gÖnÜlden esİntİler - terzi baba...4 Ön sÖz: evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu...

266
1

Upload: others

Post on 14-Feb-2020

6 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

1

Page 2: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

2

GÖNÜLDEN ESİNTİLER:

KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK

(68-1) NAMAZ-SÛRELERİ 82-İnfitar. 93-Duhâ. 94-İnşirâh. 95-Tîn. 96-Alâk. 97- Kadr. 98- Beyyine. 99- Zilzal. 100-Âdiyat. 101- Karia. 102- tekâsür Sûreleri.

NECDET ARDIÇ TERZİ BABA

İRFAN SOFRASI NECDET ARDIÇ

TASAVVUF SERİSİ (68-1)

Page 3: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

3

SAYFA NO

İÇİNDEKİLER:…………………………………………………………………(1)

ÖN SÖZ:………………………………………………………………………….(2)

82 İnfitar Sûresi……….…………………………….....................(3)

93-Duhâ Sûresi…………………………………………………………….(35)

94-İnşirâh Sûresi………………………………………………………….(64)

95-Tîn Sûresi………………………………………………………………..(90)

96-Alâk Sûresi…………………………………………………………….(113)

97- Kadr Sûresi…………………………………………………………..(161)

98- Beyyine Sûresi……………………………………………………..(185)

99- Zilzâl Sûresi………………………………………………………….(193)

100-Âdiyat Sûresi……………………………………………………….(228)

101- Karia Sûresi……………………………………………………….(237)

102- tekâsür Sûrsi……………………………………………………..(246)

1

Page 4: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

4

ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz ederim. Bu dünya da en büyük kazanç burasını, bu âlemi şehâdet-i, gerçekten müşahede ederek yaşayıp geçirmek ve kendini tanımayı bilmek olacaktır. Kûr’ân-ı Kerîm’de (yolculuk) adlı sohbetlerimizin bazılarını vakit buldukça yazıya geçirtip daha sonra vakit buldukça kitap haline dönüştürmek için çalışmalar yap-maktayız. Onlardan bazılarıda, namaz sûreleri de olan. (82- İnfitar. 93-Duhâ. 94-İnşirâh. 95-Tîn. 96- Alâk. 97- Kadr. 98- Beyyine. 99- Zilzal. 100- Âdiyat. 101- Karia. 102- tekâsür. Sûreleridir.)

Nihayet vakit bulup bunların da aslını pek değiştirme-den o günlerde yapılan sohbet mertebesi itibarile ve bazı ilâveler yaparak düzenlemeye çalıştım. İçinde bir hayli mevzular olan bu Sûre-i şeriflerin zâhir bâtın nûrundan bu dünyada iken yararlanmaya gayret edelim. Cenâb-ı Hakk’tan bu hususta her kez için başarılar niyaz ederim.

Sevgili okuyucum, bu kitabın tüm oluşumunda emeği ve hizmeti geçenleri saygı ile yadet, geçmişlerine de hayır dua et, ALLAH (c.c.) gönlünde feyz kapıları açsın. Yarabbi; bu kitaptan meydana gelecek manevi hasılayı, evvelâ Efendimiz Muhammed Mustafa, (s.a.v.) in ve Ehl-i Beyt Hazaratı’nın rûhlarına, hediye eyledim kabul eyle, haber-dar eyle, ya Rabbi.

Muhterem okuyucularım; yine bu kitabı da okumaya başlarken, nefs’in hevasından, zan ve hayelden, gafletten soyunmaya çalışarak, saf bir gönül ve Besmele ile okuma-ya başlamanızı tavsiye edeceğim; çünkü kafamız ve gön-lümüz, vehim ve hayalin tesiri altında iken gerçek mânâ da bu ve benzeri kitaplardan yararlanmamız mümkün ola-mayacaktır. Gayret bizden muvaffakiyyet Hakk’tandır. Terzi Baba Tekirdağ.

2

Page 5: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

5

82 -İNFİTAR SURESİ:

حیم حمن الر سم هللا الر بEUZÛ BİLLÂHİ MİNEŞ ŞEYTANİR RACÎM

BİSMİLLAHİR RAHMÂNİR RAHîM:

-------------------

Sure adını, birinci ayetteki “infitar” kelimesinden alır. İnfitâr, yarılmak demektir. Göğün yarılmasından (infitar) bahsettiği için bu isimle anılmıştır. Sûre, bazı kaynaklarda "İnfetarat" ve "Münfatıra" isimleriyle de anılır.

Bu sure ile önceki Tekvir sûresi kıyamet günü ve o günde olacak korku verici büyük hadiselerle ilgilidir. Peygamberimiz, gözüyle görüyormuşçasına kıyameti anla-mak isteyen kişinin Tekvir, İnfitar ve İnşikak sûrelerini okumasını söylemiştir.

19 ayetten oluşan İnfitar suresi, Mekke’de inmiştir.

Hem mushaftaki sıralamada, hem nüzul sırasına göre 82. suredir. (Hasenât)

-------------------

Sûre-i Şerif’in, kısaca sayı değerlerine bir göz atalım.

(82) Mushaf sıra numarası.

(82) Nüzül sıra numarası.

(42) Alfebetik sırası.

(30) Cüz sırası.

(19) Âyet, sayısı.

(19) Fasıla harfleri.

(274) Genel toplamdır.

3

Page 6: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

6

Rakkamları tek tek toplarsak.

(2+8+2+8+2+4+3+9+1+9+1+2+7+4=(62)

Bu sayı değerlerinin birçok bağlantıları vardır ancak fazla vaktinizi almamak için sadece genel sayıları vermekle yetinelim.

-------------------

Fasılası : ت ، م ، ك ، ن ، هـ harfleridir.

(Kef) ك ,harfi (8) adet (nun) ن ,harfi, (1) adet (He) هـ

harfi (2) adet, م (mim) harfi (3) adet, ت (te) harfi (5)

adettir.

Böylece (he) hüvviyyet-i İlâhiye ye, sekiz adet (nun) her mertebede nur-u İlâhiye ye, iki adet (kef) zâhir bâtın “kün” ol emrine, üç adet (mim) harfi üç yakîn mertebelerine, beş adet (te) harfi beş mertebenin tevhidine işarettir diyebiliriz.

-------------------

Sûre-i Şerifin sayı değerlerine bir göz atalım.

ر ) ”Sûre ismi, “elif-13” “nun-50” “fe-80 (İnfitar) ( انفط“tı-9” “r1-200” harf ve değerlerinden oluşmaktadır. Bunla-rı toplarsak! (13+50+80+9+200=352) (3+5+2=10) dur.

Diğer yönden kelimenin kökeni, (ف ط ر) (Fe-ta-ra-) dır. Bu şekilde bakarsak, (“fe-80” “tı-9” “r1-200”) (80+9+200=289) (2+8+9=19) dur.

Hem mushaftaki sıralamada, (82) (8+2=10) hem nüzul sırasına göre (82) suredir. (8+2=10) dur.

4

Page 7: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

7

19 ayettir. (1+9=10) Görüldüğü gibi bu küçük hesaplamalardan, dört adet

(10) iki adet (19) sayısı oluşmaktadır. Ayrıca daha birçok sayı değerleri vardır, ancak fazla zamanınızı almamak için bunları ana hatlarıyla görmüş olalım.

Bilindiği gibi (10) sıfat İseviyyet mertebesini ifade etmektedir. (19) un ise İnsân-ı Kâmili ifade ettiği ma’lûmdur. Hâl böyle olunca bu sûre-i şerifin sıfat İseviyyet mertebesi itibari ile değerlendirilmesi gerçeği ortaya çıkmaktadır. Ancak burada ki İnsân-ı Kâmil ifade ve değerlendirilmesi, sıfat mertebesinin hakikatlerinin ortaya çıkmasıdır. Âyet-i kerîmenin içinde geçen kıyamet bilgileride bunu göstermektedir.

İrfaniyet yönüyle kıyamet tarif edilirken, “kıyamet zâtın zuhuru sıfat saltanatının sönüşüdür” diye belirtilmiş-tir. Bu da sıfat mertebesinin zat mertebesine perde olduğu, kıyam’et hükmü ile idrakinde ayağa kalkan kişi üzerinde bulunan sıfat binasını kıyamet ifadesi ile yıktığında geriye zât- kalacaktırki, bu da (İnfitar/çatlamak patlamak) olarak ortaya çıkmaktır.

Bu kısa girişten sonra, ilgili mevzuun sohbet kayıtların-dan, sûre-i şerîfin varlığında, yolculuğumuza çıkmaya başlayalım. Cenâb-ı Hakk bu idrak yolculuğumuzda anla-ma kolaylıkları nasib etsin İnşeallah. T.B.

-------------------

Mealen.

1- Gök çatladığı vakit,

2- Yıldızlar döküldüğü vakit,

3- Denizler yarılıp akıtıldığı vakit,

4- Kabirlerin içi dışına getirildiği vakit,

5- Herkes neyi önünden gönderdiğini ve neyi geri bıraktığını bilir.

5

Page 8: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

8

6- Ey insan! İhsanı bol Rabb'ine karşı seni aldatan nedir?

7- O Allah ki seni yarattı/halketti, seni düzgün yapılı kılıp ölçülü bir biçim verdi.

8- Seni dilediği her hangi bir şekilde parçalardan oluşturdu.

9- Hayır hayır, siz cezayı yalanlıyorsunuz.

10- Oysa üzerinizde koruyucular var.

11- Değerli yazıcılar,

12- Onlar, siz her ne yaparsanız bilirler.

13- Şüphesiz ki iyiler nimet içindedirler.

14- Kötüler de cehennemdedirler.

15- Ceza günü ona girecekler.

16- Onlar o cehennemin gözünden kaçamazlar.

17- Ceza gününün ne olduğunu sen bilir misin?

18- Evet, bilir misin nedir acaba o ceza günü?

19- O gün, hiç kimsenin başkası için hiçbir şeye sahip olamadığı gündür. O gün buyruk yalnız Allah'ındır.

-------------------

Bismillâhirrahmânirrahîm.

“Rabbi zidniy ilmâ.” “Ya rabb-i ilmimizi ziyadeleştir.”

-------------------

ت ء ا ذا ا ا

(82/1) - İzes semâun fetarat. (82/1) - Gök yarıldığı zaman,

-------------------

6

Page 9: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

9

Bu akşam 1 Mayıs 01.05.2002 Çarşamba akşamı. İzmirde sohbetimize devam ediyoruz. Sohbet konusu İnfitar Sûresi, ve daha sonra namaz sûreleri, vaktimiz kaldıkça olacak. Cenâb-ı Hakk’tan niyazımız yine her zaman belirtmeye çalıştğımız gibi, Kûr’ân-ı Azimüşşan’ı okurken bizim anladığımız beşeri mânâda tahsil etmek değil, onun bilgisini, Cenâb-ı Hakk evvelde nasıl hangi şekilde kurguladı ise, hangi kelimeye hangi mânâyı yükle-di ise, o mâ’nâları öylece idrâk etmeye, gayret ederek çalışmalıyız. İnşallah Rabbımızdan onu niyaz etmeye çalışıyoruz.

Buna te’vil diyorlar. Te'vil, yâni evveli, Cenâb-ı Hakk Levhi Mahfûz’da, hangi mânâ üzerine âyetleri bina etmiş ise, mümkün olduğu kadar o hakîkatine yaklaşarak, idrâk etmemizi niyaz edelim. Aksi halde Kûr’ân-ı Kerîm’in sadece sûretini okumuş oluruz. Özüne ve dolayısıyla kendi özümüze ulaşamamış oluruz. İşte bütün Kûr’ân-ı Kerîmin sûrelerine, âyetlerine, satırlarına, kelimelerine, hecelerine ve harflerine bu şekilde bakmamız, ve bunların hepsinde yüklü olan mânâları anlamamız gerekmektedir. Ancak böyle dikkatli bir çalışma ile, dikkatli bir anlayışla baktığı-mızda ufkumuzun ne kadar geliştiğini ve genişlediğini göreceğiz inşallah.

Diyerek böylece yolumuza devam edelim. Şimdi biraz daha onu incelemeye çalışalım. Yalnız burada akşamki Tekfir suresinde olan bazı oluşumlar var içerisinde, bazı benzeri âyetler var akşam gördüğümüz için onları kısaca geçeceğiz,.

-------------------

Bismillâhirrahmânirrahîm.

(1) Gökyüzü çatladığı/ yarıldığı, zaman.

-------------------

Akşamda bu ve benzeri âyet geçmişti. Yine biz bunu,

7

Page 10: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

10

kıyamet yaklaştığında gökyüzünde oluşacak birçok fiziki ve fiili hallerin bazılarının, bu şekilde bildirilmesi. Gökte âyet olan, bazılarının bildirilmesi. Hani daha evvelce Tebareke-i Şerifte,

“bak bakalım gökyüzünde bir çatlak bir tefavut bir uygunsuzluk görebilecek misin?” (67/3)

Diye ikaz edildiği halde, ve arkasından da “tekrar, tekrar bak,” burada kendini bilen insan için, bizim başımızda, bizi saran hayâli birşey bulamayacaksın denildiği halde, burada ise, gökyüzü çatladığı zaman deniyor.

Demek ki onun bir süresi vardır. Yâni gökyüzündeki nizamın da bir süresi vardır. Bu nizamın süresi bittiği zaman gökyüzünde bu hâdiseler oluşacak. Zâhirde böyle olduğu gibi gönlümüzde de bu böyle olacak. Hayâli bir gökyüzü, her birerlerimizin akıl semâsında mevcûttur. Yâni kişi kendini tanımazdan evvel, nasıl ki hayâli bir yaşantı yaşıyorsa, hayâl âleminde yaşıyorsa, buna zâhiren gaflet cenneti, hayatı da denilebilir. Neden? Çünkü namaz kılmaz, oruç tutmaz, işte şuraya gitmez, buraya gitmez. Dini vecibeleri yerine getirmez. Bu nefsinin cennetidir. Kayıtsız yaşamak, beşeri nefsinin cennetidir.

İşte sende de, Hakîkati ilâhîye sarsıntıları başladığı zaman. Yâni gönlünde muhabbet rüzgârları esip, seni sarsmaya başladığı zaman. “İzâ zülziletil ardu zilzâleha” (99/1) âyetinde bahsedildiği gibi o vuruntular, sana gelmeye başladığı zaman, senin hayâl gücün çatlamaya başlar. Hayâlindeki dünyan hayâli dünyan, yalancı dünyan, aslında olmayan, senin kendi kendine varettiğin o dünyan, kendi haline, yâni yokluk haline dönüşmeye başlar.

İşte bir şeyin birden, bir anda ortadan kalkması müm-kün değildir. Ya camisi yıkılırken minaresi yıkılır, tavanı çöker. İşte bizimde nefsani düşüncelerimizin hayâli,

8

Page 11: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

11

düşüncelerimizin, hayâli kurgularımızın birer ikişer direklerin, ortadan kalkmasıyla, o gök kubbe yâni çatı kendimize kurmuş olduğumuz hayâli dünyanın, semânın çatısı, yavaş yavaş böyle çatlamaya patlamaya başlar. Zâten, bu bizim başımızda bizi saran hayâl kubbesidir. İşte böylece nefsin hayvani ruh tarafı, gök yüzünün insân-i ruh gök yüzünden, ayrılması çatlamasıdır.

Nefsin hayâl dünyası çatlamadıktan sonra, gerçek fezaya ulaşmamız mümkün değildir. Yâni “semâvati vel ard” deniyor ya. Bu semâvatın dünyanın aktarından kurtulamıyoruz bizde o semâ çatısı olduğu sürece. Yâni hayâlimizde var ettiğimiz kubbe çatlamadıkça, onun dışına çıkmamız mümkün olamıyor.

-------------------

ت ا ا ذا ا وا

(82/2) - Ve izel kevâkibun teserat. (82/2) - Yıldızlar saçıldığı zaman,

-------------------

İşte kevkeb yıldızlar döküldüğü zaman. Akşamki sûrede yıldızlardan Necm diye bahsetti, burada da kevkeb diye bahsediyor. İkisi de yıldız demektir. Bunun birisi izâhlara göre büyük yıldızlar, birileri daha küçük orta boy yıldızlar gibi. Necm diye bahsettiği, işte buradaki Kevkebler. Yusuf Aleyhisselâmda da bu yıldızdan, Necm değil, kevkeb diye bahsedilmektedir. Yâni “onbir kevkebin ay ve güneşin secde ettiğini.” (12/4) Onbir Necm, nücümün secde ettiğini demiyor. “Kevkeb” olarak bahsediliyor.

İşte bunlar da, akşamki mevzuda olduğu gibi bizim gönlümüzde olan bireysellik yıldızlarıdır, yâni bizce gönlümüzde yıldızlaşmış olan muhabbetlerimizdir. Meselâ birisi benim evim var der, onun kafasında onun muhabbe-

9

Page 12: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

12

ti varsa o bir yıldızdır. Arabam şu marka, bu marka son model gibilerde. O onun başında yıldızlaşmış olur. İşi, eşi, dostu muhabbet ettiği nesi varsa, onların hepsi büyüklüklerine göre gönül âleminde, nefis semâsı içerisinde, onun yıldızlaşmış benlikleri ve muhabbetleridir. İşte bunların da hakikatleri anlaşılıp, dökülmeye başladığı zaman. Ne zaman? Nefsinin kıyameti kopmaya başladığı zaman bunlar oluyor.

Bunlar dökülmeye başlıyor. Yâni bunların oluşması için kıyamet alâmetlerinin, dışarda genel kıyametin, içerde de kendi kıyametinin derken, nefsinin kıyametinin kopmaya başlaması. Bu tür hâdiselerle gerçekleşmiş oluyor. İşte bir dervişte, şeriat mertebesinden târikat mertebesine, tarikat mertebesinden, hakîkat mertebesine geçerken, bu zelzeleleri geçirmesi, bu aşamaları yapması gerekiyor. Cenâb-ı Hakkın bahsettiği en küçük dediğimiz sûresinden en büyük sûresine, en küçük âyetinden, en büyük âyetine kadar bilindiği gibi hep bizi anlatıyor.

Zâhir ve bâtın bizlerin hallerini anlatıyor. Ama biz onları sadece dışarıda, afâki olacak, olmuş veya gelecekte olacak hâdiseler diye baktığımızdan, bir türlü kendimize tatbik edemiyoruz, kendimize döndüremiyoruz. Gelecekte meselâ, şu kadar sene sonra kıyamet kopacaksa, bizim ömrümüzde o kıyamete ulaşamayacaksa, o kıyametin bizimle ne ilgisi olabilir? Bizim üstümüzde ne tesiri olabilir? Ama Kûr’ân-ı Kerîm'in her âyetinin enfüsi olarak bizde, mutlak tesiri, ifadesi, yeri vardır. Yâni varlığımızda yaşanması gerekmektedir.

İşte o büyük kıyamet denilen, kıyamet kopmadan, genele göre, küçük kıyamet, bireye göre büyük kıyamet olan, bizde bu hâdiselerin oluşması gerçekleşmesi gerekiyor ki, bu istihaleleri, bu geçişleri, bu sarsıntıları yaparken, nefsimizin sırtımızdaki ağırlığını bir şekilde atmalıyız. Aksi halde hep onu çekmek, taşımak, zorunda kalırız ki, o da bize çok ağırlık yapar. Bizi yolumuzdan

10

Page 13: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

13

alıkoyar. Bir insân ne kadar hafiflerse, yolculuğu o kadar kolay olur. Ne kadar üzerinde yük varsa, ağırlık varsa yolculuğu da o kadar zor, zahmetli ve yorucu olur.

Hani nasıl balonlar yukarı çıkarken, ne kadar üzerlerinde kum torbaları varsa atıyorlar? Ve de gazını arttırıyorlar ki, kapasitesi yükselsin, daha yukarılara çıksın diye. Nasıl füzeler yükselmeye başladığı zaman birinci kat yakıt deposunu boşa bırakıyor, ikinci kat yakıt deposunu boşa bırakıyor? O yakıt depolarıyla birlikte kuyruğunda onları götürse hedefine ulaşamaz. Otomatik depo içindeki gaz bittiği zaman, o onda ayrılıyor. İkinci depo ondan ayrılıyor. Sadece çekirdek akıl kalıyor. O kapsül kalıyor. Böylece yol daha sür’atli gidilmeye başlamış oluyor.

-------------------

ت وا ر ذا ا

(82/3) - Ve izel bihâru fuccirat. (82/3) - Denizler kaynayıp fışkırtıldığı zaman,

-------------------

Akşam ki sûre-i şerifte de aynı âyet vardı. Denizler kaynaştığı vakit. Bu ne demek oluyor? Denizler kaynaştığı vakit. Yine kıyamet vaktinde dünya üzerinde fiili olarak zâhir olacak hâdiselerden birisidir. Denizlerin altında dünyanın içinde, hani kaynayan sular var ya, kaynaklar işte onlar sarsıntıyla birlikte denizlerin içine girmeye başlayacak. Mağma tabakası, ateş tabakası denizin içine doğru geldiğinde. O ateş o suları kaynatacaktır .

Zâhirde böyle olduğu gibi, bize daha çok lâzım olanı bilindiği gibi bizim beden denizimizin kaynamasıdır. Bizim bedenimizin dört ana unsurdan meydana geldiğini biliyoruz?

Bunun bir tanesi de su’dur, işte bedenimizdeki su

11

Page 14: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

14

unsuru kaynamaya başladığı vakit. Ve bu su ahlâkının bizde kaynamaya başladığı vakit. Su’nun özellikleri var ya, onlar (hayat ve ilimdir) insânın üzerinde o su ahlâkının kaynamaya başladığı vakit. Kaynadığı zaman ne oluyor? Üzerinden safrası gidiyor, kaynatıyorlar hani madenleri kaynatıyorlar ya, curuf üste kalıyor, öz madeni altta kalıyor. İşte suyun kaynatılıp, fazla olanları gidince bize öz olanı, lâzım olanı kalıyor. Mevzulara yabancı olanlar olabilir. Kısaca bahsedelim. İnsânın yapısı genelde dört maddeden meydana gelmektedir. Toprak en alttaki ağır olanı. Onun üstündeki su. onun üstündeki ateş. Onun üstündeki de havadır . Biz bunlardan meydana gelmişiz. İşte burada bahsettikleri zâhiren dış denizler olduğu gibi, bâtınen de bizdeki su deryaları su denizleridir. Ahirete giderken bedenin fiziki hayat suyu kendi aslına giderken, bâtıni karşılığı olan ilâh-I hayat ve ilim de kendi asli deryasına muhabbetle kaynayıp fışkırarak gider.

-------------------

ر ذا ا ت وا

(82/4) - Ve izel kubûru buğsirat. (82/4) - Kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman,

-------------------

Burada da kabirden bahsediliyor. Kabirlerin altı üstüne geldiği zaman. Yâni alttaki kabirler üste çıktığı zaman. Burada da yine, zâhirde bu zelzeleleri belirttiği gibi, bâtında da bizim toprak halimizi anlatıyor, kabir toprak demek. Bizdeki beden toprağı, yâni beden kabrinde yaşa-yan, gizli kalmış olan, ölü âtıl kalmış olan, hakîkatimizi oradan çıkarıp yaşantıya nakletmek yaşantıya dön-dürmemizin gerektiğini bildirmektedir.

Dünya yüzüne çıkarmak, yâni yaşantıya zâhire çıkar-maktır. İşte biz bedenimizde, beden kabrinde yaşayan

12

Page 15: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

15

rûhumuzu, böyle bir sarsıntıyla kürekle, çapayla, çıkarma- mız gerekiyor. Delmeden, kazmadan, küreklemeden, onun altı üstüne gelmez. Ya, tabî olarak zelzele olacak, altı üstüne gelecek, veya biz üstünü kazarak o nu oradan çıkartacağız ki, ikisi de aynı şeydir mesele oradan onun çıkmasıdır. Neticede beden kabrinde hapiste olan rûhu-muz oradan başka türlü çıkması mümkün değildir. Yunus Aleyhisselâmın duâsı da bize bunu belirtiyor. Yunus Aleyhisselâmı balık yuttu, bir müddet balık onun tabutu ve kabri oldu. Dünyada tabutu ile yaşayan tek insan odur.

Yunus Aleyhisselâm kendi varlığında, bir beden kabrin-deydi. Yâni rûhaniyeti cesedinin, yâni toprak bedeninin içindeydi. Toprak arzının içindeydi. Birde o toprak arzıyla birlikte balığın midesine girdi. Balığın midesi de ona bir kabir oldu. Böylece Yunus Aleyhisselâmın yaşantısında iki kabir iç içeydi. Ve işte kendisi o balık, aslında onu yutan da nefis balığı kabirleri idi.

Nefis deryasında gezen nefsi emmâre balığı. Ama içindeki rûhaniyetini hazmedemedi. Yunus Aleyhisselâmın rûhaniyetini hazmedemedi. Dışarıya çıkarmak zorunda kaldı. Ve bilindiği gibi Yunus Aleyhisselâmın oradaki duâsı “fe nâdâ fizzulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn.” (21/87) Balığın karnından çıkması-nın tek ilâcı kelime-i tevhid’dir.

İşte Yunus Aleyhisselâm’ın söylediği, bize de duâ olarak gelen, o günden onun duâsıdır. Aynı zamanda duâ olarak bize gelen O’nun sünnetidir. Buradaki hakîkat, ise kelime-i tevhid olmadan, karanlık nefs kabrinden rûhumu-zun kurtulması mümkün olmadığı açıkça belirtilmektedir. Ve ne deniyor, “fe nâdâ fizzulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn.” (21/87) Nefs karanlıklarından nida ederek, ben zâlimlerden oldum. Zu-lûm ehli oldum, deniyor. Neden? Nefsani hakîkatlerini idrâk edemeyip, bâtıl olarak bıraktığından, zuhura çıkara-madığımdan, nefsime zulmettim deniyor.

13

Page 16: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

16

Buradaki nefs-iemmâre nefse zulum değil, nefsi hakiki yâni ilâhî varlığına ulaştıramadığı içindir. “Nefs o şeyin hakîkatidir,” diye izâh edilmiştir.

Kendi hakîkatini ortaya çıkaramadığı için, ona zulmet-miş oldu. Dolayısıyla oradan kurtulmak için bu duâyı yaptı. Ve o duâ neticesinde yunusun içinden, midesinden kurtulabildi. İşte beden varlığı, beden dünyası beden arzı, yâni bizim için şu beden toprağı, beden arzı, bizim için, bizler için, gerçekten, gerçekten şu varlığımız çok mühim çok değerli bir mekanizmadır, çok değerli bir alettir. Evvelâ şunu iyi bilmeliyiz ki, bu varlık bizim kendimiz değildir. Bu varlık biz değiliz. Bu sadece bizim aracımız, arabamız. Ruhumuzun bindiği bir at, bir deve, bir otomobildir, nasıl düşünürsek öyle kabul edelim. Hacca götüren deveyi, eğer iyi kullanırsak bizi oraya götürür.

Eğer iyi kullanmazsak, bizi cehenneme götürür. İşte bu beden devesini böyle düşündüğümüz sürece, ondan faydalanmamız mümkündür. Ama onu kendimiz zannetti-ğimiz sürece, onun dışına çıkmamız mümkün değildir. Aksi halde biz onu sırtımızda taşımaktayız. O siccinde, yâni beden hapisanesinde ömrümüzü sürdürüp, orada ölmemiz yâni, hapisanede ölmemiz gerçekleşmiş olur. İşte Âdem Aleyhisselâm da, hayâl âleminden, diğer ifâdeyle hayal cennetinden, yeryüzü arzına indirilmesi, kendi hayâlinden, kendi gerçek fizik bedenine, toprak arzına indirilmesidir. Gökyüzü cennetinden, toprak arzına indirilmesi. Derken bu ne demektir? Şuurlanarak kişinin kendi varlığının hakîkatini idrâk etmesidir.

“Venefâhtü” (15/29) olarak varlığına indirmesini anlaması, bunu idrâk etmesidir. Bunu idrâk etmediği zaman kişi, dünyasıda hayâldir kendiside hayâldir, Rabbi'de hayâldir, nefside hayâldir, bütün bildiklerinin hepsi de hayâldir. Kusura bakmayın. Belki biraz ağır ifâde gibi oluyor ama ne yazık ki, veya ne güzel ki, işin gerçeği budur. Bunu idrâk etmediğimiz zaman, biz mutlak olarak

14

Page 17: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

17

daha henüz Âdem olmuş değilizdir. Âdem olmamız için “Venefahtü” (15/29) hakîkatinin bu beden mülküne inmesi gerek, buraya konması gerektir. Gönül âleminde, sonra onun faaliyete geçmesi gerekli ki, Âdemi hakîkatlerler o mahâlde hayat bulmaya başlasın. Bir yerde bir kafes, istediği kadar kafes olsun, kafes içerisinde kuş yoksa o kefes neye yarar? Öten bülbülün sesi o kafesinden çıkar mı? Çıkmaz çünkü içinde kuş yoktur.

Evvelâ o kafes olacak, sonra o kuşu gönül kuşunu oraya koyacaksınız. Ondan sonra o kuşun gelişmesi sağlanacak sonra da sesi çıkacaktır. Bunlar tabî mîsaldir. Buna gönül kuşu, rûh kuşu da diyorlar. İşte o kuş bizde vardır ancak beden kabrinde hapistir. (82/4) – “Kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman,” hür olacaklardır.

-------------------

ت وا

(82/5) - Alimet nefsum mâ kaddemet ve ahharat. (82/5) - Herkes yaptığı ve yapmadığı şeyleri bilecek. -------------------

O nefs bildi ki ne takdim etti? Ne geriye bıraktı? Veya bunu kendi de tahmin edebilir. Cenâb-ı Hakk'ta onun geriye ne bıraktığını, önden ne gönderdiğini hepsini bilir. Burada evvelâ bilmemiz lâzım gelen şey bizim kendi varlığımız, kendi kimliğimizdir. Bunu oluşturduktan sonra neler yapabildik? Neler yapamadık? Sonra özeleştiriye geçerek yapabildiklerini ne kadar yaptıysa, neyi yaptıysa, günde kaç saat? Ne kadar ibadet ettiyse bunları zâten kendisi de bilebiliyordur. Allah hepsini daha iyi biliyor ayrı konu da. Ama kişi de o gün yaptığı fiillerini biliyor. Çünkü bunları kendi nefsinde yaşamıştır.

Yapamadıklarını da biliyor. Ölüm anı geldiği zaman veya mahşere çıktığı zaman, aşağı yukarı kendi halini tahmin edebiliyor. Ama bunlar, bu değerlendirmeyi kim

15

Page 18: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

18

yapabiliyor? Kendine arif olanlar ancak, dengeli olarak yapabiliyor. Onun dışındakilerin böyle bir ölçü kurması da zâten mümkün değildir.

-------------------

ا ك ن ا ا

(82/6) - Yâ eyyuhel insânu mâ ğarrake birabbikel kerîm. (82/6) - (6-8) Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?

-------------------

İkram sahibi olan Rabbından seni ney meşgul etti de geriye kaldın? Ey insânoğlu “mâ garreke” seni ney gururlandırdı? Kibirlendirdi de ikram sahibi olan Rabbından sen gaflette kaldın? Cenâb-ı Hakk'ın bilhassa insânlara o kadar büyük ikram, kerîmleri var ki, ikramları var ki bunu sayfalar ve kitâplar dolusu, yazılara döksek yazarak bir sürü kalemleri tüketsek, yine de kayda almamız mümkün değildir. Rabbımızın bize olan ikramını, insânoğluna olan ikramını, dünyaya olan ikramını, âlemlere olan ikramını, saysak bitirmemiz mümkün değildir ömürlerimiz de yetmez. Hani Mekke-i Mükerreme diyorlar ya ismine. Mekke bir şehrin ismidir. Zât-i şehrin ismidir. “Mükerreme” ikram edilmiş şehirdir. Bakın Mekke-i Mükerreme dünya üzerindeki mahâllerin, Cenâb-ı Hakk'ın en çok ikramda bulunduğu şehir mânâsınadır. Bakın evvelâ Kabe-i Muazzamayı insânlık âlemine, orada ikram etti, sonra Âdem Aleyhisselâmını yine orada ikram etti, İbrahim Aleyhisselâmını, İsmail Aleyhisselâmını orada ikram etti. Hacer valideyi orada ikram etti. Hz. Resullullah ki âlemlerin sultanını da orada ikram etti. Ve yüce Kelâmını İnsanlık âlemine ve âlemlere. Gene orada ikram etti.

16

Page 19: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

19

Bakın hep o mahâlde ikramını verdi. Sonra mübarek geceleri, Ramazan, beş vakit farz, islâmın beş emrini insânlara olan bu büyük lutuflarını orada ikram etti. İşte bu hep Cenâb-ı Hakk'ın evvelâ insânlara, sonra diğer mahlûkata olan ikramıydı. Gördüğümüz, yaşadığımız, yaşamımıza sebep olan tüm varlıklar, Cenâb-ı Hakkın bizlere, insânlara ikramıdır. Gökyüzünde, yeryüzünde gördüğümüz en küçük varlıktan en büyüğüne kadar hepsi insânlar için var edildi ve ikram edildi.

Cenâb-ı Hakk buyurdu? Ey Habîbim bütün âlemleri senin için halk ettim. “Levlâke levlâke Lema halaktül-eflâk” “eğer sen olmasaydın olmasaydın bu âlemleri halk etmezdim.” Ama seni de kendim için halk ettim. Eğer idrâk edebilirsek, ne büyük şereftir. Ve bu özel olarak Aleyhissalatü Vesselâm Efendimize (s.a.v) olan bu hitap ve taltif, özel olarak en geniş mâ’nâda O nadır ama biz de Ondan bir nûr almak sûretiyle, Ondan yansıyan bir nûr olmak sûretiyle, her birerlerimizde kendi kapasitemize göre bu ikramlardan hissemizi almaktayız. Yâni bizde bu hususlara hissedarız.

Almaktayız derken, Cenâb'ı Hakk'ın ikramıyla bunlar bize veriliyor. Ama biz alamazsak sorumlu biz oluyoruz ne yazık ki. İşte son anda bak ne kaydettin? Ne takdim ettin? Ne götürdün? Neler kaybettin? O zaman bak görürsün.

-------------------

ى ا(82/7) - Ellezî halekake fesevvâke feadelek. (82/7) - (6-8) Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü. .yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?

-------------------

“Alimet nefsun mâ kaddemet ve ahharet.” Neyi takdim etmişse, neyi idrâk edipte sahip olup takdim

17

Page 20: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

20

etmişse, onu da bilir, yapamadığı veya gafletinden dolayı geride bıraktığını da bilir ve onun içinde ah eder. Çok ah eder, vah eder. Keşke tüh daha çok çalışsaydım. Daha çok gayret etseydim diye. Ey insânoğlu seni ne meşgul etti? Böyle oyaladı? Bu kadar büyük ikram karşısında ne oldu sana da bunlardan istifâde etmedin? Gaflette kaldın? Yoksa sana bundan daha büyük bir ikram mı vardı? Bir başka Rab tarafından, yahut büyük biri tarafından haşa böyle birşey söz konusu değil ama. Netice buraya geliyor. O zaman Rabbı yoksa ne vardı insân için en önde gelen? Nefsi vardı.

Nefsinin küçücük oyunları Cenâb-ı Hakk'ın bu kadar büyük ikramlarına perde oldu, ve bu ikramlardan istifâde edemedi. Nefsaniyeti öne geçirmek sûretiyle nefsinin peşinde koştuğundan, Hakk'ın ikramlarını arayıp ta tahsil etmeye çalışmadı. Allah cümlemizi muhafaza etsin. “Ellezi.” O öyle bir rab ki sana bu kadar ikramlarda bulunan Rabbın, Rabbül Âlemîn öyle bir Rab ki “Halâka ke.” “Seni halk etti” seni teshir etti, düzenledi. “Feade leke” seni “dengeledi.”

Yâni öyle güzel bir sistem üzerinde seni halketti ki, “ahseni takvim” (93/4) üzere bundan daha güzeli zâten mümkün değildir, gerçekten de öyle, Cenâb-ı Hakk insân oğlunu son derece mükemmel, her yönüyle zâhir ve bâtın mükemmel olarak halketti, şükürler olsun. Bizler de “ya eyyühennasü” hükmü altında olduğumuzdan. Yâni ey insânlar zümresi altında olduğumuzdan en büyük ikramı da bizlere yaptığından şükründen aciziz. Ne kadar şükretsek, yine azdır, yine yetmez, yine yetmez. Ama hissemizi, nasibimizi almamız gerekmektedir, olabildiği kadar Cenâb’ı Hakk ne buyuruyor du hani?

Amener Rasûlu de “Lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih” (2/285) daha ilerde “Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus'ahâ” (2/286) biz herhangi bir nefse gücünden fazla yüklemeyiz. İkramını verir verir de, alabildiğin kadar

18

Page 21: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

21

alırsın. Daha fazlasını almadın diye sorguya çekmeyiz deniyor âyette. İkramı namütenahi yaymışız ama, her kez kabiliyetine göre alır. Ancak burada ince bir nokta vardır, alma inkânımız olduğu halde, gafletten ilgisiz kalıp alamazsak, oradan pişmanlık, sorumluluk duyacağız. İşte “Halaka ke” “seni halk etti.” “Fesevvake” “tesfiye etti” düzenledi. “Feadelek” dengeledi. Yâni her yönüyle ehli kemâl haline getirdi. Bakın iki ayak üzerinde durmamız bile çok büyük bir ölçü, ve sistem neticesinde oluşan, bir hâdisedir. Ayağımızın altı ne diyelim? Şöyle kırk santim kadar bir yere basıyor.

Yirmi santimde yan tarafı. Küçücük bir sathın iki metrelik bir direği ayakta tutması çok zor bir hâdisedir. Çivilenmemiş olduğu halde, biryere yapıştırılmamış olduğu halde. Nasıl bir parça tansiyonumuz düşüyor, biraz dengemiz bozulunca, pat diye elimizde olmadan arkası üstü sırtüstü, yüzüstü, bilemediğimiz bir şekilde yere yuvarlanıyoruz. Bakın şu kadarcık bir şey bile ne kadar büyük ikram içinde olduğumuzu gösteriyor.

Eğer biz iki ayakla yürümeyiz de dengemizi tesfiyemizi Cenâb-ı Hakk öyle yapmasaydı, diğer mahlûkat gibi dört ayak üzerinde yürüdüğümüzü düşünelim. Aynı akla sahibiz, dört ayakla gidiyoruz. Yaşantımızdan hareketleri-mizden, yaptığımız işlerden Bu randımanı alabilir miyiz? mümkün değil. Değil mi? Azıcık düşünelim Cenâb-ı Hakk bizi dört ayak üstünde öyle tesfiye edemezmiydi? Kim ne diyebilirdi ki? Ama bu kaabiliyete bu dengeye sahip olamazdık. İşte bu bize Cenâb-ı Hakkın ikramları olan kullandığımız fakat hiç farkında olmadığımız ikramlarıdır.

Bir nefes. Sağlıkla alınan bir nefes insâna ne kadar büyük ikramdır. O nefesi alamayanlar, onun kıymetini biliyor. Bir göz görme hassası kendilerine az verilen kimseler onun kıymetini biliyor. Bir el bir parmak tutamıyorsa o biliyor, onun eksikliğinin ne olduğunu. Ama bizde bütün sistemlerimiz çalışır halde olduğu zaman, biz

19

Page 22: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

22

bunların hiç farkında olmadan, tabii olarak kullanıyoruz.

Değerini bilemiyoruz dolayısıyla. Ama ne zaman herhangi bir azamızda, bir sıkıntı bir inkıta oluyor, ay ayağım, ay başım o zaman ne olduğunu anlıyoruz.

İşte saymakla bitiremeyeceğimiz Cenâb-ı Hakkın ikramları karşısında acaba biz ne yapıyoruz? Bunun ücretini, ödemek mümkün değildir. En azından şükrünü yapabiliyor muyuz? Bu zamanlarımızı nerde geçiriyoruz. Zaman da ayrıca Cenâb-ı Hakk'ın bir ikramdır. Zamanımız olmazsa zâten yaşama imkânımız yoktur. Bu zamanımızı nerede harcıyoruz. Hani hadisi şerifte Efendimiz (s.a.v) buyuruyorlar ya:

“Beş şey gelmeden evvel beş şeyin kıymetini iyi bilin!

1- İhtiyarlık gelmeden, gençliğin,

2- Hastalık gelmeden, sıhhatin,

3- Fakirlik gelmeden, zenginliğin,

4- Ölüm gelmeden, hayatın,

5- Meşgûliyet gelmeden evvel boş zamanın kıymetini bilin.”

Diye bizi beş şeyden ikaz ediyorlar. İşte Kûr’ân-ı Kerîm'in muhtelif yerlerinde, muhtelif Hadisi şerif bablarında, hep bizleri ikaz, ikaz iyiye doğru yöneltmek için çalışan Hz. Rasûlüllah Aleyhisselâm Efendimiz (s.a.v) ve Ashâbı kiram ve Cenâb-ı Allah'ın bizâtihi kendisi, Cibril-i Emin vasıtasıyla ikaz ettiği, bizler acaba bunlara ne kadar kulak veriyoruz da ne kadar tatbikine çalışıyoruz? Allah hepimizi şuurlu, ikram edileni kabul eden, ve gereğini yapan varlıklardan eylesin.

Bu kadar ikram var iken, biz bunlarla ilgilenmeyip kıymetini bilmiyorsak, bu ikramları reddediyoruz demek-tir. Bu da açık ve aşikar bir şey. Baba oğluna oğlum şunu al, şunu al, şunu al, şunu al, ben sana bu kadar çok şeyler

20

Page 23: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

23

verdim derken, çocuk onları görmezden gelirde, ilgilen-mez bakmaz geçer giderse, ne oluyor o zaman? Baba burada herhangi bir görevini yapmamaktan kurtuluyor ama evlât evlâtlığını yapmamış olduğundan, neticede kendi sıkıntıya giriyor.

-------------------

Ellezî halakake fe sevvâke fe adelek. (7)

Bakın ne kadar açık bir hitap ki “halâka ke.” Seni halk etti. Yâni Cenâb-ı Hakk vacibul vucud hazretleri Ellezi o öyle bir Allah ki “halâka ke” bakın ne kadar yakın seni halk etti. Bire bir konuşması var, ötelerde değil. Cenâb-ı Hakk'ın hitabı uzaklardan değildir korkmayın. Gerçi mânâ âleminden geliyor ama. Mânâ âlemide zâten uzaklarda değildir. “Fesevvake” bakın hep muhâtab. Kim okuyorsa okuyanı muhatap alıyor. Dinleyeni de aynı zamanda muhatap alıyor. Seni halketti seni düzenledi. Seni dengeledi. Hâliki muhtar olan Rabb-ımızın bizlerle olan yakınlığı ne kadar açık ifade edilmektedir.

-------------------

ء ر رة ای

(82/8) - Fî eyyi sûratim mâ şâe rakkebek. (82/8) - (6-8) Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı? (82/8) - Dilediği her hangi bir surette terkîb etti

-------------------

Seni hangi sûrette, bakın nasıl bir şekilde terkib etti? Tertip etti. Yâni senin terkibini meydana getirdi. İlaç terkipleri gibi. Meselâ bir asprin hangi kimyasal terkiplerden meydana geliyorsa, onun ismi asprin oldu ve

21

Page 24: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

24

yahut gripin oldu, veyahut baş ağrısı, ayak ağrısı, ismini aldı, veya soğuk algınlığı gibi, şeylere ne diyorlar? Antibiyotik. Şu veya bu şekilde antibiyotik ismini aldı. Neden,? bir karışım şeklinde neticesinde. İşte Cenâb-ı Hakk öyle bir terkip sûretinde meydana getirdi ki, “mâ şâe” dilediği şekilde bizleri tertip etti. Terkip etti. Hem tertip etti, hemde terkip etti. İşte demin bahsettiğimiz gibi vucudumuzu dört ana unsurdan terkip etti.

Toprak. Daha üstünde su. Daha üstünde ateş. Daha üstünde hava mertebe olarak. Bedenimizi bundan terkip etti. Ruhumuzu nerden terkip etti? Ruhumuz dediğimiz zaman ne bileceğiz, rûhumuz hakkında? Bakın bize bir hayat veriyor, bir can veriyor yaşıyoruz. Yere yattığımız, ellerimizi yanımıza uzattığımız zaman. Bakın beden aynı beden, nerde hadi bakalım hani konuşuyordu ya? Hani tad alıyordu? Tuzlu tatlı diyordu. Aman acı diyordu, yemeyeyim ben bunu aman zehirli diyordu.

Nerede o? İşte bunun içerisinde, bunun varlığında, bize hayat veren, ayrıca bir varlığımız var ki; işte o bizim gerçek varlığımız. Bu beden çukura atılıyor gidiyor. Soran var mı? Ne oluyor bunun akıbeti diye. Sormaya gerek yok, çünkü anasına gidiyor. Özlediği yere gidiyor. Aslına gidiyor yâni. Toprak toprağa gidiyor. Su zâten suya karışıp gidiyor. Hava havaya karışıp gidiyor. Nefesimiz havaya karışıp gidiyor. Ateşimiz ateşe gidiyor.

Geriye ne kalıyor? Nerede hani o güzel güzel sûret? O güzel şekil gülen, oynayan yerine göre ağlayan hislenen duygulanan kişi nerede? Varlık nerede? Demek ki onun kişiliğini kişilik yapan, varlığını varlık yapan, onun içinde başka bir cümbüş varmış. İşte o cümbüşü yâni o hayatı. Hayy esmâsının zuhurunu meydana getirdiği hali “ma şae” bizi yâni o nasıl dilediyse öyle terkip etti. Bizim elimizde birşey yok. Dünyaya geldik annemiz babamız bize kulak mı taktı tornavidayla? Bunu duyuşu şu oranda olsun, çok hassas duysun diye. Hassas bir duyu organı mı

22

Page 25: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

25

taktı? Güzel koku alsın diye burun aleti mi taktı? Kol mu taktı anne baba bize tahtadan, ayak mı taktı? Hiç birşey yapmadı kimse, kimseya hiçbir şey yapmadı. İşte Cenâb-ı Hakk kendi dilemesiyle hangi kulunu ne şekilde zuhura getirtecekse o tertip üzere meydana getirdi.

Hani akşamda konuşuluyordu ya. Sistem aynı ama şekillerimiz hepimizde değişik. Hani bu günkü gibi. Parmağımızın çizgileri bile haritası bile değişik. Bakın şu kadarcık, küçücük bir alana yüz milyardan fazla şekil sığdırıyor, Cenâb-ı Hakk Âdem Aleyhisselâm’dan kıyamete kadar gelecek insânların sayısını, tahminen yüz milyar olarak hesap etmişler. Tabi allahû âlem. Ama en azından yüz milyar, bakın şu kadar yere veyahut şu kadar çehreye yüz milyar, değişik sistem vermiş. Bakın kimse kimsenin aynı değil. Ama hepimiz birbirimizin aynı. Ama kimse birbirinin aynı değil. Hem iç bünye duygusal olarak hemde dış bünye fiziksel olarak.

İşte Cenâb-ı Hakkın tekliği burada da, kendini göstermekte. Kendi tek, var ettği herşey de tek. Dışarıya çıktığınız zaman, araziye çıktığınız zaman aynı iki tepe bulamazsınız. Aynı iki ova bulamazsınız. Aynı iki ağaç dahi bulmak mümkün değildir. İsterseniz bir ağaçtan aşı alın. Aynı ağaçtan iki ağacı aşılayın. İkisi birbirinin aynı olmaz. Neden? çünkü hep yek hep tek. Nusret Babam bir şiirinde şöyle diyordu. Böyle zar atıyoruz, ne hikmetse bize “hep yek,” yek, tek, tek, geliyor, diyordu.

Tabi zar attığı falan yok tu, o sahadaki espriyi anlatıyordu. Hani bazısı altı gelsin, beş gelsin yâni büyük rakkamlar gelsin diye bakıyor, ben diyor bir atıyorum bir bir geliyor diyor. Hep tek, tek geliyor diyor. Bize hep tekler düşüyor diyordu. Böylece hayatın her türlüsünde tevhid hakikatlerini yaşıyor olduğunu anlamış oluyoruz.

Size birde küçük hikâye anlatayım bilenler vardır ama yeni arkadaşlarımızda var, onlarda öğrenmiş olurlar. Espri olsun diye. Tek, tekten olduğu için. Nusret babamın küçük

23

Page 26: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

26

iki tane kız torunu vardı, o zamanlar bizim torun kadar büyüklükte idiler. İşte ben onlara ziyarete giderdim. Otururuz sohbet vakti gelsin diye beklerken. Yahut bir ara olur, yemek arası olur gibilerde. O kızlar beni çok severler, kimisi boynuma çıkar kimisi kucağıma gelir. Necdet amca hadi bize masal anlat derlerdi. Bende onlara bir şeyler anlatırım çocuklar eğlenirler, onlara da bir değişiklik oluyor idi.

Bir gün onlar gene o çocuk safiyetiyle, Necdet amca ne olur bize bir masal anlat dediler, bende oturun bakayım, size şimdi bir masal anlatacağım, yalnız çok iyi, dikkatli dinleyin dedim. Onlar kulak kesildiler. Ben, “bir varmış bir yokmuş” dedim. Bu cümleyi değişik tonlarda tekrar ettim. Nusret babamda karşıda oturuyor elinde gazete, gazete okuyor, yâni haberleri okuyor idi. Durdum tekrar, “bir varmış bir yokmuş” dedim. Şimdi çocuklar merakla arkadan ne gelecek diye bakıyor. Ben gene “bir varmış bir yokmuş.” “Bir varmış bir yokmuş,” diye tekrar ediyorum. Şimdi çocuklar arkadan ne gelecek, bir varmış bir yokmuş diye merakla bekliyorlar. Bunu değişik tonlarda üç dört sefer tekrar ettikten sonra;

Nusret babam şöyle gazeteyi okurken, gazeteyi biraz aşağı indirip, üstünden baktı, “kızım bir varmış iki yok-muş” diyecek ama bir türlü diyemiyor dedi.

Bunlar işin espri tarafıdır ama, içinde gerçekler vardır. Bir varmış bir yokmuş. “Bir varmış iki yokmuş” demek lâzımdır. Bu âlamde zâten aslında birden başka birşey yoktur. Allah onlardan razı olsun, Allah yattıkları yeri cennet etsin. Onların hiçbirisinin Haklarını ödememiz mümkün değildir.

İşte böyle çok güzel bir sûret içerisinde de halk etti. Ve devam ederek.

-------------------

24

Page 27: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

27

ن

(82/9) - Kellâ bel tukezzibûne bid dîn. (82/9) - Hayır, hayır! Siz hesap ve cezayı yalanlıyorsunuz. -------------------

Hayır hayır, seni bu dini yalanlamaya ne sevketti? Niye sen, Cenâb-ı Hakk bu kadar ikramda bulunmuşken, yuka-rıdaki hâdiselerde birgün başına geleceğinden, bunlardan, gaflette kalıp ta, niye dinden uzaklaşıyorsun? Kişinin dinin den uzaklaşması demek, kendinden uzaklaşması demek-tir, özünden uzaklaşması Rabbından uzaklaşması demek-tir. Bu hakîkatten uzaklaşmaya, seni kim sevkediyor,? Hangi güç seni alabiliyor bu kadar ikramın dışına çıkarta-biliyor? diye ihtarda bulunuyor. İşte herbirerlerimizde bunları düşünürsek, neyin bize mani olduğunu, hangi şeyin üzerimizde tesirli olduğunu kolayca anlayabiliriz.

Özeleştiri yaptığımız da. İkindiyi kılacağımız zaman, işyerinde olabiliriz. Mani olabilir, bu makul bir manidir. Ama akşam eve geldiğimiz zaman, yatsıda evde olduğumuz zaman, bizi yatsı namazını kılmaktan ne mani oluyorsa, işte bu âyet onun hükmü altına girmekte, yâni o bu âyetin hükmü kapsamı ikazı içerisine girmektedir. Sabah kalktığımız zaman işe gitmezden evvel, varsa beş dakika vaktimiz, bu dört rekat namazı kılmamıza ne mani oluyorsa, yemek içmek mi? Giyinmek mi? Onun muhab-betinin üstüne ne çıkıyorsa, ona mani oluyor demek ki. İşte onu biz tespit edebiliriz, ama açık yüreklilikle nefsimize kaydırmadan nefsimizi öne çıkartmadan. Gerçekçi olarak.

-------------------

ن وا(82/10) - Ve inne aleykum lehâfizîn. (82/10) - Halbuki üzerinizde hâfızlar var

25

Page 28: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

28

-------------------

Ve inne muhakkak ki aleyküm sizin üzerinizde le hafizin hafazalar vardır. Muhafaza edici melekler vardır. Nedir bunlar? Kirâmen kâtibîn katip melekler vardır. Hani insânın bir omuzunda bir melek, bir omzunda bir melek vardır derler. Biri günahları yazar, biri sevapları yazar. İşte onlardan bahsediyor ve de bunu şüpheye mahâl bırakmadan kat’iyetle olduğunu söylüyor. Ve inne muhakkak ki aleyküm sizin üzerinizde le hafızîn muhafaza edici hıfz edici melekler vardır. Bunlar nedir?

-------------------

ا

(82/11) - Kirâmen kâtibîn. (82/11) - Kiram kâtibler var

-------------------

İkram edilmiş meleklerdir. Yâni buradaki ikram insânın yaptığı fiillerin neleri ifâde edebileceğini ayırma hassasına vakıf olanlar demektir. Çünkü bu ilmi onlar bilmemiş olsalar, bizim yaptığımız fiilleri yanlış değerlendirirler. Bizim yaptığımız fiiller neyi ifâde ediyorsa şifre olarak onlara ikram edilmiş. Yâni bu bilgi verilmiş, o bilgiye göre ayrıştırıp onları yâni ayırmak sûretiyle, günahları bir tarafa, sevapları bir tarafa yazıyorlar, yâni ayırma kabiliyetine sahipler, bu ikram verilmiş. Bu ilim verilmiş onlara, ayrıca ilimde verilmiş, ayrıca yazma, çizme ilmide bilgisi de verilmiş.

Ama bu harfleri mi kullanıyorlar yazarlarken, lâtif bir başka mors alfabesi gibi bir başka sistem mi kullanıyorlar? Onu biz bilmiyoruz şu anda yalnız “ıkra’ kitabek” (17/14) “kitabını oku bugün sana bu yeter” denildiğinde kişi, bunu okuma kabiliyetinde olması lâzım geldiği anlaşılıyor. Yâni okuyabilecek durumda olması lâzım ki, oku diyorlar. Bir çocuğa öğretildikten sonra oku denir, öğretmeden neyi

26

Page 29: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

29

okuyacaksın? Ama şimdi siz diyeceksiniz ki, Kûr’ân’ın ilk geldiği kelime de oku idi, ama elde bir şey yoktu, neyi okuyacaktı. Neyse orasına sonra başka bir zamanda bakarız. yâni sistem olarak evvelâ öğretiliyor, sonra oku deniyor. o kitâplarda bize verildiği zaman bütün insânlığa da bu kitâplar, verileceğinden arapçayı bilmeyen başka insân topluluklarına bu kitâp hangi lîsânda gelecek? Arapça mı gelecek nasıl gelecek? Bize nasıl gelecek? Kûr’ân mânâsında mı yoksa Türkiye olarak kullandığımız Türk lugatı şeklinde mi gelecek? Tabî ki, başka nasıl olabilir yâni biraz mantıklı düşünürsek, arapça gelirse, Çinli de Arapça bilmedikten sonra bakıp bakıp ne olduğunu anlayamacak. O zaman değerlendiremeyecekte, ama burada ne takdim ettiğini, ne bıraktığını bilecek diyor. O kitabı okuduğu zamanda, bunları anlayacaktır.

Demek ki her millete kendinin lîsânında kitabı gelecek ama, Cenâb-ı Hakk onlara ve bütün insânlara, aynı lîsânı öğretmekten aciz mi? Değil. Birer sistem gibi bir anahtar beynimizde çeviri verir. İnsâna oraya şifre olarak koyuverir. Arapça olarak bizde herşeyi okuyabiliriz. Bu da ayrı bir sistem, yâni ayrı bir düşünce tarzı olasılıktır. ”Sünnet Allahu Lâ tebdilâ” (35/43) “Allah'ın yolunda değişiklik bulamasın,” dediğine göre demek ki, her millete kendi lîsânına göre o kavmin şeriatı üzere melekler yazacaklar, diğerlerine islâm şeriatı üzerine sevap günah yazmazlar. Çünkü İslâm gelmezden evvel geçen kavimler vardır. Onlarında kitâpları verilecek mahşerde, O zaman islâmî hukuktan değil, tevrati ve incildeki, suhuflardaki ufuktan ölçü alınarak hesap kitâp yazılır. O melekler onlardan yazacak, veyahut yazdılar. Bakın, araştırmaya başlayınca işin içinden neler çıkıyor değil mi?

-------------------

ن ن

(82/12) - Yağlemûne mâ tef'alûn.

27

Page 30: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

30

(82/12) - Onlar yapmakta olduklarınızı bilirler.

-------------------

Bakın geldi işte. “Ya'lemune” onlar bilirler. Muhakkak ki siz ne işlemişseniz o Kiramen Katibin melekleri bunları bilirler yâni değerlendirirler.

-------------------

ار ن ا ا (82/13) - İnnel ebrâra lefî neîm. (82/13) - Şüphesiz, iyiler Naîm cennetindedirler.

-------------------

İşte ebrar, berr, teberru etmiş, beraat etmiş olanlar naim, nimetler içerisindedirler, yâni naim cennetinde nimet cennetindedirler. Kirâmen kâtibînin yazmış olduğu kitâpların neticesinde varacakları yer gösterilmekte, “innel ebrare” muhakkak ki berr teberru etmiş olanlar, “lefî naîm” nimet cennetleri içindedirler. Burada ebrar niye salihan demiyor da ebrar diyor? Mukarrebun demiyor da, ebrardan bahsediyor. Aslında bu ebrar beri, teberru beraat etmiş, yâni günahlarından kurtulmuş olarak genel o durumda olan insânların vasfı ebrar oluyor. Ama bunların içerisinde birçok mertebeler de vardır. Demin dediğimiz gibi salâh, salihler mertebesi de vardır.

Zâkirler, şâkirler mertebesi vardır. İşte islâmın içinde bir sürü mertebeler olduğu gibi, insânlar da bu mertebe-lere tabidirler. Aşıklar, ârifler, mahbubin mertebesinde olanlar da vardır. İşte onlarda kendi mertebelerinden, karşılığı olan cennete gideceklerdir. Burada bunu toplu olarak demiş. Ebrar genelde Kûr’ân-ı Kerîm'de birçok âyetlerde de belirtildiği gibi Esteuzi billah. Âl-i İmrân sûresinde “Len tenâlûl birre hattâ tunfikû mimmâ tuhibbûn.” (3/92) Bakın siz sevdiğiniz şeylerden infak

28

Page 31: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

31

etmedikçe, ebrar mertebesine ulaşamazsınız deniyor. Yâni ebrardan sayılan kimseler zümresine dahil olamazsınız deniyor. İlk şartı ebrarın, ebrar olabilmesi kişinn oraya dahil olablmesi için sevdiği şeyden infak etmesidir. İşte bir pantalon aldım birde eski pantalon kaldı, pantalon fazla oldu, şu yırtık pantolonu vereyim de sevap olsun yok. Yeniyi verebiliyorsan ebrardansın.

Eski sana kalsın. Öyle diyorlar biraz lâtife gibi. Ahirette Cenâb-ı Hakk, işte Kiramen Katibin hesabını tutuyor ya. “Ne verirsen elinle o gider seninle” dendiği gibi tekerle-meler de vardır. Şimdi diyor liste ortaya çıkacak, verdiği infak ettiği şeyler. Bir yırtık pantolon, şu kulumdan. Bir kenarı kopuk ayakkabı, bu kulumdan. İşte yirmi beş kuruş şu kulumdan. Bunlar lâtifeli şeyler ama, gerçek şeyler gibi, hepimizin yapmış olduğumuz şeyler. Bir kolu yırtık, manşeti yırtık gömlek bu kulumdan hibe. İşte bize onları verecekler, sen bunu verdin, bu senin malın yırtık gömleği giy bakalım. Tabi esprisini, lâtifesini yapıyoruz ama gerçek payları da vardır bunda fazla sıkıntı yapmayalım. Hep çok ciddi, ciddi şeyler olmasın diye. Biraz da böyle lâtife olsun.

-------------------

ر ن ا وا (82/14) - Ve innel fuccâra lefî cahîm. (82/14) - Şüphesiz, günahkârlar da cehennemdedirler.

-------------------

facirler, fucurlar, günahkârlar da cehennem içindedir-ler deniyor. Mudil isminin zuhurları, mudilliklerinde ısrar ederlerse ve bu hükümle dünyadan ayrılırsa, kendi fiilleri kendi üzerlerine yazıldığından bunlar da onların aleyhine kesin delil olduğundan, başka bir şahite lüzum kalmadan ehli cahîm olacaklardır.

-------------------

29

Page 32: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

32

م ا

(82/15) - Yaslevnehâ yevmed dîn. (82/15) - Hesap ve ceza günü oraya gireceklerdir.

-------------------

O gün onlar oraya yaslanırlar, orada kalırlar çıkartıl-mazlar. Tabii cennet ehli cennette yaslanacak, cehennem ehli de ateş üstüne cehennemde yaslanacaklardır.

İki yaslanma arasında çok fark vardır, cennet ehli ipekten koltuklara yaslanacaklar, cehennem ehli ise ateşe yaslanacaktır. Çünkü ayakta durmaya mecali kalmayacağı için mecburen ateş üstüne yaslanacaklardır. İşte bu yüzden, bedenlerinin daha geniş sahası itibari ile, ateş azabını daha çok hissedeceklerdir. Bu yüzden derileri yanıp eskiyip yeni deriler ile değiştirilecektir. (4/56)

Böylece her yeni deri değiştirdiklerinde, ateşe tekrar dayanıklı hale gelecekler, ama bir müddet sonra onlarda yanınca, gene yerlerine yeni deriler gelecektir. Böylece azapları devam edip gidinceye kadar. Eğer cehennem ehli olan kişinin imânı var ise netice de oradan çıkacaktır. Ama imân ehli değil ise, orada kalacaktır, Çok uzun seneler sonun da onlarda, oraya alışacaklar bu haller kendileri için tabîleşecektir. Ancak dışarıdan bakıldığında görüntü değişmeyecektir.

-------------------

و

(82/16) - Ve mâ hum anhâ biğâibîn. (82/16) - Onlar oradan kaybolup kurtulacak da değillerdir.

-------------------

Bunlar bütün bu yanmalardan sonra, bizim için gaib

30

Page 33: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

33

değildirler. Orada yanıp kül olmayacaklar varlıkları devam edecektir. Onlarda kendilerini bu şekilde, müşahade ede-ceklerdir.

-------------------

م ا در ا و

(82/17) - Ve mâ edrâke mâ yevmud dîn. (82/17) - Hesap ve ceza gününün ne olduğunu sen ne bileceksin?

-------------------

Sen bu din gününün ne olduğunu idrâk ettin mi? Yâni mahşerin, kıyametin haşrin-neşrin bu büyük hâdiselerin ne olduğunu “ve ma edrake ma yevmiddin”in ne olduğunu idrâk ettin mi? Yahut edemedin mi? Baştan düşünüpte bu hali düşünmedin mi? O gün gelmeden evvel veya niye düşünmedin?

-------------------

م ا در ا

(82/18) - Summe mâ edrâke mâ yevmud dîn. (82/18) - Evet, hesap ve ceza gününün ne olduğunu sen ne bileceksin?

-------------------

Sonra tekrar bunları niye düşünmedin? Ehli gaflet kendini akıllı zannedip bütün zaman yaşantısını dünya varlığını kazanmak için harcadığından, kendisine tebliğ edilen âyet-i kerîme ve hadîs-i şeriflerle belirtilen, ahiretin hallerine hiç aldırış etmedin, şimdi bunların nasıl birer gerçekler sistemi olduğunu gör de halini değerlendir baka-lım ne diyeceksin, bunlarla hiç ilgilenmedinki, şimdi bu hengâme içinde bunların, ne olduğunu sen ne bileceksin?

31

Page 34: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

34

Denir.

“Yevmüddîn-din günü” demek aslında kişinin kendinde bulunan yaşadığı zamana göre oluşturduğu İlâhiyyet-Ulûhiyyet bilgisidir, bu husus herkeste ayrı bir idrak seviyesindedir. Bu durumun oluşması için kişinin ehlinden belirli bir tevhid ilmini alması lâzım gelmektedir.

Bu husus ise sadece bilgi ile olmaz o bilginin kişinin kendi varlığında iç bünyesşnde vicdani olarakta yaşanması lâzım gelmektedir. İşte bu husus âyette belirtilen “derk-idrak”tir ki o bilgi ile yaşamaktır. Bunun dışındaki bilgiler sadece birer bilgiden öte geçmezler, kişinin kendi bünyesinde yaşanmazlar sadece dilinde bir bilgi olrak kalırlar bu yüzden bir tatları olmaz.

“derk-idrak” ilmi ise yaşanan ve tadılan bir ilimdir. Bu yüzden de, “Vemâ edrake mâ leyletül kadr-kadir gecesinin ne olduğunu sen idrak ettinmi)” (97/2) ikazı ve hatırlatılması yapılmıştır. “Bu hususu ilmi olarak bildinmi?” denmemiştir. O halde din günün de vicdanen ve zevken olan bir ilim türü cihetinden bilinmesi lâzım gelmektedir bu ilim ise (yakîn) ilmidir, oda müşahede ile yaşanan ve tadılan bir ilimdir.

Tevhid ehli hayata bu ilim ile “derk-idrak-yakîn” sahasından bakarak hayatını sürdürür. Şüphe tereddüt ve acabalar bu ilmim yakınından bile geçemez. Katıksız salt malümatlar sahasındandır. Bu sahaya vehmin ve hayalin sızması mümkün olamaz, diğer lâfzi bilgilere vehim ve hayal kolayca sızar, çünkü kişin sadece zâhiri bilgi ile kendisini tanıma imkânı olmadığından, kendisinde vehmin ve hayalin girmesine açık birçok bilmediği kapıları vardır, nefsi heva o kapıların birinden içeriye sızarak, sureta Hakk’tan görünerek zâhiri bilgilerin içine hayali ve vehmi konuları kolayca koydurabilir. Bundan korunulmasının tek çaresi, kişinin öncelikli olarak kendini tanıması, hangi

32

Page 35: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

35

kapılarının kapalı olduğunu tesbit etmesi ve açık kapılarını bularak onları içeriden kapatması lâzım gelmektedir. Günümüzde nasılki! Hanelerimize yabancıların girmemesi için tedbirler aldığımız alârm’lar kurduğumuz gibi akıl ve gönül hanelerimizede, acil haber veren tevhid sigortalarını kurmamız gerekecektir.

