halkın takımı dergisi 6.sayı

28
1

Upload: hakan-kirezci

Post on 10-Mar-2016

253 views

Category:

Documents


8 download

DESCRIPTION

halkintakimi.com resmi yayınıdır

TRANSCRIPT

Page 1: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

1

Page 2: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

2

Dergi Mail Adresimiz: [email protected]

Page 3: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

3

BĐZDEN Merhaba dostlar… Elinizde tuttuğunuz bu sayımızla birlikte birinci yılımızı sağ salim doldurmuş bulunmaktayız. Başlarken hayal ettiklerimizin ne kadarını gerçekleştirebildik, Varmayı düşlediğimiz, olmayı istediğimiz noktaya hangi mesafedeyiz sorularının yanısıra daha doyurucu bir içerik için ikinci yılımızda neler yapabilirizin de sorgulamasını sürdürüyoruz. Hepimiz yabancısı olduğumuz bir konuyu sırtlandığımızın farkındaydık ancak zamanla Beşiktaş taraftarının yaratıcılığı söyleminin bir efsane değil hayatın ta kendisi kadar çıplak bir gerçek olduğuna şahit olduk. Artık önümüzdeki yıla daha güvenle bakıyoruz. Taşlar oturacak ve barikatın en canalıcı yerinde direnişini daha sağlam sürdürecek; bunu iyi biliyoruz artık. Bu ay kapağımızda hakemlerin bağımsızlığına (ya da bağımlılığına) dair bir vurguya yer vermeyi uygun bulduk; temennilerimizi de ekleyerek. Bir kez daha onur ve haysiyet gibi kadim değerlerin hakemlerimizin manevi bilançolarındaki özsermayeleri olması geretiğine dair inancımızı ve iddiamızı tekrar ediyoruz. Konuyu Şafak Batman işleyip sunuyor. Amiral gemimiz olan Halkın Takımı sitemizin forumu bünyesinde oluşturulan Siyah ve Beyaz gruplaşmasının tarafları siyahlıklarını ve beyazlıklarını nedenleriyle anlattılar. Bundan sonra kartalın bu iki kanadının her çırpışının dergimiz sayfalarında bıraktığı izleri bulabileceksiniz. Siyah Grup Ümit Bayezit’le 19.03.1903 tarihli doğum günümüzü kısa bir tarihçeyle anarken Beyaz Grup ise bu sayıdaki röportaj görevini üstlenmelerini fırsat bilerek Yumurtakafa Yılmaz ağabeylerini söyleşi yapma bahanesiyle sıkıştırmışlar transfer bombası patlatmaya çalışıyorlar. Çabalarından ne sonuç aldılar göreceğiz ama söyleşileri doyurucu ve eğlenceli olmuş;kendilerini kutlarız. Siyah grup önümüzdeki sayıda ne misilleme yapacak merakla bekliyeceğiz artık.

Yumurtakafa Yılmaz’ın ise Beşiktaş taraftarınca ezberleri iyice bozulanlara bir çift lafı var. Bu kez yine direk vurmuş Yılmaz Yılgın ama top rakibe çok fena çarptığı için gol nizamidir. Eskişehir Halkın Takımını tek başına örgütleyen Deniz Güllü Akkuş o hızla futbol genelinde, tribün özelinde kadının durumu üzerine itiraz ve iddialarını sunuyor. Dişi kartallarımızın sesini daha çok duymak isteğimizi de bu vesileyle araya sıkıştırarak kendisine bu konuda da yapmış olduğu öncülükten dolayı teşekkür ediyoruz. Đlk sayılarımızda Đsveç’ten, Đngiltere’den seslenip sonra susan gurbetteki kartallarımız bu kez Fransa dolaylarından Ercan Kartal’la sesleniyor. Bir Beşiktaş’lı yiğit gurbete düşse görelim bakalım başına neler gelirmiş. 1996 yılında yitirdiğimiz bir Beşiktaş’lı ozan kardeşimiz Levent Đşbilen’in hayata dair duyarlı dokunuşlarını Beşiktaşlı tüm kardeşlerimizle paylaşmaya başlıyoruz. Ölümlünün Güncesinden dökülen satırları Levent’in anısına ithaf ediyoruz. Utkan Çalışkan ara verdiği civanmert yazılarına kaldığı yerden devam ediyor. Konusu ise ortak bir duygu; Aşk. Bunların dışında tutkulu taraftar ve müşteri taraftar arasında sıkışan futbol baronlarının bu açmazlarını Hakan Kirezci ele alıp sergiliyor. Gökhan Gürgan ise takımımızın son iki aylık performans grafiğini kendine özgü üslubuyla bir güzel analiz edip asmış. Halkın Takımı sınıfının en çalışkan, en devamlılığı olan öğrencilerinden Cem Özel atölyesinde, Aykut Đlker Mete hocamız satranç tablasının başında, Bahattin Baba ise arka kapak içinde çalışmalarını kaldıkları yerden aralıksız sürdürüyorlar. Mayıs başındaki yeni yaşımızın ilk sayısında buluşmak üzere…

Page 4: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

4

Adil olun yeter! Haftalar geçiyor ve lig kazanının altına yeni yeni odunlar atılıyor. Kazan kaynamaya, ortalık kızışmaya devam ediyor. Ligde kalma mücadelesi verenler, şampiyonluk

mücadelesindekiler, yaptıkları yönetimsel

yanlışlıklardan dolayı koltuğu sallanan yöneticiler, topun ağzında olan teknik adamlar… Yavaş yavaş herkesin sesi daha gür çıkmaya başlıyor. Özellikle ligin ilk yarısında hakem hatalarının çok fazla olması, maçların sonucunu dolayısıyla da puan tablosunu etkileyecek düdüklerin çalınması, bu durum için yeterli zemini hazırlıyor. Hakemlerin performansında ki seviye, taraflı tarafsız herkesin kafasında soru işaretleri doğuruyor. Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener’in bile hakemlerin performansından memnun olmaması ve hakemlerin önemli hatalar yaptığını kabul etmesi durumun ne derece vahim bir noktada olduğunun bir göstergesi. Spor kamuoyunun hakem camiasına karşı olan güveni gün geçtikçe sarsılıyor. Tabi bu durum hakemleri baskı altına almak isteyen kimi çevrelerin de önünü açıyor. Hak, hukuk, adalet kavramlarını bir kenara bırakıp hakemler üzerinde baskı kurmayı hedefleyen malum çevreler, yaptıkları açıklamalar ile yazılı ve görsel basında kopardıkları fırtına ile gerçekten hakem hatalarından mağdur olanların da haklılığına gölge düşürüyorlar. Hafızalarda “Doğan marka otomobillerle” ,8–0 ‘lık skorlarla yer edinenlerin, başarı için her yolu mubah görenlerin, dağıttıkları teşvik primlerinin isim listeleri televizyonlarda yayınlananların, hakem camiasını ve Futbol Federasyonunu baskı altına alma çabası ile gerçekleştirdikleri bu “yaygara” kimi zaman sonuç da veriyor.”Futbol Endüstrisi” içerisinde pazar payı yüksek olanlar, yazılı ve görsel basında etkili olanlar, lobi ve kulis çalışmalarını iyi becerenler genellikle çıkardıkları “yaygara”nın karşılığını

Şafak BATMAN güçleri ile orantılı olarak alıyorlar. Kimi zaman kendilerinin Türkiye olduklarını deklare edebilecek kadar bile iddialı açıklamalar, sert çıkışlar, yapan Türk Futbolunun değerli yöneticilerinin, asıl dertlerinin 5 milyon dolarlık borç taleplerinin futbol federasyonu tarafından reddedilmesi olduğunu bugünlerde gazetelerde çıkan haberlerden öğreniyor olmamız bile işin içinde başka işlerin olduğunu gösterir bir örnek değil mi? Son dönemde bizim yöneticilerimizin de aynı taktiğe başvurduklarını üzülerek görmekteyiz. Yönetimsel başarısızlıklarının tartışılmaya başlandığı her dönemde sert çıkışlarını izlediğimiz yöneticilerimiz, bu durumu bile ellerine yüzlerine bulaştırmakta, koparmaya çalıştıkları yaygaranın altında kendileri kalmaktadır. Oysa bizim, Beşiktaşlılar olarak bu konuda farklı bir kültürümüz yok mu? Yıllardır “hakem hataları” ile puan ve şampiyonluklar kaçıran bizler futbol terminolojisine “şerefli ikincilik“ diye bir kavram kazandırmadık mı? Kulis ve lobi faaliyetlerine hız vererek, kendi noksanlarımızı görmezden gelip “balondan düşmanlar” üreterek, herkesten çok bağırıp, baskı kurarak birilerini etkilemeye çalışmak yerine, herkes için adalet istemek bizim asıl yapmamız gereken değil midir? Hakemleri bir kukla olarak gören mihraklara ve bu mihraklara kukla olanlara, kendi iktidar mücadelesinin bir kozu olarak görüp düzenledikleri yemeklerle onları bölen eski federasyon yöneticilerine, daha çok rating diye televizyon köşelerinde ellerini ovuşturan hakem eskisi televizyon yorumcularına, onlar üzerinde baskı kurup ilerde olabilecek hatalardan nemalanmak isteyen kulüp yöneticilerine karşı biz ADĐL olun yeter diyoruz. Kendi sahasında mağlup durumdayken rakip takımın futbolcusuna haksız yere gösterilen kırmızı karta tepki gösteren taraftar topluluğunun bir parçası olarak, haksız yere kazanılacak şampiyonluk yerine ”şerefli ikinciliği” tercih eden taraftar topluluğunun bir parçası olarak ADĐL olun yeter diyor ve herkes için adalet istiyoruz. Sizleri kukla yerine koyup, istedikleri gibi oynatmak için bağlamaya çalıştıkları ipleri koparın, adil olun yeter.

Page 5: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

5

19.03.1903 de doğdu şanlı kartalım… 1903 yılının MART ayında sporun suç, kabahat olarak kabul edildiği yıllarda; 26 gencin her türlü riski göz

önüne alarak, azim ve kararlılıkla, Medine-i Münevvere Muhafızı Şeyhülharem Osman Paşa’nın Serencebey’deki konağında BEŞĐKTAŞ BEREKET JĐMNASTĐK KULÜBÜ kurulur.

Binbir zorlukla ve engelle devam etmektedir çalışmalar ama kararlılıklarından, BEŞĐKTAŞ’ımızı bizlere taşıma ideallerinden ödün vermezler asla. Bir sonraki adımda kulübün adı değiştirilerek de olsa devam edilir mücadeleye. Kulübün yeni ismi “Osmanlı BEŞĐKTAŞ Terbiye-i Bedeniye Mektebi” olur, jimnastik yapmanın suç olması sebebiyle. Bugün müptelası olduğumuz futbolun spor mecrası içinde yer bulmasının zorluğundan daha da zoru futbol topuna sahip olmaktır ama onu da başarır SEMT’in gençleri. Birgün Valideçeşme'de gençler aralarında konuşuyorlar, eğleniyorlardı. Đçlerinden biri Taşkışla yönünü gösterdi: - Bakın alevlere... Taşkışla yanıyor! - Haydi gidip bakalım, orada ne oluyor? Koşarak gittiler. Amaçları yangını görebilmek ve hatta yardim edebilmekti. Taşkışla'ya geldiklerinde ilgilerini başka bir olay çekti. O bölgedeki Đngilizler bir çeşit spor yapıyorlardı. Đki takıma ayrılmışlar ve bir topun peşinde koşuyorlar, sayı yapmaya çalışıyorlardı. Hayranlıkla bir süre onları izlediler.

