hizirla kirk saat - muharrem balcitılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi...

71
1 HIZIRLA KIRK SAAT Sezai Karakoç 1. bu çok sağlam surlu şehirden de geçtim beni yalnız yarasalar tanıdı az kalsın bir bağ bekçisi beni yakalayacaktı adım hırsıza da çıkacaktı her evde kutsal kitaplar asılıydı okuyan kimseyi göremedim okusa da anlayanı görmedim kanunlarını kağıtlara yazmışlar benim anılarım gibi taşa kayaya su çizgisine gök kıyısına çiçek duvarına değil kedi yavrularından başka -o da gözleri açılmamış olanlardan başka- el uzatmaya değer soluk alır bir nesne bulamadım bir gün daha öldü ey batıdaki mağaralar beni afyonunuz bağlasaydı da uyusaydım bu katı bu sert kente gelmeseydim bir kaç eski ölünün kemiğini fosforladım ışıklarını arttırdım bin yıl sonraki çocuklar için yaşlı bir adamın şapkasını düşürdüm karpuz kopardım dağdan taş yuvarladım ırmakta yıkandım ölümsüz çamaşırlar giyindim çivi yazısıyla yazılmış bir taşa oturdum yanımdan tak kuran işçiler ve turistler geçti çok eski bir şairin(ben miyim yoksa) taktım aklıma şöyle bir dörtlüğünü: “giydiklerin öyle ölümsüz büzülmüş ki seni bir bardakta kaynayan abıhayat sandım elim uzandığı yerde kaldı”

Upload: others

Post on 02-Feb-2020

12 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

1

HIZIRLA KIRK SAAT

Sezai Karakoç

1.

bu çok sağlam surlu şehirden de geçtim

beni yalnız yarasalar tanıdı

az kalsın bir bağ bekçisi beni yakalayacaktı

adım hırsıza da çıkacaktı

her evde kutsal kitaplar asılıydı

okuyan kimseyi göremedim

okusa da anlayanı görmedim

kanunlarını kağıtlara yazmışlar

benim anılarım gibi

taşa kayaya su çizgisine

gök kıyısına çiçek duvarına değil

kedi yavrularından başka

-o da gözleri açılmamış olanlardan başka-

el uzatmaya değer

soluk alır bir nesne bulamadım

bir gün daha öldü

ey batıdaki mağaralar

beni afyonunuz bağlasaydı da

uyusaydım

bu katı bu sert kente gelmeseydim

bir kaç eski ölünün kemiğini fosforladım

ışıklarını arttırdım bin yıl sonraki çocuklar için

yaşlı bir adamın şapkasını düşürdüm

karpuz kopardım

dağdan taş yuvarladım

ırmakta yıkandım

ölümsüz çamaşırlar giyindim

çivi yazısıyla yazılmış bir taşa oturdum

yanımdan tak kuran işçiler ve turistler geçti

çok eski bir şairin(ben miyim yoksa)

taktım aklıma şöyle bir dörtlüğünü:

“giydiklerin öyle ölümsüz büzülmüş ki

seni bir bardakta kaynayan

abıhayat sandım

elim uzandığı yerde kaldı”

Page 2: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

2

şimdi ayı bekliyorum

ay doğunca onu yerime gözcü bırakacağım

aradığım bu ülkede de yok

taşlar hatıra yazılamayacak kadar

fazla kararmış

2.

ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz

bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz

kadının üstün olduğu ama mutlu olamadığı

günlere geldim bunu bana öğretmediniz

hükümdarların hükümdarlığı için halka yalvardığı

ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim

bunu bana söylemediniz

insanlar havada uçtu ama yerde öldüler

bunu bana öğretmediniz

kardeşim ibrahim bana mermer putları

nasıl devireceğimi öğretmişti

ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım

ama siz kâğıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini nasıl sileceğimi öğretmediniz

bir kentten daha geçtim

buğdayları yakıyorlardı

yedikleri pirinçti

birbirlerine açılan borular gibi üfürüyorlardı

sonra birbirlerinden borular gibi çıkıyorlardı

pirinçler gibi çoğalıyorlardı

atlarını yalnız atlarını cana yakın buldum

öpüp çıkıp gittim yelelerini

3.

bir beni anan doğuran kadınlar kaldı

çocuklarını kaçırmasın diye al kadınları

elmalarını ısırdım öfkeyle

rüzgarına bir çıban tohumu ektim

böylece iz bıraktım

benim mirasıma yeryüzünde

yel çıbanı çıkaranlar konacaklar bilmeden

benim oğullarım onlardır

yapraklarımı onlar okuyacaklar

onlar taşıyacaklar ellerinde

sayıklayan çiçekleri

Page 3: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

3

taşıyacaklar yüreklerinde

tifo beneklerini

öpüp duran melekleri

evlenmeyecek olan onlardır

denizlerin yarasını

iyi eden

denizlere doktor olan

onlardır

savaşlarda şehitlerin

ölümünü alıp kaçan onlardır

ey ulular sizin bana öğretmediğinizi

ben zamandan öğrendim

kuruyan hurma dalından öğrendim

damıtılmış petrolden öğrendim

yavrusunu arayan bir deveden öğrendim

hapsedilmiş yarı yanık

sancaklardan öğrendim

yıkılmış taş kemerlerden öğrendim

harap handan köprülerden öğrendim

ey ulular sizin bana öğretmediğinizi

ben yarılmış aydedeye öğrettim

delikanlı ateşlere öğrettim

en umutsuz bekarlara öğrettim

kundaktaki çocuklara öğrettim

öğrettim fundalara keçilere keçiyollarına

4.

ben kötülere iyilik saçarım

bu ceza olur

iyilere iyilik

kötülere kötülük

yapacak kadar güçlü ve seraplı olamam

iyi bir kentte

camide namaz kılan

omuzları birbirine dayalı

iki müslümanın arasından geçtim fark etmediler

hutbede imamın sözlerinin arasına tek bir kelime

karıştırdım tek bir kelime

bir kaç kişi irkildi

gerisi susadı susadı

çıkar çıkmaz çeşmelere koştular

ama su yabancı ve acı geldi

Page 4: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

4

çocuklarını görünce o vakit

dindi iç ırmak yankıları

5.

rapor

ben hızır … gün … falan saatta … yerde

inceleme yaptım

anne suçsuzdu ve öldü

baba suçsuzdu eski incirler gibi hışırdıyordu

küçük çocuk suçsuzdu

bal rengi bir akıl sarasına bağışlandı

öbürleri suçsuzdu

çiçeğe yeni durmuşlardı

suçlu bendim

geç kalmıştım

evin kötü düşü balkona ağmıştı

komşu evlerde ayin başlamamıştı

kendimi iki yüz yıl insanoğluna görünmemeğe mahkum ettim

imza hızır

pulsuz

tarih çinseddinden sonra 5000

şahitler bütün oğullarım

6.

kağıt endüstrisinde

müthiş bir gerileyiş tekniği

papirüs

mermer

tuğla

ceylan derisi

ipek

kumaş

odun

saman

kepek

7.

bugün iki çocuğun konuşmasına kulak konuğu oldum

biri beni öbürüne çiziyordu

hızır’ın çizgileri derindir diyordu

su ışıltısıdır karanlıkta gözleri

sağ kolunun çizgisi parlasa

Page 5: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

5

tanda bir palmiye gibi

sol kolu karanlık kış gecesi

yaşı hep altmış üç

yüzü yeni gelmiş bir vahiy gibi

gözlerinin önünde hep rahman suresi canlanır

kalbi hep yasin okur

kulağında ilk âyetlerin depremi

ben hızır’ı gördüm kardeşim

ermişler için topluyordu zeytinleri

konuşması hint ilâhisi

ürküntüsü çocuk çilesi

genellikle dağ havasını taşıyan biri

yemesi bir gülün dirilişi

8.

benim konuşmalarım

çin yazıtları gibi

çevre benim söylediklerimi kaydeder

ama kaydetmez kendisine söz söylediğimin sözlerini

taşların kalb atışlarını duyanlar

yalnız onlar okur benim söylediklerimi

kayalar takvim yapraklarımdır benim

ay kaç kere tanıklık etti

taşıdığım yoksul kadınlar tabutuna

çok köle pazarında bulundum

az kurtarış yapmadım insan satırında

insan alımında az göz gezdirmedim

kaç olta kırdım balık avında

kaç ip kestim idam sofrasında

kaç yılı aradan kaydırdım

takvim hesabında

kaç kulaç su geçtim

kurban töreninde

kaç çocuğu kaçırdım

kitap sineklerinin

tılsım salgınından

ilgım salgımından

zülkülüf bana dedi

sen su ver ben yemek vereyim

sen can ver ben kan vereyim

sen sağı çağır ben şehidi çağırayım

sen ovaya in ben dağda oturayım

Page 6: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

6

ne kutlu ortaklıktı o

zülkülüf bana dedi

yeraltında sesim var

zülkülüf bana dedi

doğuranlar bendendir

ana sesi bendendir

örtülü ödeneğimdir ocak

in kiraz bahçelerine in

kirazların yankısını dinle

denizi kirazlarda ara

ölümle kirazlar arasında

köpekle karyola arasında

bardakla araba arasında

bir ilgi kur

mağaralarda çekilen kuralarda

yamyamın ülküsünde

kabakulakta

bile bir bilgi ara

hızır hızır, işçi demek

meleğe öykünen demek

benim kitabım bu kadardır

yazıtım kısadır

anıtım yoktur

bahar senin öncün

güz benim artçım

yaz isa’nın

kış yahya’nın

bahar yaz güz kış

ben sen isa ve yahya

bir gülü yetiştirmek için

yaratılmışız

şükür tanrıya

9.

öldükten sonra insan nasıl dirilecekse

ölmeden ben öyle dirildim

kaç eleğimsağma altından geçtim

çocukken çok gözledim samanyollarını

yaz akreplerinin bile bakamadan edemedikleri samanyollarını

kaç kez yedim doğu sabahlarının

yaz aylarında çatlattığı narlarının narlarını

gelinler götürülürken perşembe akşamları

Page 7: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

7

kaç kez yerinde durdurdum güvey atlarını

baharda çayırlarda yuvarlanırken vakit çobanları

saatleri kıra kıra ilerleyen bengisu zamanı

cebrail cebrail bengisu uzmanı

bir bozkır gibi yaklaşır kuşatır beni

karanlıkta uzaklarda insan konuşmaları

andırır cırcır böceklerini

arada şarap! diye bir ses yükselir

bir kadeh patlar

ateş fışkırır çakmak dağlarından

kurban kokusu yükselir

gürültüyle geçer kaf kabileleri

kara incirlerin sütünden sütunundan

zehirlenen ihtiyar kadınların

destanını söyler katır çıngırakları

iftar sofrasında açılan gümüş tabaka

borçlu baba sesi

ayın doğduğu saçaktaki komşularla

kaplumbağa artığı en tatlı üzümlerle

ey donanmış sofra saati

cebrail’e anlattığım buydu işte

cebrail bana ne armağan etti

bilir misiniz ne armağan etti

dünya ırmaklarının kaynak yerlerinden bir kolleksiyon

dicle’nin uçak yakıtı maviliğini

fırat’ın benzin yeşilini

nil’in kül rengi bulut stilini

bengisu bir kokteyl mi

kokteyl belki ama ne kokteyli

bengisu korosu

biz bir hızır’ız ama belki bin hızır gibi

biliriz yeryüzünde bengisu illerini

namazda yürüyoruz ışıldayan meşalelerle

oruçta aydınlığız isa’yla meryem’le

kulağımızda hep zebur düğünleri

düşümüzde incil şölenleri

ufkumuzda tevrat ülkeleri

sina dağından yapraklar

ve kur’an ordusunu

başkentlere götüren bir kumandan gibi

en soy arap atının üstünde

Page 8: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

8

dimdik duran bir başkan gibi

bengisu alayının önünde

bir göçmen kuş öncüsüdür bengisu

baharda gelir dünyaya

kışın göçer aya

kış yaranın sargı bezi

yazın ovada dağda sesi

yusuf gömleğinin yıkandığı kaynak ondandır

mısır’ın kapıları onunla açılır

davud’un demirini eriten o

karıncanın karnından konuşandır

hüthüt onun üstünden yedi kere uçandır

evrim günlük sularla

devrim irinle kanla

bizse dirilişi gözlüyoruz

bengisu bengisu kayna ve çağla

10.