Meseleye bu yönüyle baktığımızda, hayat görüşlerimizi bir hayli değiştirmemiz gerekecektir. Cenâze namazların da “Fâtiha”nın okunmaması bir bakıma bu hususa bağlıdır. Çünkü orada, musallâ da yatan kişinin kıyameti kopmuş, daha bu dünyada iken o nun “din günü” oluşmuştur, işte bu din günü tevhid ehli tarafından müşahedeli ve şahitli “musallâ” ispatlı olarak yaşanmakta, yani “derk-idrak” ibret ile seyr-müşahede edilmektedir.

Ve biraz daha ileri tefekküre yönelerek orada yatanın kendisi olduğunu düşünerek büyük bir ibretle o muhteşem sahneden kendi üstüne düşen hissesini hakkıyla “derk-idrak” ederek almaya bakar.

Cenaze namazının bütün safahatında “Fâtiha” suresi-nin bütün aşamaları sessiz bir “nidacı-seslenici” tarafından bütün gücüyle anlatılmaktadır, ancak sağır kulaklar gafletleri yönünden bu seslenişleri duymaz, ve kör gözler de sahnenin azametini göremezler.

-------------------

وا م

(82/19) - Yevme lâ temliku nefsul linefsin şey'â, vel emru yevmeizin lillâh. (82/19) - O gün kimse kimseye hiçbir fayda sağlayamayacaktır. O gün buyruk, yalnız Allah'ındır.

-------------------

33

Page 36: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

36

Yevme lâ temliku nefsul linefsin şey'â, (19)

O gün lâ temliku, elindeki mülkün herhangi bir kişinin elindeki malı hiç bir şekilde bir nefse fayda sağlayama-yacaktır. Yâni dünyada bıraktığın neyin varsa o gün bunların hiçbirisi fayda etmeyecektir. Hepsi tereke olarak Hakk’ın “El vâris” ismine, suretende geçici olarak fiziki varislerine kalmış olacaktır.

Vel emru yevmeizin lillâh. (19) O gün emir mutlak olarak Allah’ındır. Burada herbirerlerimiz murat ettiğimiz bir işi az veya çok yapabilmekteyiz. Şuraya gitsem, bura-ya gitsem şunu alacağım, bunu alacağım gibi. İrademiz geçerli. Ama o gün tek irade vardır, tek murat vardır, tek istek vardır. Yâni tek varlığın hükmü geçmektedir. O da Allah-ü Teâlâ Hazretleridir. Yâni bütün orada nefsler susmuş vaziyette, sadece seyir ve başlarına gelecekleri beklemektelerdirler. Diye böylece, bu Âyet-i Kerîme ile, Sûre-i Şerif burada bitmiş oluyor.

-------------------

NOT= (Kaderi muallâk kalkmıştır. Çünkü o hüküm dünya hayatı içerisinde geçerlidir. Ayrıcalık kalmamış emri tevhid-i meydana gelmiştir.)

-------------------

NOT= (82) nci sûreden (93) üncü sûreye geçerken sıra gözetilmemiştir. Aradaki sûrelerin sohbetleri (89-Fecr suresi) hariç, henüz yapılmadığı için kayıtları olmadığın-dan buraya alınamamıştır. İnşeallah ileriki zamanlarda vakit bulunabilirse, onları da kayda almaya çalışacağım.

-------------------

Yolumuza bundan sonra gelen (93/Duhâ) sûresi ile devam edelim. Ancak yeri gelmiş iken daha evvelce bu sûrenin özet baskısı yapılan (54) nolu kitabımızda geçen yorumunuda (ikinci yorum) olarak buraya ilâve etmeyi uygun buldum, İnşeallah faydalı olur (T.B.)

------------------- 34

Page 37: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

37

93 – DUHÂ Sûresi

سم حیم ب حمن الر هللا الرBİSMİLLÂHİR RAHMÂNİR RAHÎM

Sûrenin tamamı Mekke-i Mükerreme'de, vahy bir süre kesildikten sonra nâzil olmuştur.

Âyetlerinin adedi, on birdir.

Vahyin kesilme süresi:

İbn Cüreyc'e göre 12 gün,

İbn Abbas'a göre 15 gün,

Bâzısına göre 25 gün,

Mukâtil’e göre 40 gündür.

Daha önce Kureyş müşrikleri içlerinden seçtikleri beş kişiyi "Muhammed'i kitaplarında bulup bulmadıkları ve niteliklerini bilip bilmediklerini" sormak üzere Medîne-i Münevvere'deki Yahûdilere göndermişlerdi. Bu beş kişi Medîne-i Münevvere'ye gelip önce hristiyanlara sordular. Onlar da böyle bir peygamber tanımadıklarını söylediler. Yahûdiler ise: "Evet. biz kitabımızda onu buluyoruz ve bu zaman da onun gelmesi zamanıdır. Biz, Yemâme'nin Rahmânı'na (Yalancı Müseylimeyi kastediyorlar) o gelmesi beklenen peygamberin bilebileceği üç hasleti sorduk, bilemedi. Bu üç şeyi Muhammed'e sorun. Eğer ikisine cevap verir, birine cevap vermez ise bilin ki o beklenen peygamberdir, ona tâbi olun. Ona "Ashâb-ı kehf olan gençleri, Zülkarneyn'i ve rûhu" sorun." dediler. O beş kişi

Mekke-i Mükerreme'ye dönüp geldiler ve Hz. Peygamber (s.a.v)'e Yahûdilerden öğrendikleri üç şeyi sordular. Efendimiz (s.a.v), onlara nasıl cevap vereceğini bilemedi, daha sonra cevap vereceğini söyledi ve fakat "İnşaallah" demedi. Bir rivâyete göre 40 gün,

35

Page 38: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

38

başka bir rivâyete göre 15 (veyâ 12) gün vahy gelmedi ve

bu durum Hz. Peygamber (s.a.v)'e çok zor ve ağır geldi. Müşrikler:

"Muhammed'in Rabbı onu terketti," bile dediler.

Nihâyet Cibrîl gelince Hz. Peygamber (s.a.v): "Ey Cibrîl o kadar geciktin ki senin hakkında sû-i zanda bulundum ve aynı zamanda seni özledim." dedi.

Cibrîl: "Ben seni senden daha çok özledim. Fakat ben görevli bir memurum, gönderildiğimde inerim, gönderilmediğimde gelemem." dedi ve Allah Tealâ: "Biz ancak Rabbının emri ile ineriz." (Meryem, 19/64 âyet-i kerîmesini;

"Hiçbir şey hakkında "Ben bunu herhalde yarın yapıcıyım, deme." (Kehf, 18/23) âyet-i kerîmesini ve bu Duhâ Sûresini indirdi. (E.H.Y.H.D.K.D.)

----------

Bizler bu durumda kendimize şöyle bir pay çıkarabiliriz; yaptığımız bâzı hatalar ve gafletimiz sebebiyle ilhamlarımız kesilebilir, işte Cenâb-ı Hakk burada “sakın üzülmeyin Rabbiniz sizi unutup terketmez, belirli bir kesinti olsa dahi siz yolunuza devâm edin, yolunuz da ufkunuz da açıktır” demektedir.

-------------------

Şimdi bu Sûre-i Şerifin de sayı değerlerine küçük bir göz atalım. (Duha) () (dat-800) ( ha-8)

( ye-10) toplam, (800+8+10=818) Âyet sayısı (11) dir.

Sûre numarası (93) tür. Cüz (30) dur. Nüzül sayısı (11) dir. Bu sayı değerlerinden sizde yukarıdaki değerlere kıyasla bir çok sayı değerleri üretebilirsiniz. Böyle bir başlangıçtan sonra Âyet-i Kerîmeler ile yolumuza devam

36

Page 39: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

39

edelim.

-------------------

Bismillâhir Rahmânir Rahîm.

1- Andolsun kuşluk vaktine 2- Ve sakinleştiği zaman geceye ki, 3- Rabbin seni bırakmadı ve darılmadı. 4- Şüphesiz âhiret senin için dünyadan daha iyi

olacaktır. 5- Rabbın sana verecek ve sen hoşnut olacaksın. 6- O seni yetim bulup da barındırmadı mı? 7- Seni yol bilmez bulup yola iletmedi mi? 8- Seni yoksul bulup zengin etmedi mi? 9- Öyleyse sakın yetimi ezme. 10- Dilenciyi de azarlama. 11- Fakat Rabbinin nimetini anlat da anlat.

-------------------

(93/1) (Ved duhâ.)

(93/1) “Duhâ (kuşluk) vaktine andolsun.”

-------------------

Hakîkat-i İlâhiyye’nin, gündüzün aydınlığı gibi sende açıldığı vakte andolsun.

Ayrıca, ŞEMS Sûresi’nde de belirtildiği gibi.

Ved Duhâ-kuşluk, Rûh güneşinin Fenâ fillâh gecesi-leylinden çıkıp baka billâh gündüzüne doğru yol almaya başladığı eşyanın tamamen ortaya çıktığı ve gölgesini önüne kattığı zamana ve bunun karşılığı olan İnsanda ki yaşam seyrine andolsun ki tecelli İlâhiyyenin mazharı-

37

Page 40: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

40

dırlar. İşte bu yüzden biri fenâfillâh diğeri bakâ billâh olmak üzere iki rek’at namaz kılınması ısrarla tavsiye edilmiştir. İşte o yüzden bu hakikati anlayabilenler için. Kıldıkları iki rekât namazın bir diğer ifadesi, “doğduğu gibi günahsız olur,” diğer taraftan kuşluk namazının “kabul olmuş bir hacc ve umreye bedeldir”, buyurulmuştur. Çün-kü bu hali idrak etmek zâten Zâti, bir Hacc ve umredir.

-------------------

İkinci yorum

Efendimiz o günlerde, öyle içinden geçiriyor idi. Acaba Rabbım bana darıldı mı? Niye böyle oldu, artık vahiy gelmiyor. Yoksa ben yanlış bir kanallara mı girdim? Diye kendisinde şüpheler beliriyor idi. Tabî bu durumda herkeste aynı şeyler belirebilir. Belirli bir şirketle irtibat kurulduktan sonra diyelim. Bir haberleşme oluyorken, haberleşmenin kesilmesi, acaba o bayideki aksaklıktan mı? Bayinin yaptığı yanlış işlerden dolayı mı? kendile-rinden Malzeme akışı kesildi? Aynı şekilde Cenâb-ı Hakk’ tan gelen malzemeler, ma’nevi malzemeler kesilmiş olu-yor. Belirli bir süre. Tabi bu akış başladığı zamanki hayat başka, kesildiği zamanki hayat başkadır. Niye kesildi? Diye üzülüyor Efendimiz, tabi haklı olarak. İşte bu yüzden sûre-i şerif geliyor, Ved duhâ. Kuşluk vaktine yemin olsun ki. Bu ne demektir? Kuşluk vakti gündüze dönüşüm demektir. Yâni Ey Habîbim sendeki Hakîkat-i İlâhiyeni ben gündüzün aydınlığı gibi açtım, daha başında üzülme sen. Yâni bu nûr kesilmez üzülme sen diyor. Hemde yeminle kasemle bunu söylüyor.

-------------------

Beklenen âyet-i kerime geldiği zaman peygamber (s.a.v.) Efendimizin, yüksek sesle “Allahuekber” dediğide rivayet edilmiştir.

-------------------

38

Page 41: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

41

(93/2) (Vel leyli izâ secâ.)

(93/2) “Ve sükûnet vaktinde geceye (andolsun) ki.”

-------------------

Gece fenâfillah yâni Îseviyyet mertebesi, gündüz ise bâkâbillah yâni Muhammediyyet mertebesidir. Cenâb-ı Hakk “habîblik ve rûh’ul-Kuds mertebelerine yemin olsun ki“ demektedir.

-------------------

İkinci yorum

Ayrıca gene, ŞEMS (91) Sûresi’nde de belirtildiği gibi.

Yaşanan zamanda, seyrinde değişken, ancak vaktinde sabit olan bir tecelli ve hakikat vardır, bu ise bünyesinde hem gündüzü hem de geceyi birleştirir, yani gece ile gündüzün birleştiği gezegenin çizgi noktasıdır ve hep aynı şekilde dönen, dünya üstünde hep aynı halde bulunur ve gece ile gündüzün birleştiği noktadır ve hep yer değiştir-mektedir. İşte devamlı geçen-gezen nokta bulunduğu yerden geçtikten sonra durağan olan o nokta, batı da, o andan itibaren durağan olan noktada, akşam ve daha sonra da, gece oluşumları başlamaktadır, daha sonra da tamamen geceye girilmiş olmaktadır. İşte böylece gezegen olan, gece ve gündüzün bitişik olduğu o nokta, yanlara doğru uzayınca çizgi, yoluna devam ettikçe veya dünya döndükçe, yerini yeni yerlere bırakarak, hiç durmadan yoluna devam etmektedir.

Doğuya geldiğinde dönüş devam ederken, arkasında kalan olguya eşyayı aydınlattığı ve ortalık görünür hale geldiği için gündüz, akşama doğru güneş batmaya doğru gittiğinde arkada kalan hâle de bu defa gece denmektedir. Eğer dünyanın dönmesini sadece aklımızda bir müddet

39

Page 42: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

42

durdurmuş olsak göreceğimiz manzara o nokta-çizginin belirlendiği, gece ile gündüzün tam ortasının hep aynı yerde durduğunu fikren düşüncede görmüş oluruz.

İşte o nokta-çizgi gece ve gündüzün kaynaklandığı sıfır nokta hiçbir hükmün geçerli olmadığı ortak halleridir. Üzerinde gündüz hali yoktur ki, gündüz hükümleri geçerli olsun. Gece hükmü daha henüz oluşmamıştır ki, gece hükümlerine tabi olsun.

İşte bu yüzden de bu noktaların oluştuğu sahalarda ibadet yapılması “mekruh” sayılmıştır çünkü o süre ne gece ne gündüzdür. Ancak o noktadan sonra doğu tarafında olan hale gündüz, daha sonra dönüşüm itibari ile batıda oluşan halede gece denmektedir. (Vel leyli izâ yagşâhâ.) (91/4) İşte bu şekilde gezegenlerin dönerek oluşturduğu “leyl” gecenin, gündüzü “gaşy” kapladığı-sardığı ân’a bu muhteşem oluşumdan dolayı yemin edilmiştir.

Ayrıca bir bakıma geceden kasıt İlmi İlâhiyyede bâtında kalan esmâ-i İlâhiyeyenin zuhura çıkmamış bâtın halleridir. Bunlar bütün varlığı içten sarmış “gaşy” etmiş-ler ve eşyanın hakikatleridirler. Yeminin biride bunlaradır.

Bütün bunları kendi vücût mülkünde idrak eden sâlik-i, esmâ-i İlâhiyyenin “fenâfillâh” mertebesinden “gaşy” kaplaması-sarmasıdır.

-------------------

Ve geceye sukûnet bastığı zamana yemin olsun ki. Yâni gündüzün aydınlığına gecenin karanlığına. Başka ifâde ile, Gündüzün aydınlığı Hakîkati Muhammediye Bakabillah, gecenin koyu karanlığı fenafillah, yâni İseviyet mertebesi. Muhammediyet ve İseviyet mertebesine. Yâni Habîblik ve Ruhûl Kudus’lük mertebelerine yemin olsun ki deniyor. İseviyet mertebesi Ruhul Kudus. Muhammediyet Mertebesi gündüz. Mahbub habîblik mertebesi. Muhabbet mertebesidir. Bu mertebelere yemin olsun ki: Deniyor.

40

Page 43: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

43

-------------------

(93/3) (Mâ veddeake rabbuke ve mâ kalâ.)

(93/3) “Rabb’in seni terketmedi ve darılmadı.”

-------------------

Yâni senin ile olan işini bitirmedi.

Çünkü bu işin bitmesi âlemler durduğu sürece mümkün değildir. Bütün zâhir ve bâtın tecelliler evvelâ ona “Hakikat-i Muhammediyye ye” gelmekte oradanda âlemlere dağılmaktadır. Ancak burada bahsedilen hususi hal, çok özel olarak başlayan Zât-î kelâm tecellisinin bir miktar gecikmesiydi. Yoksa iradi, fıtri, ve asli olan kudret tecellileri zâten devam ediyor idi. Çünkü, “men reani fekad reel Hakk” Yani, “Bana bakan Hakk’ı görür” hakika-tiyle terk edilmesi zâten mümkün değildir.

-------------------

İkinci yorum

Mâ veddeake rabbuke. Rabbın sana veda etmedi, yâni seninle olan işini bitirmedi. Ve mâ kalâ. Ve sana darılma-dı. Hani dedilerdi ya, müşrikler ehli küfür, Rabbın sana darıldı, artık seninle ilgisini kesti diye, ona cevap olarak sana ne darıldı, ne de veda etti. Öyleyse

-------------------

(93/4) (Ve lel âhıretu hayrun leke minel ûlâ.)

(93/4) “Ve âhiret, mutlaka senin için, evvelkinden (dünyâ hayatından) daha hayırlıdır.”

-------------------

41

Page 44: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

44

Bu nedenle dünyâda olabilecek ufak tefek hadiselere bakarak çok fazla üzülmemek gereklidir.

-------------------

Not: Efendim affınıza sığınarak aktarmaları yazarken aklıma gelen bir yorumu belirtmek istedim “Seyri sülûk yolunda bir sonraki dersten “acaba başarabilir miyim” vb. gibi sebeplerden dolayı çekinenler için “bir sonraki ders senin için bir önceki dersten hayırlıdır.” Denebilirmi? T. K.

-------------------

Evet denebilir. T. B.

-------------------

İkinci yorum

Ahiret ise ûlâ yâni öndekinden hayırlıdır. Yâni bu dünya âleminden, önümüzde var olan mevcût olan dünya âleminden, ahiret hayırlıdır. Onun için dünyada olan ufak tefek şeylere bakarak üzüntü etme. Ahirette senin şanın da çok yüce olacaktır.

-------------------

(93/5) (Ve le sevfe yu’tîke rabbuke fe terdâ.)

(93/5) “Ve mutlaka Rabb’in yakında sana verecek, böylece sen râzı olacaksın.”

-------------------

Bir grup ehli Beyt muhabbeti ağır basan âlimler Kûr’ân-ı Kerîm’de bu Âyet-i kerîmeyi en büyük lütuf Âyet-i olarak kabul etmişlerdir.

Kim hangi yerde ve mertebede ise işte bu Âyet-i kerî-me ile, o mertebenin bir ileriki mertebesinin ona verileceği müjdelenmektedir. Bu âyeti kerîmeyi okuyan bir kişinin

42

Page 45: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

45

hayatında ümitsiz olması mümkün değildir.

Her mertebe itibarıyla bu âyet-i kerîmenin hakîkatinin yaşandıktan sonra “radiyallâhu anhum ve radû anh”

yâni “Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah’tan râzı olmuşlardır” (Mâide, 5/119) Âyet-i Kerîmesi tahakkuk etmektedir. Çünkü Hakk’a giden yolda tek mertebe yoktur ki, bu rızâlık tek sefer olarak meydana gelsin, kişinin ömrünün sonuna kadar râzılık mertebesi devâm etmek-tedir.

-------------------

İkinci yorum

Yakında ita edilecektir. Rabbuke fe terdâ. Rabbının rızası çok yakında sana ulaşacaktır. Rabbın rızasını çok yakında senin üzerine verecektir. Bir grup alimler Kûr’ân-ı Kerîm’de en büyük lutuf âyeti olarak bunu kabul etmişler. Şam alimleri ya da Iraki alimler. Diğerleri de “innellâhe yağfiruz zünûbe cemîâ innehu hüvel ğafûrur rahîm.” (39/53) “ Âyetini Kûr’ân-ı Kerîm’de en büyük tebşir âyeti olarak kabul etmişlerdir. Bir grup âlim onu, bir grup âlimde bunu kabul etmişlerdir. Aslında zâhiri ma’nâ da bu âyet-i kerîme, bâtınî ma’nâ da ise, (Ve le sevfe yu’tîke rabbuke fe terdâ.) (93/5) dır.

Bunu kabul edenler daha ziyade Ehli Beyt ağırlıklı âlimler. Çünkü Hazreti Rasûlullah’a zâten bu Sûre-i Şerif geldiği için Ehli Beyt ağırlıklı, muhabbet ağırlıklı âlimler “Ve le sevfe yu’tîke rabbuke fe terdâ” gerçekten çok büyük tebşirat vardır, bu Âyet-i Kerîme’de. “Ve le sevfe” bakın çok yakında yu’tîke sana ita edilecektir, verilecektir. Kimden? “Rabbuke.” Rabbın tarafından “fe terdâ.” Rabbının rızası çok yakında gelecektir.

Gerçekten bu çok büyük bir lutuf âyeti ve müjdedir. İşte kim hangi yerde, hangi makamda, hangi mertebede çalışıyorsa, dikkat et ey kulum çok yakında onun bir ileriki

43

Page 46: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

46

mertebesi sana verilecektir, denmekte yâni. Müjde işte çok büyük müjdedir. İşte bu âyeti okuduktan sonra kişinin ümitsiz olması, hayatta ümit var olmaması mümkün değildir. Diğer âyet. “innellâhe yağfiruz zünûbe cemîâ.” Allah senin bütün günahlarını affedecektir. Bakın o bir başka mertebenin ifâdesidir, bu bir başka mertebenin ifâdesidir. Orada nefsani günahlardan kurtulma tebşiri müjdesi vardır, burada Râhmani hakîkatlere açılma, o yolun açılması müjdesi vardır.

İkisinin mertebeleri ayrıdır. O zaman biri bir tarafta, biri bir tarafta. En çok rahmet kapsamında olan âyet hangisidir diye düşünmeyelim, ikisi de bir tarafta, ikisi de bir mertebe îtibariyle, hepsi bizdedir, faydalı olarak diye düşünelim. Yâni birincisi zunub’lardan bahsediyor, çünkü günahlardan bahsediyor. Nefis mertebelerinden kurtulmak için. Cenâb-ı Hakk mutlaka seni affedecektir. Nefsani suçlarından ve bu “Ve le sevfe” onu affettikten sonra da çok yakında sana Rabbının rızası ulaşacaktır diyor. Hani bir âyette de vardı, “radıyallahu anha ve radıanh” işte bu âyetin tahakkuku, bu âyetin hakîkatini yaşadıktan sonra.

Bakın, Rabbının “ve terda” rızası sana yakında gelecektir. O âyette geldiğini ifâde etmekte. “Radıyallahu anha.” Allah onlardan razıdır ve onlarda Allah’tan razıdır, (Mâide, 5/119) hükmü, bu âyetin tahakkukundan sonra. Ama, bir defa mı, beş defa mı, on defa mı,? bu âyet tahakkuk eder? O ayrıdır. Bu âyetin her mertebede tahakkukundan sonra, o âyetin yaşantısı ortaya gelmekte, çünkü İslâm’ın içerisinde Hakk’a giden yolda bir mertebe yok ki, bir defa bu rızalık meydana gelsin. Nefsi râdıye, mardıye hepsi bunların rıza mertebeleridir. Taa sonuna gidinceye kadar. Hatta ömrünün sonuna gidinceye kadar bu rıda mertebesi devam etmektedir.

-------------------

44

Page 47: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

47

(93/6) (E lem yecidke yetîmen fe âvâ.)

(93/6) “Seni yetîm bulmadı mı? Sonra barındırmadı mı?”

-------------------

Daha önceki hallerinde o kadar lütûflarda bulunan Rabb’inin şimdi sana neden darıldığını zannediyorsun ve ümitsizliğe düşüyorsun!

Efendimiz (s.a.v)’in anne ve babası neden o daha küçük yaşta iken vefat ettiler? Cenâb-ı Hakk âlemlerin sultânı olan Efendimiz (s.a.v)’in anne ve babasını yaşatamaz mıydı? İstese, yaşatırdı tabî ki ancak Efendimiz (s.a.v) o zaman bu eğitimi alamazdı. Efendimiz (s.a.v)’in eğiticisi Hz.Allah (c.c)’ın ta kendisidir.

Gerçekten seyri sülûk yolunda olan bir dervişte anne babası olsa dahi, aynı şekilde yetîm hükmündedir. O görünenler madde bedenin anne babasıdır, dervişin rûhu ise yetîmdir, onu o yetimlikten kurtaracak olan ise baba hükmünde olan aklı küllden gelen tecellîlerdir.

Fizîki ana ve babaya dînimizin kuralları çerçevesinde verilmesi gereken bütün önemler verilecektir, orası ayrı bir hâdisedir, ancak kişi ruhâni olarak yetîm olduğunu idrâk etmediği sürece, Hakk yolunda ilerleyemez ve bunu sağlayan tek sistemde seyri sülûktur.

-------------------

İkinci yorum

O seni yetim bulupta barındırmadı mı? Yâni daha evvelki hallerinde sana ne kadar büyük lutuflar yaptı da, şimdi niye darıldığını zannederek ümitsiz oluyorsun? Diye burada büyük tebşirat vardır. “E lem yecidke” seni öyle bulmadı mı? “Yetîmen” yetim bulupta “fe âvâ” seni barındırmadı mı? Yetim ne demektir? Anasız babasız. İşte velisi benim, senin velin benim deniyor. Yâni anan baban yoksa da, senin hâmin, senin koruyucun, senin velin

45

Page 48: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

48

benim deniyor. Neden Hazreti Rasûlullah’ın annesi babası küçük yaşta vefat etti? Cenâb-ı Hakk isteseydi, Âlemlerin Sultanını anne baba kucağında, yaşatamaz mıydı? Yaşatır dı tabii. Yaşatırdı ama, o zaman bu eğitimi alamazdı. İşte onun eğiticisi Hazreti Allah’ın ta kendisidir. Ne diyor bakın: “beni Rabbım ne güzel eğitti.” Aynı şekilde Rabbım beni eğitti diyor. Annesi babası olsaydı o görev anneye babaya verilecekti. O da beşeri bir eğitim olcağından eksik bir eğitim olarak kalacaktı.

İşte gerçekten bir dervişte anası babası olduğu halde yetim hükmündedir. Neden? Çünkü o anne baba nefsinin annesi babasıdır. Yâni bu et kemiğin annesi babasıdır. Ruhu ise yetimdir. İşte onu o yetimlikten kurtaracak bir varlık hükmüne getirecek Allah’ın zâti tecellisinin olduğu bir mahâldir ki, o da, Akl-ı Küll’den gelen “baba” hükmün dedir. Nasıl Cebrâil Aleyhisselâm ve Ruhul Kudus. Mukaddes Rûh olarak İsâ Aleyhisselâmınn annesine karşı babalık görevini yaptı, lâtif varlık olarak. İşte eğitim seyrinde de kişinin bu yetimlikten kurtulması, ancak öyle bir iradeyle mümkündür.

Aksi halde anamız babamız olduğu halde yetim sayılmaktayız neden? Çünkü o ana baba demin dediğimiz gibi, bu cesedin anası babasıdır. Ruhumuzun anası babası nerede? O zaman yetim. Ama bu yetimlik hükmü, ancak bir seyr-i sûlûk tatbikatında ortaya çıkmaktadır. Ondan evvel böyle bir sorun zâten yoktur, anası da var babası da vardır. Varsın olsun. Allah mübarek etsin. Evvelâ kişinin anasız babasız hükmüne geçmesi gerekiyor ki, bu kayıtlardan kurtulsun. Ama yanlış anlaşılmasın, bu husus hiçbir zaman ana babayı terk demek değildir. Fiziki ana babaya dinimiz kuralları içerisinde yâni, ne kadar değer verilmişse, aynı değer verilecek, vereceğiz. Buradaki mânâ başka mânâdır. O mânâ babası o olması onun kendi anası babası olmasına bir zarar teşkil etmiyor.

-------------------

46

Page 49: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

49

Not= Diğer bir kitabımızda, “54-Beled Sûresi-90- 15” yetimlikten basedilmişti. İlgisi dolayısı ile buraya da aktarmayı uygun buldum. (T. B.)

-------------------

(Yetîmen zâ makrabeh)

(90/15) “Yakınlık sahibi olan yetimi.”

-------------------

(O bir yetimdir ki Yakındır, kurbiyyet-yakınlığın sahibidir.)

Demekk’i yetimlik Hakk’a kurb-yakın olmanın sahipliğidir.

Gene bu hususu da iki yönlü özetlemeye çalışalım.

Birisi zâhiri yetimliktir ki dini kitaplarımızın ilgili bölümlerinde çok geniş olarak izahları yapılmıştır, oralardan araştırılabilir.

Genelde kitaplarda yetimler şöyle tarif edilir.

(1) Annesiz veya babasız çocuklar.

(2) Hem annesiz hem babasız çocuklar.

(3) Anne veya babası belli olmayan çocuklar.

Diğer bâtıni yönünü ise şöyle diyebiliriz.

Tasavvufta Akl-ı küll ve Nefsi küll diye iki tarif vardır, Bunlardan “Akl-ı küll” “Âdem-baba”ya ve “Nefsi küll” Havvâ-anne” ye teşbih-benzetilmiştir. Akl-ı küll ile Nefsi küll’ün izdivacından âlemler, “Âdem ile Havvâ” nın izdivacından da insan nesli türemiştir.

Aslında bütün varlığın babası Akl-ı küll ve annesi de Nefsi küll dür. Akl-ı küll Zât-ı mutlağın Ahadiyyet merte-

47

Page 50: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

50

besinden Vahidiyyet mertebesine, Ulûhiyet ismi ve ilmi ile aktardığı ilmi Zâtisidir ve fâildir. Ve Nefsi küll ise bu tecelliyi kabul eden mef’uldür. Tecellîi mukaddes ve taayyünü evvel Hakikat-i Muhammed-î mertebesidir. Bu mertebede Akl-ı küll gizlenip Nefsi küll zâhir olduğundan ve Akl-ı küll ve Nefsi küll-ün zuhurları olan bu âlem çocukları “yetimler” haline dönüşmüş olmaktadır.

Hâl böyle olunca zâhir âlemde kişilerin zâhir anne ve babaları olsa bile hakikat âleminde “yetimdir” taa ki bir Kâmil Mürşidin terbiyesi altında, gerçek bir seyrü sülûk tatbikatından sonra aslı olan babası akl-ı küll’e bu yoldan ulaşıp yetimlikten kurtulsun. İşte bu yönden. Demekk’i yetimlik Hakk’a kurb-yakın olmanın sahipliğidir.

Yani bu şekildeki yetimlik Zât-ı Hakk’a yakın olmanın sahipliğidir. Yani yetimlik Hakk’a yakınlık sahipliğidir.

İlk yetim zâhiren babası olmayan Hz. Âdem (a.s.) dır, ancak hakikati itibari ile babası Akl-ı küll-ilmi İlâhiyye’dir. Ona ulaştığı zaman yetimlikten kurtulup nesli sahih evlâd-ı has olur.

Daha sonra Annesi olmadığı için, Hz. Havvâ’nın yetimliği vardır, ancak onun annesi yoktur, ama Âdem’den meydana geldiği için, hükmen annesi Âdem olmaktadır. Ayrıca ayrı bir babası olmadığından da gene yetimdir. Ancak Hz. Âdem vasıtasıyla zuhur ettiği ve sebebi vücudu Âdem olduğuna göre babası da Âdemdir. Böylece Hz. Havva bir bakıma göre yetim bir bakıma göre de evlâd-ı Has’tır.

Daha sonra mertebe-i İbrâhîmiyyet (a.s.) ın yetimliği gelir. Oda Rabb’ına ulaştığı zaman yetimlikten kurtulmuş mânâ âleminde nesebi sahih evlâd-ı has’lar zümresine katılmıştır.

Daha sonra Mûseviyyet mertebesinin yetimliği gelir ki, Mûsâ (a.s.) da çok küçük yaşından itibaren çocukluğu ve

48

Page 51: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

51

gençliği Fir’âvn’un yanında geçtiğinden zâhir ve bâtın o sürede yetim idi. Kendisine Peygamberlik geldikten ve tur’i Sînâ da Rabb’ın’dan Tevrat-ı Şerifi alınca Akl-ı Küll olan babasına ulaşınca oda o mertebesi itibari ile evlâd-ı has’lar zümresine katılmıştır.

Ve o mertebede “yetimeyni” iki yetim daha vardır. (Kehf/18/77-78) Hızır (a.s.) ile Mûsâ (a.s.) arasında geçen duvar hadisesinde belirtilen yetimlerdir. Bulûğ çağına erinceye kadar duvar altında kalan ölmüş babalarından kalma sandık-vereseleri’nin ortaya çıkmaması için Hızır (a.s.) yıkık duvarı sağlamlaştırmıştır. Bu hareketi ile çocukların asli olması ve eğetimi için zaman kazandırmıştır.

Daha sonra mertebe-i Îseviyyet, îsâ (a.s.) ın yetimliği vardır ki zâten meşhurdur. Sûreta babası olmadığından zâhiren yetim ancak (30) yaşında kendisine peygamberlik gelip aslı olan akl-ı küll’e ulaştığından o mertebesi itibari ile evlâd-ı Has olmuştur.

Daha sonra Mertebe-i Muhammediyye’nin yetimliği gelir. Hz. Muhammed (s.a.v.) efendimiz dünyaya yetim olarak teşrif etmişlerdir. Çünkü onu akl-ı kül olan ilmi ilâhiyye eğitecektir. (40) yaşlarında Cebrâîl (a.s.) geldiğinde kendisine Akl-ı küll olan babasından o zaman-ı itibariyle bilgi getirmeye başladı bu süre (23) sene sürdü. Regaib gecesinde hakikatine, doğumuna rağbet etti mevlûd gecesi asli doğumunu nefs-i külden yaptı beraat gecesinde ilâh-î beraatını aldı kadir gecesinde kudreti ilâhiyyesini idrak etti Mi’râc geceside kendi varlığında bulunan bütün âlemlerin seyrini ve Hakikat-i İlâhiyyenin hakikatini kendi varlığında buldu, böylece yer yüzünde Allah’ın (c.c.) ismi â’zamı oldu ve Rûh-u Â’zamdan gelen Rûh-u ile de ebul ervah-Rûhların da babası oldu. Kim ki Hakikat-i Muhammed-î üzere bu mertebeye ulaştı işte o kimse de yetimlikten kurtulup Evlâd-ı haslardan oldu.

49

Page 52: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

52

Gözümüzün nûr-u kâlbimizin süruru Mescid-i Nebevi’nin ilk zemini-arsası dahi (sehl ve Süheyl) isimli iki yetimin idi ücreti verilerek onlardan satın alınmış idi.

Bu hadise bize şunu göstermektedir. Nice öksüzler burada zaman içinde gerçek babaları olan (Ebul ervâh) akl-ı küll’ün zuhuru olan hakikat-i Muhammediyye ye ulaşıp gerçek Babalarına kavuşup yetimlikten kurtulmuş olmaktadırlar.

Hadîs-i Şerifte. (Bulûğ çağına ulaşınca yetimlik kalkar) Buyurulmuştur.

Bulûğa ermek zâhiren belli bir yaşa ermekle olmaktadır, ancak Bâtınen Bulûğa ermek kişinin kendi hakikati olan Hakikat-i İlâhiyye ye ermek ve (Ricâlûllah) Allah-ın erlerinden olmaktır. Buraya ulaşan kimseler ise kendileri yetim değil (Baba) olmuşlardır.

(Yetimlerin hem kendileri hem de malları (velâyet-koruma) altına alınır.)

Yetimlerin koruyucusu (Velâyet) mertebesidir, oraya ulaştıkları zaman, oradan aldıkları bilgi ve eğitim, gerçek Babaları olan (Akl-ı Küll’e ulaşmalarını sağlayacaktır.

Böylece İnsân-ı Kâmile yönelmiş ve onda yok olmuş her bir yetim sâlik o kanaldan geçerek gayreti nispetinde kendi erliğini idrak ve gerçek Babası olan Akl-ı külle ulaşması mümkün olacaktır.

(Yetimler topluma, Allah-ın emânetleri’dir.)

Kur’an-ı Kerim’de yirmiden fazla yerde yetimlerle ilgili birçok bilgi verilmiştir. Bu yetimlik Akabesi de böylece aşılmış olacaktır.

-------------------

(93/7) (Ve vecedeke dâllen fe hedâ.)

50

Page 53: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

53

(93/7) “Ve seni dalâlette buldu sonra hidâyete erdirdi.”

-------------------

“Dalâlet” bizim beşeri olarak anladığımız ma’nâda inkâr yönlü olmayıp, “sana bildirdiğimiz bu hakîkatları sen daha evvelce bilmiyor idin, ve biz bunları sonra sana açmadık mı, ve Hâdi ismini sende zuhura çıkarmadık mı?” anlamındadır.

Hâdi isminin en kemâlli olarak, açığa çıktığı yer Hazreti Resûlulllah’tır. Ve Efendimiz (s.a.v)in soyundan gelecek olan Mehdi (s.a.v.) ile bu süreç yâni hidâyet sistemi tamamlanmış olacaktır. Batıdan da Îsâ a.s’ın gelmesiyle, mertebe-i Îsevîyyet ile mertebe-i Mehdîyyet birleştiğinde, yeryüzünde büyük bir inkılâb olacak, ve bu şekilde bir müddet yaşayanacak olan dönemden sonra, kıyâmet halleri oluşacaktır.

Herbirerlerimiz kendimizde bulunan Hâdi ismini ne kadar zuhura çıkarırsak Hazret-i Rasûlullâh’ın hidâyetine o nispette ulaşmış olmaktayız.

-------------------

İkinci yorum

Seni dalâlette bulup ta hidâyete erdirmedi mi? Yâni sen bu işleri çocukluğunda bilmezdin. Dolayısıyla mudil ismi hükmü altında idin. Yalnız tabi müşriklerin dalâl hükmü başka, Hz. Rasûlullah’taki o hâdise başkadır. Cenâb-ı Hakk burada “dâll” kelimesini kullanmış. Tabî bizde onu okumak zorundayız. Ama bu bizim anladığımız mânâda inkâr yönüyle bir dalâlet demek değildir. Yâni daha evvel sana verdiğimiz hakîkatleri sen bilmiyordun, evvelce bunun gaybında idin, yâni bunun gafletinde idin. Biz sana bunları açmadık mı? diyor. “Hedâ” yâni Hâdi ismini sende zuhura çıkarmadık mı? İşte Âdem Aleyhisse-lâmdan beri, kıyamete kadar geçecek ne kadar insân varsa, bunların hepsinin üstünde, Hâdi isminin en çok

51

Page 54: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

54

zuhura çıktığı yer, muhteşem olarak zuhura çıktığı yer, Hz. Rasûllullah (s.a.v) Efendimiz. Hâdi isminin zuhur mahâllidir.

Neden? Âyet-i Kerîme’de belirtilen. Sen dalâlette iken biz seni hidâyete eriştirmedik mi? İşte en büyük hâdi ismi Efendimizde baş tarafta o iken. Çünkü bu Hâdi ismi, hidâyet yönü ile, bütün bu günlere kadar gelen Hakîkat-i İlâhi’yi Kûr’ân-ı Kerîm’i Âyetleri, Hadis-i Şerif’leri Hâdi ismi altında zuhura getiren o yüce peygamberimizdir. Gene onun neslinden gelecek olan son büyük Hâdi, yâni Mehdi onunla, bu sayfa tamamlanmış olacaktır. Yâni hidâyet sistemi onunla sona ermiş olacaktır. Tabi o gün hemen sona ermiş değildir. Ondan sonra daha başka büyük çapta bir hâdi gelmeyecek. Hidâyet ehli. Mehdi diye belirtilen bir mahâl bir zuhur hali ortaya gelmeyecektir. O da onun neslinden olacak yâni Efendimizin neslinden yâni Seyyid-lerimizin birinden olacaktır. Doğudan gelecek, batıdan da İsâ Aleyhisselâmın gelmesiyle mertebe-i İseviyet ile, yâni Mertebe-i Ruhullah ile Mertebe-i Ruhiyet ile, Mertebe-i Mehdiyet birleştiği zaman, yeryüzünde büyük bir ınkılâp olacak Islâmi inkılap olacak.

Bir müddet yeryüzü böyle güzel yaşantıdan sonra, bilinen kıyamet mahşer, halleri de oluşacaktır. İşte burada herbirerlerimizde de, bu Hâdi isminin zuhuru vardır. Biz ne kadar bu hâdi ismini zuhura çıkartırsak Hz. Resulul-lah’ın hidâyetine o nispette ulaşmış olmaktayız. İstediği kadar dışarda bir mal olsun, biz ona ulaşıp onu alamadık-tan sonra, onu tahsil edemedikten sonra, veya ona benzer şeyler üretemedikten sonra, ona sahip olamayız. Vitrinde seyredelim istediğimiz kadar. Nasıl ki, bütün insânlarda Cenâb-ı Hakkın bütün esmâ-i ilâhîyesi mevcût olduğu gibi, bizde de mevcût, dolayısıyla hâdi ismi de bizde mevcûttur ama bunun karşısında, mudil ismi de bizde mevcûttur. Ya hâdiyi kullanacağız, hidâyet yolcusu olacağız, ya mudili kullanacağız dalâlet yolcusu olacağız. Cehennem yolcusu olacağız, halimiz ikisinden biridir.

52

Page 55: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

55

-------------------

(93/8) (Ve vecedeke âilen fe agnâ.)

(93/8) “Ve seni yoksul bulup zenginleştirmedi mi?”

-------------------

Burada belirtilen yoksulluktan kasıt fakir hâlidir. Bütün insanların en fakiri halinde yaşayanı Efendimiz (s.a.v)’dir. Fakirlik ayrı bir şeydir fakr ayrı bir şeydir. Efendimiz (s.a.v) “Fakr ile iftihar ederim” buyurmaktadır oysa bütün âlemler kendisi için halkedilen birinde fakirlik denilen bir şey olabilirmi.? Fakr öyle büyük bir mertebedir ki iki âleminde üzerine çıkarak a’mâiyyet mertebesine geçmektedir yâni kimlikler ortadan kalkmakta hakîkatleri-ne dönüşmektedir.

Bir hadisi şerifte belirtildiği üzere “Fakr tamam olunca o Allah’tır” buyurulmuştur. Fakr nefsâniyetinden sonuna kadar soyunmuş olup nefsinden fakr olan demektir, para, mal, mülk fakiri demek değildir. Bu haldeki kişi ne kadar ararsa arasın kendi nefsine, benliğine ait bir şey bulamaz. Kişi nefsâniyetinden çıkıp kendisinde kendine ait bir varlık kalmaz, ancak orada mevcût bir varlık bulunmaktadır, işte o varlık Hakk’ın varlığından başka bir şey değildir.

Zenginliği de aynı şekilde beşeri anlamda mal, mülk zengini zannediyoruz, oysa bu zenginlik rûh zenginliğidir. Daha önce sâdece kendine ait esmâ-i ilâhîyyeleri kullana-biliyor iken daha sonra Allah’ın bütün isimleri ile zengin-leşti. Bu zenginliği bulunmayan bir varlık bütün âlemlere nasıl rahmet edebilir, demek ki Efendimiz (s.a.v) bütün âlemlerden zengin ki âlemlere ikrâm edebiliyor.

“İttikâ malı elden çıkarmak değil, gönülden çıkar-maktır” sözünde olduğu gibi, bize de lâzım olan elimizdeki malı mülkü elden çıkararak fakirlik üzere yaşamak değil,

53

Page 56: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

56

gönüldeki muhabbetini oradan çıkararak, yük olarak taşımamaktır. Su üzerinde giden bir tekne, suyu kendi ilerlemesi için kullanırken oluşacak küçük bir delik ile içine su dolduğunda, o su onu batırmaktadır. Aynı şekilde bizim tekne hükmünde olan bedenlerimize açılan bir delikten girecek olan nefis suları orasını istilâ eder, ve o tekneyi batırır, bu delikler olmadığı sürece o suyun üzerinde yüzülerek Hakk’a seyerân edilmektedir.

-------------------

İkinci yorum

Ve seni yoksul bulup zenginleştirmedi mi? Tabii Hz. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz doğduğu zaman herkes gibi dört kilo, üç kilo neyse o günkü gram tabii, seyir doğum seyri o kadar doğdu. Bunun ne malı ne mülkü vardı. Yoksuldu hiç bir şeyi yoktu. Onu zengin etti. Yâni yoksul bulup ta seni zengin etmedi mi? Burada yoksulluktan maksat fakr halidir. İşte bütün insânların en fakr halde yaşayanı da yine Efendimizdi. Fakr yalnız bakın. Fakir değil. Fakirlik başka fakr başkadır. Bir de fakirlik ifâdesi olarak miskinlik vardır. Ama burada miskinlikten değil fakrlıktan bahsediliyor. Onun da hakîkati başkadır. Fakr dediğimiz zaman biz para fakiri, dünya malından yoksun diye anlıyoruz.

Halbuki Efendimiz “El Fahri Fakri” ben fakirlikle iftihar ediyorum diyor. Biz peygamberlerin en fakiri insânların en fakiri, dünya yoksulu gibi, bununla iftihar ediyor diye, zannediyoruz. Halbuki bütün âlemler onun için halkedilmiş, onda fakirlik diye birşey sözkonusu olur mu? Ama O, ot yatak üstünde, hurma ağacı yaprakları üstünde yatar, o fakirlik, o değil. O mânâda o fakirlik değil. Rabbım beni doyuruyor diyor. Yâni ben aç yatsam da Rabbim beni doyuruyor diyor. “Ey Habîbim istersen sana şu Uhud dağını altın yapayım,” diyor.

Ne diyor bakın tenezzül etmiyor. İstemiyor. Orada da

54

Page 57: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

57

bir başka hikmet vardır. Eğer Uhud Dağı kimyacılar tarafından, coğrafyacılar tarafından yahud jeologlar tarafından araştırılmış olsa, orada büyük miktarda altın çıkacaktır. Çünkü Cenâb-ı Hakk Efendimize boşuna konuşmaz. İşaret etmişse sana Uhud dağını altın yapayım burasını diye, mutlaka orada altın değerinde zâhiren ve bâtınen de bir maden, birşey vardır. Zâhiren de Hz. Rasûlullahın böyle bir zenginliğe ne ihtiyacı vardır zâten ne de ister.

Ayrıca “Uhud” dağı, “Ahad” dağıdır ve kişinin beden varlığıda aslında “Uhud/Ahad” dağıdır, kişi bunu kendi beden varlığında idrak ettiği zaman, orası aynı zamanda mübarek beldedir ki, Hakk’ın tecelliyat beyti orada dır. İşte bu yüzden Uhud dağı altın dağı olmakla teşbih edilmiştir ki, bir bakıma “altın” “zeheb” demektir zehep ise, “mezheb” yoldur bu yol ise evvelâ “sırat-ı müstakîm” daha sonrada “sıratullahtır” ki, Mi’râc/zat yoludur. İşte Uhud dağının altın olması diğer yönüyle en kıymetli maden teşbihi ile “İnsân-ı Kâmil” dir.

--------------

Not= Uhud dağı hakkında daha geniş bilgi, (10 kelime-i tevhid) kitabımızda vardır dileyen oraya bakabilir.

--------------

İşte onun yoksul dediği burada fakr. Fakr dediği de gerçek fakirlik bir başka Hadis-i Şerif’te: “Fakr az daha iki âlemde yüz karası olacaktı” demiştir.

Yâni fakirlik iki âlemde yüz karası olacaktı. Biz zannediyoruz ki fakir insân ona buna muhtaç ona el açar, onun önünde eğilir. Yüz karası olur gibi. Öyle değil. İki âlemde yüz karası olacaktı dediği, fakrlık öyle büyük bir mertebe ki iki âlemin üstüne çıkıp Ama’iyet mertebesine geçecekti demektir. Yüz karası yüzünün karalığı demek o. Vechinin ortadan kalkması. Kimlik kalmaması. Hakîkatine dönüşmesi yâni hakikatine ulaşması demektir. “Fakr

55

Page 58: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

58

tamam olunca o Allah’tır” demiş Hadis-i Şerif’tede. Şimdi onu cebinden at. Onu at, onu at, onu at. Elbisene kadar at Fakr tamam oldu, yâni sen Allah mı oldun? O mânâda değil fakirlik. Yâni sohbetin başında dediğimiz gibi Cenâb-ı Hakk bu kelimelerle neyi gerçek olarak kendi murad etmişse onları biz anlayalım. Bizim kafamızla eksi kafamızla anladığımız mânâlar değil. Şartlanmış mânâlar ile değil.

İşte fakr dendiği zaman kelimedeki lûgat benzerliğin den, lûgatı açtığımız a, fakirlik diyor. B, Yoksulluk diyor. Miskinlik diyor. Miskin hiç malı olmayan. Fakirde belirli ufak tefek şeyi olandır, ama yine muhtaç olan hükmündedir. Bak miskin… Sizin gibi fakırlara can kurban. Fakr ne demek gerçekten? Fakır kelimesini iyi anlamak için o Fe, Kef, Rı harflerinin ne ifâde ettiğini bilmemiz lâzımdır, çünkü çözümlemesi oradan geliyor. Fakr demek kendi nefsaniyetinden son derece sonuna kadar soyunmuş demektir. Nefsinden fakir demektir. Para fakiri demek değildir. Arasa, tarasa ne yapsa ne etse kendinde, kendine ait birşeyi bulamaması, nefsine, benliğine, kendine ait hiç bir şeyin kesinlikle olmamasıdır.

İşte hepsi terk. İşte ne diyor “fakr tamam olunca o Allah’tır” dediği budur. Sen kendi nefsaniyetinden çıktıktan sonra, sana ait benliğinde varlığında hiç bir şey kalmadıktan sonra, sonra kalmadı ama, yine orada bir varlık vardır. İşte o Hakk’ın varlığından başka birşey değildir. “Fakr tamam olunca işte o Allah’tır” deriz. Seni zengin etti. Zengin deyince biz yine mal zengini dünya zengini zannediyoruz. Halbuki rûh zengini etti. Kendinde kendine ait bazı esmâ-i İlâhiye var iken, onu Allah’ın bütün isimleriyle zenginleştirdi. İlim ile zenginleştirdi onu, aşk ile muhabbet ile zenginleştirdi. Âlemlere rahmet olarak. Zengin olmayan bir insânın âlemlere nasıl rahmeti olacaktır? İki kişiye rahmet etti mi, üçüncüye cebinde para kalmayacak. Haa demek ki, bütün âlemlerden zengin o ki âlemlere ikram edebiliyor.

56

Page 59: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

59

Âlemler kendinden meydana gelebiliyor. Onlara rahmet olabiliyor. Senin cebinde paran olmasa, ilacın olmasa, hastaya rahmet edebilir misin? Merhamet edebilir misin? İlaç verebilir misin? Veremezsin. Demiyor sana İzmir’e rahmet olarak göndedik. Türkiye’ye rahmet olarak. Âlemlere bak gözünün gördüğü görmediği. Alemül gaybi veşşahadeh, hem şehâdet âlemine, hem gayb âlemine rahmet olarak gönderiliyor. Demek ki bunların hepsinden zengin. İşte Âyet-i Kerîme’nin hükmü: biz seni fakir bulduk zenginleştirmedik mi? Kırk yaşlarına kadar fakir hükmündeydi, yâni Dünya metaıyla fakirdi. Ama ondan sonra mânâ fakiri, kendi varlığının fakrliğine fakirlik başka mânâya dönüştü.

Çocukluğunda da fakirdi. O fakir ama madde fakirliği idi. Kırk yaşına kadar zâhiri mânâdaydı, anlaşılması lâzım fakrın. Gerçi, Hatice validemizle evlendi, neticede zengin oldu ama dağıttı onların hepsini, dünya fakrıda oldu. Ama kırk yaşından sonra kendi kimliğinin ortadan kalmasıyla gerçek fakra ulaştı. Bize de lâzım olan o tarafı zâten. Hani ne diyorlar ittika. Malı elden çıkarmak değil gönülden çıkarmaktır. İşte fakr bütün malını sağa sola dağıtmakta fakir üzere yaşamak değil, ama gönlündeki ona olan muhabbetini çıkarmaktır. Senin onu sırtında taşımaman. Onun seni sırtında taşımasıdır. Nasıl kayık suyun üstünde giderken, altında bir delik olursa su giriyor içersine, su içine girdiği zaman onu batırıyor. Ama su içine girmezse sudan istifâde ediyor yüzüyor. İşte bizim de Muhammed-î kayık teknelerimiz bu deryada yüzen teknelerimizde bir delik açılırsa nefis suları giriyor. Orasını istilâ ediyor batırıyor. Ama onu delmezsek onun üstünde yüzüyoruz oradan da Hakka seyran ediyoruz.

-------------------

(93/9) (Fe emmel yetîme fe lâ takher.)

57

Page 60: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

60

(93/9) “Fakat bundan sonra yetimi kahretme.”

-------------------

Üzerinde yetimlik hali bulunan, nefis perdeleriyle perdelenmiş, beşeriyet elbisesi ile örtülmüş, gaflet haliyle dünya ya dalmış, bu yüzden ümitsiz kalbi kırık insanları da azarlama, onlara yardımcı olmaya çalış.

-------------------

İkinci yorum

İşte daha evvelce sende bu yollardan geçtiğin için yetimi de ezme. O na da ters şekilde konuşma. Yâni sen nasıl daha evvel yetimdin. Rabbın seni terbiye etti, sana babalık hükmünde bulundu. Seninde karşına gerçekten bir yetim gelirse, gerek fiziki gerekse manevi mânâda yetim. Onlara babalık et. Onları kolla. Hani bu Abese vetevellâ âyetinde de varya. Sana bir a’ma geldi. Sen onu abes gördün ve huzurundan uzaklaştırdın. Neden? Orada zengin ya da, o günün eşrafından insânlar vardı. Onlara birşeyler anlatıyorken a’ma geldi. İbni Mektum. Ya Rasû-lullah. Tık tık tık kör gözleriyle. Bana birşeyler anlat, öğret. Nerden çıktı bu diye abes olarak baktı ona Efendi-miz o anda farkında olmadan. Veya öyle demeyelim. Farkında oldu da, bizlere eğitim olarak siz böyle yapmayın diye örnek olsun diye. O hâdiseyi yaptı diyelim. İşte karşına kim gelirse gelsin. Onları yetim olanları yetim koyma. Sana ters şekilde kullananlara da sen öyle davranma. Iyi muamele et diye ikazı geldi.

----------------

(93/10) (Ve emmes sâile fe lâ tenher.)

(93/10) “Ve ammâ sâili (bir şey isteyeni) bundan sonra

58

Page 61: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

61

azarlama.”

-------------------

Sâil, sual edici, tahsil, eğitim isteyen ma’nâsınadır. Hakk yolunda bu şekilde istekte bulunanları geri çevirmeyin hitabı vardır.

-------------------

İkinci yorum

Ve gelen sail sorucu dilenciyi de azarlama. Kovma yâni, karşına gelen dilenciyi de azarlama. Sail burada her ne kadar lugatlarda dilenci olarak geçiyorsa da, sail seele sorucu mânâsına, yâni tahsil eğitim isteyen kimse mânâsındadır. Değil mi? Sual edici. Sual edici ne sual eder? Dünyalıkta sual eder, her şeyi sual eder İşte dünyalık sual edene dilenci deniyor. Yâni dünyalık ekmek, aş isteyen dilenci ama ahiretlik bir şey isteyen sail, gerçek sorucu suâl edici. Ya Resulallah bana senden haber ver. Bunu senden dileniyorum demektir. Yâni o kadar çok istiyorum tevazu halindeyim ki, önünde ne yapmam lâzım geldiyse, gururu kibiri herşeyi kaldırdım. Bir dilenci gibi önünde eğiliyorum. Bana yalnız o ilimden ver. Diye istiyor. Gurur kibir meselesi yapmadan ben bu tahsili yapacağım, nefsimi de bir kenara bırakacağım, diyerek gelen ve sual edenlerden yâni Hak’tan sual edenleri azarlama. İşte şimdi yorgunum, yok uykum var, yok bilmem neyim var. Vaktim yok diye başından atma diyor.

-------------------

(93/11) (Ve emmâ bi ni’meti rabbike fe haddis.)

(93/11) “Ve fakat, Rabb’inin ni'metlerini artık anlat.”

-------------------

Bıkmadan, yorulmadan Rabbinin bu yüce ni’metlerini

59

Page 62: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

62

aşikâr et, bilmeyenlere de söyle.

Ne zaman ki bizler yakîn ilmiyle bu konuları anlamaya

başlayacağız işte ondan sonra güzel bir müslüman ve güzel bir irfan ehli olma yolunda inşallah yolumuz açıla-caktır.

-------------------

İkinci yorum

İşte böylece Rabb’ının nimetiyle birlikte, “fe haddis” bu hâdiseleri anlat bıkmadan, yorulmadan Rabbının bu yüce nimetlerini aşikare et, bilmeyenlere de söyle. Tabii bu muazzam Sûre-i Şerif’ler, muazzam kelimeler, böyle birkaç kelimelerle izâh edilecek şeyler değildir ama biraz sağından, solundan, ucundan, berisinden anlamaya çalışırsak bizle ilgili olan, özel olarak bizle ilgili olan kısımlarını, anlamaya çalışırsak İnşallah daha faydalı olacaktır. Biz bunları hep okuyorken, işte geçmişte şöyle olmuş, gelecekte böyle olmuş. Kendimizin dışında ne ka-dar yaşam varsa oraya hamletmekteyiz. Bir türlü kendi-mize, demin dediğimiz gibi, içimize ulaştıramamaktayız. İşte bu yönüyle Kûr’ân-ı Kerîm’e, Âyetlere, Sûrelere bakmaya başladığımız zaman, Elem neşrah leke’ninde hakîkatiyle burası yarılır.

Sadrı şarh olur o yarıldıktan sonra ancak yavaş yavaş içeriye nufus etmeye başlar, başka türlü de içeriye ulaşılması, bu sistemin dışında başka türlü de ulaşılması mümkün değildir. Çok güzel sesi olan bir imam efendi, hafız effendi, Kûr’ân-ı Kerîm’i okur. Ahlarız, vahlarız gözlerimizden yaş gelir, çok güzel hallere gireriz, duygulanırız ama o bir saattir, iki saattir o kadar. Ondan sonra bir hatırası kalır, uçar gider aklımızdan. Neden? Çünkü bize ulaşmadı. Kulağımıza ulaştı da özümüze ulaşmadı. Özümüze ulaşması için mânâsının bize bindiril-mesi lâzımdır, yâni mânâsının bize yüklenmesi lâzımdır.

60

Page 63: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

63

Gerek sırtımıza gerek aklımıza. Ne zaman ki bu şekilde bir yakîn ilmiyle bilgisiyle, yakîn. Yakın değil kurb değil yakîn. Özü ile birlikte anlamaya çalışacağız, inşallah ondan sonra hem güzel bir müslüman hem güzel bir irfan ehli olma yolunda yolumuz açılacaktır. Allah’tan cümlemize sağlık sıhhat idrâkler, Allah’a güzel bir kul, Hz. Rasûllullah’a güzel bir ümmet, Kûr’ân-ı Kerîm’i iyi anlayanlardan, ahirette yüzü kara olmayanlardan eylesin İnşallah. Böylece bu sûre de bitmiş oluyor. Sûre bitmiyor da bizim sözlerimiz geçici olarak burada bitmiş oluyor. Çünkü kasette bitmek üzere. Diğer gecelerde diğer sohbetlerde devam ederiz İnşeallah.

-------------------

DUHÂ Sûre-i şerifindeki kısa yolculuğumuz böylece sona ermiş oldu, bundan sonra yolumuza 94–İNŞİRÂH Sûresi ile devam edelim İnşeallah.

-------------------

Bu akşam 02.05.2002 Perşembe akşamı, İzmir’deyiz. Sohbetimize devam ediyoruz. Sohbetimizin mevzuu namaz sûreleri. İnşirah Sûresi’yle sohbetimize başlayalım. Cenâb-ı Hakk’tan bu sûrenin hakîkatini ve tabii tüm sûrelerin hakîkatini bildirmesini niyaz edelim İnşallah.

-------------------

Yolumuza bundan sonra gelen (94/İnşirah) sûresi ile devam edelim. Ancak yeri gelmiş iken daha evvelce bu sûrenin özet baskısı yapılan (54) nolu kitabımızda geçen yorumunuda (ikinci yorum) olarak buraya da ilâve etmeyi uygun buldum, İnşeallah faydalı olur

-------------------

61

Page 64: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

64

94 İNŞİRÂH Sûresi

حیم حمن الر سم هللا الر بBİSMİLLÂHİR RAHMÂNİR RAHÎM

-------------------

94-el-İNŞİRÂH : "İnşirâh" açılmak, genişlemek, sevin-mek manâlarına gelir. Duhâ sûresinden sonra Mekke'de inmiştir. 8 (sekiz) âyettir. Bu sûrede Peygamberimizin, çocukluğunda risâlete hazırlamak üzere kalbinin açılıp arıtılmasından söz edilmektedir. Ayrıca, onun getirdiği dindeki kolaylıklara dikkat çekilerek Allah'a şükretmeye teşvik edilmektedir. (E.H.Y.H.D.K.D.)

-------------------

Mealen.

1- Biz senin için (mutluluğun) göğsünü açmadık mı? 2- Senden yükünü indirmedik mi? 3- O senin sırtını ezen yükü. 4- Senin şanını yüceltmedik mi? 5- Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık vardır. 6- Evet, zorlukla beraber bir kolaylık (daha) vardır. 7- O halde boş kaldın mı, yine kalk (başka bir iş ve

ibadetle) yorul. 8- Ancak Rabbine yönel.

-------------------

Sûre-i Şerif’in, kısaca sayı değerlerine bir göz atalım.

(94) Sıra numarası.

(30) Cüz.

(12) Nüzül sıra numarası.

(8) Âyet, toplarsak.

(94+30+12+8=144) tür.

Page 65: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

65

(-İnşirah) Kelimesinin harf, sayı değerlerine

bakalım.

( Elif-1-13) ( Nun-50) ( Şın-300) ( Rı-200) ( Elif-1-13) ( Ha-8) dir. Toplarsak.

(1+50+300+200+1+8=560) tır.

(9+4=13) Görüldüğü gibi birçok sayısal değerler içinde bulunmaktadır. Yukarılarda da belirtildi, fazla teferruata girmeden bir de harf ma’nâlarına kısaca göz atalım.

(-İnşirah) Kelimesinde “Elif-” Ulûhiyyete “Nûn-

Nûr-u Muhammediyye ye” “şın-müşahedeye” Rı-Rahmâniyyet ve Rububiyyete” “Elif-İnsân-ı Kâmile” Ha-hayata” işaret etmektedir. Hâl böyle olunca oluşan ma’nâ.

(-İnşirah) Ulûhiyyet mertebesinden doğan Nûr-

u Muhammediyye Rahmâniyyet ve Rububiyyete intikâl edince İnsân-ı Kâmil mertebesinden gerçek bir “hayat-inşirah” açılımı ile müşahede edilmesidir.

-------------------

Kûr’ân-ı Kerîm’in nâzil olması demek içindeki mânânın bir mertebeden bir mertebeye hafifletilerek indirilmesi demektir yoksa örneğin arşı âlâ’dan dünyâ semâsına indirilmesi demek değildir, bu ifâdeler de geçerlidir ancak izâfidir.

Kûr’ân-ı Kerîm bu şekilde hafifletilerek inmiş olmasa idi özünü ve aslını hiçbir varlığın anlaması mümkün olmayacaktı. Zât mertebesinden sıfât mertebesine oradan esmâ mertebesine ve oradan ef’âl mertebesine, Arabça’ya indirildi ve Cenâb-ı Hakk (c.c) bütün mertebelerdeki

63

Page 66: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

66

mânâları açık ve kapalı olarak Arabça harflerin üzerlerine yükledi.

Arabça’dan diğer dillere yapılan tercümelerde bu mânâlar yapılan tercüme üzerine ne yazık ki yüklene-memektedir. Kûr’ân-ı Kerîm’i okuduğumuzda lezzet alamayışımız ve onun derinliklerine dalamayışımız hep lisan perdesi yüzünden olmaktadır. Genel ifâdeleri ile Yüzde on gibi bir mânâsı ancak açığa çıkabilmektedir. Çünkü bu tercümeler aklı cüz’ sınırları içerisinde ve daha ziyâde tenzih mertebesi yani ötelerde olan bir Allah düşüncesi üzerine ağırlıklı olmaktadır.

Bizler çok çalışmak suretiyle “Arabça” kelimesinin başında olan ve bireysel nefsaniyetimizi ifâde eden “ayn-yani A” harfini kaldırabilirsek Kûr’ân-ı Kerîm’in “Rab”çasını okumuş oluruz ve bu hakîkat tahakkuk etmedikçe Kûr’ân-ı Kerîm’i gerçek mânâsı ile anlamak mümkün değildir.

Diğer bir yönden ise elimizde bulunan Kûr’ân-ı Kerîm değişmemiş ve aslı üzere olduğundan mânâ olarak belki tam olarak anlayamasak dahi bütün okuduklarımız rûhu-muzda kayda geçmektedir, Kûr’ân-ı Kerîm ile rûhumuz iki kardeş olduklarından ve aynı kaynaktan geldikleri için birbirini anlayabilmektedirler.

Sayı değerleri yönünden bakarsak, 94. sûre olması yani (9+4=13) ile görülüyor ki Sûre-i Şerif hem sayı olarak hem de kelâm ve mânâsıyla Efendimiz (s.a.v) ve onun şahsında herbirerlerimize hitâp etmektedir.

-------------------

(94/1) (E lem neşrah leke sadrek.)

(94/1) “Senin göğsünü yarıp genişletmedik mi?”

-------------------

64

Page 67: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

67

Cenâb-ı Hakk (c.c) bu Âyet-i Kerime’ye istifham Elif’i ile başlıyor. Cenâb-ı Hakk (c.c) ben bu işi yaptım diyor ve bizim de bundan haberimiz yok ise, o zaman vay halimize çünkü bizler bu dünyâya bunlardan haberdar olmak için geliyoruz.

Mûsâ (a.s) ulûl-Azm bir peygamber olarak Firavun’un karşısına giderken Cenâb-ı Hakk (c.c)’tan “Rabbişrah li sadri” (20/25) yani “Rabbim göğsümü genişlet” isteğinde bulundu. Buna karşılık Cenâb-ı Hakk (c.c) bu Âyet-i Kerime de ümmeti Muhammed’e o kadar büyük lütûfta bulunuyor ki ümmeti Muhammed’e verdiği büyük değeri gösteriyor.

Cenâb-ı Hakk (c.c) ümmeti Muhammed’e hitâben “ben zâten sizi hakîkatlerimi alayacak kapasitede halket-tim” buyuruyor.