- Bu oyunu biz de oynayamaz mıyız? - Oynarız - Ama nasıl? Bizim topumuz yok ki... - Alalım şu topu kaçalım. - Olmaz, ayıp olur... O sırada top önlerine gelir. "Alalım şu topu kaçalım" diyen Katip Tevfik dayanamaz; topu alır, Đngilizlerin şaşkın bakışları arasında koşmaya başlar; arkadaşları da peşinden tabii... Valideçeşme'ye geldiklerinde izlerini kaybettirmişlerdi. Topu Refik Osman'ın evinin bahçesinde saklarlar. Onlar Beşiktaş kulübünden değildiler belki ama hepsi de Beşiktaş'ta oturan gençlerdi... Böylece semte futbol topunu ilk getirenler olarak tarihe geçtiler. Sonrası inanılmaz bir tarih… Yüzlerce kupa, madalya, şeref armaları… Günümüzde 106 yılını geride bırakan koskaca bir çınar artık BEŞĐKTAŞ’ımız. Yüzyıldır kırılamayan rekorlara sahip bir çınar. Azimle, çabayla, emekle bizlere kadar gelen bir çınar BEŞĐKTAŞ’ımız ve çınarın altında öbeklenmeye başlayan sevdalılar ve çınarın gölgesinde serinleyen, başında nöbet tutan ‘’optik’’ ve dostlarının aşkını ifade etmek adına o görkemli gövdeye kazıdıkları çArşı ismi… Sevdasını çınarın tam bağrına kazıma cesaretini gösteren, olmaz yok; inadına, ‘’MUTLU AŞK VARDIR’’ diyebilen BEŞĐKTAŞ sevdalıları. (Devam…)

Page 6: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

6

Bir büyüğümüzün

sözünü ettiği gibi gerçekten ‘’BU ADAMLAR TAKIMIN BĐR PARÇASI’’… Tarifi imkansız bir sevda

uğruna harcanan

kilometreler, hayatlar, canlar. Hayatın anlamı denilecek kadar net ve o en sert çizgiye kadar ayrı bedenlerde yaşatılan, dizginlenemeyecek ortak ruh. Ölümüne bir sevda; bizimkisi bir aşk hikayesi… Sahaların hakimi olmak isteyenlere karşı dimdik duran tribünlerin hakimleri, dünyanın gıpta ettiği bir taraftar kitlesi var artık asırlık BEŞĐKTAŞ’ımızın yanında, ardında… Kâtip Tevfik, Optik (Mehmet Işıklar) ruhuyla direneceğiz, teslim etmeyeceğiz parababalarının, sahaların, tribünlerin kısaca sevdamızın hakimi olmak isteyenlerin, sporun ruhunu bozmak isteyenlerin emellerine BEŞĐKTAŞ’ımızı.

Öz kaynak düzeni sağlıklı işleyen, güce muhtaç değil güçlü bir BEŞĐKTAŞ adınadır çabamız. Tarihsel ve toplumsal sorumluluğunun bilincinde, ayakları üstünde dimdik duran bir BEŞĐKTAŞ içindir tribünde kurduğumuz barikatın gayesi. Gül renginde bağışlanan kanlar, güllerle süslenen tribünler, gül kokusunda yarınlar… Tarih, mutlaka sayfalarında gelecek kuşaklara bunu da aktaracaktır. Yıkılmadan uzun yıllardır duran tek barikat, BEŞĐKTAŞ ve taraftarlarıdır. Đnancımız BEŞĐKTAŞ’ımızı var eden şanlı tarihimize, Hakkımız olanı istediğimiz Şerefli mücadelemize, samimiyetimizedir.

BEŞĐKTAŞ’IN var ettiği çArşı ve çArşının ortaya koyduğu azim, kararlı duruş… Sevinmek için sevmedik bizler. Üç puan sevgisi değildir, BEŞĐKTAŞ sevgisi… Ancak verilen emek ve içinde bulunulan yarışın amacı başarı ve kazanmak. Kartalımızın başarıları gururumuzdur. Resmi statüyle oynanan Türkiye 1. futbol liginde BEŞĐKTAŞ’ımızın 12 lig şampiyonluğu bulunmaktadır. Bunun dışında Cumhuriyet öncesinden Türkiye 1. futbol ligi kurulana kadar geçen sürede, çeşitli liglerde onlarca şampiyonluğumuz ve tüm bu süreçte elde ettiğimiz onlarca kupa şampiyonluğu bulunmaktadır. Şampiyonluklarımızdan 100. yılımızı kutladığımız, 2002/2003 sezonunda kaldırdığımız lig şampiyonluğu kupası en anlamlı kupalarımızdandır. Tüm BEŞĐKTAŞ tarihine tanıklık edebilmeye imkan sağlayan BJK MÜZE’si ĐNÖNÜ STADI’mızda eski açık tribünün altında bulunmaktadır. BJK MÜZE’sinde tüm süreçte kazanılan kupalar, kulüple ilgili fotoğraflar, belgeler, tarihe adını BEŞĐKTAŞ’ımıza hizmetle düşmüş futbolcularımızın forma vs. kullandıkları eşyalarının yanı sıra iyi bir BEŞĐKTAŞ taraftarı olan eski Pakistan devlet başkanı Pervez Müşerref’in kulübe hediye ettiği özel bir kılıç da

bulunmaktadır. Müzemiz her gün 10.00 – 18.00 saatleri arasında ücretsiz ziyaretsiz edilebilmektedir.

Onurlu duruşumuzla nice yıllara BEŞĐKTAŞ’ım Bayrağını gönderde tutmak adına çabalayanlara selam olsun…

Page 7: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

7

Ezber Bozuyoruz

Tribünde monoton bir şekilde çekirdek çıtlatarak maç izleyen taraftar olmadığımız için; Sadece taraftar değil; iyinin, güzelin,

haklının, kardeşliğin ve emeğin yanında açıkça taraf tuttuğumuz için; Sponsor firmaların her şeyimizi satın almaya çalışmasına karşı olduğumuz ve pahalı oyuncakların yerine altyapıya sahip çıkılmasını savunduğumuz için; Doğudan Batıya, Kuzeyden Güneye bağış kampanyaları yaparak yoksul insanlarımıza yardım ettiğimiz için ; Ezber bozuyoruz… Yahu bizde amma yapıyoruz ha. Sporun amacına uygun olarak değerlendirilmesi maalesef yine bize düşmüş… Sevginin yerine düşmanlığın, cesaretin yerine korkaklığın, gerçeğin yerine yalanların prim yaptığı bir dönem de yaşıyoruz. Kanı üç kuruş etmeyenlerden beş kuruş istiyorlar. Kralların çıplak, maymunların medyatik, yoksulların pasta yemek zorunda olduğu bir devirde yaşıyormuşuz da haberimiz yok ya. Kuşatılmışlık öyle bir hal almış ki işte, evde, askerde, okulda, camide, kilisede, havrada medyada, ne ararsan her şey hapsedilmek üzerine. Tribünde susmamızı istiyorlar, susturmak istiyorlar. Diğerleriyle aramızdaki en büyük farkımız da bu işte. Espriler ifade ederken dahi cesaretimiz yanımızda, aklımızda ve pankartımızdadır. Gördüğünüz gibi Ezber bozuyoruz. Bazıları bizim yaptığımız çalışmaları medyatik buluyor. Gülüp geçiyorum; mesaj vermek için iletişim kurma kuralını bilmeyenler cahilliklerini kusuyorlar. Örneğin bağış kampanyalarımızla ilgili çalışmaları ve resimleri sitemizde yayınlamak bazılarının zoruna gitmiş. “efendim iyi güzel de bağışın gizlisi daha makbulmüş”. Yav biz onlardan akıl almak için kampanya yapmıyoruz ki. Kaldı ki gizli yardım teranelerinin nasıl suiistimal edildiğini de hep beraber görüyoruz.

Malzemeleri gönderen dostlarımızın gönül rahatlığı içinde olması amacıyla resimleri yayınlamak zorundayız arkadaş. Bu bizim için bir zorunluluk ve sorumluluktur. Üstelik her seferinde çağrıda bulunarak gelin burada da tatlı bir rekabet ortamı yaratalım diyoruz. Hani neredeler? Kahve köşelerinde internet kafelerde ona buna laf yetiştirmekten dolayı hiçbir şey başaramayanlar yapıyor bu eleştirileri. Bizi karşısında görenlerin en çok zorlandığı konulardan biri de bu. Yaptığımız çalışmaları yakından takip etmek istiyorlar fakat yetişemiyorlar, kızgınlıkları birazda ondan. Dedik ya; Ezberlerini bozuyoruz. çArşı ve karşı duruş öyle bir hal aldı ki artık sadece karşıyız demek yetmiyor bize; alternatif projelerimiz ile kulüp yönetimine, ülke yönetimine hatta dünyanın yönetimine bile talip olacak çalışmalarımız ve cesaretimiz var. Üstelik görüş ve önerilerimizi paylaştığımız internet sayfamızla fanzin olarak çıkardığımız dergimiz bile var. Yakında televizyon yayınına başlarsak şaşırmayın... Akıp giden zamanı sadece izlemekle kalmıyor, zamanın önüne geçmeye çalışıyoruz. Đşte bu nedenlerden ötürü ezber bozmaya da devam edeceğiz. Nereye kadar mı? Onu da hep beraber göreceğiz. Bir inancın yüceliğinde buldum seni bir kavganın güzelliğinde sevdim. Bin kez budadılar körpe dallarımızı bin kez kırdılar. Yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz bin kez korkuya boğdular zamanı bin kez ölümlediler yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz. Bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek ey her şey bitti diyenler korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler. Ne kırlarda direnen çiçekler ne kentlerde devleşen öfkeler henüz elveda demediler. Bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! Adnan YÜCEL

Page 8: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

8

Futbol ağalarının taraftar açmazı

Futbol kulüplerinin

sırtına binerek uluslararası

market zincirlerini kuran ve işleten futbol baronlarının kapitalizmin en temel çelişkisiyle başlarının derde girmesi de kaçınılmazdı elbette. Diyalektik materyalizm bu çelişkiyi “karşıtların birliği” olarak tarif ediyor. Her unsur kendi karşıtını içinde taşır. Hayat yoksa ölüm de yoktur. Hayat başladığı andan itibaren ölüm de devreye girer. Mücadeleyi güçlüyken sürdüren hayat bu gücünü yitirdiği an ölüme yenilir. Bir organizma yaşamak için oksijene ihtiyaç duyar. Oksijenin yanmasıyla açığa çıkan enerjiyi kullanarak varlığını sürdürür ama aynı zamanda ortaya çıkan oksitlenme sonucunda da gitgide yaşlanarak ölüme bir o kadar yaklaşır; sonunda ölür. Yani oksijen hem yaşamdır canlılar için hem de ölüm. Konumuza dönersek; Sermayenin futbola yönelmesindeki ana cazibe merkezi takımının arkasında ona tutkuyla bağlı milyonlarca taraftar kitlesidir. Futbolu endüstriyel bir mekanizmaya dönüştürüp ürettiği tüm metayı hedef kitlesi olan taraftara satmak çok karlı bir yatırım ancak bir o kadar da can sıkıcı olabiliyor. Şöyle ki; Kendine ait olarak gördüğü takımının endüstriyel bir market gibi çalıştığını, taptığı formasının Japon turistin bavuluna döndüğünü, maçlarını seyretmek istediği zaman; stadyumda ya da TV de bütün seyir haklarının yüksek paralara satıldığını, kısacası dört başı mamur bir biçimde söğüşlendiğini gören taraftar bu endüstriyelleşme işine bazen fena halde takabiliyor. Takıyor da ne yapıyor? Maçlarda yayıncı kuruluşu dışarı davet edebiliyor; sattıkları lisanslı ürünleri, decoderlerini almayı reddedebiliyor; sponsor olan firmalara tavır alıp ürünlerini boykot edebiliyor;

globalizmin yükselen değerlerine karşı kendi köhnemiş! kadim değerlerini dayatabiliyor; stadlarını, salonlarını mabed gibi görüp isim haklarının kendilerinde olduğu iddiasıyla müteahhitlerin, gazozcuların, şekerlemeci, bisküvici şirketlerin isimlerini reddedebiliyor; kendi atkılarını örmek, pazardan formasını almak, bayraklarına dolanıp stadlarda ibadetini yerine getirmek isteyebiliyor; Stadının sirk çadırına çevrilmesine karşı koyabiliyor. Bu durumda, yatırımını koruyabilmek adına bu tür taraftarın tasfiye edilmesi gereği gibi bir sorunla karşı karşıya kalıyor futbol baronları. Ne diyor bir süt reklamında üretici şirket? Sağdığımız sütün iyiliği ineklerimize gösterdiğimiz özene bağlıdır.

