huseyin algul - genclerin ve cocuklarin gonlundeki sevgili hz … · 2017-12-29 · (diyanet vakfı...

167

Upload: others

Post on 15-Jan-2020

9 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Çocukların ve GençlerinGönlündeki Sevgili

Hazreti MUHAMMED

aleyhisselâmProf. Dr. Hüseyin ALGÜL

Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL

1945 Yılında Konya Bozkır’da doğdu.1964 Yılında Konya İmam Hatip Lisesi’nden, 1968 yılında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nden mezun oldu. 1968-1974 yılları arasında Çanakkale-Biga İmam Hatip Lisesinde, İstanbul Fatih Gelenbevî Ortaokulunda, Yedikule Mensucat Santral Or-taokulunda ve Fatih İmam Hatip Lisesinde öğretmenlik yaptı. 1974 Yılında asker-liğini yaptıktan sonra 1975 yılında Bursa Yüksek İslâm Enstitüsü’nde “Siyer-i Nebî İslâm Tarihi ve İslâm Mezhepleri Tarihi” Öğretim Üyeliğine atandı. Yüksek İslâm Enstitüleri 1982 Yılında Yüksek Öğretim Kurumu’na bağlandıktan sonra Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi bünyesinde göreve devam etti. Bu süre içinde 1983’te İslâm Tarihi Anabilim Dalı’nda “Doktor”, 1990’da “Doçent”, 1996’da “Profesör” oldu. 1996-2000 Yılları arasında “Gazi Üniversitesi Çorum İlâhiyat Fakültesi”nde, 2003-2007 Yılları arasında ise “Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi”nde dekan olarak görev yaptı. Hâlen, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde İslâm Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi olarak görevini sürdürmektedir.Evli ve üç çocuk babasıdır.Yayımlanmış eserlerinden bazıları:İslâm Tarihi, I-III, Gonca Yayınevi, İstanbul 1986; Âlemlere Rahmet Hazreti Mu-hammed, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2002; Peygamber Efendimizin Şemâili Ahlâk ve Âdâbı, Işık Yayınları, İstanbul 2005; Rahmet Peygamberinden Esintiler, (Diyanet Vakfı İskilip Şubesi 1998 Yılı Kutlu Doğum Haftası Armağanı), Ankara 1998; Sevgi ve Rahmet Peygamberi, Emin Yayınları, Bursa 2007; Gönül Sultanla-rımız, Timaş Yayınları, İstanbul 2007; Mübarek Gün ve Geceler, Işık Yayınları, İs-tanbul 2006; Nebevî Müjdenin İzinde, Işık Yayınları, İstanbul 2009; Kanayan Bir Yara Gönül Sızlatan Bir Facia Kerbelâ, Ensar Yayınları, İstanbul 2009; Bir Huzur İklimi Asr-ı Saâdet, Işık Yayınları, İstanbul 2010; Bursa’da Medfun Osmanlı Sul-tanları ve Emir Sultan, Marifet Yayınları, İstanbul, 1982; Eyyûb Sultan’dan Fatih’e Kutlu Yolculuk, Erkam Yayınları, İstanbul 2004.Ayrıca, “Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi”, “Diyanet İlmî Dergi”, “İS-TEM” ve “Yeni Ümit” başta olmak üzere çeşitli dergilerde, Yeni Türkiye Yayınla-rının “Osmanlı ve Türkler Serisi”nde, Türk Tarih Kurumu Yayınları’nda, “Tarihi Kültürü ve Sanatıyla Eyüpsultan Sempozyum Serisi”nde (I-IX), Diyanet Vakfı’nca yayımlanan “Kutlu Doğum” kitaplarında, İlâhiyat Faküteleri’nce ve diğer bazı ku-rumlarca neşredilen “Sempozyum” kitaplarında makale ve tebliğleri vardır.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili

Hazreti MUHAMMED

aleyhisselâm

Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki SevgiliHAZRETİ MUHAMMED ALEYHİSSELÂM

Copyright © Işık Yayınları, 2011Bu eserin tüm yayın hakları Işık Yayıncılık Tic. A.Ş.’ye aittir.

Eserde yer alan metin ve resimlerin Işık Yayıncılık Tic. A.Ş’nin önceden yazılı izni olmaksızın, elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi bir kayıt

sistemi ile çoğaltılması, yayımlanması ve depolanması yasaktır.

EditörAli DEMİREL

KapakEngin ÇİFTÇİ

Sayfa DüzeniAhmet KAHRAMANOĞLU

ISBN978-975-278-415-4

Yayın Numarası541

Basım Yeri ve Yılı Çağlayan Matbaası

Sarnıç Yolu Üzeri No: 7 Gaziemir/İZMİRTel: (0232) 274 22 15

Nisan 2011

Genel DağıtımGökkuşağı Pazarlama ve Dağıtım

Merkez Mah. Soğuksu Cad. No: 31 Tek-Er İş MerkeziMahmutbey/İSTANBUL

Tel: (0212) 410 50 60 Faks: (0212) 445 84 64

Işık YayınlarıBulgurlu Mahallesi Bağcılar Caddesi No: 1

34696 Üsküdar/İSTANBULTel: (0216) 522 11 44 Faks: (0216) 522 11 78

www.isikyayinlari.comfacebook.com/kitapkaynagi

55

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ..................................................................................................................... 9

Birinci BölümPEYGAMBER EFENDİMİZİN HAYATI VE

YETİŞTİRDİĞİ NESLİN ÖZELLİKLERİ

Rahmete, Merhamete, Kurtuluşa, Birlik-Beraberliğe, İttifaka, Huzura, Cennete Götüren Sevgi ........................................................................................ 13Câhiliye Çağı .......................................................................................................... 23Doğumundan Risâlete .......................................................................................... 25Risâletten Hicrete .................................................................................................. 27Peygamber Efendimizin Hicreti ve Kuba’ya Varışı ......................................... 40Peygamber Efendimizin Kuba’dan Medine’ye Girişi ...................................... 44Medine’de İlk Yıllar .............................................................................................. 47Muhâcirûn ve Ensârın Ortak Özellikleri ........................................................... 50Kıblenin Belirlenmesi ve Şiar/Sembol Olarak Müslümanlar İçin Taşıdığı Önem ...................................................................... 53Cihâda İzin Verilmesi ve Peygamber Efendimizin Savaşları .......................... 56Veda Haccı-Veda Hutbesi .................................................................................... 64Peygamber Efendimizin Vefatı .......................................................................... 68Peygamber Efendimizin Cenazesinin Toprağa Verilmesi ............................... 72Peygamber Efendimizin Şemâili ......................................................................... 73Asr-ı Saâdet Ne Demektir? ................................................................................ 77Asr-ı Saâdet Devri Müslümanının Ahlâkî Özellikleri ...................................... 78

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

6

İkinci BölümHAZRETİ MUHAMMED ALEYHİSSELÂM VE ÇOCUKLAR

Çocukları Çok Severdi .......................................................................................... 87Çocukların İyi Bir Şekilde Yetiştirilmesini İsterdi ............................................ 91Kendi Çocuklarına ve Bütün Çocuklara Merhametliydi ................................. 93Kız ve Erkek Çocuklar Arasında Ayırım Yapmazdı ........................................ 96Yoksul, Hizmetçi ve Kimsesiz Çocukların Dertlerine Çözüm Arardı.......... 99Şehit Yetimleriyle Yakînen İlgilenirdi ...............................................................101Çocukların Hatalarını Tatlı Dil ve Güler Yüzle Düzeltirdi ..........................104Torunlarını Çok Severdi .....................................................................................105

Üçüncü BölümHAZRETİ MUHAMMED ALEYHİSSELÂM VE GENÇLER

Gençleri Çok Severdi ..........................................................................................123Gençlerin Eğitim-Öğretimine Önem Verirdi .................................................124İslâmî Hizmetlerde Gençleri Değerlendirirdi .................................................132Gençleri Ana-Babalarına Saygı ve Hizmete Sevk Ederdi .............................143Ana-Babaların Çocuklarıyla İlgilenmelerine Özen Gösterirdi .....................151Gençleri Azarlamaz, Sorularına Soğukkanlılıkla Cevap Verirdi ...................152Genç ve Yaşlılar Arasındaki Sevgi-Saygı Bağının Kuvvetli Olmasını İsterdi ..................................................................................155

SONUÇ .................................................................................................................159

KAYNAKLAR .....................................................................................................163

İTHAFBu kitabı,

Sevgili Peygamberimizi öğrenme aşkıyla gönülleri coşan çocuklarımıza, torunlarımıza, gençlere;

Peygamber Efendimizin örnek ahlâkını evlâtlarına yansıtmak ve yaşatmak isteyen annelere, babalara; torunlarının inançlı,

bilgili, ahlâklı, samimi ve becerikli birer yetişkin olmaları için sürekli çaba gösteren, dua eden dedelere ve

ninelere ithaf ediyorum.

9

ÖNSÖZ

Yüce Allah’a hamd, Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muham-med Mustafa (aleyhisselâm)’a, ehl-i beytine ve ashâbına salât ü selâm olsun.

Bir cep kitapçığı özelliğini taşıyan bu özet çalışma, çocuk-larımızın ve gençlerimizin gönüllerine Hazreti Peygamber sev-gisini kolayca nakşedebilmeleri ümidiyle yapıldı. Kutlu Doğum Haftaları’nda, Mübarek Gün ve Gece’lerde, hafta sonu ve yaz tatillerinde her yaştan ve meslekten insanımızın bir solukta oku-yabilmeleri düşünüldü. Bu sebeple kitapta herkesin kolayca anla-yabileceği sade ve akıcı bir üslup benimsendi.

Akıcılığı sağlamak için metin içinde veya sayfa altında dipnot verilmedi. Buna karşılık bu alana ilgi duyanların bilgilerini derin-leştirebilecekleri bazı kitap adları, çalışmanın sonunda yer alan “Kaynaklar” kısmında sıralandı. Âyet anlamları olduğu gibi nak-ledilmişse veya âyetlerle bağlantılı bir mesaj verilmişse sayfa için-de metnin bittiği yerde âyet ve sûre numaraları gösterildi. Hadîs-i şerîfler ve Peygamber Efendimizden örnekler, muteber hadis ve siyer kaynaklarından dikkatle seçildi.

Bu çalışma, “Kutlu Doğum serisi” olarak geçen yıllarda ka-leme aldığımız “Nebevî Müjdenin İzinde” ve “Bir Huzur İklimi

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

10

Asr-ı Saâdet” kitaplarının devamı niteliğindedir. Okuyucularımı-zın ilgi ve manevî desteği sürdükçe bu serideki çalışmalarımız da inşallah devam edecektir.

Kitapta önce Sevgili Peygamberimizin hayat hikâyesi (Siyer-i Nebî) özet olarak verildi. Bundan gaye, Efendimizin hayatına da-ir mevcut bilgilerimizi pekiştirmek ve bu alandaki eksiklerimizi tamamlamaktır. Bu kısmı okurken bildiğimiz hususlar bile olsa sabırla ve dikkatlice okumayı sürdürmek uygun olur. Bu şekilde bilgilerimizi kuvvetlendirmiş, özümseyerek gönül dünyamıza ak-tarmış oluruz.

Devamında ise, başta kendi torunları olmak üzere tüm çocuk-ları seven, hayatı onlarla paylaşan, gençlere değer veren, onların en iyi bir şekilde hayata hazırlanmaları için çaba gösteren, onları görev ve hizmetlere yönlendiren, bir aile ortamı içinde çocukları ve gençleri başta anne ve babalar olmak üzere yaşlılara saygıya teşvik eden Sevgi, Şefkat ve Merhamet Peygamberinden bahse-dildi. Ümit ederiz ki bu kitap, aile ortamında annelerin, babaların, evlâtların tek tek veya bir arada hazla okuyabilecekleri bir hüsnü kabule erişir.

Kutlu Doğum Serisi’nde bundan önce yayınlanan “Nebevî Müjdenin İzinde” ve “Bir Huzur İklimi Asr-ı Saâdet” kitapların-da olduğu gibi serinin bu üçüncü kitabını da samimi bir düşün-ce ile okuyucu ile buluşturan yayınevinin duyarlılığına teşekkür eder, okuyucu önerileriyle daha da zenginleşebilecek olan çalış-mamızın, gözetilen hedef doğrultusunda hizmet vermesini Yüce Allah’tan niyaz ederim.

Prof. Dr. Hüseyin ALGÜL

Bursa-2011

Birinci Bölüm

PEYGAMBER EFENDİMİZİN HAYATI VE YETİŞTİRDİĞİ NESLİN

ÖZELLİKLERİ

13

PEYGAMBER EFENDİMİZİN HAYATI VE YETİŞTİRDİĞİ NESLİN ÖZELLİKLERİ

Rahmete, Merhamete, Kurtuluşa, Birlik-Beraberliğe, İttifaka, Huzura, Cennete Götüren Sevgi

Can Evlât!

Sana kısaca Peygamber Efendimizin hayatından bahsetmek istiyorum. Şüphesiz ki sen, Efendimiz Hazretlerinin hayatını bir ölçüde

bilmektesin; bazı kitapları okuyarak, öğretmenlerini dinleyerek, din bilginlerinin sohbetinden yararlanarak bu konuda bilgiler edindin.

Ama insan, her okuyuşunda Sevgili Peygamberimizin hayatına dair yeni şeyler öğreniyor, bu konuda eksikleri ve yanlışları oldu-ğunu fark ediyor ve gönlüne yeni ışıklar doğuyor.

Bu bakımdan Sevgili Peygamberimizin hayatına (Siyer-i Nebî’ye) ve sözlerine (hadîs-i şerîflere) dair ne kadar kitap ve makale okunursa, ne kadar sohbet dinlenirse o derece feyizli oluyor.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

14

Sana da bu konuda yeni yayınlanmış kitap ve makaleler oku-manı, düzenlenmiş bilimsel faaliyetlerdeki konferans, panel ve sempozyumları takip ederek kendini yenilemeni, bilgini artırma-nı, duygunu derinleştirmeni tavsiye ederim.

Gönlü Allah ve Peygamber Sevgisiyle Dolu Olan Aziz Yavru!

Kur’ân-ı Kerîm, Efendimiz Hazretlerinin en güzel ahlâkla do-natıldığını söylüyor (Kalem, 68/4) ve O’nun bu güzel ahlâkı bize ör-nek gösteriliyor. (Tevbe, 9/128)

Allah’ın rızasına erişebilmek ve âhirette mutluluğu yakalayabil-mek için O’nun ahlâkını örnek almalı, tutum ve davranışlarımı-zı, örneğimiz olan Efendimiz Hazretlerine göre şekillendirmek için duyarlı davranmalıyız. Ahlâkımız, Sevgili Peygamberimizin ahlâkına uymalı, O’ndan izler taşımalı, O’nun insana güzellik ve mutluluk getiren güzel ahlâkının günümüzdeki temsilcileri olma-lıyız. O’nun güzel ahlâkı bizim davranışlarımıza yansısın; böylece biz de örnek olalım ve bu manevî mirası gönül huzuru içinde ge-lecek nesillere aktarabilelim.

Zira Yüce Allah’ın sevdikleri ve bağışladıkları arasına girebil-memiz için Peygamber Efendimizi sevmemiz gerekiyor. Hepi-mizin en birinci gayesi olan Hakk’ın rızasına erişebilmenin ve mahbûb-i Hudâ olabilmenin (Allah’ın sevdikleri listesine girebil-menin) yolu, Sevgili Peygamberimizi samimiyetle sevmek ve yo-lundan gitmekle olur. (Âl-i İmrân, 3/31)

Şayet “yaşadığımız şu fani dünyada bize verilen ömrü Allah’a ve Resûlü’ne itaatla tamamlayabilirsek, Yüce Allah’ın ve Sev-gili Peygamberimizin belirlediği istikamette yürüyebilirsek, bu-rada mutlu olmak bir yana öldükten sonra da peygamberlerle, sıddîklerle (özü sözü bir, İslâm’ın tüm emir ve yasaklarını te-reddütsüz tasdik eden samimi mü’minlerle), şehidlerle (Allah

15

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

yolunda, vatan-millet uğrunda canını feda eden fedakârlarla), sâlihlerle (ömrünü sâlih amellerle, yararlı işlerle ve güzel hizmet-lerle geçiren değerli müslümanlarla) beraber olacağımız müjdesi” (Bk. Nisâ, 4/69) bize verilmektedir.

“Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Bk. Nisâ, 4/69)

İlâhî Müjdelerle Gözü Aydın Olan Değerli Evlât!

Dünyaya dönük hiçbir sevgi, Müslümanın gönlünde Allah, Peygamber ve onlar yolunda çalışmaktan/cihattan daha değerli olamaz!

Evet… Annemiz, babamız, oğlumuz, kardeşimiz, eşimiz, ak-rabamız, malımız-mülkümüz, zarar görmesinden endişe ettiğimiz ticarî faaliyetlerimiz, çok sevdiğimiz evlerimiz ve buna benzer öteki dünyevî unsurlardan hiçbiri evet hiç biri Allah ve Peygam-ber sevgisinin önüne geçemez, geçmemelidir. (Bk. Tevbe, 9/24)

Kur’ân-ı Kerim’de belirtildiğine göre şayet dünya ve içinde-kilere beslediğimiz sevgiyi Allah ve Peygamber sevgisinin önüne geçirirsek, o zaman Yüce Allah bizi başımıza gelecek bazı sıkın-tılarla, acılarla imtihan eder ve sevgide Allah Teâlâ ile Peygamber (aleyhisselâm)’ın yerine koyduğumuz hiçbir varlık, o acılardan bizi kurtaramaz.

Dertten, tasadan, üzüntüden, sıkıntıdan, gönül ıstırabından kurtulmanın çaresi de Allah ve Peygamber sevgisiyle yol almak-tan geçer.

Evet… Annemizi, babamızı, evlerimizi, işimizi, eşimizi ve akrabamızı elbette ki seveceğiz. Kur’ân ve hadîs-i şerîflerde bü-yüklerimize saygı, küçüklerimize şefkat göstermemiz, işimizi dü-rüstlükle yürütmemiz, insanları kandırmaktan-aldatmaktan uzak durmamız, evrende her şeye sevgi ile bakmamız, merhamet duy-mamız gerektiği üzerinde ısrarla durulur.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

16

Ama bütün bunlar içinde ölçü şudur: En birinci sevgimiz, Allah’a ve Peygamber Efendimize bes-

lediğimiz sevgi olmalı, bu sevginin önüne başka hiçbir sevginin geçmesine fırsat vermemeliyiz. Bunun dışında kalan ve haya-tımızda anlamlı bir yer tutan bütün sevgilerimizi de Allah ve Peygamber sevgisi mayalar ve böylece diğer sevgiler de buna bağlı olarak anlamlı ve faydalı bir biçimde iç dünyamızdaki ye-rini alır.

Yüreğimizden Bir Parça Olan Kıymetli Evlât!

Kur’ân-ı Kerim, bize cennetin yolunu gösteriyor. Bu yolda na-sıl yürüneceğini bilmemiz gerekir.

Bu yolda yürümek ve cennetin kapısına sevinçle erişebilmek için, Yüce Allah’a ve Sevgili Peygamberimize muhabbet ve itaat üzere olmamız gerekiyor.

Felâhımızın, mutluluğumuzun, huzurumuzun, kurtuluşumu-zun, ilâhî rahmete erişmemizin, merhametli bir gönle sahip ol-mamızın ve cenneti bulmamızın çaresi budur.

Bunun aksi, yani Allah Teâla Hazretlerine ve Sevgili Peygam-berimize muhabbet ve itaattan uzak bir tarz ve tavır üzere olur-sak, bu bizi ayrılığa, ihtilâfa, sen-ben kavgasına ve bunun dışında başka sıkıntılara, felâketlere götürür. (Bk. Nisâ, 4/13, 59, 69, 8o; Tevbe, 9/71;

Nûr, 24/52; Ahzâb, 33/33,71; Fetih, 48/17)

Bunun sonunda birey, aile ve toplum olarak bundan biz zarar görürüz; birliğimiz dağılır, dirliğimiz zayıflar.

Dedelerinin Babaannelerinin ve Anneannelerinin Tatlı Rüyası Olan Aziz Yavrumuz! Değerli Genç!

Yüce Allah’ın, “Seviniz!” dediği Peygamber Efendimizi, bakı-nız Kur’ân bize nasıl tanıtıyor?

17

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

O, içimizden biridir, bizden biridir. İnananlara-bize çok düş-kündür. Bizim sıkıntıya uğramamız onu üzer. O bize çok şefkatli, çok merhametlidir. (Bk. Tevbe, 9/128)

Bu âyette Yüce Yaratanımız, “Raûf, çok şefkatli - Rahîm, çok merhametli” anlamına gelen kendi güzel isimlerinden ikisini Sev-gili Peygamberimize sıfat olarak vermiştir.

Yani Yüce Mevlâ, samimi olarak kendisine yönelen, bağlanan, ibadet eden, tövbe ve dua eden kullarının isteklerini kabule na-sıl hazırsa, Efendimiz Hazretleri de biz ümmetini kusurlarımızla birlikte kucaklamaya hazırdır.

O, ümmetinin affı ve mutluluğu için gözyaşları içinde Allah’a yalvaran bir peygamberdir!

Dolayısıyla böylesine yüce gönüllü, bizleri bağrına basan bir peygambere inanıp, yolunda yürümekten mutlu ve sevinçli ol-malıyız.

Evet… İnananlara böylesine şefkatli ve merhametli bir pey-gambere iman ile yolundan gitmekten mutluyuz, böyle bir pey-gamberimiz var diye ne kadar sevinsek yeridir!

Allah ve Peygamber Sevgisini Tüm Dünya Sevgilerinin Üstünde Tutan Aziz Can!

Bak, sana, Kur’ân’dan çok önemli bir bilgi aktarayım: Kur’ân-ı Kerim’in bize bildirdiğine göre Allah ve melekleri,

Peygamber aleyhisselâma salavat getiriyorlar. Biz de O’na salavat getirmeli ve tam bir teslimiyetle selâm vermeliyiz! (Bk. Ahzâb, 33/56)

Bu âyette belirtilen husus, Efendimiz Hazretlerinin Yüce Al-lah katında en yüce mertebede olduğunu gösteriyor.

Yüce Allah, Peygamberimize rahmet ediyor, O’nun şanını yü-celtiyor, melekler de O’nun Allah katında ne kadar yüksek dere-celerde olduğunu ifade ile mü’minlere bağış diliyorlar.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

18

Biz de salavat ile Yüce Allah’a dua etmiş, selâm ile de Efen-dimiz Hazretlerini selâmlamış oluruz. “Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin ve Alâ Âl-i Seyyidinâ Muhammed” de-mek “salat/salavat”, “Es-Selâmü Aleyke Yâ Resûlallâh, Esselâmü Aleyke Eyyühennebiyyü” demek ise, “selâm”dır.

Sevgili Kardeşler!

Geliniz, hep birlikte Peygamber Efendimize salavat getirelim ve selâm verelim:

Allâhümme Salli Alâ Seyyidinâ Muhammedin ve Alâ Âl-i Seyyidinâ Muhammed

Es-Salâtü Ve’s-Selâmü Aleyke Yâ ResûlallâhEs-Salâtü Ve’s-Selâmü Aleyke Yâ NebiyyallâhEs-Salâtü Ve’s-Selâmü Aleyke Yâ EyyühennebiyyüEs-Salâtü Ve’s-Selâmü Aleyke Yâ Seyyide’l-Evvelîne

Ve’l’Âhirîn!

Aziz Yavrular! Muhterem Gençler!

Allah’a içtenlikle dua edelim de bizi dünyada iken Efen-dimizin hayatının önemli bir bölümünü geçirdiği ve mezarı-nın bulunduğu Medine şehrine, Mescid-i Nebevî’ye ve Ravza-i Mutahhare’ye (Peygamber Efendimizin evi-kabri ile minberi ara-sı) kavuştursun!

Çünkü Efendimizin bir müjde olarak bildirdiğine göre öldük-ten sonra onun kabrini ziyaret ederek ona salât ve selâm veren kişi, sağlığında ona selâm vermiş ve ziyaret etmiş gibi olur.

O halde geliniz, bu güzel yolculuk için dua edelim:Allahım! Bize güç, kuvvet, sıhhat ve imkân lutfeyle de Efen-

dimizi ziyarete gidebilelim! Bu konuda senin yardımını diliyor,

19

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

sana yalvarıyoruz! Lutfeyle, kerem eyle, duamızı kabul eyle Yâ Rabbi! Âmin!..

Canımızdan, Kalbimizden Bir Parça Olan Aziz Evlât!

Sana Kur’ân-ı Kerim’de verilen bir bilgiyi daha aktarayım:Bilenler için tekrar olacak ama bilmeyenler için önemli bir bil-

gidir. Bilenlerin de bilgisi artar. Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimizin bize kendi öz canları-

mızdan daha yakın olduğunu belirttikten sonra eşlerinin bizim annelerimiz olduğunu ifade ediyor. (Bk. Ahzâb, 33/6)

“Bunda ne var?” diyebilirsiniz. Biraz düşünülünce, bu âyetin derinliklerinde çok önemli zenginliğin bulunduğu görülür.

Âyetin anlamı üzerinde derinleşilirse Yüce Allah, Efendimiz Hazretleriyle bizleri bir aile ocağının içtenliği ve bütünlüğü içinde tasvir ediyor. Yani Efendimiz Hazretlerinin eşleri bizim anneleri-miz hükmünde olunca Efendimiz Hazretleriyle olan yakınlığımız da aile bireylerinin birlikteliği ve yakınlığı gibi örneklendiriliyor.

Eğer anlayabilirsek, burada mü’minlere yapılan bir iltifat, müslümanlara verilen bir değer var. Yani Efendimiz Hazretle-rinin saâdet dönemine erişememiş olsak da onu seversek, ona uyarsak, İslâm’a girmede önceliği olan muhâcirleri ve onları ev-lerinde konuk edinen, İslâmî hizmetlerde yardımcı olan ensârı ta-kip edebilirsek onun aile ocağında ona ulaşmış, onu görmüş olan bahtiyarlar gibi olabileceğimiz müjdesine erişiyoruz.

Yüce Allah bu müjdeye erişmeye bizi muvaffak kılsın! Âmin!..

Gözümüzün Nûru Göz Aydınlığımız Aziz Evlât!

Sana Kur’ân-ı Kerim’den âyetlerle bağlantı kurarak Sevgi-li Peygamberimizin Allah katındaki yüce mertebesini göste-ren bilgileri aktardım. Bunları yukarıda birlikte okuduk ve Aziz

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

20

Peygamberimizi seversek, yolundan gider, O’nun ve ashâbının güzel ahlâkını örnek alabilirsek, huzuru ve mutluluğu yakalayabi-leceğimizi, cennetin kapısına ulaşabileceğimizi anladık.İstersen gel şimdi yine birlikte yavaş yavaş, anlaya anlaya, haz-

mederek Peygamberimizi en üst derecede sevmemizin gereği hakkında bizzat Sevgili Peygamberimizin kendi mübarek sözleri-ni ve işaretlerini okuyalım ve anlayalım:

Sevgili Peygamberimizin bildirdiğine göre, “Hiçbir Müslü-man, Efendimiz Hazretlerini aile bireylerinden (ebeveyn-evlât) ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe hakiki imanı elde edemez!”

Nitekim bir gün Hazreti Ömer, “Kendi canı hariç her şeyden daha çok sevdiğini” Sevgili Peygamberimize söyleyince Efen-dimiz Hazretleri, “Öz canından da çok sevmesi gerektiği”ni hatırlatmış, bunun üzerine Hazreti Ömer, “Canından da çok sevdiği”ni ifade etmiş, Efendimiz Hazretleri de, “Ey Ömer! İşte şimdi oldu” buyurmuştur.

Ashâb-ı kirâmdan Enes b. Mâlik Hazretlerinin anlattığına gö-re bir gün Peygamber Efendimizle Mescid-i Nebî’den çıkmış gi-diyorlardı. Adamın biri, Mescid’in önündeki gölgeliğin yanında kıyametin ne zaman kopacağını sordu.

Sevgili Peygamberimiz de soruyu soran kişiye, kıyamet için ne hazırladığını sordu.

Çünkü kıyametin ne zaman kopacağını Allah’tan başkası bi-lemezdi.

Adam, mahcup bir eda içinde başını eğip düşündü ve farz iba-detleri dışında fazla bir orucu, namazı, verilmiş sadakası olmadı-ğını fakat Allah ve Resûlü’nü sevdiğini söyledi.

Peygamber-i Zîşan Efendimiz de ona, “Sevdiğiyle beraber olacağı” müjdesini verdi.

21

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Hazreti Enes, “Efendimiz Hazretlerinin, sevdiklerinle bera-bersin müjdesine sevindiğimiz gibi hiçbir şey bizi sevindirmedi” diyor ve şöyle devam ediyor:

“Ben de hem Peygamber Efendimizi, hem Hazreti Ebû Bekir’i, hem de Hazreti Ömer’i seviyorum. Onların yaptığı güzel işleri yapamasam bile kendilerini sevdiğim için onlarla beraber olmayı umuyorum!”

Biricik Yavrumuz! Değerli Genç!

İstersen gel şimdi kendimize bir soru soralım: Acaba Yüce Allah, kendisini ve Peygamberimizi herkesten ve

her şeyden çok sevmemizi niçin emrediyor? Sevgili Peygambe-rimiz de Allah ve Peygamber sevgisini bütün sevgilerin üstünde tutmamızda niçin ısrar ediyor?

Böyle bir soruya farklı açılardan bakarak çeşitli cevaplar veri-lebilirse de biz bazılarını birlikte paylaşalım:

Allah ve Resûlü’nü herkesten ve her şeyden çok seversek;Sevgide zirveyi yakalıyoruz.• Güçlü bir imana sahip oluyoruz.• İbadette, kullukta içtenliği/ihlâsı, samimiyeti yakalıyoruz.• Aile ve toplum hayatında en güzel ahlâkı yaşıyor ve ya-

şatıyoruz.• Bizden beklenen dünyaya ve âhirete dönük iş ve hizmet-

leri en güzel bir şekilde, en yüksek bir sorumluluk bilin-ciyle ve derin bir görev anlayışıyla yerine getiriyoruz.

• Zirvedeki bu sevgi, diğer bütün güzel sevgileri mayalıyor.• Gönlümüze doğan merhamet, şefkat ve muhabbetle

dünyadaki tüm canlılara, tabiata, aile büyüklerimize, öğ-retmenlerimize, hocalarımıza, din ve maneviyat büyük-

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

22

lerine, hayır ve hizmet sahiplerine, yaşlılara, özürlülere, çocukluk ve gençlik aşamasındaki değerli kardeşlerimize yetecek bir sevgi kaynağına erişiyoruz.

• Saâdeti, huzuru, mutluluğu, ferahlığı, gönül hazzını ya-kalıyoruz.

• Nefsimizi kontrol altında tutuyor, şeytanın aldatmaları-na karşı duruyoruz.

• Sen-ben kavgalarından uzaklaşıyor, birliğin huzuruna erişiyoruz.

• Tüm kötülüklerden uzaklaşıyor, hayır ve iyiliklere yöne-liyoruz.

• Eriştiğimiz iman lezzetini kaybetmemek için olanca ça-bayı gösteriyoruz.

• Samimi kulluğumuzu riya ve gösterişle lekelemiyoruz.• Ecir ve sevaplarımızı kindarlık ve hasede/intikam ve kıs-

kançlık duygularına feda etmiyoruz.• Bu sevgiyle “Allah!” diyoruz, “Peygamber!” diyoruz,

“Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Resûlüllâh” diyoruz.

Nebevî Müjdelerle Gözü Aydın Olan Evlât!

Unutmayalım ki, Sevgili Peygamberimizin buyurduğuna göre “Sözlerin en güzeli Yüce Allah’ın Kitâb’ı, yolların en güzeli de Hazreti Muhammed (aleyhisselâm)’ın yoludur.”

Nebiyy-i Muhterem Efendimizin şu mesajını da akıldan çı-karmamalıyız:

– İstemeyenler dışında bütün ümmetim cennete girecek.– Ey Allah’ın Elçisi! Cennete girmeyi kim istemez?– Beni seven, bana itaat eden cennete girer. Beni sevmeyen,

bana karşı gelen, cennete girmek istemiyor demektir.