Ancak bizler bu kapasiteyi dünyâ muhabbetiyle dol-durduğumuzdan dolayı Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın hakîkatlerine yer kalmıyorsa bundan sorumluyuzdur.

Mânâ olarak bu kadar geniş olan rûhaniyetimiz mad-de beden oluşumu ile biraz kısıtlanmıştır, okuduğumuzu anlayamamamızın sebebi de budur. İçimizde oluşan sıkıntıların sebebi dahi hep buradan kaynaklanmaktadır.

Efendimiz (s.a.v)’in yaşamı süresince mübârek kalpleri, dört defa ameliyat edildi ki, maddesel oluşumlar ile daralan kalbimizin, yine aynı şekilde fiziki açılımlar ile, genişletilebileceğinin göstergesidir.

Birinci ameliyat, çocuk iken dört yaşında melâikeyi kirâm tarafından yapıldı ve vücudunda bulunan pis kanı temizlendi,

İkinci ameliyat, on yaş civarında,

Üçüncü ameliyat, Hira dağından ilk vahiy gelmezden hemen evvel,

Dördüncü ameliyat ise mi’rac’a çıkacağı gece yapıldı.

65

Page 68: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

68

Buradan anlaşılacak olan ameliyat ifâdesi, her birerlerimizin cerrahlara giderek göğsümüzü yardırması anlamında olan bir ifâde değildir. Gerçi bu ifâdeler daha o günlerden günümüzdeki kalp cerrahisinin ilmini de göstermektedir, ancak bizlere lâzım olan bâtıni olarak ifâdesidir ki o da şöyledir;

1. ameliyat ef’âl mertebesini anlama yolunda,

2. ameliyat esmâ mertebesini anlama yolunda,

3. ameliyat sıfât mertebesini anlama yolunda,

4. ameliyat zât mertebesini anlama yolunda, olmaktadır.

Bu belirtilen ameliyatlar olmadıkça Allah (c.c)’ı tanımak ve ilmini idrâk etmek mümkün değildir. Sûri olarak İslâm dinini sadece fıkıh ilmi ile sınırlı bir saha içerisinde yaşarız.

Hakk yolunda yapılacak “göğsün yarılmasının” ilk önceki bıçağı, kelime-i tevhid’dir, daha sonraki ilâcı “Hakk sohbetleri”dir. Kelime-i tevhid ile başlayan zikirler vücutta oluşan gazları izale etmektedir. Yediğimiz yemeklerdeki özelliklerin kana karışması nefsi emmarenin en büyük kaynağıdır ki, kişi bunlardan dolayı nefsi arzular ve onun istikâmetinde hareket etmeye başlar. Sadece duygular ile hareket etmeye başlayan, madde beden şuurunu Allah’ın istediği istikâmette kullanamamaya başlar ki, bu madde bedeni idare eden akıl ise, ancak kendi hakîkatini idrâk ettikten sonra, gerçek mânâda akıl olmaktadır. Zikir ile incelen kan, beyin kapasitemizi genişleterek düşünce haddimizi arttırmaktadır. Zikir yapanlarda fiziki olarak kalp hastalıkları da çok görülmez çünkü bu akışkanlık kalp civarındaki yağlanmayı da önler. Sinir sistemini de düzene sokan bu çalışmaların ne kadar büyük faydaları olduğu görülmektedir.

Daha evvelce kişi, kendi nefs-i varlığında Hakk’tan

66

Page 69: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

69

gafil darlıkta, ve sıkıntı içindedir, daha sonraları aldığı eğitim ve çalışmaları ile fenâfillâh’dan baka billâh’a geçip Hakk’ani bir elbise ile halkın arasına gönderilmesi ve İlâh-î hakikatleri Hakk’ani aklı ile idrak etmesi onun İnşirahıdır.

“Senin göğsünü yarıp genişletmedik mi?”

Bu kabiliyyeti zâten daha baştan sana vermedikmi? O halde çalış ve bu hakikat-i idrak et.

-------------------

İkinci yorum.

Bu zâhir anlamdaki ifâdesi. Ve bu tercüme bakın, burada çok enteresan bir hâdise vardır. Yâni burada derken tüm bu tercümelerde. Allah’ın kitabından, bu beşerin yaptığı bir tercümedir. Ama Kûr’ân-ı Kerîm daha evvelki sohbetlerde de geçtiği gibi, Allah tarafından mânâ âleminde dört defa tercüme edildi. Yâni ana kitâpta iken, Ümmül Kitâp’ta iken, kitabın anasında yâni, ana varlıkta iken bir tercüme edildi, Allahçadan Hakça’ya, oradan Levhi Mehfuz’a nâzil oldu, indirildi. Levhi Mahfuzda Hakça’ dan, Rabçaya tercüme edildi. Rapçadan da Arapçaya tercüme edildi. Bu tercümeyi yapan Allah-ü Teâlâ Hazret-lerinin kendisiydi. Semi ve alim ismiyle. Alim sıfâtıyla yaptı bunları. Niye böyle oldu bu işler? Şimdiye kadar Kûr’ân-ı Kerîmin böyle bir ifâdesini duyduk mu? Duyma-dık.

Duymadık ama, bizim duymamamız bunun yokluğu değildir. Duymayabiliriz, her şeyi ama gerçeği bu Kûr’ân-ı Azimüşşanın. Bize ulaşma gerçeği bu. Eğer Levhi Mahfuzda ve ondan evvelki Ümmül Kitâpta olduğu şekliyle bize indirilmiş olsaydı, bizim bunu anlamamız kesinlikle mümkün değildi. İşte Kûr’ân-ı Kerîm’in nâzil olma hakîkatinde bu yatmakta. Gerçeğinde bu yatmakta. Nâzil bir mertebeden bir mertebeye, yâni bir mahâlden bir mahâle indirilmesi değil. İçindeki mânânın bir mertebeden

67

Page 70: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

70

bir mertebeye, hafifletilerek indirilmesi. Nüzul demek bu demektir, nâzil olması da budur. Yâni zât mertebesinden, sıfât mertebesine indirilmesidir. Yoksa Arş-ı Alâ’dan dünya semâsına indirilmesi gibi, ifâdeler de geçerlidir ama bunlar izafi ifâdelerdir, bazı şeyleri belirtmek için söylenen ifâdeler. Makam ve mekân ifâdeleri değil. Zaman ve mekân ifâdeleri değildir. Eğer Cenâb-ı Hakk Allah’çadan Arapçaya tercüme etmeseydi, bu Kûr’ân-ı Azimüşşanı sadece ve sadece Allahü Teâlâ Hazretlerinin benzeri birçok Allah’lar olması lazımdı ki, ancak onlar kendi aralarında anlayabilirlerdi bu lîsânı. Tabii böyle bir şey mümkün değil. Ama izâh için söylüyorum. Anlatabildim mi? Allah’da olan Ümmül Kitâpta olan Kûr’ân-ı Azimüşşanın özünü, aslını hiçbir varlığın sıfât mertbesi dahil, orada bulunan hiçbir varlığın anlaması mümkün değildir. İşte anlaşılması için anlaşılmasının kolaylaştırılması için, Cenâb- Hakk onu bir tercüme yaptı, yâni nâzil etti, nuzul etti, hafifletti, indirdi. Nasıl ki bütün bu âlemler yok iken, Allah-ü Teâlâ Hazretleri amaiyette iken, bu âlemler varmıydı? Yoktu. Arapça Türkçe lîsânlar varmıydı? Yoktu.

Bunların hepsi sonradan oluştu, sonradan meydana geldi. İşte bunlar sonradan meydana geldiği gibi Kûr’ân-ı Kerîm’inde tecelli saf’haları sonradan oluştu. Nâzil denen budur. İnme diye bahsedilen budur. Bir mertebeden bir mertebeye, bizim anladığımız mânâda inmek, düşmek işte ulaşmak gibi değil, mânâsının hafifleştirilmesi nâzil olma-sı. Zat mertebesinden sıfât mertebesine Levhi Mahfuza. Levhi mahfuzda levhalar halinde ilim olarak billurlaşmaya başladı, belirmeye başladı Kûr’ân-ı Kerim’in hakîkati. Oradan yine o şekilde bize gelseydi yine anlayamaya-caktık. Mümkün değildi çünkü.

Oradan da Cenâb-ı Hakk Levhi mahfuzda bir tercüme yaparak. Şimdi aklıma geldi. Kitabül Mübin neyse, oradan sonra aldığı isim de, İmam’ül Mübindir. O ismi alarak Kûr’ân ifâdelendirildi. Orada da Rabça. Yâni esmâ metre-besine tenezzül etti. Bütün varlık tenezzül ettiği gibi,

68

Page 71: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

71

Kûr’ân’da esmâ mertebesine tenezzül etti. Bunlar hep… Dinleyenlerden biri: Furkan. Yok, Furkan değil. Furkan sıfât. Levhi mahfuzdan bir tecelli ile, bir tercüme ile Kitabül Mübin, yâni açık kitâp hükmüne ki, buda esmâ âlemidir. Esma-i İlâhiyenin açıldığı sahadır. Orada Rabçaya tercüme etti Cenâb-ı Hakk. Yâni Hakçadan Rabçaya tercüme etti. Rab bilindiği gibi rububiyet, terbiye mertebesi, esmâ mertebesi, yâni isimlerin zuhur mertebesidir. Eğer bu şekliyle gelseydi yine anlaya-mazdık. Taa ki o günün en gelişmiş lîsânı olan, başına bir elif/ayn konmak sûretiyle Arapçaya tercüme edildi.

Bu tercümeyi yapan Cenâb-ı Hakk. Yalnız şimdi niye buraya geldik. Şunu belirtmek için: Rabçadan Arapçaya tercüme ettiği zaman Cenâb-ı Hakk. Bakın şimdi bu çok mühim bir mesele. O Arapçanın üzerine Rabça mânâsını yükledi. Kûr’ân-ı Azimişşanda daha üst mertebelerde bulunan bütün hakîkatleri, beşer lîsânı olsa dahi Arapça lîsânın üzerine yükledi. Rabça, Hakça, Allahça mânâlarını hepsini o ibare harflerinin üstüne yükledi. İşte Efendimizin buyurduğu mir’aç gecesinde bana üç türlü ilim verildi dedi ya. Birini herkese açmam, o beşeriyet yönlü anlayışla, birini isteğine bıraktı.

Bazılarını aç, bazılarını açma dedi. O da esmâ mertebesinin bazı halleri. Açma dediği sıfât, zât mertebe-sindeki halleri açma, herkese açma, mânâsında idi. Ama bu mânâları Cenâb-ı Hakk Kûr’ân-ı Kerîm’in içerisinde, o Arapçaya yüklediği Rabça mânâların içersine yükledi. Bütün bunların hepsini yükledi. Eğer Cenâb-ı Hakk kapalı bir şey murad etseydi zâten bu âlemleri halk etmezdi. Onun gayesi kendinde bulunan bütün hakîkatleri ortaya çıkarmak. Zahera ismiyle, zuhura getirmektir. Tecelli, ceal ismiyle tecelli ettirmek. Eğer gayesi kapatmak olsaydı o ibare içerisinde o lâfızları görüntüye getirmezdi. Tamamen gizli bırakırdı, kimsenin de haberi olmazdı.

Şimdi anlamamız gereken, meâl ile yâni Arapçadan

69

Page 72: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

72

başka çeviriler ile, Arapça çevirisinin arasındaki farkı anlayalım. Şimdi Arapça olarak bize nâzil oldu. Her birerlerimize. Aleyke aleyke diyor bakın. Senin üzerine, senin üzerine, sana, kef, kef, muhatab, fe, diye. Okuyana hep bunlar yâ’sin ey insân diye. Hep sana hitap ediyor. Ama bana da hitap ediyor. Zannetmeyin hep size. Hepimi-zin hissesi vardır. Hem de asli olarak hisselerimiz vardır. Eğer biz kendi hakîkatimizi biraz idrâk edersek Arapçanın başındaki Elif/ayn bizim nefsani varlığımızı oluşturmak-tadır. O baştaki elifi/ayn-ı çektiğimiz, oradan ayırdığımız zaman yine arkada kalan Rabça’dır. Ama o Rapçanın perdesi Arapça lîsânıdır. En geniş mâ’nâda o gün yeryü-zünde lîsânlar arasında, bugün dahi öyledir, en geniş kapsamlı mânâları ihtiva ettiği için Cenâb-ı Allah onu Arapçaya çevirdi. Yoksa Latinceyede çevirirdi. Diğer kitâp-larda olduğu gibi İbraniceyede çevirebilirdi. Süryaniceyede çevirebilirdi.

Ama Arapça lîsânı üzerine, Arapçaya tercüme etti. Şimdi beşinci tercüme olan Türkçe, Almanca veya diğer lîsânlara yapılan tercümelerde bu mânâlar üzerine yüklenemiyor. Bakın en can alıcı yeri burası. İşte beşinci tercüme olarak, Türkçe olarak okuduğumuz, şu meâl Kûr’ân-ı Azimüşşanın mânâsının zâhiren, belki yüzde beşini, yüzde onunu bize aktarabilmektedir. İşte Kûr’ân okuduğumuz zaman lezzet alamayaışımız, onun derinliği-ne dalamayışımız, dışındaki o lîsân perdesi yüzünden olmaktadır. Yâni tercüme edenin lîsânının yetersiz olmasın dan kaynaklanmaktadır. Özüne nufuz edemememizin en büyük sebebi budur. Burasını anlatabildim mi? Cenâb-ı Hakk Rububiyet mertebesinden Rabçasından bizlere “kitab-ül mübîn” olarak bildirmektedir.

Evet Türkçe veya Almancaya veyahut Fransızcaya, Arapçadan tercüme edildiği zaman, Cenâb-ı Hakk’ın yapmış olduğu tercüme gibi olamayıp beşer lîsânı. Arapça da beşer lîsânı, diğer lîsânlar da beşer lîsânı olduğundan Ulûhiyyet mânâları o beşer lîsânına yüklenememektedir.

70

Page 73: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

73

Ancak zâhir ve çerçeve genel ifâdesiyle, Kûr’ân-ı Kerîm’in yüzde onu kadar bir mânâsı ifâdeye, zâhire çıkabilmekte-dir. Çünkü o tercümeleri, son beşinci tercümeyi yapan da beşer aklıyla. Yâni nefsiyle tercüme ettiğinden. Başka bir ifâdeyle akl-ı cüz sınırları içerisinde tercüme ettiğinden, Cenâb-ı Hakk’ı da genel mânâda tanıyamadığından, ve de daha ziyade tenzih mertebesi, ağırlıklı meseleye baktıklarından, o zaman ötelerde olan bir Allah’ı anlatma ve izâh yoluna girdiklerinden, Cenâb-ı Hakk’ın gerçek halini, Kur’ân-ı Azimüşşanın gerçek ifâdelerini anlatma imkâqnı bulunamamaktadır. Peki ne olacak o zaman? Tercümeden tercüme, o her tercümede işte biraz mânâsı eksilince, nasıl bunun aslını öğreneceğizde, nasıl hakîkati-ne nufus edeceğiz? İşte o demin bahsetmeye çalıştığım gibi, Arapça kelimesinin başındaki Elif/ayn-ı kaldırabilirsek çalışmak sûretiyle ki, o Elif/ayn, bizim nefsaniyetimizdir.

Elif/ayn, bizim bireysel varlığımız. Bireysel varlığımızı ortadan kaldırarak, okumaya çalışırsak işte o zaman Rabçasını okumuş oluruz. A-rapça o hakîkate ermeye başladığımız zaman bakıyoruz ki, baştaki Elif/ayn bizim varlığımız sadece harf-i nidâdır. Hakikatini anladığımız zaman “Aaaa” bu Rabçaymış diyerek hayret ediyoruz.. Bundan sonra hakikatini daha çok anlamaya başladığımız zaman hayret üstüne hayret ediyoruz. Arapça beşer lîsânıyla zannettiğimiz Hakîkati İlâhiye olan bu kitabın hakîkatini anladığımız zaman, baştaki Elif/ayn bizim varlığımız, ve de onun yokluğu, sadece bir sesten ibaret kalıyor. “A-rapça” işte bu hakîkat zuhur etmedikçe Kûr’ân-ı Kerîmi gerçek mânâsıyla anlamak mümkün değildir. Sadece suri ve kalıp olarak, ve beşinci tercüme olarak, beşerin yaptığı tercüme iyi bir, iyimser rakamla yüzde onu ancak elimizde kalmış olmaktadır. İşte diğer eski kitâpların da bozulma sebebi bu tercümelerdir. En büyük bozulma sebebidir. Ancak başka da yapacak bir şeyimiz yoktur, Gerçek bir tercüme yapacak kişinin mutlaka İrfaniyyet ve tevhid bilgisine sahip olması gereklidir.

71

Page 74: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

74

Not= “Elif/ayn” bilindiği gibi, Türkçe, “Arapça” yazısı (A) ile başladığı için aynı sesi veren (a’e) (Elif) ile belirtildi, ayrıca, “Arapça” yazısı, “Arapça” olarak yazıldığı zaman, baştaki harfi “Ayn” olarak yazılır, aslında her iki şekilde de, baş harfi “A” olarak ifade edilir. Bu yüzden bende bu hakikati belirtmek için “Elif/ayn” olarak her iki Halide belirtmiş oldum.

Hristiyanlar yaklaşık her on senede bir, bir heyet toplayarak bunu zamanın kelimelerine göre değiştiriyorlar Yenilendiriyorlar İncil, Tevrat gibi kitâpları. İşte her anlayışta, günün insânlarının anlayışı, beşer anlayışı idrâki içerisinde ilâhî mânâları kaybolup . Kitab-ı Mukaddes dedikleri kitâplar beşer lîsânına, beşer anlayışına dönüş-müş oluyor. Peki bize gelince ne oluyor? Bizim işimizde aslında ondan farklı değil. Ancak; bizim elimizde muhkem ve mutlak olarak aslı olduğundan, bizim şansımız onlardan çok fazla. Ma’nâ olarak belki anlayamıyoruz, son beşinci çevirisinde beşerce anlıyoruz ama, özü elimizde olduğu için, anlamadan Arapça formunu okuduğumuzda, o bizim rûhumuza demin dediğimiz gibi rûhumuza kayda geçiyor.

Bugun aklımız onu almıyorsa da ama rûhumuzla irtibat sağlayabiliyor. Çünkü kardeşiyiz biz onun. iki kardeşte en güzel bir sekilde birbirini anlayabiliyor, aynı kaynaktan geldığı için. İşte şu yaptığımız mevzu içerisinde, hem geçmiş kitâpların ne yönden bozulduğu, ama halen elimizde mevcût halimizin de bizlerinde ne halde olduğunu anlayabiliyoruz. Anlatabildim mi bir şeyler bu hususta. İşte bu Sûre-i Muazaama, Sûre-i Şerif’te Cenâb-ı Hakk istifham/soru elifiyle başlıyor yine.

-------------------

E lem yapmadık mı? Neyi neşrah şarh etmedik mi? Yarmadık mı? Neyi? leke senin için lil için bakın, kef şu anda, bakın her birerlerimize bu âyet taptaze inmektedir. Hemde Rabbımızın mübarek lîsânıyla inmektedir. Birebir

72

Page 75: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

75

bakın Rabbın sana hitap ediyor. Yapmadık mı? Hadi inkar et bakayım. Yapmadın de bakayım. Ama benim haberim yok. O daha acı o zaman. Rabbın ben yaptım bu işi ettim diyorsa, senin haberin yoksa, o zaman vay vay halimize. Bu dünyaya bundan haberdar olmak için geldik. Yatmaya gelmedik. Olsun yatacağız da arada sırada. Yatmadan da olmuyor. Sadreke. Biz senin göğsünü yarmadık mı? Şarh etmedik mi? “E lem neşrah leke sadreke.” Yâni biz senin göğsünü yarmadık mı? Yâni açmadık mı? Böyle bir tekrar edelim sonra başa döneriz.

-------------------

(94/2) (Ve vedagnâ anke vizrek.)

(94/2) “Ve senden yükünü kaldırmadık mı?”

-------------------

Bizim sırtımızdaki en büyük yük, sürekli olarak talepte bulunan nefsi isteklerin yükü ve benlik yüküdür. Herbirerlerimizde bulunan bu yükleri nasıl sırtımızdan atacağımızın yolunu Cenâb-ı Hakk (c.c) bize bildirmiştir. Bunları dikkâte alarak bu yükleri sırtımızdan atmalıyız.

Bizden önceki ümmetler kişinin bireysel varlığının nereye dayandığını ve nasıl bir varlık olduğunu, üzerinde hangi yükleri taşıdığını bilmiyorlar idi. Cenâb-ı Hakk (c.c) ümmeti Muhammed’e habîbinin yüzü suyu hürmetine bunları bildirmiştir. Beşeriyetin giderilerek yerine hakîka-tinin konulması ile orada Hakk’tan başka bir şey kalmamakta ve bu şekilde bu yük bizlerden kalkmış olmaktadır. Bundan sonra üzerimizde kalan marifetullah yükü ile çok büyük şeref olarak Kûr’ân’ın hammalığını, taşıyıcılığını yapmaya başlamaktayız.

İnsan-ı Cenâb-ı Hakk (c.c) Kûr’ân’ı taşıyıcı olarak halketmiştir ve bu belirtilen marifetullah bilgisini taşıyan

73

Page 76: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

76

kimseler için Kûr’ân-ı Kerîm’in tamamını ezbere bilme gerekliliği yoktur, Kûr’ân-ı Kerîm’in mânâsını bilmesi onun gerçek taşıyıcısı olmasını sağlamaktadır.

-------------------

İkinci yorum.

“Ve ve dagnâ” burada bakın, biz yaptık veya yapmadık mı? Aleyke senin üzerinde bulunan “vizreke” senin sırtında bulunan yükünü atmadık mı? Yâni senin sırtındaki yükünü kaldırmadık mı? Anlaşılıyor değil mi? Birinci âyette biz senin göğsünü gönlünü açmadık mı? İkinci âyette sırtındaki yükünü kaldırmadık mı? Nasıl? Sorulu cevaplı tahkikli mutlakiyet olarak söyleniyor. Bunda şüphe yok. Ya Rabbi kaldırmadın diyecek halimiz yoktur. Kaldırmadık mı? Diye yapılan, inkârı olmayan işi, açık olarak bildiriyor. Ancak ilgisizliğimiz yüzünden bizim bunlardan haberimiz yoktu, demek kimseyi kurtamayacaktır.

-------------------

(94/3) (Ellezî enkada zahrek.)

(94/3) “Ki o (yük) senin sırtını bükmüştü.”

-------------------

Kişinin sırtında ki yükü, başlangıçta kendini var zan-nettiği beşeriyyet yüküdür. daha sonra eğitimini sürdür-düğünde kendisinde meydana gelen fenâfillâh halinde ki, emir ve nehiy hükümlerini kime bağlıyacağı ağırlığıdır. Çünkü halkı göremez ki, emir ve nehiyleri uygulama yeri görsün. Daha sonra kendisine Hakk’ani bir elbise verilip fenâfillâh’dan baka billâh’a geçtiğinde gene kendisinde hakikat-i itibari ile halkıyyet-i meydana geldiğinde bu belirsizlik yükü sırtından gitmiş olur. Onun yerine bu sefer görev bilinci gelmiş olur.

74

Page 77: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

77

-------------------

İkinci yorum.

Ellezî enkada zahrek. Senin sırtını bükmüş olan ağır yükünü kaldırmadık mı? Genelde bakın, Cenâb-ı Hakk bize o kadar büyük lutuflarda bulunmuş ki bizim bunlardan haberimiz bile olmuyor. Eğer Cenâb-ı Hakk bize verdiği lütufların en küçük bir karşılığını istese idi bizim bunları yerine getirmemiz imkânsız olacaktı, bu sebebten sırtımız da ifade edemiyeceğimiz kadar Hakk’a karşı şükran yükü vardır. İşte bu yüzden genel olarak Rahmaniyyet hakikati ile bizlere verdiği lütufların karşılığını bizlerden isteme-mekle, sırtımızdaki bu vefa ve şükran yükünü kaldırdığını ifade etmektedir. Bizlerden sadece kendisini Rabb olarak tanımamızı, bunun karşılığında ise ahirette gene sonsuz olarak nimetler verceğini ifade etmektdir.

-------------------

(94/4) (Ve refa’nâ leke zikrek.)

(94/4) “Ve senin zikrini yükseltmedik mi?”

-------------------

Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın zâti tecellisi bizlerde olduğu için zikrimizi yükseltti ancak bunun tahakkuku için yukarıda belirtilen oluşumlar yani gönlün temizlenmesi, sırtındaki nefs yükünün atılması gereklidir.

“Hakikat-i Muhammed-î” olarak bütün âlemlerde, “Muhammedürrasûlüllah” diyerek cem den sonra fark âleminde de “zikrini yükseltmedik mi?” Senin zikrini yâni senin hakîkatini yüceltmedik mi?

-------------------

Not= Bu husuta geniş bilgi (13 ve hakikat-i ilâhiye) isimli kitabımızın (8) inci Muhammed (s.a.v) bölümünde

75

Page 78: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

78

mevcuttur dileyen oraya da bakabilir. T.B.

-------------------

(Fe inne maal usri yusra.)

(94/5) “O halde, muhakkak ki zorluk ve kolaylık beraberdir.”

-------------------

Bu belirttiğimiz işler de sadece okumak ile yeterli olacak kadar kolay işlerde değildir, bunların tahakkuku için çok çalışmak gereklidir. Aslında zorluk, dışarıdan kolay görülmekle birlikte kişinin kendi nefs karanlığında yaşaması zordur. Bu halini Nûr aydınlığına çevirebilmesi biraz zor görünüyor ise de, aslında o zorluğun içindeki kolaylıktır.

-------------------

İkinci yorum.

Muhakkak ki bir zorluk ile bir kolaylık vardır. Yâni bu işler oluyorken belki biraz zorlanıyorsun ama, her işte. O zorluğun yanında mutlaka bir kolaylık vardır.

Aslında zorluk, hayata nefsinin isteği ve arzusu ile bakmaktan kaynaklanmaktadır. Başına gelen her hangi bir zorluk karşısında sabır kalkanı kullanılmadığı için o hadise kişiye çarpmakta ve ona zarar vermektedir. Ancak o kişi sabır kalkanını kullandığı zaman kendisine gelecek olan atılan zarar okları, kalkanına vurup yere düşeceğinden kendisine tesir edemeyeceğinden işi kolaylaşmış olacaktır.

“İnnellaha meassâbirin” (2/153) “Allah sabredenlerle birliktedir” âyetinin hakikatiyle Allah (c.c.) o kişinin yanında ise! nefse zorluk gibi görünen her hangi bir hadise, ruha huzur verir ve bu şekilde de bahse konu olan zorluk, kolaylığa dönüşmüş olur. Eğer zorluk kısmen daha

76

Page 79: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

79

sürüyor ise, gene sabır kalkanına ve biraz zamana ihtiyaç vardır demektir. Ki buda bir imtihan halidir. Çünkü bu âlem her türlü halde olan kimselerin kendi hâl ve yaşantılarından imtihanlarıdır.

Ayrıca işlerimizi Hakk ile beraber yaptığımız zaman, işerimiz kolaylaşır. Nefsi benliğimiz ile yaptığımız zaman nefsimize buradan pay çıkarmak için çalıştığımızdan işlerimiz zorlaşır.

-------------------

(94/6) (İnne maal usri yusren.)

(94/6) “Muhakkak ki zorluk ve kolaylık beraberdir.”

-------------------

Cenâb-ı Hakk (c.c) iki defa aynı Âyet-i Kerime ile şuna dikkât çekmek istiyor, “Ey kulum zorlandığın zaman dikkât et onun yanında muhakkak bir kolaylık gelmiştir, yeter ki sen sabret ve yoluna devam et!”

-------------------

İkinci yorum.

Tekrar bakın aynı âyet bir sûre içerisinde tekrar ediyor Cenâb-ı Hakk neden dikkatimizi çekmek için. Hangi dikkate? Ey kulum zorlandığın zaman, umutsuz olma, hiç unutma ki, onun yanında bir kolaylık ihsan edilmiştir. Yeter ki sen sabret yoluna devam et. Bu âlem geçici bir imtihan evidir.

-------------------

(94/7) (Fe izâ feragte fensab.)

(94/7) “Öyleyse boş kaldığın zaman hemen intisap et.”

77

Page 80: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

80

-------------------

Efendimiz (s.a.v)e ve onun şahsında herbirerlerimize hitâben Cenâb-ı Hakk (c.c), “elindeki işin ile çok fazla ve gereksiz yere oyalanarak vaktini geçirme” ikazını da yapmaktadır.

-------------------

İkinci yorum.

Başladığın bir işten fariğ olduğun zaman. Ondan boşaldığın zaman. Yâni ondan. O işi bir neticeye bağladı-ğın zaman . “hemen Hakk’a intisap et.” Yani bâtıni âleme ve kendi hakikatine yönel.

-------------------

(94/8) (Ve ilâ rabbike fergab.)

(94/8) “Ve öyleyse Rabbine rağbet et.”

-------------------

Rağbet ettiğin dünyâ işlerinden uzaklaş ve tek rağbet edilecek olan Rabbine rağbet et, onunla meşgûl ol! Ayrıca rağbetin, halkı Hakk’a davet olsun, ve senin rağbetin Hakk’ın Zâtına olsun.

-------------------

İkinci yorum.

Yukarıdaki özet izahlardan sonra sûre-i şerîfe tekrar genel olarak bir daha bakalım.

İşte o zaman Rabbine rağbet et. Neden dünya işlerinden uzaklaş. Rağbet ettiğin dünya işlerinden uzaklaş. Tek rağbet edilecek şey Rabbındır. Ona rağbet et, yâni onunla meşgul ol diye böylece zâhir ifâdesi ile bunu burada bitirmektedir.

78

Page 81: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

81

-------------------

Şimdi sûre-i şerîfi Bir daha düz olarak okuyalım. Ve ikinci bir yorum daha yapılmıştı faydalı olur düşüncesi ile onu da kayda alalım. İnşeallah

-------------------

Ey Muhammed (s.a.v.)

Senin gönlünü açmadık mı?

Belini büken yükünü sırtından üzerinden almadık mı?

Senin şanını yükseltmedik mi?

Elbette güçlükle beraber şüphesiz bir kolaylık vardır.

Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır.

Öyleyse, bir işi bitirince diğerine giriş;

Ve ümit edeceğini yalnız Rabbinden iste.

-------------------

Yâni Rabbına rağber et diye böyle kısaca özet olarak yuvarlak bir meâl verilmiş. Bu husus Anlaşıldı değil mi?

-------------------

Şimdi tekrar başa dönelim. Sohbete başlarken, sohbetin başında bir duâ yapmıştık. Mûsa Aleyhisselâmın duâsıydı o. Kûr’ân-ı Kerîm’de belirtilen ve Ulûl Azim bir peygamberin isteğiydi. Nereye giderken Firavun’un karşısına giderken. Rabbi, ey benim Rabbim. Rabbiş rahli sadrî. Bak! Benim göğsümü genişlet. Devam ediyor o ayrı. Duâsı devam ediyor ama bize lâzım olan, duâsının başındaki bu isteği. Mûsa Aleyhisselâm Firavun’un karşısına giderken, “Rabbiş rahli sadriy.” (20/25) “Ya Rabbi benim göğdümü genişlet” isteğinde bulundu. Şimdi. Ümmet-i Muhammede olan rahmetle, Allah’ın verdiği lutufla, Mûsa peygambere verilenin arasındaki farka bakın. Ne muazam fark ne büyük lutuf.

79

Page 82: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

82

Ümmeti Muhammed’in en küçük, efendim küçük diye bir şey belirtmek için söylüyorum. En uzakta olan ümmetine ne kadar büyük lutfu vardır. Yakın ümmeti ayrı da, uzaktakilerine de buradan rahmeti vardır. “Elem neşrah leke sadrek.” Ey Habîbim senin ve senin ümmetinin göğsünü biz zâten baştan açtık, yardık ama koskoca Ulûl Azim peygamber, Ya Rabbi benim göğsümü genişlet, şarhımı geniştet diye niyazda bulunuyor. Bakın arada ne büyük fark var, Ümmeti Muhammedin değerinin ne kadar yüksek olduğu bu âyetle gözüküyor. Hepsinde gözüküyor da bunda daha çok açık gözüküyor.

Peki o zaman ne olacak? Gönlümüz şarh edilmemiş olsaydı. Mûsa Aleyhisselâmınında şarhı böyle baştan edilmiş olsaydı. O zaman bu duâyı etmesine gerek kalmayacaktı, işlerini öylece yürütmüş olacaktı. İşte buradan bizim alacağımız hisse şu ki: Cenâb-ı Hak Ümmet-i Muhammedî kendi hakîkatlerini mutlak sûrette alabilecek, anlayabilecek, kapasitede zâten gönlünüzü, halkettim diyor. Açmadım mı? Sizin göğsünüzü yarmadım mı? Diye belirtilen ifâde, zâten ben sizi bu idrâki almaya, bu ilmi almaya hazır vaziyette kurguladım. Sevvahu akşamki âyette tefsiye etti, onun düzenledi dediği ifâdenin içerisinde bu da vardır.

Gönlünüzü Hak muhabbetini alacak şekilde ben düzenledim diyor. Ancak o genişliğe, o mahâlle siz bir sürü şeyler koydunuz, orasını doldurdunuz benim girmem, ilmimin muhabbetimin girmesi lâzım gelen yere, siz dünya muhabbetini soktunuz diyor. Bizim mes’uliyetimiz orada işte o kadar açık ki, Cenâb-ı Hakkın bize olan lutfu, bildirgesi. Bunu ezelde bu böyle olduğu gibi mânâ âleminde, rûhlar âleminde rûhumuzun genişliği bu kadar geniş olduğu halde ama, fizik bedenlerimiz oluştuğunda bu hâdise biraz kısıtlandı. Fizik bedenimizin toprak bedenimizin rûhaniyetimizi kaplaması dolayısıyla bu genişlik bizde sınırlandı. Okuduğumuz zaman anlayamamamızın sebebi de bu. Ruhumuzdaki mânâ

80

Page 83: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

83

boşluğunu biz maddi malzeme ile doldurduk. Birde bunun üstüne vücût elbisesini giydiğimiz zaman o sahayı daha da daralttık.

İşte gönlüm sıkılıyor içim sıkılıyor, ay patlayacak gibi oluyorumun sebepleri bunlardır. Luzumsuz şeylerin içeriye dolmasıyla, bunun pompalanması ile, zâten daraltılmış olan yeri daha da sıkıştırıyor. Hava gazını nasıl sıkıştır, sıkıştır, sıkıştır patlıyor, lâstik top gibi. İşte bunu nasıl açılacağını Aleyhissalatu Vessellem Efendimizin hayatı sırasında bize talim ettiriliyor. Hazreti Resullullahın kalbi göğsü mübarekleri dört defa daha çok sayıda rivâyetler var ama, aslı dört olması gerekiyor. Dört defa ameliyat edildi Cebrail Aleyhisselâm veya görevli melekler tarafından, dört defa. İşte bu daraltılmış olan sahayı, yâni fizik bedenimizin daralttığı sahayı yeni fiziki açılımlarla genişletmeye çalışıldı.

Bir rivâyete göre dört yaşlarında melâike-i kiram görevli melek tarafından göğsünün yarıldığı, içerisinde bulunan siyah kanın oradan temizlendiği, daha sonra on yaşlarında daha sonra da Hira dağında üçüncüsü İkra “bismirabbikellezi” âyeti gelmezden evvel hemen o anda yapıldı. Birisi de miraca çıkacağı gece göğsünün yarılması ameliyat yapılması oldu. Peki şimdi Hz. Rasûlullah’a benzeyeceğiz diye hepimiz gidip doktorlara göğsümüzü mü parçalatacağız? Öyle değil. Ona gerek yok zâten. O kalbimizde bir rahatsızlık duyduğumuz zaman, sadrı şarh kalp doktorları yarıyorlar orasını.

Ama bunun din ile ilgisi yok, bu hâdise ile ilgisi yok. İşte onun ilmini veriyor. Daha o günden kalp ameliyatlarının, göğüs cerrahisinin de ilmini veriyor. Hiç kimsenin hatırında böyle bir ameliyat olabilir mi? Olamaz mı? Diye daha iç organların ne olduğu bilinmediği devrede, ama İslam dini kalp ameliyatlarının dahi tekniğini gösteriyor. Sadrı şarhi göğsünün yarılması diyor. Efendimizin yukarıdan aşağıya kadar öyle yarılma izi de

81

Page 84: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

84

varmış. Cebrail Aleyhisselâm Nûrani teknikle nasıl kaynatıverdiyse onu, anında ameliyat yapılıyor ve içindeki kan temizleniyor. Hiç belli olmuyor şimdi lâzerle yapıyorlar. Dört defa Sadri şarh bunun birincisi Ef’âl mertebesinin hakîkatini anlamak için, olan genişlik. İkincisi esmâ mertebesini anlamak için olan genişlik. Üçüncüsü sıfât, dördüncüsü zât mertebesini anlamak içindir.

İşte bu şarhlar olmadıkça Allah’ı tanımakta mümkün olamıyor. Onun ilmini idrâk etmekte mümkün olmuyor. Sadece suri olarak, fıkıh ilmi içerisinde İslâm Dinini Çok sınırlı bir saha içerisinde yaşamış oluyoruz. Yâni emir ve nehiy, sevap ve günah dusturu içerisinde yaşamış oluyo-ruz. Bilmemiz lâzım gelen, marifetullaha ulaşmadan o günkü yeri hazırlamadığımız için onu anlamamız mümkün olmuyor. Ulaşmadan bu dünyadan göçüp gidiyoruz. Bunun Hak yolcusu tarafından nasıl yapılışına gelince. Sadri şarhın ne olduğuna gelince.

Bunun bıçağı evvelâ Kelime-i Tevhid. İlâcı dikişi sohbet ama, Hak sohbeti, şeriat sohbeti değil, fıkıh sohbeti değil. Yâni namazın farzları sünnetleri müstehabları, işte şunları şunları şunları bu değil. Bu ilmihal bilgisidir sadrı şarh bilgisi değildir. Sadrı şarh bilgisi semâvata açılacak olan insân aklının ancak sohbetle oluşturulma çalışılmasıdır. İkincisi zikr. Bıçağı zikir. Kelime-i Tevhid zikri. İşte ne zaman ki kişi cemaat olarak veya kendi başına cehri olarak Kelime-i Tevhidi zikretmeye başlıyor.

İşte bu arada göğsünden alıp vermiş olduğu nefes, orada yiyeceklerden meydana gelmiş olan gaz ki pıhtılaşmış olan kan diye belirtiliyor. Grizu gazı. Ancak her yediğimiz yemekten sonra, midemizde olan o hazım neticesinde gaz oluşuyor ki, bunu hepimizde biliyoruz sıkıştırınca nasıl mide ağrıları çekiyoruz. Onun bir başka türü meydana geliyor. O kadar ne tür kimyasal şeyler üretiyor ki mide boşluğunu dolduruyor. Orada o arttıkça

82

Page 85: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

85

arttıkça, arttıkça yoğunlaşıyor. Koyulaşıyor. Oradan kalbimize nufuz ediyor. Göğüs boşluğunu doldurduktan sonra kalbe giriyor. Kalbe girdiği zamanda kana karışıyor. Kana karıştığı zamanda zâten işimiz bitiyor, bütün vucudumuza yayılıyor. İşte nefsi emarenin en büyük kaynağı budur. Yâni nefsi istekler istikametinde kişiyi harekete geçirmesi. Kanımıza, kanımızdan vucudumuza ve beynimize ulaşmış oluyor. Beynimize ulaştığı zamanda beyni hükmü altına alan bu duygular, kendi istikametinde o bedeni kullanıyor. Artık bireysel aklın orada hiçbir hükmü kalmıyor. Artık o beden sadece duyguların hükmü ile hareket ediyor. O fizik beden bireysellik hükmünü kaybediyor. Şuur hakîkatini de kaybediyor.

Kullanamıyor ama şuurunu Allah’ın istediği istikamette kullanamıyor. Nefsi istikametinde ne yiyeyim, ne içeyim, nerde gezeyim diye aklını böyle kullanıyor ki buna akıl denmez. Akıl ona derler ki kendi hakîkatini idrâk etsin. Akıl o zaman akıl olur, diğeri akıl değil. İşte zikir yaptığı zaman bir insân almış olduğu nefesler ile ciğerlerine evvelâ, oksijen daha fazla girmekte, daha çok pompalanmakta ve ciğerlerinin ücra köşelerine kadar o hücreler faaliyete geçmekte, daha çok temiz oksijen içeriye girmekte ve kana daha çok temiz oksijen karışmakta ve dolayısıyla kolay kolay bu kimselerde ciğer hastalıkları meydana gelmez, gelse de çabucak geçer kalıcı bir hastalık olmaz.

Neden? Zâten oksijen oraya temiz oksijen girdiği müddetçe orasını muhafaza eder korur. Devamlı oraya oksijen yerine sigara dumanı veya başka bir bakteriyel bir şeyler girmiş olsa ne oluyor orada yoğunlaşıyor. Ciğerlerin kapasiteleri düşüyor netice olarak. Şarhın birinci yönü bu yâni içimizdeki oksijeni ve ciğer kapasitesini yükseltmek. Bu arada zikir esnâsında oluşan sıcaklık, vücûttaki hararet, diyelim kanı inceltmekte. Daha akıcı hale getirmekte ve o zaman daha incelmiş olan kan kılcal damarlara da nufuz edebilme imkânına sahip olmakta. O

83

Page 86: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

86

zaman beynimize daha çok kan gitmekte beyin kapasitemiz de böylece daha genişlemiş olmakta. Düşünce haddimiz daha aşmış daha aşılmış daha çoğalmış olmakta. İşte pıhtılaşmış kanın temizlenmesinin başka bir ifâdesi de budur, yâni koyulaşmış kanın incelmesi temizlenmesi daha akışkan hale gelmesi. Bu şekilde zikir yapanlarda kolay kolay kalp hastalıkları da görülmez. Çünkü kan damarlarında sıkışma, yağlanma, daralma gibi şeyler olmaz. Akışkanlık olduğu için birikim olmaz biryerlerinde. Ve daha bir başka ifâdesi, faydası sinir sisteminin düzenli hale gelmesidir. Bakın bir zikrin sadr-ı şarhtaki tesiratı ne kadar büyüktür.

O yüzden göğsümüzü yararak, keserek bir ameliyat değil, bizden istenen Allah-ü Teâlâ Hazretlerini zikretmek sûretiyle gerek akılda, şuurda, gerek fizikte, fiilde işte sadrı şarhı meydana getirmekte. Onun için işte târikatların esaslarından biride zikirdir. Ama bu mânâda zikir yoksa, herhangi bir ismi işte şu sayıda bu sayıda tekrar edip durmak değildir, şuursuzca mânâsızca tekrar etmek değildir. Bilhassa “10-Kelime-i Tevhidi” İnşallah o kitabı da okuyacağız daha sonraki gelişlerimizde, o şuurla okuduğumuz zaman en büyük sadrı şarhı bizâtihi kişi kendi kendine yapmış olmaktadır, hemde acısız hemde kansız. İşte “Elem neşrah leke sadrak” genel mâ’nâda budur.

Biz senin göğsünü baştan yarmadık mı, açmadık mı? Efendimize çocukluğundan sonra yapılan sadrı şarh ameliyelerini, sana bu ameliyatları yaptırmadık mı? hitabı bizler içinde, zâten biz size bunu bu idrâki bu anlayışı size hazır hale getirmedik mi? Diye ifade etmekte. Böylece bir ameliyeden sonra böyle bir gerçek hakîkati Cenâb-ı Hakk bize bildirdikten sonra daha daha lutuflarına devam ederek:

“Ve vedagnâ anke vizrek. Ellezî enkada zahrek.” Senin sırtındaki ağır yükünü almadık mı? Üstünden almadık mı?

84

Page 87: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

87

Peki bu üstündeki yük nedir? Ağır yükünü almadık mı? diyor. Ne yükü vardı ki bizim üstümüzde? Peygamberlik yükünü almadı ama koydu üstüne. Senin sırtındaki ağır yükünü biz almadık mı? Veya bunun yolunu göstermedik mi? İşte bizim sırtımızda en büyük yük devamlı bizim belimizi büken nefsimizin isteklerinin ağırlığı. Şunu al, şunu al, şunu al her aldığın şey sırtına bir yük. Bunun en büyüğü de benlik yükü ene, ego yükü. Eski ümmetlerde bu vardı. Ümmeti Muhammede bakın lutfu ne kadar büyük. Biz senden de ümmetinden de bunu kaldırmadık mı? Ama diyeceğiz ki Ümmet-i Muhammedin hepsinde de nefis benlik yükü var.

Evet var ama Cenâb-ı Hakk yolunu bize açmış. Sistemini öğretmiş. Nasıl üstümüzden çıkaracağımızı. Bu semeri sırtımızdan nasıl atacağımızı bize belirtmiş. İşte bunu size göstermedik mi diyor. Neyle bu? Marifeti nefs. Nefsinin bilgisini kazanman sûretiyle. Bundan evvelki ümmetler, Ümmeti Muhammedin kendisine verilen bilgileri kadar bilgi verilemedi, mertebeleri itibayle. Yâni benlik ve nefs bilgileri diğer ümmetler tarafından bu kadar açık bilinmiyordu. Yâni kişinin fiziki ve rûhani varlının neye dayandığını, nasıl bir varlık olduğunu, neyi üzerinde taşıdığını diğer kavimler bilmiyorlardı.

Ama Cenâb-ı Hakk Ümmeti Muhammed’e Habîbinin yüzü suyu hürmetine diyelim. İşte her birerlerimizin üstünde bulunan benlik, bireysellik, nefs yükünü sırtından almadık mı senin? Yâni seni saf, temiz, pak, ilâhî tecelli makamı kılmadık mı? Diyor. Hiçbir kavimde bu zuhur mertebesi yoktur. Yâni beşeriyetinin giderilmesi yerine, hakîkatinin konulması işte ağırlık, bizi ağırlaştıran şey, nefsi benliğimizin olması ve bunu mutlak olarak kabul etmemizdir. Benim diye ortaya çıkıp, Hakkın varlığına sahip çıkmamız bizim sırtımızda çok büyük bir yüktür.

O benliğimizi sırtımızdan attığımız zaman, “çık aradan kalsın yaradan” dedikleri gibi, orada Hakk’tan başka

85

Page 88: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

88

hiçbirşey kalmamakta, böyle olunca da bize ait bir yükte ortada kalmamaktadır. Yükümüz sıfır hükmüne girmekte. Bir tek o zaman yükümüz var. O da marifetullah yükü olmakta ve bu çok büyük şeref ile hamele-i Kur’an diyorlar insâna. Yâni Kûr’ân’ın taşıyıcısı. Kûr’ânın hammalı yüklenicisi. İşte biz nefsimizin yükünü, nefsimizi sırtlanma hakîkatini sırtımızdan atmadığımız müddetçe hamele-i Kûr’ân olmamız mümkün değildir. Çünkü sırtımızda bir nefis yükü vardır. Nefis yükü varken öteki yükü yüklemezler. Mümkün değildir, birbiriyle birlikte olmaz. İşte bu yükü sırtından atttğın zaman sen, hamele-i Kûr’ânsın, yâni zâti taşıyıcılardansın. Hakkın sende zâti zuhuru, zâti tecellisi olmaktadır.

Bundan büyük bir lutufta tasavvur edilemez herhalde. Biliyorsunuz hafızlara hamele-i Kur’an deniyor. Yâni Kûr’ânın taşıyıcıları. Peki kendi hakîkatini bilmiyorsa nasıl taşıyıcı oluyor? O zaman lâfzının taşıyıcısı oluyor. Sadece kelimesini taşıyıcı oluyor. Ma’nâsını taşıyamıyor. Taşıya-maz da zâten. Ne diyor bakın.

“Lev enzelnâ hâzel kur'âne alâ cebelin le reeytehu hâşian mutesaddian min haşyetillâh.” (59/21)

“Eğer bu Kûr’ânı biz bir dağa indirseydik, onun korku-sundan, haşyetinden, dehşetinden, yahut muhabbetin- den, parça parça olurdu, deniyor.

Ama bunu insân taşıdı. O na yüklendi.

Cenâb-ı Hakk, bunu insana yükledi, dağa taşa değil. Çünkü onu taşımak için insânı halketti. İnsanı Kûr’ânın taşıyıcısı olarak halketti. O halde Kûr’ân ve insân iki kardeş. İki kardeşi, kardeşe emanet etti. Başkasına emanet etmedi. Bu marifetullah bilgisi kendisinde olan kimselerin Kûr’ânı Kerîm’in tamamını ezbere bilmesi şart değildir. Ma’nâsını bilmesi, Kûr’ân’ın gerçek taşıyıcısı hükmündedir. Anlatabiliyormuyum? İşte Cenâb-ı Hakk senin sırtından, nefis ve benlik yükünü aldıktan sonra,

86

Page 89: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

89

seni hamele-i Kûr’ân yaptı ki, zâten esas gaye de bu idi.

Ve böylece, “Ve refa’nâ leke zikrek.”

Senin zikrini de yükseltti son derece yükseltti. Neden? kendi zâti zuhurunun, zâti tecellisinin sende olması dolayısıyla seni yükseltti. Ama bu yükselmenin olması için baştaki belirtilen ifâdeleri kişinin tatbik etmesi gerekmektedir. Evvelâ gönlünü temizleyecek, sonra sırtındaki nefs beşeriyet yükünü atacak ki, Cenâb-ı Hakk ondan sonra onu yükseltecek. Nereye? Derece derece mi’raca yükseltecek zikrini yükseltecek onun hakîkatini yükseltecek.

“Fe inne meal usri yusra.” Evet biz bunları böyle bildirdik, ama bu yollardan geçerken başına gelecek bazı zorluklar da olacaktır. Bunlar bu kadar da kolay hemen lâfzen söylenecek şeyler de değildir. Ancak başına gelecek herhangi bir zorluk karşısında sakın ha üzülmeyesin, çünkü Cenâb-ı Hakk, her zorluğun karşısında eşdeğer bir kolaylık verdim diyor, inanmazsan bir daha söylüyor. “İnne meal usri yusra.” Mutlaka her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Rabbımıza itimadımız varsa ki, bundan şüphemiz yoktur. Bu âyeti Kerîmeye de çok sıkı sarılmamız lâzımdır. Her hangi bir zorluk karşısında hiçbir şekilde ümit ve inancımızı kaybetmememiz lâzımdır.

“Ve refa’nâ leke zikrek”. İşte böylece senin zikrini, senin hakîkatini biz yükseltmedik mi? Yâni “levlâke levlâke lemâ halaktu'l-eflâk” “Ey Habîbim sen olmasaydın olma-saydın bu âlemleri halketmezdim” gibi. “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemîn” (21/107) âyetinde belirtildiği gibi, “biz seni âlemlerlere rahmet olsun diye gönderdik” ifâdesiyle belirtilen onun zikrini… Hani müşrikler bir sürü şeyler söylediler işte, bu cinlere çarpılmış babayı oğla, oğlu babaya, kardeşi kardeşe düşman etti. İçimize nifak soktu, bozgunculuk yaptı. Kavmimizi karıştırdı, gibi şeylerle suçlamalarda bulundular.

87

Page 90: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

90

Ama Cenâb-ı Hakk onların bütün bu sözlerine karşı biz senin zikrini yâni senin hakîkatini yükseltmedik mi? Sana şan şeref her iki dünyada vermedik mi? Ve Hamd sancağını sana vermedik mi? Hz. Resulullaha olan tebşirlerin hepsi bu hükmün içerisine giriyor onun zikrinin yükseltilmesine giriyor. Saymakla bitmez. İşte bütün bunları yaparken tabii ki zorluklar olacaktır. Bu aşamalardan geçerken, unutma ki muhakkak “İnne meal usri yusrâ.” Bir zorlukla beraber birde kolaylık vardır. Yâni umudunu kesme.

İşte ben bunu edebilir miyim? Yapabilir miyim. Buralara ulaşabilir miyim? Sakın haa hatırında şekler şüpheler olmasın. Bütün bunları sana baştan verdiğimi bildirdim ama bunlara ulaşmak için, tahakkukunu sağla-mak için biraz çalışman gerekecek. Ve bunda meyus olma. Tekrardan. “İnne maal usri yusrâ.” Muhakkak yine bir zorlukla beraber bir kolaylık vardır diye, ikinci defa her birerlerimizi ümit var etmektedir.

“Fe izâ feragte fensab.” Ey işte kulum Hz. Rasûlullah’a hitaben tabi her birerlerimize de özel olarak hitap, birer birer olarak hitaptır, boşaldığın zaman “Fe izâ feragte fensab.” Çalıştığın işlerden yaptığın işlerden boşaldığın zaman, yâni elindeki işini bitirdiğin zaman. İşte bu da şunu belirtmekte istiyor, ayrıca elindeki işinde fazla oyalanma, yâni gereksiz şekilde vakit geçirme. Bir işi bir saat yerine üç saatte yapma.

“İrci ila rabbik” (89/28) bak bir taraftan böyle bir emir mutlak bir emir var. Rabbına dön. Burada da rabbine rağbet et. Yâni dönmekle kalma sadece bunun devamını da sağla. Bir defa dönmüşsün, iki defa, beş defa dönmüş-sün. Ve yahut namaz süresince Rabbına dönmüşsün bu yeterli değildir. Rağbetini devamlı olarak sürdür mâ’nâsındadır. Böylece bu Sûre-i Şerif’te bitmiş oluyor.

Cenâb-ı Hakk cümlemize bu Sûre-i Şerif-in açıklığını yaşantısını kısmet etsin. Bakın burada dikkat çeken bir

88

Page 91: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

91

şey daha var sûre 94. Sûre: 13 sayısını vermekte ki bakın ne kadar bağlantılı. Bizâtihi Hz. Rasûlullah’a baştan sona hitap etmekte. Onun şahsında da bizlere hitap etmekte. 13’te Hz. Rasûlullah’ın şifre rakkamı. Hem sayı îtibariyle Hz. Rasûlullah’a hitap etmekte hemde kelâm îtibariyle, mânâ îtibariyle tabii onun şahsında da her birerlerimize.

-------------------

Not= Rağbet/regaib bahsi bu hususta daha çok bilgi isteyenler. (6 İslâmda mübarek geceler) kitabımızın “Regaib kandili” bölümüne bakabilirler. T.B

-------------------

İNŞİRÂH Sûre-i şerifindeki kısa yolculuğumuz böylece sona ermiş oldu, bundan sonra yolumuza 95–Tîn Sûresi ile devam edelim İnşeallah.

-------------------

Page 92: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

92

95- TÎN Sûresi

حیم حمن الر سم هللا الر بBİSMİLLÂHİR RAHMÂNİR RAHÎM

95-et-TÎN : "Tîn", dağ adı veya incir demektir. Bürûc sûresinden sonra Mekke'de inmiştir, 8 (sekiz) Âyettir. (E.H.Y.H.D.K.D.)

Şimdi bu Sûre-i Şerifin de sayı değerlerine küçük bir göz atalım.

(-Tîn) ( te-400) ( nun-50) toplarsak

(400+50=450) eder. Sûre sayısı, (95) Âyet sayısı (8) nüzül sırası (28) dir. Bunların içinde de birçok sayı ma’nâ değerleri vardır dileyenler bunları üretebilirler biz sadece hatırlatmak ile yetinelim.

-------------------

Mealen.

1- Tîn'e ve Zeytun'a,

2- Sina dağına

3- Ve bu güvenli beldeye andolsun ki,

4- Biz insanı en güzel biçimde yarattık.

5- Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına attık.

6- Ancak iman edip iyi işler yapanlar başka; onlar için kesintisiz bir ecir vardır.

7- O halde sana dini ne yalanlatır?

8- Allah, hakimlerin hakimi değil mi? -------------------

90

Page 93: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

93

(95/1) (Vet tîni vez zeytûni. )

(95/1) “İncire ve zeytine andolsun.”

-------------------

Bütün âlemleri halketmiş olan Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın küçük bir incir ve zeytin ile ne işi olabilir ki, üstelik onların üzerine yemin ederek hitapta bulunuyor, incir ve zeytinin, Rabblarına yemin etmeleri gerekirken, Rabbları onların üzerine yemin ediyor. Küçük bir çocuk dahi bir yemin ettiğinde kendisi için değerli olan en büyük şeyler üzerine yemin etmektedir.

Bu durumda bizim anlamamız gereken, Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın burada yemin ettiği incir ve zeytinin, ne kadar değerli bir şey olduğudur.

İncir;

Bütün feza incirin kabuğu, içerisinde bulunan geze-genler ve yıldızlar ise incirin çekirdekleri hükmündedir. Cenâb-ı Hakk (c.c) burada açıkça âlemleri de belirtebilirdi ancak bâtıni olarak ifâde edilen vahdette kesret sırrı anlaşılmaz idi.

Zeytin;

Zeytinin yenilebilir hale gelmesi için, belirli bir süre kapalı olarak bekletilmesi gerekmektedir ki, bu seyri sü-lûk yolunun ifâdesidir.

Zeytin ezildiğinde çıkan yağı tek olarak bütün zeytinleri içerisinde barındırmaktadır ki, kesrette vahdet’in ifâdesidir. Kesretten vahdete ulaşabilmek için biraz zaman geçmesi lâzımdır. Zeytin başlangıçta biraz acı ve yeşildir, hamdır, toplandığı gibi hemen yenmez, bir müddet kapalı yerde bekletilmesi lâzımdır ondan sonra belirli işlemlerden geçirilip yenecek hale gelir.

İşte insan da başlarda böyle ham zeytin gibidir, acıdır hamdır, onun olgunlaşması için bir müddet riyazat ve nefs

91

Page 94: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

94

terbiyesi çalışmaları yapmak lâzımdır, o şekilde terbiye edilen nefs gıda haline gelen zeytin gibidir. Ayrıca siyah-laşmış renginden dolayı varlığında “a’mâiyyet” hakikatini de temsil etmiş olmaktadır.

-------------------

İkinci yorum

Vet tîni vez zeytûn.(1)

Bütün bu âlemleri var eden, ve bütün âlemlerinde zuhurda olan, Allahu Teâlâ Hazretlerinin, bir zeytin tanesiyle bir incir tanesiyle, ne işi var ki? Zeytine yemin olsun, ona diyeceğine farz-ı misal, Hira Dağına yemin olsun meselâ, yâni büyüklük ifâdesi mühim olsaydı dünya’nın tamamına yemin olsun der, galaksiye yemin olsun derdi. Ama bakın küçücük bir zeytine, bir zeytin tanesine bütün âlemlerin sahibi olan Allahü Teâlâ Hazretleri yemin ediyor. Arada fark var mı, yâni orantı varmı?. Zeytinin Rabbına yemin etmesi gerekiyorken, Rabbı zeytine yemin ediyor, onun üzerine. Bir çocuk bile küçücük aklıyla haşa yâni en yakınının ölüsünü öpeyim ki diyor. Ekmek Kûr’ân çarpsın ki diyor. En büyük değerine yemin ediyor.

Bir çocuk böyle bir değere yemin ederse! Allahü Teâlâ Hazretleri bu zeytine niye yemin ediyor? Çocuk aklı kadar Rabbımızın aklı haşa yok mu.? Öyle bir şey düşünülemez tabii. O zaman bu zeytinin ne değerli birşey olduğunu bizim anlamamız gerekiyor. Eğer Cenâb-ı Hakk bir şeye kasem etmişsse, parmak basmışsa basanda değil basılan-daki hikmeti aramamız gerekiyor. Basanın hikmeti zâten belli, yâni kasem edenin hakîkati zâten belli. Ama kasem edilen şeyin hakîkatini bizim anlamamız gerekmektedir. Cenâb-ı Hakk boşu boşuna yemin eder mi? Küçücük satır içersinde, kaç tane yemin vardır.

Âyetler içerisinde. Ve bir âyette iki tane yemin var. Vet tîni vez zeytûn. Yâni incire yemin olsun ki, zeytine yemin

92

Page 95: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

95

olsun ki. Tefsirleri açtığımız zaman şöyle der: İsa Aleyhisselâm da zeytinlik dağında sohbet edermiş. Kudus-u Şerif’in yakınlarında görmüşsünüzdür. Şimdi tabi dağ değildir oralar meskun yerlerdir. Dağ mı? Zeytinlik dağında bakın burasıyla ilgili o hâdise işte. İsim olarak. Diyor ki Tur dağında incir ve zeytin çok bol çıkarmış. Niye Cenâb-ı Hakkın zeytinle incire yemini. Bunlar mübarek meyvelerdir. Gıdaları çok boldur. İşte Tur dağında işte Ege’de, Orta Doğuda bunlardan çok çıktığı için insânlar da bunlardan çok faydalandığı için bunlar göz önüne alınarak buna yemin edilmektedir diye izâh edilir.

Tefsirlerin bir çoğu yaklaşık izâhlarda bulunur. O da doğrudur. Zeytinde, zeytin ağacının tamamı vardır. Zeytin ağacı demek ayrıca, âlem ağacı demektir. İşte mirac gecesi, geçen gün onun sohbeti oluyordu orada kaldı. Mi’rac gecesi Sidre-i Münteha dediği Sidir ağacı Hz. Rasûlullah’ın Hakîkati Muhammedî çekirdeğinin ağaç şeklinde gösterilmesi, onun için Sidir ağacı nişan olarak belirtilmiştir. Ağaç olarak gösterilmiştir. Mi’racın kemâl hali, sınır hali, ağaçla belirtilmiş ki, bu Efendimizin çekirdeği yâni Hakîkati Muhammedî o zeytinin çekirdeği gibi o zeytin çekirdeğinin bir anda, açılıp dallanıp bir anda âlemi ihata etmesi, meyvelerini de birlikte vermesi. Cenâb-ı Hakk aciz mi bundan değil tabi.

Nasıl ki Meryem ana hamileliği biraz belirginleşince halkın arasından çıkartıldı da Cenâb-ı Hakk bir yokuşa bir yüksekçe tepeye gitmesini söyledi orada “Ciz’in Nahleti” (19/22) bir hurma kütüğü vardı. Vardı diyorum sanki görmüş gibi. Varmış diyor yâni Kur’ân’ı Kerîm öyle diyor. O varmış diyor. O deyince bizde vardı diyoruz. Varmış. O hurma kütüğünün altında da bir su varmış kaynar su. Ve anında o kurumuş hurma kütüğü Meryem Anaya meyvele-rini uzatmaya başlamış. Kurumuş meyve kütüğü Anında meyve veriyor. Meryem anaya sadece onun dallarını sallamak kalıyor.

93

Page 96: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

96

Bakın işte orada da hurmadan bahsediliyor. Ayrıca hurmanın mertebe olarak hakîkati Meryemiyet mertebesi, İseviyet mertebesi yâni sıfât mertebesini de belirtmiş oluyor. Yâni genel bu ifâdeleri topladığımız zaman onların hayat hikâyeleri arasında geçiyor bu meyve. İncir ya. Tabii ki zeytinin özü ne kadar faydalı ise, insânlara incirin özü de incirin hakîkati de öyle. Uzun müddet dayanabilir kurutulduğu zaman ve içini açtığınız zaman o her bir tek minicik incir tanesi bir incir ağacı yapma kudretine sahiptir. İğne ucu kadar gördüğümüz o içindeki daneler herbiri bir incir ağacıdır.

İnsanın elinde o incirin bir tek çekirdeği olsa bir sene o çekirdeği ekse o çekirdekten ağaç meydana gelse, iki üç sene sonra o meyve vermeye başlasa, ilk verdiği meyve bir, iki, üç beş tane onları hemen açsanız tek tek tek dikseniz iki sene üç sene içerisinde belki bütün dünyayı istilâ edecek kadar incir ağacı ortaya gelir çünkü bir tanesinden yüz tane incir olduğunu düşünelim, o sene yüz tane incirin içerisinde milyar tane milyar dane çıkar. Milyar taneyi ektiğin zaman milyar kere milyar artmış olur. Dünya değil okyanusları bile doldurur.

Yâni bu kadar bereketli bir meyvedir. Şimdi bunu böyle geçelim. “Vet tîni” vahdette kesret. Cenâb-ı Hakk ona yemin ediyor işte. İnciri âleme benzetiyor. Fezayı bir incir kabuğu olarak düşünelim. Hani incirin o beslenen tarafı var ya kökü sap tarafı. İşte o da Arş-ı Alâdan ona verilen rahmeti ilâhîye. Aşağıya doğru bütün feza o incirin kabuğu hükmünde. İncirin içindeki tanecikler de bu gördüğümüz gezegenler hükmündedir. Tabî işte buna yemin eder. Çünkü kendisi büyüklüğünde bu âlem zâten Allah’ın tecelli mahâllidir. İncire yemin etmesi bir bakıma bu âlemlere yemin etmesi, Cenâb-ı Hakkın. İncirin şahsında. Ama diyemez miydi ki âlemlere yemin olsun ki. Derdi ama o zaman, içinde bu sırrı saklayamazdı. Yâni vahdette kesret hükmünü anlayamazdık, o zaman. Âlemlerin genişliğini anlardık sadece. vez zeytûn.

94

Page 97: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

97

Zeytinden, bakın demin bahsettiğimiz gibi, ilk hamlığı sırasında yeşildir. O ham oluyor. Öylece kullanılmıyor. Belirli bir eğitimden geçtikten sonra her birerlerimiz bir zeytin gibiyiz. Yat yere bak zeytin tipindeyiz hepimiz.

Ham olduğumuz zaman yeşiliz yenmiyoruz. Gerçi yeşil hayattır. O yeşilin içinde hayat var, ama o yeşilliği ile yenmiyor. Belirli bir mamul haline gelmesi gerekiyor. Yumuşaması gerekiyor. Biraz ezilmesi saklanması gereki-yor. Biraz acılar içinde kıvranması boğulması gerekiyor. İşte bu zeytin siccinde kaldığı sürece üzerinde de taş bastırıyorlar yukarıya çıkmasın diye. Bu siccinde kalma süresi gerekiyor belirli bir sûre. Nasıl ki Yusuf Aleyhisse-lâm kuyuda kaldı hapishanede kaldı, işte zeytinlik halinin olgunlaşması devreleri o aralar idi.

Hapishane devresi. Zeytinde kapalı kutu içerisinde belirli bir sûre, hapis olması gerekiyor ki, o olgunluğa kemâlâta erişsin, ve yenilecek mamul kıvama gelsin. Mamul hale ulaştırılsın diye. İşte zeytinin dışı alındığında bunlar ezildiğinde. Herbirerleri toplanıp ezildiğinde neticede bir zeytinyağı elde edilmiş oluyor veya birey olarak tek tek yenmiş oluyor. Neticede çekirdeği onun da tek bir çekirdeği var. İşte buda vahdet demektir. Teke tek. Ve onu ektiğimiz zaman ondan da binlerce binlerce binlerce zeytin meydana gelmiş oluyor. Bu da kesrette vahdeti ifâde etmektedir.

