huder bultenn
DESCRIPTION
huder bulten genclikTRANSCRIPT
Mak
ale
Memleketimizin en köklü Hukuk Derneklerinden olan Hukuki Araştırmalar Derneği (HU-DER) İstanbul Şubesi Gençlik Komisyonu kısa bir süre önce kuruldu.
Refah, özgürlük, huzur ve güven içerisinde yaşayan bir toplumun inşası ve Hakkı, Haklılığı ve Adaleti esas alan bir düzenin tesisi için, özellikle Hukuk alanında, kurulduğu günden bu güne kadar başarılı çalışmalar gerçekleştirmiş olan derneğimiz, yeni bir atılım gerçekleştirerek ko-misyonlar halinde çalışmaya başladı. Gençlik Komisyonu da bu komisyonlardan biri ve (bize göre) en önemlisi…
Komisyonumuz, kurulduğu günden bu yana özellikle Hukuk öğrencisi gençlerimizle ilgili çe-şitli sosyal, kültürel, eğitici programlar/faaliyetler icra etmektedir. Temeli şefkat ve mer-hamet olan bir inancın evlatları olarak gayemiz, bütün insanlığın saadeti için canla başla, takatimizin sonuna kadar çalışmaktır. İnsanlarımızın ve gençlerimizin, lükse, konfora, oyun ve eğlenceye iyice meylettiği bir dönemde, memleketimizin geleceğinde hayati rol oynaya-cağına inandığımız “Hukukçu Gençlerimizle” bir araya gelerek, yeniden ideallerimize sahip çıkma azim ve kararlılığındayız.
Bin seneye yakın bir süre boyunca İslam Alemine sancaktarlık yapmış, mükemmel bir “Fı-kıh Medeniyeti” kurmuş ecdadımıza yakışacak şekilde, tarihini, tarihinin ve bugünün dilini iyi bilen, bilgili, donanımlı ve en önemlisi ahlaklı hukukçularımız yeteri kadar yoksa ve hala memleketimizde, Hukuk Fakültelerinden Türkçeyi, Osmanlıcayı, Arapçayı ve İngilizceyi iyi bilen ve temel metinleri rahatlıkla okuyup, yorumlayabilen hukukçularımız yetişmiyorsa, o zaman kat edilecek çok mesafe var demektir. Bu yolda kaybedilecek zaman da yoktur. İşimiz çok vaktimiz azdır. Ecdadımızdan tevarüs ettiğimiz hazineleri gün yüzüne çıkarıp, asrın idra-kine söyletebilecek ve bu hazinenin kültürel kodlarımıza uygun şekilde pozitif hukukumuzda kullanılabilmesi için hem teoride hem de pratikte gerekli çalışmaları yapacak nesiller inşa etmek zorundayız. Bunun için de Hukukçu gençlerimizin inançlı, şuurlu ve donanımlı olarak yetiş(tiril)mesi gerekmektedir. İnancımız, tarihimiz ve kültürümüz bize bu misyonu yükle-mektedir.
Bu düşüncelerle, Derneğimizin Gençlik Komisyonu olarak çıkarttığımız bültenimizde “Hukuk Eğitimi” konusuna öncelik verdik. Bu konuda bir makale, bir de söyleşiyi sizlerle paylaştık. Kitap tahlili bölümümüzde Necip Fazıl üstadın bir Ağır Ceza Hakiminin yargılamalarla ilgili iç dünyasını ustaca yansıtan Reis Bey isimli eserini, Film tahlili bölümünde ise tüm hukukçuların izlemesi gereken, ceza hukuku alanında bugüne kadar çekilmiş önemli filmlerden biri olan 12 Öfkeli Adam Filmini tahlil ettik Bu arada, sınav döneminin stresinden bir nebze de olsa sizleri kurtaracak mizah köşemize de bayağı emek verdik. Derginin planlanmasında ve hazırlanma-sında emeği geçen, özellikle HUDER Gençlik Komisyonu üyesi tüm hukukçu genç arkadaşlara ve bize desteğini esirgemeyen HUDER İstanbul Şube Yöneticilerine, grafik tasarımla ilgili destekleri sebebiyle Bilal Turan Bey’e teşekkürü bir borç biliriz.
Hukukçu gençlerimizin çalışmalarımızda bizlere destek vermeleri, kısa ve çabucak geçen dünyada ve baki kalacağımız alemde saadete ulaşma adına ideallerimizin bir kez daha düşü-nülmesi temennisiyle…
editör Ramazan Boyalık
İÇİNDEKİLER
Güncel Haberler .................................................................................................................. 5
Hukuk Fakültelerindeki Eğitimin Çıkmazları ................................................................ 9
İlginç Davalar ...................................................................................................................... 10
Taziye .................................................................................................................................... 11
Söyleşi .................................................................................................................................. 15
Hukukçunun İlan-ı Aşkı .................................................................................................... 16
Hadisli İhtarname .............................................................................................................. 17
12 Angry Men (Sinema) .................................................................................................... 19
Hukuki Yorumlu Karikatürler ......................................................................................... 21
Reis Bey (Kitap Tanıtım) ................................................................................................. 22
Kulüp Tanıtımı ................................................................................................................... 23
Sahibi: Hukuki Araştırmalar Derneği İstanbul Şubesi Adına; Av. Mustafa Yalman
Yayın Yönetmeni: Av. Ramazan Boyalık Yayın Kurulu: Ömer Faruk Uluğ, Sedat Kara, Batuhan
Ustabulut, Taha Marasalı, Murat Sakallı Tasarım: Bilal Turan
Haberler
4 huder
■
Terörizme kara para aklama ve terörizmin fi-
nansmanı ile mücadele iddiasıyla 1989 yılında
OECD bünyesinde kurulan, Mali Eylem Görev
Gücü (FAFT)’ne Türkiye de 1991 yılında üye ol-
muştur. Bahse konu Mali Eylem Görev Gücü’nün
himayesinde çıkarılmaya çalışılan Terörizmin
Finansmanının Önlenmesi Hakkında Yasa Ta-
sarısı, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek
07.02.2013 tarih ve 6415 sayı ile kanunlaşmıştır.
Kanuna göre;
1- Terörist sayılan kişi veya örgütlere yardım
eden şahıs veya STK’ nın mal varlığına el onula-
bilecek veya mal varlığı dondurulabilecek
2- Mal varlığının dondurulması konusunda mah-
keme kararı aranmayacak.
3- Teröre mali destek sağlayanlar 5 yıldan 10 yıla
kadar hapsedilebilecek.
4- Konu ile ilgili Bakanlık, Emniyet ve MİT men-
suplarından oluşan bir komisyon kurulacak.
PKK birçok ülkenin terör listesinde bulunmaz-
ken, BM’nin, ABD’nin, İsrail’in ve bazı AB ülkele-
rinde Hamas (Filistin), Kassam Tugayları (Filis-
tin ), Ensar-ul İslam (Suriye), Eş Şebab (Somali)
Cihad-ül İslami (Bangladeş ), Cemaat-ül İslam-i
(Pakistan vd.) İhvan-ül Müslimin (Mısır vd.) Tev-
hid ve Cihad Hareketi (Mali ), Özbekistan İslami
Hareketi (Özbekistan) Doğu Türkistan İslami Ha-
reketi (Doğu Türkistan) Filistin Kurtuluş Örgütü
(Filistin) örgütleri terör örgütü olarak kabul edil-
mektedir. Bu kuruluşların bir kısmı hiç şiddete
başvurmayan ve sadece bulundukları ülkelerin-
de İslamı öğretmeye ve anlatmaya çalışan teş-
kilatlardır. Bazıları da işgale uğrayan ülkelerini
savunan teşkilatlardır. Hamas , FKÖ, Mali’de Tev-
hid Hareketi, Suriye’de Ensar-ul İslam ve Doğu
Türkistan’da ki İslami hareket gibi…
Konu ile ilgili olarak birçok yardım kuruluşu ve si-
vil toplum kuruluşları ortak yaptıkları basın açık-
lamasıyla söz konusu kanun ile ilgili sakıncaları
ve endişelerini kamuoyuyla paylaştı.
