hoca ahmed yesevî’nin türbesi k türklere...

11
18 AYIN DOSYASI K endisinden söz eden menâkıbnâmelere göre, Ahmed Yesevî tahmini 1093 yılında Batı Türkistan’daki Çimkent şeh- rinin doğusunda bulunan ve Tarım Irmağı’na dökülen Şâhyâr Nehri’nin küçük bir kolu olan Karasu üzerin- deki Sayram kasabasında doğdu. Sayram’da İmâm Muhammed b.Ali neslinden gelenlere “Hâce” denildiği gibi, onlara bağlı olanlara da aynı isim veriliyordu. Ahmed Yesevî, bu silsileye bağlı olduğu için Hâce Ah- med, Hâce Ahmed Yesevî, Kul Hâce Ahmed şekillerin- de de anılmaktadır İspicab (İsficab) veya Akşehir adıyla da anılan Sayram kasabası eskiden beri önemli bir yerleşim merkeziydi. Sayram kasabası, bu dönemde Aksu sancağına bağlıydı ve Aksu’nun 176 km kuzeydoğusuna düşüyordu. Sayram halkı- nı Türkler ve Acemler oluşturmaktaydı. (Sayram bugün Kazakistan sınırlarındaki Çimkent şehrine, 7 km mesafededir.) Sayram’ın tanınmış şahsiyet- lerinden olan babası, kerametleri ve menkıbele- riyle tanınan ve Hz. Ali soyundan geldiği kabul edilen, Şeyh İbrahim adlı kıymetli bir zattır. Şeyh İbrahim’in soyu Muham- med Hanefi kanalıyla Hz. Ali’ye dayanır. Nesebnâme adlı eserin onun tarafından yazıldığı düşünülmektedir. Annesi ise, Şeyh İbrâhim’in haleflerinden Mûsâ Şeyh’in kızı, Ayşe Hatun’dur. Annesi bugün hâlâ Karasaç Hâtun olarak anılmaktadır. Ahmed Yesevî’nin anne ve babasının türbeleri Sayram’dadır ve bunların Yesevî tarafından yaptırıldığı düşünülmekte- dir. Şeyh İbrahim’in Gevher Şehnâz adlı kızından sonra ikinci çocuğu olarak dünya- ya gelen Ahmed Yesevî; önce annesini, ardından da ilk eğitimini aldığı babasını kaybetti. Babası öldüğünde daha 7 yaşındaydı. Kısa bir müddet sonra Gevher Şehnaz, kardeşini de yanına alarak Yesî şehrine gitti ve oraya yer- leşti (Şehrin adının Türkçedeki yassı kelimesinin “yessi “ şeklinde telaffuzundan türediğini belirten görüşler vardır. Yesî şehri, bugün Kazakistan’daki Türkistan isimli şehrin sınırları içindedir). Yesevî adı, Hoca Ahmed’e, Yesî’de yaşamasından dolayı verilmiştir. Tahsiline Yesî’de başlayan Ahmed Yesevî, kü- Türklere İslam’ın yolunu açtı: Hoca Ahmed Yesevî Prof. Dr. Hikmet Özdemir Daha sağlığında, binlerce öğrenci, Yesevî mektebinden aldıkları inanç, bilgi ve bilinci Horasan’a, Deşti Kıpçak diye adlandırılan Kuzey Türklük bölgelerine, Diyâr-ı Rûm (Roma Diyarı) diye adlandırılan Anadolu’ya ve Avrupa Türklüğüne ulaştırmışlardır. Hoca Ahmed Yesevî’nin türbesi

Upload: others

Post on 02-Feb-2020

16 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

18 A Y I N D O S Y A S I

Kendisinden söz eden menâkıbnâmelere göre, Ahmed Yesevî

tahmini 1093 yılında Batı Türkistan’daki Çimkent şeh-rinin doğusunda bulunan ve Tarım Irmağı’na dökülen Şâhyâr Nehri’nin küçük bir kolu olan Karasu üzerin-deki Sayram kasabasında doğdu. Sayram’da İmâm Muhammed b.Ali neslinden gelenlere “Hâce” denildiği gibi, onlara bağlı olanlara da aynı isim veriliyordu. Ahmed Yesevî, bu silsileye bağlı olduğu için Hâce Ah-med, Hâce Ahmed Yesevî, Kul Hâce Ahmed şekillerin-de de anılmaktadır İspicab (İsficab) veya Akşehir adıyla da anılan Sayram kasabası eskiden beri önemli bir yerleşim merkeziydi. Sayram kasabası, bu dönemde Aksu sancağına bağlıydı ve Aksu’nun 176 km kuzeydoğusuna düşüyordu. Sayram halkı-nı Türkler ve Acemler oluşturmaktaydı. (Sayram bugün Kazakistan sınırlarındaki Çimkent şehrine, 7 km mesafededir.) Sayram’ın tanınmış şahsiyet-lerinden olan babası, kerametleri ve menkıbele-riyle tanınan ve Hz. Ali soyundan geldiği kabul edilen, Şeyh İbrahim adlı kıymetli bir zattır. Şeyh

İbrahim’in soyu Muham-med Hanefi kanalıyla Hz. Ali’ye dayanır. Nesebnâme adlı eserin onun tarafından yazıldığı düşünülmektedir. Annesi ise, Şeyh İbrâhim’in haleflerinden Mûsâ Şeyh’in kızı, Ayşe Hatun’dur. Annesi bugün hâlâ Karasaç Hâtun olarak anılmaktadır. Ahmed Yesevî’nin anne ve babasının türbeleri Sayram’dadır ve bunların Yesevî tarafından yaptırıldığı düşünülmekte-dir.

Şeyh İbrahim’in Gevher Şehnâz adlı kızından sonra ikinci çocuğu olarak dünya-ya gelen Ahmed Yesevî; önce

annesini, ardından da ilk eğitimini aldığı babasını kaybetti. Babası öldüğünde daha 7 yaşındaydı. Kısa bir müddet sonra Gevher Şehnaz, kardeşini de yanına alarak Yesî şehrine gitti ve oraya yer-leşti (Şehrin adının Türkçedeki yassı kelimesinin “yessi “ şeklinde telaffuzundan türediğini belirten görüşler vardır. Yesî şehri, bugün Kazakistan’daki Türkistan isimli şehrin sınırları içindedir). Yesevî adı, Hoca Ahmed’e, Yesî’de yaşamasından dolayı verilmiştir.

Tahsiline Yesî’de başlayan Ahmed Yesevî, kü-

Türklere İslam’ın yolunu açtı:

Hoca Ahmed YesevîProf. Dr. Hikmet Özdemir

Daha sağlığında, binlerce öğrenci, Yesevî mektebinden aldıkları inanç,

bilgi ve bilinci Horasan’a, Deşti Kıpçak diye adlandırılan Kuzey

Türklük bölgelerine, Diyâr-ı Rûm (Roma Diyarı) diye adlandırılan

Anadolu’ya ve Avrupa Türklüğüne ulaştırmışlardır.

