haci bektaŞ velİ gerÇeĞİ - tasavvufkitapligi.com...halep, elbistan, kayseri, kürdistan'a...
TRANSCRIPT
HACI BEKTAŞ VELİ GERÇEĞİ
Mustafa USLU
Araştırmacı-Yazar
"Benim için ne istersen,
Allah, sana iki katını versin.."
Hacı Bektâş Velî
İslâmiyet öncesi mutasavvuflar devri; islâmiyet sonrası Türk Edebiyatı'nın ruhuna nüfusta öğrenilmesi
gereken bir dönemdir. İslâmiyet öncesi millî özelliklerle ilgili Halk Tasavvuf Edebiyatı'nı Acemler'den
etkilenme yoluyla ortaya konulan telif ve tercüme eserlerden ayırmamız lâzımdır. Bu iki anlayışın
yıllarca yan yana devam ettiği düşünülürse, karşılıklı etkilenmeleri tabiî saymak gerekir. Millî ruhu ve
kaynaklarını bünyesinde bulundurması sebebiyle Halk Tasavvuf Edebiyatı'nın uzun bir tarihçesi vardır.
Türkler'in gönül rızasıyla kabul ettikleri İslâmiyeti kısa zamanda benimsemeleri de dikkat çekici bir
başka husustur. Türkler; İslâmiyeti kabul etmeyen kardeşleriyle çekişmekten de geri durmadılar.
Tasavvufî Türk Edebiyatı'nın ortaya çıkışını işte bu dinî başlangıçta buluyoruz. Türk dervişleri, bağlı
bulundukları tarikatlarının akidelerini Türkler arasına girerek "Gayeleri"ni onların anlayabilecekleri
söyleyiş ve şekiller içerisinde yaymaya çalışıyorlardı.
Tasavvufî Halk Edebiyatı'mızın mühim bir kolunu teşkil eden Bektâşî Edebiyatı, gerek memleketimizde
gerek yurt dışında yapılan çeşitli araştırmaların konusu yapılmış ise de; gerek kurucusu kabul edilen
Hacı Bektâş ve eserleri hakkında tatmin edicilikten uzak bilgiler, gerekse sonraki Bektâşîliğin ilgi ve
irtibatı konıısu –kültür tarihi bakmından kıymetine rağmen- henüz kesinleşmiş değildir. Bir başka
kesinleşmeyen konu da; Hacı Bektâş'ın “şeriat ehli sünnî bir mürşit, kemâle ermiş bir mutasavvıf mı;
yoksa batınî fikirli bir Alevî Babası, şeriata kayıtsız, zahiren İslâmî hüviyetli bir Şaman mı olduğu”
meselesidir.
Bizi böyle bir çalışmaya iten bir başka sebep de Bektâşîlik ve Alevîlik üzerinde yapılan istismarlar ve
koparılan fırtınaların, art niyetli gayelerin yatırımı olarak değerlendirilmesidir.
Çalışmamız; bu soruların cevaplandırılmaya çalışıldığı bir inceleme olmanın yanında, yazarının bu
konunun netleşmesindeki katkıya bir nebzecik de olsa yardımcı olma mutluluğunun en büyük delili
olacaktır.
HACI-BEKTAŞ-HÜNKAR-SEYYİD LÂKAPLARI
Asıl adı "Mıılıammed (b. Muhammed) b. İbrahim b. Musa" olan Hacı Bektâş, Horasan'da Nişabur'da
doğmuştur. Babası, Seyyid Muhammed b. Musa (lâkabı İbrahim-i Sani'dir) annesi, şehrin dönemi
ulemâlarından Şeyh Ahmed'in kızı Hatem Hatun'dur *1+. O zamanlar, asil ve âlim kişilerin dinî
mahiyette bir lâkapları vardı. Muhammed b. İbrahim b. Musa'nın lâkabı da "Bektâş"tır *2+. Prof. Esad
Coşan da aynı kanaattedir *3+. Yozgat ve çevresinde "Bektâş"ın “Beddeş, Bektaş" şeklinde
söylenilmesinin yanında, Selçuklular döneminde de kullanılan bir isim olduğunu Prof. Osman
Turan'dan öğreniyoruz *4+. "Hünkâr" lâkabıyla da anılan, Muhammed b. İbrahim b. Musa vakfiyelerde
de "Hacı Bektâş" olarak geçmektedir *5+.
Bektâşî an'anelerine göre Horasan Erenleri'nden kabul edilen al-Vâsıti'nin 1275/1343 "Seyyid" diye
bahsettiği *6+ Hacı Bektâş'ın asıl adının "Mehmet" doğum tarihinin de 1242 olmasının *7+ yanısıra;
Ankara Kitaplığında bulunan “Hurufnâme" adlı kitabın sonuna düşülen "Hazineden gelen tomar-ı
kebirde Hacı Bektaş'ın 606'da (1209) doğduğu ve 63 yıl yaşayıp 669 (1270)’da öldüğü kayıtlıdır" *8+
ibaresi doğum ve ölüm tarihi hakkında bize yardımcı olmaktadır. Âşık Paşa'nın kesin şehadeti *9+
Kırşehir'de Mevlevî Tekkesi kurmuş olan Şeyh Süleyman b. Hüseyin al Mevlevî b. Şemseddin adlı zatın
vakfiyesinden Hacı Bektâş'ın 697/1297 tarihinde öldüğünü; Prof. Esed Coşan'ın Hacıbektaş İlçesi Halk
Kütüphanesi'nde şahsen yaptığı 14-15 Nolu yazmalarla ilgili incelemesinde Hacı Bektâş'ın "606/1209 -
669/1270" tarihleri arasında yaşadığı kaydının yanında aynı Kütüphâne'nin 119 Nolu Vilâyetnâme'de
(1 b'de) (Prof. Esad Coşan, A. Gölpınarlı, Ankara Kütüphanesi 0.1251 No'da diyor. Nüsha
1179/1765’de istinsah edilmiştir, notunu düşmektedir) başlığı altında Hacı Bektâş'ın 63 yıl yaşadığı;
606/1209'da doğup, 669/1270'de vefat ettiği kaydedilmiş, bilginin "Silsilenâme"den alındığı
belirtilmiştir *10+.
Yukarıda zikredilen gerçekler ışığında doğum ve ölüm tarihleri için 1209/1270 demek kanaatımızca
yanlış olmasa gerek. Muhammed b. İbrahim b. Musa (Hacı Bektâş)’ya "Hacı" denilmesinin sebebi A.
Gölpınarlı'nın "Vilâyetnâmesi"nde, gençliğinde gösterdiği bir kerametle açıklanmaktadır: "Hocası
Lokman Perende Hac'da Arafat'a çıktığı zaman yakınlarına: 'Bugün Arefe günü; bizim evde pişi
pişiriyorlardır' demiş.. Horasan'daki Bektâş' a bu söz malum olmuş; bir tepsiye pişi koyup, bir anda
tepsiyi Mekke'de Arafat'a götürmüş; halk bunu duyunca adı Hacı Bektâş el Horasanî olmuş."
Hacı Bektâş, Anadolu'ya gelmeden önce Necef, Mekke (burada üç yıl mücavir kalmış) Medine, Kudüs,
Halep, Elbistan, Kayseri, Kürdistan'a gitme ve erbainler çıkarmanın yanında *12+ "Makâlât"ında Hac'la
ilgili [11] bilgiler vermiş, kardeşi Menteş'le Amasya ve Sivas'a da gelmiştir *13+.
Nişabur; ordugâh ve bölgenin siyasî merkezi olması hasebiyle Arap nüfusunun daha çok bulunduğu
bir yerdi ve Arap nüfusunun ekseriyetini Kayslılar teşkil ediyordu. III.yüzyılda da Abû'1-Abbas' Abdu
ılâh b. Tâhir burayı payitaht yapmıştı. 287/900'de Samanîler'in eline geçince önemi daha da arttı.
Selçuk Sultanı Tuğrul Bey tarafından 429/1037'de ele geçmiş, 552/1157'de Guzlar'ın akını, nihayet
617/1220'de Cengiz istilâsı vuku bulmuştu [14].
Horasan bölgesi 651'de fethedilmiş, Emevî Devleti'nin sonlarına doğru buraya yerleşen birkaç yüzbin
Arap yeni halkla bütünleşmiştir (gönüllü kültür alışverişi). Aynı kültür alışverişini bölgenin âdetlerini
benimseyen Araplar’da ve Arap kızlarıyla evlenen Acemler’de de görmek mümkündür. Hz. Ali
neslinden olanlar Emevi baskısıyla Horasan'a sığınmışlardır. Emevîler de Ebu Müslim Horasanî
tarafından yıkılacaktır. Heratlı Hâce Abdullah Ensâri (ö.1088)’nin Arap soyundan geldiği gerçeğinin
yanında Mâkâlât'ın da Arapça yazılmış olması (o zamanda Farsça yazmak daha yaygınken; Âşık Paşa,
Gülşehri vb.) aydınlatılması gereken bir başka konudur. Bütün bunlar Hacı Bektâş'ın Hz. Ali soyundan
olduğunu güçlendirmektedir.
AHMED YESEVİ - HACI BEKTAŞ
Prof. M. Fuad Köprülü'ye göre; Garp Türkleri arasında eskiden beri Yesevî tarikatına mensup bir takım
dervişler-Her l0. asırdan önce tespit edilmiş olmak üzere- Ahmed Yesevî ve Hacı Bektâş Velî hakkında
bir Bektâşî menkabesi teşekkülüne sebebiyet vermiştir *15+.
Hacı Bektâş'la ilgili (hayatı) belgelerin azlığı; bizi hayatıyla ilgili konularda adı etrafında teşekkü1 etmiş
menkabe ve veleyetnâmeler'e *16+ götürmektedir. Hacı Bektâş’ı her şeyiyle tasvir eden menakıbı;
Vilâyet-nâme-i Hacı Bektaş-ı Velî adıyla bilinir. Prof. Esad Coşan, birçok yazma nüshalar tespit etmiş
*17+ biri Sefer Aytekin'e, diğeri A. Gölpınarlı'ya ait iki vilâyetnâme neşredilmiş *18+, bunlar için Prof. E.
Coşan; her iki neşir için de 1034/1624 tarihli Hacı Bektâş Kütüphânesi 120 No'lu yazma nüshalara
dayandığını söylemekle kalmamakta, Almanca'ya çevrildiğini de haber vermektedir *19+.