-------------------

(95/2) (Ve tûri sînîne)(95/2) “Ve Sîna dağına.”

-------------------

Cenâb-ı Hakk (c.c) diğer başka dağlara değil de

95

Page 98: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

98

Mûsevîyyet ile ilgili olan “sîne” Sînâ dağına yemin ediyor. “tûri sînîne” ifâdesi bâtıni olarak her birerlerimiz için sine turlarının yani nefs mertebelerinin ve hazerâtı hamsenin ifâdesidir.

-------------------

İkinci yorum

Ve turi sinin.(2)

Ve Tur-i Sina dağına yemin olsun ki. Niye Arafat dağına yemin etmiyor da! Cebeli Rahme dağına yemin etmiyor da, efendim arife günü işte Arafat dağına çıkıldığı zaman ona Müzdelifeye yemin etmiyor da, Nûr dağına, Cebeli Nûr’a yemin etmiyorda Mûseviyetle ilgili olan Sina dağına, Turi Sinaya yemin ediyor. Müslümansan yâni müslümana gelmişse müslüman yollarında dolaşacak. Meselâ insân aklı soracak bunları, soracağız bunları, niye neden? Yoksa ezbere oku, eh öyleymiş öyle olmuş. İşte Allah bilir. Tabii Allah bilir de. Birazcıkta kullar da bilsin. Kullar bilsin diye gelmiş. Allah kendi âleminde bunların hepsini zâten biliyor. Gaye bizlere öğretilmesi. İşte buradaki Turi Sina diye belirtilen şey aslında sine turu. Yâni senin gönlündeki nefsi emmare, levvame, mutmainne turları. Hazaratı Hamse turları, bakın sine turu. Turi Sina değil sine turu. Bunlar başka yerlerde zâten olmuyor.

Turi Sina, bilindiği gibi “Museviyyet” mertebesi hakikatini ifade etmektedir. Burası da “esmâ tenzih” mertebesidir. Burada ki tur, “Museviyyet” mertebesi itibari ile sine/gönül turudur.

-------------------

(Ve hâzel beledil emîn.)

(95/3) “Ve bu emîn olan beldeye.”

96

Page 99: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

99

-------------------

Bu âyeti kerîme ile Muhammediyyet mertebesine geliniyor.

Emin belde mertebe-i Muhammediyye ve ondan kasıt Kâbe-i Şerif ve Mekke-i Mükerremedir.

Kişi kendi gönül kâbesine girdiği anda orası emin belde olmaktadır çünkü her türlü nefsâniyetten, cinniyyetten, şeytaniyetten arındırılarak oraya girilebildiği için ondan sonra orası emin beldedir.

Bu girişten önce giren kişinin de Muhammed’ül emîn yani emin kişi olması gerekmektedir.

-------------------

İkinci yorum

Ve hâzel beledil emîn. (3)

İşte şimdi geldi Muhammediyet mertebesine. Turi sina Mûseviyet ve İseviyet mertebesindeki gezintiler. Ve hâzel beledil emîn. Emin belde de Mertebe-i Muhammediye. Oradan kasıt Kabe-i Şerif. beledil emîn ayrıca Mekke-i Mükerreme ve orada sakin olan Kâ’be-i Muazzama. Belde-i emindir. İşte gönül kâ’besine girdiğin zaman bunun bizdeki karşılığı da budur. Gönül Kâ’besine girdiğin zaman orası da Beledil Emin. Emin beldedir. Neden emin belde? Çünkü artık orası her türlü nefsaniyetten, cinniyetten, şeytaniyetten arındırılmış temizlenmiş, yasak bölge olduğu için, artık oraya hiçbirşey giremiyor. Kişi oraya kendi gönül âlemine girdiği zaman heryerden emin olmuş oluyor. Ama bunu tahakkuk ettirmek için evvelâ Muham-medul Emin olmak gerekir. Yâni girenin de emin yerin de emin olması gerekir.

Ayrıca “hâzel beledil emîn” “İşte bu emin belde” zâhiren İnsân-ı Kâmil, irfan ehlinin, bedenî varlığı. Bâtınen ise Hakk’ın tecelligâh-ı olan onun gönül âlemidir. Bunun dışında hiç bir yerde emîn’lik yoktur, burası korunmuş

97

Page 100: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

100

Ulûhiyyet sahasıdır, diğer sahalara muhakkak hayal ve vehim girmekte oralara tesir etmektedir. Oraların da emin belde haline gelmesi için gerekli irfani eğitimin yapılması lâzım gelmektedir.

-------------------

(95/4) Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm.

(95/4) “Muhakkak ki: Biz insanı en güzel bir biçimde halkettik.”

-------------------

Allah’ın varlığı içerisinde insân en güzel sûret olarak halkedilmiştir.

İnsanın halkedildiği mahâl her ne kadar dünyâ ve cennet olarak belirtiliyor ise de her iki mahâl de Allah’ın varlığı içindedir.

“Ahseni takvîm” sûret olarakta en güzel şekli içine almakla beraber bâtınen dahi en kemâlli olarak halkedilen varlık insândır. Kendindeki bu kemâli bilmeyerek zevâlde yaşayanlar için ise bu onların bireysel sorunu olur ve bu durum onun kemâl hali üzere halkedilmiş olmasına zevâl vermez. “Altın çöpe düşse değerini kaybetmez” sözü vardır ki, insânda aynı şekilde kendini hangi durumlara getirmiş olursa olsun, Hakk’ın verdiği değerden hakîkati olarak bir şey kaybetmez, kaybedilen fiilleri yönündendir.

-------------------

İkinci yorum

Lekad halaknel insâne fî ahseni takvîm. (4)

And olsun ki, mutlak ki “halaknâ”. Biz halkettik. Bakın melekler yaptı, şunlar yaptı değil, biz yaptık deniyor. Cenâb-ı Hakk. “Halâkna”. Halkettik ki. Kimi? “El insâne”.

98

Page 101: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

101

İnsanı halkettik ki nasıl? “fî ahseni takvîm”. “En güzel sûrette.” Kıvamda, olgunlukta halkettik. Buradaki fî’yi biraz düşünmek lâzım gelmektedir, “fî” zarfiyat mânâsına olduğundan, içinde mânâsındadır, yâni “en güzel sûretin içinde” insânı halkettik mânâsındadır. “De, da” hükmünde kullandığımız zaman en güzel sûrette halkettik ama en güzel sûretin içinde, en güzel sûret olarak halkettik. En güzel sûret demek, Allah’ın varlığı içinde insân en güzel sûrette halkedildi mânâsındadır. Anlaşılıyor mu? Yâni tabii insân bir mahâlde halkedildi. Bu mahâl her ne kadar dünya, yada cennet olarak belirtiliyorsa da, bu mahâlde Allah’ın varlığı içindedir, cennette olsa, dünya da olsa Allah’ın varlığı içindedir.

İşte bu varlık öyle güzel bir varlık ki, bu güzel varlığın içinde, o güzel insânı halkettik deniyor. İşte Cenâb-ı Hakk zâti olarak, yaptığı bazı işleri ben yaptım diye, “halâk tü” ben halkettim. Oradaki “tü” zamiri “ben” birey oluyor. Sonuna, “nâ” gelen aleynâ bizim üzerimize. Halaknâ halâka, Halketti, kim? Halâknâ Biz halkettik hükmündedir, ben ile bizim arasındaki fark şudur: Cenâb-ı Hakk bazen tek olarak kendinden bahsediyor. Biz olarak ifâde ettiği yerlerde sıfâtlarını da devreye sokmuş oluyor. Yâni biz halkettik darken, bir başbakan düşünün, bakanlar kurulu ile birlikte, biz imzaladık bu işe karar verdik, gibi bakan-larına da birer şahsiyet vermiş oluyor.

Başbakan ben imzaladım, demek sûretiyle de aynı işi yapmış oluyor. Ama biz imzaladık, dediği zaman bu daha nezaketli oluyor. Bakanlar da şahsiyet sahibi oldukları orada gözükmüş oluyor. İşte Cenâb-ı Hakk kendi sıfâtı zâtiye ve sıfâtı subutiye, sıfâtları ile birlikte yaptığı bir işe, biz diye ifade ediyor. Yoksa orada başka Allah’lar var da onlarla birlikte biz, değildir. Yâni hayat sıfâtım ile Âdem’e hayat verdim. Hay sıfâtımla. İlim sıfâtımla ilim verdim. Rahmet sıfâtımla onlara rahmet ettim. Rahmet ettik neticesinedir. Ben yaptım ama neticede biz yaptık diyor. Buradada işte bahsedilen odur. “Lekad halâknâ” “mutlak

99

Page 102: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

102

ki biz halkettik”. Kimi? El insâne. İnsanı biz halkettik. Nasıl? “fî ahseni takvîm.” En güzel sûret içinde, ve en güzel olarak. Burada ahseni takvîm “kıvam” üzere mutedil üzere halkedilmesi şu mânâda her mertebede ahseni takvîm. Sadece cesed, et, kemik, sûret olarak değil.

Sûret olarak ta en güzel şekilde. Daha evvelce de biraz mevzu olmuştu. Eğer Cenâb-ı Hakk bizi diğer mahlûkat gibi dört ayak üstünde, yürür şeklinde halketmiş olsaydı, yaşantımızdan bu kadar randuman alamazdık. Yerde yürürken, caddelerde daha çok yere ihtiyacımız olacaktı. Arabalar nasıl daha çok yer tutuyor? Ama bir insâna ba-kın, şimdi şâyet yatay olarak yerde yaşasa idik, ne kadar çok yer tutar idik? Ama dikey olarak yaşadığımızdan, ne kadar az yer tutmaktayız ve dikey olduğumuz zaman, hareket kabiliyetimiz daha çok olmaktadır. Yükseklere daha çok ulaşmaktayız. Böyle yaşamış olsaydık bizim yukarda iş yapmamız çok zorlaşırdı. Tay tay, iki ayak üzerinde zorlukla durmaya çalışacaktık.

Veyahut başka ekipman kullanacaktık, ama bu verimlilik olmayacaktı. Gerek zâhiren, gerek bâtınen, gerek rûhani yönden, gerek nefs îtibariyle nefsani yönden, gerek rûhani yönden, fiziki yönden hangi yönden bakarsak bakalım en kemâlde halkedilen varlık insândır. Bu yüzden İnsân-ı Kâmil denir insâna! ama ilmi yönden bu kelime kullanılıyor ise de, aslında insân her yönüyle kemâldedir. Ama insân kendi kemâlini bilmez de, kemâlini zevalde yaşarsa, sorun onun sorunu olur. Onun zevalde yaşaması, kemâl haliyle halkedilmesine zarar vermiş olmaz. Yâni altının altınlığı, hani basitçe derler ya yere düşmekle sakıt olmaz.

Çamura düşmekle altına birşey olmaz. Ne olur onu kim kullanıyorsa değerini bilmediğinden, onu çamur içinde bırakır. Ama çamur içinde kalması ona zarar vermez. Üstüne su dökersin yıkanır gider, altın yine altındır. Yâni insân kişi, kendini hangi hususta, hangi şekilde kullanıyor

100

Page 103: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

103

olursa olsun, hakkın vermiş olduğu değerden hiçbirşey kaybetmez. Kaybettiği fiili yönündedir. Fiilinde eksiklik vardır. Ama varlığında bir eksiklik düşünülemez.

-------------------

(Summe redednâhu esfele sâfilîn.)

(95/5) “Sonra da onu aşağıların en aşağısına döndürdük.”

-------------------

Tefsirlerde “esfeli sâfilin” olarak “en aşağı yer” ibaresi kullanılır, zâhiren doğrudur, ancak bu kadar büyük bir değerde halkedilen bir varlığın, bu kadar basit bir şekilde izah edilmesi kabul edilemez.

Halife olarak halkedilen bir varlık, kendi fiilleri ile kendini aşağılatırsa, ayrı konudur. Ancak insânın halife oluşu yönüyle bu Âyet-i Kerîme’nin ifâdesi kemâlât yönüyle “en son ulaşılan nokta” demektir. Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın tenezzül mertebelerinin en uç noktasıdır.

Cenâb-ı Hakk (c.c) bu ifâde ile insânı taltif etmiş olmaktadır. Meleklerin sıfât mertesinde programları yapılmakta, ve esmâ mertebesinde zuhura gelmektedirler, oysa insân, ahadiyyet mertebesinden kaynağını alarak, en uç nokta, olarak belirtilen “esfeli sâfiline” kadar seyahâtini devam ettirmektedir ki, âlemlerin en büyük seyyahıdır. Bu aşamadan sonra, bizlerdeki tecelliler bâtın âlemine doğru geriye dönüş seferine başlamaktadır.

Evliyâullah tarafından, “hazreti şehadet” ismi verilen bu âlemde, insân ne kazanıyorsa bu âlemde kazan-maktadır ki, bu nedenle basit mânâda aşağı bir yer değil, yücelerin, yücelerinin buluştuğu bir yerdir. İnsân ile Kûr’ân’ın, kulu ile Rabbının buluştuğu yerdir.

Bu âlemde “likâ” hükmünü, yani Allah’a ulaşma

101

Page 104: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

104

hükmünü yerine getiremeyen kimsenin, âhirette Allah’a ulaşması, sadece ham hayaldir, ancak iyi halleri ile cenne-te girer o ayrı bir konudur.

Bizim vaktimizi kullanmamız, kendimizi tanıma yolunda olmalıdır, ahirette cennet ve cehennemden başka zâten yaşanacak başka bir mahâl yoktur, Cenâb-ı Hakk (c.c) bizi nereye koyarsa oraya râzı olacağız.

Esfeli sâfiline ulaşılmadıkça Rabbı ile buluşma mümkün değildir. Ve bu hâl ise tecelli-i külli ile tenezzül mertebe-sidir.

-------------------

Muhabbetin, likâ’nın tenezzülü

(Tenezzül: nâzil olma, idrâke gelme, anlaşılmasının hafifletilip, kolaylaştırılması)

(Hazret-i şahadet), Ef’âl âlem’ine

1-Allah’ın tenezzülü

2-Kûr’ân’ın tenezzülü

3-İnsân-ı kâmil’in tenezzülü

4-Zâtı’nın tenezzülü

5-Mânâların tenezzülü

6-Sıfatlarının tenezzülü

7-Rûh’un tenezzülü

8-Esmâların tenezzülü

9-meleklerin tenezzülü

10-nefsin tenezzülü

11-mertebelerin tenezzülü

12-fiillerin tenezzülü

13-Âdemin tenezzülü

102

Page 105: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

105

14-peygamberlerin tenezzülü

15-kitapların tenezzülü

16-hakikat-ı Muhammedinin tenezzülü. Ve diğerleri.

Bu kadar muhteşem bir oluşumun bir araya getirilmesi tabî ki orasını (Hz. şehadet) yapar, ki; içinde, zâhiri ve bâtını yaşadığımız bu yerdir. Kendinin kolayca müşahede edilmesi için, bu tenezzülleri yaptı. Sende artık nefsinden tenezzül edip lütfet de Rabb’ın sana da ulaşsın. Rabb’ın yanında, ama sen ondan uzaktasın. Bu varlık içinde ki, yokluk niye?.

-------------------

İkinci yorum

Summe redednâhu esfele sâfilîn.(5)

İşte biz onu, bu güzel haller içerisinde, halkettikten sonra, yine “nâ” geldi. Biz geldi bakın. Summe, sonra “redednâ” hu biz onu reddettik. Nereye? “esfele sâfilîn.” esfele sâfilîn’den murat. Kitâplar, tefsirler, tercümeler, buna “aşağının aşağısı, bayalığın bayalığı” diye, yâni bundan daha çukur, daha aşağılık bir yer yok, daha kötü bir yer yok. En aşağıya gönderdik, diye genel olarak ifâdesi vardır. Zâhiren bu da doğrudur, ama biz onu öyle düşünmeyiz. Çünkü gerçekten, çok muhterem ve muazzam halkedilen bir varlığın, böyle basit bir şekilde izâhı böyle pek, kolay kolay kabul edilemez.

Çünkü halife olarak halkedilmiş bir varlık, çok aşağılk olması pek öyle düşünülemez, ama demin dediğimiz gibi, kendi fiilleri îtibariyle, kendi kendini aşağılatırsa ayrı konudur. Ama peki o zaman buraya ne diyeceğiz, diyeceğimiz şey şu, aşağıların aşağısı demek, tenezzül îtibariyle son en son ulaşılan kemâl nokta demektir. “Esfele sâfilîn” süfliyyet diye belirtilen tecellinin sonu demektir. Buda yerme değil taltiftir. Eğer kıymetini

103

Page 106: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

106

bilebilirsek. Şimdi, diyelim ki senin bir sahan var burada, bir merkezden çıkan malzemeyi alıyorsun. Sana tanınan sınırın sonuna kadar naklediyorsun.

İşte o senin esfele sâfilînindir. Yâni ulaşabildiğin en son ucudur. Bu da senin için kemâldir. Yâni sahanın genişlemesidir. Diyelim ki kırk kilometre karede sana yer verilmiştir. Oraya kadar gidersin diğerine elli kilometre, diğerine yüz kilometre verilmiştir. İşte Türkiye’yi tanımak için Edirne’den Ardahan’a kadar yolculuk yapman gerekiyor. Efendim İstanbul’dan Ankara’ya gittim de ben Türkiye’yi tanıdım. Tabî yine Türkiye’yi tanımışsındır ama, kemâliyle değil. Esfeline ulaşamamışsındır. İşte Cenâb-ı Hakk’ın bu kelime ile esfele sâfilîne reddettik-gönderdik, âyetiyle onu taltif etmiş oluyor.

Yâni onu insânı, bizi taltif etmiş, yâni şereflendirmiş oluyor. Yerme değildir, burada. Ama yerme olarak anlarsan yerme olarak anlarsın. Ama o işte zâhirdeki basit ifâdesi aşağıların aşağısı demektir, tenezzülün uç noktası demektir, nüzül olma yâni seyahatin ucu demek. Bakın diğer mahlûkatın seyahati nereye kadar? Yâni varediliş kaynağı ile, ulaşması lâzım gelen yer neresidir? Gelelim bizden sonra olan hayvanlar mertebesi, esfele sâfilînine. Hayvanlar dünyada halkediliyor.

Sahaları, dünyada gezebildikleri kadardır. Ahiretleri mânâ âlemleri, aya çıktı göğe çıktı. Aydan geldi gökten geldi gibi bir halleri yoktur. Dünyada varolup rûhlarıyla bedenleriyle birlikte dünyada yaşıyorlar. Bu kadar kısa bir yolculukları vardır. İnsanla arasındaki farka bakın. Meleklere bakalım. Meleklerin sıfât mertebesinde progra-mı yapılıyor. Esma mertebesinde zuhura geliyorlar. Bakın seyahatleri o kadar. Cinler aynı yerdeler, aynı kısımdalar. Ama insân ahadiyet mertebesinden kaynağını alıyor. En uçtaki, esfele sâfilîn diye belirtilen seyahatin, sonuna kadar gidebiliyor. İşte insân bu âlemlerde en büyük seyyahtır. Bütün varlıkalardan daha fazla yol katediyor.

104

Page 107: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

107

Yâni en başlangıçtan en sona kadar seyahati vardır.

En başa Alâ-i İlliyyin, en sona da esfele sâfilîn diyorlar. Ve bu esfele sâfilîn, diye belirtilen yer aslında, buluşma mahâlli “lika” Rabbıyla buluşma mahâllidir. İşte, bu mahâl esfele sâfilîn diye belirtilen yerdir. Buraya ulaşmayan kişinin, Rabbıyla buluşması mümkün değildir. Burası ayrıca ef’âl âlemidir, ve buna Evliyaullah buranın ismine Hazreti Şehâdet dediler. Zâhir ehlinin esfeli sâfilîn dediği yere bakın, Evliyaullah Hazreti Şehâdet diyor. Yâni hazret olan, mübarek olan şehâdet mertebesi, ve biz ne kazanıyorsak bu mertebede kazanıyoruz.

Müslümanlığımızı da burada, kendi varlığımızı da burada kazanıyoruz, ilim tahsil yeride onun için burasıdır, o kadar basit bir mânâda basit bir yer değildir, burası yücelerin yücelerinin buluştuğu yerdir. Yüceliklerin buluştuğu yerdir burası. İnsan ile Kûr’ân’ın buluştuğu. Kulu ile Rabbının buluştuğu yerdir, onun tahakkuk yeri burasıdır. Ve buranın bir ismi de Mescidil Aksadır. Her ne kadar Kudus’teki camiye, ibadet yerine Mescidil Aksa deniliyorsa da, Mescidil Aksa ifâdesi Dünya’nın tamamını kapsamına alıyor. Mescidi Aksa ne demektir.? En uzak mescid. Yâni merkeze en uzak mescid mânâsınadır. O günkü dünyada belirgin olarak ibadet yeri Kâbe-i Muazzama, ve ondan sonra yapılan Mescidil Aksa. Aksa demek, en uzak. Bir hayli uzak. İşte burası Kâ’be-i Muazzama hükmünde olan, Allah’ın zâtından en uzak mesafede olan mescid, bu dünyanın tamamı. Yâni bu dünyanın tamamı Mescid-il Aksadır.

Orada ki mescidi Aksa, bir simge olarak orada durmaktadır. Ve bu Mescid-il Aksanın içerisindeki bir merkezde olan, Kâ’be-i Muazzama yâni zât tecellisi olan Kâ’be-i Muazzama. İşte bunların hepsi bu âlemdedir. Böyle olan bir âlemin esfel olması, safilin olması aşağıların aşağısı, kötülerin kötüsü olması mümkün değildir. Ama öyle anlayan öyle anlasın. Onlara da kimsenin diyecek bir

105

Page 108: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

108

şeyi yoktur. Ne varsa bu âlemde vardır. Bu âlemde “likâ” yâni mülâki Hakka ulaşma hükmünü başaramayan kimsenin, ahirette Allah’a ulaşması hayâl mi hayâldir. O kadar bir ham hayâldir. Ama cennete girer mi o kimse iyi halleriyle? Girer. O konu da ayrıdır.

Biz cennet cehennem münakaşasını yahut sorununu yapacak insânlar değiliz. Cenâb-ı Hakk dilerse cennetine koyar, dilerse cehennemine koyar. Onun bileceği iştir. Cehennemine koydu da aman ya Rabbi ben ne yaptım da beni cehennemine koydun diyecek bir şeyimiz de yoktur. Cennetine koyarsa da, Ya Rabbi ben cennetlik bir amel yapmadım ki beni buraya nasıl koydun diye, söyleyecek bir sözümüzde yoktur. Tabii ki ahrette de, nasıl dünyada bir mekânda yaşanıyor ise. Ahirette de iki tür mekân vardır. İnsânların bir kısmı o türde, bir kısmı bu türde. Yâni bir kısmı cehennem ehli, bir kısmı cennet ehli olarak yaşayacaktır. O kimse nereye gidecekse aslında zâten o da belli olmuş vaziyettedir.

Efendimiz (s.a.v) bir gün iki elinde birşey tutuyormuş gibi göstererek diyor ki; bu elimde iki kitâp var. Bunun birinde cennetlikler, birinde cehennemlikler yazılı. Kim bunun içerisinde ise, bunlar cennete bunlar cehenneme gidecektir. Ya Resulallah bunlar belli mi? Diye sorulduğun da, Bellidir diye ifade edilmiştir. Bunlar daha baştan bilinmiş, kimin nereye gideceği biliniyor.

Ancak burada aklımıza bir soru gelebilir, bunlar baştan biliniyor ise, o zaman hesap kitap, cennet ve cehenneme neden ihtiç duyulsun?

El cevap. Bunların baştan bilinmesi İlmi İlâhiye gereğidir. Cenâb-ı Hakk Alîm ismi ile bütün geçmiş ve geleceği bildiğinden daha henüz yaşanmamış sahaların kula bağlı yaşamlarının hür iradeleri ile daha baştan nasıl yaşanacağını bildiği için, bunları tesbit etmiş olmaktadır.

106

Page 109: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

109

Şu kimseler cehenneme, şu kimseler cennete gidecek diye Allah (c.c.) kendi bunları ayırmamıştır. Eğer bu ayrımları Allah (c.c.) yapmıştır kulun bunda dahli yoktur kul bu mahallere ister istemez gitmek mecburiyetindedir, der isek o zaman biz farkında olmadan “cebriye” fırkasının anlayışı üzere rabbımıza suç isnad etmiş oluruz. Buda çok yanlış bir değerlendirme olur ve ehli sünnet itikadına aykırı bir değerlendirme olur. Bunun tesbiti kulun yapaca-ğı fiillerine göredir çünkü kul yaptığından mes’uldür, bu yüzden mükâfat ve mücazat gerçektir ve kula bağlıdır. Cenâb-ı Hakk kulunun ne yapacağını bildiği için bunların ayırımını daha baştan yapmakta, ancak bu ayırım kendi ilminde kalmakta, hesap kitaptan sonra da bireyler bu hali bilmektedirler.

Ama biz bunların araştırmasında vakit geçirecek halimiz yoktur. Bizim vaktimiz sınırlıdır bunu kendimizi tanıma yolunda olmaya harcamalıyız. “Summe redednâhu” işte bütün bu güzel haller içerisinde biz onu esfeli safiline, bu genişlikteki bu güzellikteki bu değerdeki yere konuk olarak gönderdik.

Yanması, kötülükler içerisinde, o curuf içerisinde, kirlilikler içerisinde kalması babında değil, burada belirtilen. Ama o tür insânlar da yok mu? Aşağıların aşağısı, yâni bayağılıkların bayağısını yaşayan insânlar yok mu? Var. Ama buradaki gerçek mânâ o değildir. Cenâb-ı Hakkın, o bir zeytine, bir incire yemin ettiği gibi, Esfeli safilin hükmü altında ulaşılan en kemâlli yer mânâsında ve en uzak menzili ifade etmektedir. Onun için biz seyyahız. İnsanoğlu yâni âlemlerin en büyük seyya-hıdır.

Ma’nâ âleminden zât âleminden gelip, sıfât âlemine nakil olunup, sıfat âleminden esmâ âlemine nakil olunup, Esma âleminden hayâl âleminden de dünya âleminde de zuhura çıktık. İşte onun için de esfele safilin, seyrin en sonu en kemâllisidir. Bundan daha başka tecelli hali

107

Page 110: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

110

yoktur, bu tecelli bundan sonra geriye çekilmekte. Yâni bâtın âlemine geriye dönüş seferimiz başlamaktadır.

Her birerlerimizin dünyaya geldiğimiz günden sonra hemen zâten sefer başlıyor. Sefer hazırlığı başlıyor. Dünyaya gelmemiz için çok uzun süreler geçti, o yollardan ma’nâ âleminden zuhura çıkıncaya kadar çok süreler geçti. Burada kalacağımız sürede çok kısa bir sûre bununda herbirerlerimiz yarısından fazlasını katettik çok az bir süremiz kaldı geriye iade edilmemiz için berzaha, geldiğimiz berzaha dönmemiz için. Rabbımıza ne kadar şükretsek azdır. Kendi hakîkatini bizlere açıyor. İşte Summe redednâhu esfele sâfilîn. Biz o esfeli sâfilîn denen en uzak yere en kemâlli şekilde, bütün techizatı ile birlikte gönderdiğimiz insana selâm olsun.

-------------------

(95/6) (İllellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe lehum ecrun gayru memnûn.)

(95/6) “İmân eden ve sâlih ameller işleyenler hariç. İşte onlar için kesintisiz ecir vardır.”

-------------------

O kimseler ki sayılan bu hakîkatleri önce iman yoluyla idrak ettiler daha sonra müşahede yoluyla idrak ettiler.

“gayru memnûn” memnûniyetin çok üzerinde tasavvur edilemeyecek derecede olan karşılıktır. Esfeli safilinin zahiri hükmü altında kalmadan hakîkatine ulaşanlar ancak bu ecirlere kavuşacaklardır.

Sâlih amel “mânâsı Hakk’tan fiili kuldan” olan amellerdir. İşte kim ki yaptığı fiilin mânâsını Allah’tan aldı işte o sâlih amel yapmıştır.

108

Page 111: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

111

Bu dünyânın cazibesine kapılarak imân etmeyen ve sâlih ameller işlemeyenler ise bu dünyâda kaldılar ve geriye dönüşü gerçekleştiremediler.

-------------------

İkinci yorum

İllellezine işte o kimselerdir ki amenu İmân ettiler. Bütün bu sayılan gerçekler, evvelâ imân yoluyla idrâk ettiler, sonra da müşahade yoluyla idrâk ettiler, sonra da bunlar “ve amelussalihati felehum ecrun gayru memnun” onlara o kadar büyük ecirler mükafatlar karşılıklar vardır ki, onlara memnun olacaklarının çok üstünde bir memnu-niyet vardır, meselâ ben şimdi bir araba aldım, diyelim ki niyetimde bir araba almak varken, fabrika çekilişi var dedi Muzaffer al on araba dedi sana. Bir araba fiyatıyla sen gittin, bir araba parasıyla gittin, on araba verdi sana. Işte bakın gayri memnun, memnuniyetinin çok üstünde. Tasavvur edemeyeceğin kadar memnuniyetle oradan döndün. İşte gayrimemnun dediği odur. Sen kıldın bir rekat namaz, Rabbin sana verdi yüz rekat namazlık sevap. Sen bir gün namaz kıldın sana bir ömür boyu, bin ömür boyu yaşamışçasına mükafat verdi. Diyelim ki sen beş kuruş ödedin, sana bir ton mal Verdi. Onun karşılığın da, işte tahmin edemediğin gayri memnun dediği budur. Memnuniyetinin çok üstünde sana tasavvur edemeye-ceğin kadar büyüklük lutfetti.

illellezine o kimseler ki, yâni buraya gelenlerin bir kısmı da esfeli safilin hükmü içinde kaldılar neden? Bu dünyanın cazibesine kapılarak geriye dönüşü unuttular, ve burasının ehli oldular. İşte onlar burada kaldılar, geriye dönemediler. Mevlânâ’nın da dediği gibi hani ney’i konuş-turuyor ya, hani “beni kamışlıktan kestiler başımı gözümü deldiler, neyin hasreti kamışlığadır.” Sıla-i rahim yâni, ana babasınadır. İşte oranın muhabbetiyle inlemektedir, bu neyin içindeki heva değil yâni boş oksijen havası değil. Bu neyin içindeki ateştir ateş diyor. İşte o ateş enerji

109

Page 112: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

112

olmazsa aslına ulaşamıyor. Kimde yoksa bu ateş, yok olsun diyor. İşte bunlar esfele sâfilîn hükmüne giren kimselerdir. Ama bu esfele sâfilîn herkes için aynı mânâda değildir. Bazıları için büyük taltif bazıları için de ihtardır.

İşte kim ki esfele sâfilîn’in zâhiri hükmü altında kalmadan hakîkatine ulaştı. İstisna dediği odur.

İllelezine ne yaptılar? Amenu evvelâ İmân ettiler. İman ne demek? Evvelâ kendilerini tanıdılar ne olduklarını idrâk ettiler. Sonra Rablarını tanıdılar, ne olduklarını idrâk ettiler. Ve amilussalihati sâlih amel işlediler. Sâlih amel ne idi. Ameli sâlih ne idi? Kim ki yaptığı fiilin emrini yâni arka plândaki ma’nâsını Allah’tan alarak yaptığı fiilin kurgusunu programını Allah’tan alarak tatbikatını kendi yaptı, işte bu ameli sâlihtir. Sâlih fiil yâni sâlih amel anlaşılıyor mu? “Ma’nâsı Allah’tan, tatbiki kuldan.” Cenâb-ı Allah buyurdu ona ey kulum şöyle şöyle şöyle yukarıdaki bahsettiği âyetler ile seni techiz etti. Sana bu mânâları yükledim hepsini. Sen bunları zuhura çıkarırsan yâni tatbikatını yaparsan işte memnuniyetinin çok üstünde sana mükâfatlar vereceğim. Bundan büyük lutuf mu olur?

-------------------

(95/7) (Fe mâ yukezzibuke ba’du bid dîn.)

(95/7) “Öyleyse bundan sonra sana dîni tekzip ettiren (yalanlatan) nedir”?

-------------------

İşte bu hakîkatlerden, bu gerçek dinden seni alıkoyan nedir? Cenâb-ı Allah bizim varlığımızı da bildiği için buralarda gaflet göstereceğimizi, bazı şeylerin nefsi şey-lerin bize mani olacağını bildiği için, seni bu hakîkatlerden alıkoyan nedir? Niye bunları düşünmezsin niye tedbirini almazsın? Bu kadar güzellikler sana açılmışken niye bu

110

Page 113: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

113

nimetlerden faydalanmazsın? Diye ikazı hemen geliyor. Ve devam ederek bitirmeye çalışalım.

-------------------

İkinci yorum

Bu anlatılan hakîkatlerden, gerçek dînden seni alıko-yan nedir?

Cenâb-ı Hakk (c.c) bizim varlığımızı bildiğinden ve bazı şeyleri gözardı edeceğimizi bildiğinden dolayı bizlere “bu kadar güzellikler sana açılmış iken neden faydalanmıyor-sun” diyerek ikazda bulunuyor.

Sûre-i şerif’te yukarıdan beri bahsedilen, remizlerin hakikatlerinde olan gerçekleri, ve meratibi ilâhiyyedeki mertebelerin varlığını, açık olarak sana din ismi altında bildiriyor iken. Bütün bu gerçekler ortada iken bunları sana kim yalanlatıyor.? Hiç düşünüyormusun.?

-------------------

(95/8) (E leysallâhu bi ahkemil hâkimîn. )

(95/8) “Allah, hâkimlerin en güzel hüküm vereni değil mi?”

-------------------

Bütün bu anlatılanları, hikmetler ile bildiren, O değilmidir? Artık bundan sonra sen gereğini yap! Ma’nâ-sınadır. İster zâhiri anlamda aşağıların aşağısı bir hayat yaşa, istersen hazreti şehadette hakîkat-i ilâhîyye içerisin de bir hayat yaşa.. Bunların hepsine hakkıyla hükmeder.

-------------------

İkinci yorum

E leysallâhu bi ahkemil hâkimîn. (8)

112

Page 114: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

114

İşte Allah hükmedenlerin, Hâkimlerin en hâkimi, en hakikatlerin hükmedicisi değil midir? Bu kadar anlatılan şeyleri sana hikmetler ile bildiren o değil midir? Artık bundan sonrasını gereğini sen yap mânâsında. İster gerçekten esfeli sâfilîn, aşağılıkların aşağılı olarak bir hayat yaşa, istersen Hz. Şehâdette hazret mertebesi îtibariyle, hakîkati ilâhîye içerisinde bir hayat yaşa. Cenâb-ı Hakk dilediğin gibi yaşa, diye buyurmaktadır. Burada sorulacak bir şey var mı? Bundan sonra Alâk sûresi geliyor. Bundan sonra başlarız inşallah.

Soru: İnsanın bu âlemde de iki yeri var ya Allah’ın yanında, emriyle, sâlih emriyle yaşaması cennet karşılığı. Birde Esfeli sâfilîn olarak yaşaması yâni zelil olarak yaşaması vardır. Tabii oda cehennem hükmündedir. Ama burada ki fark, bunlar fiilen yaşanmamaktadır, tasavvuri olarak yaşanmaktadır. Hayâli olarak yaşanmakta zan olarak yaşanmaktadır. Kişi farkında olmadan, bunu hayali varlığında var olarak yaşamaktadır. Ama öteki âlemde mekân içre. Bunu yaşamak vardır, burada o mekân yoktur. Yanıyor belki insân ama içinde pişmanlık ateşiyle yanıyordur. O da bir cehennem. Ama bu ahirette fiilen mekân olarak yaşanacaktır. Cennet’te, aynı şekildedir, bir insân küçücük hanesinde huzurlu olarak yaşadığı eşiyle dostuyla ailesiyle çoluk çocuğu ile, işte bu yaşam, daha burada, bir cennet halidir. Ama ahirette bahsedilen mutlak cennet değildir.

İşte cehennemde böyledir, kişi nefsi ihtiraslar içinde ise, onlara ulaşmak için verdiği savaş ile, ve hakikatleri inkârı ile daha burada farkında olmasa bile cehenneme daha bu günden girmiş olmaktadır.

İşte bütün bunların gerçek hakikatlerinin ortaya çıkması için, “hâkimlerin hâkimi” olan yüce bir güç olması lâzımdır ki. Oda kendini “hakem ve adl” isimleri ile belirten Zât-ı mutlak Allah-u zülcelâl hazretleridir.

-------------------

112

Page 115: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

115

95–Tîn Sûre-i şerifindeki kısa yolculuğumuz böylece sona ermiş oldu, bundan sonra yolumuza 96 - Alâk Sûresi ile devam edelim İnşeallah.

-------------------

96 - ALÂK Sûresi

حیم حمن الر سم هللا الر بBİSMİLLÂHİR RAHMÂNİR RAHÎM

Sûre adını, ikinci âyette geçen ve "asılıp tutunan" anlamına gelen "alâk" kelimesinden almıştır. Sûre, "oku" anlamına gelen ilk kelimesinden dolayı "İkra"' adıyla da anılmaktadır.

19 âyetten oluşan Alâk sûresi, Mekke’de inmiştir.

Mushaftaki sıralamada 96., nüzul sırasına göre ise 1. sûredir.

Baştan beş âyeti Hz. Peygamber'e gelen ilk vahiy olduğundan, ilk inen sûre kabul edilir. Geri kalan 14 âyetinin ise sonraları, Ebû Cehil hakkında indiği rivayet edilmiştir. Bazı müfessirler ise ilk inen surenin Müddesir, bazıları da Fatiha, olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Buhârî ve Müslim'de Hz. Âişe'ye isnat edilen rivayete göre Hz. Peygamber, inzivaya çekilmeyi âdet edindiği Hira mağarasında iken Ramazan ayının 27. gecesi (Pazar-Pazartesi) tan yerinin ağarmaya başlamasından az önce ufukta nurdan bir şekil görmüş; o zamana kadar hiç karşılaşmadığı bu nuranî varlığın (Cebrail) kendisine seslendiğini duymuştur.

Hz. Peygamber olayı şöyle anlatır: "Melek bana okumamı emretti. Kendisine okuma bilmediğimi söyledim. Beni kollarının arasına alıp kuvvetle sıktı; sonra 'Oku!'

113

Page 116: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

116

dedi. Ben yine, 'Okuma bilmem' dedim. Beni tekrar kollarının arasına aldı, kuvvetle sıktı ve 'Oku!' diye tekrar etti. Ben yine 'Okuma bilmem' dedim. Üçüncü defa kollarının arasına alıp daha kuvvetlice sıktıktan sonra bıraktı ve şöyle dedi: 'Yaratan rabbinin adıyla oku; O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretmiştir.”1

(Hasenât)

-------------------

96 - Alâk sûresi, mealen.

1- Yaratan Rabbinin adıyla oku!

2- O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı.

3- Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.

4- O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.

5- İnsana bilmediği şeyleri öğretti.

6- Hayır! Doğrusu (kâfir) insan azgınlık eder.

7- Kendisinin muhtaç olmadığını zannettiği için.

8- Muhakkak ki dönüş mutlaka Rabbinedir.

9-10-Namaz kıldığı zaman, bir kulu (Hz. Muhammed’i) engelleyeni gördün mü?

11- Gördün mü (ne dersin?), ya o (kul) doğru yolda olur,

12- Veya kötülüklerden sakınmayı emrederse? (yine engelleyecek mi?)

13- Gördün mü, ya bu (adam, hakkı) yalanlar, yüzçevirirse, (iyi mi olur?)

14- O adam, Allah'ın kendini gördüğünü hiç bilmiyor mu?

114

Page 117: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

117

15-16-Hayır, hayır! Eğer o, bu davranışından vazgeç-mezse, and olsun ki biz, onu perçeminden, o günahkâr ve yalancı perçeminden tutup cehenneme sürükleriz.

17- O zaman o taraftarlarını yardıma çağırsın.

18- Biz de Zebânileri çağıracağız.

19- Hayır, sakın ona boyun eğme (Allah'a) secde et ve yaklaş.

-------------------

Sûre-i Şerif 19 âyettir ki bu da Ondokuz sayısının hakîkatinin “İkra” ifâdesiyle açılmasının ifâdesidir. Ondokuz insân-ı kâmil’in hakîkati olan şifre sayısıdır.

-------------------

ا (-kaf-100“ (ق) ”-elif-1“ (ا) ,kelimesinde (’Ikra) (ا

( ر ) “rı-200-) (ا) “elif-1-” dir. Toplarsak.

(1+100+200+1=302) dir. Tekrar toplarsak, (3+2=5) tir.

Vahyedilen ilk sûre (Alâk Sûresi) Nüzul sırası ilk (5) âyeti ile (1) dir.

Mushaf Sırası (96) dır.

Alfabetik Sırası (6) dır.

Sondan da (19) sûredir.

Kûr’ân’ın ilk vahyedilen âyetleri 96. sûrenin ilk 5 âyetidir ve bu âyetlerin toplam kelime sayısı 19’dur. (19) âyete sahiptir ve (19 x 15) 285 harf içerir.

Genel sayılar, (5-5-1-96-6-19-5-19-19-) daha birçok sayı olduğu gibi, özetle bunlardır. Her birerlerinin kendi ifadeleri vardır, zâten bilinen şeylerdir, daha fazla

115

Page 118: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

118

uzatmamak için bu kadarla yetinelim. Ancak açık olarak görüldüğü gibi üç adet (19) vardır, bunlarda üç mertebeden İnsân-ı Kâmilin yakîn mertebeleridir.

-------------------

………………..Onun için Zamahşerî'nin İbn Abbas ve Mücahid'den: Bu sûre ilk inendir. (ez-Zemahşerî, a.g.e., IV, 270.) Tefsir bilginlerinin çoğu ise; “ilk inen (sûre) Fatiha, sonra Kalem sûresidir” sözü de Fatiha tefsirinde geçtiği tarzda bu mânâ ile açıklanmış ve rivayetler arasında uyum sağlanmıştır. Özetle en sahih olan rivayetlere göre bu sûrenin beş âyetinin ilk inen olması, Fatiha'nın tam sûre olarak ilk inen olmasına ve bu arada başka sûrelere ait bir takım âyetlerin inmiş olmasına aykırı değildir. Şu halde İbni Abbas ve Mücahid'in sözü ile tefsir bilginlerinin çoğunun sözleri arasında gerçekten çelişki yoktur ve bundan dolayı “Keşşaf” sahibi gibi Fatiha'nın ilk inen sûre olduğu sabit değildir zannedenlerin görüşü doğru değildir.

Bilindiği gibi bu sûre-i şerifin ilk beş âyeti Efendimiz (s.a.v)’e Hira dağında inzâl olan ilk âyeti kerîmeler dir…………………………..

(E.H.Y.)

-------------------

Efendimiz (s.a.v) zaman zaman çıkmış olduğu Hira dağında zaman içerisinde öyle bir müşahede haline erişti ki bunun neticesinde kendisindeki bütün perdeleri açarak, mâ’nâ âlemine fikren ve rûhen ulaşacak hale o gece gelmiş idi. Efendimiz (s.a.v.) ayrıca o geceden evvel insânda hayâl ve vehmi meydana getiren siyah kan kendisinden alınmak için ameliyat edilmişti.

Cebrâil a.s Altıyüz kanatlı olarak belirtilen kanatlarını açmış olarak ve Efendimiz (s.a.v)’in gönül berraklığı içerisinde kendisine ulaşmış idi. Efendimiz (s.a.v) o anda gelenin Cebrâil a.s olduğunu bilmiyordu sonradan öğrendi.

116

Page 119: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

119

Cebrâil a.s’ın o gece Efendimiz (s.a.v)’e öyle azametli bir hitabı vardı ki Cenâb-ı Hak (c.c) Cebrâil a.s vâsıtasıyla Arabça lisânından “İkra” yani “Oku” hitabıyla vahye başladı.

Bu andan îtibaren gerek insânlık tarihinde gerek Efendimiz (s.a.v)’in kendi yaşantısında bu kelime çok büyük bir yer kapladı. “İkra” kelimesi ile insânlık tarihinde çağlar açıldı ve çağlar ötesi çağlara ulaştıran bir anlayış başladı.

Cenâb-ı Hak (c.c)’ın mutlak vücûdu ahadiyyetinden tenezzül ettiğinde ilk olarak hüviyyeti ve inniyyeti oluştu. İnniyetinden ise insân ve Kûr’ân mânâları meydana geldi, yani kaynakları oradan alındı. İnsân derken, madde beden olarak kastedilen insân değil, gerçek anlamda insânî mânâdır. Bu insânî mânâ âlemlerin oluşmasından sonra mertebeler sonucu yeryüzünde açığa çıktı. Kûr’ân-ı Kerîm’de lâtif mânâ âleminden nâzil olarak Kadir gecesi olarakta ifâde edilen bu gecede, “İkra” anahtarıyla açılan o kapıdan içeriye girdi, ve hazreti Resûlullah (s.a.v)’ın aklına ve gönlüne akmaya başladı. Bu şekilde aynı kaynaktan çıkarak iki ayrı yoldan gelen iki kardeş Mekke-i Mükerreme’de, Cebeli Nûr’da yani gönül dağında Cebrâil (a.s)’ın iştirâkiyle birleşti. Bu gece bu nedenle İslâmi hakîkatlerde çok büyük bir yer tutmaktadır, ve insânlık tarihinde bu geceden daha büyük bir hakîkat tasavvur etmek mümkün değildir.

İnsân bir taraftan zâhiren ilâhi tecelliyi bünyesinde muhafaza ediyorken, diğer taraftan da, Kûr’ân-ı Kerîm hakîkati ilâhiyyeyi ve onun ilmini, bünyesinde taşıyorken, ikisinin birleşmesiyle, zâhir ve bâtın insân-ı kâmil’in oluşumu sağlanmıştır.

Bu tarihten îtibaren, insânlık tarihinde başlayan devrimler ile, çok büyük ilerlemeler olmuştur. Efendimiz (s.a.v)’e risalet verilmezden, ve Kûr’ân-ı Kerîm gelmezden evvel Ortaçağ içerisinde, insânlık âlemi tam bir şaşkınlık

117

Page 120: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

120

içerisinde yaşıyordu. Batılıların şu an ileri oldukları teknolojik üstünlükleri, dahi Kûr’ân-ı Kerîm ve hakîkati ilahiyyenin, dünyâ semâsına indirildiği bu geceye bağlıdır. Eğer Muhammedî hakîkatler dünyâ semâsına, bu geceden îtibaren indirilmemiş olsaydı, batılıların günümüzde bulup geliştirdikleri, hiçbir şeyi yapmaları mümkün değildi. Eğer yapacak olsalardı o zamanlar ellerinde bulunan Îsevi hakîkatler ile bunları yaparlardı, oysa onlar Îsevi hakîkat-leri dahi, değerlendiremeyerek çok aşağılara indirdiler.

Dünyâ semâsına indirilen Muhammedî bilgileri, önce müslümanlar ortaya çıkardılar, ve zamanla bunları gören batılılar, daha fazla çalışarak Kûr’ân-ı Kerîm’in nüzûlünden aldıkları, bu hakîkatleri zuhura çıkarmaya başladılar.

Kûr’ân-ı Kerîm zât mertebesinden ve mutlak kemâlat üzere gelmesi yönüyle çok önemlidir, ve Kûr’ân-ı Kerîm’in üzerinde olacak bir oluşumda bundan sonra olmayacaktır.

Kadir gecesinin ilmi ve gerçek mânâda bin aydan hayırlı olmasının sebepleri de bunlardır. Aslında bu hakîkatleri idrak edip anlamak, değil bin ay binlerce yıldan önemlidir. Diğer hiçbir kavimlerde olmayan bu gece, bizler için çok mübârek bir gecedir.

Ayrıca bu gece, mutlak kudret gecesi demektir, yani Cenâb-ı Hak (c.c)’ın bâtın âlemde projelendirdiği sistemini mutlak kudreti ile zuhura çıkardığı gecedir. Bir tarafta bedensel olarak insân, hakîkati Muhammedî, diğer taraf-tan Kûr’an’ı Azimüşşan’ın ilim kemâlatı, olarak buluşup birleşmesi ve bu iki kaynağın bir yerde zuhura çıkarak, bütün âlemlere rahmet olması kadar, Cenâb-ı Hak (c.c)’ın kurguladığı büyük bir hâdise, bu âlemlerde yoktur. Bütün bu âlemler bu oluşum için varedildiler.

-------------------

İkinci yorum.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

118

Page 121: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

121

Rabbi zidnî ilmâ.

Bugün 03.05.2002 Cuma gecesi İzmir’deyiz sohbetimize kalmış olduğumuz yerden devam edelim. Mevzûmuz Kûr’ân-ı Kerîm’in sonlarında olan sûreleri, daha ziyade namaz sûreleri diye bilinen sûrelerden.

96. Sûre Alâk Sûresi oradan başlayalım. Yolumuza devam edelim. Nereye kadar gidebilrsek gideceğiz inşe-allah.

Esteizu billâh bismillah.

Hâdiseyi hepimiz hatırlarız. Gözlerimizin önündedir veya aklımızın içindedir. Tahayyül ederiz. Efendimiz (s.a.v) zaman zaman çıkmış olduğu Hira dağında günlerce kalıyordu. Yine böyle hira dağında bir gece, bu ne gecesiydi? Sonradan ismi Kadir Gecesi diye belirtilen bir geceydi. O gece öyle bir müşahade haline ulaşmıştı ki. Bu müşahade hali neticesinde, bütün kendindeki perdeleri açmış, mânâ âlemine fikren ve rûhen işte o gece ulaşacak hale gelmişti. O gecenin içerisinde, bu haleti rûhiyede Cebrâil Aleyhisselâm, ona altıyüz kanadıyla belki de sayısız, o kadar bildiriliyor. Sayısız kanatlarıyla bütün ufku kaplamış olduğu halde, o çöl gecesinin berraklığı içerisin de Hz. Resûlullahında gönül berraklığı, Allah muhabbeti içerisinde, bu açıklık ile kendisine ulaşmıştı gelmişti.

Tabî Efendimiz (s.a.v) o anda, çok değişik hallere girdi ve o hâdise olmazdan evvel, Hz. Resûlullahı göğsünden ameliyat etmişlerdi. Siyah kan olan ki, bu siyah kan insânda hayâl ve vehmi meydana getiriyor. Oranın merkezi hayâli ve, vehmi oluşturuyor ve nefsani kaynakta orasıdır. Kalbim daralıyor, göğsüm daralıyor, sıkılıyor, diye olan hâdiseler, işte o siyah pıhtılaşmış kanın insâna verdiği ağırlıktır. Bu halde iken Efendimiz (s.a.v). gelenin daha henüz Cebrâil Aleyhisselâm olduğunu, bilmiyordu, sonradan o olduğunu öğrendi, ve o akşam öyle azametli bir hitabı vardı ki,. “İkra” ilk söylediği sözü bu oldu.

119

Page 122: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

122

Cenâb-ı Hakk Cebrail Aleyhisselâm lîsânından arap kelimeleriyle bu sözü indirdi.

Çünkü Efendimiz (s.a.v) Arapça ile konuşuyordu. İkra kıraat et yâni oku, emrini aldığı zaman, veya tavsiyesini aldığı zaman, Efendimiz (s.a.v.) insânlık tarihinde, gerek kendi hayat yaşantısında, gerek insânlık tarihinde, bu kelimenin yeri çok büyük oldu. İnsânlık bâtın tarihinde, yani insânlık âleminin bâtın tarihinde, ufuklar açan, çağlar açan, çağlar ötesi, çağlara ulaştıran, bir hâdisenin başlan-gıcı İkra lâfzı oldu. Yâni oku, yâni kıraat et. Hani kıraathaneler derler. Kûr’ân’ın zâhiren, bir ismi de okumak mânâsına gelen kıraat etmektir.

Kûr’ân demek, İkra Oku’nun karşılığı lâfz olarak onun karşılığı, okunan şey mânâsınadır. Kûr’ân bizler için de, İslâm tarihi içinde, insânlık tarihi için de, belki de bâtını tarihin, en büyük hâdiselerinden bir tanesidir, Cebrâil Aleyhisselâmın Hz. Resûlullaha gelmesi. Hani Ahadiyetten Vahidiyete tenezzül ettiğinde, A’mâiyetten Ahadiyetine, tenezzül ettiğinde, ilk oluşan iki oluşumdan bir tanesi, biri hüviyeti, birisi inniyeti idi. İşte o inniyetinden, insân ve Kûr’ân mânâları meydana geldi. İnsânın kaynağı oradan alındı. Ama sadece, bu fizik beden insân değildir. Gerçek insân. İnsân-ı ma’nâ ve Kûr’ân, o inniyetinden meydana geldi. İnsan hüviyeti istikametinden, bedensel olarak mertebeler îtibariyle, dünyanın mükevvenatının oluşması ile birlikte, yeryüzünde insân dünyaya geldi.

Kûr’ân-ı Kerîm’de mânâ âleminden, lâtif âlemden nâzil olarak, işte bu kadir gecesi diye belirtilen, İkra anahtarıyla açılan o kapıdan içeriye girdi. Kim girdi? Hz. Resûlullahın gönlüne, Kûr’ân’ı Kerîm akmaya başladı. İşte ahadiyet mertebesinde, oluşan ikiz kardeş, Kûr’ân ve İnsan iki ayrı yoldan gelerek, Mekke-i Mükerreme’de, Cebeli Nurda, gönül dağında. Ayrıca Cebrâil Aleyhisselâmının iştirakiyle, birleştiler. Yâni insân ve Kûr’ân iki öz kardeş bu gece birleşti. Devamı (23) sene sürdü. İşte bu gecenin gerek

120

Page 123: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

123

insânlık tarihinde, gerek bizler için, gerek İslâmi hakîkat-lerin başlangıcında yeri çok büyüktür.

Bu geceden daha büyük bir gece, bu hakîkatten daha büyük bir hakîkat, insânlık tarihinde tasavvur etmek mümkün değildir. Bir taraftan insân, zâhiren ilâhî tecelliyi bünyesinde, muhafaza ediyorken, diğer taraftan da Kûr’ân-ı Kerîm Hakîkati İlahiyeyi, ve onun ilmini bünyesinde muhafaza ettiği halde, ikisinin birleşmesi zâhir ve bâtın İnsân-ı Kâmilin oluşmasını sağlamaktadır. İşte o tarihten sonra, insânlık tarihinde devrimler başladı. Çok büyük ilerlemeler oldu, Kûr’ân-ı Kerîm gelmezden, Hz. Rasûlullah’a risalet verilmezden evvel, ortaçağ içersinde, insânlık âleminin ne kadar şaşkın halde yaşadığı herkesçe bilinen bir şeydir.

Efendim, işte bâtılılar ilerliyor, şimdi ilerlediler bizi geçtiler. Batılılar bizi geçemezlerdi Hz. Resûlulllah Aleyhis-salâtu vesselâm Efendimize, ve onun şahsında Kûr’ân-ı Kerîm ile birlikte, ilmi ilâhi, dünya semâsına indirildi. Bakın bu çok mühimdir, batının gelişmesi buna bağlıydı. Hakîkati Muhammedî ilimleri, Kûr’ânı Kerîmle birlikte, eğer yeryüzü semâsına indirilmemiş olsaydı, batılıların hiçbir şekilde hiçbir şeyi bulup çıkarıp yapmaları mümkün değildi. Eğer bunu yapsalardı daha evvelce kendi mertebeleri içinde yaşadıkları sürede yapabilirlerdi. Niye ortaçağ karanlığına düştüler? Ellerindeki Hakîkati İseviyeyi, Mûseviyeyi dahi yerlerinden kaydırdılar da o yüzden.

Çok aşağılara indirdiler İşte Kûr’ânı Kerîm ile, zâti tecelli ile, dünya semâsına indirilmiş bulunan, ilâhî bilgiler, onların bizden daha fazla çalışmalarıyla, daha fazla araştırmaları ile, onlar bu ilimleri zuhura çıkarmaya başla-dılar. Müslümanlardan beş altı yüz sene sonra, belirli bir süre sonra. Evvelâ müslümanlar bu ilimleri çıkarttılar, bütün bu ilimlerin kaynaklarını. Onlar da baktılar ki bu işler ancak çalışmak ile oluyor. Çalışmaya başladılar ve

121

Page 124: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

124

çalıştıklarında da, zâten kendilerine yaklaştırılmış olan dünya ve ahret ilimllerini oradan, Kûr’ân'ın nüzulünden aldılar. Bu bakın çok mühim meseledir. Bâtılılar bunun farkında değil. Biz de farkında değiliz. Kendimizi müdafaa edemiyoruz. İslâmiyet bu sözle başlıyor.

Ve Kûr’ân ve insânın birleşmesi de, bununla başlıyor. İki kardeşin çok uzun sürelerden sonra, yeryüzünde birlikte olması. Bakın Ahadiyet mertebesinde ayrılıyor. İki yoldan yeryüzüne indiriliyor, ve Kadir Gecesi yeryüzünde buluşuyor. Daha evvelde peygamberlere kitâplar geldi. Ama onlar ef’âl mertebesinden, esmâ mertebesinden idi. Kûr’ânı Kerîm zât mertebesinden, ve mutlak kemâlât ve son kemâlât olarak gelmesi yönünden, büyük ehemmiyete haizdir. Bunun üstünde de, olacak başka bir şey yoktur. İşte Kadir gecesinin bin aydan hayırlı olmasının sebeplerinden bir tanesi budur, yoksa o gece de kalkalım namaz kılalım da, bin aydan hayırlı olsun, o fiziki mânâda dır. Ama ilmi ve gerçek mânâda hayırlı olması bu yüzden dir.

Gerçekten de bin aydan değil, efendim binlerce yıldan hayırlı. Bu hakîkati idrâk edip anlamak. Orada bin aydan hayırlı dediğinin de hesapları ayrıca ayrıdır. Bin ay “min elfi şehr” bin ay, hesap edildiği zaman “yetmiş üç sene, üç ay”a tekabül ediyormuş. Yetmiş üç sene üç ay, yâni dolu dolu yaşanmış bir sene, yalnız bu yetmiş üç sene üç ay. Her saati ibadet ile geçirilmiş, bir yetmiş üç senedir. Şimdi bakın bu hesap küçücük bir hesap yaparak dikkat edelim, ama biz günümüzün yirmidört saatini ibadetle geçiremiyo-ruz. Günde bir veya iki saatini geçiriyoruz. İyi bir niyetle günde on saat ibadet ettiğimizi düşünelim. yetmişüçe bir sıfır ilâve edersek, “yediyüzotuz” yıl ömrümüz olmuş olması gerekir ki, Günde on saat ibadet edersek “yediyüzotuz” sene bir gecede kazanmış oluyoruz. Düşünün bakalım. Cenâb-ı Hakk yetmiş üç sene üç ay bütün gününü yetmişüç senesinin tamamını ibadetle geçirecek şekilde sevap vermiş oluyor.

122

Page 125: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

125

Ama biz günde on saat ibadet ettiğimizi varsayalım şimdi bakın. Yediyüzotuz senelik bir süreye girmiş oluyor, eşit oluyor. Güne beş saat ibadet yaparsak Bindörtyüz sene. Günde bir defa, bir saatlik ibadet edersek onu böldüğümüzde Yedibinüçyüz sene ömrümüz olmuş kadar bu gecede gelir, getiri kazanıyoruz. Anlatabildim mi bakın hesapları. Bazı şeyleri hakîkatini idrâk etmeden o kadar kolay okuyup geçiyoruz ki,. Veya vehametini anlamadan, oradaki işin ne kadar derinliği olduğunu idrâk etmeden, veya ne kadar yüceliği olduğunun farkında varmadan. İşte bu Kadir Gecesi gerçekten, başka bir milletlerin, başka bir ümmetlerin, başka bir gecesi olmayan, bizler için çok mübarek. bir Gecedir Kadir gecesi ayrıca Kâdir'in gecesi demektir.

Bu Kadir-i Mutlak’ın gecesi mutlak, kudret gecesi. Yâni Cenâb-ı Hakk bâtın âleminde projelendirdiği o sistemini, mutlak kudreti ile zuhura çıkardığı gecedir. Bir taraftan insân bedensel olarak Hakîkati Muhammedî, bir taraftan Kûr’ân-ı Azimüşşan rûhsal olarak, ilim kemâlâtı olarak buluşup birleşmesi, ve bu iki kaynağın bir yerde zuhura çıkması için, âlemlere rahmet olması kadar bu âlemde daha büyük bir hâdisesi yoktur. Cenâb-ı Hakkın kurguladığı başka bir hâdisesi yoktur. Bütün bu âlemler, bu oluşum için var edildiler. Şimdi böyle bir genel bilgiden sonra İkra nedir? Kitâpları okuduğumuz zaman bütün Aleyhissalatü Vesselâm Efendimizin menkıbelerini, hayat hikâyelerini yazan kitâplarda Hazreti Rasûlullah'ın ümmi olduğu ve okuma yazma bilmediği ittifakla belirtilmek-tedir.

Zâhiren eğer kafamız fazla çalışmıyorsa, tabî bir yaşantı içerisinde isek bunu böyle kabul edebiliriz bu gaflet içerisinde de mazur sayılırız. Ama biraz işi deşmeye çalışırsak. Biraz idrâkimizi de arttırmaya çalışırsak. Biraz insaflı hareket etmeye çalışırsak. Hazreti Rasûlullah'ın okuma yazma bilmediği hakkındaki kanaatimiz tamamen değişir. Gerçeği bu, zâhir ehline, ve İslam dışı bazı

123

Page 126: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

126

kimselere, bazı ölçüler vermek için okuma yazma bilmiyor diye ittifakla söylenmektedir. Bizim bilim adamlarımız da kesin olarak, okuma yazma bilmediği kanaatindelerdir, ve böyle oluşmuş oluyor. Halbuki bunu düşünmek bile uygun değildir.

Evvelâ, Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin 28 harflik bir sistemi tanımaması mümkün değildir, yirmisekiz harfli bir sistemi, almayacak kadar bir kafaya sahipse o Kûr’ân-ı Kerîm zâten ona gelmezdi. Bir haftada bir günde altı, yedi, beş yaşında çocuk o yirmisekiz harfi ezberliyor ve tanıyor. Bir haftada hecelemeye başlıyor. Bir ay sonra Kûr’ânı Kerîmi okumaya başlıyor. Beş yaşındaki çocuk hatta daha kabiliyeti olanlar beş, altı, yedi yaşında hıfz ediyorlar Kûr’ân-ı Kerîm’i. Hafız oluyorlar. E artık insaf. İnsaf yâni bize de yâni çok yazık. Yâni bize Hazreti Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) okuma yazma bilmiyordu kanaatindeysek bize çok yazıktır.

Yâni onu ya hakkıyla tanımıyoruz, ya da iftira ediyoruz daha açık olarak yâni. Peki ikra dedi. Bunun karşısında ben kadir değilim, okuma yazma bilmem dedi Efendimiz (s.a.v) Cebrâil Efendimize karşı tekrar sıktı. Cebrâil Aleyhisselâm bir defa daha emretti. Üç defa söyleniyor bu. İkra yine ben okuyamam kadir değilim dedi. Ama orada Hazreti Resûlullah Efendimizin haleti rûhiyesi çok zor bir haldeydi, hangimiz olsa öyle oluruz hatta dayanmamız dahi mümkün değildir.

Bir daha İkra sıkarak oku dedi. Okuyamam dedi ve o sıkıntıda Hazreti Rasûlullah kendini Hira Dağından aşağı attı dayanamadı, yâni o müthiş muazzam hâdiseye, yâni o sıklete. Cebrâil Aleyhisselâm Yakaladı, tuttu orada oku dedi. Okuyamam kadir değilim dedi. Şimdi biz zannediyoruz ki hakîkatten okuma yazma bilmiyordu. Bu da tasdik ediyor gibi. Halbuki birisi deseki size, herhangibir kimse oku dese, siz bir düşüneceksiniz neyi okuyayım? Okuyamam. Okuyacak bir şey yok ki.

124

Page 127: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

127

Okuyamam dediği odur, elimde bir şey yok ki neyi okuyayım?

Bakın ne kadar basit, zor gibi ama düşünülmeyen bir şeydir. Ama ne kadar kolay çözümü, ama o kadar da mühim. Okuyamam. Ya Cebrâil kardeşim elime bir şey vermedin ki, neyi okuyayım gibi. Evvelâ der ki, al şu suhufları, hadi bakalım şu satırdan okumaya başla. Ha o zaman tamam o da okur, veya okumaz. Ama elde bir şey yokken oku diyor. Cebrâil Aleyhisselâm mı cahil haşa. Hz. Rasûlullah’a yanlış bir şey mi geliyor? Bir terslik mi var.

İşte terslik olması mümkün değildir. Sistem öyle çünkü Aleyhissalatü Vesselâm Efendimizin, bakın lâkabı neydi? Ümmi. Yâni okuma yazma bilmiyor diyorlar. Üm ana demek, ana. Yâni ilmin anası bu. Babası da o, anası da o. Bütün ilim ondan çıkmadı mı? Üretici olması dolayısıyla üm. Ana. Ama ilmin sahibi olması dolayısıyla akıl yâni baba anası da babasıda o. Yâni onun, bizim ihtiyacımız olan sebeplere ihtiyacı yoktu. Okuma sebeplerine ihtiyacı yok. Okuma sebepleri nedir? Harflerdir harekelerdir. Okumaya bunlar vasıta. Onun okumaya, vasıtaya ihtiyacı yoktu. Çünkü o, ilminde anası, her şeyin hem anası hem de babasıdır.

O ilmin Anasıdır bizler ise ilmin çocuklarıyız. Ayrıca yazma araç ve gereçleri de ilmin çocuklarıdır. Ananın çocuklara ihtiyacı yoktur ama çocukların Anaya ihtiyacı vardır. Kendisi ilmin Anası olduğu için (23) sene hiç başkasından okumadan sadece kendinden okudu. Zâhiren kendisine Cebrâil (a.s.) ın getirdiklerini okudu ama! Cebrâil (a.s.) getirdiklerini nerden adlıda getirdi diye sorulursa oda! Hakikat-i Muhammediden gerçek Anadan aldı görüntüde olan “Ümm”i Ana olan Hz. Muhammede getirdi yani bâtının dan aldı zâhirine getirdi.

Araç gereç kullanmasına gerek yoktu. Onun için kalem kağıt kullanmasına gerek yoktu. Okuyamam dediği hâdise cehaletinden değil. Orada okuyamam dediği şu: Şimdi,

125

Page 128: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

128

Hira dağında bakın, bu akşam böyle başladı bu hikâye ile, bu hâdise ile. Gerçekten bu çok mühim bir hâdisedir. İslamiyet'in hem özü, hem başlangıcı, hemde Efendimizi tanıma yönündeki oluşumlardır. Okuyamam dedi. Neyi okuyamam dedi? Hira Dağında o mübarek dağda Efendi-mize Cenâb-ı Hak o kadar büyük tecillilerde bulundu, ilhamlarda bulundu ki, o vahiy değildi ona gelen ilhamlar ancak o zaman, vahiy ismini almıyordu.

