hadis Şerhleri fasıldan fasıla serisi 1-2-3-4

88
FASILDAN FASILA 1-2-3 Efendimi z (s av) kendisine pe yga mbe rli k veril me zde n önce de ibade t ediyordu. Hadîslerde bu “tehannüs” kelimesiyle izah ediliyor. Fakat ne şekilde ibadet ettiğine dair bir rivayet yok. İhtimal, Üstad Bediüzzaman’ın dediği gibi, İbrahim (as)’in bakiye-i diniyesi ile amel ediyordu. Zikr-i Cehrî, Zikr-i Hafî İslamiyet’in kesin olarak tayin ve tespit etmediği hususlar, fıtratlara göre ay r ı ay r ı ml er al ı r. Na slara muhalif ol ma ma k ş a rt ı yla, ke si n hükme  bağlanmamış mesele lerde muhitin, iklimin, örf ve ananelerin farklı olmasıyla farklı yollara sülûk edilebilir. Tarikatlarda zikrin gizli veya açık yapılması da her halde buradan kaynaklanmaktadır. Meselâ, Allah’ın (cc) zikri hususunda Buhari’deki bir hadîs-i şeriflerinde Allah Rasulü (sav): “Nefsinize merhamet edin, zira siz ne bir gaibe, ne de bir sağıra duâ ediyorsunuz” buyur maktadırlar. Bunu esas alan bazı tarikatlar, zikirlerini haf î (gizli, sessiz) yap mak tad ı r. Buna kar şı l ı k ise, bir di ğer ekol zikirlerini cehrî (açıktan, sesli) yapmayı tercih etmişlerdir. Hasılı bu mesele nasslarla kesin bir hükme bağlanamadığından, her iki şekilde de zikir yapmaya cevaz var demektir. *** İhsan Sırrı Haki kat ehli nc e ih sa n, hak ölçülerine gö re iy i düş ü nme, iyi ş eyler   plânlama, iyi işlere mukayyed olma ve kullukla alâkalı davranışların, Allah’ın nazarına arzedilmesi şuuruyla fevkalâde bir titizlik içinde temsil edilmesinden ibaret kalbî bir ameldir. İhsana ulaşabilmek için duygu, düşünce ve tasavvurların sağlam bir imâna  bina edilmesi , iman gerçe ğinin İslami esaslarla derinleşt irilmesi ve kalbin kadirşinas ölçüleri ile ilâhîleştirilmesi şarttır. Başkalarına ve başka şeylere ihsan duygusu ise, hak murakebesi ile bütünleşmiş böyle bir kalbin tabiî tavrıdır. Evet, İhsan, görüyormuşçasına senin, Allah’a ibadet etmendir; sen O’nu görmesen de, O seni görüyordur.” hakikatınca, yapılan her şeyi arızasız ve Cenabı Şâhid-i Ezelî’nin nazarına arz edilebilecek şekilde inanarak, duyarak, irade, his, şuur ve lâtife-i rabbâniye buudları ile yerine getirmek bir esas, bir temel prensip ve hakikat erlerince ulaşılması gerekli olan bir ufuk; başkalarına karşı iyilik duy gus u, iyilik düş ünc esi ve iyi dav ran mak ise, ins an ruh u il e  bütünleşm iş böyle bir ihsan şuurunun zuhurû, taşması ve intişarıdır ki, birinci şıkkın tabii neticesi ve ihsana programlanmış bir vicdanın programlandığı şeyi ifade etmesinden ibarettir. İhsan şuuru, salih bir dairenin (kısır döngü karşılığı olarak kullanıyorum) kapı sı nı açan sı rl ı bir anahtar gibidir. O kapı yı açan ve o aydı nl ı k koridora ad ı mı n ı atan insan, ye n me rdivenle re bi nmi ş gi bi, ke nd ini si hi rli bi r  1

Upload: lkmsdlkmc

Post on 05-Apr-2018

244 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 1/88

FASILDAN FASILA 1-2-3

Efendimiz (sav) kendisine peygamberlik verilmezden önce de ibadetediyordu. Hadîslerde bu “tehannüs” kelimesiyle izah ediliyor. Fakat ne şekilde

ibadet ettiğine dair bir rivayet yok. İhtimal, Üstad Bediüzzaman’ın dediği gibi,İbrahim (as)’in bakiye-i diniyesi ile amel ediyordu.

Zikr-i Cehrî, Zikr-i Hafî İslamiyet’in kesin olarak tayin ve tespit etmediği hususlar, fıtratlara göre

ayrı ayrı hükümler alır. Naslara muhalif olmamak şartıyla, kesin hükme bağlanmamış meselelerde muhitin, iklimin, örf ve ananelerin farklı olmasıylafarklı yollara sülûk edilebilir. Tarikatlarda zikrin gizli veya açık yapılması da her halde buradan kaynaklanmaktadır.

Meselâ, Allah’ın (cc) zikri hususunda Buhari’deki bir hadîs-i şeriflerindeAllah Rasulü (sav): “Nefsinize merhamet edin, zira siz ne bir gaibe, ne de birsağıra duâ ediyorsunuz” buyurmaktadırlar. Bunu esas alan bazı tarikatlar,zikirlerini hafî (gizli, sessiz) yapmaktadır. Buna karşılık ise, bir diğer ekolzikirlerini cehrî (açıktan, sesli) yapmayı tercih etmişlerdir. Hasılı bu meselenasslarla kesin bir hükme bağlanamadığından, her iki şekilde de zikir yapmayacevaz var demektir.

***İhsan Sırrı

Hakikat ehlince ihsan, hak ölçülerine göre iyi düşünme, iyi şeyler  plânlama, iyi işlere mukayyed olma ve kullukla alâkalı davranışların, Allah’ınnazarına arzedilmesi şuuruyla fevkalâde bir titizlik içinde temsil edilmesindenibaret kalbî bir ameldir.

İhsana ulaşabilmek için duygu, düşünce ve tasavvurların sağlam bir imâna bina edilmesi, iman gerçeğinin İslami esaslarla derinleştirilmesi ve kalbinkadirşinas ölçüleri ile ilâhîleştirilmesi şarttır. Başkalarına ve başka şeylere ihsanduygusu ise, hak murakebesi ile bütünleşmiş böyle bir kalbin tabiî tavrıdır.

Evet, “İhsan, görüyormuşçasına senin, Allah’a ibadet etmendir; sen

O’nu görmesen de, O seni görüyordur.” hakikatınca, yapılan her şeyi arızasızve Cenabı Şâhid-i Ezelî’nin nazarına arz edilebilecek şekilde inanarak, duyarak,irade, his, şuur ve lâtife-i rabbâniye buudları ile yerine getirmek bir esas, bir temel prensip ve hakikat erlerince ulaşılması gerekli olan bir ufuk; başkalarınakarşı iyilik duygusu, iyilik düşüncesi ve iyi davranmak ise, insan ruhu ile

 bütünleşmiş böyle bir ihsan şuurunun zuhurû, taşması ve intişarıdır ki, birincişıkkın tabii neticesi ve ihsana programlanmış bir vicdanın programlandığı şeyiifade etmesinden ibarettir.

İhsan şuuru, salih bir dairenin (kısır döngü karşılığı olarak kullanıyorum)

kapısını açan sırlı bir anahtar gibidir. O kapıyı açan ve o aydınlık koridoraadımını atan insan, yürüyen merdivenlere binmiş gibi, kendini sihirli bir 

1

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 2/88

yükselişin helezonunda bulur. Bir de, bu mazhariyetiyle beraber, iradesininhakkını verip kendi de yürüyüşünü devam ettirirse, her adımda iki basamak 

 birden yükselir...İhsan şuuru, yağmur yüklü bulutlar gibi bir baştan bir başa bütün kalp

tepelerini sarınca, ilâhî eltaf sağnak sağnak boşalmaya başlar..Bu mevzuda bir de, amel ve davranışların ötesinde, kalplerin kurupdurduğu hâlis niyetlere terettüp eden fazl ve lütûf kaynaklı ilâhî varidât vardır ki, onun tasavvuru bizi de, bizim düşüncelerimizi de aşar..!

İnsanı Hakk’a ulaştırmada en aldanmaz vesilelerden biri kalptir ve kalbinen büyük ameli de ihsandır. İhsan, ihlâs yamaçlarına açılmanın en emin yolu,rıdvan tepelerine ulaşmanın en sıhhatli vasıtası ve Şâhid-i Ezelî’ye karşı da bir temkin şuurudur. O’na doğru hergün, imanla donanmış, amelle kanatlanmış vetakva ile derinleşmiş yüzler-binler “şedd-i rihal” eder, yolculuğa koyulurlar ama,o zirveye ya birkaç insan ulaşır, ya da ulaşamaz. Ulaşamayanlar, ulaşma adınadidinmelerini sürdüredursunlar; ulaşanlar orada Allah’ın (cc) sevmediği şeyleri

 bütün çirkinlikleriyle duyar hisseder ve onlara karşı kapanır; Allah’ın (cc) güzelgördüğü şeylerle de fıtratının gereğiymişcesine birleşir, bütünleşir ve sürekli“ma’rûf” soluklarlar.

Şirk Gayûr sıfatı şirk koşmaya karşı olur.Bir kudsî hadîste: “Kulum bana sebbetti”, yani “Bana sövdü”

deniliyor. Bundan murad, “Bana şirk koştu” demektir. Şirkin de dereceleri

vardır. Siz hangi ölçüde Allah’a şirk koşarsanız, o ölçüde gayretullaha dokunur.Siz kendi namusunuzu nasıl korursunuz ve bu hususta ters bir şey size ne kadar dokunur, işte -benzetmek gibi olmasın- şirk koşmak da gayretullaha öyledokunur.

Güzel Koku ve SadakaHz. Âişe validemiz, tasadduk edeceği paralara güzel kokular sürermiş,

sebebini sorduklarında da şöyle cevap verirmiş: “Ben Efendimiz (sav)’den,sadakanın fakirin eline geçmeden evvel Allah’ın eline geçtiğini işittim. Bu

 paraların güzel kokularla Allah’ın eline varmasını istediğim için onlara kokusürüyorum.”

***Günümüzde peygamberliği tam manâsıyla anlayamıyor ve sıradan bir 

insandan bahseder gibi onlardan bahsediyorlar. Keşke daha temkînli olunabilse!Bizim hayatımızda bile yakaladığımız öyle anlar vardır ki, dakikası bütün bir ömre bedeldir. Oysaki bu hal, onların bütünüyle hayatlarına hakimdir. Bizimhayatımız boyunca ulaştığımız nokta, onlar için başlangıçtır. Bu, Hz. Nuh için

de, Hz. Musa için de böyledir. “Cevahir kadrini cevherfüruşan olmayan bilmez.”Efendimiz’e, “Sahib-i Hut gibi olma” ayeti nazil olunca, belki ashabın aklına

2

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 3/88

 birşey gelir diye, hemen “Beni Yunus b. Metta’ya tercih etmeyin” buyurmuşlardır.

Enbiyânın hususiyetleri bir yana, onların arkasından yürümekle kemalatınzirvesine ulaşmış dünya kadar değişik hususiyetlerle velayet semasının ayı-

güneşi evliya var.

***Belâ, musibet ve sıkıntılarla insan, durulaşacak ve öz haline gelecektir.

Tıpkı tereyağı gibi. O da, yayığın içerisinde bir o tarafa bir bu tarafa çarpar durur. Sonra da sade yağ olarak topak topak sütün üzerinde belirir. Artık onusüte karıştırmak isteseniz de karıştıramazsınız. Artık âdetâ “Ey mücrimler,

 bugün ayrılın” sırrı zuhur etmiştir.Bu öyle bir tasaffi ediştir ki, bu yolla saflaşan müminler, cehennemin

üzerinden geçerken, cehennemin “çabuk geç, ateşimi söndürüyorsun”diyeceği hadis-i şeriflerde rivayet edilir.

***Kalbin açılmasının belirli bazı şartları vardır. Şartlara riayet edip neticeyi

sabır ile beklemek lazımdır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri (ra)’nin de ifadeettiği gibi masiyete, mesaibe ve taata karşı sabır bu kapıların açılmasında çok önemlidir. Bu bir manada Hakka karşı hiçbir şekilde itiraz etmeme ve sonunakadar dayanma demektir. Belli bir süre bekledikten sonra, açılmıyor diyekapısını terkedip gidene artık o kapı tamamen kapanır ve bir daha da hiç

açılmayabilir. “Amellerin Allah indinde en sevimlisi, az dahi olsa devamlıolanıdır” hadîsi de bu sırra işaret eder. Bu da sabırla alâkalı bir husustur. Yaniaheste aheste, acele etmeden ısrarlı olmak, ama, daima ileriyi kollamak demektir. Yoksa mehter yürüyüşü gibi bir ileri bir geri gidip gelmelerle insankatiyen mesafe alamaz. Evet, hayat boyu kah açılmış kah kapanmış bir insan“Leyse’l-haberü kel-muayene” (Haber verme bizatihi görme gibi değildir)hakikatince bütün bir hayat boyu hakikatlere göz kırpar durur da hiçbir zamandümdüz ve pürüzsüz olarak hakikatleri müşahede edemez.

Öyleleri de vardır ki “Bir lâhza müşahededen ayrılsam, yanar 

mahvolurum” derler. Bu, murakebe hali de olabilir istiğrak hali de...

***20. yy’da dünya milletleri içinde maddî yönden en geri olanlar, Âlem-i

İslam’ı oluşturan milletlerdir. Maddî, yönden Batı’yı yakalama, hattâ geçmeninyolu, ilim tahsil etme, sonra da onu hayata geçirmedir. Bu noktada hilm ve sabır,vazgeçilmez iki kalkanımızdır. Rahat ve rehavet içinde yaşayan, İslami çile vedava şuurunun eşiğine bile uğramayan müslümanlar, ahirette, “keşke başımızdadeğirmen taşları döndürülseydi” diyeceklerdir. Allah Rasulü (sav) “Dünyada

afiyet içinde olanlar, ahirette, dünyada iken etlerinin makaslarla doğranmışolmasını arzu edeceklerdir” buyurur.

3

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 4/88

***“Allah, senin secdede nasıl kıvrım kıvrım kıvrandığını biliyor” ayeti, bize

Efendimiz’in ibadetini tasvir etmenin dışında, nasıl ibadet etmemiz gerektiğini

de anlatmaktadır. Madem ki, -hadisin ifadesiyle- o nasıl namaz kılıyorsa öylenamaz kılmakla mükellefiz. O halde bu mükellefiyeti sadece namazın şeklineircâ etmemiz katiyen doğru değildir. Namazdaki ruh ve manayı kavrama ve okonsantrasyon içinde Allah’a kulluğumuzu arzetme hep bu çerçeve içindemütalâa edilmelidir. Elbette ki bir Nebî’nin kıldığı namazı şekil ve manaitibariyle yakalamamız, O’nun duyduklarını duymamız mümkün değildir. Fakat

 bu, o yolda olmaya da mani değildir. Herkes ibadetinde, Allah ile olan irtibatı veO’na gönlünde ayırdığı yer ölçüsünde mükemmeli yakalayabilir veyakalamalıdır da.

***1. Sahabeyi tezekkür: Efendimiz (sav), “Benim ashabım gökteki

yıldızlar gibidir. Hangisine uysanız, hidayeti bulursunuz” buyuruyorlar.Yani, nasıl güneş sistemindeki yıldızlar, güneşin peykidir, daima güneşe

 bağlıdırlar ve ondan ışık alırlar; dolayısıyla da onları bulanlar güneşi bulmuşolurlar; öyle de yıldızlar mesâbesindeki Ashab’dan birini bulanlar da o güneşler güneşini, yani Efendimiz'i (sav) bulmuş olurlar. İşte mesele, böyle güzel bir teşbih içinde anlatılmış.

Her An DuâBana Hz. Yunus’un vak’ası çok dokunur. Onun balığın karnında yaptığı

duâ ile arş ihtizaza gelir. Melekler, “Bu duâ eden de kim Ya Rabbi?” diyesorarlar. “Yunus” cevabı verilir. Şu yanıp yakılan Yunus mu? karşılığınıverirler. Bu hususta kudsî hadis de var: “Geniş zamanınızda Beni anın ki,sıkıntılı anınız da Ben de sizi anayım.”

İnsan Hz. İbrahim gibi “Evvâh ve münîb” olmalı. Bu, aynı zamandaahirzaman cemaatinin de vasfıdır.

***Helâlleşme bir ahlâk haline getirilmelidir. Ve mutlaka helâllik istenen

şahsa durum olduğu gibi anlatılmalıdır; Mesela: “Senden şu kadar haksız yereşunu aldım; seni gıybet ettim...” vs. gibi. Ne var ki, aynen anlatma karşı taraftaderin yaralar açacaksa, o zaman mesele şerhedilmeden, mutlak olarak helâllik istenmelidir. Bir zaman arkadaşlardan biri gelerek bana, “Hakkını helâl et, seningıybetini yaptım” dedi. Tam neler söylediğini ifade edecekti ki, hemensusturdum ve hakkımı bütünüyle helâl ettiğimi söyledim.

İnsanız ve zayıf taraflarımız var. Söylenen söz içimizde bir ukde ve yara

olarak kalabilir. İnsanın Cenab-ı Hakk’ın huzuruna, içinde mümin kardeşinekarşı, herhangi bir ukde varken gitmesi ise büyük bir talihsizliktir. Onun içindir 

4

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 5/88

ki, Efendimiz sık sık: “Bana arkadaşlarım aleyhinde hiçbir şey söylemeyin. Zira,Rabbimin huzuruna selim bir kalple gitmek isterim” der ve mümin bir kardeşialeyhine birşey söylemek isteyenleri böyle ikaz ederdi. O’nda bizim için her hususta üsve-i hasene (en güzel örnek) vardır. Bu mevzuda da rehberimiz, yine

Resûlullah’tır (sav).

Yenilenme AdınaBiatın bir değişik buudu da, sürekli yenilenmedir. Efendimiz (sav), bazı

ashabından belki 10 defa biat almıştır. Halbuki, onlar için o devirde her şeyorijinaldi. Bir ezan okunuşuyla bütün duyguları coşuyor ve dopdolu namazakoşabiliyor; yeni nazil olan bir ayetle gönül ve his dünyalarında yeni ufuklar açılıyor ve her an yeni bir orijinalite ile karşı karşıya bulunuyorlardı. Evet, yenikalmanın ve yenilenmenin bütün sebepleri mevcuttu...

Buna rağmen, zaman zaman onlarda da bir kabuk bağlama veya bir ülfetoluyordu. Bundan dolayı, dıştan ilâhi bir müdahalenin araya girip onlarıkarıştırması ve yenilenme adına harekete geçirmesi gerekiyordu. Efendimizinonlardan sık sık biat almasının bir manası da işte bu olsa gerek... Öyleki,sahabinin “Ben biat ettim ya Rasûlallah” demesine karşılık Efendimiz, “Olsun,

 bir daha et” buyuruyorlardı.Her yeni biat, onlarda yeniden bir yapılanma meydana getiriyor ve

duygularının yenilenmesine yol açıyordu. Yenilenme, bazen belâ ve musibetler vasıtasıyla da olabilir. Ne var ki, yenilenmenin bu tür yollarla olması istenmez.Hatta bu belâ ve musibetler insanlardaki gaflet perdesini kaldırsa bile...

*** Namazda olsun, namaz haricinde olsun, gönlün her teli tıpkı bam teli gibi

ses vermeli. Bilhassa da namazda böyle olmalı. Sazların bir tane bam teli var,fakat gönlün her teli bam teli gibi olmalı. Öyle namaz kılmalı ki, herkesinnamazı bir diğerine misal olsun ve secde, doyulmaz bir neşveye, duâlar, insana

 bıkkınlık vermeyen gıdaya; rükû ayrı bir edaya; kıraat de, dane dane canlıkelimeler armonisi halini alsın.

Muhbir-i Sadık, “Namazınızı veda namazı olarak kılın” buyuruyor.

Size, “bir vakit namaz kılacak kadar ömrünüz kaldı” deseler, o namazı nasılözene-bezene kılarsınız. İşte her namazı böyle özene-bezene kılmalısınız. Evet“bu benim son namazım olabilir” mülâhazasıyla kılınan namaz veda namazıdır.

 Namaz öyle bir iştir ki, ondaki her inhiraf insanı sîreten hayvanlığagötürür. Meselâ, Efendimiz, “İmamdan önce başını secdeden kaldıran, suratınıneşek, şekline dönmesinden korkmuyor mu” diyor. Secde için “başınızı (yemgagalayan) tavuklar gibi koyup kaldırmayın” diyor. Otururken “Kendiniziköpekler gibi salmayın” diyor. Demek ki, namaz, insanın insan-ı kâmil olmasınıifade ediyor. Öyleyse, insan kıyamını, kıraatını, rükûsunu, sücûdunu ciddî bir 

temkin ve teyakkuzla yapmalı; eşeğe, maymuna, tavuğa, köpeğe benzememelidir. Bu teşbihlerdeki tabirleri ben söylesem galiz bulabilirsiniz

5

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 6/88

ama, bunları “Beni Rabbim terbiye etti, ne de güzel terbiye etti” diyen edebabidesi Hz. Muhammed (sav) söylüyor.

Evet, namaz insanın hayatında yapacağı şeylerin en güzelidir ve en güzeliolmalıdır. Hayatın en tatlı hatıraları namazla ilgili bulunmalıdır. Zira miraca

namazla çıkılır.. Allah’a namazla ulaşılır, enbiyânın huzuruna namazla varılır. Ohalde, illâ namaz, namaz, illa namaz...

***Soru: Bazı arkadaşlar, irşad ve tebliğ vazifesinde az veya yetersiziz diye

ümitsizliğe kapılıyorlar. Bu durum karşısında nasıl davranmalıyız?Cevap: Tebliğ vazifesinde önemli olan berekettir. Bu da sayıya bağlı

değildir. Kaldı ki, sayıca azlık veya yetersizlik bizi daha bir canla başla hizmetverme yolunda kamçılamalıdır. Böyle bir kamçılanma zayıf olanların aşka şevkegelmelerine de sebebiyet verir. Hadîslerde bununla ilgili bir hâdise nakledilir.Savaş esnasında ve kuvve-i mâneviyenin sarsıldığı bir dönemde, birisi atınımahmuzlayıp düşman saflarına saldırır ve bir daha da geriye dönmez. İşteonun hali, Nebî beyanında bir örnek mücahid olarak takdirle yadedilir.

Sayıca az olmamız ve ehl-i küfür ile aramızda kuvvet dengesinin bulunmayışı, ne yazık ki, ortada bulunan ve makam-mansıb zaafı olan bazılarının, zaman zaman ehl-i dünyanın ağzına düşmesine sebepolabilmektedir. Bilhassa bunun gibi durumlarda, iş başa düştü deyip, atımahmuzlamak icab edecektir.

Şeytan ve İrade Zaafıİrade zaafı, zırh ve miğfer arasındaki delikler gibidir. Şeytanlar vururlarsa

oradan vururlar. Efendimiz (sav): “Bir ifrit, elinde ateş, bana namazdamusallat oldu” buyuruyorlar. Demek ervah-ı habise, herkese derecesine göremusallat olabiliyor. Evet, şeytan kimine uzaktan ok atar, kimine de merdivendayar, öyle çıkar...

***Ayrıca, her hususta olduğu gibi, bu hususta da başkalarına örnek olma

mevkiinde bulunan şahıslar, hayatlarına çok dikkat etmelidirler. Zira, “âliminsürçmesi âlemin sürçmesi, veya, âlimin ölümü âlemin ölümüdür” fehvasınca,onların yapacağı küçük bir hata veya dikkatsizlik binlere, milyonlara sirâyetedebilir, binleri ve milyonları sarsabilir.

Akıbet EndişesiUlû’l-azm peygamberlerin hemen hepsinin ashâbından, irtidat edenler 

çıkmıştır. Hz. Mûsâ’nın ashabından Samirî, Hz. İsa’nın havârilerinden biri vekâinatın iftihar tablosu Hz. Muhammed’in (sav) ashâbı içinde de bir hayli isim...

Geçmişte peygamberleri görmüş ve onlarla aynı atmosferi paylaşmışinsanlar arasında dahi irtidat vaki olursa, huzurda bulunmanın tadına erememiş

6

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 7/88

ve nebevî ‘sıbga’ (boya) ile boyanamamış bugünkü insanlarda irtidadınolmayacağı düşünülemez. Bu bakımdan, herkes akıbetinden endişe etmeli.Hadisin ifadesiyle, insan cennet ehlinin amellerini işler de, neticede yazısıkendisine sebkat eder ve son deminde irtikab edeceği kötü bir amelle -Allah

muhafaza buyursun- cehenneme yuvarlanabilir.Hz. Ebû Hureyre’nin akıbet endişesiyle nasıl iki büklüm olduğunu, onunşu sözlerinde müşâhede etmek mümkündür.

“Bir gün üç kişi oturuyorduk. Allah Rasulü yanımıza geldi ve“Cehennemde içinizden birinin dişi bana Uhud dağı kadar görünüyor”

 buyurdu. Derken birimiz şehid oldu ve iki kişi kaldık. Ben çok endişe ediyor veRasûlullah’ın haber verdiği kişi ben olurum diye korkuyordum. Nihayet, diğeride Yemâme’de Müseyleme’nin saflarında can verince Rabbime çok hamdettim.”

Evet, Allah Rasulü için “halîlim” ifadesini kullanacak kadar O’na yakınlık hisseden Hz. Ebû Hureyre âkibetinden bu denli korkarsa, bizim nasıldavranmamız gerektiğini varın siz hesap edin!

***Fasit dairenin karşısında, Efendimiz (sav)’in “Hayır hayrı doğrur” diye

 beyan buyurdukları ifadeden çıkarılan bir de “salih daire” vardır. Bu daire içindehayır, bir başka hayra kapı açar; derken mümin daima hayır eker, hayır biçer;

 biçtikçe de, içinde hayır işlemeğe karşı daima bir şevk ve cesaret bulur.

***Efendimiz (sav), Hz. Selman (ra) için, “Din Süreyyâ yıldızında da olsa,

bunun kavminden bazıları onu oradan çekip indirirler” buyurmuşlardır. İşte,dînî hakikatler Süreyyâ takım yıldızlarında asılı bile olsa, dava adamının onlarıoradan çekip alacak vefayı göstermesi gerekir.

***İrtidattan korunma yolları’ndan:5- Cemaatten ayrı düşmemek; olur-olmaz yerlerde otururken dahi,

dostlarla bir halka teşkil etmek. Bu hususta, “Zulmedenlere meyletmeyin; daimasâdıklarla beraber olun”, “sürüden ayrılanı kurt yer” gibi düsturları her zamanhatırda tutmak.

Hediye MeselesiRasûlullah (sav) zekat toplama işinde birini vazfilendirmişti. Bu zâta

gittiği yerlerde bazı hediyeler verildi. Vazifeden dönünce: “Bunlar zekat olarak verilenler, bunlar da bana hediye edilenlerdir” deyince, Rasûlullah (sav)celallenerek minbere çıkıp Allah’a hamd ve senada bulunduktan sonra şunları

söyledi: “Ben sizden birinizi Allah’ın bana tevdi ettiği bir işte istihdamediyorum. Sonra o da geliyor: ‘Bunlar zekat olarak verilenler, bunlar da

7

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 8/88

bana hediye edilenlerdir’diyor. Bu adam -eğer doğru sözlüyse- babasınınveya anasının evinde otursaydı da, hediyesi ayağına gelseydi ya! Vallahisizden kim haksız birşey alırsa mutlaka onu boynunda taşıyarak,haşrolacaktır.. şayet aldığı şey deve ve sığır ise böğürerek, koyun ise

meleyerek kıyamet gününde Allah’ın huzuruna gelecektir” buyurdu.Sonrada Allah Rasulü (sav) koltuk altlarının beyazlığı görünecek kadarellerini kaldırdı ve “Allah’ım tebliğ ettim mi?” şeklindeki duâsını üç defatekrar etti. (Ebu Davud, Kitabu’l-Haraç 11)

Günümüzde de şahs-ı manevînin fazilet ve meziyetlerinden dolayışahsımıza ve cemaatimize teveccühlerin olması normaldir. Ve bundan dolayıdır ki bazı arkadaşlarımıza birtakım hediyeler takdim edilebilir. Bu da normaldir.Fakat burada dikkat edilmesi gereken birkaç husus vardır ki, üzerindedurulmaya değer!

Evvelâ, gelen hediyeleri kişinin, şahsına aitmiş gibi alması, yukarıdamealini arzettiğim hadîse göre mezmumdur. Bu meseleyi biraz daha açacak olursak: Bizler, birer zekat memuru gibi hizmet adına, esnafın arasında dolaşıp,onları ikna ederek paralarını alabiliriz. Bir de herhangi bir insan gibigittiğimizde, yine aynı şekilde paralarını verirler mi acaba? “Sizlere kamilmanada yardımcı olamıyoruz” deyip özür dilerler mi? Demek ki onlar yaptıklarını şahs-ı manevînin hatırı için yapıyorlar. Bizlere itimad edip, hizmetadına paralarını emanet ediyorlar.

Meseleyi kendi açımdan ele alacak olursam, şöyle bir mülâhaza yerindeolur kanaatindeyim: Eğer ben, köyde otursaydım bugün bana getirilen hediyeler 

yine gelir miydi? Gelmezdi. Bunun içindir ki ben, kabul adına and verdirilerek  bana gelen şeyleri başkalarına dağıtıyorum. Sizler de öyle yapmalısınız.

***Efendimiz (sav)’in, namazdaki davranışlarımız hakkında buyurduğu şu

mübarek sözler bu hakikati ne kadar güzel ifade eder: “Kollarınızı köpekler gibiyere sermeyin”, “İmamdan önce başını secdeden kaldıran biri, yüzünün eşek şekline çevrileceğinden korkmuyor mu?”, “Secdeyi tavuk ve horozların yemgagaladığı gibi yapmayın.” İşte Allah Rasulü (sav) bu sözleriyle insanın,

hususiyle de namazda, insanlığını sergilemesi gerektiğini ifade etmektedir.Zaten, insanın insan-ı kamil olmayı yakalaması da ancak, ibadet ve ubudiyetlemümkündür. Yine insanın Muhammedî Ruhu, İlâhî Ahlak’ı bulması ve o ahlâkıinsanda fıtrat ve tabiat haline getirilmesi de ancak ibadet ve ubudiyetgerçekleşebilir.

Evet, insan kulluğu terk ettiği ölçüde hayvanlığa yaklaşır, kendisi içinhazırlanan makamdan ve takdir ölçülerinden aşağıya düşer. Hasılı, insanî tavır,insanın Allah ile olan münasebetleri içinde aranmalıdır. Efendimizin “Allahsizin cisimlerinize ve suretlerinize değil, kalplerinize ve amellerinize bakar” nur-

efşan beyanı, bu hükme işaret eder. İşte Alvar İmamı da “Allah bizi insaneyleye” derken herhalde bu manayı kasdediyordu.

8

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 9/88

***Meselâ: “Gıybet etmeyiniz” düsturu Kur’ân’ın sarih bir hükmüdür.

Kur’ân gıybeti kardeşinin ölü etini yemeye benzetir. Bu prensibin tartışması ve

münakaşası yapılabilir mi? Yine, “Kardeşleriniz üzerinde faziletfüruşluk nev’inden gıpta damarlarını tahrik etmeyiniz.” düsturunu ele alalım:Faziletfüruşluk insanı bir yandan kibre, diğer yandan ucbe sürükler. Ucb vekibre gelince biri iç, diğeri de dış hastalıktır. Ve bu iki unsur Efendimiz (sav)’indilinde şöyle ifadesini bulur: “Kalbinde zerre miktar kibir bulunan cennetegiremez.” Ucb için de: “Allahım riyadan sümadan ve ucbdan beni koru”

 buyurur. O halde bu prensiplerin de kritik ve tartışması yapılamaz.

***Yani hata, insanın eşi gibidir. İnsan günah ve hataların ağırlığını

vicdanında duymalıdır. Duymazsa, hissetmezse tıpkı cansız bir cisim gibi yaşar.Kalbinde bir kısım derunî duygular, latifeler varsa bunlar da zamanla söner.

Öyleyse insan hemen kısa yoldan tevbeye müracaat etmelidir. Hadis-i Nebevî’de: “Her insan hata işleyicidir. Hata işleyenlerin en hayırlısı da(hemen) tevbe edenlerdir” buyurulmuştur.

Tevbeye sarılmalı ve hemen Allah’a teveccüh edip “Eznebtü” “Günahişledim” demelidir. Ayrıca, tevbede, bir daha yapmamaya azim ve cehdolmalıdır. Hiç olmazsa tevbe esnasında insanda tereddüt olmamalıdır. Bundanda öte, kesin ve katî bir şekilde, bir daha dönmemeye niyet ve kasıt olmalıdır.

Ancak, tabiat-ı beşer muktezası olarak insan, sonradan yine -tabii kasıdolmayarak- hata ve günaha girebilir.

Evet, insan tevbe ederken şek ve şüpheye yer vermeden mutlak “Busondur” demeli ve kararlı olmalıdır.

***Üçüncüsü, bütün bu cemaatler, birbirlerinin dertleriyle dertlenmeli,

sevinçlerinde de onlara ortak olmalıdırlar.Önceleri bunlar bize zor gelse de; nefisler zorlanmalı ve bu mevzuda ikna

edilmelidir. Nasıl ki Efendimiz (sav),“Ağlayın, eğer ağlayamıyorsanızkendinizi ağlamaya zorlayın” buyurarak bizleri ikinci bir fıtrat kazanmayateşvik ediyor ve bunun yolunu gösteriyor. Öyle de, cemaatleri sevin,sevemiyorsanız kendinizi sevmeye zorlayın. Böyle bir görünme şekline ısrarladevam ederseniz birgün bütün cemaatleri hakikaten sevmeğe başlarsınız. Evet,temrinler uzun süreli olursa mutlaka bizde ikinci bir fıtrat meydana getirir. Zatenİslam’ın gaye ve hedefi de insanda böyle ikinci bir fıtrat meydana getirmek değilmidir?

***

9

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 10/88

Evvela içinizi fethedin. İçinizde, Cenabı Hakk’ın icraatına karşı en küçük küskünlük kalmasın. Zira O’nun icraatının dokunulmazlığı vardır. Öylehâdiseler olur ki, onları mücerred imanla aşmak mümkün olamayabilir. İşte ozaman kadere rıza kurtarıcı bir simit olur. İmân başkadır, rıza başkadır. Evet

kadere rıza, sırlı ve derin bir meseledir.Efendimiz (sav)’in nurlu beyanları içinde kadere rızanın ilk belirtisisabırdır. Sabır ise, hadislerde “İlk toslama anında olandır” diye formüleedilmiştir. İşte bu mantıkla davranılmalıdır ki, içinizde esen isyan fırtınalarınızabt u rabt altına almamız mümkün olabilsin. İçini bu şekilde fethedememişinsanlardan dış fethi beklemek beyhudedir.

Sizler şehidlik istiyorsunuz. Niyetinizde samimi iseniz, yatağınızdaölseniz dahi şehidlik sevabını kazanırsınız. Niyetin samimi olması ise yine içfethine bağlıdır. Onun için sizlere ilk ve son tavsiyem iç fetihdir.

Sadakat ve SebatHz. Adem (as), Hz. Muhammed (sav) değildir, Kur’ân-ı Kerim, Hz. Adem

için “Biz onu azmedici bulmadık” diyor. Bunun manasını şu sözde aramak lazım: “Ebrar’ın hasenâtı, mukarrebînin seyyiâtıdır.”

Zaman olur, öyle hareket edersiniz ki, o sizin için hasenattır, ama dahasonra o hasenat seyyiat sayılabilir. Zira artık siz de belli bir mertebekatetmişsinizdir. Bedevî geliyor, “İslam nedir?” diyor ve Efendimiz’den (sav)İslam’ın beş şartını öğrendikten sonra “Vallahi, başka bir şey katmadan bunlarıyerine getireceğim” deyip gidiyor. Efendimiz (sav), “Doğru söyledi ise kurtulur”

 buyuruyor. Ama, Hz. Ebu Bekir’e, Hz. Ömer seviyesindekilere, “Eğer dininizinonda birini yaşamazsanız helâk olursunuz” buyuruyor.

Efendimiz (sav), Hz. Âişe’ye talip olduğunda, Hz. Âişe 7 yaşında,Efendimiz ise 53 yaşında idi, arada 46 yaş fark vardı. Ebu Bekir, “hayır” demek şöyle dursun, “düşüneyim” deseydi, seviyesinin sözünü söylememiş olurdu.

Hz. Adem yasak meyveye elini uzattı. Müfessirler bu meyve konusunda bir sürü ağaçtan bahsederler; halbuki, zannediyorum bu: “Mahiyetinizdemündemiç fena duygulara yanaşmayın” demekti. Nebî hakkında konuşurkendikkatli olmak lazım. Hz. Adem sürçtü, ama çabuk döndü. Hz. Adem’in

hayatında bir defa sürçtüğü şeyde, kimbilir biz günde kaç defa sürçüyoruz! Hz.İsa bütün sıkıntılar etrafını sardığı zaman “Men ensarî” (Yardımcılarım kimdir?)dedi. Yuşa b. Nun, Hz. Musa’nın fetâsıydı ve ona sadakatle bağlıydı. Efendimiz(sav)’in en büyük yardımcısı Sıddık-i Ekber’di. Aynı sadakatı Bediüzzaman dakendi talebelerinden istemişti. Zira büyük işler, ancak sadık kimselerlegerçekleştirilir.