Hoca Ahmed Yesevî’nin türbesi

19A Y I N D O S Y A S I

çük yaşına rağmen birtakım tecellilere mazhar ol-ması, beklenmeyen fevkaladelikler göstermesiyle çevresinin dikkatini çekti. Menkıbelere göre, yedi yaşında Hızır’ın delaletine nail olan Ahmed Ye-sevî, Yesî’de Arslan Baba’ya intisap ederek ondan feyiz almaya başlar. Arslan Baba, onun hem eğiti-mini üstlenir; hem de manevi babası olur.

Arslan Baba’nın Yesî’ye gelerek Ahmed Yesevî’yi bulması Hz. Peygamberin manevi bir işaretine dayanmakta-dır. Rivayete göre; Arslan Baba’ya, Hz. Muhammed’in emanet ettiği hurmayı Ahmed Yesevî’ye ulaştır-ma görevi verilmiştir. Mezâr-ı Şe-rifte bulunduğu bir dönem, İmâm Rızâ’nın öğrencisi olduğu belirtilen Arslan Baba’nın, Yesevî’nin manevi yücelmesinde önemli bir yeri vardır. Dîvân-ı Hikmet’te bu hadise şöyle dile getirilir: “Yedi yaşta Arslan Bab’a selam verdim, ‘Hak Mustafa emane-tini lutfedin’ dedim. Hem o vakit bin bir zikrini tamam ettim, Nefsim ölüp lâ- mekâna yükseldim işte”. Bir riva-yete göre de Hz Muhammed’in verdi-ği hırkayı giydirir.

Ahmed Yesevî, Arslan Baba’nın terbiye ve irşa-dıyla, kısa zamanda mertebeler aşar, şöhreti etrafa yayılmaya başlar. Fakat kısa bir süre sonra, Arslan Baba vefat eder. Bugün Arslan Baba’nın türbesi Yesî yakınlarında bulunan tarihi Otrar şehrindedir.

Buhara ve Semerkand’daki yaşamı ve tahsili

Ahmed Yesevî, Arslan Baba’nın vefatından bir müddet sonra zamanın önemli İslam merkez-lerinden biri olan Buhara ve Semerkand’a gider. Bu ziyaretlerinde devrin önde gelen âlim ve mu-tasavvıflarından Şeyh Yusuf El-Hemedânî’ye in-tisap ederek onun irşat ve terbiyesî altına girer. Buhara’da gerçekleşen bu intisabı; Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet’inde şöyle anlatacaktır: “Yirmi yedi yaşta pîri buldum, gördüğüm her sırrı perde ile sarıp örttüm. Dergâhına sığınarak izini öptüm. O sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte” (Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, s. 72.)

Yusuf El-Hemedânî’nin Ahmed Yesevî’nin yetişmesinde temel bir etkisi olmuş ve Yesevî, bü-tün tarikat usullerini ondan öğrenmiştir. Türbe-si Merv’de bulunan El-Hemedânî’den yoğun bir tasavvuf eğitimi alan Yesevî, şeyhin dört halefin-den üçüncüsü olmuş ve ilk iki haleften sonra şey-hinin yerine geçmiştir. Hemedânî’den aldığı bir işaretle buradaki irşat makamını Şeyh Adülhalik Gücdüvânî’ye bırakarak Yesî’ye dönen Yesevî, bü-

yük bir etki alanına ulaşacak olan Yesevîye Ocağı’nı kurmuştur. Abdülhâlik Gücdüvânî ise, öğrencisi Muhammed Bahâüddîn Nakşibendî’yi yetiştirerek, o dönemde Yesevîye Ocağı dışında ortaya çıkan iki büyük tarikattan birinin öncülüğünü yapmıştır. Buhara’da kurulan Nakşibendîye tarikatı, zamanla Afganistan, Hindistan ve Anadolu’ya yayılmıştır.

Yusuf El-Hemedânî, büyük bir hadis bilginidir. O zamanın en saygın eğitim kurumla-rından olan Nizamiye Medresesi’nde ders vermiştir. El-Hemedânî’nin hocası olan Ebu Ali Farmedi aynı zamanda büyük İslam düşünürü Gazali’nin de hocasıdır. Nakşiben-diyye tarikatının silsilesinde yer alan Yusuf El-Hemedânî, Allah yolunda hizmet için Merv, Buhara, Herat, Se-merkand gibi İslam merkezlerini do-laşarak halkı irşada çalışmaktaydı. Ahmed Yesevî’nin hangi kaynaklar-dan beslendiği bu isimlerle daha iyi anlaşılmaktadır.

Tarihi kaynaklarda kaydedildiği-ne göre devrin Selçuklu Hanı Sultan Sencer, Yusuf El-Hemedânî’ye bağlılı-

ğını her vesileyle göstermiştir. Bu bağlılık ölümle bile sona ermemiştir; bugün hem Sultan Sencer’in, hem de Şeyh Yusuf El-Hemedânî’nin kabirleri, Türkmenistan’daki Merv şehrindedir.

Olgunluk döneminde Şeyh Yusuf El-He-medânî gibi bir mürşidin yanında devrin bütün

Ahmed Yesevî, Arslan Baba’nın

terbiye ve irşadıyla, kısa

zamanda mertebeler aşar,

şöhreti etrafa yayılmaya başlar. Fakat kısa bir süre sonra, Arslan Baba

vefat eder.

Yesevî’nin Azeri’lerce yapılan tasviri

20 A Y I N D O S Y A S I

ilimlerinde ilerleyen Ahmed Yesevî de şeyhi gibi İslam’ın zahiri esaslarına uygun hareket etti ve ta-rikatının esaslarını belirlerken İslam’ın hükümleri-ne ters düşebilecek hususlardan şiddetle kaçındı. Ahmed Yesevî’nin bu konuda ne denli titizlik gösterdiği, dile getirdiği hikmetlerin analiziyle kolayca anlaşılabilir. Ahmed Yesevî, tari-kattaki sülûk adabını, İslam’ın zahir ve batın ilimlerini, şeyhi Yusuf El-Hemedânî’den öğrenmiş ve muhtemeldir ki şeyhiyle beraber Türkistan’ın çeşit-li yerlerini dolaşmıştır.

Yusuf El-Hemedânî’nin vefatı üzerine irşat mevkiine önce Abdullah-ı Ber-kî onun vefatıyla Şeyh Hasan-ı Endâkî ge-çer.1160 yılında Hasan-ı Endâkî’nin de vefatı üze-rine Ahmed Yesevî, irşat postuna oturur. Ahmed Ye-sevî, şeyhi Yusuf Hemedânî’nin ölümünden sonra dergâhın so-rumluluğunu üstlenen üçüncü ha-lef olarak bir süre Buhara’da hizmete devam eder. Bunu belirten kaynaklardan birisinde “Yu-suf Hemedânî’nin üçüncü halefi, Hoca Ahmed Yesevî’dir ki, keramet ve harikulâde haller âdet-lerinden idi; her kim halis bir niyetle kendileri ile müşerref olursa Ehlullah’tan olurdu. Nasıl ki ‘Ni-yetin koldaşın’ buyururlardı. Kutlu makamları Türkistan’dadır, yüce dergâhı çok feyizlidir.” iba-releri yer almaktadır.