Vilâyetnâmeler (yazma nüshalar) ya manzum ya da nazım-nesir karışk olarak yazılmıştır. Önce
manzum sonra nesir-nazım mı; yoksa önce nesir-nazım sonra manzum mu yazıldığı münakaşa
konusudur. Prof. Esad Coşan; Hacı Bektâş'a ait Farsça bir Vilâyetnâme'nin daha olduğunu bildirmekte,
Türkçe Vilâyetnâme'nin nüshası ele geçmeyen Farsça Vilâyetnâme'den tercüme edildiğinin ve hatta
her ikisinin de aynı müellife ait olduğu ihtimalinin kuvvetinden bahsetmektedir.
Türkçe manzum vilâyetnâme; Feyzullah Efendi'nin emriyle Ali Nihânî b. el Hâce Mehmet Tevfik el-
Yozgûdî tarafından 1296/1873'de yeniden nazmedilmiştir. Bunıın 1301 tarihli nüshası Prof. Ahmet
Ateş'e ait 1313/1895 tarihli diğer bir nüshası da Ankara İl Halk Kütüphânasi Eski Eserler Bölümü 1750
no'da kayıtlı olup; Prof. Coşan'a göre de A. Gölpınarlı tarafından görülmemiştir. Prof. M. Fuad Köprülü
de kendi kitaplığındaki bir nüshadan bahsetmektedir. Nihai nüshada Vilâyetnâme'nin Firdevsî adlı bir
şâirce nazmedildiği bildirilmektedir. A. Gölpınarlı, daha önceki eserlerinde Vilâyetnâme'nin
844/1440'da Musâ b. Ali (Süflî derviş) tarafından yazıldığını, sadece kendisinde bulunduğunu söylediği
nüshanın mukaddimesindeki kayda dayanarak ileri sürmüştür. Bir müstensih ilâvesi olduğunu
kuvvetle tahmin ettiğimiz mezkür kayıt eski nüshalarda olmadığı için kabule lâyık değildir. Kayıttaki
ibarelerin aşırılığı-Mürşidi olan zatı Hz. AIi olarak görmek gibi- eserin telif tarihinden çok daha
sonralara aittir. Firdevsî, XV. yüzyılda yaşamıştır. Bu sebeple manzum kısımlar Firdevsî'ye aittir.
Bütünüyle bir mensur Vilâyetnâme nüshası mevcut değildir. Vilâyetnâme'nin her iki versiyonu da
Firdevsî'den başkasının değildir. Hacı Bektâş'tan geniş bir şekilde bahseden eser Hâcim Sultan adına
yazılan Vilâyetnâme'dir. A1î'nin Künhü'1-Ahbâr'ı ve diğer Osmanlı eserlerindeki Hacı Bektâş
hakkındaki bilgilerin kaynağı, pek değerli olmayan bu Vilâyetnâme'dir. Hacı Bektâş; Abdal Musa ve
Seyyid A1i Sultan Vilâyetnâmeleri'nde de konu ediliyorsa da kıymetten mahrumdur *20+.
Yukarıda; Yesevî dervişlerince Garp Türkleri arasında -X. asırdan önce tespit edilmek üzere- bir Bektâşî
menkabesinin teşekkülünden söz etmiştik. Hacı Bektâş'ın Ahmed Yesevî müridi olduğu rivayetine X.
ve sonraki asırlarda yazılmış Evliyâ Çelebi'nin "Seyehatnâmesi'nde, Alî'nin Künhü'1 Alıbâr"ında
raslanılmaktadır. Bu da Âşık Paşa'nın Hacı Bektâş hakkındaki bilgilerinin doğruluğunu destekler
mahiyettedir. Âşık Paşa'nın verdiği bilgiye göre Hacı Bektâş-ı Velî; Horasan'dan kardeşi Menteş ile
Sivas'a, oradan Baba İlyas'a, oradan da Kırşehri'ne, oradan da Kayseri'ye gelmiştir. Kardeşi Menteş;
Kayseri'den Sivas'a gittiği zaman, orada şehit olmuştur. Hacı Bektâş; Kayseri'den Kara-Öyük'e gelmiş
Hatun Ana'yı kendine “Kız" edinerek orada vefat etmiştir. Esasen ne Âşıkpaşazâda'de (sh. 204) ne de
Şakâyık'ta (c:I, sh. 44) Hacı Bektâş'ın Ahmed Yesevî ile ilgisi hakkında hiçbir kayıt yoktur.
HACI BEKTAŞ - LOKMAN PERENDE
Hâcim Sultan Velâyetnâmesi'nde Hacı Bektâş, Yesevî halifesi olarak zikredilir. Halbuki Hacı Bektâş Velî
Vilâyet-nâmesi'nin tam ve mensur nüshalarıyla Künhü'1 Ahbâr'ın beşinci cildinde Hacı Bektâş'ın Şeyh
Lokman-ı Perende müridi olduğu, Lokman-ı Perende'nin Ahmed Yesevî'den; zayıf bir rivayete göre de
hocanın ceddi nesl-i A1i'den meşhur Muhammed Hanefî’den el aldığı anlatılmaktadır. Bu suretle
Künhü'1 Ahbâr'da Lokman-ı Perende ile Hacı Bektaş arasındaki menkabeler Hâcim Sultan
Vilâyetnâmesi'nde Ahmed Yesevî ile Hacı Bektâş arasında gösterilir. Birinci tarzda rivayetleri içine alan
Hacı Bektâş Velî Velâyetnâmeleri'nde de yine doğrudan doğruya Ahmed Yesevî ile Hacı Bektâş
arasında bir takım menkabeler de vardır *21+.
Bir menkabeye göre:"Hacı Bektâş çocukken ta'lim için Şeyh Lokman-ı Perende'ye teslim edilir.
Lokman-ı Perende, Hoca Ahmed Yesevî halifelerinden zâhir ve batın ilminde çok derinleşmiş bir
adamdı. Perendelik nasibini Ahmed Yesevî'den bir rivayete göre Muhammed Hanefi'den almıştı.
Bektâş Velî daha çocukken bir çok kerâmetler gösterdi: Bir gün Lokman-ı Perende onun yanına girdiği
zaman; odayı nur ile dolu görüp şaşırdı. Etrafına bakındı; Bektâş' ın sağında ve solunda iki nûrânî zat
var, Bektâş'a Kur'an okuyorlar. Lokman, girer girmez hemen onlar kayboldular. Lokman çocuğa:
'Bıınlar kimdir?' diye sordu. Birinin Hz.Peygamber, diğerinin de Hz. Ali olduğunu anladı.
Yine birgün Bektâş Velî, Lokman'dan ders okuyordu. Namaz vakti geldi. Lokman, şakirdinden abdest
için su istedi. Bektâş Hocası'na dedi ki: “Bir nazar etseniz de, su burada aksa, dışarıya gitmeye hacet
kalmasa”. Hocası buna kendi kudretinin yetmeyeceğini söyleyince Bektâş Velî derhal Allah'a (CC) dua
etti. Lokman-ı Perende 'Amin' dedi. O anda mektebin ortasından lâtif bir su çıkıp kapıya doğru aktı,
gitti ve pınar başında güzel susam çiçekleri açtı.
Lokman'a hac tebriğine gelenler mektepte akan suyu görünce şaşırdılar, sordular. Lokman: 'Bu
kerâmet Hacı Bektâş'ındır' dedi ve onun sayısız kerâmetlerini erenlere bir bir anlattı. Horasan
Erenleri, bir çocuktan bu kadar olâğanüstü şeylerin zuhurunu tuhaf gördüler. Orada hazır bulunan
Hacı Bektâş Velî, erenlere: 'Ben Hz. Ali neslindenim. Bana bunları çok görmeyin. Nâsib-i ilâhî’dir..'
dedi. Horasan Erenleri:" Eğer sahib-i sır iseniz, nişanınız nerede?' diye sordular. Bektâş Velî, elinin
ayasında ve alnındaki iki yeşil beni gösterdi. Hepsi hayrette kaldı. Artık bunun üzerine ister istemez
onun büyüklüğünü teslim ettiler.
Yine birgün Horasan Erenleri toplanıp, Bektâş Velî'ye pîrini sordular. Bektâş Velî: 'Hangisi susam
yaprağı üzerine seccâde salıp namaz kılarsa ona mürit olacağını' söyledi. Bu teklif karşısında cümlesi
güldüler ve bu kerâmeti onun yapıp yapamayacağını sordular. Bektâş Velî onlara bu kerâmeti de
gösterince, hepsi başlarından kisbetlerini çıkardılar. Hocası Lokman-ı Perende de çıkardı. Bektâş Velî
onları tekbirleyerek, tekrar giydirdi. Bu esnada babası Sultan İbrahim-i Sâni vefat etmişti. Hasan'ı
terketti. Kendisi çekilerek bir ibadethânede hâlvet ve uzleti ihtiyar etti; bulûğdan sonra kırk yıl bu
halde kaldı *22+.
BİR GARİPLİK
Vilâyet-nâme'de artık bundan sonra Lokman adı yoktur. Bundan sonra Hacı Bektâş Velî Ahmed Yesevi
ile münasebetdâr görüyoruz. O menkâbeye göre (çok gariptir). Ahmed Yesevî, cümle Horasan'ın Valisi
ve 99.000 müridin seytidir. Lâkin Bedehşan mülkü tamamen kâfirler elinde olduğu için, İslâm ülkesine
daima akınlarda bulunuyorlar. Nihayet bundan usanmış olan halk; Hoca Ahmed'e gelip yalvarıyorlar.
O da henüz on iki yaşında bulunan oğlu Haydar'ın başına tâc, beline kılıç kuşatıp, tuğ ve alem veriyor.
Haydar maiyetinde 5000 kahraman ile harbe gidiyor. Şeyh, oğlunu gönderirken her nasılsa "Allah"
adını anmadığından, bu ordu bozguna uğruyor; Haydar, esir ediliyor. Bütün maiyeti kılıçtan geçiriliyor.
Haydar, yedi sene hapiste kalıyor. Horasan halkının Bedahşan kâfirlerinden çekmedikleri kalmıyor.
Nihayet Hoca Ahmed Yesevî'ye yalvarıyorlar. O da Allah'a (CC) münacaat ediyor ve tekke kapısında
birderbire Hacı Bektâş Velî beliriyor. İçeri girip şeyhe selâm veriyor, eşiğine yüz sürüyor. Hoca Ahmed
de: "İşte mülk sahibi geldi" diye seviniyor. Yemekten sonra Hoca Ahıned, olanı biteni anlatıyor. Bektâş
Velî, hemen şahin kılığına girerek, uçup gidiyor. Hoca Ahmed'in müritleri onun bu Çıplak Abdal’a
gösterdiği iltifâta kızıp, tekkeyi bırakıyorlar. Lâkin bir taraftan da Hacı Bektâş Velî, Haydar'ı bir anda
esaretten kurtararak, babasına teslim ediyor. Bunun üzerine bütün dervişler, onun büyüklüğünü
teslim ediyorlar. Fakat Hacı Bektâş, bununla da kalmıyor, bir çok kerâmetler daha göstererek
Bedehşan halkını da İslâm ediyor *23+. Bu menkabenin kıymetsizliği açık olduğu için bir şey söylemeyi
gereksiz buluyoruz..
