer yükselme dönemi padişahları kadar bir sefer ve fetih gerçekleştiremese de babası Fatih zamanında İstanbul’da başlatılan ilmî ve kültürel çalışmaları devam ettirdi. Horasan ve İran’dan meşhur birçok bilgini İstanbul’a ge-tirtti. Hatta ülke sınırları dışında yaşayan İslam âlimlerini çalışmalarında destekledi, maaş bile verdi. Ülkenin imar ve inşası noktasında da çok önemli hizmetler gerçekleştirdi. Ayrıca Fatih

Sofu, Âlim ve Mucit Padişah

II. BâyezîdR

esim: Ertuğrul ATEŞ

TARİH İsmail ÇOLAK

“II. Bâyezîd, adalet ve insafın koruyucusu oldu. Dâhiyane siyaseti neticesinde memleket mamur bir hâle geldi.”

“Namazlarını hiç kaçırmaz, kazaya bırakmazdı. Gece ibadetlerini bile aksatmamaya gayret ederdi. Hayatı boyunca dinin emir ve prensiplerinden ayrılmamaya özen gösterdi. Haramlardan kaçınır, besmelesiz ve abdestsiz adım atmazdı.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba38 39

Page 22: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

ihtiyaç vardı. Cemaat merak içinde bekliyordu. Sonunda caminin imamı, cemaate dönerek şöy-le seslendi: “İçinizde farz namazını hiç kazaya bırakmayan var mı?”

Kimseden ses çıkmadı. Neden sonra sessiz-liğe gömülen kalabalık arasında bir kıpırdanma başladı. Birisi, önündeki insanlardan izin iste-yerek ve adeta kalabalığı yararak ilerliyordu. Bu gelen, Sultan II. Bâyezîd’den başkası değil-di. Başı önde, son derece mahcup bir vaziyet-te, imamlık makamına geçti. Herkes hayret ve gıpta ile padişahı izledi. Sultan Bâyezîd, tekbir getirdi. Cemaat de ona uyarak namaza durdu. Nihayet Bâyezîd Camii’nin ilk namazı da böyle-likle büyük bir huzur içinde kılınmış, mabedin açılışı tamamlanmış oldu.

O günden sonra bu olay, İstanbul’da dilden dile dolaştı. Sultan Bâyezîd manevî derinliğiyle halkın gözünde büyüdükçe büyüdü. Özellikle bu olayın etkisiyle halk tarafından kendisine, ermiş padişah anlamında “Veli” dendi. Veli sıfatı, padişahın bir lakabı ya da unvanı olarak ismiyle özdeşleşti.

İlginç Vasiyeti ve Kabrindeki Tuğla

Diğer padişahlar gibi II. Bâyezîd’in gayesi de İlâ-yı Kelimetullâh’tı. Sultanın ilginç bir âdeti vardı: Cihat sevabını aziz bildiğinden, çıktığı seferlerde üstüne bulaşan tozları ve çamurları yok etmeyip büyük bir dikkatle toplar, bir san-dukanın içerisine silkeleyerek biriktirirdi. Hatta bunlardan bir tuğla ya da kerpiç bile döktürdü. Niyeti, Allah’ın cihat emrine uyduğunu ispat-lamaktı. Dahası, bu “cihat tuğlasını” ömrünün sonuna kadar yanında taşıdığı ve kabrine konul-masını dahi vasiyet ettiği nakledilir.

Bir gün hanımı Gülbahar Hatun, padişaha sordu: “Padişahım, merakımı hoş görün, ama o tozları niçin biriktiriyorsunuz?” Sultanın cevabı ibret vericiydi: “Benim senden gizlim yoktur. Bu tozlardan bir tuğla döktürüp mezarıma konul-masını vasiyet edeceğim. Çünkü Allah, ayakları Hak yolunda tozlananları cehennem ateşinden koruyacağını buyurmaktadır. İşte Hak yolunda

kâfirlerle savaşırken üstümüze bulaşan tozları bu yüzden topluyoruz. Vasiyetimizdir: Öldüğü-müzde bu tozları kabrime koysunlar.”

Başka bir rivayete göre de elbisesine ve ayakkabılarına isabet eden tozların vefatında (sağ) yanakları altına konmasını vasiyet etmişti. Bunu Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in; “Allah yo-lunda ayakları tozlanan bir kula cehennem ateşi dokunmaz.” (Buhârî, Cihâd 16) hadisi şerifinin müj-desine kavuşmak için yapmıştı. Hoca Sadeddin Efendi’nin tabiriyle “Buy-u lâtif-i gazâ kabrini mis gibi muattar ve bermûcib-i Hadis-i Şerif âteş-i cahîmî ondan dûr olsun./Böylece gazanın latif kokusu kabrini misk gibi güzel kokulu kılsın ve hadisi şerif uyarınca cehennem ateşini de uzaklaştırsın.” isteğini dillendirmişti.

Böyle bir vasiyette bulunabileceğini, Kırım Hanı Mengi Giray’a gönderdiği şu mektupta da ifade etmişti: “Cihat ve gaza emri, İslam dininin en baş yoludur. Sultanlara düşen de bu yolda bulunmaktır. Fakat geniş topraklarımız üzerin-deki reayanın hâllerinden yalnız ben sorumlu-yum. Yarın Allah’ın huzuruna vardığım zaman, “Bâyezîd! Sana bunca iklimleri ihsan edip cümle ibâddan (kullardan) seni seçtim ve birkaç günlük saltanatı ve hilafeti sana lâyık gördüm. Kullarım arasında nice benim emrimi icra eyledin ve ne tarik ile adalet eyledin?” diye buyurduğunda hâlim ne ola ve ne hâl ile cevap vereyim diye düşünür dururum...”

1481 yılında 49 yaşında vefat etti. Rahatlığı birçok padişahta görülen Nikris idi. Kabri İstan-bul Bâyezîd Camii bitişiğindedir.

gibi Osmanlı’nın mucit padişahlarından oldu; içi

yivli topu icat etti. Oğlu Yavuz, Çaldıran, Merci-

dabık ve Ridaniye savaşlarını, bilhassa babası-

nın döktürdüğü toplar sayesinde kazandı.

Akıl hastalarının şefkat ve müzikle tedavi

edildiği, Osmanlı’nın en gelişmiş, “Bimarha-

ne” ismiyle anılan Akıl Hastanesi’ni 1480’de

Edirne’de açtırdı. Burada akıl hastalarına şef-

katle davranılır; ceviz karyolalarda yatırıp,

müzikle tedavi edilirdi. Bir müzisyen topluluğu

hastalara düzenli olarak hoş şarkılar söylüyor,

ney, keman, ud gibi çalgılar çalıyordu. Bunları

dinleyen, insanca davranılan, merhametle ku-

caklanan hastalar kısa sürede iyileşiyordu.

Bursa, İstanbul ve Edirne İhtisâb Kanunname-

lerini hazırlattı. Örfî hukuk ve İslâm hukuku ala-

nında otorite olan Mevlâna Yaraluca Muhyiddin

tarafından 1502 ila 1507 arasında hazırlanan bu

kanunlar, dünyanın en mükemmel ve en geniş

belediye kanunlarıydı. Ayrıca dünyada ilk tüketici

haklarını koruma kanunu, ilk gıda maddeleri ni-zamnamesi, ilk standartlar kanunu ve ilk çevre nizamnamesi olma özelliğine de sahiplerdi.

Askerî başarıları şunlardı: 1483’te Morova Seferi, Hersek’in Fethi, 1484’te Boğdan Seferi, Kili ve Akkerman Kalelerinin Fethi, 1499’da Yu-nan Seferi, Sapienza Deniz Zaferi, İnebahtı’nın Fethi, 1500’de Modon ve Koron’un Fethi ve 1511’de Şah Kulu İsyanı’nın bastırılması.

Yaptırdığı mimarî eserlerin başında Edirne ve İstanbul’daki Bâyezîd Külliyeleri gelir. 1510 yılındaki depremden sonra İstanbul’un büyük bir kısmını yeniden inşa ettirdi. Ayrıca ülkenin pek çok yerinde birçok cami, türbe, han, kervan-saray, köprü gibi çeşitli eserler tesis ettirdi.

Gönül Dünyasının Mimarları

Halveti şeyhi Cemaleddin Halvetî’ye olan bağlılığı, hayatının her döneminde hissedildi. Amasya’da valiyken başlayan ilişkiler tahta çık-tıktan sonra da sürdü. Zaman zaman Halvetî’nin dergâhına çeşitli yardımlar gönderdi. Ayrıca Bayramî şeyhi Baba Yusuf, Nakşbendî şeyhi Muslihiddin Tavil ve Mevlevî şeyhi Cemaleddin Çelebi ile de sıkı ilişkileri oldu.

“Veli Bâyezîd”

Sultan Bâyezîd’in bir adı da tarihe “Veli Bâyezîd” olarak geçti. Zira Kemal Paşazâde’nin beyanıyla “Aşikâr kerametleri zuhur etmişti.” Na-mazlarını hiç kaçırmaz, kazaya bırakmazdı. Gece ibadetlerini bile aksatmamaya gayret ederdi. Hayatı boyunca dinin emir ve prensiplerinden ayrılmamaya özen gösterdi. Haramlardan kaçı-nır, besmelesiz ve abdestsiz adım atmazdı. Din-darlığını ispatlayan en açık delillerinden biri de Bâyezîd Camiinin açılışında yaşanmıştı:

Bâyezîd Camii’nin inşaatı 1505 yılında bit-mişti. Caminin açılış merasiminden sonra ilk namaza kimin imamlık edeceği mesele olmuş-tu. Namaz vakti gelinceye kadar da imamlık yapmaya en layık kimse bir türlü tespit edile-medi. Fakat farz namazı kıldıracak bir imama

KaynakçaMecdî Mehmed Efendi, “Hadâiku’ş-Şakâik”, Şakâik-i Numaniye ve Zeyilleri, Hazırlayan: Abdülkadir Özcan, c.1, İstanbul, 1989; Meh-med Paşa, Nişancı Tarihi, İstanbul, 1290; Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, Hazırlayanlar: A. Fikri Yavuz, İsmail Özen, c.1, İstanbul, 2000; Evliya Çelebi, Seyahatname, Hazırlayanlar: Seyit Ali Kah-raman, Yücel Dağlı, İstanbul, 2012; Karamanlı Nişancı Mehmed Paşa, Tevarihü’s-Selatinü’l-Osmaniyye (Osmanlı Sultanları Tari-hi), Çeviren: İbrahim Hakkı Konyalı, İstanbul, 1949; Joseph von Hammer, Osmanlı Tarihi, Çeviren Mehmet Ata, c.I, MEB Yayınları, İstanbul, 1997; Namık Kemal, Yavuz Sultan Selim, İstanbul, 1968; Ahmet Şimşirgil, Kayı-III, İstanbul, 2015; Rehber Ansiklopedisi, c.4, İstanbul, 1984; Fatih Çınar, Dervişane, İstanbul, 2017.

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba40 41

Page 23: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

İnsanlar yapıları gereği her zaman birbirleriyle

iyi anlaşamaz ve yakın ilişki kuramazlar. Ken-

di aralarında meydana gelen çeşitli sebepler-

le bazen de başkalarının arayı bozması sebebiy-

le birbirlerinden uzaklaşırlar. Biz Türkçede bunu

ifade ederken, “Araları açıldı.”, “Araları yok.”,

“Aralarına kara kedi girdi.”, “Mesâfeliler.” deriz.

Araları gâyet iyi olan iki kişiyi ifade ederken de

“Araları gâyet iyi.”, “Aralarından su sızmıyor.”

deriz. İnsanlar ve özellikle Müslümanlar için

en güzel ve en doğrusu aralarının iyi olmasıdır.

Çünkü namazda saf tutup Allah’a ibadet eder-

ken omuz omuza vermektedirler ve aralarına

mesâfe koyamamaktadırlar. Şâyet koyarlarsa

namazları en azından mekruh olmaktadır.

İnsanların tabiatları ve mizaçları farklı farlı-

dır. Birinin hoşlandığı bir şeyden diğeri hoşlan-

mayabilir. Herkesle her türlü ilişkiye girilemez.

O zaman geçinmek için insanların önce birbirini

iyi tanıması gerekir. Zaaf ve hassas noktaların-

dan haberdar olmaları gerekir ki, birbirlerine

karşı davranışlarında bunlara dikkat etsinler de

araları açılmasın. Bunun için yolculuk yapmak,

alış-veriş yapmak, komşuluk yapmak gibi hu-

suslar tarafların birbirini tanımalarına yardım-

cı olur. Ayrıca şu da bir gerçektir ki, her insan

birbiriyle istese de çok yakın olamaz. Çok yakın

olmak da gerekli değildir. Önemli olan düşman

olmamak ve küs durmamaktır. Hz. Peygamber

(s.a.v.) bu hususta hassas bir denge önermekte

ve şöyle buyurmaktadır: “Sevdiğin kişiyi ölçülü

sev, bekli de günün birinde o en nefret ettiğin kişi

olabilir, kızdığın kişiye de ölçülü kız, belki de bir

gün o en sevdiğin kimse olabilir.”

Asıl olan Müslümanların barış, huzur, sev-

gi, muhabbet ve kardeşlik içinde yaşamalarıdır.

Zaman zaman araları bozulan iki Müslüma-

nın arasını düzeltmek de diğer Müslümanların

Kur’ân tarafından emredilen vazifeleridir. Farz-ı

kifâye olan bu vazifeyi bazı Müslümanların ye-

rine getirmesi gerekir. Şâyet hiçbirisi yerine

getirmezse hepsi sorumlu ve günahkâr olur.

Buna “arabuluculuk” denir. Arabuluculuk, dar-

gın olanları uzlaştırmak, barıştırmak, birbirine

yakınlaştırmak demektir.

İslâm, Müslümanları, insanların arasını bo-

zacak koğuculuk, gıybet gibi kötü davranışlar-

dan sakındırırken onların arasını düzeltmeyi de

teşvik etmiştir. Buna göre Müslümanlar, arala-

rında dargınlığa varacak söz ve davranışlardan

imkân dahilinde sakınmalıdırlar. Ancak her şeye

rağmen ve bütün dikkatli davranmalara karşın,

dargınlık kaçınılmaz olursa dargınlıklarını gider-

meye, anlaşmazlıkları çözmeye gayret etme-

lidirler. Bunun da mümkün olmadığı yerlerde,

Müslümanların, diğer Müslüman kardeşlerinin

aralarını bulmaya çalışıp, onları barıştırmaları

dinî ve ahlâkî görevleridir. Çünkü Allahu Teâlâ

şöyle buyurmuştur: “Mü’minler kardeştirler, kar-

deşlerinizin arasını düzeltin.”1

Huzurlu bir cemiyet hayatının temel şartı

barıştır. Barış esas, kavga ârızîdir. Yüce Allah,

başta aile hayatı olmak üzere, toplum hayatın-

da barış ve anlaşmanın hayırlı bir iş olduğunu

bildirmiştir.2 Bu sebeple Müslümanlar, Yüce

Allah’ın: “Allah’tan korkunuz ve aranızı düzelti-

niz.”3 emrine uymayı hayatlarının düsturların-

dan biri hâline getirmelidirler.

Âlemlere rahmet, Hz. Peygamber (s.a.v.)

Müslümanlara arabuluculuk yapmalarım tav-

siye etmiş, kendileri de bizzat gidip dargın ve

birbiri ile anlaşamayan Müslümanları barıştır-

mıştır. Bazen de dargınların duâ ve tevbesinin

Müslümanın Güzel Hasletlerinden Biri:

Arabuluculuk

FIKIH Abdullah KAHRAMAN*

“Hz. Peygamber (s.a.v.) Müslümanlara arabuluculuk yapmalarım tavsiye etmiş, kendileri de bizzat gidip dargın ve birbiri ile anlaşamayan Müslümanları barıştırmıştır.”

“İslâm, Müslümanları, insanların arasını bozacak koğuculuk, gıybet gibi kötü davranışlardan sakındırırken onların arasını düzeltmeyi de teşvik etmiştir. Buna göre Müslümanlar, aralarında dargınlığa varacak söz ve davranışlardan imkân dâhilinde sakınmalıdırlar.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba42 43

Page 24: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

DipnotProf. Dr. Abdullah KAHRAMAN

1. 49/Hücûrât, 10.2. 4/Nisâ, 128.3. 8/Enfâl, 1.4. Tirmizî, Kıyâme, 56.5. Buhârî, Sulh, 2.6. Buhârî, Sulh, 1.7. Müslim, Birr ve Sıla, 23.8. 4/Nisâ, 114.9. Riyazu’s-Salihin (Buhari, Edeb 27; Müslim, Birr 66)

Bu âyet bize, arabuluculuğun, diğer iyilik-

lerde olduğu gibi, çıkar gözetilmeden sırf Allah

rızâsı için yapılması gerektiğini, ancak böyle bir

düşünce ile yapılan arabuluculuğun ahlâkî bir

değer ifade edebileceğini göstermektedir.

Dinimiz, arabuluculuğu büyük bir fazîlet ola-

rak teşvik ederken, aksine ara bozmak için söz

taşımayı da büyük günah saymıştır.

Arabuluculuğun, olumlu ve yapıcı bir insan

olmanın önemini çok iyi bilen ârifler, sohbetle-

rinde ve yazılarında zaman zaman bu konuyu

ele almış ve muhâtaplarına bu konuda gerekli

nasîhatlerde bulunmuşlardır. Aile birliği, dost-

luk birliği ve cemiyetin âhengi için arabulucu-

luğun önemine dikkat çekmişler ve bu konudaki

bazı âyet ve hadislere de yer vermişlerdir.

İslâm’ı iyi bilen, onun terbiyesini alan,

ahlâkıyla ahlâklanan âlimler, ârifler ve gönül in-

sanları hiçbir zaman arabozuculuğa, fesatlığa,

karıştırıcılığa izin vermemişlerdir. Hatta bulun-

dukları bölgenin ve beldenin arabuluculuk ko-

nusunda mürâcaat kaynağı olmuşlardır. Bunun

örnekleri çoktur. Arabuluculuk yapan insanlar,

insanların hangi yapısı olursa olsun, ötekileşti-

rilmesine müsâade etmemiş, herkese Allah’ın

kulu olarak ve muhabbet ile bakmışlardır. İnsan-

ların birbiri ile barışık yaşamasına hem hizmet,

hem dikkat, hem de yardım etmişlerdir. Fiilî

olarak küsülü insanları bir araya getirip barıştı-

ran gönül erleri, onların haberi olmadan bir ta-

raftan da aralarının düzelmesi ve bozulmaması

için duâ etmiş ve yanlışa sapmamaları ve dağıl-

mamaları için Allah’a niyazda bulunmuşlardır.