Vahiy Cebrail Aleyhisselâm ile birlikte geldikten sonra vahiy oldu, yâni daha kesin bilgiler, Allah'ın varlığına müdrik oldu. Kendi düşünerek buldu bunları. Tevhid hakîkatlerinin hepsini kendi bünyesinde buldu. O çalışmaları neticesinde, Hira dağında sonsuz geceler, ufka bakarak, orası yüksek ufka bakarak dışarıya bakarak, semâvata bakarak o çöl gecelerinin parlaklığı, hoşluğu çok güzeldir çöl geceleri. Parlaklığı sonsuz huzuru içerisinde tevhid hakîkatlerini idrâk etti.

Cenab-ı Hakk ilham vasıtasıyla bildirdi. Varlığında Hakk’ın varlığından başka bir şey olmadığını, âlemde Hakktan başka bir şey olmadığını, bütün varlığın Hakkın tecellilerinden ibaret olduğunu, Cenâb-ı Hakk ona İlhami olarak daha evvelce bildirdi. Vicdanından içinden, özünden, fakat bunları tasdik edecek bir mahâl bulama-dığı için tereddütlüydü. Şimdi bakın oku nereye geliyor? İşte bu esnâda Cebrâil aleyhisselâm ya Resulallah içinden duyduğun, hissettiğin, zuhûra getirdiğin, şuura getirdiğin şeyleri söyle artık.

Bunlar doğru şeylerdir diye onu tasdik etti. Anlaşılıyor mu neyin oku dendiği? Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v) okuyamam kadir değilim dediği, bunu nasıl anlatacağım? Yâni kavmime bu yüksek bilgileri nasıl anlatacağım? Okuyamam dediği odur. Okumak, kendisi okuduğu zaman karşı tarafın dinlemesidir. Karşı taraf muhataptır. Oku dendiği zaman kişi, kendisi de kendisi için de okur ama

126

Page 129: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

129

başkaları için de okur. Yâni bir bakıma izâhtır. İşte okuyamam dediği bilgisizliğinden değil tecrübesi olmadığından daha henüz yeni başlandığı için bu işe Allah'ın tevhidini, Allah'ın vahdetini, Allah’ın ahadlığını o kadar putlara tapan insânlara nasıl anlatacağımdı oradaki tereddüdü.

Okuyamayacağım, okuyamam tereddüdü buydu yoksa o yazıyı okuyamamak değildi. Anlaşılıyor mu ne hâdise olduğu bakın? Ne müthiş bir hâdise. O zaman Cebrâil Aleyhisselâm Ona yardımcı oldu, yâni sistemini öğretti.

-------------------

ى ا ر ا ا(96/1) - Ikraé' bismi rabbikellezî halak. (96/1) - Yaratan Rabbinin adiyle oku.

-------------------

ك مس رب ر ق Rabbinin adıyla oku!. Yani onun yüce ا

adıyla, “Allah” yüce ismi ile başlayarak oku. Okumaya başla. Yukarıda geçtiği üzere bu emir inerken, başlangıçta Hıra mağarasında Hz. Muhammed'in zâtına melek gelip canına tak diyen şiddetli bir sıkıştırma ile yalnız ر ق ”oku“ ا

demiş. O zamana kadar Hz. Muhammed okumak bilmediği için بقارئ ما ا “ben okumuş değilim” yani okumak bilmem

ki ne okuyayım? demişti. Bunun üzerine yine şiddetli bir sıkıştırma ile ر ق بقارئ oku” demiş. O da yine“ ا ben“ ما ا

okumuş değilim” (Buhârî, Bed'ü'l-Vahy, 3, Tabir, 1, Tefsîru Sûreti 96/1; Müslim, İman, 252; Ahmed b. Hanbel, VI, 233.) demişti. Demek ki o ilk iki ر ق oku” emri henüz“ ا

Kur'ân değil, okuma denilen işe başlamak için heceletme

127

Page 130: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

130

cinsinden hazırlayıcı bir emir, bir teklif idi. Kur'ân, üçüncü defaki sıkıştırmadan sonra olan iş bu ك مس رب ر ق ا“Rabb'inin adıyla oku!” emri ile başlamıştı. Şu halde bu emir, ilk inmesinde hem yaratıcı bir mahiyette Hazreti Peygamber'i okumazken okur yapmış, hem öğretici bir şekilde nazmı ile okunanı belirtmeye başlamış, hem mânâsı ile ilk vazifenin böyle yaratan, terbiye eden Allah'ı tanıtmak ve onun ismiyle okumaya başlamak olduğunu yükümlü tutmak şeklinde anlatmıştır.

(E.H.Y.)

-------------------

Not= İlgisi olması sebebiyle (-11- Vahy ve Cebrâîl) isimli kitabı-mızdan ilgili bir bölümü buraya da almayı uygun gördüm, İnşe-allah fazla sıkmadan faydalı olur. T.B.

-------------------

………………….İnsânın diğer varlıklardan üstünlüğü ve hilâfeti ancak tefekkürü yönüyledir…………………

Muhterem okuyucularım, buraya kadar özet olarak yazmağa gayret ettiğim mevzulardan gayem, sizleri mümkün olan en üst tefekkür olgunluğuna ulaştırmak içindi. Bu anlayış ve bakış açıları içerisinde şimdi tekrar “vâhy” mevzuuna dönmeye çalışalım.

İlk Vâhy ve Ikra. Sayın okuyucum, bir an için beşeri vasıflarından sıy-

rılarak salt bir akıl ile hadiseye, bir kenar yerden müdahil olup, hayâlen seyre dalabilirsin. İster isen sen o devre rucu et, ister o devri bu ana tatbik et, her ikisi de olabilir. Böyle bir idrak ve anlayış seni ilâhi hakikatlere daha geniş mânâda aşina edecektir.

Dünya, izafi senelerinden Milâdi 610 larda idi ve

128

Page 131: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

131

günler bünyesinde oluşacak muhteşem hadiseleri zuhura getirmeğe hazırlanıyordu. Yer, Arap yarımadasında Hicaz’da Mekke ve Mekke ’de buluna Hira dağı idi.

Orada “emin” bir insân kendinden emin olarak, çölün o muhteşem sakin gecesinde bütün varlığı ile mutlak bir müşahede de oluşacak muazzam şeyleri adeta derûni bir seziş ile bekler gibiydi.

Sanki âlem, insânlık ve kendisi yepyeni oluşumları kucaklamaya hazırlanıyordu.

Diğer taraftan bâtın âleminde, “küntü kenzen” (gizli hazine) den bütün âlemlere yayılan rahmetin en yücesi, zuhura çıkmağa hazırlanıyordu. Bu rahmet zâti tecellinin ilk defa zuhura çıkmaya başlamasıydı. İnsânlık tefekkür tarihinn en büyük inkılâbı olacaktı.

Ve ezelden seyrana çıkan iki kardeş, “İnsân” ve “Kûr’ân”ın muhteşem buluşma gecesiydi.

Adeta bütün çevre ve âlem, nefeslerini dahi kesmişler mutlak bir sukûnet içerisinde oluşacak halleri merakla beklemekteydiler.

Evet işte o gece, nihâyet oluşacak olan oluşmağa baş-lamakta idi. Hira dağında, sonradan âlemlere rahmet olduğunu öğreneceğimiz o emin kişi de, sonsuz bir vecd içinde tefekkürde idi.

Kendinden geçmiş, salt rûhsal varlığında oluşan, o günlere kadar hiç bir beşer ve varlığın ulaşamadığı, ilâhi düşüncelere, hakikatlere ulaşmış, büyük sırları bünyesin de açığa çıkarmaya çalışıyordu.

O kadar ileri derecede derûni tecelliler aklında, bey-ninde, gönlünde, dilinde lisanına geliyordu, ki bunlar bir bakıma kendini korkutuyor ve ürpertiyor idi.

O kadar çok ilâhi sırlarla dolmuştu ki, daha evvelce bunlar hiç bir insân, veya diğer varlıklardan duyulmadığı

129

Page 132: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

132

için sıhhatlerinden endişeliydi.

İşte tam bu yoğun düşünceler içerisinde iken birden gök yüzünde büyük bir uğultu ve hışırtı hissetti, başını kaldırıp baktığında daha evvelce görmediği, bilmediği bir varlık, gökyüzü semasını tamamen kaplamış olduğunu gördü, ve daha da endişelendi.

İşte o anda; o anda işte; olan oldu.

Gayb anahtarı madde kilidine değdi, ve gelen azametli gayb elçisi, şifre kelimeyi de söyledi ve evet; evet gayb’ın muhteşem kapısı gıcırtılarla o anda aralanmağa başlamıştı.

Artık kapı bulunmuş, kilit açılmış, muhteşem gayb’a doğru muhteşem ilâhi yolculuk başlamıştı.

Evet, bâtın âleminin kilidinin açılmasını sağlayan o şifre sözcük yüce kuvvetleri olan bâtın elçisinin lisanından,

kendi alfebe düzeni içerisinde, “IKRA” tertibi ile

“Rûh’ul Emin”in lisanından, “Muhammed’ül Emin”in kulağına, oradan gönlüne, oradan aklına ve vücûd iklimine “nüzül” yaşanması için indirilmekteydi.

İşte o anın müthiş hadiselerinden birisi, “Muham-med’ül emin”in “Hz. Muhammed”e tebdil edilmesi, “Muham’med” kelimesinin içindeki “ikinci mim”in faaliyete geçmesi idi.

Bilindiği gibi;

birinci “mim” “Muhammed’ül emin”,

ikinci “mim” “Hz. Muhammed”,

üçüncü “mim”ise daha sonra kemâlâtını gösterecek olan

“Hakikat-i Muhammed”idir.

130

Page 133: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

133

Evet o gece “IKRA” ile “nübüvvet”i başla-

mış; daha sonra gelen âyetlerle de “risâlet”i başlamış oluyordu.

“IKRA” lâfzının mutlak mânâ’da kendi hakikati

üzere, gerek harf sembolleri, gerekse ses tonlamaları iti-bariyle başka bir kelime ile tercüme edilmesi hiçbir beşeri lisanda mümkün değildir.

Ancak lâtin harfleriyle türkçe “OKU” ifadesi sadece “meâl” karşılığıdır, mutlak karşılığı değildir.

Başkaca da çaremiz olmadığından, böylece kabullen-memiz icab etmektedir. “OKU” dendiğinde beynimizde okuma ile ilgili hangi bilinç kaydı varsa bu kelimeyi sadece o yönüyle çok dar bir çerçevede anlamış oluyoruz.

Aslı olan, “IKRA” (OKU) ise, gerek sembol harf

düzenlemesi, gerek ses tonlaması, gerek “iç” bâtın yapısı itibariyle ayrı ayrı incelendiğinde ifade ettiği mânâyı en geniş şekilde bizlerin gözlerine ve gönüllerine sunmaktadır. *(32)

-------------------

*(32) “IKRA” (OKU) harf ve sayı değerleri bölümüne bakın.

-------------------

Not : “IKRA” (OKU) sözcüğünün diğer lisanlara tercümesini daha iyi anlayabilmemiz için ayrıca özel bir çalışma yapılması gerekmektedir. T.B.

-------------------

Evet; o yüce kuvvetleri olan Cebrâil idi ve kendi ger-

131

Page 134: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

134

çek asli varlığı ile ilk def’a tecelli ediyor ve “Hakikat-i Mu-hammedi”den aldığı bilgileri, “zuhuru Muhammediyye”ye ulaştırıyor idi.

“IKRA” bu sürecin başlangıcı oldu ve devamı

23 sene sürdü.

-------------------

O, müthiş ve ûlvî anda söylenen o müthiş “IKRA” (OKU) sözcüğünün muhatabı “âlemlerin Sultânı”

- “ben okumak bilmem,” dedi.

Sonra O’nu sıktı ve bıraktı,.

Tekrar “IKRA” (OKU) dedi.

- “Okumak bilmem,” dedi,

sonra O’nu tekrar sıktı bıraktı,

tekrar “IKRA” (OKU) dedi.

- “Okumak bilmem,” dedi.

Bunun üzerine Cebrâil (a.s.) Alâk 96/1-5 âyetlerini okumağa başladı...

-------------------

ıkre’ bi’smi rabbikelleziy haleka (1)

halekal insâne min alâkın (2)

ıkre’ ve rabbükel ekremü (3)

ellezî alleme bil kâlemi (4)

allemel insâne ma lem ya’lem (5)

-------------------

Şimdi tekrar gönül âlemine uruc ederek, bu hadiseyi beşeriyyet ölçüleri içerisinde değil de, hakikat ölçüleri

132

Page 135: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

135

içerisinde incelemeğe çalışalım.

İfade edilen bilgilere göre Muhammed (s.a.v.) i Ceb-râil (a.s.) üç defa sıkıp dördüncüde bilgi vermeğe başlamıştır.

Üç def’a sıkması, “ef’al, esma, sıfat” mertebelerinin anlaşılması içindir.

Dördüncü, hakikatlerin zât mertebesinden izahına başlanmış olmasıdır.

Hz. Rasûlullah, “IKRA” (oku) sözünü duyduğunda, üç def’a “okumak bilmem” diye cevap vermesi, üç mertebe itibariyle, beşerce nefsani mânâda “okuma bilmem” demek istemiştir.

Evvelki sayfalarda kısaca belirtmeye çalıştığımız gibi, O “ümm-i”, ana, anaya mensub, yani “Hakikat-i Muhammedi” yönüyle ilmin anasıdır.

Hz. Rasûlullah’ı çok iyi tanımamız gerekmektedir. O’ nun bizler gibi okuma yazma araçlarına ihtiyacı yoktu.

Cebrâil (a.s.) birinci def’a geldiğinde daha evvelden o kişiyi tanımadığı halde, ona nasıl olur da “IKRA” (OKU) der?....

Ayrıca bu söz rastgele bir sözcük de olamaz.

Ayrıca okuması için, eline bir “metin”, okunacak bir şey de verilmediği halde niye “OKU” hitabına muhatap olmuştur?....

Bu ve buna benzer soruların, mantıklı birer izahları ol-malıdır.

Birinci def’a “IKRA” dediğinde; daha evvelce kısaca bahsettiğimiz gibi, gönlünde, içinde, “özünde” bulduğu ilâhi hakikatleri “IKRA” kıraat etmesi, okuması isten-mişti.

İşte bu husus çok mühim bir meseledir. “Kalbe, gön-

133

Page 136: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

136

le, akla” gelen varidatların ilâhi olduğunun mertebe-i cibril-den tasdiki lâzımdır. Ancak bu bilgiler sahih (doğru) bilgilerdir ve tatbik olunabilirlerdir.

Tasdik olmayan bilgiler ise, vehmi ve nefsanidir, tat-bik edilmesi çok büyük yanlışlıklara sebep olur.

Hz. Rasûlullah’ın düşündükleri, müşahade ettikleri gönlüne gelen varidatların doğruluğu, bâtın elçisi tarafından “IKRA” (OKU) “ben de tasdik edeyim” hükmündedirler. Bir bakıma bu hadise ilk “mukabele”dir de diyebiliriz.

“IKRA” zât-i tecellinin tarih başlangıcıdır, diyebiliriz. Bizim âlemimizde o günlere kadar böyle bir yücelik ol-mamıştı.

“IKRA” (OKU); “okuyamam” dediğinde,

Cebrâil O’nu kuvvetle sıktı, o anda kendi bireysel zâtı

gitti, “zât-ı ilâhi” geldi.

İkinci def’a sıktı, bireysel sıfatları gitti,

“ilâhi sıfatları” geldi.

Üçüncü def’a sıktı, bireysel isimleri gitti,

“ilâhi isimleri” geldi.

Bu tazyike dayanamayıp kendini attı, böylece izafi varlığından da kurtulmuş oldu.

Cebrâil hemen onu tuttu ve limonun, zeytinin sıkılıp posasının gidip özünün kaldığı gibi kendi varlığında Hakk’ın varlığından başka bir şey kalmamış oldu.

“Ümm-ül kitap” olmaya başladı, kâleme kağıda ihti-yacı yoktu, Cebrâil bildirdiğinde aynını zâtından da okuyordu.

“IKRA” bir bakıma Cebrâil (a.s.)ın Hz. Muhammed’e (s.a.v.) üflediği “kelâm-î rûh’ul kudüs”tür, anında

134

Page 137: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

137

faaliyete başlamıştır.

İsâ (a.s.) için Meryem’e üflediği ise, hayâli bir lâtife-dir, ki otuz sene sonra açığa çıkmaya başlamıştır.

Hz. Peygamber bunları ümmetine aynen üflemiştir ve onların “rûh’ul kudüs”ü olmuştur. Bunlardan doğan ilimler, peygambere mensuptur; diğerleri hayâl ve vehme mensupturlar, sonları gelmez.

“IKRA” bir bakıma, has zâtların okumasıdır.

O, ilmin anası olduğundan, ilim aktarımının cüzlerin-den olan kağıt kâlem ve saireye ihtiyacı yoktu.

Onlara ihtiyacı olsa idi “ilmin anası” olmaz, ancak “ilmin çocuğu” olurdu, ki onun hakkında böyle bir şey tasavvur edilemezdi.

“IKRA” bir bakıma “a’yân-ı sabiteni oku” demek-tir.

Kolay kolay okunamaz, çünkü bütün “kaza ve ka-der”, “mukadderat” orada yazılıdır.

İşte o anda daha “henüz” bunları “okuyamam” ol-muştur.

“IKRA” ne edebiyatçıların, ne zahiri din ehlinin, ne şairlerin, ne doktorların, ne tarihçilerin, ne psikologların, ne fizikçilerin, ne sosyalcilerin (sosyologların) anlayıp anlatacağı şeylerden değildir.

Bu husus ancak irfan ehlinin idrak ve yaşantısıyla anlaşılacak ve anlatılacak hususlardandır.

Evet; Cebrâil (a.s.) Hz. Muhammed-i yukarıda çok dar bir çerçevede anlatmağa çalıştığımız, aslında beşer ufkuna sığamayacak kadar geniş olan bu mevzua imkâni dahilinde yavaş yavaş devam etmeğe çalışalım.

Cebrâil (a.s.) üçüncü defa sıktıktan sonra devam ederek;

135

Page 138: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

138

Alak 96/1 âyetinde

ıkre’ bi’smi rabbikellezî haleka

Meâlen :

“Ey Muhammed seni halkeden rabb’inin ismiyle oku” hakikatini bildirdikten sonra “IKRA” hakikatinin mânâsı asliyyeti üzere daha çok açılmaya başladı.

Hz. Muhammed o hallerin derûni haşyet’i içerisinde “okuyamam” dediğinde Cebrâil (a.s.) yine bir şifre anahtar verdi, ki o anahtar “Rabb” ismi idi, yani kendi izafi varlığınla değil Rabb isminin sendeki zuhuru ile oku demek istedi. Bu ise ilk “besmele”; ilk, zahirden bâtına geçerek ilim tahsili idi.

Bir başka yönüyle baktığımızda, Hz. Rasûlullah (s.a.v.) zât-i tecelli ile gelmiş olduğu halde neden rûbubiyyet ilmiyle nebi’liği başlatıldı der isek, cevabı şöyle olabilir.

Âdem (a.s.) den beri gelen ilâhi ilmin mertebeleri;

İbrahim (a.s.) da “tevhid-i ef’al”,

Mûsâ (a.s.) da “tevhid-i esma” rûbubiyyet tenzih

İsâ (a.s.) da “tevhid-i sıfat” teşbih idi.

Geriye “tevhid-i zât” kalmış idi, ki bu da bütün tev-hidleri birleştiren Tevhid-i zât idi, yani umumi tevhid idi. Bu mertebenin ilk zuhur yeri “Sûret-i Muhammed-i” idi.

İşte bu hakikatleri, “Hakikat-i Muhammed-i”den alıp “Sûret-i Muhammediyye”ye ilâhi ilmin yoğunlaşmış hali olan lâtif sûreti ile “mânâyı cibril”, bâtından zahire ulaştırmakta idi.

Cebrâil bu hakikatlerin daha kolay anlaşılabilmesi için

136

Page 139: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

139

“bi ismi rabbike” “rabbının ismiyle oku” demesi; gerçi sen zât-i tecelli ile geliyorsun, fakat bu hakikatlerin daha iyi anlaşılabilmesi için az daha alt mertebeden yani, “rûbubiyyet” yani “tenzih Mûseviyyet” mertebesin den “izahına” okumaya başla demek olmuştur.

Çünkü Allah’ın indinde tek din İslâmdır. İbrahimiy-yet, Mûseviyyet, İseviyyet diye ayrı ayrı semavi dinler yoktur. Tek Allah’ın (c.c) tek semavi dini vardır, o da “İs-lâm”dır.

Onun için de sadece Allah’ın (c.c.) gönderdiği pey-gamberlerinin mertebeleri vardır. Ayrı ayrı, kendilerine ait olan bir sahaları yoktur.

İşte bu yüzden İslâmiyyet’i yani “Hakikat-i ilâhiy-ye”yi daha iyi anlatabilmek için biraz daha alt mertebe-lerden başlayarak o mertebelerin bozulmuş, akidesini de tekrar kendi hakikatleri üzere ihya etmek bakımından “Rabb”dan yani “tenzih”ten, “mertebe-i Mûseviyyet” başlanması gereği açık olarak ortaya konmuştur.

Evet; bu “Kelâm-ı ilâhi” Hz. Rasûlullah’a talim edi-len ilk anahtar ve “hakikat-i Mûseviyye” mertebesi üzere bir besmeledir, “bi ismi rabbike” (rabbının ismiyle) dir.

Teşbih; “İseviyyet mertebesi”nin besmelesi; “bi ismi eba ve ebi ve rûh’ul kudüs”tür. Yani (baba, oğul ve rûh’ul kudüs) ismi iledir.

“IKRA” hitabından kısa bir müddet sonra iki defa gelen “Fâtiha’yı şerife”nin ve bütün sûrelerin başında taht kuran “Hakikat-i Muhammediyye”nin ve her şeyin muhteşem anahtarı “besmele-i şerife” ise, “bismillâhir râhmanir rahîm” ilâhi ifadesinin zâhiri dahi tevhid üzere olup bir def’ada lâfz edilmektedir.

Meâlen : (Râhman ve Rahim olan Allah ismiyle)dir.

137

Page 140: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

140

Görüldüğü gibi;

Mûseviyyet mertebesinin besmelesi,

Rabb, esma, rûbubiyyet mertebesini,

İseviyyet mertebesinin besmelesi,

Ruh’ul Kudüs, sıfat mertebesini,

Muhammediyyet mertebesinin besmelesi Allah (c.c) zât mertebesini açık olarak ifade etmekte ve zât Allah (c.c.) mertebesi ise, bütün mertebeleri bünyesinde topladığından diğer mertebelerin besmeleleri genelde “nesh” edilmiş, kaldırılmıştır.

Gerçek Hakikat-i Muhammediyyenin besmelesine bi-lerek veya bilmeyerek bu yolla geçilir.

Gerçek halini idrak edememiş kimseler, lâfzen Mu-hammed-i besmele-i şerifesini lisan etseler dahi gerçekte halen bulundukları mertebenin besmelesini söylemekte-dirler.

Kûr’ân-ı Kerîm’de 114 sûre, sûret-i Muhammed-i üzere sûret-i ilâhiyye vardır. Bunların birinin başında besmele yoktur (Tevbe 9 sûresi).

O besmele ise, (Neml sûresi 27/30. âyette) Süleyman (a.s.) kelâmından Belkıs’a gönderdiği mektu-bunda ifade etmiştir.

Yani besmele-i şerifenin hakikatinin 114 te biri ancak Mûseviyyet mertebesi itibariyle zuhura çıkmıştır, ki o da yine “Hakikat-i Muhammed-i” kemâliyledir.

(113) ün başındaki (1) i alırsak (113) geriye 13 kalır.

O (1) i, (30) uncu âyetin başına koyarsak 130 olur.

Sıfırı oradan kaldırırsak (130) geriye 13 kalır, ve 13 bilindiği gibi Hazret-i Rasûlullah’ın şifre sayısıdır.

Hal böyle olunca Süleyman’ın (a.s.) kemâlâtı dahi

138

Page 141: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

141

Hakikat-i Muhammediyye’ye bağlanmıştır.

Çok geniş bir mevzuu bünyesinde bulunduran bes-mele-i şerifeleri yeri olmadığı için bu kadar izahla bırakıp yolumuza devam etmeye çalışalım.

-------------------

“ellezî haleka” (1)

“(seni) halk eden”

Âyet-i kerîme’nin bu bölümü de çok izahlar gerektir-mektedir.

Özet olarak;

Mertebe-i Ahadiyyette, “Hakikat-i Muhammed-i” hüviyyeti itibariyle,

zahiri ise, “Hazret-i Muhammed” ismi ile “Hakikat-i ilâhiyye”nin nokta zuhur mahallini halketmiştir, diyebiliriz.

“halekal insâne min alâk” (2) “insân-ı (zahirini) pıhtılaşmış kandan halkeden” “ıkre’ ve rabbükel ekremü” (3) “oku rabbin en büyük kerem sahibidir” ellezî alleme bil kâlemi (4) “kâlem ile öğreten” allemel insâne ma lem ya’lem (5) “insana bilmediğini öğretti”

-------------------

Gayemiz ilk gelen bu beş âyetin genel yorumunu yap-mak değil, ancak o gece oluşan hakikatleri biraz daha iyi anlamaya çalışmak ve daha gerçekçi olmaya yönelmektir.

Şimdi tekrar tefekkürle düşünmeye yönelelim.

139

Page 142: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

142

Evet, Cebrâil (a.s.) Hz. Rasûlullah’a “IKRA” (OKU) dediği halde, kendi okumaya devam ederek beş âyeti “IKRA” etmiştir.

Bundan sonraları gelen âyet-i kerimeler, Habibullah’a,

Hakikat-i Muhammediyye’ye “KÛL” “de ki” hitab-

ı izzeti ile gelmeye başlamıştır.

“IKRA” kelimesi Kûr’ân-ı Kerîm’de üç yerde ve Cebrâil’in lisanından üç def’a söylenmiştir.

Böylece altı def’a söylenmiş olmaktadır.

“KÛL” ise, Kûr’ân-ı Keriym’de üçyüzyetmişüç

(373) yerde ifade edilmiştir.

Niye acaba hitapların hepsi,

“IKRA” veya “KÛL” ile olmadı?...

“IKRA” (OKU) ile “KÛL” (söyle, de ki) arasındaki fark nedir, ki âyet-i kerimeler bu iki lâfz ile ifade edildi?

Şimdi bu hususu iyi anlamaya çalışalım.

Ebced hesabıyla

“KÛL” (söyle)

(kaf) 100

(lâm) 30

130

140

Page 143: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

143

“IKRA” (OKU)

(elif) 1

(kaf) 100

(rı) 200

(elif) 1

(hemze) 1

303

(303) (33) (3 + 3) = 6

“ “IKRA” (oku) sayısal değeri (302) hakkında

daha evvelce de kısa bilgi vermiştik, burada bir şeye daha dikkat çekelim istedik.

ر ق Burada görüldüğü “IKRA” sayısal değeri, (303) اolmaktadır, görüldüğü gibi bu fark “ıkra” nın son elifinin üstünde ayrıca bir “hemze”nin oluşundandır. O da elif olduğundan bir sayı değerindedir böylece sayı (303) olmaktadır. Yani ihtilâf yoktur. “IKRA” nın son elifi birinde, “cezimli” diğerinde ise, “henzeli” dir. Görüldüğü gibi yazıda her iki şeklide kullanılmaktadır.

(303) (33) (3 + 3) = 6

Otuzüç (33), Mescid-i Nebevi’nin ilk kurulan direk sayılarına eş olduğu gibi, (3) ün birinin, “IKRA”,

141

Page 144: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

144

Kûr’ân’da geçtiği, ikinci (3) ün ise, Kûr’ândan olmayıp, Hadis-i Şerifte de belirtildiği gibi Cebrâil (a.s.) a izafe edilmesidir.

Böylece üçün (3) ün bir (1) tanesi, zâti ; bir (1) tanesi ise, Cibrili’dir.

Toplandığında 6 adet “IKRA” olmaktadır, ki ayrıca bu dahi bu hadislerin ilk anlama durağı olan imân’ın merte-belerini de ifade etmektedir.

“KÛL” ise, açıkça görüldüğü gibi hilâfsız (13) tür;

373 yerde dahi ifade edilmesi (3 + 7 + 3) = 13 ü çok açık olarak ortaya koymaktdır.

Gerçekten ben de bu kadar çok Hakikat-i Muhamme-diyye’yi adeta her yerde tasdik eden 13 sayısını gördükçe hayretim biraz daha artmaktadır.

“IKRA” (OKU) ikilik,

“KÛL” (söyle – de ki) ikilikteki - bir’lik’tir.

“KÛL” aynı zamanda “kün”dür.

Biri ilmi mânâda mutlak, diğeri ise, fiili ma’nâda mutlak oluştur.

“KÛL” lâfzı en geniş mutlak mânâda konuştuğu ma-haldir. O mahalden kelâm ise, ilmi yönden gelen halkıyettir.

“kûl hüvallahu ehad”, dendiğinde

“Ahadiyyet” ortaya çıkar.

“kûl ya eyyühellezine amenu,” dendiği zaman da,

“imâniyyet” halkolup ortaya çıkar.

142

Page 145: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

145

“ya eyyühel kafirun,” dendiği zaman da

“küffariyyet” ortaya çıkmış olur.

“IKRA” bir başka ifadeyle açmaktır, bâtıni velâyet,

“KÛL” ise, nübüvvet ve risâlettir.

Yukarıdan beri özet olarak ifade etmeğe çalıştığımız Hira dağındaki o muhteşem hadisede, bizde zihnen ve zevken kendimizi bulmağa çalışalım.

Bu yoldan gönlümüze gelecek, ilhamatın yollarını açarak, Cebrâil (a.s.) ın yollayacağı görevlilerini, birer haberci misafir olarak güzelce karşılayıp, onlara ikramda bulunalım, onlar da bize manevi ilmi ikramda bulunsunlar.

Cebrâil (a.s.) Hz. Rasûlullah’a kendi özel zâti varlığı ile iki (2) def’a geldiği haber verilmektedir.

Birinci; geldiği IKRA gecesinde, Hakikat-i Muham-med’i a’yân-ı sâbitenin öğretilmesi ve nübüvvetin başlaması içindir.

İkinci gelişi ise, Mi’rac gecesi Hakikat-i Muhamme-di’nin en kemâlli haliyle zuhurunu ortaya çıkarıp yaşandığı gece olduğu içindir, sırrı budur.

Başka hiçbir peygambere böyle asli sûreti üzere gö-rünmemiştir. Hazret-i Muhammed’in şanındandır.

İlk geldiği sürelerde Cebrâil (a.s.),

Zahiren Hazret-i Rasûlullah’ın hocası olmuş iken, mi’rac gecesi ise, Hz. Rasûlullah, Cebrâil’in hocası olmuştur.

Mi’rac gecesi sidre-i müntehayâ varıldığında Cebrâil (a.s.) “ben daha yukarı çıkamam, çıkarsam yanarım,” demişti.

Bunun üzerine Aleyhisselatu vessellem efendimiz “yanarsam ben yanayım,” diye salt varlığı ile zât-i

143

Page 146: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

146

ulûhiyyet mertebesine mi’rac etmişti. * (33)

-------------------

*(33) “Mübarek geceler ve bayramlar” isimli kitabımızda ilgili bölümünde Mi’rac hakkında özet izahat vardır oraya bakılabilir.

-------------------

Mevlâna hazretleri “Ahmed’in her mertebede bir elbisesi vardır, nereye gitse oranın elbisesini giyer,” diye ifade ederek bu hakikati açık olarak izah etmiştir.

Cebrâil (a.s.) “yanarım” diye ifade etmesi, daha yu-karıda elbisesi yani kimliği olmadığı, yani “alim” isminin zuhuruyla kaynağının sıfat mertebesinden gelmiş olmasıyla, zât mertebesinde yeri olmadığından, orada yaşaması da mümkün olmadığından, kimliğinin yok olacağı aşikardır; korkusu bundan idi.

Cebrâil (a.s.) ın; kaynağı, sıfat mertebesi; zuhuru, esma mertebesi; oradan da görev yeri olan ef’al âlemine, mânâ âleminin bilgilerini getirmektedir.

Cebrâil’in iki yönü vardır, mânâ ile madde arasında iletişim kurabilmesidir. Daha evvelce de belirtildiği gibi Ha-kikat-i Muhammedi’den aldığı bilgileri zuhuru Muhammediyye’ye bildiriyor idi.

-------------------

Rivâyet olunur ki; bir gün Cebrâil (a.s.), “ya Rasûlullah sen rahmeten lil âlemiyn’sin, acaba bana olan rahmetin nasıldır?” diye sorduğunda;

Hz. Rasûlullah (s.a.v.) Cebrâil’e, “ya Cebrâil, bana getirdiğin vâhiyleri nereden alıyorsun?” diye sormuştu.

Bunun üzerine Cebrâil (a.s.) da; “ya Rasûlullah, bir perde arkasından alıyorum” diye ifade etmişti.

Bunun üzerine Hz. Rasûlullah “tekrar vâhiy alırken o

144

Page 147: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

147

perdeyi az arala, bakalım ne göreceksin” diye ifade et-miştir.

Cebrâil (a.s.) diğer bir seferde vâhyi alırken perdeyi araladığında Hz. Rasûlullah (s.a.v.) ın ma’nevi varlığı ile karşılaştığını bildirmiştir.

Bunun üzerine Hz. Rasûlullah, “işte sana olan rah-metim budur,” diye ifade etmiştir.

-------------------

Bu hadise daha evvelce de bildirildiği gibi Cebrâil (a.s.) ın vâhiyleri, “Hakikat-ı Muhammedi”den alıp, “zu-hur-u Muhammedi” ye ulaştırmış olmasıdır.

Şu anda ben de bu özet satırları yazmağa çalışırken, Cebrâil (a.s.) görevli melekleri gönlüme bu bilgileri ilka ve ilham ederlerken izahlarını sınırlı beşer lisanı ile nasıl ifade edebilirim diye düşünüyorum, düşünüyorum..., onlar da gönlüme, “IKRA, IKRA, IKRA” diyorlar ve tasdik ettiklerini ifade ediyorlardı. Ben de sınırlı imkânlarla yazmağa devam etmeye çalışıyorum.

Evet daha evvelce ifade etmiş olduğumuz, Ümm’ül müminin, Aişe radıyallah-u anha’dan rivâyet edilen hadis-i şerifde belirtildiği gibi Hazret-i Muhammed IKRA vâhyinden sonra Hatice binti huveylid’in yanına giderek “beni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz,” demiştir.

Bir müddet sonra Müddesir 74/1-4

ya eyyühel müddessirü (1) kum feenzir (2)

ve rabbeke fekebbir (3) ve siyabeke fetahhir (4)

145

Page 148: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

148

âyetleri geldiğinde,

Meâlen :

“Ey örtüye bürünen, kalk da uyar, rabbini yücelt, giydiklerini temiz tut.”

İfadeleriyle Rasûllüğü başlamıştır

IKRA ile nebi olmuş, bu ifadelerle de risâleti başla-mıştır.

Özet olarak bu ifadeleri bâtınından anlamaya çalışırsak;

“Ey beşeriyet örtüsüne bürünen, ilâhi varlığınla kalk ve böylece uyar, rabbını idrak ederek, gerçek mânâ da rûbubiyyet mertebesi itibariyle yücelt, giydiğin risâlet elbiseni tekrar beşeriyetine dönerek beşeriyet, benlik kirleriyle kirletme”

İkazını aldıktan sonra Hz. Muhammed fiilen görevine başlamış olmakta idi.

Yukarıdaki âyetleri bizler dahi kendi bünyemizde u-yarlamaya çalışmamız, bizlere çok şeyler kazandıracaktır.

Bu hakikatler bizlere “IKRA ”nın ikrâmıdır………………….

-------------------

Belki kısmen, tekrar olacak ama, yolumuza kaldığımız yerden devam edelim. T.B

-------------------

Genel menkıbeler ve tefsirlerin anlatımı içerisinde, bahsedildiği üzere Efendimiz (s.a.v)’in “ümmi” yani okuma yazma bilmediği şeklinde, ifâdeler belirtilmektedir, tabîi ve gaflet yaşantısı içerisinde kabûl edilecebilecek ifâdelerdir ancak biraz işin ayrıntılarına girmeye çalışırsak ve idrakimizi de arttırmaya çalışırsak, ve biraz da insaf dairesinde hareket edersek, hazreti Resûlullah (s.a.v)”ın okuma yazma bilmediği hakkındaki kanaâtimiz tamamen

146

Page 149: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

149

değişecektir. Zâhir ehline ve İslâm dışı kesimlere bir takım ölçüler verilmesi amaçlanan, bu ifâdeleri ne yazık ki, İslâmi konularda ilerlemiş, ilim adamlarımız dahi kabûl etmektedirler.

Evvelâ Efendimiz (s.a.v)’in Yirmisekiz harften oluşan bir sistemi, tanımıyor olması mümkün değildir, bu kadar basit bir sistemi anlayamayacak bir akıl yapısına sahip olan birine Kûr’ân-ı Kerîm zâten gelmezdi. Günümüzde yedi sekiz yaşında bir çocuk dahi, bir günde harflerini ezberleyerek bir ayda Kûr’ân-ı Kerîm okuma düzeyine gelebiliyor iken, Efendimiz (s.a.v) için söylenen bu ifâdeler karşısında sadece “insâf” denilebilir. Bu durum ya Efendimiz (s.a.v)i hakkıyla tanıyamıyoruz, ya da açıkça O’nu anlayamıyoruz demektir.

Kûr’ân-ı Kerîm’in tamamı, kendisinin gönlüne indirilmiş olan bir varlığın, okumaya yazmaya ihtiyâcı olmaz.

Efendimiz (s.a.v) “ümmî” yani “ana” dır, bütün ilimler kendisinden çıktığı için “ana” ve bütün bu ilimlerin sahibi olduğu için de babadır. Bu nedenle Efendimiz (s.a.v)’in bizlerin okuması için, gerekleri olan sebeplere ihtiyacı yoktu. Bizler ise ilmin çocuklarıyız, bize hayat veren ilimdir.

Cebrâil (a.s.) üç def’a Efendimiz (s.a.v.)’i sıktı ve “İkra” dedi, buna karşılık Efendimiz (s.a.v.) “okuyamam” dedi. Bu hal içerisinde Efendimiz (s.a.v.)’in haleti rûhaniyesi çok zor bir durumdaydı ki dayanılabilecek bir durum değildi.

“İkra” hitabına normal şartlar içerisinde verilecek ilk cevap “neyi okuyayım?” dır.

Efendimiz (s.a.v.) Cebrâil (a.s.) daha gelmezden evvel Hira dağından yaptığı çalışmaları neticesinde ve Cenâb-ı Hak (c.c)’ın ilham ile bildirmesiyle tevhid hakîkatlerini idrak etmişti. Bütün varlığın Hakk’ın tecellilerinden ibâret olduğunu ve âlemlerde Cenâb-ı Hak (c.c)’tan başka bir

147

Page 150: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

150

varlık olmadığını idrak etmiş, ancak bunları tasdik edecek bir makam bulamadığı için, tereddüt içerisindeydi işte tam bu rûh hali içerisinde olan Efendimiz (s.a.v.)’e Cebrâil (a.s.) “içinden duyduklarını, hissettiklerini artık oku, söyle, bunlar doğru olan şeylerdir” anlamında olarak “İkra” dedi.

Efendimiz (s.a.v.)’in bunun üzerine “okuyamam” demesi, “bu bilgileri başkalarına nasıl anlatacağımı bilmiyorum” demesidir. Okumak demek, bir yön ile karşı taraf’ta, gerektirir ki, o taraf okunanı dinleyendir.

“Okuyamam” tereddütü “Allah’ın vahdetini, ahad oluşunu, putlara tapan bu insânlara nasıl anlatacağım” endişesidir! yoksa kağıt üzerine yazılmış bir yazıyı okuyamamak değildir.

Bundan sonra Cebrâil (a.s.) ona yardımcı oldu yani sistemini öğretti ve “bismi rabbike” yani “Rabbinin ismi ile oku!” dedi. Bu ifâde en başta “Bismillahirrahmâ-nirrahîm” demektir ki bu nedenle besmelenin herşeyin anahtarı olduğu belirtilmektedir.

Efendimiz (s.a.v)’e rubûbîyyet, rahmânîyyet, ulûhiyyet mertebelerinin ilmi orada verildi. Efendimiz (s.a.v) ilk anda Bismillâh, yani Allah’ın ismi ile anlatmaya başlasa idi bunu anlatması çok zor olurdu, Rahmân ismi de aynı şekilde zor olurdu. Cebrâil (a.s.) “Rabbinin ismi ile oku” demekle rubûbîyyet mertebesinin yolunu yani hazreti Resûlullah (s.a.v.)’ın eğitime nereden başlayacağının yolunu göstermiş oldu.

Ve işin aslında, bu mertebe Mûsâ (a.s.) verilmiş olan mertebedir, ve bu mertebe o andan îtibaren insânlarca tahsil edildi, Îsevîyyet ile birlikte rahmâniyyet hakîkatleri tahsil edildi, ancak insânlık bu mertebelerde tutunama-yarak bu hakîkatleri karmakarışık ederek, ve dinlerini ve kitaplarını bozarak, putperestliğe döndüler. Efendimiz (s.a.v.) bu bağlantıyı kurmak için onlara gelen hakîkatleri

148

Page 151: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

151

tekrar baştan alarak. ve daha kemâlli olarak. rubûbiyyet mertebesinden başlatmıştır.

“ellezî halak” O öyle bir halkedici ki bütün âlemleri halketti ve rubûbîyyet mertebesi itibarıyla zuhura çıktı.

-------------------

İkrâ oku nasıl okuyayım? Dediği zaman bi-ismi rabbikellezi halâka. (1) Rabbının ismiyle oku dedi. Bu evvelâ Bismillâhirrâhmanirrahim demektir. Onun için besmele herşeyin anahtarıdır derler ya, bi-ismi rabbike, rabbinin ismi ile oku. Şimdi, zâhir olarak budur, ama bâtında bu nedir? Aleyhissalâtu vesselâm Efendimize Rububiyet, Râhmaniyet, Ulûhiyyet mertebelerinin ilimi orada verildi idi. Yâni İlâhlığın, Ulûhiyyetin, Allah’lığın ne olduğu gerçek bilgisi ilhami olarak verilmişti. Eğer deseydi ki Bismillâhi olarak oku, yâni Allah ismi ile oku. Bunu anlatması çok zor olurdu. Bi-ismi râhman deseydi. Râhman ismi ile oku deseydi, bu da çok zor olurdu. Bi-ismi rabbike. Rabbinin ismi ile oku.

Yâni Rububiyet mertebesini onlara oku, diye hedefini gösterdi. Hazreti Rasûlullah'ın nereden eğitime başlayacağı, dersaneyi gösterdi. Dinleyicilerden biri: yazı yoktu o zaman ilham geldi diyor. Kûr’ân âyetleri yazı olarak nasıl geldi diye? Daha yazı olarak bir şey yok. Onun gönlüne ilim olarak bunlar geldi. Cenâb-ı Hakk bunları beynine ve gönlüne ilim olarak, ilham olarak, ilim olarak geldi bu tevhid hakîkatleri. Ulûhiyyet hakîkatleri, ilim olarak kendisine bildirildi ve bunların doğruluğu da İkra demek suretiyle Cebrâil Aleyhisselâm tarafından tasdik edildi. Şimdi sizin başınıza bir hâdise geldi tereddütte kaldınız, ehil olan yahut hâkime doktara gidiyorsunuz. O işin ehline benim başıma böyle böyle bir hâdise geldi bu doğru mudur değil midir? Doğrudur dediği zaman siz aynı yolda devam ediyorsunuz. Sizin doğruluğunuz, haklılığınız ispatlanmış oluyor. Ama, yok hayır bunda bir yanlışlık var. Doğrusu budur dendiği

149

Page 152: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

152

zaman yol düzelmiş oluyor. İşte Cebrâil Aleyhisselâm Bu işin mütehassısı olarak Hz. Resulûllahın gönlüne gelen bilgilerin Hakk’tan olduğunu tastik etti, doğruladı.

İkra oku, dediği budur. Yâni artık bunları söylemeye başla. Efendimiz dedi ki, bu dehşetli hakîkatleri ben nasıl anlatacağım, bu kavmime? Putlara, taşlara tapan bu kavme, Cenâb-ı Hakk’ın üst metrebelerde ki, hakîkatlerini nasıl anlatacağım? Tereddütü idi. Okuyamam diye cevap verdiği buydu. İşte Cebrâil Aleyhisselâm ona tavsiyede bulunarak. Rububiyet mertebesinden başla dedi. Râhmâ-niyet mertebesini anlatamazsın. Ulûhiyyet mertebesini hiç anlatamazsın. Ama Rab, yâni terbiye edicilik, yâni esmâ mertebesini anlatırsın dedi. Ama insânlık âlemi eğer gerçek bir seyir içerisinde olsalardı, çünkü bu mertebe Mûsa Aleyhisselâm'a verildi.

Bu mertebenin yâni Rububiyet mertebesinin eğitimi Mûsevilerce ve diğer insânlaraca tahsil edildi. İseviyet mertebesinde de Râhmaniyet hakîkatleri tahsil edildi, ama insânlık burada tutunamadılar, putperestliğe düştüler, döndüler. Bu hakîkatleri karmakarışık ettiler. Dinlerini bozdular, kitâplarını bozdular. İşte Efendimiz bu bağlantıyı kurmak için onlara gelen hakîkatleri tekrar daha kemâlâtı ile, daha güzeliyle, biraz aşağıdan başlattı. İlmi hakîkatleri Cenâb-ı Hakk Efendimiz (s.a.v) vasıtasıyla. Yâni ilkokul, ortaokul lise tahsili yapılmıştı. o zaman ulûhiyyet eğitimi içerisinde. Ama lise tahsili bozulmuştu. O zaman hadi Habîbim sen şimdi orta okul tahsilinden yeniden başla, insânlık âlemine eğitime diye, Rab mertebesinden tavsiye etti. “Bi-ismi Rabbike.” Yâni Rabbinin ismiyle, yâni Rububiyet mertebesinin hakîkatinden başlayarak, Râhmaniyeti, Ulûhiyyeti, Ahadiyeti, Vahidiyeti daha sonra anlat diye böylece belirtildi.

Ellezî haleka. O İşte öyle bir Rab ki, öyle bir âlemlerin Rabb'i ki bütün âlemleri halk eden. Rububiyet mertebesi îtibariyle zuhura çıkan, bütün âlemlerde var

150

Page 153: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

153

olan, Rabbının ismi ile oku demesi bize bunları gösteriyor.

Bunları öğretiyor. Anlaşıldı mı? Burası biraz faydalı oldu mu? Ve devam ediyor Cebrâil Aleyhisselâm, “halâka” yâni bu olguyu kendisine takdim ettikten sonra bu hakîkatleri kendisine, bu bağlantıyı veya bu girişi yaptıktan sonra, yolda devam etmek zâten kolaydır.

Mühim olan o kabloda ceryanla toprağı birbirine birleştirip o anda mânâ ve madde birlikteliğini kurabilme-si, irtibatı sağlayabilmesidir, ondan sonra devam ediyor,

-------------------

ن ا

(96/2) - Halekal insâne min alâk. (96/2) - İnsanı bir alâktan yarattı.

-------------------

ve “halekal insâne min alâk” ve senin Rabbin öyle bir Rab ki, “halekal insâne” insânı halk etti.

Bütün varlıkların halkıyyet-i tamamlandıktan sonra, halkıyyetin kemali olan insan, “sûreti ilâhiye üzere” halko-lundu, ve yer yüzünde yaşamaya başladı bir çok aşamalar dan geçtikten sonra nihayet Muhammediyyet mertebe-sinde hakikat-i İlâhiyyeye bir zuhur mahalli olacak hale geldi, ve böyelece zât-i tecelliyi alacak kıvama ulaşmış oldu. İşte bu zuhurun ve diğer insanların da vücüd varlıklarının zuhuru bir kan pıhtısından oluşmaya başladı.

Neden min alâk? Bir pıhtılaşmış kandan, diye insânın sûretinin halkıyyetini anlatmaya başlıyor. Daha evvelce bu hakîkatleri bilmeyen insânoğlu, artık yavaş, yavaş hem ilmi ma’nâ da, bir gelişme sağlamaya başlıyor, hem de bâtınî ma’nâ da bâtın ilmi düzeyinde gelişme sağlamaya başlıyor. İşte bakın burada Rabbının insânı halk ettiği ve insânın değersiz bir kan pıhtısından medyana getirdiğini, o

151

Page 154: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

154

halde sen kendini nefsi olarak o kadar yücelerde görme. Senin aslın budur, diye de evvelâ, ikaz etmesi vardır.

-------------------

م ا ور ا ا

(96/3) - Ikra ve rabbukel ekram. (96/3) - Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. --------------------------

Evet oku. İkram sahibi olan Rabbinin, onun ismi ile oku. Tekrar oku, birdaha oku sana çok büyük şeyler ikram eden Rabbinin ismi ile oku. İşte o gece o kadar büyük ikramlar oldu ki Aleyhisselatü Vesselâm Efendimize, onun şahsında da bütün âlemlere, bütün insânlara eğer bu kilit o akşam açılmamış olsaydı, hiçbir zaman gelmemiş olsaydı biz her birerlerimiz ortaçağ karanlığında, belki de insânlık âlemi olarak bizler, daha aşağılarda bir hayat sürdürmüş olacaktık.

Bu ikramların başında gelen ise, kendi zât-i hakikatlerini sûreti insan üzere, isim ve sıfatlarını da bütün âlemde, ve gene bunlarıda, insan üzerinde zuhura çıkarıp ikram kemâlâtını tamamlamış olmasıdır.

-------------------

ى ا

(96/4) - Ellezî alleme bilkalem. (96/4) - Kalem ile öğreten de.

-------------------

İşte o Rab öyle bir Rab’tır ki. Alleme neyle bil kalem. Kalem ile talim etti. Yâni yazıyı öğretti. Ve yazılar sayfaya döküldükten sonra da orada kalıcı oldu. Hani derler ya hatırda kalmaz satırda kalır. Cenâb-ı Hakk o kadar şeyleri

152

Page 155: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

155

tavsiye ettiği halde Habîbine bunları öğretemezmiydi? Öğretmemiş miydi yahut. Genel insânlara bak. Ellezî alleme bil kalem. Kendisinin işte bu kaleme kağıda ihtiyacı yoktu. Zâten daha sonra gelen âyetlerde Ey Habîbim sen Kûr’ân-ı Azimüşşan'ı Cebrâil Aleyhisselâm okuduğunda, o da arkasından hemen unutmasın diye tekrar ediyordu acele ederek unutmasın diye, sen acele etme biz onu senin gönlüne indirdik korkma unutmazsın diyordu.

Onun gönlüne inmiş olan, Kûr’ân-ı Kerîmin tamamı, gönlüne indirilmiş olan bir muhterem varlık, zuhur mahâlli onun ayn’ına, gayn’ına, sad’ına ihtiyacı yoktur. Zâten onlarla meşgul olsa, bu oluşumları muhafaza edemez. Sebeplere bağlı olur. Hz. Rasûlullah’ta sebeplere bağlı olmaz. Onun ilmi, sebeplere bağlı olmaz. Üm olması, ilmin anası olması budur, ilmin çocuğu değildir. Şimdi bakın bizler ilmin çocuklarıyız. Neden? İlim bizim anamız onu tahsil etmeye çalışıyoruz. O bizi dünyaya getiriyor. O bize hayat veriyor, bir şeyler veriyor. Ama Hz. Rasûlullah ilmin anası, babasıdır o bu ilimleri zuhura getiriyor, gönlünden doğuyor-doğuruyor. Bu ilimler, Ondan doğuyor. Ondan doğuyor ise onun artık kitaba, kağıda kaleme sebeplere ihtiyacı yoktur.

Ümmeti ondan bunları, zâhiri kalemle, kâğıtlar, deriler, levhalar, üzerine yazmakla öğrenmekte, o ise ilâhi aklın, kendi gönül kitabına, tecelli kalemleri, ile yazdığı zât-i hakikatleri bizlere okumaktadır. Ve bu okunuş bütün mertebelerde o mertebe halkına, ebediyen okunmaya ve okutulmaya, devam edecektir.

-------------------

ن ا

(96/5) - Allemel insâne mâ lem yağlem. (96/5) - O insana bilmediği şeyleri öğretti.

-------------------

153

Page 156: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

156

Ve allemel, alleme eğitti, el insâne. İnsanı eğitti. Nasıl Ma şöyle eğitti ki, lem ya’lem. Bilmediklerini ona öğretti. İşte bunlar bize lazım. Elif’ler, be’ler, te’ler, se’ler bize lâzım. Çünkü biz sebeplere bağlıyız. Ama Hazreti Rasûlullah sebeplere bağlı değil. Allemel insâne ma lem ya'lem. İşte bundan sonraki âyetlerde daha sonra gelerek bu Alak Sûresi kaç âyet? Ondokuz âyet bakın burada da bir hikmet var. Ondokuz rakamının hakîkati zâten ikra ile açılmış oluyor. Neydi Ondokuz? Kûr’ân’ın hakîkati, İnsan-ı Kâmilin hakîkati, şifre rakkamıydı. Kûr’ân’da, bunun ile başladığı için İkra süresi ile başladığı için Ondokuz âyette bırakmış. Yirmi de yapabilirdi Cenâb-ı Hakk. Ama o zaman sistem uymazdı, rakkam değişirdi. Dinleyicilerden biri:

Hocam bir şey sormak istiyorum. “Alâk kelimesini biraz açabilir misiniz”?

Pıhtılaşmış kan. Yâni insânın vücûd heykelinin, kayna-ğının, nüvesinin çekirdeğinin, kan pıhtısından olduğunu bildiriyor. Tıp kitaplarında, bu oluşumun bütün evreleri ile birlikte, nasıl geliştiği bugün açık olarak yazılmakta, ve ayrıcada mahallinde müşahedeli olarak da görülmektedir.

Başka bir yönü ilede anlamaya çalışırsak, şöyle düşünebiliriz. Kan pıhtısını, kanın içinde bulunan bütün özelliklerinin bir çekirdek halinde bulunduğunu düşünelim ki o da insanın küçültülmüş terkibidir. Yani orada yeni bir insanın bir kopyasının oluşumunu sağlayacak bütün özellikler mevcuttur, ancak bunun gelişmesi için, tohumun toprağa atılıp belirli bir süre zaman ihyaç olduğu gibi, bunun da yeniden gelişip insan sûretine ulaşması için zamana ihtiyacı vardır.

İşte bu kan pıhtısı insan’ın sûretini ortaya getiriyor iken, “venefahtü” de “sıretini-bâtını” ortaya getirmektedir.

İşte bu özelliklerin kendi gerçeklerini arif olabilmeleri için güzel bir eğitime ihtiyaç vardır. İşte bu husus.

Ellezî alleme bil kalem. O kalemle öğretti. Allemel

154

Page 157: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

157

insâne ma lem ya'lem. İnsana da bilmediğini talim etti. Bakın burada, değişik bir şey daha çıkıyor. Bi zâtihi Allah’ın insânı eğittiği ortaya çıkıyor. Alleme, Allemel insâne, insân talim etti. Ma lem ya’lem. Bilmediğini talim etti. Kimden? Rabbından talim etti. veya Rabbı talim ettirdi.

Daha evvelce kendini Hakk’tan ayrı ve gayrı zannederken, Rabbı’nın eğitimi ile kulunun Rabb’ın dan ayrı gayrı olmadığını, ve hep onunla birlikte olduğunu bildirdi. İnsan oğlu için bundan büyük eğitim ve ikram düşünmek mümkünmüdür? Cenâb-ı Hakk vacibül vücûd kendi Ulûhiyyet hakikatlerini insana ikram etmiş, ve bu hakikatleri idrak etmesi içinde eğitmiş talim ettirmiştir.

-------------------

ن ن ا ا

(96/6) - Kellâ innel insâne leyatğâ. (96/6) - Sakın okumamak etme, çünkü insan muhakkak tuğyan eder.

-------------------

Bu kadar nîmete rağmen insân azgınlık yapmaktadır.

Niye böyle. Kellâ. Hayır innel insâne. Mutlak ki insân le yatgâ. Niye bu kadar Cenâb-ı Hakk’ın kendisine lütfu? olduğu halde yan çiziyor ve azgınlık yapıyor kendine verilen nimetleri nefsaniyeti istikametinde kullanıyor?

Bu durumlara düşmemesi için Rabb-ı kendisini ikaz ediyor, çünkü kendisinde bulunan “nefsi emmâre” dâima kötülüğü emreder, bu yüzden dikkatli olması lâzım gelirki, kendine bahşedilen, bu kadar imkânı, Hakkın yolunda kullanmak var iken, bunları nefsinin yolunda kullanıp inkâr ve küfre düşmesi niye olsun.?

İşte bu ihtimal yönünden insanı tuğyan/azgınlık ve

155

Page 158: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

158

zulüm’den men eder

-------------------

ه ا ن را ا(96/7) - Er raâhustağnâ. (96/7) - Kendini müstağni görmekle.

-------------------

Ki Allah onu gani yaptı, her yönü ile zenginleştirdi sağlık verdi, sıhhat verdi, mal mülk verdi. Ve kendisine hilâfet verdi. Böyle yaptığı halde, bunları kendine/nefsine mâl ederek, niye azgınlık yapıyor?

-------------------

ا ر ن ا ا (96/8) - İnne ilâ rabbiker ruc'â. (96/8) - Şüphesiz dönüş ancak Rabbinedir.

-------------------

Dikkat edin muhakkak ki, yine dönüşünüz veya dönüşümüz onadır. Yâni istediğiniz kadar büyüklük taslayın, neticede oraya döneceksiniz.

Evvelce zâten bende idiniz, sonra sizi zuhura çıkardım, neticede gidecek başka yeriniz de yoktur, isteseniz de istemesenizde gene bana döneceksiniz. O halde size tavsiye ettiğim şekilde yaşayınız ki, dönüşünüz zâtıma olsun. Cehennemime olmasın.

-------------------

ى ا را ا (96/9) - Eraeytellezî yenhâ. (96/9) - Baksan a o nehyedene.

-------------------

156

Page 159: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

159

Ve sen o Allah yolundan, engelleyeni gördün mü? Veya görmedin mi? Burada, tefsirlerde müşriklerden bazılarının isimleri vardır. Bu hususlar, ikra’dan sonra olan oluşan hâdiselerdir, bunlar daha sonra gelen âyetler olduğu için. Şimdi burada Cebrâil Aleyhiselâmın faslı bitti. Âyet başka mevzulara girmiş oluyor. Bu eğitim neticesinde inkâr veya tasdik edenlerin aradaki halleri anlatılmış oluyor.

Diğer yönü ile, hakikat-i İlâhiyyeden ve hakikat-i insaniyyeden nehyedip/uzaklaştırmaya çalışana baksana.

-------------------

ذا ا ا (96/10) - Abden izâ sallâ. (96/10) - Bir kulu namaz kıldığında.

-------------------

Herhangi bir Allah’ın kulunu, namaz kılmaktan, men eden kişiyi gördün mü, veya görmedin mi,? mânâsında. “Abden izâ sallâ.” Namaz kılacağı vakit veya kıldığı vakit bir kulu engelleyen kişiyi görmedin mi? Yâni bu ne kötü bir iş yapmaktadır. O müşriklerden olan bazı kimseleri burada tehdit ediyor bu âyetle ve ifşa ediyor.

Hakk’a ibadet ederek ondaki hâdi ismini zuhura çıkardığında.

-------------------

ى ا ن ن ا را ا(96/11) – E raeyte in kâne alel hudâ. (96/11) - Baksana o hidayet üzere giderse.

-------------------

E raeyte. Sen görmedin mi in kâne alel hudâ. Birde hidâyet üzere olan vardı, o hidâyetten men edeni görme-din mi?

157

Page 160: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

160

-------------------

ى و ا ا(96/12) - Ev emera bittakvâ. (96/12) - Yâhud takva ile emrederse fenâ mı?

-------------------

Veyahut takva ile emreden birileri vardı onları görmedin mi?

-------------------

ب و ن ا را ا (96/13) - Eraeyte in kezzebe ve tevellâ. (96/13) - Ne dersin engelleyen, Peygamberi yalanlamış ve yüz çevirmişse!?

-------------------

Ve inkar edipte döneni de görmedin mi? Hakk yolundan döneni de görmedin mi?

Bu tür hadiselere çok rastlıyoruz, evvelâ imân edip geliyorler, bir müddet çalıştıktan sonra, nefisleriyle mücadele etmek zor geldiğinden, yalanlayıp dönenler çok oluyor. Evet âyet-i kerîme de belirtildiği gibi, aynen bu günde görmekteyiz. Ancak kim ne yaparsa kendine yapar.

-------------------

ى ن ا ا(96/14) - Elem yağlem biennallâhe yerâ. (96/14) - O Allah'ın, her şeyi gördüğünü bilmiyor mu?

-------------------

Allah'ın bütün bunları bildiklerini, gördüklerini bilmiyorlar mı? Gerek inkar ehli, gerek tasdik ehli hepsi

158

Page 161: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

161

bilsinler ki kim ne yaparsa yapsın Allah bunların hepsini görüyor ve biliyor bunu bilmedin mi sen bilemedin mi diyor.

-------------------

(96/15) - Kellâ lein lem yentehi lenesfean binnâsıyeh. (96/15) Hayır! Andolsun, eğer vazgeçmezse, muhakkak onu perçeminden; o yalancı, günahkâr perçeminden yakalarız. -------------------

Hayır kim ki nehy ederse, yâni herhangi bir kulu Hakk yoluna dönmekten, Hakk yoluna gitmekten men ederse, o nasiyesinden tutulur yâni ahirette perçeminden/ alnından tutulur.

-------------------

ذ

(96/16) - Nâsıyetin kâzibetin hâtıeh. (96/16) - Yalancı, günahkâr olan bir alnı.

-------------------

Günahkar olan tekrar nasiyesinden tutulur.

-------------------

د ع

(96/17) - Felyed'u nâdiyeh. (96/17) - Haydi, taraftarlarını çağırsın.

-------------------

Felyed’u nâdiyeh. Ve onun taraftarları çağrılır mahşer günü. Yâni kötü insânlar kötüyse kötü taraftarları çağrılır, iyiler varsa iyiler birlikte onların taraftarları çağrılır.

159

Page 162: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

162

-------------------

ع ا

(96/18) - Sened'uz zebâniyeh. (96/18) - Biz de zebânileri çağıracağız.

-------------------

Onları tutmak için zebaniler çağrılır. Yâni Cehennem görevlileri çağrılır. Daha evvelce mallarına ve sıhhatlerine güvenen kimselerin kendilerine hiçbir şeyin zarar veremi-yeceğini düşünenleri, zebaniler çağrılıp onları yakaladıkları zaman ne kadar aciz olduklarını anlayacaklardır.

-------------------

ب وا وا

(96/19) - Kellâ, lâ tutığhu vescud vakterib.

(19) âyet, secde âyetidir.) (96/19) - Sakın onu dinleme de secde et ve yaklaş

-------------------

Dikkat et ki sakın ha onlara uymayasın. Yâni seni Hakk yolundan çeviren kimselere uymayasın. Bir gün gelecek zebaniler onları tutacak, sürükleyecekler. Neticede sen şöyle yap ki, “vescud vakterib.” Secde et ve yaklaş. Bakın Hakk’a kurbiyet kazanmanın en büyük olgularından birisi secde imiş. Secde et yaklaş. İşte bizimde yapmamız gelen şey, tevazu üzere hareket ederek Cenâb-ı Hakk’a secde ile yaklaşmak. Şükran secdesi ile yaklaşmak, tilâvet secdesi ile yaklaşmaktır, unutmayalım da inşallah bu akşam gidince her birerlerimiz, birer secde yapalım. Bunun hükmü yerine gelsin. “Vescud vakterib.” Secde et ve yaklaş. Her mertebede kendi benliğinden geçerek, ef’âlinden, O’nun ef’âline, esmândan, O’nun esmasına,

160

Page 163: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

163

sıfatından O’nun sıfatına, zâtından, O’nun Zâtına secde ederek ve tevazu ile yaklaş, yaklaş, taki “kabekavseyni” (53/9) “iki yay mesafesinde daha da yakın oluverdi” hakikat-i sana da zâhir olsun.

-------------------

96 - Alâk Sûre-i şerifindeki kısa yolculuğumuz böylece sona ermiş oldu, bundan sonra yolumuza 97 - Kadr Sûresi ile devam edelim İnşeallah.

-------------------

97 - KADR Sûresi

حیم حمن الر سم هللا الر بBİSMİLLÂHİR RAHMÂNİR RAHÎM

-------------------

Kadir gecesinden bahsettiği için bu isimle anılmıştır. "İnnâ enzelnâ" adıyla da anılmaktadır.

5 ayetten oluşan sure, Mekke’de inmiştir.

Mushaftaki sıralamada 97., nüzul sırasına göre ise 25. suredir.

Fâsılası: ر (rı) harfidir.

- Yüce Allah Kur’an’ın Kadir gecesinde indirildiğini bildirmektedir. Kur’an’ın Kadir gecesinde bir defada dünya semaına indirildiği, oradan peyderpey peygamberimize vahyolunduğu yorumu yapılmıştır. Bir başka yoruma göre ise Kur’an’ın ilk inen âyetlerinin Kadir gecesinde indirildiği şeklindedir.

- Kadir gecesinin hangi gece olduğu kesin olarak

161

Page 164: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

164

bilinmemesine rağmen, bu gecenin bin aydan hayırlı olduğu, meleklerin yeryüzüne indiği ve güneşin doğuşuna kadar, insanların isteklerini ve taleplerini çözdükleri söz konusu edilmektedir. Bu nedenle inananların Kadir gecesini ibadetle ihya etmeleri çok önemlidir.

-------------------

Mealen.

1- Doğrusu biz onu (Kur'ân'ı) Kadir gecesinde indirdik.

2- Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin?

3- Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.

4- Melekler ve Ruh (Cebrail veya Ruh adındaki melek) o gece Rablerinin izniyle, her bir iş için inerler.

5- O gece, tanyeri ağarıncaya kadar süren bir selâmettir.

-------------------

Sûre-i Şerif’in, kısaca sayı değerlerine bir göz atalım.