HACI BEKTAŞ'A ANADOLU'YA GİT EMRİ
Hacı Bektâş artık bundan sonra Horasan'da kalmayacak, Ahmed Yesevi'nin emir ve işaretiyle Rûm
diyarına gelecektir. Fakat Vileyet-nâme, onun Hoca Ahmed Yesevî’deki emânetleri, yani; tâc, hırka,
sofra ve seccâde'yi kerametler göstererek aldığını uzun uzun anlatıyor. Hoca Ahmed, senelerden beri
sakladığı emânetlerini bu surette sahibine emanet ettikten sonra: "Ya Hacı Bektâş Velî, işte nasibini
aldın. Sana beşâret olsun ki, Kutbü'1-aktâb'lık mertebesi senindir. Ve kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye
kadar bizim idi. Bundan böyle senin olsun. Zaten bizim de intikâl vaktimiz geldi. Haydi git seni Rüm'a
saldım. Rûm Abdalları'na seni baş kılıp, ser-çeşme eyledim" diyor *24+.
Hâcim Sultan Vilâyet-nâmesi'nde Hacı Bektâş ile Hoca Ahmed'in münasebetini gösteren bir menkabe
de şöyledir: "Pes Sultan Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri'nin bir ağaç kılıcı vardı. Getirip tekbir edip
Sultan Hacı Bektâş Veliyyü'1-Horasânî'nin beline kuşattı ve dahi ocakta dut ağacından od yanardı. Bir
eksiyi kavrayıp Rum'a doğru pertav etti ve ol eksiyi Horasan'da Rûm'a er gönderdiği malum ola,
Rûm'da bunu tutalar deyu dedi. Ol eksi havada yana yana geçerken Konya'da bir er var idi. Sultan
Hoca Fakih derler idi. O1 odu kapıp hücresinin önüne dikti. Kudret-i ilâhî, ol eksi bitti. Tepesi yanık,
aşağısı dut idi. E1-hâleti hâzihî şimdi yemiş verir.
Pes imdi Sultan Hâcim ve Hacı Bektâş Velî ol gece seccâde üzerinde yattılar ve kudretten bir avâv
geldi ki: "Eğlenmen Rûm'a varın.." deyip dostuna secde ettiler. Ondan icâzet talep ettiler. Pes Hoca
Ahmed Yesevî b. Muhammed Hanefî b. Aliyyü'1-Murtazâ dahî 99.000 halife ili bunlara hayr dua edip,
bir mübârek perşembe günü ol saatte Kâbe yoluna revân oldular *25+.
HATUN ANA VE LOKMAN PERENDE
Burada "Hatun Ana" ve "Lokman-ı Perende"den biraz bahsetmek yerinde olur. Zira her ikisi de Hacı
Bektâş için değerlidir. Aşıkpaşazâde Tarihi'ne hâşiyeler yazan Alî Bey de Hatun Ana için: "Ulemâdan
Hoca İdris'in nikâhlısı" demektedir *26+. İdris'in karısı, Bektâşîler tarafından sonradan kutlu sayılacak
olan "Kadıncık Ana-Kutlu Melek"tir. Kadıncık Ana'nın çocuğu olmamaktadır. Bir gün rüyâsında, on
dört dolunay koynuna girer. İdris Hoca, bunun çocuğu olacağı mânâsına geldiğini müjdeler. Daha
sonra Bektâş Velî çıkagelir. Kadıncık Ana'yı evlât edinir. Onun duası sayesinde ve burun kanı
kerâmetiyle Kutlu Melek’in çocuğu olur. Doğan çocuğun adı; Timurtaş veya Seyyid Ali Sultan'dır *27+.
Aşık Paşa Hatun Ana (Kadıncık Ana-Kutlu Melek) ile ilgili olarak şunları söylemektedir: "Hacı Bektâş,
Hatun Ana'ya ısmarladı. Nesi var ise. Kendü bir meczup, budala aziz idi.. Şeyhlik ve müritlikten farig
idi. Abda1 Musa derler idi, bir derviş var idi. Hatun Ana'nın muhibbi idi. Ol zamanda şeyhlik ve
müritlik igen zâhir değül idi. Silsileden dahi farig1er idi. Hatun Ana o1 azizin üzerine mezar etti" *28+.
Lokman-ı Perende ile ilgili menkabeleri 22 nolu kaynakta belirtmiş idik. Şeyh Lokman-ı Perende'nin
tarihî bir şahsiyet olduğunu "Ravzatü's Safa"dan öğreniyoruz. Bu eserde Sultan Hüseyin Baykara devri
meşhurlarından bahsedilirken Lokman-ı Perende'nin Herat'ta çok meşhur bir tekkesi ve mezarlığı
olduğu zikrediliyor. Muammâ kaideleri hakkında bir risâle yazan ve H.898/M.1492-3'de ölen edebiyat
ulemâsından Mevlânâ Yûsuf Bediî Endicânî, Lokman-ı Perende mezarlığına defnedilmiştir (Ravzatü's-
Safâ, C:Vll, Sh.l22; Habîbü's-Siyer, C:III, Sh.327). Yine bu devir adamlarından Mîr-i Ser-burehne Lâkabı
ile meşhur Seyyid Şemseddin Muhammed Endicânî'den bahsedilirken onun bu mezar tevliyyet ve
meşîhatına nasbedildiğini ve mezarlığın mevkûfat ve nezirlerinden her sene 150.000 dinar kepekî
hasıl olduğunu öğreniyoruz (Ravzatü's-Safâ,C:VII, Sh.ll6). Bu kısa bilgiden Şeyh Lokman-ı Perende'nin
Herat'ta gömülü büyük ve meşhur bir şeyh olduğunu, tekke ve mezarının IX. asırda o civar halkı
arasında meşhur ve zengin vakıflara malik bulunduğunu gösteriyor. Pek muhtemeldir ki bu şeyh,
Ahmed Yesevî tarikatına mensup olsun."
Reşahât'taki Hâcegân silsilesi arasında Lokman Perende adlı bir zata tesadüf edilmediği gibi
menkabelerden ve evliyâ hâl tercümelerinden bahsedan eserlerde de bu ünvana rastgelinmiyor *29+.
"İlk Mutasavvıflar” adlı eserde "Yesevî'ye ve ondan çıkan Tarikatlar” adlı şemada (Şemâ; Cevahirü'l
Ebrâr, Raşâhât ve Tibyânü'l Vesâ'il'e göre tanzim edilmiştir) Hacı Bektâş Velî ve tarikatı başlı başına bir
tarikat; Şeyh Lokman-ı Perende ise aradaki silsile efradı tarihen mechul gösterilmiştir *30+.
Vilâyetnâmesi'nde A.Gölpınarlı *31+ "Nakşibendiliğin Doğuşu ve Yayılışı"nda Kasım Kufralı *33+ ve Prof.
E. Coşan'da "Malâkât"ında *32+ Lokman-ı Perende'nin kimliğinin halen aydınlanmadığı görüşündedir.
Burada ezeli bir hastalığımızın hatırlatılmasının mazur görüleceğini ümit etmekteyiz: Okumuyoruz..
Hele hele araştırmak hiç bize göre değil.. Aceleciliğimizden olmalı.. Hemen netice almak istiyoruz..
Gayret ve sabır söz konusu mu kestirme yol sığınağımız olmaktadır!..
Görüldüğü gibi Bektâş Veli'nin Ahmed Yesevî'ye bağlılığı Vileyetnâmeler'de kalmış, Vilâyetnâmeler
dışında kuvvetli belgeler henüz bulunamamıştır. Burada yeni sayılabilecek iki kaynaktan
bahsedeceğiz: Birincisi Prof. E. Coşan'ın kütüphane tetkiklerinde ele geçen "Fakr-nâme" adlı Yesevî'ye
ait risâledir. Prof. E. Coşan, yaptığı incelemede; Fakr-nâme ile Makâlât arasındaki kesin
benzerliklerden Bektaş Velî'nin Ahmed Yesevî tarikatına mensup olduğu sonucunu çıkarmaktadır *34+.
İkincisi ise; yayınlanmamış bir doktora tezidir. "Nakşibendiliğin Doğuşu ve Yayılışı" adlı doktora
tezinde; verilen silsilede Bektâş Velî, Ahmed Yesevî'ye bağlanıyor. Bu silsilede 562/1167'de ölen -bu
tarih tereddütlüdür- Ahmed Yesevî ile Hacı Bektâş arasındaki isimler yine karanlıkta kalıyor. Fakat
Yesevî'ye mensubiyet iddiasının sonradan çıkmadığını, ilk zamanlarda dahi mevcut olduğunu
anlıyoruz *35+.
HACI BEKTAŞ ANADOLU'DA
Bektâşî an'anesinde Anadolu'da yetişen mutasavvıfların hemen hepsi Hacı Bektâş mürid ve mu'tekıdi
şeklinde tanıtılmaktadır. Bektâşî an'anesi zoraki olarak XV. yüzyılda ortaya çıkmasına rağmen bazı
hakikatlari inceleyerek çıkarmak mümkündür. Hacı Bektâş, Rûm diyarına geldiğinde (Bektâşî
an'anesine göre) fazla değer vermeye yönelik çabalar sebebiyle Mevlânâ, Hacı İbrahim Sultan Seyyid
Mahmut Hayrânî gibi büyüklerin yanında "Emre" adlı bir de şeyh vardı. Diğer erenler, Hacı Bektâş
davetine icabet etmelerine rağmen Şeyh Emre icabet etmemiştir. Hacı Bektâş'ın halifelerinden Sarı
İsmail Karaca Ahmed'i "Emre"yi çağırmaları için tekrar gönderdi. Geldiğinde gelmemesinin sebebini
sordu. Emre: "Perde arkasından çıkan bir elin kendisine nasip verdiğini, hazır bulunduğu o erenler
bezminde Hacı Bektâş adlı kimseyi hiç görmediğini söyledi." Hacı Bektâş: "O elin bir işaretinin olup
olmadığını" sorduğunda; "Ayasında bir yeşil ben gördüğünü" söyledi. O vakit Hacı Bektâş elini uzattı.
Elindeki yeşil beni hayretle gören Emre, üç kere hayretle: "Taptuk Padişahım" dedi. İsmi o zaman
Taptuk Emre oldu. Bilinen Hacı Bektâş, Taptuk Emre, Yunus ve alıç-himmetle ilgili bilineni tekrara
gerek görmüyoruz.