23

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Bize düşen görev, İslâm’a girmekte ilk sırayı alan muhâcirler ve Medine’de konuk edip onlara destek veren ensârdan sonra Al-lah ve Resûlü’nü sevip sâlih ameller/yararlı işler yapmakta üçün-cü sıradaki yerimizi almaktır.

Bu sebeple önce Sevgili Peygamberimizin hayatına/Siyer-i Nebî’ye dair bilgilerimizi gözden geçirelim.

Câhiliye ÇağıAziz Can!

Konuya girmeden önce Hicaz bölgesinin İslâm’dan önceki durumunu kısaca tanıyalım, câhiliye devri hakkında bilgi edine-lim.İslâm tarihinde “câhiliye” kelimesi, bir terim olarak özelde

İslâm öncesindeki Arapların en başta inanç ve ahlâk değerleri ol-mak üzere dinî ve sosyal hayattaki telakkilerini, genelde ise birey-lerin ve toplumların günah ve isyanlarını ifade eder.

Aynı zamanda gönül ve düşünce dünyası bakımından bilgi-sizliği ve bunun yansımaları olan zulüm, haksızlık, barbarlık ve şiddeti simgeler.

Buna karşılık İslâm, insanlara ve toplumlara, ilmi, aydınlanma-yı, sosyal hayatta nizam ve intizamı, gönül hayatında kötülükler-den arınmışlığı ve hilmi, anlayışlılık, müsamaha/hoşgörü, vakar ve ciddiyeti, hakkı ve adaleti temsil eder.

Aziz Evlât!

Câhiliye çağında Hicaz bölgesinde yaşayanlara bu açıdan ba-kıldığında insanlar arasında kardeşlik ve dostluk ilişkileri zayıfla-mış, haksızlık ve adaletsizlik yaygınlaşmıştı. İlişkilerde daha çok çıkar ve menfaatler ön plândaydı.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

24

Kız çocukları hor görülürdü, hatta bazı babalar kız evlâda sa-hip olmayı utanç sayarlar ve küçük yaşlarda onları kuma gömerek öldürürler, böylece onurlu bir iş yaptıklarını sanırlardı.

Bu, nasıl bir vahşetti! Nasıl bir acımasızlıktı?“Böyle acımasızlıklar yaşanmış olabilir mi” diye hayretler için-

de kalan bizleri, Yüce Allah, şu âyette ibret verici bilgilerle aydın-latıyor:

“Onlardan birine bir kızı olduğu müjdelendiği zaman öfke-lenmiş olarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!” (Nahl, 16/58-59)

Bu âyetten açıkça anladığımıza göre câhiliyede o çağın kötü-lüğü içinde bocalayan bir kişinin eşi hamile ise, ona eşinin bir kız çocuğu doğurduğu bildirilince bunu sevinecek bir müjde değil, bir kara haber gibi algılıyor. O anda baba olacak şahsın aklına, ne eşi-nin ne de yeni doğmuş minik kız çocuğunun sağlığı geliyor. Aksi-ne içi kararıyor. Artık o kız çocuğu yaşayacaksa, baba olan kişinin yüzü kararacak, toplum içinde utanç duyacaktır. Aksi halde yüzü-nü ak etmek adına o minik yavrudan kurtulmayı düşünecektir. İşte Yüce Allah, âyetin sonunda böyle bir bakış tarzının ne

kötü olduğunu haber veriyor.Câhiliye çağı insanları arasında kavgacılık, kan davası, öç al-

ma, kumarbazlık, içki, fuhuş, zina, tefecilik, soygunculuk, eşkıya-lık yaygındı. Düşman ölülerinin burunları, kulakları kesilip iplere dizilerek intikam için boyunlara takılırdı. İnsanlar, taştan, topraktan ve benzeri şeylerden yapılmış olan

putlara taparlardı. Allah’ın varlığına inanırlar; fakat putları, dilek-lerini Allah’a duyuran varlıklar olarak görürler ve Allah’a ortak koşarak tevhidden (Allah’ın birliği inancından) uzaklaşırlardı.

25

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Kur’ân-ı Kerîm, böyle yapma eylemine “şirk”, bunu yapanlara da “müşrik” demektedir.

Doğumundan Risâlete

Efendimiz Hazretlerinin Sevgisi Gönlünde Çağıldayan Değerli Evlât!

Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sel-

lem) 20 Nisan 571 Pazartesi günü Mek ke’de doğdu. Babası, Ab-dullah, annesi Âmine, dedesi Abdülmuttalip, büyük babası Vehb, babaannesi Fâtıma, anneannesi ise Berre’dir.

Peygamber Efendimiz, “İbrahim (aleyhisselâm)’ın duasına, Îsa (aleyhisselâm)’ın müjdesine, annesi Âmine’nin de rüyasına” erişmiştir.

Hazreti İbrahim, Kâ’be’yi bina ettikten sonra, “Yüce Allah’a ita-at ile teslim olan bir ümmet meydana getirmesi, bu ümmet arasın-dan kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyacak, Kitâb’ı ve hikmeti öğ-retecek bir peygamber göndermesi için” dua etmişti. (Bk. Bakara, 2/129)

Hz. Îsâ, çevresindekilere kendisinden sonra “Ahmed” adlı son peygamber geleceğini müjdelemişti. (Bk. Saf, 61/6)

Annesi Âmine’ye ise rüyasında, “Sen, insanların hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman her hasetçinin şerrinden korunması için bir ve tek olan Allah’a sığınırım de, sonra ona Ahmed veya Muhammed adını koy” denilmişti.

Peygamber Efendimiz dünyaya gelmeden babası ticarî amaç-la gittiği bir seyahatten dönerken hastalanıp ölmüş ve Medine’de toprağa verilmişti.

Dolayısıyla o, babasını dünya gözüyle göre medi. Doğduktan sonra 4 yaşına kadar sütannesi Halime’nin yanın-

da, bundan sonra 2 yıl boyunca da annesi Âmine’nin yanında kaldı.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

26

6 yaşında iken annesi onu akrabasıyla tanıştırmak ve babası Abdullah’ın kabrini ziyaret için Medine’ye götürdü. Zira Peygam-ber Efendimizin dedesi Abdülmuttalib’in annesi Selma Hanım Medineli olduğu için orada akrabası vardı.

Babasının kabri de dayılarından Nabiga’nın evinin bahçesin-deydi.

Hazreti Âmine, kocası Abdullah’ın kabrini ziyaret etmiş, Haz-reti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) de Neccaroğulları’ndan akra-basıyla tanışmıştı.

Hazreti Âmine, dönüşte Ebva denilen yerde hastalanıp öldü ve orada toprağa verildi.

Bu sıra da yolculukta kendileriyle birlikte olan dadısı Ümmü Eymen, onu Mekke’ye ulaştırdı ve dedesine teslim etti. 6 Yaşın-dan 8 yaşına kadar dedesi Abdülmuttalib’in yanında kaldı. O da ölünce, vasiyeti üzerine amcası Ebû Tâlib’in evine taşındı.

Ebû Tâlib, Mekke toplumu içinde saygın bir konuma sahipti, Abdülmuttalip Oğulları’nın da en itibarlısı olarak bilinirdi. Ayrı-ca, Peygamber Efendimizin babasıyla hem baba hem de anne bir kardeşti.

Peygamber Efendimiz, bütün bu acıları çocuk yaşlarında ya-şadı. Ancak metanetini yitirmedi. Mekke otlaklarında amcasının koyunlarını güttü. Evde elinden gelen her işi seve seve yaparak amcasının aile bütçesi ne katkıda bulundu.

Doğrusu, yengesi Fâtıma Hanım da ona öz evlâdı gibi dav-randı, onu hiç üzmedi.

O yıllar da sütannesinin evi dâhil, Peygamber Efendimizin bu-lunduğu her yerde bolluk, bereket ve sevinç gözleni yordu.

13 yaşından itibaren amcaları ile ticarete atıldı. Uzun bir süre ticaretle meşgul oldu ve bu alanda doğrulukla, dürüstlükle tanın-dı.

27

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Henüz yirmi yaşında iken, hırsızlık, gasp, eşkıyalık, zulüm ve haksızlıkları önlemek amacıyla bazı Mekkelilerin oluşturduğu Hıl-fulfudûl adlı kuruluşa katıldı ve etkili bir üye olarak görev yaptı.

Yirmi beş yaşına geldiğinde Hz. Hatice ile evlendi. Hz. Hatice bu esnada kırk yaşında idi ve onunla evlenmeye karar verişinde Sevgili Peygamberimizin “el-Emîn: Güvenilir, dürüst” olarak ta-nınması, birinci derecede rol oynamıştı.

Otuz beş yaşına geldiğinde Kâ’be hakemliği yaptı; Kâ’be’nin tamiri yapılırken Hacerulesved’in yerine konulması sırasında ka-bileler arasında çıkan şiddetli anlaşmazlığı, taşı bir yaygı üzerine koyup tüm kabile reislerine taşıtmak suretiyle giderdi. Böylece kabileler arasında çıkması muhtemel bir kavgayı önlemiş oldu.

Risâletten Hicrete

Peygamber Âşığı Aziz Evlât!

Sevgili Peygamberimiz, peygamberlikle görevlendirildiği güne kadar câhiliye toplumu içinde yaşadı. Fakat câhiliye çağının kö-tülüklerine bulaşmadı, Allah onu câhiliyenin her türlü kötülükle-rinden korudu.

Nezih ve tertemiz bir hayat yaşadı ve hemşerileri arasında “el-Emîn: Güvenilir” unvanıyla tanındı.

Putlardan nefret ederdi, insanların kötü işler peşinde gitme-lerine üzülürdü, toplumu oluşturan fertlerin inanç yönünden sa-pıklıkları, ahlâk yönünden düşüklükleri onu rahatsız ederdi.

Bu ortamda otuz beş yaşını geçtikten sonra Peygamber Efen-dimizde zaman zaman şehir dışına çıkıp kırlarda gezinme, evre-nin yaratıcısını düşünme (tefekkür ve ibret) isteği uyandı.

Yaşı biraz daha ilerleyince belli sürelerle Mekke’ye yaklaşık beş kilometre mesafede Nur dağındaki Hira mağarasında belirli

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

28

sürelerle kalmaya başladı. 38-39’lara ulaştığında şehir ile mağara arasında gidip gelirken kayalıklar ve ağaçlar arasından “Ey Muham-med!” diye sesler duyuyor, peşinden de sadık rüyalar görüyordu.

Öyle ki, geceleyin gördüğü rüyalar ertesi gün aynen çıkıyor-du.

Nihayet 40 yaşında iken 610 yılı Ramazan ayının yirmi yedinci gecesinde Cebrail (aleyhisselâm) geldi ve kendisine “oku!” diye hitap etti.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, vahiy meleğini karşısında görünce heyecanlandı ve “Ben okuma bilmem!” cevabını verdi.

Cebrail (aleyhisselâm) Peygamber Efendimizi dayanılması zor bir sınıra kadar sıkıştırdı ve ona tekrar “oku!” diye seslendi.

O, yine “Ben okuma bilmiyorum!” cevabını verdi. Bu şekilde üç defa tekrarlandıktan sonra Cebaril (aleyhisselâm): “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı aşılanmış bir yu-

murtadan yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin en büyük kerem sahibidir.” (Alak, 96/1-5) âyetlerini okudu.

Peygamber Efendimiz de okunanları tekrarladı. Böylece, Efendimiz Hazretleri, Yüce Allah tarafından peygamberlikle gö-revlendirilmiş oldu.

Sevgili Peygamberimiz, Cebrail (aleyhisselâm) görünmez olduktan sonra Mekke’ye gitti, evine ulaştı.

Heyecanlanmıştı, yatağına uzandı, Hz. Hatice’ye, “Beni örtün! Beni örtün!” diye seslendi. Bir süre istirahattan sonra başından geçenleri anlattığında Hazreti Hatice onu fevkalâde rahatlattı, müjdeledi, ona samimi bir destek verdi ve şu tarihî sözleri söy-ledi:

– Müjdeler olsun! Sen, sözün doğrusunu söylersin, emaneti gözetirsin, akrabanla ilgilenirsin, güzel ve iyi ahlâklısın. Sebat et!

29

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Vallahi ben senin bu ümmetin peygamberi olacağını ümit ederim. Hiç korkma! Allah seni hiçbir zaman utandırmaz. Çünkü sen ak-rabana bakarsın, işini görmekten âciz olanların yükünü taşırsın. Yoksula kimsenin veremediğini verir, kazandıramadığını kazan-dırırsın, misafirleri ağırlarsın, uğradıkları musibet ve felâketlerde halka yardım edersin.

Dindaşım Yoldaşım Sevgili Yavrum! Aziz Genç!

Hz. Hatice’nin bu değerlendirmesi, hem eşi olarak Efendimiz Hazretlerine sadakat ve bağlılığını, hem de onun risâletine/pey-gamberliğine tereddüt etmeksizin iman ettiğini göstermektedir ki, her müslüman için ölümsüz bir örnek sayılır.

Peygamber Efendimizin İslâm davetine evet diyerek ilk inan-ma şerefine seçkin şahsiyetler arasında Hazreti Hatice, Hazreti Ali, Hazreti Zeyd b. Hârise ve Hz. Ebû Bekir eriştiler.

Bunları Hazreti Osman, Hazreti Abdurrahman b. Avf, Hazre-ti Sa’d b. Ebî Vakkas, Hazreti Talha b. Ubeydullah, Hazreti Zü-beyr b. el-Avvam, Hazreti Osman b. Maz’un, Hazreti Erkam b. Ebi’l-Erkam, Hazreti Said b. Zeyd, Hazreti Abdullah b. Mesud, Hazreti Habbab b. Eret, Hazreti Mus’ab b. Umeyr, Hazreti Âmir b. Füheyre, Hazreti Ebû Fükeyhe, Hazreti Yâsir ailesi ( Hazreti Yâsir, Hazreti Sümeyye, Hazreti Ammar), Hazreti Bilâl-i Habeşî ve annesi Hazreti Hamâme, Hazreti Ebû Zerr-i Gıfârî, Hazre-ti Nuaym b. Abdullah, Hazreti Ümmü Ubeys, Hazreti Zinnîre, Hazreti Lübeyne ve diğerleri takip ettiler. İlk müslümanlar, puta tapıcı inkârcılardan çok eziyet gördüler.

Bunlar arasında Yasir Hazretleriyle eşi Sümeyye (radıyallahu anhâ) gibileri bu uğurda canlarını feda ettiler, şehitlik mertebesine eriştiler.

Mekke toplumu içinde zayıf konumda olan Hazreti Bilâl-i Habeşî, Hazreti Ebû Fükeyhe, Hazreti Habbab gibi erkek,

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

30

Hazreti Ümmü Abis, Hazreti Nehdiyye ve Hazreti Zinnîre gibi gibi hanım müslümanlar, çok sıkıntı çektiler.

Özellikle kölelik ve câriyelik gibi zayıf statüde (el-müstez’afûn statüsünde) olan ilk müslümanlar, genellikle müşrik-putperest sa-hiplerinin/patronlarının baskısı altında eziliyorlardı.

Bu ilk müslümanların, inançlarındaki direnişleri, İslâm’ın ya-yılmasında çok etkili oldu. Bu süreçte Resûl-i Ekrem Efendimiz genç yaşında ilk müslümanlar arasına girme şerefini kazanan Hazreti Erkam’ın evini (Dâru’l-Erkam) tebliğin merkezi olarak değerlendirdi.

Fedakârlık ve sabrın en güzel örneklerinin verildiği bugünler-de Peygamberliğin ilk altı yılı dolarken Hazreti Hamza ve Hazreti Ömer gibi yiğitlik ve cesaretiyle tanınan zatlar da inananlar kerva-nına katılarak Peygamberimizin yakın çevresinde yer aldılar.

Her Zaman İyiliğe İstekli Olan Aziz Evlât!

Bu mutlu gelişmelerin gönüllerde meydana getirdiği şevk or-tamında tebliğ, Yüce Allah’ın izin ve emriyle açıkça yapılmak üzere Dâru’l-Erkam’dan dışarıya taştı. İslâm’a girenlerin sayısı arttıkça müşriklerin önleyici tedbirleri

de hem çeşitleniyor hem de artıyordu. Bu münasebetle peygam-berliğin beşinci ve altıncı yıllarında bazı müslümanlar, Peygamber Efendimizin izniyle Habeşistan’a göç etmek zorunda kaldılar.

Fakat müşrikler, onları orada da rahat bırakmak istemediler; peşlerinden iki kişilik elçi heyetini Habeşistan’a göndermek sure-tiyle, “sığınma verilen kimselerin sınır dışı edilmesi gereken yara-maz insanlar olduklarını” iddia ettiler.

Fakat adaletli bir yönetici olan Habeşistan hükümdarı, müs-lümanları dinlemeden bu hususta karar vermek istemedi. Müslü-manların reisi ve sözcüsü konumunda olan Hazreti Cafer b. Ebî

31

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Tâlib, hükümdar ve diğer saray görevlileri önünde şaheser bir savunma yaptı.

Hazreti Cafer bu savunmasında şöyle diyordu: “Ey hükümdar! Biz cahil bir millet idik, putlara tapardık, leş

yerdik, fuhuş yapardık, akrabalara küserdik, komşuluk hakkını gö zetmezdik. Zayıf, kuvvetlinin esiri idi. Biz bu hâl üzere iken Allah, içimizden birini Peygamber gönderdi. Soyu ve asaleti, sadâkat ve emâneti, şeref ve namusluluğu hepimizce malumdur.

O, bizi bir Al lah’a ibâdete davet ediyor, atalarımızın tapmak-ta olduğu putları terk etmemizi söylüyor. Bize, doğru söylemeyi, emâneti gözetmeyi, akrabalık bağını korumayı, komşularla güzel geçinmeyi bildiriyor, haramdan, kan dökmekten sakınmayı öğre-tiyor. Bizi fuhuş tan, yalandan, yetim malı yemekten, namuslu ka-dınlara iftira etmekten, dili kötüye kullanmaktan sakındırıyor.

O’na inandık, getirdi ği dine uyduk, Allah tarafından getirdik-lerini tasdik ettik. O'nun ha ram dediğini haram bildik, helâl dedi-ğini helâl tanıdık. Bundan dolayı kavmimiz, bize düşman kesildi. Bize, türlü türlü işkenceler yap maya kalkıştılar. Bizi, dinimizden çevirip yine putlara tapmaya zorla dılar. Bize zulmettiler...

Biz de onlardan kaçarak sizin ülkenize sığındık. Sizi, başka-larından daha iyi gördüğümüz için burayı seçtik... Sizi, güvenilir bulduk, yanınızda zulme uğramayacağımızı, haksızlık görmeye-ceğimizi umduk.”

Bu güzel savunma karşısında müşrik elçiler de söze karışarak hüküm darı, Müslümanlardan soğutmak için, “Bunlar, Hristiyan-lık ve İsa hakkında iyi düşünmezler...” gibi sözler ileri sürmeye kalkıştılar.

Çünkü hükümdar Hristiyandı ve akıllarınca müşrik elçiler, onu Müslümanlar aleyhine tahrik etmek, yönlendirmek istiyorlardı.

Hükümdar, müslümanlara Hz. İsa hakkındaki görüşlerini

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

32

so runca da yine Ca’fer b. Ebî Tâlib (radıyallahu anh), cevap olarak Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan şu âyeti okudu:

“…Meryem oğlu îsâ Mesih, ancak Allah’ın peygamberi ve Mer yem’e bıraktığı kelimesidir. O, Allah tarafından bir ruhtur.” (Nisâ, 4/171)

Neticede Habeşistan hükümdarı, diledikleri kadar yurdunda kalabileceklerini ve ibadetlerini serbestçe yapabileceklerini müs-lümanlara bildirdi.

Adaletli hükümdar, unvanına uygun bir karar verdi. Bunun üzerine Kureyş müşriklerinin elçileri, elleri boş geri döndüler.

İlk Müslümanların Uğradığı Sıkıntılar Karşısında Gözleri Yaşaran Aziz Can!

Özellikle Hazreti Hamza ve Hazreti Ömer’in müslüman ol-masından sonra kimyaları bozulan müşrikler, Velid b. Mugîre’nin başkanlığında toplanıp Peygamber Efendimizin üstün kişiliğini lekelemek ve güya insanlar arasındaki itibarını sarsmak amacıyla bir iftira kampanyası başlattılar.

Efendimiz Hazretlerine kâhin mi, mecnun mu, şair mi, büyü-cü mü desinler, bunlar üzerinde tartıştılar. Aslında bu kavramla-rın işaret ettiği ettiği hiçbir özellik ve davranışın en küçük bir izini bile onda bulamıyorlardı. Ama bir iftira atmaya ve onu insanların göründüğü her yerde karalamaya kararlıydılar.

Neticede, yakıştırmaya çalıştıkları şeylerin hiçbirinin olmaya-cağını bile bile O’na büyücü-sihirbaz demeye karar verdiler. Güya hac mevsiminde dışarıdan gelecek Arapları böylesine asılsız iddia ve yaftalamalarla kandırarak O’ndan sakındırmış olacaklardı.

Bu kampanyaya başkanlık eden Velid b. Mugîre hakkında nâzil olan âyetlerde “onun ve onun gibilerin Allah’ın âyetlerine karşı çok inatçı oldukları” belirtiliyordu. (Bk. Müddessir, 74/11-16)

İftira kampanyasına gönüllü olarak katılıp yol boylarına

33

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

dağılan müşrikler hakkında gelen âyetlerde ise Yüce Allah, “yap-tıkları bu karalamanın hesabını onlardan soracağını” ifade edi-yordu. (Bk. Hicr, 15/90-93)

Fakat müşrikler hiçbir zaman boş durmuyorlar, Sevgili Pey-gamberimizi davasından vazgeçirmek için değişik hilelere girişi-yorlardı. Nitekim ünlü şair Utbe b. Rebîa’yı tam yetkiyle Peygam-ber Efendimize gönderdiler.

Kâ’be civarında Peygamberimize ulaşan Utbe, davasından vazgeçmesi karşılığında ona zenginlik, reislik, saltanat gibi insan nefsine hoş gelen şeyler teklif etti. Amacı, maddî imkânları önü-ne sererek onu kutsal gayesinden döndürmekti. Şayet bunların ötesinde cin çarpması gibi bir durum varsa güya Mekkeliler, te-davi için ellerinden geleni yapacaklardı.

Utbe, sözlerini bitirdikten sonra Peygamber Efendimiz ona Fus-sılet sûresinin ilk altı âyetini okuyarak cevap verdi. Bu âyetlerde:

“Kur’ân-ı Kerim’in, iman ve amel sahiplerini (ibadetlerini yeri-ne getirenleri, Allah’ın emir ve yasaklarını gözeterek yararlı iş ya-panları) müjdeleyen, bunun zıttını yapanları ise başlarına gelecek fenalıkla korkutan bir kitap olduğu” belirtiliyor, “böyle olduğu halde çoğu kişinin bundan yüz çevirdiği, Allah’ın âyetlerini din-lemediği, manâlarını anlamak için de bir çaba göstermediği, ak-sine hakikatlere karşı kulaklarını tıkadığı” hatırlatılıyor, “Allah’ın birliği” vurgulanıyor, “O’na yönelip O’ndan bağışlanma dilemek gerektiği” ifade ediliyordu.

Utbe, dinlediği âyetlerin o derece etkisi altında kalmıştı ki, tek-liflerinde ısrardan vazgeçerek kendisini gönderenlerin yanına eli boş kalkıp gitti.

Öte yandan, peygamberliğin yedinci yılından itibaren müşrik-ler, müslümanları, Mekke’de genellikle Hâşimoğulları’nın otur-duğu ve Peygamberimizin de doğduğu Şi’b-i Ebî Tâlib denilen

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

34

mahallede sosyal ablukaya aldılar, boykot uyguladılar; onları, tica-ret, seyahat ve benzeri doğal haklardan mahrum bıraktılar.

Aziz Evlât!

Bu durum, üç yıl sürdü. Düşmanların gayesi, müslümanları Peygamber Efendimizin çevresinden uzaklaştırmaktı.

Ama burada da gayelerine erişemediler.Çünkü üçüncü yılın sonlarına doğru çocuklar, yaşlılar, has-

talar açlıktan inliyor olsalar ve ağaçların yapraklarını çiğneyerek gıdalanmaya mecbur kalsalar da bir tek müslüman bile Sevgili Peygamberimizi terk etmedi. Dünyalık uğruna hiçbiri onu yalnız bırakmadı.

Tam aksine tüm müslümanlar, Peygamber (aleyhisselâm)’ın etrafında bütünleştiler, yekvücut oldular, ona bir zarar gelir endişesiyle gece-gündüz çevresinde adeta etten duvar ördüler. Böylece Mekkeli müş-rikler, “Sosyal boykot-toplumdan uzaklaştırmak” gibi isimlerle tari-he geçen ve müslümanları tüm insan haklarından mahrum bırakan bu zulümlerinden de herhangi bir sonuç alamadılar.

Yüreği Peygamber Sevgisiyle Çarpan Değerli Can!

Peygamberliğin onuncu yılında o zamana kadar Efendimiz Hazretlerini, uğradığı tehdit ve saldırılara karşı en çok himaye eden Hazreti Hatice ve Ebû Talip peş peşe vefat edince düşman-ların baskısı bir kat daha arttı.

Bu sebeple Sevgili Peygamberimiz, dış destek sağlamak ama-cıyla Taif ’e gitti. Ne var ki, Taifliler İslâm’ı kabul etmediler, Pey-gamber Efendimize destek vermediler, aksine onu taşladılar.

Bu sırada yanında ilk müslümanlardan Hazreti Zeyd de vardı. Her ikisinin de bedenleri kan içinde kaldı. Sevgili Peygamberimiz, Taif ’in hayli dışında bir bağa girerek taşlayanlardan kurtulabildi.

35

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Efendimiz Hazretlerinin orada bir gölgelikte Yüce Allah’a yapmış olduğu yakarışının bir yerinde “…Allahım! Şayet bana karşı gazap-lı değilsen çektiğim sıkıntılara, belâlara hiç aldırmam…” demesi, onun derin sorumluluk ve görev anlayışını yansıtmaktadır.

Çünkü o, uğrunda taşlanacak kadar görevini en derin sorum-lulukla yürüttüğü hâlde Cenâb-ı Hakk’ın rızasını yeterince kaza-nıp kazanamadığını düşünüyor ve şayet Allah ondan hoşnutsa başına gelen hiçbir sıkıntıya aldırış etmeyeceğini, hiçbir engelin görevdeki kararlılığını azaltacak bir etki yapmasına izin vermeye-ceğini söylüyordu.

Bu esnada Mekke’de müşrikler, Dârunnedve denilen meclislerinde toplanarak Peygamber Efendimizin şehre alınma-masına karar verdiler. Bu sebeple Peygamber Efendimiz, himaye geleneğinden yararlanmayı düşündü ve müslüman olmasa da ha-tırlı biri olan Mut’im b. Adiyy’in himayesinde şehre girmek duru-munda kaldı.

Peygamber Efendimiz vefakâr bir insandı, kendisine iyilik edenleri hiçbir zaman unutmazdı. Mut’im b. Adiyy’i de iyiliği sebebiyle anardı. Hatta bu kişi, Bedir Savaşı’nda müşrik ölüleri arasında yer aldığı halde Sevgili Peygamberimiz, “Şayet Mut’im b. Adiyy sağ olsaydı onun hatırına tüm müşrik esirlerini kurtuluş akçesi almaksızın serbest bırakabileceğini” söyleyerek onun iyi-liğini bir defa daha anmış, ashâbın şairlerinden Hassan b. Sâbit Hazretlerinin de Mut’im’i geçmişteki iyilikleriyle anan bir şiir (mersiye) yazmasına engel olmamıştır.

Dedelerinin Ve Ninelerinin Gözbebeği Olan Aziz Evlât!

Yüce Allah, yüksek mükâfatlarla şereflendireceği kullarını çe-şitli imtihanlardan/sınavlardan geçirmiştir.

En başta bütün peygamberler bu ortak kaderi paylaşırlar.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

36

Bu açıdan Peygamber Efendimize baktığımız zaman, göre-vi süresince önüne çıkan tüm olumsuzlukları büyük bir sabırla karşılamış ve Allah’ın adını yüceltme (i’lây-ı kelimetullâh) müca-delesinde her zaman kararlı davranmıştır. Günün birinde müs-lümanlığın geniş kitlelerce kabul göreceğinden de hiç ümit kes-memiştir.

Bu yüzden de kendisine ve inananlara olmadık kötülükleri peş peşe yapmaktan geri durmayan Mekkeliler ve Taifliler hakkında hidayete erip ıslah olmaları, doğru yolu bulmaları için hayır du-adan geri durmamıştır. Hatta ilgili melek gelip de “Şayet isterse Allah’ın kudretiyle Mekke ve Taif şehirlerindeki kötülük düşü-nen zalimlerin, çevredeki dağların birbirine kavuşturulmasıyla helâk olacaklarını” ifade etse de O bunu da istememiş, günün birinde onların soyundan Yüce Allah’ın birliğine ve Resûlü’nün peygamberliğine iman eden tevhid ehli bir neslin çıkabileceği ümidini dile getirerek hidayete erişmeleri için dua buyurmuştur.İşte, miraç, onun samimi mücadelesinin doruğa ulaştığı, buna

karşılık düşmanların zulüm, saldırganlık ve vahşilikte en ileri git-tiği bir zaman diliminde gerçekleşmiştir.

Miraç, kuvvetli görüşe göre Medine’ye hicretten önceki bir buçuk yıl içinde Recep ayının yirmi altısını yirmi yedisine bağla-yan gece meydana gelmiş ve Yüce Allah dinî konularda âyetlerini indirmek, zâlim müşriklerin saldırılarına hedef olan Sevgili Pey-gamberimizin üzüntü ve sıkıntılarını hafifletmek ve müjdeler ver-mek gayesiyle onu miraca erdirmiştir.

Dînî literatürümüzde Peygamber Efendimizin Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya geceleyin gö-türülmesine, “İsrâ”, oradan manevî bir araç ile göklere yükseltil-mesine ve Cenâb-ı Hakk’ın yüce lütuf ve ihsanına erdirilmesine de “miraç” denilir. İsrâ Sûresinin birinci âyetinde İsrâ’dan bahsedilir. Aynı sûrenin

37

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

22-29. âyetlerinde ise o gece Peygamber Efendimize indirilen on iki emir sıralanır ki, bu emirler kısaca şunlardır:

• Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. • Ana-babaya iyi davranın. • Hısıma, yoksula, yolda kalmışa hakkını verin. • Cimri ve israfçı/savurgan olmayın. • Evlâdınızı yoksulluk korkusu ile öldürmeyin. • Fuhuş ve zinaya yaklaşmayın. • Cana kıymayın. • Yetimin malına doğru olmayan bir surette yaklaşmayın. • Ahdi yerine getirin (Sözünüzde durun). • Ölçü ve tartıda doğruluğa dikkat edin. • Hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyin ardına düşme-

yin. • Yeryüzünde gurur ve kibirle yürümeyin. • Büyüklük taslamayın.

Miraç Gönüllü Aziz Evlât!

O gece indirilen bu ilâhî emirlerden anlaşılıyor ki miraç:• İslâm’ın yükselişini, • Müslümanların hem sayısal hem de nitelik olarak artışı-

nı, • İslâm toplumunun gelişimini, • İslâm’ın başarısı için sürekli ümit içinde bulunmayı, • Gereğince çalışıldığı sürece Yüce Allah’ın desteğiyle er

geç başarıya erişmenin mümkün olabileceğini müjdele-mektedir.

Nitekim ardı arkası kesilmeyen bu sıkıntılar devam ederken

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

38

Peygamber Efendimiz, Medine’den gelen bazı kişilerle şehir dı-şında bir araya geldi. Başta Es’ad b. Zürâre olmak üzere kendile-riyle görüştüğü kişiler müslüman oldular.

Bunlar Hazrec kabilesine mensuplardı, Evs ile aralarında sü-rüp giden iç savaşta güçlenmek için Mekkelilerden yardım iste-meye gelmişlerdi. Ama Peygamber Efendimizle karşılaşmaları, onlar için bir şanstı ve Allah’ın takdiriyle tüm Medine halkının kaderini değiştirecek bir gelişme ile sonuçlandı, Müslüman oldu-lar, şeref buldular.