şuayb’ın görünmeyeni benim

ben öğrettim musa’ya eşyanın ötesini

şarapsız tütünsüz metafiziği

köpeği

yoksulu duvarını yıkarak koruyan benim

balıkçının kayığını delerek

çocukları gece yarısı

ayakları ters dönük

çağıran ve sonsuz kar çöllerine alp götüren

benim adamlarım değil mi

arkadaşları kılığında

arkadaşlarının seslerini çıkararak

kızılelma megalo idea

zenciyi linç eden boya

kadınlar bir ışık lekesi tavanda

rimbaud en çoğul ışığa

bite ve sese

ağrı’da

-40 mantığında

koşedağı’yla konuştum

+40 ta da

çok penguenli ve bir koca katırlı kabileyle

yüzleri güneşten yanmış kabile

Page 9: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

9

ulu kazanlı kabilelerle

çıktım gittim iğde nar kavun tarlalarından

az konuşuyorlardı

katır ayaklarının sesleri dolduruyordu öğleyi

yürüyen yalnız ulu bir kitaptı sanki

yalnız reisin şemsiyesi vardı

o da güneşten korktuğundan değil

yüceliğini ortaya koymak için

hepimiz kırk yaşlarında erkeklerdik

başımızın içinde arı uğultusu

yine de aydınlık ve keskinlik

bir buyruğa kapılmıştık açıklanmamış

güçlüydük sağlamdık polattık

çok ırmak aştık

meşelerde hüthütler gördük

kayalarda eskilerin alınyazıtları

arada bir, bir atlı ilerliyor

bir atlı geriliyordu

yeni buyruklar sessizce veriliyordu

sancaklar hızla dönüyordu üstümüzde

kartalımız vardı

eski kuşak olarak

maymun ülkelerinden geçtik

insan bölgelerini aştık

melek surlarına yaklaştık

kentlerinde de çeşmelerinde de

kadehler kırdık şıkıdam şıkıdam

mermerleri bir is gibi yüzümüzü kararttı

güntutulmuşa döndük

sonra kur’an okudular ayrıldık

öyle aydınlandık ki

doğudan da batıdan da

birden gün doğmuştu sanki

iki güneş dört aydede

birden doğmuştu sanki

işte o vakit kadınlar belirdi

hepsinin adı meryem’di

ilk defa evlendiler bizimle

daha çok gittik

ama nasıl anlatayım

ötesini

Page 10: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

10

11.

ikindidir sularımın biatı

elini öptüğüm gün ustası

inci döküp gittiler keçiler

siyah bir ses bırakarak arkalarında

şaka yapıyormuşcasına

hayata alışan oğlaklarıyla

yazın dicle kıyılarındaki kuma

gömülen eşekten daha çok ne var

güldürecek çocukları

görmezlikten gelecek babaları

eşek kurumuş bir dicle’nin yankısı gibi

bütün bir ortadoğu demekti

okuyanlar okumuştur eşeğin boyun çizgisinde oğul yazısını

kadın oğlundan alamadığı mektubu yani

eşektir bilen meşe yapraklarındaki

yalancı kudret helvasının anlamını

koyunların ikindisinde eşek de gitti

kasabadan o meşhur ölü de geçti

testiler sokaklara boşalttı gizli bir seheri

bu ölü hangi batmış imparatorluğun bayrağı

götürülüyor yalınkat bir müzeye

yerebatan sarayı’na

alınarak tekbiri

yer altı camii’nde

benim ben ben hızır

çankıranım ben

hamam soğutan

görklü bakışlara gece aralayan

yumurtada bekleyen

kafataslarını koruyan

bahçelerde

hıdrellez pikniklerinde

ateş avcısı bilge develerin

öfkesini gün batımlarına taşıyan

yaşlının gençliği gence genç

çığ yuvarlayıcısı

kaya atıcısı

dağ bölen

depremin özü

şimşek mayası

hardal kokusu

Page 11: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

11

çekirge sabrı

arı vahyi

ölü etkisi

bitişik odadaki boşluk

cihan savaşlarının ilk başyazısı

ilk insan

son türbe

ben

hızır

12.

ey kadın sana fısıldayacaklar muştu sana

tutunacaksın doğurmamış bir anne gibi hurma ağacına

çölün içinden yükselen bal ve çekirge karışımı

deve duyarlığıyla yüklü serapsız heyemolalarla

ey kadın sana fısıldayacaklar muştu sana

sen ki yoruldun çamaşır yıkamadan bir ırmak kıyısında

çok güneş alan artan ışığı mağarana vuran

o yumuşak sudan öğrendin öğreneceğini muştu sana

o sade giyimli yaşları belirsiz bilginler ki

eski kuşakların türlü dilini konuştular da

sen bir tekkelime konuşamadın yıllarca

sağ duvar konuştu sol duvarla

su hurmayla

ay keçilerle koyunlarla

sen bir birsam halinde konuştuğunu sandın içindeki çocukla

her dil senin için çağdaş oldu

ölmüş olan en eski ibranice

hititlerin ve himyerilerin dili

sonra şölen bitip bütün diller çekilince

için bir nar gibi kızardı o sessizlikte

işte o vakit çocuk doğuran kelime geldi

doğmadan konuşmayı öğrenen insan geldi

o doğmadan seninle konuşan bir erdi

uzun bir kıştan sonra gelen ilk gün ışığı gibi

uzun bir sessizlikten sonra gelen o ilk kelimeyi

bir insan gibi bir er gibi gören

karşılayıp konuklayan kadın muştu sana

ateş almış günü geçik resmi yapraklar gibi

bir dağ ucuna yığılmış o kent ki

seni en çarpık bir düşmanlıkla

karşılamaya hazırlanmakta

Page 12: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

12

öyleyse ey bir kelime doğuran kadın

muştu sana

yankı yapan kutlu kadın muştu sana

bir meleğin bir sözünden gebe kalan kutlu kadın

ayrılığın şiddetinden gebe kaldın

aydınlığın artışından oldu isa

artık çıkabilirsin temmuz öğlesine ama

üç gün yüce bir oruca borçlandırıldın

en çok konuşman gerektiği anda

ayazmaların aynasında boy gösteren

dişbudak ormanı gibi azgın bir kalabalık

önünde o ulu konuşmanı yapacakken

bir yaratış susmasına adandın

yalnız işareti serbest bıraktın

doğurman cinsinden bir oruca başladın

çocuk erdi

su durdu

muştu sana

hadrianus’un kütüphane mermeri

çeşme oldu aydınlık bir kuşluk kitabına

çocuğun mucize alfanesine

loş aralıklarda

gümüş tabaklarda

pirinç ayıklayan komşu kadınlar sanatına

ki ay ev önlerinde

iğdelere batardı alacakaranlıkta

alacakaranlıkta muştu sana

13.

ilyas’la buluştuk mu buluştuk da

en ince durumundaydı kabuğuyla yumurta

bir çan gibi çınlıyordu otlarsa

elimiz az kaydırak oynamadı şen bir mantarla

dağlarda son karları sürüyordu sularsa

ilyas dedim

ey en yumuşak isimli kardeşim

güvercini doğuya mı uçuracağız ilkin

doğu o yer senin ana oğul memleketin

asma yapraklarını mı özledin

içindeki sesler mi ürkütüyor seni kemiklerin

okumadın mı şubata ses veren

vakitsiz belgesini cinlerin

Page 13: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

13

eyyûb zülküfül yuşa ve senin kanamadığınız

şit ötesi yakalanmaz izleri örtülerin

yahya’ya tanıklık etmiş arı kayaların

yeniden çalkalanışı ben miyim dersin

ilyas, konuğu iyi ayarlayamadık

tüccar gün ışımadan gitti

parola oldumolası iyi verilmedi

nöbetçi vaktinde değiştirilmedi

at yavrusu ata benzetilmedi

bumbar yemek kumarın en iyisi

israil bir tarihi gece gezerek geçirdi

altını altın bildi

gümüşü gümüş bildi

sonra isa geldi

önce çocuk olup dedi

sonra büyüyüp dedi

işte bütün bunları sen bildin bir de ben bildim

doğu birikti birikti birikti

çoban dedi ki

en soy arap kabilesinin arapçası gibi

bir süt ısmarladım size

bu en bilge keçimin armağanı

bu bağış oruçlardan oruçlara aktarıldı

ayın bir iğneye döndüğünü görünce dolanırdı

dağın çıkılmamış yerlerini

sonra çoban sabahın alacakaranlığında

hasta bir kuzunun evine gitti

uzun bir süre ışıltısı kesilmedi

ilyas’ın sabrı gibi

ben ve ilyas uzun bir süre

süt hayallerinde yandık

ellerimiz ve yüzümüz uyanıkken

vücut sıcaklığımız arttı ama

gözlerimiz ne oldu bilmem ki

ey ismini okyanus köpüklerinden

yunusların aynalarda yansımasından

almış olan kardeşim

ölen insan

al tutmuş toprağı alkışlamadan

biz yeşilin yıldönümünü kutlayalım

Page 14: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

14

baharı muştuluyalım

enlemlere boylamlara

sabır yatırına

adı mehmet olan çocuğa

müthiş bir ruhun tıbbı gibi

14.

ben, kışın kefen gelini

çamların diri ölüm toplumundan da

üzüm kürelerinin benzerliğindeki yalnızlığından da asmaların

kurtulmuşum kaynayan bir çölüm belki

birden doğup büyüyen içine insan sesi karışmış

sonra ansızın küçülüp kaybolan

kum tepeleri

şehit, insanın birden bana dönüşümü çevrilimi

bir çok cami mimarının görünmeyen danışmanı

genellikle ben oyarım göğe minareleri

bilgimin çokluğundan vakit darlığından

işimin başımdan aşkın oluşundan

bir türlü geçiremedim yalnızlık serüvenlerini

dağdan gözleyen bir hızır vardır kasabayı

bunu en iyi bilen

kadınlarına alışamamış ısınamamış bir kasaba beyi

her gece kutsar beklenmedik bir çeşmeyi

hep yoksul değilim arada zenginim belki

suların kaynağındayım

gül kokusunda

elma terinde

şafakta uykuyla uyanış içinde

bir yanar bir sönerim

uzatan bir fenerim

savaşta cephedeyim

yaraların bezi benim

tutsak olmayan bir erim

çünkü tutsağın yüreğindeyim

kan değilim kandan da ötedeyim

özgürüm ama yalnız değilim

ey insan prizmaları

sizden uzak değilim

ilyas benim kızılötem

ben sizin morötenizim

ben en çok horozlarla gezenim

Page 15: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

15

geceleri namazım

sabahları ezanım

15.

nuh’un bir işçisiydim

günlüğümü biriktirdim tahta aralarında

bulursanız nuh’un gemisinden bir parça bir kalas

içinde altın vardır işte bu işarettir sana

altının üstünde nuh’un mührü

dünyanın en ilkel yazısıyla

ilkel ama sade ilkel ama canlı

ilkel ama güzelliğiyle çarpar insanı

ben ibrahim’in sır kâtibi

yakub’un dedektifi

yusuf’un hapishane arkadaşı

düş yorumu öğretmeni

ama görmedim yavuz bir öğrenci

aydın kılıçların şelâlesi

musa gibi

öğretmeseydim duvarını devirerek yoksulu kurtarmayı

çıkartabilir miydi musa

mısır’dan israil’i

delmeseydim bir yoksulun övüncü kayığını

geçirebilir miydi musa

kızıldenizden israil’i

bir vuruşta on pınar

çıkartabilir miydi çakmak kayalarından

öldürmeseydim hiç acımadan

gözünün önünde o çocuğu

bütün suçsuz çocukların katili

firavun’u boğar mıydı daha yeni kurumuş bir deniz

musa sürüyü şuayb’tan öğrendiyse

yolu dağı yaylayı benden öğrendi

şuayb’tan öğrendiyse köpeği

kurdu benden öğrendi

benimle kahve içti geceleri

onunla namaz kıldıysa sabahları

benimle dua etti akşamları

ondan aldıysa tanrı sevgisini

benden aldı korkusunu

ama ben karanlıklarda yittim

musa ışığa vardı

Page 16: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

16

“kırklar yediler geldiler

beni alıp götürdüler

bir çok yeri gezdirdiler

sonra geri getirdiler”

deseydi musa yalnız beni anlatmış olacaktı

16.