Hiç kimsenin gerek aile yapısında gerek ticârî

hayatında ilişkili olduğu kimselerle aralarının

bozulmasına ve kavga etmelerine ellerinden

geldiğince müsâade etmemişlerdir. Gerektiği

zaman kendileri fedakârlıkta bulunmuşlardır.

Sohbetlerinde “Mü’minler ancak kardeştirler.

Onun için iki kardeşinizin arasını ıslah ediniz ve

Allah’tan korkun ki rahmetine nâil olan kimse-

lerden olasınız.” âyetini çokça okumuş, devam

eden tefrikanın çok kötü bir hastalık olduğunu,

toplumu sarsarak çöküntüye götüreceğini söy-

lemişlerdir. Şu hadis-i şerif de bu konuda çok

okudukları hadislerden biridir: “Mü’minler bir-

birlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbir-

lerini korumakta bir vücûda benzerler. Vücûdun

bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da

bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutu-

lurlar.”9 Onun için Müslüman, kimseyi rahatsız

etmez, kin tutmaz, küskün olanları da barıştırır,

toplumun huzura kavuşmasına vesile olur. Müs-

lümana yakışan budur. Müslüman, insanların

huzurlu, muhabbetli ve dost olmasından mânen

zevk alır, aralarının açılmasından dolayı ise sı-

kıntı yaşar.

kabul edilmeyeceğini söyleyerek ciddî ikazlarda

bulunmuştur.

Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) ashâbına, “Size,

namaz, oruç ve sadakadan daha üstün bir şey

göstereyim mi?” buyurmuştu. Onlar, “Evet, ya

Rasûlullah”, dediler. Peygamberimiz de sözüne

devamla, “Arabulmak, barıştırmaktır; Çünkü ara-

nın bozulması saçı kökünden kazır demiyorum,

dini kazır.”4 buyurdu.

Medine yakınlarındaki Kubâ halkı döğüşmüş,

hatta birbirlerini taşlamışlardı. Bunu haber alan

Peygamber Efendimiz, ashabına, “Haydi bizimle

geliniz de onların aralarını düzeltelim.” buyur-

muş ve Kubâ’ya gitmişti.5

Yine Rasûlullah şöyle buyurmuştur: “Halkın

arasını düzelten ve bunun için iyilik kasdiyle söz

taşıyan ve yine iyilik düşüncesiyle yalan söyleyen,

yalancı değildir.”6

Yalan söylemek büyük günahlardan olduğu

hâlde, bazı durumlarda buna müsâade edilmiş-

tir. Yalan söylemenin müsâade edildiği alanlar-

dan biri de, karı-koca ve diğer insanların arası-

nı bulmaktır. İşte büyük bir günah olan yalana

müsâade edilmesi, arabuluculuğun ne kadar

önemli bir ahlâkî görev olduğunu göstermekte-

dir.

Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Birbirinize kin tutmayın, birbirinizle hasedleşme-

yin, birbirinizden arka dönüp uzaklaşmayın. Ey

Allah’ın kulları! Birbirinizle kardeş olun. Bir Müslü-

manın din kardeşini üç günden fazla terk etmesi

(yani dargın durması) helâl olmaz.”7

Öyleyse birbirine dargın olan Müslümanla-

rın, Peygamber Efendimiz’in yasakladığı bir ko-

nuda kendilerine yardımcı olmaya çalışan, yani

onları barıştırmaya, aralarını bulmaya gayret

eden Müslüman kardeşlerine yardımcı olmaları

da ahlâkî görevleri arasındadır. Dargın Müslü-

manlar, inatla dargınlıklarını devam ettirecek-

lerine, dinin üç günden fazla dargın durmayı

yasakladığını, atalarımızın, “Müslümanın Müs-

lümana küslüğü tülbent kuruyuncaya kadardır.”

dediğini düşünerek arabuluculuk yapmak iste-

yenlerin bu hayırlı teşebbüslerini bir barışma

vesîlesi saymalıdırlar.

Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Onların gizli

konuşmalarının çoğunda hayır yoktur; ancak sa-

daka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların

arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesnâ.

Bunları, Allah’ın rızâsını kazanmak için yapana

büyük ecir vereceğiz.”8

“Yalan söylemenin müsâade edildiği alanlardan biri de, karı-koca ve diğer insanların arasını bulmaktır.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba44 45

Page 25: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Ş eyh Abdurrahman Erzincanî’nin soyu, Orta Asya’dan gelerek Erzincan’a yer-leşmiştir. Evlâd-ı Rasûl’den ve Yıldırım

Bâyezîd devri meşayihlerindendir. Zamanının gerekli ilimlerini memleketi olan Erzincan’da tahsil ettikten sonra, Şeyh Safiyüddin Erdebilî ve Alaaddin Ali’nin yanına gitmiş ve aldığı ir-şad görevi ile Anadolu’ya geri dönmüştür. Kızı Necmiye Sultan, Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri ile izdivaç yapmıştır. Aynı şekilde, Şeyh Abdur-rahman Erzincanî Hazretleri de Balaban Bey’in kızı ile izdivaç yapmıştır.1 Yıldırım Bâyezîd ise 1389-1402 yılları arasında hüküm sürmüştür. Aynı devirde Darende’de yaşamış olan Şeyh Hamid-i Veli (k.s.) Abdurrahman-ı Erzincânî’nin kızı Necmiye Sultan ile izdivaç ettiği ve dolayı-sıyla bu iki büyük veli arasında bir sıhriyet bağı kurulduğu tarihî bir hakikattir. Mehmet Sürey-ya, Abdurrahman Erzincanî’nin 835/1432’de vefat ettiğini belirtmektedir.2

Darende’deki Evlâdı ve Ona Atfedilen Mezarı

Seyyid Abdurrahman Erzincanî evlâdının Darende’nin Beğ Mescidi adı verilen ve daha sonra Beğ Mahallesi olarak tanınan mahallede

yaşadıkları tapu kayıtlarında açıkça görülmekte-dir.3 Onun Darende’de meskûn olan evlâdından bir kısmı da Darende’ye bağlı eski adı Gerimter yeni adı Balaban olarak bilinen yerde ikamet etmişler-dir. Abdurrahman Erzincanî’nin Darende’de ikamet etmekte olan oğlu Şeyh Muhammed, Uluviran köyü ve Kızıl Kapı mezrasını satın alarak babası-nın türbe-i şerifine vakfetmiştir.4 Konu ile ilgili ola-rak 1525 tarihli Darende vakıf defterinde; “Vakf-ı mezâr-ı Şeyh Abdurrahman Erzincanî” başlığı altında, Karye-i mezbûrenin Kızıl Kapı nâm mez-ra‘sıyla tamam mâlikâneleri, merhûm mağfûrun-leh Şeyh Abdurrahman-ı Erzincanî Hazretleri’nin mezâr-ı şerîfine vakıfdır. Merhûm Şeyhin oğlu Şeyh Muhammed satun alub vakfetmişdir…” kaydı dü-şülmüştür.5 Bu da göstermektedir ki Abdurrahman Erzincanî Hazretleri’nin türbe-i şerifi Balaban’dadır. Darende ile ilgili arşiv belgelerinde, Darende’nin Ge-rimter karyesindeki Şeyh Abdurrahman Erzincanî evlâdından ve Darende çevresinde bulunan Şeyh Abdurrahman Erzincanî vakıflarından bahsedil-mekte, bu ise mezarının Darende Balaban’da oldu-ğunu göstermektedir.

Abdurrahman Erzincanî ailesinden birçoğu Osmanlı Devleti zamanında önemli hizmetlerde

AbdurrahmanErzincanî

Hazretleri (k.s.)

TARİH Resul KESENCELİ

“Darende’de yaşamış olan Şeyh Hamid-i Veli (k.s.) Abdurrahman-ı Erzincânî’nin kızı Necmiye Sultan ile

izdivaç ettiği ve dolayısıyla bu iki büyük veli arasında bir sıhriyet bağı kurulduğu tarihî bir hakikattir.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba46 47

Page 26: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Mehmet tarafından satın alınan Uluviran köyü ile ona bağlı Kızılkuyu mezrasının malikâne his-sesi ve divani hissesinin bağ haracından bir kıs-mı Abdurrahman Erzincanî’nin mezarına vakfe-dilmiştir. Kanunî dönemine ait tarihsiz bir tahrir defterinde, Uluviran köyü ve Kızılkuyu mezrası malikâne hissesi, Şeyh Yalıncak Zaviyesi’nin vakfı; köyün ve mezranın divani hissesi ve sair vergileri, tımar kaydedilmiştir.14 Abdurrahman Erzincanî mezarının vakfı olan Darende Balaban Uluviran köyünün malikâne hissesi, 1776’da Abdurrahman Erzincanî evlâdından Abdulkerim ve ondan sonra oğulları Hacı Kasım Çelebi, Hacı Abdullatif ve Fazlullah’ın tasarrufundaydı. Kö-yün malikâne geliri 4200 akçeydi. Divani hissesi ve sair vergileri hass-ı şahi kaydedilmişti. Bu ta-rihte Abdurrahman Erzincanî evlâdından Şeyh Seyyid Hüseyin Efendi, vazifesi karşılığında Ulu-viran köyü vakıf gelirinin kendisine verilmesini istemişti.15 1797’de Balaban Bey Zaviyesi ve Abdurrahman Erzincanî vakfının tasarrufu Ab-durrahman Erzincanî soyundan Hamza Efendi ve akrabalarından bir kaç kişinin elindeydi. Bu şahıslar, Uluviran köyünün Balaban Bey’in vakfı olduğunu iddia etmekte idiler. Ancak çıkan an-laşmazlık üzerine iddia İstanbul’a bildirilince reddedilmiştir.16

Abdurrahman Erzincanî adına Balaban’da bulunan eski türbe, Horasan harcı ile kare planlı, ahşap piramit örtülü olarak 1960 yılına kadar mevcuttu.17 Cami ve türbesi, Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi tarafından kurulan bir dernek vasıtasıyla yenilenmiştir. Projesi, 1961 yılında Şerif Ali Akkurt’a çizdirilerek yapımına başlanmıştır.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.) “Gökpınar’ın suyu gelmeden, bu topraklara akmadan Abdurrahman Erzincanî Camii ta-mamlanmaz.” buyurmuştur. Hazret’in de dediği gibi olmuş Gökpınar’ın suyu geldiğinde cami-nin tamamlandığı görülmüştür. Bu doğrultuda Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Hamid Hamideddin Ateş Efendi

tadilat, tamirat, restorasyon çalışmalarını yap-tırmış 2014 yılında tamamlanmıştır. Bu doğrul-tuda cami ve müştemilatı ile ilgili şu çalışmalar yapılmıştır: Abdurrahman Erzincanî Camii’nin mihrabı, minberi ve kürsüsü Selçuklu ahşap sa-natına uygun olarak yapılmıştır. Camiinin halısı çok güzel dekore edilmiş, alttan ısıtma sistemi uygulanmıştır. Aydınlatma ve ses sistemi mo-dern mimarî anlayışına göre yapılmış, caminin sanat tarihi anlayışına uygunluk sergilenmiştir. Minarenin taş kaplaması Elazığ sunta taşından, çevre düzenlemesi Adıyaman traverten taşın-dan yapılmıştır. Hazret’in bulunmuş olduğu tür-benin kubbesi bakırla kaplanırken, hazirenin iç tadilatı yapılmış, kitabeler aslına uygun olarak yenilenmiştir. Cami çatısı yeniden elden geçiri-lerek restoresi yapılmış, ışıklık pencereleri alü-minyum doğramadan tesis edilmiştir. Pencere ve kapı doğramaları yenilenmiştir. Türbeye ve yapıya uygun olarak Spella ağacından orijinal masif olarak yapılmıştır. Caminin giriş bölümü yeniden düzenlenmiş, şadırvanla birlikte müş-temilatın tamiratı ve tadilatı yapılmıştır. Res-tore ve tadilat çalışmaları aslına uygun yapılır-ken modern anlayışla tarih birleştirilmiştir. Bu hâliyle külliye göze çok güzel görünmekte ve hiçbir aykırılık gözükmemektedir. Minare ve dış cephe aydınlatması ise Darende Belediyesi ta-rafından yapılmıştır.

Cami, türbe, kütüphane ve meşrutadan meydana gelen küçük külliye, çadır şeklindeki mescidi, mızrak ucu şeklindeki minaresi ve di-ğer yapılarıyla modern mimarî anlayışıyla inşa edilmiş çok güzel bir eserdir. Hatta bu proje

bulunmuşlardır. Mesela bu zatlardan Nakşbendî Şeyhi Seyyid Hasan Efendi, yaptırmış olduğu mektepte 139 kişiyi aşan öğrenciyi okutmasına karşılık genel ihtiyaçları karşılayamaması ne-deniyle Malatya mukataası gelirinden tahsisat ayrılmıştır. (1793)6 Bunlardan Darende’de yaşa-mış olan çoğunluğunu âlimlerin teşkil ettiği bazı isimler aşağıda gösterilmiştir:

1. Tarikat-ı Muhammediye adlı meşhur ese-ri 1721’de istinsah ederek çoğaltmış olan Abdurrahman-ı Erzincânî soyundan Seyyid Abdüsselâm, aile şeceresini Şeyh Abdurrah-man Erzincanî ibareleri ile göstermiştir7.

2. 1842’de Şeyh Şemseddin Sivasî’nin “Menâkıb-ı Cihâr Yâr-i Güzîn” adlı kitabını tercüme etmiş olan Abdurrahman Erzincanî soyundan Hasan Efendi ise, künyesini “Hasan bin Ahmed bin Ha-san an evlâd-ı Şeyh Abdurrahmân Erzincânî” şeklinde göstermiştir.8

3- Musul, Kastamonu ve Adana valiliklerinde bulunan Darendeli Mustafa Faik Paşa. 1897 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir.

4- Mustafa Efendi ile Dikişçi Muhammed Efendi de Abdurrahman Erzincanî’nin torunların-dan olup, Sultan Mustafa zamanında her ikisi de kadılık görevi yapmışlardır.

5- Yemen, Şam, Ardos, Harput, Sivas, Ankara,

Medine, Halep kadılıklarında bulunan ve

Halep kadısı iken 1897-1898’de vefat eden

Hasan Sıtkı Efendi Abdurrahman Erzincanî

soyundandır.9

6- Hasan Sıdkı Efendi’nin oğulları, 1883 yılında

Darende’de doğmuş olan Abdurrahman Za-

hid Efendi10, onun büyük kardeşi 1874 do-

ğumlu Mehmet Kâzım Efendi11 ve en büyük

kardeşleri, Osmanlı müelliflerinden Musıla-i

Süleymaniye ve Bursa Müderrisliği payesini

haiz, 1870 doğumlu Mehmet Haşim Efendi

de Abdurrahman Erzincanî soyundandır.12

Soyundan gelen bu isimlerin Darende’de

doğmaları, bulunmaları, değişik illerde Osmanlı

hizmetinde bulunmaları ve yaptıkları hizmetler-

de etkisinden bahsetmeleri ise Abdurrahman

Erzincanî’nin Darende Balaban’da medfun ol-

duğunu göstermektedir.

Abdurrahman Erzincanî Camii ve Mezar-ı Şerifi

Darende Balaban/Gerimter’dedir. Şeyh Ab-

durrahman Erzincanî adına yaptırılmıştır. Ca-

minin bitişiğinde bulunan türbe önünde 1568

tarihli bir kitabe bulunmaktadır.13 Abdurrahman

Erzincanî mezarına tahsis edilen vakıf gelirle-

rinden buraya da harcama yapıldığı muhakkak-

tır. 1519 tarihli kayıtlarda, daha önce oğlu Şeyh

“Cami, türbe, kütüphane ve meşrutadan meydana gelen küçük külliye, çadır şeklindeki mescidi, mızrak ucu şeklindeki minaresi ve diğer yapılarıyla modern mimarî anlayışla inşa edilmiş çok güzel bir eserdir.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba48 49

Page 27: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Dipnot

1. Hanifi Hoca, Darende Tarihi, s. 8.2. Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmani, c. 3, s. 309.3. Tapu-Kadastro Kuyud-ı Kadime Arşivi, Divriği Defteri, nr.

153, vrk. 68a.; bu kısmın yayınlanmış hâli için Bkz. Ahmed Akgündüz, Somuncu Baba ve Neseb-i Alisi, s. 20-21.

4. Bkz. BA, Maliyeden Müdevver, nr. 3332, s. 47; BA, Tapu Tahrir Defteri, nr. 156, s. 241.

5. BA, Maliyeden Müdevver, nr. 3332, s. 47; BA, Tapu Tahrir Defteri, nr. 156, s. 253-254.

6. BA, EV,nr. 19528.7. Şeyh Hamid-i Veli Kütüphanesi, nr. 70.8. Şeyh Hamid-i Veli Kütüphanesi, nr. 2.9. Hanifi Hoca, Darende Tarihi, s. 5, 6; Abdurrahman Erzincanî

hakkındaki bir çalışma için Bkz. Selahattin Yılmaz, “Şeyh Abdurrahman Erzincanî”, Somuncu Baba, yıl. 4, sy. 13, Ha-ziran 1997, s. 29-32.

10. İstanbul Müftülüğü Şer‘iyye Sicilleri Arşivi, Sicil Defteri, nr. 3, s. 47-a.

11. İstanbul Müftülüğü Şer‘iyye Sicilleri Arşivi, Dosya nr. 1190; İstanbul Müftülüğü Şer‘iyye Sicilleri Arşivi, Sicil Defteri, c. 3, s 204.

12. İstanbul Müftülüğü Şer‘iyye Sicilleri Arşivi, Sicil Defteri, c. 5, s 128.

13. V.G.M.A, Sivas Salis Muhasebe Defteri, nr. 483, s. 287, sr. 796.

14. BA, Tapu Tahrir Defteri, nr. 408, s. 814.15. BA, Cevdet Evkaf, nr. 8268, 8474, 15038; BA, İbnü’l-Emin

Evkaf,nr. 5587.16. BA, Cevdet Evkaf, nr. 20373.17. Naci Toprak, “Şeyh Abdurrahman Erzincanî Camii”, s. 30.

Yıldız Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Mimarlık bölümünde ders olarak okutulmuştur.