Basın Açıklamasından Özetler
“Özellikle insani yardım kuruluşlarının ve daha
genelde tüm STK’ların sıradan, küçük bir yar-
dımlaşma faaliyeti dâhil her bir faaliyeti, hu-
kuksuz güç kullanan devletlerin menfaatlerine
göre veya istihbarat örgütlerinin çoğu zaman
kurguladığı gizli bilgi ve belgelere göre keyfi bir
biçimde terörizm kapsamına alınabilecektir. Bu
kuruluşların malvarlıklarının dondurulması ve
mallarına el konulması, faaliyetlerinin engellen-
mesi, bu kuruluşlarla ilişki kuran bütün kişilerin/
örgütlerin kara listeye alınması yargısal bir süreç
gerçekleşmeden tamamen idari bir tasarrufla
sağlanacaktır. “
“Terörizm” üzerinde uzlaşılmış bir tanıma sahip
değilken, Türkiye’de mevcut Terörle Mücadele
Kanunu tartışılırken böyle bir yasanın yürürlüğe
girmesi hemen hemen her ekonomik faaliyetin
terörizm kapsamına alınmasını mümkün kılabi-
lecektir.
Başta TMK olmak üzere bu yasa ile insanlığın or-
tak kazanımlarından Örgütletme Hürriyeti, Mül-
kiyet Hakkı, Adil Yargılanma Hakkı ve Etkili Hu-
kuk Yoluna Başvuru Hakkı gibi hak ve hürriyetler
hiçe sayılmaktadır.
Türkiye kamuoyunu, sonuçları itibariyle yeni bir
kuşatma ve ötekileştirme anlamına gelen bu ya-
saya karşı tepki vermeye, davet ediyoruz.
1. Kanun Meclisten Geçti
Taha Tayyip Maraşalı
5huder
Haberler
Babalık davalarında, zamanaşımı uygulaması kalktı Babalık dava-
larında 86 yıldır uygulanan 'bir yıllık zaman aşımı' süresi ortadan
kalktı. Bir yıl önce Anayasa Mahkemesi'nin aldığı karar geçen ay
yürürlüğe girdi. Binlerce mağdura umut oldu. Anayasa Mahkeme-
si 07.02.2012'de kararını verdi. 86 yıldır binlerce kişinin mağdur
edildiği, 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu 303/2 maddesi köklü de-
ğişikliğe uğradı. Karar, 07.02.2012'de resmi gazetede yayımlandı.
İsteyen, artık zaman süresine takılmaksızın babalarına karşı dava
açabilecek. Geriye dönük açılacak babalık davalarında kişiler ölmüş
ise mezar açılıp DNA testi yapılacak.
28.12.2012 cuma günü yayınla-
nan 28511 sayılı Resmi Gazete'de
yayımlandı. Buna göre, 2013 yı-
lında Tanığa, tanıklık nedeniyle
kaybettiği zamanla orantılı ola-
rak günlük 15,00 ilâ 30,00 Türk
Lirasına kadar ücret ödenir.
İsviçre’de gerek kadın hakları,
gerekse bürokraside yarattığı
sıkıntılar göz önüne alınarak,
iki soyadı kullanımına son veril-
di. Yeni düzenleme yılbaşından
itibaren yürürlüğe girdi. Buna
göre, 1 Ocak 2013’ten itibaren
evlenen çiftlerden her biri ev-
lendikten sonra da kendi soyadı-
nı ömür boyu taşıyabilecek.
Çiftler ayrı soyadlarına sahip
olabilecekleri gibi, tek bir soyadı
altında da birleşebilecekler.
Sosyal etkileşim uzmanı Kevin
Dutton tarafından yazılan, Psi-
kopatların Bilgeliği adlı kitaba
göre en fazla psikopat CEO'lar
ve avukatlar arasından çıkıyor.
Dutton kitabında, psikopatların
21'inci yüzyılda başarılı olmanın
tüm özelliklerini taşıdıklarını be-
lirtiyor. Dutton, Onlar korkusuz,
merhametsiz ve odaklı. Günü-
müz toplumunda başarılı olma-
nın en önemli özellikleri bunlar
diye yazdı. Dutton'a göre; işle-
rin çoğunda kişilerin, insanlarla
ilişkilerini geliştirme, başkaları-
nın duygularını önemseme gibi
özelliklere ihtiyacı var. Psiko-
patlar bu tür işleri beğenmiyor
veya onlarda başarılı olamıyor.
Genelde başkaları üzerinde güç
kurmaya dayalı işlerde ise başa-
rı sağlıyorlar. Psikopatların sev-
diği meslekler: 1. CEO 2. Avukat
3. TV veya radyo çalışanı 4. Sa-
tış elemanı 5. Cerrah
Yargıtay Genel Kurulu,
İstanbul'da dekan kocasından
boşanan doçent kadının dava-
sında, mal paylaşımı davaların-
daki 1 yıllık zaman aşımını 10 yıla
çıkardı. Bu karar, mal paylaşımı
davalarında 1 yıllık süreyi geçir-
mesi nedeniyle mağdur olanlar
için yeni bir dönemi başlattı.
EMSAL OLUŞTURACAK
Nisan 2013 içerisinde verilen ve
hukuk içinde içtihat oluşturacak
bu kararla, 2002'den sonra bo-
şanan ve 1 yıllık zaman aşımı ne-
deniyle mal paylaşımı davasını
açamayan boşanmış çiftlere bu
hakkı yeniden doğmuş oldu.
Yargıtay’dan zamanı aşan karar
Adalet bir idedir ve bu ide gereği adale-
tin sağlanması için insan, adillik, ilkelilik,
dürüstlük, metin ve vicdanlı olma gibi sıfat-
lara sahip olmak zorundadır. Bu zorunluluk
kanunları iyi bilmekten daha önemlidir. An-
cak Batıda 19. yüzyıl pozitivist felsefenin,
Türkiye’de 20. yüzyılın başlarından itibaren
benimsenmesiyle beraber, hukuk uygula-
masının kanunkoyucunun emirlerini birebir
yerine getirmekten ve “kanun namına” ha-
reket etmekten ibaret sayıldığı bir hukuk al-
gısı yerleşmiştir (1). İşte pozitivist felsefeden
beslenen bu anlayışa tepki olarak gelişen
“doğal hukuk” kuramı da, hukuk eğitimi ve
uygulamasında insanın ve değerlerin esas
alındığı bir sistem üretmeye çalışmaktadır.
Eğitim-öğretimin temel unsuru insan olması
nedeniyle, eğitim ve öğretimde insanın net
ve tüm özellikleriyle tanıtılması gereklidir.