Yunus'la Hacı Bektâş arasında ilgi bulunmaktadır. Yunus'un Divan'ıyla Hacı Bektâş'ın "Malâkât"ı aşk,
şevk, tarikatın dört kapısı, içimizde iyi kötü huyların mücadelesi, Kırk makam, yetmiş iki milleti hor
görmemek konularındaki paralellik bu düşüncemizi doğrulamaktadır *36+.
HACI BEKTAŞ-HATUN ANA
Hacı Bektâş'ın evlenip-evlenmediği konusu aydınlanmış değildir. Velâyetnâme'ye göre; bekâr göçmüş,
bu sebeple çoluk çocuk sahibi olamamıştır. Yalnız bir yerde Hünkâr Hacı Bektâş'ın abdest alırken
burnu kanadığı, bu abdest suyunu tenha bir yere dökmesini, Sulucakaracahöyük'e geldiği zamandan
beri evlerinde misafir kaldığı ve kendisine ihlâsla bende olmuş bulunan İdris Hoca karısı Kutlu Melek'e
(yani Kadıncık Ana'ya) söylediği; ounun da Hacı Bektâş'a olan saygı ve bağlılığından dolayı bu suyu
içtiği anlatılır. Bunu anlayan Hacı Bektâş'ın-Kadıncık Ana'ya: "Bizden umduğun nasibi aldın. Senden iki
oğlumuz gelecek, adımızla onlar yurdumuz oğlu olacak. Halkın yetmiş yaşındakileri onların yedi
yaşında olanının elini öpsünler" dediği kaydedilir *37].
Bektâşîler, Hacı Bektâş'ın evlenip evlenmediği konusunda: "Babagân" ve "Çelebiler" diye iki kola
ayrılırlar.
Babagânlar; Hacı Bektâş'ın bekâr öldüğünü, Kadıncık Ana'yı manevî kız edindiğini; Çelebiler ise Hacı
Bektâş'ın Kadıncık Ana ile evlendiğini ve Kadıncık Ana'nın Kutlu Melek'le, İdris Hoca'nın kızları
olduğunu ileri sürmektedirler *38+.
Hatun Ana'yı Hacı Bektâş'ın manevi kızı edindiğini söylemesinin yanında şu ifade de onundur: "Sual:
Bu Hacı Bektâş oğlu Mahmut Çelebi kim ol Rasul Çelebi'nin oğludur. Ya onun müridlerinden ehl-i
ilimden kimse var mıdır? Cevap: Vardır" *39+. Bektâşîler'in ikinci piri sayılan Balım Sultan'da Mürsel
Baba'nın bir Sırp Prensesi'nin ağzına bir parmak bal vermesi sonunda olduğu rivayeti vardır.
Hacı Bektâş'ın eserleri; Makâlât, Kitabu'1-Feva'id (Farsça) *40+ Fâtiha Sûresi Tefsiri *41+ Şathiyesi
(Mutasavvıfların manevî cezbe halinde iken sarfettikleri akıla sığmayan ölçüsüz sözler) iki sahifeliktir
*42+. Nasihatlarıdır *43+. Ona atfedilen eserler ise; Hadis-i Erba'in *44+ Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı
Ayniyye *45+ adlarını taşımaktadır.
HACI BEKTAŞ VE TARİKAT SİLSİLESİ
Prof. E. Coşan’a göre değer ifade etmeyen Hacı Bektaş’ın “Tarikat silsilesi” şöyledir: “Hacı Bektaş Veli-
Hoca Ahmed Yesevî-Memşad Dînurî-Muhammed Bâkır- İmam Zeynü’l Âbidin-İmam Hüseyin-İmam
Aliyü’l-Murtazâ-Hazreti Peygamber-Hazret-i Cibrâil-Hazret-i Mikâil-Hazret-i İsrâfil-Hazret-i Azrâil”
(Bektaşiliğin Yeseviliğe isnadının bir sebebi de bu silsiledir *46+. Kapalı olan bu silsilenin niçin değer
taşımadığı konusunun aydınlatılmamış olmasıdır *47+. Hacı Bektâş'ın diğer tarikat silsileleri de değişik
şekillerde verilmiştir: "Molla Muhammed b.Osman Es Selâniki'nin şeyhi Ahmet ez-Zukri'nin emri
üzerine 1140/1717'de tanzim ettiği Tomarus-Selâsil'de şu isimler var: Nu'man-ı Serin, Hace Ahmed el-
Bedevî-Kutbu'd-din-i Ecder-Hace Abddu’r-rab-hace Yusuf el-Hemâdânî *48+.
Şeyh Ahmet Lutfi el Hurusavî el Halvetî'de şu Hacı Bektâş silsilesini vermektedir: "Hacı Bektâş-
Lokman-ı Perende-Ahmed el-Yesevî-Nasru'llâh Hasan es-Sincerî-Rüknü’d-din Ebû Muhammed el
Cürcânî-Kutbu'd-din senâbâdi-Kadi Muhammed e1-Buhârî-Ebu Bekr Mahammed el Hâili-Abdullah el
Vâsıtî-Ebu Cafer eş-Şerif Tahiru'1-müstehiri-Muhammed Eslem et-Tûsî-İmam Ali Rıza-İmam Müsâ-ı
Kâsım- İmam Cafer’ü-Sadık-İmam Muhammed el-Bâkır-İmam Zeynü'1-Âbidin-İmam Hüseyin-Ali b.
Ebu Tahir" [49].
Vilâyet-nâmeler'den farklı olarak Hacı Bektâş'ın Yesevîliğe bağlılığı konusunda açıklık getiren yeni bir
silsile de basılmamış bir doktora tezinde şöyle verilmiştir: "Tariku'1-Muhibin'de Abdu’1-Ferec â1
Vasıfı (647-744/1275-1343) Hacı Bektâş'ın Ahmed el Yesevî'ye mensup olduğunu zikredip şu silsileyi
vermektedir: "Es-Seyyid Bektaş-al-Horasani-Ahmed-al Yesevi-Abdu'1-Halık al-Gucdavanî-Yusuf a1-
Hemedânî-Abu Ali al-Mağribî-Abü'Ali al-Kâtip-Abü' Ali ar-Râziâdî-al-Cunayd al-Bağdâdî.." *50+.
Görüldüğü gibi silsilelerde bir birlik olmadığı gibi 'Hacı Bektaş ile Lokman-ı Perende arasındaki şahıslar
belli değildir. Aydınlatılacağına inandığımız nokta burasıdır.
HACI BEKTAŞ- TÜRKÇE – MİSYON
Hacı Bektâş oldukça bunalımlı bir dönemde görev üstlenmişti. Fars kültürü Konya Sarayı’na nüfuz
etmiş, Moğol istilâsı toplumu maddi-mânevi yıkıma uğratmış, Hıristiyan misyonerleri Türk
toplumunun töresini bozup parçalamak için sinsi sinsi çalışmaktaydı. XIII.Yüzyıl Moğolların Asya'yı
allak bullak ettiği yüzyıl olduğu için Moğol baskısına dayanamayan Türkistan, Buhara, Harzemşah;
yaşayan her sosyal dilimden insan Batı’ya yöneliyor, kendilerini Anadolu'ya zor atıyorlardı. O
devirdeki Mısır Memlûkları yıkılmış, Moğol istilası beraberinde açlık, sefalet ve ölüm de getirmiştir.
Horasan'dan Anadolu'ya gelen Hacı Bektaş, Kayseri ve Ankara’yı istilâdan fazla etkilenmemiş buldu.
Karaman ve Konya'yı dolaştıktan sonra Karacahöyük'e yerleştî. Niyeti gezip eğlenmek olmadığı için
Anadolu'ya tesadüfen değil, Anadolu insanının (XIII. yüzyıl) içinde bulunduğu çıkmazdan
kurtulabilmesine yardımcı olmak gayesiyle görevlendirilmiştir. Mevlânâ ve Kırşehiri Beyi Caca ile
çağdaştır. Orta-Asya'dan Türk halkıyla birlikte gelen Babalar, Şeyhler, Dervişler, Mürşitler, Abdallar
Türk ruhunu kaybetmemişler; İslâmiyeti hiçbir etkide kalmadan bütün saflığıyla benimsemişlerdir.
Bunlar Türkçe konuşuyor, Türk an'anelerini aynen koruyorlardı. Türk halkı bu çalkantılar içinde dert
ortağı ve şifa olarak Türk derviş ve müritlerini görüyorlardı.
"Hacı Bektâş, Anadolu'ya akan Türk göçlerini kendisine bağlamayı becermiş, kökü Ahmed Yesevî'ye
dayanan “Tekke Felsefesi'ni de Anadolu'nun o günlerine uydurarak, yeni bir biçime sokmuştur.
Yesevîlik ile Bektâşilik arasındaki farklar o yıllarda ortaya çıkmıştır. Horasan'dan yayılan Melâmetiyye
ile de farklar peydahlanmış böylece 'Eklektik' bir yapı ortaya çıkmıştır" *51+.
Sulucakarahöyük'ten Anadolu'ya Hacı Bektâş'tan yükselen: "Bu yurtta Türkçe konuş, Türkçe sev,
Türkçe yakar" sesi *52+ cevap bulmada gecikmeyecektir. İnsanoğlu bütün derdini dille ifade eder. Bu
gerçeği çok iyi bilen Hacı Bektâş, küçücük yedi evlik o Türkmen Köyü'nü (Sulucakaracahöyük) bir okul
hâline getirmeyi başarmıştır. Bütün başarısında Türkçe en büyük yardımcısı olmuştur. Dinî inaçların
ele alınıp işlendiği edebiyat ürünleri malum olduğu üzere Tekke Edebiyatı koluna girmektedir. Bu
edebiyat mahsülleri; diliyle, konuşuşuyla (dinî) türüyle, biçimiyle, temâsıyla Türk'tür. Tekke Edebiyatı
bu yönüyle Türk Halk Edebiyatı'nın günümüze ulaşmasında en büyük pay sahiplerinden biridir. Hacı
Bektâş'ın Allah (C.C) aşkından ehl-i beyt muhabbetine; ahlâk kurallarından inanmış gönüllerdeki
heyecana hadar hepsi Tekke Edebiyatı ürünlerinin doğmasının sebebidir. Bu sebep; Yunusları,
Kaygusuzları, Dertlileri, Âşık Veyselleri de Türkçe'nin mimarları olarak zirveleştirecektir. “Türk dilinin
gelişmesinde Hacı Bektaş’ın Türkçe'deki ısrarı ona: "Türk dilinin koruyucusu" sıfatını getirmiştir
(XIII.yüzyıl) Hacı Bektâş; büyük bir mutasavvıftır. Akılcı, dinamik ve gerçekçidir. Makâlât'ındaki:
"Amma benüm üç eyü dostum vardır. Kaçan kim ben ölecek biri evde kalır, biri yolda kalır, biri de
benümle gider. Evde kalan malımdır. Yolda kalan hısımlarımdır. Benümle giden ise iyiliğimdir" ifadesi
bu yönünü apaçık göstermektedir.