Yesî’ye dönüşAhmed Yesevî, Yesî’ye yerleş-

tikten sonra Türkistan’ın her yerin-den gelen müritlerine eğitim verir. Bütün Türk yurtlarında İslamı teb-liğle görevlendireceği bu müritlere, İslam’ın zahirî ve Bâtıni ilimlerini öğ-retir. Rivayetlere göre, Ahmed Yesevî dergâhında yetişip Hint kıtasından İdil boylarına, Çin Seddi’nden Tuna kenarlarına kadar uzanan geniş bir coğrafyaya tebliğ ve irşat göreviyle gönderilen dervişlerin sayısı, doksan dokuz bindir. Bu doksan dokuz bin rakamı, sayı olarak tam tamına olma-sa bile çokluğu ifade etmesi yönün-den önemlidir.

Yine başka bir rivayete göre, Ahmed Yesevî’nin on iki bini kendi yaşadığı muhitte, doksan dokuz

bini de uzak ülkelerde bulunan müridleri ve ge-leneğe uygun olarak hayattayken tayin ettiği pek çok halefi vardı. İlk halefi, Arslan Baba’nın oğlu

Mansür Atâ’dır. Mansür Atâ, 1197 yılında vefat edince, yerine oğlu Abdülmelik Atâ; onun vefa-tından sonra yerine oğlu Tac Hâce, daha sonra da

onun oğlu Zengi Atâ, irşat mevkisine geçti-ler. Yesevî’nin ikinci halefi Harizm-

li Said Atâ, üçüncü halefi, Yesevî tarzındaki hikmetleri ve men-

kıbeleriyle Türkler arasında büyük bir şöhret ve nüfu-zu olan Süleyman Hakîm

Atâ’dır. Yesevviyye silsi-lesi, bilhassa Seyyid Atâ ile Sadr Atâ’dan gelmek-tedir.

Alperen, Ahî ve Bâcıyânlar, Yesevî’nin dervişleriydi

Daha sağlığında, bin-lerce öğrenci, Ahmed Yesevî

mektebinden aldıkları inanç, bilgi ve bilinci Horasan’a, Deşti

Kıpçak diye adlandırılan Kuzey Türk-lük bölgelerine, Diyâr-ı Rûm (Roma Diyarı) diye adlandırılan Anadolu’ya ve Avrupa Türklüğüne ulaştırmışlardır.

Anadolu’da ve Rumeli’de Türk varlığının kökleşmesinde en büyük hisselerden biri, Yesevî takipçilerinindir. Osmanlı Devleti’nin manevi ku-rucuları olan Şeyh Edebâli, Hacı Bektâş Velî, Ge-yikli Baba; Ahmed Yesevî’nin takipçileridir. Ahmed Yesevî’nin Anadolu’ya gönderdiği Hacı Bektaş Velî, Osmanlı ordusunun belkemiği olan Yeniçeriliğin

piriydi. Yine, Ahmed Yesevî’nin Hacı Bektaş’a yardımcı olarak gönderdiği Sarı Saltuk, Balkanlarda Müslümanlı-ğı kökleştiren kişidir. Bursa’nın fethi-ni hazırlayan Geyikli Baba, bir başka Yesevî takipçisidir.

Yesevî öğrencileri, Anadolu’nun Türkleşmesi yıllarında, XII’nci, XIII’üncü ve XIV’üncü yüzyıllarda, gerektiği zaman savaşçı dervişler olmuşlar “Alperen” adını almışlar, savaşmışlar ve savaşın ruhu olmuş-lardır. Gerektiği zaman ticarete ahlak ve disiplin getiren ahlâk savaşçıları olmuşlar “Ahî” adını almışlardır. Ka-dınların aydınlanması yolunda uğ-raşmışlar “Bâcıyân” olmuşlardır. Boş

arazileri canlandırmak ve yeşertmek işini üstlen-mişler, yolların güvenliğini sağlamışlardır. Gönül-

Yesevi ‘nin öğrencileri,

Anadolu’nun Türkleşmesi yıllarında,

gerektiği zaman savaşçı dervişler

olmuşlar “Alperen” adını almışlar, savaşmışlar ve savaşın ruhu olmuşlardır.

21A Y I N D O S Y A S I

lerde inanç, zihinlere bilgi ışığını saçan aydınlatıcı-lar olmuşlardır. Osmanlı’nın temeli Gâziler, Ahîler, Bacılar ve Abdal’lardır.

Ahmed Yesevî, binlerce yıllık Türk töresinin verdiği doğru ölçülerle de donanmış bir kişi ola-rak; İslam’ı doğru anlamış ve dosdoğru anlatmıştır. Milliyetin temeli “dil” ve “din” ise, biz dilimizin edebî hayâtiyetini ve Müslümanlık anlayışımızı, Ahmed Yesevî’ye de borçluyuz. Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan’ın “Kolonizatör Türk Dervişleri” adlı eseri, bu konuda ayrıntılı bilgilerle doludur.

Uzleti ve VefâtıAhmed Yesevî, Hz. Muhammed’in ömrünü

tamamladığı 63 yaşına geldiği zaman, ondan daha çok yeryüzünde olmayı kabullenemedi. “Artık bi-zim için yerin altı, yerin üstünden daha hayırlıdır diyerek” tekkesinin bir tarafına yaptırdığı yaklaşık 2 m derinliğindeki bir çilehâneye çekildi ve vefâtı-na kadar 10 yıl hiç gün yüzü görmedi. 63 yaşından sonra Hz. Peygamberin görmediği dünyayı görme-meyi tercih etmiş, yıllarca bugün hâlâ kullanılan bir yeraltı yoluyla cemaate katılmış ve cuma namaz-larına devam etmişti. Ahmed Yesevî’nin sünnet-i nebevîye olan saygı derecesini gözler önüne seren bu davranışının kanıtı olan hücresinin kalıntıları, bugün de muhafaza edilmektedir.

Şiirlerinin toplandığı eser olan “Dîvân-ı Hikmet”te Ahmed Yesevî’ nin yeraltında uzlete çe-kilişini ve uzlet hayatı esnasında yaşadığı manevi halleri anlatan hikmetler, önemli bir yere sahiptir. Dîvân-ı Hikmet’ten anlaşıldığına göre, hikmetleri-nin büyük bir kısmı da ilâhî ilhâmla bu mekânda Ahmed Yesevî’nin dilinden dökülmüş ve yanında-ki dervişler tarafından tespit edilmiş-tir.

Eserin tertibi Ahmed Yesevî’nin vefâtından asırlarca sonra Yesevî der-vişleri tarafından tertip edilmiştir. Bunun en büyük delili, eserde kulla-nılan dilin XI. asra değil, daha sonraki yüzyılların dil özelliklerine sahip ol-masıdır. “Dîvân-ı Hikmet” kâfiye sis-temi ve vezin bakımından koşmalara benzeyen dörtlüklerden ve aruz vez-ninde yazılmış gazellerden ibarettir.

Sultan Timur, Ahmed Yesevî’nin vefatından yaklaşık iki yüz otuz yıl sonra Buhara’yı fethettikten sonra Yesi şehrine gelmiş ve 1398 yılında Ahmed Yesevî’nin mezarına güzel bir türbe ve külliye inşa ettirmiştir. Bunu, Yesevî’ye duyduğu şükran borcundan dolayı yaptığını ifade etmiştir. Zira Timur rüyasında Yesevî’yi görmüş ve ondan Buhara’yı fethedeceği müjdesini almıştır.