şekere alışmış akrebi öldürmezsen

şekerden zehir yapacaktır

çocukların için bunu iyi bil

bu öldürdüğüm çocuk için bir örnektir

her yaz bahçelerde binlerce akrep öldürülecektir

geziye çıkan çocuklar için

gün görmemiş menekşeler derilecektir

baharı gecikmiş kentler için

kurban bayramında ortalık ışımadan uyanılır lambalar yakılır koyunlar üstüne bir ışık düşer

dağ ışığından önce

kurban bıçak sesini duyar ezan sesinden önce

saatlarını çabuk tüket ey ulu gece

kurban bayramıdır en derin bayram bence

bu ne uslu yumuşak yaratıklardır ki

kilometrelerce

günlerce

yolu aşarlar sabah kuşluk öğle

ikindi ve çöldedirler akşamları

ve sonra yorgun doldururlar çarşıları

ve top patlamadan önce

her biri başları gün doğusuna dönük

bir evin önündedir

çocukların önündedir

çocuk ellerinden alırlar son dünya yeşilliğini

bir bengisu gibi içerler

son sularını

saatlarını çabuk tüket ey ulu gece

kurban bayramıdır en derin bayram bence

kur’an dinlemiş ve ondan boyun eğmişlerdir sanki

yaşamın sırrına bizden önce ermişlerdir sanki

kendilerini bir ses uğruna kurban vermişlerdir sanki

ölmeden önce ölümden sonrasını görmüşlerdir sanki

dağlarda yankılanmışlar derelerde ağarmışlardır sanki

düşlerinde mekke’ye varmışlardır sanki

Page 17: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

17

saatlerini çabuk tüket ayını ve yıldızlarını yak ey gece

bizim kalbimizde kurbanlar kesilmeden önce

17.

fırtına lût’a ait

saçlarım yağmurda uzar

gözlerim aydınlanır kaynak sularında

yemeğim pişer yeraltı ılıcalarında

buğdayda ışırım kararırım samanda

yazlığım saman yollarında

kışlığım avcıyla av arasında

baharım kayıkla kayıkçı arasında

güzüm balıkla balıkçı arasında

samyeli gölgeme ayna

zafertakım eleğimsağma

için şarabımı böğürtlenlerde kırılmaz bardaklarla

şarabım bâdısaba

yunus’a aittir balina

diş ve tarak yunus’a aittir

demir ve zebur ve ses ve öfke dâvud’a aittir

ve dert ve sabır ve yara

ve yaraya dayanmak sanatı eyyûb’un işi

zülküfül’dür gün doğmadan

geri döneceklerin kefili

bu halkın hilesini en iyi yuşa bildi

işte o zaman ateş en keskin bir şuurla

ortasına doğruldu ganimetin

bir kente girdim mi

bahar yağmuru gibi girerim

rüzgârların arkadaşı atlar gibi

büyütürüm güllerini

arıtırım sularını

bakarım mermerleri gebe mi

tabutları teneke mi

aydınlık mı ekmekleri

kirli mi yıkanmış mı gömlekleri

güzü mü andırıyor gözbebekleri

dinleniyor mu erik ağaçlarında

yeni yıl kelebekleri bahar kelebekleri

kükürt mü serpilmiş bağlarına

gözlerden akan bir kireç mi

Page 18: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

18

başaksa bana ait

çocuk benim ülkemdir

ana karnı geleceğin belgesi

18.

günleri bıraktınız takvimle uğraştınız

suyu özlediniz de aramadınız

harût ve marût’u dilsiz eden

saçlarından peygambere büyü ören

uykuyla ilgili su ve kuyu bilgilerini

taşları deler deler de su gelir

ışıklı bir engerek gibi

vecde gelmiş bir devenin

bol arılı sesi gibi döner döner de

bin tanrı mahkûmunu arar

suyu arayan adam değil

suyun aradığı adam ol sen de

sen doğu olursan güneş sana gelecektir

sen kuşluk olursan kuş sende ötecektir

sen kuyuda oturacak bir ders taşı bulursan

bir kabri dışından oyan yontan değil

içinden insan biçiminde kışkırtan olacaksın

her lambanın bir kuyusu vardır

ordan aldığıyla aydınlanır

kuyusuz bedir bedir midir

bir bedir kuyusuna doldurulmadan önce

kureyş uluları

sağken işitmişler anlamışlar mıdır

ey aydınlanış saatleri

ölüyle konuşulan saatler

tabutta demlenen şaraplar

eski vergilerden damıtılmış viskiler

bardakları kıran şampanyalar

bir kuyuya balık olmuş haydutlar

mağaralara kapı olan duvar olan

kuyulara duvar olan

örtü olan kayalar

kuyu zeytin nar

yeşeren bir kuyu arar

vaktin arabı çılgınlar

Page 19: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

19

19.

bahçede uyuyan çocuğu

yüzüne vuran

kirpiklerini kınakınagibi yakan gün uyandıramaz da

anne uyandırır babanın eşi uyandırır

iğde ve gül kokuları çeşme gümüşleri

hurma çiğleri serçe ışınlarıyla

bahar uyandıramaz da

günlük süt için ayaklanmış

evin keçisi koyunu ineği uyandırır

çoban sürüsünü geniş bir kuşluk alanında toplamıştır

ekmekler ve aylıklar alınmıştır

kimi yoksullar da içleri ürpererek

çobanın paylamasına da katlanarak

yükselmeyen bir sesle bir yalvarışla

biraz daha vakit kazanmışlardır

dağ hazırdır

gece kamaşmalarından kurtulmuş

sürüye bir kent olacaktır

sürü kuşlukta tutacaktır eteğini

bırakılmış bağlarını

kaba bir köylüye dönmüş ardıçların

yatırlaşmış meşelerini

ayı soluğunda turunculaşmış alıçlarını

çocuklara beklenmedik bir yemiş ufku dağdağanlarını

kırlarda bize kahve sunan menengüç ağaçlarını dolanacaklardır

keçiler koyunlar ve sığırlar

kuşaktan kuşağa iletecekleri bilgileri

gündüzleri dağda toplayacaklar

evlerde durmamacasına yazacaklardır geceleri

bunlar kır papirüsleri

bir şiirin ipek sayfalarıdır

su düşmeyen bir kovuğa saklarlar onu

sonra güneş açınca

o sayfa ağızlarında

tekrar çıkarlar çayırlara

benim rengimi hızır rengini boyamaya

başbaşa vermiş birbirine iyice yaklaşmış koyunlar görürsün

sayfalarını kalb sesleriyle karşılaştıranlardır onlar

her biri kendi sayfasını öbürüne okumaktadır

unutmamak için bilgilerini

arasıra kendilerine tekrarlamaktadır

Page 20: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

20

çocuk tam sürü kalkarken

güneşin koğaladığı bir yolda koşarak

kendi küçük sürüsünü büyük sürüye katacaktır

işte o vakit kurtulmuştur ağırlığından evin

korkuyla utançla umutla yüklü sis dağılmıştır

kendi kendine konuşmanın yemişi

çocuğu şehre döndürecektir

daha üstün daha büyümüş ve daha yeni

bir de vardır dağdan sürüyle inip

çocuğu bir mevsim gibi çağıracak

kara üzümün kurusundan yükselen

çobanın ayak tozunda gün kaydıran

koyundan keçiden inekten

ve köpekten

ayak altlarında ezilmiş böceklerden

yeni bir çatı kuran

akşam saatleri

20.

-kapadın mı iyice taşı

-taş kendi kendine kapandı

-o kıvılcım saçan nedir içerde

-gözlerimizdir

-şehir bizim ansızın yitişimize ne diyecektir

-şehir evlerini büyütecek

badanasını yenileyecek

fırınlarını kapatacak yeni fırınlar açacaktır

süt sağacak

köpüklenecek

şarabın kıvamında yenilikler

devrimler yapacak

ve bizi unutacaktır

-bizi unutmayacaktır

her bey değişiminde

her üye seçiminde

her çocuk ölümünde

her sayfa açışta

her kitap yayınlanışında

her kitap yakışında

her sürü dönüşünde

bizi ansıyacaktır

her su kuruyuşunda

Page 21: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

21

her açlıkta her vebada

her şimşek çakışında

katedrali uğuldatan gök gürültüsünde

mermer yaran depremde

bizi ansıyacaktır

her define buluşunda bizi unutsa da

yeraltından her levha çıkışında

bizi hatırlayacaktır

gebeler bizi yalan yanlış sezerler

doğumlarda aydınlıkça bilirler

çocuğun çevresindeki ışık

-ki onu yalnız anneler görürler-

o ışık bizdendir bunu bilirler

çocuklar şubat ayında

kara düşen kurt izinde

bizi ansırlar

yüreğe inen bir çivi biçiminde

-bizi unuturlar

senato seçimlerinde

sofrada değil belki şölende

biz nerdeyiz arkadaşlar düğün nerde

biz konuğuz şölende

ama gün olur anılmayız

manastırda bile

hey ancak göz kıvılcımını seçebildiğim arkadaş

peki bizim o evren beneği

köpek nerde

hepsi birden (bir korkuyla) -evet köpek nerde

-köpek ne dışarda ne içerde

kayanın kendisi belki

mağaramızı evrenden ayıran

kayserden ve kayser kentinden ayıran

zarın perdenin belgenin ta kendisi

sabah yıldızı ışırken dışardadır

gün doğarken içerdedir

bir kadın doğursa dışardadır

bir baba ölse içerdedir

bir savaş olsa içerdedir

bir barış imzalansa dışardadır

deniz inse içerdedir

deniz çıksa dışardadır

Page 22: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

22

çoban çoban içerdedir

sürü sürü dışardadır

hepsi birden (korkuyla, ürpertyle, coşkuyla, azrail’i görmüşçesine, israfil’in surunu

işitmişçesine) -peki köpek nerdedir

-arkadaşlar sizi bir alacakaranlık uykusuna çağırırım

köpek kemikten yapılmış

üstüne sayfalar yazılı bir deridir

o bulunduğu zaman biz de bulunacağız

bulunup bilineceğiz demektir

eşsiziz demektir

mağaramızı kılıçlar koruyacak demektir

kent para fırın ve ateş değişecek

içine bizim alınyazımız karışacak demektir

gün saatini bizim yerimize

kıtmir kuracak demektir

köpek bir gün bize

o boz tüyleriyle

ıslak dliyle

bir çocuk sesini andıran sesiyle

hepimizin çocuğu geri dönecektir

bir külün içinde yüzyıllarca duran

biçimini yakalayıp geri dönecektir

deniz kıyısında kayık karan

genç kızların ışınların taşıyacaktır derelere

ve çölde ilerleyen bin tonluk bir deve

gibi bize bir siteyi yüklenerek dönecektir

gün vurduğu zaman ağzına mağaranın

bizden alınan vakit bize geri verilecektir

çiğnenmemiş çayırlıklardan

devşirilen yeşillikler yüzümüze sürülecektir

bir el uzanışıyla

gelecek çağlara çağdaş olacağız

uykumuzu en ulu ders olarak okutacaklar çocuklara

uykumuz korkunun ötesinde

yeni bir kımıltı demek uygarlıklara

uyudular ayakları ses çıkarmadan çakıltaşlarında

güneşte pişmeyen bir yumurta

tapınaklar için kesilen taşların biçiminde

gökten başka denizden de anlaşılan gecenin gelişinde

solan kadınlarda eriyen gülde

uyudular uyuyarak onardılar

Page 23: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

23

ışıttılar insan yüreğini

kentler battı kentler çıktı uyudular

mağaranın ağzını kapatan kaya

değirmentaşı gibi döndü yüzyıllarca

en az gerekli gün ışığı vererek içeri

en yüce bir yaşama için gerekli

kabusları süpüren umut için gerekli

rüya gören sayıklayan beyin için gerekli

kurban sanatının şehidi eller için gerekli

kelimeyi dürbün gibi geleceğe çeviren

dağ görünüşlü diller için gerekli

tenleri bir hızır konuğu gibi yeşil ve al

uyudular gençliğin mağara konukları

21

çağır çağır su kuyusuna çağır

tatlı uslu bir ırmağı andıran

kayıklara yakışan bir haliç parçasına

şubatı hızla aşmak isterdin

gidilmemeliydi çünkü başkalarıyla

karanlık taşıyanlarla vücutlarında

kayaklarla karlı dağlara

martta kış pusunun ayıklanmasında

günışığıyla dağlardın

kristal medrese camlarını

söylemediklerini söyletirdin leylaklara

mayısta

iğdelere nisanda

çağır o tepe insin su kıyısına

senin ona söylediklerini

o denize söylesin deniz sana

şiir geceleri

büyük pastane’de kulağa çalınanlar

şehir gezmeleri

fotoğraf çekilirken elde tutulan bir bardak su

-elden geçerek yüze vuran alabalık aydınlığı

isa sesi meryem kuşağı

ve sendeki o meşhur yayha tepkisi

ıslak bir ortaçağ yolunu andıran iç sokaklar

kış

elden taşarak yüzü oyarak saçları kömürleştirerek geçen oyun kiri

içinde taşıyıp da bir türlü atamadığın taşra akrebi

Page 24: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

24

hey üst katları titreten vakit oğlağı

çin fransız kültür merkezi

çağır çağır o rüzgâr gelsin

belki içinde bir fısıltı bulabilirsin

denize yüklersin

o da bir bahar açılmasında

kısır kadınlara veriversin

ve deniz şu kıyısına indiğiniz

hiç değişmesin

çağır çağır akşamı

gençlikte birlikte gezdiğin

taşıdığın umutsuzlukla birlikte

lâmbadan ürken

aydınlığı yaşamanın sonu bilen

yatak kâtibin tahtakurularına

çağır o yolculukları

seni götüren geri getiren treni

bitmez bir kaya akıntısının

anlamını düşündüreni

o arştan düşen

konuşamamaktan

dudakları kurumuş kayalar

ve kızların sulara vurmuş ışıklarından

sıçrayan çizgilere susamış kayalar

ne kadar benimserdi bu suyun

kumu altına çeviren bu suyun

bir yüksek fırın olmuş

gövdesine çarpmasını

çağır yüzündeki acıyı

bir bahar çiğinin düşmesiyle açıklayan babayı

her gün bahçesinden

gül devşirmek isteyen

senin için güle sabırsızlaşan

o anneyi

annenin sağlık günlerini

it it denizin dibine it

gül yerine elinde bir belgeyle gelen

henüz atların kokusunu yitirmemiş

eski tavlalardan bozma

hastahanelerin alt katlarını

kule diplerini

en çok hava isterken

Page 25: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

25

havadan uzaklaştırılmış

kalb hastalarının yoksul öcünü

onların sevgisini öce çeviren gençliğin geçişini

bütün sevgileri sen kendin kendin için ece çevirdin

ve üstüne büyük harflerle yazdın

“başka yerde kullanılmayacak”

başka yerde kullanılmayacak bu deniz

peşinden sürüklediğin lânetleri

bir kitap yaprağına çevirmekten

sen bu suyu anlamadın daha

bengisudan daha bol ne vardır dünyada

karalardan daha büyük yer tutar o

gir yıkan içinde yüz öteye

gez üstünde kadim balıkçılar gibi

ye etinden kat özünden gövdene

çıkar derinliğindeki inciyi

ki senin o gençlik aşkındır

sevgilinin seni çileye iten öğütleri

senden uzaklaştırarak kendini

bir demirci gibi döğdü döğdü de demirini

kurabildin kendinde ve çevrende

o demirden kendi medine’ni

çağır çağır bu suya medine gelsin

bağrındaki saatinden bir ses yükselsin

çöl silinsin yol bitsin

hurma hayaletleri belirsin

deve neşeyle durup ilerlesin

bir imrülkays aruzu gibi ilerlesin

çevremiz o konuklarla dolsun

çay bile incitebilir onları

bu yumuşak su kıyıları onları dile getirsin

sen uslu bir çocuk olup dinle

dolup taşarak karadan denizden gelenle

semaver buğusunda titreyen evlerle

denizden karaya akan köpüklerin uzun kuğusuyla

dinle sen ermesen bile

bir ermişe erebileceksin

ermiş bir sözün olmasa da

bir ermişin sözünü duyacaksın

çağırmasını bilirsen gelecektir

doğu’yu batı’yı bilen gelecektir

bir ölümden sonrakine

Page 26: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

26

öğle sıcağındaki sebil gibi

gün gelecek su kıyısındaki

o türbe ışıyacaktır

bursa’daki ulucami’nin

en suskun taşları bile konuşacaktır

22.