.rı-200” dür“ (ر) ”dal-4“ (د) ”kaf-100“ (ق) ق د ر

Toplarsak, (100+4+200=304) tekrar toplarsak, (3+4=7)

(97) nci sûre ve beş âyet

(25) nüzul sırasına göredir.

Fâsılası: ر (rı) harfidir.

(5) beş âyet

(5) beş âyet buda Hazeratı Hamse’yi içinde barındırıyor olmasıdır.

Bunları sayı olarak değerlendirirsek, şu sayılar çıkar.

(3-4-5-97-25-) Bunlar bilinen sayı değerleridir, dileyen

162

Page 165: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

165

bunlara bakarak bazı oluşumlar çıkarabilir, fazla olmasın diye ben sadece bildirmekle yetindim.

-------------------

ر ا ه ا ا(97/1) - İnnâ enzelnâhu fî leyletil gadr. (97/1) - Şüphesiz, biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik.

-------------------

Şimdi biz tekrar yine başa gelerek bunu biraz daha anlamaya çalışalım. Ikra’bismi rabbikellezî halak. Âyetiyle bu sûrenin büyük bağlantısı vardır. Çünkü ikisi de aynı hakîkatlerden bahsetmekte. Ancak burada kadir gecesinin oluşumunu, Cenâb-ı Hakk bizâtihi kendi vasıtasıyla olduğu, diğer ikra âyetinin ise Cebraâil Aleyhisselâm Vasıtasıyla geldiği belirtiliyor. “İnnâ” bakın, “muhakkak ki biz,” yine biz geldi, akşamki sorunuz vardı. “İnnâ” “muhakkak ki biz” “enzelnâ” yine biz. “Hu leyletil kadr”. O gecenin içersinde Kadir gecesinin içerisinde biz indirdik deniyor. Ama bir evvelki sûrenin başındaki âyette ne diyordu? “ikra bismi rabbikellezi halâk,” yâni Cebrâil Aleyhisselâmın getirdiği ve Cebrâil aleyhisselâmın bildirdi-ği şeklinde oradaki oluşum aynı oluşumu başka yönden biz yaptık, biz indirdik diye belirtmektedir.

Evet kaldığımız yerden sohbetimize devam etmeye çalışalım inşallah. kadir sûresine başlamıştık. esteizü billâh bismillâh

İnnâ muhakkak ki biz. “Enzelnâ” biz nâzil ettik, indirdik. Hu onu, neyi? Kûr’ân’ı Azimüşşan’ı nerede leyletil kadir. Kadir gecesi içerisinde biz Kûr’ânı Kerîm’i, Kûr’ân-ı Azimüşşan'ı indirdik nâzil ettik. Daha evvelki sohbetle-rimizden nuzülün ne olduğunu anlatmaya çalışmıştık değil mi? Mertebeler içerisinde Ulûhiyet, Allah/Râhmaniyet lîsânından Hakkça’ya, Hakkça’dan Rabça'ya, Rububiyet

163

Page 166: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

166

lîsânına Rububiyet lîsânından da ef’âl âleminde ef’âl mertebesine, Arapça olarak. İşte bir evvelki âyette, İkra hukuku bu lîsân üzere. Yâni bâtın âleminde tercümesi Allah tarafından yapıldıktan sonra Cebrâil Aleyhisselâma emanet edilerek o lîsânın Arapça harfler şifreleri içerisinde mânâların Hazreti Resulüllaha ilka edilmesiydi.

Orada Cebrâil Aleyhisselâmın Kur'ân-ı Kerîm'i getirdiği belirtilmekte. O sahne ile ifâde edilmektedir. Ancak bura da ifâde değişiyor. Biz indirdik diye belirtiyor. Şimdi bakın iki ifâdede çelişki varmış gibi geliyor. Ama yoktur mertebe farkı vardır. Niye Alâk Sûresinde Cebrâil Aleyhisselâm indirdi de, Kadir sûresinde biz indirdik deniyor? Değil mi? Okuyorsak okuyoruz demektir. Okuyorsak düşünüyoruz demektir. Düşünüyorsak arıyoruz demektir. Arıyorsak çıkartmamız gerekmektedir.

Tabi eğer bunların ne olduğunu bilemezsek Kûr’ân-ı Kerîm’i ezbere okur, okur geçeriz, ne o bizden bir şey anlar, ne de biz ondan bir şey anlarız. Yâni ne o bizden bir şey anlar derken. Şimdi bakın birbirini anlayan iki kişi konuşuyorken iki tarafta hoşnut olur. O zaman Kûr’ân-ı Kerîm’in de bizden hoşnut olması lâzımdır. Biz ondan ne kadar hoşnut oluyorsak, biz ondan ne kadar bir şey alıyorsak, o da bize bir şeyler verdiği için ama biz aldığımız sürece hoşnut olması gerekiyor, bu Kûr’ân bizâtihi Allah'ın varlığından başka bir şey değildir. Biraz daha yumuşatalım Kûr’ân Allah'ın ilmi varlığından başka hiçbir şey değildir. Yâni Kûr’ân okuyan Rabbi ile baş başadır. “İnnâ” işte biz indirdik deniyor.

Karşılıklı, arada kimse yok ki, kişi bunu kendi kendine okumuş olsa, “İnna muhakkak ki biz” onu biz indirdik, “fi leyletil kadr” hatta daha da başka ifâdeyle “aleyke” senin üzerine indirdik deniyor. Kim okuyorsa ona hitap ediyor. O zaman biz ondan memnun olduğumuz gibi, bizim de onu memnun etmemiz lâzımdır. Bu kâğıt parçası değil canlı capcanlı rûhaniyeti olan bir kitâptır.

164

Page 167: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

167

İçine doğru baktığınız zaman o âyette ne belirtiliyorsa o harekelerin içersinde onların hepsi. Anlaşılıyor mu buradaki özellik? Bakın o kadar açık, biz indirdik diye hitab ediyor. Bakın birebir . Niye burada biz indirdik diyor da! diğer tarafta Cebrâil Aleyhisselâmın vasıtasıyla indiril-diğini söylüyor? İşte diğer âyette ikra âyetinde sahnede bu oyunu oynayan oyuncular belirtiliyor. Cebrâil Aleyhis-selâm var Efendim Muhammed Aleyhisselâm var ve bu ikisi arasında iletilen bir de ilim var. Yâni üçlü bir sahne bir de Hira dağı var.

Bütün bunları sahneye koyan rejisör diyelim haşa, burada Cenâb-ı Hakk bütün bu işleri kendi yaptığını anlatıyor. Yâni sahneleyen kendisi. Cebrail'e (a.s.) o ne diyor artistlerin işlerine o rolü Cebrail’e o rolü veren o Hazreti Resulüllaha (s.a.v) o rolü veren, o kitabı hazır-layan kendisi olduğundan biz yaptık, bu işleri diye bunu ifâde ediyor birinci âyette. Oyuncular sahnede oyun oynanırken rejisör gözüküyor mu? Gözükmüyor ama bütün sistemi meydana getiren rejisördür. İşte ana güç olduğu için bütün burada tek faili mutlak o olduğu için, biz yaptık ne ile yaptık. Sıfatları ile birlikte yaptık bizden kasıt ta o. Hu onu, yâni kitabı. “Fi leyletil kadir.” Kadir Gecesi içerisinde biz indirdik.

-------------------

da, “muhakkak biz” ifadesinde, görüldüğü (İnnâ) ا

gibi, iki (elif) iki (nun) vardır, bunlar iki “in” olarak ta değerlendirilir. Bilindiği gibi “in” “in-i şartiye”dir. O da biri “Ulûhiyet” diğeri “Risâlet” şartıdır. Bu iki ana şartlar olmasa bu âlem olmaz idi. Ulûhiyet şartı, Risalet tarafından, ifade edilen “İn’şeallah” “eğer Allah dilerse,” hükmüdür. Onun tasdik hükmü olmazsa âlemde hiçbir şey olmaz. Ulûhiyyet tarafından olan “in/eğer” ise “lev/eğer” mertebesinden. “Levlâke lev lâk lemâ halektul eflâk.” Hükmüdür. “Ey Habibim eğer sen olmasaydın, olmasaydın

165

Page 168: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

168

bu âlemleri halketmezdim.” Hükmü ile, bu âlemlerin varlık sebebi bu iki şarttır.

İşte bu iki şart bir varlığın faaliyyet sahasında görüle-bilmeleri için “bir’in iki mertebeli” olarak görünmesidir. Biz indirdik demesi, “Ulûhiyeti ve Risâleti” ile bu yöndendir.

-------------------

Ayrıca diğer bir yönden ise, sâlik/Hakk yolcusu, aldığı irfani eğitim ve nefsini tanıma çalışmaları ile, kendi hakikatine ârif olduğunda. Kendinde Hakk’tan başka bir şeyin olmadığını idrak etmiş olur. Bu husus bir çok hadis ve âyet-i kerîmeler ile açıktır. Kişi daha evvelce var zannettiği vehmi ve hayali olan, kimliğinden soyunmuş aslına dönmüş olur ki buda, “fenâfillâh/Hakk’ta fâni” olmaktır.

Daha sonra sâlik, kendindeki ilâh-i varlığını da idrak edince, buraya geldiğinde, “bakabillâh/Hakk’la bâki” olmaktadır. Böylece ilâh-i tecellilerin mazharı olduğundan, onda işleyen Hakk, görünen halk olan kendisidir. İşte bu tek’in iki mertebeden zuhuru, “innâ/biz” olmuş olur.

-------------------

ر ا در ا و

(97/2) - Ve mâ edrâke mâ leyletul kadr. (97/2) - Kadir gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin!

-------------------

Ve mâ edrake mâ leyletül kadir.(2)

şimdi sıra geldi bize. Tekrar konuyu iki yönden ele alalım. “ve mâ edrake” bakın “kef” dedi, o ise muhatap/hitab edilendir, işte böylece karşımıza muhatap geldi. Burada bu hitabı iki yönlü anlamamız gerekiyor, birisi mutlak sûrette Aleyhisselâtü Vesselâm Efendimize

166

Page 169: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

169

olan hitap, biride onun ümmetine olan hitaptır. Burada bunu ayırmamız lâzımdır. Ayırmamız lâzımdır ki, sonra tekrar birleyebilelim. iki ayrı özelliğin hakîkatlerini idrâk edip, tekrar birleyebilelim. Şimdi, bu hitap evvelâ, (s.a.v.) Efendimize geldiği için, evvelâ onun yönüyle bakalım. “Ve ma” burada düşünüyoruz, öyle birşey ki bu, “edrake mâ leyletül kadri.” “Ey habibim sen bu Kadir Gecesinin ne olduğunu idrâk ettin” Yâni benim sana bildirdiğim hakîkatlerle vermiş olduğumu idrâk ettin.

Neden? Çünkü Cebrâil Aleyhisselâm vasıtasıyla o gece yapılan eğitim ile zâten Efendimiz (s.a.v) Cebrâil Aleyhis-selâmı, hakiki veçhiyle görmekle, onu yaşadı, idrâk etti. Kadir gecesinin ne olduğunu mutlak olarak, hiçbirimizin anlayamayacağı kadar, yüksek bir seviye ve derecede idrâk etti. İşte onun tasdiki budur. “Ve mâ” öyle birşey ki bu “edrake” sen “idrâk ettin.” Neyi o kadir gecesini, sen mutlak olarak idrâk ettin. Yaşadın yâni “derk” ettin.

Derk/idrak= “Lügatta. Anlayış. Kavrayış. Akıl erdir-mek. Fehim. Yetiştirmek.” Ma’nâsında geçmektedir ki, “kişinin bünyesine işlemiş müşahedeli bilgi” demektir.

Ama bu husus bize döndüğü zaman, ümmete döndüğü zaman, bu âyetin muhatabı biz olduğumuz zaman, “vemâ edrâke” orada “mâ” soru hükmüne geldi, olumsuz hükmüne geldi. Sen bu Kadir Gecesini idrâk etmedin yâni edemedin. Yâni bu Kadir Gecesinin ne olduğunu idrâk edemedin. “Ve mâ leyletül kadri.” Bu kadir gecesinin ne olduğunu sen idrâk edemedin, veyahut edebildin mi? Veya etmeye çalış, gibi dikkatimiz çekilmektedir.

Efendimiz (s.a.v) hakkında sen mutlak olarak bu Kadir gecesini idrâk ettin ve yaşadın, ama bu bize döndüğü zaman, Biz ikra hâdisesini yaşamadığımız için, Cebrâil Aleyhisselâm’dan da haberimiz olmadığı için, “ve mâ edrake” siz bunu idrâk etmediniz. Neyi “ve mâ” etmediniz “leyletül kadri.” Kadir Gecesini idrâk etmediniz, ama etmeye çalışın. Madem ki bu Kadir Gecesi diye bir özellik

167

Page 170: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

170

var, bir güzellik, bir hoşluk vardır. O zaman bu âyetle bizi oraya yöneltmekte ve bunun ne olduğunu yavaş yavaş şerh etmek için değerini bize anlatmak için “leyletül kadri.” Diye devam etmektedir.

-------------------

ا ر ا

(97/3) - Leyletul kadri hayrun min elfi şehr. (97/3) - Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.

-------------------

O Kadir Gecesi, leyl gecesi öyle bir Kadir Gecesidir ki “hayrun” hayırlıdır “min elfi şehir” bin aydan hayırlıdır. Böyle bir geceyi sende idrâk etmeye çalış, anlamaya çalış. İşte daha evvelki sûrede de biraz geçtiği gibi, bu sûrenin geliş sebeplerinden bir tanesi de şuymuş: bir gün beni israil hikâyelerinden, tevrattan bir hikâye bahsedilmiş. Demişler ki beni İsrail'den bir silahşör vardı, bir Allah eri vardı. Üstünden zırhını çıkarmadan seksen üç sene, Hakk yolunda savaştı, hiçbir şeyle meşgul olmadan, dünya işleriyle meşgul olmadan, hayatının seksen üç senesini Hakk yolundaki savaşa verdi. Diye bir hikâye anlatılıyor. Efendimiz de (s.a.v.) üzülüyor benim ümmetimin zâten yaşı elli altmış civarı, bu kadar sevabı nasıl yapacak benim ümmetim? Efendim bu kadar derecelere nasıl ulaşacak diye üzüntüdeymiş.

Şimdi o kişi seksen üç sene savaşa gidiyor ama, ömrü üçyüz sene civarında. Yâni çok uzun bir ömrü var. Seksen üç senesini Hakka ayırabiliyor. İşte benim ahir zaman garip ümmetim, elli altmış sene ortalama ömürleri var. Nasıl bu sevapları kazanabilecekler diye Efendimiz üzülü-yormuş. İşte bir rivâyete göre, Kadir Sûresi bunun üze-rine geliyor ve buradaki hesapta, onun üzerine yapılıyor, bin ay seksen üç sene dört ay tutarında, yâni o kişinin seksen üç senede kazandığını, Ey Habibim ben senin ümmetine, senin yüzü suyun hürmetine, sana olan

168

Page 171: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

171

muhabbetim hürmetine, senin bu üzüntün üzerine bir gecede seksen üç senelik sevabı onlara verdim, ben diyor. Bakın ne büyük bir lütuftur. İşte Kadir gecesini idrâk ettin mi? Başka yönden değeri bu kıymeti budur. Birisi Cebrâil Aleyhisselâm ile Hakîkat-i İlâhiye ile beşeriyetin vücut bulması birlik bulması. Yâni ilâhî kelâmın beşere ulaştı-rıldığı gece. Birisi de, işte o gecenin hürmetinden biz o geceye itikat ettiğimizde, hürmet ettiğimizde ibadet ettiğimizde, bir gecede seksen üç senelik ibadet kazan-maktayız.

Şimdi ne diyorlar bakın, tavsiye olarak, “her gününü bayram, her geceni kadir bil.” Bakın altmış senelik ömrümüzün, kırk senesini idrâkli olarak geçirdiğimizi düşünelim. Bu da deminki hesabımızın bir başka hesabı. Kırk senelik ömrümüzü idrâkli olarak geçirdiğimizi düşü-nelim. Yâni kırk Kadir gecesi, yaşadığımızı düşünelim, çocukluk devresini bırakalım. Kırk tane seksenüç sene kazanmış olmaktayız. Senede bir Kadir Gecesi ile. Ama her hafta bir kadir gecesi yaşayabilirsek, her ay bir Kadir Gecesi yaşayabilirsek, hatta her gecemizi Kadir yaparsak. İşte teheccütlere kalkmak sûretiyle, yatsıyı kılmak, nafileleri, günlük zikirlerimizi, yapmak sûretiyle her Gecemiz Kadir gecesidir.

Bunu böyle itikat edelim inşallah. Allah öyle gani, öyle kabul eder zâten. Ne yapıyoruz? İşte iki rekat mi’rac namazı kılıyoruz. İşte mi’rac demek işte Kadir Gecesi zâten kıymetini bilmek demektir. O zaman kaç gün gece vardı işte elliüç hafta mı vardı? Elliiki hafta senenin günleri üçyüzaltmışbeş. Bakın üçyüzaltmışbeş Kadir Gecesi Ümmeti Muhammedin olmakla bir senede çarpı seksenüç. Ayrıca hesap etmemiz mümkün değil. Birde bunu tekrar kırk ile çarp. Bir milyar seneden fazla dünyada yaşamış-çasına feyz almakta. Neden? Bu işte Efendimizin yüce-liğinden. Ümmeti Muhammede takdir edilen ölçüler den dir.

169

Page 172: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

172

İşte sen bu Kadir Gecesini hâlâ daha idrâk etmedin mi? Böyle olduğunu idrâk et, böyle olduğunu anla ve ona göre değerlendir. işte bu hakîkatler içerisinde kişi ramazanın mutlaka yirmiyedisi kadir gecesi olacak diye bir şart yoktur. Ama sistem ona uygun. Yâni hakîkat yaşantısı Ramazanın yirmiyedinci sayısına/derecesine uygun geliyor. Neden?

Kısaca yeri gelmişken onu da bakalım. Üçyüzaltmışbeş ile seksen üç çarpılınca. Bir senelik o da birde kırkla onu çarpın. Kırk sene ile çarpın, bir milyon ikiyüz on bin sekiz yüz sene yeryüzünde yaşamış gibi sevap alıyoruz işte bu Ümmeti Muhammede ahir zaman ümmetine lütfedilen, Cenâb-ı Hakk’ın itaları, verişleridir. Şimdi Ramazanı Şerif’in başından îtibaren oruç tutmaya devam eden kişi, yirmiyedi gün süresi içerisinde, belirli bir letafete ulaşıyor.

Tabii bu bütün çalışmalarını yapmak sûretiyle, belirli bir inceliğe, belirli bir hassasiyete ulaşılıyor. Gerçi hiçbirimiz pek fazla uğraşmıyoruz ama, böyle olması gerekiyor. Ama ulaşırız, ama ulaşamayız o konu ayrıdır, ancak bunu bilmemiz gerekiyor. Ramazanın yirmi yedinci gecesi, işte bizim Kadir Gecemiz oluyor. Oruçlar, tera-vihler, namazlar ile birlikte nefsaniyetimizden temizlenmiş oluyoruz. Tabi bu sadece, ramazanda oluşacak bir hâdise değildir. Daha evvelki seyr-i süluk içerisinde de sürdü-rülmüş olması lâzım gelmektedir. Yirmi yedinci gecesi bizim gönlümüze de Kûr’ân-ı Kerîm inmeye başlıyor.

Ramazanın yirmi yedinci gecesi yani Kadir gecesi işte. Kendi kadrimizi idrâk etmeye başlıyoruz. Ku’ran-ı Kerîm bize inmeye başlıyor. Ancak, bu Kûr’ân-ı Azimüşşan'ın dışında, başka bir Kûr’ân olarak değil. Herşey bunun içerisinde zâten mevcud. Bunun içerisinde ki mânâlar ilhami olarak inmeye başlıyor. Vahiy olarak değil. Vahiy olmaz hiçbir zaman, o peygamberlere ait, yeni bir hukuk, yeni bir hüküm getirirse o vahiy olur. Onun dışındakiler bu vahyin izâhı mertebesinde olduğundan, bunlara ilham

170

Page 173: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

173

denir. Açış denir. İşte kadir gecesi olarak belirtilen, Bu yirmi yedinci gecesinde ilhamlar gelmeye başlıyor ki yirmi yedinci gecesi, Îsevîyet mertebesidir, ayrıca sırayla bakıl-dığında. Yâni yirmisekiz peygamber îtibariyle baktığımızda yirmiyedinci peygamber İsa Aleyhisselâm'dır.

Niye oradan başlıyor? Çünkü İsa Aleyhisselâm’da ilk zâti tecelli başlamakta. İsa aleyhisselâmın zatında Allah'ın zât tecellisi vardır. İşte Kadir Gecesinde de, zâti tecelli başlıyor. Yirmisekizinde sâlik Mertebe-i Muhammediye ulaşmış olunuyor. Yirmisekizinci gece Hakîkati Muhamme-diye ulaşılmış oluyor. Ama İseviyettten Mûseviyetten geçmeden oraya ulaşmak mümkün değildir. Çünkü yolu oradan geçiyordur. Ama bugünkü hristiyanlar, bugünkü Mûseviler mânâsında değildir. Onlar hiçbir zaman Hakîkati Mûseviye, Hakîkati İseviye olamadılar, bu islâmiyetin seyridir. Onların malı değildir, o bizim malımızdır. Ama onlar kendilerini kavim olarak ayırmışlar, nesiller olarak, milletler olarak ayırmışlardır. Onlar ayıra dursunlar. Biz tevhid ehliyiz. Biz ayırmayız, çünkü ortada ayrılacak bir şey yoktur.

Yirmisekizinci gece Muhammediyet Mertebesidir. Yirmi dokuzuncu gece ki, ertesi gün bayram otuzuncu gece arefe dedikleri ariflik gecesi bütün mertebeleri. Ariflik günüdür. Bütün mertebeleri kendinde bulundurmuş Mûseviyet, Îsevîyet, Muhammediyet mertebelerini. Tabi hep oruçlu olarak. Ertesi günün bayram olduğu bilindiğinden arefe. O yüzden deniyor, ama kendi hakîkatine ulaşmasına artık çok kısa bir süre kaldığından ertesi gün de bayram olduğu bilindiğinden arefe yâni ariflik günüdür.

Kurban bayramında da arafat günü oluyor. Ya arife günü ariflik günü işte o da arafat diyorlar. Ariflik günü arafat dağına çıktık diyorlar ya, yâni idrâkin yükseğine çıktı mânâsındadır. O kişi oturduğu yerden de arafata çıkıyor korkmayın. Yâni sadece, mutlaka oraya gidipte

171

Page 174: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

174

gidilecek diye, bir hüküm yoktur, orası bir simgedir, tabi oraya gitmenin de başka özellikleri vardır. Çünkü o yaşantıyı da görmek lâzımdır, ama gitme imkânı olma-yanın arafata ma’nen bulunduğu yerde çıkması mümkün dür. İrfaniyet yönüyle yükselmesi, yâni aklında idrâkinde yükselmesi. Mümkündür.

Yirmi dokuzuncu günde Arifi Billâh, Allah'a ârif, mutlak irfan ehli. İşte bunları idrâk edenin yapacağı tek şey, geriye bayram yapmak kalıyor. İşte bayramı yapan onlardır. Bakın şimdi burada da estetik bir hâdise var. Bayram onlar için yapılıyor. Hacı bayram veli bu hakîkati idrâk ettiği zaman “bayramım imdi, bayramım imdi. Yar ile bayram ederler şimdi” diyor. Bakın çoluk çocukla bayram ederler demiyor. Yar ile bayram ederler şimdi. Bayram özünü bildi, bulan anda kendi oldu diye yazdığı bayram işte ilâhîleri bu idrâk içerisinde oluşuyor.

Ehlullahtan birisi de ne demiş, “bayram ol gündür bana kim göz göre didarını, görmezsem bir gün seni ol kara gündür bana.” Yâni bayram dostu gördüğün zaman, dostla olduğun zamandır. Gönlünde Hakîkat i İlâhiyeyi Hakîkati Muhammediyeyi, Ulûhiyyet hakîkatlerini idrâk eden için bayram olmaz da ne olur? Hatta bu bayram sözü bile yetersiz kalır. Bayramı iki kere yapmış olur. “Âdet olmuş Âdem yılda bir kurban keser, an be an, saat ve saat kurbanım ben sana” diyen ne güzel söylemiş. Yâni kurban senede bir sefer değildir.

Ramazan bayramı hakkında size başka bir şey daha belirteyim.

(6-mübarek geceler ve bayramlar) kitabında bu mevzuların bir kısmı vardır, ramazan bayramı halife-i şahsiyye bayramıdır. Yâni ariflik bayramıdır. Yâni kendi hakîkatini idrâk edenlerin bayramıdır. Daha henüz görev almamıştır. Kurban bayramı ise şeyhlik bayramıdır. Görev alanların bayramıdır. Neden? işte bakın kurbanlar kesiliyor ya. İşte karşısına gelen kişide irade gücünü oluşturarak,

172

Page 175: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

175

onda kendi kurbanını kestirebilecek gücü oluşturuyordur. Rüyalardaki hayvan kesimi işte budur. Kurban bayramın da kurban kesmiyor muyuz? Zâhir anlamda, bâtın anlamda da kim mânâ âleminde kurbanını keserse, yahut kimin tarafından vesilesi ile kesilirse, işte orada o şuuru o idrâki o vasıtayla ortaya getirmiş oluyor.

Yoksa kendi kendine zâten kesmesi mümkün değildir. Yâni ramazan bayramı kendini bilmek, kendini bulmak, idrâk etmek, kendi varlığında, kendi hakîkatine ulaşmak. Kurban bayramı da görevlilik bayramı. Karşı tarafa fayda sağlama, yahut yol gösterme bayramıdır. İşte şeyhlik/ halife-i şahsiyye kendini bilme, daha henüz ramazan bayramı, ama kendinin şeyhliği, yâni o mertebeye ulaşması. Ama henüz görevli değildir, halife olması ise kendine halife olmasıdır. Belirli bir aşamadan sonra tekrar başka bir eğitimden geçer, sonra hani nasıl okuldan çıkınca hemen görev alıyorlar mı? Hemen üniversiteyi bitirince ihtisas yaptırıyorlar.

İşte o iki aylık süre ihtisas süresi. Ondan sonra eğer kabiliyeti varsa ona görev veriliyor o da kurban bayramını o şekilde yapmış oluyor. Ramazan bayramına şükür bayramıda diyorlar, genelde şeker bayramı diyorlar, orada tatlı şeker var, yâni bir yere ulaşıldığı için, ama diğerinde, kurban bayramında çakı bıçak var, kan var. O iradenin oluşturması var. İşte o iradeyi oluşturacak iradeye sahip olmak gerekiyor, kurban bayramını yaşayanlar için her iki bayram yaşayanlar için yaşatılıyor yapılıyor. Yâni kurban bayramı ve ramazan bayramını hak edenler.

Şimdi bakın peki! biz ne yaptık ki bayram yapacağız? Bayram sabahı kalktık giydik cici elbiselerimizi gittik, konuya komşuya tatil yaptık. Yedik içtik, oynadık, neşelendik, ama biz ne yaptık ki, bunu hak ettik. Hak edenlerin taklidçileri olarak, bizde bayram yaptık, yâni Cenâb-ı Hakk onlara bu bayramı lütfetti. Bizde onlara sûret olarak benzediğimiz için, biz de benzer bayram,

173

Page 176: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

176

sûret bayramları yaptık. Bu da Cenâb-ı Hakk'ın lütfundan dır, yâni ehli irfâna olan lütfundandır, bir kişi bayram yapıyor, onun yüzü suyu hürmetine bütün âleme bayram yaptırıyor. Neden? o insâna sûret olarak benzediğimiz için, öz olarak benzediğimiz için değil. Bakın ne kadar büyük bir lütuf vardır. Bayram yapıyorlar ama onların bayramları burada kalıyor. Diğer samimi bayram yapanların bayramı ise, ahirete de intikâl ediyor. Daha uzun süre devam ediyor, Cenâb-ı Hakk onlardan eylesin.

-------------------

ا ذن ر وح وا ل ا

(97/4) - Tenezzelul melâiketu ver rûhu fîhâ biizni rabbihim, min kulli emr. (97/4) - Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner.

-------------------

Tenezzelul melâiketu ver rûhu. (4)

İşte bu hakîkatlere erişmiş olan kimselere, Melâike ve rûh tenezzül eder. Bu gece içerisinde iner. Yâni melâikeden kasıt, melâike milk, melek, kuvvet ve şiddet demektir. İlâhî kuvvetler onun bünyesine iner. İşte o bayramı yapması için, bayramı yaptıracak özelliğe, güçlere sahip olduğu için, olması için rûh ve melâike onun üzerine indiği ve onu o şekilde güçlendirdiği için, kurban bayramı için de hazırlık yapılır.

Yâni diğer insânlardan farklılığı, kendisine rûh ve melâike-i kiram'ın, yâni bazı güçlerin indirilmesidir. Ama o kişi elinden tutacakta, fırlatacak atacak, bir evi, bir ağacı kökünden tutacak ta yıkacak, ma’nâsında güçler değildir. Fiziki ma’nâda güçler değildir. İlim ma’nâsında, ilmi ma’nâdaki güçlerdir. Onunda iğne batırdınmı ay vay diye canı yanar.

174

Page 177: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

177

Nasıl “bi izni rabbihim” rabbının izniyle, yâni o kişinin kabiliyeti ne kadarsa, Cenâb-ı Hakk dozunu ona göre milk, melek ve rûh gücünü onda arttırır. ilham gücünü artırır, gerçi o gece bu ifâde genel olarak rûh ve melâike yeryüzüne iner. Genel olarakta iner ama özel olarakta senin yeryüzü beden mülküne iner. Yeryüzü dediği senin yeryüzünün, senin toprağın, senin toprak bedenindir oraya iner. Bize de lâzım olan zâten odur. Özel inendir. Genele zâten iniyor. Rahmet her gece herkese iniyor. Oradan da faydalanıyor. Birde özel rahmetten faydala-nıyor. Bu işlerle özel olarak ilgili olan kimselere nasıl? “min külli emrin” bütün işlerden iner. Bu âyet geldiği zaman, bütün işlerden iner “min külli emrin” emir iş mânâsınadır, yâni her türlü bilgisine her türlü bilgi kendisine bahşedilir ma’nâsınadır .Tamamen olmasa bile zaman içerisinde çözüm yapacak kadar bilgiler indirilir.

En azından, her türlü kendini anlayacak kadar, küçük problemler çözülecek kadar, ilim indirilir. Bu da insâna yeter. Sonsuz peygamberlere indirildiği kadar bir ilim beklemek çok iyimserlik olur. Fazla uçurtmadan, fazla abartmadan. Ama diğer insânlara inenden, biraz daha fazla iner, çünkü âyetin sözü öyle. Yerine göre toplu ibadette gerekli ilk alış zamanlarında toplu ibadet gerekli. Daha sonra daha yukarıya yukarıya doğru çıkmaya başlandığı zaman, tabiki kişi özel olarak tabi ki herkes aynı idrâkte olmadığı için, oraya ulaşılamaz. Ama toplu yapılan ibadetler oraya ulaşmayan kimseleri de birlikte o nûrdan yararlandırmak ve yükseltmektir. Ama daha daha yukarıya çıktıkça çevre azalır.

O zaman kişi, Efendimizin yalnız başına Hira Dağında ibadet etmesi gibi olur. Çünkü artık ibadet özel, özele geçmekte, orada umumi genel bir ibadet tarzıyla değil de, özel bir münasebete dönüşmektedir. Bu da kişinin kendi kabiliyetine göre olmaktadır. “Külli emrin” bütün işlerle birlikte rabbinin izniyle melâike ve rûh iner. Burada melâike dediği, Cenâb-ı Hakkın esmâ-i ilâhîyesi isimleri

175

Page 178: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

178

rûh dediği tefsirlere bakınca burada melekler ve Cebrâil (a.s.) O gecede Rablerinin izniyle her türlü iş için inerler, diye yuvarlak bir ma’nâ verilmektedir. Yâni rûhtan Cebrâil olarak bahsedilmektedir. O nun bir ismi de Ruh-ul Kudüs’ tür ya, o şekli de doğrudur. Melâike de iner.

Sendeki Esma-i İlâhiyenin güçlerini artırır. Meselâ Râhman esmâsını daha güçlü söylersin. Kahhar esmâsını daha güçlü söylersin. Vahhab esmâsını daha güçlü söyler ve kullanırsın. Gerektiğinde hibe edersin, bildiğin bir şey varsa verirsin. Yâni isimler/melekler senden daha güçlü olarak çıkar. Rûh ise Allah'ın venefahtüsü sana iner. Ruh-ul Kudüs ve Ruh-ul A’zâm burada ayrıca iner. Çünkü daha evvelce Âdemiyet mertebesinde “venefahtü” rûhu/sultani inmişti. Îsevîyet mertebesinde rûh mertebesinde ise Ruh-ul A’zâm’ın inmesi, yâni genel ihata içerisindeki ruhun inmesi söz konusu olmakta ve senin bütün varlığını o rûh, o ilim kaplamakta. Neyle? “Bi izni rabbihim.” Rabbimin izniyle.

-------------------

Min külli emrin (4) ve işte “selâmün,” bunlara selâm vardır. Bu selâm neydi? insânın varoluş kaynağı selâm ismidir. Hani hüvallahüllezi de okuyoruz ya. Hüverrâhmâ-nirrahîm el melikül, kuddusül, selâmül, mü'minül, mühey-minül diye. İşte oradaki “selâm” ismi insânın kayna-ğınıdır, onu ortaya getiriyor. Yâni selâm, selâmet esmâsı insânın zâhir olarak, bâtın olarakta kaynağıdır. O dur, gerçi insânın kaynağı, esas kaynağı Ahadiyetten geliyor bu ayrıdır. Ama bakın İslâm, teslim, selâm Müslim hep bu kaynaktandır, bu esmâdan kaynağını alıyordur. Selâmet üzere olmak işte budur. Gerçek selâm kendilerine verilir. Daha evvel lîsânen söylediği bu selâmın hakîkati kendile-rine verilir.

Ve bu selâm artık onda ebedileşir. Selâmdan kasıt selâmeti ebedileşir ve Esselâmü aleyküm ve rahmetullah. İmam “esselâmu aleyküm,” dediği zaman? müezzin Ne

176

Page 179: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

179

cevap veriyordu. “Allâhümme entesselâmü ve minkesse-lâm” bakın orada da iki tane selâm vardır, ve ona böylece cevap veriyor. Allâhümme, ey Allah’ım, ente sen, esas selâmette olan sensin, selâmet senden gelir diye orada hitap ediliyor. İşte selâmın hakîkati buradadır.

Ve ayrıca günde kıldığımız beş vakit, sünnetleri ile birlikte kırk rek’at namaz içerisinde, bir günlük namaz içerisinde doksandört tane selâm kelimesi vardır. (5) Namaz kitabını okursanız bunlar orada vardır, doksandört tane selâm esmâsı vardır. Allâhümme entesselâm’larla birlikte. Onlarda bir selâm çünkü esselâmu aleyküm. Her selâm verişte. Tahiyyatın içinde esselâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhis sâlihîn, diye de geçiyor oradaki selâmlar ile birlikte. Oturur merak eder sayarsanız, ama gerek yok sayılmış derseniz ayrı. Ama benim gibi biraz posteki sayar gibi selâmları sayarsanız doksandört tane bulursunuz. Çünkü ben o kadar buldum. Ama dedim bunlar eksik, doksandört olmaz. Yeterli değil, bir şeyler daha olması lâzım. Selâmın bir günlük namazda, doksandokuz tane olması lâzım. Çünkü sistem öyle.

Beş tane de zâten oradaymış da, ben sonradan gördüm. Hemde koskocaman duruyor, gözümüzün önünde neden? O beş vakit namaz her namazın mutlak bir selâm, selâmetin tamamı olduğundan selâmlara. Birde beş vakit namazı da ilâve edersek doksandokuz olur. Dinleyicilerden biri:

-Doksandörtte kalsa iyi olur hocam.

Yok iyi olmaz.

-Dokuz artı dört on üç şifre oluyor da.

İşte tamam bak. İyi oldu daha güzel oldu.

Bana onu bildirmişlerdi, bak sen bizden çok ilerlerdesin maşallah, Kadir Gecesi tesirini nasıl gösteriyor.

Hakîkaten doğru bak o gün onu düşünmemişiz.

177

Page 180: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

180

Bak asli harfleri ile onüç oluyor, selâmın asıl sayısı ile onüç çok doğru. Ayrıca “selâm” kelimesinin sayı değeri (131) birdir ki, gene (13) tür.

Ama yine eksik. Özel olarak doğru, ama genel seyir içerisinde esmâ-i ilâhiyenin doksandokuz tane çıkması gerekiyor. Neden dersen, şimdi oraya da geliriz. İşte her bir vakit namaz mutlak selâmete götürdüğü için kişiyi, toplu bir selâma, selâmete götürdüğü için beş selâm da o. Selâmette o. O zaman oldu dossandokuz. Bir günlük namaz kılan kişiye Cenâb-ı Hakk o kadar büyük lütuflarda bulunuyor ki. Bu yapmış olduğu lîsânından ve fiilinden çıkmış olan doksandokuz tane selâm esmâsı. Doksando-kuz türlü esmâ-i ilâhiyeye kalkan oluyor.

Bakın bu çok özel ve hususi bir hâdisedir. Cenâb-ı Hakk'ın doksandokuz esmâsı, bunlar birbirine zıt isimlerdir kişi namaz kıldığı zaman, çevresinde doksandokuz tane selâmet kalkanı oluşturuyor. Esselâmu aleyküm derken anlaşılıyor mu? İşte bâtın âleminden gelen herhangi bir ismin karşılığına düşen selâm kalkanı, o gelen esmâyı önlüyor durduruyor. Kahhar esmâsının karşısına düşen selâm, nasıl futbolcular birbirlerine karşı koruyor hiç sektirmiyorlar. İşte kahhar esmâsının karşılığı olan, çünkü doksandokuz hepsine birer kişi düşüyor. Bakın doksandört olsa esmâ-i ilâhîye fazla gelecek kalkan eksik kalacaktır. Hangi selâm, gelecek esmânın karşılığı ise onu karşılıyor.

Eğer gelen daha güçlü geliyorsa, gücünü azaltıyor. Bize olan darbesi yüzde yirmi, yüzde ona, yüzde otuza, düşer. Azalarak bize geliyor, anlaşılıyor mu? bakın namaz içerisinde ne kadar büyük bir hikmetler vardır. Vehhab isminin geldiğini düşünelim. Vehhab ismi selâm ile selâmet ile geldiğinde bu sefer dozunu artırarak bize geliyor. Yüzde yirmi üzerinden geliyorsa selâm da onun içerisinde olduğundan bize yüzde otuz yüzde kırk fayda sağlayarak geliyor. İşte bunun gibi bütün esmâ-i ilâhiyeyi düşünelim. Cabbar esmâsından bir zorlanma geliyorsa

178

Page 181: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

181

ona çarpıyor, dozu yavaşlıyor, bize ulaşsa da çok az bir şekilde bizi üzerek geliyor. İşte Cenâb-ı Hakk namaz içerisinde bütün bu hakîkatlerini yerleştirmiş, ama biz onu jimnastik diyoruz. Şudur budur, diyoruz hafife alarak gafletimizle de, yapmamaya çalışıyoruz veya kısa tutmaya çalışıyoruz. Allah salât hakîkatini idrâk edenlerden eylesin İnşallah. Bizleri en güzel şekliyle onları idrâk edenlerden, tatbik edenlerden eylesin.

-------------------

ا م

(97/5) - Selâmun, hiye hattâ matleıl fecr. (97/5) - O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.

-------------------

“Selâmun” bu nasıl bir selâm? Selâmun, “hiye hattâ”, şu zamana kadar. Bu selâmet dilemesi devam ediyor ki, bu selâmet geliyor ki: matlail fecr.(5) Yâni fecr tûlû edinceye kadar, yâni sabah aydınlığı oluşuncaya kadar güneş doğuncaya kadar, bu hâdise bir gece boyunca böylece devam edip gitmektedir. Neden? Sabah olunca bu sahne bitiyor. Burada belirtilen melekler, Cebrailler, selâmlar, selâmetler hepsi bitiyor? Nasıl gecede rüya görüyoruz da uyandığımız zaman o sahne ortada yoktur. İşte gece olan bu hâdise bir bakıma fenafillâh halinde yaşanmış olduğundan, gündüz bakabillâh hükmü ortaya çıktığından, bütün bu tahakkuklar ile zuhûra çıkmış aydınlığa çıkmış oluyoruz. Fecir vaktine kadar bu oluşumlar sürüyor. Gündüz de bu oluşumlar ve hatıraları ile birlikte, gerçek yaşama geçmiş oluyoruz. Ulûhiyet mertebesine geçerek, yâni aydınlık nûra çıkarak bunları birlikte yaşamaya ve yaşatmaya çalışmaya başlıyoruz.

Yukarıda bahsedildiği gibi “selâm” “kendinde olmak”

179

Page 182: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

182

tır, bu ise Ulûhiyyet fecri doğup İlâhiyyat gündüzü beden arzında nurlandığı zaman, kişinin bireysel nefsani kimliği ortadan kalkınca, işte bu kendindeki “selâm” dırki, Ulûhiyet hakikatiyle “kendinde olmaktır,” ve bundan baş-kası da yoktur.

işte kısaca Kadir gecesinin hikâyesi budur. Kim bunları idrâk etmişse Kadir Gecesini ilmi olarakta idrâk etmiş olsa, yâni bilgi olarak da bunları almış olsa, Kadir Gecesini ilmi yönden idrâk etmiş olur. Yâni ilmelyakîn olarak idrâk etmiş olur ki bu da çok yüksek bir oluşumdur, hafife alınmaması lâzımdır.

Kadir gecesinin ne olduğunu işte “ve mâ edrake mâ leyletül kadr.” Sen bildin mi kadir gecesinin ne olduğunu? Şimdi baştan soruyor bildin mi sen kadir gecesinin ne olduğunu. Efendimize tabii ki sen biliyorsun bunları sana geliyor bunlar çünkü yaşıyorsun. Ama bizlere hadi bakalım şimdi ne oldu? Önümüzde yepyeni bir ufuk açıldı. Hadi bakalım bunun hakîkatine ermek için hep birlikte yine çalışmaya başlayalım inşallah.

İşte yine başa geçersek “inna enzelnahu fi leyletil kadir.” Bütün bu hakîkatleri biz indirdik, biz yapıyoruz diyor. Arada başka bir vasıta yok. Bizâtihi ey kulum sen bana o kadar yakınsın ki, bunları biz sana tatbik ettiriyoruz, biz sana izâh ediyoruz. Biz sana bunları meydana çıkartıyoruz, bu gerçekleri ve bunların kıymetini bilin diye de tekrar tekrar ikaz ediliyoruz. Kimin lîsânın dan? Hazreti Rasûlullah'ın lîsânından, zuhur mahâllinden ama hazreti Allah'ın programından kurgusundan.

Kadir gecesi, kadir gündüzü dememiş çünkü bunlar gece içerisinde oluşan hâdiseler. Bunlar ile birlikte olmak değil “matlail fecir” işte. O fecirde, kadir gündüz oluyor. Kadir gecesinin aydınlık gündüzü oluyor. Burada leyl gece demek. Leylâ leylâ, diyorlar ley lâ, lâ-ley tersten lâ ley, lâ ley, lâ ley, diye diye leylâ olmuş. Ne demek lâ-leyl gece

180

Page 183: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

183

yok mânâsınadır, aslında gündüz var gece yoktur. Gündüzün kaybolduğu yerde gece oluşmuş oluyor. Hani diyor ya bir şiirde.

Sordular mecnuna Leylâ'nın saadet hanesin, sîneden bir ah çekti gösterdi viranesin.

Yani, biz iki görünen biriz, o bende gönlümde gizlidir, gizli olması gecedirki, zâten kendisi, “leyl” dir, ben ise onun “fecri” yim, ne zamanki, onun ismi aklıma dilime gelir, o zamanda onun gündüzüyüm, çünkü onu aydınlığa çıkarmışımdır. O zaman ikimizde gündüz olmuş oluruz.

İşte bir kul, içinde özünde bulunan Rabb’ı nın ilâhi hakikatlerini gönül “fecri” ile zuhura getirmeye başladığı zaman beden mülkü arzını, İlâhiyat güneşi aydınlatmaya başladığı zaman, ortada hiçbir şey kalmaz çünkü artık aracıya gerek kalmaz. Bu hakikatlerin oluşması gece, zuhuru ise gündüzdür. Gecenin ismi “kadir, gündüzünün ismi ise, “Kâdir” dir. İşte bu da Hakk’ın zâtından zuhuruna kudretiyle olan “Selâmı” dır.

-------------------

Kasette az yer kaldı, yeni sûreye başlarsak vaktimiz yetmez. Yukarıda bahsettiğimiz “Leylâ ile mecnun”dan kısa bir hikâye ile sohbetimizi bitirelim.

Bir gün Mecnun ormanda çakısıyla, ağaçlara Leylâ, leylâ diye ismini kazıyormuş. Var ya hani yazarlar öyle, birisi de onu seyrediyormuş. Bakmış ki sadece hep Leylâ Leylâ yazıyor. Diyor ki: niye hep Leylâ yazıyorsun? Sen ki ona âşıksın hayatını verdin, sende ismini onun yanına yazsana, âlem sizi böyle tanıyor, diyor. O da demiş ki benim ismimi yazmama gerek yok. Leylâ diyen zâten arkasından Mecnun'u kendisi söylüyor. Çünkü biz öyle birleşmişiz ki ayırmak mümkün değil. Leylâ yı duyan zâten arkasından Mecnun’u kendi söylüyor, Mecnun diye.

İşte böylecede âşıklar lâilâhe illâllah dediklerinde onun

181

Page 184: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

184

arkasıdan da zâten muhammedürrasûlüllah gelmektedir.

Onları birbirinde ayırmak mümkün değildir.

Sabah olunca belirtilen oluşumlar bitiyor çünkü gece olan bu hadise bir bakıma fenâfillâh hükmüyle yaşanmış olduğundan, gündüz bakâbillâh hükmü ortaya çıktığı için gece olan bu oluşumlar ile birlikte aydınlığa, yani Ulûhiyyet mertebesine, gerçek yaşama geçilmiş olunuyor.

Kadir gecesi ile bu hakîkatleri ilmi olarak dahi almış olan kişi bu geceyi ilmel yakîn olarak idrâk etmiş olur ki bu dahi çok yüksek bir oluşumdur.

Ve bu Selâm yani selâmet kendilerinde ebedileşir. Burada, yukarıda da kısaca bahsedildiği gibi, (5-Salât) isimli kitabımızın “Selâm” bölümünü aktaralım:

-------------------

S E L Â M

…………………Düzgün bir şekilde namazını buraya kadar getiren kişinin, namazından çıkması için yapacağı son şey selâm vermektir. “esselâmü aleyküm ve rahmetüllah” diyerek, başını önce sağa sonra tekrar aynı selâmı (“esselâmü aleyküm ve rahmetüllah” diye) söyleyerek sola çevirmek sûretiyle namazının o bölümünü bitirmiş olur. Bunun karşılığında “allahümme en tesselâmu ve min kesselâm tebarekte yazelcelali vel ikram” diyerek cevab gerekir. Eğer yalnız kılınan bir namaz ise, kendi kendine,cemaâtle kılınıyor ise, müezzin, imâm’ın selâmına cevap vererek namazı bitirmiş olur. Şimdi: Kısaca bu selâmları incelemeye çalışalım; bir günlük namazda;

- (21) adet tahiyyatta okunan ikişer selâm (21 x 2 = 42)

- (13) adet ikişer selâm, (13 x 2 = 26)

- (13) adet selâm karşılığı ikişer selâm (13 x 2 = 26)

toplam (42 + 26 + 26 = 94) beş vakit namazın da her biri

182

Page 185: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

185

toplu birer selâm olduğundan neticede (94+5=99) eder. Nasıl bir sistemdir ki her yönü insân’ı hayrete düşürüyor. Baş taraflarda gördüğümüz gibi namaza (99) “esmâ-i ilâhî”nin varlığı ile başlamıştık, sonunda da (99) selâm ile nihâyete erdirmiş oluyoruz.

“Esselâmu aleyküm ve rahmetullah” diye başını sağa çeviren, “Zat” tecellisindeki kişi, o istikamette ne kadar varlık varsa hepsine selâmet dilemiş olur. Sola çevirdiğinde de aynı şeyi o istikamette olanlara dilemiş olur. “İnsân-ı Kâmil”in ihâtası ve rahmeti çok geniştir.

ALLAHÜMME ENTES SELAMU VE MİNKES SELÂM

“Allahümme en tesselâmu ve min kesselâm tebarekte yazelcelali vel ikram” diyen müezzin veya namaz kılan kişi, “ey Allah’ım selâm sensin ve selâmet sendendir, sen bereket yücelik ve ikram sahibisin” demiş olur. Bu ifâdeleri değişik mertebelerden çok iyi değerlen-dirmek lâzım gelir. Ehli indinde gerçekleri bilindiği üzere Hak kendi kendini yücelterek kulunun ağzından cevap vermektedir.

Hak’kın güzel isimlerinden “Esmâ’ül hüsna”dan biri olan “Selâm”, büyük ağırlığı olan bir isimdir ve “insân”ın kaynaklarından biridir. Nasıl ki “Sübbuh” ve “kuddüs” melekler için kullanılırsa, “Azîz” ve “Cabbar” ve “Mütekebbir” de cin ve şeytanlar için kullanılır.

Namazın sonlarında oluşan (99) selâm ismi, başta oluşan (99) “esmâ-i ilâhîye”ye birer selâmet geçidi olurlar. Şöyleki:

Mesela, “Kahhar” esmâsından başına bir zorlonma gelecekse, namazda okuyarak oluşturduğu selâmlardan bir tanesi onun önüne geçer, tamamen selâmete ulaştırır veya en azından şiddetini azaltır. Böylece her bir selâm, her bir esmânın ya karşıtı veya destekleyicisi olur. Yani (99) esmâ’nın biri vâsıtasıyla sana faydalı bir şey de gelecekse onu da arttırır.

183

Page 186: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

186

“Selâm”ın bir başka ifâdesi de; “kendinde olmak”tır, kendinde olan kişi de selâmette olur.

ALLAH’ın c.c. isimlerinden olan selâm, kulunda tecelli ettiğinde o kul birimsel benliğinden uzaklaşmış, Hak varlığı ile gerçek selâmetine ulaşmıştır. İşte o kul görünümündeki “zuhur” her varlığa selâmet ve huzur kaynağı olmuştur. Netice îtibariyle, olgun bir namaz, kulu yüce idrâklere çıkarıp “İrfan” ehli olmasını sağlar.

İşte böylece namazların sonlarında bulunan selâmların sırları meydana çıkmış olmaktadır. Allah’dan c.c. her birerlerimiz için selâm ve selâmetli! neticeler niyaz ederiz……………………..

-------------------

NOT= Selâm esması bizim için de, çok özel bir isimdir. Daha geniş bilgi için, (91-Terzi Baba-7-Biismi has “Selâm” 13-) isimli kitabımıza bakılabilir. T. B.

-------------------

97 - Kadr Sûre-i şerifindeki kısa yolculuğumuz böylece sona ermiş oldu, bundan sonra yolumuza 98 – Beyyine Sûresi ile devam edelim İnşeallah.

-------------------

184

Page 187: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

187

98 – BEYYİNE Sûresi

حیم حمن الر سم هللا الر بBİSMİLLÂHİR RAHMÂNİR RAHÎM

-------------------

Sure adını, birinci ayette geçen ve "açık delil, kesin belge" anlamına gelen "beyyine" kelimesinden almıştır. "Kayyime, Beriyye, İnfıkâk" gibi isimlerle de anılmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber'in bu sureyi "Lem Yekünillezîne keferû" şeklinde andığı da rivayet edilmiştir.1

--------------------------------

8 ayetten oluşan sûre, Medine’de inmiştir.

Mushaftaki sıralamada 98. Nüzul sırasına göre ise 101.

------------------

Âyetleri: Sekizdir.

Fâsılası: هـ harfidir.

----------------

Beyyine Sûresi, mealen.

1- Kitap ehlinden ve müşriklerden (Hakk'ı) tanıma-yanlar, kendilerine açık delil gelinceye kadar inkârlarından ayrılacak değillerdi.

2- (Bu delil), Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir ki tertemiz sayfaları okuyor.

3- O sayfalarda, en doğru hükümler vardır.

4- Kitap ehli, ancak kendilerine apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler.

5- Halbuki onlar, dini sadece Allah'a tahsis ederek,

185

Page 188: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

188

Allah'ı birleyerek, ancak Allah'a ibadet etmekle, namazı kılmakla ve zekâtı vermekle emrolunmuşlardır. İşte dosdoğru din budur.

6- Kâfirler, gerek kitap ehlinden olsun gerek puta tapanlardan olsun muhakkak, cehennem ateşindedirler. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Onlar, halkın en şerlileridir.

7, 8- İnanan ve güzel amel işleyenler de halkın altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat, Rabbine saygı gösterene mahsustur.

-------------------

Sûre-i Şerif’in, kısaca sayı değerlerine bir göz atalım.

-Y) (ي) (Y-10) (ي) (B-2) ( ب ) (Beyine) بینھ

.tir. Toplarsak (He-5) (ه) (Nun-50) (ن) (10(2+10+10+50+-5=77) olmakyadır. (7+7=14) tür.

(98)-Mushaftaki sıralamada.

(101)- ise nüzul sırasına göre.

(8)-Âyetleri: Sekizdir.

Fâsılası: هـ harfidir. (He-5) tir.

Görüldüğü gibi birçok sayı değerlerinden, (14- 98-101-8-5-) sayıları çıkmaktadır. Sizler bunları daha değişik şekillerde de, değerlendirebilirsiniz.

------------------

ب وا ا ا وا ا 186

Page 189: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

189

ا

(98/1) - Lem yekunillezîne keferû min ehlil kitâbi vel muşrikîne munfekkîne hattâ te'tiyehumul beyyineh.

(98/1) - Kitap ehlinden inkâr edenler ile Allah'a ortak koşanlar, kendilerine apaçık delil gelinceye kadar (küfürden) ayrılacak değillerdi.

-------------------

Bilindiği gibi “ehli kitap” Mûsevî ve Hrıstiyanlara denmektedir. Bunların içinden inkâr edenler ile Allah’a ortak koşanlar, kendilerine apaçık delil gelinceye kadar (küfürden) ayrılacak değillerdi.

Görüldüğü gibi üç guruptan bahsedilmektedir. Bunlar, Mûsevîlerin içinde, Allah’ı tenzih ederek yukarılara atanlar, Hrıstiyanların içinde onun kulu olan Îsâ (a.s.) yı ilâh edinenler, Allah'a ortak koşanlar/putperestlerdir.

Ancak bunlar Muhammed (s.a.v.) Efendimizin gelme-sinden evveldi. Hep bir kurtarıcı bekleniyordu. O yüzden bozuk düşünce sahipleri o düşüncelerinde ısrarla devam ediyorlardı.

Diğer taraftanda ehli gaflet hep böyle bir kurtarıcı beklemektedir. Halbuki kurtarıcı içindedir de kendi farkında olmadığından hep dışarıdan gelecek bir kurtarıcı beklemektedir. Bunu da bulamayınca hep gaflet içinde kalmaktadırlar.

-------------------

ة ا ا ل ر

(98/2) - Rasûlun minallâhi yetlû suhufen mutahherah. (98/2) - Bu delil, tertemiz sahifeleri okuyan, Allah tarafından gönderilen bir peygamberdir.

187

Page 190: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

190

-------------------

Nihayet Muhammed (s.a.v.) Efendimizin gelmesiyle, bu delil zuhur etmiş oldu. Muhammed (s.a.v.) Efendimizin gelmesiyle ve kendisine verilen tertemiz sahifeleri, onlara okuyan açık beyanlı bir delil idi.

Bir Hakk yolcusuda, Tevhid ve irfaniyyet ilmini idrak ettikçe, kendini ve Rabb’ını daha yakından tanıdıkça. “Rasûlun minallâhi” “Allah’dan, Allah ile” (Ha-Mîm) oldu-ğunu idrak eder, “suhufen mutahherah.” “tertemiz sahi-feler” İçinde, Hakk’tan başka, beşeriyete ait hiçbir şey bulunmayan yazılar, Kur’ân, ayrıca/gönül sahifelerini okuyan.

-------------------

(98/3) - Fîhâ kutubun Kayyimeh. (98/3) - O sahifelerde dosdoğru hükümler vardır.

-------------------

O tertemiz sahifelerde, hükmü hiçbir zaman geçme-yecek, ve taptaze İlâh-î bilgiler vardır. Âlemin tamamı bir kitap, her bir mevkiide o kitabın açılmış sahifeleridir. İrfan ehli bu kitabı en güzel okuyan okuyuculardır. Ve İnsan bu âlem kitabının en geniş nüshası/bölümü’dür.

-------------------

ء ب ا ا ا و ا ق ا و

ا

(98/4) - Ve mâ teferrakallezîne ûtul kitâbe illâ min ba’di mâ câethumul beyyineh.

(98/4) - Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine o apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler.

188

Page 191: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

191

-------------------

Kendilerine kitap verilenler, ehli kitap, önceleri bunları iyi değerlendiyorlar iken, daha sonraları heva ve hevesle-rine mağlûb olup gerçek İlâh-i hükümlerle, nefsi ve beşeri hükümleri değiştirdiler. Ve böylece tevhidden uzaklaşıp aralarında bir sürü guruplar oluştu. Fikir birliktelikleri bozulunca kendilerine delil geldikten sonra da. Bu yüzden ayrılığa düştüler.

Bu tehlike her zaman vardır, tevhid konularında güzel bir eğitim almamış ve kendini gerçek Hakk yolcusu zanneden, bazı kimselerde, farkında olmadan bu hükmün altına girmektedirler, bu hal içerisinde yaşarlarken kendilerine, bulundukları halin yanlışlığını, gerçek bir delil ile ifade ettikleri zaman onlarda aralarında ayrılığa düşerler.

-------------------

ا وا ا وا ا ا ء و

ا د ة وذ ا ا ة و ا ا و

(98/5) - Ve mâ umirû illâ liyağbudullâhe muhlısîne lehud dîne hunefâe ve yukîmus salâte ve yu'tuz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh.

(98/5) - Hâlbuki onlara, ancak dini Allah'a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O'na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir. -------------------

Halbuki onlar tam tersini işlediler, nefislerinin hüküm-lerini Hakk’ın emirleri gibi gösterdiler ve onları uygulama-ya, ve uygulatmaya başladılar. Böylece onlara bildirilen sırât-ı müstakimden, sırât-ı nefislerine yöneldiler, bunu da Hakk yolu zannettiler. Onlara Allah’a kulluk etmeleri söy-lendi, onlar nefislerinin kulu oldular. Onlara namaz kılma-

189

Page 192: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

192

ları söylendi, bu hükmü yerinden kaldırdılar. Onlara zekât vermeleri söylendi, kitaplarından o hükmü de kaldırdılar.

Böylece kendileri, kendi bâtıl dinlerini kurup onu tatbik ettiler, böylece aslında nefislerine zulmetmiş oldular. Halbu ki, onlara verilen gerçek hükümler, dosdoğru dindi. Onları tatbik ve takib etmiş olsalardı, daha sonra gelen Peygamberin (s.a.v.) in getirdiği hükümler, zâten bunlar idi ve daha ileri dereceleri idi, böylece kendileride bu hakikatin içinde olacaklarından, gerçek ve en kemalli olan sırât-ı müstakim yolcuları, ve Hakk muhabbetlileri olacak-lar idi. Ne büyük bir lütuf kaçırdıklarını bir bilebilselerdi!.

-------------------

ب وا ا ا وا ن ا ر ا

ا او (98/6) - İnnellezîne keferû min ehlil kitâbi vel muşrikîne fî nâri cehenneme hâlidîne fîhâ, ulâike hum şerrul beriyyeh.

(98/6) - Şüphesiz, inkâr eden kitap ehli ile Allah'a ortak koşanlar, içinde ebedî kalmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar yaratıkların en kötüsüdürler. -------------------

Hakkın emrine itaat etmeyen, kendilerini gerçek ehli kitaptan zanneden “keferu/perdelenmiş inkârcılar” ve Hakk’a ortak koşan müşrikler, ebedi kalmak üzere ehli cehennem’dirler. İşte bunlar halkedişleri sebebi ile çok şerefli birer insan olarak halkedikleri halde, kendilerini halkedene karşı son derece isyancı, inkârcı ve namkör olduklarından, halkedilmişlerin en şerlisi ve en kötüleri olmuş oldular.

-------------------

ا و ت ا ا ا ا و ا ن ا ا

190

Page 193: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

193

(98/7) - İnnellezîne âmenû ve amilus sâlihâti ulâike hum hayrul beriyyeh. (98/7) - Şüphesiz, iman edip, salih ameller işleyenler var ya; işte onlar yaratıkların en hayırlısıdırlar. -------------------

Cenâb-ı Hakk türlü hayır sistemleri kurmuş tavsiye etmiştir. Bunların en önde geleni evvelâ, Allah’ın varlık ve birliğine imân etmektir. Bundan sonra da ameli Salih işlemektir ki, birey ve cemiyet olarak türlü çeşitleri vardır, bu özellik ise sadece insana mahsus bir davranıştır. Ameli salihin en güzeli ise, kullarına Rablarını tanıma ve tanıtma yolunda yapılan çalışmalardır. Bu çalışmalarda iki türlüdür, biri gayb da, olan Allah’a “imân” ve ibadet, diğeri ise, hâzır da olan Allah’a “îkan ve ubudet”tir. İşte bunlar varlıkların en hayırlılarıdır.

-------------------

ت ر اؤ ر ا ى ن

ذ ا ور ا ا ر ا

ر

(98/8) - Cezâuhum ınde rabbihim cennâtu adnin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ, radıyallâhu anhum ve radû anh, zâlike limen haşiye rabbeh.

(98/8) - Rableri katında onların mükâfatı, içlerinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur.

-------------------

Gayb da, olan Allah’a fiiller mertebesinden “imân” ve ibadet, edenlerin “ceza/karşılık, mükâfatları” altlarından

191

Page 194: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

194

ırmaklar akan “naim/nimet” cennetleridir. Burada ebedi kalacaklardır.

Hâzır da olan Allah’a irfaniyyet, yakînlik mertebesin den, “îkan ve ubudet” ile ibadet, edenlerin “ceza/karşılık, mükâfatları” ise altlarından İlâh-i tecelli ırmakları akan, (fethulî fî ibâdî vedhulî cennetî-89-29/30-) hükmü ile zat cennetleridir. Ve onlarda bu halde ebedi kalacaklardır.

Nimet cennetlerinde yaşayanlar gene bireysel beşeri benlikleri ile orada gayrı, olarak yaşayacaklar. Zat cennetlerinde olanlar ise, daha dünyada iken, varlıklarının Hakk’ın varlığından başka bir şey olmadığını anladıkların dan kendilerinde bulunan zât-î tecellinin gereği beşeriyet-lerinin de fani olduğundan, kendilerinde bulunan Hakk ile Hakk olarak zat cennetlerinde ebedi kalacaklardır.

İşte her iki cennet ehlindende, Cenâb-ı Hakk bir bölümünden “suretlerinin zuhuru” diğer bölümünden de “zâtının zuhurları” olarak razı olacaktır. İşte bu durumda olan kullar “huşu/haşyet” ehlidir. Bir bölümü nefsî ma’nâ da bütün ihyaçları ebediyen karşılandığı için, büyük bir huzur ve güven içinde ki, huşu halindedirler.

Diğerleri ise kendi varlıklarında, daha dünya da iken buldukları, ancak o yaşama sürecine, burada başladıkları için zât-î bir huşu haşyet içinde olacaklardır. Her mertebede değişik olan huşu hallerinin bu mertebede ki hali, Hakk’ın kulunda Zâti yönden rahmaniyyet tecellisidir.

-------------------

98 – Beyyine Sûre-i şerifindeki kısa yolculuğumuz böylece sona ermiş oldu, bundan sonra yolumuza 99 - Zilzâl Sûresi ile devam edelim İnşeallah.

-------------------

192

Page 195: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

195

99 - ZİLZÂL Sûresi

حمن سم هللا الر حیم ب الرBismillâhir Rahmânir Rahîm

8 ayetten oluşan Zilzâl suresi, Medine’de inmiştir. Ancak üslûp bakımından Mekke' de inen surelere benzer. Zira bu surede, kıyamet günü olacak olan sıkıntı ve dehşet verici haller anlatılır. (E. H. Y.)

-------------------

Sûre-i Şerif’in, kısaca sayı değerlerine bir göz atalım.

(99) Mushaf sıra numarası.

(93) Nüzül sıra numarası.

(112) Alfebetik sırası.

(30) Cüz sırası.

(8) Âyet, sayısı.

(8) Fasıla harfleri.

(350) Genel toplamdır.

Rakkamları tek tek toplarsak.

(9+9+9+3+1+1+2+3+8+8=(53)

-------------------

Fasıla herfleri sekiz’dir. Aşağıdaki gibidir.

) (5 adet He) Hakikat-i İlâhiyye

hüvviyyeti, vahidiyyet mertebesi, (5 hazret mertebesi.) ,Hakikat-i Ehadiyye hüvviyyeti (adet hu 1) (ه

“hüvviyyet-i mutlaka” mahlûksuz, (Ahadiyyet mertebesi.)

193

Page 196: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

196

onlar” Hakikat-i“ (adet hüm 2) (ھم ھم Muhammediyyenin, zâhir Batın varlık-zuhur hüvviyyeti ile, bütün mertebelerde çoğul olarak zuhura çıkmasıdır.

Surenin hakikat-i bu hüvviyyetlere dayanmaktadır. Bunların üzerine ayrı bir kitap yazılabilir ancak yeri olmadığı için sadece ana hatlarıyle bu hakikatlere dikkat çekmiş olalım.

-------------------

Mealen:

1-Yer o yaman sarsıntı ile sarsıldığı, 2- Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığı, 3- Ve insan: “Ona ne oluyor?” dediği zaman. 4,5- O gün yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır. 6- O gün insanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük çıkacaklardır. 7- Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. 8- Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir. -------------------

Zilzal sure-i şerifesinin sohbetine başlarken şöyle bir giriş olmuştu, evvelâ onu hatırlayalım.

Bismillâhir Rahmânir Rahîm

Rabbi zidnî ilma. Elhamdülillahi rabbil âlemîn vessalâtü vesselâmü alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Bu akşam 4/5/2002 Cumartesi akşamı, İzmir'deyiz. Sohbetimize kaldığımız yerden devam ediyor mevzumuz Kûr’ân-ı Kerîm'in sonunda olan namaz sûreleri. Bu akşam (99)uncu Zilzal Sûresi ile başlayalım inşallah.