İki sene içinde tamamlanan türbe inşaatı, cami ve dergâhıyla tam bir külliye hâlini almıştır. Zaman-la harap olan türbe, bir rivayete göre Özbek Hânı Abdullah Hân, bir diğer rivayete göre ise Şeybânî Hân tarafından tamir ettirilmiştir. Günümüzde bu türbenin bulunduğu camiye “Cami-i Hazret” bu

camiinin bulunduğu Türkistan şeh-rine de “Hazret-i Türkistân” veya sa-dece “Hazret” denilmektedir. Ahmed Yesevî’nin türbesi yılın her mevsimin-de ziyaret edilmekle birlikte, bilhassa senede bir defa “Zilhicce’nin onunda” bu türbede Türkmen, Özbek, Kazak ve Kırgız Türkleri tarafından görkem-li merasimler düzenlenmektedir.

İslam Bilgini YönüAhmed Yesevî, Hanefî bir âlim-

dir. Kuvvetli bir medrese tahsili gör-müş, din ilimleri yanında tasavvufu da iyice öğrenmiştir. Bununla beraber devrinin birçok âlim ve mutasavvıfı gibi belli bir sahada kalmamış, inan-

dıklarını ve öğrendiklerini çevresindeki yerli halka ve göçebe köylülere anlayabilecekleri bir dille ak-tarmaya çalışmıştır. Bir mürşit ve ahlakçı hüviye-tiyle onlara şeriat hükümlerini, tasavvuf esaslarını, tarîkatının adap ve erkânını öğretmeye çalışmak,

Ahmed Yesevî,binlerce yıllık Türk töresinin verdiği doğru ölçülerle de

donanmış bir kişi olarak; İslam’ı doğru anlamış

ve dosdoğru anlatmıştır.

22 A Y I N D O S Y A S I

İslamiyet’i Türklere sevdirmek başlıca gayesi ol-muştur. Bu öğreticilik vasıfları sebebiyle hikmet-leri, bazılarınca heyecan ve coşkudan uzak, sanat endişesi taşımadan söylenmiş şiirler olarak kabul edilmiştir.

Eserlerini, anlaşılır olmak uğruna Türkçe yazdı

751 yılında Türkistan’da, batıya yöne-len Çinlileri durdurmak için Kar-luk Türkleri, Abbâsilerden yardım istedi. Bugünkü Kırgızistan topraklarındaki Talas Irmağı çevresinde yapılan savaşta Çinliler yenildi ve geri çe-kildi. Bu dayanışma, Türk-lerin İslamiyet’e geçiş sü-recini başlattı.

Aradan 350 yıl geçip Ahmed Yesevî devrine geldiğimizde bu sürecin bittiğini ve kâmil bir İslam anlayışının bu coğrafyaya ta-mamen yayıldığını iddia edeme-yiz. Aksine İslami fikirler canlı bir biçimde tartışılıyor, Müslüman, Şâmân, Mecûsî, Budist inanca sahip topluluklar aynı şehirlerde, geniş bozkırlarda yan yana yaşamaya devam ediyor, bir yandan da İslam dini sofiler, âlimler, tüccarlar tarafından Türkistan’da anla-tılıyor ve taraftar topluyordu. İslam öncesi inanç-ların etkisi devam ediyor, bir yandan da hiç ilgisi olmayan öğretiler İslam inancı gibi kabul edilip İs-lamiyet zarfı içinde çoğu göçebe, tarım ve hayvan-cılıkla uğraşan yeni Müslüman kitle-ye veriliyordu. İşte tam bu noktada hurafelerden uzak, temel bakış açısı bozulmamış, yüksek ahlaklı insan-lar tarafından temsil edilen İslam’ın kitlelere aktarılması ihtiyacı, şiddetle artıyordu. Ahmed Yesevî’yi farklı ve önemli kılan, genelde İslam’ın yayıl-ması, özelde de tasavvuf tarihinde büyük bir boşluğu doldurmuş olma-sıdır. Buhara’dan Yesî’ye dönmesinin ardında, bu gerçek yatıyordu. Onun zamanına kadar aşağı yukarı bütün büyük mutasavvıflar Arapça ve Fars-ça eserler vermişlerdi. Onun amacı sadece, İslamı okuma yazma dahi bilmeyen geniş kitlelere ulaştırmaktı. İşte bu yüzden şiir külliyatı olan Dîvân-ı Hikmet, Fakirnâme ve en son Kazak araştırmacı Dr. Mu-hammedrahim Carhammed Uli tarafından bizlere ulaşan Risâle isimli eserlerini yerel dil olan Türk-

çeyle yazmıştır.İslami ilimlerdeki derin bilgisini, o zaman çoğu

göçebe olan toplumun anlayacağı bir biçimde yaşa-dığı topluma aktarmış olması, onu Türkistan’ın en fazla talebesi ve izleyeni olan dinî lider konumu-na getirmiştir. Ahmed Yesevî, Taşkent ve Sirider-ya bölgesinde, Seyhun’un ötesindeki bozkırlarda yaşayan göçebeler arasında büyük bir nüfuz sa-

hibi oldu. Etrafına çoğunlukla İslamiyet’e samimiyetle bağlı bilgisiz köylüler ile Müslüman olmaya istekli Kırgız

ve Uygur Türkleri toplandı. Ahmed Yesevî eğitim faaliyet-

lerinde, bulunduğu Yesî bölgesinde bozkırlarda

yaşayan göçebe insanla-ra sesleniyordu. Halka ulaşmanın sırrına ermiş,

geniş halk kitlelerini etki-lemeyi başarmıştı. Hintli İslam bilgini Şeyh Ahmed

Serhendî’nin (İmam Rabbânî) bireyleri eğitmek için dostla-

rına yazdığı mektuplara karşılık; Yesevî, okuma yazma oranının dü-

şük olduğu geniş Türkistan steplerinde, kopuz çalmak suretiyle okunan ilâhîlerle bilgile-

rini yayıyordu. Bir medreseli mutasavvıf olarak, şeriat ile tasavvufu sünnî inanç doğrultusunda birleştirdiği şiirleri sanat yapma kaygısından uzak-tı. Bu sebeple, Orta Asya ve Anadolu’da İslam’ın kabulü, tasavvufî bir nitelikte olmuştur. Talebele-ri, Yesevî yaşarken (ölümünden sonra da vasiyeti üzerine), İslam dinini ve onun fikirlerini, sadece

Türkistan’da değil, Afganistan, Hin-distan, Bengal (bugünkü Bangladeş ve Hindistan’ın batısındaki bölge), Anadolu ve Balkanlar’da tasavvufi bir anlayışla yaymışlardır.

Baş eseri olan Dîvân-ı Hikmet’in şiir ve manilerden oluşması ve adının Hikmet olmasının sebebi de, bu ama-ca hizmet etmektedir. Nahl suresi, 125’inci ayette “Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlar-la en güzel şekilde mücadele et. Rab-bin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve o hidâyete erenleri de çok iyi bilir” şeklinde buyrulduğu gibi, insanları hikmetli sözlerle en güzel şekilde İslam’a çağırmış ve bunu da

o zaman topluma mesaj iletmenin geçerli bir meto-du olan şiir formuyla yapmıştır. O şiir ve edebiyatı araç olarak kullanmış bunda da çok başarılı olmuş-tur. Onun dizelerinde insanlar; dini mesajları, ahla-

Ahmet Yesevi’yi

farklı ve önemli

kılan, genelde

İslam’ın yayılması,

özelde de tasavvuf

tarihinde büyük bir

boşluğu doldurmuş

olmasıdır.