***Allah Rasulü (sav), “Vâkıa sûresini her gece okuyan fakirliğe düşmez”

 buyuruyor. Çünkü bu sûre, tam bir teslimiyet ve tevekkülle Allah’a sığınmayısalıklamanın yanında insana fakirliğe düşmeme çarelerini de fısıldar. Bu

10

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 11/88

meyanda, sağlam bir Tevhid anlayışı verir. Dünyada bu anlayışa muvafık hareket edeni de Allah fakirlikten korur.

Kehf sûresini Cum’a günleri okumakla Deccal fitnesinden korunmaarasındaki münasebeti de aynı çerçevede değerlendirmek mümkündür.

***Her insanın kendi değerlendirmeleri içerisinde aşırı derecede ehemmiyet

verdiği ve büyük gördüğü mesele-lerden ötürü kullandığı bir kısım tabirler vardır. Meselâ, Hz. Ebu Bekir’in -hadîs kriterleri açısında zayıf dahi olsa,söylediği muhtemel olan- “Ya Rabbi vücudumu o kadar büyüt o kadar büyüt kiCehennemi ben doldurayım” ve Bediüzzaman Hazretlerinin “Milletimin imanınıselamette görürsem, Cehennem alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü,vücudum yanarken gönlüm gül-gülistan olur” demeleri gibi. Bu mes’e-leler onlarda, bir ruh haline göre söylenmiştir. Hz. Meryem’de de iffet öylesine bir şuur haline gelmişti ki, hakkında düşünülen ve söylenilen şeyler karşısında

 böyle bir ifade de bulunması normal olsa gerek. Evet o, âdeta iffetten bir âbideydi ve mahiyet-i nezihânesinin değil böyle bir çamur atılmaya, bir gülatılmaya da tahammülü yoktu. Bu itibarla, bu şuurda olan bir insanın, böylesi bir söz söylemesi normal karşılanmalıdır.

***İşte bu insanlar düşmanla karşılaşınca “İşte yakalandık” gibi güvensizlik 

ve ümitsizlik ifade eden bir söz sarfediyorlar. Buna karşılık da Hz. Musa (as)

“Rabbim benimle beraberdir ve bana yol gösterecektir” (Şuara, 26/61) cevabınıveriyor.

Kadı Beyzavî tefsirinde Hz. Musa’nın bu sözü ile Efendimiz (sav)’in Sevr mağarasında Hz. Ebu Bekir (ra)’e hitaben sarfetmiş olduğu “Mahzun olma,Allah bizimle beraberdir” (Tevbe, 9/40) sözünü mukayese yaparak:“Efendimizin bu sözünün, Hz. Musa’nın sözüne rüçhaniyetini söyler.”

Efendimizin sözünde, Cenabı Hakk’a kurbiyet açısından bir mertebe dahayakınlık vardır. Çünkü ifadede “bizimle beraberdir” deniyor. Yani zaman üstüolma nazara verilerek geniş zamanla ifade ediliyor. Ayrıca burada yakinin ve

Cenabı Hakk’a olan güven ve itimadın fısıltılarını da duymak mümkündür.Aslında bu nokta çok hassas ve tehlikeli bir mevzudur ve olabildiğince dikkatiktiza eder. Bunun için “Buraya bir nokta koymak, konuşmamak lazım. Çünküötesi tehlikelidir” diyor ve kesiyorum.

***Soru: Hz. Meryem’e Mesih’i nefheden Ruh kimdir?Cevap: Bütün tefsirler bunu Cebrail (as) olarak ifade ediyorlar. Fakat

âyette “Ruh” tabiri kullanılıyor. Bu Ruhun tayininde ise ihtilaf vardır. İhtimalin

sınırları ise, ihtilafın çerçevesini aşkın ve Efendimizin (sav) ruhunu da içinealacak kadar geniştir. Çünkü Hz. Meryem çok afife ve nezihe bir kadındı, bu

11

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 12/88

itibarla da gözlerinin içine bir başka hayalin girmemesi gerekirdi. AyrıcaEfendimiz (sav) de, bir makamda onun kendisiyle nikahlandığına işaretetmektedir. Bu açıdan da “Ruh” Efendimizin (sav) ruhu da olabilir. Fakat, bukat’i değildir, bir ihtimaldir. İhtimaller ise, delillerle takviye edilecekleri an’a

kadar kat’iyet ifade etmezler.

***Buna benzer bir hâdise de Peygamber Efendimiz (sav)’in hayat-ı

seniyyelerinde cereyan ediyor. Peygamber Efendimiz (sav) minberde hutbe iradediyordu. Bir bedevi içeriye girerek “Ya Rasûlallah! Yağmursuzluktan her taraf çoraklaştı, topraklarımız kuraklıktan çatladı. Çoktandır yağmur yağmıyor. Allah’a duâ etseniz de bize yağmur ihsan etse...” diyor. Efendimiz (sav) duâ ediyor. Oanda bardaktan boşanırcasına şakır şakır yağmur yağmaya başlıyor. Sokaklar veher taraf su altında kalıyor. Efendimiz (sav) minberden inerken her tarafı sırılsıklam olmuş, sular sakalından aşağıya dökülüyordu. O da semanın böyle çok yağmur boşaltmasına tebessüm ediyordu. Zira bir tarafta mu’cize zuhur ederkendiğer yandan da O, bir lütfa mazhar olmuştu.

İttifak Üzerineİp, ip olarak kopar ve hiçbir şey ifade etmez. Birleşip halat olduklarında

 bir kıymete ulaşırlar. İttifak halat olma demektir. Allah, her türlü başarıyıittifakla bütünleşenlere va’deder. Oruç, Reyyan kapısından cennete götürür;sadakat da bir başka kapıdan cennete götürür. İttifak, ise en önemli bir başarı

vesilesidir ve muvaffakiyete götürür. Zaten, akıllı kimseler bunca haricî vedahilî düşmanlara karşı ittifak etmeden başka çare düşünmezler. Bu işe bir deAllah’ın inayet bakışı var ki o herşey demektir. Bina için temel atar, duvar çıkar,

 pencere takar, derken çatıyı çatarsınız. İşte, içtimaî yapınızdaki çatı da Allah’ıntevfikidir. İttifaksız ve tevfiksiz hizmetler çatısız bina gibidir. Bu çatı, çok önemlidir. İnsanlar, şahsî ibadet ve tâatlerinde ne kadar ileriye giderlersegitsinler, ittifakları yoksa, sürtüşür, kokuşur ve dağılırlar. Allah, ittifakı meyveve sebzeyi verdiği gibi vermez; onu bizim irademize bağlamıştır. İttifakıyaratacak yine Allah’tır, fakat sebep olarak bizim cehd ve gayretimiz çok 

önemlidir. Efendimiz’in: “Üç şey için Allah’a duâ ettim, ikisi kabul olundu ama, biri reddolundu. ‘Ümmetim arasında ihtilaf olmasın’ dedim. Allah kabul buyurmadı” hadîsi de zannediyorum işte bu noktaya parmak basıyor.

Ulü’l-Emr’e DâirGünümüzde şer’î manada ulü’l-emrin var olduğu söylenemez. Bu sebeple,

“Asrın imamına bi’at etmeden ölen, câhiliye ölümü ile ölür” diyerek, kendikafalarındaki imamlarını kastedenler, düşüncelerinde bir çıkmaz içindedirler.Ayrıca, sû-i zanda bulunarak, haram irtikab etmektedirler.

Ancak, şimdilik şu kadarı söylenebilir:

12

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 13/88

Herkes kendi hizmet dairesi içinde bir rehber edinebilir ve “hizmetinselâmeti adına bunu dinlemek vâciptir” diyebilir. Evet, içinde bulunduğumuzhizmet döneminde, dâire içinde birini dinlemek lâzım; aksi halde, teşettüt-ü ârâ(fikir ve düşünce dağınıklığı) olur ve hiçbir yere varılamaz.

Yeni Dünya DüzeniRusya’da durumun değişmesiyle “Yeni Dünya Düzeni” diye milletin

ağzında sakız yeni bir kelime türedi. Herkesin ağzında Yeni Dünya...Zannediyorum çok kimse, ne dediğinin farkında bile değil. Tıpkı Tanzimatneslinin “Avrupa, Avrupa” dediği gibi. O gün bırak bütün Avrupa’yı, doğrudürüst İngiltere ve Fransa’yı bilen tek insan yoktu. Şimdi de öyle, herkesin“Yeni Dünya” dan anladığı farklı. ABD kendi değerlerine göre kurulmuş bir dünya. Ona göre “Yeni Dünya” bilhassa bu orta kuşakta, içine hem İslamâlemini, hem de Türkî cumhuriyetlerini alan ve batı standartlarına göredüzenlenmiş bir dünya kasdediliyor. ABD’nin bu dünyada, başta biz olmak üzere bütün İslam dünyasını alâkadar eden bir kısım hedefleri ve beklentileri sözkonusu..

Burada, ölümsüz bir peygamber sözünü hatırlamamak mümkün değil.Makro plânda olmasa da mikro plânda, kıyamete kadar olmuş ve olacak herşey,Asr-ı Saadette işaretler şeklinde yaşandığına göre, çağımıza dair birşeyler 

 bulmamız her zaman mümkün olacaktır.Evet Peygamber Efendimiz (sav) bir yönüyle, Enbiya-ı İzamla gelen

herşeyi tafsil etmiş, diğer yönüyle de, ümmetin yapacağı şeyleri bir ölçüde icmal

edip bırakmıştır. Yani o günle bugün arasında benzerlikler söz konusudur. Tabiî,hiçbir hâdise ayniyle yaşanmamaktadır. Çünkü hiçbir hâdise aynî olarak cereyanetmez. Tarihî maddecilerin bu mevzudaki yanılmalarını hatırlatıp geçelim.

Şimdi İslam tarihinde bir hicret hâdisesi yaşanıyor. Büyük bir tekevvünü,var oluşu başlatan hâdise... Bir beldeden başka ve daha emin bir beldeyeyapılmış bir hicret hâdisesi.. bu hicretle beraber, iç içe başka hicretler deyaşanmıştır: Allah’ın mehariminden, yani yasakladığı şeylerden, mübah kıldığışeylere hicret.. Müslümanlığın tam tekmil yaşanamadığı bir yerden, onun duyuladuyula yaşanıldığı bir iklime hicret... İşte günümüzde de bunun benzeri

hâdiseler yaşanmaktadır.. ve bu bir bakıma çok önemlidir. O günün büyük tekevvününü netice veren hicret, bugünün tekevvününü de netice verecektir.Hatta denebilir ki, o gün olduğu gibi bugün de dıştaki cihad, içteki cihadadayandığı zaman değer kazanacaktır. Eğer içteki cihadda bir açık, gedik varsa,maddî hicreti de zedelemiş olacaktır.

Mekke’deki Müslüman, önce iç dizaynını yaparak, kendi iç âlemindedüzene ve intizama kavuşmuştu. Sonra da maddî bir hicretle bu dizaynı ayrı bir 

 buuda taşımıştı. Tabiî Allah Rasulü (sav) sahabeyi etrafına toplayıp “Haydi bakalım şimdi bir iç hicret (Allah’ın yasakladığı şeylerden hicret) yaşayın. Sonra

da büyük hicret var” şeklinde konuşmamıştı. Mevsimi gelince herşey kendi fıtrî

13

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 14/88

seyri içinde vukua gelmişti. Yani bazen iç, bazen de dış hicret ağırlık kazanmış,ama dengeye mutlaka fevkalâde önem verilmişti.

Bir Hadîs

“Allah, kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslam’a açar...” ayetinazil olunca, sahabe-i kiram ile Allah Rasulü arasında şu konuşma geçer.-Kişinin kalbi nasıl açılır, inşiraha nasıl kavuşur ya Rasûlallah?-Bu, kişinin kalbine atılan bir nurdur. Onunla kalp inşiraha ve genişliğe

ulaşır.-Bunun emareleri var mıdır?-Ahiret yurduna yönelmek, aldatan dünyadan yani onun hevesatımıza

 bakan taraflarından yüz çevirmek, ölümden önce ölüme hazırlanmak; evet, ebedîyaşayacakmışcasına dünyaya dalma ve ölümden hoşlanmayıp, dünyayayönelme, beraberinde dünyada rezil ve rüsvay olmayı getirir. Allah Rasulü (sav)

 bir başka hadîslerinde buna da temas buyururlar:-Yemek yiyenlerin yemek kabına saldırdıkları gibi milletlerin dört bir 

yandan üzerinize saldırmaları yakındır.-Ya Rasûlallah bu, o gün sayıca azlığımızdan dolayı mı olacak?-Hayır, sayıca çok. Fakat sellerin sürüklediği çöpler gibi olacaksınız.

Allah, düşmanlarınızın kalbinden korkuyu gidermiş sizin kalbinize de vehnkoymuştur.

-Vehn nedir ya Rasûlallah?-Dünya sevgisi ve ölümü kerih görme.

TeşebbühBir hadis-i şerifte, “bir kavme benzemeye çalışan onlardandır”

deniyor. Her şeyden önce, bu hadîs, hadîs kriterleri açısından sahih değildir.İkinci olarak, “teşebbehe” fiili, tefe’ul babındandır. Bu babın hususiyeti detekellüf için olmasıdır. Bu da insanın kendini, sürekli başkalarına benzemeyezorlaması demektir. Demek ki, böyle bir zorlanma içine girmeyenler için tehlike

 bahis mevzûu değildir. Üçüncü olarak, insan yüce bir dava uğruna üzerine farzolan vazifeyi eda ederken, “giyim ve kuşamımla toplum dışı olmayayım”,

düşüncesi ve niyeti ile, toplum telâkki, örf, adet, gelenek ve göreneklerine göregiyiniyorsa, bunda bir mahzur yoktur. Hattâ böyle bir düşünce, takdir ve tebcilelâyık sayılır.

ŞamGeleceğe ait haberler veren hadislerin işaretinden anladığımıza göre,

İseviyetin merkezi Şam bölgesi olacak. Hatta, Mehdi ve askerlerinin oradasıkıştıkları bir anda, Hz. İsa’nın imdada yetişeceğine dair rivayetler de var..Geçen bunca zaman içinde bu hadîslerin cüz’î manaları tahakkuk etmiştir.

Meselâ, bir dönemde Deccaliyetin temsilcileri olan komünistler, Şam bölgesine bütünüyle nüfuz etme düşünce ve gayreti içine girmişlerdir ama kaderin cilvesi;

14

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 15/88

umduklarını bulamamış bir ölçüde Muhammedî ruhla tersyüz edilmişlerdir..Bölgeden ateizm, ilhad ve anarşinin bütünüyle sökülüp atılması bu hususdanihaî nokta olsa gerek.

TemessülTemessül, Ehl-i Sünnet ulemasının hadîslere dayanarak açıklayıp kabulettikleri bir husustur. Yalnız bunları tevil ve tefsir etme oldukça zordur; yani

 bunlar müteşabih nev’inden hâdiselerdir. Meselâ, Hz. Cibril (as)’in, Efendimiz(sav)’e Dıhyetü’l-Kelbî suretinde gelmesi -ki sahih hadîsle sabittir- bir temessüldür. Keza; Useyd b. Hudayr’ın şu vak’ası da yine temessüle delâleteder. Useyd b. Hudayr bir gece Kur’ân okurken, atı şaha kalkar. Çocuğunuezecek korkusuyla Useyd okumayı kesince at sakinleşir, başlayınca tekrar şahakalkar. Bu arada başının üstünde buluta benzer bir şey belirir. MeseleEfendimiz’e intikal ettirilince onun “sekine” olduğunu ifade buyururlar. Yine,sahih hadislerin ifadelerine göre, kabirde insanın iyi ve kötü amelleri temessüleder. Kul sorar: “Sen nesin?” O “ben senin dünyadaki iyi veya kötü amelinim”diye cevap verir. Görüldüğü gibi, temessüle delâlet eden bir sürü şey var. Buncasarih ve sahih vak’adan sonra, “temessül yoktur deme”, gerçeklere gözünüyumma ve hakikatlere karşı inad etme demektir. Fakat unutmayalım, “gözünügündüz güneşe karşı kapayan, sadece kendine gece yapar.”

Helâk Olma MeselesiÜmmet-i Muhammed’den önceki kavimler, günah işlediklerinde, semavî

afetler onları kırıp geçirirdi. Biz ise, ittifakımızın bozulması ve ihtilafa düşmeşeklinde cezaya maruz kalıyoruz. Çünkü Allah Rasulü (sav), “Ben, Rabbimdenümmetimi sair ümmetler gibi helâk etmemesini istedim. Kabul buyurdu.İhtilafa düşmemelerini istedim. Onu reddetti” der. Çünkü ihtilafa düşmeveya ittifak etme, iradî bir husustur. Fertler, iradelerini kullanarak o neticeyihâsıl edebilirler. Bugün, semavî afetlerle yerle bir olan kavimlerin işlediğigünahların, belki de kat be kat fazlası işlenmesine rağmen, Ümmet-iMuhammed’in helâk edilmemesi, 1- Yukarıda arzettiğim hadis-i şerifle, 2-“Halkı ıslah edici olduğu halde, Rabbin haksızlıkla memleketleri helâk edecek 

değildir.” ve “Sen onların içinde iken Allah onlara azab edecek değildir”ayetlerinin ifade ettiği manaya göre, bir zümrenin halkın arasında dolaşarak irşad ve tebliğ vazifesini yapıyor olması ve Allah Rasulü (sav) bedenenaramızda olmasa bile, mânen Müslümanların gönüllerinde yaşamasıylaaçıklanabilir.

Bir Hadîs YorumuSoru: “Bir insan ömür boyu cennet ehlinin amelini işler de, son anda

cehennem ehlinin amelini yapar ve cehenneme girer. Bir insan da,

cehennem ehlinin amelini işler de, son anda cennet ehli gibi davranır vecennete girer” hadîsini izah eder misiniz?

15

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 16/88

Cevap: Bu hadîs-i şerifin birkaç yönü var:1. Husûsî dairede şerefsüdûr olmuş, yani, hususi bir veya birkaç kişi için

söylenmiş olabilir.2. Gün gelir ki, şartlar çok zorlaşır ve kişi imana girmekten başka yol

 bulamaz veya tam tersi olur.3. Ahir zamanla alâkalıdır. Çünkü hadîs, fitneler bahsinde geçiyor.4. Her iki durumda da akıbet önemli demektir.

Üç Sınıf İnsan ki..Soru: “Üç sınıf insan var ki, Allah onlarla konuşmaz, onlara bakmaz

ve onları azab-ı elim içinde bırakır. İhtiyar zinakâr, yalancı melik ve kibirlifakir” hadîsinde kişiler arasındaki vech-i münasebet nedir?

Cevap: Hepsinin hali, yaptıkları şeye ters. Zinayı genç yaparsa, “bedenineyenik düştü” denir. Ama bunu gençlik devresini atlatmış bir ihtiyar yaparsa,affedilir gibi değildir. Yalan her zaman çok çirkindir ama bunu bir devlet

 başkanı yaparsa, o topyekün bir toplumu sarsar. Kibir aslında kötüdür. Ama bukibri yapan fakir olursa, o bütün bütün küstahlık etmiş olur.

İhlasla Okunan Kur’ânSoru: “Kur’ân’ı seslerinizle güzelleştiriniz.” hadîsini izah eder misiniz?Cevap: Bunu teyid eden “Kur’ân-ı Kerim’i telhini üzerine okuyunuz”

hadîsi de var. Manası şu olsa gerektir: “Kur’-ân-ı Kerim’in, kendine has üslubu,edası, musikisi vardır. Öyle ise siz de onu, kendi kametine uygun şekilde

seslerinizle güzelleştiriniz.” Efendimiz’in (sav) herkesten Kur’ân-ı Kerimdinlediğine dâir fazla birşey bilmiyoruz. Ama Übeyy b. Ka’b’tan, Abdullah b.Mes’ud’dan dinliyordu. Evet, herkes güzel okuyamayabilir, ama ihlaslı olmasımümkündür. İhlaslı olunca, kimse dinlemese Bediüzzaman’ın dediği gibi“melekler dinler.” Evet, sizin nice kerih gördüğünüz şey vardır ki, o Allahindinde çok kıymetlidir. Mesela, oruçlunun ağız kokusu, Allah indinde misktendaha enfesdir. İhlâsla okunan Kur’ân-ı Kerim’de öyledir.

Efendimiz’den Üç Tavsiye

Soru: Efendimiz bir hadîslerinde ashabından birine şu tavsiyede bulunuyor: “Diline sahip ol, evini geniş tut, günahına ağla.” Aralarındaki fasl-ı müşterek (ortak nokta) nedir?

Cevap: Birinci tavsiyede günaha girmeme, üçüncü tavsiyede ise günahtankurtulma dile getiriliyor. İnsanı günaha sokan en büyük amillerden birisi dildir.Dili tutma hakkında sahih başka hadîsler de vardır.

Meselâ, Efendimiz (sav) dil ve apış arasının muhafazası karşılığında bizzat cennete kefil olacağını buyururlar. Ağlama ise, günahların affına vesileolacak en kuvvetli bir yoldur.

16

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 17/88

İkinci tavsiyede, mecazî bir mana kasdolunduğu kanaatindeyim. Evi geniştutma, çok misafir kabul etme demek olabilir. Misafire izzet ve ikram isesadakadır.

İslam Kıyamete Kadar BâkîdirBir hadis-i şeriflerinde Efendimiz (sav), günü üçe bölerek, sabahtanöğleye kadar Yahudilerin, öğle-ikindi arası Nasara’nın (Hristiyanların), ikindi-akşam arası ise Müslümanların buyurmuşlardır. Bundan şu iki manaçıkarılabilir.

1. Efendimiz’den sonra başka bir peygamber gelmeyecektir. Nitekim, bir hadislerinde, “Ben ikindi güneşine benzerim” buyurmuşlardır.

2. Güneşin batması, kıyametten kinayedir, Dolayısıyla İslam Kıyamet’ekadar sürecektir.

Fıtratİnsanda fıtrat çok önemlidir. Bununla birlikte insan, “Bazı huylarımı

değiştiremiyorum” diyor ve bunda da kendisini haklı görüyorsa, o halde bukadar nebi, bu kadar rasûl gönderilmesinin manası ne?

Öyleyse, fıtratı Allah ve Rasulü’nün istediği yöne çevirmek lazım. Hz.Suheyb hakkında Hz. Peygamber (sav), “Suheyb ne güzel kuldur. Allah’tankorkmamış olsaydı, yine de günah işlemezdi” buyururlar. Hz. Suheyb’infıtratı günah işlemeğe müsaid değil. Fakat kim, yani, fıtratı günaha müsaitolmayan mı, yoksa müsait olduğu halde iradesinin kavgasını vererek günah

işlemeyen mi daha makbul; onu Allah bilir..?

Dünya İşlerini Bilmek “Siz dünya işlerini daha iyi bilirsiniz” hadîsini şöyle anlatabiliriz.1. Sizin aklî kapasiteniz ancak dünyaya yetecek kadardır. Eğer vahiy

imdada yetişmeseydi, bütün malûmatınız sadece meşgul olduğunuz dünyevîişlerle sınırlı kalır, bunları aşarak ukbaya uzanamazdı.

2. Allah Rasulü bu ifadeleriyle, her insanda mevcut bulunan akıl veiradenin bir hikmet-i vücudu olduğuna da işaret buyurmuşlardır.

3. Bu söz, hurmaları aşılama mevzuunda söylenmiştir. Sahabe ile AllahRasulü’nün o andaki durumlarını, Hz. Musa (as) ile Hz. Hızır (as) arasındacereyan eden seyahat hâdisesine benzetebiliriz.

Hz. Musa biraz daha sabretseydi, Melekût alemine ait daha pek çok sırrı bu vesileyle öğrenebilecektik. Ama Hz. Musa sabredemedi, edemezdi de.. Ziraolup bitenler, Tevrat’a ve onun ahkâmına aykırı idi.

Alternatif akım, regülatörlerle doğru akıma çevrilir ve ancak ondan sonrakullanılır. Melekût alemine ait sırlar, alternatif akım gibidir. Zahir-i Şeriat ise,onları regüle ederek doğru akıma çevirir. Bir peygamberin zahir-i Şeriat’a zıt

hâdiselere sabır ve tahammül göstermesi bu bakımdan imkânsızıdır. Fakat-Efendimizin de buyurdukları gibi- eğer Hz. Musa bu tahammülü

17

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 18/88

gösterebilseydi, Melekût alemine ait çok daha başka sırları da öğrenebilecektik.Bunun gibi, eğer sahabe, sabredebilseydi Efendimiz’in hurmaları aşılama şekliniöğreneceklerdi. Fakat sahabe, lihikmetin bu sabrı gösteremedi. Bu sebeple deEfendimiz, kendilerini incitmemek için, “Siz dünya işlerini daha iyi bilirsiniz”

 buyurup, meseleyi bağladı.

Hz. İsa’nın NüzûlüSoru: Hz. İsa’nın ahir zamanda Şam’a ineceği mesele-sini nasıl

anlamalıyız?Cevap: Bunu, Hz. İsa’nın cismaniyetiyle zuhuru şeklinde anlamamız,

naslara uygunluğu bakımından esasdır. Ancak, O’nu temsil edecek ve küfrün belini kıracak önemli fikrî hamlelerin o civarda zuhur edeceğine, mehdiyetinorada belireceğine de bir işaret olacak ki, Hz. İsa “Bazınız bazınıza imamolacaksınız” diyor. Demek ki, müceddit seviyesinde çok kimseler zuhur edecek ve Hz. İsa birine “sen imamete geç” diyecektir. Bu aynı zamanda, Hristiyanların

 pes edeceği manasına da gelir. Bu durum, “Ya Rabbi, bizi müttakilere imam kıl”duâsının da gizli bir remzi gibidir.

Hz. Ebû Bekir’in İmameti (ra)Soru: Efendimiz, “Ebû Bekir’e söyleyin, imam olsun” buyurunca Hz.

Aişe validemiz, bazı mazeretler ileri sürerek babasının imametine mani olmak istedi. Hikmeti ne olabilir?

Cevap: 1. Efendimiz hasta iken Ebû Bekir’in O’nun yerine namaz

kıldırmasını halk hayra yormazdı. Böylece Ebû Bekir, acı vakı’anın temsilcisiolur, sevilirken nefret edilir duruma düşerdi.

2. Peygamber Efendimiz (sav), Hz. Ebû Bekir’in kendi yerine geçeceğinizaten iş’ar buyurmuşlardı. Fakat halk, daha sonra olacak böyle bir şeye baştanantipati duyabilirdi. Böylece Ebû Bekir, ileride yükleneceği misyonu çok rahatyerine getiremezdi şeklinde bir mülahazadan kaynaklanmış olabilir.

Muvaffakiyete DoğruSoru: Hadîste “Kisra’nın helakından sonra Kisra; Kayser’in

helakından sonra da Kayser yoktur” deniliyor. Ama şimdi onların yaptığınıyapan ABD, Rusya ve diğer Avrupa ülkeleri var?

Cevap: İnsanların güçleri, imanlarının kuvveti, zamana tesir edebilir.Sahabenin imanı çok güçlü olduğu için, kısa bir zaman diliminde çok büyük fetihleri gerçekleştirmişlerdir. Bu, da, Allah’ın diğer kanunları gibi bir kanunudur.

Biraz da, günümüzde süper güç adı verilen birtakım devletlerin ve paktların yıkılması bizim Allah yolunda her türlü maddî-manevî fedakarlıkta bulunmamıza bağlıdır. Bu da, sahabi gibi iman kuvvetini elde etmekle

mümkündür. Bu ne zaman olacaktır, bilinmez ama, bu netice mutlaka birgünelde edilecektir.

18

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 19/88

Adn ve Firdevs CennetiSoru: Hadislerden anlaşıldığına göre, Adn cenneti, cennet nimetlerinin

hepsinin toplandığı bir yerdir. Bazı hadîslerde ise “Firdevs cennetini isteyin”

 buyuruluyor. Bunu nasıl te’lif edebiliriz?Cevap: 1. Adn cenneti, bütün cennet nimetleri ile dayalı-döşeli bir yerdir.Firdevs cenneti ise, (cennet’i piramid gibi farzedersek) bütün cennetmertebelerinin birlikte müşahede edileceği en yüksek bir yer ve uç noktadır.

2. Bazı insanlarda cismanî hevesler inkişaf eder. Onları şâirâne ilhamlar ve ruhun istifade edeceği zevkler pek alâkadar etmez. Bu açıdan Adn cennetiüstündür. Bazılarında ise rûhî hevesler, duygular inkişaf etmiştir. Ruhânî halleriarzu ederler. Onlar için yeme, içme, huri vs. pek önemli değildir. Bu açıdan daFirdevs cenneti üstündür.

3- Geçmiş ümmetlerde gaybe iman, ümmet-i Muhammed’e nispeten çok az gelişmiştir. Onlarda nazarî ilim daha galipti. Bu noktadan, bir bakımacismaniyet cenneti diyebileceğimiz Adn cenneti, diğer ümmetlerin ufuk noktasıdır. Buna karşılık, Muhammed Ümmeti, gaybe imanda çok derinleştiğiiçin, onlara da Firdevs cenneti hedef olarak gösterilmiştir.

Kudsi Mekanları TercihSoru: “Üç mescidin dışındaki mescidlere husûsî olarak yolculuk 

yapılmaz” mealindeki hadîsi nasıl anlamalıyız?Cevap: Hadiste işaret edilen Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve

Mescid-i Aksâ’da ibadet etme tercihinin altında yatan mana şudur: YeryüzündeAllah (cc) tarafından kudsî kılınmayan hiçbir yere kudsiyet atfedilemez. İbadetkasdıyla Kâbe’ye gidilebilir fakat, Sultanahmed, Ayasofya ve Süleymaniye öyledeğildir! Kâbe’de namaz kılma adağında bulunulursa, bu nezir yerine getirilir.Ve tabii böyle mekânlara gezmek ve görmek için gidilebilir. Kur’ân-ı Kerim’deçok yerde yeryüzünde gezin bakın” buyurulur. Şu kadar ki, Allah tarafındangazaba uğramış ve helâk edilmiş kavimlerin yerlerini ziyaret etmek ibret almakasdı olmaksızın mahzurlu görülmüştür.

Efendimiz (sav), anne-babasının kabirlerini ve Uhud şehidlerini ziyaret

ediyordu. Büyük zatların kabirlerinin ziyareti aleyhine de bir rivayet bilmiyoruz.Aksine, böyle zatların kabirleri ziyaret edilmeli, kendilerine Fatiha okunmalı,feyizlerinden ve manevî iklimlerinden istifade edilmelidir. Onları şefaatçimanasına vesile ve vasıta yaparak duâ ve niyazda bulunulmalıdır. Aynı durum,kudsî mekânlar için de geçerlidir.

Günahlara Karşı Duyarlılık Hadîsin ifadesiyle, cehennem şehvetlerle, zevklerle, fuhşiyatla

kuşatılmıştır. İş kazaları için önceden çeşitli tedbirler aldığımız gibi manevî

hayatımız adına da öyle tedbirler almalıyız. Günahlara karşı bir alarm sistemi

19

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 20/88

kurmalıyız. Kendimizi tehlikede hissettiğimiz an alarm çalmalı ve bize elliyerden el uzanmalı.

Şimdiye kadar bu mevzûda gördüğüm en akıllı insanlar, ya doğrudan veyadolaylı olarak durumlarını aktarıp, halledilmesini talep edenler olmuştur.

Ahmaklara gelince, onlar her türlü gayr-ı meşrû şeyden lezzet almaya bakmıştır.Bir esrarengiz kuyu ki, ağzı şehvet, makam, şöhret, para; dibi de

cehennem.

Allah (cc) Halim’dirAllah (cc), kullarına devamlı Halîm olarak muamele eder. Meselâ, Suheyl

İbn Amr veya Esid İbn Attab müslüman olmadan evvel söylediği şiirlerleİslamiyete karşı hep cephe oluşturmuş biri. Hz. Ömer, Efendimiz’den, onahaddini bildirmek için izin ister fakat, Efendimiz (sav) “Hayır, o bir gün senimemnun edecek” cevabını verir. Efendimiz’in vefatını müteakip Hz. Ebu Bekir galeyana gelen halkı Medine’de yaptığı o tarihî konuşmayla yatıştırdığı gibi,Suheyl İbn Amr da Mekke’de bu tür bir konuşma yaparak önemli bir hizmet ifaetmişti. Demek ki, Allah (cc) onun temerrüdüne 5-6 sene sonra yapacağıhizmetlerden dolayı mehil vermiş ve böylece bize “Halîm” isminintecellilerinden televvünler göstermek istemişti.

Soru: Ahir zamanda İstanbul’un fethi meselesini nasıl anlamalıyız?Cevap: Ahir zamanla ilgili hadîslerde, İstanbul’un fethi ile Deccalın

çıkması arasında bir haftalık mesafe olduğu ifade ediliyor. Bu fethi, o zamanİstanbul kimin elinde ise, onlardan geri alma şeklinde anlamalı. Dahilden

 piyonların elinde ise, bu ma’nen onlardan halâsı, Bizanslıların elinde iseonlardan. Yoksa top-tüfek ile, Çandarlılarla, Zağanoslarla, Fatihlerle yeniden bir fetih olacak diye anlamak uygun değildir.

Sefer Bir Nev’i Azaptır “Yolculuk, azapdan bir parçadır” hadisine binâen denilebilir ki, insan

ihtiyaçları için yolculuk yapıyorsa, bu yolculukta katlandığı meşakkatler 

ölçüsünde sevap kazanır. Hele bu yolculuk dini tebliğ istikametindeyse, eldeedilecek mükâfatlar, nafile ibadetlere terettüb eden sevapların çok çok üstündeolacaktır.

Hilâfet ve EfendimizHilâfetin 30 yıl süreceği mevsûk hadislerde ifade buyurulmuştur. 70 yıl

süreceğine dâir zayıf rivayetler varsa da, Efendimiz (sav)’in rûhâniyetini gerçek manada temsil eden hilâfet, 30 yıl devam etmiştir. Bilâhare meydana gelenhâdiseler, bu gerçeğin tarihî birer şahididir.

20

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 21/88

Altın Kanal - Zift KanalEfendimiz (sav), bir hadis-i şeriflerinde, “Benim soyumda sifah (zina)

yoktur. Ben, hep nikâhtan geldim” buyururlar. Diğer bütün nebîlerin nesebi deaynıdır. Fakat, kefere ve fecerenin soyu için aynı şeyi söylemek mümkün

değildir.

Efendimiz’e (sav) Ait İki FıtratEfendimiz (sav)’in iki fıtratı vardır: Biri, nübüvvet vazifesini

yüklenebilecek, fakat başlangıçta bir çekirdek ve nüve halinde olan fıtratı.Diğeri, tabiat-ı beşeriyesi.

Efendimiz (sav)’in birinci fıtratı, kendisinde 40 yaşına kadar bir tohum veçekirdek hükmündeydi ve tabii inkişaf etmiş değildi. İnkişaf edince, büyüyüpgelişti ve neticede ikinci fıtratı, bu birinci fıtratına teslim oldu. Zannediyorum o,“Nefsim bana teslim oldu” sözüyle, işte bu gerçeği ifade etmektedir.

Kârun’un Yere BatmasıKârun’un yurdu, yuvası ve sahip olduğu malları ile birlikte yere batması,

 berzah âlemine ait bir meseledir, yani manevî bir sukuttur. Bu, şuna benzer:Bir gün Efendimiz (sav) bir mecliste otururlarken, bir gürültü duyulur.

Efendimiz, “Bu, 70 yıldır cehenneme yuvarlanan bir taşın cehennemedüşmesiyle çıkardığı sestir” buyururlar. Biraz sonra meclise biri gelir ve “70yaşındaki falan münafık öldü” der.

Ahirette KarâbetBir hadîs-i şeriflerinde Efendimiz (sav), kızı Hz. Fatıma’ya hitaben,

“Nefsini Allah’tan satın almaya bak! Allah katında senin nâmına hiçbir şeyyapamam” buyururlar.

Bu hadîste anlatılmak istenen, “İnsan için çalıştığından başkası yoktur”âyetinde de buyurulduğu üzere, kişinin kurtuluşu için çalışmanın esasolduğudur. Evet insan, Efendimiz (sav)’in çok yakını da olsa, şahsîsorumluluklarını yerine getirememişse kurtulamaz.

Öte yandan, Hz. Ali (ra), Ebû Cehil’in kızı ile evlenmek isteyince,

Efendimiz (sav) bu defa, “Ahirette bütün nesepler kesiktir, benim nesebimmüstesnâ” buyururlar. Bu hadis-i şerifte anlatılmak istenen de, Ahirette dînî venesebî yakınlığın sadece Efendimiz (sav)’e ait olduğudur. Bu gerçeğin farkındaolan Hz. Ömer, dînî yakınlığa nesebî yakınlığı da katmak için, Efendimiz(sav)’in soyundan biri ile evlenmek istemiş ve bu arzusunu yıllar sonra Hz.Ali’nin kızı ile evlenerek tahakkuk ettirmiştir.

Hayırda YarışEfendimiz (sav), halkın himmetine müracaat etmiş, sonra da, herkese tek 

tek, “sen ne verdin?” diye sormuştur. Dolayısıyla, kimse bu meselenin kritiğini

21

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 22/88

yapamaz. Biz de infak hayrında müsabaka yapıyor ve her mümini bu önemli işeteşvik ediyoruz.