Sonuç

Arşiv vesikaları, Şeyh Abdurrahman Erzincanî’nin, evlâd-ı Rasûl yani sadat-ı ki-ramdan olduğunu göstermektedir. Bütün bu kayıtlardan ve belgelerden anlıyoruz ki, Şeyh Abdurrahman Erzincanî Hazretleri, Alâeddin Erdebilî’nin halifesidir. Ovacık’a bağlı Uluviran köyünde ve Darende’nin içinde yer alan Beğ Mescidi mahallesinde evlatları ve torunları vardır. Evlatları ve dolayısıyla kendisi, evlâd-ı Rasûl’dür yani Seyyidler zümresindendir. Bu sebeple, Osmanlı Devleti, diğer Seyyidler züm-resine yaptığı gibi, bunları da birçok vergiden muaf tutmuştur. Somuncu Baba ile Şeyh Ab-durrahman arasında, manevî bir bağ bulundu-ğu, her ikisinin de aynı dönemlerde Darende’de bulunduğu kesindir.

Onun mezarına veya adına birçok cami, mes-cit, zaviye ve benzeri vakıf müesseseleri yaptı-rıldığı, bu müesseselere gelirler tahsis edildiği, Osmanlı Devleti zamanında Darende, Elbistan, Besni ve Adıyaman’da bulunan torunlarından avarız vergisi alınmadığı bilinmektedir. Bu aile-nin avarızdan muaf olduğu, resmî yazılarla da ilgili makamlara ya da şahıslara bildirilmiştir. Onun Darende’de meskûn olan evlâdından bir kısmı da Darende’ye bağlı eski adı Gerimter yeni adı Balaban olarak bilinen yerde ikamet et-mişlerdir. Soyundan gelen ve makalemizde bah-settiğimiz pek çok sima Darende’de doğmaları, bulunmaları, değişik illerde Osmanlı hizmetinde bulunmaları ve şecerelerine Hazret’i eklemele-ri ve yaptıkları hizmetlerde etkisinden bahset-meleri ise Abdurrahman Erzincanî’nin Darende Balaban’da medfun olduğunu göstermektedir. Abdurrahman Erzincanî’ye atfedilen Darende ve Adıyaman’daki mezarlar hakkında elde edi-len bilgiler kıyaslanacak olur ise, Adıyaman’ın İndere/Zek köyünde olduğu kaydedilen meza-rın vakıfları arasında, nedense Abdurrahman Erzincanî’nin Darende’de bulunan evlatları adı-na evkafın, zikredilmediği görülmektedir. Eğer

mezarın Darende’de olduğu kabul edilirse, bu

defa Darende’nin Balaban kasabasındaki me-

zarın vakıfları kaydedilirken diğer vakıfları kay-

dedilmemiştir. Abdurrahman Erzincanî’ye olan

sevgi, muhabbet ve Allah dostu olması gibi ne-

denlerle insanlar sahip çıkmışlardır bu ise çok

normaldir. Kabirlerden birinin onun oğulları ya

da ahfadından birine ait olduğu hâlde zamanla

onun mezarı olarak tanıtılması, şu andaki ka-

rışıklığa yol açmış olabilir. Ancak bu büyük veli

çokça seyahat yaptığı için Adıyaman Zek kö-

yünde bir müddet bulunması ve evlatlarından

burada kalanların olmasından dolayı burada

makamı ve vakıfları da bulunmaktadır. Tıpkı

Elbistan’ın Kızılcaoba mahallesindeki kendi is-

miyle anılan mezar (evlatlarından birinin ismi

Abdurrahman’dır.) taşının üzerinde Hazret’in

isminin yazması gibi. Aslında Abdurrahman

Erzincanî hakkındaki arşiv belgeleri, evkaf ge-

lirleri ve soyunun hizmetleri ile devamının ol-

ması bizlere Darende Balaban’da mezar-ı şe-

rifinin olmasının kuvvetle muhtemel olduğunu

göstermektedir.

Büyük tarihimiz kahrından erir,Güzel insanların hakkı yenince,Baba Fatih, oğul Yavuz ses verir,Sultan Bâyezîd-i Velî denince...

Fıkıh, tefsir, hadis ile nurlu yüz,Hamdullah’ta hatlar, Hünkâr Şeyh’te cüz, Amasya’dan, Edirne’yi görürüz, Sultan Bâyezîd-i Velî denince...

Bâyezit ne yapsın, Cem Sultan inat,Kafirin elinde ibretlik hayat!Otlukbeli savaşında sağ kanat,Sultan Bâyezîd-i Velî denince...

Tokat, Sivas, Çorum, kaç güzel şehir,Küçük kıyametle yıkılmış bir bir.İstanbul yeniden imâr edilir,Sultan Bâyezîd-i Velî denince...

Kuleden kuleye kurulan bağlar,Engin denizleri yâdeden çağlar,Kaç medrese, Cami, köprüler ağlar,Sultan Bâyezîd-i Velî denince...

Barak Reis sanki göklerden iner,Venediklileri denizde yener,Karadeniz bir Türk gölüne döner,Sultan Bâyezîd-i Velî denince...

Celil’im, ‘Adli’ye’ tutun bekleme,Bir yıldızı anlatırken tekleme!Sünnetin ihyâsı gelir aklıma,Sultan Bâyezîd-i Velî denince...

Halil GÖKKAYA

İkinci Bâyezîd

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba50 51

Page 28: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

İslâmGüzel Ahlaktır

KÜLTÜR Mehmet SOYSALDI

“Allah Rasûlü, hayatı boyunca en güzel ahlâk

üzere yaşadığı gibi ümmetine de güzel ahlâk

sahibi olmayı tavsiye etmiş ve bir defasında,

‘İçinizden en çok sevdiklerim ve Kıyamet gününde bana en yakın olanlarınız; ahlâkça en

güzel olanlarınızdır.’ buyurmuştur.”

İslâm, insanlığın hem dünyada hem de ahirette mutluluğunu hedefleyen son ilahî dindir. Bu din, en doğru bir şekilde Allah’ın kitabı Kur’an’dan

ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetinden öğreni-

lebilir. Çünkü Allah Rasûlü, Kur’an’ı vahiy yoluyla

Yüce Allah’tan almış, insanlara tebliğ etmiş ve

evrensel ilkelerini hayatında tatbik ederek insan-

lara en güzel örnek olmuştur.

İslâm Peygamberi, kısa ve özlü olarak İslâm’ı

“İslâm güzel ahlâktır.”1diyerek tarif etmiştir. Bu

tariften anlaşıldığı üzere İslâm’ın asıl hedefi, ge-

tirdiği evrensel ilkelerle insanları güzel ahlâk sa-

hibi yapıp insan-ı kâmil derecesine çıkarmaktır.

İslâm’ın insanlara getirdiği evrensel ilkeleri

üç ana grupta toplamak mümkündür. Bunlar; 1.

İnanç, imanla ilgili ilkeler, 2. İbadetle ilgili ilkeler

ve 3. Ahlakla ilgili ilkelerdir. Bu ilkeler aslında bir-

birini tamamlayan, birbiriyle sıkı bir ilişki içinde

olan ilkelerdir. İslâm’a göre her şey imanla baş-

lar. Her şey imanla değer kazanır. Doğru ve kuv-

vetli bir iman, insanı salih ameller ve ibadetleri

yapmaya yönlendirir. İbadetler de insanı güzel

ahlâka ulaştırır. Nitekim İslâm dininde inananlara

ibadet yapmalarının emredilmesinin en önemli

sebeplerinden birisi, insanı ahlâken olgunlaştıra-

rak insan-ı kâmil mertebesine çıkarmak ve böy-

lece Allah’a yaklaşmasını sağlayıp onun sevgisi-

ne ve rızasına erişmesine vesile olmaktır.

Eğer kılınan namazlar, tutulan oruçlar, verilen

zekât ve sadakalar, yapılan haclar ve kesilen kur-

banlar, insanı ahlâken olgunlaştırmıyorsa o za-

man yapılan ibadetler Allahu Teâlâ’nın emrine ve

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine uygun bir şe-

kilde yapılmıyor demektir. Bu durumda ibadetle-

rimizi gözden geçirip mükemmel bir şekilde yap-

maya gayret etmeliyiz ki, yaptığımız ibadetler

bizi ahlâken olgunlaştırsın ve Allah’a yaklaştırsın.

Bu konuda bize en güzel rol model Hz. Mu-

hammed (s.a.v.)’dir. Zira o, ibadet ve ahlâkın en

zirve noktasını temsil etmektedir. Nitekim Yüce

Allah, bizlere Hz. Muhammed (s.a.v)’i överek şöy-

le tanıtmaktadır:

“Şüphesiz ki sen en mükemmel ahlâk üzere-

sin.”2 Onun ahlâkı Kur’an ahlâkıydı. Hz. Aişe Vali-

demizin ifadesiyle “O yaşayan bir Kur’an’dı.”3

İslâm Peygamberi ahlâka çok önem vermiş

ve bir hadis-i şeriflerinde “Ben güzel ahlâkı ta-

mamlamak için gönderildim.”4 buyurmuştur.

Hz. Peygamber (s.a.v.), kendisi en mükemmel

ahlâk üzere olmasına rağmen Cenab-ı Allah’a

daima şu dualarla niyazda bulunmuştur:

“Ey Allah’ım! Yaratılışımı güzel yaptığın gibi

ahlâkımı da güzelleştir.”5

“Allah’ım! Beni amellerin en iyisine ve ahlâkın

en iyisine ilet. Amel ve ahlâkın en iyisine ancak

sen hidayet edebilirsin. Amellerin kötüsünden ve

ahlâkın kötüsünden beni koru. Amel ve ahlâkın kö-

tüsünden ancak sen koruyabilirsin.”6

“Allah’ım! Nefsime takvasını ver ve nefsimi (her

türlü kötülükten) temizle, Sen temizleyenlerin en

hayırlısısın. Sen nefsimin dostu ve Mevlâ’sısın.”7

Hz. Peygamber (s.a.v)’e insanların cennete

girmelerine en çok yardımcı olan şey nedir? Diye

sorulduğu zaman, “Takva ve güzel ahlâk.”8 diye

cevap vermiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), “Mü’minlerin iman açı-

sından en mükemmel olanı, ahlâkı en iyi olanıdır.”9

buyurmak suretiyle iman ve ahlâk arasında sıkı

bir ilişki olduğunu ifade etmiştir.

Allah Rasûlü, hayatı boyunca en güzel ahlâk

üzere yaşadığı gibi ümmetine de güzel ahlâk sa-

hibi olmayı tavsiye etmiş ve bir defasında, “İçiniz-

den en çok sevdiklerim ve Kıyamet gününde bana

en yakın olanlarınız; ahlâkça en güzel olanlarınız-

dır.”10 buyurmuştur.

“İslâm’ın asıl hedefi, getirdiği evrensel ilkelerle insanları güzel ahlâk sahibi yapıp insan-ı kâmil derecesine çıkarmaktır.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba52 53

Page 29: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Güzel Ahlak Nedir?

En mükemmel ahlâk sahibi olan ve insanları güzel ahlâka davet eden İslâm Peygamberi, gü-zel ahlâkı şöyle açıklamıştır:

“Seninle ilişkiyi kesene git. Sana vermeyene ver. Sana zulmedeni affet.”11

Yine başka bir hadislerinde Allah Rasûlü güzel ahlâkı şöyle açıklamaktadır: “Cennetin yüksek de-recelerine kavuşmak isteyen, kendisine saygısızlık yapana yumuşak davransın; zulmedeni affetsin, malını esirgeyene ihsanda bulunsun, kendisinden ilişkisini kesen akrabasını gözetsin.”12

Yüce Allah da bu manada Kur’an’da şöyle bu-yurmuştur: “Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve ca-hillerden yüz çevir.”13

“İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur. Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur.”14

Yüce Allah, bu ayette bize yapılan kötülüğe en güzel bir şekilde karşılık vermemizi emret-mektedir. Zira kötülük ancak bu şekilde önlene-bilir. O hâlde bize bir insan öfkelenip kızdığı za-man sabretmeliyiz ona sabırla karşılık verme-liyiz. Cahil kişilere karşı hilmle/yumuşak huylu-lukla karşılık vermeliyiz. Bize karşı bir hata veya kötülük yapan kişiyi de affederek ona iyilikle karşılık vermeliyiz. O zaman bize azılı düşman olan insan yaptığı hatayı anlar ve mahcup olur ve en iyi bir dost hâline gelir. Tabi ki böyle hare-ket etmek her insanın yapabileceği bir davranış değildir. Ancak şahsiyetli ve güzel ahlâk sahibi insanlar bunu yapabilir. Nitekim atalarımız, “İyi-liğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğe iyilik er kişi-nin kârıdır.” demişlerdir.

Hasan-ı Basrî Hazretleri’ne güzel ahlâk nedir, diye sorulduğu zaman o güzel ahlâkı şöyle açık-lamıştır: “Güzel ahlâk, cömertlik, bağışlamak ve eziyetlere katlanmaktır.”15

Abdullah b. Mübarek ise, güzel ahlâkı, “insan-lara eziyet etmemek, iyilik yapmak, güler yüzlü davranmak” olarak açıklamıştır.

Güzel Ahlakın İnsana Kazandırdıkları

Güzel ahlâk insana birçok değer kazandır-maktadır. Bunlardan en önemlilerini burada sı-ralamak istiyorum:

1. Güzel ahlâk, insanı her türlü kötülükten temiz-ler ve arındırır.

2. Güzel ahlâk, insanın bu dünyada mutlu ve hu-zurlu bir hayat yaşamasına yardımcı olur.

3. Güzel ahlâk, toplumda insanlar arasında hoş-görünün yaygınlaşmasına vesile olur.

4. Güzel ahlâk sahibi insan, çevresindeki insanlar tarafından sevilir ve sayılır.

5. Güzel ahlâk, insanı Allah’a yaklaştırır.

6. Güzel ahlâk, insanın Allah’ın sevgi ve rızasına kavuşmasına vesile olur.

7. Güzel ahlâk, insanın ahirette peygamberle bir-likte olmasına ve onunla beraber haşrolması-na vesile olur.

8. Güzel ahlâk, peygamberin şefaatine nail olma-ya vesile olur.

9. Güzel ahlâk insanın cennete girmesine vesile olur.

DipnotProf. Dr. H. Mehmet SOYSALDI

1. Ali el-Muttakî,Kenzü’l-Ümmâl, III, 17.2. 68/Kalem, 4.3. Müslim, Müsafirin, 139.4. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI,68,155; Malik, Husnü’l-

Huluk, 8, (II, 904).5. Ahmed b. Hanbel, age.,I, 403, VI, 155.6. Nesâî, İftitah, 16.7. Müslim, Dua, 73.8. Tirmizî, Birr,62; Gazalî, İhyauUlumi’d-Din, II, 391.9. Buhârî, Edeb, 39.10. Tirmizî, Birr, 71.11. İbnEbi’d-Dünya, Mekârimü’l-Ahlâk, nr. 25; Kâdîİyâz, eş-Şifâ,

I, 80; Bursevî, Rûhu’l-Beyân, III, 298; Mâverdî, Edebü’d-Dünyâve’d-Din, 645.

12. Münzirî, et-Tergîbve’t-Terhib, III, 419; Azîzî, Sirâcü’l-Münîralâ Câmiu’s-Sagîr, III, 36.

13. 7/A’raf, 199.14. 41/Fussılet, 34-35.15. Şa’rânî, Tenbîhü’l-Muğterrîn, Dımaşk, 2001, 198.

Hak nefhası, bil bu canı;Kul ol, bize Allah yeter!..Tut elinden gör zamanı;Kul ol, bize Allah yeter!..

Tefekkür et, her fıtratı;Olan, ölen mevcûdatı!..Çöz, sende gör mu’cizâtı;Kul ol, bize Allah yeter!..

Gönül, gözden çek nikâbı;Oku, anla son kitabı!..Duy “ne” diyor aşk erbâbı!..Kul ol, bize Allah yeter!.. Cehd et, ara, bul Kâ’be’yi;Secdede gör mertebeyi!..Tevekkül et, duy cezbeyi;Kul ol, bize Allah yeter!..

Ham, ne bilsin ehl-i hâli;Candan yakın Zü’l-Celâl’i?..Var mı “Kul”un tek emsâli?Kul ol, bize Allah yeter!..

Tut “ipini”, Âdil’dir O;Gafûr, Gaffâr, Celîl’dir O;Duy, ne güzel Vekîl’dir O;Kul ol, bize Allah yeter!..

Rıfat ARAZ

Kul Ol, BizeAllah Yeter!..

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba54 55

Page 30: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Hem Şair Hem Derviş Bir Sultan

II. Bâyezîd HanII. Bâyezîd, Fatih’in oğlu, Yavuz Sultan

Selim’in babası ve Cem Sultan’ın baba bir kar-deşi. 34 yaşında sekizinci padişah olarak tahta çıktı. Dönemi içinde başarılı bir yönetim sergi-ledi. Fakat onu daha da önemli kılan ilim, kültür, sanat konularına verdiği önem ve tıpkı Fatih, Kanuni, I. Ahmed gibi “divan” sahibi bir sultan olmasıdır.

II. Bâyezîd’in söylediğimiz bu özelliği daha çocukluk yıllarında başlayan bir hadisedir. Her şeyden önce güçlü bir tahsil gördü. Devrin önemli âlimlerinden dersler aldı. Matematik, felsefe, hat ve edebiyat konularında kendini çok iyi yetiştirdi. Arapça ve Farsçanın yanı sıra Uygur ve Çağatay Türkçesini de öğrendi. Resim ve musiki ile de ilgilendi. Kaynaklar, onun valilik yaptığı dönemde, çevresinde önemli bir edebî muhit oluşturduğunu yazarlar. O böyle bir mu-hitte görev yaptığı Amasya’da kültürel anlamda pek çok önemli işe imza attı.

II. Bâyezîd, padişah olduğunda da onu bu defa İstanbul’da aynı kültürel gayretlerin insa-nı olarak görürüz. İstanbul, onun zamanında devrin önemli din, ilim ve sanat adamlarının toplandığı bir şehir hâline geldi. O da böyle bir muhit içerisinde şiirler yazmaya başladı. Onun şiir alakasında tasavvufa olan alakası da etki-li olmuştur. Bu yüzden “Bâyezîd-i Velî” olarak anılagelmiştir. Yine döneminde birçok eserin Türkçe yazılması noktasında katkısı ve önemli teşvikleri olmuştur ki bu da en az şairliği kadar önemli bir husustur. Ne yazık ki o da şair kimli-ğiyle epeyce zaman incelemelere konu olama-mıştır.