Bu ilk karşılaşmanın ardından Medinelilerle birer yıl arayla birin-ci ve ikinci Akabe biatleri yapıldı. Birinci Akabe biatine onu Hazrec, ikisi Evs’li olmak üzere on iki kişi katıldı. Medineli müslümanlar bu biatte, “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık ve zina yap-mamak, çocukları açlık korkusuyla öldürmemek, yalan-dolanla hiç kimseye iftirada bulunmamak, Allah’ın Resûlü’nün emirlerine uy-mak” hususunda söz verdiler, bağlılık yemini ettiler.

Bu biatte Hazrec ve Evs’in birlikte olmaları, aralarındaki iç sava-şın ve düşmanlığın İslâm sebebiyle sona ereceğini gösteriyordu.

Birinci Akabe biatinden dönüş sırasında Medineliler İslâm’ı ken-dilerine öğretecek ve Medine’de yayacak bir öğretmen istediler.

Sevgili Peygamberimiz onların bu isteğini kabul etti, genç ol-masına karşılık, bilgili, becerikli, samimi ve fedakâr özellikleriyle öne çıkan Mus’ab b. Umeyr Hazretlerini görevlendirdi. Böylece, Hazreti Mus’ab, merkez dışında bir yere görevlendirme anlamın-da İslâm tarihine ilk öğretmen olarak geçti.

Gerçekten de Mus’ab b. Umeyr (radıyallahu anh), Medineli ilk Müslümanlardan Es’ad b. Zürâre Hazretlerinin de desteğiyle bir yıl boyunca çok başarılı bir tebliğ/İslâm’ın gerçeklerini açıklama çalışması yaptı.

Bu çalışma sonunda İslâmiyet bütün Medine’de duyuldu,

39

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

müslümanların ve İslâm’a sempati duyanların sayısı arttı. Üseyd b. Hudayr ve Sa’d b. Muaz gibi kendi kabilelerini peşinden sürük-leyecek kişiler, onun teşvikiyle İslâm dinini kabul ettiler.

Bunun doğal bir sonucu olarak Medineliler İkinci Akabe bia-tine ikisi bayan olmak üzere yetmiş beş kişiyle katıldılar. Söz ko-nusu bu ikinci biatte Peygamber Efendimiz, onlara, imanda se-bat etmelerini, İslâm ve Kur’ân’da birleşmelerini tavsiye ettikten sonra şöyle dedi:

“Rabbim için sizden istediğim, O’na hiçbir şeyi ortak koşma-manız, namaz kılmanız, zekât vermenizdir. Kendim için istedi-ğim ise, Allah’ın Resûlü olduğuma şâhitlik etmeniz, kendinizi, çocuklarınızı ve kadınlarınızı esirgeyip koruduğunuz şeylerden beni de esirgeyip korumanızdır.”

Bunu işiten ve dikkatle dinleyen Medineliler, başlarına gelebi-lecek her tehlikeyi göze alarak içten gelen samimi bir istekle biat verdiler. Peygamber Efendimiz de bu fedakârlıkları karşısında onları cennetle müjdeledi. Bu olaya Kurân-ı Kerim’de şöyle işa-ret edilir:

“Allah kendi yolunda çarpışırken öldüren ve öldürülen mü-minlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üze-re satın almıştır. Bu, Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da yer almış gerçek bir vaadidir. Kim Allah’tan daha fazla sözüne bağlı olabilir! O halde yaptığınız bu anlaşmadan ötürü sevininiz. İşte büyük bahtiyarlık da budur.” (Tevbe, 9/111)

Peygamber Efendimiz, Medine’de doğan bu İslâm potansi-yelini denetim altında verimli hâle dönüştürmek üzere içlerin-den on iki kişiyi kendi aile çevresi ve akraba/kabile grubundan sorumlu olmak üzere reis/nakîb (başkan) seçti ve böylece siyasî anlamda teşkilatlanmayı da başlatmış oldu.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

40

Peygamber Efendimizin Hicreti ve Kuba’ya Varışı

Ömür Boyu Dürüst Olacağına Allah ve Peygamber Hakkı İçin Ant İçen Aziz Can!

Akabe biatleri, müslümanlar için büyümenin, gelişmenin bir simgesi, miraçta verilen ilâhî müjdelerin güne yansıması ve Mekkeli mazlum Müslümanlara yeni bir yurt ve yuvanın habercisiydi.

Nitekim İslâm tarihinde ilerlemenin kilometre taşı olarak ta-rihe geçen Medine’ye hicret de Akabe biatlerinden sonra gerçek-leşmiştir.

Hakikaten İkinci Akabe biatinden bir süre sonra Yüce Allah’ın izni ve buna bağlı olarak Sevgili Peygamberimizin yönlendirme-siyle Mekkeli müslümanlar Medine’ye göç ettiler.

Sevgili Peygamberimiz de Hz. Ebû Bekir’le birlikte Medine’ye göç etti.İşte, Müslümanların Mekke’den Medine’ye yapmış oldukları

bu göç, İslâm tarihine “Hicret” ismiyle geçti. Hicret, pek kolay bir şey değildi.

Hazreti Ebû Seleme, hicret etti, ama hem zevcesini/eşini hem de çocuğunu Mekke’de terk etmek zorunda kaldı.

Ayyaş b. Ebî Rebîa Hazretleri hicret etmişse de akrabası olan Ebû Cehil, annesi üzerine hazırladığı bir hile ile onu kandırmak suretiyle geri getirdi ve zindana attı.

Hazreti Suheyb b. Sinan, hicret yolculuğuna çıkabilmek için tüm alacaklarından vazgeçmek durumunda kaldı. Bu zatın başına gelenler Efendimiz Hazretlerine nakledildiğinde, “Suheyb kazan-dı!” buyurdular.

Hülâsa Peygamber Efendimizin ifadesinde de yer aldığı şekliy-le hicret, kolay bir şey değildi, çetin bir işti! Peygamber Efendimiz

41

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

hicret için yola koyulmadan evinde yatağına Hazreti Ali’yi yatırmış-tı. Hazreti Ali, ertesi sabah kılıçlı insanların saldırısına uğrama ihti-mali olan bir yatağa gönül huzuru içinde girmişti. Çünkü o böyle yaparsa Peygamber Efendimiz rahatça yola çıkabilecekti.

Müslümanların Hicretini Takdirle Anlamaya Çalışan Aziz Evlât!

Hz. Ebû Bekir’in evinde yol hazırlıkları tamamlandığında er-zak torbalarını kuşağından kopardığı iplerle bağlayan Hazreti Esmâ’ya Efendimiz Hazretleri, “Yâ zâtünnitâkayn: Ey iki kuşaklı hanım!” diye iltifat etti.

Sevr mağarasına yol alınırken Hz. Ebû Bekir, herhangi bir sal-dırı ihtimaline karşı Efendimizin etrafında pervane gibi dönüyor-du, mağaraya ilkönce girip elbisesinden kopardığı bezlerle zararlı haşarâtın/zehirli yılan ve böceklerin gelme ihtimali olan delikleri kapatmış sonra içeriye Efendimizi davet etmişti.

Öte yandan Hazreti Ebû Bekir, takipçiler/iz sürücüler mağa-raya ulaştığında da Efendimizin başına bir şey gelir endişesiyle, üzülüyordu. Onun bu telaşını ve Efendimizin ona cevabını Yüce Allah, Kur’ân’da şöyle bildirmektedir:

“Eğer siz ona (Resûlullâh’a) yardım etmezseniz (bu önemli değil!), ona Allah yardım etmiştir. Hani kâfirler onu iki kişiden bi-ri olarak (Ebû Bekir ile Mekke’den) çıkarmışlardı, hani onlar ma-ğaradaydı; o, arkadaşına üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sözünü alçalttı. Allah’ın sözü ise zaten yücedir. Çünkü Allah, üstündür, hikmet sahibidir.” (Tevbe, 9/40)

Böylece bu âyette adına işaret edilen Hazreti Ebû Bekir, İslâm tarihine “Yâr-ı gar: Mağara dostu” unvanıyla geçti ki bu, onun için en mühim övgü unvanıydı.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

42

Kafile Benî Mudlic arazisinden geçerken Süraka b. Cü’şüm adlı bir şahıs, başlarına konan ödülü alabilmek için kafileye sal-dırmışsa da atının ayağı kuma saplanıp kalmıştı.

Dolayısıyla isteğinde başarılı olamadığı gibi Hazreti Pey-gamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den bir güvenlik yazısı/emannâme istemek durumunda kalmış ve kendisine, isteğine uygun bir yazı verilmiş, o da geri dönerek kafileyi yakalamak isteyenleri yoldan çevirmişti.

Peygamber Efendimiz, Atîke-Ümmü Mabed’in yurdundan geçerken sütten kesildiği söylenen bir koyundan sahibinden izin isteyerek süt sağmış ve kafiledekilere ikram ettiği gibi bir kâse de Atîke hanıma bırakmıştı.

Ailenin reisi olan Ebû Mabed çadıra döndüğünde olayı din-leyince süt sağan zatın Mekke’de zuhur ettiği/ortaya çıktığı söy-lenilen peygamber olduğunu anlamıştı, iyi niyetle ona ulaşmaya çalıştıysa da kafilenin oralardan çoktan uzaklaştığı anlaşıldı.

Bütün bu isimler, ileride müslüman olacaklar ve İslâm’la şeref kazanacaklardı.

Belki de hicret yolculuğu esnasındaki en ilginç gelişmelerden biri, Eslem kabilesinden Büreyde’nin elli civarındaki silahlı bir grupla başına konulan ödüle erişebilmek için Peygamber Efendi-mizi yakalamak istemesidir.

Fakat Büreyde’nin niyetinin tam aksi gerçekleşmiş, Peygam-ber Efendimizin ve Hazreti Ebû Bekir’in telkiniyle Büreyde ve yanındakiler müslüman olmuşlar, Kuba’ya kadar da muhafız kı-tası gibi Efendimizin yanında yürümüşlerdi.

Mızrağının ucuna başlığından bağladığı bir parça ile Efendi-mizin sağında yer alarak Kuba’ya girmekle Büreydetü’l-Eslemî Hazretlerinin, İslâm tarihinde “Resûl-i Ekrem aleyhisselâmın ilk sancaktarı” unvanını aldığı söylenir.

43

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Gönlü Mescitlere Bağlı Aziz Genç!

Peygamber Efendimiz kısa bir süre kaldığı Kuba’da dinlen-meye ihtiyaç hisettiği bir zaman diliminde İslâm’ın yükselişinin başlangıcında Kuba Mescidi’ni inşa etmiş, temelini Hazreti Ebû Bekir ve Hazreti Ömer’le atmış, sonuna kadar da bir işçi gibi ça-lışmıştır. İslâm tarihinde hürriyet ortamında beş vakit namaza açık ilk

mescid olan Kuba Mescidi, ileride Mescid-i Nebî yapıldıktan sonra Cuma günleri Cuma namazı vaktinde kapalı kalırdı. Çünkü Cuma namazı, Mescid-i Nebî’de kılınıyor, Kubalılar da o saatte Medine’ye intikal ediyorlardı. Buna karşılık Sevgili Peygamberi-miz, İslâm tarihinde kurumlaşma sürecinde önemli bir yer tutan Kuba Camii’nin Cuma günü Cuma saatindeki garipliğini gider-mek için cumartesi günleri öğleden sonra Kuba’ya giderek Camii ziyaret eder ve namaz kılardı.

Peygamber Efendimiz, muhâcirlere yaptığı ev sahipliği sebe-biyle Kuba sakinlerini çok sever; hizmetleri ve İslâm için gös-terdikleri samimi gayretleri sebebiyle takdir eder ve onlar için Cenâb-ı Hakk’a dua ederdi.

Hak Teâlâ Hazretleri de Kurân-ı Kerim’de “kötü maksatlar-la yapılmış Dırar Mescidi’nde değil de temeli takva üzere atılmış Kuba Mescidi’nde namaz kılmanın isabetli olacağını” Sevgili Peygamberimize hatırlatırken, “Kuba sakinlerinin temiz insanlar olduğuna” işaret eder. (Bk. Tevbe, 9/107-108)

Peygamber Efendimizin evinden çıktığı gecenin sabahında yatağında Hazreti Ali’yi bulan müşrikler onu dövüp hapsetmiş-ler, Hazreti Ebû Bekir’in kızı Hazreti Esmâ’ya da eziyet etmişler, fakat ağızlarından laf alamamışlardı.

Hazreti Ali, bir yolunu bularak gündüz gizlenip geceleyin yol almak suretiyle birkaç gün sonra Kuba’da Peygamberimize

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

44

kavuştu. Zor şartlarda yürümekten ayaklarının tabanı feci bir şekilde yarılmıştı, durumu gören Efendimiz Hazretleri bundan duygulandı, Hazreti Ali’nin gösterdiği yüreklilik ve cesaret karşı-sında onu takdir etti ve şifa bulması için dua buyurdu.

Peygamber Efendimizin Kuba’dan Medine’ye GirişiMuhâcirlerin Acılarını Gönlünün Derinliklerinde Hisseden Aziz Genç!

Peygamber Efendimiz, Mekke’den Medine’ye hareket etme-ye karar verince akrabası olan Neccaroğulları’na haber gönderdi, onlar da silahlanıp geldiler ve bir muhafız kıtası gibi davranarak Efendimiz Hazretlerini devesine bindirip bir Cuma günü yola koyuldular.

Sâlim b. Avf Oğlulları yurdunda şimdi de Cuma Mescidi adıyla bilinen caminin olduğu yerde Efendimiz Hazretleri ilk Cuma hut-besini okudu ve Cuma namazını kıldırdı. Hutbesinde bildirdi ki:

“İnsanlar âhirette muhakkak hesaba çekileceklerdir. Herkes, em-ri altındaki şahıslardan sorumlu olacaktır. Dünyada kendilerine mal-mülk verilenlerden âhiret için ne hazırladıkları sorulacaktır, orada mü’minlere en çok dünyada iken yapmış olduğu sâlih amelleri/dün-yada yaptığı güzel işleri yardımcı olacaktır. Bu sebeple dünya elden çıkmadan âhiret için ciddi hazırlık yapmak, küçük-büyük demeden iyilik yaparak cehennem azabından korunmak gerekir.”

Efendimiz Hazretleri hutbenin ikinci kısmında da şunları söy-ledi:

“Sözün en güzeli Allah’ın kitabıdır. Cenâb-ı Hak, kimin kalbini Kur’ân’la süslerse o kişi felâh bulur/kurtulur. Müminler, Allah’ın zikrinden usanmamalıdırlar. Çünkü Allah kelâmı, her şeyin iyisini ayırıp seçer, insanların en saygıdeğeri olan peygamberlerin kıssala-rını anlatır, helâli haramı bildirir. Mü’minler, Allah’tan gereği gibi sakınmalı, dinî konularda duyarlı olmalıdırlar. Doğru sözlü olmalı,

45

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Allah’ın kelâmı ile birbirlerini sevmeli, verdikleri sözde durmalıdır-lar. Çünkü Allah, sözünde durmayanlara gazap eder.”

Sevgili Peygamberimiz Cuma namazını kıldıktan sonra yol bo-yunca her kabileden insanlar, onu sevinçle karşılıyor, hoş geldin diyor ve şehre gelişinden büyük mutluluk duyuyorlar, o şerefli misafire ev sahipliği yapmaya, onu evlerinde-şehirlerinde konuk etmeye hazırlanıyorlardı.

Kadınlar memnuniyetlerinin bir belirtisi olarak def eşliğinde sevinç şarkıları söylüyorlar, çocuklar sevinç gösterileri yapıyor-lar, Neccaroğulları’na mensup kızlar ise, “Biz Neccaroğulları’nın kızlarıyız! Muhammed’e hısımlık ve yakınlık ne güzel!” diyerek şiirler söylüyorlardı.

Evet… Ayın on dördü veda tepesinden doğmuştu; artık on-lara düşen, davet edildikleri hak yolunda yürümek ve bu güzel-likleri kendilerine bahşeden Hak Teâlâ Hazretlerine şükretmek-ti “Talea’l-Bedru aleynâ/Min seniyyâti’l-Vedâ’/Vecebe’ş-şükrü aleynâ/Mâ de’â lillâhi dâ’”

Evet… Efendimiz Hazretleri, kendisini coşku ile karşılayan kalabalık bir insan kitlesinin arasından geçerek şehre girdi. Medi-ne tarihinde, yediden yetmişe herkesin coşkulu duygularla yollara düştüğü böylesine sevinçli bir gün görülmemişti.

Peygambere Hizmet Edenlere Gönlünde Özel Sevgi Besleyen Aziz Can!

Peygamber Efendimiz, Medine’ye girdiği ilk günlerde nerede kaldı?

Mescid-i Nebî ve bitişiğinde Hücre-i Saâdet yapılıncaya kadar hangi şahsın evinde misafir oldu? Onu yedi ay boyunca evinde misafir eden talihli kişi kimdi?

Efendimiz Hazretleri evine taşınıncaya kadar, Hazrec kabi-lesinin Neccaroğulları kolundan Hâlid b. Zeyd (Ebû Eyyûb el-

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

46

Ensârî) Hazretleri’nin evinde misafir oldu. Onun bu misafirliği yedi ay sürdü.

Peygamberimize beslediği samimi sevgi, sadâkat ve hizmette en önlerde yer alan bu zata bir mefharet/iftihar-övgü unvanı ola-rak İslâm tarihinde “Mihmandâr-ı Nebî: Peygamber (aleyhisselâm)’ı misafir eden kimse” denilmiştir.

Ömrü boyunca gönlü Allah rızası ve Resûl-i Ekrem muhab-betiyle dopdolu olan bu zat, Allah’ın lutfuyla dünyanın incisi güzel İstanbulumuzu şereflendirmektedir. Türbesi, kendi adıyla anılan Eyüp’tedir.

Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri, Emevîler zamanındaki bir İstanbul seferinde 49/669 yılında hastalanarak surları gören bir yerde bugünkü kabrinin olduğu mahalde hastalanmış ve ruhunu teslim ile cemâl âlemine yürümüştür.

Askerî bir seferde vefat ettiği için şehitlik rütbesini kazanmış, hadîs-i şerîfte geçen “ni’mel-ceyşler: İstanbul fethi seferlerine ka-tılan mutlu askerler” arasına girmiştir.

Hazarda ve seferde sağlığında Peygamber Efendimizi ve aile fertlerini/Ehl-i Beyti’ni tehlikelere karşı korumada çok dikkatli ve duyarlı davranan Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri hakkında Peygamber Efendimiz: “Allahım! Beni tehlikelere karşı korumak üzere titizlenen şu Ebû Eyyûb kulunu sen muhafaza eyle!” diye dua buyurmuştu.

Nitekim bu dua hürmetine onun kabri, tarih boyunca daima bilinir ve tanınır vaziyette kaldı. 1453’te İstanbul fethedildikten sonra Fatih Sultan Mehmed’in önemli işlerinden biri, Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretlerinin kabrinin olduğu yeri belirlemek olmuştur. Bu belirleme çalışmasında devrin ünlü âlim ve mutasavvıfların-dan hocası Akşemseddin Hazretlerinin de manevî desteği görül-müştür.

47

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Tarihî geçmişi itibariyle genel hatlarıyla kabir bilinse de fetih-ten sonra özellikle kabrin bulunduğu yerin yeniden keşfine ve belirlenmesine ihtiyaç vardı.

Dolayısıyla belirlenir belirlenmez, hemen üzerine bir türbe, yanına bir cami yapıldı ve vakıflar tesis edilerek türbe civarı Fatih tarafından imar edildi. Şehrin iç mahallelerinde boşalan Rum evleri varken

Anadolu’dan gelen insanımız, ashâb-ı kirâma olan muhabbetinin bir belirtisi olarak Sevgili Peygamberimizin bu seçkin sahabîsine komşu olabilmek için civarında bir arsa üzerine mütevazı bir ev yapmayı tercih etmiştir.

Efendimiz Hazretlerinin müjdelediği diyarlara fetih rüzgârını es-tirdiği ve kendisinden sonraki tüm İstanbul seferlerini etkilediği için Ebû Eyyûb el-Ensâri Hazretleri, her zaman çok sevilmiştir.

Bu sebeple türbesi her zaman pek çok ziyaretçinin uğrayıp zi-yaret ettiği bir yer olmuştur.

Yüce Allah, ruhunu şâd eylesin ve onun Efendimiz Hazretle-rine beslediği samimi muhabbetin benzerini bizlere ve nesilleri-mize nasip eylesin!

Medineliler, diğer muhâcirlerle birlikte Peygamber Efendimizi bağırlarına bastılar, onun çevresinde bütünleştiler. İslâm’ın yayı-lışı amacıyla Allah rızası için evini barkını terk ederek göç eden müslümanlara destek oldular. Bu sebeple Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de Medineli müslümanlara, “Ensâr: Yardımcılar” adını vermiştir. (Bk. Enfâl, 8/72, 74; Haşr, 59/9)

Medine’de İlk YıllarÎsar ve İhsan Gönüllü Aziz Genç!

Peygamber Efendimiz hicretten hemen sonra muhâcirlerle ensâr arasında feragat, fedakârlık, cömertlik, ihsan ve îsar

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

48

(gönülden iyilik ve kendisi muhtaç bile olsa din kardeşinin ih-tiyacını karşılamaya öncelik verme) esasları üzerinde kardeşlik kurdu ve aralarında samimi bir yardımlaşmayı, birlik-beraberlikle bütünleşmeyi başlattı.

Böylece, söz konusu yardımlaşmaya manevî bir boyut kazan-dırdı ve bu yeni oluşum sırasında doğabilecek psikolojik sıkıntı-ların önüne geçmiş oldu.

Muhâcirler de Mekke’de yaşayıp edindikleri dinî tecrübelerini kardeşleri olan ensâra aktarmak imkânına kavuştular.

Öyle bir eğitici hareket gelişti ki, ensâr hazretleri:• Bu kardeşliğin oluşturduğu verimli ortamda mal varlık-

larının yarısını muhâcir kardeşlerine vermek istemişler-dir.

• Birtakım ganimet ve gelirlerin taksiminde muhâcir kar-deşlerini öncelemişlerdir (îsar).

• Bu süreçte hurma bahçelerindeki muhâcir hisselerinin sona ermesi teklifini de geri çevirmişlerdir.

• Muhâcir kardeşler kendilerini geçindirebilecek ekono-mik düzeye gelinceye kadar ganimetlerden hisse alma-mışlardır.

• Aynı zamanda kendi bahçelerinin gelirinden onları ya-rarlandırarak malî bakımdan çok büyük bir fedakârlık yapmışlardır.

Onlar arasında kendileri muhtaç olsa da muhâcirlerin ihtiyacını önceleyen îsar sahibi kimseler çıkmış ve bu sebeple ensâr-ı kirâm, Allah Teâlâ Hazretleri tarafından âyet-i kerimelerde, Sevgili Pey-gamberimiz tarafından da hadîs-i şerîflerde çok övülmüştür.

Ensârın bu cömertliğine karşılık muhâcirler de emeksiz yar-dım yerine, hurma bahçelerinde çalışmak suretiyle emeklerinin karşılığı olarak hisse almayı tercih etmişler ve borç alarak çarşı

49

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

pazarda yaptıkları esnaflık ve ticaretle makul bir sürede kendi ev-lerini alın teriyle geçindirebilir duruma gelmişlerdir.

Dolayısıyla ensâr-muhâcirûn kardeşliğinin oluşturduğu verim-li ortamda kısa sürede çarşı-pazar kurularak muhâcirlerin kendi el emekleriyle geçimlerini sağlamaları gerçekleşti.

Böylece, şehrin ekonomik hayatında müslümanların yararına çok olumlu bir gelişme ortaya çıktı.

Gönlü Mescidlere Bağlı Değerli Genç!

Aynı yıl içinde Peygamber Efendimiz, Kuba’da “temeli takva üzere atılan ilk mescid” (Bk. Tevbe, 9/108) olarak tarihe geçen Ku-ba Mescidi’nden sonra Medine’de Mescid-i Nebî’nin yapımını plânladı ve gerçekleştirdi.

Çünkü mescidler/camiler, şiar (sembol ve büyük bir değer) olması itibariyle İslâm’ın yayılmasında, güçlenmesinde, toplumda dayanışmanın artmasında önemli bir yere sahiptir.

Bu münasebetle Sevgili Peygamberimiz, düşman takibinden kurtularak İslâm toplumunun başına özgürce geçişinin ilk yılın-da günümüzde de tüm Müslümanlar için tarihî önem taşıyan iki mescidin/caminin (Mescid-i Kuba ve Mescid-i Nebî) yapımını plânlamış ve yapım esnasında arkadaşlarıyla birlikte bir işçi gibi bizzat çalışmıştır.

Ayrıca Sevgili Peygamberimiz, Allah rızası için bir mescit yaptı-rana cennette bir köşk ihsan edileceğini, camilerle yakından ilgilenen ve cemâate devam eden müminlerin hiçbir gölgenin bulunmadığı mahşer gününde Allah tarafından gölgelendirileceğini müjdelemiş, caminin temizliği ve aydınlatılması başta olmak üzere herhangi bir şekilde camilere katkı yapanlara “dünyada mutluluğu ve huzuru ya-kalayarak gönüllerinin aydınlık olması, öldükten sonra da kabirleri-nin nurlanması ve öteki dünya bahtiyarlığı için” dua etmiştir.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

50

Selâmı Aziz Bilen Selâm Veren Verilen Selâmı Daha Güzeliyle Alan Aziz Evlât!

“Selâmın, selâmlaşmanın yayılması, verilen selâmın benzeri veya daha güzeliyle/ziyadesiyle alınması, açların doyurulması, muhtaçların ihtiyaçlarının karşılanması, akraba ve komşularla iliş-kilerin sıkılaştırılması ve geceleyin namaz kılınması” gibi husus-lar, Sevgili Peygamberimizin hicretten hemen sonra müslüman-lardan istediği öncelikli tutum ve davranışlar arasındadır.

Efendimizin bu tavsiyeleri, müslüman toplumların ayakta durması ve gelişmesinin sağlıklı biçimde devamı için her zaman önemli sayılır.

Söz konusu öğütlerin, hicretten hemen sonra muhâcirlerin şehre uyum çalışmalarının yürütüldüğü bir dönemde söylenmesi ayrıca önem taşımaktadır.

Diğer yandan bu nasihatlerin Medine’nin yerlisi olan Evs ile Hazrec’in aralarındaki geçmişe dönük düşmanlığın sonlanması-nın beklendiği bir ortamda ifade edilmesi, meseleyi daha da an-lamlı kılmaktadır. Çünkü selâmlaşma, muhtaçların doyurulması ve sıla-i rahmin gözetilerek yakınlar ve komşular arası ziyaretleş-melerin yürütülmesi, hep toplumsal içerikli isteklerdir.

Geceleyin kılınan namaz ise bizi Yüce Allah’a yakınlaştıran, olgunluğa gidişi hızlandıran, gün boyu yapıp ettiklerimizi gözden geçirme fırsatı veren, dinlenmiş saf bir zihinle hatalarımızdan kurtulma azmini canlandıran, eksiklerimizi fark ettiren, iyilikle-rimizi artırma ümidini yeşerten yardımcı bir unsurdur, bir ince ayardır, bir düzenleyicidir, bir yürüyüştür.

Muhâcirûn ve Ensârın Ortak ÖzellikleriMuhâcirlerin ve Ensârın Yolundan Gitmeyi Ödev Bilen Aziz Can! Değerli Genç!

Ne dersin? Burada küçük bir ayrıntıya girerek Medine İslâm toplumunun omurgasını oluşturan ve kıyamete kadar gelecek

51

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

müslüman nesillerin izinde olduğu Sevgili Peygamberimizin aziz öğrencileri ensâr ve muhâcirlerin ortak özellikleri üzerinde biraz düşünelim mi?

Evet… Düşünsek iyi olur… Çünkü bunlar Peygamber Efen-dimizin örnek ahlâkını gözlemlemişler, tanık olmuşlar, benimse-mişler, yaşamışlar ve bize aktarmışlardır.

Bunlar, Efendimizin yetiştirdiği Asr-ı Saâdet neslidir ve kıya-mete kadar gelecek tüm müslümanlar için örnektir.İşte onların ortak özelliklerinden bir demet:• Yüce Allah’a, sağlam-güçlü-metin îmanları vardı; O’na

tevekkül ve teslimiyetleri tamdı. Hayırlı bir işe giriştik-lerinde işin niteliğine uygun olarak ellerinden gelen tüm çabayı gösterirler ve buna paralel olarak başarı için içten-likle Allah’a dua ve tevekkül ederlerdi.

• Peygamber Efendimize sevgi, saygı ve bağlılıkları tamdı. Onlar, Sevgili Peygamberimizi canlarından, mallarından, evlâtlarından ve dünyada sahip oldukları her şeyden daha çok severlerdi, onun her işaretini, yerine getirilme-si gereken bir emir telakki ederlerdi, “Anam babam sana feda olsun ey Allah’ın Resûlü!” ifadesi, onların Efendi-mize bağlılık ve itaatlerini yansıtan bir seslenişti.

• Allah’ın emirlerini yerine getirme, yasaklarından kaçın-ma hususunda titiz davranırlar, Peygamber Efendimizin güzel ahlâkını örnek alırlar ve kendileri de güzel ahlâkın örneklerini verirlerdi.

• Mesleklerinde bilgili, becerikli ve donanımlı insanlardı.• Dostluk ve sohbete eğilimli, hoşgörülü, barış duygula-

rıyla dolu bir gönül dünyasına sahip idiler. • Her iki zümre (muhâcirler ve ensâr), selâm veren, veri-

len selâma benzeri veya daha güzeliyle cevap veren kar-

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

52

şılıklı adım atmaya hazır, dost gönüllü ülfet ehli insanlar-dı; kendileriyle kolayca bir araya gelinebilir ve ortak bir hizmet yürütülebilirdi, herhangi bir hizmet söz konusu olduğunda hayır demezler, pekâlâ diyerek hizmetin bir tarafından tutarlardı.

• Muhâcirler de ensâr da rehber ve önder nitelikli olgun şahsiyetlerdi, irşad ehli idiler; kendileri, önerilen doğru-ları kabule ve gereğince davranmaya eğilimli oldukları gibi herkese hak yolu, doğru yolu gösterirler ve bu yolda örnek olurlardı.

• Muhâcirler ve ensâr arasındaki komşuluk ilişkileri çok sağ-lamdı. Onlar, Sevgili Peygamberimizden öğrenmişlerdi ki, komşuyu rahatsız etmek, kişiye cenneti kaybettirecek bir günahtı, komşusu açken aldırışsız davranarak ilgisiz kal-mak da iman zayıflığını gösterirdi. Demek ki, iyi komşuluk cennetlik bir davranıştı ve onlar iyi komşu idiler.

• Muhâcirler ile ensâr arasında iş münasebetleri, alışveriş, ticarî ortaklıklar sağlamdı; işlerini, doğruluk, dürüstlük ve güvenilirlik ölçülerine göre yaparlardı. Çalışma ha-yatının kurallarına uyarlar, helâl-haram ölçülerine dik-kat ederler, işin durumuna göre göz nuru ve el emeğini esirgemezlerdi. Çalışanın hakkını günün şartlarına göre doğrulukla öderlerdi.

• Her alanda olduğu gibi iş hayatında da temizliğe dikkat ederler, çevreyi kirletmekten kaçınırlar, her zaman, her mekân ve her işte estetiği gözetirlerdi.

• Muhâcirler de ensâr da bir bedenin organlarının bir-birinden etkilenmesi, bir binanın tuğlalarının birbirini sağlamca tutması gibi birlik-beraberlik düşüncesini gö-nüllerinde ilke edinmişler ve bu düşünceyi davranışa dönüştürmüşlerdi. Samimi bir dayanışma içindeydiler, iç

53

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

barışı ve toplum huzurunu bozacak hareketlerden uzak dururlardı, elleriyle, dilleriyle ve başka yollarla kimseye zarar vermezlerdi.

• Muhâcirler de ensâr da güler yüzlü idiler; katılık, düş-manlık ve kindarlık duygularından uzaktılar.

Muhâcirlerin ve Ensârın Ahlâk İlkelerine Hayran Kalan-Gıpta Eden Aziz Evlât!

Peygamber Efendimizin muhâcirleri ve ensârı ortaklaşa kap-sayan müjdeleri, iltifatları ve değerlendirmeleri pek çoktur.

Hizmetteki samimiyetleri ve can bedenden çıkıncaya kadar bu doğrultuda müdavemetleri (samimi hizmetlerinde, dinî duyarlı-lıklarında devamlılıkları) sebebiyle muhâcirler ve ensâr, gerçekten de takdirle anılmayı hak etmişlerdir.