Hacı Bektaş’ın Makâlât'ını Arapça yazmasına mukabil bu tarikat Türk halkına kendi sade ve güzel
Türkçe’siyle hitap ihtiyacını duymuş ve “Nefes” adlı Türkçe ilahilerinde tasavvufun çok sayıdaki Farsça
terimlerinden birçoğunun Türkçe'lerini bulup kullanmaya muvaffak olmuştur. Bu hareket yine birçok
Türkçe kelimelerin yeni mânâlar ve mecâzlarla ve yeni seslerle güzelleşip, zengin kelimeler olmasını
sağlamıştır. Aynı ilâhiler ekseriya hece vezniyle ve millî nazım şekilleriyle millî çizgileri korumuş ve
yaşatmıştır. En esrarlı problemlerini serbest görüş ve düşünüşlerle karşılayan Bektaşilik, bunların
Türk diliyle ifadesinde de Türkçe’yi güzelleştiren bir zevk ve zeka hamlesi içinde çalışmıştır. Nüktelerin
pek çoğu; katı hayat yüklerini, çeşitli hayat zorluklarını, karanlık hayat ve problemlerini tamamiyle
millî zekânın incelikleriyle yumuşatıp aydınlatma yolunda büyük hizmetlerde bulunmuştur.
HACI BEKTAŞ-AHİLER
Hacı Bektâş'ın doğduğu Nişabur şehri "Melâmilik"in beşiği idi. Bu bakımdan Hacı Bektaş ile Ahiler
(fütüvvet ehli) arasındaki ilgi gayet tabiidir. Hacı Bektaş Velâyetnamesi, Hacı Bektaş ile Ahî Evran’ın
dostluklarnıdan samimiyetle bahsetmektedir *54+. Bazı Bektaşi âdetlerinin-Kuşak bağlama, eşik öpme,
aynı kaseden şerbet içme gibi- ahilikten iktibası da bir başka dikkate değer konudur.
HACI BEKTAŞ, YENİÇERİLİĞİN KURULUŞUNDA DUA ETMEMİŞTİR!..
Tarihi bilgi ve delillere göre Türk-Selçuklular zamanında yaşayan Hacı Bektâş; Velâyetnameler'e göre,
Türk-Osmanlılar zamanında yaşamış; Orhan Gazi ile görüşmüş, hatta Yeniçeriliğin kuruluşunda *55+
dua etmiştir. Ayrıca Yeniçeriliğin 'pîri' sayılması, yeniçeri askerlerine "Taife-i Bektâşîyan” Yeniçeri
Ağaları'na “Ağa-yı Bektâşîyan" denilmesi *56+ Ahilerin silahlı "Seyfî" koluna Hacı Bektâş'ın "Ser-
çeşmelik" etmesi, Bektâşîliğin Anadolu'da Ahilikle kaynaşması sonunda, kökleşme ve tutunması *57+
Yeniçeriler’in savaşa girerken söylediği: "Allah Allah, Eyvallah, baş üryan sîne püryân.. Allah Allah nur-ı
Muhammed Nebî; Pîrimiz hünkârımız Hacı Bektâşî Velî" Bektâşî gülbankidir. Bunlar Hacı Bektâş'ın
ölümünden sonra ortaya çıkmıştır.
Bu konuya açıklık getirmesi sebebiyle son sözü Türk-Osmanlının ilk tarihçisi Âşıkpaşazâde, Hacı
Bektâş'ı şöyle anlatmaktadır: "Sual: Ey Derviş! Bu Anadolu ülkesinin ülâmasını ve dervişlerini zikrettin.
Yâ Hacı Bektâş Sultan'ı niçin anmadın? Cevap: Bu andığım azizler Osmanlı Hanedanı ülkesinde olan
kişilerdir. Osmanlı soyuyla görüşmüşlerdir. Bu Hacı Bektâş Osmanlı Hanedânı’ndan kimse ile
konuşmadı. Bundan ötürü anmadım. Hacı Bektâş'ın Anadolu'ya gelmesini beyan edeyim, ne
sebeptendir ve sonu dahi ne oldu beyan edeyim: Bu Hacı Bektâş, Horasan'dan kalktı. Bir kardeşi vardı,
Menteş derlerdi. Birlikte kalktılar, Anadolu’ya gelmeye heves ettiler. Evvela doğru Sivas’a geldiler. O
zamandan Baba İlyas gelmiş, Anadolu’da oturur olmuştu. Meğer onu görmek isteğiyle gelmişler.
Onun dahi hikâyesi çoktur. Bu Hacı Bektaş kardeşiyle Sivas'a, Sivas’tan Baba İlyas'a geldiler. Oradan
Kırşehir'e, Kırşehir'den de Kayseri'ye geldiler. Menteş yine memleketine yöneldi. Hacı Bektâş,
kardeşini Kayseri'den gönderdi.Vardı, Sivas'a çıktı. Oraya varınca oraya yetmişti. Onu şehit ettiler.
Bunların hikâyesi çoktur, hepsini doğru haberlerle bilmişimdir. Hacı Bektâş Kayseri'den, Karahöyük'e
geldi. Şimdi mezarı oradadır. Bu Anadolu'da misafirler ve seyahatlar arasında dört taife vardır ki anılır.
Biri Anadolu Gazileri, biri Anadolu Ahîleri, biri Anadolu Abdalları, biri de Anadolu Bacıları. Hacı Bektâş
Hazretleri bunların içinde Anadolu Bacılarını seçti ki ona Hatun Ana derlerdi. Geldi onu kız edindi. Gizli
bilgi ve kerâmetlerini ona gösterdi. Teslim etti. Sonra oradan Allah rahmetine vardı. Sual: Bu Hacı
Bektâş Hazretleri'nin bunca müridi ve dostu vardı. Bunların biatları ve silsileleri nereden olur? Cevap:
Hacı Bektâş nesi varsa Hatun Ana'ya emanet etti. Kendi bir meczup, saf bir azizdi. Şeyhlikten,
müritlikten vazgeçmişti. O zamanda şeyhlik ve müritlik asla ortaya çıkmış değildi. Silsileye dahi
aldırmazlardı. Sual: Ya bu Bektâşîler, Yeniçerilerin başındaki taç Hacı Bektâşî'nin derler, Cevap:
Yalandır. Bu ak kürk, Orhan Gazi zamanında ortaya çıktı. Ancak bu Bektaşiler’in ak kürk giymesine
sebep şudur: Onların bir Şeyhleri vardı, Abdal Musa derlerdi. O Abdal Musa, Orhan zamanında gazaya
geldi ve Yeniçerilerin arasında nice zaman yoldaşlık edip yürüdü. Bir Yeniçeri'den eski bir kürk diledi.
Bir eski kürk verdiler. Abdal Musa bunu başına giydi. Seferi onlarla beraber yaptı. Seferden dönünce
kendi memleketine geldi. Başında Yeniçerilerden aldığı Kürk vardı. İşte ben de gaziler tacını giydim
geldim diye haylice de övündü. Bektaşilerin tacını beyan ettim. Aslı böyledir" *58+.
HACI BEKTAŞ-BABAİLER
Moğol istilasından kaçanlardan biri de Baba İlyas’tır. Anadolu’da kurulan Babai tarikatının kurucusu
ve şeyhidir. Baba İlyas, “Vefaiyye Tarikatı”na mensuptur. Kısa ömürlü olmasına rağmen bünyesinde
derin izler yerleşip Türk halkının oldukça zengin ve üstün bir hayat yaşamasına karşı bir kısım
köylülerin yoksulluğu ve şehirlerde yaşayanların kafirliğe saptığı iftirasıyla şehirdekilerin mallarının
musaderesini helal gören bir zihniyeti temel yapmıştır.
Bu anlayış Babailiği tarikattan çıkarıp yıkıcı bir hüvviyete büründürmüştür. Baba İlyas’ın bütün iyi
niyetine rağmen tarikatın ikinci mühim şeyhi Baba İshak (Kefersutlu) etrafına topladığı kalabalıkla
(Müritleri kendisine Baba Resulullâh demektedir) malatya-Tokat-Amasya’yı elde etmeye
kalkışmışlardır. Başlangıçta Selçukluları mağlup edecek kadar kudret kazanmış iseler de Anadolu
Selçukluları tarafından dağıtılmış, şeyhleri idam edilmiş ise de açtıkları yara kapanmamıştır *59+.
Açıkta kalan Babaîler sonra Hacı Bektâş etrafında toplanacaklardır. Aşıkpaşa'nın: "Kendi bir meczub-ı
budala-azizdi. Şeyhlikten ve müritlikten fariğdi" diye tanıttığı Hacı Bektâş; ne kadar Baba İlyas'ın
halifesi olan Baba İshak'a Eflâkiye’ce mürit gösteriliyorsa da *60+ bu doğru değildir. Hacı Bektaş’ın
Baba İlyas'la irtibatını hemşehriliğiyle bağlamak (her ikisi de Horasanlı’dır) daha doğrudur. Zira, tarikat
ilgisi gerçekleri yansıtmaz.
Bektaşiliği, giyinişinden selamlaşmaya kadar birçok özelliği ile Türk terbiye ve an’ane, estetiğini
taşıması sebebiyle milli bir tarikat olarak kabul edenlerin yanında Bektaşilik için “Bu akım, bu derviş
veya şeyh tekkekesinde kısıtlanıp kalacak kadar basit bir şey tabi ki olamaz”. Ne yazıktır ki sonradan
gelenler kendilerini genel bir alışkanlıktan kurtaramayarak tarikat kavramını kullanmakta sakınca
görmemişlerdir. Öyle ki Bektaşilik hakkındaki ilk ve en sağlam görünüşlü kaynaklar dahi bu görüş
içindedirler ve hatta bu yola katılmış dervişler, şeyhler, babalar bile bunu böyle bilirler.
Besim Atalay “Bektaşilik” adlı eserinde: “Bektaşilik de başka tarikatlar gibi bir tarikattır...” demekte ve
hatta kaynağa dayanarak: “Bektaşiliği mezhep bakımından Caferilere, görüş ve felsefe bakımından da
Hurifilere bağlayabiliriz” diyenleri de görüyoruz *61+. Burada dikkatten kaçırılmaması gereken bir
husus da Bektaşiliğin dini yapısının yanında (tarikat kurma) yüksek gayelerinin göz ardı edilmemesidir.