eve dönüş gecesi ne geceydi

eşeğin üstünde türkü söyledin

köylüler bile farkındaydı sevincinin

yıldızlar mutlu bir sofrada

yükselip inen gümüş kaşıklardı sanki

ya salonun o aydınlık hali

ama birden karşınıza çıkan

içinizi bir incir yaprağı gibi büzen

o kardeşteki göz ağrısı

anne telaşı

çocuğa dönüp çaresiz duran

size dönüp bir umutla taşıyan

siz ki bir doktordan öte iyi ediciydiniz

dağlardan inmiş bir göz iyileştiricisiydiniz

peki kaç gün sonra o göz ağrısını

o yukardan inen görüş sıtmasını

yumurta hummasını

neyle kestiniz neyle dindirdiniz

şimdi onu benden dinleyebilirdin

ama yıllarca sonra

o göz ağrısının çağrışımı gibi gelen

bir kulak bir diş ağrısı

alıp götürdü kardeşi

lanetli bir peri

yol gösteriyordu ışık tutuyordu sanki

bengisunun yankısı ve aksi

kara bir su kıyısına

bir arı oğulu dünyasına

nar sevdasına

an o çocukluğu ki

karlı kurban bayramlarını

kuru üzüm iftarlarını

bağa taşan ev seslerini

an an ki

kurtuluşunu şimdi bulursun belki

Page 27: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

27

içinden güneşe varan ses babadır gündüzleri

ayı kurcalayan ses anadır geceleri

ne mutlu sana

bulursan insanlarda

andıran birkaç çizgi

gün batmadan önceki kardeşleri

gün doğarkenki kuşluktaki

öğledeki ikindideki

bir balık görünce nasıl çırpınırsa bir martı

gün batınca nasıl çırpınırsa

boğulmuş bir kuş gibi

bir deniz

çocuğu ölünce öyle çırpınır anne

annesi ölüne bir çocuk öyle çırpınır

çırpın çırpın ki belki görürsün ölümden ötesini

senin mesleğin bir bakıma ölüm mesleği

bozulmuş saatleri ölümle iyi etmek

ölümle açmak kurumuş dudakları

ölümle açmak kapanmış gözleri

öleni ölümle diriltmek

ölümle sağ tutmak sağ olanı

ölümün ışınıyla görmek

karanlık gecede

karataştaki

kara karıncayı

23.

ne cennet ne cehennem ne dünya

âraf’ım ben

cennet demektir benden biraz ileri gidersen

arkada bıraktığım ateş kayaları

dünyadır cehennemdir

âraf dünyanın cennete yakınlığı

dünya âraf’tan buraya uzanmış bir diş gibi

âraf’ı ben dolaştırırım yeryüzünde

bir ağaç hışırtısı gibi

taşlar maymuna dayanır

ağaçlar sese çıkar

gel dinle bağdaki eski asmaları

kır akşamda batan üzümün bardağını

çevir harf çıraklarına

av sularını avlanmış suları

Page 28: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

28

petrolde el yüzün yıkamasından

tüter buhurdanı şiddet işçisinin

bir geyik karnında kanında erir bir haydutun tüfeği

ve haydutun kanında yeşerir jandarmaların yiğitliği

sel alır dağdan indirir bizi

üstümüz boyalı aş kırmızısı çamurla

eşkiya dürbününde görünürüz ama

aramıza yağmur girer

borçluyuz hayatı ansızın gelen bu yağmura

aslanı uslandıran

aslanı ıslatan bu yağmura

taşların yaklaştığı bir düğü dünyasında

gölgeni büyüttün sen boyuna

bir kav evine döndün

yanık bir azık oldun ezik çakmaklara

anne merdivenden indi yalvarışlarla

dostun ölümünü yeni öğrenen bir yüzdü artık baba

yüz çizgileri derindi zaten daha derin oldu

ayakkabı çıkarılmadan giyildi yeniden

unutuldu iyice fark edilmiş kuşluk ikindisi

–kuşluktu ama ikindi gibi–

alıp götürüyor o arkadaş kuşkusuz

birlikte boyadığımız iplikleri şimdi demek ki

gidiyor ama kim gibi

zekeriya gibi mi isa gibi mi

baba düşünüyor

yeni bir dicle kıyısından dönmüş olarak

sırtında kırların ilk ırmak izleri

bu yürüyüş bir düşünüş gibi

kafanın bir duvarından bir duvarına

kasaba kuzeyinin sülükle döğmeli sularına

karınca köylerine cin yurtlarına

hızır’ın içinden geçmeye çalışan bir şeytana

çocuk ve süt umulan peri yurdu bir pınara

pazartesiden pazara

cumartesiden cumaya

eve varıldığında

içinde bir yunan heykeli büzülmüş gibi

ölümün kıyısında kıvrılmış örtüler

örtüler birdenbire artar çoğalır nerdeyse ürer bir evde

bir göz yeni örtülmüşse size

sen bütün bunları çıkardın

Page 29: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

29

evden bir yıl uzaklaşmış babanın

gelir gelmez çıkıp kasabanın

öteki ucuna gidişinden

düş yorumu ustalığın böyle başladı zaten

bir dağ doğurtabilirsin bir bozkırdan

gül toplayabilirsin bir çıbandan

narlar menekşeler devşirebilirsin bir kurbandan

bir azizi sağlarsın bir roma yangınından

bir cami çıkartabilirsin bir katedralden

sen ne denizler gördün

güneşin batışında

kesildiği andaki bir kurban gibi

kıvranan

ve çamlara çarpmış yaralanmış

cam parçalamış kargalardan

bir çan çalıyor

bütün eski köprülerinde avrupa’nın

bir sancak kaygılanıyor

sancısından dünyanın

erleri yeni yeni yerleşiyor yerlerine âraf’ın

ışıkları bir kez daha yanıyor cennet’teki davanın

24.

sofra sofraya değer sofra sofraya

sofra sofraya bakar yaklaşır sofra sofraya

böylece gökten sofra iner dağa

şairlikten sonra başlayan azıklarla

şarap dense de şarabı aşmış şarapla

susus topraksız ve göksüz büyümüş bir buğdaydan

yapılmış ekmekle donanmış bir sofra

kansız ve etsiz bir sofra

ne kedi ne köpek sofra der buna

ne hintli ne rum sofra der buna

hızır avına çıkmış bengisuya

bengisu kâbusuna kanmış insan sofra der buna

sen de günlük sofrayı bir kaç kere

en çok da çocuklukta o güz oruçlarının

iftar durumlarında sandın böyle bir sofra

doğudan gelen davullarla sahurda

bir sofrayı böyle bir sofra sandın

evin saati gösterdi hep böyle bir sofrayı

ikindi kur’an’ından sonraki sofralara

Page 30: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

30

kattı zamanından bir zaman belki

kana dönüşen bir şarapdeğil

duaya çevrilen bir şarap içildi o sofrada

ten olan bir ekmek lehimi değil

gönül azığı olan bir ekmek yendi o sofrada

zeytinse hem ışık verdi hem sofra katığı

idris ishak ve şit azığı

ilyas gölgesi

bir yusuf akşamı

ilerde bengisu doldurulmak için

bünyamin’in yüküne saklanmış

gümüş su tası

yakub’un koyun postu

ibrahim atlası

bekçiyse musa’nın asası

işte böyle bir tören içinde açıldı gök sofrası

bu bir yas mıydı düğün müydü

büyük bir şehirden geçen

bir kasaba halkası

sona eriyor demekti bir dağ çağı

orda anlatıldı gece yarısı

bir iç çağrısı gibi sofradan

ve isa’dan yükselen

havariyun’da yankı yapan

gelecek dönemin mekke çağrısı

gelecek vakitlerin mescitleri kurulsun diye

onlar yıkıyorlardı mihrabında

putperest ateşler yakılmış

ön cephesi yerinden oynamış tapınağı

orda anlatıldı cebrail’in yaprakları

orda katıldılar bedir savaşı’na

yeşil sancak tuttular

durdu sancak

orda da görüldü alkışlandı

hendek savaşı’nda

kayaların kıvılcımlarında

yanıp söndüğü gibi

istanbul ve roma’nın silüetleri

ve önlerinde

yeşil sancaklı sultan tuğları

arzı soyunmuş

arşı giyinmiş asker

Page 31: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

31

şimşekle devrilmiş bir boğa gibi

yere serilmiş bir haliç

sonra “ayrılış” konuşmasında

sustu isa

sustu isa’da her havari

sustu yüz yirmi dört bin sahabi

sustu zaman

sustu bengisu

su sundular yaralı sahabeye

durdu arz karıncaları

sustu arş sesi

durdu develerin üstünde güneş

hurmalar bir vâdiden bir vâdiye gidip geldiler

ve durdu yaprakları

dört kitap durdu ve dinledi

“şahit ol ya rab!”

sesi kaldı yalnız ortada

onlar da sofrada

bizim gibi şahit oldular

25.

şam’dayız

mevlana ve mesnevi

muhyiddin ve yasin

şems ve füsus

şems nasıl değiştirdi

bengisu sarnıçlarından geçirerek

mevlâna celâleddin’i

ve yasin bir delikanlı biçiminde

ağır ölüm hastalığında

nasıl iyileştirdi ibn-i arabi’yi

mekke çatısında füsus’un ve futuhat’ın yapraklarını ayıklayan

güneşin yağmurun ve rüzgârın yardımcısı kimdi

şam çarşılarında şems’e rastlamadı mı

yolun bir kıyısında o öbürü bir kıyısında

şems bir soruydu

bir cevaptı mevlâna

benziyorlardı bir arada

kişinin kendisiyle yaptığı bir konuşmaya

muhyiddin’in ibnürrüşd’e dediği gibi

bir evet bir hayır demedi mevlâna

hep evet dedi şems’e bu konuşmada

Page 32: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

32

şam çarşılarında mevlâna

aradı durdu şems’i

bir yitirip bir buldu şems’i

şems bir bengisuydu o’na

mevlâna şam’da muhyiddin’le konuştu

ona şems’i sordu

muhyiddin kabrini açarak

sabır kitabından bir yaprak çevirerek

şems’in kendisini gösterdi

sonra yorgun bir şam öğlesinde

sıcakta çekirgeler kavrulurken

çömeldi bir su kıyısında

hızır’ı gördü alı yeşili gördü suda

şems’i gördü ve buldu kendini

şam çarşılarında şems alındı mevlâna’dan

kendisine mesnevi verildi

gökten bir kartal geçse

ve yere düşse gölgesi

bu acaba şems’in mi gölgesi

yerin altından gelirse

bir su şırıltısı sesi

bu ses şems’in mi sesi

çöllerde kumda varsa

kızgın bir ayak izi

bu iz şems’in mi izi

işte böyle böyle kurduı mesnevi’yi

şems’in ağırlığı

dudaklara dokunup da

ağza konamayan

bir bengisu gibi

26.