Hukukun bir bakıma, insanın insanla ve ta-
biatla ilişkisini düzenleyen normlar bütünü
olduğu kabul edildiğinde, insanı tanıma se-
rüveninde, hukukçunun da kendi düşünsel
ve eylemsel serüvenini tanıması gereklili-
ği ortaya çıkmaktadır. Söz konusu tanıma,
hemcinsleriyle tarihi süreçteki ilişkilerinin
de izahını zorunlu kılmaktadır. Hukuk öğ-
reticileri de tüm bu ilişkileri nazari olarak
açıklarken, hukukçunun kendi içsel serü-
venini tamamlama ve tarihi süreçlerdeki
benzerleriyle mukayese etmesini sağlama-
sına öncülük etmesi gereklidir. Nitekim in-
sana has melekelerin geliştirilmesinin eği-
tim bir parçası olması gerektiği yönündeki
tespite son dönemlerde bazı sosyologlar
tarafından yapılan aktarımlarda da rastla-
maktayız: “…bugün tartışılmakta olan çe-
şitli eğitim ve öğretim doktrinlerinin tümü
çıkmaza girmiştir. Çeşitli felsefi temellere
dayanan dünya öğretim sistemlerinden
hiçbiri başarılı olamamıştır. Her biri baş-
langıçta büyük gürültü koparmışsa da daha
sonra yetersizlikleri ortaya çıkmıştır. Bu
durum, bu eğitim-öğretim düzenlerindeki
bir kuruluş eksikliğinden değil, şu husustan
kaynaklanmaktadır: Günümüz dünyasının
büyük öğreticileri ve eğitim-öğretim düzen-
lerinin kurucuları, insan eğitim ve öğreti-
minin uygulayım yöntemlerine geçmeden
önce insanın niteliğini çözmelidirler” (2).
Bu tespit genel olarak üniversite eğitim-
öğretim programları bakımından geçerliliği
tartışılabilir olmakla beraber, hukuk öğreni-
mi bakımından gerekçesi ve yöntemleri ile
Yrd. Doç. Dr. Nagehan Kırkbeşoğlu*
6 huder
Mak
ale ■
huder
Mak
ale
HUKUK FAKÜLTELERİNDEKİ EĞİTİMİN ÇIKMAZLARI
Eğitim-öğretimin temel unsuru insan olması nedeniyle, eğitim ve öğretimde insanın net ve
tüm özellikleriyle tanıtılması gereklidir. Hukukun bir bakıma, insanın insanla ve tabiatla iliş-
kisini düzenleyen normlar bütünü olduğu kabul edildiğinde, insanı tanıma serüveninde, hu-
kukçunun da kendi düşünsel ve eylemsel serüvenini tanıması gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
açıklanması gereken doğru bir tespit ola-
rak gözükmektedir. Zira insanın en temel
ihtiyaçlarından “adalet” idesini gidermeye
yönelen hukuk ilminin öğrenimi bakımın-
dan bu tespitin önemini kısa bir süre önce
Prof. Dr. Mustafa Yücel tarafından da şu
ifadelerle aktarmıştır: “Hukukun salt kav-
ramlardan ibaret olmadığı; tüm kavram-
ların insana dokunarak anlam kazandığı;
kişi mahkûm olduğunda cezaevine gidenin
kavram olmayıp, insan olduğu bilinci ken-
dilerine aşılanmalıdır” (3). Hukuk Fakültesi
öğrencilerinden “insan olma” niteliğinin
tüm gereklerini algılamış olarak meslekle-
rini icra etmeleri yönündeki bir beklentinin
gerçekleşmesi, hiç şüphesiz kendilerine öğ-
rencilik dönemlerinde bu seviyeye uygun bir
eğitim verilmesi ile mümkün olabilir. Hâlbuki
mevcut hukuk öğretimi sistemindeki en te-
mel za’fiyyet; hukuk fakültelerinin birer
“meslek okulu” gibi algılanması ve mezun-
larına da meslek adamı olmak için merkezi
sınavlarda elde edecekleri başarının hedef
gösterilmesidir. Böyle olduğu içindir ki; hu-
kuk mezunu olan bir kimse çoğu zaman bu
sınavlardaki başarıyla yetinmeyip sonradan
kendi çabasıyla bilgi dağarcığını genişletme
çabası içine girmekte ve kendisinde mey-
dana gelen bu farklılığı çevresindekilere de
kalıp ifade haline gelen şu önerme ile ifa-
de etmektedir: “ben kendimi yetiştirdim!”.
İşte hukuk fakültelerinin sadece birer “mes-
lek okulları” olması şeklindeki yerleşik al-
gıdan uzaklaşarak, hukuk ilminin diğer
sosyal bilimler, teori ve günlük yaşamın
pratikleri arasındaki etkileşime dayalı bir
ilim olduğu, eğitim sistemine de reel bir bi-
çimde yansıtma ihtiyacının doğduğu artık
kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Keza
hukuk ile ekonomi, psikoloji, sosyoloji vb.
bilim dallarının birbiriyle sıkı bağlantı için-
de olması sebebiyle birçok ülkede bu bilim
dalları çift anadal programları ile destek-
lenmekte (4) veya ABD’de hukuk fakültesi-
ne girmeden önce lisans programlarından
birini bitirmek şart koşulmaktadır. Hatta
“insan tabiatını anlama girişimi”nin başarı-
lı olması için, hukuk fakültelerinin hukukta
psikolojinin fazlaca ağırlıklı olduğu okullar
haline gelmesi dahi tavsiye edilmektedir
(3). Yine hukuk fakültesindeki eğitimlere
hazırlık olması ve öğrencilerin tanıma-mu-
hakeme yeteneklerinin geliştirilmesi ama-
cıyla fakültenin birinci sınıfında mantık,
sosyoloji, psikoloji gibi derslerin okutulma-
sı da haklı olarak tavsiye edilmektedir. (1)
Adalete ve hakkaniyete yönelen bir hukuk
bilinci oluşturma çabası içinde olması gere-
ken hukuk fakültelerinde, hukuk öğreticile-
rinin pedagojik yaklaşımları, en az okutulan
derslerin veya kitapların sayısını artırma
girişimi kadar önemlidir. Romalı hukukçu
Ulpianus’un ‘Ius est ars boni et aequi- Hukuk
iyi ve adil olanın sanatıdır’ şeklindeki tanımı-
nı referans aldığımızda hukuk ilminin, adeta
bir sanat, ustalık ve hüner ile öğretilmesi
ve icra edilmesi gereken bir ilim olduğunu
kabul ederiz. İşte bu nedenledir ki, “insan
olma” niteliğini aşılayan ilmi yaklaşım, yine
o niteliğe uygun bir disiplin ile öğrenimin her
derecesinde tatbik edilmelidir. Bunun için,
Sokrat’ın da vurguladığı gibi öğrencilere
ders içi ve ders dışında soru sorma imkânları
sağlanmalı, soruyu doğru bir biçimde sorma
7huderhuder
8 huder
yöntemleri öğretilmelidir. Bu konuda hukuk
öğreticilerinin kendi branşlarına ait olan
meselelerde öğrencilerin taleplerini ders
içi ve ders dışında karşılayacak şekilde yol
gösterici ve vazıh olmalıdır. Ünlü hukuk-
çu Ernst Hirsch, derslerinde gerektiğinden
fazla bağırdığını anlayarak teknik konuşma
dersleri aldığını anlattığı “Anılarım” da, Me-
deni Kanun ve Ticaret Kanunu’ndaki bazı
hukuk kurumlarını -alışılan yöntemin dışına
çıkarak- tarih içinde göstermiş oldukları ge-
lişmeler ile birlikte anlatmış olmasından do-
layı öğrencilerin ek seminer talep ettiklerini
ve kendilerine müfredat dışında seminerler
verdiğini anlatmaktadır (5). Buna benzer
şekilde, Osmanlıda 19.yy medrese eğitimle-
rinde; “ehl-i kıyam” denilen ilmî mübâhase
(konuşma) ve münâzarayı seven zekî ve ça-
lışkan öğrencilerin, dersine iştirak ettikleri
hocaları zor sorularıyla terlettikleri ve hatta
bazı hocaların kürsüyü bile terk etmek zo-
runda kaldığı nakledilir (6). O dönemlerde
medrese eğitimi almış olan büyük hukukçu
Ahmed Cevdet Paşa’nın da ilimde mübâhase
ve münâzarayı sevdiği birçok kaynakta yer
alır. Hiç şüphesiz, böyle bir ortamın hukuk
öğrencileri için oluşturulmasında önyargı-
dan uzak ve objektif olabilme koşullarına
sahip bir üniversite ortamı sağlamasının bü-
yük önemi vardır.