Zira Hacı Bektaş, küçük hesapların adamı olsaydı; fikirleri ve yaşayan varlığı ile şimdi yaşamıyor
olacaktı. Zira o, İslamiyet öncesi ve sonrası Türk kültürünün kolonizatörlerinden olması sebebiyle Türk
kültürü yaşadıkça yaşayacaktır.
XIV.asırda Bektâşî tarikatı mevcut olmakla beraber Babaîler’in istitatleri mahiyetinde olan sair
mümasil heterodoks tarikatlar arasında en mühimi değildi. O bu ehemmiyetini XIV ve XV. asırlar
arasında yani diğer hetedoks zümreleri kendi içine alıp erittikten sonra almıştır. XIV. asırda Bâbâî
halifesi Hacı Bektâş'ın kültürünün Abdallar gibi Bâbâîlik'ten gelme sair zümreler arasında da mevcut
olması bütün o zümrelerin de Bektâşî zannedilmesini ve bu suretle Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda
Bektaşilikle olduğundan fazla ehemmiyet isnat olunmasını intac etmiştir. Mamafih Osmanlı Dev-
leti'nin kuruluşu esnasında Garbî Anadolu'da Hacı Bektâş mensupları da bulunuyordu. Serseri
zümrelerinin Hıristiyan halkı ihtida ettirmek hususunda en faal rol oynamışlardır *62+.
HACI BEKTAŞ-BEKTAŞİLİK
Bektaşilik; Hacı Bektâş Velî'ye bağlı olan, onun yolunda gidenlerin yollarına verdikleri addır. Bektâşi
tarikâtının usul ve erkânına uygun bir yaşayışa sahip olmalarına bakarak Ehl-i Beyt sevgisi, tevellâ ve
teberra prensibi gibi hususlara bağlı olmalarına bakarak Bektâşiler’e Alevî (İslâm tarihinde Hz. Ali’yi
sevmek ve saymak “Alevilik”, “Alevîyet” kelimeleri ile ifade edilmiş; Hz. Ali’yi sevene "Alevî"
denilmiştir. Ehl-i Beyt: Hz. Muhammed (S.A.V.) aile ocağıdır. Tevellâ: Ehl-i Beyti sevenleri sevmeye
denir. Teberrâ Ehl-i Beyt’i sevmeyenlerden nefret edip onları lânetlemeye denir) diyebiliriz. Ancak, bu
Alevilik Sünnîlerin Ehl-i Beyt’e olan sevgilerini ifade eder. Mânâdan öteye geçemez. Çünkü Türkiye'de
her Bektâşî Alevî olduğu halde, her Alevî Hacı Bektâş'ı "Horasan Ereni" sayıp hürmet etmesine
rağmen, Bektaşi değidir. Bu yüzden "Köy Bektâşîsi", "Şehir Bektâşîsi" ayrımı yapılmakta; Köy
Bektâşîlerine "Alevî" dendiği halde "Şehir Bektâşîlerine ", "Bektaşî " denilmektedir *63+.
Bektâşîlik; Hacı Bektâş’tan sonra ortaya çıkması hesabiyle iki devrede incelenmesi daha doğru olur:
A-Hacı Bektâş Devresi
B-Balım Sultan Devresi
A-Hacı Bektâş Devresi:
Bektâşî geleneğine göre Hacı Bektâş Velî, Horasan Erenleri’ndendir. Nişabur’da doğmuştur. Soyu Hz.
Muhammed’e kadar uzar. Velâyetnâmelerde *64+ çocukluğu, kerametleri, Lokman-ı Perende ve
Ahmed Yesevî’ye intisap edişi anlatılır. Bu konuyla ilgili menkabelere yazımızın muhtelif bölümlerinde
yer vermiştik. Tekrarında fayda görmüyoruz. Âşık Paşa'nın şehadetiyle Hacı Bektâş Velî'nin Osman
Gâzi devrine yetişmemiş ve belki de Osman Gâzi'nin Beyliği'nden bir müddet önce Hakk’ın rahmetine
kavuştuğu söylenilebilir.
Zira menkabeler tarihi kayıtlara uymaktadır. Menkabelerin tarihi kayıtlara uyduğu noktalardan
bazıları olarak; Hacı Bektâş Velî, Kadıncık Ana, Menteş isimli kardeşin varlığı ve şehadeti gibi
sayılabilir.Yine Âşık Paşa’dan öğrendiğimize göre; Hacı Bektâş Velî kendi halinde meczup bir derviş
olup, şeyhlik ve mürit elde etme gücünde değildir. Ölümünden sonra ortaya çıkan "Muhibbi ve
müritleri"nin Bektâşîlik tarikatına mensup olduklarını biliyoruz. Hacı Bektâş; Horasan'dan tasavvufî-
İslâmî fikirlerle karışık eski Türk geleneneklerini de beraberinde getirmiştir. İnanmış bir insanın
etrafında inanmış insanların toplanması kadar tabiî bir şey olamaz (Şeyhlik, mürit elde etme ve
teşkilatçılık gibi meziyetlerin sahibi olmasa bile).
Antalya'nın Elmalı Kazası'nın Tekke Köyü'nde gömülü Bektâşîler içinde ünü olan Abdal Musa da
Kadıncık Ana vasıtasıyla Hacı Bektâş'ın vasıtalı müridi olmuştur. Yeniçeriler'le gâzalara katılmış, Orhan
Gazi döneminde yaşamış, börk giymiş ve Alaîye Beyi'nin oğlu Gaybî'ye mürşitlik etmiştir (Gaybî-
Kaygusuz Abdal) Bektâşîlik'in esas kurucusunun XVI.yüzyılda Balım Sultan olduğunu söyleyenlerin
yanında XV. asırda olduğunu söyleyenler de vardır (Prof. Dr. Fuad Köprülü, Şemseddin Sami) *65+.
Bizde; Bektâşîlik konusunda en yetkili kalemlerden biri olarak -Âşık Paşa'ya izâfeten verdiği bilgilerin
ışığında- rahmetli Prof. Mehmet Eröz gibi Bektâşîlik'in Hacı Bektâş’ın ölümünden sonra teşekkül ettiği
kanaatindayız. Bu tarikat ilim ve din çevrelerince pek itibara şayan bulunmadığı gibi âdetleri de hoş
karşılanmamıştır. Kadıncık Ana manevî kızıdır. Resul Çelebi ve Muhammed Çelebi Hacı Bektâş'ın "Bel"
değil "Yol" evlâtlarıdır *66+. Balıkesir Çepnileri'nin "Yol" evlatlarının Hacı Bektâş'ın yolunu devam
ettirdiği iddiasında iseler de *67+ (Bunlarda tarikat, görenek, aktarma ve öğretişe dayalıdır).
Balım Sultan erkânı "Şehir Bektâşileri"nde görülür. Her şeye rağmen Rûm Gazileri kanalıyla gelişen
Bektâşîlik; aynı kanalla Balkanlar'a, Tuna Kıyılarına Arnavutluk’a kadar yayılmıştır. Güçebe ve yerleşik
Türkmenler arasında da görülmüştür. Bu sebeple "Baba İshak"ın halifesi olduğunu söyleyenlerin
yanında Babaîler arasında da taraftarlarının varlığını "Türk Töresi"nin yapısında buluyoruz.
Başlangıçtaki töre etkisi sonradan zayıflayacaktır.
B-Balım Sultan Devresi:
Bektâşilik yapı itibarıyla; İslâm dini eski Türk dini inanış ve gelenekleri ve batınî inanışlarıyla bir
mozaikler toplamıdır. Balım Sultan tarafından yeniden düzenlenmiştir. Tekkelerin iç yapısının
muntazamlaştırılması, Tekke tesisi, evlenmemiş (mücerred) dervişlerle teşkilatın takviyesi gibi *68+.
BEKTAŞİLİK-ALEVİLİK
Balım Sultan'ın ölüm tarihi 1516'dır. Köy ve şehir Bektâşîliği bu tarihten sonradır. Şehir
Bektâşîleri'ndeki "Cem bezmi"nde büyük değişiklikler Köy Bektâşîleri'nde söz konusu değildir. Hacı
Bektâş'ın ve önceki büyüklerin erkânına bağlıdırlar *69+. Şehir Bektâşiliğine "Nâzenîn Tarikatı" veya
"Babagân Kolu" (Babalar Kolu) adı verilmiştir. Bu kolun Bektâşî'si Köy Bektâşîleri'nin cemiyetine
girerse de Nâzenin Tarikatı'na Köy Bektâşî’leri alınmaz. Zira Köy Bektâşîleri'ne Bektâşî gözüyle
bakılmaz. Köy Bektaşîleri hem Aleviyiz, hem Bektaşiyiz derler. Erkânını Balım Sultan tanzim etmiştir.
Alevilik, Balım Sultan'dan önce de vardı. Bugün kendilerini Bektâşî'den ziyade Alevi sayan köyler,
Çelebiler'le Babalar arasında bir düşmanlık vardır. Çelebiler "Konak"a; Babalar "Pîr Evi"ne çekilmiş
olup bugünkü dergahta Çelebi, Baba ve Nakşî Şeyhliği adlarıyla maruf üç akım vardır *70+. Aynı
kaynaktan öğrendiğimize göre; Bulgaristan Bektâşîleri Çelebiler’e bağlıdır. Babalar Kolu da tamamiyle
Arnavut' tur.
Köy Bektâşîleri’nde aile ve evlilik, Şehir Bektaşileri’nde ise (Balım Sultan’ın) bekarlık (mücerredlik)
esas olup, evlenmek yasaktır *71+. Şehir Bektaşilerine “Mengûş” (Farsça: Küpe) takma âdetini Balım
Sultan getirmiştir. Küpe âdetleri için Bektaşilerin Dede-Babası Doç. Dr. Bedri Noyan Yeni Gazete’deki
(8.7.1966) "Bektâşilik-Alevilik Nedir?” adlı yazısına bakılabilir *72+ Yavuz Sultan Selim, evlendiğine
göre; kulağındaki küpenin gayesini Türk geleneğinde aramak gerekir.
Alevîlerde çocuk doğuştan Alevidir Bektâşiliğe dışarıdan girilebilir. "Kökten Bitme", "Daldan Yetme"
bu anlayışın deyimleridir. Bektâşiliğe dışarıdan gireceklere tören düzenlenir. Girmek isteyenin
boynuna "Tîğ-ı Bend" (nefsin kurban edilme sembolü) bağlanır. Böylece isteyen Bektâşî olmuş olur.