Sağdıkları sütün kalitesini düşüren “ineklerin” yaban çayırlara sürülmesi işine kasırganın gözünden yani tribünlerden başlamak gerekiyor. Masum fairplay söylemleriyle söze ve işe

başlayıp devamında “küfürsüz maç izleme… Pankart ve bayrakları tribüne sokmama… Sık sık seyircisiz oynama ya da saha kapatma cezaları verme… Bilet fiyatlarını yüksek tutarak ve kombine bilet sistemiyle tribün profilini denetim altına alma… Armanın-formanın lisansı gibi bir tezgahı devreye sokarak taraftarın kendi öz materyalini kendilerinin üretmesini yasa marifetiyle engelleme gibi önlemler devreye sokuluyor. Ellerindeki medyayla da bu yangına pompaladıkları ana fikir şu; “Futbol bir spor, bir eğlencedir. Đnsanlar ailelerini, çoluk çocuklarını alıp Pazar gezmesine gider gibi maçlara gidebilmelidir. Stadyumlar endüstriyel futbol ticarethanelerinin tüm dünyaya açılan vitrinleridir ve bu tür taraftarlık gösterileriyle bu vitrin kirletilmektedir. Öyleyse bu ayaktakımını tribünlerden uzaklaştırmak gerekir. Parası olmayan maça gelmesin. Falanlaaar ve filanlar…” Đşin aslı ilk planda tribünden gelen üç kuruş paranın kontrolü ve artırılması değil isyan potansiyeli taşıyan çekirdek taraftarın ortadan kaldırılmasıdır tabii. Yoksa 15-20 milyon taraftarı olan bir kulübün 25-30 bin kişisi maçlara bedava girse ne olacak hiç gitmese ne olacak. Peki tüm bunlar meseleyi hallediyor mu? Futbol sermayesinin bu tür önlemleri hayata geçirerek içine düştükleri açmaz nedir ona bir bakalım. (Devam…)

Page 9: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

9

Bir kere futbol bir spor değildir artık, eğlence ise hiç değildir. Asıl taraftarı

tribünlerden uzak tutup Amerikan tipi hamburgerci, pop-corncu, çoluk-çocuk,

hanım-sevgili müşteri/seyirci profilini tribünlerde hakim kılarsanız maçlara gitmek bunların sadece seçeneklerinden biri olacaktır. Sinemaya gitmek, kafede oturup çay içmek, sirke gitmek, parka gitmek, bara gitmek, maça gitmek vb.

Sadece tuttuğu takımın maçı için bazen binlere varan kilometreleri, aç kalmayı göze alarak kateden; cebindeki son parayı, ciğerindeki son havayı bu uğurda feda etmekten kaçınmayan; adanmışlığı ve fedakarlığı kimliğinin bir parçası olarak takımına sunan taraftarı vitrinden kovmayı becerebilirseniz yerine, oturduğu yerin parasını ödeyen, antrakta (devre arasının adı artık böyle olacak elbet) büfelerinizde sunduklarınızı rahatlıkla yiyip içen, parasını verip lüks pisuvar ve klozetlere çişini yapan, tribünleri rengarenk kıyafetleriyle dolduran süslü konu mankenlerinin ilgilendiği son yer önündeki kocaman saha ve oradaki takımlar olacaktır artık. Öyle ya çocuğunun karnı acıkır gofret gazoz ister, karısının çişi gelir götürüp kapıda beklemek gerekir, beyefendi bunalır, efkarlanır; gidip arkada iki tek atmak ister vs.vs.. Öyle üç beş sirk maymunu kılıklı yıldız futbolcuyla ve

onların medyatik karıları ve sevgililerinin magazinel faaliyetiyle futbol seyircisi bile oluşturamazsınız sil baştan nerede kaldı taraftar. Ardından ise asıl büyük tehlike yani tutkunun kaybolması tehlikesi sizi beklemektedir artık.

Tutkuyu yitirdiğinizde sıradan pahalı bir mala çevirdiğiniz sirk aktivitelerinin ve süslü sirk palyaçolarının doldurduğu futbol takımlarının ardında ona tutkuyla bağlı hiçbir salak bulamazsınız. Tutku besleyicidir; Tutku üreticidir, yaratıcıdır; Tutku birbirini tetikler; Tutku rekabeti azdırır. Tutku bünyesinde küfürü de barındırır kavgayı da; Adanmışlığı da barındırır, ölmeyi de. Siz bunu korumayı beceremediğinizde yukarıda tarif edilen asıl taraftar kimliği söner ve elinizde paralı ama aynı zamanda da bol seçenekli bir seyirci kümesi kalır ki bunları sağlam müşteri haline getirmek o kadar da kolay değildir artık. Öyle takımın armasını her üstüne yapıştırdığınız boku püsürü bunlara eşşek yüküyle bir paraya kakalamak, süslü stadlarınızda sözde yıldızlarınızla sunduğunuz sirk gösterilerine çekmek, milyonlarca dolar yatırdığınız yayın haklarınızı satmak yuppie kılıklı dahi reklamcılarınızın, pazarlamacılarınızın bile kolay kolay becerecekleri bir iş değildir artık. Yani kurtulmak istediğiniz taraftar kimliği aynı zamanda size en çok lazım olanın ta kendisidir. Tıpkı organizmanın ihtiyacı olan oksijen gibi. Sizi besleyip yaşatacak da odur zamanı gelince öldürecek olan da…

Sözü Napoleon Bonaparte’ın bir sözüyle bağlayalım: Süngüyle iktidar olabilirsiniz ama üzerinde uzun süre oturamazsınız

Page 10: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

10

Etnik köken, kimlik sorunu ve benim özeleştirim

Fransa'ya gelip de Fransız solu ile tanışmamdan sonra bazı konularda Türkiye soluna haksızlık ettiğimi anladım çünkü bazı konuların sırf Türkiye

özgülünde gelişebileceğini

sanıyordum. Bunların en başında da din konusu geliyor. Konunun özü bu değil aslında ama giriş olarak bunu seçtim ne yapalım. Din ve etnik köken üzerinden siyaset yapmak moda olduğu için biz de dinsizlik ve dünya kimliği üzerinden siyaset yaparak marjinalliğimizi koruyalım. Đyi bir ironi oldu bu arada; her neyse konuyu dağıtmadan devam edeyim. Fransız solu da bizim gibi ilk devrimcilik yıllarında hemen kiliseden kopup dinin bir afyon olduğuna inandırılmış. Hiçbir devrimci bu süreci sorgulamamış bile. Yıllar sonra bazı şeyleri felsefi anlamda aştıktan sonra daha doğrusu bir şeylerin yerine bir şeyler koymaya başlayınca ilk sarhoşluk gibi bir anı kalmış hafızalarda. Amma velâkin bizde olduğu gibi din olgusu onlarda da aşılamamış. Her ne kadar bizdeki gibi din olgusu sosyal hayatı bir hizaya sokma biçiminde olmasa bile yine de ritüeller hayatı belirleyebiliyor. Örneğin Alman ya da Fransız solundan herhangi bir kimse Noel akşamı mutlaka ailesi ile birlikte olur. “Bugün dini bir gün, ben tek takılacağım” diyen çıkmaz. Aradaki fark; onlarda din, sosyal hayatın bir şirinliği gibi algılanıyor. Bizde ise mecburiyet ve yükümlülüklerin zorlamasıyla olsa gerek herşeyi reddetme ölçüsünde bir anlayış var. Türkiye'de bir ateist günde en az bir şaka yapar din üzerine; yoksa rahat edemez.

Din konusunu bu şekilde güncelledikten sonra geçelim etnik köken meselesine. Almanlar için bir şey diyemeyeceğim ama Fransızlar orijinal Fransız olmadıklarının farkındalar. Hepsi de kendilerinin bir şekilde melez olduğunu kabullenmişler o yüzden çok keskin bir Fransız milliyetçiliği daha doğrusu kana dayalı bir ırkçılık söz konusu değil. Daha çok Fransız kültürünün etkinliği çerçevesinde bir milliyetçilik anlayışı var. Burjuva devrimini yapmış, dünya sanatına

geçmiş olmanın burun büyüklüğü, Fransa'da olan ama Fransız olmayan herkes tarafından hissedilir, hissettirilir. Fransız solunda geri dönüş ya da bizim tabirimizle döneklik kavramı daha az. Bugün FKP kongresine giderseniz kendinizi emekliler derneğinde hissedersiniz. Bu hem hoş hem de gençlerin bulunmamasından ötürü hüzün vericidir. Avrupa solunun farklılıklarından sonra gelelim bizim sola. Đlk başta bahsettiğim o ilk sarhoşluk anısından biz bir türlü ayılamamışız sanki. Ne din duygusunu ne de etnik köken sorununu aşabilmişiz. Etrafımdaki bütün devrimci arkadaşlar siyasi hareketlerinden koptuktan hemen sonra ya Alevi derneklerini doldurdular, ya camiileri ya da etnik siyaset yapan merkezleri. Bir dönem için bu süreçi ben de yaşadım. Siyasi bir yapıdan ayrılınca Türk kimliğime sarıldım. Ama bizim siyasi inancımız bir biçimiyle değişebilen koşullara göre güncellenebilen bir şey; iyi ki de değişiyor. Biz neye inanmışız? Açıkçası ben partime inanmışım. Bugün ise bu inanç çok anlamsız geliyor çünkü parti sadece bir araç ve araca değil hedefe inanılır. Araç bozulabilir, yanlış yola sapabilir; gerektiğinde tamir etmek, gerektiğinde değiştirmek gerekir. Araç tamir kabul etmiyorsa ki çoğunlukla etmez, o zaman aracı değiştirmek gerekir.

Bir paragraf geriye dönersek; partisizlik ya da örgütsüzlük diyelim, psikolojik olarak insanda kimlik problemini ortaya çıkarıyor diyebiliriz. Siyasi inancımızı birleştirdiğimiz parti ortadan kalkınca başka şeylere sığınma ihtiyacı doğuyor. Bu ihtiyaçla birlikte yeni bir kimlik hayatımızı şekillendirmeye başlıyor. Bu yeni kimlik ya tamamen bir geriye dönüşle ya da zamanla çevreye bağlı kendini aşma yoluyla kendini tamamlıyor. Bütün bunlardan sonra edindiğim tecrübe şu oldu. Bir devrimci örgütlü ya da örgütsüz önce şunları sormalı kendine; Türk veya Kürt olmak folklorik bir motif midir yoksa daha da fazlası mı? . Din sosyal bir şirinlik midir yoksa sığınılacak bir liman mı? Verdiğin cevaplarda kendi gerçeğin gizli. Hepsini geçtim… Peki, Beşiktaş bunların yerine geçebilir mi? Örneğin Beşiktaş milli takımla maç yaparken hangisini destekleriz? Ben şahsen Beşiktaş'ı desteklerim… Ya da bir arkadaşı uğurlarken kartalın kanatları üstünde olsun demek bana keyif verir

Son olarak Beşiktaşlı olmak üzüyor ama hiç terk etmiyor… Beşiktaşlı olmak üzüyor ama bitimsiz bir mutluluk kaynağı… Karşı koyma, kendin olma haliyle Bitmeyen isyanda beni anlatıyor.

Page 11: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

11

8 MART DÜNYA EMEKÇĐ KADINLAR GÜNÜ Bilindiği gibi 8 Mart Dünya

Emekçi Kadınlar Günü, 8 Mart 1857'de

Chicago'da yanarak ölen kadın tekstil

işçilerinin anısına, Clara Zetkin'in önerisi ile dünya emekçi kadınlarına armağan edilmiş bir gündür.