Temel hukuk derslerindeki kavram ve kanun
çalışmalarının dört yıllık zaman dilimine sı-
kıştırılması, bu zamana kadar büyük oranda
ezbere dayalı bir eğitimin yapılmasına se-
bep olmuştur ki; bu da henüz daha hukuk
fakültesinden mezun olunmadan önce ez-
berlenmiş olan bilgi yığınlarının unutulma-
sına sebebiyet vermektedir. Aralarındaki
mizaç ve istidat farklarına rağmen, hukuk
öğreticilerinin öğrencilerle ortaklık içeri-
sinde bulunarak interaktif esasa dayanan
bir modeli benimsemeleri; öğretirken öğ-
renmeyi sağlamasının yanında öğrencileri
ezber ve hıfzetmekten kurtararak, anlama
ve muhakeme etmeye yönlendirecektir (1)
(3). Yine Ernst Hirsh’in Türkiye’de tercüman
eşliğinde verdiği derslerde öğrencilerin göz-
lerinden ve tavırlarından dersi anlamadıkla-
rını anlayınca o zamanlar hukuk fakültesi
2.sınıf öğrencisi olan Halil Arslanlı’dan altı
ay gibi kısa bir sürede Türkçe öğrenerek
bizzat kendisinin ders anlatmaya başlaması,
öğrenci ile kurulmaya çalışılan ortaklık ça-
basının en güzel örneklerinden birisidir (5).
Bunun dışında hukuk öğretimlerinde bir di-
ğer za’fiyyet de, öğrencilerin lisede ve or-
taöğrenimde edindikleri üslup, konuşma
adabı ve genel adab-ı muaşeret gibi temel
davranış kurallarının hukuk fakültesindeki
eğitimlerde pekiştirilmemesi ve bu dönem-
de kesintiye uğramasıdır. Hâlbuki Osman-
lıda 19.yy medrese eğitimlerinde belagat
(güzel konuşma) ve adab-ı bahs (konuşma
“Hukuk eğitiminin en önemli
çıkmazı hukuk öğrencilerinin
hukukun kaynakları konusun-
da içinde yaşadığı toprakların
ve halkın hukukuna yabancı
kalmalarıdır.”
9huder
adabı) gibi derslerin okutulduğu da bilin-
mektedir. Keza mevcut Avrupa ve Türkiye
eğitim sistemlerinde bu eksiklik, öğrenci-
ler tarafından mesleki birtakım kaygılarla
sonradan tedrici olarak “diksiyon dersle-
ri” gibi dersler alınarak giderilmeye çalı-
şılmaktadır. Ancak bu çaba dahi, belli bir
sanat ve hüner ile icra edilmesi gereken
hukuk mesleğinin ifası için yeterli davranış
disiplinini temin etmeye yetmemektedir.
Adaletin tesisi görevinde hukuk öğretimi
temel oluşturmasına rağmen, öğrencilerin
konuşma ve yazma kabiliyetlerinin dahi
zayıf oldukları bizzat kendileri tarafından
da kabul edilen bir gerçektir. Birçok sınav
kâğıdında ve öğrencilerle birebir yaptığımız
konuşmalarda bunun örneklerine rastla-
maktayım: “sınırlı ehliyetsiz kavramı yerine
sınırlı engelsiz”, “savurganlık kavramı yeri-
ne “başıboşluk”, “hakkın kötüye kullanılma-
sı kavramını anlatırken “iyiniyetin kurbanı
olmak” gibi anlatımlardan kendilerinin hem
hukuk dilini hem de Türkçe dilini özensiz şe-
kilde kullandıklarını müşahede etmekteyim.
Bir başka önemli sorun da, hukuk öğrenci-
lerinin hukukun kaynakları konusunda için-
de yaşadığı toprakların ve halkın hukukuna
yabancı kalmalarıdır. Gerçekten de hukuk
tarihi derslerinin yetersizliği, yakın tarih
okumalarının yapılamıyor olması, mevcut
kanun şerhlerinin neredeyse hiç yapılmamış
olması, hukuk eğitim ve öğretiminin zayıflı-
ğında önemli etken olarak görünmektedir.
“İnsan olma”, adaleti sağlama görevini
üstlenme ve insanı anlama gibi temel bazı
hususlarla birlikte içinde bulunduğumuz
coğrafyanın insanını ve hukukunun gelişi-
mini anlama noktasında hukuk öğreticileri
ve öğrencileri arasında sağlıklı bir etkileşim
sağlanması gerekmektedir.
Hukuk ilminin asıl yoğrulduğu yer Hukuk Fa-
külteleri olduğu için, ilim orada durgun bir
su olunca, terbiye etmeye çalıştığı hukukçu
adaylarının zihinlerinde elbette bir fırtına
olmayacaktır!
* İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakül-tesi Öğretim Üyesi
Kaynaklar:(1) Prof. Dr. Mahmut Koca; Hukuk Eğitimi Na-sıl Olmalıdır?, 2013. http://bavder.com.tr/index.php/tr/makaleler/291-hukuk-eitimi-nasl-olmaldr.html
(2) Dr. Ali Şeriati; İnsanın Dört Zindanı, 7. bs, 2005.
(3) Prof. Dr. Mustafa T. Yücel; “Hukuk Fa-kültesi Eğitim Kültürü Üzerine Bir Deneme”, Güncel Hukuk Dergisi, Eylül 2012.
(4) Müzakere, yargılama ve hüküm verme (decision-making) yetisi kazandırma, cezai sorumluluk, ehliyet ve tanık vb. delilleri de-ğerlendirme, aile ve çocuk hukuku, gelişim psikolojisi ve bağımlılık gibi konularda psi-koloji odaklı bir hukuk eğitimi birçok ülkede lisans ve lisansüstü programlarda destek-lenmektedir Standford Üniversitesi için bkz: http://www.law.stanford.edu/degrees/jo-int-degrees/law-and-psychology.Nebraska-Lincoln Üniversitesi için bkz: http://psycho-logy.unl.edu/psylaw/home Ayrıca bkz: “Law and Psychology”, Vol.9, 2006, Oxford Uni-versity Press.
(5) Prof. Dr. Ernst E. Hirsch; Anılarım, 1997.
(6) Prof. Dr. Murat Akgündüz; XIX. Asır Os-manlı Medreseleri, 2012.
10 huder1 huder
81 yaşındaki Stella Liebeck, satın aldığı kahvenin dö-külmesi üzerine teninde yanık oluştuğu gerekçesiyle McDonald's’dan davacı oldu. O günlerde bütün Amerika bir anda bu davaya odaklandı. Yaşlı kadın 2.7 milyon dolar tazminat kazanarak bir anda şöhret olurken, ülkenin en büyük fast food zincirlerinden biri olan McDonald's, ortaya çıkabilecek başka uyanıklara karşı çeşitli önlemler almaya başladı.