Hasf 

“Âhir zamanda Kâbe’ye sığınanlar olacak. Onlara kast edenler,‘Beydâil-ard’ denilen yerde ‘hasf’ olunacak” meâlindeki hadîs-i şerifte geçen‘hasf’ı sadece lügat manası ile ele almamak gerekir. Hasf, lügat manası itibarı ileher ne kadar ‘yerin dibine geçme’ demek ise de, bundan ‘saltanatın sönmesi,ikbalin idbara dönmesi ve öldürülme’ gibi manalar da anlaşılabilir. Nitekim,Karun’un serveti ile beraber ‘hasf’ının bu şekilde anlaşılmasının üzerinde dahaönce de durulmuştu. Bu manada ve küçük ölçekte bir ‘hasf’, Abdullah İbnZübeyr’in Kâbe’de Haccac tarafından şehid edilmesinden 50 sene sonra vukû

 bulmuş ve zalimler bütünüyle âhiret’e intikal ederken, saltanatları da yerle bir olmuştur. En son yaşanan Kâbe baskını hâdisesinde de yüzlerce masum insanöldürüldü ve baskına katılanların hepsi idam edildi. Evet, Allah imhâl eder, yanimühlet verir ama, ihmal etmez.

Bir Edep AnlayışıEfendimiz (sav), kendisine karşı ayağa kalkılmasını istememesine ve

“Acemlerin büyüklerine ayağa kalktığı gibi ayağa kalkmayın” buyurmasınarağmen, Ashâb-ı Kiram kendisine karşı hürmette kusur etmiyor ve ayağakalkıyorlardı. Biz de Mevlid-i Nebevî okunurken, “Doğdu ol sâatte ol Sultân-ıDîn” denildiğinde “hoş geldiniz” manasına ayağa kalkıyor ve kendilerine karşı

hürmet ve ta’zimlerimizi arzetmeye çalışıyoruz. Evet, bu bir edep anlayışı veedep göstergesidir. Dolayısıyla, ihmal edilmemeli ve mutlaka yerinegetirilmelidir.

Nasıl Yaşarsanız Öyle ÖlürsünüzHadis olması tenkit edilse de, hadîs diye rivayet edilen ve hadis ölçüsünde

 bir gerçeği ifade eden bir sözde, “Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve nasıl ölürsenizöyle dirilirsiniz” denmektedir.

Bir insanın hayat tarzı, onun şuuraltını oluşturur. Bu sebeple, o insanın

 bütün hayatında, ölümü esnâsında ve kabirde Münker ve Nekir’e cevap verirkenhep o şuuraltının izleri tezâhür eder.

Müslüman olarak ölmek, hakkımızdaki İlâhî takdirin nasıl tecellîedeceğini bilemediğimizden dolayı, belki elimizde değildir ama, bu yolda, yanimüslüman olarak ölme yolunda olmak elimizdedir. Yoksa, Kur’ân-ı Kerim’in“ancak müslümanlar olarak ölünüz” emri “teklif-i mâlâ-yutak”, yani yerinegetirilmesi mümkün olmayan bir teklif olurdu.

Hayatını salih ameller kuşağında geçiren bir insanın son nefesinde imanlagitmesi kaviyyen muhtemeldir. O halde, imanın gereklerini o derecede

hayatımıza hayat kılmalıyız ki aksi bir düşünce ve aksi bir hayat tarzırüyalarımıza bile misafir olmasın. Allah’a kavuşma arzusuyla yanıp tutuşalım ve

22

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 23/88

hep bu visalin beklentisi içinde yaşayalım. Unutmayalım ki, -hadîsin ifadesiyle-“Kim Allah’a kavuşmayı arzu ederse, Allah da ona kavuşmayı arzu eder.”

İsmet

 Nebî, kalbi, beyni, sinir sistemi ve bütün fakülteleri a’zamî seviyedeçalışan insan demektir. Bu sebeple, nebînin hayatı, normal insanî buudlarınüzerinde cereyan eder. Onun duyması, sezmesi, hisleri, arzu ve istekleri hepzirve noktalarda dolaşır. Meselâ, nebînin şehvet hissi, normal insanınkinden katkat fazladır. Efendimiz’in (sav) bu hususta, “Ben, sizin herbirinizden 25 katdaha güçlüyüm” buyurması; sahîh bir hadiste ifade edildiği üzere, Hz.Süleyman’ın bir gecede 90 küsur hanımıyla mübaşerette bulunabilmesi, bunun

 bir göstergesidir. Nebî, bu yapı ve beşerî normları zorlayan bu husûsiyetleriiçinde, nefsini de her bakımdan gemleyebilen insandır. Hz. Yûsuf (as), Zeliha

 bütün fettanlığı ile karşısına dikildiğinde “Ben Allah’tan korkarım” diyerek, onakarşı en ufak bir meyil göstermemişti.

Bazı tefsirler, Zeliha karşısında Hz. Yûsuf’un gördüğü “bürhan”dan bahsederken, “Hz. Yûsuf kadına meyledecekti ki, babasını görüp vazgeçti” gibi,tamamiyle İsrailiyat kaynaklı ve nebînin ismet sıfatına hiç de uygun düşmeyenaçıklamalara yer vermişlerdir. Halbûki, Hz. Yûsuf’un gördüğü bürhan, ilim,irfan ve murakabeden meydana gelen nebînin nefsine hakimiyeti gerçeğiydi. OYusuf (as) ki, câzibedâr kadınların oyunları karşısında, “Rabbim! Hapishane

 benim için bunların teklifine uymaktan daha iyidir” demiş ve sarayın zevk u safâdolu hayatını terk edip, iffeti adına yıllar ve yıllar boyu hapishanenin ufûnetli,

çileli ve tahammül edilmez hayatına râzı olmuştu. İşte bu, onun ismetini ispatakâfî bir delil değil midir? Çile ve ızdırap dolu hapis hayatına artık bir noktakonma günü gelip de, kapılar ardına kadar açıldığında, “iffetim herkestarafından bilinmedikçe, hapishaneden çıkmam” diyen de Hz. Yusuf’tu.

İsmet mevzûunda Hz. Yusuf ne ise, başta İnsanlığın İftihar TablosuEfendimiz Hz. Muhammed (sav) olmak üzere, bütün peygamberler ve onlarınizinde hayatlarını sürdüren evliyâ, asfiyâ ve mukarrebin de odur. Onlar da aynıçizgide vâridatlara mazhar olmuş, mazhar oldukları vâridatlar nispetindeimtihanlara tâbî tutulmuş ve Allah’ın izniyle hep kazananlar safında yerlerini

almışlardır.

Amel-i Salih, Cennet ve Cehennem MünasebetiSoru: Susamış bir köpeğe su içiren fahişe kadının cennete girmesini,

kediyi hapsederek ölümüne sebebiyet veren abide-sâcide kadınıncehenneme girmesini nasıl anlamalıyız?

Cevap: Bir kere bu bir kader-i ilâhîdir. Bizler Aynştayn’ın nazariyesini bile anlamakta güçlük çekiyor, hatta çoklarımız itibariyle anlayamıyoruz da,Allah’ın ilm-i ezelîsi ve onun belirlenmiş bir tablosu olan kader hakkında nasıl

hüküm verebiliyoruz. Nasıl oradaki takdire ve bu takdirin sebep veyahikmetlerine muttali olabiliriz ki?

23

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 24/88

İkinci olarak, o bâğiye fâhişe kadın, kimbilir hangi toplumun ne tür bir gadri ile bu kötü yola itilmişti. Kimbilir ne tür zorlamalar veya komplolarlakendini o vadide bulmuştu. Aslında, her susayan köpeğe su içiren bağiye, fahişecennete girmez ama, bu kadın belki, içi ızdırapla doluydu.. iki büklümdü..

hacaletaver bir hayat yaşıyordu ve susuz köpeğe su içirmesi ile –tabir caizse-Rahmet’in bam teline dokundu ve affedildi. Evet, bağiyenin ızdıraptan çatlayansinesi ile, Allah’ın rahmeti bir vahidin iki yüzünden ibarettir. Bakınız, tevbenasıl içte duyulan nedamet ve ızdırabın dışarıya sözle yansıması ve“estağfirullah” ile seslendirilmesidir. Aynen öyle de; pişmanlığı doruk noktayaulaşmış, gönlü kalaklar içinde bir kadın, susuz köpeğe su içirmesi ile rahmetserasına sığınıyor ve cennete giriveriyor.

Bunun tersi de gadabullahtır. Yani kediyi hapsederek, acından onunölümüne sebebiyet veren kadın. O abide-sacide olmasının yanında, zulümüstüne zulüm işlemiş bir kadın olabilir. Yoksa her kediyi hapseden ve ölümünesebep olan cehenneme girmez. Ama bu kadının, kediyi hapsetmesi, bardağıtaşıran son damla olmuş, gadabın bam teline dokunmuş ve cehenneme girmiştir.

Evet, meselelere böyle ilm-i ilâhînin taalluku açısından bakmak lazımdır.Şunu da unutmamalı; bunlar Allah için mücbir (zorlayıcı) sebepler değildir;çünkü

“Ona kimse cebriyle bir iş işletemez asla Ne kim kendi murad eder vücuda ol gelir billah.”Öyle ise olsa olsa, bunlar şart-ı adi olabilir. Kaldı ki, zaten Allah

hükümlerini o şart-ı adilere göre vermiştir.

Şehadet ArzusuSoru: Bir hadiste ‘Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz..’

deniyor. Halbuki şehadeti arzulama hakkında da bir sürü hadis var. Bunları nasılte'lif ederiz?

Cevap: Şehadet, sadece düşmanla karşılaşmakla elde edilemez. Şehadetinçeşitleri var: Bir insan, şehadeti gönülden arzu ederse, yatağında dahi ölse şehidolur. Bir de, bazıları düşmanla karşılaşınca kanaatleri değişebilir. Onun içintemen-niden men’ ediliyoruz. Bir diğer tevcih de düşmanla karşılaşmak esas

değildir; Esas olan îla-yı kelimetullahtır. Tebliğ ve irşad yaparken öyle devirler gelir ki, düşmanla karşılaşıp ölseniz, yapacağınız vazifeler ortada kalır. Öyleysedüşmanla karşılaşma veya şehadet arzusu esas alınmamalı, birer vesile kabuledilmelidir. Konuyu şöyle hülasa etmek mümkündür: Düşmanla karşılaşmadatek yol, tek istikamet var. Şehadette ise değişik yollar, değişik istikametler var;halis bir niyetle yatakta ölmeye kadar...

Perde ve BizEfendimiz (sav) bir hadîslerinde “Cenabı Hakk’ın hicabı nurdur”

mânâsında “Hicabuhu nurun” buyurur. Yine Miraç’ta gördüğünün bir nur olduğunu belirterek “Raeytü nuran” der.

24

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 25/88

Biz burada, bu hadîslerin yorumu üzerinde duracak değiliz. Sadece“hicap” kelimesinin tedâî ettirdiği bir hususu arzetmek istiyorum:

Hicap, örtü mânâsındadır. Cenabı Hakk nurunu, sebeplerle kendi arasına bir hicap ve perde edinmiştir. İzzet ve azamet öyle gerektirmektedir. Ancak bu

 perde, Cenabı Hakk’ın önünde değil, bizim ve bütün sebeplerin önündedir. Eğer O, bu hicabı az aralayacak olsaydı bütün âlem yanar ve mahvolurdu.Cenabı Hakk sıfatlarıyla muhattır ki, çok az müntehinin nazarı oraya

ulaşabilmiştir. Halbuki bizler kainattaki nizam, intizam ve ahenkten menfezler açarak o perdenin verasını görmeye çalışıyoruz. Tevhidi yakalamak çok zorlu

 bir iştir. Çokları kitaplarda yazıldığı için ona inanır; fakat işin hakikatındanhabersiz yaşar.. İnanmak başka, inandığını vicdanında sezmek daha başkadır.Hâl ile keşfedilecek şeyler akılla elde edilemezler. Bunda yadırganacak bir taraf da yoktur. En basitinden, kulağın işittiğini burunla duymak mümkün değildir.Söylediğimiz prensibe, bu kadar basit bir misalle bile bakılabilse çok şeyanlaşılır zannediyorum.

Duâ Esnasında Ellerin DurumuDuâ ederken ellerin yukarıya doğru kaldırılması taabbüdî emirlerdendir.

Allah Rasulü (sav) bu şekilde duâ ettiği için bizim de böyle duâ etmemizgerekmektedir. Buna, Allah’ın kürsîsinin her şeyin üstünde ve her şeyi kuşatıyor olması izafî keyfiyetlerine binaen ellerimizi yukarı doğru kaldırıyoruz, şeklindeaçıklamalar da getirebiliriz.

Çocuklar Arasında Eşitlik Baba, çocukları arasındaki muamelelerinde onlara eşit davranmalıdır.

Zaten, “Allah, her hak sahibine hakkını vermiştir. Varise vasiyet yoktur. Her hak sahibine hakkını verin.” hadîsinde de ifade edildiği üzere, İslam, çocuklarınmirastaki hisselerini tayin etmiştir. Buna rağmen, şu ya da bu sebeple birisinefazla verilmek istendiğinde, diğer mirasçıların razı edilmesi şarttır. Aksitakdirde, adaletsiz bir davranış, babanın ahirette sorguya çekilmesine sebep olur.

 Nitekim Allah Rasulü (sav) çocuklarından birine mal hibe edip, diğerlerineetmeyen bir sahabinin uygulamasını iptal etmiştir. Şu kadar ki, çocuklardan biri

anarşist ve mülhit, buna karşılık diğerleri de dindar olursa, baba bu anarşistçocuğunu mirastan bütün bütün mahrum edebilir ve mesul de olmaz.

Eşyadaki İbaha“Eşyada asıl olan ibahadır.” Yani, bir şeyin haram olduğuna dair herhangi

 bir delil yoksa o şey helâldir. Bazı meselelerde titizlik bu kaidenin dışında kalır.Bakın, Hayber’i fethi esnasında Efendimiz (sav)’e “Yahudilerin kaplarınıkullanalım mı?” diye sorulduğunda, Efendimiz (sav), “Hayır; eğer başka kapbulamazsanız, yıkayın, ondan sonra kullanın”  buyurmuşlardır. Demek ki,

önemli bir husus da araştırma ve dikkatlice yaşamaktır. “Eşyada esas olanibahadır” deyip, her önümüze geleni yememiz, lâubâiliğin ta kendisidir.

25

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 26/88

Halbuki, hayatı dinî kaideler çerçevesinde yaşamak bir taraftan vazifemiz, ötetaraftan ciddiyet işidir. İnsan işini yaparken, hele hele Allah’a karşı hesabvereceğini düşünen bir insan mutlaka ciddî olmalıdır.

Kaçak Su ve Elektrik Devletin aslî vazifelerinin içinde yer alan, yol-su-elektrik hizmetleri,millete bedava olarak sunulmalıdır. Fakat devletin maddî açıdan buna imkânıyoksa -İslami kurallara göre- kâr gayesi gütmeksizin, milletten maliyetiniisteyebilir. Zaten hemen hemen bütün dünyada sistem bu şekilde işlemektedir.Buna göre, amme (kamu) hukuku içinde yer alan elektrik ve suların kaçak olarak kullanılması caiz değildir. Kul hakkının terettüb ettiği bu düzenlemede,kaçak elektrik ve su kullananların, 60 milyon fertle teker teker helallaşmasıgerekir ki, bu da mümkün değildir. Öte yandan mümin, yeryüzünde emniyet vegüvenin temsilcisidir. O, hadisin ifadesiyle “elinden ve dilinden emin olunan,emniyet ve güven duyulan insandır.” Öyleyse, bir müminin, bu türdenemniyeti zedeleyici işlere girişmesi katiyen doğru değildir. Bir de özelleştirmeile bu kurumların bir kısmı halka satıldı ise, o zaman kul hakkının terettübü ayrı

 bir buud kazanır. Ve yarın Hakk’ın huzurunda hesabı verilemez bir hale gelir.

Soru: “İçki içenin 40 gün namazı kabul olmaz” diye bir hadîs var mıdır?

Cevap: İbadetin birkaç yönü vardır:1. Kul, ibadetle cennete ehil hale gelir. Yani, bakırken altın, gümüş olur.

2. Allah’a karşı mükellefiyetlerini yerine getirir.3. Hayrın hayır doğurması şeklinde bir “salih daire teşekkül eder ve bu

salih daire insanda ibadet, itaat aşkını uyarır; sonra da böyle devam eder gider.İçki Meselesine Gelince:1. İnsan içki içtikten sonra kıldığı namazları kaza edecek diye sarih sahih

 bir nas olmadığı gibi, mürsel, merfû, zayıf, metruk bir rivayet de yoktur.2. Nasıl insan jimnastik yaptığında sağlık ve sıhhat kazanır, insan da

namazda yatıp kalkmakla ibadet aşkı kazanır. Ama içki içen insan daha sonraibadet edince hiç içmeyen gibi olamaz, aynı derecede zevk ve lezzet alamaz.

Dolayısıyla, “içki içmiş kişi 40 gün namaz kılamaz”, demenin şerî hiçbir hükmüyoktur ama, yukarıdaki tesiri de düşünmek gerektir.

Bu şuna benzer. Bir insan bina için temel atar, duvar örer de, bu eve tavanyapmazsa eksik kalır. Aynen öyle de, içkili veya haram lokma yiyen kimseabdest alır, namaz kılarsa, vazifesini yerine getirir ve ona terettüb eden sevabıkazanır ama, binanın çatısı bir ölçüde açık demektir. O, tamamlanınca teveccüh-ü ilâhî de gerçekleşir.

Azl

Hz. Cabir’in “Biz azl yapıyorduk, Efendimiz (sav) birşey demiyordu”rivayetinden Efendimiz’in de azl yaptığına dair bir hüküm çıkarmak doğru

26

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 27/88

değildir. Zira Efendimiz’in azl yaptığını ifade eden sarih hiçbir beyan hükümyoktur.

Besmelesiz Et

Hanefî Mezhebi, “Üzerine Allah’ın ismi anılmayan (yani besmeleçekilmeyen) şeyleri yemeyin” ayetine ve birtakım hadis-i şeriflere dayanarak, besmelesiz kesilen hayvanların etlerinin yenilemeyeceğine hükmetmiştir. Bunakarşılık Şafiîler, Buharî’de geçen bir hadîsi farklı yorumlayarak, besmele kasdenterkedilmediği takdirde, hayvan besmelesiz de kesilmiş olsa, yerken besmeleçekmenin yeterli olduğu görüşündedirler.

Buharî’deki hadis şöyledir: “Efendimiz (sav)’in Mekke’de bulundukları bir sırada, etraf kabilelerden müslüman olan bir topluluk, kendilerine hediye etgönderir. Besmeleli mi, değil mi belli olmayan bu etin yenilip yenilemeyeceğikendilerine sorulduğunda, Efendimiz (sav), “Besmele çekin ve yiyin”

 buyururlar. İmam Şafiî Hazretleri bu hadisi mutlak olarak ele alıp, hayvan besmelesiz kesilmiş de olsa, yerken besmele çekmenin kâfî olduğu neticesiniistinbat eder. İmâm-ı Âzam Efendimiz ise, “eti gönderen kabile müslümandı veilgili Kur’ân ayetinden haberdardı. Dolayısıyla, besmele çekip çekmediklerisadece bir şüphe meselesiydi şeklinde yaklaşırlar. Allah Rasulü (sav), hayvanıkeserken besmele çekmişlerdir hüsn-ü zannıyla etin yenmesini buyurdular.Zaten, yemeğe başlarken besmele çekilir” diyerek, bunun besmelesiz etinyenilebileceğine bir delil teşkil etmediği hükmünü vermişlerdir.

Müslümana gereken ve yaraşan, dinin en küçük bir meselesinde dahi

hassasiyet göstermektir. O, bir taraftan ferdi hayatında besmelesiz etleriyemezken, içtimâî hayat adına da ağırlığını koyar ve etlerin “Besmele” ilekesilmesi için gereken herşeyi yapar.

Sultan Vahidüddin hakkında:Elimizde şu anda ciddî vesikalar olmadığı için, ne ifrata düşüp

Vahidüddin göklere çıkarılmalı, ne de tefrite kaçıp ve “yalan söyleyen tarih”ekanarak o vatan haini ilân edilmelidir. En azından, “Ölülerinizi hayırla anın”hadisi gereğince davranılmalı ve aleyhinde bulunulmamalıdır.

***Düşününki o günkü devletin sınırları, Aral gölü, Maveraünnehir, Batı

Türkistan ve Afganistan’ı da içine alan geniş bir alanı kaplar. Evet, bir yanda,Türk bölgeleri, öte yanda Cebel-i Tarık, Kuzey Afrika, Habeşistan ve Arapyarımadası bütünüyle Emevi devletinin sınırları içindedir. Yani Ömer binAbdülaziz bugünkü Türkiye’nin kırk katı büyüklüğünde bir devletin başındahalifedir. Devrinde, mal sahibi zenginler, zekat verecek kimse bulamayacak kadar bir zenginlik yaşanıyordu. Yıllar önce Efendimiz (sav), onun bu devrine

işaretle, “Bir gün elinizde zekatınız, kapı kapı dolaşacak fakat onu verecek kimse bulamayacaksınız” buyurmuşlardı. O, işte böyle bir devletin başında iki

27

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 28/88

seneden az fazla kalır ama, sanki 100 sene kalmış gibi ıslahat yapar. Emeviler arasında Raşid halifeler hakkında o güne kadar süregelen yanlış telakkileridüzeltir.

SecdeSecdede mahviyet, Hak karşısında zilleti kabul, enaniyeti terk ve Rabb’etam teveccüh vardır. Böyle bir secdeye Allah (cc) tecelli eder.

Bu mana, kıyamda da vardır. Ama, secdede daha derindir. “KulunRabbine en yakın olduğu yer secdedir” hadîsini bu şekilde değerlendirmek gerekir. Meleklerin Adem’e secde etmelerinin sırrı da bu noktadadır. Bazen,namaz haricinde de secdeye varılıp duâ edilebilir. Yeter ki bu bir bid’at halinegetirilmesin..

***Mesihiyet devresini Muhammedî devre takip eder. İnşaallah,

-Efendimiz’in beyanları içinde- bu irşad ve tebliği itmam edecek o “kerpiç”yakın zamanda gelecek ve bu tabiî gelişmeleri tarihî süreç içinde oturmasıgereken yere oturtacaktır.

***Bir başka misal olarak, namazı cemaatle kılmak, fukaha-ı kiramdan

 bazılarına göre farz-ı ayn, bazılarına göre farz-ı kifayedir. Hal böyleyken,cemaati beklemeden namazı geçiştirircesine kılıvermek, namaza karşı bir 

istihfaftır. “Birisine emredeyim, ezanı okusun; bir diğeri de imamete geçsin.Ben de Medine’nin sokaklarını dolaşıp, cemaate gelmeyenlerin evleriniyakıp, başlarına geçireyim” şeklindeki peygamber beyanı ne kadar üzerindedurulsa azdır.

Cemaati terk edip, namazı tek başına aceleyle kılıverme belki küçük bir günahtır ama, zamanla büyür ve büyük günah halini alır. Bu şekilde cemaatiterk, âdetâ namazı terk etmek ölçüsünde büyük bir günah olur. Namazı terk etmek, büyük günahlardandır. Bu sebeple, mümin, bir vakit namazı terkettiğindeağlar, sızlar, dövünür ve tevbe eder. Fakat, cemaati terk ettiği zaman ağlamaz ve

tevbe etme gereği de duymaz. Sonra bu, alışkanlık haline gelir ve neticede insanüst üste pek çok günaha girmiş olur. Daha başka şeyleri de bunlara kıyasedebilirsiniz.

FASILDAN FASILA_2

Osmanlılar, dünyada muvazene unsuruydular; o dönem itibariyle herkesonların gözünün içine ve işâretine bakıyordu. Almanya’ya gittik, müzelerde boy

 boy Osmanlı padişahlarının resimleri mevcut. Saygılarının ifadesi mi? Elbette ki

 birşey söylemek çok zor ama bizde olmaması hem ayıp hem de garaz değil mi?Şeyhülİslam Mustafa Sabri Efendi, “Türk milleti kadar mazisine söven ikinci bir 

28

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 29/88

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 30/88

hesap yerindeki durumunuzu tefekkür edin de, az gülün çok ağlayın” demektir.Bu yönü ile gözyaşı, cennet kevserlerine müsavî tutulur.. ve Efendimiz,“Ürpermeyen kalpden, yaşarmayan gözden Sana sığınırım Allahım” diyeyalvarır. Kalpleri kaskatı olmuş, duyguları örümcek bağlamışlara gelince,

onlarda gözyaşı görülmez.

Temsil PeygamberiEfendimiz sadece bir teşri’ peygamberi değildi. O, aynı zamanda tam bir 

temsil peygamberiydi. Ne demiş ne söylemişse, mutlaka onu hayata geçirmiş vetatbik etmişti.

Şimdi O’nun sadece bir itaat şuurunu nasıl mayaladığına bakalım: Bir toplum düşünün ki, bu toplumda, ne babanın oğluna sevgi beslemesi, ne deoğlun babaya saygı göstermesi söz konusudur. Bu toplum içinde, kardeşler arası,menfaatin dışında hiçbir değer hükmü göstermek mümkün değildir. Hemen her evde birkaç köle vardır ve o günkü insanlar, bu kölelere herhangi bir ev eşyasıkadar dahi değer vermemektedir. Kölelerin, efendileriyle aynı sofraya oturması;zaten katiyen söz konusu değildir. Evet, köleler de bir canlı türüdür; ama aslainsan değillerdir. Bu itibarla da hür insanların yararlandıkları şeylerden katiyenyararlanamazlar. Bu düşünce toplumda öylesine yerleşmiş ve kök salmıştır ki,aksini iddia etmeye imkân yoktur. Hatta böyle bir iddia cüreti, cinnetleeşdeğerdir. İşte böyle bir toplumda, Allah Rasulü öyle bir itaat şuuru geliştiripyerleştirmiştir ki, cihanda bir eşi ve benzeri yoktur.

O, sadece “Başınızdaki kuru üzüm gibi kıvırcık saçlı bir siyahî de olsa,

dinleyin, itaat edin” demekle işin yakasını bırakmamış ve meseleyi bizzat pratiğe döküp hayata da geçirmiştir.

Düşünün ki, Zeyd b. Harise azatlı bir köledir. Halbuki Allah Rasulü onu,içinde Cafer b. Ebu Taliplerin, Abdullah b. Revahaların ve Halid b. Velidlerin

 bulunduğu bir orduya kumandan tayin etmiş ve bu orduyu Bizans’a karşıgöndermişti. Daha sonraki yıllarda meseleyi daha da bir kökleştirmek için, yineiçinde Hz. Ebu Bekir’lerin, Hz. Ömer’lerin bulunduğu bir orduya, Üsame’yikumandan tayin etmişti ki, en mübalağalı ifadeye göre o gün Üsame’nin yaşıhenüz onyedi-onsekizdir...

Şayet Efendimizin, bütün söz ve icraatı bu şekilde değerlendirilebilse,onun sadece bir teşri’ peygamberi olmayıp aynı zamanda bir temsil peygamberiolduğu hususu daha iyi anlaşılacaktır.

*** Nefis, asıl yapısı itibariyle kudûretlidir, karanlıktır. Ancak belli

temrinlerle onu zabt u rabt altına almak ve onda melekî duygular lehine gedikler açmak da mümkündür. Efendimiz (sav)’in, “Şeytanım Müslüman oldu” ifadesini

 böyle anlamak; Bediüzzaman ve emsali büyüklerin nefsin teslimiyetinden

 bahsetmelerini de böyle değerlendirmek muvafık olsa gerek.

30

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 31/88

***Uyku hâlinde ruh yarı bir kayıtsızlığa ulaşır. Dolayısıyla insan rüyasında

yüzlerce ayrı ayrı yerde bulunabilir ve binlerce insanla görüşebilir. Bu aradauyuyan cesedle ruhun münasebeti de devam eder.

Efendimiz (sav), cenazeler için ayağa kalkardı. “Ölüye eziyet, aynendiriye eziyettir” buyururdu. Kabirlere hususi alâka gösterirdi. Bütün bunlardankabir ve berzah âleminde ruhun cesedle münasebettar olduğunu anlıyoruz. Tabii

 bu münasebeti, uyku hâlindeki münasebet gibi düşünmek de yanlıştır.Tekrar diriliş de yine ruh ve cesed beraberliği içinde olacaktır... Olacaktır 

ve ahirete âit cesed, oraya münasip bir şekil alacaktır. Çeşitli hadislerinişâretinden anlaşılan mana budur. Acbü’z-Zeneb ne olduğu keyfiyeti bizce tam

 bilinemese de, varlığı kat’idir. Cenabı Hakk, bu aslî zerrelerden -ki onaisterseniz “gen” isterseniz başka bir şey diyebilirsiniz- insan vücudunu tekrar inşa edecektir. Ebede kadar uzayıp giden ahiret hayatında da ruhun cesetle olanmünasebeti korunacaktır. Ancak bu münasebet de yine, diğerlerinden farklıolacaktır.

Sevgide İfratİnsan bazen birilerini delice sever; ancak, bazen karşı taraftan aynı

karşılığı göremez. Çünkü fıtrat, fıtrî olmayan şeyi reddeder. O zaman da sevgi,düşmanlığa dönüşür. Öyleki, daha önce övmede değer kabul ettiği bütünhasletler, daha sonra onu yermeye esas teşkil eder. Önce, kendi kendine, o şahısiçin gönlünde bir Süleyman tahtı kurmuştur. Şimdi de o tahtı kırıp geçirmekte ve

söküp atmaktadır. Kimbilir belki de ne kurduğundan ne de kırıp döktüğündenkarşıdakinin hiç mi hiç haberi yoktur. Lüzumsuz bir küskünlük ve tıpkı “tavşandağa küsmüş dağın haberi yok” misalinde olduğu gibi..

Evet, her şeyde olduğu gibi sevgide de ifrat ve tefritten kaçınmak gerekir.Bu mevzuda, Allah Rasulü (sav)’nün verdiği ölçü ne kadar çarpıcı ve ne kadar ibret-âmizdir! “Sevdiğini bir ölçüde sev, belki bir gün o düşmanın olur.Kızdığına da yine bir ölçüde kız, belki bir gün dostun olur.”

Evet, sevgide de düşmanlıklarda da hep birer açık kapı bırakılmalıdır. Taki, vakti geldiğinde girişler kolay olsun.

Davranışlarda ÖlçüMüslümanın her hareket, her davranış ve her sözü mutlaka ölçülü

olmalıdır. Bu cümleden olarak, meselâ: İnsanlarla iyi diyalog içinde olmak çok güzel bir davranıştır. Ama, bu müminin itikadını, imânını zedeleyici şekledönüşmemelidir. Müslüman, herkese karşı hoşgörülü olmalıdır, fakat küfrün

 bizzat kendisini hoşgörmek doğru değildir.Davranışlarımız daima ciddiyet yörüngeli olmalıdır; ne var ki ciddiyet ile

 buz gibi soğuk davranışlar da birbirine karıştırılmamalıdır. Latifeleşme, nükteli

sözler söyleme bazen sohbete ayrı bir çeşni katar. Şu kadar var ki, şaklabanlık 

31

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 32/88

ve sululuk da hiçbir zaman, kıvrak zeka mahsulü ince nüktelerle iltibasedilmemelidir.

Efendimiz (sav) de yer yer latife yapardı. Ama O’nun her latifesi deciddiyet gamzeliydi. Bir gün çölden gelen Zâhir (ra) adındaki sahabinin arkadan

gelip gözlerini kapatmış, sonra da “Benden bu köleyi alacak var mı?” demişti.Zâhir (ra), kendisine yapılan bu iltifatla kendinden geçmiş ve “Ya Rasûlallah!Çok ucuz bir köle satıyorsunuz” demişti. İşte sözün burasında Allah Rasulü(sav), Zâhir’i (ra) ömür boyu gaşşedecek şu mukabelede bulunmuşlardı: “Fakatsen Allah yanında çok kıymetlisin.”

İnsanın anne, baba ve evlatları yanında vakar ve ciddiyet içinde durması,anne, babaya karşı saygısızlık, evlatlara karşı da bir mürüvvetsizliktir. Amaresmî makamında oturan bir insanın vakar ve ciddiyeti, gayet yerinde bir davranıştır. Misalleri çoğaltmak mümkündür. Sözün özü, Müslümanın her davranışı peygamberâne olmalıdır.

***Ancak o şahsın hürmet beklememesi bizim ona hürmet etmemize mani

değildir.Meselâ, Efendimiz (sav) kendisi için kıyam edip, ayağa kalkan sahabeyi

her defasında ikaz etmiş ve “Acemler’in büyüklerine ayağa kalktığı gibiayağa kalkmayın” buyurmuştur. Ama, sahabe de her defasında, O’nahürmeten ayağa kalkmıştır. Biz bu tabloda her iki tarafın kendine âit vazifeyinasıl dengede tuttuklarını görmekteyiz. Ve yine Efendimiz (sav), hakemlik için

gelen Sa’d b. Muaz’ı kasdederek yanındakilere, “Efendiniz için ayağa kalkın” buyurmuşlardır. Bu bir edep öğretisidir. Ne var ki, kendisine hürmet edilen şahısda mutlaka kendine düşeni yerine getirmelidir. Yani, insanlardan katiyen hürmetetmelerini beklememelidir. Zaten Allah Rasulü: “Kim kendisi için kıyamedilmesini arzu ederse cehennemde yerini hazırlasın” buyurarak bu hususa daışık tutmuştur. Ancak, bu mevzuda da biz, bize düşen görevi yerine getirmek zorundayız.. zorundayız, zira büyüklerin iç muhasebesini sağlamak bir manada

 bizim vazifemiz değildir.

***Diyelim ki, bir insan gece namazına kalktı ve sabaha kadar gözyaşları

içinde namaz kıldı. Bu, mutlaka takdir edilecek bir ameldir. Fakat bu amelmukarrebinden birisine âitse, o kendine göre bu amelinin muhasebesini yapacak ve belki de şöyle diyecektir: “Ben bu geceki namazımda manevî füyuzatla doluptaştım. Ama acaba, amelimdeki gaye ve hedef bu manevî füyuzatı yakalamak mıydı? Eğer öyleyse yandım, mahvoldum..” Evet, bu da bir muhasebedir; fakathas dâirede ve bazı insanlara mahsustur. Henüz gece namazına kalkmayı biledüşünmeyenler için böyle bir muhasebe teklifi, ifrattır ve altından

kalkılamayacak bir yüktür... İşte Muhasibî’nin riya ve ihlâs konusunu işlerkenifade ettiği hususlara böyle bir pencereden bakmak lazımdır. İmam Gazalî’nin

32

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 33/88

de bu konuları işleyişi aynen Muhasibî gibidir ve onda da hassasiyet hadsafhadadır. Bu konuda hadislerin bize öğrettiği ölçü ise, hem objektif hem deekseriyete hitap etmektedir. O ölçü de şudur: ‘Din kolaylıktır. Onu zorlaştıransonunda yenik düşmeye mahkûmdur..’ Öyleyse her fert, muhasebede

tecessüsünü, yenik düşmeme sınırında tutmalıdır. Bu da şahsın manevî yapısınagöre çeşitlilik arzeder. Bu arada, hadîsteki ölçüyü herkes kendi seviye vedurumuna göre tatbik edebilir.

***İmam Şa’ranî’nin şu ifadesi bu hükmümüze delil kabul edilebilir. Diyor 

ki: “Ben namazsız bir insanla biraz yan yana otursam kırk gün namazımın bereketini bulamam.” Onun bu sözünden, namazsız insanlarla düşüp-kalkmamamanasının anlaşılması yanında, kırk gün sonra namazın bereketinden istifadeedilebileceği manasını anlamak da mümkün... Zaten bazı hadisler de buna işâreteder mahiyettedir. Meselâ “içki içenin kırk gün namazı kabul olmaz”meâlindeki hadis buna örnek gösterilebilir. Bunun manası, aslî manada namazkabul olmaz demek değildir; belki namazla ulaşılabilecek öyle noktalar vardır ki, içki içen bir insan, kırk günlük bu ölü zaman içinde o önemli noktayaulaşamaz, demektir. Bundan, aynı zamanda, kırk gün sonra tekrar istenenmükemmeliyette namaz kılabilir manasını anlamak mümkündür... İçki içeninnamazının makbul olmamasını ise eskiler, “kemaline masruf” diye anlatırlar..Yani o namaz, “namaz” kelimesiyle anlaşılan ihatalı, derin ve kurbete vesileolabilecek manadan yoksundur. Meselâ namaz kılar da yine kendisini

münkerattan alıkoymaz. Halbuki hakiki namaz, münkerata girmeme hususundailâhî bir garantidir. Demek ki, içki içenin kırk günlük namazı böyle bir garantiden mahrumdur. Yani o, mükemmel bir namaz olmaktan uzaktır.Bununla beraber, içki bütün hayatî latifeleri öldürmüş de sayılmaz; zira kırk günün sonunda, eğer aynı cinsten günah işlenmezse, o kişinin pörsüyen, solanlatifeleri tekrar yeşerip hayatiyet kazanabilmektedir...

Bazı latifeler ise, işlenen bazı günahlar neticesinde ebediyyen kurur, söner ve ölürler. Ama öyle anlaşılıyor ki, bu latifeler, insanın ruhî ve kalbî hayatıadına asıl hayat kaynağı olan latifelerden değildirler.