Daha insanca iş ve yaşam koşulları için hayatlarını kaybeden bu kadınlar, kadınların eşit ve özgür bir dünya taleplerini canlı tutmalarının temel dayanaklarından olmuştur. 8 Mart; oy hakkı, sendikalaşma ve eşit işe eşit ücret gibi taleplerle yola çıkan emekçi kadınların mücadelesinin bir ürünüdür. 8 Mart Türkiye'de ilk kez 1921'de "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmış, 1975'de Đlerici Kadınlar Derneği'nin çabalarıyla sokaklara taşınmıştır. 1977'de Birleşmiş Milletler'in 8 Mart'ı "Dünya Kadınlar Günü" olarak ilan etmesinden sonra Türkiye'de de 1980'lerden başlayarak, özellikle 1990'lardan bu yana 8 Mart farklı kadın örgütleri tarafından çok daha yaygın olarak kutlanmaktadır.

Dergimizin 6. sayısının emekçi kadınlar gününün kutlandığı aya denk gelmesi üzerine kadının tribündeki konumundan çok kadının futbolla ilgilenmesine verilen tepkiyi birazcıkta olsa gözler önüne koymak adına bu yazıyı yazma teşebbüsünde bulundum… 9-10 yaşlarımda mahallemin kız çocukları bebeklerine elbise dikerken ben erkek arkadaşlarımla asfaltsız sokaklarımızda top oynardım. Bazen diğer mahallenin çocuklarıyla mahalle maçları bile yapardık. Belki ofsayt, korner nedir bilmezdim ama yine de top tepmek büyük zevk verirdi bana. O zamanki çocuk aklımla bile şunu anlayabilmiştim; futbol sadece erkeklere göre, onlara özgü bir oyun değildir ama gel gör ki ülkemizde futbol oynamak ne haddine bir kız çocuğunun. Öyle ki bu ülkede baleye bile öcü gibi bakanlar varken bir de ayak topu ile ilgilenmek ne mümkün. Ailemden çok azar işitmişliğim var kız başına ne erkek oyunu oynuyorsun diye. Đşte Avrupa’da modernizmin vermiş olduğu bir rahatlıkla bayan taraftar profili gitgide gelişirken bizde maalesef daha yeni yeni başlamış bulunmakta. Erkek hegomanyasına alınmaya çalışılan futbol aslında insan zevkine hitap eden bir spor dalıdır kanımca. Evet, kadınların hepsi bilinçli midir futbol adına? Belki değildir ama bu durum kadınların bu alandan dışlanmasını gerektirmez. Öyle ki bir çok tribünlerdeki erkek taraftarlar bile sadece deşarj olmak adına orada bulunmaktadır. Zaten bu tür kitlelere taraftar değil seyirci denir daha çok. Elinde çekirdek, birkaç tepki ve tezahurat; hepsi bu. Amacım feministlik yapmak değil aslında. Değinmek istediğim konu tribünlerde kadınların giderek çoğalmasıyla bu tribünlere kattıkları; katabilecekleri ile ilgili. Yaşamın her alanında bulunan kadınları futbol arenasından uzak tutmak bence büyük bir haksızlık. Kadın kendi zerafetini tribünlere yansıttığında bence daha estetik bir tablo ortaya çıkacaktır Öyle ki birçok fanatik kadın taraftar bu konuda kendilerini kanıtlamış veya kanıtlmaya dahi ihtiyaç görmeden bunu sergilemiştir. Herşeyden önce taraftarlığın erkek ve kadın olarak ayrılması başlı başına bir hatadır. Bir takımın renklerine, armasına, bayrağına sahip çıkıp onu kendi yaşamında ön sıralara koyan herkes taraftardır. (Devam…)

Page 12: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

12

Bu da taraftarlığın

cinsiyeti olmadığını göstermez

mi? Peki neden o

zaman tribündeki

kadınlar sadece kadın

olarak algılanıp

ayrımcı bir muameleye tabi tutuluyor? Ve neden tribünler erkek hegomanyasındadır? Yürüyoruz; yürüyoruz yanyana; güzel günler adına. Kadınız, insanız; insanlığı ayağa kaldırıyoruz Paydos bundan böyle köleliğe, aylaklığa. Herkes çalışsın, bölüşülsün kardeşçe yaşamın sundukları. Đşte bunun için yükseliyor yüreklerimizden bu ekmek ve gül türküleri ve yineliyoruz hep bir ağızdan "Ekmek ve gül! Ekmek ve gül!" Herşeyden önce taraftarlığın erkek ve kadın olarak ayrılması başlı başına bir hatadır. Bir takımın renklerine, armasına, bayrağına sahip çıkıp onu kendi yaşamında ön sıralara koyan herkes taraftardır. Bu da taraftarlığın cinsiyeti olmadığını göstermez mi? Peki neden o zaman tribündeki kadınlar sadece kadın olarak algılanıp ayrımcı bir muameleye tabi tutuluyor? Ve neden tribünler erkek hegomanyasındadır? Đşyerimde çoğunluk erkek Sadece iki kadınız çalışan. Geçenlerde futbol üzerine sohbet ediyorlardı. Konu döndü dolaştı ve Beşiktaş’a geldi. Akıllarınca birşeyler atıp tutmaya başladıklarını görünce dayanamayıp konuya bildiğim şekilde yorum yaptım. Bunun üzerine, içlerinden çok da sevdiğim bir arkadaş bana dönüp “futbol senin neyine, sen kadınsın; git örgü ör, temizlik yap” gibi densiz bir laf etti. Biraz garipsedim çünkü anormal bir şey dememiştim ama haklıydı aslında. Ülkede kadın her alanda arka plana atılmış ve bu mantalite maalesef ülke genelinde hala mevcut. Bu durum tribünde de aynen böyledir. Bir taraftar olarak endüstriyel futbola hizmet eden her anlayışa karşıyım. Kadınlar sadece izleyici değildir hayata karşı; her alanda hayatın içinde olmaktan yanadır.

Bu yazıyı yazmadan hemen önce Ankara’dan yeni gelmiştim. Önce ablama gittim. Bir bayan arkadaşı ve benim yaşlarımda başka bir bayan daha vardı. Kadınların olduğu ortamda ucuzluklar, alışveriş falan gibi dedikodular, sudan muhabbet yapılır mantığı ile herkesi genele indirgemek hata olur. Ülkenin siyasi gidişatından, aşka; aşktan, Beşiktaş’a kadar her şeyi konuşup tartıştık. Biz kadınlar futboldaki, tribünlerdeki eksiklikleri dünya tribünlerini örnekleyip tartışırken erkeklerin bu konuda fazla da bir dertleri yok gibi sanki. Bu yazımın temel derdi feminist ya da cinsiyetçi bir yaklaşımdan çok her alanda var olan bizleri, hem var olduğumuz alanlarda hem de tribünlerde ikinci planda görmenin ve tutmanın yanlışlığını dile getirmekten öte değildir. Unutmayalım ki kadın erkek elele verilerek yapılan her iş bir başka güzellik katmıştır hayata. Eğer tribünlerimizde kadına destek verilirse tribünlerin güzelliğindeki değişimi hep birlikte göreceğimizden eminim… Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta, sanki gidenler hiçbir zaman hiçbir menzile erişemeyecekti. Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle Ve onlar ayın altında dönen ilk tekerlekti. Ayın altında öküzler başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi ufacık kısacıktılar ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında ve ayakları altından akan toprak, toprak, ve topraktı. Gece aydınlık ve sıcak ve kağnılarda tahta yataklarında koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı. Ve kadınlar birbirlerinden gizleyerek bakıyorlardı ayın altında geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. Ve kadınlar bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve kara sabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların

Page 13: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

13

Gözlerim darağacımdır Şimdi AŞK… AŞK… Beni dün gece arkamdan vurdular… Koşuşan ve konuşan onlarca insanın içinde; ellerimi dahi bağlamadan vurdular… Soluksuz kaldım aşk; Nefesim senin düşüne karıştı… Soğuktu hava, ayazdı; gece siyah, kar beyazdı. Eski bir tezahühatı özlercesine baktım ayışığına… Gündüzden göçebe bir

martı şahitti ağlayışıma ey aşk; senden öğrendiğim tüm

mısraları sessizce onun

kulağına fısıldadım… ”Yağmurlu bir

günde görmüştüm

seni…” Martı, Haliç’in en umarsız şarapçısının en baş yareniydi ya da Neyzen Abi’in dudağında bir yarım ezgi… Silinmiş tüm mısraları ezberime aldım; Son anımda adını koydum türkülerimin ilk hecesine ve en sevdalı yıllarımı paylaştım senle… AŞK AŞK… Sen ellerimi uzatsam tutacağım diyebileceğim,kKorkularımı ardımda bırakıp, yanıma cesareti alıp geldiğim yarimsin… Sen uzakta; hani o dağların gerisinde bir yerlerde; hani armut ağaçlarının, dağ keçilerinin, kaçakçıların olduğu hayatlardasın… Güneşin ve özgürlük türkülerinin içimizi ısıtan sıcaklığında, saçlarında kekik kokusunu, saçlarında baharı, saçlarında her mevsimi taşıyan isimsiz güzelliklerdesin…AŞK

AŞK… Yargısız infazların sorgusuz tanığı. Kaç gece idama mahkum ettiler seni, kaç kez kalemini kırdılar ve ellerinle ilmeği boynuna geçirip kaç kez tekmeledin idam sehpalarını. Hatıralarımda nice yenilgiler, nice zaferler var şimdi. Hem “ben oğluma ne diyeceğim kaptan” diyen bir babanın feryadını, hem “burada yenilirseniz Đstanbul’a yürüyerek dönersiniz” diyen bir BABA’nın isyanını, hem de “bozuk düzende sağlam çark olmazmış” diyenlere inat ŞEREFimizi korumanın, SON BARĐKAT olmanın zorluğunu ve onurunu paylaşıyor yüreğim…AŞK AŞK… Seni sana anlatmak ne de zormuş… Gecenin koynuna aldığı çocukların dilinden şiirler yazmak sana. Nereye gömüleceğini bile bilmeden mezar taşlarına siyah-beyaz yazdıranların şiirleri. Sensiz ağlamayı beceremiyorum beni ağlatmanı istemem bundandır. Sensiz gülmeyi beceremiyorum beni güldürmeni istemem bundandır. Kaç sevdiğimiz ağlattı bizi; sete yakın uzun boylu, kartal bakışlı, sert duran güzel gülen ağabeylerimizi yitirdik . Onların adını senin adının yanına kattık türkü ettik. Umudun bittiği her yerde denize bir taş atmak için biz orada olduk ve her hare karşı kıyıya vurduğunda sana bizim gibi sevdalı birilerinin orada olmasını istedik. Seslerimiz isimsiz tanırdı birbirini; kara, kapkara bir umuttuk inançsızlığın tam ortasında ve yoldaşlarımıza sokularak yenerdik soğuğu ve titremelerimizi durdurmaya çalışırdık avuçlarımıza üflediğimiz soluğumuzla…AŞK AŞK… Ben yine yanındayım bugün… Önce trene kaçak bineceğim, Sirkeci’den koşar adım Dolmabahçe’ye geleceğim. Atkılarını gözlerine kadar çekmiş dostlarla buluşacağım. Şairler’de en ayyaş halimle bir marş söyleyeceğim sana; heykellerin ellerine kadehler tutuşturup Melih Cevdet’i, Orhan Veli’yi sohbete ortak edeceğim. Yüreğimin doğusunda bir yerde kar yağacak, üşüyeceğim. Sigaramdan dumanlar savuracağım senin göğüne. Ellerimde sana olan sevdamın mektupları pankartlar taşıyacağım ve adımlarımın sesi mabedimizin duvarlarında yankılanırken haykıracağım… ”AŞK…BEŞĐKTAŞK.. YETER ULAN SEVĐYORUM SENĐ AYKIRI SEVDAMIN GĐZLĐ ÖZNESĐ