Nitekim Yüce Allah Kur’ân’da, Rahmet Peygamberi Efendimiz Hazretleri de hadîs-i şerîflerinde her hayırlı hizmete varım diyen bu kutlu nesilleri hamiyet ve gayretleri sebebiyle övmüştür. Sevgi-li Peygamberimiz bu kutlu nesiller hakkında şöyle dua ediyordu: “Gerçek hayat âhiret hayatıdır. Allah’ım! Sen, ensâr ve muhâcirlere iyilik ihsan eyle, merhamet buyur, mağfiretine eriştir!”

Kıblenin Belirlenmesi ve Şiar/Sembol Olarak Müslümanlar İçin Taşıdığı Önem

Her Namazda Kıblemize/Kâ’be’ye Yönelen Aziz Evlât!

2 (624) yılında Müslümanlar için iki önemli gelişme oldu: Bunlardan biri, kıblenin değiş mesi (Kâ’be-i Muazzama’nın kıble oluşu), ikincisi, cihâda izin verilmesidir. Geliniz şimdi bu konu-daki gelişmeleri birlikte okuyalım:

Peygamber Efendimiz, önceleri namazlarını Kudüs’e yöne-lerek kılıyordu. Çünkü o zaman Kâ’be’nin içi de dışı da putlarla

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

54

dolu idi, Mekke’nin ve dolayısıyla siyasî bakımdan Kâ’be’nin hâkimi de müşriklerdi.

Ama aradan hayli zaman geçmiş, şartlarda müslümanların lehine olabilecek gelişmeler yaşanmıştı. Akabe biatleri ve peşin-den hicret gerçekleşmiş, Sevgili Peygamberimizin önderliğinde Medine’de siyâsî yapılanma planlanmış, böylece müslümanlar kendi başlarına karar verebilecek ve gündemi belirleyebilecek du-ruma gelmişlerdi.

Bu durumda Peygamber Efendimiz Kâ’be’yi putlardan temiz-lemek istiyor, Hazreti İbrahim devrindeki tevhid kimliğine bü-ründürme arzusunu taşıyor ve bu arzuyu bir ideal hâlinde ashâb-ı kirama da yansıtıyordu.

Dolayısıyla sadece Efendimiz değil, bütün müslümanlar, bu yeni oluşum ve gelişime paralel olarak -ezan beklentisinde oldu-ğu gibi- Kâ’be-i Muazzama’nın kıble olması beklentisine de gir-miş bulunuyorlardı.

Yürekler buna kilitlenmişti. Böyle bir gelişme, İslâm dini ve müslümanlar için çok önemli

bir şiar, bir sembol olacak, müslümanlığın gücünü ve müslüman-ların kendilerine güvenini artıracaktı.

Bu beklenti fazla sürmedi. Yaklaşık 2 (624) yılı ortalarında hicretten on altı ay sonra indi-

rilen âyetle kıblenin Ka’be olduğu bildirildi ki, meâlen şöyledir: “… (Ey Muhammed) yüzünü Mescid-i Haram’a doğru çevir!

Ey Mü’minler, bulunduğunuz yerde siz de yüzlerinizi o yö ne çe-virin.” (Bakara, 2/144)

Peygamber Efendimiz bu sırada Benî Seleme mescidinde öğle namazı kıldırıyordu.

Bu âyet namaz esnasında geldiği için Peygamber Efendimiz hemen yüz seksen derecelik bir dönüşle yönünü Kudüs’teki Beytü’l-Makdis’ten Mekke’deki Mescid-i Harama çevirdi.

55

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Cemâat da bunu fark ederek Peygamberimizi takip etti. Bu münasebetle namaz esnasında kıble değişikliğini bildi-

ren âyetin nâzil olduğu Benî Seleme Mescidi, İslâm tarihinde “Mescid-i Kıbleteyn: İki kıbleli Mescid” diye anılmıştır.

Kıble ile ilgili bu âyetin gelişi yahudîleri çok rahatsız etti. Çün-kü kıble önemli bir semboldü, daha evvel Kudüs’e dönülmesi onları teselli ediyordu. Muhammed ümmetinin her gün yeni bir şiar (sembol) ile kuvvet kazandığını gören yahudiler, fitneleri ni artırdılar. Bu konuda düşünceleri zayıf olanların kafalarını karış-tıracak dedikodu çıkardılar.

Bu dedikodulara münafıklar da iştirak ettiler, gönlüne İslâm inancı yeterince yerleşmemiş olan bazı kişiler ise fitnecilerin etki-sinde kaldılar, kafaları karıştı.

Esasında Kâ’be’nin müslümanlar için kıble olarak Yüce Allah tarafından belirlenmesi, Allah’a ve Resûlü’ne yürekten bağlı olan-larla şekilde müslüman görünüp içten münafık olanlar arasında bir ayıraç vazifesi görecekti.

Bu anlamda Yüce Allah, müslümanlar için önemli bir gelişme olan kıbleyi, hak yolda sebat edeceklerle cayacakları ayırt eden bir ölçek yaptı, kafa karıştıran bu fitneci ve bozgunculara cevap olarak da âyetler indirdi.

Bu âyetler samimi müslümanları rahatlattı ve imanlarını bir kat daha kuvvetlendirdi. (Bk. Bakara, 2/142-144)

Bunun gibi gerek Medine ve çevresindeki yahudilerin, gerekse şeklen müslüman gibi görünseler de kalpten inanmayan müna-fıkların ortaklaşa yürüttükleri fitne ve dedikodulara cevap olarak Cenâb-ı Hak tarafından “iyi ve doğru” kavramları üzerinde açık-lamalar indirildi:

“Yüzlerinizi doğudan veya batıdan yana çevirmeniz erdem-lilik değildir. Asıl erdemli kişi Allah’a, âhiret gününe, meleklere,

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

56

kitaba, peygamberlere iman eden; sevdiği maldan yakınlara, ye-timlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgür-lüğünü kaybetmiş olanlara harcayan; namazı kılıp zekâtı verendir. Böyleleri anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hasta-lıkta ve savaş zamanında sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır ve işte takvâ sahipleri bunlardır.” (Bakara, 2/177)

Cihâda İzin Verilmesi ve Peygamber Efendimizin Savaşları

Din Kardeşliği Bağıyla Müslümanları Kardeş Bilen Aziz Can!

Hicretten sonra İslâm toplumu Medine’de birlik ve beraber-liğini kurdu; ekonomi dâhil her sahada ortaya koyduğu üretken-likle büyüyüp gelişti.

Bu durum, içte yahûdî ve münâfıkları, dışta da Mekkeli müş-rikleri tedirgin ediyordu.

Medineli müslümanlar, her an bir tehdit ve tehlike ile yüz yü-ze idi. İşte bu esnada 2 (624) yılında cihada izin veren âyetler nâzil

oldu: “Kendilerine savaş açılan Müslümanlara, zulme uğramaları

sebebiyle cihad için izin verildi…” (Hacc, 22/39)

“Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın…” (Bakara, 2/190)

Bu âyetler nâzil olduktan sonra Peygamber Efendimiz bir dizi tedbir aldı. Medine civarındaki kabileler ile saldırmazlık anlaşma-ları imzaladı. Mekke-Şam ticaret yolunu denetlemek için gerekli yerlere seriyyeler (küçük askerî birlikler) gönderdi.

Öte yandan müşrikler, müslümanların giderek daha da bü-yümesinden endişeye kapıldılar. Bu nedenle Yarımada’daki tüm İslâm düşmanlarıyla işbirliği yaparak daha da güçlenmeden, müs-lümanları tarihten silmek istediler.

57

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Bunun sonucu olarak müşriklerle müslümanlar arasında Be-dir (2/624), Uhud (3/625), Benî Mustalik-Müreysî (5/626-627), Hendek (5/627) savaşları oldu.

Bu savaşların her birinde müşrikler, müslümanlara karşı hak-sız yere acımasızca saldırıyorlardı, ellerinden gelse müslümanları bir kaşık suda boğacaklardı.

Ancak Sevgili Peygamberimizin etrafında derin bir sorumlu-luk anlayışı, üstün bir görev bilinciyle bütünleşen müslümanlar, bu savaşlarda şehit vermiş olsalar da Mekkeli müşriklere karşı gözle görülen bir üstünlük sağladılar.

Nihayet müşrikler, bütün Yarımada’yı arkasına alarak o günkü şartlarda on bin kişilik dev gibi bir ordu ile Medine önlerine gel-diler ve müslümanları tarihten silmek istediler.

Müslümanlar, müşriklerin o güne kadar çıkarabildikleri en büyük silahlı gücü Hendek/Ahzab Savaşı’nda temelden sarsma-yı başardı. Çöl müşriklerini ve Hayber Yahudilerini de yanlarına alan Kureyş müşrikleri, hiç beklemedikleri bir yenilgiyle karşı-laştılar. Dolayısıyla Mekkeli müşrikler büyük ümitlerle geldikleri Medine kuşatmasından elleri boş döndüler ve bu sebeple müslü-manlar karşısındaki askerî yenilgiyi kabul ederek ertesi yıl (6/628) anlaşma yapmayı uygun buldular.

Yapılan bu anlaşma İslâm tarihine, “Hudeybiye Musâlehası: Hudeybiye Barış Anlaşması” diye geçti.

Buna göre, iki şehir halkı arasında meydana gelen serbest gidiş gelişler, ilişkilerin yumuşamasına yol açtı. Böylece, hem Mekkeli müşrikler Medine’de yerleşmiş olan müslümanların siyasî varlığı-nı kabul etmiş oldular hem de serbest ziyaretler neticesinde müs-lümanların aile yapısındaki güzel işleyişe, toplumsal ilişkilerdeki dürüstlüğe ve bireysel düzeydeki ahlâkî üstünlüğe tanık oldular.

Böylece, İslâm’a girenlerin sayısında hissedilir bir artış oldu.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

58

Hatta Mekke’nin ileri gelenlerinden Amr b. el-As ve Hâlid b. Ve-lid gibi şöhretli kişiler bile anlaşmanın doğurduğu müsait ortam-da kendiliğinden Medine’ye gelerek Müslüman oldular.

Barış ortamı, İslâm’ın yayılması ve tebliğin daha ötelere ulaş-tırılması hususunda faydalı oldu. Sevgili Peygamberimiz, barışın oluşturduğu olumlu ortamı, komşu devlet hükümdarlarına ve bü-yük Arap kabilelerinin reislerine elçiler-mektuplar göndermek ve onları İslâm’a davet etmekle değerlendirdi.

Barış Duygularıyla Dolu Aziz Can!

Bundan da anlaşılıyor ki, müslümanların yaşamakta olduğu ör-nek hayat, İslâm dinine kendi istekleriyle girenlerin sayısında artış sağlamaktadır. Bu da ancak, bir barış ortamında yaşanabilir.

Bu sebeple şartlar elverişli olduğu sürece sulh/barış, her za-man hayırlıdır.

Dini, Milleti ve Devleti İçin Her Türlü Fedakârlığı Göze Alan Aziz Evlât!

Öteden beri Medine ve çevresinde yerleşmiş olan yahudiler vardı. Sevgili Peygamberimiz, “Benî Kaynuka: Kaynukaoğulla-rı, Benî Nadîr: Nadîroğulları ve Benî Kureyza: Kureyzaoğulları” adını taşıyan bu yahudi kabileleriyle anlaşmalar yaptı, tarihe “Me-dine Sözleşmesi” diye geçen yaklaşık elli dört maddelik bir kanun çıkararak şehri onlarla ortaklaşa paylaşma imkânlarını aradı.

Fakat Peygamber Efendimizin bu iyi niyetine karşı onlar müs-lümanlara cephe aldılar, yapılan anlaşmalara uymadılar; çarşıda, pazarda, sokakta küçük düşürücü sözlerle müslümanlara sataştılar, saldırı düzenlediler, düşmanlıklarını Peygamber Efendimize suikast tertip etme noktasına kadar vardırdılar ve onu öldürmek istediler.

Diğer yandan Hendek muharebesinde Kureyzaoğulları yahu-dileri, müslümanlara ihanet ederek şehri kuşatan düşmanlarla iş

59

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

birliği yaptılar. İşte bu kabil taşkınlıklarından ve anlaşma şartları-na aykırı davranışlarından dolayı yahudiler cezalandırılarak suçun özelliğine göre bir kısmı sürgün edildi, bir kısmı da ölüm ceza-sıyla cezalandırıldı.

Bu arada Yarımada’daki İslâm aleyhtarı güçleri finanse eden, onlara parasal destek veren Hayber yahudileri de 7 (628) yılında etkisiz hâle getirildi.

İslâm’ı Savunma ve Yayma İnancıyla Dipdiri Olan Değerli Genç!

Görüldüğü gibi Sevgili Peygamberimizin kabileler, ülkeler ve farklı din mensuplarıyla ilişkilerde benimsediği temel esas, barış-tır. Ancak karşı taraf barışı bozan düşmanca tavırlar geliştirdikçe; müslümanlara karşı baskı, şiddet ve zulüm yaptıkça Efendimiz Hazretleri de bunların şiddet, baskı ve zulümlerini kaldırmak için askerî seferler düzenlemiştir.

Dolayısıyla hristiyan dünyasının o günkü temsilcileriyle onun arasında meydana gelen savaşlara da baktığımız zaman saldırgan-ların hristiyanlar olduğu rahatça anlaşılabilir.

Zaten tarih bunu tespit etmiş durumdadır. Nitekim müslümanlarla hristiyanlar arasında ilk büyük savaş

olarak tarihe geçen Mûte Savaşının (8/629) sebebi, İslâm elçisi-nin, uluslar arası ilişkilerde doğal bir hak olarak geçerliliği olan dokunulmazlık hakkından yararlandırılmayarak haksız yere öldü-rülmesidir.

Efendimiz Hazretleri, bu durum karşısında bir elçisinin hak-sız yere öldürülmesine ve Medine-İslâm toplumunun uluslar ara-sı haklardan mahrum edilmesine seyirci kalamazdı.

Bu muharebede Sevgili Peygamberimizin çok sevdiği Zeyd b. Hârise, Abdullah b. Revâha ve Cafer b. Ebî Talib Hazretleri şehit düşmüştür.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

60

Daha sonra üst düzey bir istişarî toplantıda alınan karar uya-rınca Hâlid b. Velid Hazretleri Sancağ-ı Şerîfi devralmış ve İslâm ordusunu hezimete uğratmaksızın, vur-kaç taktiğiyle güvenlik içinde Medine’ye ulaştırmıştır.

Bu savaşta üç bin kişilik İslâm ordusu, kendisinin otuz üç katı daha fazla olan yüz bin kişilik hristiyan ordusuyla savaşı kabul-lenme cesaretini göstermiştir.

Dolayısıyla bu süreçte düşmanı yıldıran cesaret ve başarıla-rından dolayı Peygamber Efendimiz Hâlid b. Velid Hazretleri-ne, “Allah’ın kılıcı: Seyfullâh” unvanını vermiş ve savaşın seyrini Mescid-i Nebî’nin minberinden müslümanlara aktarmıştır.

Hicretin sekizinci yılında Mekkeliler Hudeybiye Barış Anlaşması’nın şartlarını çiğnediler. Peygamber Efendimiz, elçi göndererek onları uyardı, ama aldırış etmediler. Askerî güçleri sona erdiği halde gururları onları yanılttı.

Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz on bin kişilik ordusuyla hareket etti ve vaktiyle terk etmeye mecbur bırakıldığı öz yurdu-nu/Mekke’yi 8(630) yılında fethetti.

Gayesi, Kâ’be’deki putları temizlemek, Kâ’be ve civarını Haz-reti İbrahim devrindeki tevhid kimliğine büründürmekti.

Bu sebeple o, intikamcı davranmadı, kin gütmedi. İsteseydi müşriklerin hepsini cezalandırabilirdi. Çünkü onlar, yirmi yılı aş-kın bir zamandan beri müslümanlara karşı yürüttükleri düşmanca davranışlarından dolayı bunu hak etmişlerdi.

Ama o, genel af îlân etti. Güçlü iken affetmek büyüklüğünü gösterdi.

Onun gayesi kin ve intikam değil, Kâ’be-i Muazzama’nın tev-hidle, tekbirle yüceltilmesiydi. Dolayısıyla küçük işlerle kaybede-cek zamanı yoktu.

Nitekim fetih günü bölge putlardan arındırıldıktan sonra

61

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Peygamber Efendimizin müezzini Bilâl-i Habeşî Hazretleri öğle vaktinde Kâ’be damında okuduğu ezanla Mekke semasında tev-hid ve tekbirin üstünlüğünü îlân etmiş oluyordu.

Din, Vatan, Millet Sevgisiyle Gönlü Dolu Aziz Can! Değerli Genç!

Mekke fethini takip eden günlerde müslümanların galibiyetini hazmedemeyen Hevazin kabilesi, büyüklük ve kendini beğen-mişlik duygusuna kapıldı. Böylesine hastalıklı bir psikoloji içinde İslâm’ın bölgedeki hâkimiyetini ve yayılışını önlemek için boşuna bir direnişe yeltendiyse de amacına erişemedi (8/630).

Mekke’nin fethinden kısa bir süre sonra meydana gelen bu sa-vaşta Hevazin kabilesi yenilgiye uğramaktan kurtulamadı.

Sonuçta, başta Hicaz bölgesi olmak üzere Arap Yarımadası’nın her yanında İslâm’ın sesi duyulmuş oldu.

Özellikle, Kâ’be’nin komşuları ve onunla ilgili görevlerin yü-rütücüleri konumunda olan Mekke’deki Kureyş kabilesinin siyasî varlığının sona ermiş ve şehrin müslümanların eline geçmiş ol-ması, Arap Yarımadası’ndaki kabilelerin dikkatini Medine’ye yö-neltti. İnsanlar, Yarımada’da dikkati çeken bu yükselen gücü yani

İslâm’ı tanımak istiyorlardı. Peygamber Efendimiz, Hevazin engelini de aşarak Mekke’den

Medine’ye döndükten sonra Yüzlerce kabile, Medine’ye sözcüler, temsilciler yolladı.

Hey’et, temsilci ve sözcü durumunda Arap Yarımadası’nın çe-şitli bölgelerinden Medine’ye gelenlerden çoğu, müslüman olarak kabilelerine müjdelerle döndüler.

Öte yandan, Bizans’ın, kuzeydeki hristiyan Arapları da yanına alarak Hicaz’a saldıracağı haberi Medine’de yankı buldu. Bizans İmparatorluğu, o yıl Hicaz Bölgesi’nde gözlemlenen mevsimsel

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

62

sıkıntıyı/aşırı sıcakları ve kıtlığı bahane edinerek Medine’yi yerle bir etmek istiyordu. 9 (630)

Tehlikenin büyüklüğünü gören Sevgili Peygamberimiz, sefer-berlik îlân ederek herkesi canıyla malıyla yardıma çağırdı.

Yakıcı, kavurucu sıcakların yaşandığı bir mevsimdi. Şartlar çok ağır görünüyordu.

Bu yüzden bu sefere hazırlanmak önem taşıyordu. Bu süreçte münafıklar her zaman olduğu gibi bozgunculuktan

geri durmamışlar, müslümanları sefere katılmaktan alıkoymak için var güçleriyle çalışmışlardır.

Samimi müslümanlara gelince, onlar da her zaman olduğu gibi canları ve malları ile bir hizmet ve destek yarışına girmişlerdir.

Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Abdurrahman b. Avf, Hazreti Abbas, Hazreti Talha ve Hazre-ti Âsım b. Adiyy gibi pek çok seçkin sahabî, bu seferde askerin hazırlıklarını yapabilmesi için Peygamber Efendimize çok büyük malî destek vermişlerdir.

Hatta bazı müslümanlar iki sepet hurmasının bir sepetini aile bireylerine bırakırken diğerini askere erzak için sunarak bu yar-dım yarışına güçleri ölçüsünde katılmışlardır.

Bu yüzden Tebük Seferi için hazırlanan zor şartların ordusu, bir anlamda İslâm tarihine “Hayırda Yarışanların Ordusu” diye geçmiştir.

Bu arada, sefere katılmak için kararlı oldukları halde binek hayvanı bulamadıkları için ağlayarak savaştan geri kalanlar olmuş-tur ki, Peygamber Efendimiz bu zatların, sefere katılabilenlerin elde ettiği sevaba ortak olduklarını müjdelemiştir.

Az sayıda birkaç müslüman ise sefere katılabilecek imkânlara sahip oldukları halde seferden geri durmanın cezası olarak sosyal boykota maruz kalmışlar, tövbelerinin kabul edildiğini

63

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

bildiren âyet gelinceye kadar elli gün ızdırap gözyaşı dökmüş-lerdir. (Bk.Tevbe, 9/117-119)

Sonuç olarak şartların tüm zorluğuna rağmen Peygamber Efendimiz otuz bin kişilik büyük bir ordu ile Tebük’e kadar git-miş, düşman ise bu durum karşısında cephede görünmemeyi tercih etmiştir.

Böylece, Efendimiz Hazretleri, ölümünden önceki bu son se-ferinden zafer, sevinç ve manevî coşku içinde dönmüş, elde ettiği başarı için Cenâb-ı Hakk’a şükretmiştir. 9 (630)

Gösterişten ve İkiyüzlülükten Şeytandan Kaçar Gibi Kaçınan Değerli Can!

Bu süreçte cereyan eden ilginç bir gelişmeye de kısaca değin-memiz gerekir.

Tebük Seferi öncesinde bazı münafıklar, mahallelerindeki yaş-lıların Mescid-i Kubâ ve Mescid-i Nebî’ye mesafenin uzak olma-sı dolayısıyla cemâate katılamadıkları için üzüldüklerini gerekçe sayarak bir bina yapmışlar ve mescid olarak ibadete açılması için Peygamber Efendimize başvurmuşlardı. Efendimiz Hazretleri, onlara isteklerinin ancak sefer dönüşü mümkün olabileceğini bil-dirmişti.

Dönüşte Tevbe Sûresi’nin 107, 108 ve 109. âyetleri nâzil olun-ca durum değişti. Çünkü bu âyetlerde “Allah ve Peygamber düş-manlarına istihbarat toplayarak gözcülük yapmak, müslümanlar arasında fitne çıkarmak amacıyla münafıklar tarafından yapıl-mış olan bu binada asla namaza durmaması” Peygamberimize hatırlatılıyor, buna karşılık “temeli takva üzere kurulmuş olan Mescid-i Kubâ ve Mescid-i Nebî’de namaz kılmasının daha uy-gun olacağı” belirtiliyordu.

Bu âyetler geldikten sonra Peygamber Efendimiz birkaç ki-şiyi görevlendirmek suretiyle müslümanlar aleyhine fitnelerin

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

64

tezgâhlanması amacıyla münafıklarca yapılmış olan bu binayı yıktırdı.

Yıkılan bu bina, münafıklar tarafından müslümanlara za-rar vermek için yapılmış olması dolayısıyla İslâm tarihine, -ilgili âyette yer aldığı biçimde- “Mescid-i Dırar” diye geçmiştir. (Bk. Tev-

be, 9/107)

Veda Haccı-Veda HutbesiHer Zaman İyiliğe İstekli Aziz Evlât!

Peygamber Efendimiz, İslâm’ın öngördüğü hac esaslarının öğretilmesiyle 9 (631) yılında Hazreti Ebû Bekir’i görevlendirdi. Aynı yıl hac mevsiminde Hazreti Ali de Berâe yani Yüce Allah’ın müşriklere son uyarılarını ve kendilerine verilen süreyi hatırlatan, süre dolduktan sonra da oralarda barınamayacaklarını ve câhiliye geleneklerine göre Kâ’be’yi tavaf edemeyeceklerini bildiren âyetleri duyurmakla görevlendirildi.

Bu süre içinde müslüman olanlar ise İslâm hac usulüne göre Kâ’be’yi ziyarete gelebileceklerdi.

Bundan bir yıl sonra Peygamber Efendimiz yüz bini aşkın müslümanla birlikte hac farîzasını yerine getirdi. 10 (632) yılın-da yapılan bu hac, Peygamber Efendimizin bu denli çok sayıda müslümanla son kez bir arada bulunması ve onlarla vedalaşması sebebiyle İslâm tarihine “Veda Haccı” diye geçmiştir.

Peygamber Efendimiz bu hacta İslâmî hac esaslarını teorik plânda anlatmış ve pratik olarak da göstermiştir.

Arife günü Arafat’ta îrat ettiği Veda Hutbesi’nde Sevgili Pey-gamberimiz İslâm’ın hayata getirdiği değerleri özetlemiş, ana hat-larıyla İslâm düşüncesini bir kez daha yüz binleri aşan kitlelere aktarmıştır.

65

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Veda Hutbesi, İslâm dininin toplum hayatına ve insanlığa ge-tirdiği değerlerin bir özeti sayılır. Bu sebeple Veda Hutbesi met-nini tekrar tekrar okuyup, üzerinde düşünmemiz gerekir.

Peygamber Efendimiz Veda Haccında Zilhicce’nin dokuzun-cu günü Arafat’ta kendisi için hazırlanan Nemire’deki çadırına in-di. Güneş, zeval noktasından batıya meylet meye başladığı sırada çadırından çıkarak Kasva adlı devesine bindi. Arafat vadisinin or-tasına geldi. Burada mahiyeti itibariyle bütün insanlığı kapsayan ünlü hutbesini irâd buyurdu.

Hut beye başlamadan önce halkın sükûneti sağlandı. Konuş-manın herkes tarafından anlaşılabilmesi için cümleleri tekrarla-mak üzere gür sesli kişiler uygun mesafelere yerleştirilerek o gün-kü şartlarda bir ses düzeni kuruldu.

Sevgili Peygamberimizin 9 Zilhicce 10 (8 Mart 632) günü sayıları yüz bini aşan Müslümana irat edip, sonraki nesillere ak-tarılması için emanet ettiği bu özlü ve etkili konuş manın metni şöyledir:

– Allah’a hamd ve senâlar olsun! O’nu över, O’nun yardımını dileriz, O’nun affını isteriz. Biz O’na dö neceğiz. Nefislerimizin hatalarından, fiillerimizin (yaptığımız işlerin) kötülüklerinden bizi korumasını O’ndan dileriz.

Allah’ın hidâyete erdirdiğini/doğru yola yürüttüğünü kimse saptıramaz, O’nun saptırdığını da kimse doğru yola getiremez.

Allah’tan başka hiçbir ilâh bulunmadığına şehâdet ederim ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve resûlüdür.

Nefislerimizin fenalıklarından ve kötü amellerimizden (İslâm’a aykırı-kötü tutum ve davranışlardan) O’na sığınırız.

Ey Allah’ın Kul ları! Allah’tan korkmanızı ve O’na itaat üzere olmanızı vasiyet ede-

rim.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

66

Ey İnsanlar! Sözlerimi dikkatle dinleyi niz! Çünkü bu seneden sonra bir da-

ha si zinle burada tekrar buluşup buluşmayaca ğımı bilmiyorum.Ey İnsanlar! Bu günün, ne günü oldu ğunu biliyor musunuz? Bugün kurban

bay ramıdır. Bu ayın, hangi ay olduğunu biliyor musunuz? Bu ay, mukad-

des Zilhicce ayıdır. Bu memleketin, hangi yer olduğunu bi liyor musunuz? Burası,

Belde-i Haram’dır (Hürmetli Beldedir). Biliniz ki, bu ayda, bugünde ve bu yerde fenalık yapmak, kan

dökmek haramdır. Öyle ise iyi biliniz ki, siz Allah’ın huzuruna çıkıncaya kadar

canlarınız, mallarınız, ırz larınız, bu mukaddes gün, bu mukaddes ay ve bu mukaddes memleket gibi aranız da mukaddes ve bunlara saldırı haram dır.

Sakın benden sonra sapıtarak birbirini zin boynunu vurmayınız.Biliniz ki, bir gün Allah’ın huzuruna çı kacaksınız, O da sizi

bütün işledikleriniz den sorguya çekecektir. Bunu hatırınızdan çı-karmayınız.

Hiçbir vebali, başka bir kim se yüklenmez. Her suçlu, ken-di suçundan sorumludur. Hiçbir suçlunun işlediği suç, evlâdını kapsamaz.

Ey İnsanlar! Câhiliyeye ait olan her şe yi, bugün çiğniyorum, onların hepsi

mülga dır (iptal edilmiştir, kaldırılmıştır). Kendisinde, başkasına ait bir emanet olanlar, o emaneti yeri-

ne versinler. İyi bili niz ki, faiz haram kılınmıştır. Câhiliye dev rinin faizleri

67

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

mülgadır (iptal edilmiştir). Borçlular, alacaklıla rına, ancak aldık-ları parayı vereceklerdir. İlk ortadan kaldırdığım fa iz, amcam Abbas’ın faizidir. Bu işlem, ön ce onun verdiği paralar için uygulana caktır.

Câhiliye günlerinde dökülen kan da vaları, tamamıyla yasak edilmiştir. İlk orta dan kaldırılan kan davası, Haris oğlu Rebîa’nın kan davasıdır.

Ey İnsanlar!Bugün şeytan sizin mem leketinizde yeniden nüfuzunu ku-

rabilmek (hükmünü yürütebilmek-geçerliliğini sürdürebilmek) ümidini kaybetmiştir. Lâkin siz, önemsiz sandığınız bir şeyde şey-tana uyarsanız, onu sevindirmiş olursunuz. Öyle ise din işlerinde böyle bir şeyden sakınınız.

Ey İnsanlar! Sizin, kadınlarınız üzerin de haklarınız, kadınlarınızın da sizin

üzeri nizde hakları vardır. Kadınlar, size, Allah’ ın bir emanetidir. Onlara nezaketle dav ranınız. Ne siz, ne de onlar, başkalarını ya-taklarınıza almamalısınız! İzniniz ol madıkça, istemediğiniz bir kimseyi evinize sokamazlar. Bir kadının, kocasının izni ol madıkça onun malından bir şeyi başka sına vermesi caiz değildir.

Hizmetçilere de iyi davranınız. Onlara kendi yediğinizden ye-dirmeğe, giydiğinizden giydirmeğe çalı şınız.

Ey İnsanlar! Muhakkak ki, Rabbiniz birdir, babanız birdir. Hepiniz

Âdem’densi niz, Âdem de topraktandır. Hiç kimsenin, başkaları üzerine üstünlüğü yoktur. Şeref ve üs-

tünlük, ancak faziletledir. Bu sebeple bütün müslümanlar birbiri-nin kardeşi dir; hepiniz müşterek bir kardeşliğin üyele risiniz.

Birinize ait olan bir şey, gönlünüzün rızası olmadıkça (siz iste-medikçe), başkası için helâl olmaz.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

68

Zulüm yapmaktan kendinizi koruyunuz. Halkın haklarını zu-lümle almayınız, onla rın haklarını gasbetmeyiniz.

Benden sonra kâfirlerin yaptığı gibi, sakın birbirinizle bo-ğuşmayınız.

Size bir şey bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarılırsanız asla dalâlete (sapıklığa) düş mez ve yolunuzu şaşırmazsınız. İşte o şey, Allah’ın kitabı Kur’ân’dır.

Ey İnsanlar! İfrattan (aşırı gitmekten-aşırılıktan) sakınınız. Sizden önceki

millet lerin helâk olmalarının (harap olmalarının-yok olmalarının) sebebi, dinde ifrat ları (aşırılıkları) idi.

Haccın usûllerini benden öğre niniz. Kesin olarak bilmiyorum ama belki bu seneden sonra bir daha haccedemem. Rabbinize iba-det ediniz; beş vakit na mazınızı kılınız. Oruç ayında, orucunuzu tutunuz. Emirlerime itaat ediniz ki, Allah’ın Cennetine giresiniz.

Peygamber Efendimiz, hutbesini tamamladık tan sonra tebliğ (İslâm’ı insanlara duyurma, ulaştırma) görevini hakkıyla yaptı-ğına dair ashâbın tasdikine (doğruluğunu onaylamasına) baş-vurdu. Ashâb-ı Kiram: “Yemin ederiz ki, tebliğ ettin ey Allah’ın Resûlü!” deyince, Sevgili Peygamberimiz,“Şahit ol Yâ Râb!” di-yerek Cenâb-ı Hakk’ın şâhitliğine sığındı.

Peygamber Efendimizin Vefatı Gönlü Peygamber Muhabbetiyle Çarpan Değerli Genç!