Allah’ı AnmaGeniş zamanda ve herşeyimiz yerinde iken Allah’ı anma çok önemlidir.

Yoksa bela ve musibetler karşısında Allah’ı hatırlama mecburi bir tevhidanlayışıdır. Hz. Yunus bu konuda ne güzel bir misal teşkîl eder: Balığınkarnında yaptığı duâ ile arş ihtizaza gelir. Melekler sorar: “Bu duâ kimden yaRabbi?”, “Yunus’un” cevabını aldıklarında da: “Hani o geniş zamanda Sen’ianan Yunus’un mu?” derler. Zaten bir kudsî hadis de bize bu hakikatianlatmaktadır: “Geniş anda anın Beni ki, sıkıntılı anınızda anayım sizi.”

***

33

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 34/88

Metafizik gerilim, iç coşkunluğu, aşk, heyecan ve şevk potansiyeli,manevî duygularımızın daima aktif halde bulunması, aksiyon ve hamle ruhuylaşahlanmış, canlanmış bir ruh halinin kesintisiz oluşu demektir. Ne var ki,zamanla bu canlılık da, ülfet ve ünsiyet tozu-toprağıyla perdelenebilir; içteki o

ak korlar küllenip, duygular, latifeler dumura uğrayabilir; hatta neticede detamamen sönme, pörsüme, hatta kokuşma devresine girilebilir. Ülfet veünsiyetle, metafizik gerilimin kaybolması, aslında, bir dereceye kadar fıtrat veyaratılışımızın gereğidir. Nasıl vesvesenin gelmesi elimizde değil; öyle de, çok defa ülfete karşı koymak da elimizden gelmez. Hususiyle imândaderinleşememiş, kalbî ve ruhî hayatını gerçekleştirememiş kimseler için bu fıtratkanununu aşmak, oldukça zor ve hatta imkânsızdır...

Bir defasında Hanzala, Hz. Ebû Bekir ile Efendimiz (sav)’e gelir ve“Hanzala münafık oldu ya Rasûlallah” der ve “Senin yanında hissettiklerimidışarda hissedemiyorum ve her an yanındaki gibi gerilim içinde kalamıyorum”şeklinde açıklamada bulunur. “Bir öyle, bir böyle” der Efendimiz (sav) veilave eder: “Eğer zamanın her parçasında benim yanımda olduğunuz gibiolsaydınız, melekler sizinle musafaha ederlerdi.”

Evet, her kemalin bir zevali vardır ve kâinâtta hiçbir şey kararındadeğildir. Dinî hizmetler, ülfete karşı önemli bir sütredir. İnsan, hizmetle süreklimeşguliyetin yanı sıra beklenmedik İlahî te’yidata da mazhar olur ve hep canlıkalır. Böylece, aslında devamı olmayan gelip geçici sarsıntıyı ve ölmüşlüğüaşarak, yeni bir dirilişe muvaffak olabilir. Yoksa, bu manada bir gayreti olmayankim olursa olsun, kalbinin katılaşması, gözlerinin kuruması; ülfet ve ünsiyetle iç

geriliminin ve canlılığının kaybolması; dolayısıyla da şeytanın vesvese vehilelerine kapılıp, günahlarla sol taraftan vurulması her an muhtemel vemukadderdir.

TeheccütGecelerini teheccüd feneriyle gündüz gibi aydınlatmış olanlar, berzah

hayatlarını da aydınlatmış sayılırlar. Teheccüd, berzah karanlığına karşı bir zırh, bir silah, bir meş’ale ve kişiyi berzah azabından koruyan bir emniyet yamacıdır.Her namaz, insanın öbür âlemdeki hayatına âit bir parçayı aydınlatmayı tekeffül

etmiştir; teheccüd ise ötelerin zâdı, zâhiresi, azığı ve aydınlatıcısıdır. Kur’ân’da birkaç yerde teheccüde işâret edilmiştir. (İsrâ, 17/79; Secde, 32/16; İnsan, 76/26)-İki rek’at kılınabileceği gibi, sekiz rek’at da kılınabilir.-

Buhârî ve Müslim’in rivayetine göre İbn Ömer, rüyasında, iki dehşetlikimsenin gelip, onu kollarından tutarak derin alevli bir kuyunun başınagetirdiklerini ve atacaklar diye korkunca da: “Korkma, senin için endişe yok”dediklerini, ablası vasıtasıyla Efendimiz’e anlatır. Allah Rasulü, “İbn Ömer negüzel insandır; keşke, teheccüd namazını da kılsa” şeklinde tabir ve tevcihde

 bulunurlar... Allah, böylece rüyasında İbn Ömer’e cehenneme âit bir berzah

levhasını göstermiş ve ona bir eksiğini hatırlatarak, Efendimiz’in tavsiyeleriyle oeksiğin kapatılmasını sağlamıştır.

34

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 35/88

Ülfetin dağılmasında, kalplerin yumuşamasında, şeytan ve günahlarınte’sirlerinden korunmada; Allah korkusu, Allah haşyeti ve muhabbetinden,gecenin zülüfleri üzerinde bırakılan birkaç damla gözyaşı ve herkesin uyuduğusaatlerde uyumayan gözlerle eda edilen zikirler, tesbihler, kılınan namazlar ve

mütalâa edilen derslerin kalplere ne kazandırdığı, ancak tatbikatla ve tadıp bilmekle anlaşılır... Geceleri aydın olan insanların, gündüzleri hiç aydın olmazmı?

Yalnızlık Denen Girdapİnsan, yalnız kalmaktan yılandan-çıyandan kaçar gibi kaçmalıdır; çünkü

yalnızlık, yılanca, çıyanca düşüncelerin insan ruhunu sarmasına yol açar. İki kişiolmada da aynı tehlikeler bahis mevzuu olabilir; çünkü iki kişinin bir fenalık vekötülük üzerinde anlaşması, zayıf bir ihtimal de olsa mümkündür. Üç kişiyegelince, ihtimal hesaplarına göre onların günahlarda, fenalıklarda anlaşıp bir araya gelmesi âdetâ imkânsızdır. Bu hakikate parmak basan Allah Rasulü, “İkikişi de şeytandandır; üç kişi ise cemaattir” buyururlar. Üç kişi, bir cemaatteşkil eder ve şeytanın insana nüfuz edeceği delikleri, çok daha küçültmüş olur.İster evli, ister bekâr olalım, evde, mektepte, işyerinde, sokakta ve çarşıda biziaralarına alıp, üzerimize kanatlarını gerecek, duygu ve düşüncelerimizi şeytanîesintilerden koruyacak ruh ve irade insanı arkadaşlara ihtiyacımızın olduğu bir gerçektir.

***

Evet, O’nun icraatı ya bizzat güzeldir veya neticesi itibariyle güzeldir..ama mutlaka güzeldir. Öyleyse bütün bu güzelliklere rağmen çirkine takılıpkalmak da niye?..

Sıkıntı elbette olacak; cennetin, insanın hoşuna gitmeyecek şeylerle(mekarih) kuşatıldığını bizzat Efendimiz ifade buyuruyorlar. Cennet yolu,vicdan huzuru müstesna, çok da kolay bir yol değildir. Cennete güle oynayagidilmez. Kur’ân, “Siz, sizden öncekilerin başlarına gelenler başınıza gelmedencennete gireceğinizi mi sandınız” ihtarında bulunur.

Selim KalpSelim ve sâlim kalp mevzuu çok mühimdir; çünkü Kur’ân ayetleri onu

mal ve evladın karşısına koymuş ve: “Mal ve evlad fayda vermez, o gün ancak kalb-i selim fayda verir” buyurmuştur.

Sanma ki ey hace senden zer ü sîm isterler,Yevme la yenfeu’da kalb-i selim isterler.İyi yaşamış mısın? İyi ölmüş müsün? İyi dirilebilecek misin? Livaü’l-

Hamd'in yolunu bulabilecek misin? Kevserin başına ulaşabilecek misin?Efendimiz, seni uzaktan görüp, tanıyacak mı? Evet, senin ahiretteki durumun

işte bu sorulara ve daha başkalarına vereceğin cevaba bağlıdır. Zira AllahRasulü: “Ben benimkileri tanırım” buyuruyor. Nasıl tanıyacağı sorulunca da,

35

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 36/88

“Sizin alnı beyaz, ayakları sekili atı, yüzlerce ve binlercesi arasından tanıdığınızgibi ben de benimkileri abdest azalarından tanırım” cevabını verir. Evet AllahRasulü sizi, alnınızdaki “Sîmâhüm fî vücûhihim min eseri’s-sücûd” (Feth,48/29) ayetiyle mühürlenen damgadan tanıyacaktır. Ebu Hureyre (ra) kollarını

omuzlarına kadar yıkıyordu. Kendisine niçin böyle yaptığı sorulunca da:“Abdest azalarının nurunu artırmak istediğim için” cevabını veriyordu. İşte buselim bir kalbe sahip olmanın tezahürüydü.

Malayaniyât“Mâlâyaniyât” ile meşgul olan bir insan, fırsat bulamaz ki mâyânî

(kendisini ilgilendiren) şeylerle meşgul olabilsin. Evet, devamlı surette,kendisini ilgilendirmeyen iş ve düşüncelerle dopdolu olan bir insan, kendisi içingerekli ve onu yakından ilgilendiren meselelere vakit bulamaz ki onlarla meşgulolsun...

Henüz kendi çizgisini bulamamış ve frekansını tutturamamış bir insanın,kendisini alâkadar eden frekansta doğru bir şeyler yapması düşünülemez. Evet,mâlâyanîlerle dolu olan bir insanın, “mâyanî”ye açık olması mümkün değildir..kalbi ve kafası, sakat şeylerle memlû bir insan, nasıl ulvî ve sağlam şeylerlemeşgul olabilir ki?

Mahkûm Olmamak İçinKendinizi daima aziz tutun. Dilencilikle nefsinizi hor ve hakir kılmayın.

Hem fert plânında, hem de devlet plânında, hiçbir zaman “alan el” durumuna

düşmeyin, her zaman “veren el” olma seviyesini korumaya çalışın! Böylece hepüstte olur ve izzetinizi korursunuz. Şunu da unutmayın ki, üst daima emniyetiçinde döker-saçar, alt ise endişeyle toplar, endişeyle yaşar. Siz, hakim el olun,mahkûm el olmayın!. Üstte olursanız, hâkim el olursunuz.

Mal ve Can Karşılığı Cennetİnsan, elde ettiği şeyleri ebedî hayatı adına değerlendirdiğinde, bu, o

kimsenin, hissini müsbet yola kanalize etmesi ve büyük bir yatırım adına ciddiadımlar atması demektir. Bilhassa bu yatırıma esas teşkil eden iki önemli husus

vardır ki o da, mal ve canın Allah yolunda kullanılması ve feda edilmesidir.Ancak bu şekilde mal ve cana ebediyet kazandırılmış, karşılığında da büyük mükafatlar elde edilmiş olur. Evet, malı ebedîleştirmenin yolu, bütün çeşitleriyleinfak, canı ebedîleştirmenin yolu da maddî-manevî, küçük-büyük cihaddır.Allah (cc) yüce beyânında şöyle buyurmaktadır:

“Allah müminlerden canlarını ve mallarını cennet mukabilinde satınalmıştır.”

Akabe Bey’atları esnasında, Allah Rasulü’nün tekliflerine “evet”dediklerinde karşılık olarak elde edecekleri şeyin ne olacağını soran ensara,

Peygamber Efendimiz (sav); “Cennet” cevabını vermişti ki, bu, mal ve canın

36

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 37/88

Allah yolunda kullanılmasıyla, onlara ebedî âlemde verilecek mükâfattan başka birşey değildi..

Dengi Olmayan İbadet

Allah uğrunda yapılan her işin mutlaka bir sevabı vardır ve onunkarşılıksız kalması düşünülemez. Ama oruca gelince, onun sevap yönüyle âdetâdengi yoktur. Ebû Umâme (ra) şöyle diyor: “Rasûlullah’a, yapmam gerekli bir amel söylemesini istedim. O da: “Oruç tut. Zira onun dengi yoktur.” Ben yinetekrar ederek aynı şeyi sordum: O, “Oruç tut. Zira onun dengi yoktur.” Benüçüncü kez yine sordum. O, aynen “Oruç tut. Zira onun dengi yoktur”

 buyurdular.

***İnsan olarak bizde ne varsa, bunlar bir yönüyle bize Allah’ın dilemesiyle

yine O’ndan gelmektedir. Yalnız burada “ukûlu aşere”cilerin düştüğü hataya dadüşmemek gerekir. Onlar Allah’tan gelen feyizlerin, meşiet ve dileme olmadangeldiğini söylerler ki, bu kesinlikle doğru değildir. Ancak, meselemiz buolmadığı için şimdilik bu konuya girmeyeceğiz. Şu andaki konumuz, bizdedileme, ilim, nisbî kudret ve hayat gibi hassaların bütününün Cenab-ı Hakk’tangeldiği konusudur. Burada, O’na âit bütün sıfatları saymak da mümkündür. Buaçıdan, insanın kendine âit o hususiyetleri tanıması ve kendini keşfetmesi,vahid-i kıyasî olarak, Zat-ı Uluhiyyeti tanıma adına oldukça önemlidir. Nitekimhadîs diye rivayet edilen bir sözde “Nefsini bilen, Rabbini de bilir” denilmiştir 

ki, Sokrates’in bu düşünceyi okulunun girişine “kendini bil” şeklinde yazdırdığıda söylenir. Zaten, Kur’ân’da insanın yüklendiği ifade edilen “emanet”e, benlik manasını veren bir hayli insan vardır ve bence bu çok isabetli bir tesbîttir.

*** Ne var ki, benlik iyi bir terbiye görmeyince veya su-i istimal edilince

zararları da olabilir. İnsan mahiyetinde bir yönüyle benliğe benzeyen, şehvet,öfke, inat, hırs gibi başka duygular da vardır.. ve bunlar insana âit bir kısım

 boşluklardır. Nasıl bunlar, yüzleri terbiye ile âli, bâkî gerçeklere ve uhrevîliğe

döndürüldüğünde önemli birer insanî derinlik haline gelirler; terbiyegörmediklerinde de insan için çok tehlikeli olurlar; bunun gibi benlik de, iyi bir terbiye ile Hakk’ı gösteren pırıl pırıl bir ayna olabilir..

Evet benlik dahil, yukarıda kaydedilen fena yüzlü hasletler bir yönüyleşeytanın rahatlıkla işletebileceği nefis mekanizmasının parçalarıdırlar. Ancak,Efendimiz’in (sav), “Her insanın bir şeytanı vardır. Benim de.. ne var kibenim şeytanım bana teslim olmuştur” dediği gibi, nefis mekanizmasını daher zaman yola getirmek ve teslim almak mümkündür. Durum böyle olunca,şehevanî duygularla insan kötülüklere açılıyor diye onun olmamasını istemek,

insanlığın da olmamasını istemek demektir. Öyleyse bir taraftan şehevanîduygulara tamamen inhimak etmek gibi bir ifrattan, diğer taraftan da bütün

37

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 38/88

 bütün şehevanî şeylerden tecerrüt gibi bir tefritten kaçınarak orta yolu bulmak gerekir ki, o da, meşru dairedeki zevklerle, lezzetlerle iktifa edip haramagirmemek şeklinde tarif edilebilir. Ve yine bazı meselelerde insanın dişini sıkıpdayanması lazımdır. İhtimal inat hissi de insana bunun için verilmiştir. Bilhassa

hakta sebat adına inadın önemi oldukça büyüktür. Ne var ki, o hiç olmayacak yerlerde kullanıldığında su-i istimal edilmiş olur ki faydalı bir duygu iken zararlı bir zaaf haline getirilmiş olur. Hırs da öyledir. Hırs olmadan dünyayı imar etmek imkânsızdır. Ama bunu sadece şahsî çıkar ve kaprisleriniz istikametindekullanırsanız ifrat etmiş olursunuz... Diğer bütün duyguları da böyle dengeliveya dengesiz kullanma her zaman söz konusu olabilir...

***Evet, gaye böyle belirlenmez ve herşey gayenin etrafında tanzim

edilmezse, kemâle ulaşmak mümkün değildir. Zira, insanın hırs ve emellerininsonu yoktur. O, bir gün bütün dünyaya sahip olsa da gözü doymayacak ve başkadünyalar isteyecektir. Halbuki Allah Rasulü’nün dediği gibi “Gözünü neticedesadece bir avuç toprak dolduracak.” İşte bu dengenin gaye aleyhine

 bozulmaması için, hayatın gaye etrafında örgülenmesi zaruridir.

***Hicret, Asr-ı Saadet’te önemli bir hâdisedir. Son kerpiç, son taş gediğine

ancak hicretle konulmuştur. Çok rahatlıkla diyebiliriz ki, hicret olmasaydı, Asr-ıSaadet’in bir yanı eksik kalırdı. Elbette öyle olmadığına göre böyle bir eksiklik 

de mevzuubahis değildir.Asr-ı Saadet’te iki hicret bir arada yaşanmıştır. Bana göre bu iki hicreti

müşterek görmek çok önemlidir. Bu da yine hicret hadîsinde anlatıldığışekliyledir. Efendimiz (sav): “Gerçek muhacir, Allah’ın yasaklarındanmübah kıldığı şeylere hicret eden insandır” buyurur. İlerideki büyük mücadele, büyük tekevvün için de böyle bir hicret zarureti söz konusudur. Hattadenilebilir ki, maddî hicret, insan derinliklerindeki bu hicrete dayandığı zamangerçek değerine ulaşır. Rûhun hicretinde açıklar ve eksiklikler varsa, o insanınmaddî hicreti de bir ölçüde zedelenmiş olur. Nitekim hicret hadîsinde, hicret

ancak Allah ve Rasulü için yapılana denmiştir. Bu da iç sıhhatine, iç derinliğine,insanın kendi içinde kendini keşfetmesine, Allah’la irtibatın çok kuvvetliolmasına bağlıdır. Hâlık-mahluk, Ma’bud-abd irtibatı ki buna, gözlerini açıpkapayıp her yerde O’nu heceleme irtibatı da diyebiliriz. Eğer böyle olmayıp dahicrete başka mülâhazalar karışmışsa böyle bir hicret tam ve uhrevî buudlarıylagerçekleşmiş sayılmaz.

Eğer insan, yurdunu, yuvasını, evlad u iyalini, yakın akrabasınıterkedecekse, bence bunu çok pahalıya satmalıdır. İşte Allah (cc) bize o pahalıhedefleri gösteriyor. Nedir o pahalı hedefler? Cennettir, ondan da öte

Cemalullah’dır. Evet eğer insan bir şeye talip olacaksa bunlara talip olmalıdır.Öyle ki bu noktada, gaye-i hayâl hep önde bulunmalıdır. Diyelim ki bir insan

38

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 39/88

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 40/88

zaruretinin çerçevesini de yine bizzat kendisi belirliyor. Durum böyle olunca,şahısların kendi heva ve heveslerine göre zaruret icad etmeleri ve kendi icadettikleri zarurete binaen bazı emir ve nehiyler karşısında gevşek davranmaları daasla söz konusu değildir. Su-i istimale açık bu türlü durumlarda fert kanaat-ı

vicdaniyesiyle yanlışlıkları aşar.

***Kanaatimce, konuya bir yaklaşım şekli de şu olmalıdır: Dünya ahiretin bir 

tarlasıdır. Buradaki müsbet ibadetler ahirette, keyfiyetlerini bilemeyeceğimizşekilde müsbet neticeler doğuracağı gibi; buradaki negatif görünümlü ibadetler de yine orada müsbet neticeler doğuracaktır. Meselâ, nasıl namaz, oruç, zekat vehac gibi ibadetlerin bir cennet nimeti olarak karşımıza çıkacağı söz konusudur;öyle de çekilen sıkıntıların, ızdırapların, hastalıkların da birer cennet nimetiolarak bize bahşedileceği her zaman düşünülebilir. Nitekim, Allah Rasulü’nünaçlık sebebiyle oturarak namaz kıldığını öğrenen ve bu yüzden gözyaşı dökenEbu Hureyre’ye, Efendimiz “Ağlama ya Eba Hureyre, bu dünyada açlık çekenler ahirette açlık elemi duymazlar” mukabelesinde bulunmuş ve yerindeaçlığın da ibadet sevabı kazandıracağına dikkatleri çekmiştir. Bir insanın şehevîarzularına karşı koyup iffetli olmaya çalışması, meşru zevk ve lezzetlerle iktifaedip harama girmemesi ve bedenî isteklerini ma’kul ölçüler içinde devamlıfrenlemesi, cismanî buud ve derinlikleriyle, o insanın karşısına cennette hep

 birer nimet olarak çıkacaktır. Tohum burada atılır. Başaklar orada devşirilir.Herşey buğdaylar gibi burada değirmene dökülür, orada ambarlarda muhafaza

edilen un halinde karşımıza çıkar. Her uhrevî varlık burada yaratılır, oradaonlara hayat üflenir. Güzelliğe esas teşkil edecek malzemeler buradaambalajlanır, orada ise bu ambalajlar teker teker açılır ve muhteşem, müdebdeb,göz kamaştıran bir hayatın parçaları haline gelir. Aynen öyle de, insanlar buradakin, nefret, hased gibi kalbî hastalıklarına karşı savaş verir; belki bazen yenik düşer, bazen galebe çalarlar, ama, yılmadan, usanmadan, hep bu kavgalarınadevam ederler ise, ahirette de, böylesine kötü duyguların kalplerinden silinmesişekliyle mükafat görürler. Ancak onlar da bilirler ki, bu duyguların kalplerindensilinmiş olması onlara Cenab-ı Hakk’ın engin rahmetinin bir tezahürüdür. Yoksa

dünyada yakından tanıdıkları ve karşılarında bazan aciz kaldıkları bu duygularınkendilerine bakan güç ve iradeyle ortadan kaldırılmış olması imkânsızdır.

Sadaka ve Zekatta Şeytan FaktörüSadaka ve zekat vermede, şeytan ve nefsin menfî baskısının önemi

 büyüktür. Herbiri, insana, zekat ve sadakanın malda eksikliğe sebep olacağını veneticede fakirlik gibi bir problemle karşı karşıya kalınacağını telkin ederler. Bukonuda Yüce Mevla, onların telkinlerine mukabil bizlere şu uyarıda

 bulunmaktadır:

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur (fakir düşeceğinizi söyleyerek sadakavermekten geri kalmanızı ister) ve size çirkin şeyleri yapmayı emreder. Allah

40

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 41/88

ise, size kendi katından mağfiret ve lütuf va’dediyor. Şüphesiz Allah’ın lütfugeniştir, O bilendir.”

Allah Rasulü (sav) de sadaka ve zekatın malı eksiltmediğini, bilakisartmasına sebep olduğunu ihtar eder. Zaten “Sadaka (zekat), maldan hiçbir

şey noksanlaştırmaz” hadisi de bunun açık misalidir.

Beklenen Değişimin AdıBeşerî sistemlerin hiçbirinin yenilik, değişim ve dönüşüm adına vadettiği

 birşey yoktur. İnsanlık kapitalizmi yakından tanıdı. Liberalizmi tanımak hiç dezor değil. Komünizm ve sosyalizm zaten sahneden silindi. Binaenaleyh yenidünyaya bunlar ve benzeri sistemlerin va’dedecekleri hiçbir yenilik olamaz.Eğer dönüşümü, dolap beygirinin dönmesi şeklinde anlamıyorsak.. ve şayetdünya yeni bir değişim görecekse hiç şüphesiz bu Müslümanların eliylegerçekleşecektir. Zaten insanlık bir hayli zamandan beri böyle mecburî istikametdiyebileceğimiz bir zemine doğru kaymaktadır. Müslümanların mazi veistikbalini hazırlayan şartlar da yine bu istikamettedir.

Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde “ümmetimin üzerine bir zamangelecek. Onlar bir vadide, Kur’ân bir vadide bulunacak” buyururlar. Budönem, ümmetin ve Kur’ân’ın gurbet yıllarıdır. Kur’ân onlarsız, onlar daKur’ân’sız kaldıklarından gariptirler. Bu dönemde Kur’ân, dilindenanlaşılmayan bir kitaptır. Ümmet bağı kopmuş tesbih taneleri gibi dağınıktır.Çünkü, bu ümmet, onları birbirine bağlayan “Urvetü’l-Vüska”dan mahrumdur.Evet, ümmet ve Kur’ân böyle bir gurbet yaşamıştır ve yaşamaktadır. Ne var ki

şimdilerde, Kur’ân bulunduğu vadiden bize doğru yönelmiştir. Biz de bütüngücümüzle ona yönelme sath-ı mâilindeyiz. Hatta şu anda, o sağlam kulpaelimiz hafifçe tutunmuş gibi görünüyor. Zannediyorum bu kadarcık tutunma bile

 bizleri evc-i kemale çıkaracaktır. Dolayısıyla da denebilir ki, gurbet yılları artık  bir manada gerilerde kaldı. Ondan ayrılığın hasretli olması ölçüsünde buluşmada vuslat gecesi gibi sevindirici olacaktır. Zira bu kadar zaman Kur’ân’dan veonun getirdiği nurlu mesajlardan uzak kaldıktan sonra, yeniden ona dönünce,onu çok taze, müşfik ve her derdimize derman olabilecek mahiyette bulacağız.Evet sanki geçici olarak ondan uzak kalmamız aşk ve iştiyakımızı daha bir 

artırarak bizi, onun azad kabul etmez köleleri haline getirdi. Böyle bir  buluşmada biz Kur’ân’ı gökten yeni inmiş gibi cedid bulurken, Kur’ân da biziherhalde öyle semâvî bulacaktır. İsterseniz Hz. Mesih’in şahs-ı manevî olarak gökten inmesini bu manaya da hamledebilirsiniz. Evet hem gökten masumlar ordusu, hem de Kur’ân yeniden inmiş gibidir. Bu iki yeni şey birbiriyle

 bütünleşince semâvî düşünceler sergilenecektir. Ve işte gerçek yenilik de budur!Herkesin hecelediği yenilik de bu olsa gerek.

Eski şeylerden sadece yamalı bohça olur; ama katiyen yeni bir şey olmaz.Beşer eskiden beri deneyip durduğu beşerî sistemlerden böylesine yamalı bir 

 bohça edinmektense, bir de her zaman yeni ve taze kalabilmiş İlâhî sisteme gözatması onun ufkunu açacak ve insanlığa yararlı olacaktır.

41

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 42/88

Zekat Rahmete VesiledirZekat, kulu Allah’a yaklaştırmanın yanında, O’nun rahmetine de

vesiledir. Zira, daha çok Allah (cc)’ın rahmetine nail olanlar, O’nun emirleri

doğrultusunda hareket edenlerdir. Başkalarına merhamet edip ihtiyaçlarınıgidermek ise, İlâhî rahmete karşı çıkarılmış en büyük davetiyedir. Allah Rasulü(sav): “Birbirlerine rahmet duygularıyla muâmele edenlere Rahmân damerhamet eder. (Öyleyse) siz, yeryüzündekilere merhamet edin ki ehl-isema da size merhamet etsin” derken bu hakikati ifade etmektedir. Kur’ân-ıKerim’de zekatın, Allah’ın rahmetini celbettiği meâlen şu ifadelerleanlatmaktadır:

“Rahmetim ise her şeyi kaplamıştır. Onu takva dâiresinde yaşayanlara,zekat verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım.”

“Namazı kılın, zekatı verin, Rasul’e de itaat edin ki, merhamete mazhar olasınız.”

Yoksulun elinden tutmak, maddî-manevî zayıf olanlara yardımda bulunmak, köleyi memnun etmek ve anne-babaya infak gibi maddeye dayalıfiillerin, Allah’ın rahmetine vesile olduğunu İnsanlığın İftihar Tablosu’ndan daöğreniyoruz: “Şu dört özelliği kendisinde toplayana, Allah rahmetini neşreder veonu cennetine koyar: Yoksulu koruyan, zayıfa yardım eden, köleye yumuşak davranan ve anne-babasına infak eden.”

Aynı zamanda zekat, bela ve musibetlere karşı bir siper konumundadır ki, bu da Rahmet-i İlahî’nin tecellisidir. Zekat farizasının yerine getirilmediği

durumlarda, Allah’ın rahmetinin de kesileceğini, yine Allah Rasulü (sav) bildirmektedir:

“Mallarının zekatını vermeyen topluluğa semadan rahmet kapılarıkapanır, yağmurdan mahrum kalırlar. Şayet hayvanlar da olmasa, onlar yağmurdan nasip alamazlar.”

Musibetlerin HikmetleriKâinâtta cereyan eden hiçbir hâdise tesadüfî değildir. Her hâdisenin

zimamı Allah’ın elindedir. Ve Allah abes iş işlemekten münezzeh ve

müberradır. Bu düşünce çizgisinde Üstad Bedîüzzaman’ın İzmir ve Erzincandepremi münasebetiyle yaptığı değerlendirmeler çok enfestir. Ona göre, oyerlerde küfür ve dalâlet almış başını gidiyor. Üstelik bu küfür ve dalâlete karşıkoyacak ıslahçı bir güç de yok. Yani dinî tabirle “emr-i bi’l ma’ruf nehy-i ani’lmünker” yapan bir zümre mevcut değil. Veya varsa bile çok az ve mağlupdurumda. Tabir-i diğerle arzedecek olursak, din, imân, İslam adına boyunduruk tamamiyle yere konmuş. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk deprem ile oralarısarsıyor; yani İlâhî ikazını yapıyor. Bu açıdan gerek deprem gerekse sair semâvîve arzî bela ve musibetleri, İlâhî ikaz ve güçlü bir tembih edici şeklinde

değerlendirmek çok önemlidir.

42

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 43/88

Ayrıca, musibetler ile ilgili şu husus üzerinde de durmakta fayda var.Umumî musibetlerde kötüler cezalarını çekiyor, fakat iyiler de ölüyor. Hz. ÂişeValidemiz’in rivayet ettiği bir hadiste ifade edildiği gibi, “Bir ordu savaş içinKabe’ye doğru çıkacağı; Beyda denilen bir yerde bütünüyle helak olacağı” ifade

 buyrulur. Hz. Âişe Validemiz: “Ya Resûlallah nasıl olur da hepsi helak edilir.Oysa ki içlerinde onlardan olmayıp ticaret için çıkanlar da olabilir” der.Efendimiz ise: “Bütünüyle helak edilir ama niyetlerine göre diriltilirler” diyecevap verir. Yani bir zararları, kayıpları olmayacak; iyi insanlar iyiliklerinin veiyi niyetlerinin karşılığını göreceklerdir. Hatta bunların zayi olan malları bilesadaka olarak kabul edilecektir. Tabii öte taraftan da bu hâdise ile geridekalanlara çok etkili bir tenbih yapılmış oluyor ve bir toplum kendine geliyor,yaşayışında istikamete eriyor. Kaldı ki, bu kadar güçlü nasihat için, ciltler dolusu kitap okusanız, aylarca anlatsanız, milleti ayağa kaldırsanız, böyle bir hassasiyet meydana getirmeniz mümkün değildir.

Allah dostlarından bazıları da bela ve musibetlerin, aynı zamanda daha büyük musibetlere karşı bir paratoner olduğunu söylemektedirler. Yani Allah(cc) bir musibetle, başka gelecek musibetleri savar ve dolaylı yoldan insanlığamerhamet eder. Meselâ; bu tesbîte göre, Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’nakatılmamasını değerlendirecek olursak; Türkiye 2. Dünya Savaşı’nda neredeyseAlmanların yanında yer alacaktı, alacaktı ve kıl payı ile kurtuldu. Evet, CenabıHakk, Türkiye’yi düşmanlarının eliyle bu bâdireden kurtardı. Yoksa Almanlarla

 birlikte mağlup düştüğümüz zaman Türkiye, Ankara’ya kadar Rusya’nın elindekalırdı ve akıbetimiz bugünkü Gürcistan ve Azerbaycan gibi olabilirdi.. Hatta

daha beteri de Türkiye’nin diğer yarısında da, Amerikan bayrağı dalgalanabilir ve Almanya’nın başına gelenler aynen bizim başımıza da gelebilirdi. İşte Allah,

 bir avuç kurbanla böyle bela ve musibeti savdıysa az şey kaybedilmiş, çok şeykazanılmıştır. Rusya’daki Müslümanların çektiklerine bakılınca, bizimçektiklerimiz birşey sayılmaz. Daha çok sıkıntı çekenlere bakıp değerlendirmeyiona göre yapmalıyız. Ancak o zaman, “Her işinde, bir değil bin hikmeti vardır.Allah abes fiil işlemez” hakikatini daha iyi anlarız.

Cibril’in Efendimiz’i Kucaklaması

Vahyin başlangıcında, gelen ilk ‘Oku’ fermanına Efendimiz (sav), “Benokuma bilmem ki?” karşılığını verince, Hz. Cibril O’nu kucaklayıp sıkmıştır. Buameliye Efendimiz’i melekutiyete hazırlamak ve O’nun bu istikamettekiisti’datlarını ateşlemek içindir. Bu gibi durumlar rüyada bile olsa, insanuyandığında onun fizikî tesirini vücûdunda hissedebilir. Elbette, melekutiyetehazırlanmak kolay iş değildir!..

İsti’datları Kullanmada Efendimiz (sav)’in FetanetiSoru: “Efendimiz (sav)’in insanları isti’dât ve kabiliyetine göre

kullanması fetanetinin bir buududur. O kimi nerede istihdam ettiyse mutlaka

43

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 44/88

isabetli olmuştur” deniliyor. Halbuki, Hz. Halid, irşad adına gittiği Yemen’demuvaffak olamamıştır. Bu hususu nasıl izah edebiliriz?

Cevap: Hz. Halid’in irşad için Yemen’e gönderilmesi ve bir müddet sonrageriye alınıp yerine Hz. Ali’nin vazifelendirilmesi bir vak’adır. Ama bu

vak’anın Efendimiz (sav) için söylenen yukarıdaki hükümle çelişkili bir yanıyoktur. Şöyle ki:Evvelâ: Hz. Halid hassas bir insandır. Hatta bazı zayıf rivayetlerin

anlattığına göre, daha İslam’a girişinin ikinci gününde, sefere çıkan bir seriyyeye katılamadığı için, evine çekilmiş ve sabaha kadar ağlamıştı. Bundanda anlaşıldığı üzere, O’nun irşad ve tebliğ adına dahi olsa, bazı beklentilerivardı. O her zaman aktif ve vazife peşindeydi. Şimdi böyle bir kabiliyet veistidadı yerli-yerinde kullanmak oldukça zor bir meseledir. Bu zorluğun bir yönü, istihdam edene âit olsa -ki Efendimiz (sav) için böyle bir durum sözkonusu olamaz- diğer yönü de Hz. Halid’e âittir. Çünkü o esnada Hz. Halid,verilen herşeyi yapabileceğine inanmaktadır. Onun içindir ki, Efendimiz (sav),Hz. Halid’i Yemen’e göndererek âdetâ eline bir mezura vermiş ve ona, “Kendi

 boyunun ölçüsünü kendin al” demiştir. Böyle bir tecrübeye Hz. Halid’in ihtiyacıvardır. Öyleyse irşad adına yapılan böyle bir gönderme işi, Yemenlileri olmasa

 bile, Hz. Halid’i irşad etme bakımından fevkalâde isabetli ve yerindedir.İkincisi: Yemenliler fıtrat itibariyle sert ve haşindir. Öncelikle Hz.

Halid’in gönderilmesi, onların huşûnetini ta’dil etme hikmetine mebnîdir. Nitekim Hz. Halid, üzerine aldığı bu misyonu hakkıyla eda etmiş ve kendisindensonra gelecek Hz. Ali’ye hizmet edebileceği müsâit bir zemin hazırlamıştır.

Şimdi eğer Hz. Halid bu gayeye yönelik Yemen’e gönderildiyse, yine isabetortadadır.

Üçüncüsü: Önce Hz. Halid’in sonra Hz. Ali’nin Yemen’e gönderilmesi,Hz. Ali’nin irşad ve tebliğdeki performansını isbata müteveccih de olabilir. YaniHz. Halid gibi büyük bir istidadın ki; bu da onun sahabe arasındaki seçkinmevkiini daha da kuvvetlendirmiştir. Hz. Ali’nin ileride yükleneceği misyonadına böyle bir te’yide ihtiyacı vardır.

Dördüncüsü: Allah Rasulü bilmektedir ki, o işin ehli Hz. Ali’dir. Ama, ilk anda onun gönderilmesi, bilhassa İslam’a yeni girenlerin aklına yanlış

düşünceler getirebilir ve bu tayin bir akraba kayırılması şeklindeyorumlanabilirdi. Bu ise, bir lider olarak Allah Rasulü’nün bulunduğu durumunnezaketine muvafık olmazdı; dolayısıyla da yanlış düşünce sahiplerinin mahvınasebebiyet verebilirdi. İşte bütün bunları önlemek için Allah Rasulü, Yemen’eönce Hz. Halid’i gönderdi. O, irşad ve tebliğde, askerî sahada yakaladığı başarı

 baremini tutturamadı.. Ardından Hz. Ali vazifelendirildi. Bu tavzifin töhmete bulaşacak hiçbir tarafı yoktu. Zaten Hz. Ali de elde ettiği başarılarla bu ikincitayinin isabetini isbat etmişti..