Page 14: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

14

SĐYAH’IN ZĐNDAN OLSUN BEYAZ AYDINLIK HERKESE NASĐP OLMAZ BEŞĐKTAŞ’LILIK… Zor bir seçim değildi bizler için SĐYAH diyebilmek demekten öte haykırabilmek. Hayatında, hayatın üzerinde inşa edildiği BEŞĐKTAŞ’ımızın da SĐYAH’ını yaşarken… BEYAZ için korkudur SĐYAH. Hiç istenmeyen, beklenmeyen korkulandır SĐYAH… SĐYAH içinse hep var olması istenilen; beklediğimiz, durduğumuz noktaya ulaşmaması için edilen dua, sergilenen çaba, umuttur kısaca BEYAZ… Kapitalizm denen vicdansız düzen; hep SĐYAH’ı yaşatmak arzusunda, biz BEYAZ ulAn dedikçe her fırsatta umutla… Đşte, yolda, evde… Yaşanılası her alanda karşımızda; SĐYAH’ın en koyu dayatmaları, BEYAZ’a ulaştırmamak adına. Alışmıştık gayri; gardımız düşükte olsa, alışmıştık. Sevmiştik hayatın SĐYAH’ını, onurunu. Ta ki canımız dediğimiz; hayatın olmazsa

olmazı bildiğimiz kulübümüze, BEŞĐKTAŞ’ımıza uzanana dek vicdansız eller. Kapital manyaklarının SĐYAH arzularına gem vurmak adına, oluşturulan barikatın son taşının altında durmayı peşinen kabullenmiş olanların, en son biz kalacağız SĐYAH’la BEYAZ’ın buluşma noktasında diyebilenlerin BARĐKAT altında-ardında TAŞ gibi duranların adıdır SĐYAH… Đçinde umudu barındırmaktır SĐYAH… BEYAZ yaşayanların farkında olmadıkları koca bir umut. BEYAZ’ı sevindirmek adına da olsa yıkılmayacak bu SĐYAH barikat. Tüm SĐYAH’lar bizim olsun, BEYAZ’lar sizlere kalsın… Bir kartalın pençeleridir , her daim uçtuğu zannedilen ve kanatlarına övgüler yağdırılan kartalın, yüksek bir kayada onu ayakta tutan , avını yakalayan gerçeğidir. Kendi kendimizle yarışmadayız gülüm Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz Ya dünyamıza inecek ölüm. En güzel deniz: henüz gidilmemiş olandır En güzel çocuk: henüz büyümedi En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız Ve sana söylemek istediğim en güzel söz Henüz söylememiş olduğum sözdür. Umuda bin kurşun sıksa da ölüm Unutma umuda kurşun işlemez gülüm.

Page 15: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

15

Beyaz’ız çünkü… 13 Aralık 2008 günü HT Forumuna girenler “Forumu Bölüyoruz” başlıklı konuyla karşılaştılar.Đlk başta kimse olayın özünü anlayamadı ; bocaladı. MUHTAR’a bölücü diyeninden tutun da isyan eden bile oldu. Sonradan bir açıklama geldi nihayet. Forum ikiye bölünüyordu. Beşiktaş forumunda bölünme nasıl olabilir ki? Tabii ki de “ SĐYAH ve BEYAZ “ olarak bölündü forum. Gerçi tribün misali “ AÇIK ve KAPALI” olarak ta bölünebilirdi ama… Neyse konuyu saptırmadan devam edelim. Bizler BEYAZ olmayı seçtik bu bölünmede. Tabii asıl amaç grubumuz için değil “HALKIN TAKIMI” için faydalı olmaktı. Biz BEYAZ olmayı seçtik çünkü ; Beyaz bir Ütopyaydı. Siyah’ın başkentliğini yaptığı , ”Kartalların” kardeşçe yaşadığı. Tabii arada tatlı rekabetlerde olabiliyordu. Siyahı da benimsedik bu rekabette. Bunun da açıklaması var elbet.. Biz bunun içinde BEYAZ olmayı

seçtik aslen; Siyah olmadan BEYAZ’ın anlamı olmazdı. Beyaz olmayı yıllardır yaşadığımız “Siyah”a inat seçtik. Annemizin karnından çıktığımız andan itibaren gözümüz iki renk gördü. Biri ölümü diğeri yaşamayı simgeliyordu bizlerce. Hayat ölüm ve yaşamdan ibaret ise; yaşamayı seçenlerdeniz biz. Beyazız çünkü gökten düşen kar tanesi gibi umutlarımız da bembeyaz. Forumda yaptığımız icraatlar ile gündeme geldik çoğu kez. Bizler parlak fikirlerin babasıyız, uygulayıcısıyız. Kalbimiz üstündeki atlete rağmen kalbi tertemiz olan boyacı çocuk kadar BEYAZ. Aslında yeni bir yaşamdır BEYAZ. Demez miyiz hep hayata yeni bir sayfa açıyorum diye? Umutların yuvasıdır BEYAZ. Bir sınav kâğıdıdır geleceği belirleyen. BEYAZ son tekmedir sehpaya, cellâda fırsat vermeden vurulan. Đnancın simgesi barışın bayrağıdır Beyaz. Daha bitmedi; sevdanın türküsü umudun şiiridir Beyaz çünkü umutsuzluğa inat umudun tohumudur. Her şeye rağmen karanlıkları Beyaz’a boyama umudu taşıyan bizlerdir BEYAZ. SĐMSĐYAH düşlerimdeki BEMBEYAZ umudum… BEŞĐKTAŞ'ım Benim...

Page 16: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

16

Eğer

kilitlendiğiniz bir hedef varsa

riskinden garantisine

kadar tüm koşulları göz

önünde bulundurur,

rotanızı ona göre

ayarlarsınız. Hava

şartlarının kötü olması ümit verdikleriniz tarafından önemsenmez. Kıssadan hisse: Sözünüz sözdür ve onu tutmanız şarttır. Uğruna ter döktüğümüz Beşiktaş’ımız, senin heybetin yani şampiyonluğun, sırana göre değil; olması gerektiğin yönde ortaya konmalıdır. Anlayacağınız yönetimmiş, futbolcuymuş, taraftarmış bağlamaz Beşiktaş ruhunu. Sözünü ettiğim hiyerarşik kuvvetler niçin var ki zaten? Mutlak süreçte Beşiktaş için var... O halde Beşiktaş'ı yönlendiren pilotlar kartallar kadar yüksek uçmalıdırlar. Federasyonun yanlışına, fişmekan hakemin aymazlığına rağmen top bizim ayağımızdaysa hakkımızı yiyenle top gibi oynayacak, dansımızı edeceğiz. Đşte o kadar... Karakartalımızın bol karambollu 2008-09 sezonunda adaptasyondan tutalım şeytanın demirden bacağına kadar süregelen çizgide, kâh haftalarca lider olduk kâh 6. sırada durduk. Duraksadığımız anda bir baktık ki koskoca Süper Lig'i beş koca takımın ardında tamamlayıp kıçüstü oturmuşuz. Öyle bir seneye denk geldi ki kaçırdığımız fırsatlar; etrafta ne rakip, ne de has ve has futbol oynayan birileri var. Đkinci yarıya tartışma dozajı yüksek ara transferlerle başladık. Yusuf yusuf çanlarını kulaklarında işitmeye başlayan idari heyet, her türlü ihtimale karşı son kozlarını çekti. Sakatlıktı, cezalıydı ve saire tüm olasılıkları inceden inceden düşünerek, Yusuf ve Ernst'i şampiyonluk görmeyen son Beşiktaş’lılar grubuna kattı. Evet, Delgado'nun pili biterse Yusuf devreye sokulacak alternatifti belki. Gönül rızasıyla koşmayan Cisse’nin yerine ise ön liberoyu sağlamlaştırmak, kale duvarı misali güven veren Ernst'e düşecekti. Mademki gaye şampiyonluktu, tam

takım geniş bir kadro hali hazırda bekletilmeliydi. Ekonomik boyut denilen o uçsuz bucaksız, ipsiz sapsız yüzeye bakmıyorum artık. Bu yüzden bu transferlere laf etmeyeceğim. Şu ana dek fena sayılmazlar. Özellikle Ernst... Yusuf'ta kenarda bulunsun; kötü günler için canımm, hemen kızmayın.

Sezonun 2. yarısı ile birlikte siyah beyazlımızın sergilediği performansta göze çarpan olumlu değişiklikler oldu diyebiliriz. Puan cetveli ve skor görüngüsü üzerinden edebiyat yapmaya çalışanlara inat diyeceğim şu ki; Beşiktaş’ımızda bilinçli seyirci kitlesini fıtık eden belirli durumlar hala daha çok fazla. Bir kere kadronun biçimi maçtan maça farklılaşıyor. Mustafa Denizli takımın başına geldiği günden itibaren üç aylık zaman dilimini tamamladı ancak savunma, orta saha, hatta ileri uçtaki oyuncuların ismi-cismi netleşmedi bir türlü. Đlk Onbire kısmen aşina olsak da bu futbolcuların arasındaki anlaşma ve dayanışma sekteye uğruyor. Burçlara inansam, sırf bu dengesizlik yüzünden terazi burcudur derdim Beşiktaş'a lakin şunun farkındayım. Jüpiter de Mustafa, Venüs de Mustafa... 2009 yılında hazırlık maçları, Türkiye kupası ve Süper Lig'te kaybedilen maç olmadı. Tamam iyi hoş, olmadı; olmadı da kaybetmeme kavramı kulağa hoş gelse bile ikinci yarının ilk maçında Tello'nun enfes golü kurtardı siyahın beyazını. Hep yazıyorum, tek farkın rehaveti uçup gidebilir diye. Gel gör ki Beşiktaş ucuz düşünüp ti'ye alıyor oyunu. Vasati tempo da takılı kalınca da rakip takımlar kontralarla yokluyor, önde basıyor... Antalya, beraberlik golü bulamadı fakat 1-0'lık sonuçla ıkındık. Sonrasında düzlüğe çıkmaya niyetli bir Konya geldi karşımıza.(Devam…)

Page 17: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

17

Yolculuk Đç

Anadolu’ya. Rakipler

puan bırakmışken,

varını yoğunu ortaya

koyması gereken

Karakartallarda moral bozucu bir durgunluk gördük o gün. Đlk yarı Konya bastırıyor, Beşiktaş'ta ben sana basmayayım sen de "bastırma" diyor. Zevksiz bir maçın ağır bilançosu 2 puanla sonlanıyor. Ertesi hafta ise şampiyonluk iddiası olanca hızla süren Trabzonspor'u içeriye almışsın. Đnönü'de yediğin erken gol, panikatak yapıyor bizi. Đlk yarıdaki Sivas maçına benzer pozisyon girişimleri var ve bordo mavililere karşı çok üstünsün ama olmuyor. Beşiktaş tedbirli olup erken davransa, muhteşem azmi ve enerjisiyle fark yapacak orta sahayı geçemeyen Trabzon'a. Köşe atışını gol yapan Bobo bu sezon en çok korner kullanan takımındaki ilk önemli işini yapıyor, skoru 1-1'e getiriyor. Maalesef zaman kısıtlı... 90 dakikalarda elinden kaçırdığın Trabzon gibi lig'de çabucak biter Beşiktaşk haberin olsun...

"Kayıp üzerine kayıp mı gelecek?" diye mırıldanırken G. Antep maçındaki üç farklı üstünlüğümüz içimizi kıpırdatıyor. Đlk golü bulmanın yüklediği özgüven inanın çok şey demek. Üst sıradakiler alttan alıp böbürlenince iz bırakan yaralar oluştu şampiyonluk adaylarında. En çok da Beşiktaş’ımızın işine yaradı bahsi geçen yaralar. 5. maçımızda bir kezcik olsun yenemediğimiz Đstanbul B.B'yi ama kondisyon zaaflarından yararlanarak, ama uğurböceklerini arkamıza takarak 2-1 yenmek de çok güzeldi. Şimdi dönelim teke tek hesaplaşmalara...