Şairliği ve Bir Şiiri

II. Bâyezîd, Ahmed Paşa ve Necati Bey etki-sinde şiirler yazdı. Bunları bir divan hâline getir-di. Şiirlerinde “Adlî” mahlasını kullandı. Farsça şiirleri de bulunmaktadır. Onun şiirleri arasında bahar temalı gazeli onun şiir dünyasını veren özelliklere sahip bir metindir. Bu şiir muhtevası itibariyle bir tevhid örneği olarak da okunabilir. Bu şiir şöyle başlar:

Hâb-ı gafletden uyanup zînet-i eşcâra bak

Kudret-i Hakk’a nazar kıl revnak-ı ezhâra bak

Gözün aç gör nice ihyâ oldı emvât-ı zemîn

Haşr-i ecsâda o münkir itdügi inkâra bak

Sebz-pûş olup kıyâma turdılar her bir şecer

Kıldılar secde huzûr-ı kalb ile kühsâra bak

Menber-i şâh üzre çıkmış va‘z ider murg-ı çemen

Selsebîl âyâtını tefsîr ider enhâra bak

Meşrebün âb-ı revân gibi eger sâf eyleyüp

Âşık-ı sâdık geçersen gel berü dîdâra bak

Hâr fikri bülbüle gülden komaz bûy-ı vefâ

Yok hisâbına say ağyârı berü gel yâra bak

Yarın anda kalmayam dirsen figān ü zârda

Adliyâ bunda işitdügün figān ü zâra bak

Şiir, her şeyden önce Divan şiirinde somut

EDEBİYAT Mustafa ÖZÇELİK

“Adlî mahlasıyla şiirler yazan II. Bâyezîd’in bahar temalı gazeli onun şiir dünyasını veren özelliklere sahip bir metindir. Bu şiir muhtevası itibariyle

bir tevhid örneği olarak da okunabilir.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba56 57

Page 31: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

tabiat tasvirleri yok diyenlere önemli bir cevap niteliğindedir. Zira bu metin baştan sona bir tabiat tasviridir. Ama sadece bundan da ibaret değildir. Bir hikmet ve tefekkür metnidir. Zira şair tabiatta yani yaratılmış olandan hareket-le Yaradan’a yönelmekte ve dikkati Cenab-ı Hakk’ın yaratış kudretine çevirmektedir. Bunun için de okurdan beklediği gaflet uykusundan uyanmasıdır. Şiirin bugünkü Türkçeyle manasını verdiğimizde söylediğimiz bu anlam özellikleri daha kolay görülecektir.

1. Gaflet uykusundan uyanıp ağaçların süsüne bak! Hakk’ın kudretine bak, çiçeklerin güzel-liğine, parlaklığına bak.

2. Gözünü aç, yerin ölüleri nasıl dirildi, gör!.. Ce-setlerin diriltilmesi konusunda o inkârcının ettiği inkâra bak.

3. Her bir ağaç, yeşile bürünüp ayağa kalktı... Gönül huzuruyla secde eden şu dağlığa bak!..

4. Bülbül, dal minberi üstüne çıkmış, vaaz edi-yor… Selsebil âyetlerini okuyan şu ırmaklara bak!”

5. Eğer huyunu, yaratılışını akarsu gibi temiz-leyip sadık âşık geçinirsen, beri gel, (güzel) yüze bak!”

6. Diken düşüncesi, bülbülün gülden vefa koku-su almasına izin vermez. Başkalarını, rakipleri hiçe say; buraya gel, Dosta, Sevgiliye bak.

7. Ey Adlî, ‘Yarın ahirette feryat edip ağlama-yayım’ dersen, burada duyduğun feryat ve inlemelere bak.

Gazel tekrar belirtecek olursak tam anlamıyla bir hikmet gazelidir. Ele aldığı konuya bakış açısı ise tamamen tasavvufidir. Zira tasavvufun tecelli kavramına dikkat çekilmekte, söylenenlerle konu ile ilgili ayetlere telmih yapılmaktadır. Bu durum şu açılardan da önemlidir. Şiir, her şeyden önce dinî ve tasavvufî bilgi müktesebatı gayet geniş olan bir şairin eseridir. Diğer yandan da şiirle in-sanlara öğüt ve hikmet vermektedir.

Bu şiirin bende uyandırdığı bir husus da şudur. Kaynak tasavvuf olunca divan şiir ile tekke şiirinin hayli müşterekleri olduğu ortaya çıkıyor. Mesela bu gazelin 3 ve 4. beytinde “dağların secde etme-

si”, “bülbülün vaaz etmesi” bana hemen Yunus Emre’nin “Her bir çiçek bin naz ile över Hakkı na-zar ile/Bu kuşlar hoş avaz ile ol Padişahı zikr eder” beytini hatırlattı. Orada da varlık âleminin kendi hâlleri ve dilleriyle tespihat içerisinde oldukla-rı belirtilmektedir. Konu zaten Kur’an temellidir. Zira bu tarz bir yaklaşımı veren çok sayıda ayet vardır. Bu gazelin bir özelliği de 2. Bâyezîd’in Türk-çe hassasiyetini ortaya koyan bir metin olmasıdır. Zira aradan geçen onca zamana rağmen son de-rece anlaşılır bir nitelik taşımaktadır.

Veli Padişah

II. Bâyezîd’in veli sultan olarak tanındığını söylemiştik. Şu anekdot da bu açıdan hayli an-lamlıdır: Her seferden dönüşünde elbisesinde biriken tozları toplar ve bir kavanozda biriktir-miş. Yine bir harp dönüşü elbisesini çıkartmış, üzerindeki tozları, büyük bir itina ile toplamaya çalışıyormuş. Hanımı Gülbahar Hatun “Efendim, merakımı hoş görün, her cihad dönüşü o tozla-rı niçin biriktirdiğinizi sorabilir miyim?” demiş. Padişah da, tebessümle: “Benim senden gizlim yoktur Gülbahar Hatun. Bu tozların mezarıma

konulmasını vasiyet edeceğim. Çünkü hadis-i şerifte, “ayakları Hak yolunda tozlananları Alla-hu Teâlâ’nın cehennem ateşinden koruyacağı” buyurulmaktadır. İşte Hak yolunda, kâfirlerle ci-had ederken üstümüze bulaşan tozları bu yüz-den topluyoruz. Vasiyetimizdir; öldüğümüzde bunları kabrime koysunlar.” demiş. Gerçekten de II. Bâyezîd Han, biriktirdiği bu tozlardan bir tuğla yaptırdı. Vasiyeti gereğince de bu tuğla, öldüğü zaman kabrine konulmuş.

Onun hayatında böyle daha çok hadise var-dır. Tarihî kaynaklardan bunlar okunabilir. Fakat netice olarak şunları söyleyebiliriz. II. Bâyezîd gerek eğitimi, gerek sanat, kültür konularındaki hassasiyeti ve tabi şairliği ile de Osmanlı sul-tanları arasında özel ve önemli bir yere sahip-tir. Sözü Sehi Bey’in onu anlattığı şu cümlelerle bitirelim. “Âlim, fazıl, kâmil, şiirleri çok, yetenek sahibi ve her konuda mahir bir kimseydi. Ok atanların seçkiniydi. Zamanında çektiği yayı kimse çekememiştir. Salih, dindar, doğruların ve âlimlerin dostu, maarif ehline karşı alâkadar, adalet ve cömertlikte eşi bulunmaz, hayır sahibi bir padişahtı.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba58 59

Page 32: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

EDEBİYAT Vedat Ali TOK

“Dünya insanları öğütmek için kurulmuş bir değirmen gibi, sırası geleni alıp götürmektedir. Bu metafor birçok şairde değişik benzetmelerle fakat temelde

dünya-değirmen benzerliği etrafında kendini gösterir.”

Hırmen-i ömri savurup dânemiz dirmekdeyüz

Bir değirmendir cihân biz bunda nevbet beklerüz

Enverî

“Ömür harmanını savurup

tanelerimizi topluyoruz. Bu dünya

bir değirmendir, biz burada nöbet

bekliyoruz.”

Bir Değirmendir

“Dünya”

16. asır şairi Enverî, kâhir ekseriyeti medre-

se eğitimi görmüş divan şairleri arasında ümmî

olarak bilinir. Ancak şiirleri gerçek bir divan

oluşturacak nicelik ve niteliktedir. Nitekim yu-

karıdaki beyte baktığımız zaman şairin, insan

ömrünü somut varlık ve kavramlarla başarılı bir

şekilde tasvir ettiğini görüyoruz.

Ömür, dünyadaki birçok kavramla, varlıkla,

felsefî düşünceyle benzerlik gösterir. Ancak in-

sanın serüveni bir çiftçinin bir yıl boyunca yaptı-

ğı mücadele daha bir benzerdir ömüre…

Çiftçi, ürün almak için önce tarlasını sürer,

onu ekime elverişli hâle getirir. Sonra tohumu

eker, gübresini verir ve bekler. Nihayet tohum

çatlar, filizlenir ekin olur, biçilir, sürülür. Sıra ta-

neyi samandan ayırmaya gelir.

Bunun için de rüzgârlı bir havada savrulması

gerekir. Tane samandan ayrıldıktan sonra için-

deki yabancı tohumlardan, taşlardan, çöplerden

arındırılıp değirmene götürülür ki un olsun. Un,

çiftçinin nihai hedefidir çünkü ekmek için, doy-

mak için una ihtiyaç vardır.

Çiftçi buğdayını değirmene götürür. Değir-

mene gider gitmez sıra alınamaz çünkü ken-

disinden önce bekleyenler vardır, onun için de

nöbet yani sıra beklemek gerekir. Üstelik bu

sıranın bizzat değirmende beklenmesi gerekir.

Torbalar burada dursun, sıram gelince ben de

gelirim, diyemezsiniz.

Nihayet öğütme sırası gelince buğdaylar de-

ğirmen teknesine dökülür ve yavaş yavaş taş-

ların arasında ezilmeye, un olmaya yüz tutar.

Baştan beri yapılan bu amele tıpkı insan ömrü-

ne benzer. Doğum, gözlerin açılması, emekle-

me, yürüme, hayat gaileleri ve kaçınılmaz son:

Ölüm…

Dünya insanları öğütmek için kurulmuş bir

değirmen gibi, sırası geleni alıp götürmektedir.

Bu metafor birçok şairde değişik benzetmelerle

fakat temelde dünya-değirmen benzerliği etra-

fında kendini gösterir.

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba60 61

Page 33: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Zâhidî Ahmed Efendi der ki:

Âkıl isen can gözün aç tut kulak bu sözüme

Bir değirmendir bu dünya öğütür bir gün bizi

“Akıllıysan can gözünü aç, bu sözüme kulak ver. Bu dünya bir değirmendir, bir gün hepimizi öğütür.”

Usûlî mahlaslı şair dünyanın fânîliğini şöyle dile getiriyor:

Ey Usûlî nevbeti geldiği saat ögüdür

Nice bin Efrasyâb’ın hırmenin bu âsiyâb

“Ey Usûlî, bu değirmen, nice bin Efrasyâb’ın (Şehname’nin karakterlerinden efsanevî kral ve Turan kahramanı.) harmanını zamanı geldiği vakit öğütür.”

Atâ (Tayyarzâde) ise hele bir doğmayagör diyor:

Âsiyâb-ı feleğin gerdişine girmeyegör

Gösterir döne döne âdeme bin tane belâ

“Felek değirmeninin çarkına girmeyegör, döne döne insana bin tane bela gösterir.”

Ziya Paşa Terci-i Bendinde dünyayı ve insanı tarif ederken değirmen metaforunu kullanır:

Gerdûn bir âsiyâb-ı felâket-medârdır

Gûyâ içinde âdem-i âvâre dânedir.

“Felek, felaket etrafında dönen bir değir-mendir, avare insan da bu değirmenin içinde sanki bir danedir.”

Edincikli Ravzî’nin

Bir beş on gün gendüm-i ömri un itmek kasdına

Âsiyâb-ı dehre geldük biz de nevbet beklerüz

beyti ile şairini bilmediğimiz aşağıdaki beyit ise Enverî’nin beytine çok benziyor:

Hırmen-i ömrü savurduk dâneyi dermekteyiz

Âsiyâb-ı çerhe geldik şimdi nevbet bekleriz

“Ömür harmanını savurduk, ürünü dermek-teyiz; feleğin değirmenine geldik, şimdi nöbet bekleriz.”

Yûsuf Kâmil Paşa: “Akıl değirmeni ne kadar

ince düşünse de, dünya hamurunu kader yapar

yoğurur.” diyor:

Ne kadar fikr-i dakîk etse âsiyâb-ı akl

Hamîr-gâr-ı cihânı kader yapar yoğurur

Yûnus Emre ise dünya ve değirmen benzerli-

ğini şöyle tasvir ediyor:

Bu dünyânun misâli benzer bir değirmene

Gaflet anun sepedi bu halk ögünen dâne

Degirmene varursun degirmenci sorarsın

Azrâîl dirler imiş ol unı ögüdene

Oluk-su Hak varlıgı evliyâdur çarh igi

Çarhı çarha benzetmiş âferin benzedene

Andan ol çarhun yiri ol çakıldak ipleri

Endîşendür bulaşuk kaygula perîşâne

Öter çakıldak dün gün ögüdür döger anı

Ol gün durur gün bu gün geçdi ‘ömür ziyana

Bu yir altun taş gibi deprenmez kâ’im turur

Bu gök üstün taş gibi gerek kim her dem döne

Bir niçeler turmışlar dün-gün nevbet önerler

Bir niçeler göymezler önürdürler rindâne

Toza bulaşmış yatur yaşı yitmiş kocalar

Nevbet irse yönerür hem pîre hem cüvâne

Ol degirmenün tucı hep ol götürür güci

İşbu dünyâ son ucı fenâ olısar fenâ

Ol sepet teknecügi sonı ölüm döşekdür

Dâne tamâm olıcak gerek unun dükene

Unluk sinündür senün sakın gûr azâbından

Mustafâ böyle didi inanursan Kur’ân’a

Niçe bu temsîlleri söyleyesin yüriyüp

Yûnus sen sa’y idegör derdün içün dermana

Âdem geldik dünyaya, yine âdem gidelimAhir ömür zamanın, kilidini aç gönülDünya denen şu handa, insanlıktır tek murat Belhüm adal canlardan, uzaklara kaç gönül Sevgileri cem eyle, gir kalbine aşk araAşk olmadan içinde, kabuk tutmaz hiç yaraNarda, harda kalmadan, kavuşulmaz gül yâr’aKana kana sevginin, bâdesini iç gönül Yedi kapı arala, uzaklara adım atBin beyzalı bir ata, yollar alsın senle atMünkir belâ berzahtır, kalbe mâruf duygu katGök ekini biçerce, kötülüğü biç gönül Nefret iblis düşüdür, kargışlardan dur uzakDurmaz isen mutlaka, kurar sana pis tuzakKatmer katmer biriken, günahı çekmez kızakİyiliği kuşanmak, her dem başa taç gönül

Gönül

Dön yeter ki nefsinde, arınarak âdem olAğla sema, semahta, bul mutlaka doğru yolBir de ara ne varsa, deva olmaz eğri kolYaratandan başkası, mânâ değil hiç gönül Eğri büğrü yollarda, aşk arama bulunmazCetvel doğru değilse, doğrulukta kalınmazGüller varken bahçede, ottan ibret alınmazBülbüllerle yaren ol, dikenlerden kaç gönül Yürür iken engin ol, incinmesin topraklarIrgalanma poyrazca, süzülmesin yapraklarGünahları aklarsa, yalnız Yüce Hakk aklarÇirkin harcın olmasın, güzelliği seç gönül Okumaksa muradın, kendin oku ilk önceElif gibi doğru ol, kal kıyamda ip inceİmbatlar ki Hüdâ’dan, müjdelerle gelinceAş yolları aşk ile, birer birer geç gönül Hüdâ murat bilene, visâl kutlu dirilişGerçek salât ahlâktır, yüreğine var ilişHâl ehliyle bir olmak, gerçeklere seriliş “Elin, belin, dilinle”, hikmetini saç gönül Celalettin KURT

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba62 63

Page 34: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

KÜLTÜR M. Nihat MALKOÇ

3 Aralık 1447’de, bugün Yunanistan sınırları

içerisinde bulunan, Batı Trakya bölgesinde yer

alan Evros’un sınırları içinde kalan Dimetoka’da

doğan II. Bâyezîd, İstanbul’u Türk-İslâm yur-

du yapan, çağ açıp çağ kapayan Fatih Sultan

Mehmed’in Sitti Mükrime Hatun’dan olan oğlu-

dur. 1454 ilâ 1481yılları arasında Amasya’da 27

yıl boyunca şehzâde vali olarak bulunmuştur.

Dinî hassasiyetleri üst düzeyde olduğu için ken-

disine “Bâyezîd-i Veli” de denilmiştir. Sekizinci

Osmanlı padişahı olan II. Bâyezîd, babasının

ölümünden sonra sıkıntılı bir sürecin ardından

tahta çıkmıştır. Bâyezîd’in babası II. Mehmed

ölünce dönemin ileri gelenleri bir toplantı yapa-

rak tahta oturacak olan padişahın kim olacağını

konuşurlar. Ekâbirin çoğunluğu Bâyezîd dese de

Cem Sultan’ın tahta oturması gerektiğini savu-

nanlar da vardı.

Fatih Sultan Mehmed öldüğünde II. Bâyezîd,

bir şehzadeler şehri olan Amasya’da vali olarak

bulunuyordu. Sadrazam Karamanî Mehmed

Paşa, Cem Sultan’ın yeni padişah olmasından

yanaydı. Fakat bu görüşüyle azınlıkta kalıyor-

du. Fakat yine de düşüncesinden vazgeçme-

yerek, o zaman Cem Sultan’ın valilik yaptığı

Karaman’a haberci yolladı. Öte yandan Amas-

ya’daki II. Bâyezîd’e de haberciler gitti. Fakat

Cem Sultan’a giden haberci Konya’da Anadolu

Beylerbeyi Sinan Paşa tarafından yakalandı.

Bâyezîd’in habercisi yerine ulaştı. Haberi alan

II. Bâyezîd, İstanbul’a gelerek 21 Mayıs 1481

tarihinde tahta çıktı. Sultan II. Bâyezîd 1481 ilâ

1512 yılları arasında 31 yıl Osmanlı Devleti’nin

başında bulundu.

Sultan II. Bâyezîd’in, üvey kardeşi (baba-

ları bir anneleri ayrı) Cem Sultan’la olan taht

kavgaları Cem’in ölümüne dek hiç bitmedi. II.

Bâyezîd anlaşma yolları arasa da Cem Sultan

buna yanaşmadı. Abisi padişah olunca Cem Sul-

tan, Bursa’da padişahlığını ilan etti. Adına hutbe

okuttu, para bastırdı. O dönemde II. Bâyezîd 34,

Cem Sultan ise 22 yaşındaydı.