bağdat’tayız

dönüp duruyoruz yırtıcı kuşlar gibi

çevresinde bir darağacının

koparabilir miyiz acaba

etinden çileli etinden

döğmeli ciğerinden bir parça

hallac-ı mansur’un

kur’an okuyan yüreğinden

Page 33: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

33

bir ışık kapabilir miyiz

eriyen gözlerinden

bir bakış geçer mi içimizden

bir taş atarak

bir gül alabilir miyiz

elinde biten

günlük ekmeğini yarı yarıya yemiş

adam da gelmişti oraya

yağmur kapmış bir adamda gelmişti oraya

bilginler büyücüler su vurucuları

köle tüccarları çan onarıcıları da

sultan saçını tarıyan kadın

eski bir define arayıcısı

matematiğin bulucusu

füsus okuyucusu

şeyh galib’in muştucusu

hazneder ve kütüphane memuru

hepimiz hepimiz ordaydık

bu pamuktan hafif insanı çekemeyen

darağacına yardımcıydık

gene de hepimizden ağır geldi

hallac-ı mansur’un vücudu

dicle kıyısında atlılar gördük

giysileri ilerdeki dönemlerin giysileri

hepimiz boşalmıştık

akşam eve dönen işçiler gibi

her yanımızdan altın akıyordu sanki

güneş soluyordu doğdu doğuracak bir sığır gibi

açıldı muhyiddin’in kabri

“ürkme mansur, benim” dedi

bir deniz kabardı sanki

denizde elektrik balıklarının gizleri

ayazmada bir çini

kimisinde bir parçası kaldı mansur’un

kimisinde darağacının izi

27.

mursiye’de tunus’ta mısır’da

kudüs’te mekke’de konya’da

malatya’da şam’dayız

yolları bir urgan gibi

ayağına sarmış muhyiddin’iz

Page 34: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

34

güneş hep arkada biz öndeyiz

durmamacasına açılmış bir kabiriz

surlara işlemiş bir ölüyüz

duvarlara geçmiş bir diriyiz

başkanın önderin başkentinde

bir darağacı var ki

onun önünden geçerken

bir anda

mansur olup asılan muhyiddin’iz

hızır olup suda

anadolu’da

bir ses duyup

dönüp duran

hızır’ı görüp şems diyen

mevlâna olan

biz dervişiz

kendini kutsal yapraklar gibi

uçuşur sanan değil miyiz

kitap taşlarını eriten

yerine minare hayali

kubbe mayası ekleyen

hızır hardalından yakılar hazırlayan saralılara

vaktin delirmişlerine

sirenlerin sesinden

eflâtun büyüsünün yankısından kurtaram

kitaplarını kâbe yüzüğüne çeviren

bir site kuran sabah yelinden

bir uygarlık secdeden

kütüphaneleri meleklendiren

muhyiddin’i arabi değil miyiz

doğu ankası

batı ankası

ş harfiyle uzlaşan s sesi

yeni bir vakit alfabesi

hızır’ın kelime denetçisi

şifre bağlayıcısı

gelecek zaman fiillerinin uzmanı

saatin anlamı

ayasofya şelâlesi

işte size birkaç görünüş

ak kara dünyasından

muhyiddin’in

Page 35: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

35

28.

şimdi de ehramlar ülkesindeyiz

sağda musa’nın bayrağı dikili

solda firavun’un

vakit bir büyü vakti

bir büyünün öbür büyüden ayrılma vakti

park akşamı

denizi bir koşuda ata çevirme işlemi

beyaz elin koyundan çıkma vakti

yılana kutsal bir ödev yüklendiği saat

ki yılan böylece eski bir günahını ödeyecekti

ehramların ölüm saati

göz gönemi

yahya saati değil isa saati değil

musa saati

toprağın üstünde

toz içinde yapılacak bir şey var

bir değişim

işte bir değişim saati

insan tapıcılarından

mısır kadınlarından

ürpertili altın bileziklerin

bir daha verilmemecesine

ödünç alındığı saat

firavun’un ayağının altından

fırladı bir karakedi

ve o ve onun halkı

bunu bir uğursuzluk saydı

gece yarısı nil’de

fosfordan bir timsah inledi

firavun ve halkı

bunu bir uğursuzluk bildi

bir ehram yıkıldı

mısır çarşılarından

geçen canlı bir çinli çıldırdı

firavun ve halkı

bunu bir uğursuzluk saydı

gökte vaktinden önce gülen

bir dolunay belirdi

israil

Page 36: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

36

kendine yeni yeni gelen israil

bunu bir uğur saydı

şehrin horozları

bütün bir gün

ötüp durdular hiç kesilmemecesine

firavun ve halkı

bunu bir uğursuzluk bildi

bir gemi battı akdeniz’de

firavun ve halkı bunu bir uğursuzluk bildi

geri dönmedi bir sünger avcısı

kraliçenin gözdesi

firavun ve halkı

bunu bir uğursuzluk saydı

nil’in üstünden uçtu

uçak büyüklüğünde yeşil kelebekler

kızıldeniz yeşilırmak oldu bir öğlede

yeni yeni kendine gelen israil

bunu bir uğur bir muştu bildi

bir çocuk doğdu

ve doğar doğmaz güldü

yeni yeni doğan israil

bunu bir uğur saydı

bir bilgin gece yarısı

bir incirin yaprakları altında

ibrahim’den kalma

bir sayfa yakaladı

ve ayağa kalkan

musa’nın kamçısıyla dirilen israil

kabrini yırtan israil

harmanisine bürünen yusuf boyu

bunu da son ve yeter bir muştu bildi

musa’yla büyücüler karşı karşıya geldi

israil ve mısır karşı karşıya geldi

kızıldeniz bir ceylan derisi gibi gerildi

kurumuş da olsa ağaçta

bir can vardı ki

o canı canlandırmayı

musa’nın eli bildi

ve ağaç civayı yendi

inanç yendi bilgiyi

Page 37: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

37

29.

en çetin savaşımı verdim o gece

iki dünya savaşı ondan bir yapraktı nerdeyse

ilkin anne ölümümü kullanarak geldi üstüme

sonra aklı kınamış bir kardeş yedeğinde

ne anne anneydi ne kardeş kardeşti gerçekte

anne ve kardeş biçiminde

bilmem hangi ülkeden devşirilmiş iki imge

kendi hayalinden iki kesitti belki de

ama ben güvenmedim bu belgelere

teslim olmadım yine de

sonra bir hortum olup beni çekti çektiyse de

düşmedim etin kızgın mahşerine

kollarım uzayıp uzayıp takıldı palmiyelere

başım çarpıldı tüy tüy kavaklara

yükseldim bir cin cenderesinde döne döne

sürüklendim en yaban denizlerden timsah siperlerine

aklımdan geçirmedim

bayrak indirmeyi

teslim olmayı yine de

sonra indim yine olduğum yere

sonra bir tırnak katranı gibi aktı çevremde

eridi kollarım ayaklarım en yılışık asitte

cama çevirip göğdemi de

okumaya çalıştı en yılgın kuşkularımı

ama bir nokta kaldı ki

yüreğimin yüreğimin yüreğimin yüreğinde

onunla ördüm kendimi yeniden

artık bana diyebilirsin

yeniden kendi kendini ören

teslim olmayı geçirmedim

bir kere bile içimden

sonra taş oldu toprak oldu oldu maden

övgülerle geldi ezilip büzülüp önümde

ateşler ulu ateşler yaktı adıma tepelerde

denizi uysal bir su gibi akıttı önümde

gecede ve gündüzde

aydan ve güneşten

ve akşamdan ve öğleden

sofralar donattı

keskin bir içki yaptı ikindiyi

Page 38: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

38

sabahı sundu sade bir kahve gibi

adıma anıtlar dikti kentlerden

dinlendirilmiş mermerden

aldansam belki buna aldanırdım

fakat ona taş yağdırdım

dört bucak ve dört yönden

arkamda ve yanımda

güçlü surlar vardı sûrelerden

onun uğursuz sesini yankılatmadan

kendine geri gönderen

öyle baştan çıkarıcıydı ki yüzü

yeni sürülmüş diyebilirdiniz cennet’ten

tüy tellenmiş tavustan

pul pullanmış yılandan

doğmuş gibi doğudan

bir çarpılış insandan

bir yamukluk melekten

insanı kavrar yıkar

bir ses gibi denizden

bakıştır aslandan

kavrayıştır ormandan

soğuk bir gecenin

aydın yüzlü ayından

ne örnekler ne örnekler

ne sarkıtlar ne dikitler

ne suluklar ne sarnıçlar

getirdi bir şamanın

köpüklü evreninden

yine de bir dirilik

bulmadım bunlarda ben

alı kızılı gördüm onda ama

karayı ve sarıyı gördüm

görmedim onda eser

maviden beyazdan yeşilden

bu bilgiyle kurtuldum

onun düzenlerinden

çocukluğumda öğretmişti annem

aldanışı aşmayı

köprüden düşmemeyi

saçaklarda kolaylıkla gezmeyi

yılan zehrini

çatlamış dudaklarla emmeyi

Page 39: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

39

soygunda soyulmamayı

uçaktan düşülse de ölmemeyi

büyüyü farketmeyi bayındır bilgilerden

bir kelimeyle

ulu bir kelimeyle

yüce bir isimle

yılan oldu çevremde döndü durdu o gece

üfürerek camcı gibi somyanın demirinden

saldığım denizi aşmak için

kayıklar kırpardı seccadeden

geceyi çağırarak pencereden

kurumu derleyerek bacadan

korkularımdan ördüyse de ulu bir kefen

yatağı kabir yapıp bir ölü gibi durdum

yeter bir zamanın sürek avında

dirildim bir örnek gibi mahşerden

anladı bende beni aşan kudreti

çekip gitti kapıdan

bir tahsildar gibi

uzun uzun direnip de

eli boş dönen

30.

bakır mangallarda

lokantalarda

kızaran vakti anlat

bir ulu cami avlusunda

gölgesinde güneş saatinin serinlediği

öğle sıcağında

topluluk namazını bekleyen

bir arı oğulu gibi vızıldayan

savaş anılarıyla

yaz bahçesine yol alan evin eşeği gibi

çocuklarla çevrili

içindekini şimdiden büzmeye başlayan

bir tabutun vaktini anlat

tabut değil bir kabile çadırıdır belki

kum getirin özgür çöller kumunu

pekiştirmek için direnişini

beş yanında duran bir şahin

göğe açık duruşuyla deyimlesin

elma kızarma saatinin

Page 40: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

40

av çağrısını

bir heybe asın ayak ucuna

bu da boşluğuyla karınca çığlığıyla

anlatsın bize

uzak ülkelere doğrulmuş

o yolculuk çarpılışını

annenin huzursuz hazıtlığını

deniz kıyısında duruyormuşçasına

bakan çocukların

kalb çarpıntısını

son içilen sabah kahvesine

ilişen sorgulu at gözlerini

kardınlarca

gizlice baktırılan

kalburlarda düzenlenen

çingene fallarını

ve bir örtü üstünde

halep’te

o yaşlı tüccarın armağanı

dağlarda karşı tutulmak için

kuzey yellerine

alışverişten sonra

mağazanın loş ışığında

anlatılmış dağ öykülerinin

etkisiyle aralanmış bir armağan zamanı

ey kuzey soruları

ey güney cevapları

ey batı yankıları

ey doğu sancıları

anlat urfa’da

nizip’te bilecik’te cizre’de

büyümüş bir dicle kıyısında

yaz gecelerinde

ileri gidilmez

ve geri dönülmez

bir sevgi durağında

alçak damlarda

ansızın parlayan

bir teneke benzini

bir evden kaçan

içinde sakladığı isimle birlikte

bir kızın son hayalini

Page 41: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

41

damlardan damlara koşuşulur

uyurgezer gibi konuşulur

bağrışılır bir kâbus çitinden

atlanır geçilir de

varılamaz alevlerin ötesinde

o genç kızın ateşte

aşkın ölümsüz geometrisi

kesilmiş son biçimine

yıllarca sonra bir gün

bir bahar gecesinde

açar özlü gençlik sandıklarını

saçları acıyla ağarmış bir anne

bir güney doğulu kadın

iddiasız anıtı

birinci cihan savaşı’nın

rasladığı biz kız entarisine

siler bengisudan arı

gözyaşlarını

anlat anlat bu gözyaşlarını anlat

bir gül gibi açan

her çocukta

vakti gelince

doğu çıbanlarını

öfkeyi aşan baba sesini

incir ağaçlarını ürperten

güz kuşlarının koşularını

komşu illerden gelmiş

ünlü konuklar için yakılmış

bahçeyi aydınlatan lüks lâmbalarını

bir duman kuzgunu olarak

batıdan gelip kentlerimize konmuş

fabrikaları

31.