Bireysel eleştiri oklarımızı yollayalım bakalım. Fizik ve teknikten yoksun asabi Serdar Özkan, formsuz formsuz sahada dolaşıp oyunu yavaşlatan Bobo, iyi işler yapsa da sık sık isabetsiz uzun toplar yollayan Tello, rakibe faul amaçlı girip kolay çalım yiyen, adam sarkıtan Gökhan Zan... Bu sese kulak ver be teknik adam! Zapo'yu niye kesersin Mustafa hoca. Ayrıca tek forvet çıkabiliriz sahaya. Nobre gibi çalışkan bir oyuncuyla tek santrafor oynamak zararlı olmaz sana. "Tek" kelimesinden ürkmeyin. Kaldı ki Nobre bu. Tek değil, çok şey o... Uğur Đnceman harcanmasın isterim, Ekrem Dağ küçültülmesin, Ernst terk edilmesin. Çift ön libero denensin. Tıpkı Aurelio-Selçuk ikilisi tarzında birset kurulabilir. Mustafa Denizli dalgalara kapılıp basından etkilenmezse şampiyonluk gelebilir. Karakartal lehine olan fikstür ve son haftalardaki özgüvenle bu işi sonuna kadar götürebiliriz hem Türkiye kupasında, hem Süper Lig'de... Yolumuz açık olsun.

Page 18: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

18

Beyaz Takım: Yılmaz abi bize Çarşı’yı anlatır mısın abi? Herşey nasıl başladı ve sen bu süreçte nasıl yer aldın? Yumurtakafa

YILMAZ: Hatırlamak

çok zor olsa da bir

bakalım. Stadyum semte yakın olduğundan semtin çocukları olarak sürekli bize ulaşan gol sesleri hepimizi çok cezbederdi. 7-8 yaşlarına geldiğimizde kendi başımıza maçlara gitmeye, birşeyler satıp para kazanmaya başladık. daha sonra semtteki diğer mahallelerde yaşayan dostlarla birlikteliklerimiz oldu. Bu arada arkadaşlarımızın hepsi Beşiktaşlı da değildi. TV de bir mafya dizisi başlamıştı. O zamanlar TRT 1 den başka kanal yok zaten. Dizinin konusu şöyle; aynı semtin çocukları yokluk içinde yaşayarak dayanışmayı ve para kazanmayı öğreniyorlar; biraz da onlara özendik desem yeridir. Aynı dönemde semtteki Suat Park sinemasının ve Migrosun yerine Büyük Çarşı inşaatının temelleri atılmıştı. Biz de buradan esinlenmiştik. Daha sonra olmayan bazı arkadaşlarımız da Beşiktaşlı oldular; Ne de olsa semtin havası her zaman ciğerlerimizdeydi. sabahlamalar daha sonra başladı

BT: Abi bu konuyu biraz aç diyeceğim döveceksin biliyorum. Sen özet geç en iyisi. YY: 1981-82 yılı. Eskişehir maçıydı. O zamana kadar sabahlamıyorduk henüz. Aksaray’dan birkaç ağabey ile diğer semtten ağabeyler stadın darlığı nedeniyle çözüm aramaya başladılar.

Misafir takım ile biz yanyana olurduk. Tribün ortadan ikiye bölünür ve ortamıza yerleşen polis kavga etmemizi önlemeye çalışırdı. Bizde yerimizin darlığı nedeniyle kapalıdaki o akustik hakimiyeti ele geçirmek için ufak tefek kavgalar çıkararak misafir tarafa ayrılan yeri kapmaya çalışırdık. Bunun birinci adımı onları bilet kuyruğunda tacizle atıldı. Baktık polis ve jandarma fırsat vermiyor bu sefer sabahlamalar başladı işte.

BT: Ve sonunda kapalı bizimdir; emeginize sağlık abi. YY: Geceleri olan kapışmalarda çoğu zaman başarılı olsak da gündüzleri kolluk kuvvetleri yine bildiğini yapmaya devam ediyordu. Sabahlamanın esprisi bu anlayacağın. BT: Đş gece çözülmüş gibi…

YT: Mecburiyetten…

BT: Đkinci soru abi; Neden yumurtakafa Yılmaz lakabını taşıyorsun?, Çarşı’da lakapların önemi nedir ? YY: Kora kor kavgalarda evvela genellikle kafa atardık. Ben de genellikle bunda başarılı olurdum. Kafam birazda armudumsu gibidir zaten. Birgün rahmetli Cüce Ayhan kafama yanlışlıkla parke taşını indiriverdi; soldan yediğim bu darbe sonucu kafam yarıldı.

BT: GS şampiyonluk kutlamalarına gider yaptığınız mevzuu de mi abi?..

YY: Evet… GS’ lıları Maçka Otelinin önünden Harbiye Orduevi’nin önüne kadar kovaladık. Geri dönerken baktık bir tane araba geliyor; reno marka. Bizimkiler bütün yan camları indirdi, bir tek ön cam kalmış. Ben de elime parke taşını alıp yola indim ve ön cama fırlattım ki camın kırılması ile birlikte benim kafamın kırılması da bir oldu. Evvela ne olduğunu anlayamadım. Daha sonra anladım ki Ayhan’da ön camı indirmek adına benim kafaya parke taşını indirivermiş. Oysa ben bu darbeyi kafaya ilk aldığımda kendi kendime söyleniyorum; “yaavv yolun ortasında direk falan yoktu bu da nerden çıktı" diyorum, Ayhan "Yılmaz özür dilerim" diye feryat ediyor. BT: Bir nevi iş kazası yani abi.

YY: Daha sonra da bir fil muhabbeti oldu. Yok işte yumurta dikine baskıyla kırılmaz; fil bassa kıramaz; ancak yandan kırılır vs. Bu lakabı da bana Arap Veysel taktı.

BT: Özellikle eskilerin bi lakabı mutlaka var galiba. YY: Hemen hemen…

Page 19: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

19

BB: O lakaplar da hep yaşanmışlıklardan geliyor sanırım. YY: Tabii o da var ama fiziki durumlar da söz konusu; Örneğin bir arkadaşımızın bir gözü sönüktü; lakabı Camgöz. Cüneyt el ve ayakları sakat; Çolak. Ayhan’ın da boyu kısa; cüce gibi işte…

BT: Abi, hiç unutamadığın maçlar ve oyuncular desek ? YY: FB ile kupa maçı var. Ben çalışmak zorundayım, maça gidemeyecek gibiyim yani. Neyse, usta bana bir ekovat verdi (buzdolabı motoru), onu Tarlabaşı’nda tamir ettirip 1-2 saate geri getirmem gerek. Hemen zıpladım, ekovatı tamirciye bıraktım doğru maça. Đkinci yarıya yetiştim ama kapılar kapalı; geçtim beleştepeye. Uzatmalarda 4-2 yendik. 90’ da Ziya’nın golü sayılmamıştı hatta. Maçtan sonra harala gürele akşama doğru tamirciye gittim kapanmış; oysa saat ikiye yetiştirmem gerekiyordu.

BT: Futbol takımımızın bu seneki durumuna ne diyorsun? Güzel günler yakın mı ?

YY: Kadro güzel ancak bazı futbolcular özverili değil ve birbirinden kopuk oynuyor. performansları süreklilik arzetmiyor bu da yaptıkları işi ciddiye almadıklarını gösteriyor. Oysa insanın evvela ekmek parası kazandığı işe saygı duyması ve ücretini hak etmesi gerekir; yoksa kadro güzel.

BT: Ruh yok… YY: Đş, o kadroya dediğin gibi ruh vermekte

ama bu aşamadan sonra biraz zor gibi. Asgari ücretin bile altına çalışan insanların yaşam mücadelesi verdiği bir ülkede siz genç bir insanın eline 1-2 milyon verirseniz bir daha o futbolcudan verim alamazsınız çünkü hayal ettiği şey elinde zaten. Güzel günler yakın mı sorusuna gelirsek; bu durumdaki şampiyonluğun ne tadı olur ne tuzu.

BT: Endüsriyel futbol ruhu öldürüyor. YY: Anlık bak, o da bu cevabın içinde esasında. En çok ücret, en tutulan takım, en çok satan renk; En çok… En pahalı… Gittikçe doyumsuzlaşan bir iştah ve akıllara durgunluk veren meblağlar… BT: Peki abi gelelim tribünlere. Bu konuda düşüncelerin neler? Tribün bakımından geleceğimizi nasıl görüyorsun? Çünkü gidişat hiç de iyi görünmüyor gibi. Aksaklıklar neler ve nasıl giderebiliriz?

YY: Tribünde sözsahibi olmak için emek vermek ve her kesimden insanı kucaklamak gerekir. sekter yaklaşımlar beraberinde hataları da yanında taşır. Eski arkadaşların yasaklı olması ve bazılarının da kopması disiplinsiz bir ortam yarattı. Adeta herkes kendi başına hareket ediyor. Çıkışlar var ancak hala zayıf. Eğer tribünün toparlanması gerekiyorsa bu, orada bulunan genç arkadaşların ortak hareket becerisini kazanmasıyla mümkün olur ancak samimi olmak gerekir; yani herhangi bir çıkar meselesi değil gönül meselesidir tribün işi. BT: Tribündeki rant meselelerine ne diyorsun abi? Özellikle son 2-3 yıldır bu olaylar gündeme gelmeye başladı. Nedir bu mesele ? Nasıl önlenir ?

YY: Rant nerede onu hala anlayabilmiş değilim; bilet konusunda mı yoksa yöneticilerden herhangi birinden menfaat sağlama işi midir? Esasında dedikodudan ibaret şeyler bunlar.

BT: Açıkça biz de pek bilmiyoruz ama söylentiler çok. Geçen Denizli maçında bilet almaya gidiyoruz, daha gişeye gelmeden eleman çevirdi önümüzü; 5 lira eksiğe bilet veririm dedi. Elindeki biletler ise bedelsizdi. YY: Şu sifonsor işi var ya, bütün hesap orada. Özellikle sponsor demiyorum. Biletikse sıfır liralık bilet siparişi veriliyor, sonra dolaylı yollardan birileri o biletleri alıp karaborsaya düşürüyor

BT: Anlıyorum, bu konuda tribüne emek veren herkes Optik başkanın şu sözünde mutabık sanırım; “Beşiktaştan menfaat bekleyen ... ... beklesin…” Önüne geçmenin yolu yokmu bu karaborsanın? Bu nasıl bi cüret ki stad önünde adam çeviriyorlar?

Page 20: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

20

YY: Dedim ya sifonsor denilen para babalarının işi. Deplasmana giden arabalarda bazen para mevzuu olur, o da taraftarların yemeğini bile karşılamaz bazen. Disipline edilemediğinden hem yiyecek hem de bilet konusunda kargaşa yaşanır. Bu daha ziyade il dışına çıkmanın verdiği psikolojiyle alakalı. BT: Anladım abi. Bildiğimiz kadarıyla işin gereği Van’da yaşıyorsun. Bizler Van’ı çok soğuk biliriz hep Sizin gibi sıcakkanlı insanlar olmasına rağmen ; Van çok mu soğuk gerçekten abi ?

YY: Van Doğu’nun da Doğu’sunda ve yüksek bir mevkiide biliyorsun. Soğuğundan önce gölü meşhurdur Van’ın. Van Gölü’nün eski adı ise Yukarıdeniz’dir. Hatta içinde 2-3 tane ada bile bulunur. Hava soğuk, evet ama sadece geceleri; yani gece ile gündüz arasında epey ısı farkı var ama nem oranı neredeyse sıfır, bu nedenle soğuğu fazla hissetmiyorsun. BT: Rahatım yerinde diyorsun yani abi; aman öyle olsun. Gelelim en can alıcı sorulardan birine. Forumdaki Siyah ve Beyaz bölünmesine ne diyorsun abi? Sence yarar sağlayacak bir uygulama mıdır ne diyorsun?

YY: Rekabeti tatlı hale getirmek için evvela takım ruhunu aşılamak gerekir ki bu ruh zaten vardı. Yeniliklere açık olmak için de sizin gibi yaratıcı insanlara fırsat vermek gerekir diye düşünüyorum. Rekabet başarı için olmalı, yıkım için olmamalı. BT:kesinlikle

YY: yalnız işi sidik yarışına çevirmemek gerek. Bizden sonra Beşiktaş bayrağını taşımak isteyen insanlar maalesef çok az ya da sınırlı sayıda diyelim. Đyiyi, güzeli, güzellikleri tatmak için ciddi adımlar atmak gerekir ve bu adımlar gerideki yaşam biçimlerini değerlendirerek geleceğe yönelik umutlar taşımalıdır. BT: …? YY: Yaaav… yine büyük konuştum galiba.