Düşünülse daha başka hikmetler de söylenebilir. İşte bütün bunlar ve

 bunlara benzer hikmetler içindir ki, Allah Rasulü Hz. Halid’i Yemen’e

44

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 45/88

göndermiştir.. Ve O’nun bu istihdamı hikmetler açısından gayet isabetliolmuştur.

Mümin Ekin Gibidir

Hadiste mümin ekine benzetiliyor. Bela ve musibetler karşısında o, fırtınaönündeki ekin gibi eğilir, yerlere yatar ve fırtına dinince tekrar ayağa kalkar..Bizim bu hususiyetimiz, şeytan cephesini tedirgin eder. Belki de bize

karşı hassasiyetlerinden midir nedir, geçenlerde onlardan biri, bu durumuhissetmiş olacak ki, aynen bu benzetmeyi kullanarak, belli güçlerin dikkatiniçekiyor ve “Onlar fırtına önünde ekin gibi davranıyorlar, bu durum sizialdatmasın” diyordu. Kimbilir, belki de bu benzetmeyi onun içine şeytanfısıldıyordur? Allah, bizim imân, yakîn, ihlas ve Zât’ına yakınlığımızı artırsın,onlar da ne yaparsa yapsın!

Nefis Daima Kötülüğü Emreder Nefsin istek ve alışkanlıkları, insan için öldürücü birer zehir ve insanı

aşağılara çeken manevi ağırlıklar gibidir. Rûh, nefsin rağmına gelişir veyükselir. Aksine, nefis beslendikçe rûh küçülür, sıkışır ve ağırlaşır.. Bununneticesinde de kalp, duygu ve latifelerde bir hantallaşma meydana gelir.Efendimiz (sav)’in beyanları içinde, şeytan insanın damarlarında dolaşırdurur. Yine O’nun beyanıyla, öyle ise siz de “Onun dolaştığı yerleri birazdaraltın.” Evet onu açlık, susuzluk ve isteklerden mahrum etmekle sıkıştırın.Aklına estikçe yiyen, çeşitli yiyecek ve çerezlerle beslenen bir insanın şehvetine

düşkün olması gayet normaldir. Binaenaleyh, iradenin hakkını ve kavgasınıvererek, nefse âit beslenme musluklarını kısmak çok mühimdir. Aksi takdirde,nefis daima şeytana bir açık kapı olacaktır. Şeytan gibi nefisten de insanadostluk gelmez. Nefsin fenalıklara götürücü büyük bir hasım ve kendisine karşı“en büyük cihad”ın yapılması gereken bir düşman olduğunun bilinmesi, ondanve şeytandan kurtulma, dolayısıyla da Allah’a (cc) yaklaşma istikametindeatılmış ilk adımlardandır. Efendimiz Aleyhisselatü vesselam’ın, “Senin en

 büyük hasmın, iki kaşın ortasındaki nefsindir..” ve bir muharebeden dönerken,“Şimdi küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz” buyurması ve yine Kur’ân’da

Yusuf Aleyhisselam’ın dilinden, “Muhakkak nefis kötülükleri emreder” sözününnakledilmesi, ondan korkmamız ve karşısında daima teyakkuzda bulunmamızhususunda bizim için önemli dersler ve uyarılardır.

Hata işleyenlerin En Hayırlısı!Her insan hata eder. Hatayı nispetler perspektifinde ele aldığımız zaman

 bu küllî hükme hiç kimsenin itirazı olamaz. “Benim hatam yoktur” diyen işte ozaman en büyük hatayı işlemiş olur.

Efendimiz “Âdem hata etti, evlatları da hata etti” buyururken her 

insanın hata edebileceğine dikkat çekmektedir. Hz. Âdem’in hatası bir isti’dâtolarak sanki genlerle ve irsiyet yoluyla evlatlarına intikal etmiş de, dolayısıyla

45

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 46/88

da hiçbir insanın, (bulunduğu manevî seviyeyi de nazara alarak söyleyecek olursak) hatadan kurtulması ve hatasız olması mümkün değildir. Ne var ki, her insanın, hayırlı birer hata işleyen olması da mümkündür. Tevbe ve istiğfar ise,

 bunun tek yoludur. Zira Allah Rasulü “Her Âdemoğlu hata işler, hata

işleyenlerin en hayırlısı tevbe edenlerdir” buyurur. Bu hadis, hataları olduğu gibihata sahiplerini de nispetler perspektifinde ele almak gerektiği hususunuöğretmesi bakımından da ayrıca dikkat çekicidir.

İsti’datlar Madenler GibidirAllah Rasulü insanları ele alırken onları madenlere benzetmiştir:

“Cahiliyede hayırlı olan Müslümanlıkta da hayırlıdır; elverir ki dininrûhunu kavramış olsun.” İslam insanları alıp belli bir süre, belli potalardaeritir, şekillendirir; sonra da onları rûhlarıyla bütünleştirerek özlerine ulaştırır.Yani esasen, onların mahiyetlerinde mevcut olan Hakk (cc)’a âyinedarlık hususiyetini kuvveden fiile çıkarır.. çıkarır ama, madenlerin asıl yapılarını, öz vehususiyetlerini de korur.. altın yine altın, gümüş yine gümüş ve bakır yine bakır olarak kalır... Fark, hepsinin som ve safî hale gelmiş olmasındadır. Ayrıca,İslam’a hizmet yolunda imtihanlar da, insanın aslî madenine girmiş bulunanyabancı unsur ve tortulardan onu temizler ve her insanı kendi istidadının arşınave zirve noktasına çıkarır.

Lüzumsuz ve Yanlış YakıştırmalarEfendimiz bir hadis-i şeriflerinde “Ben önümü gördüğüm gibi arkamı

da görürüm” buyuruyor. Bu hususta oldukça garip yorumlar var: Hatta bazılarıyanlış olarak “Efendimiz’in arkasında da iki göz vardı” gibi garip yorumlar yapmışlardır ki, bence bu, çok büyük bir hata ve gayet avamca bir yaklaşımdır.Haşa! Efendiler Efendisi bir hilkat garibesi değildir. O, hulukuyla olduğu gibihilkatiyle de en mükemmel insandır. En mükemmel insanın uzuvları da aynımükemmeliyet içinde olur. Hatta bazılarının Efendimiz’in sünnetli olarak doğduğunu söylemeleri de aynı şekilde hatadır. Zira sünnetli olarak doğma

 patolojik bir kusurdur; oysa ki Efendimiz, cismaniyeti itibariyle de bu kabilkusurlardan münezzeh ve müberradır. Bir başka yanlış da, “Efendimiz ihtilam

olmazdı” diyenlerin sözüdür. Nice hadisler var ki, bizzat Hz. Aişe validemizin,Efendimiz ihtilam olduklarında elbisesini temizlediğini anlatmaktadır.. evetihtilam olmamak da erkek için bir kusurdur. Dolayısıyla Efendimiz’e bu kabilyakıştırmalar yapmak, farkında olmadan o en mükemmel insana kusur isnatetmek olur. Ama bir insan, “O, başkalarının gördüğü şuuraltı boşalmalarına

 benzer sebeplerle ihtilam olmazdı” dese bu gayet doğru ve yerinde bir tesbîtolur.

Gelelim, Efendimiz’in arkasındaki şeyleri görmesine: Evvelâ görmeameliyesi göze değil beyne âit bir fonksiyondur. Görülecek nesneleri beyne göz

ulaştırdığı için biz mecaz olarak, gözün gördüğünü söyleriz. Ama, mutlaka bunesneleri beyne gözün ulaştırması şart değildir. Bu itibarla da Efendimiz’in,

46

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 47/88

arkasında bulunanları görmesi için muhakkak surette kafasının arka kısmında ikigöz olması gerekmez.

İkincisi, nasıl ki, Cenab-ı Hakk’ın gördürmesiyle o cennetleri,cehennemleri misalî tablolar halinde görmüştür. Ve bazen içinde bulunduğu

zamanın çok üstüne çıkarak, uzak ve yakın mazide vuku bulan ve istikbaldevuku bulacak olan hâdiseleri bizzat görüp müşahede etmiştir; öyle de, arkasında bulunan eşyayı aynı şekilde ya temessül keyfiyetiyle ya da O’nun zamanıaşmışlığının normal bir sonucu olarak görmesi mümkündür ve vakidir,denilebilir. Diğer yakıştırmalara gelince kesinlikle doğru değildir.

Nifak ÜzerinePeygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: “Münafığın alameti üçtür.

Konuştuğu zaman yalan söyler, vadettiğini yerine getirmez ve emaneteihanet eder” buyurur.

Münafığı alamet ve işâretleriyle anlatan pek çok ayet-i kerime de vardır.Ancak biz burada sadece yukarıdaki hadisi tahlil etmek istiyoruz.

Birincisi: Konuştuğu zaman yalan söyler.Yalan, birşeyin, hakikat-ı vücûduna muhalif beyanda bulunma, demektir 

ve dereceleri de oldukça çoktur. Bunlardan bir kısmı açık yalandır. Diyelim ki,önümüzde duran bir kırmızı halı var. Konuşurken “mavi halı serili” demek açıkça bir yalandır. Çünkü söylediğimiz söz vaki’e uygun düşmemiştir.İsterseniz meseleyi biraz daha hassasca ele alabiliriz. Diyelim ki saat dokuza üçdakika var. O esnada birisi size saatin kaç olduğunu sordu. Siz de “saat dokuz”

dediniz, işte bu bir yalandır. İşin doğrusu o esnada saatiniz kaçı gösteriyorsa onuaynen ifade etmektir. Bir kısım beyanlar da vardır ki, onlar da zımnî yalansayılırlar. Meselâ; hizmet içi meselelerde, başkalarının kuvve-i maneviyesinitakviye adına anlatılan şeyler bazen abartılarak anlatılır; bu bir mübalağadır vezımnî yalandır. Hatta bu gibi yalanlar, mübalağalar gayretullaha dokunabilir,dolayısıyla da o işin bütün bütün bereketini alır-götürür. Bundan başka da rûhlar ve rûhanîler bundan ızdırap duyarlar. Kalbî ve rûhî hayat hazan görmüş gibiyaprak yaprak sararır ve solar. Şimdi, eğer bir insan bu türden bile olsa, yalansöylüyorsa, o insanda münafıklıktan bir alâmet var demektir.

İkincisi: Vadettiğinde yerine getirmez.Buna, söz verip sözünden dönme de diyebiliriz ki, en basit şekliyle

randevulaşmalarda gecikmeler buna iyi bir misal teşkil eder. Oysa ki, bu türlüdurumlarda ihtimaller önceden nazara alınmalı ve söz verilirken mutlakagecikme payı düşünülerek verilmelidir. Aksine daha sonraki mazeretleri, eğer olağanüstü bir durum söz konusu değilse, meşru kabul etmek mümkün değildir.Bunu derken hemen hatırıma Mehmet Akif’e âit bir anekdotun geldiğinikaydetmek istiyorum: Meşhurdur, Merhum Akif, Fatin Hoca’yla randevulaşır.Fakat hoca, söz verdiği vakitte oraya gelemez. Bunun üzerine Akif geri döner ve

üç ay kadar Fatin Hoca’yla görüşmez.

47

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 48/88

Va’dinde durmamak adına yukarıda söylediğimiz hususlar, “hulfü’l-va’d”in minimumu sayılır. Şimdi, bu minimum noktadan alıp işi kâdemekâdeme daha ileri safhalara götürebiliriz ki, bunların hepsi birer hulfü’l-va’ddir ve münafık alâmetlerindendir.

Üçüncüsü: Emanete ihanet eder.Bu meseleyi, sadece kendisine tevdi edilen bir maddeyi koruyamama veyaona kasıtlı ihanette bulunma şeklinde anlama eksik olur. İnsana tevdi edilenherşey, her sorumluluk bir yönüyle, korunması gerekli olan emanetlerdir. Onuniçin de insan düşünüp-taşınıp götüremeyeceği yükü, tâ baştan kabuletmemelidir. Zaten Efendimiz de emanetin korunamayışını bir kıyamet alâmetiolarak saymaktadır. Demek ki dünya nizamıyla emanetin korunması birbiriyleçok yakından alâkalı şeyler.

Bir başka yerde emanetin korunamaması, yine Efendimiz’in dilinde işinehil olmayana verilmesi şeklinde de yorumlanır ki, bu da hıyanetçeşitlerindendir ve dolayısıyla da nifak alâmetlerinden sayılmıştır.

Bir başka hadisde Efendimiz nifak alâmetine bir dördüncüsünü de ekler.O da fücurdur. Fücur, sorumsuzca her türlü günaha inhimak demektir.

İşte bu üç veya dört alâmetten her biri, nifaka âit bir alâmet ve işâret kabuledilmiştir. Durum böyle olunca, bir insan, İslam’a âit yapılması gerekenlerin

 bütününü yapsa da, kendisinde bu alâmetlerden biri bulunduğu takdirde, oinsanın nifakla bir bağlantısı var demektir.. ve meseleyi hafife ircâ etmek deimkânsızdır. Üstad Bedîüzzaman’ın da dediği gibi “her günahdan küfre giden

 bir yol vardır.” Eğer işlenen günahın hemen ardından tevbeye devam

edilmemesi halinde ise kalp kararır, rûh kasvete bürünür. Bu durum devametmesi halinde ise kalbe mühür vurulması kaçınılmaz olur. İşte insan, her nifak alâmetini böyle düşünmeli ve onun küfre giden bir yol olabileceği endişesiiçinde bulunmalıdır.

Din NasihattırSoru: “Din nasihattır” hadis-i şerifini, bilhassa günümüz insanına verdiği

mesajlar yönüyle izah eder misiniz?Cevap: Bu bir bakıma “Hac, Arafat’ta vakfedir” hadis-i şerifi gibidir.

Yani, nasıl vakfesiz hac olmuyorsa, nasihatsız da din olmaz demektir.İslam’da müeyyidat denilen “cihad”, “emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-

münker”, İslam’ın koruyucu zırhı ve surları hükmündedir. Bunlar yapılmadığızaman, İslam binasının er veya geç yıkılması mukadderdir. İşte, nasihat, her yönüyle bu surların tamamını ifade etmektedir denebilir.

 Nasıl, ihlası kazanmak ve korumak için Üstad, en az on beş günde bir ıhlas Risaleleri’nin okunmasını tavsiye ediyor; öyle de ferdi ve içtimaî plândadinin yaşanıp, yaşatılması için de nasihata ihtiyaç olduğu bir gerçektir. İnsaniçin en kestirme ve manalı tarif “insan aldanan bir varlıktır” tarifidir 

zannediyorum. İnsan, sürekli kaymalar “sath-ı maili”nde” yaşar. Öyle ki dün,İslam adına en mükemmeli yakalayarak yaşananın, bugüne biraz olsa da, yine de

48

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 49/88

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 50/88

“müminler içindir” deniyor ki, onların aydınlatılmaları hedeflenerek yapılmalıdır 

Evet, önem sırasına göre nasihat böyle ele alınmalıdır. Çok işitmişsinizdir.Bir yerde çocuklardan bahsedildiği zaman, bazıları fırsat kollar ve hemen kendi

çocuğundan bahsetmek ister. Bunun gibi, her konuşmada, her sohbette, sözimale edilerek, Allah’a yönlendirilmeli ve o anlatılmalı. Konuşmalarda, manasızgülmelere, boş lakırdılara ve mâlâyaniyâta yer verilmemeli.. müminin sükûtutefekkür, konuşması hikmettir. Evet, ahiret adına teminâtımız var mı ki, gülüpoynuyoruz.

Kısaca, ayakta kalabilmek, kendimizi koruyabilmek ve üzerimizdekiemanetin hakkını verebilmek için sürekli nasihatla yenilenmeye ihtiyacımız var.

Münafıklık Alâmetleri Üzerine Kısa Bir DeğerlendirmePeygamber Efendimiz bir hadîslerinde: “Münafığın alâmeti üçtür:

Konuştuğu zaman yalan söyler; vadettiğinde va’dini yerine getirmez veemanete ihanet eder.” buyururlar. Bu hadis-i şerif üzerinde başka vesilelerle dedurmuştuk. Şimdi biraz daha farklı bazı mülahazalarımızı aktarmak istiyoruz:

Yalan, ilk nazarda ferdi bir günah gibi görünebilir. Sathî bakıldığında bu, bir bakıma doğrudur da. Ama yalanın bir de topluma yansıyan yanı vardır ki, budurumda umumun hukuku devreye girer ve dolayısıyla yalan, topluma karşıişlenmiş bir cürüm haline gelir. Diğer taraftan yalana açık bir insan, başkalarınıaldatma ve kandırma gibi zaaflara da açık demektir. Bu yönüyle de yalanasadece ferdi bir günah nazarıyla bakmak doğru değildir. Hele uydurulan bir 

yalan, topluma mal edilmişse, elbette böyle bir cürmün ferdi bir günah olarak düşünülmesi katiyen doğru değildir. Nitekim günümüzde kitleler böyleyalanlarla yönlendirilmekte ve bu da, yalanın revaç bulmasına sebebiyetvermektedir. Hatta bugün, kitleler yalanla o kadar içli dışlı hale gelmişlerdir ki,yalanın yalan olduğu bilindiği zamanlarda bile, kitlelerden gerektiği kadar tepkialmamaktadır.

Yalan, bir zakkum tohumudur. İnsan rûhunda filizlendiği zaman, kişiyi;toplumda neşv ü nema bulduğu zaman da toplumu temelinden sarsar. Bu, aynızamanda, hem ferdin hem de toplumun büyük bir tehlikeye doğru sürüklenmesi

manasına gelir.Va’dini yerine getirmemeyi de aynı şekilde bir değerlendirmeye tâbi

tutabiliriz. Emanete ihanetin ferdiyetle sınırlı kalamayacağı ise zaten açıktır.Durum böyle olunca, nifak alametleri olarak sayılan hususların, başkalarına âithakları da ihlal ettiği ortadadır. Bu ise “hakkullah” denilen sınırı ihlaldir.Hakkullah’a riayet ise şeairdendir. Bunların da kendi içinde sünnet, vacib vefarz olanları vardır. İşte bu noktada Üstad Bedîüzzaman’ın şu tesbîti öneçıkmaktadır: Şeairden olan bir sünnet, şahsî farzlara tercih edilir. Çünkü bu tür meseleler bütün bir toplumu ilgilendirmektedir. Dolayısıyla bu kabil

hususlardaki ihmal büyük tahribata sebebiyet verebilir. Bu nokta nazaraalındığında, hadisde söz konusu edilen hususların nifak alameti olarak 

50

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 51/88

vasıflandırılmasının hikmeti daha iyi anlaşılır. Gerçi Kur’ân-ı Kerim’de, çeşitlivesilelerle münafıklara âit daha başka özellikler de anlatılmaktadır ama, bütün

 bunları hadiste sayılan yukarıdaki üç hususiyete ircâ etmek de mümkündür.Belki de, o üç vasfı tafsil ettiğimiz zaman, karşımıza Kur’ân’da anlatılan o nifak 

alâmetleri çıkacaktır. Eğer mesele bu zaviyeden bir değerlendirmeye tâbitutulacak olsa, nifakın, küfürden daha eşed olması gerçeği de kendiliğindenanlaşılacaktır.

Kâfir, kâfirdir. Onun İslam’a ve Müslümanlara vereceği zarar dıştahribatın gücü nispetindedir. Halbuki, münafık bünyenin içine girmiş bir virüstür. Sezilemediği için de, önlem alınması imkânsızdır. Dolayısıylamünafığın İslam’a ve Müslümanlara olan zararı, kâfirden daha şiddetlidir. Kâfir zayıfladığı veya güçten düştüğü zaman tahrib yapamaz. Çünkü karşısında her zaman mukavemet edecek bir güç vardır. Halbuki münafık güçsüz de olsa,tahrib yapabilir. Çünkü karşısında hiçbir mukavemet söz konusu değildir.

İsterseniz, meseleye bir de şu zaviyeden bakabiliriz: Münafık, müminlerinarasındadır. Halbuki hasıl ettiği imajla karşıdaki insanların güvenini, itimadınısarsmaktadır. Böyle durumlarda sarsılan güven ve itimad onun şahsıyla sınırlıkalmamakta, içinde bulunduğu camiaya da bulaşmaktadır. Diyelim ki,kendisinde nifak bulunan bir insan, doğru ve dürüst göründüğü halde, hep

 başkasını aldatmaktadır. Afif görünürken fuhşiyata açıktır. Abid görünürkenibadete karşı tembeldir. Müttaki görünürken çok rahatlıkla yalan söylemekte veticaretine gayr-i meşru kazanç karıştırmaktadır. Elbette ki, böyle bir insanın, butür negatif görüntüleri toplumda aksi tesirler meydana getirecek ve Müslümanlar 

hakkında yanlış intibalara sebebiyet verecektir. Onun için de münafıkla ilgiliverilen hükümler ağırdır ve bu ağırlıkta da, insanları bu kabil kötü hasletlerdenkaçındırma gibi bir hikmet saklıdır.

Baştan beri serdettiğimiz mütalâalar mahfuz olmakla beraber, bir de, böyle insanlar hakkında hüküm verme adına bize düşen hususun, “hüsn-ü zan”olduğunu hatırlatmakta da fayda var. Yani, bir insanın üzerinde on tane nifak 

 belirtisi, bir tane de imân göstergesi olsa, biz o insan hakkında elimizdengeldiğince hüsn-ü zan etmek mecburiyetindeyiz. Evet, o şahıs, o sıfatlarıylakendi adına korkmalı ve akıbetinden endişe etmelidir; ancak, biz de, katiyen onu

nifak hükmüyle mahkûm etmemeliyiz. Bu da bizim için hem bir temkîn, hemmüminlik şiarıdır.

Burada karşımıza bir başka mesele daha çıkabilir. O da, üzerinde nifak alâmeti bulunan insanlara, İslami hizmetlerde bir vazife ve sorumluluk verilipverilemeyeceği hususudur. Bu noktada da yine, Üstad Bedîüzzaman’ın getirdiğiölçüyle, İslami dengeyi korumak gerekir. Bu denge, O’nun sözleri arasında,“hüsn-ü zan, adem-i itimat” şeklinde vecizelendirilmiştir. Bu prensibimeselemize tatbik edecek olursak, şöyle bir neticeye ulaşmamız mümkündür: Otür insanlara vazife verilebilir; fakat mahremiyet gerektiren yerlerden uzak 

 bulundurulmaları şarttır.

51

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 52/88

Üzerinde nifakdan bir-iki alâmet bulunan insana, bütünüyle münafık nazarıyla bakmak ve onun hakkında nifak hükmü vermek doğru bir davranışdeğildir. Evet eğer o şahıs, şeaire âit bir meseleyi doğrudan doğruya tezyif etmiyorsa bu böyledir. Aksi durumda ise sadece onun içinde bulunduğu

yanlışlıkla ilgili hususa münhasır kalmak şartıyla böyle birşey söylemek mümkün olabilir. Bunun da herhangi bir fayda getirip getirmeyeceği şüphelidir.Hatta İmam Taftazanî gibi allameler, Yezid hakkında bile ulu orta sözsöylenmesini doğru bulmamışlardır. Bunun içindir ki, başkası hakkında hükümverirken çok dikkatli olmak gerektir. Evet insan, kendi hakkında düşünürkenolabildiğince katı davranmalıdır. Nitekim sayıları onyediye kadar ulaşansahabenin kendileri hakkında nifakdan endişe ettikleri bir gerçektir. Tabiî, buonlardaki salabet-i imâniye’nin tezahüründen başka birşey değildir ve bizler içinde çok önemli bir öğretidir.

Zekat Verene Melekler Duâ EderZekatı verilen bir malın artması için her gün meleklerin duâ etmeleri

mevzuubahistir ki, bunu da yine Allah Rasulü’nden öğreniyoruz. “Her gün ikimelek inerek, onlardan biri: “Allah’ım, infak edenin (malınıbereketlendirmek suretiyle) arkasını getir” diye duâ ederken, diğeri de, “malıtutup cimrilik edenin malını telef et” diye bedduada bulunur.

Oruç Allah’a Likayı HatırlatırOruçlunun her saati, her saniyesi ve her aşiresi Allah’ı, Allah’ın

nimetlerini ve netice itibariyle de en büyük nimet olan Allah’a lika (kavuşma)nimetini hatırlatması itibariyle çok kıymetlidir. Oruç bu fonksiyonunu iki yollaeda eder. Bunu, lezzetlerin zevaliyle, zeval bulmayacak nimetlere iştiyak; veyine elemlerin zevaliyle gelen lezzet şeklinde özetleyebiliriz. Sabahtan akşamakadar aç ve susuz olan insan, zâhiren sıkıntı çekse de, oruç ibadetinin getireceğiuhrevî semere (lika), ona bütün elemleri unutturabilir. Oruçlu, bütün günşehvetini, yemesini, içmesini âdetâ unutur ve sürekli Rabbiyle buluşmayıdüşünür. Bu düşünce sayesinde hayatî bütün faaliyetleri, istikamet dâiresindecereyan eder. Rasûl-ü Ekrem (sav) de “Oruçlu için iki rahatlatıcı zaman

vardır. Birisi iftar ettiği, diğeri de Rabbiyle buluşacağı zamandır” buyruğuyla bunu kasdetse gerek.

Oruç, Günaha Karşı Bir KalkandırOruç bir temrindir. Kişide, cismanî arzulara karşı koyma melekesi

geliştirir. İnsan oruçlu olduğu anlarda her türlü negatif istek ve meyillere engelolmaya güç yetirdiği gibi, kazandığı bu dirençle, oruçlu olmadığı zamanlarda da,

 bu tür istek ve meyillere engel olmaya güç yetirebilir. Böylece insan “helal”endeksli bir hayat yaşar. Efendimize âit şu hadisi bu espri içinde yorumlamak 

mümkündür: “Kim bana iki çenesi ile apış arasını koruma hususunda garantiverirse, ben de ona, cenneti garanti ederim.”

52

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 53/88

Zekat Malı BereketlendirirZekatı verilen mal zâhiren eksiliyor gibi görülse de, Allah’ın bereketine

mazhariyetle devamlı artmaktadır. Zira bütün kevn ü mekân elinde olan Allah,

malının zekatını veren insana malını artırma yollarını ilham etmektedir ki, buhükmü aydınlatan pek çok müşahhas misal bulmak mümkündür.Kalpler Allah’ın elindedir. O, istediği ve hikmeti iktiza ettiği zaman,

kalpleri, emrini yerine getirip zekatını veren kimselere doğru yöneltir ve oinsanın ticaretinde ciddi canlanmalar görülür. Bu Allah’ın, zekatı verilen mala

 bahşettiği bereketten başka birşey değildir.Aynı zamanda bu mesele, sadece tecrübelerin ürünü olarak ortaya çıkmış

 bir hüküm de değil, Allah’ın va’di, Rasulü’nün müjdesi ve meleklerin deduâsının neticesidir.

Allah (cc) yüce beyanında meâlen: “İnsanların malları içinde, artması içinverdiğiniz faiz, Allah katında artmaz. Fakat Allah’ın rızasını isteyerek verdiğinizzekata gelince işte onu verenler, (sevap ve mallarını) kat kat artıranlardır”

 buyurmak suretiyle, mallarını artırma düşüncesiyle faize yatıranların gerçekte,maksatlarının aksiyle tokat yediklerini; Allah’ın rızası istikametinde tasaddukta

 bulunanların ise, daha fazlasıyla berekete nail olduklarını anlatmaktadır.Bununla ilgili başka bir ayette de: “Allah, faizi mahveder. Sadakaları ise

artırır” denilmektedir.Bir başka ayette de: “De ki: “Rabbim kullarından dilediğine rızkı yayar 

(geniş rızık imkânı verir) (dilediğinin de) rızkını kısar. Allah için infak ettiğiniz

her şeyin (mutlaka Allah) arkasını getirir. (Çünkü) O, rızık verenlerin enhayırlısıdır” te’minâtı vardır.

Zekat Malın GarantisidirAllah Rasulü (sav) sadaka ve zekatın malı eksiltmediğini bilakis

artmasına sebep olduğu üzerinde ısrarla durur: “Sadaka (zekat), maldanhiçbirşey noksanlaştırmaz”

Rasûlullah (sav)’ın bu ifadesinden, Allah’ın emtiaya bereket vermesineticesinde, zâhirdeki noksanlaşmanın, bu bereketle izale edilmesi

anlaşılabileceği gibi; getirdiği sevap cihetiyle, az fedakârlıkla çok sevapkazandırması da anlaşılabilir.

Zekatın hem Hakk’a hem de halka karşı bir te’minât unsuru olduğunuMuhbir-i Sadık olan Efendimiz (sav)’den öğrenmekteyiz:

“Mallarınızı zekatla koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedavi edin, belalarakarşı duâlarla hazırlıklı olun.”

Yani fakirin eli ve dili zekatla başkalarına zarar veremez hale gelecek vesiz, başkaldırmaya müheyya bir sınıfın önünü, hem de daha onun aklına kötüduygular gelip taht kurmadan evvel izale etmiş; malınızı, sağlam kalelerin,

yüksek surların koruması altına almış ve onu emniyete, güvene kavuşturmuşolacaksınız.

53

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 54/88

“İnfak et ki, infaka mazhar olasın” diyen Allah Rasulü (sav), sadakanın,Allah tarafından artırılacağını da şu ifadeleriyle anlatmaktadır: “En temizinden-ki Allah en temizini kabul eder- veren birisinin sadakasını Rahman olan Allahalır. Bu bir hurma bile olsa, Rahman’ın elinde öyle bereketlenir ki, Uhud’dan

daha büyük olur. Aynen sizden biriniz, tayını veya deve yavrusunu besleyip büyüttüğü gibi, Allah da (cc) sizin sadakalarınızı öyle geliştirir.”Görüldüğü gibi zekatı verilen mal, Allah’ın teminatı altında ve

Rasulü’nün müjdeleriyle, eksilme değil bilakis artma durumundadır: Zaten,yaşanmış ve yaşanmakta olan birçok hâdise de bunun açık delilidir.

Her İyilik BüyüktürEfendimiz “Allah’tan korkun ve iyiliklerden hiçbir şeyi küçük 

görmeyin” buyururlar. Burada bir başka hadiste anlatılan zinakâr bir kadının, bir köpeğe su vermesi sebebiyle cennete girmeye liyakat kazandığı gerçeğinihatırlatmakta fayda var. Ayrıca Hz. Musa (as)’nın Eyke’ye girişte, Hz. Şuayb(as)’ın kızlarına âit sürüyü sulamasının Kur’ân’da hususi olarak ele alınmasınıda bu hikmet çerçevesinde değerlendirmek yerinde olur zannederim. Cennet bir sürprizler diyarıdır. Bizi hangi amelimizin kurtaracağı da belli değildir, o da bir sürprizdir. Bazen, dudağımızda beliren bir tebessüm goncası, karşımızda bütünümitleri hazanla sarsılmış birisine öyle bir inşirah baharı yaşatır ki, onunkarşılığını biz, ahirette cennet bahçeleri olarak görürüz. Öyleyse iyiliklerdenhiçbirini, ama hiçbirini küçük görmek doğru değildir. Velev ki bu iyilik,kovadaki suyu bir başkasının kabına boşaltmak kadar küçük bile olsa...

Hz. İsa’nın NüzulüHz. İsa’nın nüzulü meselesinde, onun bedenen yeryüzüne ineceği, ümmet-

i Muhammed arasında “telakki bi’l kabule” mazhar olmuş bir meseledir. Hz.Üstad’ın Onu şahs-ı manevî olarak anlaması ise, bu anlayışa, bu hissiyata tersdeğil.

Bütün bütün Hz. İsa’nın nüzulünü inkâra gelince; o maddenin dar kalıpları içinde sıkışmış olmanın göstergesidir. Rica ederim, ilim ve teknolojinininsanlık tarihi boyunca, gelişe gelişe zirve noktalara oturduğu asrımızda, bizim

gördüğümüz, duyduğumuz şeyler ancak binde 4-5. Ve biz hâlâ madde üzerindeçalışmalara devam ediyor, karşımıza çıkan yeni yeni bilgilerle şaşırıp kalıyoruz.Ama buna rağmen “gördüğümüzden başka şeylere inanmayız” diyenler, (haşa)Zat-ı Uluhiyeti bile bir kalıba oturtma gayreti içindeler. İhtimal rûhanîler onların

 bu haline bakıp, dünyanın en aptal insanları toplanmış ve maddiye mezhebiniteşkil etmişler diyorlardır. Durum böyle iken, Hz. İsa’nın nüzulünü birçok sahihhadîse rağmen, pozitivizmin, rasyonalizmin kurallarına uymuyor diye inkâr etmenin hiçbir dayanağı ve anlamı olmasa gerek.

54

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 55/88

KürtajRahime girmiş spermin dışarı atılması, yani kürtaj, Hanefîler dışındaki

diğer üç mezhebe göre yasaktır. Hanefî mezhebinde ise, anne karnındadöllenmiş yumurtanın, çocuk şeklini alıncaya kadar geçen süre içinde -teferruatı

fıkıh kitaplarında anlatılan şartlar çerçevesinde- dışarı atılması câiz, daha sonraise kesinlikle haramdır. Mezhep imamlarımızın ortaya koyduğu genel çerçeveistikametinde, eğer aileler çocuk istemiyorlarsa azl yapmalıdırlar. Kaldı ki, “Bencariyemle azl yapıyorum” diyen sahabeye Efendimiz (sav), “Bu bir ve’d-i hafî (çocuğu gizli gizli toprağa gömme)dir” buyurmuşlardır. Bununla birlikte, azl,kürtaja nispetle daha hafiftir ve İmam-ı Azam Efendimiz bunu tecvizetmişlerdir.

 Nüfus plânlamasına gelince: Bu, Batının bütün âlem-i İslam’a karşıoynadığı bir oyundur. Kendi ülkelerinde doğumu teşvik edip ve nüfuslarınınçoğalması adına maddî-manevî her türlü imkânı değerlendirirken, bize doğumkontrolünü salık vermeleri, dünyadaki servet kaynaklarından bahisle, “şu kadar nüfusa bu yetmez” diyerek, nüfusumuzla oynamaları, Müslümanlara karşıasırlardır sürdürülen haçlı seferlerinin bir başka şeklidir. Kur’ân, “Sizin de,onların da rızkını biz veririz” derken; Allah Rasulü (sav), “Evlenin, çoğalın;Kıyâmet Günü’nde ben sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim” buyururken,Müslümanın rızık endişesi taşıması düşünülemez. Bununla birlikte, mühim olan,nesilleri İslam ve Kur’ân’a hâdim kılabilmek, bu ideal ve bu anlayışçerçevesinde yetiştirmektir. Esâsen, Batının korktuğu da budur ve işte bununiçin de İslam ülkelerinde nüfus plânlaması çalışmaları yapmaktadırlar.

***Ayrıca, Allah Rasulü (sav), bir hadis-i şeriflerinde, Cenabı Hakk (cc)’ın,

kulunun eksik farzlarını kıldığı nâfilelerle tamamlayacağını beyân buyurmuşlardır. Bu sebeple, fevt edilmiş farz namazlar kazâ edilmeli, nâfileler de nâfile olarak kılınmalıdır. “Kazâ namazım çok, ömrüm hepsini kılmayayetmez” diyenler varsa, Allah böyleleri için inşallah, o âna kadar kazâ adınasergiledikleri gayret ve kalplerinde taşıdıkları azim, niyet ve kararlılığına görehüküm verir.

Kan Aldırmak Efendimiz (sav)’de çok sık baş ağrısı olur; hemen her ağrı esnâsında

 başını sımsıkı sarar ve halkın içine öyle çıkarlardı. Bazen, kan aldırdıkları daolurdu. O devrin kan aldırma tekniği şöyleydi:

Kan alınacak yer önce tıraş edilir, sonra yarılır ve boynuza benzer bir aletle kılcallardan kan nefesle çekilirdi. Efendimiz (sav)’in bu davranışından kanaldırmanın sünnet olduğu hükmü çıkar mı, çıkmaz mı onun üzerinde ayrıcadurulabilir. Fakat şurası bir gerçek ki Allah Rasulü (sav), daha çok başı ağrıdığı

zaman tedavi maksadıyla kan aldırırlardı. Tabii, her zaman başka gayeler içinkan aldırması da söz konusu olabilir. Bizim de başımız çok ağrıdığında tedavi

55

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 56/88

için veya daha başka maksatlar için kan aldırabiliriz. Kan aldırırken, Efendimiz(sav) dönemindeki tekniği uygulayacağız diye bir şart da söz konusu değildir.Bugün tıb ilminde geçerli teknik ve usûllerden yararlanmak daha uygun olabilir.

İnsan, vücûdunun ihtiyacı olmayan kanı bir başkasına kendi irade ve

ihtiyarıyla verebilir, fakat katiyen satamaz. Sadece kanın değil, diğer uzuvlarında satılması kesinlikle haramdır.

Kolaylık FetvasıŞimdi millette bir hastalık var. Herşeyin kolayına fetva veriyorlar.