23A Y I N D O S Y A S I

ki davranış normlarını, en yalın ve anlaşılır şekilde öğrenmişlerdir.

Bu şekilde Ahmed Yesevî’nin hayattayken yüzlerce talebesi ve binlerce müridi olmuştur. Onun ölümünden sonra da fikirleri günümüze kadar birçok tarikatta yaşayarak gelmiştir. Halen Kazakistan’da kendilerini Yesevî olarak niteleyen sûfî grupları vardır. Anadolu ve Balkanlar’da ise

XIII. yüzyıldan sonra Yesevîye tarikati, aynı tasav-vuf ekolünü benimseyen Nakşîlik içersinde hayati-yetini devam ettirmiştir. Zira Nakşîlik, Yesevîliğin devamı kabul edilmiştir. Yesevîyye tarîkati, Bek-tâşiliği de derinden etkilemiş, Hacı Bektâşi Velî, Makâlât adlı eserinde Ahmed Yesevî’nin prensip-lerine geniş yer vermiştir. Ahmed Yesevî özellikle bu iki tarîkatın ilhâm kaynağı sayılabilir.

Kişiliği ve Yaşantısıİslami ilimlerdeki derin kavrayışı ve tasavvuf-

taki yüksek mertebesi, Ahmed Yesevî’ye büyük bir tevazu kazandırmıştı. Uyku dışındaki vaktini üçe bölerdi. Üçte birini ibadet ve zikirle geçirir, üçte bi-rinde öğrenci yetiştirir ve ilimle uğraşır, üçte birin-de ise tahta kaşıklar yapıp satarak geçimini temin ederdi.

Yesevî’ye göre tasavvuf adamının da, mutlaka bir mesleği ve işi olmalıdır. “Kabiliyeti olmayanın, kerameti de olmaz” görüşündedir. Nitekim ken-disi hayatı boyunca bu ilkeye bağlı kalmış, kaşık yontarak geçimini sağlamıştır. Ona göre insan, kim olursa olsun başkasına yük olmamalı ve kendi elinin emeğini yemelidir. Onun bu davranışı ken-

dinden sonra gelen sofileri etkilemiş ve hepsi ilmî faaliyetten ayrı olarak geçimlerini temin ettikleri bir meslek sahibi olmuşlardır. Yesevî’ye göre; hak etmediği lokmayla, haram yollardan beslenenin, ne kendisine, ne de başkasına saygısı yoktur.

Bir rivayete göre Yesevî, yaptığı kaşıkları, kep-çeleri öküzün heybesine koyar, yola sürermiş. Buna alışkın olan hayvan, kendi kendine pazara gider, dolaşırmış. İnsanlar bilir, heybeden malı alır, takdir ettikleri bir miktarı da heybeye bırakırlarmış. Ara-da durumu bilmeyen biri heybeden bir şey aşırırsa, öküz onun peşine takılır, elindekini heybeye geri koyuncaya kadar da peşini bırakmazmış.

Ahmed Yesevî’ den güzel sözler:Ey dostlar! Cahillerle dostluk kurmaktan sakı-

nınız.Akıllı ve uyanık isen, kendini dünyâya kaptır-

ma. Şeytân seni kandırıp emrine alır. Bundan sonra felakete sürüklenirsin de haberin bile olmaz.

Himmet (Allah’tan yardım dileme ) kuşağını beline sarmayan insân, dünyâ sevgisinden kendini kurtaramaz.

Kalp kırma. Allah kalp kıranları sevmez.Müslüman olsun-olmasın, da hiç kimseyi in-

citme.Düşünmek ve çalışmak ibâdettir.Düşmanına iyilik et ve yaptığın iyiliği başa

kakma.İnsanın en büyük zaafı bencil olup iyilere de-

ğer vermeyişidir.Erenlerin yolunda yürümek istersen, halk için-

de alçakgönüllü ol ve cahillerden uzak dur.

Yesevîlik Öğretisi ( Yesevîyye )Yesevîlikte mürit, kendinden ziyade yaradanın

eseriyle ilgilidir. Dışa dönüktür. Buna seyri sülûk-i âfâkî denir. Bu usulde yaratılan eşyayı severek tarikatta seviye kazanılır. Yesevîliğin işte bu dışa dönük terbiye metodu, Müslümanlar arasında bu kadar yayılmasında motive edici güç olmuştur. Ye-sevîliğin devamı olan diğer tarikatlar da bu dışa dönükçü metot sayesinde geniş

24 A Y I N D O S Y A S I

halk kitlelerinde kendilerine yer buldular.Âfâkî metodun tasavvuf eserlerinde ise, eşya

ve tabiattan ibret alınması tavsiye edilir. Zira her şeyde bir işaret vardır ve o da yüce Yaradan’ı gös-terir.

Ahmed Yesevî İslam’ın hükümlerini (şeriat) hakkıyla yerine getirmeyenlerin tasavvufla ilgilen-melerine karşı çıkmıştır. Bu prensibini uygularken hiçbir zaman kırıcı olma-mış ve şöyle demiştir:

Kalp kırmak Kâbe’yi yıkmak gibidir. Gönlü kırık zavallı birini görür-sen, yarasına merhem ol.

Sünnet imiş, kâfir de olsa incitme sen, Allah uzaktır katı yürekli gö-nül incitenden.

Yesevî, öğretisini hocası Arslan Baba’dan aldığı “ehl-i beyt” sev-gisi ve bu doğrultuda-ki tasavvuf anlayışı üzerine kurmuştur. Bir Türk sûfî tarafından kurulan bu ilk büyük Türk tarika-tı, önce Mâverâünnehir, Taşkent ve çevresiyle Batı Türkistan’da etkili olmuştur. Daha sonra Horasan, İran ve Azerbaycan’da yaşayan Türkler arasında yayılan Yesevî tarikatı, XIII. yüzyıldan başlayarak göçlerle Anadolu’ya, oradan da Balkanlara ulaş-mıştır.

Yesevî öğretisinin bu denli etkili olmasının temel sebeplerinden biri; Ahmed Yesevî’nin dü-şüncelerini anlatmak için, o dönemde gelenek ol-duğu üzere Arapça veya Farsçayı değil, Türkçeyi seçmesidir. Hece vezniyle yazdığı şiirlerle öğretisi-nin hızla yayılmasını ve kuşaktan kuşağa kolayca aktarılmasını sağlayan Yesevî’nin Hikmet olarak adlandırılan ve yüzyıllarca sözlü olarak yaşatılan şiirleri, XV. yüzyılda yazıya geçirilerek Dîvân-ı Hikmet adı altında toplanmış ve elden ele dolaş-mıştır.