BT: Yok abi tam söylenmesi gerekeni söyledi. Gelelim zurnanın son deliğine. Yıldırım Demirören hakkındaki görüşlerin neler? Neden hala istifa etmiyor? Sorun para mı yoksa Beşiktaş Sevgisi mi? Ne diyorsun bu konuda?

YY: Ben yıldırım Demirören’i samimi buluyorum. Biraz fazla iyi niyetli ama kurtlar sofrasında kuzu olursan seni yerler, yiyemediklerini de boğarlar. Kurdun doğasında vardır bu. Gerçekten Beşiktaş’ lılığını tartışmak hoş olmaz ama yanındakilerin samimiyetsizliği onu da başarısız kılıyor. Güvendiği birçok kişi hem Yıldırım Demirören’e hem de bize zarar veriyor. Tabii biz sadece karşımızda onu gördüğümüzden ki öyle bir çalışama da var her şeyi ona yoruyoruz. Đyi bir yönetici değil ama bence iyi bir insan. Para meselesine gelirsek, onun paraya ihtiyacı var mı? Sadece tercihleri doğru değil ve yanındakiler de biraz onu tırtıklıyor gibi; ben böyle görüyorum. Parayı alan kaçıyor. BT: Yeni stad projesi tekrar gündemde. Sence yeni stad yapılırsa tribünlerin ahengi bozulur mu? Eski günleri özler miyiz?.. Kapalı Trabzon maçında 150 Lira. Bir ailenin aylık pazar parası neredeyse. Yeni stad olursa ne olur kimbilir…

YY: Zamanın akışı içerisinde durgunluk yaşamak demek zamanın gerisinde olmak demektir bu nedenle yenilemekte fayda var görüşündeyim, bizde özgüven sorunu yok. BT: Yeni stad şart mı diyorsun yani abi? Tribün açısından kopukluklar olmaz mı?

YY: Her şekilde stadda yerimizi alırız; biraz abartılıyor gibi. Aynı zamanda arkadaki otelden dolayı rahatsızım. Heykel gibi, sanki başımıza yıkılacak. Bir de şunu sorgulayalım; şu anki yerimizden memnun muyuz? Belki yeterli ama kimin için? Sadece biz olarak mı düşüneceğiz? BT: Bizden başkası yok abi.

YY: Hani ismet Đnönü’nün "Dünya savaşı çıkarsa ülkenizin durumu ne olur" diye bizi tehdit eden Amerikalıya verdiği bir cevap var; “Bu dünya yıkılır, yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur,Türkiye’de bu dünyada yerini bulur..." Bulmak zorundayız. Korkumuz yok; olamaz da BT: Düzene ayak uydurmak mı, kafa tutmak mı? Yenilenmeden kafa tutmak olmaz gibi.

YY: Bir savaştan bahsediliyorsa ayak uydurmak olamaz.

Page 21: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

21

BT: Barikatı yenilemek lazım. Son barikatı son duruma göre yeniden örmek.

YY: Tabularımızla, nostaljilerimizle kapalı bir toplum olarak kalamayız, bazı şeyleri aşmak gerekir; kaldı ki Anıtlar Yüksek Kurulu ile bilimsel bir çalışmanın daha yararlı olacağını düşünüyorum. Ha şuna karşıyım; stadın adı Ülker ayçiçek yağı olmamalı ya da başka uyduruk bir marka ismi… Eski yapısına uygun fakat daha fazla kapasiteye sahip bir stad taraftarayım BT: Orası şart. Tam da bu noktada diğer sorunun yanıtı herşeyin yanıtı olacak aslında. Müsaadenle ekleyecek bir konu yoksa geçelim abi.

YY: Geçelim… BT: Hepimizin ortak düşmanı endüstriyel futbol hakkında ne dersin abi?

YY: Beşiktaş’ımızın, diğer takımların veya tüm insanların yaşadığı sorun olarak görüyorum. BT: Kapitalizm her şeyi öldürür diyebilir miyiz ki deriz. Bu konuda 15 Şubat mitingine “kapitalizm krizden endüstriyel futbol kerizden beslenir” diye bi pankart yazmayı düşünüyoruz; tam yeridir. Sen ne dersin abi?

YY: Pinochet’ ydi sanırım, şu faşist diktatör. Soruyorlar "siz bunca sene insanlarınızın aç yoksul olarak yaşamasına rağmen onları nasıl yönetebildiniz ve sesini yükseltenleri kimseye duyurmadan nasıl imha ettiniz?” Cevap;"ben bu ükeyi 3F ile yani futbol, fado ve fiesta ile yönettim.” Bunlara dini de ekleyebiliriz. BT: Din kitlelerin afyondur demiş bir zihniyet.

YY: Evet, insanları idare edip sömürmenin diğer bir yolu da onları daha ucuz birşeyle meşgul etmektir. Endüstriyel futbol anlayışı da bunun içinde ancak fazla abartılarak bazı şeylerin önü kesiliyor

BT: Ne gibi abi? YY: Ne zaman insanlar eylem yapsa, sokağa çıksa medya bunu çekiyor ancak yayınlamıyor. Sadece istihbarat için birilerine veriyor. Onun yerine manşetler gereksiz bilgilerle dolduruluyor. Hakemin düdük çalışı, futbolcunun küfürü, sanatçıların! cinsel ilişkileri… Đnsanlar kendi dertlerini ve çözüm çalışmalarını unutup başkalarının hayatlarını yaşıyorlar. BT: Televole kültürü. Bir ara da milli maç sonu benzin zammı meşhurdu. YY: Hayal dünyasına dalarak kendisi de havadan kazanım elde etme peşine düşüyor; bir nevi sistem ile arasında bağlantı olduğunu yani bu batasıca sistemden medet umduğunu gösteriyor.

BT: Yozlaştırma politikası emperyalizmin icat ettiği en büyük silahtır. Bu konu kitap olur abi gelelim bunlara inat gerçek paylaşımımıza. Yardım kampanyası nasıl gidiyor? Hedefe ulaşılabildi mi yoksa daha fazla mı yol kat etmeliyiz? YY: Evet birçok defa sosyal mesajlar verdik biliyorsun ancak fiili bir çalışma çok azdı. bizde ne yapabiliriz konusunda düşündük ve Halkın Takımı ailesi olarak bir fikir birliğine vardık. Evimizde atıl olarak bulunan malzemeleri değerlendirmenin faydalı olacağını düşündük. Evvela acaba kabul edilir mi sorularını beynimize işledik. Daha sonra, esasında ulaşacağımız hedef kitlenin gerçekten bu malzemelere ihtiyacı olduğunu gördük. Biz evinde su olmayanlara bulaşık makinesi vermedik ancak mezrada kolinin birinden kadın mayosu çıktı.

BT: Atıl durum farklı anlaşılmış demek. YY: O mayoyu deneyen kadın evinden dışarı çıksa evvela komşusu saldırır gibi espriler oldu. Tabii bunun yanında çocukların gülüşleri herşeye değer. Sürekli olmasa da bir dönem oralarda yaptığımız çalışmaların gündemi oluşturacağını ve iyi bir izlenim oluşturduğumuzu düşünüyorum.

Page 22: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

22

BT: Kesinlikle, o çocuklar gülerken bizi, Beşiktaş’ı hatırlasın. YY: Van olayını bitirdik sıra Mardin’de ama önümüzdeki ay biraz yoğunuz, bu nedenle ara vereceğiz. BT: Kartallar Mardin semalarına uçacak demek. Buradan ilan edelim o halde tüm Halkın Takımına. YY: Bugün yazdım ben merak etme.

BT: Herkes elinden geleni ardına koymasın.

YY: Vaşş… O ne be? tehdit gibi… BT: Israr abi tehdit ne haddimize

YY: Eeee?.. The End mi? BT: Son olarak soru değil de bir istek abi. Yukarıda da konuştuk hani şu bizim Siyah ve Beyaz takımlara ayrılmamız meselesi. Yılmaz abi beyaz desene…

YY: Biz çok iddialıyız siyaha ve beyaza gönül verenler olarak. Esasında ikisini birbirinden ayrmaya gönlümüz razı olmaz düşüncelerimizi ifade ederken. Söylemler ve dedikodular ile değil daha etik ve akılcı hareket etmeliyiz; yani sorunlara ve çözümlere bilimsel yaklaşımlar sunmak zorundayız dilimsel değil.

BT: Yani abi? YY: Bu sebeple çalışmalarınızın meyvesini göreceğinize inancım tam. Zaten siz olmasınız da başkası yapardı mutlaka. BT: Abi sende beyaz desene. Tüm beyaz takım msn de bu haberi bekliyor. Ağlatma bizi abi. Hem siyah takım uyuyor, bu iş uyandırır onları.

1..2...3... şşşşşşşşşşşş… Yılmaz abi beyaz deseneeee… deseneee… deseneeeeeee… YY: BEYAZZZ !.. BT: Oleyyyyy!... Abi muhtara bildiriyoruz seni beyaz takıma alıyor. Çok büyüksün. YY: Neyi? BT: Beyaz dediğini abi. Beyaza giriş yapabilirsin artık.

YY: BEYAAZZZ!.. telif hakkımı istediğimi mıhtara iletin…

Page 23: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

23

Başkaldırının sınırlandırıldığı bir Dünyada(n)

Nereye gitsem birbirine benzer insanlar gördüm. Ben ayrıları arıyordum. Bulmadım değil. Ama ayrıların ayrılıkları kısa süreliydi öğrendim. Bir şeyi ya da bir insanı ayrı yapan nedir, öğrendim. Bakmasını bilirsen her insan ayrıdır dedim bir zaman. Tutmadı. Kimi insan bana inat benzerliklerini bezek yapmış, bir türlü ayıramadım. Acı, ağlama ve pişman yürek. Gizleyenleri de oldu, kandıranları da. Bilmeyenler de vardı, benzerlik ne, ayrılık ne. Daha iyi ya, bütün olmamız gerek zaten diye düşünenleri bile olabilir. Kimi zaman bir taşın üstüne çömelip dünyayı izlediğimi, güldüğümü, bana hoş geldiğini anımsıyorum. Ama çoğun acılardı payıma düşen. Birisinin ekmeğe ulaşma mücadelesini izlemek hoştu ama sen de acıkıyordun. Senin payına da bir lokma düşer düşüncesinin yanılgı olduğunu çarçabuk anladın. Senin payına hiçbir halt düşmüyordu. Ekmeğe ulaşma mücadelesi komikti, kimi zaman şaklabanlıktı, kimi zaman Şener Şen'di ya da Müjde Ar. Bütün herkes senden de aynı komiklikleri bekledi, anlıyorum. Yaşarken hiç de komik gelmedi sana. Acılar, hüzün ordan mirasın. Ya yüreğine ne oldu, nasıl kaldı böyle dişlenmiş bir elma gibi. Kimileri karnını onunla mı doyurdu. Evet, öyle olmuştur mutlaka. Sen seviştiğini sanmış olabilirsin. Elbet ölümü düşlediğin geceler vardır. Sen şair ruhlusun. Sabahsız uykuları özledim demişsindir mutlaka. Sevgiline, uyanmamayı istediğin oldu

mu hiç diye sormuşsundur. Elbet düşsel bir sevgiliye. Benim hiç sevgilim oldu mu diye sorduğunu, hatta günlüğüne yazdığını duyar gibiyim. Ah senin şu yüreğin neler neler düşünür. Hepsini de ilk o düşünmüş sanır. Ben de bir ressamı sevmiştim. Karanlıkta kalmış aşkları çizdiğini düşünürdü durmadan, kimseye de göstermezdi bana da... Bilir miydi, boşluktaki gölgelerden daha titrek. Ama olsun, sınırlı başkaldırı, düşsel, sözlere dökülmemiş düşüncelere... Anlam senin onların varlıklarını nasıl algıladığına bağlı(dır dır)...Gri ya da kırmızı.