İLGİNÇ DAVALARMilli Reasürans T.A.S.'nın yayın organı Re-
asürör Dergisi'nde yer alan aday davaların
ilginçlerinden biri, Pennsylvanialı “Yavuz
Hırsız” Dickson'un hikayesi.. Terrence Dick-
son, soyduktan sonra garajı kullanarak
çıkmaya çalıştığı evden, garajın otomatik
kapısının bozuk olması nedeniyle çıkamayın-
ca, geri dönüp evin girişinden çıkmaya çalışır
ama garajla evi ayıran kapı kilitli olduğu için
garajda mahsur kalır. Ev sahiplerinin tatilde
olması nedeniyle Dickson, garajda kuru köpek
maması ve Pepsi Cola ile 8 gün geçirir. Dick-
son, bunalıma girmesine neden olduğu için ev
sahibini dava eder ve 500 bin dolar tazminat
almaya hak kazanır.
Los Angeles'da yaşa-
yan 19 yaşındaki Carl
Truman, komşusunu,
aracıyla ellerini ezdiği
gerekçesiyle dava eder
ve mahkeme Truman
lehine karar verir. Dik-
katsiz Truman, komşu-
suna ait otomobilin jant
kapaklarını çalmaya
çalışırken direksiyon-
da birinin oturduğunu
farkedemediği için
hastane masrafları artı
74 bin dolar tazminat
almaya hak kazanır.
11huderhuder
Mahkemeler ise, bu ilginç davalarla baş edebilmek için kimi zaman tari-
he geçecek kararlara imza atarken kimi zaman ise davaları reddediyor.
Merv Grazinski, yeni aldığı karavanla evine dönerken otoyolda aracı saate 70 mil hızda otomatik pilota bağlayarak, yolculuğun keyfini çıkarmak için
kahve yapmak üzere arka tarafa geçer ve karavan sürpriz olmayan bir şekilde yoldan çıkıp devrilir. Grazinski, karavanın el kitabında bunu yapmaması
gerektiği konusunda bir uyarı olmadığı için üreticiyi dava eder ve 1 milyon 750 bin dolar tazminat ve yeni bir karavan almaya hak kazanır. Üretici firma
ise orijinal metindeki haliyle, Merv Grazinski gibi bir “moronun” karavan satın alma ihtimaline karşı kullanıcı el kitabını değiştirmeye karar verdiğini açıklar.
TAZİYE
Ünlü Amerikan Hukuk Felsefecisi
PROF. DR. RONALD DWORKIN’in
vefatını büyük bir teessür ile
öğrenmiş bulunmaktayız.
TOPRAĞI BOL OLSUN
-Hukuk eğitiminin açmazları nelerdir, özellikle norma-tif eğitim açısından?
Hukuk fakültesi tedrisatında problem var. Bun-
dan Adalet Bakanlığı şikâyetçi, mahkemeler
şikâyetçi, halk şikâyetçi, talebeler şikâyetçi, ho-
calar şikâyetçi. Bir orta yol bulamıyorlar. Tabi
herkesin maksadı da aynı değil. Adalet Bakanlığı
pratisyen istiyor.
-Yani daha tekniker…
Evet, bunun için teknik tedrisata önem verin di-
yor. Gerekirse hukuk fakültesini beş seneye çı-
kartın bir sene de hazırlık olsun diyor. Hâlbuki
hukuk fakültesi 5 seneye çıkacak bir fakülte de-
ğil. Kaldı ki dört sene bile fazla. Bir sürü ders var.
Bir kere hukuk fakültesi adı üstünde bir fakülte.
Fakülte insanlara teknik kabiliyet, beceri, meslek
kazandıran bir yer değildir. Fakülte insana kari-
yer, dünya görüşü kazandıran bir yerdir. Bütün
dünyada bu böyledir. Bizde ama öyle değildir. Zi-
raat fakültesini bitirip iş arıyorlar, fakülte bitirip
iş arıyorlar, niye devlet bize iş vermiyor diyorlar.
Fakülteyi bitirene iş diye bir şey yok. Böyle bir
mantık var bizde: fakülteye gittim iş bulmam la-
zım. Bu yanlış. Dünyanın her yerinde fakülte in-
sana donanım verir. O donanımı ile kişi belli bir
işe süluk eder. Hukuk fakültesini bitiren bir kimse
hakim veya savcı olabilir. Bunun içi ayrı imtihan
ve staj var. Avukat olabilir bunun için ayrı bir staj
var. Noter olabilir staj yok ama beklemesi var.
Müfettiş olabilir ayrı imtihanı var. O zaman siz bu
insanları normatif yetiştiremezsiniz. Bir kimse
hukuk fakültesini bitirince hukukçu da olmaz. Hiç
hukukçuluk yapmayabilir. Ben hukuk fakültesini
bitirdim, hukuk tarihine hoca oldum. Normatif
eğitim benim neyime gerek mesela. Gayet basit
bir misal kendimden. Normatif tedrisat talebeyi
ezbere yöneltir. Aynı bizim lisede ortaokulda ol-
duğu gibi, ezberle geç. Lisede tarih dersi vardır.
Savaşlar, barışlar, maddeler, şahıslar… Kim ha-
Batuhat Ustabulut - Sedat Kara
12 huder
Sö
yleş
i ■
HUDER Gençlik Komisyonumuz, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üye-si Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci ile “hukuk eğitimi” üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.
tırlar? Kimse hatırlamaz. Hiçbir lisede tarih der-
sinde geçmişle gelecek arasında köprü kurulmaz.
Tarih sevgisi, tarih felsefesi aşılanmaz. Tarihi şa-
hıslardan, sosyal hayattan bahsedilmez mesela.
Aynı şeyi hukuk fakültesi için de söyleyebiliriz.
Mesela bir arkadaş ceza kanunu değişti dersi na-
sıl anlatacağız demişti. Ben de ona siz ceza hu-
kuku dersi mi anlatıyorsunuz yoksa ceza kanunu
dersi mi? demiştim. Bunlar farklı. Ceza kanunu
dersi mübaşir gibiler için olabilir. Ama hukuk
fakültesinde ceza kanunu dersi olmaz, ceza hu-
kuku dersi olur. Çok yanlış. Siz ceza hukukunu
öğretirsiniz ceza nosyonunu kazandırırsınız tale-
beye, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını okutursu-
nuz öğrencide bir nosyon belirir. Bundan sonra
zaten staj görür. Öğrendiklerini tatbikata adapte
eder. Öğreneceğine kanundan açar bakar zaten.
-Kaldı ki kanunlar sürekli değişiyor.
Değişiyor. Avukata sormuşlar dünyaya bir daha
gelseydin ne olmak isterdin diye. İmam olmak
isterdim demiş. Demişler niye. Mevzuat hiç de-
ğişmiyor demiş. Avukatın hali perişan. Mevzuat
değiştiği zaman avukat, hakim cahil oluyor, tıp-
kı harf inkılabı gibi. Ama hukuk bilse böyle ol-
maz. Sonra bu kanunlar neden bu kadar berbat
Türkiye’de? Hukukçular yapıyor ama hukuk bil-
miyor onlar, kanun biliyorlar. Teknik olarak çok
güzel, ama muhteva olarak berbat. Normatif ted-
risattan kaynaklanıyor. Talebe fakültede bir yılı
bitiriyor yazın unutuyor öğrendiklerini. Böyle mi
olması lazım?