Peygamber Efendimiz hac ibadetini tamamladı. Medine’ye döndükten sonra Uhud şehitlerini ve Cennetü’l-bakî’deki kabirle-ri ziyaret etti, oralarda yatan müslümanların Yüce Allah’ın affına erişmeleri için dua etti.

O günlerde rahatsızlandı, bu rahatsızlık daha sonra hastalığa

69

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

dönüştü. Hastalığının ilk günlerinde Mescid-i Nebî’de müslü-manlara namaz kıldırabiliyor ve sohbet edebiliyordu.

Hastalığının ikinci safhasında ancak Hazreti Ali ve Hazreti Üsâme b. Zeyd gibi zatların desteğiyle evinden mihraba gitmeye, namazı kıldırdıktan sonra aynı şekilde evine dönmeye başladı. Bu durum, hastalığının arttığını gösteriyordu.

En son, Hazreti Âişe’nin odasında iken hastalığı iyice ağırlaş-tı ve namaz kıldırmaya gidemez oldu. O günden itibaren Sevgili Peygamberimizin isteği üzerine, ölünceye kadar namazları Haz-reti Ebû Bekir kıldırdı. Bu şekilde Hazreti Ebû Bekir’in kıldırdığı namaz on yedi vakte ulaştı.

Büyüklerin Nasîhatini Can Kulağıyla Dinleyen Aziz Evlât!

Peygamber Efendimiz ölümünden önceki son günlerinde müslümanlara nasihat etmiştir. İstersen, Efendimiz Hazretlerinin son nasihatlarını birlikte okuyalım:

“Ashâbım! İlk muhâcirlere hürmet etmenizi vasiyet ederim. Bütün muhâcirler de birbirlerine haklı ve hayırlı olsunlar.”

“Her iş Yüce Allah’ın izniyle cereyan eder.”“Allah’ın iznine ve iradesine üstün gelmeye çalışanlar en so-

nunda yenilgiye uğrarlar. Allah’ı aldatmak isteyenler ergeç alda-nırlar.”

“Ey insanlar! Peygamberinizin öleceğini düşünüp de telâşa kapıldığınızı duydum. Hangi Peygamber gönderildiği ümmet ara-sında ebedî kalmıştır ki, ben de kalayım!”

“Biliniz ki ben Rabbime kavuşacağım ve aranızda bunu en çok hak etmiş olanınızım.”

“Yine biliniz ki, siz de bana kavuşacaksınız. Buluşacağımız yer de Kevser havuzunun kenarıdır. Orada benimle buluşmak iste-yenler, ellerini, dillerini günahlardan çeksinler!”

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

70

“Ey muhâcirler! Size, ensâra iyi davranmanızı vasiyet ede-rim. Zira onlar, size iyilik ettiler, evlerinde sizi misafir ettiler, geçim sıkıntısı çektikleri halde sizleri kendi nefisleri üzerine tercih ederek mallarına ortak yaptılar. Bu münasebetle aranız-dan hanginiz ensâr üzerine hâkim olursa onları koruyup gözet-sin, içlerinden kusur edenler olursa af ile davransın!”

“Ey müslümanlar! Her kimin sırtına vurmuş isem, işte sır-tım, gelsin vursun, her kimin alacağı varsa gelip benden iste-sin!”

“Ey insanlar! İçinizden borçlu olan varsa derhal ödesin. Hakir düşerim korkusuyla bunu yapmaktan çekinmesin! Zira âhirettekine göre dünyadakinin önemi yoktur.”

“Ey insanlar! Peygamberlerinin kabirlerini tapınılacak yer hâline getirenler lânetlendi. Benden sonra kabrimi tapınılacak put hâline getirmeyin.”

“Ey Allah Resûlünün kızı Fâtıma ve ey Allah Resûlünün halası Safiyye! Allah katında değer taşıyan güzel işler yapınız. Yoksa, helâl ve haram konularında Allah’ın suâlinden ben sizi kurtaramam.”

Efendimizin Hasretiyle Gözü Yaşlı Aziz Can!

Sevgili Peygamberimiz, öleceği günün sabahında kendisinde bir rahatlık hissetti ve evinin kapısından ashâbını seyretti, herke-sin disiplinli bir şekilde sabah namazında saf saf olmaları, onu çok sevindirdi.

Peygamber Efendimiz, evinde bulunan üç-beş dinarın henüz sağken yoksullara dağıtılmasını da sağladı.

Hurma bahçelerinin gelirlerinin ise yetecek kadarı aile fert-lerine ayrılacak, geri kalanı kamu yararına hizmetlerde kullanıla-caktı.

71

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Efendimiz Hazretleri, Hicrî 11. Yılın Rebiülevvel ayında (8 Haziran 632 Pazartesi) günü ruhunu teslim etti, cemâl âlemine intikal etti, Hakk’a yürüdü. Bu sırada dünyada en son yaptığı şey, Hazreti Âişe’nin yardımı ile dişlerini misvaklamak (fırçala-mak) oldu. Yüce Allah’a ruhunu teslim ederken şu duaları ya-pıyordu:

“Allahım! Beni refîk-i a’lâ topluluğuna kat!”“Allahım! Günahlarımı bağışla!” “Bana merhamet et ve beni refîk-i a’lâya eriştir!” “Ya Rabbi! Beni refîk-i a’lâ arasında kıl!” “Allahım! Cennetinden refîk-i a’lâya beni kavuştur!”Hazreti Âişe, ölümünden önceki saatlerde Peygamber Efen-

dimizin, Nisâ Sûresinin 69. âyetini okuduğunu nakleder. Bu âyette Yüce Allah, “dünyada Allah’a ve Peygambere itâat üze-re hayat sürenlerin ilâhî nimetlere erişmiş olan peygamberlerle, sıddîklerle, şehitlerle ve sâlihlerle beraber olacakları” müjdesini veriyor.

Buradan yola çıkarak bazı İslâm âlimlerinin yorumuna göre Sevgili Peygamberimiz son duasında öteki dünyada “peygam-berlerle, sıddîklerle, şehitlerle ve sâlihlerle beraber olmayı” Yüce Allah’tan dilemiştir.

Bazı bilginler ise bununla kastedilenin “Yüce dost yani Hak Teâlâ” olduğunu söylerler ki, bu yoruma göre Sevgili Peygam-berimiz vefat ederken Yüce Allah’a iltica etmiş, O’na sığınmış, O’nunla birlikte olmayı son defa yürekten istemiştir.

Bazı âlimler de bu iki görüşü birleştirerek Efendimiz Hazret-lerinin vefat ederken tabii ki “Yüce Dost yani Hak Teâlâ Haz-retlerine sığınmış olacağını” ama aynı zamanda “peygamberler, sıddîkler, şehidler ve sâlihlerle beraber olmayı Hak Teâlâ’dan is-temiş olabileceğini” ifade ederler.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

72

Peygamber Efendimizin Cenazesinin Toprağa VerilmesiCan Ahmed’i Kevser Havuzu Başında Görmek Ümit ve Hayali Gönüllerini Süsleyen Değerli Genç!

Peygamber Efendimizin cenazesinin hazırlanmasında görev yapan zatlar şunlardır:

Hazreti Ali yıkadı. Abbas b. Abdülmuttalip, Fazl b. Abbas, Kusem b. Abbas, Üsâme b. Zeyd, Abdurrahman b. Avf ve Ensâr’dan Evs b. Havli Hazretleri su dökme, bedenin iki yana çevrilmesi, üç parça pamuklu kumaşla kefenlenmesi ve kabre in-dirilmesi işlemlerinde yardımcı oldular.

Hazreti Ebû Bekir ile Hazreti Ömer, Hücre-i Saâdet’in kapısı önünde duruyorlar, kalabalığın oluşturacağı sıkıntıyı önlüyorlardı. Hazreti Ali yıkarken, “Hayatında da temizdin, şimdi ölümünde de tertemizsin!” diyordu.

Kabir, Hazreti Âişe’nin odasında Peygamberimizin vefat ettiği sedirin altına ensârdan Ebû Talha Hazretleri tarafından kazıldı.

Definden önce Sevgili Peygamberimizin cenazesi sedir üstüne ko-nuldu; önce erkekler, sonra kadınlar, daha sonra da çocuklar namazı kıldılar, namaz gece yarısına kadar devam etti. Namazda hiç kimse imam olmadı. Namaz tamamlandıktan sonra Peygamber Efendimi-zin cenazesi salıyı çarşambaya bağlayan gece toprağa verildi.

Peygamber Efendimizden maddî bir mirasın intikal etmedi-ğinde İslâm bilginleri görüş birliği içindedirler. Çünkü kendisi, sağlığında, “Biz peygamberler miras bırakmayız, her ne bırakır-sak sadakadır” buyurmuştur.

Peygamber Efendimizin sağlığında ailesinin maddî ihtiyaçları, erzakı, geçimi, sahibi olduğu Fedek bahçesinin gelirlerinden kar-şılanırdı. Fedek gelirlerinin geri kalanı, yolculara, misafirlere, ka-mu hizmetlerine harcanırdı. Vefatından sonra da Hz. Ebû Bekir tarafından öyle devam ettirildi.

73

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Peygamber Efendimizin manevî mirası ise Kitâb ve Sünnet’tir. Yani Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i şerîflerdir.

Bu miras, kıyamete kadar gelecek bütün müslümanların or-tak değeridir. Tarih boyunca müslümanlar, Kitâb ve Sünnet’e gereken ilgiyi göstermişlerdir, bundan sonra da bu ilgi devam edecektir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim ve Hadîs-i Şerîfler tüm Müs-lümanların manen huzur kaynağı ve mutluluk reçetesidir. Ama bu huzur ve mutluluğu yakalayabilmek için Kur’ân-ı Mübîn’i ve Peygamber Efendimizin hadislerini okumamız, inceleme-miz, okuyup inceleyenlerin sohbetini dinlememiz, öğrenme-miz ve anlamamız, hemde doğru anlamamız, bununla da kal-mayarak ortaya çıkan huzur ve mutluluk ilkelerini yaşadığımız dünyada davranışa, kulluğa, hizmete ve güzel ahlâka dönüştür-memiz gerekir.

Peygamber Efendimizin ŞemâiliPeygamber Efendimizi Fizikî Özellikleriyle de Tanımak İsteyen Aziz Genç!

Peygamber Efendimiz, uzuna yakın orta boylu, insanlar arasın-da hoş ve güzel sayılacak ölçüde irice başlı, bedeninin rengi kır-mızımtırak nurânî beyaz idi. Burnunun iki kaşının birleştiği tarafı gayet itidal üzere yüksekçe, gözleri siyah, kaşlarının arası az aralık, sakalı sıkça, omuzlarının arası genişçe, omuz başları geniş, elleri ayakları kalınca, saçları kumral olup, düz ile kıvırcık arasında idi.

Saç, sakal, diş ve göz bakımı başta olmak üzere beden temiz-liğine son derece önem verirdi. Bu sebeple uyuduğu yere misvak (bir çeşit diş fırçası), abdest suyu ve tarak konurdu.

Özellikle diş temizliğinde son derece duyarlı davranır, her ab-dest alışında dişlerini misvaklardı.

Sevgili Peygamberimiz başkalarını rahatsız edecek derece-de ağır olmayan güzel kokular ikram edilince severek kullanır,

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

74

reyhan çiçeği gibi güzel kokulu çiçekler ikram edilince de geri çevirmezdi.

Efendimiz Hazretleri, yavaş yavaş konuşur, her sözün arasını ayırt ederdi, hatta dinleyen onu ezberleyebilirdi. Çok iyi anlaşıl-ması gereken sözleri üçer defa tekrarlardı. Ayrıca, konuşurken muhatabının akıl ve anlayış seviyesini gözetirdi. Böylece, dinle-yenler arasında konuyu anlamayan kalmazdı.

Peygamber Efendimiz, insanları rahatsız edecek aşırılıkta gül-mezdi. Onun gülmesi tebessümdü, her tebessüm edişinde dişleri inci tanesi gibi görünürdü.

Resûl-i Ekrem Efendimiz, başlangıç itibariyle sağ yanı üzere yatar ve dua yaparak uyurdu:

“Ya Rabbi! Beni, kullarını tekrar dirilteceğin günde azabından koru!”

“Allah’ım! Senin adınla uyur, senin adınla uyanırım.”“Allah’a hamd olsun. Bizi yedirdi, içirdi, ihtiyaçlarımızı gider-

di, evlerimize sığındırdı (huzura erdirdi). Nice yaratıklar vardır ki, istedikleri ölçüde yiyecek içecekleri ve akşam olunca barınacak meskenleri yoktur.”

Uykudan uyandığında ise şöyle dua ederdi:“Allah’a hamd olsun ki, bizi uyuttuktan sonra uyandırdı, dö-

nüş O’nadır.” Sevgili Peygamberimiz, normal şartlarda vakarla, yavaş yavaş

ve dikkatli bir şekilde yürürdü. Yürürken ayaklarını yere sürtmez, sürüyerek gürültü çıkarmazdı.

Bir zorunluluk yoksa yürüyüşünde acele etmezdi.Diz üstü oturur, bağdaş kurar, bazen de uyluklarını karnına

çekip ellerini dizlerinin üstüne bağlardı. Otururken sağ veya sol tarafına yastık koyup dayanırdı.

Peygamber Efendimiz, günlük hayatta konuşurken, yürürken,

75

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

oturup insanlarla sohbet ederken sevimliliği ve güler yüzlülüğü ile dikkat çekerdi. Onu gören müslümanlarda bir iç huzuru ve ona karşı derin bir sevgi saygı oluşurdu.

Sevgili Peygamberimiz, elbisesinin temiz ve tertipli olmasına önem verirdi. Giyiminde titizdi, dağınıklıktan hoşlanmazdı.

Bir elbisenin kumaş olarak sağlam kalma süresi ne ise o süreyi doğal süreci içinde tamamlardı.

Yeni bir elbise giydiğinde Allah’a hamd eder, bu yeni giysinin hayra vesile olmasını diler, elbisenin örttüğü organların şerrinden de O’na sığınırdı.

Estetiğe dikkat ederdi; alacalı, aşırı desenli ve göze batan çiğ renkte elbiseler giymekten kaçınırdı. Elbise ile övünmez, bu ko-nuda savurganlık yapmazdı.

Özellikle konuklarını karşılarken ve uğurlarken yeni ve güzel elbiselerini giyerdi.

Peygamber Efendimizin giyecekle ilgili tutumunu, “temizlik, tertiplilik, estetiği gözetme, kendine yakıştırma, sadelik ve ihtiyacı karşılama” olarak özetleyebiliriz.

Bu sebeple gerektiğinde o, ibrişimden, yünden, pamuktan, hatta keçi kılından dokunmuş elbiseyi giyer ve tevazu göstererek, “ben âciz bir kulum” buyururdu.Şanı büyük Peygamberimiz, özel hayatında ekonomik açıdan

orta sınıf bir Medineli gibi yaşamaya özen gösterir, gücü daha fazlasına yettiği zamanlarda bile sadelikten ayrılmaz, kendisine gelen hediyelerin çoğunu yoksullara ve Suffe Okulu öğrencileri-ne aktarırdı.

Bununla beraber o, müslümanlara meşru olduğunu (din ku-ralları açısından sakıncası olmadığını) göstermek ve beslenmenin önemini vurgulamak için çeşitli gıdalardan yemiştir.

Meselâ tavuk eti, bazı kuş etleri, koyun etinden hazırlanmış

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

76

kebap, kurutulmuş et (bir çeşit pastırma), süt, bal, peynir bunlar-dan bazılarıdır.

Yiyecekleri arasında zeytinyağı, sirke, kabak, tirit, kavrulmuş un ve helvaya da rastlıyoruz.

Her gün aynı gıdayı değil de mümkünse farklı gıdalar almayı tercih etmiş; yemeklere zaman zaman biber, zencefil, tarçın gibi baharat çeşitlerini serpmiştir.

Onun sofrasında daima başköşede olan iki yiyecekten biri ar-pa ekmeği, diğeri de ise hurma idi. Şartlara göre bazen uzun süre bunlarla yetindiği olurdu.Efendimiz Hazretleri, yemekten önce ellerini, yemekten sonra

hem ellerini hem de ağzını yıkardı. Yemeğe “besmele” ile başlar, bitirdiğinde “elhamdülillâh”

derdi. Sofrada bozulmamış herhangi bir yemek ya da ekmek artığı-

nın çöpe atılmasını uygun görmezdi. Yemek devam ederken müsaade almaksızın herkesten önce

kalkılmasını doğru bulmazdı. Karnını tıka-basa doldurmaz, herhangi bir yemeği beğenmez-

lik etmezdi; arzu ederse yer, etmezse yemezdi. Suyu, dibi görülen kaptan içerdi. Bal şerbetini ve nebiz denilen bir çeşit hurma ve üzüm kom-

postosunun tazesini severdi.Sevgili Peygamberimiz sağlığı yerinde ve zamanı uygunsa da-

vetlere katılırdı.Aziz Peygamberimiz, örfte mevcut olan sedir, divan, yatak,

yorgan, ihram, ibrik, leğen ve bunun gibi ev eşyası kullanır, ama en pahalısı olsun diye özel bir arzu beslemezdi.

O’nun bu alandaki prensibi de, “Sadelik, ihtiyacı giderme,

77

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

tertiplilik ve temizlik” olarak sıralanabilir.Anlaşıldığına göre Sevgili Peygamberimizin gündelik hayatta-

ki ilkesi, ölçülü davranmaktır. O, her şeyden önce giyim-kuşam, yemek ve ev eşyasında:• “Helâlinden kazanma prensibini” en başa koyardı. • İkinci olarak bu hususlarda “yeterli olma, yeteri kadarlık

ölçüsünü” benimser, “israfı/savurganlığı” doğru bul-mazdı.

• Özellikle giyimde ve ev eşyasında “estetiği/yakıştırmayı, örfteki görüntü uyumunu” dikkate alırdı.

• Sahip olduğu imkânları “gurur ve böbürlenme konusu” yapmazdı.

• Yemek yerken, giyinirken, yürürken her zaman “besme-le” ile başlardı.

• Yemek bitince kendisine helâlinden rızık veren Hak Teâlâ’ya hamd ve şükrederdi.

• Giyebilecek bir elbiseye, oturup istirahat edebilecek, ko-runabilecek bir meskene sahip olduğu için bunu veren Allah Teâlâ’ya şükreder, hamd eder, dua ederdi.

Asr-ı Saâdet Ne Demektir? Asr-ı Saâdet Ahlâkıyla Ahlâklanan Aziz Can!

Sevgili Peygamberimizin yaşadığı döneme, “Asr-ı Saâdet: Mutluluk devri, Kutlu Zaman Dilimi” denilmektedir.

Asr-ı Saâdet’i “kutlu zaman dilimi” olarak öne çıkaran dört önemli husus vardır.

Geliniz kutlu zaman dilimindeki bu dört gelişmeyi birlikte okuyalım:

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

78

• Asr-ı Saâdet devrinde insanlık için hidayet kaynağı olan Kur’ân nâzil oldu.

• Hazreti Muhammed aleyhisselâm risaletle şereflendi.• Peygamber Efendimiz o asırda altın nesil diye nitelenen

ashâb-ı kirâmı yetiştirdi.• İslâm, bütün boyutlarıyla tebliğ edildi, insanlara ulaştırıl-

dı ve uygulandı.

Asr-ı Saâdet Devri Müslümanının Ahlâkî Özellikleri

Aziz Can! Değerli Genç!

Ashâb-ı kirâm, Efendimiz Hazretlerini görmüşler, O’ndan feyz almışlar, manevî açıdan aydınlanmışlar, bu feyzi ölünceye kadar ruhlarında ve gönüllerinde nurlu bir ışık olarak taşımayı başarmışlardır. Bu nedenle de tüm müslümanlar için örnek ol-muşlardır.Şimdi biz, Peygamber Efendimizin ahlâkını öğrenme husu-

sunda tüm müslümanlara vasıta olan ashâb-ı kirâmın kişilik özel-liklerini, ahlâkî yapılarını merak ederiz;

Onlar nasıl bir müslümandı?Onların ahlâkı nasıldı?Aile yapıları, ev düzenleri, çalışıp kazanmaları, çarşı-pazarları

nasıldı?Üretim, tüketim, kazanma, harcama ve tutumlulukları nasıldı?Savurganlıktan nasıl kaçınırlardı?İbadette huşu üzere devamlılıkları nasıldı? Helâl-haram konusunda duyarlılıkları nasıldı?Yoksullarla, yetimlerle, muhtaçlarla ne türlü ilgilenirlerdi?

79

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

Buna benzer merak ettiğimiz yüzlerce sorunun cevabını hep öğrenmek isteriz.

Evet… Bu soruların cevapları, özel bir çalışma konusu...Ama biz burada en önemli özelliklerini sıralayıp özet de olsa

onların ahlâk güzellikleri hakkında bir ön bilgiye sahip olacağız ve ümit ederim onları daha derinden, daha yakından tanıma isteği gönüllerimizde uyanacak.

Hayırlı Neslin Özelliklerini Merak Eden Aziz Can! Değerli Genç!

Peygamber Efendimiz, kutlu zaman diliminde, temelini muhâcirler ve ensârın oluşturduğu “ashâb” denilen bir nesil ye-tiştirmiştir.

• Bunlar, inançlı, bilgili, becerikli, amel-i sâlih/güzel dav-ranış sahibi, gayretli, sabırlı, fedakâr insanlardı.

• Asr-ı Saâdet’te Sevgili Peygamberimizden feyz alarak, manen aydınlanarak yetişenler, onun terbiyesinden ge-çenler, ince zevkli, nazik, kibar ve zarif kişilerdi.

• Gösteriş ve savurganlıktan kaçınırlardı. • Estetik duyguları gelişmişti.• Cömert ve yardımsever idiler. • En üst düzeyde birlik ve beraberlik bilincine sahiptiler,

dayanışma içindeydiler. • Çalışma hayatında dürüst idiler; hile, zulüm ve haksızlık

yapmazlar, kendi haklarını da sonuna kadar korurlardı. • Büyüklerine saygılı, küçüklerine şefkatli idiler. • Yalan söylemezler, onun bunun aleyhinde konuşmazlar,

lâf taşımazlar, arabozuculuk yapmazlar, eksik araştır-mazlar, birbirlerinin hatalarını teşhir etmezler, özellikle ortaya çıkarıp yaymazlardı.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

80

• Yüce Allah’a tevekkül ve teslimiyetleri, Peygamber Efendimize muhabbetleri tamdı.

• Allah ve Resûlü’nü her şeyden ve herkesten, hatta öz canlarından daha çok severlerdi.

• Allah’a ve Resûlü’ne itaat ve ittibâları (gösterdikleri ga-yede yürümeleri) samimi ve sürekli idi.

• Güzel ahlâk sahibi idiler. • Bilgili idiler, bilime saygılı ve her gün yeni bir şey öğ-

renmeye istekli idiler, ilmî inkişaf (bilimsel ilerleme) için plânlı bir çaba içindeydiler.

• Becerikli idiler, mesleklerinde donanımlı idiler. • Bir hizmeti gerçekleştirme konusunda organize olma

yetenekleri gelişmişti. • Çalışkan ve gayretli idiler, emeğe ve alın terine çok önem

verirlerdi. • Kazandıklarıyla bir yandan aile bireylerinin ihtiyacını kar-

şılarken, diğer yandan yoksulları, yetimleri, ihtiyaç sahip-lerini gözetirler, İslâm toplumunun gelişmesi adına göste-rilen hayırlı hizmetlere gönül rızasıyla destek verirlerdi.

• İhsan, ikram, îsar sahibi olmak (cömertçe ikram ile diğerkâmlık, kendisi muhtaç bile olsa başkasının ihtiya-cını karşılamayı önceleme), onların ayrılmaz özelliğiydi.

• Tamahkâr (çıkarlarına düşkün) ve harîs (açgözlü) değillerdi. • İnanç ve ibadet dünyalarını koruyabilme adına giriştik-

leri hayırlı işlerde karşılaştıkları engelleri sabırla aşmaya çalışırlardı.

• Hizmetlerini geçersiz kılmak amacıyla karşılarına çıkan kötülerin alay, istihza ve eziyetlerine karşı dirençli idiler.

• İslâmî hizmetlerde çok duyarlı, samimi ve fadakâr idiler;

81

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

hizmetin başarıya ulaşabilmesi adına gerek mal, gerekse canla her fedakârlığı göze alırlardı.

• İ’lây-ı Kelimetullâh (Allah’ın adını yüceltme) uğrunda can ve mallarıyla mücadele ederler; zulüm, tahakküm, haksız baskı, şiddet ve fitne ile İslâm’ın yayılmasının önüne konulan engelleri aşabilmek uğrunda direnirler, hak ve adaletten ayrılmazlardı.

• Allah yolunda yürüyerek Sevgili Peygamberimizin da-vasına samimi hizmet ederlerdi. Ol Resûl-i Kibriyâ’yı yürekten severler ve yolunda yürüyebilmek, onun hiz-metlerinin gölgesinde yer alabilmek adına büyük gayret gösterirler, hayırda ve hizmette yarışırlardı.

• Onlar temiz ve tertipli idiler. Estetik duyguları gelişmiş idi. Nazik, kibar ve güler yüzlü idiler.

• Duygu, düşünce ve davranışlarında samimi idiler. • Kalb-i selîm ve kalb-i münîb (kötülükten arınmış ve

Hakk’a yönelmiş bir kalp) sahibi olmak en önemli gayeleri idi. Bu gayeye erişmek için sürekli gayret gösterirlerdi.

• Merhametli, yardımsever, vefakâr, mütevazı, dürüst ve olgun idiler.

• Her zaman iyilik düşünürler, iyilik yaparlardı, toplum bi-nasının bir tuğlası, toplum bedeninin bir organı oldukla-rını hatırdan çıkarmazlardı.

• Samimi bir dayanışma içinde olup toplum barışına sü-rekli katkı yaparlardı.

• Din kardeşliğinin gerektirdiği sevgi, saygı ve samimi yar-dımlaşmanın gereklerini yerine getirirlerdi.

• Akrabalık haklarını gözetirler; akrabaya ilgisiz kalmazlar, sıla-i rahme; akrabayı, dostları, büyükleri ziyarete önem verirlerdi.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

82

• Komşuluk haklarını gözetirlerdi, komşusu açken tok yatmanın imanın olgunlaşmasına engel teşkil ettiğini, Efendimiz Hazretlerinden öğrenmişlerdi.

• Dostluğa ve sohbete eğilimli idiler. Çok vefakârdılar, dostlarını, yoldaşlarını, hizmet arkadaşlarını asla unut-mazlardı.

• Din kardeşliğinin inceliklerini her zaman hatırda tutar-lar, buna göre davranırlar, sorumluluklarının gereğini yerine getirirlerdi.

• Güler yüzlü idiler, kin tutmazlardı. • Hastalarla, cenaze sahipleriyle ilgilenirlerdi; hastalara

Cenâb-ı Hak’tan şifa dilerler, ölüm ânında imkân varsa cenaze namazına ve devamında kabre intikaline katılır-lar, geride kalanlara taziye verirler, başsağlığı dilerler, te-selli ederlerdi.

• Hiç kimseye haset etmezlerdi, çekememezlik duygusu, onlara yabancıydı.

• Kin tutmak, husûmet beslemek, öç almak gibi kötü duy-gu ve düşüncelerden uzak dururlardı.

• Gurura kapılmaktan ve büyüklenmekten kaçınırlardı. • Boş şeylerle kendilerini aldatmazlar, övüngenlik tasla-

mazlar, yaptıklarını öne çıkararak kendini beğenme duy-gusuna kapılmazlar, gururlanmazlardı.

• İçki, kumar, zina gibi toplumu ve nesli helâke götüren kö-tülüklerden uzak dururlardı. İnsanları felâkete sürükleyen bu kabil kötülükleri önlemek için çaba gösterirlerdi.

• Çevreyi rahatsız edici olumsuz davranışlardan kaçınırlardı. • Bencil değil, mahviyetli idiler, başarılarından sadece ken-

dine pay çıkararak böbürlenmezlerdi, katılımcı, payla-şımcı ve alçakgönüllü idiler.

83

Pe y g a m b e r E f e n d i m i z i n H a y a t ı v e Ye t i ş t i r d i ğ i N e s l i n Ö z e l l i k l e r i

• Şefkat, merhamet, müsamaha (hoşgörü) ve cömertlik, şiarları idi; öyle bilinirler, öyle tanınırlardı.

• Huzurdan yana tutum geliştirirler, toplumun huzurunu bozmak isteyenlere, huzura kastedenlere uygun yöntem-lerle tepki ve tavır koyarlardı. Huzur bozuculuk yapanla-ra alet olmazlardı. Huzur ve güven ortamının yaygınlaş-ması için olanca güçleriyle çalışırlardı.

• Muhabbet ve saygı ortamının sürekliliği için çaba göste-rirlerdi.

• Güvenilir (emîn) ve dürüst insanlardı. • Hayatın her safhasında istikamet üzere-dosdoğru ol-

mak, onların özeliğiydi. • Üretimde, tüketimde, ticarette, alışverişte, ölçüde, tartıda

doğru ve dürüst idiler.• Birlikte çalıştığı kişilerin haklarına ve özellikle kul hakkı-

na son derece saygı gösterirlerdi.

Muhâcirlere ve Ensâra En Güzel Bir Şekilde Uymayı İdeal Edinen Aziz Genç!

Arı ve duru bir zihinle içtenlikle ashâbın özelliklerini birlikte oku-duk, öğrendik, imrendik, biz de öyle olabilir miyiz diye hayal ettik.

Ne güzel değil mi? Niye olmasın?Bizler, Yüce Allah’ı, Peygamber Efendimizi ve onları seven-

leri seviyoruz. Ashâb-ı kirâm onları seviyordu. Biz de ashâb-ı kirâmı seviyoruz.

Seven, sevdiğinin güzel özelliklerini ruhunda içselleştirir, gön-lüne ışık eder, zihnine ölçü kılar ve yaşadığı şartlarda davranışa dönüştürür.

Niye olmasın?

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

84

Elbette istenirse olur.İstersek, sevdiklerimizin yolunda daha ciddi, daha samimi, da-

ha duyarlı yürüyebiliriz.Demek ki onları “Altın nesil” kılan özellikler böyle güzellik-

lermiş! Görüldüğü gibi Asr-ı Saâdet nesli, bu özellikleriyle öne çıktı-

lar; sağlam imanları, sâlih amelleri, makbul ibadetleri, güzel sözle-ri, hayırlı işleri ve yararlı hizmetleri sebebiyle Cenâb-ı Hak onları Kur’ân’da övdü, cennetle müjdeledi. Efendimiz Hazretleri onlara dua etti, onları hayırla andı.

Ruhları şâd olsun! Cenâb-ı Hak, şefâatlarına eriştirsin!Evet… Onlar Sevgili Peygamberimizin rahle-i tedrisinden, eği-

tim-öğretim halkasından feyz aldılar, manen aydınlandılar. Aldıkları feyzi, edindikleri manevî güzellikleri son nefesini verinceye kadar korudular. Peygamber Efendimizden öğrendiklerini, özümseyip iç-selleştirdiler. Yaşadıkları toplumda en güzel bir şekilde temsil ettiler, örneklendirdiler. Böylesine özelliklerin ve güzelliklerin sahibi olan bu Asr-ı Saâdet neslini doğru anlayıp gereği gibi ibret ve örnek alma şuurunu, Hak Teâlâ Hazretleri hepimize nasip eylesin! Âmin!...

Rabbimiz bu duamızın kabulü için bizlere zihin, dil, gönül ve davranış bütünlüğü nasip etsin! Bu güzel duanın kabulü için için üç şeyi düzgün yapmak gerekir:

• Onları samimi duygularla sevmek,• Onları tanımak, öğrenmek, yaşadığı örnekleri tespit ile

anlamak,• Onların kullukta, insan ilişkilerinde, ahlâkta, toplum

hizmetinde ve hayatla ilgili her konuda verdikleri güzel örnekleri, şartların elverdiği ölçüde günümüze taşımak, bunun için çaba göstermek.

İkinci Bölüm

HAZRETİ MUHAMMED ALEYHİSSELÂM VE ÇOCUKLAR

87

HAZRETİ MUHAMMED ALEYHİSSELÂM VE ÇOCUKLAR

Çocukları Çok SeverdiCanı Canımdan Dini Dinimden Olan Aziz Can!

Kitabımızın bu bölümünde Sevgili Peygamberimizin çocuk-lara olan sevgisinden bahsedeceğim. Yaşanmış sevgi örneklerini anlatacağım.