Sen böyle yaşayıp sonra öleceksin büyük olasılık, ya sonra, adam haklıymış diyecekler mi? Ressam haklıydı kimselere bir şey göstermemekte, çünkü bir şeyi de yoktu gösterecek. O varlıklarını algılıyordu yalnızca. Dese komik kaçacak, ekmek mücadelesi gibi değil. Çoğunluğun”ah bir felaket"dediği, yayvan vurgulu heceler... Zordu onun işi doğrusu. (Lev 94) Levent ĐŞBĐLEN 1961 yılında Đzmir’de doğmuştu. Baba mesleği olan veterinerliği seçmiş olmasına karşın kısa yaşamının büyük çoğunluğunu onun kendini, bizleri nerelere sürüklediğini anlamaya çalışarak geçirdi. Anladıklarını ve anlayamadıklarını tutmuş olduğu günlüklere, kısa öykülere ve deneme yazılarına aktardı. Her iyi insanın olması gerektiği gibi Beşiktaşlıydı. Her iyi insan gibi çok yaşayamadı. Genç yaşında kendisini yakalayan lenfoma hastalığı onu 1996 yılının 29 Mart’ında aldı götürdü.

Page 24: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

24

Şanslı ejderha Denizde bir bulutun öldürdüğü Japon balıkçısı, genç bir adamdı.

Dostlarından dinledim bu türküyü, pasifikte sapsarı bir akşamdı... Issız bir adaya düştüğünüzde yanınıza alacağınız en son üç şeyden biri geiger sayacı (radyasyon ölçer) olurdu. Söz konusu ada bikini adası değilse eğer. Dünya moda literatürüne adını yazdıran bikini adasını bu kez farklı bir yönü ile ele alacağız. Pasifik Okyanusu’nda Halik mercan takımadalarının en kuzeyinde bulunanlardan bir mercan adasıdır. Moda literatürünün dışında bu adayı önemli kılan üzerinde yapılan Hidrojen bombası denemesi ve sonrasında adanın canlı yaşamı için zararlı bir hale gelmesidir. Hidrojen bombasının ürkütücü boyutlardaki patlama gücü, hidrojen atomlarının birleşerek helyum atomlarına dönüştüğü termo-nükleer tepkimeden doğar.

Bir başka deyişle, hidrojen bombasının patlaması bir çekirdek kaynaşması ya da birleşmesidir (füzyon). Hidrojen kullanılma sebebi ise en kolay füzyon reaksiyonu verebilen element olmasıdır. Hidrojen ve izotopları (döteryum ve trityum) yaklaşık 100 milyon °C gibi çok yüksek bir sıcaklıkta füzyona uğrarlar. Bu sıcaklığa ulaşılarak füzyonun başlatılması için ise atom bombasına ihtiyaç vardır. Kısacası, hidrojen bombasının patlatılabilmesi için önce atom bombasının patlatılması gerekir.

ABD 1948 -1958 arasında Pasifik’deki Bikini ve Eniwetok adalarında 66 hidrojen bombası patlatacaktı. Halk patlamalardan önce yayılacak radyoaktivite nedeniyle başka adalara taşındı. 1 Mart 1954’de Bravo adlı H bombası Bikini Adası’nda 17 megatonluk bir patlama gerçekleştirdi. Pasifik Okyanusu’nda 18 bin kilometrekarelik bir alan radyoaktif üründen etkilendi. Patlama esnasında Bikini adası başta olmak üzere civarındaki bokonijien, aerokojlol, nam adaları üzerindeki ve sulardaki tüm bitki ve canlılar buharlaştı.

Ateş topu 20 km. yükseğe erişen bir mantar bulut yarattı, beklenmeyen bir doğu rüzgârı öldürücü radyoaktif serpintileri 7000 mil karelik bir alana yaydı. 100 mil ötede bulunan Daigo Fukuryū Maru "Şanslı Ejderha" adlı Japon balıkçı gemisindekiler ve Rongelap adasının tüm sakinleri radyoaktif maddelerle zehirlendiler.

Japon balıkçı gemisindeki Kuboyama Aikichi isimli balıkçı bu kazadan yaklaşık 6 ay sonra ilk ölen kurban oldu. Deneylerden yıllar sonra günümüzde atol üzerinde ve civarındaki denizde doğal hayat tekrar canlanmaya başlamıştır ancak radyasyon seviyesi insanların yerleşmesi için halen uygun değildir.

Page 25: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

25

Trübünseverin Gönlünde Yatan Başkan Yalanın bininin bir para olduğu günümüzde belki de en global yerel seçim hazırlık sürecini yaşamaktayız. Yalan makinesine kadran kırdıracak düzeydeki uçuk vaatler gazetelerde haber değeri bile bulamamakta artık. Sporseverliğin futbolseverlikle eş tutulduğu hatta yerine geçtiği güzel Türkiye’mizde farklılaşmak adına, fark yaratmak adına “ inovasyon” diye inim inim inleyen entelektüel çevrelerine inat yaratıcı fikirlerimizle bu köşeden başkan adaylarına ışık tutuyoruz. Öyle metroymuş, hafif raylı sistemmiş, kömürmüş, bunlara hiç gerek yok. Hiiiççç gerek yok hem de. Size bire bin katacak, Konfüçyüs deyimi ile “ balık vermektense balık tutmayı sağlayacak” fikir; ilçemizin futbol takımının yeni altyapı tesisleri ile artacak altyapı oyuncu sayısıdır. Öyle hayal kuruyorsun demeyin. Süperlig’de sıradan bir dört büyük oyuncusu bir milyon avroya burun kıvırıyor (vergi hariç). Avronun kapandığı son kur 2.14 TL. Matematiğim zayıftır; kaç eski, kaç yeni TL ettiğini siz hesaplayın. Öyle dört büyükler bize kapalı derseniz süper ligde sıradan bir oyuncunun kazandığı para 500.000 TL. Eski para ile milyar; yine vergi hariç. Şimdi her yıl altyapımızdan üstyapımıza çıkacak oyuncuları belediyemizspor takımından bedava Birinci lig ve Süperlig takımlarına bedelsiz veriyoruz. 18 oyuncudan 5 yılda 90 tane oyuncu eder; bu da 90 tane kallavi milyoner eder. Eeeeeeee böylece her mahallede bir milyoner sloganını da her apart”ı”man da gerçekleştirerek ünlü siyasetçilerimizin geçmiş seçim vaatlerini gerçekleştirmiş olacağız. Diğerlerini de maddeler halinde aşağıya sıraladık. Olur mu olmaz mı derseniz hesabı yukarıda.

- Şehir stadının önüne metro yapılacak - Okuyup da ne olacak, her mahalleye

futbol meslek kursları açılımı ile yukarıdaki kalkınma planına zemin hazırlanacak

- Maddi durumu el vermeyen vatandaşlarımıza “yeşil” kombineler verilecek.

- Her çiftçiye traktöre gerek yok, hepsine futbol topu yeter de artar bile; bol bol tepin.

- Hakem hatalarının üzerine gidip “hatagenekon”u çökerteceğiz.

- Ofsaydı kaldıracağız, golleri artıracağız. - MHK ile stand-by anlaşmalarına son

verip, TFF’ye futbolseverin ümüğünü sıktırmayacağız

- En geç sezon sonunda yediğimiz golleri tek haneli rakamlara indireceğiz

- Lig tv’nin ilçe tv’de korsan olarak izlenmesini sağlayacağız.

- Maçlarımızı spiker olarak Đlker Yasin - Banu Alkan ikilisine sundurup rakip takımın korkulu rüyası haline geleceğiz.

Bu kadar misyon ve vizyon içeren projelerimize hala uçuk seçim vaadi diyenlere atfen Đsmail YK’dan “ Allah belanı versin ” şarkısını seçim otobüsünün sonuna kadar açılmış uyku ve huzur kaçıran hoparlörlerinden çalmayı görev addederiz.

Page 26: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

26

Kulüplerarası lig dediğimiz zaman hep akla takım sporları gelir. Futbol, basketbol, voleybol vb. Ama biliyor musunuz? Bireysel olarak bilinen bazı sporlarda olduğu gibi satranç sporunda da 1995 yılından bugüne kulüplerarası lig oynanıyor. Bu lige de 2005 yılından itibaren damgasını vuran takım Beşiktaş… Bu sayımızda sizlere Beşiktaş satranç takımını anlatmaya çalışacağım.

2005 yılında Uluslararası Ustalarımızdan (IM) Umut Atakişi’nin girişimleri ile Beşiktaş satranç şubesi kurulmuştur. Böylelikle futbolda üç büyükler olarak nitelenen kulüpler içinde satranç şubesi açan ilk ve tek kulüp olmuştur. Satranç şubesini kurduğu ilk yıl birinci lige doğrudan katılmış ve ligi üçüncü sırada tamamlamıştır. 2006 yılında ise yapılan transferle ligde ilk şampiyonluğunu elde etmiştir. Hatta bu şampiyonluk o kadar ilgi görmüştür ki satranç takımı Đnönü Stadı'nda taraftarın huzurunda kupayla şampiyonluk turu atmıştır. 2007 yılında ise üst üste ikinci kez şampiyonluğa ulaşmıştır. Bu yıl ise 01-06 Şubat 2009 tarihlerinde Antalya’da oynanan maçlar sonunda ilk yedi maçını kazanarak 14 puan ve averajla ikinci sırada bulunmaktadır. 25 Haziran - 02 Temmuz 2009 tarihlerinde Mersin’de

oynanacak maçlarla tamamlanacak ligde bu yıl da iddialı olduğunu ilk maçlarda göstermiştir. Satranç liginden bahsetmişken şampiyon olan kulüpleri de belirtmeden geçemeyeceğim. Đşte lig şampiyonlarımız; 1995-1996 Satranç Geliştirme Merkezi 1996-1997 TED Ankara Kolejliler 1997-1998 Konya Yapı Spor 1998-1999 Kayseri DSĐ Spor 1999-2000 Kayseri DSĐ Spor 2000-2001 TED Ankara Kolejliler 2001-2002 ĐTÜ Spor Kulübü 2002-2003 TED Ankara Kolejliler 2003-2004 Eczacıbaşı Spor Kulübü 2004-2005 Eczacıbaşı Spor Kulübü 2005-2006 Eczacıbaşı Spor Kulübü 2006 Beşiktaş Jimnastik Kulübü 2007 Beşiktaş Jimnastik Kulübü 2008 Adana Truva Satranç Spor kulübü Yukarıdaki listede de görüldüğü gibi 1995 yılından bugüne satranç sporunda 1. lig düzenleniyor. 2004-2005 sezonunda 1. Lig, Süper Lig adını alırken, 2006 sezonundan itibaren de Süper Lig, Türkiye Đş Bankası Ligi adını almıştır. Maçlara nasıl çıkıldığına da kısaca değinmek istiyorum. Kulüpler kadrolarında en az 15 en çok 30 sporcu bulundurabiliyor. 10 sporcu ile oynanan maçlarda en çok 3 yabancı sporcu oynayabiliyor. Ayrıca maçlarda iki 16 yaş altı (genel/bayan), iki 14 yaş altı (genel/bayan), bir 20 yaş altı sporcu oynatma zorunluluğu da bulunmaktadır. Son olarak Beşiktaş’a bu sezon şampiyonluk yarışında başarılar diliyorum… BUNLARI BĐLĐYOR MUSUNUZ? ** 1883 yılında Londra turnuvasında ilk kez satranç saatleri kullanılmaya başlanmıştır. ** Đlk satranç kitabı 1791 yılında Rusya’da yayınlanmıştır. SATRANÇLA ĐLGĐLĐ LĐNKLER : >>> Türkiye Đş Bankası Ligi takımlarından ODTÜ’nin hazırladığı satranç sitesi : www.odtusatranc.com SÖZÜN ÖZÜ : "Şah ve piyon oyunun sonunda aynı kutuya konulur." .............................................................. Satranç sporu ile ilgili soru ve görüşleriniz için eposta adresim : [email protected]

Page 27: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

27

BAHATTIN BABA

Yazan-Çizen

Hakan KĐREZCĐ

Page 28: Halkın Takımı Dergisi 6.sayı

28