ayın şakırtısına koştular

ayağın zaferini kutlarken

altın parçası çakıllar

ilk çocuğunu doğurmuş

bir kadından daha çok al tutmuştular

akşam sütünü sağıp kadınlar

alçak dam kıyılarına dayandılar

hışırdıyordu meşeden haymalar

Page 42: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

42

damıtılmıştı daha yeni

uykunun ilk kırağısında çocuklar

onlar da şangırtısından sarsıldılar

ay bir deprem sayrısıydı o gece

beklenen bir deprem hurmalar üstünde

şehir konukları gözcü oldu

ululardan biri sözcü oldu

bize ayı böl dediler

ayı böl inandır bizi dediler

birinin kılıcı bir meşale gibi

yandı gecede

biri bir roma senatörü gibi

bürünmüştü harmanisine

yeni bir şiire acıkmışcasına

develer de aya bakmaktaydılar

ay onlar içinde

yeni bir aruzdu bu dernekte

bize ayı böl dediler

ayı böl parçala bizi inandır dediler

ayı böl parçala dünyaya fırlatalım

sesin yeni sancağını

roma’yı bir kere de biz yakalım

haliç’i kuşatalım

zincir kıralım köle kurtaralım

çöl atını okyanus’a uzatalım

arab’ın ayağını

büyük denizlerde yıkatalım

bizi zamana fısıldayanı

biz dudaklarımızla değil

yüreklerimizle fısıldayalım

ey ay bölün ey dolunay bölün

doğudan batıdan

bizden görün

sana okuduğumu anladınsa

anladınsa nedir yerdeki bu serüven

bizi en derin deniz gibi

yosunlar gibi

döndüren

bu serüven

Page 43: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

43

nedir anladınsa

bölün

batı korosu

o les éveils et réveils des rêves des abeilles du matin

les cas de séparation de nous des nuits de satan

les crépuscules des hommes incarnés des sultans

ressuscitées des jardins argentins du temps de l’ottoman

la lune est la seule souveraine des déeserts frémissants

descent et monte sur les chameux fluorescents fleurissants

une vérité pour l’humanité connaissante

pour la cité propheétique un licite document

böl ayı yıkalım ayın ve ev’in içindeki yapıları

atalardan miras biçimleri

tazeleyelim beyaz badanayı

döndürelim üzümü üzüm sınırına

kanı kan sınırına

anne diyelim kardeş diyelim çocuk diyelim kadınlara

sıfır yüzdesinde tutalım faizi

gömmeyelim toprağa

varlığından utandığımız kızı

böl ayı kurtar saralıları

ay çarpmışları

bir sülün

gibi elim sana dönerse

ay bölün

bir gülün

ateşten geçişinde

ne taşıdığını yüreğinde

an bölün

ocakların ağıtını yansıt

babasız kalan çocuklar için

ay bölün

koyundan ayrılmış kuzular için

baha da

tanrı aşkına bölün

bize ayı böl dediler

ayı böl bizi inandır dediler

ayı yerde ölçen

büyücülerden

bir dürbün dağı kurmadan

Page 44: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

44

ay ayrılır

ay akar

incir yaprağından süt gibi

iki elimize

ay savaş gömleğidir

yırtılır kılıcımızın ucundaki

bir hız buğusundan

ay yayılır

doğumumuzun doğusuna

ay bir lades kemiği

kırılır iki parmağımızın arasında

bu ziyafette

ay bir yaydır

örümcek ağı gibi ipekten

düşer bir kuş tüneğinden

yoksula un öğüten

kuş saçaklı değirmen

olan kucağımıza

ay yeni doğmuş

ölü anneli

bir çocuk gibi

teslim edilmiştir bize

biz ölümden

ve yalımdan arıttık

ay yerleşecektir

yerimize

aydan

yamuk yamuk gelen

bir yumuşak yumruktur

yağmur size

ayı

manastır damında gözleyen

konuşmaya konuşmaya unuttuğu dilden

öte

bir ses gözleyen

sesimizi arayan ufukta

rahipler anlar

belli belirsiz biraz

yazın ilk aylarında

Page 45: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

45

geceleri olgunlaşan ayda

kirazlar bilir biraz

ay bir atın tayında toyunda

ayı böl ayı parçala dediler

ayı böl bizi inandır dediler

ayı bölmek için yeter bir bakışımız

bir el uzatışımız

bir kelime söyleyişimiz

ayı yüreğimizde diriltişimiz

yankısına dönüşümüz suda

ölümü anışımız ayışığında

hızır’la helâlleşmemiz

bir bengisu mehtabında

bir deniz buluşumuz altında

ay bölündü bir kasabada

yürüdük kaldırımlarda

kitap okuduk ayışığında

anneler son yemek izini yıkamada

çocuklar gündüzün

bıraktığını ararken ağaçlarda

bir güneş daha batmada

bir gün daha solmada

heykeller yaprak yaprak kurumada

ay bir iftar gibi üzüm salkımında

dolaşan bir mimar mermer bir minberde

döne döne inen

bir minareden

ayın bölünmesinden doğan elhamra

ay bir zeytin dalı kurtuba’da

mısır’da ışıklı bir hurma

öyle bir içki içildi ki

kırılan ay bardağında

altımızdaki atlar

soluk aldılar

asya’nın doğusunda

afrika’nın avrupa’nın batısında

kuruyan şehirler vardır

hızır

ay bölünüşünden dökülen

Page 46: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

46

tüveyçler taşır onlara

ve o kentler

bir akşam

gençleşirler

ağrıyan gözlere

ayın tozu sürülür

durmuş meme

pörsük anne

ayın parçalananışındaki

sıcaklıkla

döner ilk iş gününe

savaşlarda kur’an okuyanlar

ayı parçalara ayırırlar

iki ay parçasından

iner ordular iner askerler

çoban vardır

kayalara oturur

kuzulara değmiş çubuğuyla

ayı böler

ay bölünür

açılırken güller

ayı

bu dünyanın yeşili

ikiye böler

öte dünyanın

akı

biz ayı bölersek

ay boyuna bölünecek demektir

ay

dalgalı bir suda

nasıl kırılırsa

bizim

bengisu pınarı

elimizde de

öyle bölünecektir

ay bölündü gece gezimiz gibi

kopmamak için direnen bir nar kadar bile direnmedi

solunda ölen çocuk hiroşima nagazaki

sağında bir cebrail meleği

Page 47: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

47

kur’an ören bir ipek böceği

kentlere yaylalara

mezmur sesine önceden alışmış dağlara

sırtında bir evren taşıyan

sedef tenli atlara

ay köpüğü atlara

insan ufkunda ağaran

yeni adağa

gece eve dönülürken

kevserden

bengisudan

bardak bardak içmişcesine

her gören yarılan ayı

sarhoştu

yaralıydı

yarı yarıya

gerçek yurt ereğinden

bütün bunlar

hep bir tılsımdır dediler

ay bölündü

bu da bir tılsımdır dediler

kirli yatak tılsımdır

masaya büzülüp atılan

hâkî gömlek tılsımdır

batı doğuya gün eğriliğinde

çeliğin yüksek fırınında ağaran bir tılsımdır

ağaran gün tılsımdır

kapıyı çalıyorlar ay diye

pencerenin camını kesti

bir hızır akşamının elması

çocuk ve kızkardeş içerde

bir güz gibi

bir güz bağı gibi

bozuldu kalem

kâğıdın tiftiği atıldı bir anıtta

yolcunun coşuşunda

boşuna kınanmış

bir yolun kavşağında

yak yıldızlarını ayını ey kutlu gece

bir kurban gibi yeniden başlamak gerekiyor işe

Page 48: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

48

32.

yaklaştır kıyameti

burda bir kadın ölmektedir

uzaklaştır kıyameti

burda bir kadın ölmektedir

yaklaştır sesi sesi

burda bir kadın ölmektedir

can vermektedir galata kulesi

burda bir kadın ölmektedir

işe yaramaz oldu göğüs borusu

neden dezenfekte ederler karyolaları

ölülere mahsus

islâv manastırlarını andırır

hastanelerde

haziran iğreti bir mevsim bu yerlerde

bu yıllarda

bir kadın ölmektedir

taş atmayın denize

taşınızı sonra

kışın geri verir size

kalp hastalarını

çıkartın en yücelere

getirin ağızlarına

en saf havayı döndüre döndüre

dondurmayı sunar gibi çocuklara

sunun ölen o yaşlı kadınlara

yaklaştır kıyameti

burda bir kadın ölmektedir

hatırlayarak çocukluğundaki

incirlerin yanında duran anneyi

alınyazısı döğmeli

bahçelik ocak taşlarını

çamaşırları hemen kurutan güneşi

ailenin toptan dalgınlıklarında

çamaşır yutan inekleri

çok kez bir kadın elinde kalmıştır yarısı bir gömleğin

ineğin kursağında boya vermektedir yarısı

insan çamaşırı yiyen inek

içine insan kokusunu sindiren çoban uyruğu

ne düşünmektedir dersin

Page 49: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

49

bırak bu kuşkuları bu düşünceleri

yaklaştır kıyameti

uzaklaştır kıyameti

bu gece göğe çıkma mucizesi

miraç gecesi

yok mekke sokaklarında

bir çıtırtı sesi

şimdi vaktidir

cinlerin dünya uçlarında

kur’an dinlemesi

yaklaşırlarsa yanacakları

uzaklaşırlarsa donacakları

bir ins ve cins kıyameti

suların gecede parlayış saati

istiridyelerin açılış vakti

genç kadınlarda süt artma mevsimi

yaklaştır kıyameti

uzaklaştır kıyameti

bu gece

miraç gecesi

üç kişi gidip doğuda durdular

diktiler yeşil sütunlar

meşaleler yaktılar

göz oldular gördüler

kulak olup dinlediler

bilinç olup bildiler

mutlu arabistan toprağında

yükselirken seherde bir toprak kokusu

ki soy develerdir onun birinci tiryâkisi

şam’la mekke arasında

su serap hurma ve ateş arasında

yol alan şafak kervanları

bilirler miydi

bir gök yolcusunun gözlediğini

geride bıraktıkları izleri

konakladıkları konakları

yedikleri yemekleri

alışverişlerini

kölelerini

martılar da uçarken

iyi bilirler denizin dibini

Page 50: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

50

peygamberler de

birer deniz avcısı değil miydi

kudüs’te

kazırlandı kaya

yerden yükselmeye bir parça

ata binen süvariye

ilk dayanak ve ilk adak

şehit gidişine kasaba taşlarının katılışı

isa da gelmişti

arkasında bir fosfor çizgisi

musa da gelmişti

çevresi ateşbir çemberdi

zeytindi sağı kudüs’ün

solu volkandı

yusuf da gelmişti

sağ yanında bünyamin’di

süleyman da gelmişti

gelişini kadim bir karınca bildirmişti

dâvud da gelmişti

yankılanmıştı

gür bir demir sesiyle

mescid-i aksâ’da

ayak sesi

eyyûb da gelmişti

kudüs iyileşmişti

lût da gelmişti

tuz diye bağırmıştı

havada bulut

salih bir gök gürültüsünü

muştucu göndermişti

zülkülüf’dü salan

kudüs gecesine

yer aşkın bir boya gibi

yeşil kelebekleri

cami’nin önünde arkasında

melekler vardı gümüş defterli

gümüş kalemli

peygamber imamdı

kıldılar namazı

melekler ve peygamberlerle

miraç gecesi

Page 51: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

51

yarasasız bir geceydi

yaklaştır kıyameti

uzaklaştır pişmanlığı

derinleştir saati

bu gece

miraç gecesi

sonra her şey şekildi yerli yerine

bir çöl önünde

yalnız kalan o peygamberdi

en umutsuzluk anıydı sanki

ismail’in üstüne dönen bir bıçak saati

şit’in eteğinin göründüğü

saklandığı zeytin içinde

zekeriya’nın söz orucunun

faydasız kaldığı vakitti dersin

birden göründü burak

burak aldı be gitti peygamberi

yıldırım çeken bir paratoner gibi

bu yürüyüş titretiyordu cebrail’i

ürpertiyordu o vahiy erini çemberini

eritiyordu kelimeleri

emiyordu bahar başaklarındaki

ses sütünü göğün şiddetli çekirgeleri

sabır tek başına yönetiyordu töreni

hızla geçiyordu göz önünden

panoramik isa musa belgeleri

sonra bir boşluğa varıldı

hızla bitmişti burak’ın saati

burak yağdan çekilen kıl gibi çekildi

cebrail bir iki adım daha attı sonra geri çekildi

bir iki yanıkla atlattı bu direnişi

çünkü yükseliyordu karşıdan

son sınırların silüeti

yürüyordu insan üstüne

dört koldan ırmak ırmak

ateş kenti

öz ülkenin volkanı

peygamber ancak refref’le geçti

ateşi yardı

yatıştırdı kabaran suları

zırh yaptı sûreleri

Page 52: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

52

her biri alnında inci taneleri

terdi

zaferdi bu

zaferdi

ağarıyordu doğu

yemen seheri

gibi bir seherdi bu

ateş bile bir bâdısabaydı

sular bile bir bâdısabaydı

refref bir bâdısabaydı

sûreler bir yeşil bâdısabaydı

sonra

refref de durdu geriledi

peygamber geçti atıldı ileri

ileri ileri sütunlardan ileri

taş heykellerden ileri

kelimelerden ileri

gün doğuşundan doğusundan ileri

kalbden öteye ileri

düşünceden ileri

yalnız aşktı sevgiydi onun pelerini

alnını kurulayan anne eli

sonra gördü ve bildi görüneni

görünmeyen görüneni

atıp bütün köprüleri

tattı o tek denizi

haber verin insanlara

peygamber gitti geldi

bu bir düştü düş değildi

sizin yaşadığınız bir düştü belki

düş değildi ama o’nunki

düşten bir uyanıştı

bir dirilişti toprakta

haber verin insanlara

sabah olur olmaz

horozlar artık bundan sonra

başka türlü ötsünler

ve dağıtın dostlara

gök armağanı

namazı

beş kere

Page 53: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

53

günlük bir miraç gibi

ki gidip geldiğine

en büyük bir şahitti

33.