Balım Sultan’ın getirdiği erkânın Alevîler ve Bektâşîler arasında farklılık yarattığı bilinmektedir. Bu hal
Bektâşiler’in Köy Bektâşîlerini (Alevîleri) biraz hafife almaları şeklinde tezahür etmektedir. “Bektâşîler
Alevî Kızılbaşlardan tamamiyle ayrı olup, onları 'Sofu süreği sofuyan, sopaya tapanlar' diye tezyif
ederler. Meydanlarına almazlar. Bir Kızılbaş'ın Bektâşî olabilmesi için Bektâşî Babası'ndan "Nasip
alması"ile kabildir. Mehmet A1i Hilmi Dede Daba' nın matbu Divan' ında da bulunan ve:
"Sofu niçin tapdun kuru değneğe
Tapacak pençe-i Âl-i abâdır
Değnege hebadır emek vermeğe
Ehl-i beyt pençesi derde devadır."
Dörtlüğü ile başlayan "Nefes"i Kızılbaşlar’ı tezyif yolunda yazılmış bir hicviyedir. Bazı Bektâşîler sırf
Ehl-i Beyt sevgisi yüzünden bunları da mümkün mertebe hoş görürler.Konyalı Hafız Perişan Baba
(1283 Hicrî)dan rivayet edilen, "Sürek olsun, çörek olsun; Ehl-i Beyt'i sever olsun.." sözü bu telâkkiyi
gösterir; fakat bu sözde bile bir aşağılama vardır.
Kızılbaşlar, Bektâşîler’i hiç sevmezler.Onlara,"Purut" Babalar'a "Mezartaşı" derler.Hatta "Ocak"
dedikleri ve seyyid olduğuna inandıkları Dedelere tâbi bulunan bu zümre erbabında Hacı Bektâş Velî
bile tâbi bir mahiyete haizdir [73].
Bektâşilik hakkında buraya kadar söylediklerimizi özetlemek gerekirse Bektâşîlik Hacı Bektâş
tarafından değil sonradan konulmuş bir tarikat olup, Balım Sultan'la itibar kazanmış,devletten ilgi ve
himaye görmüş; mânen Yeniçeri Ocağı Bektâşîlik’e bağlanmıştır.
BEKTÂŞÎ TEKKELERİ
Anadolu ve Rumeli'de ve diğer ülkelerde bulunan ve Hacı Bektâş Dergâhı'na manevî bağla bağlı
bulunan Bektâşî tekkeleri ve yerleri şunlardır: Emrem Yunus Sultan Beypazarı (Ankara), Haydar
Sultan, Keskin (Ankara); Hasan Dede, (Kırıkkale); Seydim Sultan, (Çorum); Banun Sıultan (Kırşehir);
Nurettin Baba (Nevşehir); Abdal Musa, Elmalı (Antalya) Kafi Baba, Finike (Antalya); Mızraklı Baba,
(İzmir); Karadutlu, (İzmir); Horasanlı Ali Baba,Tire (İzmir), Hamza Baba, Turgutlu (İzmir); Bekri Baba
Menemen (İzmir); Niyazi Baba, (Manisa) Abdal Murat, (Bursa); Geyikli Baba (Bursa); Sucaaddin ve
Uryan Baba, Seyitgazi (Eskişehir); Resul Baba, Altıntaş; Kolu Açık Hacim Sultan (Uşak); Seyit Cemal
Sultan (Balıkesir); İncir Baba (Çanakkale); Mehmet Şeyh Dede (Çankırı); Masumlar (Sivas); Fikri Baba
(Merzifon); Gani Baba, (Divrik); Koyun Baba (Osmancık); Bulgul Baba (Irak) Kaygusuz Abdal (Mısır);
Teslim Sultan (Denizli); Koço Baba Kalecik (Ankara); Seyid Ali Sultan, (Dimetoka); Hıdır Abdal
(Malatya); Saltuk Baba (Babaeski); Horasanlı Ali Baba (Girit) -şimdi Tarsus'a, Caferî Sadık Baba'ya
nakledilmiş- Gül Baba Budapeşte (Macaristan) Amerika'da Michigan; İstanbul Tekkeleri; Rumelihisarı,
Öküzlimanı, Karaağaç, Yedikule, Sütlüce, Eyüp, Üsküdar, Merdivenköy, Çamlıca, Karacaahmet...
Bektâşîliğin Arnavutluk'taki parlak devri, Tepedelenli Ali Paşa zamanına rastlamaktadır *74+.
Bektâşîlikle ilgili tanınmış Bektâşî Babası Yusuf Fahir Baba’nın şu ifadeleri günümüzdeki Bektâşî
anlayışını netleştirmektedir:
"Ben Bektâşîyim diyenlerin kanaatleri ve itikatleri ayrı ayrıdır. Bunları da dört kısma ayırabiliriz:
1-Tıpkı bugünün müslümanları gibi ana ve babasından kalma Bektâşîlik'tir. Bunlar babalarının ve
ecdadlarının yoluna girmiş olmaktan başka bir gaye gütmezler. Bektâşîliği yalnız. Tevellâ ve
Teberrâ'dan ibaret bilirler.
2-Bu ikinci Kısım Bektâşîliği serbest bir kanaat ve meslek olarak görenlerdir. Orada içki, saz, kadın
âlemleri bulunduğu için hayvanî hislerini hevesât-ı nefislerini tatmin edeceklerini düşünürler. Bunun
için Bektâşîlik, yalnız sarhoşluk ve zevktir.
3-Bu yoldan Menfaat teminini düşünenlerdir ki o zamanki tekkelerde karın doyurınak için oturanların
ve sonunda Baba olmak suretiyle kendilerine mürşit süsü verenlerin ekserisi bu nevidendir. Bunlar
Babalığa mezuniyet demek olan bir "İcâzetnâme" alarak Baba olduktan sonra evini tekke yapmak
veyahut mevcut olanlardan birinin Babalığını kaparak geçimini temin etmeğe çalışmktan başka birşey
bilmezler.
4-Ya ecdadından veya babasından intikal eclen bir meslek ve itikat olması ve bu itikatlara bağlı
bulunması sebebiyle Bektâşîliği sevip bu tarikata girenler va tarik hakkında lazım geldiği kadar derin
ve hakiki bilgilere sahip olanlar veyahut bir tasavvuf yolu olarak kabul ettikleri bu tarikte, tarikin
an'ane ve imkânlarına uyarak feyz almaya çalışanlardır ki bizce hakiki Bektâşî bunlardır!"*75+.
ŞÎÎLİK VE HACI BEKTAŞ
Hacı Bektâş'ın 12 imamcı ve Şiî olduğu görüşünü "Anadolu'da İslâmiyet" adlı yazısıyla ilk defa Prof. Dr.
Fuad Köprülü ortaya atar. Delili ise Makâlât tercümesindeki şu beyitlerdir:
"Hem on iki imâma ikrârun
Bunların zıddına ikârun olsun
Muhib ol dostına, zıddına düşmân
Dilersen kim ola imânın ruşan.."
Bu beyitler Prof. E. Coşan’a göre; "Makâlât' ın diğer ve daha mevsuk nüshasında yoktur. Ve aynı
mahalde Hz. Ebu Bekir, Hz.Ömer, Hz.Osman, Hz.Ali hakkında methiyeler yer almaktadır. Eserin sahibi
ve nazımı olan Hâtip-oğlu' nun "Letaifnâme"sinde aynı parçalar, aynı şekilde bulunduğu ve Hatip-
oğlu’nun İznik Medresesi'nde hâdis ve tefsir müderrisi olduğu bilindiği için Prof. Dr. Fuat Köprülü'nün
nüsha mukaddemesinin muharref ve bozuk olduğu derhal ispatlanmaktadır. Demek ki eserin
istinsahını yapan meçhul müstensih, mataasıp bir Alevî olduğu için metindeki dört halife methine
tahammül edememiş ve metni değiştirmiştir. Kaldıki bahis konusu beyitler Makâlât'ın Hacı Bektâş'a
ait metin kısmında değil, nazım Kâtip-oğlu'nun esere eklediği mukaddime bölümündedir. Hacı
Bektaş’ın değil ancak Kâtip-oğlu’nun ne fikirde olduğunu gösterir. Böylece Hacı Bektaş’ın Şîî temayülü
olduğu iddiası bütünüyle mesnetten mahrum kalmaktadır.
Hacı Bektâş da Âşık Paşa, Yunus Emre, Mevlânâ gibi o çağların sünnî, şeriata bağlı, riyâdan, kötü
huylardan, ilhad ve ibahîcilikten uzak olgun mutasavvıflar zümresindendir. Makâlât'ın Arapça aslı,
manzum ve mensur versiyonlarının tetkiki de bu düşünceyi doğrulamaktadır.
Hacı Bektaş’ın 12 İmama ikrarı, Tevellâ ve Teberrâ'yı tavsiye ettiği: "Şiâ-i isnâ-aşeriyyeye mutemayil"
olduğu iddiaları sürekli bütün araştırmacılarca da, tekrar edilmeden durulmamıştır (Türk
Ansiklopedisi, C:IV, sh.1194; Meydan Larousse; İslâm Ansiklopedisi "Hacı Bektâş" ve “Selçuklular”
maddesi; Köprülü Armağanı, sh.542; TTK Belleten, C:XXX, sh.74 vd.) *76+.
HACI BEKTAŞ EHL-İ SÜNNETE BAĞLI BİR MUTASAVVIFTIR
Bektaşilik; Hacı Bektâş'ın vefaatından sonra teşekkül etmiştir. Balım Sultan'dan sonra bazı
Bektaşîler'in; Hacı Bektâş'ın: "Kadınlarınızı okutunuz. Eline, beline, diline hâkim ol. Eğer insan isen
ölmezsin." *77+ gibi vecizelerini tarikatlarının temel felsefesi yapıp sonradan bozulan ve çığırlarından
çıkan kollar aşırı "Bâtınî" tarikatlar oldular, bazıları "Çok geniş meşrepli" ve "çok geniş mezhepli"
göründüler. Bu sebeple göze batmamayı esas edindikleri için gözden ırakta yerleştiler. Bu da diğer
tarikatların antipatisinin yanında, yardım alamamayı beraberinde getirdi. Alevî Bektâşîlerin azınlıkları
Hz. Ali ve çocuklarını "Tanrılaştırmaya" kadar götürdüler. Safevîler bu durumdan çok
faydalanmışlardır.
Fuat Köprülü; İran Şahı İsmail Safevî'nin "Şâir Hataî" mahlâsı ile yazdığı Bektâşî nefesleri ve o çağların
Kızılbaş şâirlerinin deyişleri, İslâmlığın X. ve XI. yüzyılda Anadolu'da yayılmaya başlayan, Kızılbaşlık
dediğimiz mezhebin Türk oymakları arasında İran Şahları'nın kuvvetli bir dinî ve siyasî propaganda
sağlamalarına sebep olduğunu anlatmaktadır.