Bilindiği gibi zâhirde de (99) senesi büyük zelzelelere şahit olduğumuz bir seneydi. (98) ve ondan evvelki

194

Page 197: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

197

senelerde muhtelif sohbetlerde bu hâdiselerden biraz bahsediyorduk. Yine bu sûre ile ilgili olduğu için biraz kısaca özet olarak ona bakalım. Bu herhangi bir şekilde keramet değil, haşa veya bir şeyleri daha evvelden bilmek gibi bir şey değil. Rakkamların verdiği sayıların verdiği işaretleri çözümlemeye çalışmaktır, başka bir şey değildir. (99), yâni (1999) senesinde dostlara arkadaşlara dedim ki dikkatli olalım. Bu senelerde, o senelerde çok büyük oluşumlar olacak demiştim.

(99) senesinde neden diye sorarsan (1999) ikiye böldüğümüz zaman (19)ve (99) sayılarını elde etmekteyiz. (19) bildiğimiz gibi, Kûr’ân-ı Azimüşşanın hakîkati, İnsân-ı Kâmilin de şifre sayısıdır. (99) da bilindiği gibi Esmâül Hüsna’dır. Peki esmâül hüsna daha evvelden yok muydu? daha sonra da olmayacak mı? Tabii vardı ve tabii de olacaktır. Yanlız (99) sayısının, (99) sisteminin bir özelliği vardır. Bindokuzyüzlü yıllardan yukarıya doğru geldiğimiz zaman, atlayarak gidiyoruz Bindokuzyüzotuz, kırk, elli, altmış, yetmiş bakın daha doksandokuz sayısına ulaşılmadı, doksandokuz daha eksik. Ondokuz tamam kemâlde ama, doksandokuz eksik. Doksan, doksanbir, doksaniki, doksanüç, doksandört, doksanbeş, doksanaltı, doksanyedi, doksansekiz, doksan-dokuz. O zaman tamam olmakta.

Doksandokuzda esmâül hüsna tamamlanıyor. Bu şu demektir, Allahu a’lem/aslını Allah bilir. Cenâb-ı Hakk'ın doksandokuz esmâ-i ilâhîyesi hepsi istihkaklarının tamamını talep ediyorlar. Şimdi (1999) senesinde doksanda, doksan tane esmâ-i ilâhîye talepte bulundu, doksanbirde, bir tane daha, doksanikide bir tane daha, doksandokuzda bütün esmâ-i ilâhîye Cenâb-ı Hakk’ın zâtından kendi istihkaklarını yâni görev mahâllerini talep ettiler ve en üst makamdan en üst mertebeden, daha önce bunlar faaliyette değil miydi? Faaliyettelerdi.

Hani nasıl bir mütaahhit bir binayı yapıyorken yüzde

195

Page 198: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

198

yirmibeş istihkak, yüzde on istihkak yapmış olduğu çalışmalarına göre alır, işte bu istihkaklarının tamamını talep ettiler. Yâni daha fazlasını talep ettiler. Hepsi aynı derecede talep ettiler. Meselâ bakanlar kurulunu düşünelim. Misal olarak veriyoruz siyaset olarak işimiz yok. Bakın başbakan bakanlar kurulunu toplandı. Doksandokuz tane bakan atadı. Bu doksandokuz tane bakan da nereye görevlendirilmiş ise, ne iş yapacaklarsa bu görevlerini yapabilmeleri için kendilerine bazı şeylerin tahsisini isteme haklarına sahipler. Aksi halde bu tahsisi vermezse başbakan onlardan bir şey de isteyemez, bunu niye yapmadın bunu, niye yapmadın diye sorma ya da hakkı yoktur.

Ama bu istihkakını verdikten sonra da, sormak ona hak oımaktadır, meselâ diyelimki, tarım bakanlığı, rençberlik yapacaklar ya buğday vermezse tohum vermezse ekipman vermezse ilaç vermezse, kamyonlar, bunlar şunlar, köylüye dağıtacak, dağıtılacak olan gerekli teçhizatı vermezse, değil mi bakın başbakan ona maliye ekipman verecekki, çıkacak oda dağıtacak ve görevini yapacak. İşte bütün esmâ-i ilâhîye kendine ayrılan görevi yapabilmeleri için bu istihkakı (1999) senesinde talep ettiler. Bu iş kemâle erdi, işte (99) senesinde zelzelelerin dünyadaki karışıklıkların esas kaynağı burada yatıyor. Kahhar esmâsı daha evvelce bu kadar faaliyette olmadığı gibi (99) senesinde, kendisine düşen istihkakın tamamını talep etti.

Ya Rabbi madem benim ismim kahhar ise, o zaman bana kahredecek yer vermen lâzım. Eğer vermiyorsan, o zaman kahhar diye bir isim kaldır listenden, olmasın. Yâni böyle bir sorun da olmasın, böyle bir şeyde olmasın. En fazla tam belki yüzde yüz değil ama, o güne kadar kapasitesini daha fazla kullandılar ve hepsi aynı hakkı aynı oranda talep ettiler. Daha evvel meselâ diyelim ki doksanbeşte diğer kalan beş tane daha, kendisine tahsilat

196

Page 199: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

199

açılmayan beş bakanlık beş görevli onu talep edemedi.

Ettiyse de kendisine verilen çekirdek kadar küçük şeylerle idare ettiler ama (99) da hepsi aynı hakka sahip oldu ve Cenâb-ı Hakk onların hepsine ne kadar hak ediyorlarsa hakkını verdi.

Meselâ râhman esmâsı da istihkak istedi tabii ki, kahhar esmâsı olmasa, râhman esmâsı faaliyete geçemez. Bir yerler yıkılacak parçalanacak ki, o da ona merhamet edip yapmaya çalışsın. Düzeltmeye çalışsın. O günler de biliyorsunuz dünyanın hiç bilinmedik yerlerinden ne kadar büyük rızıklar geldi Türkiye’ye. Büyük istihkaklar geldi, yardımlar geldi. Neden? işte bu râhman isminin diğer zamanlardan daha kuvvetli olarak zuhura çıkması neticesidir. Celâl ismi geldi denizin altını üstüne getirdi, ama cemâl ismi ile tekrar arkasını sıvadı (99) senesinde onları tamir etmeye çalıştı. Zilzal süresinin de (99)uncu sûre olması esasında rastgele bir şey değildir.

Yoksa Zilzal Sûresi'ni başka sayıya da koyabilirlerdi daha evvel veya daha sonra. Biz şimdi biraz daha devam edelim hazır buraya gelmişken. İkibin senesinde şimdi (99) da hâdise böyle, esmâ-i ilâhiyenin tamamının istikak talebinde bulunması. Dolayısıyla zıt isimlerin hepsinin birden faaliyete geçmesi ki, bu oluşumun meydana gelmesini sağlıyor. İkibinde bakın (19) da bitti, (99) da bitti, ikibinde ne görüyoruz? İki ana oluşum iki ana direk iki ana harfi, iki ana rakkam görüyoruz. Yâni ikiyi görüyo-ruz işte. Bu dünyada iki gücün oluşacağı hükmünü ortaya getirebilir veya başlayacağı, iki ana hukukun işte Rusya'nın dağılması ile ortadan kalkan blok, ikibin de batının globalleşme hükmü ile karşılanan, islamiyeti hedef gibi alması ile doğu batı ikilemenin başladığı, bir süre sonra bir ikinin, bir başka o hâdisesini de gördük. O kulelerin yıkılması ikibin de başlayan bir süreçtir.

O ikibinbir de olmuştu o değil mi? Kaynağı ikibinonun da bakın iki ana aslının büyük bir, iki varlığın büyük bir iki

197

Page 200: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

200

varlığın gündemde olacağını gösteriyordu ikibin rakkamı. İkibinbir de rakkam nereye ulaştı sayı üç oldu. Üç’de kimin ifâdesi hıristiyanlığın ifâdesi. Dolayısıyla ikibinbir senesinden sonra dünya üzerinde on senelik bir periyod üzerinde hıristiyanlığın ağırlığının hissedileceği açık olarak görülüyordu. İkibinbir senesi îtibariyle ve de işte ne kadar açık günden güne baskı daha da çok oluşuyor ikibinbir, ikibiniki, ikibinüç bunlar birin devamı. İkibindörtte sayı değişiyor İkibinbeşte sayı değişiyor ama ikibinbirin devamı bunlar.

Yâni birli haneler onuncu seneye kadar yâni ikibinona kadar ikibinonbire kadar bu sayıyı bu süreç devam ediyor. Yâni hıristiyanlığın yeryüzünde ağırlığının hissedildiği hissedileceği devreler bu yükselişi aşağı yukarı ikibinyedi, ikibinsekize doğru süreceği zannediliyor. İkibinsekizden sonra bu baskı hafif hafif azalmaya başlar. Kalkmaz da azalmaya başlar. Nasıl bir başlama devri bir ilerleme devri birde gerileme devri başlıyor. İşte bu ikibinbirli devreler yedi sekize doğru, beş, altı, yedi, sekize doğru en yükseğine çıkar. Sonra düşer, sonra düşmeye başlar. İkibinonbirde (2011) bakın sayı, (2+1+1=4) dörttür. Dört ise İslâmın dört mertebesidir.

İşte bu tarih islâmiyetin yeryüzünde güçlenmeye başlayacağı ve daha aktif bir rol almaya başlayacağı. Daha sözü hatırı sayılır bir hale gelmeye başlayacak sayısıdır işte. İkibinoniki, ikibinonüçe geldiğimiz zaman, bunun şiddetinin çok daha fazla artacağını anlayabiliriz. Çünkü Aleyhisselatü Vesselâmın şifre rakkamı zuhura çıkmış oluyor ikibinonüçte. Ondan sonrası Allah Kerîmdir. Tabi bunlar da mutlaka böyle olacak diye birşey yoktur ama muhtemelen bu seyri takip edecektir.

-------------------

Evet Zilzal süresini İnşallah yavaş yavaş okumaya başlayalım.

198

Page 201: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

201

BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM

-------------------

Mealen:

1-Yer o yaman sarsıntı ile sarsıldığı, 2- Yer, içindeki ağırlıkları çıkarıp dışarı attığı, 3- Ve insan: “Ona ne oluyor?” dediği zaman. 4,5- O gün yer, Rabbinin ona vahyetmesiyle haberlerini anlatacaktır. 6- O gün insanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük çıkacaklardır. 7- Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. 8- Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir. -------------------

Diye sekiz âyet, sûre-i şerifte böylece zâhiren ifâde edilmiş oluyor. Bu mânâlar zâhir ifâdesi olduğundan böylece aklımızda ne kaldı?

Şimdi bu âyetin genel ifâdesinden hayâlimizde nasıl bir yaşantı kurgulandı? Evet ne yaptık biz şu anda? Bu ifâdeye göre biraz ilerilere gittik. Mekânı olmayan biraz ilerilere gittik. O anda yeryüzünde, yeryüzünün sarsılacağını, zelzeleler olacağını hayâlimizde bu ifâdelere göre bir kurgu kurguladık. Bu bize neyi gösterdi? Yâni zâhiri olarak ne fayda sağladı? Mümkün olduğu kadar kendimizi düzenleyelim. Düzgün hareket edelim. O günleri daha şimdiden bilelim diye bir oluşum meydana getirdi ve burada kaldı.

Bu kadar daha fazla ileriye gidemiyor. Nasıl ki diğer bütün sûre ve âyetlerin insânın bizzat kendine hitap etmesi olduğu gibi, bu âyetlerde bu sûrenin içerisindeki bu âyetlerde, bizâtihi yine bize hitab etmektedir. Yâni sadece âfakta ki bir hâdiseyi değil enfüsteki bir hâdiseyi de anlatmaktadır. Eğer biz kıyamete ulaşamayacak isek, kıyamet halini göremeyecek isek, bu âyetin bize vereceği hiçbir şey yoktur. Bu âyet kıyamette olacaktır diye zâhiren

199

Page 202: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

202

öyle düşünürsek. Kıyametteki sarsıntıları kargaşaları bildiriyor, ama biz bugün ölmüş olsak. Bu âyetten yararlanmamış olacağız. Bu sûreden istifâde etmemiş olacağız. Ama iş öyle değil. Bildiğiniz gibi yaşayan insâna gelen bu Kûr’ân-ı Kerîm yaşadığı sürece, yaşadığı sürede kendisine yol gösterici olmalıdır. O zaman birey olarak bizim üzerimizde bu âyetlerin tesiratı nedir? Onu araştırmamız kendimizde bulmamız ve yaşayan Kur’an’a ulaşmamız gerekiyor. İşte gerçek Kûr’ân-ı Kerîm okumak budur her âyeti kerîmenin hakikatini kendinde bulabil-mektir. Böylece iki kardeş birbirine ulaşmış olur.

Tekrar başa geçelim.

-------------------

Esteizü Billâh.

İzâ zulziletil ardu zilzâlehâ. (1)

İzâ ne demekti hocam? “vakit” demektir.

Daha gelemedik mi oraya? Cenâb-ı Hakk burada zamanla ilgili bir şey olduğu için evvelâ bize izâ ifadesiyle zamanı hatırlatıyor. Hani Kûr’ânı Kerîm'de Âdem Aleyhisselâmdanda bahsederken “o vakti hatırla ki;” (2/30) Yâni Cenâb-ı Hakk sana bir ufuk açıyor. İzâ o gitti ve gelecek olan o vakti hatırla ki “İzâ zulziletil ardu” yeryüzü sarsıldığı vakit. Nasıl? “Zilzâlehâ” “sarsıldıkça sarsıldığı vakit.” Burada gerçi mazi ifâdesiyle söyleniyor. Dehşetle sarsıldıkça sarsıldığı vakit. Sarsılacağı vakit gelecekte olan bir hâdiseyi anlatıyor. Yeryüzü o zamanı hatırla ki; Ey kulum ben seni şöylece ikaz ediyorum. Bir zaman gelecek ki yeryüzü sarsıldıkça sarsılmaya başlaya-cak, ama maziye atması, sarsıldıkça sarsıldığı, vakit anı da içine alıyor. Geçmiş vakti ve şuan gibi sarsıldıkça sarsıldığı vakit. Yâni senin vücut arzın yâni beden toprağın beden arzın sarsıldıkça sarsıldığı, vakit bu vakit değil. Böyle bir vakit gelecek sana diyor. Bu vakitte dikkatli ol. Peki ne zaman gelecek bu vakit?

200

Page 203: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

203

İşte bu sarsıntı kahhar isminin sende tecelliye başlamasıyla, olacaktır, kahhar isminin herhangi bir şekilde belki o kimse kahhar isminin zikrini etmeyebilir. Ama fiili olarak manen kahhar tecellisi sana geldiğinde şu veya bu şekilde sarsıldıkça. Varlığın vücut mülkün, beden mülkün, sarsıldıkça sarsıldığı vakit. Bu bizlerin ki muhabbet fırtınalarıyla, ilim hareketleriyle, daha evvelce kesin olarak bildiğimiz hükümlerin aslında bir mutlak ifâdesi olmadığı, daha başka ifâdelerinde bulunduğu, anlatıldığı zaman, bu husus anlaşıldığında, bizim idrâkimiz de sarsılmaya başlıyor. Genel yapımız kaymaya başlıyor. Ayaklarımız yerden kaymaya başlıyor. Yerinde duramamaya başlıyor.

Neden? Çünkü daha evvelce muhkem diye kurduğumuz binanın aslında çokta muhkem olmadığı, birçok yerlerde delikleri olduğu, ve bu binanın yeniden yapılmasına gerek olduğunun anlaşıldığı zaman, sarsılmaya başlıyoruz. Bazı şeylerde şüpheye düşüyoruz. Acaba yanlış mı yapıyoruz? Bu kadar zamandır bunu böyle bildiğimiz halde böyle değilmiş. Veya daha ilerisi de varmış diye kıstas ölçülerimiz değişmeye başladığı zaman, bizdeki hem vücut arzı, hem de ilim varlığımız sarsılmaya, silkelenmeye başlıyor.

“izâ zülziletil ardu zilzaleha” senin beden yeryüzün sarsıldıkça sarsılmaya başladığı vakit. “Ve ahrecetil ardu eskaleha.” İşte bu halde senin yeryüzün içindeki ağırlıklarını dışarıya çıkardığı vakit. Hani mahşer kıyamet gününde zelzeleler olduğu vakit. İçinde altınlar madenler bütün nesi varsa, gazlar vesaire hepsi dışarıya çıkacak. O ifâdede ama o gün öyle olacağı, biz bu güne bakıyoruz ve “Ve ahrecetil ardu.” Arz ihraç edecek yâni çıkartacak. “Eskâlehâ” ağırlıklarını dışarıya çıkartacak veya çıkarttığı vakit. Peki bunlar neydi? Yeryüzü ağırlıklarını dışarıya çıkarttığı vakit. İşte belirli bir hükümlerle bizde oluşmuş, bazı kesinleşmiş, kireçleşmiş bilgilerin, veyahut duyuşların duyguların sarsıldığı zaman şüpheye tereddüte düşüldüğü

20!

Page 204: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

204

zaman. Bunların yerine yenilerinin konması gerektiği zaman. Nasıl? Yeni bina yapmak için evvelâ o binayı yıkıyorlar. Yeni bina oluşması için, nasıl büyük sarsıntılar geçiriyor. O kepçeler greyderler geliyor. Mevlânâ Hazret-leri bu babda ne demiş?

“Eğer yenisini yapamayacaksan, eskisini yıkma” kendini eskisinden de mahrum etme. Bırak o sarsılmadan kendi hayatını yaşasın. Ona yeterli olan o binası ile, o beden arzında kendisi rahat yaşasın. Ama orada rahat değil ise bu sarsıntılara, bu yıkılışlara, bu uğraşmalara biraz dayanması gerekecektir.

-------------------

Bu girişten sonra şimdi sure-i şerifin sonsuzluğunda kanat açıp gönül semasında idrakle yükselmeye gayret edelim.

-------------------

حیم حمن الر سم هللا الر بBismillâhir Rahmânir Rahîm

-------------------

زلت األ ذا زل ھاإ زال رض زل (99/1)- İzâ zulziletil ardu zilzâlehâ.

(99/1)- Arz, o şiddetli sarsıntısı ile sarsıldığı zaman.

-------------------

İlgisi olması bakımından bu hususta yapılmış bir sohbetide buraya almayı uygun buldum İnşeallah faydalı olur.

-------------------

Soru: Zilzal suresinde halimiz nedir?

Cevap: Bir bakıma o, hâlin hükmü altında kalmaktır.

200

Page 205: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

205

“İzâ zülziletil ardu zilzâleha”

İşte o zaman dışarıya atıyor.

“ve ahracetil erdu eskaleha”

Celâl tecellisi geldiği zaman arz içindekini dışarıya çıkarabiliyor, yoksa oradaki dağlar muhkem olarak dursa içindekini çıkaramaz. İşte çocuklar da oluşan dağlar, içinde oluşan nefis benlikleri, çevreden aldığı görüşlerle tabii ayrıca kendi iç bünyesinde ama çocuğun farkında olmadan gelişen gelişimleri vardır, şimdi biz onu zavallı, garip, acayip yani muhtaç görüyoruz, halbuki o rol oynuyor bizimle rolünü oynuyor. Onun içerisinde öyle gelişmiş bir idrak program var ki, bu bölümde çocukluk rolünü oynuyor, bir müddet sonra birey rolünü sonra gençlik, orta yaşlılık, yaşlılık rolünü oynayacak müthiş bir oyunculuk, hepsi öyle bütün bebekler öyle gözüküyor. Nasıl bunun bir kaynağı var mı diye düşünürsek, bunun ifadesi bazı çocukların beşik deyken konuşmaları vardır. İsâ (a.s) beşikteyken,

(19/30) - Bebek şöyle konuştu: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. Bana kitabı (İncil’i) verdi ve beni bir peygamber yaptı.”

(3/48) – “Allah ona kitab (okuma ve yazmayı,) hikmeti ve Tevrat ile İncil'i öğretecektir.”

Diye açık olarak söylüyor ama görüntüsü çocuk neden? İçinde kabiliyet, asalet var. İşte o içerisindeki kabiliyet ilk zuhura çıkması tabii bir süreçmiş gibi geliyor aileye sanki bu çocuk çocukluktan büyüyor gibi zâten büyüktür, küçülüyor kendini küçük gösteriyor sonra güya büyüyormuş gibi kendi haline dönüşüyor.

Soru: Günahsız bebeklerin başına gelen sıkıntıların hastalıkların acı çekmelerinin sebebi bizim sınavımız mıdır?

Cevap: Bir bakıma bizim sınavımız, bir bakıma da bizi

203

Page 206: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

206

inandırmak için haline ben de sizin gibiyim, sizin acınız tatlınız olduğu gibi benimde var ben daha konuşamıyorum ama halim bu, gibilerden belirtiyor yani insan cinsin den olduğu anlaşılıyor, insan cinsinden neslinden aynı görüntüleri verdiği için, şimdi bu yeni gelen çocuklar başka türlü görüntüde olsa şüphelenilir insan mı bu melek mi diye;

Soru: Kusursuz olmaması mı gerekiyor? Hastalıktı huysuzluktu vs.

Cevap: Kusurlu olabilir kusurlu da doğabilir ama o da insan seyrinin olağan hadiselerinden biridir. Zâhiren baktığında bir teknolojik harika yani maddi ma’nâ da bakıldığında nasıl kendi kendini her yönden geliştiriyor hücre yapısı büyüyor bir tarafı uzar 1,5 metre bir tarafı kalır kısacık rastgele olmuş olsa nasıl bir ölçü hesap var ki bir oraya verirken bir buraya da veriyor uzarken iki tarafı da o hücreyi hangi milimetrik sahayı veriyor yapıştırıyor akıl şaheseri hepsi birbirleriyle iletişim içinde ve de aklı külle bağlı onlar beynine işte bir bakıma kanser hücresinin oluşması aklı külle irtibatını kesen hücre evvelâ onu bulmak lâzım kanseri çözmek için o hücrenin aklı külle bağlantısını kesen hadise ne, o bulunsa çok kolay bulunur kanser hastalığı iletişimlerini kesen bir hadise var, orda bir üretme kabiliyeti var, o ürüyor sadece ürüyor ama sayısız hesapsız aklı külle bağlantılı bir üreme olmadığı için anarşik üretim oluyor orda ve hasta yapıyor, o şekilde olunca ilgisi kesiliyor başıboş kalıyor ne yapacağını bilmiyor.

_Aslında bütün hücreler çoğalmaya meyilli içinde bir dur sinyali var dur sinyali kaybolursa kontrolsüz çoğalma ya başlıyor.

Aklı külden ayrılıp müstakil faaliyete geçip kontrolsüz üretim yapıyor sokakta ki anarşistler gibi.

Soru: kontrolsüz akıllarda kanserli hücreler gibi mi?

204

Page 207: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

207

Cevap: aynı aklı kül olan anayasaya uymuyor uysa zâten bunların hiçbirisi olmaz işte hep itidal üzere bir hayat gerekiyor, kanser olacak sebepleri ortadan kaldırmak, ama kişi kendini tabii bir seyir ile hayatını sürdürmüş ise, hiçbir eksikliği yok ise, ama gene de kanser olmuş ise, bu kaza i mutlaktır. O zaman ondan neden vücuduna bakmadın diye sorumlu olmaz, ona soru sormazlar ama kişi çok güneşte kalmış, biliyorsa da ne getirecek veya içkiyi sigarayı çok içmiş, kanser de olmuşsa onun sorumlusu kendisidir. ayrıca onun başka sorumluluğu da vardır, kendisi hasta olduktan sonra tedavi süresi varya, sigara ve içkiden kanser olanların mesuliyeti çok fazladır, halka karşı olan mesuliyetleri hepimize karşıdır, çünkü onların bir bakıma bakımları bizim paramızla tedavi ediliyor, bizim verdiğimiz üç beş kuruş vergi, ne yapabiliyorsak o kişiye gidiyor.

Halbuki bu kişi için değil devlete gidip halka dönük hizmet olması için verdiğimiz vergiler, ve gerçekten de ellerinde olmadan hasta olanların tedavisi için biz yardım etmiş oluyoruz vergilerimizle. bir zaman gelir bizde hasta oluruz başkalarının vergileri ile de biz bakılmış oluruz, sosyal yaşamın devamı sağlanır. İşte bir kimse tabii olarak elinde olmadan rahatsız olup hastalanır, işte o tedavi ona helâl olur, ama kendi kusurları tarafından hasta olmuş, birçok ameliyatlar geçirmiş, devlete fatura çıkmış ise, ona helâl olmuyor, çünkü başkalarının hakkını yemiş oluyor, fakirlere olacak yardım, kendi suçundan dolayı o kişiye gitti, sosyal yaşam bunu ayırmadığı için olur bunları çocuklara baştan anlatmak lâzım hasta olduğu zaman başkasının hakkını yemesin diye.

_O zaman mükellefiyetimiz çok artıyor (Ay.. abla)

Evet zarar vermememiz lâzımdır, hem kendimize hem başkasına, efendim ben parasını veriyorum sigarada içerim içkide içerim, ben hür bir insanım parasını da veririm, demek insanı kurtarmıyor. O zaman sat evini

205

Page 208: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

208

tedavini gör, kim kimin hakkını nasıl yiyor, ve burada bir şey oluyor, o kişi kendisi için ödenen bedeli geriye döndüremediği için, Cenâb-ı Hakk diğerlerinin amel defterine sevap yazıyor, o kişiler yani tedavisinden yaralanılan kimselere Cenâb-ı hakk sevap yazıyor, yoksa adaletsizlik olur, ben vergimi devlet için verdim ise, devletin koruması için, bu vergiyi polis asker için silâh alması hastane yapılması için verdim, onun içinde almıyorlar mı zâten? O kendi kendini zehirleyecek benim paramla tedavi olacak, bize ne kendi çoluk çocuğu versin, kendim ettim kendim buldum. Bu husus ayırt edileme-yince Cenâb-ı Hakk o kişileri de mahrum etmiyor, çünkü o her ne kadar nefsi emmare olarak yaşamışsa kendini harap etmişse de Allah ın kuludur. Bir bakıma o zaman Cenâb-ı Hakk o kulların sevabını vermek suretiyle. diyetini ödüyor

Soru: zekâtını kendiliğinden vermeyenler bu şekilde vermiş mi oluyor?

Cevap: Evet bu şekilde vermiş olur ama zekât hükmünü kaldırmaz hiç bilmeyen insan bile vermiş olur Allah ın adaleti var işte burada.

Soru: Kulun dahli olduğu zaman esmanın hükmü ile kulun dahli olmadığı esmanın hükmü nedir? ( Ni..)

Cevap: İnsanların üzerinde insanların bir hasleti hususiyeti olarak Cenâb-ı Hakk ın esmaül hüsnası mevcut, aslında bütün âlemlerde de mevcut, ama insan da faal olarak mevcut yani insanın idrakiyle faal olarak mevcud. Âlemde ise fıtri faal olarak mevcut. İnsanlar birer birey olması dolayısıyla esma-i ilâhiye insanlarda faal olarak mevcuttur, kişinin faaliyeti ile birlikte idrakli ise faal olarak mevcut bir bilinç ile, bu tabii bilenlere göre bilmeyene göre kendi alışmış oldukları hayatları içerisinde hayatlarını sürdürüyorlar, mühim olan irfan ehlinin Cenâb-ı Hakkın istediği insan sistemi görüntüsünü çizmektir.

206

Page 209: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

209

Cenâb-ı Hakkın isimleri bütün âlemde de vardır yalnız orda faal ama fıtri faal, yani faal olduğu yerde esma ilahiye o görüntüde ama, görüntü ne olduğunun farkında değil, gerçi “yusebbihu lehu ma fissemavati vel ard” (59/24) derken her varlık âlemde ne varsa onu tesbih etmektedir, ancak oradaki tesbihi kendi tesbihi ile vardır, tek tür bir tesbih, insan da ise bütün esma-i ilâhiyye faaliyettedir. Oradaki ise fıtri faaliyettedir, tek türlü bir esmanın zuhurudur, aksi halde o varlık olmaz, esmanın kendi aslı olmasa varlık zuhura gelmez.

İşte insan da bu husus bilinçli ve fıtri olarak çeşitlilik olarak (99) isim olduğu bildirilmiş bütün varlıklarda Allah ın isimlerin zuhur mahallinden başka bir şey değildir. İşte bunu en geniş şekilde idrak eden Efendimize (s.a.v.) Cenâb-ı Hakk “cevâmiül kelim” lâfzını takmış, yani bütün kelimelere câmî-toplu, bütün esma-i ilâhiyyeler kendisinde en kemâlli şekilde mevcuttur, ma’nâsında dır. Bu esma-i ilâhiyylerin insan üzerinde kişi farkında olmadan fıtri olarak faaliyeti vardır, duyguları itibari ile beşeri ma’nâda ki küçük aklı ile yapmış olduğu her şey bir ismin zuhuru olarak çıkmaktadır, ancak bir kimse irfaniyet sahasında dolaşıyor ise men-kim’liğini zuhura getirmek istiyorsa! “ben kimim”? Diye düşünüyorsa işte kendi yapısını meydana getiren bu esma-i ilâhiyyenin üzerindeki etkisini birazda olsa bilmesi gerekiyor, ve üzerinde onun zuhurları olduğunu bütün hareketlerinin bir esma tarafından zuhura geldiğini, yani o esmanın hakikati sahası içinde oluştuğunu ancak idrak etmeye başlıyoruz, işte böyle olunca da biz esma ilâhiyyeyi bir bakıma kontrol altına almış oluyoruz.

Diğer şekli ile esma-i ilâhiyye bizi kontrol ediyor. bilmemiz şuurlanmamız aslında onlar bize verilen askerler gibidir, hem de silâhlı asker, Kahhar esmasında her türlü silâh vardır, Rahman esmasında her türlü yiyecek rahmet, Lâtif esmasında her türlü letafet, Hâdi esmasında her türlü hidâyet, Mudil esmasında her türlü delâlet vardır.

207

Page 210: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

210

Kişinin kendi bünyesinde, yavaş yavaş esma-i ilâhiyye tezahür ediyor, karnı acıkıyor acz esması karnı doyuyor, gani esması, zuhura geliyor, ihtiyaçlarını çıkartıyor.

Kabz esması çıkartamıyor sıkıntı geliyor, Bast esması zuhura gelir o sıkıntıyı giderir. Kişinin yaptığı her bir hareket bir esmaya bağlı bir ismin hususiyetinde zuhura çıkar. O isim olmasa her hangi bir hareketi yapamaz zâten bunun gibi bebekte Kelâm esması da mevcuttur, çevre-den duyduğu kelimelerle ve ilk öğrendiği kelimede en sık duyduğu kelimeler olmakta, ne kadar sık bir kelimeyi duyarsa onun aklında gönlünde beyninde yer ediyor ve tekrarlamaya başlıyor,

İşte böylece ondaki kelâm sıfatı, Sem-i sıfatı ile birleşerek lisana dönüşmeye başlıyor, ama onda bu “istidadı ezeli” istidadında var, yok ise zâten olması da mümkün değildir, işte o çocuğun 1 ya da 1,5 yaşında konuşması ne kadar dehşetli bir hadisedir, o çocuğun dilini damağını mahrecini kim nerden eğitiyor, öğretiyor, melâike i kiram dersmi veriyor? Ancak bünyesin de kendisine hakk tarafından aktarılmış olan nefha-i ilâhiyye esma-i ilâhiyyenin hepsi mevcuttur, güzel bir ortamda bu esma ilâhiyye çok dengeli ve güzel olarak ortaya çıkar, aksi halde bir ailede hangi esma ilâhiyye fazla ise çocuk o aile ağırlıklı anlayışa ulaşmış olur. Bir ailede vurucu kırıcı bağırıcı bir anlayış varsa o çocuk Kahhar esması rabbı hükmü altında oluşmuş olur, ama rahmet güzellikler ile bir aile varsa, o çocuk Cemâl isminin rabbı hükmü altında gelişimini sağlıyor ve hayatı da Celâl dağıtmak değil, Cemâl dağıtmak oluyor.

Cemâlden kastım, huzur uyumlu olması şimdi bu çocuğun hiçbir ilmi eğitim almadığını düşünelim, sadece fıtri olarak, aileden gördüğü şekli ile, hele aile dünyaya dönük değerle yaşıyorlar ise, şu ev, şu araba güzel, çarşıda şunlar var gibi, çocuğa aşılanıyorsa tabii bu bilerek yapılan bir şey değildir, ailenin kendi fıtri yaşamı

208

Page 211: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

211

çocuğa kopyalanıyor, böylece dünyevi ağırlıklı bir yaşam içerisinde buluğ çağına ermiş olan bir kimsenin, “esma-i ilâhiyyesi,” “esmâ-i nefsiyye” üzere oluşmuş oluyor, böylece ilâhi olan isimler, beşerileşmiş nefsileşmiş oluyor en mühim yer burasıdır.

Soru: Kişi Celâli bir evde yetişip fıtratı üzere Cemâl sâkin bir yapı üzere olabilirmi?

Cevap: Olabilir. “O ölüden diri çıkarır, diriden ölü çıkarır” (30/19) - olarak söyleniyor ama bunlar ender olan hadiselerdir, fir’avn’un kucağında mûsâ (a.s.) çıkması gibi nemrutun bahçesinde İbrâhim (a.s.) ın çıkması gibi birde kureyş kabilesinden, ebu leheb in çıkması gibi bunlar mümkündür, çünkü böyle istisnai durumlar olmasa o zaman o hüküm kesin olur, yani iyiden iyi kötüden kötü çıkar, bu da hakkın sonsuzluğuna sığmaz. Devreye gerçek bir irfaniyet yolu girerse, bulunabilirse nefsi olan o esma-i ilâhiyyeler birer ikişer, rahmaniyete dönüştürülür, ancak burada bahsedilen iki aileden biri, Celâli diğeri Cemâli yaşam içerisinde, Cemâle daha yakın olan ailelerdeki çocuklar buraya daha çabuk intibak ederler.

Zâten bir hayli yol almışlardır, yani aileden aldıkları terbiye onlara bir hayli yol aldırmıştır, uyumları daha kolay olur. Celâli şekilde hayat sürdürenler biraz daha Hakk’tan uzaklaşırlar, hatta hiç de bulamayabilirler, çünkü Mudil rabbı hasları onları hükmü altına almıştır, nefsi ma’nâ da hükmü altına almış olanların çıkması oldukça zor olur, tabii istisnai olarak Cenâbı Hakk ın rahmeti bir yerde gönülden esecek.

Tekirdağ da seneler evvel böyle bir arkadaşımız vardı, bizden iki yaş kadar büyüktü, bu kişinin yapmadığı yoktu, her türlü dünyalık nefsi yol vardı, hatta o zamanlar “Elizabeth Taylor” diye meşhur bir artist vardı, ona aşıktı ona mektuplar yazar, fötr şapkalar kullanır, o zamanların son modası olan kıyafetler giyer, tam inkar ehli idi.

209

Page 212: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

212

Bir gün nasılsa câmiye Cumaya gitmiş, “aslında babasının iş yeri de câminin tam karşısında idi” hutbede imam kürsüye yumruğunu vura vura söylediklerinden etkilenmiş sanki benim kafama vurdu diye etkilenip dönüş yaptı, eski hâlinden üzerinde hiç biri kalmadı, üzerine beyaz bir gömlek giydi, iki tekerlekli seyyar araba ile muhallebi satmaya başladı, sonra kur’an okumaya başladı câmi de ezanlar okumaya başladı, daha sonra Eyüp sultan camiinde hademe oldu, senelerce Eyüp sultanda ezan okudu, aslında “konuşurken biraz kekeme idi” ancak ezan okurken hiç dili tutulmazdı, bir gün bana sormuştu! “denizin suyu neden tuzludur” Nakşiliğe bağlanmış idi. “Nuh tufanı olduğu için azab suyu da ondan acıdır” demişti. Halbuki deniz suyu bizim için rahmettir, ilim suyudur, o yönüyle meseleyi sınır içinde bağlıyor.

Bir mecmuada okumuştum “deniz suyu tuzludur ama içindeki olan balık tuzsuzdur, ancak tutsuz da yenmez.” işte Allah ın kudreti tuzludan tuzsusu, ölüden diriyi sudan eti çıkarıyor.

Esma-i ilâhiyyeyi nefsi ma’nâ da kullanmaya başlayan kimse bundan çok mes’uldür, çünkü esma-i ilâhiyye yi bize hayatımızı sürdürmek için Cenâb-ı Hakkı bulmak için bir köprü olarak verdi. Esma-i ilâhiyye bizde olmasaydı Cenâb-ı Hakkı bulmak mümkün değildir nereden nasıl bulunacaktı? işte buradaki mesele, bu dünyada nefsileş-miş olan esma-i ilâhiyenin halini, asli hali olan esma-i ilâhiyye ye döndürmektir, işte o zaman kişi Abdullah olmakta, Allah ın gerçek kulu olmaktadır, neden? çünkü esmaül Hüsna onun üstünde-varlığında zuhura çıktığı için, diğer şekliyle esma-i ilâhiyye yi Hakk’tan ayırdığı, kopardığı, nefsanileştirdiği için “abd-i nefs” olmakta ve ondan doğan çocuklara da “veledi nefs” denmektedir.

210

Page 213: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

213

Esmaül hüsnanın hakikatiyle yaşayanların çocuklarına da “veledi kalb” denmekte iseviyet mertebesininde bir bakıma hakikati budur, gerçi bu hakikat daha Âdemiyette başlıyor ve İseviyet mertebesinde fiilen yaşanmış, o mertebeden gösterilmiş oluyor. Fiziki babası olmadan bir varlığın ortaya çıkması ne müthiş bir hadisedir.

Bu hakikat-i iyi değerlendiremeyen batılılar, O na Allah’ın oğlu, Baba oğul aynı birdir deyip ilâhlık-rabb’lık atfettiler. Aslında O zât-i tecellinin zuhuru olduğundan dünya tarihinde ilk defa zât-i ve kuds-i tecelli onun üstün de olduğundan diğer insanlara göre değişik bir konumda idi, Batılılar bu zât-i tecelliyi sadece bir yere tahsis etmiş olduklarından “maddeci putperest panteizimci” oldular.

Muhammediyyet bu hâle, evet Îsâ (a.s.) da Allah’ın kuds-i tecellisi vardır ama! Aslında bütün âlemde de vardır, İrfaniyyet gözü ile “nereye baksan hakkın vechi oradadır” (2/115) o zaman “panteizm” olmuyor “ilâhiyeizm” oluyor. Esmanın hususiyyeti icabı bütün âlemde o yerin gereği olarak zuhur ve tecelli etmektedir.

Esma ihtiyacını insana hissettirir, insan farkına varamaz ve gereği gibi esma’nın hakikatini zuhura çıkaramazsa sorumlu olur, ve ona haksızlık etmiş olur ve insan olma özelliğini de böylece yerine getirememiş olur. (ay…. abla)

İnsan olma özelliği esmaül Hüsna yı hakikatiyle ortaya çıkarmaktır. İşte halife bu kimsedir, kendindeki esmaül hüsnayı faaliyete geçirmek demek, dolayısıyle esmaül Hüsna ya dahi rahmet olması demektir. İşte insan budur. “fesalli li rabbike” “rabb’ın için namaz kıl” (108/2) yapılan her bilinçli hareket o esmaya ait ve esma için olmaktadır, esmanın zuhura çıkmasına biz vesile olduğumuzdan, dolayısıyla ona hayat vermiş olmaktayız, bu durumda o bizden razı oluyor, böylece biz de merzi-razı olunmuşlar dan, oluyoruz aksi halde onu onun istemediği yönde kullandığımızda o bizden razı olmuyor, ve ahrette hakkını

211

Page 214: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

214

talep edecek, kul hakkı dediği bir bakıma işte budur ayrıca hayatımız onlarla devam ediyor ama biz farkında olmuyoruz.

İçimizdeki ihtiyacı meydana getiren saha olmasa biz nereden duyacağız, yani bizde bir esmaya bağlı olarak üşüme halı olmasa, en sonunda donar kalırız, yani üşüme hissini hissetmeyiz. ama vücut üşür sistemi bozulur donar kan dolaşımı durur, işte hissetme kimliktir, hissetme de orda, o esma devreye girer ve bizi uyarır yani örtün, diye dolayısıyla beni koru demek istiyor.

Soru:bunlar sevki tabii mi arının vahyedilmesi gibi mi?

Cevap: Evet sevki tabii ama, bu sevki tabiileri sevki idraki olarak yaşarsak, o zaman halife makamı olur. Sevki tabii farkında’lık değildir fıtridir, idrakî olursa farkındalık olur, bu şekilde karşısından da gelen bir esmayı idrak ettiğinde davranışı ona göre olur, sadece kendi bünyemizde değil, başka kimliklerle de münasebetlerimiz var, çünkü onlarda da esmalar var, ama o onu biliyor yada bilmiyor, nefsi ma’nâ da kullanıyor, ama biz idrakimizle o esma-i ilâhiyye yi ilâhi ma’nâ da kullanırsak onun aynı esmayı meselâ, kahhar esması bizde de var o nefsi ma’nâ da kullanıyorsa kullansın, bizim onu ilâhi ma’nâ da kullandığımız zaman onu mutlaka durdurur.

Hem de bağrış çağrış olmadan, o ondan üstündür. O esmayı idrak sahibi olan zât-i yönünden kullanır, ise diğeri nefsi yönünden kullanır, nefsi yönünden kullanan, zât-i yönünden kullanana mutlaka boyun eğer baştan o bağırsa çağırsa da, o havadır zâten irfan ehli onu bilir, üstünde durmaz bir müddet sonra onun fırtınası geçer yanlış yaptığını anlar durur, onun kahharı şerir, irfan ehlinin kahharı rahman doludur her bir esma bizde hakikati itibarı ile ortaya çıkmaya başladığında rabbı güçlendirmiş olur dolasıyla rabbımıza yardım etmiş oluruz “fesalli lirabbike” (rabbın için namaz kıl) (108/2) yani onu yücelt idrak et ma’nâsındadır.

212

Page 215: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

215

_idraki Cemâl, nefsani Celâli durdurdu, hâkim oldu.(ay…)

_ Eğer biz esmaya Güçlendirirsek ona güç katıyoruz. (Ni..)

Biz halife olma bakımından üstünüz, çünkü bizde Allah ın zâtı, sıfatları, isimleri, ef’ali var, esma üçüncü sırada esmaya, sıfatlarla daha sonra da zatıyla yardımcı oluyoruz işte biz esma-i ilâhiyeyi ne kadar güzel faaliyete geçirirsek onlara o kadar yardımcı ve onları güçlendirmiş oluyoruz, esma-i ilâhiyeyi ne kadar nefsi ma’nâda kullanırsak, esma-i ilâhiyyeyi kötü ma’nâ da kullanmış oluruz, ona haksızlık etmiş oluruz, istismar etmiş oluruz. Süt kabının içinde olan sütü o kabın içmesine gerek var mı? zâten kendi süt olmuş, ama o kabın içinde süt yoksa dışarıdan onu çekmeye çalışır, o çektiği boru da inceyse uğraşsın dursun çekeceğimde süt alacağım-olacağım diye, bilindiği gibi süt de ilimdir.

“fesallî lirabbike” (rabbın için namaz kıl) (108/2) ne kadar açık, rabbin için, yani kıldığın namaz senin için olmasın, peki benim için olursa ne olur? nefsi olur benim için kıl diyor, ve orada benim için kıl demesi, bir bakıma ibadet ettiği zaman, kul ibadetiyle abd hükmünü taşıyor, yani aslında benim için kulluk makamında ol deniyor, biz “elhamdülillâhi rabbil âlemin” dediğimizde rabbımız için namaz kıldığımızda o kişi kul hükmünden abd hükmüne girmiş oluyor, benim için diyor ya kulda-abd o abdiyetin benim için olsun diyor, yani beni abd hükmüne çıkar abdiyyet hilâfet ma’nâ sınadır velâyet ma’nâsınadır.

_ondan sonra abduhu isra hadisesi (Ni…)

O işte bizimle birlikte esma-i ilâhiyye de çıkıyor, âlemlere rahmet diyor ya, İnsân-ı kâmilin zâhiri ve bâtını âlemlere rahmettir.

_Esma benim için namaz kıl ki abd olayım diyor (Ni…)

213

Page 216: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

216

Yani beni şereflendir ma’nâ sında orada, ama ehli zâhir oradaki rabbı Allah ma’nâsında olarak görür, halbuki burda esma mertebesinde kişi bunu bu şekilde idrak ederek rabbını yücelttiği zaman kendisi yücelir, kendisindeki yücelikle rabbını yücelttiği zaman buradaki yüceltme, biz acziyetimizle aman yarabbi dediğimiz zaman, o bizden yukarıda gibi yüceltilmiş oluyor, o ma’nâ da değil, biz ona yücelik vermiş oluyoruz, yani esma-i ilâhiyeyi biz değerlendirmiş yüceltmiş oluyoruz, yücenin karşısında duruşta onu yüceltmiş kendimizi aczlik değil, bizdeki kemalatla o yücelmiş oluyor, işte bunun için “rabbına namaz kıl demiyor,” rabbın için namaz kıl diyor.

Kur’an-ı kerîm’in birçok yerinde de böyle kula ait namaz kılınız hükmü bulunmaktadır.

(Hâfizû ales salevâti ves salâtil vustâ ve kûmû lillâhi kanitîn.)

(2/238) – “Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah'a gönülden boyun eğerek namaza durun.”

Diye böyle kula namaz teklif ediliyor burada da “fesalli li rabbike venhar” (ve kurb’an kes) kurb’an kesmekten kasıt beşeri bağlantılarını kes nefsi duygularını olumsuz şeylerini veya dünya bağlantılarını kes gibi, şimdi buradaki hitap, kula ait kula edilen bir hitaptır, kul bu makamda ilerledikçe ve kendinde bulunan nefsi, esma-i ilâhiyeye de rahmet oldukça Ahzap suresinde.

(Huvellezî yusallî aleykum ve melâiketuhû liyuhricekum minez zulumâti ilen nûr, ve kâne bil mué'minîne rahîmâ.

(33/43) – “O, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size merhamet eden; melekleri de sizin için bağışlanma dileyendir. Allah, mü'minlere çok merhamet edendir.”

Tefsirlerde hüveden kasıt Allah olduğu söyleniyor aslında huveden kasıt kişinin idrakidir oradaki kesin Allah olarak olsa huveallah diye huve (o)ellezi demez huveallah

214

Page 217: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

217

o ki o kimseki yusalli aleyküm sizin üzerinize sallî eder-namaz kılar, o kimselerin üzerine salli eder- namaz kılar ne müthiş bir hadise, diğerinde “fesallî li rabbike” “rabbın için namaz kıl” derken insanı faaliyete geçiriyor ama “huvellezi yusallî aleyküm” dendiği zaman “sizin üzerinize başka birisi sallî eder-yüceltir, namaz kılar” hale geliyor ne kadar müthiş, yani makamı insaniyeye salat getiriliyor.

Cuma günleri okunan “innallahe ve melâiketehu” (33/56) ve burada ise hedef belirtiliyor ama bâtında, tahtında gizli, evvelâ huvede zâti ifadesi vardır, ama Allaha çok olarak söylenmediğine göre orda başka sahalarda vardır, kişinin idraki ne ise orada o ama en sağlamı olan Allah dır. “huvellezi” o öyle bir Allah ki “yusallî aleyküm” Allah sizin üzerinize salâtu selâm getirir namaz kılar manasında birinde rabbın için namaz kıl bireye yol açıyor, rububiyet yolu gibi, ondan sonra o yükseldiğinde kul namaz kıldığında “fesallî li rabbike venhar inne şanieke hüvel ebter” (108/2-3) bunların hepsi birbirleriyle bağlantılıdır.

İşte o senin nefsin yokmu! ebter olacak o dur sen kevsere dahilsin, ebter olacak beter olacak hüvel ebter o senin nefsindir, yani esma-i ilâhiyyeyi esma-i nefsiyye olarak kullanan ebterdir. yoksa esma-i ilâhiyyeyi ilâhi yönde kullanan ise kevserdir. ‘huvellezi yusalli aleyküm’ sizin üzerinize Allah burada ve melaiketehu meleklerde var Allah ve melekler sizin üzerinize salatu selam getiriler ama işte “fesallî li rabbike venhar” hükmü tatbik edildikten sonra evvela namaz hükmünü kul alıyor bunu yapabildiği kadar hakikati itibariyle yaptıktan sonra namaz kılınan o oluyor, yani daha evvelce seven iken sevilen oluyor, daha evvelce zâkir iken zikrederken mezkur zikredilmiş oluyor burada sayısal bir zikir yok ama hatırlanma olduğu için zikrediliyor insan “huvellezi yusalli aleyküm” sizin üzerinize o zaman kul önde rab arkada olmuş oluyor kul evvel rab ahır oluyor. yine aynı sure içerisinde “inneallahe vel melaiketehu” buradaki özellik

215

Page 218: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

218

risalet makamı olarak belirtiliyor diğerinde insanlık makamı olarak genel insanlık makamı olarak burada da risalet makamı olarak ve bu makamdan da beşere tavsiyede bulunuyor sizde böyle yapın diye, ey îmân edenler sizde böyle yapın sizin üzerinize bir zaman gelecek o şekilde.

Soru: A’yânı sâbite, sabit bir varlığım var, esmaül Hüsna hamdedilmiş yüklenilmiş dünyaya geldik rabbime kavuştum onu aldım miraca çıktım beka billah oldum esmaül Hüsna yine orada sabit varlığım yani şeyliğim hakikatim neye dönüşüyor yani ben neyim? yani ben esmaül hüsnayla geldim, mi’raca çıktım bak bunları sen yapıyorsun dünyada ben sana aracıyım dedim esmaül hüsnanın bütün isteklerini bende yaptım gerçekleştirdim hayatı yaşadık birlikte ilâhisiyle gittim (nereye gittin? T.B)

Öbür dünyaya gittiğimde yani benim adım ne, esma esma kulluğumu da biliyorum, ama vahdet bölgesinde esmaül hüsnanın gölgesiyim (Ni…)

Cevap: Kulluk mertebesinde beşer âleminde hepimizin gaybi ismimiz Muhammed, ma’nâ âleminde ismimiz Allah, gayb âleminde ismimiz Huu’dur.

Bunu idrak etmek ise bir irfaniyyet işidir.

Hani derler ya komşu huu, evde misin oturmaya geliceğim, Rahmiye annem Nusret babama öyle derdi, huu, geldinmi? oda Rahmiye anneme derdi hu kahve hazır mı?

_Babacım hani uçaklar savaşırken en son bombalarını atar ve infilâk eder ya işte orası, (Ni…)

Ne yapayım bunlar akıl bombardımanlarıdır. Savaştan mı soruyorsunuz barıştan mı?

Hz Ali nin (r.a.) dediği gibi “sen kendini küçük bir cisim sanırsın halbuki âlemi ekbersin sen” burada sınırlı bir görüntümüz var ama, bunlar içinde tefekkürî idrak olarak,

216

Page 219: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

219

ahrette sonsuz bunlar geniş olarak yaşanacak, herkesin levm etmesi daha çok olacak çünkü birlikte olduğu insanları görecek ki, dünyadayken aynı evde aynı apartmanda yaşıyordu bir fark yoktu, ama oraya gidildiğinde o fark görüldüğünde o zaman işte şok olacak bunlar kimlermiş diye, nasıl kaçırdık biz bu işi yanımızda dibimizde selâmlaştığımız kimselermiş, herkes hepimiz için geçerli esma-i ilâhiyyeyi nefsi yönden, ama şeriat mertebesi içerisinde rahmani diye Müslüman alır ama beşeriyet içerisinde çıkaranlar cennet ehli olacak nimet cennetinin ehli olacak.

Esma-i ilâhiyyeyi gerçek ma’nâ da idrak edip esma-i ilâhiyyeye döndürüp o şekilde yaşayanların cenneti zat cenneti olacak ki, o nimet cennetinde olan diyecek ki kendinden üstün 10 tane daha fazla köşkü olana bakacak kendine bakacak 3 tane var ama aşağıya bakacak 1 tane var aşağıya bakacak şükredecek, yukarıya bakacak levm edecek ama, yine birey beşer aklı Allah dan ayrı çünkü onlar “selâmün kavlem mir rabbirrahim” Allahları vardır demiyor orda rablarından selâm gelir ne demektir, onların rabbı zâten gökteydi, tenzihte ayrıydı, gene ayrı, hazırda olana selâm gelir mi? Gelmesine gerek yoktur çünkü kendisi burda’dır selâm ayrılık ifadesi ayrılık muhabbeti nin ifadesidir, muhabbeti olmayana selâm verilmez miraç olması yusallî olması zâtına ulaşmak demektir, kul bu âlemde yaşıyorsa cenâb-ı Hakk “inneallahe ve melâikete-hu” (33/56) “Allah ve melekleri onun üzerine nüzul etmiş iniş yapmış” oluyor nazil oluyorlar.

-------------------

NOT= Salât’ın değişik mertebelerden izahları tefsir kitaplarında belirtilmiştir. Zat mertebesinde ise,

“salât, Allah’ın zâtı ile zuhur ettiği mahallinin adıdır.” (T.B.)

-------------------

217

Page 220: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

220

خرجت األ ھاوأ قال ث رض أ (99/2) - Ve ahrecetil ardu eskâlehâ

(99/2) - Ve arz, ağırlıklarını dışarı çıkardığı (zaman).

-------------------

Ve ahrecetil ardu eskâlehâ. (2) Yeryüzü beden arzı, içerisindeki ağırlıklarını çıkarttığı zaman, bu ağırlıklardan evvelâ birinci bölümü içimizde bulunan nefsani ağırlıkların, bu sarsıntılarla izâle edilmesi, dışarıya atılması, ben bunları taşıyormuşum! ama bunların hiçte bir değeri yokmuş diye şuurlanması. Lüzumsuz sakil, sukul ağırlıkların sikletlerin içimizden atılması. İşte bunun bir ifâdeside hani İnşirah sûresinde okuduğumuz gibi, “senin sırtından ağırlıklarını, benlik ağırlıklarını almadık mı?” (94/2) Kaldırmadık mı demesi dışarıdan bizim nefsani ağırlıklarımızın alınmasıdır.

Bu da içeriden nefsani ağırlıklarımızın kaldırılması. Bu nefsani ağırlıklar atıldıktan sonra, onların altında kalmış olan gerçek hakîkatlerimizin yavaş yavaş dışarıya çıkmaya başlamasıdır. Yâni içimizdeki Rububiyyet, Râhmaniyyet, Ulûhiyyet hakîkatlerinin gönlümüzdeki sahada dışarıya çıkmasıdır. İşte bu zelzeleler olmasa, bu ihraçlar olmasa, onların dışarıya çıkması mümkün değildir. Eskiden olduğu gibi, o ağırlıkların altında durması, kendi sakin-gaflet içindeki hayatına devam etmesi, ama neticede bir yere ulaşamadan ahirete intikâl etmesi olmaktadır.

-------------------

ھا نسان ما ل وقال اإل(99/3) - Ve kâlel insânu mâ lehâ.

(99/3) - Ve insân: “Ona ne oluyor?” dediği (zaman).

-------------------

Ve kâlel insânu mâ lehâ. (3) Yâni insân fikri ve bedeni

218

Page 221: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

221

yönden bu sarsıntılı hadiseler karşısında, ne oluyor dediği zaman. Çünkü hakîkaten de öyle olur. Bir sürü şüpheler, bir sürü düşünceler, bir tarafta gelişmeler, bir tarafta kayıp gibi zannedilen eskiden sımsıkı tutulan şeylerin bırakılması gerekliliği. Yeni bir fikirler manzumesi oturuncaya kadar tabii bu hallerin devam edeceği açık olarak âyetle belirtiliyor. İşte bu âyetler bu yaşantıları açık olarak belirtiyor. İşte her kim de böyle hâdiseler olursa bu âyetler-işaretler, bu sûre ile tasdik edilmiş bir yaşam tarzı olmaktadır, ve hiçbir yanlışlık yoktur demek oluyor. Bunlar insânın başına gelecektir.

-------------------

خبارھا ث أ یومئذ تحد(99/4) - Yevme izin tuhaddisu ahbârehâ.

(99/4) - O gün (izin günü), (arz) haberlerini anlatacak.

-------------------

Yevme izin tuhaddisu ahbârehâ.(4) işte o zaman yine o gün beden arzı haberlerini anlatır. O yeryüzü sarsıldıkça sarsıldığı zaman, yeryüzü haberlerini anlatır. Bu ne demek oluyor? Artık o yavaş yavaş şuurlanmaya başlıyor ve bu oluşan hâdiseleri analiz etmeye başlıyor. Ve bunların olmasının gerekliliğini idrâk ederek ne icap ediyorsa onu yerine getirmeye daha fazla gayret ediyor. Çünkü bu sarsıntıların sonunda kendisi de biliyor ki kendisinde daha büyük gelişmeler olmakta. Yeni yeni yatırımlar, yeni yeni oluşumlar meydana gelmekte, yevme izin-işte o gün bunları idrâk ettiği gün, tuhaddisu-anlatır ahbârehâ içinden gelen haberleri kendisine ulaşan bazı yeni özellikleri kendisine anlatır, nasıl?

-------------------

ھا وحى ل ك أ ن رب أ ب219

Page 222: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

222

(99/5) - Bi enne rabbeke evhâlehâ.

(99/5) - Rabbinin ona vahyetmesi ile.

-------------------

Bi enne rabbeke ehvâlehâ. (5) İşte belirli bir temizlemeler neticesinde, Rabbından gelen vahiy ile. Bakın burada vahiy diyor. Vahiyle Rabbından gelen bir vahiy ile. Bu Hazreti Resulüllaha gelen bir hitap olduğu için tabii vahiy kelimesi kullanılıyor. Biz bireyler üzerinde bunu ilham ile dersek daha nazik olur. Gerçi Cenâb-ı Hakk arıya vahyettikten sonra her insâna da vahyediyor. O konu ayrı ama vahyin bir şeyin mutlaka vahiy olması için arıya vahyedilen (16/68) bilgi mahiyetinde bir vahiy, peygamberlik yönüyle olan bir vahiy değildir.

Yâni balını nasıl yapacaksın diye onun ilmini veren ilhamını veren bir vahiydir. İşte peygamberlerden sonra insânlara gelenler de vahiy ismini alsa da! meselâ Mûsa'nın annesinede vahyetti. (20/38) Cenâb-ı Hakk Meryem anaya da nidâ etti. Şunu, şunu, şunu yap diye. Ama bunlar yeni bir hüküm değildi. Kısas teşkil edecek hüküm değildi. Yerin ve zamanın ihtiyacına göre bilgilendirmekti. Onun için peygamberler dışında insânlara gelenleri, ilham olarak değerlendirir isek daha nezaketli olur.

Ancak bu konu çok hassas bir konudur, “İlham” zannedilenin “evham” olması çok yüksek bir ihtimaldir. Bunun ayrılabilinmesi için gerçek bir tevhid-irfan, bilgisinin ölçülerine ihtiyaç vardır.

-------------------

Not= Bu hususta yardımcı bilgi sahibi olunması için (81-nolu hayal vâdisinin çıkmaz sokakları) isimli kitabı-mızın okumanmasında yarar olduğunu düşünüyorum. (terzibaba13.com) adresinden indirilebilir. (T. B.)

-------------------

220

Page 223: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

223

“Bi enne rabbeke ehvâlehâ.” Burada hitap Efendimize olduğu için muhakkak Rabbin sana vahyederek bu bilgileri sana açığa çıkardı. Vahyederek böyle açığa çıkardı. İşte sen böyle yap diye ifade edilmektedir.

O zaman Cenâb-ı Hakk zelzelelerden sonra, yâni belirli oluşumlardan sonra, içimizdeki ağırlıklar dışarıya çıktıktan sonra, demek ki Cenâb-ı Hakk'ın o varlığa o mahâlle olan ilhamı şekillenmeye başlamakta. Evhamdan mutlak ilhama dönüşmeye başlamaktadır. Zelzeleler olduktan yâni belirli bir temizlik olduktan sonra ona gelecek olan râhmani oluşumlar ilhama dönüşmektedir.

Mutlak bilginin üç yönü vardır;

Bunun birincisi peygamberlere gelen vahiyler.

İkincisi Allah'ın muhabbetlilerine gelen irfan ehline gelen ilhamlar.

Üçüncüsü firaset müminlere gelen firaset-seziştir.

Hani diyor ya müminin ferasetinden korkunuz-sakınınız. Çünkü o Allah'ın nazarıyla bakmaktadır. İşte bu vahiy, ilham feraset bunun dışındaki bilgilerin hepsi vehim, evham karışıklığıdır. Ve nefsin menfaatine göre düzenlenmiş saf bilgiler değil karışıktır. Yâni tabi onların da bazı içerisinde işe yarar bilgiler vardır. Ama aslı vehme evhama dayanır. İşte nasıl “bi enne rabbeke evhâlehâ” rabbinin ona vahiy etmesi ile bunları ortaya getirir. Yâni bu idrâke ulaştırır.

Yukarıda görülen oluşumlardan sonra, “Yevme izin yasdurun nâsu eştâten li yurev a’mâlehum.” O gün insânlar çok karışık halde olacaklar, olacağız yâni, yâni mahşer günü kıyamet günü zâhirde ama hakîkatte de yine insânlar karışık vaziyettedir. “Yevme izin yasdurunnâsu” çıkarırlar sadırındaki. Ne kadar dağınık olarak kendi içlerinde olan ortaya çıkartılır. Niçin? Görmeleri için

221

Page 224: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

224

görmeleri gösterilmesi için amellerini görmeleri için, içlerindeki herşey dağınık olan. İçlerindeki herşey dağınık insânların ortaya çıkartılır ki görmeleri bilmeleri için. İşte bu ne demek oluyor?

Her âyetin bölümü ile, sûrenin bölümü ile, âyetler bölümünün yavaş, yavaş, yavaş, yavaş ilerlemeyi gösteriyor. Evvelâ zelzelelerle sarsılıyor. Sonra içindekini dışarı atıyor. Ağırlıklarını ve bu arada acaba ne oluyor diye tereddütler içerisinde bulunuyor ve o gün haberler geliyor kendisine yapılan bu işler doğrudur yerli yerincedir diye nasıl geliyor? Rabbının vahyi ile, ilhamıyla geliyor. Şimdi bu zelzeleler içerisinde olan kimselerin tabii ulaşması gereken bir hal. Ama herkes buna ulaşamıyor.

İşte ulaşamayanlar da bu halde karmakarışık bir hal içerisinde bekliyorlar ki, o belirtilen şeyler ortaya çıksın da ve “a’mâlehum” amellerini görsünler diye. Acaba biz ne yaptık? Nasıl işledik dünyada iken? Neler yaptık karşımıza? Onlar çıkacak. Çıksın diye. Neden? Çünkü yaptıkları işten tereddütler. Mutlaka bir olgunlukları yok, mutmainlikleri yok. Acaba günahkâr mıyım? Sevap çıkar mıyız? Gibilerden beklemekteler işte. Bunun karşılığında şimdi buradaki oluşumları anlattıktan sonra Fe men kim ki ya’mel amel ediyor. Miskâle ağırlığında zerretin, zerre ağırlığında amel etmiştir. Hayran, hayırlı amel işlemiştir. Yereh onu görecekler.

-----------------

ی شتاتا ل اس أ ھم یومئذ یصدر الن عمال روا أ (99/6) - Yevme izin yasdurun nâsu eştâten li yurev a’mâlehum.

(99/6) - İzin günü insânlar, amellerinin kendilerine göste-rilmesi için dağınık olarak ortaya çıkacak.

-------------------

Yevme izin yasdurun nâsu eştâten li yurev

222

Page 225: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

225

a’mâlehum. (6)

Mahşer günü zâhiren ve bâtınen kabirden çıkan insânlar çok karışık halde olacaklardır.

Yukarıdan beri gelen gelişime dikkât edersek, evvelâ zelzeleler ile sarsıntılar oluyor, içindeki ağırlıklarını dışarıya atıyor ve o arada “ne oluyor” şeklinde tereddütte bulunuyor ve o an bu haberlerin doğru olduğu şeklinde Rabbinin ilhamı ile kendisine haberler geliyor ancak her kişi bu durumu yaşayarak bu sonuca ulaşamıyor, bu âyeti kerîmede bu hale ulaşamayanların hali anlatılmaktadır.

Bu kimseler karışık haller içerisinde amellerinin kendi-lerine gösterilmesini beklemektedirler. Çünkü yaptıkları iş ve akıbetleri hakkında mutlak emin değiller ve tereddüt-telerdir.

-------------------

ة خیرا یره قال ذر فمن یعمل مث (99/7) - Fe men ya’mel miskâle zerretin hayren yereh.

(99/7) - Artık kim zerre kadar hayır işlerse onu görür.

-------------------

Fe men ya’mel miskâle zerretin hayren yereh. (7)

Kim ki zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Yâni yapılan hiçbir şey kaybolmayacaktır.

Kıyâmet sürecinde bu böyle olduğu gibi, dünyadaki yaşam sürecindede tevhid ehli, yaptığı işlerin hayır mı yoksa şer mi olduğunu açık olarak idrâk etmektedir. Kişinin gönlüne huzur veren, mutmainlik getiren şeyler hayır, sıkıntı veren şeyler de şerr’dir. Diye düşünülebilir.

-------------------

ا یره ة شر قال ذر ومن یعمل مث 223

Page 226: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

226

(99/8) - Ve men ya’mel miskâle zerretin şerren yereh.

(99/8) - Ve kim zerre kadar şerr işlerse onu görür.

-------------------

Fe men ya’mel miskâle zerretin şerren yereh. (8)

Kim ki zerre tanesi kadar şer işlemiştir kötülük işlemiştir o da onu görecektir. Yâni kendisine hayrı da şerri de kim ne yapmışsa gösterilecektir. Bu kıyamette böyle olduğu gibi dünyada da gösterilebiliyor. Zâten kişi kendisi de bunları idrâk edebiliyor. Burada hayır ve şer değil maksat, cehenneme gitme şerri, cennete gelme girme hayrı değil. Bir bakıma onlarda içerisinde olmakla beraber zâten tevhid ehli yolda gidiyorken, yaptığı işin hayır mı şer mi olduğunu açık olarak idrâk etmekte. Gönlüne huzur veren, mutmainlik meydana getiren şeyin hayır olduğu. Sıkıntı veren şeyin şer olduğu geçici zorlama olduğu açıkça belirtilmektedir.

Bu Sûre-i Şerifte böylece kısaca bittikten sonra, bu hususta aklıma iki küçük hikâye geldi onları da anlatıve-relim. Gerçi onlar tefsir ile ilgili değil ama, bu surenin şiddeti hakkında bir bilgi vermekte.