-Şöyle oluyor hocam, hoca geliyor bir sonraki sene, siz zaten bunları biliyorsunuz diyor.
Nerden bilecek, kanun öğretmişsin sen ona, pra-
tik yapmışsın. Pratik lazımdır, öğrenmesi için.
Yani öğrendiklerini tatbik etmesi için lazımdır.
Ama pratik bizde dersin parçasıdır. Yani ezberin
bir müessesesidir. Tatbikata müteveccih pratik
yapılmaz. O zaten yetmez. Hukuk fakültesinde
yaptığın pratikle adam avukat mı olur hâkim mi
olur, mümkün değil. Hukuk demek genel kültür
demektir, sadece kanun bilmek demek değildir ki.
Hukuk tarihi zayıf, hukuk sosyolojisi zayıf, hukuk
felsefesi zayıf, kriminoloji okumamış; psikolo-
ji, sosyoloji okumamış, edebiyatı zayıf bir adam
kanun öğrense ne olacak? Hiçbir şeye yaramaz.
Hukuk fakülteleri hâkimler ve avukatlar yükseko-
kulu gibi tedrisat veriyor. Bunun sonu iyi değil.
Hukuk fakültesi en iyi İngiltere ve ABD’de faali-
yet gösterir. Orda hukuk fakültesi okumak çok
yüksek bir imtiyazdır. Herkes okuyamaz, herkes
kazanamaz, herkes bitiremez. Ama hukuk fakül-
tesini bitiren hemen hâkim, savcı, avukat olmaz.
Bunların ayrı stajı vardır ve çok ciddi stajlardır,
tekniktir. Zaten Anglo-Sakson sisteminde avu-
katla hâkim aynı kişidir. Avukatlardan hâkim ta-
yin edilir. Bizde öyle değildir. Meslekler bizde za-
ten ayrılıyor, bu da yanlış. Hukuk fakültesi bitiren
biri başka meslekler de yapabilir orada, üstelik
çok da itibar görür. Bizde ise hukuk fakültesini
bitirenler hukukçu olur, bu çok yanlış.
-Mevcut ders sayısı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çok ders var, bu kadar ders olamamalıdır. Hu-
kuk fakültesinde ceza genel, ceza özel, ceza
usül dersleri vardır. Bunlara lüzum yok. Bunla-
rın hepsi bir derstir. Ders saatinin fazla olması
da mühim değildir. Ben yıllık sistemli fakültede
de derse giriyorum dönemlik sistemlide de. Aynı
şeyleri orda bir yılda orda bir dönemde anlatı-
yorum. Ama kısaltarak. Vermek istediğinizi yine
verirsiniz. Ama ben normatif olarak anlatsam ye-
tiştiremem.
Osmanlı medreselerinde çok az ders, çok kısa
13huder
14 huder
metinler okutulurdu. Talebeye metni anlamak,
anladığını anlatabilmek, onu izah edebilmek,
suallere cevap verebilmek, fikirlerini ve düşün-
celerini tasvir edebilmek becerisi verilirdi. Çok
az kitap okutulurdu. Maksat doğru bilgiyi nerde
bulacağını öğretmektir talebeye. Bu açıdan ceza
özel, ceza genel, ceza usül bunlara gerek yok.
Kazuistik… Bu yanlış. Hocalar derste o dersin
sosyolojisini, felsefesini anlatmak yerine kanun
anlatıyorlar. Talebenin de işine geliyor. Sınav-
dan önce kanun ezberliyor ve dersi geçiyor. Ama
ne hukukçu yetişiyor ne hukuk ilmi inkişaf edi-
yor. Bendeniz kanun yollarını çalıştım doktora-
da. Üniversitede çok iyi bir medeni usül hocam
vardı. Ondan iyi bir eğitim aldım, çok da rahat
verdim dersi. Ama hocamız kanun merkezli an-
latırdı. Bize kanun yolları nelerdir, temyiz nedir
bunların hiçbiri anlatılmadı. Doktora tezimi ha-
zırlarken ben yeniden medeni usül çalışmak zo-
runda kaldım. Diğerlerini zaten adam avukatlıkta
öğrenir. Değişecek şeyleri niye öğretiyorsunuz?
Adam avukat olmayacaksa usulün teferruatını
niye öğretiyorsunuz? İtiraz nedir, kanun yolları
nelerdir, itiraza kadar yapılması gereken şeyler
nelerdir, siz bunları öğretin. Sadece bizde değil
Kara Avrupası’nda da durum böyle.
-Malum ders kitapları oldukça kalın. Bunun hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Ders kitapları çok kalın, böyle olmamalı. Talebeyi
araştırmaya, analiz yapmaya sevk etmeli. Fakat
bunları veremiyor kitaplar. Pratikte öğrenciler
ezberliyorlar, dersi geçiyorlar. Hukuk fakültesi-
ni bitiren talebelerin kültür düzeyleri fevkalade
zayıf, kelime hazneleri fevkalade zayıf. Ama bu-
nun hukuk fakültesiyle bir alakası yok, liseden
öyle gelmişler. Bundan dolayı Türkiye’de hukuk
fakültesi geriye gidiyor. Peki, bunun neticesinde
ne oluyor? Kanunlaştırma zaafı oluyor, adalet
tecellisi azalıyor, insanlar hukukçulara itimat
etmiyor. Türkiye’de en aşağılık mesleklerden bir
tanesi maalesef hukukçuluk.
-Bugün bazı akademisyenlerin bir çözüm önerisi var. Hukuk fakültesinin beş yıla çıkarılması ve bir yılının hazırlık olması. Ayrıca hukuk tarihi, sosyoloji, psikolo-ji gibi derslerin bu hazırlık sınıfında okutulması. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Fevkalade yanlış. Üniversiteye hazırlık lisedir.
Siz liseyi üniversiteye hazırlık yapamazsanız
üniversiteye bir değil beş sene hazırlık koysa-
nız değişen bir şey olmaz. Burası artık üniversi-
tedir. Hazırlık dediğiniz kandırmacadır. Vaktiyle
İngilizce tedrisat veren mektepler İngiliz olma-
yanlara İngilizce dersi vererek onları derslere
hazırlıyorlardı. Üniversitede hazırlık olmaz. Dün-
yanın hiçbir yerinde üniversitede hazırlık olmaz.
Üniversitenin hazırlığı lisedir. İlk mektep insana
pratiklik kazandırır. Çalışacak, esnaflık yapacak
adam ilk mektep okur. Ortaokul niye okunur?
Ortaokul ara elemanlar içindir. Mesela katipler
için, ufak memurlar için, veznedarlar için. Bu in-
sanlar esnaf olmayacağı için o tahsilat onlara az
gelir. Liseyi de okumalarına gerek yoktur. Lise
Osmanlı’daki adıyla İdadi üniversiteye hazırlık
demektir. Sen lisede bunu veremiyorsan beş
sene üniversitede hazırlık versen kıymeti yok, bu
birincisi. İkincisi ise üniversite tahsilini arttırmak
çok da iyi değildir. Hem memleket ekonomisi
için hem talebe için. Bunlar doğru değil. Hukuk
tahsili beş yıla çıkarılacak bir tahsil değil, üç yıl-
da da verilebilir. Osmanlı zamanında üç yıldır,
Avrupa’nın bazı yerlerinde de böyledir. Arttırınca
ne oluyor? Ders sayısını arttırıyorlar değişen bir
şey olmuyor. Ne fark ediyor mantık aynı? Man-
tık aynı olunca ne değişir? Değişen bir şey yok.