"Bir takım serseri hocalar ve din alamları Osmanlı'nın kötü idaresinden hız alarak Doğu anadolu’da
yerleşmiş, kökleşmiş bulunan Safiliği Kızılbaşlık’ı yok etmede kullanmışlardır *78+.
KAYNAKLAR
*1+ "Bektaşilik ve Türk Milleti İçinde Doğuşu” Engin Çağrı; Kültür Dergisi, Yıl:2, Sayı:14, Ekim 1969, Sh.
8.
*2+ Künhü’l-Ahbâr: Âli: C:V, Sh. 52: Mir’âtu’l-Makâsıd, Sh. 42.
*3+ Hacı Bektâş-ı Velî Makâlât: Prof. Esad Coşan, Seha Neşr: 32, İst. sh.XXI.
*4+ Selçuklular Tarihi: Prof. Osman Turan, Başbakanlık yay. sh.66.
*5+ Prof. Esad Coşan; a.g.e. sh.XX.
*6+ Tiryâku'1-Muhbibîn: a1-vâsıtî, sh.47.
[7] Engin Çağrı,a.g.m., sh.8.
*8+ Türk Büyükleri: Hacı Bektaş Velî, Milliyet Gazetesi, sh.26.
*9+ Tevârih-i Al-i Osman: Aşıkpaşaoğlu Ahmed Asıkî (Düz.H.Nihal Atsız), İst, 1949, sh.204 vd. (Âşık
Paşa'ya göre Hacı Bektâş, Osman Gâzi Beyliğinden (1299) kısa bir müddet önce ölmüştür).
*10+ Prof.Esad Coşan, a.g.e, sh.XXV.
*11+ Geniş bilgi için bakınız: Prof. Esad Coşan'ın a.g.e.’nin metin kısmı.
*12+ Vilâyetnâme, Menakıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî: A.Gölpınarlı, İst.1958, sh.6-17.
*13+ Âşıkpaşaoğlu, a.g.e, sh. 204.
*14+ İslâm Ansiklopedisi, "Horasan Maddesi".
*15+ Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar: Prof. Fuad Köprülü, 2.Baskı, DİB. yay Ankara, 1966, sh.39.
*16+ Yazma nüshalarda Vilâyet-nâme şeklinde kullanılması yanlış değildir. Farsça’da hem "Vilâyet"
hem de "Velâyet" şeklinde kullanılırken, bizde velîlik anlamı sebebiyle "Velâyet" tercih edilmektedir.
*17+ Hacı Bektâş İlçesi Halk Kütüphânesi. No: 119, 120, 200, 204, 242; İst. Üniv. Kütüphânesi
Ty.2471.4820; İst. Belediyesi Kütüphânesi: O 13 ve O 31; M. Cevdet Yazmaları 5; Paris Bibliothegue
Nationale Ancien Honds Turcl36. Ayrıca bakınız: A. Gölpınarlı: Vilâyet-nâme, Sh. XVI-XVII-XVIII.
*18+ A. Gölpınarlı neşri; Vilâyetnâme, Menakıkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâ-ı Velî, İstanbul, l958; Sefer
Aytekin neşri,Velâyetname-i Hacı Bektâş-ı Velî, Ankara, 1956, 2.Cilt.
*19+ Prof. E. Coşan, a.g.e. sh.XV (3 ve 4 nolu dipnotlar).
*20+ Prof. E. Coşan, a.g.e. sh.XVI-XVII-XVIII.
*21+ İlk Mutasavvıflar, sh.39-40.
*22+ İlk Mutasavvıflar, sh.41 (Velâyetnâme-i Hacı Bektâş Veli).
*23+ İlk Mutasavvıflar, sh.43.
*24+ İlk Mutasavvıflar, sh.43-44.
*25+ İlk Mutasavvıflar.
*26+ İlk Mutasavvıflar, sh.40(49. Dipnot).
*27+ Türkiye’de Alevilik ve Bektayilik: Doç. Mehmet Eröz, İstanbul, 1977, sh. 54.
*28+ Âşıkpaşaoğlu, a.g.e. sh. 273.
*29+ İlk Mutasavvıflar, sh.42 (56. Dipnot).
*30+ İlk Mutasavvıflar, Silsile-Name :I.
*31+ Velayename: A. Gölpınarlı, sh.101 vd.
*32+ Prof. E.Coşan, a.g.e, sh.XXX.
*33+ Nakşibendiliğin Doğuşu ve Yayılışı: Kasım Kufralı, sh. 124. Prof. Esad Coşan, a.g.e, sh. XXXIII-
XXXIV.
*34+ Prof.E.Coşan, a.g.e, shXXXIV.
*35+ Prof.E.Coşan, a.g.e, (Basılmamış doktora tezi) Sh.XXXIII-XXXIV.
*36+ Yunus Emre ve Tasavvuf: A. Gölpınarlı, sh. 121 vd. 171 vd.
*37+ Velâyet-nâme, A.Gölpınarlı, sh.65.
*38+ Genel bilgi için bakınız: İhsan Mesut Erişen-Kemal Samancıgil, Hacı Bektaş Veli, Bektaşilik ve
Alevilik, 1966. Sh. 89; Murat Sertoğlu: Bektâşîlik Nedir? İstanbul,1969, sh. 74.
*39+ Âşık Paşazâde Tarihi, sh.206.
*40+ Prof.E.Coşan; Kitabu’l-Fevaid ile Hacı Bektaş arasında gerçekten bir ilgi ve irtibat bulunduğu,
ancak eserin muhtelif ilave ve tahriflerle asli hüviyetinden uzaklaştığı kanaatındadır (Hacı Bektaş Veli
Makâlât) sh.XL.
*41+ Prof. M. Fuad Köprülü; “Anadolu’da İslâmiyet", Darülfûnun Edb. Fak.Mec. Sayı:4-5-6, İst.1922,
sh. 86 (Baha Sait'in Tire Kütüphânesi' nde gördüğünü belirttiği tefsir).
*42+ İslâm Ansiklopedisi, “Şath" Maddesi.
*43+ Prof. Esad Coşan, a.g.e sh. XLI (Bu eserin Hacı Bektâş'a aitliği sabit değildir).
[44] Yunus Emre-Hayatı: A.Gölpınarlı, İst.1936, sh.302.
*45+ Prof.Esad Coşan, a.g.e. sh.XLI (Hacı Bektâş İlçesi Halk Kütüphanesi Nu 21'deki Cönk).
*46+ İlk Mutasavvıflar, sh. 44 (Dipnot 60).
*47+ Prof.E.Coşan, a.g.e. sh.XXXI.
*48+ Prof.E.Coşan, a.g.e. sh.XXXI (Tıbyânu Vasâ'il, C:I, sh.129 b).
*49+ Prof. E.Coşan, a.g.e. sh. XXX (Tıbyânu Vasâ'il. C:I, sh. 129 a, 129 b).
*50+ Prof. E. Coşan, a.g.e. sh.XXXIV (Tiryaku'1-Muhibbîn, sh. 47 vd, Nakşîbendiliğin Doğuşu ve Yayılışı
(Basılmamış doktora tezi) sh.124-127.
*51+ Türk Büyükleri: Hacı Bektâşî Velî, Milliyet Gazetesi, sh. 26.
*52+ Türkistan'dan Türkiye'ye Anadolu Mucizesi: Dr. Halûk Nurbâkî, Mayaş Yay. Ankara 1984, sh. 32.
*53+ Resimli Türk Edebiyatı Tarihi: N. Sami Banarlı, İst.197l, Devlet Kitap. C:I, sh. 294-295.
[54] Vilâyetnâme, A.Gölpınarlı neşrî, sh.50-54.
*56+ Böyle sıfatlarla anılması doğru ise de bu nispet Hacı Bektaş'tan değil; Âşık Paşa'nın yazdığına göre
Abdal Musa, Seyyid Ali Sultan, Evrenos Gazi Osmanlı'nın ilk teşekkülünde emeği geçmiş yiğitlerin Hacı
Bektâş ve Tekkesi ile ilgisi ve bir savaşta Yeniçeri Askeri'ne kendi elifi tacını (Abdal Musa'nın)
giydirdiğinden dolayıdır. Yeniçeriler bu sebepten yeniçeriliğe meyletmişlerdir.
*57+ N.Sami Banarlı, bu kanaattadır. a.g.e. C:I, Sh. 294.
*58+ "Hacı Bektâş-ı Velî ve Bazı Gerçekler" Prof. F. Kadri Timurtaş, Çağrı Dergisi, Sayı: l88, Ağustos
1973, Sh: 7-8.
*59+ N. Sami Banarlı, a.g.e. sh. 291.
*60+ Gölpınarlı, Velâyetnâme Şerhi, C: VI.
*61+ Engin Çağrı, a.g.m. Kültür Dergisi, sh: 8.
[62] Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu: Prof. M. Fuad Köprülü, Ankara, 1972, Atay Kültür Yayınları,
Sh.171-172.
*63+ Türkiye’de Alevilik ve Bektaşilik: Doç. Mehmet Eröz, İstanbul 1972, Sh.52.
*64+ Velâyet-Nâme veya Vilâyet-Nâmeler; Hacı Bektâş Veli’nin menkabelerini anlatan eserlere verilen
addır. Menkabelerde olağanüstülük ve efsanevi olaylar içiçedir.
*65+ Geniş bilgi için bakınız: İlk Mutasavvıflar, sh. 94-95.
*66+ Prof. Mehmet Eröz, a.g.e. sh. 59-60.
*67+ İslâm Ansiklopedisi "Bektaşilik Maddesi".
*68+ İslâm Ansiklopedisi "Bektaşilik Maddesi".
*69+ Gizli Türk Dini Oyunları: Vahit Lütfi Sağcı, sh: 24.
*70+ Bektâşîlik: Besim Atalay, sh. 23-24.
*71+ Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözcüğü: M. Zeki Pakalın, sh. 475.
*72+ Prof. Mehmet Eröz, a.g.e., sh. 65.
[73] Prof. Mehmet Eröz, a.g.e., sh. 73.
*74+ Prof. Mehmet Eröz, a.g.e., sh. 75.
*75+ "Bektâşilik" Yusuf Fahir Baba, Tarih Dünyası Dergisi, l5 Eylül 1951, Sayı:25.
*76+ Prof. E. Coşan, a.g.e. sh. XXXVII.
*77+ Doğu İlleri ve Varto Tarihi: M. Şerif Fırat, 4.Baskı, TKA. Ens.Yay.Ank. l981. Sh. 247.
*78+ Araştırma ve Düşüncelerim: Kadri Kema1 Kop (Sevengil), II. Baskı, TKAE. Yay. Ankara 1982, Sh.33-
43.