Bunlardan birçoğunu belki de ilk defa duyacaksın, şaşıracak-sın, gönlü çocuklara sevgi dolu bir Peygambere inanmakla, böyle bir Peygamberin ümmetinden olmakla övüneceksin, sevinecek-sin, gurur duyacaksın! İşte şimdi sana, Peygamberimizin çocuk-ların dünyasındaki yerini anlatıyorum:

Gözümüzün nuru gönlümüzün süruru Sevgili Peygamberi-miz, çocukları, çok severdi. Onlara önem verirdi, yanlarına gider-di, aralarına girerdi. Selâm verirdi, onlarla anlayacağı dil ile konu-şur, başlarını okşar, şakalaşır ve hediyeler verirdi.

Gerektiğinde oyunlarına katılır, duygularını paylaşır ve onlarla birlikte olmaktan, aynı ortamda bulunmaktan mutluluk duyardı.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

88

Zaman zaman onları kucağına alır, mevsimin ilk meyvelerini onlara ikram eder, bunu uğur, bolluk ve bereket sebebi sayardı.

Çocukları bineğinin terkisine alır, devesine bindirirdi. Bu ne-denle Sevgili Peygamberimiz bir yolculuğa çıktığında çocuklar onun ardından yollara düşerler, onu uğurlarlar, dönüşünü özlem-le beklerler ve onu sevinçle karşılarlardı.

Sevgili Peygamberimiz, gerçekten de çocukları çok sever, sev-diğini de açıkça söyler ve samimi bir sevgi duygusuyla onları ku-caklardı.

Hicret esnasında Medine’ye girerken Neccaroğulları’na men-sup kız çocukları defler çalıp şarkılar söyleyerek kendisini şen-likle karşıladıklarında bundan dolayı çok duygulanan Peygamber Efendimiz, onlara:

“Beni seviyor musunuz?” diye sordu. Onlar da heyecanla: “Evet ey Allah’ın Resûlü!” cevabını verdiler.Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz de samimiyet ve içten-

likle üç defa onlara: “Ben de sizi seviyorum” buyurdu.

Canı Canımdan Dini Dinimden Olan Aziz Evlât!

Sevgili Peygamberimiz şehit çocuklarına, bir şekilde anneleri babaları ölmüş yetim ve öksüzlere, yoksul aile çocuklarına ve ge-çimini sağlamak için ağır işlerde çalışmaya mecbur kalan çocukla-ra özel bir ilgi gösterir, onların problemlerini çözmek için çalışır ve ashâb-ı kirâmı da bu tür hizmetlere yönlendirirdi.

Peygamberimiz (aleyhisselâm), inanç, ibadet ve ahlâk konularının çocuklara yumuşaklıkla anlatılmasını ister, katı ve kaba davranıl-masını yasaklardı.

89

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e Ç o c u k l a r

Kendisi de bu konularda çok hoşgörülü davranırdı. Hatta oruç gibi ibadetlere ilk başlayan çocuklarla bizzat ilgilenir ve vak-tin kolayca geçmesine yardımcı olurdu.

Namaz kılarken de torunları Hasan ile Hüseyin ve Zeyneb’in kızı Ümâme’nin, omzuna binmesini hoş görürdü.

Bunun dışında değişik zamanlarda Sevgili Peygamberimiz de-ve taklidi yaparak torunlarını sırtına bindirirdi.

Habîbullah Efendimiz devrinde çocuklar, toplum hayatının bir parçasıydı; bayram namazının kılınacağı musalla denilen yere kadınlarla birlikte çocuklar da gelirdi.

Peygamber Efendimiz camide namaz kıldırırken çocuk ağla-ması duyarsa namazı uzatmaz, kısa sûrelerle tamamlardı; böylece, çocuk huzura erer, annesi de rahatlardı.

Peygamber Efendimiz namazda iken secdede omzuna Hazre-ti Hasan veya Hüseyin binmişti. Peygamberimiz (aleyhisselâm) secde-yi uzattı, ashabtan biri secdenin uzadığını görünce meraklandı ve göz ucuyla hafifçe bakmak istedi. Omuzunda bir çocuk olduğu-nu fark etti. Sahâbeden bazıları da o esnada vahiy gelmiş olabilir diye yorum yapıyordu. Namazdan sonra konu iletilince Sevgili Peygamberimiz, omzunda çocuk olduğunu, çocuğun keyfini he-men bozmak istemediğini, bu sebeple secdeyi biraz uzattığını belirtti.Şanlı Peygamberimiz, savaşlarda çocukların öldürülmesini ya-

saklar, erginlik yaşına gelmemiş çocuklarla annelerinin birbirin-den ayrılmasını doğru bulmazdı. Bu konularda genel olarak müs-lümanları, özel olarak da komutanları ve askerleri uyarırdı.

Çocukların, güçlerine ve yaşlarına uygun düşmeyen ağır işler-de çalışmaya zorlanmalarının da doğru olmadığını söyler, kazanç için çocukların istismarına/sömürülmesine, kötüye kullanılması-na izin vermezdi.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

90

Sevgili Peygamberimiz, küçük yaşta ölen çocukların -şayet sa-bırlı davranırlarsa- anne babalarını cehennem ateşinden korun-maya vesile olacaklarını söylerdi.

Büyüklerinin Gözbebeği Olan Aziz Evlât!

Peygamber Efendimiz, çocuğu ölmüş bir annenin mezarlık-ta feryat ederek ağlayıp sızladığını görünce onu uyardı. Kadın, “Ölen senin çocuğun değil ki! Sen bu acıyı bilemezsin” deyince, bunu gören ashabtan bazıları kendisini uyaran kişinin Peygam-ber Efendimiz olduğunu ona hatırlatmışlar, o da gidip özür di-lemişti.

Bu sırada Sevgili Peygamberimizin, o hanımı şu sözüyle teselli ettiği görüldü:

“Yemin ederim ki sen kendini çok sağlam bir set ile cehen-nemden korumuş durumdasın!”

Abdullah adlı bir sahâbî’nin küçük bir kızı vardı. Adı Cemre idi. Kızcağızı hayır duasını almak gayesiyle Peygamber Efendimi-zin huzuruna götürmüştü. Sevgili Peygamberimiz, sevgi ve şef-katle elini küçük kızın başına koyarak onu okşadı. Sağlıklı, başarılı ve mutlu olması için dua etti.

Bir hanım sahâbî de Amr adlı çocuğunu hayır duasını almak için Sevgili Peygamberimizin huzuruna götürmüştü. Peygamber Efendimiz, şefkat ve merhametle Amr’ı bağrına basarak onun için dua etti.

Nebiyy-i Muhterem Efendimizin haber verdiğine göre çocuk-ları sevmek, onlara şefkat, merhamet ve ilgi göstermek, onların problemlerini çözmek, müslümanlara cennetin kapılarını açar, cehennemin kapılarını kapatır.

Peygamber Efendimizin verdiği müjdeye göre çocuklar, aile-ler ve toplum için huzur vesilesiydi.

91

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e Ç o c u k l a r

Çocukluk yıllarında Peygamber Efendimizin ilgisine erişen pek çok sahâbî, büyüdüklerinde bunu en değerli hatıraları arasın-da sayarlar ve başkalarına anlatırlardı.

Nitekim Yusuf adlı bir sahâbî, henüz küçük bir çocukken başının Peygamber Efendimiz tarafından şefkatle okşanmasını unutulmaz bir çocukluk hatırası olarak aktarmaktadır.

Ashâb-ı kirâmdan Câbir b. Semure Hazretleri ilginç bir örnek anlatıyor:

Bir gün bu zat, Sevgili Peygamberimizle birlikte öğle namazını kılmıştı. Namazdan sonra camiden çıktıklarında iki küçük çocuk-la karşılaştılar. Peygamber Efendimiz çocukları görünce, onlarla ilgilendi, yanaklarını okşadı.

Birçok örnekte olduğu gibi bu örnekte de ilginç olan, Efendi-miz Hazretlerinin, tanısın tanımasın, karşılaştığı bütün çocuklarla içtenlikle ilgilendiği ve şefkat gösterdiğidir. Dolayısıyla Peygam-ber Efendimiz, sadece kendi çocukları ve torunlarına değil, tüm çocuklara ilgi gösterirdi.

Bu nedenle biz de sadece kendi çocuklarımıza ve yakınları-mızın çocuklarına değil, çevremizdeki tüm çocuklara şefkat ve merhamet duygusuyla ilgi göstermeli; Sevgili Peygamberimizin çocuklara yönelik sevgi, şefkat ve merhametini her yönüyle ör-nek almalı ve günümüz şartlarında ona uygun davranışlar geliş-tirmeye çaba göstermeliyiz.

Çocukların İyi Bir Şekilde Yetiştirilmesini İsterdiMelekler Gibi Tertemiz Olan Aziz Evlât!

Herkes, koruyup kollamakla yükümlü olduğu bireylerden so-rumludur. Çocuk, bunların başında gelir.

Sürekli olan iyilik ve hayrın devamlı sevap kazandıracağını bildiren sadaka-i câriye hadisini iyi incelediğimiz zaman orada

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

92

geçen bir husus iyi bir evlât yetiştirmenin önemini ortaya koyar. Sevgili Peygamberimizin bildirdiğine göre:

“İnsan ölünce günah ve sevaplarının yazıldığı defteri kapanır. Ancak insanların yararlanacağı hayır-hasenat (sadaka-i câriye: ya-rarı herkese ve sürekli olan hayır ve iyilik) yapanların, yararlı bir ilim üretenlerin ve ağzı dualı hayırlı bir evlât bırakanların sevap defterleri” kapanmaz.

Burada özellikle hayırlı evlâtla hem erkek hem de kız çocuk-ları kastedilmiştir ve Sevgili Peygamberimiz bu hadîsiyle bütün anne ve babalara iyi evlât yetiştirmeleri hakkında bir çağrıda bu-lunmuş olmaktadır.

Peygamber Efendimiz, çocuklara sevgi ile ilgi göstermenin ötesinde onların iyi yetiştirilmesi ve haklarının korunması için müslümanlara sık sık nasihatte bulunurdu.

Efendimizin öğüt ve ilkelerine göre ilk elde, çocuğa iyi bir ad konulmalıdır. Çocuklara Allah’ın ihsan ettiği tertemiz fıtrat bozulmadan İslâm dininin gerekleri öğretilmeli; ibadet ve ahlâk eğitimi verilmelidir. Ana-babalar, çocukların geleceğe en iyi bir şekilde hazırlanmaları ve en iyi şartlarda yetişmeleri için çaba göstermelidirler.

Sevgili Peygamberimiz, ana-babalara:• Çocuklarının beden ve ruh sağlığına önem vermelerini, • Uygun bir eğitim-öğretimden geçirmelerini,• Kardeşler arasında eşit davranmalarını, • Gelişmelerin gösterdiği uygun spor dallarını dikkate ala-

rak şartlara göre binicilik, okçuluk, yürüyüş, koşu, yüz-me gibi sporlara yönlendirmelerini,

• Çağın şartlarına uygun yararlı bir meslek kazandırmala-rını,

• Geleceğe dönük olarak güzel bir aile yuvası kurabilecek or-tamı oluşturmak için çaba göstermelerini tavsiye ederdi.

93

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e Ç o c u k l a r

Sevgili Peygamberimiz, mal varlığının bir kısmının tasarruf edilerek/elde tutularak çocuklara bırakılmak suretiyle onlara iyi bir ekonomik gelecek düşünülmesinin uygun olacağını ana-babalara hatırlatırdı.

Buna göre Peygamber Efendimiz, çocuğun ana-babadan hakkı olan malî birikimin bütünüyle başka yerlere harcanması-nı doğru bulmazdı. Aksine, çoluk çocuğun rızkı için çalışmanın Allah yolunda yapılan bir çalışma gibi sevap kazandıracağını ana-babalara müjdelerdi.

Sevgili Peygamberimizin bildirdiğine göre, aile bireylerinin çalışıp helâlinden kazanmaları ve çoluk-çocuğunun ihtiyaçlarını karşılamaları, ibadet hükmündeydi.

Peygamber Efendimiz, bir kişinin sorumlu olduğu şahıslar hakkında yapması gerekeni yerine getirmez de onları ilgisizliğe terk ederek haklarının kaybolmasına sebep olursa, bunun günah olduğunu söylerdi.

Sonuç olarak Sevgili Peygamberimiz, “çocuklara iyi bir eğitim vermenin yani onları hayata en donanımlı bir şekilde hazırlama-nın, en sevaplı bir iyilik olduğu”nu belirtirdi.

Kendi Çocuklarına ve Bütün Çocuklara Merhametliydi

Anne Ninnileriyle, Baba ve Dede Şefkatiyle Büyümüş Olan Değerli Evlât!

Çocukluk döneminde uzunca bir süre yanında kalan Hazreti Enes’in tespitlerine göre Sevgili Peygamberimiz, çoluk çocuğu-na, aile fertlerine, eli altındakilere çok merhametliydi.

Peygamber Efendimizin benimsediği ilkelere göre, ancak şef-katli ve merhametli olanlar çocukları severler, kucaklarına alarak öpüp okşarlar. Merhametten yoksun olanlar ise çocuklara ilgi ve sevgiden uzak dururlardı.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

94

Peygamber Efendimizin çocuklarla ilgili anılarına dair pek çok gözlem ve birikime sahip olan Hazreti Enes, Sevgili Peygamberi-mizin çoluk çocuğuna düşkünlüğünü şöyle anlatır:

“Sevgili Peygamberimizin oğlu İbrahim, Medine’nin yüksek taraflarındaki köylerin birinde sütannesinin yanında bulunuyordu. Hazreti Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) -biz de berabe-rinde olduğumuz hâlde- onun yanına giderdi. Yine bir defasında o eve gitmişti ki, ev o sırada duman içindeydi. Çünkü İbrahim’in sütbabası bir demirciydi. Peygamberimiz (aleyhisselâm), her gittiğinde İbrahim’i kucağına alır, onu öper, sonra da geri dönerdi.”

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), oğlu İbrahim’i çok sevmiş ve yaşadığı sürece ona babalık şefkatini en derin örnekleriyle gös-termişti. Yavrucak, yaklaşık 18 aylık olunca hastalandı. Hastalığı hızla ağırlaştı. Bu sırada Peygamber Efendimiz, oğlunu kucağına almış ve son defa bağrına basıp öpmüş, gözyaşlarını tutamayarak, “Allah’ın takdiri karşısında elden ne gelir ey İbrahim!” demişti.

Nihayet yavrucak, ruhunu teslim etmişti ki Sevgili Peygambe-rimiz gözleri yaşlı şöyle diyordu:

“Göz yaşarır, kalp mahzun olur. Biz Allah’ın rızasına uygun olmayan bir söz söylemeyiz. Ey İbrahim, senin ölümün sebebiyle derin bir üzüntü içindeyiz... Bu, Allah’ın bir emri olmasaydı, vade dolmuş bulunmasaydı, sonra gelenler öncekilere kavuşmayacak olsaydı, senin ölümüne daha çok üzülürdük oğlum!”

Gözyaşlarını gören ashâb, Peygamber Efendimize, bunun kendilerine yasaklanmış olduğunu hatırlatınca da şöyle buyurdu:

“Ben üzülmeyi yasaklamış değilim, bağıra çağıra feryat ederek, dövünerek ağlamayı yasakladım. Bende gördüğünüz gözyaşları, kalpteki sevgi ve acımanın eseridir...”

Hazreti Enes de on yıl Sevgili Peygamberimizin evinde kaldığı için o da aile bireylerinden sayılır.

95

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e Ç o c u k l a r

Hazreti Enes’in kendi çocukluk döneminden naklettiği bir anıya göre Efendimiz Hazretleri, bir şey almak için onu çarşıya gönderirdi. Enes ise sokakta oynayan çocukları görünce oyuna dalar, siparişi unutur, sonra mahcup vaziyette Peygamber Efen-dimizin yanına gelirdi.

Sevgili Peygamberimiz onu bu şekilde görünce:“Enes ne yapsın? Onun elinde bir şey yok ki! Ona yapacağı

şeyi Allah unutturuyor” der, böylece onu rahatlatırdı.Hazreti Enes’in şu tespiti, Peygamber Efendimizin, yakının-

daki çocuklara ne kadar şefkatli ve merhametli davrandığını gös-termesi bakımından ilginçtir:

– Küçük yaşta onun yanına girdim ve tam on sene hizme-tinde bulundum. Bana, yaptığım herhangi bir işten dolayı “ni-çin bunu yaptın?” veya ihmal ile yapmadığım bir işten dolayı da “niçin bunu yapmadın” diyerek bir kere kızdığı ve azarladığı olmamıştır.

Akra b. Habis, Sevgili Peygamberimizi, çocukları bağrına ba-sıp, öpüp okşarken görünce şaşırmıştı. Çünkü câhiliye töresinde böyle güzel örneklere pek rastlanmazdı, hatta garipsenirdi. O da bu garipseme duygusu içinde, “Benim on çocuğum var, hiç birini öpmedim” deyince Sevgili Peygamberimiz:

“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” buyurdu.Aynı törenin etkisiyle Medineli bir şahıs, Sevgili Peygambe-

rimizin çocukları öpüp okşayarak şefkat ve merhametle bağrına bastığını görünce şaşırmıştı. Hâlbuki erginlik çağına gelmiş bir çocuğu vardı onu bugüne kadar hiç öpüp okşamamış, çocukluk aşamasında bile şefkatle bağrına basmamıştı.İçinde bulunduğu bu acıklı durumu Peygamber Efendimize

bildirince Sevgi, Şefkat ve Rahmet Peygamberi Efendimiz Haz-retleri şöyle buyurdu:

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

96

“Allah, merhameti kalbinden söküp atmışsa ben ne yapabili-rim?”

Efendimiz Hazretleri, sadece maddî konularda değil, merha-met ve şefkatin bir sonucu olarak samimiyetle ve içtenlikle ilgi-lenme hususunda da çocuklara eşit davranılmasını isterdi.

Nitekim Sevgili Peygamberimiz bir defasında bir adamın kü-çük yaşlardaki oğlunu kucağına alıp öptüğünü kızına ise bu ilgi ve sevgiyi esirgediğini görünce, ikisini de bir tutması doğrultusunda onu uyardı.

Bu anlamda Sevgili Peygamberimiz çocuklarına düşkün olan ve hepsine hem maddî harcamalarda hem de şefkat ve merhame-tin gereği olan duygulu, içten ve samimi davranmada eşit davra-nan anne babaları takdir eder, överdi.

Kız ve Erkek Çocuklar Arasında Ayırım YapmazdıNuruyla Evreni Aydınlatan Sevgili Peygamberimizin Şefkat ve Merhametini Yüreğinde Hisseden Aziz Evlât!

Peygamber Efendimiz, kız ve erkek çocuklar arasında ayırım yapmazdı. İslâm’dan önceki câhiliye çağında kız çocukları doğuştan po-

tansiyel suçlu gibi algılanırlar, tüketici olarak görülürler, hatta ai-lesi için büyüyünce başına kötü bir şey gelebilir endişesiyle utanç kaynağı sayılırlardı.

Bu anlayış kimi aileleri, kız çocuklarını diri diri kuma gömüp öldürmeye kadar sürüklerdi.

Câhiliye çağı tarihi, binlerce kız çocuğunun acımasızca öldü-rülüşünün tüyler ürperten acıklı hikâyeleriyle doludur.

Sevgili Peygamberimiz, câhiliye çağı anlayışını yıkarak kız ço-cuklarına gereken önemin verilmesini emretmiş, kız çocuklarını

97

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e Ç o c u k l a r

eğitip hayata hazırlayanları büyük sevaba erişmek ve cenneti ka-zanmakla müjdelemiştir.

Resûl-i Ekrem Efendimizin kız çocuklarına kazandırdığı bu yeni statü, önemli bir zihniyet değişimin de müjdecisi olmuştur.İslâm öncesinden bahseden bazı kitaplarda yer alan bilgiye

göre meşhur şair Ferazdak’ın dedesi Sa’saa, çocuklarını öldürmek isteyen babalardan üçer deve karşılığında yaklaşık 300 kadarını kurtarabilmişti.

Bir tek kişinin bu kadar sayıda kız çocuğunun hayatını kurtar-dığı dikkate alınırsa, İslâm’dan önceki Arap toplumunda bu anla-yışın sanıldığından daha yaygın olduğu ortaya çıkmaktadır.

Yüce Allah şu âyette câhiliye Araplarının bu konudaki hasta-lıklarına işaret eder:

“Onlardan birine bir kızı olduğu müjdelendiği zaman öfke-lenmiş olarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan gizlenir. Şimdi onu, aşağılanmış olarak yanında tutacak mı, yoksa toprağa mı gömecek? Görün işte, ne kötü yar-gıda bulunuyorlar!” (Nahl, 16/58-59)

Bir doğum, kız olsun erkek olsun, müjdeli bir gelişme sayıl-dığı için âyette “Onlardan birine bir kızı olduğu müjdelendiği zaman…” diye geçiyor. Ama câhiliye töresine göre bu müjdeli haber, eğer doğan çocuk bir kız ise, babası için kara haber sayı-lıyordu.

Ayrıca câhiliye devri Arapları, erkek evlâtların kendi öz ve has evlâtları olduğunu övünçle söylerken, ikinci sınıf varlıklar olarak gördükleri kızları ise başlarından atarcasına Allah’a nispet eder-lerdi. Yani önem verdikleri erkek çocuklarının kendilerinin eseri olduğunu söylerler, önemsiz saydıkları kız çocuklarını ise, “Ne yapalım? Allah verdi!” tarzında algılarlardı.

Peygamber Efendimiz, Kur’ân’ın yasakladığı bu üzücü anlayışın

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

98

ortadan kaldırılması için çok çaba gösterdi; kız çocuklarını iyi bir şekilde yetiştirenlerin övgüye değer bir şey yapmış olacaklarını müjdeledi, kendisi de kız çocuklarına önem verdi ve onların toplu-ma en iyi bir biçimde kazandırılması için çaba gösterdi.

Böylece Peygamber Efendimizin uygulamalarıyla, kız ve er-kek çocuklar arasındaki eşitsizliğe son verildi. Kız çocuklarının da Allah’ın bir emaneti olarak saygıdeğer olduğu, aile ve toplum için büyük önem taşıdığı algısı giderek yaygınlaştı.

Böylece Sevgili Peygamberimizin girişimleriyle kız çocukları da hak ettikleri saygın hayata kavuştu.

Gönlü Merhametle Dolu Aziz Evlât!

Kutlu Zaman diliminde Efendimizin sağlığında bir hanım, yanına küçük yaştaki iki kızını da alarak Hazreti Âişe’yi ziyarete gitmişti.

Olacak ya, o sırada Hazreti Âişe annemizin yanında bir tek hurma vardı. O bir tek hurmayı hanıma ikram etti.

Hanım ise kendisine ikram edilen hurmayı ikiye bölerek yarı-sını kızlarından birine, diğer yarısını da ötekine yedirdi.

Anne şefkatinin bu samimi görüntüsünden son derece etki-lenen Hazreti Âişe annemiz, daha sonra bu durumu Peygamber Efendimize ilettiğinde Sevgili Peygamberimiz annenin bu yaptı-ğı güzel davranışı takdirle belirterek kız çocuklarına iyi davranıp onları güzel bir şekilde yetiştirenlerin cehennem ateşinden uzak olacakları müjdesini verdi.

Tekrar tekrar ifade edelim ki Peygamber Efendimiz, kız ço-cuklarını eğitmenin cehennemin önünde bir engel oluşturacağını açık ve net bir şekilde belirtmiştir.

Bunu doğru anlamamız ve çocuklarımız arasında asla ayrım-cılık yapmamamız gerekir.

99

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e Ç o c u k l a r

Yoksul, Hizmetçi ve Kimsesiz Çocukların Dertlerine Çözüm ArardıKimsesiz Bir Çocuk Görünce Yüreği Sızlayan Değerli Evlât!

Sevgili Peygamberimiz, özellikle hayatın zorluklarını omzun-da taşımakta zorlanan yoksul, hizmetçi ve kimsesiz çocuklarla daha yakından ilgilenilmesini ister, kendisi de şahsen böyleleriyle ilgilenirdi.

Bir gün gömlek satın almak için elbiseci dükkânına gitmişti. Cebinde on lirası vardı. Dört lirasına bir gömlek aldı. Dışarıya çıkınca yoksul bir Medineli:

“Ey Allah’ın Resûlü! O gömleğe çok ihtiyacım var, onu bana verir misin?” dedi:

Peygamber Efendimiz, elindeki gömleği yoksula verdi. Peşin-den elbiseci dükkânına tekrar girdi, geri kalan paranın dört lirası-na kendisi için bir gömlek satın aldı.

Dışarıya çıkınca özgürlüğü kısıtlı cariye statüsünde hizmetçi bir kız gördü. Öylelerinin özgürlüğü, hizmet ettiği ailelerin elin-deydi. Kız ağlıyordu. Hemen yanına yaklaştı, sebebini sordu.

Hizmetçi kız:“Ev sahibim bana un almak için iki lira vermişti, onu kaybet-

tim, onun için ağlıyorum” diye sızlandı.Gönlü şefkat ve merhametle dolu Peygamberimiz (aleyhisselâm),

son kalan iki lirayı da bu kızcağıza verdi. Fakat kızcağız yine de ağlamaya devam ediyordu. Peygamber Efendimiz tekrar sordu:“Kaybettiğin iki liraya yeniden kavuştuğun hâlde niçin ağlı-

yorsun?” Fakat hizmetçi kız bu sefer de:“Eve geç kaldım, beni dövmelerinden korkuyorum” diye

dertlendi.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

100

Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz küçük kızın elinden tuttu ve:

“Korkma yavrum, gel benimle” dedi. Onu eve kadar götürdü. Eve varınca önce selâm verdi. Ancak üçüncü selâmında kapı açıldı. Peygamberimiz (aleyhisselâm): “İlk selâmımı duymadınız mı?” deyince, “duyduk ama selâ-

mınızın artmasını ve sesinizi daha çok duymayı arzu ettik, sana canımız feda ey Allah’ın Resûlü! Buraya kadar niye zahmet etti-niz” dediler.

Peygamberimiz (aleyhisselâm):“Şu kızcağız, geç kaldım diye dövülmekten korkuyordu da bu-

nu size kadar getirdim” cevabını verdi.Ev sahibi, Peygamber Efendimizin gelişinden çok mutlu oldu

ve O’nun eve gelişine vesile olan bu kız çocuğunu Allah rızası için serbest/özgür bıraktı.

Böylece kız çocuğu, Peygamber Efendimizin gösterdiği sıcak ilgi sebebiyle özgürlüğü kısıtlı cariye statüsünden kurtulmuş ol-du.

Bunun üzerine Efendimiz Hazretleri şöyle buyurdu: “Allah’ın bana verdiği on lira ne kadar bereketli imiş! Allah

onunla peygamberine ve Medineli bir yoksula birer gömlek giy-dirdi, bir kız çocuğunu da sevindirdi, özgürlüğünü kazanmasına vesile oldu. Şüphesiz bize sonsuz kudretiyle rızık veren Yüce Allah’tır.”

Çok sayıda kimsesiz çocuk, Peygamber Efendimizin ilgisi ve yönlendirmesiyle müminlerin anneleri/Peygamberimizin eşleri ve diğer ailelerce yetiştirilirdi.

Kimsesiz çocuklara gösterilen ilgi konusunda Sevgili

101

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e Ç o c u k l a r

Peygamberimizin yapıp ettiklerini gören ashâb-ı kirâmın da ben-zer tutum ve davranış gösterdiğinde kuşku olmasa gerektir.

Buna örnek olarak Hazreti Ömer zamanında cereyan eden bir olay gösterilebilir.

Hazreti Ömer zamanında bir şahıs, kimsesiz bir çocuk bulunca onu kendisiyle ilgilenilmesi için Hazreti Ömer’e götürdü. Hazreti Ömer durumu araştırıp soruşturdu, neticede çocukla ilgilenip onun eğitimini yürütecek bir yakınının olmadığı anlaşılınca çocuğu bir şahsa (muhtemelen onu bulup kendisine getirene) teslim etti, onun geleceğe hazırlanması için gereken her şeyin yapılmasını tembih etti ve masraflarının tamamını devlet tarafından karşıladı.

Şehit Yetimleriyle Yakînen İlgilenirdi

Bir Şehit Yetimi Görünce Gözleri Merhamet Yaşlarıyla Dolan Aziz Can!

Sevgili Peygamberimiz öksüzlerle ve özellikle şehit yetimleriy-le ilgilenilmesini ister, şehit yetimleriyle ve öksüzlerle ilgilenenler-le cennette beraber olacağı müjdesini verirdi.

Peygamber Efendimiz, hicretin 7. (629) yılında yürürlükte olan bir anlaşmadan yararlanarak ashâbıyla birlikte umre ziyareti için Mekke’ye gitmişti.

Uhut’ta şehit düşen Hazreti Hamza’nın küçük kızı Ümâme, dö-nüş sırasında “Amcacığım!” diyerek Peygamberimizin yanına geldi.

Sevgili Peygamberimizin çocuklara ne denli şefkatli ve mer-hametli olduğunu herhalde çevresinden duymuştu. Efendimizin ilgisine sığınarak onunla birlikte Medine’ye gitmek istiyordu.

Peygamber Efendimizin, kendi ilgi ve sevgisine sığınan bir çocuğu ilgisizliğe terk etmesi mümkün değildi. Nitekim kalbi merhametle çarpan Efendimiz Hazretleri, Ümâme’yi Medine’ye alıp götürdü.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

102

Ama acaba onunla kim ilgilenecekti, kim onu evine götürüp eğitimiyle uğraşacak, kim hayata hazırlayacaktı?

Bu hususta üç kişinin adeta birbiriyle yarıştıkları görüldü. Bunlar Zeyd b. Harise, Ali b. Ebi Talib ve Cafer b. Ebi Talib Hazretleriydi.

Sevgili Peygamberimiz sağlığında Hazreti Hamza ile Hazre-ti Zeyd’i kardeş kılmıştı. Bu sebeple Hazreti Zeyd, babası şehit düşünce çocuklarıyla kendisinin ilgilenmesine izin verilmesini is-tiyordu.

Ümâme, Hazreti Ali’nin amcasının kızı idi. Hazreti Ali bu du-rumu gerekçe göstererek onu görüp-gözetme görevinin kendisi-ne verilmesini arzu ediyordu.

Hazreti Cafer ise amcasının kızı olmasından ayrı, eşi Esmâ (ra-

dıyallahu anhâ)’nın bu kızcağızın teyzesi olduğunu, dolayısıyla kendi himayesine verilmesinin daha uygun olabileceğini söylüyordu.

Bu üç zâtın yarışırcasına bir şehit çocuğu ile ilgilenmeleri, Peygamber Efendimizi çok duygulandırdı. Çünkü o, öteden beri, yetimi görüp gözetenle cennette yan yana olacağını müj-deliyordu.

Yaşanan şu gelişme bu müjdenin iyi anlaşıldığını gösteriyordu. Peygamberimiz, hoşnutluğunu şöyle belirtti:

“Ey Zeyd, sen Allah ve Resûlünün dostusun. Ey Ali, sen de benim kardeşim ve dostumsun. Sana gelince ey Cafer, sen de ba-na yaratılışça ve huyca çok benzersin. Teyzesiyle evli olman sebe-biyle Ümâme’yi gözetmeye sen daha uygunsun…”

Gariplere Gönlünde Her Zaman Yer Ayıran Aziz Evlât!

Sevgili Peygamberimiz bir bayram günü evinden dışarıya çık-mıştı, bu esnada sokakta karşılaştığı müslümanlarla bayramlaşı-yordu.

103

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e Ç o c u k l a r

Çocuklar da güzel elbiselerini giyinip şenlik içinde bayramı yaşıyorlardı.

Ancak bir kız çocuğu vardı ki, bir kenara çekilmişti, üzgündü, diğer çocukların yüzünde olan gülücükler onda görünmüyordu.

Peygamber Efendimiz bu kız çocuğu ile ilgilendi. Meğer bu yavrucak bir şehit yetimiydi! O da güzel elbiseler giyinmiş olarak analı babalı, sevinçli bir bayram yaşamayı elbette isterdi.

Efendimiz Hazretleri onun elinden tuttu, “Üzülme” dedi, “Üzülme yavrum! İster misin, kızım Fâtıma ablan olsun, eşim Âişe annen olsun, ben de baban olayım!”