sütunlar çökse ne dersiniz

save gölü kurusa

ne dersiniz

sönmez ateş sönse

geyikler durulsa yezbül dağında

çölün davulu çalınsa çalınsa

kabile süt kabileleri duygularında

dağlar ağlarsa

başaklar sararsa

ne dersiniz

bir çocuk doğdu amerika’da

bir zenci zincirinin şiiri

ve bir çocuk avrupa’da

radyo bulucusunun dedesi

savaş koparan çocuklar

şairler sultanlar müneccimler

bu gece doğdu

sabaha vardılar

mekke’de

küçük bir evde

zeytinyağından bir lâmba

odalarda

dönüp duran yaşlı kadınlarla

loş bir salonda

bekleyen büyükbaba

amcalar dayılar

bir sır söyleyen yaşlı adam da var

gece yanan anne

aydınlık bir bardak uzandı

beyaz bir yastık kıyısından

hızır eliyle içilen sudan

meryem’in duyduğu kelime gibi

kabartmalaşıyordu

içinde yavaş yavaş

sağ çocuğun çizgileri

altın getiren bir deniz gibi

aşılıyordu buram buram güz engebeleri

Page 54: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

54

arafat’taki çiçeklerden

gelen bir akşamdı odaya

yumuşak tenli rahibin bildiği

hazırlık olsun diye olaya

hurmadan bir kentin sesini duyan

meryem çarşafları açıyordu

suya bırakılmış çocuğu

kurtaran kadın âsiye

savıyordu al kadınları dışarı

çok melek vardı ki

doğan günün yüzünü fırçalıyordu

ayın yüzünü cilâlıyordu

ateşini tazeliyordu

cinlerin bâkireleri

kabartmalaşıyordu

içinde yavaş yavaş

sağ çocuğun çizgileri

altın getiren bir deniz gibi

ağır madenini duydular

atlar

nur dağı’nın

yeleleri gelişti yönünde

ilerdeki savaşların

develerse

köpük saçıyorlardı ağızlarından

yüksek bir bilgi sarhoşluğundan

düğünlerde

akan suyun sesi değişti

esen rüzgârların doğrultusu

gün döndü

açtı mevsim

akarak doldurdu

kan boşluğunu gül

volkan boşluğunu gül

şarabı köpüklere

boğup geçen süt

süt devrimi

istanbul’da bir balıkçı

haliç’te bir hayal gördü

gitti eve

yorganlara saldırdı

Page 55: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

55

bizans sarayında

kristal bir kadeh kırıldı

bozuldu durdu

güneş saati

kudüs’te

roma’da

zindanda

ateşlerden geçmiş bir adam

hiç konuşmayan yıllarca

doğruldu

ayağa kalktı

yüzü ay olup aydınlandı

günaydın dedi

günaydın

ey kutlu anne günaydın

ey doğan çocuk günaydın

kabaran deniz

günaydın

koşan muştu kölesi günaydın

günaydın bütün insalar

günaydın yeryüzünün yüzakı müslümanlar

günaydın

kur’an cebrail

günaydın

sûr israfil

günaydın başbuğlar

fetih sûresi’nin

gerçekleştirimi oldular

mevlüt yazan şairler

umutsuz insan için

ufuklarda

toz koparan veliler

yüreğinde bir denizi

çalkalayan kadınlar

günaydın

alnında ter birikmiş

ekmeğini kendi

elinden devşirmiş

işçiler

Page 56: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

56

sabır yaprakları

günaydın

kur’an’ı kentlere sindiren

kişi sulh zamanı

gözün aydın olsun

günaydın

kanını savuran susamış rüzgâra

savaş zamanı

sancağı

kanının basıncıyla

dimdik duran

şehit

günaydın

günaydın tevrat’ı aslından okuyan

incil’in öz sesini duyanlar

gerçek musevî gerçek isevî

gerçek hıristiyan

havralarda

manastırlarda

kendilerini çekip çıkaran dernekten

gün yüzüne özlem çekenler

günaydın

bedir’de yermûk’ta

hendek’te uhut’ta

birinci cihan savaşı’nda

yemen’de kafkaslar’da

can verirken bile

salâvat getiren

şehit olurken

tekbirlerden

bir cennet kenti yükselten

dudaklarında

34.

diyarbekir’de

kemerler kırılmıştır sıcaktan

gündüzde bile

bir toz var yaz yarasalarından

bir akrep kabartması surlarda asur’dan

güneşi bir taş gibi fırlatan

dicle’nin köpüklü dudaklarından

Page 57: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

57

aslan başı çeşmelerden

taçlı güneşli aslan heykellerinden

lâtin harfleriyle yazılmış

kaç kitap gelmişse bizans’tan

eriyecektir bakır gibi mahzenlerde

karartacaktır yapraklarını

yükselen bir duman zamanı bodrumlardan

bal aktı incirlerden

yağ aktı zeytinlerden

yeni bir ülke buldu narlarda

türlü hastalığın bakıcısı arılar

en küçük minicik bir zikirdir karıncalar

kızgın taşlar üstünde

dizilirler bir tesbih gibi

evrensel bir tesbihtir

nuh tufanı’nın armağanı

arılar karıncalar

filler güvercinler

cudi tepelerinden

yayılan akan

mezopotamya’ya

dünyaya

nasıl ki

filler görürler düşlerinde

hindistan’ı

ve çölü ev develeri

bir şaman gibi coşarlar

haykırırlar ip kırarlar

saray yıkarlar

ağızdan ak bir köpük gibi savururlar

içlerinde serap biriktirdikleri

bir özlem öfkesini

iran bir kalkan gibi döğülür

rum bir mızrak gibi dağlanır

asya çalkalanır

avrupa bozbulanık buğulanır

havralar sallanır

manastırlar şaraplanır

yeni bir yumurta çiftliklerde

Page 58: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

58

horozların ağızlarından

arada bir çıkar insan kelimeleri

mağaradaki suyu

fısıldar güller

yeni bir kelime var

hep dağlara bulutlara doğru yürür uyurgezerler

akraba arar vâdilerde

yeni bir akraba cüzzamlılar

bir kurtulmalık bekler ufuklardan

esir fıçılarında yıllanmış köleler

çözülen şimal bağlarında

küflenmiş üzüm kefenleri

sülük sebilleri

büyü devletinin öyükleri

hepimiz için çek çileyi

ey mekke sabahlarının konuğu

içimizde yağan yağmurdan

saçlarımızdaki çiğden

bir havuz taşıyan kaya kovuklarına

ibrahim bucaklarına

yaprak yaprak açıp okuyan hira’ya

orada kabul edilen ilk kelimeyi

öğretmen gibi ders veren öğrenci cebrail’i

cebrail en yüksek matematik

yok eden geometrileri

bir sembol ülkesi bir cebir ili

arılara bal yaptıran

şarap doldurtturan en soy kafatasına

çocuk doğurtan

üçyüz yıllık uykuları

sur gibi burçlar gibi yükselten

ölü dirilten

karınca konuşturan

ay bölen bir bilginin dili

tanrı sesi

tanrı deyişi

seheri bir elektrik akımı yaparken cebrail

bir sancak gibi indirirken şafağı

zincir gibi boşanırken kubbelerin kıyameti

hepimiz için çek çileyi

ey babasız büyümüş

Page 59: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

59

görünüp kaybolan bir hayal gibi yitirmiş anneyi

iki dünya

cin ve melek beyi

şairlerin örtüsüne özendiği

gölgesiz peygamber

çek bizim için de çileyi

getir bütün yılgılara

gözde ve içteki yaralara

çelikten onarış olan o ilk kelimeyi

hira’nın minyatürü

bile en güçlü bir doktordur bize

bu sıtma başka sıtma

ey kadın örtebilirsin örtebildiğin kadar örtüleri

bu üşütme ne güz ne bahar üşütmeleri

ne kış ne yaz üşütmeleri

ne bulut ne deniz

ne dağ ne ırmak üşütmeleri

yeni bir kitabın

bir yolculuk dönüşünün

bir yaprak çevrilişinin

mevsimin ilk yemişinin yenişinin

nar tadmanın karpuz kesmenin

kevserin

büyü bozmanın

ateş söndürmenin ve yakmanın

su kurutmanın fışkırtmanın

gölge boşamanın üşütmeleri

kalk ey örtülere

bürünmüş peygamber

at üstünden

seni ülkelerden ülkülerden

ayıran örtüleri

kalk ey

örtülere bürünmüş peygamber

bu sıtmayla iyi edeceksin

tifoları vebaları

insanlığı kâğıt kâğıt

buruşturan cüzzamı

çan sarasını

havra harmanını

göğüyle gönenen harran’ı

Page 60: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

60

çile çömleği iskenderiye’yi

sen dirilteceksin

atlarına okyanuslarda su vereceksin

sen vereceksin bengisularını

son susayışlarında şehitlerin

geri vereceksin

antik dönemlerde çalınmış hakkını mermerin

isa’nın musa’nın ibrahim’in

safa ve merve’nin

hacer-i esved’in

cennetlerden çağlayan

nil’in fırat’ın dicle’nin

sen arıtacaksın

bu kelimelerin lâvlarıyla

lânet volkanlarını

sen devşireceksin menekşelerini

en yüce dağ doruklarında

gözlerin kanatların

gece secdelerinin

muştu siperlerinin

ilk günlüğünü

sen yayınlayacaksın

sen kuracaksın

seher çocuklarının

tek kentini

sen bildireceksin

dünya geldi geleli

en önemli haberi

35.

babam düşünmüştü bir vakitler bedir’i

hendek’i uhut’u huneyn’i

mekke’nin alınışını

rusya’da esirken

birinci cihan savaşı’nda

kar yağıyordu bakû’da

önce bizim aldığımız

sonra geri verdiğimiz bakû’da

dolmuyordu açık pencereden

bir güney ayı ve baharı

ne de bir sansar samur

yosunlu bir su içinde

Page 61: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

61

yalnız ta uzaklarda duyulan

bir zindana ışıklı kapılar açan

kur’an’dı tek avunuş tek umut tek düşünce

savunuyordu

tutsaklıkta onu

en kesik belgelerle

kadifeden meleklerle

namazlar içinde yürüyen

bedir’in kılıçlar korosu

hendek’in kent getiren kıvılcımı

kuşatmasaydı çevresini

olmasaydı koruyan bir çerçeve

mekke’ye giriş ve dönüşten bir barış kupası

bir tat bırakmasaydı ağzında kevser iyimserliğinden

sûreler bir bengisu olup

akmasaydı ellerinden başından yüzünden

dayanabilir miydi

ezilen kırılan kılıçtan geçirilen

bir esir kampında

bakışları acıdan donmuş bakû’da

isa ve meryem adına mumlar dikilirken

ekmek ve eşitlik adına başlar kesilirken

evren de bu kıyamete

katılırken doluyla kara şimşekle

…………………………………………………

kardeş kardeşi vurmuş ama bedir’de

yeni ve gerçek kardeşlikler kurulmuş

çiçek çiçeğe durmuş bahar gelmiş

çocuklar kurtulmuş

kılıç akmış geri hurma getirmiş

bir kılıç fırat’ı alıp getirmiş

kan akmış ama sular durulmuş irin durmuş

bir kılıç dicle’yi taşımış ucundan

ta

mekke’ye kadar

bir kılıç nil’i ikiye bölmüş

içinde firavun fosilleri görülmüş

peygamber arafat’ta

taşıyordu bu karlar

şimdi söyleniyormuş gibi seslerini

“kâbeye giren kurtulmuştur

bana gelen kurtulmuştur

Page 62: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

62

bu eve giren kurtulmuştur”

giriyordu o kılıç oğlu kılıç

o son ateş osmanlısı

rus tutsaklığı falan dinlemeden

kâbeden içeri

dönüyordu yorgun rus askeri

ebrehe’nin fili gibi

titreyerek ürpererek

kamp kapısının önünden gerisin geri

babamsa okuyordu boyuna okuyordu

fetih sûresini

fetih sûresini

zaten yoktur bir yenilgi sûresi

her sûre bir bakıma bir fetih sûresi

her âyet bir ülkeye bedel bir erdir

her sûre cihana bedeldir

kur’an’sa arşın manifestosu

reddin reddi protestosu

her eri hızır olan bir ordu

başbuğların başbuğu

öç değil öçkırandır

sevgidir

evrenin memesinden sevgi sağandır

………………………………………………………..