15huder
Ben hukuk fakültelerinde pratik üstüne tedrisat
yapılmasına karşıyım. Hukuk fakültesinde pratik
tatbikat içindir yani konuların anlaşılması içindir.
Talebeler yarın bir gün hakim olacaklar, avukat
olacaklar diye değil. Mezun olur gider evinde
oturur kişi. Herkes avukat, savcı olmak zorunda
değil. Biz avukat, savcı için ders yapamayız. Ben
bunlara karşıyım, lüzumsuzdur o pratikler. Hu-
kuk fakültesi hâkimler ve avukatlar yüksekokulu
değil.
Hukuk fakültesinde konferans yok. Her hafta
enteresan bir adamı –profesör değil- başarılı bir
noteri, başarılı bir avukatı, herhangi birini getir-
tip ona ahım şahım mevzular değil, şahsi başa-
rılarını, tecrübelerini anlattıracaksın. Hukuk ta-
lebesinin dünyası değişecek. Hatta bu insanlara
ders verdireceksin. Dünyada profesörler ders
vermezler, çok az ders verirler. Onlar daha çok
master, doktora yaptırırlar. Dersleri doktorlar,
yardımcı doçentler verir. Dışarıdan avukatlar,
noterler, politikacılar gelirler ders verirler. Tale-
beyi bunlar yetiştirir. Ders saatinin arttırılması,
hazırlık konulması değil.
-Bugün bizim yaşadığımız sıkıntılardan biri sabah se-kiz akşam beş memur gibi okula gidip geliyoruz. Yeter ki orda hazır ol, başka bir şey yapmana gerek yok. Konferans yapmaya bile vakit kalmıyor hatta ders ça-lışmaya da.
Evet. Hukuk fakültelerinde birinci öğretim ders-
leri dörtte bitiyor. Bu yanlış. On ikide bitmelidir
ders ve fakültede devam olmalıdır. Hukuk talebe-
si derslere girmelidir. Kahvelerde şurda burada
olmamalıdır ders saati. Hukuk fakültesi sadece
kitap okuyarak geçilecek bir fakülte değil.
-Son olarak şunu soralım: Bugünlerde avukatlık stajı-
nın iki yıla çıkarılması ve sınav konulması gibi konular tartışılıyor. Bunun pratikte bir faydası olacağını düşü-nüyor musunuz?
Elbette faydası olur. Ama şöyle bir şey var: Bir
yıllık avukatlık stajı ne kadar sulandırılmış ne ka-
dar yavandır. İki yıl olsa da aynıdır üç yıl olsa da.
Avukatlar dışarıda iş bulacaklar mecburen geçi-
nebilmek için stajlarını da sulandırılmış yapacak-
lar. Avukatlık stajını yapanların yüzde doksanı bu
şekilde yapar. Hep İngiltere’den örnek veriyorum
ama İngiltere hukuk tedrisatında önde gelen ülke-
lerdendir. İster hukuk bitirin ister işletme, hukuk-
çu olmak için ayrı bir imtihana tabi tutulursunuz.
O imtihanı geçerseniz avukatlık stajı yaparsınız
ve bu staj asgari 3 yıl sürer. Çok başarılı olanlar
2,5 yılda bitirir. Bu stajda bol miktarda konferans
vardır, mahkemelere gidersiniz, bir avukatın ya-
nında çalışırsınız. Ama çok ciddidir bu ve maaş
da alırsınız. Bu staj süresi içerisinde imtihanlara
tabi tutulursunuz. Ciddi imtihanlardır bunlar. Bu
imtihanları geçerseniz avukat olabilirsiniz, hatta
hukukçu olabilirsiniz. Başarılı olanlar dava avu-
katı olurlar, daha az başarılı olanlar ise danışma
avukatı. Beş yıl avukatlık yapanlar hâkim tayin
edilir. Yüksek mahkemelere on yıl avukatlık ya-
panlar tayin edilir.
Ben stajın arttırılmasını isterim. Fakat yine böyle
sulandırılmış yapılacaksa hiç olmasın bu staj. Ay-
rıca hukuk fakültesini dört yılda beş yılda bitirmiş
bir talebe bir de bürolarda dilencilik mi yapsın?
Baro bir döner sermaye kurar, onlara en azından
burs gibi bir para verir, sonra onlar geri öderler.
Bunların hepsi mümkündür. Ama bu şartlarda
olursa çok zordur, stajın arttırılması iyi değildir.
Avukatlığı esnaflıktan yükseltmeden stajı üç
sene beş sene yapmanın bir manası yok.
16 huder
Miz
ah
Son vizeden çıktığım şu saatte, sana;
Tarh, tahakkuk aşamasına gelen
Mahfuz aşkımı
Usulüne uygun tebliğ ediyorum
Bu tebliğ tek taraflı olmamalı
Muacceliyet kesbeden aşkıma,
Senden icaz bekliyorum
Kalbimdeki davaya kesin yetkili merci,
Seni tayin ediyorum
O halde görevsizlik itirazı yapıyorsun?
Sus!
Aşk düşürücü süreyi kaçırdın deyip de
Senden aşkımın ref’ ini isteyemem
Sana olan hislerim
Müruruzumana uğramayacak;
Ne olursun aşkımı re’sen göz önüne al.
Birgün, bu aşk münfesih olsa bile,
Onun tasfiyesini isteme.
Müteselsil sorumlu olmana
Nasıl tahammül ederim
Seni bana vermezlerse;
Ananı!.. Babanı!..yedi zümre sülaleni,
Temerrüde düşürür, yine de kabzederim.
Şükufe!
Rücu edilmez hislerime
Ne bir def’İ ne bir itiraz beklerim.
Evet deyiver bu icabıma;
Medeni halimizi değiştirelim.
Bak... Dinle!
Seninle benim,
Tapu kütüğünde tescilli kadastrolu, gayri-
menkullerimiz olacak.
Şükufe!...
Sana, terk, cana kast, pek ena muamele
yapmam sevgilim!...
Nesebi sahih çocuklarımız olacak.
Adedini sen tayin edersin.
Onların velayetini kimseye vermem
Vesayet altına girmelerine dayanamam.
Allah korusun, baban muris,
Biz mirasçı olunca,
Hayat daha da kollektifleşecek.
Bizim de miras şirketimiz olacak.
Kural olarak biz semereyi kemirirken,
Anacağız rahmetliyi!...
Mütemmim cüzüm,
Mülkiyetim, mamelekim,
Teferruatım, zilyedim, müstakbel eşim;
İnan ki sana fer’i değil,
Asli teminat veriyorum.
Hey!...
Sen ağlıyorsun.
Dur!...
İnan gayimenkulümüz
Müstakil olacak şükufe!.
HUKUKÇUNUN İLAN-I AŞKI
Anonim ■
Ömer Faruk Uluğ
18 huder
Sin
ema ■
12 Öfkeli Adam, Sidney Lumet’in yönettiği
1957 ABD yapımı drama filmidir. Reginald
Rose’un aynı adlı oyunundan uyarlanan film
bir duruşmada bir jüri üyesinin diğer on bir
jüri üyesini şüphelinin suçsuz olduğu konu-
sunda, makul şüphe temelinde, ikna etme
çabaları hakkındadır. Film tek bir mekân
kullanılarak çekilmiş, tüm jüri üyeleri bir oda
içersinde suçluluğu ispat edilemeyen bir ço-
cuk hakkında karar vermeye çalışmaktadır.