Bunu hangi çocuk istemez ki!Sevgili Peygamberimiz bu şehit yetimi kızcağızı evine götür-

dü, Hazreti Fâtıma ve Hazreti Âişe ona yeni elbiseler giydirdiler, saçını taradılar, cebine bir miktar para koydular.Şehit yetiminin yüzü gülüyordu. Artık o da öteki çocuklar gibi

bayramın sevincini ve mutluluğunu yüreğinde hissediyordu. Ona bu ortamı hazırlayan, Sevgili Peygamberimizdi!

Mute savaşında Peygamber Efendimizin çok sevdiği üç ko-mutan peş peşe şehit düşmüştü. Bunlardan biri de amcası Ebû Talib’in oğlu Hz. Cafer (radıyallahu anh) idi.

Herkes şehitlerin ardından gözyaşı döküyordu. Peygamberi-miz de şefkat ve merhametin eseri olan gözyaşlarını tutamadı.

Bir kısım insanlar feryat ederek ağlamaya başlayınca Sevgili Peygamberimiz böyle feryat ederek ağlamaktan vazgeçmelerini tembih etti. Buna karşılık, şehit evlerinde üzgün ve rahatsız du-rumda olan aile fertleriyle, onların işleriyle, ihtiyaçlarıyla ve şehit çocuklarıyla ilgilenmelerini istedi. Çünkü şehit evleri o anda acı içindeydi, onların acıları sarılmalıydı.

Sevgili Peygamberimiz de bizzat kendisi, amcası oğlu Cafer radıyallâhü anh’ın çocuklarıyla ilgilendi, onları himayesine aldı,

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

104

şehit ailelerini teselli etti, üç gün süreyle şehit evlerine yemekler gönderdi.

Ashâb-ı kirâm da Peygamberimizin gösterdiği yolda yürüdü-ler. Böylece Mute şehitlerinin yetimleri, aç ve açıkta kalmadı.

Çocukların Hatalarını Tatlı Dil ve Güler Yüzle DüzeltirdiHer Zaman Doğruluğa ve İyiliğe Koşan Aziz Evlât!

Peygamber Efendimiz, yaptığı yanlış bir işten dolayı çocukları azarlamaz; ancak, yapılan işin yanlışlığını kırmadan söyler ve on-lara doğru davranışı gösterirdi.

Rafi adlı bir zâtın başından geçen bir olay bu konuda güzel bir örnek sayılır. Bu zât, başından geçen olayı şöyle anlatır:

Henüz çocuk iken bir hurma ağacı taşlamıştım. Beni Hazreti Peygamber’e götürdüler. Peygamberimiz (aleyhisselâm) buyurdu ki:

“ Ey oğulcuğum! Hurmayı niçin taşladın?” Ben:“Karnım açtı, yemek için” deyince, Peygamber Efendimiz: “Yavrum, acıktığın zaman bir daha hurmayı taşlama, kendili-

ğinden altına düşenlerden ye!” buyurdu.Sonra başımı okşadı ve: “Allahım! Bu yavrunun karnını doyur” diye dua etti.Bu olayda dikkatimizi çeken ilk şey, Peygamber Efendimizin

bu çocuğa, “Ey oğulcuğum!” diye tatlı ve yumuşak bir hitapla başlamış olmasıdır.

Bir başka nokta, bir daha taşlamaması gerektiğini söylemesi yani hatasını kavratmasıdır.

Son ve daha önemli bir husus da, açlık nedeniyle hurma ye-me ihtiyacı hissederse kendiliğinden alta düşeni yemesinin doğru olacağını hatırlatmasıdır.

105

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e Ç o c u k l a r

Görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz, hurma ağacını taşladı diye huzuruna getirilen Rafi adlı çocuğu azarlamadı, onu üzen bir şey söylemedi. Sadece bunu niçin yaptığını öğrendi ve böyle du-rumlarda doğru davranışın ne olacağını ona bildirdi.

Ömer b. Ebî Seleme, Sevgili Peygamberimizin terbiyesi altın-da yetişen bir çocuktu. Yemekte eli yemeğin her tarafında gezi-nirdi. Peygamber Efendimiz ona:

“Ey oğul! Yemeğe başlarken Allah’ın adını an (besmele çek), sağ elinle ve kabın sana yakın tarafından ye!” buyurdu.

“Ey oğul!” tarzındaki hitap, Sevgili Peygamberimizin hima-yesinde eğitilen ve geleceğe hazırlanan çocuklara onun ne denli ince, nazik ve anlamlı davrandığını gösteriyor.

O, eğitimi altındaki çocukların eksiklerini onları kırmadan ta-mamlıyor, yanlışlarını onları üzmeden, küçük düşürmeden dü-zeltiyordu.

Torunlarını Çok Severdi

Peygamber Efendimizin Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’e Olan Sevgisini İmrenerek Okuyan Aziz Can!

Peygamber Efendimizin torunlarına olan sevgisini kendi to-runlarımla yaptığım bir sohbetten okuyacağız. Allah Teâlâ hepi-mize, hepimizin evlâtlarına, torunlarına, kardeşlerine, küçükleri-ne, büyüklerine hayırlı uzun ömürler ihsan eylesin!

Benim torunlarım var. Onlardan biri Meleknur. O, yaklaşık on yaşlarında, ilköğretim beşinci sınıf öğrencisi.

Yaz ayları yeni bitmiş, yağmura karışmış sonbahar rüzgârları kendini hissettirmeye başlamıştı. Meleknur, bir hafta sonu beni ziyarete geldi. Fakat bu diğer ziyaretlere benzemiyordu.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

106

Din Kültürü Ahlâk Bilgisi öğretmeni derste onlara Peygam-berimizden bazı örnekler vermiş, onun çocuklarla ne denli içten-likle ilgilendiğinden de bahsetmişti. İşittiklerinden çok etkilenen Meleknur, “Dedeciğim!” dedi,

“Öğretmenimiz anlattı, Sevgili Peygamberimiz çocukları çok se-vermiş, onları kucaklar, okşar, öpermiş, onlara selâm verirmiş, namazda bile torunları sırtına çıksalar kızmazmış… Çok merak-landım dedeciğim, ne olur, ben sınıf arkadaşlarıma bir çay ikram etsem, sen de bize Peygamber Efendimizin çocuklara ilgisini, sevgisini ve torunlarını anlatsan olur mu?”

Ben buna çok sevindim, torunumun böyle bir istekte bulun-ması beni çok mutlu etti, “hemen” dedim, “hemen!..” “Sen tari-hini, gününü belirle, arkadaşlarını davet et, Mehmet Mert, Hüse-yin Kerem, Nimet Zeynep ve Hilâl’e de haber ver, sohbete onlar da katılsınlar, tamam mı?”

Bunlar da benim diğer torunlarımdı. Mehmet Mert, Meleknur’un abisi, Hilâl küçük kardeşiydi. Hüseyin Kerem ve Nimet Zeynep de Meleknur’un amcasının çocuklarıydı. Bir de Hüseyin Tâhâ vardı, o da diğer amcasının çocuğuydu, ama o he-nüz çok küçüktü, bir yaşını yeni tamamlamıştı.

Meleknur çok heyecanlandı, sevindi, yüzü gülüyordu. “Ta-mam dedeciğim!” dedi, “Ben toplantıyı düzenler düzenlemez sana haber veririm!”

Benden bu kadar çabuk bir cevap gelmesi Meleknur’u şaşırt-mıştı. Ben bunu fark edince ona dedim ki:

“Kızım! Sevgili Meleknurum! Kıymetli torunum! Babaların evlâtlarına, dedelerin de torunlarına karşı yerine getirilmesi gere-ken görevleri vardır. Babalar evlâtlarını, dedeler torunlarını sağlam inanç, güzel ahlâk ve çağın şartlarına uygun bilgi ve becerilerle donatmakla yükümlüdürler. Onlar, çocuklarını, iyiliğe yöneltmek,

107

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e Ç o c u k l a r

kötü olan her şeyden de korumak durumundadırlar. Dolayısıyla senin benden istediğin şey, zaten benim yapmakla yükümlü oldu-ğum şeydir. Bu sebeple asıl sen böyle bir istekte bulunmakla bana sorumluluğumun gereğini yerine getirme fırsatı hazırlamış oldun. Dolayısıyla aslında sen de bana bir iyilik yapmış oluyorsun. Çünkü senin hazırlayacağın ev sohbetinde sana, diğer torunlarıma ve öğ-renci arkadaşlarına Peygamber Efendimizi anlatma fırsatını yakala-yacağım. Bundan dolayı sana ayrıca teşekkür ederim.”

Benim bu son cümlelerimi duyan Meleknur, bir kat daha se-vindi, kendisi ve arkadaşlarının katılacağı bir toplantıda Peygam-ber Efendimizin anlatılacak olması, onu hem heyecanlandırmış hem de mutlu etmişti.

Meleknur heyecanlıydı, şimdiden dedesinin Peygamber Efen-dimizle ilgi anlatacaklarını merak etmeye başladı. İşte o gün gelip çattı. Bir hafta sonu cumartesi günü Melek-

nur, abisini, kız kardeşini, amca çocuklarını ve bazı öğrenci ar-kadaşlarını bir araya getirdi. Annesi de pasta ve çay hazırlamıştı. Ben sohbete başladım. Çocuklar da büyük bir heyecan ve ilgiyle dinlemeye koyuldular. Çünkü Meleknur, onları bu sohbet gününe sadece davet etmekle yetinmemiş, aynı zamanda içeriği itibariyle de bilgilendirmiş ve hazırlamıştı.

Bu toplantıda bir de sürpriz vardı. Benim en küçük torunum Hüseyin Tâhâ da o gün oradaydı. Düşe kalka çocuklar arasında gidip geliyor, bana doğru atılıyordu. O, birinci adını Peygamber Efendimizin kıymetli torunu Hazreti Hüseyin’den, ikinci adını ise onun dedesinden yani Peygamber Efendimizden almıştı. Onda, dede torun, isim olarak bir araya gelmişti. İnşallah bu yavrumuz, isimlerini aldığı Efendimiz Hazretlerinin ve Hazreti Hüseyin Efendimizin güzel ahlâkıyla ahlâklanır.

Dede demeyi yeni öğrenmiş olan Hüseyin Tâhâ’nın bana ulaşmak için salonu dolduran çocukların arasından sıyrılması

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

108

gerekiyordu. Bunun için hayli çaba gösterdiğini orada bulunan tüm çocuklar gülücüklerle izliyordu.

Ben de onun bu çabasını karşılıksız bırakmak istemedim. Onu daha fazla yormamak için yerimden kalktım. Kucağıma aldım. Yanaklarını okşadım, bağrıma basarak öptüm. Bunu bilerek yap-tım. Çünkü çocuklara Peygamberimizle ilgili bir şey öğretmek istiyordum.

Onlara dedim ki:“Yavrularım! Peygamber Efendimiz, torunlarını çok sever-

di; kızı Fâtıma’dan olan torunları Hasan ile Hüseyin’e ve kızı Zeynep’ten torunu olan Ümâme’ye çok düşkündü. Onları kuca-ğına alır, dizine oturtur, okşar, sever, öperdi. Bunu Allah’ın gön-lümüze verdiği şefkat ve merhametin bir gereği sayardı.”

Bundan sonra çocuklar sıcak bir ilgi ve heyecanla beni dinle-meye başladılar. Ben de anlatmaya başladım:

Canlarım Torunlarım Torunlarımın Arkadaşları!

Peygamber Efendimiz, torunları Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin’i derin bir ilgi, şefkat ve merhametle severdi. Onların ağlamasına bile üzülürdü.

Bir gün Hazreti Hüseyin’in ağladığını duyunca kızı Fâtıma’ya, “Onun ağlamasına üzüldüğümü bilmiyor musun?” buyurdu.

Gerçekten de torunlarından birinin canı yanıp ağlamış olsa Sevgili Peygamberimiz buna üzülürdü. Şimdi size önemli bir şey anlatacağım, lütfen iyi dinleyin:

Sevgili Peygamberimiz bir gün çarşıya gitmişti, orada bir süre kaldıktan sonra dönüp kızı Fâtıma’nın evi önünde oturdu. Torun-larını kastederek, “Çocuk orada mısın” diye seslendi, onlardan bir cevap alamadı. Belki de anneleri onları giydirmekle meşguldü.

Bu sırada ilginç bir gelişme oldu, çocuklardan biri koşarak

109

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e Ç o c u k l a r

gelip dedesinin kucağına atıldı. Peygamber Efendimiz, sevinç içinde onu kucağına alıp öptü ve, “Allah’ım! Sen bu çocuğu sev, onu seveni de sev” diye dua etti.

Sevgili Çocuklar! Kıymetli Canlar!

Peygamber Efendimizi sağlığında gören, müslüman olan, onun sohbetine katılan, ondan bilgi öğrenen ve feyz alanlara (manen aydınlananlara) sahabî denilmekte, bunlar çoğul olarak ashâb ve sahâbe diye anılmaktadırlar. İşte, Peygamberimizin arkadaşları olan ashâb-ı kirâmdan nak-

ledildiğine göre Sevgili Peygamberimiz bir gün sevgi dolu bir gözle Hasan ve Hüseyin’e bakıp şöyle diyordu:

“Allahım! Ben bunları seviyorum, Sen de sev bunları.”Size daha ilginç bir şey söyleyeyim çocuklar!…Biliyor musunuz Peygamber Efendimiz, torunları Hasan ile

Hüseyin hakkında, “Dünyada kokladığım iki reyhanımdır (çiçe-ğimdir)” diyordu.

Sevgili Peygamberimizin buna benzer bir sözünü bize Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri aktarıyor. Bu zat kimdir biliyor mu-sunuz?

Bu zat, Peygamber Efendimiz Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde yedi ay onu evinde konuk eden şahıstır. Medineli seçkin bir müslümandır. Peygamber Efendimizin ölümünden yaklaşık 37 yıl sonra 669 Yılında Emevîler döneminde katılmış olduğu bir İstanbul seferinde hastalanarak vefat etmiş, sur dışında toprağa verilmiş, 1453 yılında İstanbul Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedildikten sonra kabri üzerine türbe, yanına da cami yapıl-mış… Adından dolayı o semte Eyüp denilmiştir.

Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretlerinin İstanbul’un Eyüp sem-tindeki türbesi, o günden beri her zaman çok sayıda müslüman

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

110

tarafından ziyaret edilmektedir. İnşallah hep birlikte biz de ziya-ret ederiz.

Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri bir gün Peygamber Efendi-mizin huzuruna girmişti. O sırada torunları Hasan ile Hüseyin onun yanında oynuyorlardı. Ebû Eyyûb Hazretleri, Sevgili Pey-gamberimize:

“Onları seviyor musun ey Allah’ın Resûlü!” diye sordu. Sevgili Peygamberimiz bu soruya şöyle cevap verdi:“Nasıl sevmem! O ikisi benim, dünyadaki reyhanlarımdır, çi-

çeklerimdir.” Meleknur’un davet ettiği sınıf arkadaşlarından Gülru, “Ho-

cam” dedi, “Biz de dedelerimizin-büyük babalarımızın, babaan-nelerimizin ve anneannelerimizin dünyadaki çiçekleri miyiz?”

Evet kızım, sizler dedelerinizin, büyükbabalarınızın, babaan-nelerinizin ve anneannelerinizin dünyadaki çiçeklerisiniz. Çiçek-ler ne yapılır? Koklanır, okşanır, sevilir. Çiçekler insanın gönlüne huzur verir. Biz dedeler, torunlarımızla birlikte olmaktan, onlarla sohbet etmekten, koşup oynamaktan mutlu oluruz, onları kucak-lar, okşar öperiz. Tıpkı çiçekler gibi.

Bakın işte! Hüseyin Tâhâ kucağımda onu okşuyorum, öpü-yorum…

Bu sırada diğer torunlarımdan Zeynep ile Hilâl de yanıma gel-diler, onları da kucağıma aldım, okşayıp öptüm.

Gülru kızım, senin dedelerin de seninle ilgileniyorlar değil mi? “Evet hocam ilgileniyorlar. Ben de dedelerimle bir arada olun-

ca çok mutlu oluyorum.”

Allah’ın Bizlere Emaneti Olan Canlar!

Aziz Peygamberimiz bizlere torunları Hasan ile Hüseyin’in, “Cen-net gençlerinin iki seyyidi (beyefendisi)” olduğu müjdesini veriyor.

111

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e Ç o c u k l a r

Evet bu, hepimiz için, hepimizin torunları için bir müjdedir. Çünkü tıpkı Peygamberimiz gibi bütün dedeler torunlarının bu dünyada mutlu-başarılı olmalarını istediği gibi âhirette de cennet-te mutlu olmalarını ister.

Ben de şu anda beni dinleyen sizlerin ve bu kitabı okumakta olan kardeşlerimizin cennette Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin ile beraber olmaları için dua ediyorum.

Çocuklar, duanın bitiminde ne deriz? “Âmin” deriz değil mi? Pekalâ “Âmin’in anlamını biliyor musunuz?”

Haydi ben söyleyeyim: Âmin’in anlamı, “Allah’ım! Duamızı kabul eyle!” demektir. O zaman duamıza topluca âmin diyelim. Meleknur ve arkadaşları heyecanla “âmin!” dediler.

Sevgili Çocuklar, Aziz Canlar!

Peygamber Efendimiz, torunlarıyla ibadet esnasında bile iç-tenlikle ilgilenirdi.

Bir gün Peygamber Efendimiz minberde iken Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin’in düşe kalka Mescide/Camiye girdiklerini görünce konuşmasını yarıda keserek aşağı inip onları kucakladı ve “Cenâb-ı Hak, mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihan vesilesidir (Teğâbün, 64/15) buyurmakla ne kadar doğru söylemiş! Bu iki küçüğü düşe kalka görünce dayanamadım, sözümü kestim” dedi ve konuşmasına bıraktığı yerden devam etti.

Yaşanan bu olayı lütfen iyi okuyalım, doğru anlayalım: Peygamber Efendimiz, hutbe okurken torunlarının cemâatın

safları arasında düşe kalka yürüdüklerini görünce hutbesine ara veriyor, minberden inip onlarla ilgileniyor, sonra tekrar minbere dönüp hutbesine devam ediyor. Bu, Efendimiz Hazretlerinin to-runlarını ne derece içtenlikle sevdiğini göstermektedir.

Bu olayda biz dedelerin alacağı ibret dersi vardır.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

112

Ben bunu söyleyince Meleknur bir şey hatırladığını işaret ederek “Dedeciğim!” dedi, “Yaşım daha küçükken namaz esnasında ben de seninle yan yana durur, ne okuyacağımı bilmesem de rükû ve secdeye eğilir kalkardım. Hatta bazen secdeye giderken senin sırtına binerdim de sen secdene devam ederdin. Şimdi anlıyorum ki sen bunu Peygamber Efendimize uyarak yapıyordun. Çünkü Peygam-berimiz, namazda bile torunlarıyla ilgilenmeyi sürdürürmüş!”

Sevgili Çocuklar!

Bakın size dede-torun sevgisinin Sevgili Peygamberimizde ne denli doruk noktada olduğunu gösteren bir örnek anlatayım:

Sevgili Peygamberimiz bir yemeğe davetliydi. Ashâb-ı kiram ile yolda giderken gözü torununa ilişti. Hüseyin oralarda oynuyordu. Bu sırada Resûl-i Ekrem Hazretleri, birlikte yürüdüğü arkadaşla-rından ayrılarak Hüseyin’e ulaşmak istedi. Hüseyin hareket hâlinde olduğundan onu yakalamak için biraz uğraştı. Nihayet ona ulaştı. Yakalayıp kucakladı, şefkatle bağrına basıp öptü ve:

“Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’den...” buyurdu. Bir gün Sevgili Peygamberimiz, Hasan ile Hüseyin’in ellerinden

tutmuş, onlardan, “evlâtlarım!” diye bahsederek şöyle diyordu:“Hasan ile Hüseyin benim evlâtlarımdır; onları seven beni

sevmiş, onları gazaplandıran (öfkelendiren/kızdıran) beni gazap-landırmış olur.”

Bir gün Hüseyin mescide girmişti. Bunu gören Hazreti Pey-gamber (aleyhisselâm)’ın şöyle dediği duyuldu:

“Cennet gençlerinin seyyidine (ileri gelenine/efendisine) bak-mak isteyen buna baksın!”

Bir gün ağabey-kardeş, Hasan ile Hüseyin arasında çocukken bir tartışma çıkmıştı. İş biraz ileri gidince Peygamber Efendimi-zin, “Ha gayret Hasan! Göreyim seni, yakala Hüseyin’i!” diyerek

113

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e Ç o c u k l a r

Hasan’a cesaret verdiği görüldü. Babaları Hazreti Ali ise, yaşı daha küçük olduğu için Hüseyin’in kayırılacağını umuyordu. Hâlbuki Efendimiz Hazretlerinin haber verdiğine göre o sırada Cebrail (aleyhisselâm) da Hüseyin’i arkalıyor, onu cesaretlendiriyordu.

Peygamber Efendimizin torunlarına sevgisi, samimi, yürekten ve devamlı idi. Bunun doğal bir sonucu olarak Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin çocukken bazen ikisi birden dedelerini görün-ce ona doğru koşarlardı. O da ikisini birden kucaklayıp şefkatle bağrına basardı.

Üsâme b. Zeyd Hazretlerinin haber verdiğine göre Peygam-ber Efendimiz bir dizine kendisini, öteki dizine Hazreti Hasan’ı oturtur ve:

“Allahım! Bunlara rahmet ve mutluluk ihsan eyle! Ben bunlar hakkında hayır ve mutluluk diliyorum” derdi.

Torunlarım Torunlarımın Arkadaşları Değerli Canlar!

Burada geçen Hazreti Zeyd’in oğlu Üsâme’yi belki merak eder-siniz. Hazreti Zeyd, özgürlüğü kısıtlı olan statüde/köle iken azat edilmiş olup ilk Müslümanlardandır. Efendimiz onu dadısı Ümmü Eymen-Bereke radıyallâhü anhâ ile evlendirmiş ve bu evlilikten Hazreti Üsâme dünyaya gelmiştir. Hazreti Üsâme de Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin ile birlikte büyümüştü. Sevgili Peygamberimiz onu da çok severdi, öz torunlarından hiç ayırmazdı.

Sevgili çocuklar, Peygamber Efendimiz, kıymetli torunlarının anneleri olan kızı Fâtıma (radıyallahu anhâ)’yı ve babaları olan damadı Ali (radıyallahu anh)’ı da çok severdi.

Peygamber Efendimizin buyurduğuna göre, “Fâtıma, cennet ehli kadınlarının seyyidesi (hanımefendisi) idi. Fâtıma adeta on-dan bir parça idi, onu kim öfkelendirirse Hazreti Peygamber’i öfkelendirmiş olurdu.”

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

114

Sevgili Peygamberimiz bir gün Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin’in ellerinden tuttu ve şöyle dedi:

“ Bir kimse beni severse ve şu ikisini (Hasan ile Hüseyin’i), bir de bunların anasını ve babasını (Fâtıma ve Ali’yi) severse, kıya-met gününde dereceleri benimle beraber olur.”

Sevgili Peygamberimiz, bir sabah, üzerinde siyah kıldan do-kunmuş, nakışlı bir aba olduğu hâlde çıktı. O sırada Hazreti Ali’nin oğlu Hazreti Hasan geldi. Peygamber (aleyhisselâm) onu bu abanın içine aldı. Sonra Hazreti Hüseyin geldi, o da Hasan’ın yanına girdi. Sonra Hazreti Fâtıma geldi. Sevgili Peygamberimiz onu da abanın içine aldı. Sonra Hazreti Ali geldi, onu da oraya aldı. (Böylece hepsi, abanın içine girmiş oldu). Sonra Peygamber (aleyhisselâm) şu âyeti okudu:

“…Ey Ehl-i Beyt! Allah, sizden, her türlü kiri giderip sizi ter-temiz yapmak istiyor.” (Ahzâb, 33/33)

Gözaydınlığımız Sevgili Çocuklar!

Bu âyette Ehl-i Beyt’ten söz ediliyor. Muhakkak ki bunun ne anlama geldiğini merak edersiniz.

Ehl-i Beyt’in kelime anlamı “ev halkı” demektir. Terim olarak anlamı ise Sevgili Peygamberimizin ev halkına verilen unvandır. Ehl-i Beyt’in zirvesinde Peygamber Efendimizin kendisi, torun-ları Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin ve torunlarının annesi Hazreti Fâtıma ile babaları Hazreti Ali yer alır. Şüphesiz mü’minlerin anneleri/ümmehâtü’l-mü’minîn yani

Efendimiz Hazretlerinin eşleri de Ehl-i Beyt’e girerler. Bazı bilginler, Peygamber Efendimizin zekât-sadaka malı ye-

meleri dînen uygun görülmeyen yakın akrabasını ve Efendimizin yolunda olan O’na inanmış samimi ümmetleri de manevî nisbetle bu kavram içine alırlar.

115

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e Ç o c u k l a r

Sevgili Çocuklar, Peygamber Efendimizin ev halkı, O’nu daha çok görüp dinlediği ve O’ndan sürekli feyz aldığı, manen beslen-diği için tüm müslümanlar için sevilmesi, örnek alınması gereken önder nitelikli önemli şahsiyetlerdir.

Bu sebeple bizler Ehl-i Beyt’i yani Peygamber Efendimizin ev halkını samimi bir sevgiyle ve içtenlikle sevmek durumundayız.

Meleknur’un ağabeyi büyük torunum Mehmet Mert, “Dede-ciğim” dedi. “Ehl-i Beyt’i anlatırken Peygamber Efendimizin kızı Fâtıma’dan bahsettin. Sevgili Peygamberimizin başka kızları da var mı? Varsa onlardan da bahseder misin?” diye güzel bir soru sordu.

Bunun üzerine torunuma teşekkür ve dua ederek sohbeti şöy-le sürdürdüm:

Sohbetimi Tertemiz Gönülleriyle Dinleyen Sevgili Çocuklar!

İsterseniz, Mehmet Mert’in sorusuna vereceğim cevapla soh-bet tamamlansın! Süreyi uzatarak sizleri sıkmak istemiyorum.

Peygamber Efendimizin iki oğlu, dört kızı vardı. Oğulları Ka-sım ve İbrahim idi. Kızları ise Zeynep, Rukıyye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma idiler.

Kasım, peygamberlikten yaklaşık 11 yıl önce doğdu, birkaç yıl sonra öldü. Oğlu Kasım sebebiyle Sevgili Peygamberimiz “Ebe’l-Kasım Muhammed Mustafâ: Kasım’ın babası Muhammed Mus-tafa” diye anılmaktadır.İbrahim, hicretten sonra Medine’de Peygamber Efendimizin

Mısırlı Mâriye adlı eşinden dünyaya geldi. Efendimizin en küçük çocuğuydu. Efendimiz onu çok severdi. Fakat bu da iki yaşını tamamlamadan vefat etti. Sevgili Peygamberimiz onu merhamet gözyaşları içinde toprağa verdi.

Hazreti Zeynep, peygamberlikten 10 yıl önce doğdu. Yaşı

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

116

büyüyünce teyzesi oğlu Ebu’l-As b. Rebi ile evlendi. Kocası müs-lüman olmamıştı. Müslüman hanımların müşrik kocalarından ayrılacaklarını hükme bağlayan âyet henüz gelmemişti. Ebu’l-As, Bedir Savaşı’nda müşriklerle beraber savaştı ve müslümanlara esir düştü. Belli bir miktar para ödenmesi karşılığında esirlerin serbest bırakılacağı söylendiğinde Ebu’l-As da yakınlarına haber gönderdi. Hazreti Zeynep, düğün esnasında annesi Hatice (radıyal-

lahu anhâ)’nın hatıra olarak taktığı gerdanlığı da göndermişti. Peygamber Efendimizin hatıraları gözünde canlandı ve duy-

gulandı. Bunu gören sahâbe efendilerimiz, gerdanlığın Hazre-ti Zeyneb’e geri gönderilmesini sağladılar. Ebu’l-As, Hazreti Zeyneb’i serbest bırakması ve Medine’ye hicretine engel olma-ması şartıyla salıverildi.

Ebu’l-As, sözünde durdu, Mekke’ye varır varmaz Hazreti Zeyneb’in Medine’ye gidebileceğini söyledi. Hazreti Zeynep, ha-mile idi. Maalesef, Hebbar b. Esved adlı kindar ve gaddar bir put-perest tarafından bineğinden sarsılarak düşürüldü. Hazreti Zeynep, bu esnada aldığı darbe ile acılar içinde çocuğunu düşürdü. Ebu’l-As, daha sonra İslâm’ı kabul ile Medine’ye geldiyse de onun geli-şinden bir süre sonra Hazreti Zeynep 8/630 yılında vefat etti.

Hazreti Zeynep’in Ali ve Ümâme adlı çocukları vardı. Peygam-ber Efendimiz Fâtıma annemizden dünyaya gelen Hasan ve Hüse-yin Efendilerimiz gibi Kızı Zeynep’ten dünyaya gelen torunlarını da çok severdi. Peygamber Efendimiz namaz esnasında omzuna çıkan Ümâme’yi secdeye varınca indirir, kalkarken tekrar omzuna alırdı. Bir gün kıymetli bir kolye almıştı, eve geldiğinde Efendimi-zin elinde kıymetli kolyeyi gören ev halkı, “Efendimiz herhalde bunu çok sevgili eşi Âişe’ye verecektir” diye tahminde bulundular. Hâlbuki Efendimizin, kolyeyi torunu Ümâme’ye verdiği görüldü.

Rukıyye (radıyallahu anhâ), Hazreti Zeynep’ten üç yıl sonra doğ-du. Peygamberlikten önce amcası Ebû Leheb’in oğlu Utbe ile

117

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e Ç o c u k l a r

nişanlıydı. Efendimize Peygamberlik gelince, Ebû Leheb nişanı bozdu. Sevgili Peygamberimiz onu Hazreti Osman ile evlendirdi. Hazreti Osman ve eşi Hazreti Rukıyye, Habeşistan muhâcirleri arasında yer aldılar. Medine’ye döndüklerinde hastalanan Hazreti Rukıyye, Bedir Savaşı günlerinde Allah’ın rahmetine kavuştu.

Hazreti Rukıyye’den sonra dünyaya gelen Hazreti Ümmü Gülsüm de amcası Ebû Leheb’in oğlu Uteybe ile nişanlıydı. Efendimize Peygamberlik gelince tıpkı Hazreti Rukıyye’de oldu-ğu gibi Ebû Leheb’in etkisiyle nişan bozuldu. Ablası Rukıyye’nin ölümünden sonra Hazreti Osman’la evlendi. O da hicretin 9. yı-lında (Miladî 631) vefat etti.

Hazreti Fâtıma Peygamberliğin ilk yılında dünyaya geldi, Efen-dimiz Hazretlerinin kızları arasında en küçük olanıydı. Hicretin ikinci yılında (Milâdî 624) Medine’de Hazreti Ali ile evlendi.

Aziz Canlar! Sevgili Çocuklar!

Size bu evliliğin ilginç hikâyesini anlatayım:Hazreti Ali, Hazreti Fâtıma’yı istemek üzere Sevgili Peygam-

berimizin huzuruna gitti. Ancak, söyleyeceklerini sanki unutmuştu, neredeyse dili tu-

tulmuştu. Peygamber Efendimiz, “Her hâlde Fâtıma’yı istemeye geldin” diyerek ona yardımcı oldu.

Hz. Ali, sevinç içinde, “evet” dedi. Ancak, ziynet/takı ve ev eşyası için herhangi bir maddî biri-

kimi yoktu. Aziz Peygamberimiz, bu konuda da yardımcı oldu, zırhını bu amaçla değerlendirebileceğini hatırlattı. Fakat bir de düğün yemeği vermek gerekirdi.

Ashâbtan bir zât, Hz. Ali’ye bir koç verdi. Medine’nin yerlisi olan Ensâr da aralarında mısır topladılar. Düğün yemeği hazır-landı.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

118

Peygamber Efendimiz, Hz. Ali ve Fâtıma’ya, “Allah’ım! Her İkisini mesut et, onlar hakkında evliliklerini hayırlı kıl” diye dua etti. Hz. Ali’nin evinde eşya olarak hasır, yastık, içi lif dolu bir yatak, çömlek ve testi gibi şeyler vardı. Bunları da zırhını satarak elde ettiği para ile sağlamış, o paranın bir kısmı ile de Hazreti Fâtıma için ziynet/takı almıştı. Efendimiz Hazretleri kızı Fâtıma (radıyallahu anhâ)’ya çeyiz olarak, “Bir kumaş yaygı, bir kırba (su testi-si), yastık, içi ot dolu bir yatak” hazırlamıştı.