Dönemin kaynakları II. Bâyezîd’in sakin, ken-

di hâlinde, halim selim ve dindar bir padişah

portresi çizdiğini yazarlar. Bunun yanında onun

zamanında ciddi anlamda askerî gelişmelerin

olmadığını, fetih faaliyetlerinin sekteye uğra-

dığını da ilâve ederler. Fakat o dönemde imar

faaliyetlerinin hissedilir düzeyde arttığına da

dikkat çekerler. Bunun zengin kültürel etkinlik-

lerle ve ilmî çalışmalarla taçlandığını da özellik-

le belirtirler.

Sultan II. Bâyezîd’in Camileri ve Külliyeleri

Dini bütün bir insan olan Sultan II. Bâyezîd’in

yaptırdığı veya kendi adına yapılan üç önemli

cami ve külliye vardır. Bunlardan biri Edirne’de,

biri Amasya’da, biri de İstanbul’dadır.

Osmanlı klasik dönem mimarisinin erken dö-

nem eserlerinden biri olan İstanbul’daki Bâyezîd

Camii, Sultan II. Bâyezîd tarafından yaptırılmış-

tır. Mimarının kim olduğu kesin olarak bilinme-

mektedir. Bazıları tarafından Mimar Hayreddin,

bazılarınca Mimar Kemaleddin, bazılarınca da

Yakupşah bin Sultanşah tarafından inşa edildiği

söylenir. Bu eser İstanbul’un fethinden sonra bu

tarihî şehre yapılan ikinci selâtin cami (ilki Fatih

Camii) olarak bilinir. Cümle kapısındaki kitabeye

göre 1501-1506 yılları arasında yaptırılmıştır.

İstanbul’daki Bâyezîd Camii II. Bâyezîd tara-

fından, Bizans devrindeki en büyük meydan olan

Forum Theodosiacum veya Forum Tauri diye

“Dini bütün bir insan olan Sultan II. Bayezid’in yaptırdığı veya kendi adına yapılan üç önemli cami ve külliye vardır. Bunlardan biri Edirne’de, biri Amasya’da, biri de İstanbul’dadır.”

Sultan II. Bâyezîd Nam-ı Diğer

Bâyezîd-i Veli “Osmanlı padişahları içerisinde şiire gönül veren, sanat değeri bakımından birbirinden kıymetli usta işi şiirler yazan şair padişahlardan olan Sultan II.

Bâyezîd ‘Adlî’ mahlasıyla bir divan tertip edecek kadar şiir yazmıştır.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba64 65

Page 35: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

anılan yerde inşa edilmiştir. Bâyezîd Camii’nin

içerisinden bir kesit dört ayaküstüne oturul-

muş 16,78 m. çapında bir ana kubbesi kuzey

ve güneyde iki yarım kubbe ile desteklenir. Ana

kubbesinde yirmi, yarım kubbelerde yedişer

pencere bulunur. Caminin 24 kubbeli revaklarla

çevrilmiş kare biçiminde bir son cemaat avlusu

bulunmaktadır. Avlu zemini mermer döşelidir

ve ortasında şadırvan bulunur. Aslında üstü açık

olan şadırvan, IV. Murat zamanında etrafına di-

kilen sekiz sütun üzerine oturtulmuş bir kubbe

ile örtülmüştür. Avlu döşemesi ve şadırvanın

sütunları Bizans`tan kalma malzemenin yeni-

den işlenmesiyle elde edilmiştir.

İstanbul’un en önemli tarihî eserlerinden

biri olan bu caminin doğusunda ve batısında

beşer kubbe ile örtülü iki tabhane (kanat) var-

dır. Tabhaneli yapıların son örneği kabul edilir.

Baştan tabhane olarak tasarlanmış bu bölüm-

ler ile cami arasındaki duvar sonradan kaldırıl-

mış; böylece tabhaneler namaz alanına dâhil

edilmiştir. Birer şerefeli iki taş minaresi olan

caminin minareleri camiye değil; caminin iki ya-

nındaki tabhanelere bitişiktir. Bu nedenle arada

79 metre mesafe vardır. Renkli taşlar ve kufi

yazılarla bezeli minarelerden sağ tarafta olanı

özgün süslemelerini büyük ölçüde korur; ancak

diğeri birkaç kez onarım geçirmiş, bezemelerini

yitirerek daha sade kalmıştır. Bu nedenle sağ-

daki minare, Selçukludan Osmanlıya geçişin İs-

tanbul’daki tek numunesi kabul edilir. Harimin

sağ köşesinde hünkâr mahfili yer alır. 10 sütun

üzerinde duran mahfile, dışarıdan bir merdiven

ve kapı ile girilir.

Amasya’daki II. Bâyezîd Külliyesi 1481-1486

yılları arasında, Amasya Valisi Şehzade Ahmet

tarafından babası Sultan II. Bâyezîd adına yap-

tırılmıştır. Cami, medrese, imaret ve şadırvan-

dan oluşan bir külliye olarak yaptırılan yapının

mimarı Şemseddin Ahmet’tir. Caminin güney-

doğu köşesinde bulunan, Şehzade Ahmet’in kü-

çük yaşta ölen oğlu Şehzade Osman’a ait türbe

yapıya sonradan eklenmiştir. Yan mekânlı ya da

zaviyeli cami mimarisinin en güzel örneklerin-

den biri olan cami, ortada büyük bir kemerle

ayrılan iki kare mekânla, doğu ve batı yanlar-

da üçer kubbeli yan mekânlardan oluşur. Orta

mekânı, sekizgen kasnaklarında 16’şar pencere

bulunan iki büyük kubbe örter. Kubbe içi ve pen-

cere kemerlerinin üzeri zengin kalem işleri ile

süslenmiştir. Ahşap pencere kanatları, 15. yy.

ahşap kündekari tekniğinin en güzel örneklerin-

dendir. Kuzeydeki son cemaat yeri, altı yuvarlak

mermer sütun üzerine oturan beş sivri kemerin

taşıdığı beş kubbe ile örtülüdür.

Caminin son cemaat yerindeki pencere üst-

leri mavi beyaz çini panolarla süslenmiştir. Bu-

ranın iki ucunda yükselen tek şerefeli iki mina-

reden soldakinin gövdesi dikine yivli, sağdakinin

gövdesi ise zikzak taş dekorludur. Caminin mu-

karnas süslemeli, ihtişamlı taç kapısı üzerindeki

üç satırlık mermer kitabesini Hattat Şeyh Ham-

dullah yazmıştır. Avlu ortasında yer alan 12

kenarlı şadırvan, 12 sütunun taşıdığı, 12 yüzlü

sivri piramit bir çatıyla örtülüdür. Caminin batı

yönünde “U” planlı medrese bulunur. Külliyeyi

çevreleyen avlunun batı duvarına bitişik olarak

inşa edilmiş olan medrese, ortada genişçe bir

avlu, avlunun etrafında kubbeli revaklar ve bun-

ların arkasındaki öğrenci hücrelerinden oluşur.

Osmanlı İmparatorluğu’nun ikinci başken-

ti Edirne’de, Tunca Nehri kıyısında 1484-1488

yıllarında inşa edilen Sultan II. Bâyezîd Han Kül-

liyesi; tıp medresesi, imaret, darüşşifa, cami,

hamam, mutfak ve erzak depolarından oluşan

bölümleri ile büyük bir yerleşke içinde, toplu-

mun tüm sosyal ihtiyaçlarına cevap verecek bir

sağlık merkezi olarak tasarlanmıştır. Toplumun

tüm kesimlerinden hastaların ilaçla tedavinin

yanı sıra su sesi ve musiki gibi Ortaçağ Avru-

pa’sının tedavi yöntemleriyle karşılaştırıldığın-

da oldukça modern tedavi yöntemlerinin uygu-

landığı bilinen Darüşşifa binası; hastaların ta-

kibini kolaylaştıran merkezi planlı mimarisi ve

akustiği ile öne çıkmaktadır. Külliyenin mimarî

Hayreddin’dir. Edirne’deki Sultan II. Bâyezîd Ca-

mii, mevcut külliye bütünlüğünde ortada plan-

lanmıştır. Yaklaşık 500 m2’lik bir alanı kapsayan

cami, revaklı şadırvanlı avlusuyla da Edirne’de

ilk örnek olarak kabul edilir. Ortasında mermer

bir şadırvan bulunan revaklı avluya üç ayrı ka-

pıdan girilir. Revakların üzeri kubbeler ile örtü-

lüdür. Son cemaat yeri revaklı avlunun devamı

niteliğinde bir görünüme sahiptir. Harime girişi

sağlayan taç kapısı kendisine dönüp dönüp bak-

tıracak zarafettedir. İki kanatlı ahşap kapısı ise

bu zarafeti zirveye taşırken, üst kısımda binanın

yapım kitabesi göze çarpar. Hamdullah’ın tezhi-

biyle yazılmış olan kitabenin beyitleri dönemin

şeyhülislamı Zembilli Ali Efendi‘ye aittir.

Sonsuzluğun Soluklanıldığı Mekân: Sultan II. Bâyezîd Türbesi

Osmanlı’nın sekizinci padişahına ait olan Sul-

tan II. Bâyezîd Türbesi; İstanbul Suriçi’nde Beya-

zıt Meydanı’nda 1514 yılında Sultan II. Bâyezîd

Külliyesi’nin haziresine inşa edilmiştir. Türbeyi

Sultan II. Bâyezîd’in (1481-1512) oğlu ilk Os-

manlı halifesi Yavuz Sultan Selim (1512–1520)

caminin kıble yönündeki hazireye yaptırmıştır.

Türbenin mimarının, kesinlik kazanamamakla

birlikte, Mimar Hayrettin olduğu sanılmaktadır.

31 yıl Osmanlı tahtında kalan II. Bâyezîd sal-

tanatı oğlu Yavuz Sultan Selim’e bıraktıktan son-

ra Dimetoka’ya gönderilmiş, ancak 1512’de Çor-

lu yakınlarında ölmüştür. Daha sonra İstanbul’a

getirilerek kendi adına yaptırdığı caminin yanın-

daki türbeye gömülmüştür.

II. Bâyezîd Türbesi klasik Osmanlı türbe mi-

marisi formunda, küfeki taşından sekizgen planlı

olup, her kenarı 5.35 metredir. Üzeri sağır sekiz-

gen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Bu türbe

Mimar Sinan öncesi Osmanlı devri mimarisi ile

klasik Osmanlı mimarisi arasında bir geçit teş-

kil etmektedir. Türbenin her kenarında altlı üstlü

ikişer penceresi vardır. Türbeyi son derece güzel

aydınlatan bu pencerelerin alt sıradakileriyle gi-

riş kısmındaki geniş saçaklı holün orijinali günü-

müze gelememiş, burası XVIII. yüzyılın sonlarına

doğru yenilenmiştir. İki renkli taşlardan yapılmış

kapı kemerinin üzerinde besmele yazılıdır. Kapı

kanatları kündekari tekniğindedir. Ayrıca altın

yaldızlı madeni kabaralarla süslenmişse de bun-

ların hemen hemen hepsi yerlerinden sökülerek

çalınmıştır. Kapı kanatlarının üst kısmındaki ki-

tabelerde “Dünya ahiretin tarlasıdır.” anlamında

bir hadis-i şerife yer verilmiştir. Sultan II. Bâyezîd

Türbesi’nin dış cephesinde yeşil ve somaki mer-

merlere de yer verilmiş; böylece Osmanlı türbe

mimarisindeki sadelikten kısmen uzaklaşılmıştır.

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba66 67

Page 36: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Türbe içerisindeki kalem işleri barok üslupta 19. yüzyılda yapılmıştır. Bu kalem işlerinin Tanzimat döneminde yapıldığı ve 1940’lı yıllardan sonra caminin onarımı sırasında yenilendiği bilinmek-tedir. Ayrıca alt pencerelerin üzerlerine madal-yonlar içerisinde manzara resimleri yapılmış, yine madalyonlar içerisinde Esma-ül Hüsna’ya yer verilmiştir. Sultan II. Bâyezîd’in sanduka-sı türbenin ortasına tek olarak yerleştirilmiştir. Sanduka sedef kaplamalı bir şebeke ile çevril-miştir. Bu sandukanın üzerinde sarı simlerle Maraş işi tekniğinde Sultan II. Bâyezîd’in doğum, cülus, saltanat süresi ve ölüm tarihini içeren bir kitabe işlenmiş, bunun üzerine de celi-sülüs yazı ile kelime-i şahadet ve Kur’an’dan alınma diğer bölümler işlenmiştir.

Sözlerin ve Gönüllerin Sultanı II. Bâyezîd Han Nam-ı Diğer Adlî

Bir cihan devleti olan Osmanlı’da birçok pa-dişah aynı zamanda şairdi. Onlar onca yoğun ve zahmetli işlerine rağmen sözle yapılan sanat-ların en güzeli olan şiire de zaman ayırmayı ih-mal etmemişlerdir. Onlar hem ülkeleri hem de gönülleri fethediyorlardı. Üç kıtaya hükmeden padişahlarımızdan II. Murad “Muradî”, Sultan II. Mehmed/Fatih “Avnî”, Sultan I. Selim “Selimî”,

Sultan I. Süleyman/Kanunî “Muhibbî”, II. Mus-

tafa “İkbalî”, II. Osman/Genç Osman Farisî”, III.

Ahmed “Necip”, III. Mehmed “Adnî”, I. Ahmed

“Bahtî”, III. Mustafa “Cihangir”, III. Selim “İlhamî”,

Şehzâde Korkut “Harîmî” mahlasıyla divan şiiri-

ne gazel, kaside, şarkı, tuyuğ, rubai ve murabba

türlerinde kıymetli şiirler armağan etmişlerdir.

Onlar bu özellikleriyle sanata verdikleri önemi

de göstermişlerdir.

Osmanlı padişahları içerisinde şiire gönül ve-

ren, sanat değeri bakımından birbirinden kıymetli

usta işi şiirler yazan şair padişahlardan birisi de

Sultan II. Bâyezîd’dir. Osmanlı’nın kudretli padi-

şahlarından ve söz ehlinden biri olan Fatih Sultan

Mehmed’in oğlu ve tahttaki varisi II. Bâyezîd “Adlî”

mahlasıyla bir divan tertip edecek kadar şiir yaz-

mıştır. Osmanlı padişahları tarafından tertip edi-

len ilk mürettep divan II. Bâyezîd’in Adlî Divanı’dır.

Gönlümüz dağ başında insandan ırak olsaRuhumuz Hakk’a varsa cismimiz toprak olsa

Görmese kimse bizi duymasa sesimiziŞiirimiz milletin ufkunda bayrak olsa

Gülle bülbül sohbeti yetse ilhâm olarakYar hayâli sonsuzu bulmaya burak olsa

Gecelerde mehtâbın ziyasıyla şenlensekYıldızların her biri ısıtan kucak olsa

Rûzigârın sesinden şarkılar dinleyerekHüzünlensek sinemiz bazen de çâk çâk olsa

Âh uzlet yalnızlığı ne asil bir sultansınEhl-i dil Kâfî gibi sana hep müştâk olsa

Ekrem KAFTAN

Kaçış Hayali

Dipnot1. Semavi Eyice, TDV İslâm Ansiklopedisi, ‘Fâtih Camii ve Kül-

liyesi, c. 12; s. 246.

2. Hasan Akay, “Merkad-i Fâtih’i Ziyâret”in Gizi ve Üzerindeki Göz İzi, FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 3 (2014) Bahar, s.4.

3. Ahmet Kabaklı, Tercüman, 6 Haziran 1976, Erişim Ta-rihi: 02.06.2018, https://www.liseedebiyat.com/metn-ncelemes/5729-merkadi-fatihi-ziyaret.html

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba68 69

Page 37: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Anadolu’nun Ruhu kitabı bize bizim olanı

hatırlatmak üzere derlenmiş. Derlenmiş diyo-

rum zira bu kitap Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç’la

farklı zamanlarda, farklı kişiler tarafından yapıl-

mış olan söyleşilerin bir araya gelmesi ile vücut

bulmuş. İlk baskısı 2011 yılında Sufi Kitap’tan

çıkan kitabımız 232 sayfadan müteşekkil ve 4.

baskısını yapmış. Vermek istediği mesaj çok net

ve anlaşılır. Bununla birlikte, içeriği oluşturan

bölümlerin farklı zamanlarda farklı yerlerde ya-

yınlanan yazılar olması hasebiyle, özde aynı şey

anlatılmış olsa bile konu bütünlüğü biraz zayıf

ve yer yer tekrarlar sizi karşılıyor. Doğrusu bu

durum beni hiç rahatsız etmedi ve kitabı büyük

bir zevkle okudum.

Anadolu Tasavvufu

Anadolu’yu, büyük bilgelerin nefesi mayala-

mıştır. Bizim medeniyetimiz ve tarihimiz açısın-

dan bu nefes “Anadolu Tasavvufu”dur. Anadolu

Tasavvuf ve İrfan geleneğinin şekillenmesinde,

Muhyiddin İbn-i Arabî, Mevlânâ, Ahmed Yesevî,

Yunus Emre, Hacı Bektâş-ı Velî gibi önemli

ârifler kurucu rol oynamışlardır. Mahmud Erol

Kılıç bu eserde daha çok İbn-i Arabî ve Mevlânâ

düşüncesi üzerine yoğunlaşıyor ve bize çıkış

yolu olarak tasavvufi İslâm’ı öneriyor: “İslâm

dini, Osmanlı’da sadece medreseye hapsolmuş,

fakihlerin uğraş alanı değildir. Toplumun her

kesimini kuşatabilmiştir. Bu da tasavvuf üze-

rinde olmuştur. Bugün Alevî ve Sünnî’nin ortak

İslâm’ı, tasavvuf İslâm’dır. Başka bir İslâm versi-

yonu üzerinde ittifak edebilmek mümkün değil-

dir. Dolayısıyla tasavvufî İslâm’ın imkânları çok

geniştir.” (s. 132)

Anadolu’nun Ruhu

Mahmud Erol Kılıç

Sufi Kitap

KİTAPLIKUyanış -15 Temmuz 2016Yazar: Sara Gürbüz ÖzerenMirabad YayınlarıTel: 0212 514 28 28

Türkistan Çınarı (Dirilişin Kökleri)Yazar: Ertuğrul YamanAkçağ YayınlarıTel: 0312 432 17 98

Osmanlı’ya 3 Siyonist SuikastYazar: Ebubekir SofuoğluNesil YayınlarıTel: 0212 551 32 25

Mantıku’t-TayrYazar: Feridüddin AttarTercüme: Cemal AydınSufi KitapTel: 0212 511 24 24

Sarı Saltuk Diyarı BabadağıYazar: Kemal KarpatTimaş YayınlarıTel: 0212 511 24 24

Canlı veya cansız (bize

göre), görünen ve göz-

lemlenen her şeyin bir

ruhu vardır elbet. Atom

parçacıklarından galaktik

sistemlere kadar. Coğraf-

yaların, milletlerin bir ruhu

vardır. Üzerinde onlarca

medeniyetin kurulup yıkıl-

dığı, birçok farklı din, dil ve

kültürle yoğrulmuş Anado-

lu’muzun bir ruhu vardır.