İslam’ın değerlerini Türk kültürünün değerle-riyle kaynaştıran Yesevî öğretisi, özellikle bozkır-larda yaşayan Türk boylarının İslamiyet’i benim-

semesini kolaylaştırmıştır. İslam’ı tanımalarına ve benimsemelerine karşın, var olan değerlerinden kopmayan bu topluluklar için, kentli din bilginle-rinin sunduğu kuralcı İslamiyet’ten çok, dervişle-rin sunduğu, dine esnek yaklaşan ve eski inançları yadsımayan bir İslam anlayışı, daha yakın gelmiş-tir. Böylece “Şaman” geleneklerinin bir kısmı az ya da çok değişikliklere uğrasa bile, varlığını sürdür-

müştür. Kazakistan’da “Yesevî zikri” adı veri-len törenlerde, geleneğin İslami değerlerle kaynaş-tırılarak bugün bile sür-dürüldüğü görülebilir.

Bu örnekler, Yesevî’nin temsil ettiği İslam’ın, var olan inanç sisteminin tamamen terk edilmesini şart koşma-dığını ortaya koymak-tadır. Bu yüzden bugün yalnızca Kazakistan’da

değil, eski Türkistan toprakları üzerinde yaşayan Türk topluluklarının çoğunda Şaman gelenekle-rinden izler görülür. Üstelik bu uygulamalar, Ah-med Yesevî’nin izinden gidenlerce Anadolu’ya ve Balkanlar’a da taşınmıştır.

Ahmed Yesevî, öğretisini “Dört Kapı” olarak bilinen şu ilkeler üzerine kurmuştur: Şeriat, Ta-rikat, Marifet ve Hakikat. Dört Kapı İlkesi, Hacı Bektâş Velî’nin öğretisine de temel oluşturur. Hacı Bektâş Velî, her bir kapıya onar makam ekler ve “Dört Kapı, Kırk Makâm” olarak adlandırılan il-keler bütününü ortaya koyar.

“Fars dilini bilir de, sevip söyler Türkçeyi”

Sevmiyorlar bilginler, sizin Türkçe dilini,Bilgelerden dinlesen, açar gönül ilini,Ayet - hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar,Anlamına erenler, başı eğip uyarlar,Miskin zayıf Hoca Ahmet, yedi atana rahmetFars dilini bilir de, sevip söyler Türkçeyi

Türk milliyetinin hamurkârı olan Ahmed Ye-sevî, Türk aydınlarının Arapça ve Farsça yazdığı bir dönemde, ilk defa Türkçe şiirler söyleyen insandır. Türk dünyasında çok iyi tanınır ve bilinir. Büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı; “Şu Ahmed Yesevî kim? Bir araştırın göreceksiniz. Bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız?” diyor... Ahmed Yesevî’nin öğrencileri ve takipçileri, onun “Hikmet” denilen şiirlerini yüzlerce yıldan beri tekrarlayarak Türk dilinin gelişmesini sağlamışlardır.

Ahmed Yesevî, ilk Türk-İslam mutasavvı-

Yesevi öğretisinin bu denli etkili olmasının temel nedenlerinden biri;

Ahmet Yesevi’nin düşüncelerini anlatmak için, o dönemde gelenek olduğu üzere Arapça veya Farsçayı değil, Türkçeyi seçmesidir. Yesevi’nin Hikmet olarak

adlandırılan ve yüzyıllarca sözlü olarak yaşatılan şiirleri, XV. yüzyılda yazıya geçirilerek Divan-ı Hikmet adı altında

toplanmış ve elden ele dolaşmıştır.

25A Y I N D O S Y A S I

fı olarak, Türklere İslam’ı ve tasavvufu anlatmak için “Farsçayı çok iyi bilmesine rağmen” şiirlerini Türkçe yazdı, söyledi. Hikmetler, Türk Dünyası-nın her yerine yayıldı. Türkçe canlandı. Yesevî’nin yolundan gidenler, Türkçe söylediler. Yunus Emre, bir Ahmed Yesevî öğrencisi ve Yesevî izleyicisidir. Hak yolunun en büyük şairidir. Şiirlerinin ilham kaynağı Ahmed Yesevî’dir ve hatta bazı şiirleri Ye-sevî Hikmetlerinin tekrarlanmış şeklidir.

Sözgelimi Ahmed Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’indeki;

“Işkıng kıldı şeyda mini Cümle alem bildi mini Kaygum sinsin tüni küni Minge sinok kirek sin...”

mısraları, Yunus Emre Divanı ’nda;“Aşkın aldı benden beni Bana seni gerek seni Ben yanarım tünü günü Bana seni gerek seni”

mısralarıyla karşımıza çıkar.İki şiirin tamamını karşılaştırdığımız zaman,

temanın ve bazı mısraların birbirinin aynısı oldu-ğunu görürüz.

Ahmed Yesevî ve öğrencileri, henüz büyük kısmı Müslüman olmamış, olanları da yeteri kadar dini bilmeyen Türklere İslamiyeti anlatmak gayre-tiyle Türkçe söylemişler ve Türkçenin devamına ve gelişmesine en büyük hizmeti yapmışlardır.

Osmanlı padişahlarını da etkilediBeş yüz yıl önce Avrupa’da, dinlerinden ötü-

rü işkenceye ve yok edilme tehdidine maruz bı-rakılan ispanya Mûsevîlerini gemiler göndererek İstanbul’a getiren Osmanlı Hükümdarı II. Beyâzıd, Yesevî anlayışının takipçisi ve uygulayıcısıydı. Ve II. Beyâzid bir Yesevî dervişiydi. Bu anlayışa bu-gün de bütün insanlığın ihtiyacı vardır.

Ahmed Yesevî’nin ya-şamış olduğu Türkistan şehri, Uluğ Türkistan’ın kalbidir. Türkistan şeh-ri aynı zamanda, Oğuz Han’ın da başşehridir. Hepsinden önemlisi, ilk adı “Yesî” olan Türkistan şehri, dünya Türklüğü-nün ortak manevi atası olan Ahmed Yesevî’nin şehridir. Bu şehir, önce kendi adını ona vermiş, daha sonra da Ahmed Yesevî’nin unvanını ad olarak almıştır. İslam dün-yasında, Ahmed Yesevî için “Türkistan’ın Pîrî” ve “Türkistan’ın Hazreti” denilirdi. “Türkistan’ın Hazreti’nin Şehri” ifadesi zamanla kısalarak “Tür-kistan” olmuştur. Türkistan’da Ahmed Yesevî’nin türbesi ve Yesevî Dergâhı vardır. Ahmed Yesevî’nin türbesi bugün de Türk dünyasının her yerinden gelen ziyaretçilerle dolup taşmaktadır.

Ahmed Yesevî, bizim ruh hamurkârımızdır. Milliyetimizin temel insanıdır. Bugün, Türk Dün-yası birbirine yeniden kavuşurken, buluşma ve birleşme noktası, Ahmed Yesevî’nin adı, fikirleri ve hizmetleri olacaktır...