“Zorlaştırmayınız” hadisini yanlış anlıyorlar. Oysaki, zamanımızdaki hâkimsistem ve hâkim düzen arızalıdır. Şimdi bu bozuk düzenin getirdiği arızalardandolayı, dinin rükünlerinden taviz mi vereceğiz? Bu dönemde bazen faizlimuâmeleye mecbur kalınabilir. Ama bu geçici bir dönemdir. Böylesine geçicidönemlerde hemen “olur, caizdir” fetvası verilirse, sonra bu dinin hali ne olur..?Bakın, dünyayı fethedenler, o zor şartlar altında hiç namazlarını bırakmışlar mı?Eğer onlar, o zor şartları nazara alarak, önce “sünneti terkedelim, farzı kazaya

 bırakalım, abdest şimdilik kalsın...” falan deselerdi, zannediyorum bugün İslamadına hiçbir şey kalmazdı. Bu, bir krizli dönemdir, biraz dişimizi sıkar katlanırsak normal zaman avdet edebilir. Bu din, cihanşümûldür. Böyle geçicidönemler için fetva çıkarıp kanun vaz’edenler, bir gün gelecek verdiklerifetvalardan yüzleri kızaracak ve utanacaklardır. “Borç yiğidin kamçısıdır” diyemilleti zengin olmak için faizli kredi almaya teşvik edenler de. Aslında borçteşvik edilecek birşey değildir. Zaten Peygamber Efendimiz (sav), borçlu olan

insanın cenaze namazını kılmamıştır.. o zaman hangi yiğidin kamçısından bahsediliyor? Kaldı ki, bugünkü borçların çoğu ihtiyaçtan kaynaklanmıyor.Herkes haram-helâl demeden holdingleşme sevdasında. Allah Rasulü, borçlununnamazını kılmazken, borçlanmayı teşvik etmek, dinde laubali olmak değil denedir?

***Kaldı ki, bazı ahvalde hemen hepimiz aynı şeyi hem söyler, hem de

yaparız. Bir şefkatli baba düşünün ki, evladı mahsur kaldığı bir yangın içinde

 biraz sonra cayır cayır yanacaktır. Böyle bir durumda evladından yükselenferyad, babanın ciğerini dağlarken, böyle bir babanın davranışları nasıl akıl vemantık kriterlerini aşar, öyle de, ümmet-i Muhammed’e karşı azami ölçüdeşefkatli bu büyük zatların, ümmetin düştüğü durum itibariyle müstehak olduklarıneticeyi düşündükçe, yukarıdaki ifadeye benzer sözler sarfetmeleri gayetnormaldir.. ve bu türlü sözler değerlendirilirken böyle bir ölçü içindedeğerlendirilmelidir. Yoksa umûmi manada bu sözleri ölçü almak doğrudeğildir. Zaten böyle yanlış ölçüler onların kavgasını verdikleri doğrularla dahep bir çatışma halindedir. Efendimiz sabah akşam “Allahım bizi cehennem

azabından koru” diye duâ ederdi. Bütün büyüklerimiz de aynı duâyı virdedinmiş ve cehennemden korunmak için, Cenab-ı Hakk’a bu kabil duâ ve

56

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 57/88

yakarışlarda bulunmuşlardır. Evet, bu hususun böyle bilinmesinde, ölçülü vedengeli olma adına fayda vardır.

***

Şeytanlara karşı bizi koruyan melekler de vardır. Ancak onlarınkorumalarına bizim de yardımcı olmamız gerekmektedir. Eğer onlar ciddiyet,samimiyet, haya, edep istiyor ve korumalarına, bizim böyle olmamızı birer şart-ıâdi kabul ediyorlarsa, bizler de ancak, onların isteklerini yerine getirmeklekoruma altına alınabiliriz.

“Cennette seninle beraber olmak istiyorum” diyen sahabeye Allah Rasulü,“Çok secde ile bana yardımcı ol” buyurmuştu. Ve yine meşhurdur, biri: “Dedehimmet”, o da “Oğul gayret!” demiş.

***Kadir Gecesi’nin geceler içinde ayrı bir yeri olduğu gibi; Bedir Savaşı’nın

İslam tarihinde, Bedir Ashabı’nın Sahabe arasında ve Bedir’e iştirak edenmeleklerin de bütün melekler arasında husûsî bir yeri vardır. O kadar ki,Efendimiz (s.a.s) Mekke’nin fethine hazırlanırken, Hatıb b. Ebi Beltaa, fetihhazırlığını Mekke’de Kureyş’in ileri gelenlerine bildirmeğe teşebbüs eder. Bir kadınla onlara mektup gönderir. Ama Allah, Efendimiz’i bundan haberdar eder.O da gidip mektubu getirmeleri için Hz. Ali, Hz. Zübeyr, Hz. Mikdad’ı gönderir.Derken mektup getirilir. Mektup Hatıb b. Ebi Beltaa’dandır. Hatıb b. EbiBeltaa’nın yaptığı, normal ölçülere göre nifak sayılır. Bu yüzden, Hz. Ömer 

(r.a), “Ya Rasûlallah, bırak şu münafığın kellesini alayım” der; ama Efendimiz(s.a.s), “Ne biliyorsun? Belki Cenabı Allah, Bedir Harbi’ne katılmış bulunanlarasavaş günü bakıp ‘Siz istediğinizi yapınız, Ben sizi affetmişimdir. Cennet sizevacib olmuş, siz de cennete girmeye hak kazanmışsınız’ buyurmuştur” diyecevap verir...

***Eskiden kurmalı saatler vardı. -Şimdi elektronikler çıkınca onların

“pabucu dama gitti.”- Sabah-akşam 12 saatte bir kurulmaya ihtiyaç duyulurdu.

Ve o saatler, bu iradî kurma ile çalışır giderdi. Şimdi bizim de tıpkı bu saatler gibi, 12 saatte bir mutlaka Rabbimizle münasebetimiz adına iradî kurulmalara,iradî ayarlamalara ihtiyacımız var. Aksi halde kendimizi gaflete salıyor sayılırız.Bence, yeryüzünde selden, depremden, yangından daha büyük bir bela varsa, oda insanın kendini gaflete kaptırması ve Rabbisiyle olan münasebetisezememesidir. Yani insanın: “O şu anda bana nasıl bakıyor, benim nasılolmamı istiyor?” diye düşünememesidir. Bu itibarla, hesabında bunlar olmayan

 bir insan, Alvar İmamı’nın o enfes beyanıyla “bela-yı ekber odur ki özünügaflete salmış.” Evet özünü gaflete salan ve gaflete dalan bir kopuktur. Allah

Rasulü “Din nasihattir” diyor. Bu, yukarıda arzettiğimiz mânâda sürekli kurmave kurulma demektir.

57

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 58/88

Orta YolHz. Muhammed (s.a.s)’in, ümmetinin tek çizgi üzerinde birleşememesi

hususunda ciddi endişeleri vardı. Hatta birleşseler bile, onu korumakta

zorlanacakları ve arkasından ihtilaflara, iftiraklara düşecekleri korkusuiçindeydi. Bu sebeple O, hemen her mevzuda ümmetinin hepsininuygulayabileceği ölçüde emirlerini vaz’ ediyor ve tabii kendisi de, şahsîhayatında onu, en zirvede yaşamaya çalışıyordu. Mesela, “İtkan” ve“Menahilü’l-İrfan” kitaplarında gördüğümüz kadarıyla Allah Rasulü, Kur’ân-ıKerim’in kıraati adına, Cenabı Hakk’a dua dua yalvarıyor ve “Allahımümmetim Kur’ân’ı tek harf üzerinde okuyamayabilir, ziyade et” diyeyalvarıyordu. Ve sonunda “seb’at-i ahruf” yani yedi kıraat esası kendisine talim

 buyuruluyordu.Misvak, “Eğer ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim, her namaz

öncesinde, misvaklanmalarını emrederdim.” Teravih için aynı düşüncenin ürünüolan beyanlarıyla “Üzerinize farz kılınır korkusuyla namaza çıkmadım”

 buyuruyordu. Hz. Âişe validemizin beyanlarıyla o, “İki şey arasında muhayyer  bırakıldığında, ümmeti için kolay olanı seçerdi.” Evet, Efendimiz’in bütündavranışlarını, Hz. Âişe’nin ifade buyurduğu bu espri içinde ele alıp,değerlendirmek mümkündür. Misalleri daha da çoğaltabiliriz. Ancak bu üç misal

 bile, Allah Rasulü’nün arzetmeye çalıştığımız vasfı adına, bir fikir vermiştir zannediyorum.

***Ayrıca, her gün daha bir gelişen bu hizmet içine her zaman, başka başka

mülâhazalarla girmek isteyenler olacaktır; bu yolu takip ettiğiniz sürece bunlar sizin içinize girme imkân ve fırsatını bulamayacaklardır. Mesela siz, ibadet ütaatinizde çok derin olsanız, namazlarınızı uzunca kılsanız, nafile oruçları hiçkaçırmasanız, zannediyorum üstü kapalı arzettiğim düşüncelerle içinize gireninsanlar, aranızda uzun zaman barınamayacak, ilk fırsatta sizden ayrılacaklardır.Böylece bir taraftan Allah’la irtibat sağlanırken, öte taraftan da bünye gayet iyikorunmuş olacaktır.

Bakınız, Allah Rasulü (s.a.s), Hz. Âişe validemizin beyanına göreayaklarının altı şişinceye kadar ibadette bulunuyordu. Bir gün, “Allah seningeçmiş ve gelecek günahlarını bağışladı. Neden bu kadar kendini ibadet yolundazorluyorsun?” sorusuna, O, “Bu lütfu bana bahşeden Allah’a karşı çok şükreden

 bir kul olmayayım mı?” karşılığını vermişti. Busayrî de buradan hareketle “Beno Nebiler Sultanı’nın sünnetine muhalefet ettim; zira O, ibadet ü taatleayaklarının altı şişinceye kadar geceleri hep ihya ederdi” der.

Şimdi sizler istikameti bir kredi kartı gibi kullanarak, bu ülkede ferdi,ailevî ve millî birçok hizmetlerin gerçekleşmesinde öncü rol oynadınız. Daha

doğrusu Allah bunları size lütfetti. Öyleyse bu nimetlere karşı, Allah Rasulü gibişükretmesini de bilmelisiniz!

58

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 59/88

Şikayet-2Allah Rasulü (s.a.s) “Ashabımdan hiç kimse diğeri hakkında bana söz

taşımasın; zira ben sizin huzurunuza selim bir kalb ile çıkmak istiyorum”

 buyuruyor. Buradan hareketle, selim-i kalb ile Rabbisiyle mülaki olmak isteyenherkes, kendisini ilgilendirmeyen mevzuları, başkaları hakkında söylenen sözleridinlememeye kendisini şartlandırmalıdır. Bu husus bir dava uğrunda kader 

 birliği yapmış arkadaşlar arasında çok daha fazla önem arzetmektedir.Öte yandan toplum adına yapılan hizmetlerde bulunuyor ve o hizmetin

 belli bir ünitesi adına sorumlu bir mevkide bulunuyorsak, meydana gelen problemleri dinlemek ve çözmek de bizim vazifemizdir. O açıdan bu iki şeyi birbirine karıştırmamak lazım.

Bakın Allah Rasulü (s.a.s), kendisine isim tasrih edilmeden söylenen problemleri, verdiği hutbeler, yaptığı konuşmalarla halletmiştir. Mesela, “Velâhakkı, azad edene aittir” buyurmuş ve Hz. Âişe Validemiz ile Berire’ninsahipleri arasındaki velâ problemine son vermiştir. Huneyn Savaşı sonunda,heyecanına hakim olamayan Ensar’dan bazı gençlerin ganimet taksimindeMuhacirîn’in kayırıldığı şeklindeki düşüncelerini, topluca Ensar’a yapmışolduğu o enfes konuşması ile halletmiştir.

 Netice itibariyle, bizi ilgilendirmeyen hususlarda şikayet ve gıybettelevvünlü konuşmalara karşı kapalı ve kilitli olacak, ilgi alanımız içine girenşeyleri de dinleyecek ve zamanında yapacağımız müdahalelerle o işleri çözümekavuşturacağız. Kaldı ki hizmette, dava arkadaşlarımıza zarar verebilecek 

hususları -tabii sorumluysak- dinlememek, çözüm bulmamak bizim hakkımızdeğildir. Orada mesele amme hukuku -Allah hakkı- içine girer ve bizi aşar.Dolayısıyla bu türlü durumlarda mutlaka yetkili bir şahsa meseleyi zamanındaintikal ettirmeli veya yetkili isek dinlemeli ve çözüm bulmalıyız.

Bu meselenin bir diğer yönü; bazen birileri gelip, şahsımız hakkında başkalarının söylediği ifadeleri aktarıyorlar. “Falan senin hakkında şöyle diyor, böyle düşünüyor, yazıyor vs.” Şimdi hiçbirimiz dinin direği değiliz.. ölçü vekıstas hiç değiliz. Bu açıdan birilerinin aleyhimize olması, aleyhte düşünmesi vekonuşması o insanların kötü olduğuna delâlet etmez. Zira bazı insanlar vardır ki,

mürâîdir. Size iyi görünmek için o tür davranışların içine girerler. Bazıları dahakperesttir. Size karşı haşin, sert görünür ama doğruyu konuşur, doğruyuanlatır.

***Milletimizin hoşgörüye bu denli açık olmasında, dinî prensiplerimizin

rolü çok büyüktür. Hatta denilebilir ki hoşgörü, kaynağını dinimizdenalmaktadır. Zira o, aşk, şevk, sevgi platformunda gelişir. Bu platformu çok çeşitli denemeleri ile hazırlayan ise, dindir. Bakın Nebiler Serveri’ne (s.a.s).

O’nun bir adı “Habib"tir. Habib, seven ve sevilen demektir. Bir dinin peygamberine bu ismin veya sıfatın verilmesinin altındaki espri kavranabilse,

59

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 60/88

 buna verilen ehemmiyet kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Evet o, değil insanlara,hayvanlara bile fevkalade hassas bir şekilde davranmış, onlara verilen en küçük rahatsızlık karşısında ciddi olarak rencide olmuş ve bu konuda etrafındakileriuyarmıştır. Hayvanlara karşı tavrı bu olan Allah Rasulü’nün insanlara karşı

davranışı bundan daha ötedir. O, namazda, Rabbisinin huzurunda dururken, bir çocuk ağlaması işitse, o çocuğun annesinin hafakanlarını kalbinde duyar venamazı acele olarak kılardı. “Hibbi’r-Resûl” yani Peygamber’in sevdiği,sevgilisi ünvanını alan Üsame b. Zeyd’in, bir savaşta samimî olmadığı inancıylakarşı taraftan “La ilahe illallah” diyen birisini öldürdüğü haberi ulaştığındafevkalade rahatsız olmuş ve Üsame’ye defaatle “kalbini yarıp da baktın mı?”demiştir. Öyle ki Hz. Üsame, “Keşke bu zamana kadar Müslüman olmasaydımda Allah Rasulü’nden bu itabı duymasaydım” temennisinde bulunmuştur.

***Bazılarının ana-babaları, çocuklarının bu türlü hizmetlerde görev almasını

istemeyebilir, bunu hazmedemeyebilir ve problem çıkarabilirler. Bu konudaölçü, hadis diye rivayet edilen, şu meşhûr sözdür: “Allah’a isyanın bahismevzuu olduğu yerde, mahlukata -kim olursa olsun- itaat edilmez.” Yani ana-

 baba Allah’a ve O’nun emir ve yasaklarına muhalif bir şeyi emretmediklerimüddetçe, onların hak ve hukukuna riayet etmekle mükellefiz.

***Bu uzun faslı Allah Rasulü ile Zahir arasında geçen bir hadise ile

 bitirelim. Zahir yüzü çok güzel olmayan, belki sizin yüzüne bakmak istemeyeceğiniz bir insandır. Fakat o, Allah Rasulü’nün çok sevdiği birisidir. Bir gün Nebiler Serveri, Zahir’i arkadan yakalar ve gözlerini kapatır. Zahir,soluklarından Hz. Peygamberi tanıyınca kendini iyice salıverir. O esnada AllahRasulü bir latife yapar: “Bir kölem var. Satın almak isteyen var mı?” der. Zahir,“Ya Rasûlallah! Şeklime, şemailime bakınca bana kimse kıymet vermez” der.Buna karşılık Efendimiz (s.a.s), “Sen Allah katında çok şey ifade edersin”

 buyurur. Evet kim bilir bizim arkadaşlarımız içinde de Zahir gibi, dış görünüşüitibariyle nâhoş, fakat gelecek nesillerin, adlarını bayraklaştıracakları nice

insanlar vardır!.

***Bir insan kazanma çok önemlidir. Allah Rasulü (s.a.s)’nün ifadesiyle,

yığın yığın deve ve koyun sürülerinin Allah yolunda tasadduk edilmesinden,hatta, üzerine güneşin-doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır. Bir insanınkazanılması bu kadar değere sahipse, kaybedilmesi de o kadar külfet demektir.Zübeyr Gündüzalp’in “eğer bir kalp teessür duyacaksa, ‘bir genç imansız oldu’sözü karşısında atom zerratı adedince parçalanması lazımdır” ifadesinde olduğu

gibi arkadaşların da, bir kişi başını alıp gidecek diye yüreği ağzına gelecek kadar hassas olmalıdır. Benim onurum, gururum.. değil, bir insanın bu hizmetten,

60

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 61/88

imandan, Kur’ân’dan.. uzaklaşmasın mülâhazasıyla hareket etmek önemlidir.Böyle hareket edildiği zaman -Allah’ın inayet ve keremiyle- gitmek isteyenler gitmeyecek; gidenler de yoldan dönüp geri gelecektir. Geçmişte bunun misalleriçok görülmüştür. 25 yıl evvel yol değiştirip giden birisi ile geçen sene görüşen

 bir arkadaş geldi bana, “falan arkadaşla görüştüm, sizin hakkınızda hüsn-ü zanediyor ve cuma namazlarını kılıyor” dedi. O esnada elbisemi çıkartıp vermeyekadar her şeyimi tasadduk etmeye hazırdım. Çünkü küfür ve dalâlet başka bir şeye benzemez.

***Şimdilerde de bazılarını görüyorum, benim namazda bazan heyecanlarımı

tutma gayretime rağmen tutamadığım anlarda yaptığım hareketleri yapıyorlar.Yani, ben içimdeki vesveseleri ve namazın huzuruna muhalif düşünceleri bir kenara atmak için gayri ihtiyarî bazı hareketlerde bulunuyorsam takliden bazıarkadaşların da aynı hareketleri yaptıklarını görüyorum. Halbuki herkesinşeytanla mücadele şekli farklıdır. Namaz içinde bana gelen vesveseler sanagelmiyor olabilir! Dolayısıyla ben, namazdaki derinliğime göre, başımı değilkendime hakim olamayıp yumruğumu bile sallayabilirim. Veya hayal hânemingenişliğine göre, şeytanın farklı taarruzlarına karşı farklı farklı şekillerdemücadele edebilirim.

Şimdi burada esas olan şudur: Biz, namazı “beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız öylece kılın” buyuran Nebiler Serverinin vaz’ ettiği ölçüler içinde

kılmakla mükellefiz. Biz dini ve tüm dinî değerleri kendi orijini ile muhafazaetmeye mecburuz. Bu açıdan arkadaşlarımız çok dikkat etmelidirler. Aksi halde,Allah: “Nereden çıktı bu baş sallamalı namaz?” diye sorabilir ve Rabbinhuzurunda haceletten iki büklüm oluruz. Kaldı ki, nice vecd ve mevâcîdinsanları var ki, namaz içinde bir pervane gibi dönebilirler. Evet ben böylelerinigördüm. Namazda kendinden geçmiş, bir meczup Mevlevî gibi dönüyor. Şimdio dönüyor diye biz de mi döneceğiz? Rica ederim, bu ve buna benzer şeyler iradî ve kasdî olmadığında günah sayılmasa da, iradî olduğunda mutlaka mesuloluruz.

Sonuç olarak taklidin her çeşidinden olabildiğince sakınıp, tahkikinzirvelerine çıkma her zaman hayatımızda belirlediğimiz hedef nokta olmalı.Hele bu niyeti bir yapalım, peşinden azim ve kararlılıkla yola düşelim, bakalım“Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.”

Dünya TutkusuKudsî bir davaya gönül vermiş kimseler, bu dünyada ahireti kazanmak 

için bulunduklarını katiyen hatırlarından çıkarmamalıdırlar. İradeleri, hadisin

ifadesiyle “dünya ve mâfiha” yani dünya ve dünyanın içindeki herşey, onlarakoşa koşa, güle güle gelse bile, bu alperenler rahatlıkla “git, bana lazım

61

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 62/88

değilsin” diyebilmelidirler. Zira, bu insanların şahsî açıdan âhiretlerinikurtarmanın yanında, başkalarına örnek olmaları da bahis mevzuudur ki, bu

 bence, birincisinden çok daha önemlidir. Bu açıdan bana göre İslam davasını enönde temsil eden kişilerin, dünya ile ilgileri olmamalı.. ve bunların evleri,

 barkları bulunmamalı.. ay sonunu zor getirecek derecede maaşlar ileyaşamalıdırlar. Hz. Ömer’in hilafeti döneminde bir valisinin kendi evinin önüneyaptırdığı sundurmalığı yıktırdığını hatırlatıp geçelim.

***Hasılı, herkes kelime-i şehadeti esas alarak etrafındaki insanlara bakış

açısını yeniden ayarlamalı. Hatta onun birini söyleyip diğerini, yani“Muhammedün Rasulullah”ı söylemeyen insanlara bile, rahmet, merhametnazarıyla bakmalı. Çünkü hadislerde anlatıldığına göre, Allah’ın o engin rahmetiahirette öyle tecelli edecektir ki, şeytan bile: “Acaba ben de istifade edebilir miyim?” diye ümide kapılacaktır. Şimdi böyle bir rahmet enginliği karşısında,cimrilik yapma ve o cimriliği temsil etme bize yaraşmaz. Hem bize ne? Mülk O’nun, hazine O’nun, kul O’nun.. öyleyse herkes haddini bilmeli...

***Kur’ân böyle olduğu gibi sabah-akşam okuduğunuz eserler de böyledir.

İçinizde onun hafızları olabilir. Fakat bütün bu okuyup, ezberledikleriniz, sizde,

hayatınızı yeniden gözden geçirme fikrini uyarmıyorsa, siz ondan istifadeedememişsiniz demektir. Allah Rasulü’nün beyan buyurduğu gibi: “İnsanlar öyle bir dönemi idrak edecekler ki, Kur’ân bir vadide, onlar da bir vadide

 bulunacaklar.” Evet, Kur’ân’ın bize bir şeyler ifade edebilmesi, onu Sahabeanlayışı, Sahabe felsefesi, idraki ile algılamaya bağlıdır. Nurların aynı tesirimeydana getirebilmesi de ilk dönemin halis talebeleri ölçüsünde onlara rabt-ıkalb etmeye bağlıdır. Belki de bunlar gerçekleştiğinde bir taraftan kemmiyetdaha hızlı artacak ama öte taraftan keyfiyet daha bir derinleşecektir. Böylece,kemmiyet keyfiyetin bir buudu olarak geleceğe yelken açacağız.

***Öncelikle Efendimiz (s.a.s)’in dünyayı teşrif buyurduğu mekân, çöllerle

kaplı bir alandı. Allah Rasulü çölle çevrili olan bu mekânı dünyevî anlamda bir cennete çevirmek için, Kur’ân’ın işârî ve sarih beyanlarının yanında birçok fiilleri, sözleri ve takrirleriyle ısrarla üzerinde durmuş ve sık sık onuvurgulamıştır. O’nun tabiatı koruma adına göstermiş olduğu bu hassasiyet,

 bugün ekolojik dengeyi korumak isteyen vakıf, dernek ve kuruluşlarınhassasiyetinden çok çok ileridedir. Mesela; Nebiler Serveri, sıtma ve verem

hastalıklarının kol gezdiği, belli ölçüde yeşillik olsa da, tam dengenin olmadığıMedine’ye hicret eder etmez, “Allah’ım! Hz. İbrahim, Mekke’yi harem bölge

62

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 63/88

ilan etmişti. Ben de Medine’yi harem bölge ilan ediyorum” buyurmuştur.Harem’i, bugünün anlayışıyle izah edecek olursak, ona geniş alanlı “millî park”denebilir. Zira Allah Rasulü bunu izah ve şerh eden beyanlarında “Otlarıkoparılmaz, ağaçları kesilmez, hayvanları öldürülmez” buyurmuşlardır. Hatta

Sahabe-i Kiram’dan bazıları kuyumcu ve demircilerin kullandığı, mezar veçatılarda da ona ihtiyaç duyulan “İzhir otu ne olacak?” diye sorduklarında, AllahRasulü önce duraklamış, sonra da “izhir bu hükümden istisna” buyurmuşlardır.

Yine Allah Rasulü (s.a.s), Hayber Savaşı’nda, daha önceki dönemler itibariyle Müslümanlara her türlü kötülüğü yapmış olan Yahudilerle muharebeederken, mancınıklarla kale içini dövmekten başka çarenin kalmadığı bir anda,ağaçların kesilmesi ve kütükler halinde kaleye atılması noktasında yine

 beklentiye girmiş ve tereddüd geçirmiştir. Aynı endişeyi Nebiler Serveri,ekinlerin yakılması hususunda da göstermiştir. Halbuki; bugün galibiyet ya damağlubiyetin bahis mevzuu olduğu böyle bir yerde ekinlerin yakılması da,ağaçların kesilmesi de tereddütsüz tecviz ediliyor. Ayrıca hac veya umre içinihrama giren kimselerin, Harem dahilinde hayvan öldürmesi, ağaçları kesmesiotları koparması yasak edilmiştir. Bu yasak fiillerin İslam hukukundaki adıcinayettir. Bu cinayetleri işleyen insanlar, mutlaka günahlarının affı içinRabblerine yalvarıp yakarmak zorundadırlar. Tevbe, bu günahın affedilmesi içinasıl şart iken, bundan başka bir de insanın sadaka vermesi dinî bir hükme

 bağlanmıştır. Sadakanın sınırı ise, fidye miktarından, koyun kurban etmeye yada telef edilen şeyin kıymetini vermeye kadar geniştir.

***Buna göre, eğer Allah Rasulü, o dönemde çölün merkezi olan Yemen’de

 bulunsaydı, orayı da yeşillendirmek ve cennet haline getirmek için gerekli olanherşeyi yapacaktı. İşte şu beyan O’na aittir: “Kimin elinde bir fide varsa,kıyamet kopacak da olsa, onu dikmeye gücü yeterse mutlak diksin!”

Bir dönemde bu hususları nazara alan bizim insanımız dünyalarınıcennetlere çevirmişti. Hatta İ. Hâmi Danişmend, biraz mübalağalı da olsa bir eserinde, “Medine’den San’a’ya, oradan Hadramevt’e kadar, seyahat eden bir insan, başına güneş değmeden, gölgelikler arasında seyahat edebiliyordu” der.

Hasılı, tabiatı koruma, onu muhafaza etme düşüncesinin topluma malolması çok önemlidir. Böylece, işe sahip çıkan insanların çokluğu nispetinde,neticeye daha çabuk gidilebilir. Ve kim bilir belki de işte o zaman insanoğlu“yitirilmiş cennetlere” tekrar kavuşabilir.

***Eskiden beri söylenegelen “kırk yamalı hırka, bir lokma ekmek..”

ifadesini sanki biz kendi varlığımızla bütünleştirmişiz. İsteyen şahsî hayatı adına bir İbrahim Edhem, bir Bişr-i Hafî gibi müstağni yaşayabilir. Buna kimse bir şey

diyemez. Ancak, her fert kendi devletinin zenginliği için, “ben bu işe dört ellesarılmalıyım” düşüncesiyle, bütün gayretini bu uğurda sergilemek zorundadır.

63

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 64/88

Bu anlayışla çalışıp kendi dünyamızı mamur hale getirebildiğimiz ölçüde,Efendimiz’in “fakirlik nerdeyse küfürdür” dediği hastalıktan kurtulmuş olacağız.

Çalışıp kazanma keyfiyetine gelince; o, Üstad’ın ifadesiyle, dünyayıkalben terketmektir, kesben değil. Yani kazanılanla kaybedilen şey arasında fark 

gözetmeme duygusudur. Ne elden gidene üzülme, ne de ele geçene sevinme.. bumânâda bir zenginlik önemlidir ve insan için faydalı olan da işte bu zenginliktir.

***Zaten, İslami esaslar çerçevesinde meseleye baktığımızda, dava şuuruna

uyanan herkesin böyle davranması gerekmez mi? Mesela Allah (c.c) bana: “Benseni mütedeyyin bir aile ocağında yetiştirmedim mi? Senin gözünü tekyede,medresede dünyaya açmadım mı? O halde niye böyle miskin bir hayatyaşıyorsun?” derse ben ne cevap veririm? Hadis-i şerifte Allah Rasulü

 buyuruyor ki: “Kul dört şeyin hesabını vermeden kıyamet günü bir adım dahiatamaz; evet ömrünü nerede geçirdiğinin, ilmiyle ne yaptığının, malını neredenkazanıp nereye harcadığının, vücudunu nerede yıprattığının hesabını.”

Hasılı, bizlerin, yakın ve uzak çevresinde hâlâ İslam’ı tanımayan insanlar varsa, durumumuzu yeniden gözden geçirmemiz icab edecektir.

***Belki ayrı bir husus ama yeri geldiği için söyleyeceğim: Ayetlere, sair 

nasslarla çatışmadığı müddetçe bütün bu mânâları yüklemede de mahzur yoktur.Zira bazen sebeb-i nüzûl, meselelere ışık tutması bakımından çok önemlidir.

Ama onu kapalı bir fanus içine koyup muhtemel mânâlara karşı kilitlerseniz,âyeti dondurmuş olursunuz. Meselâ; bu çizgide, yukarıdaki ayetle, namazlardaön safı tutma meselesini irtibatlandırabilirsiniz. Yani “namazlara önce gelmeyipilk safa geçmemek suretiyle kendinizi helak etmeyin.” Kaldı ki, Efendimiz(s.a.s): “Erkek saflarının en hayırlısı ön saf, en şerlisi de arka saftır”

 buyurmaktadır. Yalnız buradaki helak, lûgat mânâsı itibariyle değil de, sevapkazanma açısındandır. Küfür veya nifak bahis mevzuu değildir.

Ölüleri Yakma

Geçenlerde ölen birisi cesedinin yakılmasını vasiyet etmiş; o budüşüncesiyle âdeta, Hz. Adem’den bu yana bütün dinlerin fasl-ı müşterekisayılabilecek olan ölülerin toprağa gömülmesi meselesine karşı çıkmış oluyor.Halbuki Kur’ân-ı Kerim’de müşahede ettiğimiz gibi ilk insanlardan kardeşiniöldüren Kâbil, bir karganın delâletiyle onu gömüyor ve bu süreci başlatıyor.Dinler arenası olan Hindistan’da, bazı sözde dinlerde cesetlerin yakılması sözkonusu olsa bile, semavî bütün dinlerde ölü gömme bir fasl-ı müşterektir. Hatta,İslam hariç, diğer dinler çok hükümlerinde tahrife uğramış olmalarına rağmen,ölüleri gömme hiç tahrife uğramadan bugüne kadar devam edegelmiştir.

Gerçi bir hadis-i şerifte Allah Rasulü cesedini yakma tavsiyesi yapan bir zattan bahseder. Bu zat oğullarına; “cesedimi yakın ve külümü savurun” der,

64

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 65/88

onlar da yakar ve külünü savururlar. Daha sonrasını Allah Rasulü şöyle hikayeeder: “Allah onun zerratını biraraya getirir ve ona, ‘neden?’ diye sorar. O zât da:‘Günahlarımla huzuruna çıkmak endişe ve korkusundan’ der.” Görüldüğü gibi

 burada mülâhaza çok farklıdır. Keşke bu mülâhaza bizim de ruhlarımızı sarsa!.

Böyle endişeler bizim de davranışlarımızın mihrakı olsa! Fakat bu ve buna benzer mülâhazalar olmadıktan sonra, “telâkki bi’l-kabule” mazhar olmuş veinsanlık tarihi boyunca uygulana gelen bir gerçeğe karşı çıkmanın hiçbir mânâsıyoktur.

***Efendimiz (s.a.s)’in ifadesiyle cuma günü, bizim günümüzdür. Öyle

olmasına rağmen, yeryüzünde şer güçlerin, Müslümanlara musallat olduğugünün genellikle hep cuma günü olduğu görülür.

Evet, şeytanlar ve şer güçler, cuma namazlarını ifsad için her türlü hileye başvurur; insanların, cumaya gitmemeleri için, çeşitli yolları dener, onlara engelolmaya çalışırlar. Hattâ bazen camiye kadar gitmiş de oturacak bir yer 

 bulamamışsa ona: “Ben bir daha bu camiye gelmem” dedirtip, camiye, cemaatekarşı onda nefret hissi uyarır. Bazen de imam, Kur’ân okurken, “Şununokuyuşuna bak, bari Kur’ân okumasını bilseydi”, hutbede; “A be birader! Başka

 bir konu kalmamış mıydı?” şeklinde tenkitler üreterek, camiden çıkıncaya kadar, binbir türlü fitneyle, ellerinden gelen herşeyi yaparlar.. ve kim bilir, dahanicelerini ne akla-hayale gelmedik şeylerle iğfal ederler.

Biz bu tespitlerimizle, diğer günlerde fitne ve fesat olmaz demek 

istemiyoruz. Biz cuma gününün ayrı bir hususiyeti olduğunu vurgulamak istiyoruz. Evet, nasıl Arafat’a çıkılan Arefe günü, haccın yümün ve bereketinintoplandığı gündür; aynen öyle de cuma günü de haftanın günleri içinde bir nokta-yı beyzâdır. Onun lekelenmesiyle diğer günler de o lekeden nasiplerinialırlar.

Bütün bunlar karşısında insan bir defa “la havle vela kuvvete illa billah”dese, etrafta fitne ve fesat saçan bu güçler, tepelerine bir balyoz yemiş gibi olur ve kendilerini yerde bulurlar. Ama, şeytan bir taraftan yaptıklarını süslü ve cazipgösterirken, diğer taraftan da bunları gerçekleştirmede çırakları olan insî ve

cinnî avenelerini kullanmaktadır. Öyle olunca da insan çok defa aldatıldığınınfarkına varamamaktadır.

FASILDAN FASILA -4

***Yine cemaatle hareket, ferdin yanlış yol ve saplantılardan uzak 

kalmasını sağlar. Efendimiz: "Ümmetim dalâlette içtima etmez" buyurmuşlardır. Bunun mefhum-u muhalifi, bir yerde içtima yok ve ferdî

hareketler söz konusuysa, dalâlete düşmeme konusunda, bir garanti yok demektir. Diğer bir hadislerinde de O (s.a.s.), sürüden ayrılanı kurtların

65

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 66/88

yiyeceğini haber vermişlerdir ki, üzerinde durulması gereken bir mevzudur.Ayrıca cemaat, bu tür risklere karşı olduğu kadar, şeytanlar ve nefsin yıkıcışahaplarına karşı da koruyucu bir atmosfer mahiyetindedir.

***Burada bahsini ettiğimiz sınır, hizmet metedolojisi ile ilgilidir. Yoksahizmet düşüncesinin ulaştırılacağı mekan adına değildir. Zira bu anlamda bir sınır tayini bahis mevzuu olamaz. Mesela bir kutlu tarafından bize: "Bu mesele,İlhanlılarla şu safhaya, Selçuklularla bu merhaleye, Osmanlılarla da şu seviyedeinsanlığa tanıtıldı; bundan sonra da şuraya kadar size aittir.." denseydi, biz bunuyapmaya çalışacak, geriye kalan vaktimizde de yine boş durmayacak ve "busınırlar dışında başka yer yok mu?" deyip sesimizi duyurmak için uygunzeminler arayacaktık. Aslında mezmum bir şey olmasına rağmen, olancahırsımızı da ortaya koyacak ve ruhumuzun ilhamlarını başkalarına daduyurmaya çalışacaktık. Zira bu hırs, zamanı büzüp daraltmanın, az zamandaçok iş yapmanın hırsı değil; Nâm-ı Celil-i Muhammedî'nin bir bayrak gibi her tarafta dalgalandırmasının hırsıdır.  Madem ki Allah Rasulü (s.a.s): " Benimdavam güneşin doğup-battığı her yere ulaşacaktır " demiş, o halde bunun bizimiçin bir gaye-i hayal olmasında ne sakınca olabilir ki! Evet, bir mü'min için enönemli mes'ele, Nam-ı Celil-i İlahi'nin dört bir yanda duyurulması olmalıdır.

Bunun dışında, devletimizin dünya devletler muvazenesinde yerinialabilmesi için, Üstad'ın bundan yüz sene evvel çekirdek bir düşünce olarak ortaya attığı, ciddi bir ilim seferberliği başlatıp, insanları cehaletten kurtarmak;

ekonomik yönden esaslı tedbirler alıp halkın refah seviyesini yükseltmek; ittifak ve vifak ölçüsünde olmasa bile, en azından ihtilafların işletilmemesi şeklinde deolsa bir birlik sağlamak.. evet bütün bunlar da bir önceki düşünceye tâbihususlardır. Zira temel düşüncemiz; Allah rızası için, Allah adının her taraftaşehbal açmasını sağlamaktır. Böyle hareket edildiği müddetçe Cenab-ı Hakk, bumilleti tutacak, kaldıracak ve himaye buyuracaktır.