Medeniyetimizin, sanatta,

bilimde, mimaride, musikide en üst perdeden

temsil edildiği Osmanlı irfan geleneğinin bir

ruhu vardır. Bu gelenek, bu medeniyet mirası

üstünde ki örtünün kaldırılmasını beklemekte-

dir, örtüyü kaldırmalı ve yavaş yavaş derine in-

meliyiz, tıpkı bir arkeolog gibi, medeniyetimizin

mirasını hayretle yeniden keşfetmeliyiz.

Tasavvuf hareketleri ile Anadolu toprakları-

nın tarihsel, kültürel ilişkisi önümüze bugünü,

hatta bir kavramsallaştırma olarak “Anadolu

Ruhu” dediğimiz “maya”yı çözümleyebilecek

külliyat açıyor. Farklı inanç alanları ve etnik

aidiyetlerin bir arada yüz-

yıllardır yaşayabilme be-

cerisinin ana omurgasını

oluşturan bilginin tasavvuf

olduğunu, tasavvuf öğreti-

sinin ancak bu tarihsel tec-

rübeyi inşa edebileceğini

görmemiz gerekli.

Mahmud Erol Kılıç’la

değişik basın organlarında

tasavvuf, ezoterik yapılan-

malar ve bu bilgi/bilme

alanı ile ilgili kavramlar üzerine yapılan söyle-

şilerden oluşan Anadolu’nun Ruhu adlı kitapta

genel olarak tasavvuf teori ve pratiğine yönelik

önemli açıklamalar bulmakla beraber, özellik-

le üzerine bastığımız bu toprakların kardeşlik

mayasını oluşturan ruhun hangi kanallardan

beslendiğini de öğreniyoruz. Çünkü Endülüs’ten

kalkıp Kahire’ye gelen İbn Arabi’nin din dışı ol-

makla suçlanıp öldürülmek istenmesi karşısın-

da, aynı büyük şahsiyetin Konya önlerine varın-

ca Sultan tarafından şehrin girişinde selamlan-

ması gerçeği var ortada.

Anadolu’nun Ruhu

KİTAP Yusuf HALICI

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba70 71

Page 38: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Hz. Ömer’den (r.a.) rivayet edildiğine göre bir gün Allah Rasûlü etrafında bulunan saha-bilerine şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kulları

arasında öyleleri var ki, peygamber ve şehit değildir-ler, ama kıyamet günü Allah katındaki mevkilerinden dolayı peygamberler ve şehitler onlara imrenirler.” Sahabiden bazıları “Ya Rasûlallah, onlar kim? Bize haber verir misin?” dediler. Allah Rasûlü “Onlar, aralarında alıp verdikleri bir mal ve akrabalık olmadı-ğı hâlde sırf Allah için birbirlerini sevenlerdir. Vallahi onların yüzleri nurdur ve kendileri nur üzerindedirler. İnsanlar korktuğu zaman onlar korkmaz, insanlar üzüldüğünde onlar üzülmezler.” buyurdu ve “Habe-riniz olsun, Allah’ın sevgili kullarına korku yok, onlar üzülecek de değillerdir.” âyetini okudu.

İslâm’ın temel emirlerinden birisi Müslüman-ların birbirlerini kardeş olarak görmeleri ve bunun gereğini yapmalarıdır. “Mü’minler ancak kardeştir-ler.” Yani mü’minler kardeşten başka bir şey değil-dirler. Rabb’imiz bu kardeşliğin örülmüş duvar gibi olmasını istemektedir: “Muhakkak ki Allah, kendi yolunda sağlam örülmüş bir duvar gibi saf bağlayıp omuz omuza savaşanları sever.”

Kardeşlik öyle olmalı ki kişi kardeşini kendisi gibi görmelidir. “Hiç biriniz, kendiniz için arzu etti-ğini kardeşi için de arzu etmedikçe (tam anlamıyla) iman etmiş olmaz.” Başka bir hadiste de Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz iman etmedik-çe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.”

Mü’minlerin Sevgisi de Nefreti de Allah İçin Olmalı

Allah Rasûlü bir gün ashabıyla otururken on-lara şu soruyu sorar: “Allah’a en sevimli amel han-gisidir?” Sahabiler de saymaya başlarlar; bazısı namaz, bazısı zekât, bazıları da cihat diye cevap-landırırlar. Bunun üzerine Allah Rasûlü şöyle bu-yurur: “Allah’a en sevimli gelen amel, Allah için olan sevgi ve Allah için olan nefrettir.” Başka bir hadiste ise sevgisi Allah için olmayan kişinin imanın zevki-ne varamayacağını bildirmiştir: “Hiçbir kul bir kişiyi ancak Allah için sevinceye, Allah kendisini küfürden

kurtardıktan sonra tekrar küfre ve şirke dönmekten-se ateşe atılması kendisine daha sevgili oluncaya ve Allah ile Rasûlü kendisine başkalarından daha sev-gili oluncaya kadar imanın tadını bulamaz.”

Müslüman kardeşinin yanında olursa Allah da onunla beraberdir. “Her kim bir Müslümanı dünya sıkıntılarının birinden kurtarırsa Allah da onu kı-yamet gününde bir sıkıntıdan kurtarır. Kim darda kalan bir kimseye kolaylık gösterirse Allah da ona dünya ve âhirette kolaylık ihsan eder. Kim bir Müs-lümanın ayıbını örterse Allah da dünya ve âhirette, onun ayıbını örter. Kul (din) kardeşinin yardımında oldukça Allah da o kulun yardımındadır.”

Allah’ın Nimeti Sayesinde Kardeş Oldunuz

Allahu Teâlâ, mü’minlerin, kâfirlere ve bir-birlerine karşı tutumunu şöyle belirtmektedir: “O, Allah’ın elçisi Muhammed’dir. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karşı sert, kendi aralarında mer-hametlidirler.” Rasûlullah (s.a.v.) ise mü’minlerin birbirlerine karşı tutumunu şöyle tarif etmekte-dir: “Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte mü’minleri bir bedenin misâli gibi görürsün. Ondan bir uzuv rahatsız olsa, diğer uzuvlar uykusuzluk ve hararette ona iştirak ederler.”

Rabb’imiz, mü’minlerin birlik beraberlik içinde kardeşçe yaşamalarını, ayrılığa düşmemelerini, bölünüp parçalanmamalarını istemektedir. “Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; bölü-nüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini ha-tırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kena-rında iken oradan da Allah sizi kurtarmıştı.”

İslâm Kardeşliğinde Ensar Muhacir Örneği

Allah Rasûlü, Medine’ye hicret ettikten kısa bir süre, yaklaşık beş ay sonra Medineli Ensar ile Mekke’den Medine’ye hicret eden Muhacirler arasında kardeşlik tesis etti. Çünkü Mekkeli Müs-lümanlar mal varlıklarını tümüyle Mekke’de bırak-mışlardı ve Medineli kardeşlerinin yardım ve yol

Peygamberlerin ve Şehitlerin Gıpta Ettiği

Kardeşlik

EDEBİYAT Mustafa KARABACAK

“İslâm’ın temel emirlerden birisi Müslümanların birbirlerini kardeş olarak görmeleri ve bunun gereğini yapmalarıdır.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba72 73

Page 39: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

göstermelerine ihtiyaçları vardı. Bu sebeple Allah Rasûlü, İslâm davasını beraber sırtlanacak bu in-sanların beraber hareket etmelerini sağlamak adına onları kardeş yaptı. Burada elbette en bü-yük fedakârlığı Ensar’ın göstermesi gerekiyordu ve öyle de oldu. Rabb’imiz bu durumu şöyle belirt-mektedir: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, ken-dilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilen-lerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendi-lerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden ko-runursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”, “İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıy-la cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmı-nın dostlarıdır.”,“İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (Muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek mü’minler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.”

Ensar ile Muhacir arasında gerçek kardeşli-ğin en güzeli yaşandı ve bu anlamda rivayetlerde birçok yaşanmışlıklar anlatılmaktadır. Onlardan birisi şudur: Allah Rasûlü, Mekkeli Abdurrahman

b. Avf ile Medineli Sa’d b. Rabî el- Ensârî’yi kardeş yapmıştı. Sa’d, Abdurrahman b. Avf’a malının yarı-sını vermeyi ve evlendirmeyi teklif etti. Abdurrah-man b. Avf da Sa’d’a şöyle diyerek dua etmiştir: “Allah sana malında ve ailende bereketler versin. Sen bana çarşının yolunu tarif et, ben başımın ça-resine bakayım.”

Kardeşliği Bozan Davranışlar

İnsanlar hakkında kötü zan besleyerek eksiklik-leri araştırmaya çalışmak. Zannın çoğu günahtır. Rabb’imiz şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O hâlde Allah’tan korkun. Şüphesiz Al-lah, tövbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”

Kardeşini kıskanmak. Allah Rasûlü şöyle bu-yurmuştur: “Zandan sakının! Çünkü zan, sözlerin en yalanıdır. Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayın. Özel hayatınızı da araştırmayın. Birbiri-nize haset etmeyin. Birbirinize nefret ve düşmanlık da beslemeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun!”

Hakir görmek, alay etmek ve hoşlanmayacağı lakaplar takmak. “Ey iman edenler! Bir topluluk di-ğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar, kendi-lerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakap-larla çağırmayın.”

Şımarıklıkta yarışmak. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Ümmetime (daha önceki) ümmetlerin hastalığı bulaşacaktır.” deyince sahabe: “Ümmetin hasta-lığı nedir?” diye sordular. O şöyle buyurdu: “Taş-kınlık, şımarıklık, dünya hususunda birbirlerine karşı öğünmek ve yarışmak, birbirinden uzaklaşmak ve hasetleşmek. Öyle ki, böylece zulüm ortaya çıkar ve anarşi olur.”

Gereksiz tartışmalara girmek. “Allah’a ve Rasûl’üne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin, aksi takdirde zaafa düşer, kuvvet ve devletinizi elden ka-çırırsınız.” Rasûlullah (s.a.v.), “Bir kavim, hidayetten sonra dalâlete düştü ise bu, mutlaka kin ve nefret doğuran gereksiz tartışmalar sebebiyle olmuştur.” buyurdu ve şu âyeti okudu: “Bizim tanrılarımız mı iyi yoksa o mu?’ diyorlar. Bu karşılaştırmayı sırf sana karşı çıkmış olmak için yapıyorlar. Onlar gerçekten inatçı bir muhalefet!” Efendimiz (s.a.v.), Abdullah b. Abbâs’ın rivayet ettiği bir hadiste de şöyle buyurmuştur: “Sana günah olarak tartışma-ya devam etmen yeter.” Süleyman (a.s.) ise oğluna şöyle tavsiye etmektedir: “Çekişmeyi tartışmayı bırak. Çünkü onun faydası azdır. Üstelik o, kardeşler arasında düşmanlığı körükler.”

Rahmet ve merhametten yoksun katı yürekli olmak. “Küçüklerine şefkat göstermeyen, büyük-lerine saygı göstermeyen bizden değildir.” Allahu Teâlâ, Firavun’a gönderdiği Musa (a.s.)’ya yumu-şak davranmasını isterken Rasûlullah’a da yumu-şak davrandığı için çevresindekileri topladığını bildirmektedir. “Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi.”

Asabiyet yani kavmiyetçilik yapmak. Asabiyet, haksızlık karşısında bile kavmini savunması, ır-kıyla övünmesi, ırkının üstünlüğünü iddia etmesi, kendisinden olmayanlara buğz etmesi ve küçük

görmesidir. “Kavmiyet gayreti güdenler bizden de-ğildir; kavmiyet sebebiyle vuruşan da bizden değil-dir; kavmiyet güderek ölenler de bizden değildir.”

Başka bir hadiste Allah Rasûlü şöyle buyurdu: “Bazı topluluklar ölen atalarıyla övünmekten vaz-geçmelidirler, çünkü onlar Cehennem kömürüdürler, aksi takdirde pislik içerisindeki böcekten Allah ka-tında daha değersiz olacaklardır. Allah cahiliyye gu-rurunu ve atalarıyla övünme kötülüğünü gidermiş-tir. Artık bundan sonra müttaki Mü’min ve bahtsız günahkâr vardır. Bütün insanlar Âdem’in oğullarıdır. Âdem de topraktan yaratılmıştır.”

Müslümanlar Arasındaki Sorunlarda Yapılması Gerekenler

Bu konuda ölçü Allah ve Rasûlü olmalıdır. “Al-lah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlü’ne karşı gelir-se, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”

Başkalarının tuzağına düşmemeli ve uyanık olmalıdır. Müslüman aklını kullanıp din düşman-larının tuzağına düşmemelidir. Çünkü “Akıllarını kullanmayanları Allah pislik içinde bırakır.”

Müslümanlar arasındaki problemlerde di-ğer Müslümanlar aracı olmalıdırlar. “Eğer mü’minlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran ta-rafla savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adalet-le düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphe-siz ki Allah, âdil davrananları sever.”

Sonuç olarak, Müslümanların en büyük sıkın-tılarından birisi gerçek anlamda kardeşler ola-mamamızdır. İslâm düşmanları ne kadar güçlü olursa olsun bizler gerçek anlamda birlik-bera-berliği sağlayabilsek onların güçlerinin bir etkisi olmayacaktır. Hakikatte onların zulümlerine de-vam etmeleri güçlü olduklarından değil; bizlerin bölünmüşlüğü ve zaaflarımızdandır.

DipnotDr. Mustafa KARABACAK

Bu makalenin geniş dipnotları dergimizin web sayfasındayer alacak metninde yayınlanacaktır.

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba74 75

Page 40: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Eğitim ve öğretim yılının tamamlanmasın-dan sonra aileler; yaklaşık iki buçuk ay sü-recek olan uzun bir tatili, çocuklarıyla bera-

ber planlayarak en verimli şekilde değerlendir-meleri beden ve ruh sağlıkları açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Plansız bir tatilde ço-cuklar zamanlarının büyük bir kısmını televizyon, internet-bilgisayar başında geçirmek zorunda kalacaklar. Aileler tatili planlarken çocuklarının yaş özelliklerini göz ardı etmemeliler.

İlköğretim birinci kademede çocuklar oyun çağındadır. Bu nedenle çocuğun oynayarak öğre-neceği etkinlikler seçilmelidir. Bu dönem çocuk-larını tatilde dersle sıkboğaz etmek onları sıkar. Aileler çocukların dünyasına hitap eden kitapla-rı çocuklarına okutularak kitabın özetini drama ile çocukla değerlendirebilir. Ayrıca tatil ailecek oynanan oyunlarla, çocuğun akran gruplarının olduğu akraba ziyaretleriyle, millî ve kültürel de-ğerlerimizi anlatan çizgi filmlerle, sinema, tiyat-ro gibi etkinliklerle renkli hâle getirilebilir.

İlköğretim ikinci kademe ve lise; özellikle sı-nava girecek öğrenciler ve karnede zayıfı olan öğrenciler için tatil bir fırsattır. Bu uzun tatilde dinlenmenin yanında çalışmaya da zaman ayır-maları onları rahatlatacaktır. Öğrenciler; sabah-ları kalkmak için çok geç saatler belirlememeli. Böylece yapmak istenilenler için bol zaman olur. Eksik olduğunu düşündüğü dersleri konulara ayı-rarak günlük bir ders çalışma saati belirlemeliler. Karnesi iyi olanlar hazırlık kitapları karıştırabilir. Tatilde kitap okumayı da ihmal edilmemeli. Oku-nacak kitap hedefi belirlenmeli. Eğitim uzmanla-rının önderliğinde, başarı için kendilerine güven ve yeni arkadaşlıklar için fırsat olan okul ve ders-hane etkinliklerine katılabilirler.

Bilgisayar, televizyon ve cep telefonlarına dikkat edilmeli. Bilgisayar-internet, televizyon kullanımının artmasıyla artık çocuklar bilgisayar ve televizyon başında saatlerce zaman harcıyor. Bu nedenle zamanı verimli şekilde kullanmak için gençlerde bilgisayar ve internet kullanımını kontrol altına almak gerekmektedir. Aile-çocuk arasında bilgisayar ve internet kullanımı konu-

sunda sözleşme yapılabilir. Televizyon ve bilgi-sayar kullanımı günlük iki saati geçmemelidir. Evde internet varsa internete bağlanmak için sadece ailenin bildiği bir şifre kullanılabilir. Bil-gisayar veya televizyon, çocuk odası yerine her-kesin kullandığı bir odaya konulabilir. İnternette ‘’geçmiş’’ bölümünden bağlanılan siteler kontrol edilebilir ve filtre programları konulabilir. An-lamsız, önemsiz, şiddet içeren ve uygun olmayan TV programlarını izlemeyin. Bütün aileyi millî ve manevî değerleri ön plana çıkartan öğretici programları izlemeye teşvik edin.

Aileyi, okumanın heyecan dolu dünyası ile ta-nıştırın, bunun için kütüphaneyi ya da bir kitap-çıyı ziyaret edebilirseniz. Eve misafir davet edin televizyonsuz bir ziyafet verin. Pikniğe gidin, yeni bir el becerisi veya hobi başlatın. Mektup yazın veya yazdırın. Eski dergileri veya fotoğraf albüm-lerini karıştırabilirsiniz. Bisiklete binme, uçurtma uçurma, top oynama, yürüyüş yapma, balık tut-ma, yüzme, yakın çevreye gezi düzenleme, yapı-lacak faaliyetler arasında yer alabilir.

Çocuklarımız İçinYaz Tatili

EĞİTİM Ali ÖZKANLI

“Bilgisayar, televizyon ve cep telefonlarına dikkat edilmeli. Bilgisayar-internet televizyon kullanımının artmasıyla artık çocuklar bilgisayar ve televizyon başında saatlerce zaman harcıyor. Bu nedenle zamanı verimli

şekilde kullanmak için gençlerde bilgisayar ve internet kullanımını kontrol altına almak gerekmektedir.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba76 77

Page 41: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

saydık ya da şöyle yapsaydık, vs.” diye hayıflan-malar oluyor. Bunu dile bile getirmeyen; tatilini süresiz eğlence, sınırsız oyun ve gezinti ile geçir-mek isteyen çocuk ve gençlere -”bana dokunma-yan yılan bin yıl yaşasın” mantığıyla- karışmadan kendi hâllerine bırakıveren ebeveynlerin sayısı da azımsanmayacak ölçüde maalesef. Ele avuca sığmayan ciğerparelerimize tabiî ki merhamet, sevgi ve iyilik bu değil.