Kaynakça:• Eraslan Kemal, Dîvân-ı Hikmet’ten Seçme-

ler, Ank. 1983.• Köprülü Fuat, Türk Edebiyatında İlk Muta-

savvuflar• TDV İslam Ansiklopedisi, CII S: 159-163, İs-

tanbul 1989• Berkan Lütfi Ömer, Kolonizatör Türk Derviş-

leri• Ahmet Yesevî, wikipedia/Azerice

Yesevî’nin Kazak’larca yapılan tasviri

Yesevî’nin sandukası

Yesevî’nin çilehanesi

26 A Y I N D O S Y A S I

Ahmet Yesevi’nin şi-irlerine “hikmet”, şiirlerinin toplandığı

kitaba da “Dîvan-ı Hikmet” adı verilir. Ahmed Yesevî’nin şiirlerini Karahanlı Türk-çe-siyle yazdığı muhakkaktır. Fakat Yesevî’nin hikmetleri-ni toplayan yazmaların hepsi de çok sonraki asırlarda istin-sah edildiği için dil bakımın-dan Karahanlı devri Türk-çesine tam olarak uymazlar. Bu şiirlerde değişik saha ve devirlere ait dil hususiyetleri hep birlikte görülür. Ayrıca Dîvân-ı Hikmet’te şiirlerin hepsi de Ahmed Yesevî’ye ait değildir. Halîfeleri tara-fından yazılmış pek çok şiir ona mal edilmiştir. Ruh, edâ ve şekil bakımından bu şiirlerin hepsi birbirine benzediğinden hangilerinin Ahmed Yesevî’ye ait olduğunu ayırabilmek de çok güçtür. Bütün bu sonraki tesir ve karışmalara rağmen hikmetleri dil bakımından değilse bile edebî bakımdan Karahanlı devrine ve 12. yüzyıla ait kabul etmek gerekir.

Vefatından sonra halîfeleri tarafından irşatları devam ettirilmiştir. Bilhassa üçüncü halîfesi Sü-leyman Hakîm Atâ, Ahmed Yesevî gibi hikmetler söylemesiyle tanınmış ve kerametleriyle Türkistan

halkı tarafından çok benim-senmiştir.

Ahmed Yesevî’nin nes-li, kızı Gevher Şehnâz vası-tasıyla devam etmiş, birçok kimse, mesela Evliya Çelebi, soyunu Ahmed Yesevî’ye bağlamıştır.

Daha çok küçük yaş-ta Hoca Ahmed Yesevî’nin hayatı etrafında menkıbeler teşekkül etmeye başlamıştır. Arslan Baba’ya intisabı ile il-gili menkıbe şöyledir: Hazre-ti Muhammed’in savaşların-dan birinin sonunda ashâb aç kalır ve peygamberden yi-yecek ister. Hazreti Peygam-ber dua eder, Cebrâil aley-hisselâm cennetten bir tabak hurma getirir. Hurmalardan

biri yere düşer. Cebrâil “Bu hurma ümmetinizden Ahmed adlı birinin kısmetidir” der. Peygamber ashâba, emaneti kimin sahibine teslim edeceğini sorar. Arslan Baba talip olur, Hazreti Muhammed hurmayı onun damağına koyar ve Türkistan’a yol-lar. Arslan Baba 500 yıl emanetin sahibini bekler. Sayram’dan Yesî’ye gelen 7 yaşındaki yetim ve ök-süz Ahmed Yesevî, Arslan Baba’yı görür görmez hurmayı sorar.

Kelâm kıldım hurmadan manga vahşet kıldı-

Hoca Ahmed Yesevî ve

Dîvan-ı HikmetProf. Dr. Kemal Eraslan

Dîvân-ı Hikmet’teki şiirlerin hepsi Ahmed Yesevî’ye ait değildir.

Halîfeleri tarafından yazılmış pek çok şiir ona mal edilmiştir. Ruh, edâ

ve şekil bakımından buşiirlerin hepsi birbirine

benzediğinden hangilerinin Yesevî’ye ait olduğunu ayırabilmek

çok güçtür.

27A Y I N D O S Y A S I

lar, Ey bî-edeb kûdek dip asâ alıp sürdiler, Vah-şetîdin korkmadım manga bakıp hırdılar, Arslan Babam sözlerin işitingiz teberrük

Söz edince hurmadan bana korku verdiler; “Edebsiz çocuk” deyip sopa alıp sürdüler; Hidde-tinden korkmadım, bana bakıp güldüler; Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

Arslan Baba 500 yıldır damağında sakladığı ve lezzetinden hiçbir şey kaybetmeyen hurmayı Ah-med Yesevî’ye verir.

Agzıng açgıl ey kûdek emânetin bireyin, Me-zesini yutmadım aç agzınga salayın Hak resûlnı buyrugın ümmet bolsam kılayın, Arslan Babam sözlerin işitingiz teberrük

“Ağzını aç ey çocuk, emanetini vereyim; Lez-zetini tatmadım, aç ağzına salayım; . Hak Resulün emrini, ümmet olsam, kılayım.” Arslan Babam sözlerini işitiniz teberrük.

Rivayete göre Ahmed Yesevî 63 yaşına gelince Hazreti Peygamber’e olan bağlılığından dolayı bir kuyu kazdırmış ve geri kalan ömrünü bu kuyunun dibindeki tek kişilik hücrede geçirmiştir.

Ahmed Yesevî’nin iyi bir tahsil gördüğü, Arapça’yı, Farsça’yı ve İslâmî ilimleri de öğrendi-ği muhakkaktır. Kendisi Hanefî mezhebindendi ve ehl-i sünnete bağlı idi. Küçük yaşta iken kera-metleri yayılmış, sade bir dille yazılan ve halkın ruhunu okşayan hikmetleriyle kısa zamanda Tür-kistan halkının, bilhassa göçebe Türklerin gönlün-de taht kurmuştur. Onun irşatları etrafında teşek-kül eden Yesevîyye tarîkatı Türkistan’da geniş sahalara yayılmış, Yesevîlikten doğan birçok tarîkât Orta Asya ve Anadolu’da asırlarca Türk halkının manevi cephesini beslemiştir. Tahta kaşık ve kepçe yontup bunları sata-rak geçimini sağlayan Ah-med Yesevî’nin rivayete göre 99.000 müridi vardı ve bunlar dört bir yana dağılarak onun irşatlarını ve hikmetlerini her tarafa yayıyorlardı. Onun şöhret ve tesiri, ölümünden sonra daha da kuvvetlenerek devam etmiştir. Türbesi Tür-kistan halkı için mukaddes bir ziyaretgâhtır. On binler-ce Türkistanlı yılın belli bir ayında türbeyi ziyaret ede-rek bir hafta müddetle onun etrafında ibâdette bulunur, hikmetlerini belli makamlar-la söyleyerek zikrederlerdi. Türbenin civarına gömülmek Türkistan Türkleri için büyük

bir bahtiyarlık olduğundan sağlıklarında oradan toprak alırlardı. Yesevî’nin türbesi hâlâ ziyaretgâh olarak kullanılmakta ve Türkistan Türklerinin ma-nevî bağlarından birini teşkil etmektedir.

Hikmetler, dînî-tasavvufî şiirlerdir. Çoğu dörtlükler halindedir, koşma tarzında kâfiyelen-miş ve hece vezniyle yazılmıştır. Hikmetlerin bir kısmı ise gazel tarzındadır ve aruz vezniyle kale-me alınmıştır. Heceyle yazılmış hikmetlerin vezni 4+4+4=12’dir. Aruzla yazılan hikmetlerde “fâilâ-tün fâilâtün fâilün, mefâîlün mefâîlün feûlün, 4 mefâîlün ve mefûlü mefâîlü mefâîlü feûlün” vezin-leri kullanılmıştır. Gazel tarzında kâfiyelenmiş bazı hikmetlerde ise 7+ 7 veya 8+8’lik hece vezni kulla-nılmıştır. Mesnevî tarzında yazılan münâcât ve nât vezni “mefâîlün mefâîlün feûlün” dür. Dörtlükler-le yazılmış hikmetlerde kıt’a sayısı 5 ilâ 28 arasın-da değişmekte, çoğunlukla 10-12 kıt’alık hikmetler tercih edilmektedir. Gazellerdeki beyit sayısı 5-15 arasındadır. 7 beyitlik gazeller çoğunluktadır.