İki jüri üyesinin mahkeme binasından ayrıl-
maları esnasında birbirlerine isimlerini söy-
lemeleri dışında filmde hiç isim kullanılmaz.
Davalı “çocuk”, tanıklar da “yaşlı adam” ve
“karşı sokaktaki kadın” şeklinde anılır.
“12 Öfkeli Adam”, 2007 yılında Amerika
Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi ta-
rafından “kültürel, tarihi ve estetik olarak
önemli” filmler arasına seçilerek ABD Ulusal
Film Arşivi’nde muhafaza edilmesine karar
verilmiştir.
Film genel olarak bir cinayet zanlısının suç-
luluğu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ceza hu-
kukunun hem maddi hukuk hem de usul hu-
kuku yönüyle irdelendiği bir filmdir. Filmin
hikâyesi bir cinayet davasındaki yargıcın
jüriye talimatlar verdiği kapanış konuşma-
sının sonrasında başlar. Amerikan yasaları-
na göre jürinin kararı (suçlu ya da suçsuz)
12 Angry Men(12 Kızgın Adam)
Film hukukçuların iz-
lemesi gereken ceza
hukuku alanında bugüne
kadar çekilmiş önemli
filmlerden biridir. Konu
olarak Amerika’da geç-
mesi her ne kadar Türk
Hukuk sisteminin dışında
da olsa kesinlikle hukuk
alanında izleyenlere bir
şeyler katacaktır.
Ömer Faruk Uluğ
19huder
oybirliği ile alınmalıdır. Oybirliği ile alınma-
mış olan karar jürinin kendini feshetmesi ve
davanın yeniden görülmesi anlamına gelir.
Burada jüriyi oluşturan kişiler hukukçu de-
ğildir. Farklı meslek grupları ve farklı yaşlar-
dan kişiler tecrübelerinden faydalanarak bu
jüriye dâhil olmuşlardır. Jürinin karara bağ-
laması gereken konu şehrin fakir bölgesinde
yaşayan bir çocuk zanlının babasını öldürüp
öldürmediğine karar vermektir. Jüri ayrıca
sanığın suçlu bulunması halinde uygulana-
cak cezanın idam olacağı (elektrikli sandal-
ye) konusunda bilgilendirilir. Sonrasında on
iki jüri üyesi davayı tartışacakları ve birbir-
lerinin kişiliğini tanıyacakları jüri odasına
girerler.
Filmin bundan sonraki konusu jüri üyeleri-
nin, bazı durumlarda önyargılara dayanan,
oybirliğine ulaşma yolunda karşılaştıkları
zorluklar etrafında döner. 8. jüri ilk oyla-
mada farklı bir görüş bildirir. Sekizinci jüri
delillerin ikinci dereceden olduğunu ve ço-
cuğun adil bir tartışmayı hak ettiğini belirtir.
Sorgulamaya, sadece iki cinayet tanığının
olmasının güvenilirliği ve kesinliği, cinayette
kullanılan bıçağın belirtildiği gibi eşsiz olma-
ması (cinayette kullanılan bıçağın aynısını
cebinden çıkararak diğer üyelere gösterir)
ve diğer şüpheli durumları göz önüne alarak
başlar.
Sekiz numaralı jürinin en azılı rakipleri 3. 4.
ve 10. jüriler çocuğun bahanesinin berbat
olduğunu, cinayet gecesi gittiğini iddia etti-
ği film hakkında herhangi bir ayrıntı hatır-
lamadığını ve babasını öldürmek için yete-
rince motivasyonunun olduğunu belirtirler.
Suçsuz kararını savunanlar çocuğun hafıza
eksikliği yaşadığı panik atak ile açıklanabi-
leceğini ayrıca tanıklardan yaşlı adamın ilgi
çekmeye çalışmış olabileceğini ve diğerinin
cinayete gözünde gözlükleri yokken tanık
olmuş olabileceğini söylerler. Müzakere
devam ederken jüri üyeleri de 9., 5., 11., 2.,
6., 7., 12., 1., 4., 10., ve son olarak da 3. jüri
sırasıyla suçsuz kararına doğru yönelmeye
başlarlar.
Film hukukçuların izlemesi gereken ceza hu-
kuku alanında bugüne kadar çekilmiş önem-
li filmlerden biridir.Konu olarak Amerika’da
geçmesi her ne kadar Türk Hukuk sistemi-
nin dışında da olsa kesinlikle hukuk alanında
izleyenlere bir şeyler katacaktır.
Meşhur Replikler:
Bir hiç olmak çok üzücüdür beyler. İnsanlar
hep aranmak ister, dinlenmek ister, hayatta
bir kez de olsa önemli olmak ister.
Olayı nereye çekerseniz çekin, önyargı ger-
çeği hep saklar.
Suçlu.. Suçlu.. Suçlu.. Suçsuz…
Jüri #7: Now listen…
Jüri #11: Guilty or not guilty?
Jüri #7: I told ya! Not guilty!
Jüri #11: Why?
Jüri #7: …Look, I don’t have tuh…
Jüri #11: You *do* have to! Say it! Why?
Jüri #7: Uhh… I don’t uh… think he’s guilty!
Yrd. Doç. Dr. Abdurrahman Savaş*
*İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
20 huder
Yo
rum ■
Hukuki Yorumlu Karikatürler
Annesinin katili olmakla itham edilen bir
gencin, “Reis Bey” ismiyle namzet ağır ceza
hâkimi tarafından haksız yere idam ceza-
sına çarptırılmasının anlaşılması ve Reis
Bey’in hayatının kökten değişmesini anla-
tan Necip Fazıl Kısakürek’in bu eseri defa-
larca sahnelenmiş bir tiyatro eseri olmanın
çok ötesinde derin anlamlar ihtiva etmekte.
Annesini öldüren oğul, kumar, bar kızla-
rı gibi kahramanlar üzerinden toplumdaki
sosyal değişimlerin anormali nasıl nor-
malleştirdiğini ve hukuk sisteminin han-
gi felsefî temeller üzerine bina edildiği-
ni anlatan Reis Bey; katı kalpli bir kanun
makinesinin bir “Gözyaşı Çetesi” liderli-
ğine yükselip, merhamet davasını nasıl
bayraklaştırdığını gözler önüne sermekte.
Toplumda adaletle hükmetmekle mükellef
olan her hukukçunun (aslında her bir insan
tekinin) merhamet olmaksızın verdiği karar-
ların onu bir makine olmaktan öteye geçi-
remeyeceğinin açık delillerinin bulunabile-
ceği Reis Bey, özelde hukukçuların genelde
ise herkesin başucu kitabı olacak nitelikte.
Kendisini nasıl affettirebileceğini bilme-
yen; içinde bulunduğu açmazı idam seh
pasına gönderdiği gencin şiltesine uza-
nıp; insanları bıçaklarla, kurşunlarla değil
ıslak kirpiklerle gözyaşını öğretinceye ka-
dar delik deşik ederek aşmaya çalışan bir
adamın akıldan çıkarılmayacak hikâyesi.
Yaptığı hatanın farkına vardıktan sonra ha-
yatı değişen, fakat gözyaşlarının dahi kuru-
masından korkan Reis Bey, günlük hayatımız-
da kulağımıza küpe olacak bir fikri fısıldıyor:
AĞLAYABİLİRSEK ANLAYABİLİRİZ DE!
Batuhan Ustabulut
22 huder
İnce
lem
e ■
REİS BEY: GÖZYAŞIYLA YOĞRULMUŞ BİR MERHAMET DAVASI