Diğer taraftan öncelikle kul, sonra ebeveyn olarak sorumluluklarının bilincinde olanlar dik-kat çeken ölçüde çoğalıyorlar elhamdülillah. An-ne-babalar arkadaşlarıyla istişare ediyor; daha iyi bir eğitimi nasıl ve ne şekilde verebilecekleri-nin sancısını çekiyorlar. Öyleyse yaz tatilinin so-nunda ailece güzel şeyler başarmanın mutluluk ve huzurunu tadabilmek için tatil başlamadan, tatilde yapılabileceklerin en iyisine ulaşma konu-sunda bilinçli ve planlı kararlar vermek en doğru olandır kuşkusuz?

Bu doğrultuda çocuğun fikrî ve ahlâkî geli-şimine faydalı olması amacıyla tercih edilen en yaygın seçenek yaz Kur’an Kursları olmaktadır. Kurslarımızın kapıları, karnelerin alınmasının he-men ardından minik eller tarafından çalınmaya başlar. Çeşitli yaş gruplarında, rengârenk çiçek demeti misali çocuklar, sıralara biraz merak, bi-raz heyecanla otururlar. Aileler ve çocuklar, “yer kalmaz” endişesiyle tatilin ilk günlerinde isimle-rini yazdırırlar. Ellerinde elif cüzleri, yüreklerinde farklı bir ortamın getirdiği heyecanla ağzınızdan çıkacak cümleleri ve onlarla nasıl bir diyalog ku-racağınızı merakla bekleyen yaz kursu talebeleri karşınızdadır artık.

Rabb’imizin kelâmının deryasından nasiple-rini almaya gelmiş minik martılar gibidirler bu öğrenciler. Uzun süre kalamazlar; tatillerinin an-cak bir kısmıdır sizinle geçirdikleri, ya memleket-lerine giderler ya da sizin kursunuzun çevresine tatile gelmişlerdir ve dönerler.

Bu kısa birlikteliklerde yapılmak istenen çok şey vardır. Öyleyse verim alınması istenen her girişimde olduğu gibi hedef ve rota iyi belirlen-

meli; gayret ve çalışmalar kişinin konum ve ka-pasitesine uygun olmalıdır.

Bu çerçevede eğitimcilerin ve ailelerin elele vermeleri en idealidir. Ama bu olmayabilir. Yani ilgisiz bir ailenin çocuğuyla muhatap bir eğitimci ya da yakın çevresinde iyi bir kurs imkânı bulun-mayan bir ebeveyn de olabilirsiniz. Her hâlükârda herkes elinden geleni ihlâsla yaparsa Rabbimiz de mutlaka çalışanların yardımcısı olacaktır.

Öğrenilecek olan ne kadar şerefliyse, ilim de öyle şerefli olduğuna göre, Kur’an talebesi en güzel ihtimama lâyıktır. Bu yüzden Peygam-berimiz (s.a.v.) ümmetinin en hayırlıları olarak Kur’an’ı, öğrenen ve öğretenlere dikkat çekiyor. Kur’an talebesinin ebeveyni ve Kur’an öğreticile-ri. Vazifelerinin kutsallık ve hassasiyetinin farkın-da oldukları nispette metot, çözüm ve alternatif-ler üretmekte gayretli olacaklardır. İşin ucunda, hayat defterlerinin kapanmasını önleyecek salih ve saliha evlât ya da talebe gibi kıymetli bir ni-mete sahip olmak; evlâtlarının ya da kendilerine teslim edilen talebelerin hakkını gücü nispetinde vermiş olup, sorumluluktan kurtulmak vardır.

Hayat ve meslek tecrübelerinden faydalan-dığımız hocalarımızın Yaz Kur’an Kurslarında hocalık yapacak olanlara “altın tavsiye”si: “Ken-dinizi sevdirin.” olmuştur hep. Yaz kursunun sü-resi kısa olduğu için en pratik yolun bu olduğunu söylerler. Talebe hocasını sevdiğinde, tatilden belleğinde en başta güzel bir birliktelik, hoşça geçirilen vakitler kalacaktır. Hocasını özleyecek, bir sonraki yazı iple çekecektir. Hocasının şah-sında İslâm’ı tanıyacak, onun yaşantısını kendisi-ne örnek alacak, onun bildiklerine gıpta edecek, İslâmî ilimlere merakı artacaktır. Yine böylece Rabb’inin kelâmını, hocasının örnek aldığı Allah Rasûlü’nü diğer İslâm büyüklerini de kendiliğin-den sevecektir. Kim bilir bu sayede Kur’an Kursu ortamından herhangi bir sebeple uzak yaşayan birçok ailenin çocuklarından oluşan okul ve ma-halle arkadaşlarına bu sevgisinden bahsedecek; onun özlemle andığı mutlu yaz günlerine diğer-lerinin de ilgisi çekilecektir. Altın tavsiye gerçek-ten de altınmış değil mi?

Okullar kapanınca, ana babalar ne ederiz, na-sıl ederiz, oğlum, kızım nasıl yaz tatilinde ne ya-pacak derdine düşüyor. Çocuk evde mi kalacak? Sabahtan akşama televizyon, bilgisayar ve tele-fonla mı meşgul olacak, sokakta onun bununla mı oynaşacak derdi sardı. Bir eğitimci olarak eği-timin, kesintisiz olması hâlinde, kazanılan bilgiler kalıcı olacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Yoksa okulda aldığı eğitim kesintiye uğrar ve öğrendik-lerini unutur.

Bir de okullardaki ahlâkî eğitim, çocuğun iyi insan olması için yeterli olmuyor. Bu eksiklik cami gibi bir ortamda, din görevlisinin nezaretin-de giderilirse, çocuk olumlu yönde gelişir. Çocuk iyi şeyler öğrenir. İyi şeyler öğrenmeyenler, kötü şeyler öğrenir, kötü alışkanlıklar edinir, kötü ar-kadaşlıklar kurar.

İnsanı sapıtmak için yemin eden şeytan daha çok çocuklara musallat oluyor. Boş olanı, boş şeyler yapanı azdırıyor, sapıtıyor. Yazın ana baba çocuğunu takip edemiyor. Çalışan ana babalar çocuklarına hiç hükmedemiyor. Çalışmayan ana babayı çocuk, istediği gibi bir yalanla kandırıyor.

Şu bir gerçek ki, çocuklarımız ve gençlerimiz tehdit altındadır. Etrafında korkunç tuzaklar var-dır. Başka taciz, tecavüz, çocuğu tuzağa düşüren avcı denilen kötü arkadaş, sigara, alkol, uyuştu-rucu alışkanlığı olmak üzere çocuğu mahveden

tehlikeler yaygındır. Telefon ve internet tuzağını da unutmamak gerekir.

Bugün gençlerin en büyük hastalığı mane-viyatsızlık hastalığıdır. Ana babalar aman hasta olmasınlar dediği kadar aman ahlâksız olmasın demedikleri sürece, bedeni sağlam, karnı tok ama beyni, ruhu aç çocuklar yetiştirmek zorun-da kalırlar. Ne yazık ki, ağlayan gençler ve ah vah diye feryat eden ana ve babalar görmeye daha çok devam ederiz. Kalıp doyunca iş bitti sanıyo-ruz. Kalp doymadan olmuyor. Beyinler doymazsa yırtıcı hayvanlardan daha fazla canileşen insan-lar görmeye devam ederiz. Dört ayağı kesilen hayvanlara, masum Eylül ve Leylaların yürek-lerimizi dağlayan görüntülerine acı acı bakarız. İnanç ve ahlâk zayıflığı en büyük hastalık hâlini aldı günümüzde...

Rabb’imizin emaneti olan yavrularımız, eği-tim-öğretim maratonlarının bir yılını daha bi-tiriyorlar... Ne zamandır iple çektikleri yaz tatili sırada şimdi... Yoğun ders, ödev ve imtihanlarla yorgun düşen çocuk ve gençler, sağlık, sıhhat ve neşeyle geçirirler tatillerini...

Yaz tatili, ailelerin bir arada vakit geçirebilme-leri açısından pek çok imkânı barındırıyor. Çoğu zaman bu büyük nimet ve fırsatlar, yaz tatili bi-tince farkediliyor ve “Hay Allah, tatil de ne çabuk geçti; hiçbir şey anlamadık; keşke planlı davran-

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba78 79

Page 42: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

BohçasıKalp

KÜLTÜR Hilâl OTYAKMAZ

Bir kalbimiz var, bunu unutmamalıyız. Dün-ya adına her şeyimizin dört dörtlük olması için nice mücadeleler verirken kalbimizi ne

kadar çok yoruyoruz. Peki, sükûneti için neler ya-pıyoruz? Kalb, Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri’nin ifadesi ile geniş bir şâr’dır. O şehirde çeşit çeşit bohçalar vardır ki, herkes dilediği bohçayı alır;

saygı, sevgiyle dünya yürüyüşüne devam eder. Maksat kendinde var olan bohçayı bilebilmek ve o bohçanın hakikatlerine aldığın nefes dâhilinde nail olabilmektir. Kalbin sürekli bir haşir neşir, kevn ü fesat, nehy ve isbat hazırlıkları içerisinde her an-ı daimde dirilişler ile meşguldür. Hakk’ın sana sunduğu bu hediye bohçalarının ne kada-

rını fark etmektesin? Unutma! Farkındalığın ile varlığa ispatsın. Bu ispat için biraz kalp bohçasını seyr ü sefere çıkalım. Bakalım neler ile karşıla-şacağız?

Öncelikle sana emanet edilen ve seni Rabb’ine daim yakîn kılan kalbini keşfet. Bu keşifte nefsin mi sana hükmediyor yoksa sen mi ona? Yüce Yaratıcı’nın sana muhabbet ile sürekli o güzel mekândan baktığını hisset, nefsinden uzaklaş-maya bak. Kalbine; sükûnet, tefekkür, tevekkül, takva, muhabbet, ihlas, murakabe, aşk u şevk, rıza güzelliklerini oku, öğret, zikret. Kalbin bu şe-kilde özüyle buluşmanın muhabbeti ile zamanla saflaşacak ve mekânını Hak ile sonsuzlaştıracak-tır. Herkes kalbinin bohçasına göre alacağını alır, göreceğini görür. Bu yüzden kalbinin sürekli Hak ile olduğunu unutma. Bohça açıldıkça doğru bil-diğin yanlışlar seni rahatsız edecek ve bunlardan da uzaklaşacaksın. Sürekli kalbin ve aklın ile gü-zel niyetlere gireceksin ve bohça içinde bohçalar açılacak katman katman. Sonra şer bile gözüken her olayın Hakk’ın cevelanında olduğunu, şer ol-madığını kalbin ile öpeceksin. Rabb’e âşık kula ne cevr vardır ne kahır. O, olanı Hakk’tan lütuf olarak görür. Kalbinde herkesi tevhitleyeceksin ki bohçan açılsın. Hüküm yok, ayrım yok. Sadece kalbine dön, kendini oku, kendine bak ve istika-metin ile dürül. Ya Hâkim’in kalb bohçana olan hâkimiyeti ile O’nun isteklerini diri tutmayı öğre-neceksin. Tevhit şuurunda kalbinin senden sıyrı-lıp hakikati ile buluştuğunu gör. Hakk’ın nakşolu-nan esma ve sıfatları ile coşup taştığını, insanlığa selsebil olduğunu yaşa. Yanma, yıkanma, esma ve sıfat tecellilerine an-ı daimde hazır hâlde ola-bilme, kesretten vahdete doğru seyr ü seferler, Miraçlar…

Unutma, kalb bohçan dünyadaki ümidin, ça-ban, sabrın, aşkın ile gelişir. Rabb’inin her anda “Külle hüve fi şe’n/O, her an yeni bir iş hâlindedir.” (55/Rahman, 29) Dirilişleriyle her şeyi oldurabilece-ğini unutma. O, Allah’tır, O’nun için oldurmak zor değildir. Olmaması senin kalb bohçanın gelişimi içindir. Hikmetleri görmek gerektir. O’nun ile ol-duğun her an, diridir. Gerisi ölüdür. Kalbini “Ya

Mütekellim” ismi ile Rabb’i ile konuştur. O zaman kalbin yıkanır, dürüst hâle gelir, sadık olur. Ma-lik Bin Dinar Hazretleri’nin menkıbesinde olduğu gibi: O eşi bulunmaz inci, bir gün Fatiha Suresi’ni okuyordu. Sıra; “İyyâke na’budu ve iyyâke nestein/Yalnız sana ibadet (kulluk) ederiz, yalnız Sen’den yardım isteriz.” ayetine gelmişti. Kalbine diken batmış gibi titredi ve hıçkıra hıçkıra ağladı. Gö-zünün yaşları şebnem damlaları gibi etekleri-ne dökülürken dedi ki: “Eğer bu ayet Allah’ın Kitabı’nda bulunmasa ve okunması emrolunma-mış olsa, asla onu okumazdım!” Sordular: “Ey Hak dostlarının efendisi, neden öyle yapardınız?” Buyurdular ki: ‘Sadece Sana kulluk ederim.’, de-diğim hâlde yakinen biliyorum ki, hâlâ nefsimin kuluyum. ‘Ancak Sen’den yardım dilerim.’ de-diğim hâlde hâlâ onun bunun kapısına koşuyor, teşekkür ve şikâyetlerimi herkese arz ediyorum. Bu nasıl kulluk böyle?

Bu güzellikler bende neden olmuyor diyor-san, dur hele, sabır denilir. Yıllar vardır ki, bir cevabı içinde barındırır. Bu yıllar içinde aşkını kaybetmemek için bohçanı doldurmaya devam et. “Ya Vedûd” muhabbeti ile her bohça yenisine gebedir. Muhabbet ile, en zor görünen müşkü-lat çözülür. Sen yeter ki, muhabbetini canlı, taze tutmayı, kesretlerden yıkmayı bil! Yalnızlaş biraz, kalabalıklardan uzaklaş. Kendini dinle, kalbini dinle. Benliğini terk eyle. Gör bak, kalb cevherin sana ne hikmetler fısıldıyor. Kalbin uruc ve nü-zul fetihleri ile zahir ve batında tekâmüle devam edecektir, sabret.

Sülemî Hazretleri: “Edep, konuştuğunda dili-ni, yalnız kaldığında da kalbini korumaktır.” bu-yurarak aslında her azamızda kalb edebinin var-lığından bahseder. Bu en güzel edep bohçasını Hak ile eyleyen; hem bu dünyada hem de ukbada O’na yakın hâlde olandır. Bu şekilde kalbindeki her hatem, Efendimiz (s.a.v.)’in mühr-ü şerifi ola-caktır, biiznillah.

Rabb’im, kalb bohçalarımızı değerli hazinen-deki hakikatlerine açacak olan Güzeller Güzeli Sen’sin. Bizi Kendin ile her an müşerref eyle, bizi Sen’den bir an cüda kılma. Âmin.

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba80 81

Page 43: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Meşhur Osmanlı âlimi olan Muhammed bin Ali Birgivî 1521 yılında Balıkesir’de doğ-du. Birgi’ye yerleştiği için İmam-ı Birgivî

ismiyle meşhûr oldu. Birgivî’nin babası da âlim bir zât olup, müderris idi.

İmam Birgivî, ilk tahsilini babasından alarak akranlarını geride bıraktı. Yüksek ilimleri öğren-mek için kültürün ve ilmin beşiği İstanbul’a gitti. İstanbul’daki meşhur Semaniyye Medresesi mü-derrislerinden Ahizâde Mehmet Efendi’den, sonra da Kazasker Abdurrahman Efendi’den ders aldı. Büyük bir şevk ve gayretle ilmi öğrenip, Semaniy-ye Medresesi’nden mezun oldu. İcazet/diploma sınavını büyük bir başarı ile vererek, müderrislik rütbesini kazandı ve bir müddet İstanbul medre-selerinde öğretim üyeliği yaptı.

Bu sırada, Bayramiyye tari-katı şeyhlerinden Abdurrahman Karamanî’nin sohbetlerinde buluna-rak tasavvufta da yetişti. Bir ara ho-calarından Abdurrahman Efendi’nin vâsıtasıyla Edirne’de Kassâm-ı Askeri (Miras taksim eden kadı nâibi) vakfi-yesine tayin edildi. Bir müddet sonra bu işten de ayrıldı ve köşesine çe-kilmek istedi ise de, tasavvuf hocası olan Abdurrahman Karamanî’nin ıs-rarı üzerine ders verip vaaz etmeye başladı. Sul-tan İkinci Selim’in hocası Atâullah Efendi, ilimdeki kudretini takdir ederek, Birgi’de yaptırdığı med-resesinin müderrisliğine tayin etti. Bundan sonra bütün günlerini öğrenci yetiştirmek, vaaz vermek ve kitap okuyup yazmakla geçirdi.

Haramlardan sakınmanın önemini ve dünya-nın fânîliğini çok iyi anladığından, dinin emirleri-ni taviz vermeden açıklardı. Zamanın âlimleriyle, yazılı ve sözlü pek çok münazaralara girerdi. Hak bildiğini, ilmî delilleri ile söylemekten hiç çekin-mezdi. Hatta Birgi’den İstanbul’a gelip Sadra-zam Mehmet Paşa’ya nasihatte bulundu. Hanefî mezhebinden olan İmam-ı Birgivî, 1573 senesin-de Aydın’ın Birgi kasabasında vefat etti. Türbesi aynı kasabada bir tepe üzerindedir. Karınca misali durmadan çalışan, araştıran ve yazan Birgivî 30 kadar eser vermiştir. Bunlar arasında en meş-hurları; Tarikât-ı Muhammediye vasiyetname, Avamil, İzhar, Emsile-i Fadliye’dir. İmam Birgivî, insanlığa ilâç olacak reçetesini “Vasiyetnâme”

adlı eserinde yazar: “Kardeşlerime, evlâdıma ve ahiret yolcularına vasiyetimdir ki, Allahu Teâlâ’nın emrettiği şeyleri yapınız. Oruçlarınızı tutunuz. Üzerinize farz oluyorsa hac yapınız. Her Müslü-manın öğrenmesi farz-ı ayin (Allah’ın emri) olan ilmihâl bilgilerini öğreniniz. Âlimlerin sohbetlerine devam ediniz. Allahu Teâlâ’nın ismi anıldığı zaman Teâlâ ve tebâreke veya azze ve celle, sübhânallah celle celâlüh diyerek tazim/saygıda bulununuz. Rasûlullah’ın ve diğer peygamberlerin isimleri anıldığı zaman salavat getirmelidir. Yazarken de bunları açık yazmalıdır. Hocaya hürmet gösteril-melidir. Yol göstermek hâriç, hocanın önünden yürümemelidir. Ondan önce söze başlamamalı ve yanında çok konuşmamalıdır. Hizmetini severek

yapmalıdır. Akrabayı ziyaret etmeli, sıla-i rahmi/akraba ziyaretini terk et-memelidir. Anne ve babanın da hak-larını gözetmeli, onlara karşı yüksek sesle konuşmalı ve kızgın bakmamalı, günah olmayan emirlerini yapmalı-dır. Karşılık verilmemelidir. Komşula-rın haklarını da gözetmeli, kokulu bir yemek pişirince bir miktarını komşu-lara vermelidir. Mümkün olduğu ka-dar komşuların ihtiyacını görmeli ve zarara uğrarlarsa yardım etmeli ve onlardan iyilik gelirse sevinmelidir.