Kâfiye olarak Arapça, Farsça kelimeler kulla-nıldığı zaman çoğunlukla tam kâfiyeye başvuru-lur. Fakat kâfiyelerin çoğu Türkçe asıllı kelimelerle yapılmıştır ve bunlarda da yarım kâfiye kullanıl-mıştır. Hatta bazen yarım kâfiyenin bile kullanıl-madığı, yakın seslerin benzerliği ile veya sadece redifle yetinildiği olur. Esasen redif, hikmetlerde mühim bir ahenk unsuru olarak yer alır. Beyitler-le yazılmış hikmetlerin birçoğu musammat gazel tarzındadır. Bu tarz hikmetlerde görülen iç kâfiye

şiire fevkalâde bir ahenk ver-mektedir.

Canım cüdâ bolganda, tenim munda kalganda, Tah-ta üzre alganda, ne kılgay min Hudâya

Canım ayrı olanda, te-nim burda kalanda, Tahta üzre alanda, ne yaparım Allah’ım?

Öyle anlaşılıyor ki millî nazım şekli olan koşmadan gazel tarzına geçişte mu-sammat şekiller fevkalâde elverişli olmuştur. Edebiya-tımızın gazel tarzındaki bu ilk şiirlerinde koşma ahengi hemen kulağa çarpar. Beyit-ler ortadan ikiye bölünüp dört mısra haline getirildi-ği zaman 4+3’lük bir koşma ile karşılaşırız. Halk şiirinin ahengi ile kulakları dolmuş bulunan ilk Türk şairleri, koşmanın dört mısrasını be-yit haline sokarak gazel tarzı-na çevirmişlerdir.

28 A Y I N D O S Y A S I

Ahmed Yesevî’nin hikmetlerinde işlenen mev-zular tamamıyla dini ve tasavvufidir. İslamiyet’in esasları, şeriatın hükümleri ve tasavvuf âdâbı, şi-irlerin ana konusunu teşkil eder. Kıyamet ahvâli, cennet ve cehennem tasvirleri, dünya ahvalinden şikâyet, peygamber sevgisi, dervişlerle ilgili men-kıbeler ve Ahmed Yesevî’nin kendi hayatına ait par-çalar sade bir dille anlatılır.

A h m e d Yesevî’nin canlı ve hareketli bir üslûbu vardı. Şiirlerinin pek çoğunda bir zikir ritmi bulmak mümkündür. Hik-metlerin zikir es-nasında ve belli bir makamla söylen-diği düşünülürse böyle hareketli bir ritmin varlığı tabiî, hattâ zarurîdir. İşte Ahmed Yesevî bu ritmi ve hareketi 4+4+4’lük duraklarla çok iyi ya-kalamış görünüyor. Altmış üç yaşında yer altına girdiğini anlatan şu dörtlüklerde bu ritim çok açık bir şekilde farkedilmektedir.

Ol kadirimi kudret birlen nazar kıldı, Hurrem bolup yir astığa kirdim munâ Garib bendeng bu dünyâdın güzer kıldı, Mahrem bolup yir astığa mirdim munâ

Kadir Rabb’im kud-ret ile nazar kıldı; Mutlu olup yer altına girdim işte. Garip kulun bu dünyadan göçüp gitti; Mahrem olup yer altına girdim işte.

Zâkir bolup şâkir bo-lup haknı taptım, Dünyâ ukbâ haram kılıp yançıp tiftim, Şeydâ bolup rüs-vâ bolup candın öttün, Bî-gâm bolup yir astığa kirdim munâ

Zâkir olup, şâkir Hakk’ı buldum; Dünyâ, ah-ret harâm kılıp ezip teptim; Dîvâne olup, rüsvâ olup cândan geçtim; Gâmsız olup yer altına gir-dim işte.

Başım tofrak, özüm tofrak cismin tofrak, Hak vashga yiter nün dip ruhum müştak, Köydüm yan-dım bolalmadım hergiz âfâk, Şebnem bolup yir as-tığa kirdim munâ.

Başım toprak, kendim toprak, cismim toprak;

“Hakk’a kavuşur muyum?” diye, rûhum müştâk; Kavrulup yandım, olamadım asla ap-ak; Şebnem olup yer altına girdim işte.

Bu hareketli ritim onun şiirlerine coşkun, taş-kın ve akıcı bir edâ verir. Dini düşünceleri, basit ve sade bir dille, fakat bu coşkun ve akıcı edâ ile an-

latır.Tevbe kılgan

âşıklarga nûri irür, Tüni küni sâyim bolsa köngli yarûr, Kaçan ölüp gûrge kirşe gûn kingür, Ugan izim rahîm rahmân rahmeti bâr

Tevbe kılan âşıklara nuru erer; Gece gündüz oruç-lu olsa, gönlü par-lar; Öldüğünde kabre girse, kab-ri genişler; Kadir Rabbim, rahîm, rahmân, rahmeti var.

Tevbesizler bu dünyâdan kiçmes bilür, Ölüp barsa gür azabın körmes bilür, Kıyâmet kün tang arasât atmas bilür, Heyhât heyhât nevhâ fedyâd künleri bâr

Tevbesizler bu dünyadan göçülmez bilir; Ölüp varsa, kabir azabı görmez bilir; Kıyâmet

günü Arasât tanı atmaz bilir; Heyhât, heyhât, nevhâ, feryât günleri var.

Hak yâdıdan zerre gafil bolmağanlar, Yat-sa kopsa hak zikrini koymaganlar, Vallâh bil-lâh dünyâ haram alma-ganlar, Gür içinde ol kul hergiz ölmez bolur

Hak yâdından zerre gafil olmayanlar, Yatsa kalksa, Hak zikrini koy-mayanlar, Vallâh, billâh,

dünyâ haram, almayanlar, Kabr içinde o kul asla ölmez olur.

Ahmed Yesevî’de şâirâne tasvirler ve ince sanat oyunları bulunmaz; fakat Kemâl Eraslan’ın dediği gibi, onun “hikmetlerinin tamamen basit, kuru ve edebî bir değerden mahrûm olduğunu söylemek de doğru değildir. Bazı hikmetlerinin samimi ve coşkun bir ifâdeye sahip olduğu ve dînî-tasavvufî halk edebiyatının en güzel örneklerini teşkil ettiği unutulmamalıdır.”

Ahmed Yesevî’nin canlı ve hareketli bir üslûbu vardı. Şiirlerinin pek çoğunda bir zikir ritmi bulmak mümkündür.

Hikmetlerin zikir esnasında ve belli bir makamla söylendiği düşünülürse böyle

hareketli bir ritmin varlığı tabiî, hattâ zarurîdir.

UNESCO tarafından korumaya alınan Divanı Hikmet