***Kelime ve harflerin çokluğunun mananın genişliğine delalet etmesi, Arap

dilinde bir esastır. Bu iki kelimenin her besmelede geçmesinden başka, sureleriniçinde de zikredildiğini düşünecek olursak, Cenab-ı Hakk'ın rahmetinin,

 bereketinin bunca vurgulanmasındaki espriyi daha iyi anlarız. Bir kudsî hadiste,Allah'ın rahmetinin gazabına sebkat ettiği ve onun her şeyi kuşattığı ifade edilir.Allah Rasulü (s.a.s)'nün zikretmiş olduğu bir başka hadiste ise, bu rahmetinsadece insanlara değil; bütün canlılara şamil olduğu vurgulanır. O: "Allah (c.c.),rahmetini yüz parçaya ayırmıştır. Onun doksandokuzunu kendi katındabırakmış, bir parçasını da yeryüzüne indirmiştir. Mahlukatın birbirinekarşı merhameti, mesela hayvanın yavrusunu emzirirken, ona basmamak 

için ayağını kaldırmasında olduğu gibi, işte bu bir parça merhamettendolayıdır" buyurur.

66

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 67/88

Evet, dünyada bu denli geniş olan Cenab-ı Hakk'ın rahmeti, ahirette deherkes için çok önemli bir nokta-yı istinattır. Allah (c.c)'ın orada kimlere rahmetedip, merhametiyle kucaklayacağını bilemeyiz. Bunun, sadece iman ve ameleden kullara has olduğunu söyleyip dünyada insanlara karşı bir cehennem

zebanisi gibi davranmak doğru değildir. Aksine, onlara karşı cennet hâzinlerigibi yumuşak edalı olup, yarım kelimeyle dahi olsa bir kurtuluş yolununolabileceğini hatırlatmak gerekir. Unutmayalım ki, bazen mükellefiyetlerin tam-tekmil edası bile, insanın kurtuluşuna yetmeyebilir. Bu hakikati, Nebiler Serverişu hadis-i şeriflerinde beyan buyururlar. Şöyle ki, bir gün Allah Rasulü (s.a.s):" Hiç kimse ameliyle kurtulamaz " der. Sahabe Efendilerimiz: " Sen de mi ey

 Allah'ın Rasulü?" diye sorduklarında, O: " Evet, ben de kurtulamam. Ancak  Allah rahmet ederse" cevabını verir. Ama aynı Allah Rasulü (s.a.s) bir başkahadislerinde: " Lailahe illallah deyin kurtulun" buyurur. Buradan hareketlefukaha, bu kelimeyi söyleyen insanlarla savaşta karşı karşıya gelinmiş olsa bile,kesinlikle öldürülmemeleri gerektiğini söylerler. Bu hususta Allah Rasulü'nünÜsame b. Zeyd, Mikdat b. Esved, Muhallim b. Cessâme (r. anhüm)'ye olanserzeniş ve itapları hepimizin malumudur.

Hasıl, rahmet hepimiz için çok önemli bir kaynaktır. Rahmetten mahrumkalan, herşeyden mahrum kalır. Her insan, rahmeti kendisi açısındanyorumlayıp, ona ehil olup olmadığının muhasebesini yapabilir; ancak başkalarıhakkında bu türlü yorumlara girmesi, kesinlikle doğru değildir.

***

Efendimiz, kendi liyakatine mebsûten mütenasip olarak verilen peygamberlik davasında, zafere ulaşmak, başkalarının gönlüne girmek içinsavm-i visal (bir kaç gün arka arkasına oruç tutma) yapıyor, ayakları şişinceyekadar geceleri nafile namaz kılıyordu. Kendisine, gelmiş ve gelecek günahlarıaffedildiği halde niçin bu şekilde hareket ettiğini hatırlatanlara da: " Bu lütuflarlabeni serfiraz kılan Allah'a şükretmeyeyim mi?" cevabını veriyordu. Evet, biz de,her oturup kalkışımızda, gülüp-eğlenme yerine, konumun müsait olduğu ölçüde,Rabbimizle münasebetimizi yenileme mecburiyetindeyiz. Hatta, biraz mübalağaedâlı da olsa, istibra anından yatağa girip uyayacağımız vakte kadar zamanın

hemen hepsini O'nun adına değerlendirip: "Verdiğin nimetlere binlerce şükürler olsun Allahım!.. Liyakatimiz olmadığı halde, bunca nimetlerle bizleri serfirazkıldın.. şimdi de bizlere liyakat ihsan buyur ve aramızdaki nifakı, şikakı bertaraf eyle!.." deyip dua etmeliyiz. Bütün bunlar, Allah'la olan irtibatıkuvvetlendirmeye yönelik hareketlerdir ki Cenab-ı Hakk, kendisiyle bu ölçüdemünasebetlerini koruyan insanların hiç bir zaman ikballerini idbaraçevirmemiştir.

***

Efendimiz (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde: " Bu dava, güneşin doğup battığıher yere ulaşacak " ifadesini kullanır. Bu hadisden, şehirlisinden köylüsüne,

67

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 68/88

siyahından beyazına herkesin İslam'a inanıp onu yaşıyacağı ve bu din, sadecemedenîlerin veya bedevîlerin, ya da sadece falanca kavmin, filanca kavmin diniolmayacağı, bütün insanlığın dini haline geleceği manalarını çıkarmak mümkündür.

 Ne var ki, bu uğurda bütün çaba ve gayretler gösterilmiş olmasınarağmen, yeryüzünde şimdiye kadar bu denli bir yayılma sözkonusu olmamıştır.İşte bu durum, hadislerin manasıyla bir çelişki arzediyor şeklindealgılanmamalıdır. Zira şu ana kadar bu davayı temsil eden insanlar, çağlarınahas bütün imkanlarını kullanmışlar ve vazifelerini yerine getirmişlerdir. Bundansonrası ise, muhabere ve muvasala vasıtalarının, bir köy haline getirdiği şudünyanın insanlarına düşmektedir. Evet; bu vazife, İslam'a gönül vermişinsanların omuzlarına konmuş kutsal bir emanettir. Bugün bu emanet, bir tâk gibi onların başları üzerinde durmaktadır. O halde mezkur vazifenin yerinegetirilmesi için herkes kendini birinci kutlu ve birinci sorumlu bilmelidir.

***Bazı hadislerde "ahirette bütün Nebilerin gıpta ile bakacakları

topluluklar"dan bahsedilir. İhtimal bu topluluklar, peygamberâne bir azim vekararlılıkla hizmet eden ve yaptıkları hizmet karşılığında hiçbir beklentiyegirmeyen kişilerdir. M. Akif, Çanakkale Şehitleri için "yine birşey yaptımdiyemem hatırana" der. Aynen öyle de, din-i mübin-i İslâm için büyük büyük işler yapanlar "yine birşey yapamadık senin için" demelidirler ki, hadiste

 bahsedilen topluluk içine girebilsinler.

İslamî esaslarda var olan bu düşünce, Hıristiyanlık ve Yahudilikte yoktur.Hıristiyanlıkta papalar, bir ölçüde kendilerini Hz. Mesih'in temsilcisi veuluhiyetin yeryüzündeki gölgesi konumunda görürler. Yahudiler de, hahamlar Allah'ın seçkin kulları olarak kendilerini Yahova rabbin vekili zannederler.Müslümanlıkta ise tevazu, mahviyet ve hacalet esastır. İslam'a göre insan kendiacizliği ve fakirliğini anlayabildiği ölçüde seviye kazanır. İşte bu bizim "kendinisıfırlama" diye ifade ettiğimiz husustur. Zaten insan Allah'ın kulu değil midir?Allah'ın kulu olma lütfundan rahatsızlık duyma olur mu? Büyükler, Hakk'akulluğu en büyük pâye saymışlardır. Allah Rasülü'nün "kul peygamberliği"

tercihi bizlere ne önemli bir örnek teşkil eder!Hasılı, kendini Allah'ın yüklediği misyonun dışında farklı farklı

makamlarda gören insan, bana göre İslamî esasları tam kavrayamamış, psikolojik açıdan da rahatsız biridir.

***Muhakkikîn ulema, namaz rükünleri arasında yer alan secdeyi, "insanın

ulaşabileceği en son zirve olarak kabul eder ve diğer rükünler, secdeyeulaşabilmek için birer basamak hükmündedir" derler.

Bu tahlile bütünüyle katılıyorum. Evet insan abdest ile başlayan, Rabbinhuzuruna çıkma ameliyesinde çeşitli safhalardan geçer ve Allah Rasulü'nün

68

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 69/88

ifadesiyle "kulun Rabbisine en yakın olduğu" mekana, yani secde halineulaşır. Yalnız burada önemli olan, secdedeki insanın, Rabbisi ile olan kalbîmünasebeti ve duyduğu, hissettiği şeylerdir. Mesela bana göre bir insan,kıyamda dururken "Rabbim, şayet Sen teşrî kılmasaydın, Sana karşı nasıl kulluk 

yapılır ben bilemezdim; Sana sonsuz hamd u senalar olsun"; rükuda "Bu halim benim ubudiyetimi ifade etmede yeterli mi değil mi bilemiyorum amaEfendimizi örnek alarak yapabildiğim kadar yapmaya çalışıyorum, Sen kabuleyle" ve secdede; "eğer muktedir olsaydım Allah'ım, başımı ayaklarımdan daaşağıya koyardım" gibi düşüncelerle namazın her bir rüknünü duya duya edaetmelidir.

Evet, namaz, miracın gölgesinde öteler ötesine yapılan bir seyahat ise,secde de o namazda en âzâm bir rükün olduğuna göre, insan secdede nihaîkurbeti hissetmeye ve kalbinde onu yakalamaya çalışmalıdır.

Bana göre secde, Mevlana'nın tabiriyle "şeb-i arus" misali insanadeğerlendirmesi için verilmiş bir fırsattır. Herkesin marifet ufku ve kâmet-ikıymeti ölçüsünde "âsâr-ı feyz"e mazhar olabileceği bir zemindir. Secde Allah'ınharicinde herşeyin ve herkesin nefyedilip "illallah" deneceği mekandır ve onunRabbisiyle olan kurbet yudumlayacağı bir yerdir.. evet Cenab-ı Hakk'ın şanınamuvafık kemal-i inkiyadın adıdır secde. Öyleyse burada ne, nasıl, ne şekilde veniçin yapılması gerekiyorsa, bunlar nazara alınarak yapılmalıdır.

***İnsanı, maddi sebepler itibariyle Allah'ın siyanetin(korumasın)dan

çıkarabilecek bazı haller vardır. Mesela erkekler için cünüp olma hali bunaörnek sayılabilir. Bu halden kurtulmak iradî olduğu için, insanın yıkanmasınıtehir etmesi, İlahî siyaneti inkitaya uğratabilir. Onun için bu hali fazlauzatmamak ve hemen o halden kurtulmak gerekir. Zira bu, hadisin ifadesiylekanın aktığı mecrada dolaşan şeytan ve emsali varlıklar için en müsait bir zeminve vasattır. Kadınlara gelince; şerir mahlukların musallat olması, genelde onlarınhayz ve nifas dönemlerine rastlar. Bu dönemde kadınların kendilerini korumalarımesela, namaz abdesti alarak, namaz kılamasalar dahi vakit içinde namazkılınacağı süre seccade üzerinde kıbleye müteveccih olarak oturmaları öteden

 beri tavsiye edilen bir husustur.

***Allah Rasulü (s.a.s): "Nice namaz kılanlar vardır ki, nasipleri sadece

yorgunluk ve zahmettir" ve oruç hakkında da: "Nice oruç tutanlar vardır ki,nasipleri sadece açlık ve susuzluktur" buyurmaktadır.

 Namazın ifade ettiği mana, bilhassa onun iç ifadesi, insanın iç derinliğiyleyakından alakalıdır. Kur'an'da da namazın anlatıldığı her yerde, onun bu içderinliğine dikkat çekilmektedir. Mesela Mü'minûn suresinde, felah bulan

insanlar anlatılırken; "Namazlarında huşu duyan mü'minler kurtuluşaermişlerdir" (Mü'minûn, 23/1-2) denilerek, namaz-huşû' münasebeti nazara

69

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 70/88

verilmektedir. Evet huşû' gerçek manasını ancak namazda bulur. Öyleyse insannamazda, namazdan başka bir şey görmemeli, duymamalı ve düşünmemelidir.

 Namazla insan, muhtaç olduğu ve elinin yetişemediği ihtiyaçların teminiiçin, fiilî ve kavlî duaya geçmiş, Allah'ın yüceliği karşısında "kemerbeste-i

ubudiyet" içinde durmuş demektir. Evet o, mü'minin en mühim meselesidir.Efendimiz (s.a.s), bu meseleyi izah ederken; "namazı, veda namazı kılıyorgibi kılın" buyururlar. Veda namazı; "şu kıldığım namaz, son namaz olabilir,bir kere daha belki namaz kılmaya muvaffak olamam.." düşüncesiylekılınan namazdır.

 Namaz, kalbin kûtu ve gıdası, ruhun da miracıdır. Bütün sıkıntılara karşıo, ruhu dinlendirir ve kalbi kanatlandırır. Efendimiz (s.a.s), dünyevî işlerindensıkılınca, "Erihnâ ya Bilal! Bizi bir ferahlandırıver ey Bilal!" diyerek ondannamaza çağrıda bulunmasını isterdi. Namaz tembel ve uyuşuk insanınyapabileceği bir şey değildir. O, daima hüşyar bir gönlün, uyanık kalb veduyguların, Rabbin karşısında eda edeceği bir vazifedir.

 Namazda -ara sıra olsa bile- devamlı dünyaya ait işlerin muhasebesiniyapan, onların riyaziyesiyle meşgul olan bir insan için, sadece namazınyorgunluğu yanına kar kalacaktır. Rabbim, -sonsuz rahmetinden dileyelim-kimsenin yorgunluğunu yanına kar bırakmasın. Kalbimizi, duygularımızı onakarşı daima hüşyâr ve huşû' içinde kılsın!

***İnsan Allah tarafından sevilmeyi çok arzu ediyorsa bunun yolu

umumiyetle hastalıklardan geçer.." Gerçi bugün bu düşüncenin yanlış olduğukanaatindeyim. Zira Allah Rasulü (s.a.s)'nün bütün ümmet-i Muhammed'e"Allah'tan aff ve afiyet isteyin" tavsiyesi, demek ki o zaman gözümüzdenkaçmış. Hatta ben bu duayı yaptığım yıllarda yakın bir arkadaşım: "Allah'ınhazinesi çok geniştir. O aff, rahmet ve afiyet verdiği gibi insan yine de iffetlikalabilir.." demişti.. demişti ama ben çoktan dua etmiş bulunuyordum.

Hasılı, Allah (c.c)'tan dert istenilmemelidir, fakat derdi verdiği zaman da bir aşık-ı sadık gibi davranmalı, asla şikayet etmemeli, ah u efgan edipinlememelidir.

Yukarıda bahsini ettiğimiz şairlerin Allah Rasulü'nün afiyet tavsiyesini bilmemeleri düşünülemez. Öyleyse onların bu hadise rağmen dert istemelerinidaha engin mülahazalarla yorumlamalıyız.

***" Nice sevmediğiniz şeyler vardır ki, o sizin için hayırlı olabilir. Ve nice

 sevdiğiniz şeyler de vardır ki, sizin için şerli olabilir " (Bakara, 2/216) ayeti,kişinin, kendisine isabet eden şeylerin zahiri yönüne bakıp aldanmamasıkonusunda çok önemli bir ölçüdür. Haddizatında insan, ma'ruz kaldığı şeyin şok 

etkisinde kalıp, yanlış yorumlamalara girebilir. Mü'min bu ölçüyü daima hatırda

70

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 71/88

tutup, fevrî hareketlerle kadere taş atmamalıdır. Evet, Üstad'ın ifadesiyle, kaderetaş atan, sadece kendi başını yarar.

Meseleyi, bir hadis-i şerifle biraz daha açacak olursak, Efendimiz (s.a.s):"Sabır, belanın ilk tosladığı andadır " buyurur. Demek ki, önemli olan musibetin

isabet ettiği anda sabırlı olabilmektir. Mesela; annemizin vefat haberini duymak,ilk anda bizde şok etkisi yapacaktır. İşte böyle bir anda hiç birşey düşünmeden:" İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn=biz O'ndanız ve yine O'na döneceğiz " deyipızdırabını bağrına gömme gerçek sabırdır. Değilse meseleyi aklî, mantıkî plandaçözüp; "ölüm herkes için geçerli, bu yaşta ölmeseydi ilerde yine ölecekti. Öbür tarafta nasıl olsa beraber olacağız.." deyip, kalbde bir inşirah hasıl olduktansonra sabretmenin kıymeti ona göredir...

Bu durum, sabrın diğer çeşitleri için de geçerlidir. Allah Rasulü (s.a.s):" Mü'min'in her durumu süpriz ve şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır.

 Bu durum sadece mü'mine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu onun için hayırlıdır. Bir zarar gelse sabreder, bu onun içinhayırlıdır " buyurur ki, burada insana sevap kazandıracak şeyin teslimiyetolduğunu vurgulamak istemiştir. Biz, inancımız gereği herşeye sabrederiz. Vearkasından bir hayır zuhur ettiğinde de: "  İhtimal   Cenab-ı Hakk, bu hayrındoğmasına bizim sabrımızı vesile yapmıştır.." deriz. Bu, aynı zamanda bir sabır kahramanı olmanın da emaresidir.

***Güneş, Cenab-ı Hakk’ın “Nûru’n-Nûr”, “Münevviru’n-Nûr”,

“Musavviru’n-Nûr”, “Hâliku’n-Nûr”, “Mukaddiru’n-Nûr”,“Müdebbiru’n-Nûr”..  gibi isimlerinin madde âlemindeki bir cilvesidir.Aslında, bütün varlığın özü-esası da yine nurdur. Efendimiz (s.a.s) bir hadis-işeriflerinde “Allah’ın ilk yarattığı şey (yani yokluğun bağrına atılan ilk varlık tohumu), benim nurumdur.” Buyurarak bir müteşabih hakikatidikkatlerimize takdim buyurur. Nûr mahluktur. Bu açıdan nûrdan yaratılmış bir varlık olan güneş de bir mahluktur ve onun yaratılışı Efendimiz’in (s.a.s) planve proğramından çok sonra olmuştur. Evet, Nûr isminin bir tecellisi olarak,Cenab-ı Hakk’ın bütün mahlukât içinde yarattığı ilk varlık, hakikat-i

Ahmediye’dir. Bu, Efendimiz’in (s.a.s) cismî değil berzahî ve ilm-i İlâhîdekivücududur ki, bu kabil vücutlara “âyân-ı sâbite” denilmektedir. Dolayısıyla ilk zuhur ve ilk tecelli, hakikat-i Ahmediye’dir.

İnsanlar âhirette, güneşin nûru ile değil Cenab-ı Hakk’ın nûrunungölgesinin gölgesi bir ziya ile aydınlanacaklardır. Nitekim bir hadis-i şerifte,âhirette Cenab-ı Hakk’ın gölgesinden başka gölgenin olmadığı ifadeedilmektedir. Evet, orada ziya da gölge de O’na aittir. “Cenab-ı Hakk’ıngölgesi” sözcüğüyle anlatılan gerçeği, yakıcı şeylere karşı nûrunun ayrı bir televvünü ve ayrı bir buudu şeklinde izah etmek mümkündür.

***

71

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 72/88

İnsan farkında olsun olmasın, hayal hanesine iyi duygular gibi fena duyguve düşünceleri de misafir edebilir. Fena şeyleri hayal etmek, insanı fenatasavvurlara, fena tasavvurlar, fena tefekkürlere, fena tefekkürler de fena

 planlara itebilir. Bu türlü tasavvur ve hayallere yelken açan insanların -hususiyle

de gençlerin- her zaman hiç istenmeyen ve zararı telafi edilemeyen fenalıklarıyapmaları mümkündür. Bu açıdan fıska açılan her hayal, dalalete doğruatılan bir adım demektir. 

Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in “Sizden biriniz İslam’ını, (Allah’a karşıkulluğunu) samimiyetle, iyi yaptığı zamanda işlediği herbir iyilik, kendisiiçin on katı ile.. tâ yediyüz katına kadar (fazlasıyla) yazılır. İşlediği her birkötülük ise kendisine misliyle yazılır.” ve “Bir Sahabi, Efendimiz'e gelir veşöyle bir soru sorar: Herhangi birimiz günah işlediğinde ne olur? AllahRasulü: İşlediği günah, günah defterine yazılır, buyururlar. Sahabi: Ogünahtan istiğfar edip tevbe ederse, ne olur? Allah Rasulü: Bağışlanır vetevbesi kabul edilir. Sahabi: Sonra tekrar günah işlerse ne olur? AllahRasulü: Tekrar yazılır. Sahabi: Peki tekrar tevbeye dönerse? Allah Rasulü:Tekrar bağışlanır. Sahabi: Tekrar dönerse? Allah Rasulü sonunda şöyleder: Allah onu tekrar bağışlar ve tevbesini kabul eder. Siz (istiğfardan)usanmadıkça Allah da (mağfiretten) usanmaz.” hadisleri bize bu mevzudadeğişik ufuklar açmaktadır.

Burada akla, “Fena şeyleri aklından geçiren bir insan muahezeedilecek midir?” şeklinde bir soru gelebilir. Evet, insanlar seviyelerine göremuaheze olacaklardır. Bütün duygu ve düşünceleri itibariyle Allah’a göre

kurulmuş ve planlanmış, hafıza ve muhakeme disketleri tamamen Allahtarafından İlahî rahmet serasında karantinaya alınmış insanlar, hayaldünyalarında fenalık "sath-ı mailine" girdiklerinde, Allah (c.c) onları adeta“Zinhar hayaline fısk karıştırma” diyerek hemen mini bir bela ile sarsar.Allahu Tealâ’nın değişik ihsanlarına mazhar olmuş ve lütuflar helezonundayükselmiş; ama buna rağmen hayâl ve tasavvurlarıyla dahi olsa fenalıklara açık olan insanları, Cenab-ı Hakk tedib eder. Zira böyle bir durumun kurbiyetmazhariyetiyle telifi mümkün değildir.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bu hususta, insanlar seviyelerine göre

muaheze olunacaklardır. Mesela, kendilerinden sadece okuma, tefekkür etme veAllah’a kurbiyet kazanma beklenen insanlar, Allah’ın bunca himaye, inayet vekelaetine mazhar oldukları halde, çarşı ve pazarda gözlerine dikkat etmiyorlarsa,

 bunları dkkatsizliklerine hamledip, hayal ve tasavvur fıskından gelmiş şeyler olarak görmeli ve bir lahza olsun vakit kaybetmeden Allah’a teveccüh edipistiğfarda bulunmalıdırlar.

***Ayrıca herbir günah, emsaline bir çağrı ve davetiyedir. Bu da fasit bir 

dairenin oluşması demektir ki, işlenen her günah, yanında yeni bir günah ister ve derken insanı reyn'e götürür. Efendimizin hadis-i şeriflerde işaret buyurduğu

72

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 73/88

"reyn", günahlar karşısında kalbin paslanması demektir. Günahlar istiğfarlayıkanıp temizlenmezse kalb paslanır ve işte bu halin tekerrür etmesi kalbinölümünü netice verir.

Günahın bu dezavantajının yanında, Allah'ın, bizim güzel işlerimiz,

hakkında, rahmetle, lütufla tecellisi de sözkonusudur. Hatta Cenab-ı Hakkın bizekarşı muamelesi daha ziyade hep bu istikamettedir.

***Ben şahsen mananın herkülü bile olsam, bir salise nefsimle başbaşa

kalmadan Allah'a sığınırım. Muhal farz perde-i gayb açılsa, arş-ı rahman'ıtemaşa etsem, o bağın gülünden nergisinden gönlüm ilhamlarla dolup taşsahatta, sözgelimi uzak istikbalim adına beraat va'di alsam, yine derim ki:"Allah'ım beni benimle başbaşa bırakma; beni hep Sen evir çevir." Bendoğru işlerden bile yanlış şeyler çıkarabilirim. Çünkü tabiatımda beniyanlışlıklara çeken yanlarım pek çok.

Bütün bunlarla ifrat ediyorsunuz derseniz, derim ki: Allah Rasulü sabah-akşam "Allah'ım, beni göz açıp kapayıncaya kadar nefsimle başbaşabırakma" duasını dilinden düşürmüyordu. Eğer alemlere rahmet olarak gönderilen Allah Rasulü böyle davranıyorsa, bu bize bir işaretdir ki, kimsegarantinin zerresine sahip olduğunu iddia etmemelidir. Eğer O böyle diyorsa,Hz. Musa da Hz İsa da Hz Davut da öyle der. Kaldıki bir başka yerde yine O,"hiç kimse kendi ameliyle cennete giremez" buyurur.

Evet isterse birisi büyüklüğüyle, başarılarıyla, muvaffakiyetleriyle,

zaferleriyle dillere destan olsun; emirliğiyle "ni'mel emir" dedirtecek seviyeye;ordularıyla "ni'mel ceyş" dedirtecek ufka ulaşsın; binler, yüzbinler İstanbulfethetsin... evet bütün bu başarılar, kurtuluşumuz adına eğer İlahi teyidat yoksa,hiçbir şey ifade etmezler. "Allah, rahmetiyle bizi sarıp sarmalar ve fazlıylakuşatırsa işte zaman kurtuluruz." Yoksa -hafizanallah- ,cennet yolu benimiçin çok rahat, Allah'a ulaşma hazır ayağımın dibinde, az yürüyünce varırımmülahazaları.. şeytanî mülahazalardır.

***

Amcasının oğlu İbni Abbas, halasının oğlu Zübeyr b. Avvam veamcazadesi Ubeyd b. Harise gibi birer dev kamet ve liyakat sahibi kimseler,liyakatları olduğu halde, başkalarının aldığını bile almadan O'nun yanında hep

 birer nefer olarak çalışmışlardır. Hz. Abbas, mantık, düşünce, felsefe, boy-pos,güzellik, emniyet telkin edicilik gibi hiçbir eksiği olmayan bir insandı. Bana daimaret ver demesi karşısında Efendimiz, "bu vazifeyi isteyene vermeyiz"

 buyurdu. Hz. Ali'ye ve Hz. Fatıma'ya da aynı istikamette sözler söylemişti. Evet,O'nun için sözkonusu olmasa bile insanın kendi yakınlarına birer paye vermesidemek başkalarını küsdürmesi ve uzaklaştırması demektir.

Şimdi de meselenin hassasiyetini, bizzat Efendimizin karşılaştığıhadiselerde takip edelim: Peygamberimiz, Huneyn harbini müteakib ganimet

73

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 74/88

dağıtırken, kalblerini telif için Safvan ve emsâli kabile reislerine fazlaca birşeyler vermişti. Bu bedevi kabilelerinin reisleri oldukça sert, haşin, dediğimdedik, inadım inad insanlardı. Allah Rasulü bunların kalblerini telif etmek suretiyle onlara İslam'ı sevdiriyordu. Ancak bunu anlayamayan bazı Ensar 

gerçleri; -tabir aynen bu- "Bu adam kendi yakınlarını buldu, onlarıkayırmaya başladı. Kılıçlarımızdan hasımlarımızın kanları damlıyor, o ise,bizim ganimet olarak elde ettiğimiz şeyi onlara dağıtıyor." dediler. AllahRasulü, bu problemi çözmek için yerinde, sür'atli ve çok isabetli bir hamleyapıp hemen Ensar'ı topladı ve meseleyi oracıkta hallediverdi. Buhari'de veEbu Davut'ta gördüğümüz bir başka hadis-i şerifte ise, Ensar'dan görünen bir zat-kimbilir belki içinde nifakı vardı veya peygamberimizle konuşurken, huzurunadabının gerektirdiği espiriyi kavrayamamış biriydi- gelip diyor ki: "Zübeyr tarlasını suluyor, benim tarlam onun tarlasının altında, o istediğim zaman suyusalmıyor ki ben de tarlayı sulayayım." Efendimiz: "Zübeyr, kendi tarlalarınısula, ondan sonra suyu salıver komşun da sulasın" diyor. Bunun üzerine adam"halanın oğlu da ondan!" deyiveriyor. Allah Rasulü de canı çok sıkılıyor;Zübeyr'e duvarlarının şurası dolana kadar suyu tut" diyor.

Aynı hassasiyet Hz. Ebu Bekir döneminde de devam ediyor. O devletin başında olduğu dönemde Teym oğullarından kimseyi işin başına getirmiyor.Hz. Ömer de aynı hassasiyeti koruyarak Adiy oğullarından kimseyi kayırmıyor..ve tabii bu dönemde hiç kimsenin idareden şikayeti yoktur ve herkes halindenmemnundur. Ancak, sadr-ı sânîsînde Hz. Osman'ın, Beni Ümeyyeden bazızatları iş başına getirmesi, "yakın akrabasını korumaya başladı" şeklinde

tenkitlere ve şikayetlere sebebiyet verdi ki, önü alınmaz fitnelerin kapısı da böylece aralanmış oluyordu.

Hz. Ali'nin vefatını müteakib Hz. Hasan'a biat edildiğinde, bir Peygamber torunu gibi kucaklanmamıştı. Hz. Hüseyin'i öldüren insanlar peygamber torunuöldürdüklerinin farkındaydılar. Evet, dünya saltanatı ve çıkarları araya girince,Allah Rasulü yakınlığı görülemeyebiliyordu. Tarihi realiteler içinde meselenin

 bu yanı da göz ardı edilmemelidir.

***

Şimdi, böyle muttakileri arayıp bulmak var iken, getirip onun yerine başkalarını koymak elbetteki doğru değildir. Bu herzaman için söz konusudur.Evet, siz, önemli bir yere geldiğinizde, daha liyakatlılar varken bir yakınınızı,akrabanızı korur ve iyi bir iş yapma imkanı doğduğunda kendi yakınlarınızasalıklarsanız, bir hata yapmış olursunuz. Oysaki Efendimiz, Hz. Fatıma'nınhizmetçi istemesi karşısında ona şöyle buyurmuştu: "Ben falan yerde filanyerde şöyle yapan böyle yapan insanların hakkını sana veremem. Aslındasana ondan daha hayırlı birşey verebilirim, yatağa girdiğiniz zaman otuzüçdefa "sübhanallah", otuzüç defa "elhamdulillah", otuzdört defa "Allahu

ekber" demen o hizmetçiden daha hayırlıdır" buyurur. ZannediyorumEfendimiz vefat edeceği ana kadar da, Fatıma validemiz hep değirmen taşı

74

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 75/88

çevirdi.. eli nasırlandı.. su taşıya taşıya omuzu da nasır bağladı... Onun bir-ikieski urbası vardı ve sadece bir odacıkta oturuyordu.

Aynı durum Hz. Ömer dönemi için de her zaman söylenebilir. O,kendi yakınlarından biri birşey istediğinde: "Hayır Allah Rasulünün huzurunda,

falanı öyle bir savaşırken gördüm ki, evladım, onu bırakıp da bunu sanaveremem" derdi. Ve Hz. Ömer'in sokakta torununu tanıyamaması da bu husustaönemli bir ip ucudur. Hz. Ebu Bekir de takva hususunda aynı hassasiyet içindeidi... İlk altı-yedi sene Hz. Osman da hep öyle davrandı. Hz. Ali de öylehareket etmişti ama, onun zamanında iş şirazeden çıkmıştı.. ve ona diğerleriölçüsünde kendini ifade edebilme imkânı kalmamıştı.

Bütün bunlarla beraber, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer bizim için çok önemli örneklerdir. Bugün de "din-i mübin-i İslam'ı" gerçek manada temsiletmeyi düşünüyorsak, kendi yakınlarımızı değil; Allah'a yakın olanlarıtutmalıyız ki Hakk da bizi tutsun. Yoksa yakınlarımızı kayırdığımız; kardeşimeiş, akrabama iş dediğimiz takdirde, halkın genel teveccühünü kaybederiz.

***Soru: Konuşurken Peygamber Efendimiz (s.a.s)'in ismini söyledikten

sonra "Sallallâhu aleyhi ve sellem" dediğimiz gibi yazıda da aynı şeyeriayet etmemiz gerekir mi?

Salât u selâm, Allah Rasulü (s.a.s) hakkında Cenab-ı Hakk'a yapılan bir duadır. İnsanlığın İftihar Tablosu da, "Yanında adım anıldığı halde bana salâtu selâmda bulunmayanın burnu yerde sürtülsün" ifadeleriyle bu konuda

 bizzat kendisi tahşidatta bulunmuştur. Dolayısıyla sözlü olarak söylediğimizdeyaptığımız gibi, O'nun mübarek isimlerini yazdıktan sonra da "Sallallâhualeyhi ve sellem", "Aleyhissalâtu vesselâm" veya bunların kısaltması olan(s.a.s) ve (a.s) ifadelerini yazmak lazımdır. Fakat burada "lazım"danmuradımız, şer'î manada "mutlak lazım" değildir. Zira insanın hayatında bir kere mi, yoksa Efendimiz (s.a.s)'i her anışında mı salat u selam getirmesigerektiği konusunda ulema arasında ihtilaf vardır.

Salât u selâm getirirken, bir taraftan nâm-ı celîl-i Muhammedîyiyâdetmek, beri taraftan da, bir İmam-ı Rabbânî, bir Üstad Bediüzzaman

edasıyla, her zaman değişik tâzimât ve tekrimâtla hislerimizi ifade etmek ve böylece O Zât'ı içimizde daima taze tutmak ise, O'na karşı ayrı bir vefa borcudur.

***İtkan, herhangi bir hakikate yakından vakıf olup delilleriyle bilerek 

inanmak ve onu pürüzsüz ve sağlam bir şekilde uygulamak demektir. Kur'an-ıKerim, "De ki: Amel edin! Yaptıklarınızı hem Allah, hem Rasulü, hem demüminler görecektir" (Tevbe, 9/105) ayetiyle itkana işaret etmektedir ki, bu

"amellerinizi Allah ve Rasûlullah'ın teftiş ve kontrolüne arzedecek şekilde itkanruhuyla, arızasız ve mükemmel yapın" demektir. Efendimiz (s.a.s.) de bir hadis-i

75

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 76/88

şeriflerinde: "Allah, yaptığı işi itkan üzere yapan insanı sever" buyurmaktadır.

Mesela; bir binanın mimarisini düşünecek olursak; binanın mukavemet vesitatik açıdan sağlam bir zemine oturması, mimarı hayrette bırakacak şekilde

ayarlanması itkan ruhunun mimariye yansımış şekli denilebilir.İtkan, insanın mevcudu en iyi şekilde kullanması, gücünün yettiğişeylerde çok sağlam ve göz gönül doldurucu bir iş ortaya koymasına da denir.Buna, insanın yemesinden içmesine, yatmasından kalkmasına, konuşmasındanibadet ü taatına kadar sergilemiş olduğu davranış düzeni demek de mümkündür.İnsanın davranışlarının sağlam olması, yine sağlam bir kaynaktan nebaanetmesine vâbestedir. Bu kaynak, insanın ledünniyatında meknuz (gizli) olan"ihsan şuuru"dur. Bu manada dışa sızan itkan, içteki ihsanın birtezahürüdür.

İhsan, Efendimiz (s.a.s.)'in "Senin görüyormuşcasına Allah'a ibadetetmendir; sen O'nu görmesen de O seni görüyordur" ifadeleriyle, Allah'ıgörüyor gibi kulluk yapmaktır. İşte bu şuura ulaşan insanlar, sadece ibadet ütaatta değil muamelata müteallik meselelerde de ihsan şuuruyla hareket ederler.

Evet itkan ile ihsan, bir vahidin iki yüzü gibidir. Bu iki temel esasabağlı olarak insanın amellerini bir tertip ve düzene koyması, saadet-idâreyne ulaşmada iki nuranî kanat sayılırlar.

***Evet nükteler, kim tarafından söylenirse söylensin işte böyle bir yandan

hikmet ifade ederken diğer yandan da insanları tefekküre sevkeder ve gülmeninde kapılarını aralarlar.

İkinci olarak  mizah veya nüktede yalan sözün bulunmaması şarttır.Peygamber Efendimiz (s.a.s.), böyle hareket eden bazı sahabileri latifedenmenetmiş, onların "sizin de latife yaptığınızı görüyoruz" demeleri üzerine de,"Ben latife yaparım ama doğru konuşurum" buyurmuştur. Öyle ise mizahyaparken dahi sözlerin doğru olmasına dikkat edilmelidir. Zira yalan, bir kafir sıfatıdır ve müslümanın ağzını kirletir.

Evet, Peygamber Efendimiz (s.a.s) de yer yer latifeler yapmıştır. Ama

O'nun latifeleri ciddiyet buudlu ve aynı zamanda hak ve hakikat yörüngelidir.Vereceğimiz şu misal, bunun en canlı örneklerindendir.

O (s.a.s.) birgün, Zahir (r.a.) adındaki sahabinin, arkasından yakalayıpgözlerini kapatır, sonra da: "Benden bu köleyi satın alacak var mı?" diyeetrafına sorar. Kendisine yapılan bu iltifat, Zahir (r.a.)'in çok hoşuna gider ve"Ya Rasulallah, çok ucuz bir köle satıyorsunuz" der. İşte o zaman AllahRasulu (s.a.s.), Zahir (r.a.)'i mesteden şu mukabelede bulunur: "Ama sen Allahyanında çok kıymetlisin."

Evet, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi müslümanın her sözü ve her 

hareketi ölçülü; daha güzel bir ifadeyle peygamberâne olmalıdır.