Diğer din kardeşlerini de sevmelidir. Kusurla-rını mümkün mertebe affetmelidir. Dalkavukluk etmemeli, dünyalık ele geçirmek için dini verme-meli, gerekirse müdârâ etmelidir. Müdârâ zararı gidermek için olur. Çok gülmekten, faydasız ko-nuşmaktan sakınmalıdır. Alış-verişte dinin emirle-rine uymalı ve cemaate devam etmelidir. Duaya, Allahu Teâlâ’ya hamd ve senâ ile ve Resulüne salât ve selâm ile başlamalıdır. Dua ederken bütün mü-minlere dua etmeli anneyi babayı ve iyilik gördüğü kimseleri de dualarında anmalıdır. Yalvararak gizli dua etmelidir, âcizliğini ve günahlarını düşünerek ağlamalıdır. Allahu Teâlâ’dan; istikâmet (doğru-luk), af, âfiyet, rıza ve muvaffakiyetini istemelidir. İmanın gitmesinden korkup, daima son nefeste iman ile gitmeyi istemeli, İslâm nimetine her za-man şükretmelidir. Çoluk-çocuğuna lâzım olan din bilgilerini öğretip, onları İslâmiyet’e uymayan şey-lerden korumalı ve sakındırmalıdır. Çocukları yedi yaşına girdiklerinde namaz kılmazlarsa döverek kıldırılmalıdır. Daima istiğfar/tevbe etmelidir…”

İmam-ı Birgivî

KÜLTÜR Muammer YILMAZ

“Kardeşlerime, evlâdıma ve ahiret yolcularına vasiyetimdir ki, Allahu Teâlâ’nın emrettiği şeyleri yapınız. Oruçlarınızı tutunuz. Üzerinize farz

oluyorsa hac yapınız. Her Müslümanın öğrenmesi farz-ı ayin (Allah’ın emri) olan ilmihâl bilgilerini öğreniniz.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba82 83

Page 44: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Mahallede, okulda, askerde, işte ve muh-telif yerlerde tanıdığımız, eşit şartlar-da, aynı ortamları paylaştığımız ve in-

sana olan saygımızın bir gereği olarak, kişiliği-nin özel oluşunu kabul edip saygı duyduğumuz kimselere arkadaş deriz. İnsanlar, çevresinde tanıdığı kimselerden bazılarını, kendisine yakın bularak ilişkiyi özelleştirme ve özel duygularını paylaşma ihtiyacı duyarlar. Arkadaşlarımız ara-sından beğendiğimiz ve ikili ilişkileri samimiyet ölçülerine göre geliştirdiğimiz kimselere de dost deriz.

Dostluk, aralarında inanç, duygu, düşünce ve gaye benzerliği olan ve birbirini içtenlikle seven iki veya daha fazla insanın, herhangi bir menfa-at gözetmeden samimiyet esasına göre kurdu-ğu yakın arkadaşlıktır.

Arkadaşlar kısmetimiz, dostlar tercihimizdir. Arkadaşla o anı, dostumuzla geleceği paylaşırız. Arkadaşla fizik gücümüz, dostla ruh gücümüz işbirliği hâlindedir. Arkadaşa elimizi, dostumu-za kalbimizi veririz. Arkadaşı biz seçeriz, dost bizi seçer. Arkadaşı gerektiğinde biz değiştiririz, dost ise bizi değiştirir. Bu sebeple dostlarımız, fazilet yönünden ya dengimiz ya da bizden daha kıdemli kimseler olmalıdır. İyi bir dost, yüzlerce öğretmen kadar eğitici ve öğretici, bir ebeveyn kadar geliştirici ve koruyucu ve karizmatik bir lider karar sürükleyici ve dönüştürücü bir etkiye sahiptir. Dostun dost üzerindeki etkisini Sevgili Peygamberimizin şu mübarek beyanı çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

“Kişi dostunun dini üzeredir. O hâlde sizden bi-risi seçeceği dosta dikkat etsin.”1 Bu hadis-i şerif-te dostluğu, “halil” kelimesi ifade ediyor. Allahu Teâlâ insanlığın atası İbrahim Peygamber’e de “halilim!” demişti. (İbrahim Halilullah)

Dostluk, ilahî bir nimettir. Kalplerin birbiri-ne yaklaşması ve insanların kardeş gibi birbir-leriyle dost olmaları Allah’ın lütfu sayesinde olmuştur.2 Dostluğun yaratıcısı olan Allah, aynı zamanda dostluğun en iyi uygulayıcısı ve dost-luk ilişkisinin en sadık tarafıdır. Bu ulvî dostlu-

ğun diğer tarafında ise mü’minler vardır.3 Allah bu durumu bizzat kendisi söyle haber veriyor:

”Allah’a sarılın. O sizin Mevla’nızdır. O ne güzel Mevlâ’dır.”4 Bu ayetlere istinaden biz mü’minler de, Allah’ı anarken bazen de “Yüce Mevla’mız” diyoruz. Bu tabir, en büyük dost ve yardımcı an-lamını ifade ediyor. Fakat Allah’ın bizimle dost-luğu, halil düzeyinde değil velayet düzeyindedir. Yani “Allah mü’minlerin velisidir.” denildiğinde bununla Allah’ın mü’minlere olan yakınlığı kas-tedilir ve mü’minlerin sahibi ve yardımcısı oldu-ğu ifade edilir.

Mü’minlerin dostları/velisi “Ancak Allah, (Onun) Rasûlü ve rükû yapan, namaz kılıp, zekât veren mü’minlerdir.”5 İman edenler ve dav-ranışları dinî ölçülere uygun olanlar, Allah’ın dostluğuna layık olan kimselerdir. Böyleler için herhangi bir korkuya yer yoktur, bunlar üzülen-lerden de olmayacaklardır. Allahu Teâlâ, dostla-rına dünya ve ahiret müjdesi ve mutluluğu va’d etmektedir.6

Allahu Teâlâ, mü’minlerin birbirleriyle olan dostluğunu da şu ayetle tescil ediyor:

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirle-rinin dostlarıdır. Onlar birbirlerine iyiliği emreder ve kötülükten alı korlar. Namazı dosdoğru kılarlar ve zekâtı verirler.”7 Allah ahiret günü şöyle ses-lenecek: “Benim için birbirini sevenler nerededir? Onları, gölgemden başka hiçbir gölgenin bulun-madığı şu günde gölgelendireceğim.”8

Dostları birbirine bağlayan sevgidir. Dostlu-ğun derecesi aradaki sevginin gücü kadardır.

EĞİTİM Mukadder Arif YÜKSEL

“İyi bir dost, yüzlerce öğretmen kadar eğitici ve öğretici, bir ebeveyn kadar geliştirici ve koruyucu ve karizmatik bir lider karar sürükleyici ve

dönüştürücü bir etkiye sahiptir.”

Dostluğa Dair “Dostluğun yaratıcısı olan Allah, aynı zamanda dostluğun en iyi uygulayıcısı ve dostluk ilişkisinin en sadık tarafıdır. Bu ulvi dostluğun diğer tarafında ise mü’minler vardır.”

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba84 85

Page 45: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Dostluğun dünyevî mükâfatı, dayanışma ve

mutluluk, uhrevî mükâfatı ise Cennettir. Dost-

luğu bir ağaca benzetecek olursak, çekirdeği

sevgi, gövdesi ve dalları iyilik, meyvesi ise mut-

luluktur. Bu ağacı sulayan, besleyen ve gelişti-

ren gıda da yine sevgidir. Dostumuz anlamına

gelen Mevlâna unvanını, ziyadesiyle hak eden

Mevlâna, dostluğun faydasını şu veciz sözleriyle

ifade ediyor: “Aklın varsa bir başka akılla dost ol

da, işlerini danışarak yap.”, “Gönlü aydın bir kişi-

ye ram olmak, padişahlara taç olmaktan iyidir.”

Dostlar, duygu ve düşüncelerini paylaşarak

birbirlerini ve kendilerini geliştirmenin dışında

somut bir takım faydaları da gönüllü olarak

birbirlerine armağan ederler. Peygamberimiz

(s.a.v.) iyi bir dostun faydasını ve kötü arkadaşın

zararını şöyle bir örnekle açıklamıştır:

“İyi bir arkadaş, misk satıcısına benzer. Sana

miskini sürmese de kokusunu hissedersin. Kötü

arkadaş da körükçü gibidir. Sana körüğün isi do-

kunmasa bile dumanı isabet eder.”9 Dostu vesile-

siyle doğru yolu bulmuş ve dostu yüzünden sa-

pıtmış insanların sayısı hiç de az değildir. Bazen

şeytan ve şeytana uymuş kimseler, iyileri dos-

tane bir yaklaşımla ve masumane gibi görünen

telkinlerle aldatmaya çalışır. Çirkin işleri telkin

eden birisi, olsa olsa Şeytan veya onun işbir-

likçisi olabilir. Oysa şeytan hain bir dosttur ve

dostlarını sadece ateşe sürüklemektedir.10

Kötülükte ısrar olmadığı sürece bir kusurun-

dan dolayı dost terk edilmez. “Hatasız dost ara-

yan dostsuz kalır.” Herkes hayatının bir yerinde

önemli hatalar yapmıştır. “Kötülüğe kötülük her

kişinin, kötülüğe iyilik er kişinin vasfıdır” derler.

Dostluğu ancak er kişiler kurabilir ve yaşatabi-

lirler. Bu gerçeği şu ayet-i kerimeden daha gü-

zel anlatan başka bir ifade yoktur: “İyilikle kö-

tülük bir olmaz. Sen( kötülüğü) en güzel şekilde

önle. O zaman seninle aranda düşmanlık bulunan

kimse, sanki candan bir dost olur.”11

Nedense dost deyince hep dışarıdaki samimi

arkadaşlar akla geliyor. Oysa en yakın dostu-

muz, sevgili eşimiz olmalıdır. Çünkü onunla, hiç

kimseyle olmadığı kadar hayatı paylaşıyoruz.

Annemiz, babamız ve çocuklarımızla da dost

olduğumuzda, başarı ve mutluluk yolunda bü-

yük bir mesafeyi kat etmiş olacağız. Aile içinde hizmetlerin dostça yürütülmesi, ilişkilere sıcak-lık ve içtenlik katar. Bu durumda en zor işleri aşmak için verilen çaba bile insana zevk verir. Öte yandan kaderin cilvesiyle aynı mekânı pay-laşmak durumunda kalanların arasındaki yakın-lık, hukukî ve biyolojik yakınlıktan ibaret kalır. İlişkiler, zoraki ve bencilce cereyan eder.

Aile bireyleri dışında, sırasıyla akraba, kom-şu ve iş arkadaşlarımızdan bazılarını ya ken-dimize yakın bulduğumuz için bizzat kendimiz seçeriz ya da iyi niyetli ilişkiler ve faydalar ne-ticesinde dostluk zamanla kendiliğinden oluşur. Dost, dostunun gönüldaşı, dost çocuklarının amcası, dayısı, halası ve teyzesi, dost eşinin ağabeyi ya da ablası, dost babasının evladıdır. Anne ve babamızın dostları, dolayısıyla bizim de dostlarımızdır. “Ölen babam için ne yapabi-lirim?” diye soran bir sahabiye Peygamberimiz (s.a.v.), “Babanın hayattaki dostlarını ziyaret et”12 tavsiyesinde bulunmuştur.

Dostlar birbirlerine elbette yardımcı ola-caklardır fakat sırf çıkar sağlamak için kurulan dostluklar iyi niyetten uzak olduğu için hiçbir değer ifade etmez ve böylesi dostluklara men-faat çetesi demek daha uygun olur. Birbirleri-ne kötü işlerde yardımcı olanlar, aslında uzun vadede birbirlerine ihanet etmektedirler. Allah, “Muttakiler müstesna (dünyada iken kötülükte) dost olanlar o gün birbirlerine düşman kesilir-ler.”13 buyuruyor. Yürümeyen ve bozulan dostluk ilişkilerini incelerseniz temelinde mutlaka bir çıkar çatışması olduğunu göreceksiniz. O hâlde dost seçerken dostumuzun, imanlı, samimi, il-keli ve şahsiyetli kimseler olmasına özen gös-termeliyiz.

Gerçek dost bulmak zor, kaybetmek kolaydır. Gerçek dost her türlü fedakârlığa layıktır. Dost arayanlar önce kendisiyle dost olmalıdırlar. Kendisine dost olamayanlar başkasına hiç dost olamazlar.

Dostluğun gereğini ve ilkelerini maddeler hâlinde de belirtecek olursak:

1. Dostluk, iman ve sevgi gibi duygusal bir ihti-yaçtır.

2. Gerçek dost (Mevlâ) Allah’tır. İlahî ölçülere göre Allah’ın dostu olanlar dolayısıyla bizim de dostumuzdurlar.

3. Dostluk sevgi ve samimiyet temeli üzerine kurulur ve müspet olan her konuda karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma ile devam ettiri-lir. Kötülükte yardımlaşanlar gerçekte birbir-lerine ihanet etmektedirler.

4. Birbiriyle dostluğa en fazla muhtaç olanlar aile bireyleridir.

5. Dostlar, birbirlerini tamamlayarak kendileri-ni geliştirirler. Bu esnada ortaya çıkan kolek-tif mutluluk, içinde yaşadıkları toplumun da huzur ve güvenine katkı sağlar.

Sevgi yurduna dostluk treni ile gidilebiliyor ve sevgi yurduna sadece dost olanlar kabul edi-liyorlar, selam ve esenlik yurdu olan cennete de.

Dipnot1. Nevevi, Riyazu’s-Salihin, I/398.2. Bkz: 3/Al-i İmran, 103.3. 2/Bakara, 257; 47/Muhammed, 11.4. 22/Hac,78; 66/Tahrim, 2.5. 5/Maide, 55.6. Bkz. 10/Yunus,62-64.7. 9/Tevbe,71.8. Nevevi, a.g.e. I/409.9. Mişkat’ul-Mesabih,5010.10. 22/Hac, 4.11. 41/Fusilet,34. 12. Nevevi, a.g.e I/374.13. 43/Zuhruf, 67.

Foto: Ayhan İŞCEN

ağus

tos/

2018

somuncubaba somuncubaba86 87

Page 46: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

Derginizin, elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

Visan İktisadi İşletmesiZâviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad.

No: 71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00

Gsm: (546) 544 60 44 Faks: (422) 615 28 79

[email protected] www.somuncubaba.net

2018 yılında aboneliğinizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.

Onların da abone olmasını sağlayın.

Aile ve ÇocukEkiyle Birlikte

Yıllık Abone Bedeli

140

2018 Yılı

Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068Ziraat Bankası TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01

Vakıf Bank TR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58Halkbank TR 49 0001 2001 4740 0010 1000 23

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen arayınız.

Adı / Soyadı:

Kurum Adı:

Ünvan:

Dergi Teslim Adresi:

Posta Kodu: Şehir

Telefon:

Faks:

E-posta:

Vergi Dairesi: Vergi No:

Abone Başlangıç Tarihi: İmza:

Faturayı adıma kesiniz

Faturayı şirket adına kesiniz

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.Türkiye : 140 Avrupa: 80 Euro ABD: 110 USD

(0422) 615 15 54444 36 61

ABONE İLETİŞİM HATTI

(0546) 544 60 44

Tasavvuf ve MenakıpMehmet Bahâeddin EfendiMüellif: Mehmet Bahâeddin Efendi (Tokatlı Mustafa Hâki Efendi (k.s.)’nin oğlu)

Çeviren ve Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Halil İbrahim ŞİMŞEK

Karton Kapaklı, 16x24cm, 304 sayfa ISBN: 78-9944-774-45-1

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Örnekliğinde Güzel Ahlâk

Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM

Karton Kapaklı, 14x21cm, 331 sayfa

Güncel Dinî Konular veFıkhî Hükümler

Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN

Karton Kapaklı, 14x21cm, 414 sayfa

Gönül Dostlarının Dilinden Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) ve Hamid Hamideddin Ateş Efendi

Musa TEKTAŞ

Karton Kapaklı, 14x21cm, 368 sayfa ISBN: 978-9944-774-44-1

ISBN: 978-9944-774-43-7

ISBN: 978-9944-774-46-8

“Ailede” Karşılıklı Hakve Sorumluluklar

Hatice AKKAYA

Peygamberimiz ‘in (s.a.v.)Halası Safiye BintiAbdulmuttalib (R. Anhâ)

N. Nida DURAN

“Anne-Baba”Sevgisi

Sümeyye Büşra YILDIZ

“Çocuklara”Yalan SöylemeyiKim Öğretiyor?

M. Emin KARABACAK

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı - VİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No: 71 (44700) Darende / MALATYATel: (422) 615 15 00 - Faks: (422) 615 28 79

www.somuncubaba.net

Aile Eki

ÇIKTI

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44

Page 47: Enver ŞENGÜL - Somuncu Baba Dergisi...Enver ŞENGÜL Musa TEKTAŞ ... Babasının, Şeyh Ebu’l-Vefa için yaptırdığı gibi kendisi de Şeyh Şemseddin Buharî için bir tekke

www.somuncubaba.net

AYLIK

İLİM K

ÜLTÜ

R V

E EDEB

İYAT DER

GİSİ

AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 214 • AĞUSTOS 2018 • Fiyatı: 12 TL

214

0 0 2 1 4

Maddî ve Manevî İyilik: “İhsânda Bulunmak”

Aşkla YanıpYeniden Varolmak

Başkalarına Gönülde Yer Açmak

Sofu, Âlim ve Mucit Padişah II. Bâyezîd

Edirne Sultan II. Bâyezîd Darüşşifası

Enver ŞENGÜL

Musa TEKTAŞ

Enbiya YILDIRIM

İsmail ÇOLAK

Ramazan ALTINTAŞ