çocuklukta okunmuş cenk öykülerinin

hayber kapısının zorlanmasının kelimeler arasında

kış geceleri babaya sorulan soruların

açıklanması anlaşılmaz eski bir kelimenin

en son anda

gelip kurtaran ali hayâlinin

düldül’ün ayak tozunun

zülfükar ipeğinin

kafkaslar’da

savaşta ve tutsaklıkta

ağın balığı çekip alışı

toplayışı gibi denizden

alışı olurmuş

daha ölüm gelmeden

ölüm gibi gelen

umutsuzluk kıranından

korku heyheyinden

ölüm samından

Page 63: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

63

…………………………………………………….

bu çölde bu uyumsuz evren tüneğinde

er olan asker olan yalnız biziz

bedir’in ve kur’an’ın askerleriyiz

armağan götürürüz kentlere

gök armağanı kur’an’ı

açarız dünya önünde bu sofrayı

kim ki tanrı’ya dayanmamakta dayanmakta kendine

yakarız kendisini de kentini de

kim ki ortak olmuş yoksulun yarı ekmeğine

kendini bir yerde bulur

ağzını ekmekle birlikte bir başka yerde

kim ki tanrı kullarına bakarsa yukardan

kartallarca inişimizi görür ansızın yukarlardan

kim ki sesini yükseltmek ister tanrı sesinden

deriz, ey rüzgâr önündeki sinek, işte basra körfezi

buyur yeryüzü cehennemi

buyur gökyüzü cehennemi

kim ki daha yukarı tutar surunu yapısını kâbe’den

biz bir orduyuz çatlayan yer, yarılan kaya

fışkıran kaynar su depreminden

bileğimizde hayber’in döğmeleri

yüzümüzde gülbeyaz bedir demetleri

saçımızdaki kına hendek çiçekleri

belimizde en sağlam kuşak

mekke fethi’nin kemeri

36.

âyet âyet sûre sûre yürüdüler

mekke’den medine’ye erdiler

gün oldu mağaraya girdiler

örümcek ağını pekiştirdi bir gecede bin yıllık

güvercin bir kerede bıraktı sıcak yumurta

yeni doğum yumurtası bir yıllık

inançsızlar sedefsizler gelip gelip döndüler

değişimi büyük dönüşümü

taş içindeki atan bir çift kalbi

göremediler işitemediler sezemediler

onlarsa âyet âyet sûre sûre yürüdüler

sessiz bir kıyamet gibi yürüdüler

ömer de gün ışığında kılıcını kuşanarak

yayını gererek bütün gerginliğiyle

Page 64: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

64

yiğitliğin en ulu forumu gibi

meydan okuyup meydanlarda

çıkıp gitti

yatansa ali’ydi peygamberin yatağında

ölümü komşu gibi konaklayan kutlu döşekte

ateşe dayandığı gibi ibrahim

sabretti yılan zehirine ebûbekir

yılan zehiri kamış şekeri gibi geldi ona

zaten yılan da

süslü pencereli

aldatan pancurlu

ama her şeye rağmen

içinden cennet görünen

bir kamış değil miydi

onlar ki bir ney gibi çalarlar yılanları

içinden okurlar pencere içinde pencere uzayan bir mesnevi

açarak iki ak kanat

gitti arkalarından osman

hepsi geçerek bir çile mağarasından

kardeş ve oğul ana ve babayı

baba ocağını ata yurdunu

gençlik bahçelerini

atarak bir çırpıda bir yana

yüreklerinde bir yurt özlemi duysalar da

çölün kızgın taşlarını

yapıştırarak gördükleri özlem hayallerine

yürüdüler ve gittiler arkalarından

yol patika dağ ve mağara

yabancı keçilerin bağış dönemi

sona erince

her türlü azap ateşi yenilip çekilince

seraplar ve sanrılar bitince

göç bitti

(göründü gönlün sularında

uyandı tatlı bir sabah havası

ve karşıladılar onları

yollarda

kent sokaklarında

anıt gibi erkekler

damlarda ufku giyinmiş kadınlar

gök çiğinin tüveyçleri çocuklar

yeni bir yürüyüşün

Page 65: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

65

yer sarsan gök titreten

yürek yumuşatan bir yürüyüşün marşıyla

<bir gün doğdu üstümüze ay doğdu

ufuktan

yükselen ve hep parlayan>)

37.

siz bir pastanede oturup kıyameti beklersiniz

annesinin ölümden önce tabutlaşan

karyolasının başı ucunda

bir yaz hafakanında

ister istemez kendini

kıyamete alıştıran bir kızdan

daha becerikli misiniz

taş kıranın alnından akan

terde

ekşimtırak bibersi bir kıyamet

eserin çile çizgisi

artıp da dökülen şarabın tortusunu

yalayan bir köpeğin yürek ezgisi

kudüs’te bayrak değişimi

ağlama duvarından

ağlayarak çekilen

gülerek yaklaşan asker mevsimi

isa adına isa

akşamın kristali katedrallerde

çarmıha gerilmektedir boyuna

iki bin yıl önce değil

asıl şimdi

bir zeytine bir sulha

götürmek istiyen musa

adına asıl şimdi

kan ve savaş öpüştürüyor

filistin’de israil

ve ekmek adına toprağa atılan öç tohumu

doğudan başlayarak

büyütüyor karamuğunu

buğday susuyor

konuşuyor karamuk kuşağı

gök yarılmadan

su çekilmeden

anne unutmadan yavrusunu

Page 66: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

66

dağlar atılmadan

bunlar mıdır kıyametin işareti

doğan gün diyor yakın

batan gün diyor yakın

akşam tanığım diyor

gelecek olana

katlanacak tomara

kaya içindeki kadın izine

suların tepelerden şimşekle ineceğine

sağır bir çağlayanın

göksüz bir depreme tufana

çocuğun doğuya

yatağındaki sıcaklığın batıya atılacağına

ey su durul durul ki

ben de senin gibi

tanık olayım

gelecek olan

mercana bakayım da

süngeri çekeyim de dürbünü olayım bir saatin

sarhoşmuşça konuştuğu develerin

atlardan fırlayıp çıkan koşu çizgilerinin

büzülme güzündeki memelerin

saatinde bir heykeli

ben yerleştireyim denizdeki fıçıya

kırılan heykelleri fıçılara

bırakırlar arka arkaya sular

dicle’ye ve fırat’a

kara incir hoşafına

katarlar aklın mayasına

tarih katranını

ben denizlerin çok gördüm

öğleleri beklediğini o heykelleri

denizin uyurgezerliğinin sayıkladığı o mermer kırma dönemini

yatakta bir kıyameti bekleyen

çınar gibi değil

sarmaşıklar gibi yaşlanmış

gözleri görmez olmuş

elleri tutmaz olmuş

savaş görüp kurtuluş belgesi aramış

eski askerler vardır

dut toplarken

ölmüş kocasını

Page 67: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

67

ve çocuklarını

bir kıyamet gibi düşünen

yaşlı nineler

ağzın yalancı dirilişi dondurma

çekilen bir ordu gibi uzaklaşan

akşam tepelerinin bağ bereketi

içindeki ölüden çok

dışındaki taş örtüsüne önem verilen kabir sefaleti

toprağı ölüyle donanmış bulanmış değil

ölüyü toprağa indirgeyen unutuşun kara kışı

kış yine geldi karakış yine geldi

beton apartmanlar titredi

asfalt bir eşeğin tırnağında eridi

katırlardan beklenmedik bir ses yükseldi

denizlerin karaya gelen ucu

bir lanet çıngırağı gibi

beddua mercanını taşıdı yaraya

38.

kıyamet gününden önce

hızır çekilecektir yeryüzünden

sonra yeşillikleri yaylaların

eski zaman duvarları gibi yükselen çınarların

çinilerin minyatürlerin duayı ansıtan boyaların

güneşte bir kuş gibi çırpınan kasabaların

göz ağrısı getiren tozların

yeşili kırmızısı sarısı çekilecek önce

evlerde avlularda duyulacak bir eksilme

yoldan bir ölü götürüyorlarmış da ezmişler gibi

çıkacaklar dışarı ama

yollar ıssızdır sonsuzca

hızır’ın gidişiyle birlikte

yol ıssızlığı gelişecektir

yaşamıştı bunu bir anda

daracık bir odada

peygamberin baş ucunda

ali

peygamberi yıkarken buruşmuştu dünya

deniz gibi vahşi mercanlar gibi yakıyordu elini sıcak su

ömer bir horoz sandı dünyayı

boğazında keskin bıçak

ölümünde peygamber’in

Page 68: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

68

ebûbekir dört yanında çırpınışını duydu kanadının cebrail’in

topraktan yükselişini sûrun

iç odalarda

çarşaf arkalarında

ağlarken peygamber kadınları

duydular kıyameti bir anda

daracık bir saatte

sonra ali odanın yalnızlığından

dört duvardan bir fısıltı duydu

göründü sancakların en yeşili

ve ordusuyla birlikte mehdi

belirli bir süre geciktiren kıyâmeti

kıyamet elinde bir belge

bir tüy gibi hafifleten kıyameti

mehdi

şehitlik yapan ölümü kıyameti

mehdi

bereketin geri gelişi

kıyametin birinci fecri

hızır’ın ete kemiğe kavuşması

bir kadir gecesinde

seçilenler seçildiler

39.

bir kadir gecesinde

dönüşmeye başladı kaderi

yeryüzünde

karınca azabına uğratılmış müslümanların

en yoksulu insanların

en çok ezilmişi

ezilmişlerin bile ezdiği

acımalarından yenilgileri

susan susturulan

değiştirilip dönüştürülen

tarihi ekşitilen

faydalanılan şelâlesinden

ama içecek sudan yoksun edilen

sökülüp atılan coğrafyasından

bağbozumu mantığından

çocuklarına düşünce tozu serpilen

kuşlukta kuşkulu

öğlede eğlenen

Page 69: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

69

bir küme yapılan halkı

götürülüp uçurum kıyısına

bir ölü kuzgun gibi bırakılan kenti

güneşin batmakta erken davrandığı

her gün son akşam gibi gelen bir akşamda

cam kesmesi bir konakta

ölüm dirim toplantısında

bir gül ansızın patlayıp açılacak bir saksıda

ve kalkacak bir insan ayağa

ve ışık ışık ışık

arkasında solunda ve sağında

ve uzatacak ellerini dışarıya

ah bu ne beyaz ne beyaz

musa’nın elleri

ve yüzü isa yüzünün benzeri

sonra bir değişim daha

kendinde özetleyen bütün peygamberleri

son peygamber’in kendisi sanki

hızır da işi bitip de aradan çıkan köprülerin en yükseği

40.

konuşacak mehdi

geldi derleniş günü

derleniş toparlanış vakti

artık her gün her gece

bir kadir günü ve gecesi

kur’an iniyor dağlardan tepelerden

yağmur onun yedeğinde

horozlar en keskin sesleriyle ötmede

koyunlar ışıldıyor yünlerinde

yeni ve keskin bir bilgelik keçilerde

doğudan batıya bir şimşek atlardan

heyamolalarla inip çıkan

bir eleğimsağma develerden

kadınlar örtünürler meryem örtülerini

bacalar yeniden tüter

odunların en sertinin yanışından

bırakarak gökyüzünden bir ocak sisi

dağlarda bir başka coşkunluk çağlıyor

menekşede çiğde kekikde ses var

bir vahiy uğultusu arılarda

karıncalarda hikmet suskunluğu

Page 70: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

70

barışı ve çalışkanlığı sağduyunun

derleniş toparlanış diriliş saati

geldi

yükseldi bir ağartı müslüman ufuklardan

müslüman mevsim ve iklimlerden

kelimeler sıçradı yıllarca beklemişlerdi taşlarda

bir başkalaşım oldu yazılarda

seslerin durduğu yerde

gizlice süren bir âyet sonu yumuşaklığı

duruşlar bir sûreden inmişçesine ağırbaşlı

davranışlar ölçülü tartılı

büyük dönüş başlamadan önce

kendini bırakarak evrenin koştuğu o bütüne

bir kanat çırpmasıyla karıştığı varlığa

düzeltip dünyayı yeniden

toplumu dirilten insanı erdiren

şeytanı bir duvar ucunda sıkıştıran

dam saçaklarında koğalayıp

eski sınırına iten

kentlere mutluluğu

bir ikindi anıtı gibi getiren

her eve mermer dağıtan

şelâle paylaştıran

kan kanalı uzatan

engebeli bir gebelikte

yatağından korkan kadınlara

süt verin süt verin çocuklara

alarak nar incir gibi yemişlerden

şit evi sığınağı zeytinlerden

meryem’in dayanağı hurmadan

tükenin var olun varlığıyla varlığın

ki göreceksiniz kesin kesin

yüzünüzü nereye çevirirseniz çevirin

o’dur var olan var eden

biçim veren değiştiren

dağıtan toplayan

hiç olmamışa çeviren

bir çırpıda gelip

geçmişe döndüren zamanı

sesi seslendiren yeri yerlendiren

sonra açıp yeli yürüyen bir kabir gibi

içine yeri yerleştiren gömen

Page 71: HIZIRLA KIRK SAAT - Muharrem BALCItılsım salgınından ilgım salgımından zülkülüf bana dedi sen su ver ben yemek vereyim sen can ver ben kan vereyim sen sağı çağır ben

71

bir kan pıhtısından meniden

bir insan türeten

sonra onu büyüten

sözüne kulak yapan ağız yapan

işine onda bir yetenek özü mayalandıran

inanış veren sabır veren

kur’an’a da şeytana da

eş yapan yoldaş yapan sırasında

bir örtü gibi birden açan dünyayı

sonra birden toplayan ortalığı

en büyük kolleksiyon sahibi

kafataslarından kemiklerden

güneşten aydan yıldızlardan

cennet ve cehennemlerin

kaybolduğu doğduğu girdabından

her çağ bir başka ses

duyulan mızrabından

doğmamış ve ölmeyen

gelmemiş ve gitmeyen

Sezai Karakoç