76

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 77/88

***Ayrıca kalb ve ruhun derece-i hayatına girmek için, helal lokma yenmeli,

gözler mutlaka haramlardan sakınmalı ve Efendimiz (s.a.s)'in, “İki çene arasınıve apış arasını koruma hususunda bana teminat verin, cennete gireceğinize

teminat vereyim” irşadı çizgisinde, uygunsuz, gereksiz konuşmalardan veinsanı şehvete götüren duygulardan uzak durulmalıdır.Hasılı insan, ibadetlerine azami derecede dikkat etmeli ve manevi hayatını

felç eden günahları tekrar işlemektense, ölümü tercih edecek kadar çelikten bir irade ve engin bir ruh haletine sahip olmalıdır. Bunun yanında kalbler duyarlıhale getirilmeli, şayet duyarlı değilse buna zorlanmalıdır. Zira ısrar ve gayretneticesinde en katı kalbler bile zamanla duyarlı hale gelebilir. Bunu kazanmak için belki keyfiyete göre günler, haftalar, aylar belki de seneler gerekecektir ama, Allah'ı kazanmak için bu uğurda ne verilirse değer...

***Evvela, Kur'an-ı Kerim'in beyanına göre, Hz. İbrahim ve Hz.

Zekeriyya'da çocuk sahibi olma arzusu vardı. Ben, bu arzuyu; tertemiz birşecereden tevarüs ettikleri İlahi bir gerçeği temsil edebilecek bir sürgünarama cehdi şeklinde değerlendirmenin daha doğru olacağı kanaatindeyim. Ziraenbiya-yı izam dünya malına ve çoluk-çocuk sevdasına, onların zatlarına bakanyanlarıyla kat'iyen iltifat etmemişlerdir. İnsanlığın İftihar Tablosu (s.a.s)'nun;“Biz peygamberler miras bırakmayız” hadisi de bu hakikate işaretetmektedir. Peygamberlerin bıraktıkları miras, peygamberlik ilmi ve nübüvvet

da'vasıdır. Bu itibarla da onlar, kendi sulblerinden gelecek olan temiz nesiller tarafından bu kudsî davanın temsil edilmesini arzu etmiş olabilirler.

Sâniyen, onların yaşlılıklarında çocuk sahibi olmaları, diğer mucizelerigibi esbap alaşımlı ayrı bir mucizedir. Kur'an-ı Kerim'de Hazreti Zekeriyya(a.s)'nın mucizesine işaret eden “Zekeriyya: "Ey Rabbim, benim nasıl oğlumolabilir? Bana ihtiyarlık gelip çattı, eşim de zaten bir kısır" dedi. Allah:"Öyledir, fakat Allah dilediğini yapar" buyurdu” (Âl-i İmran, 2/40) ayeti,herşeyi gayet net olarak ortaya koymaktadır. Ayette geçen "akir" yani hayızdannifasdan kesilmiş sözcüğü bu mucizenin en önemli referansıdır.

***Soru: İslâm’ın insan hakları konusundaki değer hükümlerini anlatır

mısınız? İslâm, insan hakları konusunda olabildiğince dengeli, engin ve evrensel

 bir dindir. O kadar ki, Kur’an-ı Kerim, devlete ve meşru idareye başkaldırma yada birisini öldürme.. vb. gibi ölümü hak etmenin dışında, "haksız yere bir insanıöldürmeyi, bütün insanlara karşı cinayet işleme" şeklinde değerlendirmiştir.(Mâide, 5/32) Bu değerlendirme, hiçbir din ve modern sistemde olmadığı gibi,

insan haklarıyla alâkalı hiçbir komisyon ve kuruluşta da insana bu seviyededeğer verilmemiştir. Evet İslâm, bir insanın öldürülmesini bütün insanların

77

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 78/88

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 79/88

yani yükümlü olduğu temel esaslardır. Evet bir diğer taraftan da İslâm, insanhaklarına işte bu temel prensipler açısından yaklaşır.

Zaten insan, başka hiç bir sistem veya dinde değil, sadece İslâm dininde‘Allah’ın halifesi’ ünvanıyla payelendirilmiş ve yeryüzünün halifesi olduğu

vurgulanmıştır. Bununla da kalınmamış, aynı zamanda ona eşyaya müdahaleetme imkânı verilerek, çalışma ve teşebbüs hürriyeti gibi hürriyetlerle de serfirazkılınmıştır. İnsana bu derece ehemmiyet veren bir dinin insan haklarını ihmaletmesi nasıl mümkün olur ki..?

***Ebu Talib'in iman edip-etmediği konusu üzerinde öteden beri farklı

mülahazalar söz konusudur. Bazıları Ebu Talib'in "Abdülmuttalib'in diniüzerine" sözüyle vefat ettiğini delil getirerek ahirete imansız olarak gittiğinisöylerken, bazıları da onun, Allah Rasulü'ne olan cibilli bağlılığı ve onu korumauğrunda yaptığı fedakarlıkları nazara alarak, şefaat-i Muhammedi ilekurtulacağını ifade ederler.

Rivayetler açısından meseleye baktığımız zaman Ebu Talib'in kelime-işehadeti söylemeden öldüğü kesin gibidir. Buhari ve Müslim'de yer alan"Cehennem azabının en ehvenine Ebu Talib maruz kalacaktır. O (ateşten)iki nalın giyecektir ama; onun (sıcaklığından) beyni kaynayacaktır"mealindeki hadis, bunun delilidir. Bu arada 2. dünya savaşında ölenHıristiyanlar hakkında bile çok yumuşak düşünen ve bir fetret dönemiyaşandığından ötürü mazlum olarak ölen o insanların kurtulabileceklerini ihsas

eden Hz. Bediüzzaman'ın bile, Ebu Talib'in iman edemediği ve cehennemde enaz azaba düçar olacaklar arasında bulunacağı şeklindeki mülahazası da budüşünceyi desteklemektedir.

Mesele sahih bir hadiste, bu şekilde vuzuha kavuşturulmuş olmasınarağmen, cibilli yakınlık göz önüne alınarak farklı değerlendirmelerde bulunmayagelince; evvelâ şunu ifade etmeliyiz ki, "fazl-ı İlahi ve lutf-u İlahiden öte fazl velutf, kat'iyyen fazl ve lutuf değildir. Belki de bu bir zulümdür. Burada meselenintemeli Ebu Talib'in Allah Rasulüne yakınlığı ya da yaptıkları değil, O'nun Allahile olan irtibatıdır. Şayet Ebu Talib, dünyada iken bu irtibatı kuramadı ise -ki

kuramamıştır- öyle ise rahmet-i İlahiden nasip alacağını düşünmek- bizi aşar.Evet, bizim böyle bir durumda, İlahi rahmetten ona bir pay ayırmamız, Allah'akarşı saygısızlık olabilir. Onun için değerlendirmelerde, kıstasların ve ölçülerinçok iyi tesbit edilmesi lazımdır.

Meseleye farklı bir zaviyeden bakıldığında, Ebu Talib'in, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e yapmış olduğu iyilikler de inkar edilemez. Bu iyiliklerin, tekevvündöneminde İslam'a çok büyük faydası olmuştur. İnsan bunları nazara alarak EbuTalib için illa birşey diyecekse bana göre Hz. Ebu Bekir'in dediği gibi demelidir:O, yıllar sonra babası Ebu Kuhafe'yi elinden tutup Nebiler Sultanının huzuruna

getirmişti.. getirilmiş ve şehadet ikrarından sonra, sevineceği yerde ağlamaya başlamıştı. Allah Rasulü'nün "neden ağlıyorsun" sorusuna, o büyük insan, "Ya

79

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 80/88

Rasulallah ne kadar arzu ederdim, şimdi müslüman olan babam yerinde EbuTalib olsaydı!" Bu düşüncesi ile Hz. Ebu Bekir, Allah Rasulü'nün hissiyatınıkendi hissiyatına tercih ettiği için, büyüklüğünü bir kez daha ortaya koyuyordu.Bu itibarla, Ebu Talib'in imanı veya imansızlığı karşısında, en uç ve ileri

noktada ancak bu denilebilir. Bunun ötesi, Allah'ın tasarruf alanı içine girer veRububiyyetinin tecellilerini kabul etmemek anlamına gelir.Bu konu ile ilgili olarak farklı, farklı olduğu kadar da önemli bir hususa

da kısaca temas etmek istiyorum. Şöyle ki; siyer kitaplarının kaydettiğine göre,Allah Rasulü (s.a.s.) ölüm döşeğinde amcasına "kelime-i şehadeti söyle,ahirette sana şefaat edeyim" demiştir. Peygamberliğin 10. senesinde,kendisine şefaat hakkı verildiğinin bildirilip-bildirilmediğine dair net bilgiyesahip değiliz. Şahsen ben o dönem itibariyle Efendimiz'e bunun açıkça

 bildirildiği kanaatında değilim. Bu varsayımdan hareketle, Allah Rasulünün"sana şefaat edeyim" sözüne, şu şekilde açıklık kazandırabiliriz: O'nun Medinedöneminde açığa çıkacak bütün halleri, ihraz edeceği konumu ve ifade

 buyuracağı bütün sözleri veya bir başka tabirle, hakikat-ı Muhammediye halindezuhur edecek herşeyi, hakikat-ı Ahmediye olarak o kudsi mahiyetindemündemiçdi. İbtida-intiha çerçevesinde meseleye yaklaştığımızda, karşımızaçıkan sonuç budur.

 Netice itibariyle Ebu Talib'in, inanmadan ahirete irtihal ettiği kesindir vetabii bu kesin kanaatı bildiren nasslara rağmen, farklı mütalalarda bulunmak dadoğru değildir.

***Sabır, Üstad'ın yaklaşımıyla musibetler karşısında, ma'siyetlerle yüzyüze

gelindiğinde ve ibadetlerin devamlılığının insana yüklediği zorluklar nedeniylekulun kararlılık tavrıdır. Sebat ise insanın bulunduğu konumu kaybetmemesi,orada sâbit kadem olabilmesi için gösterdiği gayretin adıdır. Mesela AllahRasulü (s.a.s) "Ey Kalbleri evirip- çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzerindesabit eyle" duasında sebat kelimesini kullanmıştır. Yine Kur'an "Allah imanedenleri sabit kavil üzerinde hem dünya, hem de ahiret hayatında sabitkılmıştır" (İbrahim, 14/27) buyurur. Burada ifade edilen kavl-i sabit

"lailaheillallah" mıdır yoksa bunun ihtiva ettiği amellerin bütünü müdür,şimdilik ona girmeyelim. Hakeza cephede düşman karşısında insanın yerinimuhafaza etmesi, ölümü pahasına da olsa geri çekilmemesini ifade ederken deyine sebat kelimesi kullanılır.

Sabra gelince, Efendimiz (s.a.s)'in beyanıyla "sabır, musibetlerin gelipilk tosladığı anda" gösterilen kararlılıktır. Bunun için çeşitli hastalıklara düçâr olanların gösterdiği amelî veya fikrî performansa da sabır denilir.

Sabır denince, Üstad Hazretlerinin üçlü sabır tasnifine bir dördüncüsünüde ben eklemek istiyorum; dünyanın cazibedar güzelliklerine karşı sabır.

Evet, bu özellikle günümüz müslümanları adına çok önemli bir husustur. Hayatstandartlarının olabildiğine yükselmesi, ev, araba, yazlık, kışlık v.b. şeyler,

80

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 81/88

insanları ahiret duygu ve düşüncesinden -maalesef- uzaklaştırabilmektedir.Kur'an "kadın, evlat, tonlarca altın, gümüş, eğitilmiş atlar, hayvanlar veekinlere karşı şehvet ve tutku, insanlara güzel(süslü) gösterilmiştir. Bütünbunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Asıl varılacak güzel yer ise,

Allah'ın katındadır" (Âl-i İmran, 2/14) ayeti ile zaten bu hakikate işarette bulunuyor. "Süslü gösterildi" sözcüğü ile, bu güzellikler karşısında insanıngözünün kamaşmamasının adetâ mümkün olmadığı vurgulanmaktadır. Bunuaşabilmek de çok güçlü iman ve o imanı sürekli hareket halinde tutan sabır ileolabilir kanaatındayım.

Zamanın çıldırtıcılığına karşı sabır.. ma'nevî pâyelere karşı alakasızlık şeklinde sabır... Hatta hizmet hatırına, cennet kapıları ardına kadar açılmış olsa

 bile, dişini sıkıp bu ızdıraplı dünyada kalma sabrı, sabrın diğer türleridir...

***İnsan her işlediği günah karşısında pişmanlık duymalı ve bir daha o

günaha dönmemek üzere Rabbisine tevbe etmeli, evbe ve inabede bulunmalıdır.Hz. Adem (a.s)'i yükseltip safiyyullah yapan da işte bu mülahazadır. Bir rivayetegöre o, bir hayat boyu, işlediği günahın ızdırabını hep kalbinde hissedip,hacaletinden bir türlü başını semaya kaldıramamıştır. Ama bu hal ona, saf, duru,

 berrak manasına "sâfî" sıfatını kazandırmıştır."Hayır! Başka değil; onların kalblerine damga vuruldu" (Mutaffifîn,

83/14) ayetinin tefsirinde Efendimiz: "İnsan bir günah işler ve onu tevbe ilesilmezse, kalbinde bir leke olarak kalır. İkinci bir günah işlediğinde, o da

bir leke yapar. Ve kalb günah işleye işleye öyle bir kararır ki, artık insanona baktığında sadece günah görür.." buyurmaktadır. Evet kalb, insandaki

 bütün azaların kilidi, anahtarı durumundadır. Onda hasıl olan bir arıza, maneviolarak diğerlerine de sirayet eder ve böyle bir durumda kulun Allah'ateveccühüne mani olur.

Hasılı insan, sürçüp düştüğü an, hemen tevbeye yönelmeli, günaha attığıilk adımını geri çekip, açılan menfezi hemen anında kapatmalıdır ve Allah'ınrahmetiyle tekrar münasebete geçme yollarını aramalıdır. Günahlar, mü'minincennete doğru uzanan hayat yolu üzerine kurulmuş birer tuzaktır. Rabbimiz,

hepimizi o tuzaklardan muhafaza buyursun!

***Eskiden beri halk arasında, harp anında düşmanı aldatmakta, insanların

arasını bulmakta ve karı-kocayı uzlaştırmakta Efendimiz (s.a.s)'in, yalansöylemeyi caiz görmesi kanaati yaygındır. O'nun (s.a.s) bu mevzuda söylemişolduğu hadislerden böyle bir hüküm çıkarmanın oldukça yanlış olduğukanaatindeyim. Zaten Buhari ve Müslim gibi hadis kitaplarının şerhini yapanKastalani, Aynî, Nevevi.. gibi muhakkikîn de şerhlerinde bu konularla ilgili

hadisleri, yalana cevaz verme şeklinde değil, meâriz olarak yorumlamışlardır.

81

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 82/88

Efendimiz'in hayat-ı seniyelerinde yapmış olduğu şaka türü hadiselerigöz önüne alarak, zaruret halinde meâriz yapmayı, pek çok muhakkik mahzursuz görmüşlerdir ama, imana, icraat-ı İlahiye'ye ve vakıa ters birşeyolduğunu belirterek hiçbir şekilde yalana cevaz verilemeyeceğini belirtmeyi de

ihmal etmemişlerdir. Ta'rizden gelen "muarrez"in çoğulu "meariz", tevriye gibimaksadı muhataba kapalı ifade etme demektir. Başka bir ifadeyle, ifadeninmuhataba farklı bir şekilde yansıtılması denebilir. Efendimiz (s.a.s)'in yaşlı bir kadına, "yaşlı kadının cennete giremeyecek" ifadesi bu kabildendir ki, dahasonra gerçek maksatlarının, yaşlı kadının, yaşlı olarak cennete girmeyeceğinikastettiklerini tasrih buyurmuşlardır.

Hadis kitaplarında bu vak'anın şöyle cereyan ettiği söylenir: Bir kadınhuzur-u risalet penahiye gelip: "Dua buyur Ya Rasulallah, cennete gireyim"der. Allah Rasulü de: "Yaşlı kadın cennete giremez" buyurur; kadının çok üzüldüğünü görünce: "Ben, yaşlı kadın yaşlı olarak değil, genç olarak cennete girecek demek istedim" ferman eder ve kadının gönlünü sevinçlecoşturur. Ve yine Hz. Enes'in kulağından tutup: "İki kulaklı nasılsın?" gibisözlerini bu cümleden sayabiliriz.

Hasılı Efendimiz, hayatı boyunca hep yalanın karşısında olmuş ve onunher ne vesileyle olursa olsun, -şaka buna dahil- söylenmemesini istemiş;Ashabının, "Ya Rasulallah, siz de şaka yapıyorsunuz" demelerine karşı da:"Ben ancak doğruyu söylüyorum" buyurmuşlardır. Evet O, daima hakkı vehakikatı söylemiş, hayatında yalanın kıl kadarına dahi yer vermemiştir. Buitabarla da O'nun bu konulardaki hadislerini de, doğrudan doğruya hilaf-ı vâki

 beyanda bulunma şeklinde değil, maksadı gözeterek tevriye yapıp muhatabınfarklı şekilde anlamasını sağlama şeklinde yorumlamak gereklidir.

***(Hucurat/49-7 ile alakalı)Allah Rasulü'nün, bu ayetten muktebes yapmış olduğu duanın burada

mutlaka hatırlanması gerekir kanaatindeyim: "Allah'ım, imanı bize sevdir, onukalblerimize sindir, küfrü, fıskı ve isyanı bize çirkin göster. Bizleri raşid(doğru yolu bulan) kullarından eyle!

***Allah'ın razı olduğu böyle bir halin hayata geçirilmesi, ancak dava

düşüncesine sahip mefkûre insanlarıyla mümkün olacaktır. Efendimiz'in "cihadniyeti olmayan insanın bir çeşit cahiliye ölümü ile ölmüştür" (Bu, yukarıdaarzetmeye çalıştığımız düşünce ve anlayışın dünya çapında temsil ma'nasında

 bir cihattır) şeklindeki beyanından hareketle, her müslüman bu uğurda önceciddi bir cehd ve gayret içinde bulunmalı veya en azından böyle önemli bir meselenin niyetini paylaşmalıdır. Aksi halde, ferd kaybettiği gibi, İslam dini de

kendini taşıyacak omuzlar bulamadığı için hep mahkum konumda kalacaktır.

82

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 83/88

Bu işi gerçekleştirecek dava erlerinin -bana göre- ihlas, samimiyet vedünyevi beklenti içinde bulunmamaları gibi vasıflarının yanında, dünyaya bakışaçıları çok önemlidir. Tarihe bu gözle baktığımız zaman Firavun, Nemrud,Karun.. gibi insanlar dünyaya karşı bakış açılarını tam tesbit edemedikleri için

kaybetmişlerdir. Böyle bir kayıp herkes için de her zaman bahis mevzuudur.Onun için dünyanın inanç ve amel itibariyle hem çok iyi beslenmesi, hem de çok iyi yönlendirilmesi elzemdir.

Sahabe-i Kiram bizim arzettiğimiz çerçevede bu dengeyi kurmuş veişletmiş örnek bir topluluktur. Rivayetlere göre, Hz. Osman'ın 500 deveyi bir defada üzerindeki yükleri ile birlikte infak etmesi akıl ve mantıkla izah edilecek gibi değildir. Bununla, Hz. İbrahim'in, hadisenin sıhhatı tenkid edilse de,"Subbûhun, Kuddûsun, Rabbü'l-melaiketi ve'r-ruh" tesbihatı karşısında,vadiler dolusu koyunlarını vermesi arasında fark olmasa gerek. Halbuki biri

 peygamberdir, diğeri de İnsanlığın İftihar Tablosu'nun müntesibi mutevâzi bir insan. Demek ki Hz. Osman, bu davranışıyla peygamberâne bir cehd ortayakoyuyordu. Zaten Tebuk savaşı öncesi, ordunun techizatı için infak ettiği mal-menal sonucu, Allah Rasulü'nün, gözleri dolu dolu "Osman'a bugünden sonrayaptığı şeyler zarar vermez" buyurması da bunu destekler mahiyettedir.

***Bu anlattığımız hususlara, Nebiler Serveri (s.a.s)'nin şu hâli ne güzel

örnektir: Efendimiz (s.a.s.), mescid-i şerifte itikaf buyururlarken Safiyevalidemiz O'nu ziyarete gelir. Ziyaret sonrası, Safiye validemiz (r.anhâ) dönüp

giderken, (aslında bütün alemin kendisine ayağa kalkması gereken Yüce Nebi)ayağa kalkar ve zevcesini mescidin dışına kadar teşyi' eder. -Evet O,feministlerin akıllarının köşesinden bile henüz geçmeyecek ölçüde hanımlarınakarşı ciddi bir vefa ve sadakat, hatta saygı hisleriyle doludur.- Allah Rasulü(s.a.s), günümüzde nereden aldıklarını bilemediğim bir anlayışla hanımlarını üçadım arkadan yürüten bazı müslümanlara da ders verircesine, zevcesini yanınaalmış, onunla beraber yürürken, iki sahabi, hızla oradan gelip geçer. Onlardan

 birisi Evs Kabilesi'nden çok önemli bir zât olan Üseyd b. Hudayr, diğeri deAbbad b. Bişr'dir. Efendimiz (s.a.s), onlara "olduğunuz yerde kalın" diye

emreder. Sonra da Safiye validemizin yüzünden nikabı açar ve "bakın, buzevcem Safiye'dir" der. Sahabe Efendilerimiz; "estağfirullah ya Rasulallah,senin hakkında su-i zan mı?" dediklerinde, Allah Rasulü: "Şeytan, insanlarınkanının dolaştığı yerde dolaşır" buyururlar.

İmam-ı Şafii Hazretleri, bu hadise münasebetiyle: "Eğer o iki sahabininaklından, acaba Peygamber bir kadınla mı dolaşıyor? diye geçseydi, kâfirolurlardı" hükmünü vermiştir. Demek ki, Hz. Peygamber hakkında, bukadarcık olsun su-i zanna girilmemelidir. Bu mülahaza başkaları hakkında su-izan edilir şeklinde yorumlanmamalıdır. Burada konumuzla ilgili olan husus Hz.

Peygamber (s.a.s)'in, Hz. Safiye'yi onlara gösterip "zevcem" demesiyle, su-izann kapısını kapatmış olmasıdır. İşte biz de bu anlayıştan hareketle, konuşma

83

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 84/88

ve davranışlarımızın yanlış yorumlanmasına meydan verilmemesine dikkat vesu-i te'vil, su-i tefsir kapılarını kapatmanın bizim için de bir sorumluk olduğuhükmünü çıkartabiliriz. Evet, bizler, kendimiz günaha girmeme mükellefiyetialtında olduğumuz kadar, başkalarını günaha sokmamakla da mükellefiz.

***Allah'ın birlik ve beraberliğe yapmış olduğu ihsan, ferdi teşebbüslere

yaptığı ihsandan kat kat üstündür. "Allah'ın yardım eli, toplu yaşayanmüşterek hareket eden topluluğun elindedir." hakikatı zaten bu gerçeği dilegetirmektedir. Yalnız bunun sebebler planında bir takım ön şartlara ihtiyaçduyduğu da izahtan vârestedir. Bu hususta, akla ilk gelen örnek olması itibariyleBediüzzaman Hazretlerinin tesbitleri içindeki "vazife taksimi, mesai tanzimi ve

 yardımlaşmanın kolaylaştırılması" verilebilir.

***Peygamber Efendimiz (s.a.s), namazın cemaatle kılınmasına çok 

ehemmiyet vermiş ve her vesile ile bunu teşvik etmiştir. "Nefsim kudret elindeolan Allah'a yemin ederim ki, ateş yakılması için odun toplanmasınıemretmeyi, sonra da namaz için ezan okunmasını, daha sonra bir kimseyeemredip insanlara imam olmasını, sonra da cemaatle namaza gelmeyenleregidip evlerini yakmayı düşündüm" hadisi O'nun cemaate verdiği önemigöstermektedir. Nitekim fukaha, bu hadisten hareketle cemaate farz, vacib vesünnet-i müekkede hükmünü vermişlerdir. Ahmed b. Hanbel Hazretleri;

"Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin ve rüku edenlerle birlikte rüku edin"(Bakara, 2/43) ayet-i kerimesi ve arzettiğimiz hadis-i şeriften hareketle,namazın cemaatle kılınmasının farz-ı ayın olduğu hükmüne varmıştır. Şafiifukahası, namazın cemaatle kılınmasını farz-ı kifaye olarak kabul ederken,Hanefî ve Malikîler ise sünnet-i müekkede olduğunda ittifak etmişlerdir.

İnsanlığın İftihar Tablosu (s.a.s), "Cemaatle kılınan namaz tek başınakılınan namazdan 27 derece daha üstündür" buyurmuş ve cemaatle kılınannamazın sevap açısından daha faziletli olduğunu bildirmiştir. Sevab-ı uhrevîninumuma terettüp etmesi itibariyle, bir ferde verilen sevaptan diğerlerinin

mahrumiyeti sözkonusu değildir. O sevabın tamamı, nuraniyet sırrıyla herkesindefterine işlenir.

Bu hadisler, aynı zamanda bize, Allah yolunda yapılan ibadet ü taat veseyr ü sülukteki ferdî muvaffakiyetlerin, mutlak manada mükafaat ve karşılık göreceğini, ancak neticede bunların yine ferdiyet planında kalıp, hiçbir zamancemaat halinde eda edilme keyfiyetine ulaşamayacağı hakikatini öğretmektedir.Bu husus; namaz, oruç, hac.. v.s. ibadetlerde olduğu gibi, iman ve Kur'anyolunda yapılan hizmetlerde de mevzubahistir. Ancak, devamlı olarak tek bir ferde, Allah'ın vadettiği şeylere ulaşma teminatının olmadığının da mutlak 

olarak bilinmesi gerekir. İnsan, hizmet adına tek başına harikulade bir şeyler yapsa bile bu, daima ferdiyet planında kalır. Fakat bir hizmet, duygu ve

84

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 85/88

düşüncede aynı değerleri paylaşan bir cemaat halinde eda edildiği takdirde,iştirak-ı amal-i uhreviye düsturundan hareketle, cemaatin herbir ferdi buhizmetten kazanılan sevaptan hissedar olur.

Hasılı, asrımız cemaat asrıdır ve hedeflenen gayelere ancak cemaat

şuuruyla hareket edilerek varılabilir.

***Sahabe-i Kiram, biatlerini Efendimiz’in (s.a.s) elini sıkarak 

gerçekleştirmişlerdir. Zira bunun manevi tesiri çok büyüktür. O kadar ki,Hudeybiye’de Hz. Osman (r.a) Mekke’ye elçi olarak gönderildiğinde bizzat bu

 biattte bulunamamış; bulunamadığı için de Allah Rasulü (s.a.s) Hz. Osmannâmına önce sağ elini kaldırıp “Bu benim elim”, daha sonra sol elini kaldırıp“Bu da Osman’ın eli” demiş ve ardından sözlerine şöyle devam etmiştir:“Şahit olun, ben Osman’ın yerine biat ediyorum.”

Meseleye bu zaviyeden bakınca Müslümanlığın başlangıcında biat çok önemli görülüyor ve kadın-erkek herkes, “Ya Rasulallah! Allah şahit olsun ki,biz Seni kendi nefislerimize, evlatlarımıza ve mallarımıza tercih edeceğiz.”diyerek O’na (s.a.s) biat ediyorlardı. İşte bu şekildeki bir biat, inanmış bir sinenin, hayatını bağlayacağı her hususla alakalı, Allah’ın şehadetiyle, O’nunRasulüne söz vermenin ifadesi oluyordu.

Günümüzde, hayatın onlara bağlanması gereken hususlara gelince;herşeyden önce bugün doğrudan doğruya bize tevdi edilen bazı emanetler var.

 Nitekim Nebiler Serveri (s.a.s), “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara

uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah’ın Kitab’ı veResûlünün sünneti.” Buyurarak bu emanetlere dikkat çekerler. Bu itibarlahangi devirde olursa olsun bu emanetlere sahip çıkmak zımnî bir biat gereğidir ki, Cenab-ı Hakk da, “Ey Mü’minler! İçinizden hayra çağıran, iyiliği yayıpkötülükleri önlemeye çalışan bir topluluk bulunsun.” (Ali İmran, 3/104)ayet-i kerimesiyle her dönem bu emanetlere sahip çıkacak bir topluluğun

 bulunmasını ister ve adeta bize şunları söyler: “İçinizde, güzelliği temsil eden,Allah’ın güzel dediğini güzel kabul eden, çirkin dediklerini de çirkin sayan vegönülleri fetheden ve her sineye iyilik bayrağını diken kutlu bir cemaat olsun;

olsun ve gittikleri her yere burcu burcu Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.s) gülkokusunu götürsünler. Bunu yaparken de sadece ve sadece Cenab-ı Hakk’ınululuk ve izzetini dört bir yana duyurmanın heyecan ve helecanını yaşasın;

 başka hiçbir mülahazaya da bağlanmasınlar.

***Ýnsan fizyonomisinden, onun yüz hatlarýndan ve bir kýsým

davranýþlarýndan hareketle karakter tahlilinde bulunan ilm-i kýyafet uzmanlarý, bize göre gaybî sayýlan pek çok hükümlerde bulunurlar. Mesela; "kim ki saçý

sert olur, aklýyla cüret olur" yani atýlgýn davranýr, aklýna gelen herþeyi yapar ve biraz da kendini üstün görür. Ne var ki, bu tiplerin çoðu kez ayný karakteri

85

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 86/88

sergilemedikleri de bir gerçektir. Hatta araþtýrýldýðýnda bu tip insanlarýn çok iyi bir terbiyecinin tezgahýndan geçtikleri ve kendi özel duygularýný baskýaltýna aldýklarý sürece çok iyi birer örnek sergiledikleri de görülmüþtür.

Diðer bir husus da, bir insanýn saçý sert olup aklýna estiði gibi

davranmasý onun bir yaný olabilir; ama onun faik bir yaný vardýr, bu olumsuzhususu nötralize edebilir. Bir örnek vermek gerekirse, diyelim ki kýyafetnâmeyegöre gözleri çukur olan kimse kibirli kabul ediliyor; ama alný geniþ olan damütevazi; þimdi bu iki durum bir insanda mevcut ise, bunlardan biri diðerinitesirsiz kýlacaðýndan hüküm vermede biraz zorlanacaðýz demektir. Bu itibarlailm-i kýyafetle meþgul olanlar, bazý þeylere þerh koyma ve yeni hükümler icatetme mecburiyetini hissetmiþ, istisnalara büyük yer vermiþlerdir. Mesela, uzun

 boylular hakkýnda hüküm verirken Hz. Ömer gibileri istisna etme lüzumunuduymuþ ve: "Bütün uzun boylular ahmaktýr, Ömer müstesna; kýsa boylular dafitnedir, Ali müstesna" þerhini düþmüþlerdir. Aslýnda Hz. Ömer'le birlikte Hz.Halid, Hz. Abbas gibi dünya kadar uzun boylu sahabi olduðu gibi, Ýbni Mes’ud,Enes, Ebu Musa gibi bir hayli de kýsa boylu sahabi vardýr. Kaldý ki günümüzde

 bir hayli uzun boylu ahmak olmayan, kýsa boylu fitne olmayan insan vardýr.Ben öyle uzun boylu insanlar gördüm ki, uçaðýn tavanýna baþý deðmesin diye,eðilerek yürüyordu. Yine bir arkadaþýn ifadesiyle, normal arabalara sýðmadýðýiçin özel araba içinde yolculuk yapma mecburiyetinde olan akýllý insanlar varmýþ. Ayný þeyleri kýsa boylular için de düþünebiliriz. Zaten kýyafetçiler de,"Bütün kýsa boylular fitnecidir, ama Ali hariç" kaydýný düþmüþlerdir. Hz. Ali(r.a), Hz. Ömer (r.a)'e göre kýsa boyludur, ancak dünya kadar kýsa boylu vardýr 

 –yukarýda da geçtiði gibi- bunlarýn çoðu da fitne deðildir. Hatta bunlardan bazýlarý, Allah Rasulü (s.a.s)'nün ifadesiyle, Allah indinde öyle bir deðerihaizdir ki, aðýrlýðýnca altýn verilse, onun bedeli sayýlmaz. Ne var ki ta’mimetmeme kaydýyla, bütün bunlar uydurma þeyler de deðildir. Yanlýþ olan, bir insana, kýyafet ilminde þöyle deniyor diye, sadece bir uzvundan dolayýhakkýnda hüküm vermek yanlýþtýr. Bu durum hem o ilme karþý saygýsýzlýk,hem de su-i zanna kapý aralamasý açýsýndan mahzurludur. Onun için bukriterleri herkesin kullanmasý doðru deðildir. Bu ilimde doðru tesbitlereulaþmak, ancak erbab-ý firaset için söz konusudur. Allah Rasulü (s.a.s):

"Mü'minin firasetinden sakýnýn. Çünkü o Allah'ýn nuru ile bakar" buyurarak  buna farklý bir açýdan iþaret eder.

***Günümüzde eğitimden iktisadi hayata kadar bir çok güzel gelişmeler söz

konusudur. Hamiyetli iş adamlarımız, bir taraftan cehalete karşı ilim seferberliği başlatarak okullar açarken, diğer taraftan, fakirliğe karşı zengin olma seferberliğiilan ederek ticarî şirketler kurmaktadırlar. Şimdi bu türlü şeyler yapılıyor diye,vehimlere hüküm bina ederek, kapalı kapılar ardından, benim insanlara gizli bir 

şeyler söylediğim ve bununla belli hesapların, planların peşinde olduğumşeklindeki yaklaşımlar, insafsızlık ve zulümden başka bir şey değildir.

86

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 87/88

İlimle insanların dimağlarını, kalblerini aydınlatanlar, onlara değişik istihdam imkanları hazırlayanlar, fakir-fukarayı zekat ve sadakasıyladestekleyenler, insanların en hayırlısıdır. İslam'da “hayır” tabiri, insanlara zarar verebilecek yoldaki bir taşı kaldırmadan alın da, eğitimden iktisadi hayata kadar 

herhangi bir eğitim müessesesi kurmaya kadar çok geniş ve şümullü bir çerçevesi vardır. Zira hadisin ifadesiyle “insanların en hayırlısı insanlarahayırlı olandır.”

***Bir kısım arkadaşların vazife icabı yoğun çalışma tempoları nedeniyle de

olsa, anne-babasını, ailesini, çoluk-çocuğunu ihmal etmesi kat'iyen doğrudeğildir. Allah Rasulü (s.a.s), yiyip içmeden kendilerini gece-gündüz ibadeteveren ve bu arada ailelerini ihmal eden arkadaşlarına: " Nefsinizin sizin üzerinizdehakkı var, ailenizin sizin üzerinizde hakkı var, Allah'ın sizin üzerinizde hakkı var..her hak sahibine haklarını veriniz"  buyurmuştur. Biz bunu biraz dahagenişleterek şöyle de diyebiliriz; çalıştığımız müessesenin bizim üzerimizdehakkı var; anne-baba, eş-dost, çoluk-çocuğumuzun üzerimizde hakkı var;komşumuzun bizim üzerimizde hakkı var.. ve bütün bunlar, ihmal edilecek haklar da değildir. O halde her hak sahibine hakkını vermemiz gerekir.

Evet, zannediyorum arkadaşların hem işyerlerine, hem de ailelerineayıracakları vakitleri mutlaka belirlenmelidir. Evet, daha işin başında iyi bir mesai tanzimi ile bu meseleyi çok rahatlıkla halledebilirler. Arkadaşlarınmemuriyet hayatlarını, iş streslerini vb. eve taşıyıp orayı bir kaos ortamı haline

getirmeleri; evleriyle alakalı meseleleri de iş yerine taşıyıp vakitlerini bu şekildeisraf etmeleri, meseleyi çözme yerine, huzursuzluğun ve verimsizliğin daha daartmasına sebep olacaktır. Bu iki şeyi baştan çok iyi ayarlayıp dengedegötürmek çok önemlidir.

Diğer bir husus da, mesela; aileye ayrılan zaman içerisinde bir geziyeçıkılacak ve akraba ziyaretine gidilecekse, aile fertleriyle beraber gitme.. ve buşekilde geçirilen zamanın onlar için ayrıldığını hissettirme.. eve alınacak ihtiyaçları alıp sunarken bir hediye şeklinde takdim etme.. hatta sabah evdenayrılırken, "sizi çok özleyeceğim.." esprisiyle dönüp tekrar tekrar geriye bakma..

 bütün bunlar bir vefanın ifadesi olacak ve bu şekilde eve geliş-gidişler her zaman beklenir bir hal olacaktır.

İşin başka bir yönü de, çoğu zaman olmasa bile bu insanlar, bazen işleriicabı günlerce ailelerinden ayrı kalabilirler. Bu durumda da endişe ve kuşkularamahal bırakmamak için, arada telefonla aile, eş-dostlarını arayıp hal hatırlarınısormaları fevkalade önemlidir. Zannediyorum onları böyle memnun etmek Allah (c.c.)'ı da memnun etmek olacaktır. Benim tanıdığım öyle insanlar vardır ki, evinden ayrılırken hüzünle ayrılır ve dönüşlerinde de bir vuslat yaşarlar.Bunların yuvaları her zaman huzurla tüter durur ve bu yuvalar adeta birer cennet

köşesidir.

87

7/31/2019 Hadis Şerhleri Fasıldan Fasıla Serisi 1-2-3-4

http://slidepdf.com/reader/full/hadis-serhleri-fasildan-fasila-serisi-1-2-3-4 88/88

Hasılı; iyi bir mesai tanzimi ile hareket eder ve herkese ayırdığımız vaktiyerli yerince kullanırsak, hem ailemize hem akrabamıza hem de iş yerimizekarşı vazife ve sorumluluklarımızı rahatlıkla yerine getirebiliriz...