-------------------

Bir yörede, köyde veyahut kasabada birbirine çok yakın bir cami, bir de dergâh varmış. Camide bir imam efendi var molla. Çok güzel Kûr’ân okuyor. Yâni ayın çıkartıyor, felerini, zelerini, pelteklerini düzenini en güzel şekilde. Bir Euzû besmele çektiği zaman ayın çatlatarak en güzel şekilde. Akıcı hali ile onu öyle okuyor. Kûr’ân-ı Kerîm'i de öyle aynı şekilde okuyor. Ama diğer taraftaki Şeyh Efendi ayını çıkaramıyor, hâyı heyi birbirine karıştırıyor hıyı tıyı, sadı datı birbirine karıştırıyor.

Ama İmam Efendi bakıyor ki dergâh dolup taşıyor. Kendisinde üç kişi beş kişi var. Bu iş nasıl oluyor diye için için de kendi kendine soruyor. Belki de üzülüyor, beklide

224

Page 227: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

227

kıskanıyor. Neyse onun kendi halinde ki hali. Ama bunu açık etmiyor, yine şeyh efendi ile dostlğunu sürdürüyor. Nihâyet bir gün, akşam namazından, ya da yatsı namazından sonra, kahveye gitmişler. Yâni istirahat için bir yere gitmişler. Sağlıktan sıhhatten günden gönülden sonra, imam efendi diyor ki efendim size bir şey sormak istiyorum. Kusura bakmayın biz ki, Kûr’ân üzerinde bu kadar seneler eğitim yaptık, eğitim gördük, boğaz talimi yaptık ağız talimi yaptık. Sesli okuduk, sessiz okuduk bu kadar cüz bu kadar hatim ettik, kusura bakmayın yâni merak ettiğim için. Sizinde durumunuz meydanda hurufatınız meydanda. Ama sizde şu kadar cemaat var bizde bu kadar cemaat var. Ben buna hayret ediyorum, bu iş nasıl oluyor. Şeyh efendi de tebessüm ediyor. Ne yapsın? O anda da imam efendi cama doğru oturuyormuş şeyh efendi de kapıya doğru. Cama doğru çıkışa doğru arkasını vermış imam efendi camdan dışarısını görebiliyor.

Şeyh efendi de kahveden içeriye doğru bakıyor otururken öyle oturmuşlar tabii. Bu hususta imam efendi bir şey demiyor. Yâni hikâyede de geçen bir hâdise değil, ama nasıl oturduklarında bilinmesi gerekiyor hikâyeyi iyi anlamak için. Şeyh Efendi, Hoca Efendiye demiş ki gel birer Zilzâl Sûresi okuyalım. Hikâye onun için buraya geldi. Zilzâl sûresini, bir sen oku bir de ben okuyayım. Bakalım Nasıl olacak ben de senin gibi okuyabilecek miyim? Yâni yanlışlarım nerede var bak o zaman sen demiş. Hoca efendi peki demiş Zilzâl sûresini okuyor. tabi orta bir halde, ama ne kadar güzel haları, zıları, ayınları hepsini çıkartıyor, güzel güzel okuyor.

Sadakallahul Aziym diyip bitiriyor. Hadi bir de siz okuyun şimdi diyor. Şeyh Efendi euzüyü çekip başlıyor, “izâ zülziletil ardu zilzaleha ve ahrecetil ardu eskaleha.” İmam efendi o anda dalgın bir hale gelmiş şöyle bir camdan dışarıya bakıyor dağlar tepeler, zangır zangır neredeyse birbirlerine girecek, dağlar aynen zelzele olduğu gibi sar-sılmaya başlıyor.

225

Page 228: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

228

Bunun üzerine Hoca efendi, anladım, anladım tamam dur daha fazla dayanamayacağım diyor. İşte gerçekten böyle olmuşmudur olmamışmıdır bilmiyorum, belki biraz mübalağadır, ama olmuşta olabilir. Buradan çıkarılacak ders, Kur’an okumanın şuurla okumanın irfaniyetle oku-manın muhabbetle okumanın, lîsânen okumaktan ne kadar üstün derecede olduğu açıkça bu hikâyede anlatılan husustur. Diğeri ise benliğiyle okuduğundan sadece lâfzının telâffuzunu yapıyor mânâsından haberi yoktur. Özünden haberi yoktur. Tabî ki bu husus özeldedir bütün İmam fendiler ve şeyh efendiler bu hallere sahiptirler deye bir genelleme de yoktur.

-------------------

O Ümmi Sinan hakkındaki rüyasında olduğu gibi. Ümmi Sinan hazretlerinin dergâhında bir molla varmış. Ümmi Sinan namazı kıldıracak çok iyi okuyamazmış, okuyamazmış. Biraz kaymalar oluyormuş. Ne zaman onu okusa, o molla içinden geçiriyor ah yine hazret Elhamı yuttu şu harfini kaydırdı, kaçırdı gibilerden. Böylece konuşuyormuş, tabii bu zamanla Ümmi Sinan’ın kulağına da gidiyor bir gece yine yatsıyı kılıyorlarmış, yatsıyı kılarken molla efendi yine bizim namaz sakata geldi, ama ne yapalım öyle oldu diye düşünüyormuş.

yatsı namazı kıldıktan sonra herkes kendi köşesine çekiliyor. O molla efendi de gece yattığı zaman uykusunda bir rüya görüyor. Rüyasında bir güzel kalkıyor, yatsı namazını yeniden kılıyor ve yatıyor rüyasında bir saray görmüş, çok güzel bir saray var ama bakıyor dışından sarayın biraz sıvaları dökülmüş. Yalnız güvercinler uçuşuyor, yerden hemen birazcık çamur alıyorlar. Gagalarıyla tık tık tık tık tık tık tık tık yıkılan dökülen yerleri düzeltiveriyorlar. Sonra o sarayın içine giriyor bakıyor ki; o kadar güzel bir titizlikle zinetlenmiş, süslenmiş ki, akıllara zarar yâni dünyada bir eşi yok.

Ve ertesi sabah uyanınca bu nedir diye merak ediyor.

226

Page 229: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

229

Tabi zuhuratın yorumu için nereye gidecek? Yine Ümmi Sinan'ın önüne oturuyor efendim müsaadenizle, akşam böyle böyle bir rüya gördüm nedir bu anlayamadım diyor. İşte o zaman Ümmi Sinan, sen bizim Elhamdları beğenmezsin değil mi diyor? Okurken dışına bakarsın ayınıda sadına beğenmezsin. O demek değil tabi yerinde kullanılacak. Zâhiri de en güzel şekilde, bâtını da en güzel şekilde olacak. Ama burada tercih gerekirse bâtının daha güzel şekilde olması ön plâna çıkmakta. Yapılamıyorsa yâni. Zamanı olmamıştır, eğitimini alamamıştır diye hiç okumasın mı? yâni Kûr’ân-ı Azimüşşanı? Değil öyle. Ama zâhirini düzgün okuyup da bâtınını ihmal etmesi o daha zor bir hâdise, olmaması gereken bir hâdisedir. Hem zâhir hem bâtın ikisi olursa çok daha güzeldir, ama zâhiri eksik, biraz eksik olursa bâtını tamam olursa daha güzel bâtını tamam olması onu ahirette ulaştırıyor. Zâhirinin tamam olması dünyada bıraktırıyor. Ancak şöhret oluyor güzel okudu diyor diye. Mükâfatını burada alıyor ahirete fazla bir şey kalmıyor. İşte o gördüğün Kûr’ân'dır gönül sarayıdır. Dışında gördüğün o sıva döküntüleri benim eksik diye okuduğum senin tarif ettiğin yerlerdir diyor. Ama melâike-i kiram gelir onu tamamlar diyor. Neden? Çünkü iyi niyetiyle okuyor orada bir kasıt yok, benlik de yok. Hiçbir şey yok ama mânâsı ile birlikte okunduğu için mânâsının güzelliği, onun ma’nâ sarayının güzelliğini ortaya getirmektedir. Diye zuhuratı yorumlamıştır.

Not= Çok eskiden okuduğum bu hikâyelerin kaynak-larını hatırlayamıyorum, ancak birer ibret sahneleri olduğundan, ilgisi dolayısıyla sohbete ilâve etmeyi uygun gördüm, İnşeallah faydalı ve ibretli olur. (T. B.)

-------------------

99 - Zilzâl Sûre-i şerifindeki kısa yolculuğumuz böylece sona ermiş oldu, bundan sonra yolumuza 100 - Âdiyât Sûresi ile devam edelim İnşeallah.

-------------------

227

Page 230: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

230

100 - ÂDİYÂT Sûresi

حمن بسم هللا حیم الر الرBİSMİLLAHİR RAHMÂNİR RAHîM

-------------------

“Âdiyât” koşan atlar demektir. İlk ayette koşan atlar üzerine yemin edildiği için bu ismi almıştır.

11. ayetten oluşan sure, Mekke’de inmiştir. (E. H. Y.)

-------------------

Sûre-i Şerif’in, kısaca sayı değerlerine bir göz atalım.

(100) Mushaf sıra numarası.

(14) Nüzül sıra numarası.

(2) Alfebetik sırası.

(30) Cüz sırası.

(11) Âyet, sayısı.

(11) Fasıla harfleri.

(168) Genel toplamdır.

Rakkamları tek tek toplarsak.

(1+1+4+2+3+1+1+1+1+1+6+8=(30)

Bu sayı değerlerinin bir çok bağlantıları vardır ancak fazla vaktinizi almamak için sadece genel sayıları vermekle yetinelim.

-------------------

Fâsılası: ا ، د ، ر harfleridir.

Fasıla herfleri onbir’dir. Aşağıdaki gibidir.

228

Page 231: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

231

5 adet “ا” (elif) 3 adet “ د” (dal) 3 adet “ ر” (rı) dır.

5 adet “ا” (elif) “Beş hazret mertebelerini, 3 adet “ د” (dal) yakîn mertebelerinin dedlilini, 3 adet “ ر” (rı) ise,

rububiyyet, rahmâniyyet ve ruhaniyyet hakikatlerini ifade etmektedir diyebiliriz.

-------------------

Mealen:

1- O harıl harıl (savaşa) koşanlara,

2- (Tırnaklarıyla yerden) ateş çıkaranlara,

3- Sabahleyin akın edenlere,

4- Tozu dumana karıştıranlara,

5- Derken bir topluluğun ortasına dalanlara yemin ederim ki,

6- Şüphesiz insan, Rabbine karşı çok nankördür.

7- Ve kendisi de buna şahittir.

8- Gerçekten o dünya malını çok sevdiği için katıdır.

9- Bilmiyor mu ki, kabirlerin içindekiler fırlatılacak.

10- Ve sinelerin içindekiler derlenecek.

11- O gün Rableri onların bütün yaptıklarından haberdardır.

-------------------

عادیات ضبحا وال (100/1)- Vel âdiyâti dabhân.

229

Page 232: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

232

(100/1)- Nefes nefese koşanlara andolsun.

-------------------

Vel âdiyâti dabhân. (1)

Burada o zamanlar en büyük savaş aracı atlardı. İşte bazı savaş hallerini, atların halini anlatmakta. Bu savaş atları şiddetle koşarak. Allah'ın yolunda koştukça koşanlara diye, yâni her birerlerimiz Hakk yolunda giden birer atlılardan başka bir şey değiliz. Kusura bakmayın ben söylemiyorum, âyet böyle diyor. Allah yolunda koştukça koşanlara, bizde Allah yolunda konuşuyorsak-koşuyorsak bizde bu hükmün altındayız. Yani bu oluşumun içindeyiz. Allah yolunda koştukça koşanlara, hemde bakın, soluyarak şiddetle soluyarak, seyirterek koşanlara.

Bu mânâ da bir yuvarlak mânâ veriyor tabii. Kırık mânâya geçildiği zaman kadhân soluma mânâsına geliyor soluyarak şiddetle seyirterek koşanlara. Bu hani beni israil deniyor ya. Ne demek beni İsrâil? İsrailoğulları. Peki isrâil ne demek? Gece yürüyenler demek. İşte bir bakıma bu âyet onlardan da bahsediyor. Soluyarak şiddetle seyirterek koşanlara. Üçüncü âyette sabah sabah akına çıkanlara.

Hani bilindiği gibi Yakup Aleyhisselâmın lakabıydı ya İsir. Hani gece yürüyerek kardeşinin azabından kurtulmak için, hala, teyzesinin veya dayısının yanına gitmişti başka bir şehirde. İki kardeştir onlar biri İys biri Yakub, İshak Aleyhisselamın iki oğlu. Aralarında ihtilâf çıkıyor biri ben büyüğüm biri ben büyüğüm diye. Çünkü adet olduğu vechiyle baba ortadan kalktıktan sonra, baba rahmetli olduktan sonra ailenin büyük çocuğu reis oluyor. Aile reisi oluyor, Onun etrafında toplanılıyor. Tabi bunlar da aile reisi olmak için belki bilmiyorum, kabile reisi olmak için aralarında ihtilâf çıkıyor.

O kadar ileriye götürüyorlar ki bu ihtilafı, Yakup

230

Page 233: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

233

Aleyhisselâm fazla çekişmemek için kendi memleketinden ayrılmak zorunda kalıyor ve geceleri yol alıyor kardeşi görmesin diye. Birbirleri ikiz olduğu için hangisinin önce doğduğu bilinmiyor pek. Hatırda kalmamış ama ikisi de aynı haklara sahipmiş gibi görünüyorlar. Ama ben önce dünyaya geldim iki dakika, üç dakika diye büyüklük iddiasında bulunuyorlar kardeşler. Yakup Aleyhisselâm ben büyüğüm diyor ama fazla çekişmeyi uzatmadan oradan ayrılmaya karar veriyor. Çünkü kardeşi onu öldürecek kadar ileriye gidiyor. Habil Kabil gibi.

Geceleri serin de yürüyor, gündüzleri de gözükmesin diye bir orada bir ağaç altında ya da bir taşın gölgesinde istirahat ediyor. İşte gece yol yürüdüğü için ona İsr deniyor. İsra sûresinde de Efendimiz (s.a.v) için belirtildiği gibi. “Subhânellezî esrâ bi abdihî” “kulunu gecenin bir vakti yürüttü.” (17/1) Onun (Yakup) (a.s.) oniki tane çocuğu oluyor. On iki çocuğundan da birer sülâle meydana geliyor. Yakub Aleyhisselâmın bunlardan gelen oniki sülâleye beni İsrâil, yani Yakub oğulları deniyor. Yakub Aleyhisselâmın İbrâni lugatındaki ma’nası, abdullah ve saffetullah demekmiş. Yâni Allah'ın saf kulu ma’nâsında. Bunu da eklediğimiz zaman, yâ beni İsrâil lâfzının tercümesi, “Ey gece yürüyen saf temiz kullarımın çocukları.” Hadi bakalım şimdi kim oldu bunlar? İşte bizler olduk.

Yani dervişler olduk, gece yürümek demek, miraca çıkar gibi Efendimizin mânâ âleminde zikirlerle, tevhid-lerle, dersleri ile, gece namazları ile, teheccüt namazları ile yol almak. Efendim evin dışına bile çıkmıyoruz, evin içindeyiz nerede yol alacağız. Seccade üstünde? Gönül âleminde yol alacağız mertebeler içerisinde. İnsânın içinde de o kadar uzun yollar var ki. Dışarıda ne kadar yol varsa içerde daha da fazlası vardır. İçerde o yollar katedilmeden dışarıda katedilmeye çalışılıyor. İşte bundan da bahsediyor burada, “Vel âdiyâti dabhân.” “Andolsun ki

231

Page 234: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

234

Allah yolunda koştukça koşanla-ra.” Gönül âleminde zikir ettikçe edenlere. Ve soluyarak Lâ ilâhe illâllah diye yol alanlara.

-------------------

موریات قدحافال (100/2)- Fel mûriyâti kadhân.

(100/2)- Sonra hızla çarparak kıvılcım saçanlara.

-------------------

Fel mûriyâti kadhân. (2) Kıvılcımlar saçanlara. Onu izahında öyle diyorlar, Atların nalları vardır ya taşlara vurdukça kıvılcım çıkartır. işte bu kıvılcım şiddetle hucuma kalkanlarda ancak bu kıvılcım oluyor. Ya da yavaş yürürken de düşme tehlikesi geçirdiğinde. Ama yine de orada sertleşme vardır, yani daha güçlü bir hareket vardır. işte bir kulda Hak muhabbeti ile, aşkla zikri yapıyorken kıvılcımlar çıkartıyor gibi, gönlünden kalbinden muhabbet ateşleri çıkartıyor.

-------------------

مغیرات صبحافال (100/3)- Fel mugîrâti subhân.

(100/3)- Sonra sabah vakti ansızın akına çıkanlara andolsun ki.

-------------------

Fel mugîrâti subhân. (3) Sabah vakti akına çıkanlara demek namazını kılıyor. İşte gece hazırlığını yapıyor. Yani yüzünü ak çıkartıyor. Aka çıkartıyor. O gece dersini yaptıktan sonra gündüze de geçtiği zaman huzurlu olmuş oluyor. Vede böylece bir hayli de yol almış oluyor.

-------------------

232

Page 235: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

235

ھ نقعا ثرن ب فأ(100/4)- Fe eserne bihî nak’en.

(100/4)- Böylece onunla tozu dumana kattılar.

-------------------

Fe eserne bihî nak’ân. (4) İnce ince tozu dumana katanlara deniyor. Tozu dumana katanlara demek, kişinin kendi beden varlığından tozu toprağı dışarıya atması. Tozu dumana katması odur. Tabi hareketli zikir yapıyorsa tozu dumana kattı derler ya.

-------------------

ھ جمعا فوسطن ب(100/5)- Fe vesatne bihî cem’an.

(100/5)- Sonra da onunla topluluğun ortasına daldılar.

-------------------

Fe vesatne bihî cem’ân. (5) Düşman topluluğunun içinede dalanlara. Nasıl, gece ibadetleri yaptı, sabah yola çıktı. işte ateşler çıkarttı ve hayatın içine daldı topluluğun ortasına daldı. Bir karışık işlerin içerisine girdi. Düşman topluluğunun içine dalanlara diyor ama burada düşman kelimesi yok. Burada genel görünüm içinde bu kelimeyi koyması gerekiyor. “Fe vesatne bihî cem’ân” o topluluğun içerisine, ortasına girmesi. Fenâfillâh gecesinden baka billâh gündüzüne çıkarak, nefs ve zulmet askerlerinin arasına kelime-i tevhid kılıçları ile girip ortalığı tozu dumana kattılar.

-------------------

كنود ھ ل نسان لرب ن اإل إ(100/6)- İnnel insâne li rabbihî le kenûd.

233

Page 236: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

236

(100/6)- Muhakkak ki insân, Rabbine gerçekten çok nankördür.

-------------------

İnnel insâne li rabbihî le kenûd. (6) Cenâb-ı Hakk onlara bu kadar güzel özellikler, güzellikler ve kendinden varlık verdiği halde niye ki, bu insân bu kadar inkarcı oluyor. Nankör oluyor.?

-------------------

شھید ى ذلك ل ھ عل ن وإ(100/7)- Ve innehu alâ zâlike le şehîd.

(100/7)- Ve muhakkak ki o, buna elbette şahittir.

-------------------

Ve innehu alâ zâlike le şehîd. (7) Ve İnnehü muhakkak ki o alâ zâlike işte böyle ve şehit, bu olanların hepsine de şahittir. Yâni Cenâb-ı Hakk kendine neler lütfetmiş ise yaplması yapması gereken neler varsa bunların hepsini de bilmektedir. Böyle olduğu halde niye inkâr da ayak direr?

-------------------

شدید خیر ل ھ لحب ال ن وإ(100/8)- Ve innehu li hubbil hayri le şedîd.

(100/8)- Ve muhakkak ki, onun mal sevgisi gerçekten kuvvetlidir.

-------------------

Ve innehu li hubbil hayri le şedîd. (8) Ve bu şiddetle mala da düşkündür. “Ve innehu li hubbu” muhabbet eder “le şedid.” Şiddetle mala muhabbet eder, düşkünlüğü vardır. Bu sebebten malın peşinde koşar, aslın da “mal-mail” “meyledilen” dir bu yüzden insanda mal sevgisi genellikle diğer sevgilerden üstün gelmektedir. Selâhattin

234

Page 237: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

237

Uşşaki Hz. Dediği gibi, “ittika malı elden çıkarmak değil gönülden çıkarmaktır” kişinin mal sahibi olması kötü bir şey değildir, ancak onun kölesi olması istenilen bir şey değildir.

-------------------

بور ق ذا بعثر ما في ال م إ فال یعل أ(100/9)- E fe lâ ya’lemu izâ bu’siramâ fîl kubûr.

(100/9)- Artık kabirlerde olanlar çıkarıldığı zaman, mal sevgisi bilmiyorlar mı ki?

-------------------

E fe lâ ya’lemu izâ bu’sira mâ fîl kubûr. (9) İnsan kabirden dışarıya çıkarılacağını bilmez mi? Yani kendisine mahşerde kıyametten sonra neler olacağı bildirildiği halde. Yâni kabirden tekrar çıkıp diriltileceğini bildiği halde. Niye böyle nankörlük yapar? Bunları bilmez mi? Hiç geleceğini düşünmezmi?

-------------------

دور ل ما في الص وحص(100/10)- Ve hussıle mâ fîs sudûr.

(100/10)- Ve göğüslerde olanlar toplanıp izhar edildiği zaman.

-----------------

Ve hussıle mâ fîs sudûr. (10) Hasıl olur bunlar, gönlünde sadrında ortaya gelir. Yâni gönüllerinde-sadırlarında ilmen ve ahlâkan neleri varsa bunların hepsini bilir. Ve bunlar ortaya çıkartılır.

-------------------

خب ھم یومئذ ل ھم ب ن رب یر إ 235

Page 238: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

238

(100/11)- İnne rabbehum bihim yevme izin le habîr.

(100/11)- Muhakkak ki onların Rabbi, izin günü mutlaka onların herşeyinden haberdar olandır.

-------------------

İnne rabbehum bihim yevme izin le habîr. (11) Muhakkak ki, Rabları onların bu hallerinden her şeyi ile haberdardır. Yâni mahşer günü kim kabrinden dışarıya çıkarılırsa, daha önce yaptığı neleri varsa Rabları bunların hepsinden haberdardır. Zaten başka yerlerde de kendile-rine, amel defterlerinin verilmesiyle “İkra’ kitabeke.” (17/14) “kitabını oku. Bugün sana bu haber olarak yeter” kendilerine denildiği gibi her birerlerimiz bunları mahşerde etmiş olacağız. Oldukça zorlu bir süre olacaktır. Bu günden oraya hazırlanmak en büyük meşguliyetimiz olmalıdır, akl-ı selim bunu yapmaya çalışır çünkü ne yaparsa kendine yapmış ebedi hayatını kurtarmış olur.

-------------------

100 - ÂDİYÂT Sûre-i şerifindeki kısa yolculuğumuz böylece sona ermiş oldu, bundan sonra yolumuza 101 – KÂRİA Sûresi ile devam edelim İnşeallah.

-------------------

236

Page 239: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

239

101 – KÂRİA Sûresi

حیم حمن الر سم هللا الر بBİSMİLLAHİR RAHMÂNİR RAHîM

“Kâria” kelimesi, kapı çalan anlamına gelmektedir. Burada mecazi anlamda kıyametin yakın olduğu ifade edilmektedir.

11 ayetten oluşan Kâria suresi, Mekke’de inmiştir.

Mushaftaki sıralamada 101., nüzul sırasına göre ise 30. suredir. (E. H. Y.)

-------------------

Sûre-i Şerif’in, kısaca sayı değerlerine bir göz atalım.

(101) Mushaf sıra numarası.

(30) Nüzül sıra numarası.

(52) Alfebetik sırası.

(30) Cüz sırası.

(11) Âyet, sayısı.

(11) Fasıla harfleri.

(235) Genel toplamdır.

Rakkamları tek tek toplarsak.

(1+1+3+5+2+3+1+1+1+1+2+3+5=(29)

Bu sayı değerlerinin birçok bağlantıları vardır ancak fazla vaktinizi almamak için sadece genel sayıları vermekle yetinelim.

-------------------

Fâsılası : هـ ، ث ، ش harfleridir .

237

Page 240: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

240

ش ,harfi (1) adet (se) ث ,harfi (9) adet (he) هـ(şın) harfide (1) adet mevcuttur.

(9) adet he, beş hazret, dört makam, mertebelerinin temsilcisidr. Ayrıca (9) Mûseviyyet “tenzih” mertebesini ifade etmektedir. Bu Bu sure-i şerifin, daha ziyade tenzihi yönde idrak edilmesinin gereğini belirtmektedir.

Peltek (se) ise bu mertebelerin batın sessiz idraklerinin olması lüzumunu ifade etmektedir.

(Şın) ise diğer taraftan bütün bunların şehid-şahid’lik mertebesinden idrak edilmesinin hatırlatılmasıdır diyebiliriz.

-------------------

Mealen:

1 - 3- Kâria! (Çarpacak kıyamet) Nedir o kâria? Kârianın ne olduğunu sen bilir misin?

4- O gün insanlar yayılmış pervaneler gibi olurlar.

5- Dağlar atılmış renkli yünler gibi olur.

6 , 7- O gün kimin tartıları ağır basarsa o, hoşnut olacağı bir hayat içindedir.

8, 9- Kimin tartıları hafif gelirse, onun anası da (varacağı yer, sığınacağı durağı) hâviye (uçurum)dır.

10- O uçurumun ne olduğunu sen nereden bileceksin?

11- O, kızgın bir ateştir.

------------------- Karia Sûresi birinci âyet o isimle başladığı için o ismi almıştır. “El kâriatu” kapı çalan, gürültü demek, yâni kıyamette kopacak gürültü. Yâni zelzelenin burada gürültüsünden bahsediliyor. Diğer âyetlerde fiilinden bahsediliyordu. Yani fiilin oluşumundan, burada oluşundan

238

Page 241: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

241

meydana gelen gürültüden bahsediliyor. Demek ki o anda yeryüzünde çok büyük gürültüler sarsıntılar olacak. Eğer öyle olmamış olsaydı gürültü lâfzı burada ifâde edilmezdi, buraya konmazdı. -------------------

قارعة ال (101/1) El kâriatu

(101/1) Kâria.

-------------------

Önceki sûrelerde kıyâmetin fiillerinden bahsedilirken burada o oluşumlardan meydana gelecek olan gürültüden bahsedilmektedir.

Bu gürültü “afâki ve enfüsi” olmak üzere iki türlüdür yani “nefsinde ve senin dışındaki âlemde” olacak gürültüdür. Bilindiği gibi gürültü ansızın gelen ve bir sisteme bağlı olmayan ses ve görüntü değişikliğidir.

-------------------

قارعة ما ال (101/2) Mel kâriatu.

(101/2) Kâria nedir?

-------------------

Bizlerde de bireysel olarak daha önce bahsedilen sarsıntılar olduğunda, ama az ama çok bunların gürültüsü olmaktadır.

-------------------

(1) (A, uzun okunur) Ansızın gelen belâ. Kıyâmet.

(2) Belâ ve musibetten hıfz-ı İlâhiye dâir okunan dua ve âyetler.

239

Page 242: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

242

(3) Peygamberimiz'in (s.a.v.) düşman üzerine saldığı asker grubu.

(4) Pek şiddetli rüzgâr. (İnternet bilgisi)

-------------------

قارع “Kâria” “Kaf” kudret kâfıdır, Önündeki “Elif” Ulûhiyet kudretini ifade etmektedir, “Rı” Rahmaniyyet hakikatidir, “Ayn” ise Göz olarak bunların müşahedesini ifade etmektedir.

Takdiri İlâhiyye, insanların hiç ummadıkları bir zamanda ansızın tecellilerini zuhura getirmektedir.

-------------------

قارعة دراك ما ال وما أ(101/3) Ve mâ edrâke mel kâriah.

(101/3) Kâria'nın ne olduğunu sana bildiren nedir?

-------------------

Ve mâ edrâke mel kâriah. (3)

O gürültünün sen ne olduğunu bilir misin? Nasıl bir gürültüdir.? Nasıl zelzele olduğu zaman zeminden hop hop vurarak görültü geliyor. İşte bunun çok daha şiddetlisini düşünelim. O görltüyü sen yaşayabildin mi? İdrak edebildin mi? Gibilerden. İşte bizlerde de bu bireysel zelzeleler olduğu zaman, bu görültüler bizde de vücut mülkümüzde kopuyor. Ama az, ama çok yine kopuyor.

Bu gürültü “afâki ve enfüsi” olmak üzere iki türlüdür yani “nefsinde ve senin dışındaki âlemde” olacak gürültüdür. Hakk ve irfaniyyet yolculuğunda “enfüsi-nefsimizde” olan gürültüleri eğer idrak sahipleri isek duyar anlar ve “derk-idrak” ederiz. Ancak “afâki-dışımızda” bizden sonra olacak olan kıyamet gürltülerini ancak ilmi

240

Page 243: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

243

bilgiler yönünden, dinimizin bizlere bildirdiği şekli ve miktarı kadar bilir, “derk-idrak” ederiz. Çünkü gelecekte olacak olan o hadiselerin azametini, bu günkü kıyas ve bilgilerimizle mutlak ma’nâ da, idrak etmek yaşamadıkça mümkün değildir.

-------------------

مبثوث یو فراش ال اس كال م یكون الن (101/4) Yevme yekûnunnâsu kel ferâşil mebsûs.

(101/4) O gün insânlar dağılmış pervâneler gibi olurlar.

-------------------

Yevme yekûnun nâsu, kel ferâşil mebsûs. (4)

Sen insanları göreceksin, yayılmış pervaneler gibi her tarafa dağılmış olacaklar. Sağa sola atılmış pervaneler gibi göreceksin. Yâni o gürültünün sesinden ve zelzelenin dehşetinden, şiddetinden.

Îmânı olmayan ve türlü batıl inançlar içinde olan kimseler, bu inançlarının hiçbir değerinin olmadığını o korkulu ve gürültülü günlerde açık olarak anladıklarında, nereye yöneleceklrini bilemediklerinden, kendilerine bir güven ve çıkış kapısı aramak için, karasız bir halde damadağınık olacaklardır.

Îmân ehli olanlar ise, îmânlarının gereği olarak, pervanelerin ışığa koştukları gibi îmânlarının gereği olan aşkları ile rablarının canibine varlıklarından dağılmış olarak koşacaklardır.

-------------------

وش منف عھن ال جبال كال وتكون ال (101/5) Ve tekûnul cibâlu kel ıhnil menfûş.

(101/5) Ve dağlar (atılmış rengârenk yünler) gibi olur.

241

Page 244: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

244

-------------------

Ve tekûnul cibâlu kel ıhnil menfûş. (5)

Dağlar da o gün o sarsıntıdan, o gürültüden dökülmüş renkli mum parçaları gibi, kabuklar gibi atılacak. Hani eskiden “hallaçlar” vardı ya, onlar pamuğu atarlardı, “hallaç pamuğu gibi” sözü darb-ı meseldir. işte. O koca koca görmüş olduğunuz dağlar, taşlar, topraklar ağır element olarak bildiğimiz şeyler top gibi olacak böyle sağa sola atılacaklar. Bir başka âyette daha diyor ya. “Bir de o dağları görür câmid/mâden sanırsın, halbuki onlar bulut geçer gibi geçer.” (27/88) Buradan da anlaşıldığı gibi, dağların bütün bir parça olmadığı atomlardan meydana geldiği, bulut gibi yoğunlaşmış bir varlık olduğu ve o gün aslının ortaya çıkacağını böylece dökülüp gideceğini öğrenmiş olmaktayız.

Hadiseye enfüsi yönden baktığımızda, nefs dağımızın içinde bulunan nefsin bütün renklerinin ortaya çıkacağını ve bunlar ortalığa savrulup bundan sonra bir hükümlerinin kalmayacağının ifadesi olduğu anlaşılmaktadır.

Yünden kasıt, nefsi levvâme olduğundan o gün, daha evvelden isyan içinde olan nefsler, kendilerini daha ahrete gitmezden evvel levm-pişmanlık, ederek o süreye kadar yaptıklarından kendileri müthiş bir şekilde pişmanlıklarını açık olarak ortaya getirecekler, ve bu halden kutulmak için, bir o tarafa bir bu tarafa savrulup kurtuluş arayacaklardır.

-------------------

لت موازینھ ا من ثق م فأ(101/6) Fe emmâ men sekulet mevâzînuhu.

(101/6) Fakat, artık kimin tartıları ağır gelirse.

-------------------

Fe emmâ men sekulet mevâzînuhu, (6)

242

Page 245: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

245

Amma tartıları ağır gelenler. Yâni, teklifat-ı İlâhiyye yi ve tavsiyyeyi Muhammediyye yi yerine getirerk sırat-ı müstakim üzere hayatlarını sürdürenlerin terazileri ağır basanlar.

-------------------

اضیة فھو في عیشة ر (101/7) Fe huve fî îşetin râdiyeh.

(101/7) İşte o, râzı olduğu bir yaşayış içindedir.

-------------------

Fe huve fî îşetin râdiyeh.(7)

Radiye makamını idrak etmiş kimseler kendi mertebe-lerine göre gerek İrfan ehli zat cennetlerinde, gerek ef’al ehli nimet cennetlerinde, “razı” olduğu bir yaşam içindedir

-------------------

ا من خفت موازینھ م وأ(101/8) Ve emmâ men haffet mevâzînuhu.

(101/8) Ve amma, kimin tartıları hafif gelirse.

-------------------

Ve emmâ men haffet mevâzînuhu (8)

Ama tartıları hafif gelenler. Yâni günahları ağır, sevapları hafif gelenler.

-------------------

ھ ھاویة م فأ(101/9) Fe ummuhu hâviyeh.

(101/9) Artık onun anası (onu saracak olan), haviyedir (cehennem ateşidir).

-------------------

243

Page 246: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

246

Fe ummuhu hâviyeh (9)

Sûre-i Şerifte belirtilen bu ifâdeler ile genel bir kıyâmet sahnesinden sonra cehennemliklerin gideceği yerden bilgiler verilmektedir.

Yani günahlarının ağır geldiği kimselerin gideceği yer anası, varacağı yerde haviyeh. Ateştir yani cehennemdir.

-------------------

دراك ما ھیھ وما أ(101/10) Ve mâ edrâke mâhiyeh.

(101/10) Ve onun (haviyenin) ne olduğunu sana bildiren nedir?

-------------------

Ve mâ edrâke mâhiyeh. (10)

Yani sen onun ne olduğunu idrâk ettin mi? Yâni mahiyenin ne olduğunu mahiyetini idrak ettin mi? Ciddi ma’nâ da bu hususu dikkate aldınmı?

-------------------

نار حامیة (101/11) Nârun hâmiyeh.

(101/11) (O) kızgın, yakıcı bir ateştir.

-------------------

Nârun hâmiyeh. (11)

Bu âyet-i kerîme de. Kızgın ateştir diye genel bir cehennem sahnesi çizilmektedir.

Kişiler yapmış oldukları nefsi emmâre istekli fiillerinin neticesinde üzerlerinde ağırlaşan günah yükleri kendilerini aşağıların aşağılarına indirir ve böylece “haviye” ismi verilen yer onları karşılar ve onun içine girerler. Böylece

244

Page 247: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

247

orası onların anaları-saran kucaklar olur, İşte cehennem-haviye onları ananın çocuğunu sevdiği gibi sever. Ancak bu sevme haviye tarafından istenen bir şey isede, sevilen tarafından dayanılmaz bir ızdıraptır. Haviyenin görevi ve hazzı yakmaktır. Böylece onların üzerşnde “muntakim” imside faaliyete geçmiş olur. Bir tarafın hazzı tadışı, diğer tarafında acıyı tadışıdır, işte bu tadışlar devam edip gider.

Ölümü tadış ne suretle olmuşsa, bir defadır. Bu tadışlar ise istense de ölememek hükmünden meydana gelen devamlılık üzere olan bir yanma ve hüsran tadışıdır.

-------------------

101 – KÂRİA sûre-i şerifindeki kısa yolculuğumuz böylece sona ermiş oldu, bundan sonra yolumuza 102 – TEKÂSUR Sûresi ile devam edelim İnşeallah.

-------------------

Page 248: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

248

102 – TEKÂSUR Sûresi

حیم حمن الر سم هللا الر بBİSMİLLAHİR RAHMÂNİR RAHîM

“Tekâsür” kelimesi, çokluk yarışı ve çoklukla övünmek demektir. İlk ayette geçen bu kelimeden dolayı sure bu ismi almıştır. Cahiliye Arapları, mal, evlât ve akrabalarının çokluğunu bir gurur ve şeref sebebi sayarlar, hatta bu hususta, yaşayanlarla yetinmeyip kabilelerinin üstünlü-ğünü geçmişleriyle de ispat etmek için kabirlere gider, ölmüş akrabalarının çokluğuyla övünürlerdi. Surede onların bu tutumu eleştirilmekte ve gerçek üstünlüğün ahirette ortaya çıkacağı belirtilmektedir. Sure, "Elhâküm" ve "Makbûre" isimleriyle de bilinmektedir.

8 ayetten oluşan sure, Mekke’de inmiştir.

Mushaftaki sıralamada 102., nüzul sırasına göre ise 16. suredir. (E. H. Y.)

-------------------

Sûre-i Şerif’in, kısaca sayı değerlerine bir göz atalım.

(102) Mushaf sıra numarası.

(16) Nüzül sıra numarası.

(102) Alfebetik sırası.

(30) Cüz sırası.

(8) Âyet, sayısı.

(8) Fasıla harfleri.

(266) Genel toplamdır.

Rakkamları tek tek toplarsak.

(1+2+1+6+1+2+3+8+8+2+6+6=(46)

246

Page 249: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

249

Bu sayı değerlerinin birçok bağlantıları vardır ancak fazla vaktinizi almamak için sadece genel sayıları vermekle yetinelim.

-------------------

Fâsılası : م ، ن ، ر harfleridir.

م ,harfi (5) adet (nun) ن ,harfi (2) adet (rı) ر(mim) harfi, (1) adet mevcuttur.

(2) adet (rı) harfi, Rububiyyet ve Rahmâniyyete, (5) adet (nun) harfi, hazret mertebelerindeki nur-u Muhammediyye ye, (1) adet, (mim) harfi, Hakikat-i muhammediyyeye işarettir. Bu sure-i şerifin, kesret hakikatlerine dikkat çektiği görülmektedir.

-------------------

Mealen:

1, 2- Çoklukla övünmek, sizi kabirlere varıncaya kadar oyaladı.

3- Hayır! Yakında bileceksiniz.

4- Yine hayır! Yakında bileceksiniz (hatanızı).

5- Hayır! Eğer kesin bilgi ile bilseniz, (böyle yapmazdınız.)

6- Siz elbette cehennemi göreceksiniz.

7- Sonra, yemin olsun ki, cehennemi yakin gözüyle göreceksiniz.

8- Sonra, yemin olsun ki, o gün (size verilen) her nimetten sorulacaksınız.

-------------------

كاثر ھاكم الت ل أ247

Page 250: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

250

(102-1-) Elhâkumut tekâsuru.

(102-1-) Çoklukla (mal, mülk, evlât ile) övünmeniz sizi oyaladı.

-------------------

Elhâkumut tekâsuru.(1)

Çoklukta hikmet arıyorlar, yâni çokluk ile birbirlerine üstün gelmeye çalışıyorlar. Halbuki hikmet çoklukta değil, mevcudu yerinde kullanmaktadır. Aslında suretin çokluğu bir şey ifade etmez, çünkü mutlak geçicidir, bu ölçü ise sadece kısa bir süre için kıyasidir. Asıl ise az olupta devamlı olandır. Bu da ilâhi hikmetin gereğidir.

Varlığınızda mevcud olan ilâhi hakikatleri ve gerçekleri beşeriyet perdeleri ile perdeleyip, nefsin amellerini ve kesreti-zâhirde görülen çokluğu, gerçek zannedip, tevhid birliğinden haberiniz olmadığı halde, kendi gerçek varlığınızı perdeleyip suretlerle iftihar etmeye diğerlerin den üstün görünmeye kalktınız.

Böylece, “İlim bir nokta idi cahiller çoğalttılar” hükmü ile bütün bahsedilen beşeri kimliklerin aslında bir nokta bile ifade etmeyecek varlıklarını nefisleriniz size gerçek gösterdi ve bu suri çoklukla sevinip mutmain olmaya, üstün görünmeye çalıştınız. Ve bunları hikmet zannettiniz. Oysa bu hal ise gerçekte hikmet değil nikmet-sıkıntıdır. İftihar ettikleri şey aslında kendilerine ızdırab olarak dönücüdür.

-------------------

ر مقاب حتى زرتم ال (102-2-) Hattâ zurtumul mekâbir.

(102-2-) Hatta kabirleri ziyaret ettiniz.

-------------------

Hattâ zurtumul mekâbir. (2)

248

Page 251: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

251

Hatta kabirleri ziyarete gidiyorlar. Sayı arttırmak için o kadar ileriye gidip, ölüleri bile sıraya koyup, sayıya ilâve ediyorlar. Beşeriyet perdelerinden ve nefsi emmârenin galebesinden ellerinde bulunan varlıkları ile yetinmeyip, toz toprak olmuş eski akrabalarının bedenlerinden bile medet umar hale geliyorlar.

Kişinin varlığında bulunan mudil ismi içinde bulunduğu insan denen mahalli, kandırmak için nefsi ma’nâ da ölü olan ve hiçbir hükmü olmayan, geçmiş amelleri bile hatırlama-ziyareti yapıp, geçerli gösterip, sayıya ilâve ettirmeye çalışır. İşte bu hal tam bir yanılmadır, hesap gününde bunların hiçbir hükmü olmadığı anlaşılınca hüsranın büyüğü orada yaşanacaktır.

-------------------

Not= Kabirle ilgisi olması dolayısıyla (66-Risâle-i Gavsiyye şerhi) isimli kitabımızdan Küçük bir bölümü faydalı olur düşüncesi ile ilâve etmeyi uygun buldum. (T. B.)

-------------------

Ve daha buyurdu ki;

− Ey Gavs-ı Â’zâm, zâhidleri nefis yolunda, ârifleri kalp yolunda, vâkıfları rûh yolunda kıldım. Nefsi de hür olanlara mahal kıldım, o yüzden “Hürlerin kalpleri sırlar kabirleridir” demişlerdir.

-------------------

Zâhidlerin nefis yolunda kılınması imtihan edilmeleri veya perdelenmeleri mânâsınadır. Bu nefis, nefsi emmâre ve levvâme hükümlerinde olan zâhidlerdir. Kişi ömrü boyunca zühd ile meşgûl olursa, irfâniyet için kendisine zaman bulamaz. Bu zâhidlik eğer ömür boyu devam ederse, o kişi kendini Hakk’tan ayrı ve nefis sâhibi olarak kabul ediş zannıyla yaşar. Bu haldeki kişinin kendi kendine bu hali aşması mümkün değildir, ona hedef

249

Page 252: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

252

gösterecek biri gereklidir. Bu hal, aşağıda olanlara göre tabî ki iyi bir haldir, ancak bu halin üstünde olanlara göre de tabî ki kayıptır. Eğer kişi bu hal üzerinde belirli bir süre durduktan sonra irfâniyete yönelirse kendisi için çok çok daha faydalı olur.

Her ne kadar burada belirtilen oluşumlar ayrı ayrı olsalarda, hepsi bir bireyin mertebeleridir. Kişide zâhidlik bir mertebedir ki, iş bununla başlar, âriflik bir başka mertebedir, bundan sonra vâkıflık bir başka mertebe, ve hürlük bir başka mertebedir.

Hürlük birinci hedefimiz olmalıdır, yâni bütün dünyevi ve uhrevi şartlanmalardan kurtulmuş bir akla ve gönle sâhip olmaya çalışmalıyız. Çevremizde, içimizde bizi bağlayan ve mi’racımıza mâni olan nelerimiz varsa, bunların hepsinden kurtulmamız gerekmektedir. Düşünce olarak o kadar kuvvetli şartlanmalarımız vardır ki, bunların aşılması demirin, çeliğin kırılmasından daha zordur. O kadar çok kişi vardır ki, kendi şartlanmaları dâhilinde oluşturdukları düşüncelerinden başka bir şeyleri kabul etmezler, ve o düşüncelerine de o kadar sadıktırlar ki, bu düşünceleri batıl olsa dahi, o düşünceyi terkedip, bir başka düşünce yapısını kabul etmezler. Bu nedenle bu tür kişileri, bu zincirlerden kurtularak gerçek hürriyetle-rine bir türlü ulaşamazlar.

Hz.Şems (k.s) bu konuda şöyle buyurmuştur;

“Hür ol, hürler ile ol, hürlük ile yaşa!”

Hz.Mevlânâ (k.s) ise, “Beri gel beri, bu dünyâ zindanında bizim ne işimiz olsun ki, ne suç işledik ki buradayız. Bizim burada bulunmamızın sebebi birkaç mahbusu bu dünyâ zindanından kurtarmak içindir” diyerek bizlere büyük bir yol açmıştır.

Her birerlerimizin bu hükümleri kendisine tatbik etmesi gereklidir ki, her birerlerimiz bu dünyâ zindanında, gerek çevremizin, gerek ailemizin, gerek nefsimizin, gerek

250

Page 253: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

253

duygularımızın hapsi içerisindeyiz. Bizlerin yapması gereken, bütün bunları aşarak fikren hür olmaktır. Bu hürriyete ulaştığımız anda hafiflemiş oluyoruz çünkü tutsak olduğumuz her şey bizi aşağıya çekmektedir, bunlar birer birer kırılıp, üstümüzden atıldıktan sonra ancak yukarıya doğru çıkışımız kolaylaşmış olacaktır.

Hürlük için onun yaşanması gereken bir mahal gereklidir. Bu mahal de kişilerin nefisleridir ki, bu nefis, nefsi emmâre, levvâme değil, sâfiye olan nefistir. Bu nefis ise Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın bizi yâni her bir ferdi, ferd olarak var ettiği ve kimlik verdiği yönümüzdür. Bu nefis “ve nefahtü”nün idrâk ve şuur ile faaliyet sahasıdır. Nefsi emmâre ise, bunları kendisine mâl ederek kendi istikametinde kullanmak istemektedir. Nefsi sâfiye ise bunların Hakk’ın olduğunu idrâk ederek bunları Hakk yolunda ve Hakk ile birlikte kullanır.

Hürlerin kalpleri sırları muhafaza eden yerdir. Bizim maddi bedenimizde bizim kabrimizdir ve rûhumuzu muhafaza edicidir ki bu nedenle, bu beden tamamen sırlarla dolu güvenilir bir kabirdir. Bizler yeter ki o sırların yerlerini bilip çıkarabilelim, ve faaliyet sahasına aktarabilelim.

Kabirden kasıt, bir anlamda kişinin bedeninin rahatla-yarak huzur bulmasıdır. Yâni onlar hem hürdürler, hem huzurludurlar, hem de güven içindedirler. İşte böyle yaşayan beden kabirleri, “Hürlerin kalpleri sırlar kabirleridir” Eğer bulunabilirse bu yaşayan kabirler, aslında onlar ölmeden evvel ziyeret edilmelidir.

Âyet-i kerîme de bahsedilen kabirlerin içinde bulu-nanlar ise, zâten yaşıyor iken de ölü idiler, suret olarak ölmeleri, hiçbir şey değiştirmiyor idi. Yani onlar yaşıyor ilkende yok hükmünde idiler, Yok olan birşeyide sayıya koymak zâten mümkün değildir. Olmayan şeylede üstünlük sağlamak olmayacak şeydir, bu yüzden yapmak istedikleri şey daha baştan yanlıştır. Yanlışla iftihar etmek

251

Page 254: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

254

ise cehlin ve nefsi emmârenin işidir.

-------------------

مون كال سوف تعل(102-3-) Kellâ sevfe ta’lemûne.

(102-3-) Hayır! Siz yakında bileceksiniz.

-------------------

Kellâ sevfe ta’lemûn. (3)

“Kellâ, hayır ta’lemûn yakında bunun ne olduğunu bileceksiniz.” Yâni yaptıkları bu işin ne kadar yersiz olduğunu bilecekler. Hayatlarını boşa geçirip hiçbir özellikleri olmayan ve hayatlarını tamamen boşa geçirmiş kimselerin çokluğu ile övünmenin, hayatlarında kimseye hiçbir faydası olmayan kimselerin, ölülerinden ne fayda gelecektirki. Yapmış olduğunuz, bu anlamsız işlerin ne kadar yanlış olduğunu yakında anlayacaksınız.

-------------------

مون ثم كال سوف تعل (102-4-) Summe kellâ sevfe ta’lemûn.

(102-4-) Sonra, hayır! Siz yakında bileceksiniz

-------------------

Summe kellâ sevfe ta’lemûn. (4)

Yakında bunların boş şey olduğunu anlayacaksınız, Yâni bu nefsi öğrenmelerin gereksiz bir şey olduğunu anlayacaksınız. Eğer bir sefer anlamazsanız “Summe kellâ sevfe ta’lemûn.” Yani bu sene anlamazsanız, sonra gelecek seneye anlayacaksınız. Yâni bu ikazlar geldikten sonra, bir müddet yolunuza böylece devam ettikten sonra, tekrar eski halinize döndüğünüzde, nasılsa bunun nasıl olduğunu gene tekrardan anlayacaksınız.

252

Page 255: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

255

-------------------

یقین م ال مون عل و تعل كال ل (102-5-) Kellâ lev ta’lemûne ilmel yakîn.

(102-5-) Hayır, keşke siz, İlm'el Yakîn (kesin bilgi) ile bilseydiniz.

-------------------

Kellâ lev ta’lemûne ilmel yakîn. (5)

Yine uyanık olun ki bunları ilmel yakîn olarak anlaya-caksınız. Bilindiği gibi İlâhi ilim üç yakîn halinde ifade edilir, bunlar. Bunlar, “ilmel yakîn, aynel yakîn, Hakk’el yakîn” dir.

İlmel yakîn. Hadiseleri tevhid ve irfaniyyet yönüyle bilmek.

Aynel yakîn, Hadiseleri tevhid ve irfaniyyet yönüyle müşahedeli bilmek.

Hakk’el yakîn ise, bütün bunları kişinin kendi varlığında müşahedeli olarak idrakle yaşamasıdır.

Yakîn ilminin başlangıcı “ilmel yakîn” dir, bu ilim ise nakil ve sadece kelâm ilmi olmadığından. Gerçek tevhid ilminin başlangıcıdır. Yani çok ciddi ma’nâ da işin vahametini kavrayıp hadiselere öyle bakıp ibret almaktır.

Halinizi nakli bilgiler ve hayalât ile değerlendirmeyip, en azından gerçek müşahede ilminin başlangıcı olan, ilmelyakîn idraki ile bu hakikatleri yaşayarak bilseniz, sizin için daha güzel olur diye tavsiye edilmektedir.

-------------------

جحیم ترون ال ل(102-6-) Le terevunnel cahîm.

(102-6-) Mutlaka cahîmi (alevli ateşi) göreceksiniz.

253

Page 256: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

256

-------------------

Le terevunnel cahîm.(6)

Bahsedilen cahîm, cehennem ateşi olmakla birlikte, şu an dahi idrak edebileceğimiz şekilde bir pişmanlık cehenne-midir de.

Cehennem yapmış olduğunuz eksikliklerden dolayı size gösterildiği zaman. Burada ki cehennem, ahirette olacak gerçek cehennemle birlikte, pişmanlık cehennemi bunu biz baştan, idrâk edebilirsek,. Keşke bu pişmanlık cehennemini dünyada tatsak da ahiretteki cehennemi tatmasaydık diyeceksiniz.

-------------------

یقین ھا عین ال ترون ثم ل (102-7-) Summe le terevunnehâ aynel yakîn.

(102-7-) Sonra mutlaka onu Ayn'el Yakîn ile (gözünüzle) göreceksiniz.

-------------------

Summe le terevunnehâ aynel yakîn.(7)

Sonra da daha yaklaştırılır, ilmelyakîn olarak bildirilen şeyi aynelyakîn gözünüzle göreceksiniz. işte Kûr’ân-ı Kerîm'de belirtilen ilmel yakîn, aynel yakîn hakîkatleri vardır ve bu âyetlerde sabitleşmiş olmaktadır.

İrfan ehli “yakîn”i “el yakînü hüvel Hakk” yani “yakîn ef’ali ile, sıfatı ile, zatı ile, Hakk’ın ta kendisidir diye ifade etmişlerdir. Bu durumda, iki ilâhi bilgi olan, ledün ilmi ile yakîn ilmi arasında ne fark vardır diye sorulursa, “ledün ilmi” doğrudan Hakk’tan olan bilgidir “yakîn ilmi” ise bireyin çalışarak kazanabileceği bilgidir. Ancak “yakîn ilmi” kazanılmadan “ledün ilmi”nin gelmesi mümkün değildir.

İşte gerçek tasavvuf bu ilimler sahasında faaliyettedir. Diğer taraftan “yakîn ilmi” kendini ve oradan Hakk’ı

254

Page 257: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

257

bilmektir. “Ledün ilmi ise evvelâ Hakk’ı oradan sonra kendi hakiki varlığını “Hakkal yakîn” bilmektir.

-------------------

عیم ن یومئذ عن الن ل تسأ ثم ل(102-8-) Summe le tus’elunne yevmeizin anin naîm.

(102-8-) Sonra izin günü mutlaka ni'metlerden sorgulana-caksınız.

-------------------

Summe le tus’elunne yevmeizin anin naîm. (8) İşte sonra o gün, yâni mahşer günü, kıyamet günü size verilen bütün nimetlerden sorulacaksınız, hesaba çekileceksiniz.

Size verilen zâhiri ma’nâ da beden ve diğer nimetler-den, bilhassa bâtıni ma’nâda da, “yakîn” hakikatleri yönünden verilen zât-i tecellerin ni'metlerden değerini bilip bilemediğniz hakkında sorgulanacaksınız. demek sûretiyle Tekasür Suresi de özetle bitmiş oluyor.

Cenâb-ı Hakk her birerlerimizi bu hakikatleri idrak eden kimselerden eylesin. Amin.

-------------------

Nihayet oldukça uzun ve yorucu bir çalışma ile harf, yazı ve sayfa düzenlemeleride şükür bitmiş oldu. Bu kita-bımızında böylece özet olarak şimdilik sonuna gelmiş bu-lunmaktayız hizmeti ve katkısı olan bütün evlâtlarımıza teşekkür eder, daha büyük tefekkürî gelişmelerini de Cenâb-ı Hak’tan Alîm ve Hakîm isimleri yönünden, niyaz ederim. Muvaffakiyyet ve başarı Hak’tandır. Allah doğruyu söyler ve hakikate ulaştırır. (11/10-2016) Salı günü (T. B.) -------------------

255

Page 258: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

258

KAYNAKÇA

1. KÛR’ÂN VE HADîS : 2. VEHB : Hakk’ın hibe yoluyla verdiği ilim. 3. KESB : Çalışılarak kazanılan ilim. 4. NAKİL : Muhtelif eserlerden, Mesnevi’i şerif, İnsân-ı Kâmil, Fusûsu’l Hikem ve sohbetlerimizden müşahede ile toplanan ilim. ------------------- Terzi Baba kitapları. Terzi Baba baskısı olan kitaplar. ------------------- 1. Necdet Divanı: 2. Hacc Divanı: 3. İrfan Mektebi, Hakk Yolu’nun Seyr defteri: 4. Lübb’ül Lübb Özün Özü, (Osmanlıca’dan çeviri): 5. Salât- Namaz ve Ezan-ı muhammedi’de Bazı hakikatler: “İngilizce, İspanyolca” 6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve Hakikatleri: (Fransızca) 7. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i): 8. Tuhfetu’l Uşşâkiyye, (Osmanlıca’dan çeviri): 9. Sûre-i Rahmân ve Rahmâniyyet: 10. Kelime-i Tevhid, değişik yönleriyle: 11. Vâhy ve Cebrâil: 12. Terzi Baba (1) ve Necm Sûresi: 13. (13) On üç ve Hakikat-i İlâhiyye: 14. İrfan mektebi, “Hakk yolu”nun seyr defteri ve şerhi 15. 6 Pey- (1) Hz. Âdem Safiyyullah (a.s.) 16. Divân (3) 19. Sûre-i Feth ve fethin hakikat-i. 21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.) 22. Sûre-i Yûsuf ve dervişlik:

256

Page 259: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

259

24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.) 35. Fâtiha Sûresi: 39. Terzi Baba: (2) 41. İnci tezgâhı: 49. 36-Yâ’sîn, Sûresi: 59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.) 60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah: (a.s.) 61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed: (s.a.v.) 67. 067-Mülk Sûresi: 91-Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13) 96- 41-Fussilet Sûresi. ------------------- (H) Yayınları tarafından basılan kitaplarımız: ------------------- 6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve hakikatleri: 14. İrfan mektebi, “Hakk yolu”nun seyr defteri. 15. 6 Pey- (1) Hz. Âdem-safiyeti. Safiyyullah. (a.s.) ------------------- Terzi Baba kitapları sıra listesi ------------------- (Gönülden Esintiler) ------------------- 1. Necdet Divanı: 2. Hacc Divanı: 3. İrfan Mektebi, Hakk Yolu’nun Seyr defteri: 4. Lübb’ül Lübb Özün Özü, (Osmanlıca’dan çeviri): 5. Salât- Namaz ve Ezan-ı muhammedi’de Bazı hakikatler: “İngilizce, İspanyolca” 6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve Hakikatleri: (Fransızca) 7. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i): 8. Tuhfetu’l Uşşâkiyye, (Osmanlıca’dan çeviri): 9. Sûre-i Rahmân ve Rahmâniyyet: 10. Kelime-i Tevhid, değişik yönleriyle: 11. Vâhy ve Cebrâil: 12. Terzi Baba (1) ve Necm Sûresi:

257

Page 260: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

260

13. (13) On üç ve Hakikat-i İlâhiyye: 14. İrfan mektebi, “Hakk yolu”nun seyr defteri ve şerhi 15. 6 Pey- (1) Hz. Âdem Safiyyullah (a.s.) 16. Divân (3) 17. Kevkeb. Kayan yıldızlar. 18. Peygamberimizi rû’ya-da görmek. 19. Sûre-i Feth ve fethin hakikat-i. 20. Terzi Baba Umre (2009) 21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.) 22. Sûre-i Yûsuf ve dervişlik: 23. Değmez dosyası: 24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.) 25. -1-Köle ve incir dosyası: 26. Bir zuhûrât’ın düşündürdükleri: 27. -2-Genç ve elmas dosyası: 28. Kûr’ân’da Tesbîh ve Zikr: 29. Karınca, Neml Sûresi: 30. Meryem Sûresi: 31. Kehf Sûresi: 32. 3-Terzi Baba İstişare dosyası: 33. Terzi Baba Umre dosyası: (2010) 34. -3-Bakara dosyası: 35. Fâtiha Sûresi: 36. Bakara Sûresi: 37. Necm Sûresi: 38. İsrâ Sûresi: 39. Terzi Baba: (2) 40. Âl-i İmrân Sûresi: 41. İnci tezgâhı: 42. 4-Nisâ Sûresi: 43. 5-Mâide Sûresi: 44. 7-A’raf Sûresi: 45. 14-İbrâhîm Sûresi: 46. İngilizce, Salât-Namaz: 47. İspanyolca, Salât-Namaz:

258

Page 261: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

261

48. Fransızca İrfan mektebi: 49. 36-Yâ’sîn, Sûresi: 50. 76-İnsân, Sûresi: 51. 81-Tekvir, Sûresi: 52. 89-Fecr, Sûresi: 53. Hazmi Tura: 54. 95-Beled-Tîn, Sûresi: 55. 28- Kasas, Sûresi: 56. İrfan-Mek-Şer-Fransızca-Baba: 57. 20-TÂ HÂ Sûresi: 58. Mirat-ül-İrfan-ve-şerhi: 59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.) 60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah: (a.s.) 61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed: (s.a.v.) 62. -4-Bir ressam hikâyesi: 63. İnci mercan tezgâhı 64. Ölüm hakkında: 65. Reşehatt’an bölümler: 66. Risâle-i Gavsiyye: 67. 067-Mülk Sûresi: 68. 1-Namaz Sûrereleri: 69. 2-Namaz Sûrereleri: 70. Yahova Şahitleri: 71. Mü-Geceler-Fran-les-nuits: 72. Îman bahsi: 73. Celâl Cemâl Celâl: 74. 2012 Umre dosyası: 75. Gülşen-i Râz şerhi: 76. -5-Doğdular, yaşadılar hikâyesi: 77. Aşk ve muhabbet yolu: 78. A’yân-ı sâbite. Kazâ ve kader: 79- Terzi Baba-(4) İstişare dosyası. 80- Terzi Baba-(5) İstişare dosyası. 81- Hayal vâdîsi’nin çıkmaz sokakları: 82- Mektuplarda yolculuk-M.Nusret-Tura. 83- 2013 Umre dosyası.

259

Page 262: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

262

84- Nusret Tura-Vecizeler ve ata sözleri. 85- Nusret Tura-Tasavvufta aşk ve gönül. 86- Terzi Baba-(6) İstişare dosyası. 87- Terzi Baba-İlâhiler derleme. 88- Nusret Tura-Divanı. 89- 6-Her şey merkezinde hikâyesi. 90- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (1) şerhi. 91- Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13) 92- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (2) şerhi. 93- 7. İngilizce. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i): 94- Mescid-i Dırarr-Kubbet-ul Kara. 95- Terzi Baba-(8) (19/53) 96- 41-Fussilet Sûresi. 97- 2015 Umre dosyası. 98- Solan bahçenin kuruyan gülleri. 99- Terzi Baba-(9) İstişare dosyası. 100-14-İrfan mektebi ve şerhi-İspanyolca. 101- Bosna Hersek dosyası. 102- 14-İrfan mektebi ve şerhi-İngilizce. 103-Terzi Baba yüksek lisans tezi. 104-Hacc Umra ve hakikatleri. 105-Cemo ve Farko- 106-(2016) Umre dosyası. 107-Vahy ve Cebrâîl- (Fransızca) 108-Terzi Baba ile ilgili zuhuratlar. 109- Terzi Baba tasavvufi izahlar. ------------------- Altı peygamber serisi: ------------------- 15. (1) 6 Pey-(1) Hz. Âdem Safiyyullah (a.s.) 21. (2) 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.) 24. (3) 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.) 59. (4) 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.) 60. (5) 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah: (a.s.) 61. (6) 6 Pey-(6) Hz. Muhammed: (s.a.v.) -------------------

260

Page 263: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

263

Terzi Baba kitapları serisi: ------------------- 12- 1-Terzi Baba-(1) 39- 2-Terzi Baba-(2) 32- 3-Terzi Baba-(3) İstişare dosyası. 79- 4-Terzi Baba-(4) İstişare dosyası. 80- 5-Terzi Baba-(5) İstişare dosyası. 86- 6-Terzi Baba-(6) İstişare dosyası. 91- 7-Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13) 95- 8-Terzi Baba-(8) (19/53) İstişare dosyası. 99- 9-Terzi Baba-(9) İstişare dosyası. 103-10-Terzi baba yüksek lisans tezi. 108-11-Terzi Baba ile ilgili zuhuratlar. 109-12- Terzi Baba tasavvufi izahlar. ------------------- Bir hikâye birçok yorum serisi. ------------------- 25. -1-Köle ve incir dosyası: 27. -2-Genç ve elmas dosyası: 34. -3-Bakara dosyası: 61. -4-Bir ressam hikâyesi: 76. -5-Doğdular, yaşadılar hikâyesi: 89. -6-Her şey merkezinde hikâyesi. ------------------- Dîvanlar serisi: ------------------- 1. Necdet Divanı: 2. Hacc Divanı: 16. Divân (3) 87- Terzi Baba-İlâhiler derleme. 88- Nusret Tura-Divanı. ------------------------- İbretlik dosyalar serisi: ------------------- 17. Kevkeb. Kayan yıldızlar.

261

Page 264: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

264

23. Değmez dosyası: 73. Celâl Cemâl Celâl: 81- Hayal vâdîsi’nin çıkmaz sokakları: 94- Mescid-i Dırarr-Kubbet-ul Kara. 98- Solan bahçenin kuruyan gülleri. (7) 105-Cemo ve Farko ------------------- Mektuplar ve zuhuratlar serisi: ------------------- Terzi Baba İnternet dosyaları: ------------------- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar serisi. 1-2- 3-4-5- 6-7- 8- 9- 10- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar serisi. 11- 12- 13- 14- 15- 16-17- 18- 19-20- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar serisi. 21- 22-23- 24-25- 26-27- 28-29-30- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar serisi. 31-32-33- 34-35- 36- 37- 38- 39-40- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar serisi. 41- 42-43- 44-45- 46-47-48- 49-50- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar serisi. 51-52- 53-54-55- 56-57- 58-59- 60- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar serisi. 61- 62-63-65-66- 67-68- 69-70- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar serisi. 71-72-73-74-75-76-77-78-79-80 Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar serisi. 81-82-

-------------------

Kitaplar devam ediyor şu an Yekün= (109/82=191) -------------------

262

Page 265: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

265

NECDET ARDIÇ Büro : Ertuğrul mah. Hüseyin Pehlivan caddesi no. 29/4 Servet Apt. 59 100 Tekirdağ. Ev : 100 yıl Mahallesi uğur Mumcu Cad. Ata Kent sitesi A Blok kat 3 D. 13. 59 100 Tekirdağ Tel (ev) : (0282) 261 43 18 Cep : (0533) 774 39 37 Veb sayfası: Amerika: <http:// necdetardic. org/ Veb sayfası: Amerika: <www.necdetardic.info> Veb sayfası: Almanya: <www.terzibaba.com> Veb sayfası: Türkiye: <www.terzibaba13.com> Radyo adresi (form): <terzibaba13.org> İnternet, MSN Adresi: Necdet Ardıç <[email protected] -------------------

263

Page 266: GÖNÜLDEN ESİNTİLER - Terzi Baba...4 ÖN SÖZ: Evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat, gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz

266

GÖNÜLDEN ESİNTİLER:

KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK

(68-1) NAMAZ-SÛRELERİ

********İKİNCİ BÖLÜM******** 82-İnfitar. 93-Duhâ. 94-İnşirâh. 95-Tîn. 96-Alâk. 97- Kadr. 98- Beyyine. 99- Zilzal. 100-Âdiyat. 101- Karia. 102- tekâsür Sûreleri.

NECDET ARDIÇ TERZİ BABA

İRFAN SOFRASI NECDET ARDIÇ

TASAVVUF SERİSİ (68-1)