Efendimiz Haretleri, kıymetli torunlarının anneleri olan kızı Fâtıma’yı çok severdi. Gerçekten de o, Efendimizin hâlini, tavrını, tarzını, ahlâkını ve kişilik özelliklerini bütünüyle benimsemişti.

Onun oturuşunda, yürüyüşünde, konuşmasında, hayâ ve edep gibi incelikleri benimseyip özünde yaşatmasında Peygamber Efendimizi görüp hissetmek mümkün olurdu.

Sevgili Peygamberimiz de Fâtıma’yı görünce sevinir, onu ayakta karşılar, elini tutarak yanaklarından öper, ona iltifat ederek kendi yerine veya yanına oturturdu.

Hazreti Fâtıma da babası evine gelince, o da babasını onun sevgisine layık olacak bir samimiyetle karşılar ve ağırlardı.

Peygamber Efendimiz bir yolculuğa giderken aile fertlerinden en son onunla vedalaşır, yolculuktan dönünce de ilk önce onunla görüşürdü. Onun buyurduğuna göre:

“Fâtıma, cennet ehli kadınlarının seyyidesi (hanımefendisi)” idi. “Fâtıma adeta ondan bir parça idi, onu kim öfkelendirirse Peygamberimizi öfkelendirmiş” olurdu.

Sevgili Peygamberimiz hastalığı sürecinde kızı Sevgili Fâtıma annemize Kur’ân-ı Kerîm’i her yıl Cebrail (aleyhisselâm) ile karşılıklı olarak birer defa okuduklarını, bu yıl ise bunun ikinci defa ger-çekleştiğini, bunu da ölümünün yaklaşmasına yorduğunu söyle-yince Hazreti Fâtıma ağlamaya başlamıştı.

119

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e Ç o c u k l a r

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kendisinin vefatından sonra ailesinden yanına ilk kavuşacak olanın Fâtıma olacağını ve onun mümin kadınların hanımefendisi olduğunu söyleyince Hazreti Fâtıma aldığı bu müjde sebebiyle ferahlamış ve sevincini gülerek belli etmiştir.

Gerçekten de Hazreti Fâtıma, Peygamber Efendimizin vefa-tından yaklaşık altı ay sonra Allah’ın rahmetine kavuşu.

Yüce Allah, Peygamber Efendimizin ev halkını/Ehl-i Beyt’ini sevmeyi, anlamayı, güzel ahlâkını örnek almayı hepimize nasip etsin. Hepimizi şefâatlerine eriştirsin!

Âmin!..

Ehl-i Beyt Muhabbetiyle Gönlü Dolu Aziz Evlât!

Size Peygamberimizin ev halkını, çocuklarını, torunlarını, Ehl-i Beyt’ini, onlara olan sevgisini, torunlarıma yaptığım bir sohbetle anlattım. Umarım hoşunuza gitmiştir.

Torunlarım ve arkadaşlarının izlenimlerini sorarsanız, onlar çok mutlu oldular. Meleknur, sevinçten sanki uçuyordu. Çünkü Efen-dimiz Hazretlerinin torunlarına olan sevgi ve ilgisinin bir benzeri-nin bu sıcak sohbetin içtenliği ve duygu derinliği içinde o gün ora-da yaşandığını hissediyordu, sevincinden bu anlaşılıyordu.

Artık, tüm torunlarım, kendilerine olan sevgi ve ilgimin, Efendimiz Hazretlerinin torunlarına olan sevgi ve ilgisi gibi ola-cağından umutlu idiler.

Bu kitabı içtenlikle okuyan can evlatlarımızın, geçlerimizin, her yaştan ve meslekten insanımızın aynı sevgi ve ilgiyi kendi ya-kınlarıyla yaşayacaklarını ümit etmek, bu kitabın yazarına verile-bilecek en güzel hediyedir.

Üçüncü Bölüm

HAZRETİ MUHAMMED ALEYHİSSELÂM VE GENÇLER

123

HAZRETİ MUHAMMED ALEYHİSSELÂM VE GENÇLER

Gençleri Çok Severdi

Dindaşım Yoldaşım Dünya Âhiret Kardeşim Değerli Genç!

Cenâb-ı Hakk’ın insana verdiği ömür içinde gençlik dönemi, en büyük sermayedir. Sevgili Peygamberimizin bildirdiğine göre gençlik yılları, ömür sermayesinin en iyi değerlendirilmesi gere-ken bir aşaması olup, ihtiyarlık gelip çatmadan önce gençliğin kıymeti bilinmelidir.

Gençlik yıllarını yanlış işlerle boşa harcayanlar, bundan dolayı büyük pişmanlık duysalar da geçip giden yılları geri getiremezler. Bu sebeple eyvah demeden gençlik yıllarını doğruluk ve dürüst-lükle iyi işler yaparak kıymetlendirmek gerekir.

Gençler, bu dönemi saf ve tertemiz bir gönülle, samimi bir dindarlıkla, kalbi Allah ve Peygamber sevgisiyle dopdolu olarak ruhunu haramlarla, günahlarla lekelemeden geçirirse, dünyada da âhirette de mutlulukla müjdelenmiştir.

Peygamber Efendimiz gençleri sever, onlarla iyi ilişkiler ku-rar, ahlâkî olgunluğa erişmelerini sağlar, eğitip yetiştirdikten sonra onlara görev, sorumluluk ve yetki vererek ailelerine, ana-

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

124

babalarına, topluma ve İslâm’a hizmet vermeleri ve katkı sağla-maları için fırsat verirdi.

Gençler de Peygamber Efendimizin kendilerine verdiği değeri doğru algılayarak onun gösterdiği yolda çeşitli alanlarda hizmet yollarında yürürlerdi.

Gençlerin Eğitim-Öğretimine Önem Verirdi

Her Zaman İyiyi ve Doğruyu Arama Duyarlılığı Taşıyan Aziz Genç! Peygamber Efendimiz gençlerin problemleriyle yakından ilgile-nirdi. Onların iyi bir eğitimden geçmesi için o günkü şartlarda elinden gelen çabayı gösteriyordu.

Çünkü ilk gelen âyet, “Oku!” (Alak, 96/1) diye başlıyordu. Kur’ân-ı Kerim, “Bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacağını” (Zümer, 39/9) söylüyordu, “Allah’ın emir ve yasaklarını bilgi dü-zeyi yüksek olanların en iyi bilebileceğini, Allah’a karşı ancak, kulları içinde âlim olanların derin saygı duyacağını” (Fâtır, 35/28), “Kendini bilmeyen câhillerden olmaktan Allah’a sığınmak gerektiğini” (Bakara, 2/67), belirtiyordu. “Câhillerden olmamaya, câhillerden yüz çevirmeye” (En’am, 6/35; A’raf, 7/199) vurgu yapıyor, “Rabbim! İlmimi artır” (Tâhâ, 20/114) duasını öğretiyordu. Bu ne-denle Sevgili Peygamberimiz eğitim-öğretim için hiç bir fırsatı kaçırmazdı.

Mekke’de müslümanların, puta tapıcıların yoğun baskısına uğ-radığı yıllarda bile okuma, anlama, öğrenme, öğretme ve bilen-lerin sayısını çoğaltma faaliyeti Sevgili Peygamberimizin önem verdiği bir husustu. O yıllarda bir dönem içinde tebliğe, İslâm’ın insanlara ulaştırılmasına merkezlik eden Hazreti Erkam’ın evi, bir çeşit okul olarak değerlendirilebilinir.

Böyle düşünüldüğünde bu okulun programını, indiri-len âyetlerin okunması, anlaşılması, ezberlenmesi, yazılması,

125

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

saklanması, gelebilenlere öğretilmesi, gelemeyecek durumda olanlara hoca (öğretmen) gönderilmek suretiyle öğretilmesi oluş-turuyordu.

Tebliğe merkezlik eden söz konusu evin eğitim-öğretim açısın-dan böyle bir fonksiyon îfa ettiği söylenebilir. Tehdit, baskı ve baş-kaca endişeler sebebiyle Dâru’l-Erkam’a gelemeyenlere, nâzil olan Kur’ân âyetlerini okuyup öğretmek üzere hocalar gönderilirdi.

Hazreti Ömer’in Müslüman olmasıyla sonuçlanan olayda kız kardeşi Fâtıma (radıyallahu anhâ) ile eniştesi Said (radıyallahu anh)’a Kur’ân okumak üzere gönderilen zat, Habbab b. el-Eret Hazretleriydi. Diğer örnekleri de buna göre düşünebiliriz.

Mekke döneminde müslümanlara dünya ve âhiret mutluluğu-nun esasını oluşturan tevhid prensiplerinin öğretimi söz konu-suydu.

Yine bu dönem için, ibadet eğitim-öğretiminden söz edilebi-lir. Çünkü miraçta farz kılınan beş vakit namazdan önce de Müs-lümanlar sabah ve akşam olmak üzere iki vakit namaz kılmakla yükümlü idiler. Müslümanlar namaz kılmayı Peygamberimizden öğreniyorlar, birbirlerine de öğretiyorlardı. Ayrıca bir ahlâk öğre-tim ve eğitiminden bahsetmek uygundur.

Bu dönemde Müslümanların Allah yolunda gösterdikleri sa-bır, gayret, güçlüklere tahammül ve kendi aralarındaki sıkı daya-nışma, bu ahlâk eğitiminin parçaları sayılır.

Medine’ye göçten sonra durum değişti. Orada uygun olan her yer, meselâ bir ağacın gölgesi, evler ve gölgelikleri, bir caminin içi veya çevresi birer okul, müsait durumda olan her Müslüman da birer öğrenci sayılırdı. Öğretim kadrosunun başında Sevgili Pey-gamberimiz ve onun yetiştirdiği bilgin sahabîler bulunmaktaydı.

Medine’de daha çok bekâr ve kimsesizlerin barındığı ve eğitim-öğretim faaliyetlerini yürüttüğü Suffe Okulu vardı. Bu

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

126

okulun öğrencilerinin çoğu gençti. Bunlar, Suffe’yi yatakhane, camiyi de sınıf gibi kullanıyorlardı. Bu, yatılı bir okul sayılırdı. Öğrencilerin sayısı 70-400 arasında değişiyordu.

Peygamber Efendimiz, zekât ve sadakaların önemli bir kısmı-nı bu kabil hizmetlere (Suffe Okulu öğrencilerinin ihtiyaçlarını karşılamaya) ayırırdı. Kendisine sunulan hediyelerin çoğunu da söz konusu okulun öğrencilerine aktarırdı.

Nakledeceğimiz şu olay, Peygamber Efendimizin, öğrencilere ne kadar önem verdiğini göstermesi bakımından ilginçtir.

Peygamberimizin kızı Fâtıma maddî açıdan varlıklı sayılmaz-dı. Eliyle çektiği değirmenden elleri kabarır, su taşımaktan da özellikle eşi Ali (radıyallahu anh)’ın elleri kabarır, omuzları kızarırdı. Bir gün babasından ev işlerinde yardımcı olması için bir hizmet-çi istedi.

O günlerde Bedir Savaşı’ndan henüz dönülmüştü. Bedir’de şehitlerimiz vardı ve şehit yetimleriyle ilgilenmek gerekirdi. Suffe ile ilgili hizmetler de ara verilmeksizin devam ettirilmeliydi. İşte bu ortamda Peygamber Efendimiz, yüreğinden bir parça

saydığı ve çok sevdiği kızı Fâtıma’nın isteğini, “Suffe Okulu öğ-rencileri böyle yoksul yaşarken, onların ihtiyaçlarını yeterince kar-şılayamazken, Bedir şehitlerinin yetimlerinin ihtiyaçları dururken, size nasıl hizmetçi verebilirim?” diyerek geri çevirdi.

Suffe Okulu öğrencilerine en başta Kur’ân ezberletiliyor ve anlam incelikleri (tefsir) öğretiliyordu. Ayrıca Fıkıh (İslâm Hu-kuku) ve Hadis dallarında Resûl-i Ekrem (aleyhisselâm) onlara ders veriyordu. Spor dersi olarak yüzme, ok atma, okla nişan talimi gösteriliyordu. Ayrıca matematik, beden sağlığı/sağlık bilgisi, ast-ronomi ve tarih öğrenmeleri tavsiye ediliyordu. Zaman zaman bu okulun öğrencilerine ses terbiyesi-makam bilgisi (dinî musiki) nin gösterilmiş olmasından da söz edilebilir.

127

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

Bu okuldan mezun olanlar taşraya öğretmen olarak görevlen-diriliyorlardı. Bunun dışında İslâm’ın temel esaslarının sonraki nesillere aktarılmasında çok önemli bir görev yapmışlardır.

Suffe Okulunun öğrencileri dışında Medine’de yerleşmiş diğer Müslümanlar da fırsat buldukça Peygamberimizin ilim meclisine koşarlardı. Bu açıdan, namaz vakitlerinde Mescid-i Nebî (Pey-gamber Câmii) ve çevresi okul sayılırdı.

Hazreti Ömer ve Medineli komşusu örneğinde olduğu gibi sı-ra ile gün boyu Peygamberimizle birlikte olma ve öğrendiklerini akşam olunca evinde komşusuna öğretme anlayışı da vardı. Do-layısıyla işleri sebebiyle Hazreti Peygamber’in yanına her gün, her saat gidemeyenler, akşam olunca evlerine döndüklerinde giden-lerden öğrenirlerdi. Böylece öğrenmede süreklilik korunurdu.

Eğitimin bir ayağı da dışarıyla ilgiliydi. Taşradan gelen konuk-lara 20-60 gün süresince hızlandırılmış bir eğitim uygulanıyordu. Hanımlar ise eşlerinden, oğullarından dinî bilgileri ediniyorlardı. Ayrıca Efendimiz Hazretlerinin eşleri de İslâm hanımları için bi-rer öğretmen durumundaydılar. Pek çok İslâm hanımı da namaz vakitlerinde arka saflarda namazlarını kılarlar ve Peygamberimizin öğütlerini dinlerlerdi. Daha sonra sırf hanımlar için bir günün be-lirlendiğini görüyoruz. Belirlenen gün ve saatte hanımlar camiyi dolduruyorlar ve Peygamber Efendimizin sohbetini dinliyorlardı.

Görülüyor ki, Peygamberimiz devrinde yediden yetmişe her-kesin belirli bir şekilde katıldığı bir eğitim-öğretim vardı. Canlı bir bilgi akışı söz konusuydu; ilme, öğrenmeye ve öğretmeye verilen değer çok büyüktü.

Peygamber Efendimiz devrinde yaşayan örnek insanların (Ashâb-ı Kiram)’ın her biri ya öğrenici, ya öğretici, ya da bu faa-liyete hizmet edici/destek verici idi. Başka bir ihtimal söz konusu değildi. Tabii ki bundan en çok yararlanan da gençlerdi. Çünkü gerek Mekke, gerekse Medine devri itibariyle ilk müslümanların

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

128

çoğunluğunu gençler oluşturuyordu.Bu münasebetle Sevgili Peygamberimiz geçlerin eğitim-

öğretimi için yoğun çaba gösteriyor, o devrin şartlarına göre on-ları en iyi bir şekilde geleceğe hazırlanabilmeleri için gayret gös-teriyordu.

Efendimiz Hazretlerinin bu çabası bize şunu söylüyor: İslâm’ı gelecek nesillere bilgi ve uygulama ile taşıyacak olanlar, inançlı, bilgili, samimi ve becerikli geçler arasından yetişecekti.

Yuva Kuracak Gençlere Yardımcı Olurdu

Canı Canımdan Dini Dinimden Olan Aziz Genç!

Arınmış bir gönülle bu kitabı tam bir dikkat ve ciddiyetle oku-duğunu biliyorum.

Peygamber Efendimizin çocuklarını anlatırken Hazreti Ali ile Hazreti Fâtıma’nın evliliğine değinmiş ve Peygamber Efendimi-zin konuya ne kadar olumlu yaklaştığını, düğünün selâmetle ger-çekleşmesi için büyük çaba gösterdiğini, maddî imkânı elverişli olmayan Hazreti Ali’yi nasıl rahatlattığını yazmıştım. Bu olaydan çıkarmamız gereken ders neydi?

Gençlerin yuva kurmasına en başta dost ve akrabaların ve de-vamında çevrede bulunan gücü yeten herkesin yardımcı olması, nikâh akdi ile düğüne giden yolda gençlerin önündeki engellerin aşılması ve tertemiz niyetlerle yeni bir yuvanın kurulması! Önem-li olan neydi?

Önemli olan, dinî anlayış ve ahlâkî kişilik bakımından örnek-lik teşkil eden gençlerin yuva kurma isteklerine cesaret ve destek vermekti. Yoksullukları, evlenmelerine engel olmamalıydı. Bu iyi niyetli, istikamet sahibi gençleri Allah, fazlıyla zengin kılacağını vaat ediyordu.

129

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

Bu bağlamda Sevgili Peygamberimiz, yuva kuracak gençlerle yakinen ilgilenirdi, hem de bu ilgilenme tahmin edemeyeceğimiz boyutlara ulaşırdı.Bu alanda Hazreti Ali ile ilgilenme örneğini ak-lımızda tutalım ve değişik iki örneği birlikte okuyalım:

Peygamberimizin hizmetinde bulunan bir genç vardı, adı Rebîa idi. Eslem kabilesine mensup olduğu için “Eslemli Rebîa” diye bilinirdi. Yaşının ilerlediğini gören Peygamber Efendimiz ona, “Evlenmeyi düşünmüyor musun?” diye sordu.

Eslemli Rebîa, yoksulluğunu ve yürüttüğü hizmetin önemini düşünerek, Efendimizin sorusuna başlangıçta “Evet” cevabını veremedi.

Efendimiz Hazretleri, bir başka zaman Eslemli Rebia’ya bir yuva kurma arzusu olup olmadığını tekrar sordu.

Eslemli Rebîa, Efendimizin civarında gönüllü olarak hizmete koşar ve yakınında bulunmaktan manen haz duyardı. O andaki anlayışına göre bu manevî güzelliği kaybetmek istemiyordu. Do-layısıyla cevabı yine olumlu değildi.

Efendimiz Hazretleri, Eslemli Rebîa’ya üçüncü defa tekrar so-runca bunda bir hikmet ve incelik olduğunu hisseden genç:

“Evlenmek isterim, yuva kurmayı düşünürüm, ne yapmamı istersiniz? Emir buyurunuz ya Resûlallah!” dedi.

Eslemli Rebîa’nın istikamet sahibi dürüst bir genç olması, en büyük sermayesiydi. Fakat maddî imkânları bir düğün yapmaya, bir yuva kurmaya elverişli değildi.

Sevgili Peygamberimiz de bu durumun farkındaydı. İşte bu esnada bu gençle ilgilenmesi ve bir yuvanın kurulmasında ona destek vermesi, hepimiz için ibret ve örnektir. Gelin, bu ibretli olayın devamını birlikte okuyalım:

Sevgili Peygamberimiz Eslemli Rebîa’yı, kızlarını istemek üzere ensardan bir aileye gönderdi. O da gitti, Efendimiz

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

130

Hazretlerinin selâmını aktararak edep dairesinde kızlarını istedi. Onlar da hiç tereddüt göstermeden “Baş üstüne” dediler, mem-nuniyetle kızlarını verdiler. Çünkü dünür başı, yani Eslemli Rebîa için ensar ailesinin kızını isteyen, Sevgili Peygamberimizdi. En-sardaki Efendimize muhabbet, saygı ve bağlılık, böyle durumlar-da hayır demelerine izin vermezdi.

Rebîa, sonucu büyük bir sevinçle Peygamber Efendimize iletti. Rebîa, sevinçten göklerde uçuyordu. Peygamberimizin selâmını aktarınca ensar ailesi, kızlarını verme konusunda olum-lu davranmışlardı. Ne var ki, Rebîa, yoksul bir gençti. Ev eşyası, mehir ve düğün yemeği için para gerekirdi. Takdir edilecek bir tutum sergileyen ensar ailesine karşı bu yoksulluk içinde ne yapa-caktı? Nasıl davranacaktı? Yuvayı nasıl kuracaktı? Ensar ailesinin bu iyi niyetine karşı, mahçup olmamalıydı.

Onun bu telaşının farkında olan Peygamber Efendimiz, der-hal ashâbını harekete geçirdi. Hızlı bir yardımlaşma başlatıldı ve biriken paralarla takı, ev eşyası ve bir koç satın alındı. Peygam-ber Efendimiz de un yapılmak üzere evinden tahıl verdi. Böylece Sevgili Peygamberimizin yakın ilgisi ile Rebîa’nın düğünü yapıl-mış ve yeni bir yuva kurulmuş oldu.

Müslümanlar arasında Cüleybîb adlı biri vardı. Bu kişi, geçmi-şi itibariyle hanımların yanında dikkatsiz davranmakla tanınırdı. Bu nedenle herkes ailesini ondan sakınırdı. Cüleybîb sanki top-lum dışına itilmiş gibiydi.

Herkesin uzak durduğu bu kişiye de gariplerin ve kimsesizle-rin sığınağı olan Sevgili Peygamberimiz sahip çıktı. Eslemli Rebîa örneğinde olduğu gibi onu da bir adrese selâmıyla gönderebilirdi. Fakat öyle yapmadı. Ensardan bir aileye bizzat giderek kızlarını istedi. Çünkü İslâm’dan önceki dönemdeki olumsuz şöhreti se-bebiyle onun isteğini geri çevirebilirlerdi. Şefkat, merhamet, sevgi ve rahmet peygamberi Efendimiz

131

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

Hazretleri o garibin bir pişmanlıkla mahzun bir şekilde hüsranla geri dönmesini, üzülmesini istemiyordu. İşte İki Cihan Güneşi Efendimiz Hazretlerinin bizzat kendisinin gidişinin sebebi buy-du. Nitekim kızlarını kendisi için istediğini sanan aile büyükleri, “Memnuniyetle” dediler. Hâlbuki Efendimiz Hazretleri kendisi için değil, Cüleybîb için istiyordu. Bunu açıkça söyleyince, yetkili aile büyükleri tereddüt içinde kaldılar ve istekli görünmediler.

Annesinden konuyu öğrenen kız ise, “Peygamberim asla benim fenalığımı istemez” diyerek Cüleybîb’e varmayı kabul etti. Babası-nın ve annesinin hayır demesinden ve Peygamber Efendimizi üz-melerinden korkarak O’nun istediği şahısla gönül huzuru içinde evlenebileceğini açıkça söyledi. Peygamber Efendimizin önderli-ğinde nikâh kıyıldı, düğün yapıldı, bir yuva daha kurulmuş oldu.

Gün geldi, Peygamber Efendimizin de bulunduğu bir savaşta Cüleybîb şehit düştü. Görgü şahitleri, “Düşmandan yedi kişiyi öldürdü, sonra şehit düştü” dediler. Bunun üzerine Efendimiz Hazretleri, “Cüleybib bendendir, ben de ondanım” diyerek iltifat etti ve şehidi kendi elleriyle toprağa verdi. İşte Efendimiz Hazretlerinin içindeki cevheri sezerek kendi-

siyle samimi olarak ilgilendiği ve yuvasını kurduğu Cüleybîb Haz-retleri, İslâm davası uğrunda böylesine fedâkârca ve cesurca sa-vaşmış ve İslâm yolunda canını feda etmişti. Efendimizin onunla şefkat ve merhametinin eseri olarak ilgilenmesi, Cüleybîb’in dava adamı olmasına yetmişti.

Peygamber Efendimiz, vaktiyle onun hatırını güderek Cüleybîb’le evlenmeyi kabul eden fakat şimdi genç yaşta dul ka-lan Hanımefendi’ye şöyle dua etti: “Allahım! Ona hayırlar ver, hayatı boyunca hiçbir sıkıntı gösterme!”

En başta Hazreti Ali’nin yuvasının kurulması olmak üzere bu üç örnekte Peygamber Efendimizin gençlere hayatlarının en mü-him problemini çözmekte nasıl yardımcı olduğunu görüyoruz.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

132

Bu örneklerde dikkatimizi çeken birinci husus, yuva kurma-nın, gençlere önemli bir gaye olarak benimsetilmesidir. İkinci husus, bu gayeye ulaşırken toplumsal bir dayanışmanın,

yararlı bir yardımlaşmanın gerçekleştirilmiş olmasıdır. Dikkatimizi çekmesi gereken üçüncü husus da o günkü şart-

larda düğün için gerekl olan alışverişin yapılmasıdır. Bu da üç şekilde oluyordu:• Gelin hanıma takı alınıyordu. • Ev hazırlanıyor, ev eşyası alınıyordu.• Düğün yemeği (velime) hazırlanıyordu.

Kuşkusuz bütün bunlar ihtiyacı karşılayacak düzeyde tutulu-yor, taraflar birbirlerine bütçelerini aşan isteklerde bulunmuyor-lar, savurganlıktan kaçınıyorlardı.

Çünkü bütün bunlar araçtı. Yuva kurmak ise gaye idi. Pey-gamber Efendimiz devrindeki Müslümanlar bu konuda gayeyi gerçekleştirmek istiyorlar yani yuva kuruyorlar, bunu zorlaştırıcı tutum ve davranışlardan ise uzak duruyorlardı.

İslâmî Hizmetlerde Gençleri DeğerlendirirdiEfendimizin Hizmetinde Koşan Gençleri Örnek Alan Değerli Genç!

Mekke döneminde ilk Müslümanların yaş ortalaması 10-40 arasıydı. Peygamber Efendimiz Mekke’de İslâm’ı yaymaya başla-dığı ilk günlerden itibaren gençlerle ilişki kurdu. İlk Müslümanlar arasında gençler çoğunluğu oluşturuyordu.

Müslüman olduğu zaman Hazreti Ali 10, Abdullah b. Ömer (radı-

yallahu anh) 13, Zeyd b. Hârise (radıyallahu anh) 15, Zübeyr b. el-Avvam (radı-

yallahu anh) ve Abdullah b. Mesud (radıyallahu anh) 16, Abdurrahman b. Avf (radıyallahu anh), Talha b. Ubeydullah (radıyallahu anh), Sa’d b. Ebî Vakkas (ra-

dıyallahu anh), Erkam b. Ebi’l-Erkam (radıyallahu anh) 17, Mus’ab b. Umeyr

133

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

(radıyallahu anh) yaklaşık 19, Ca’fer b. Ebî Talib (radıyallahu anh) 22, Osman b. Affan (radıyallahu anh), Ebû Ubeyde b. El-Cerrah (radıyallahu anh) 25-30 yaş arasındaydılar. Hazreti Ebû Bekir ise 38 yaşlarındaydı. İslâm’ın yayılmasında bu genç insanların çok katkısı oldu.

Mekke döneminde bu inançlı, bilgili, samimi, donanımlı ve becerikli gençler Kur’ân âyetlerini ezberlediler, anladılar, özüm-sediler, şahıslarında yaşadılar, toplum hizmetinde güzel örnekler verdiler. İslâm’ı başkalarına anlatma, ulaştırma ve tebliğ faaliyeti-ne Sevgili Peygamberimizin yanı başında katıldılar.

Kimisi zincirlere vuruldu, kimisine boğucu duman koklatıl-dı, Sa’d b. Ebî Vakkas (radıyallahu anh) ve Ebû Ubeyde b. el-Cerrah Hazretlerinde olduğu gibi kimileri anne ve babalarının, Mus’ab b. Umeyr Hazretleri gibi kimileri de tüm akraba grubunun pro-testosuna maruz kalarak yoğun psikolojik baskı altına alındılar. Fakat hiçbir baskı onlarda baskıcıların beklediği doğrultuda bir yılgınlık meydana getirmedi.

Onlar, Aziz Peygamberimizden aldıkları feyizle gönüllerini ay-dınlattıkları gibi iradelerini sabır ve tahammülle keskinleştirdiler. Bu nedenle karşılaştıkları engelleri aşabildiler.

Peygamber Efendimizin davetine katılmaları yüzünden, erken dönemde gençlerin karşılaştıkları akıl almaz sıkıntıları fedakârlıkla göğüsleyebilmeleri, davetin sahibi olan Efendimizin onlarla ne denli uyumlu bir ilişki kurabildiğini göstermektedir.

Bu gençlerin her birinin pek çok meziyeti ve bu meziyetleri doğrultusunda İslâm tarihine geçmiş başarılı hizmetleri vardı.

Kur’ân Muhabbetiyle Gönlü Işıklı Aziz Can! Değerli Genç!

Peygamber Efendimizin çevresinde hizmette pervane gibi dö-nenler arasında Peygamberimizin sağlığında Kur’ân’ı en iyi oku-yanlardan (kurrâ’dan) biri Abdullah b. Mesud adlı bir gençti.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

134

Allah’ın Kelâmı’nı Kâ’be civarında okumanın zor olduğu gün-lerde bazı Müslümanlar, “Kur’ân’ı şurada (Kâ’be civarında) puta tapıcılara bir duyurabilseydik!” diye kendi aralarında konuşuyor-lardı. Bu konuşmayı işiten Abdullah İbn Mesud Hazretleri, bunu yapmayı görev edindi.

Esasında kabile yapısı itibariyle çevresi böyle bir durumda pu-ta tapıcılardan gelebilecek saldırıları savmaya müsait görünmü-yordu. Bu sebeple müslümanlar onu uyardılar. Fakat genç Ab-dullah, ertesi gün kuşluk vakti Kâ’be yanında Rahman sûresini okumaya başladı.

Müşrikler çil yavrusu gibi üzerine çullandılar. Hırpalayıp döv-düler. Ağzı, yüzü kan içinde kaldı. Ancak o, okumaktan vazgeç-medi ve Müslümanların dileklerine uygun bir şekilde Kur’ân’ı Kâ’be civarında puta tapıcılara duyurmayı başardı. Üstelik arka-daşlarının yanına ulaştığında gerekirse ertesi gün tekrar okuyabi-leceğini söylüyordu. Çünkü o, yaptığı Kur’ân hizmetinin manevî hazzı içindeydi ve herhangi bir ıstırap hissetmiyordu.

Bu genç adam, İslâm tarihine, Kâ’be çevresinde Sevgili Pey-gamberimizden sonra Kur’ân’ı açıkça ilk okuyan kişi unvanıyla geçti.

Evini İslâmî Hizmetlere Tahsis Eden Hazreti Erkam’a Sevgi ve Saygı Duyan Değerli Can!

Mekke’de Peygamberliğin ilk yıllarında ilk müslümanlardan olan genç Erkam (Allah ondan razı olsun), tebliğ çalışmaları için müsait konumda olan Safa tepesindeki evini Resûl-i Ekrem Efendimizin hizmetine tahsis etti.

“Dâru’l-Erkam” diye tarihe geçen bu mekân, birkaç yıl İslâmî tebliğ faaliyetlerine merkezlik etti. İlerleyen zamanda bu ev, “Hazreti Peygamber Erkam’ın evine

135

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

girmeden önce, Erkam’ın evine girdikten sonra, Erkam’ın evinde iken, Erkam’ın evinden çıktıktan sonra…” gibi ifadelerle takvim tarzında tarihlendirme olarak yaygın biçimde kullanıldı.

Zülfikar Sahibi Hazreti Ali’nin Yiğitlik Örneklerini Okuyarak Büyüyen Aziz Can!

Hazreti Ali’nin 10-30 yaş arasında İslâm’a yaptığı hizmetler, ilimde derinleşmesi, tebliğ hizmetlerine katkısı ve kahraman-lıkları dillere destandır. Onun alnı putlara hiç değmemiştir. On yaşından itibaren Efendimizin terbiyesine girmiş ve Efendimize ilk inananlar arasında yer almıştır. “Kerremallâhü Vecheh, el-Mürtezâ”, onun manevî mertebesinin yüksekliğini belirten övü-cü unvanlardır.

Yiğit ona derler ki, Allah ve Resûlü uğrunda her türlü sıkıntıyı göğüsleyebilir. İşte Hazreti Ali, bu yiğitlerin başında gelmektedir. “Lâ fetâ illâ Ali lâ seyfe illâ Zülfikar: Ali gibi yiğit, Zülfikar gibi kılıç bulunmaz!” sözü onun kahramanlığını belirtmek için kulla-nılmıştır.

Ağabeyi Cafer ise muhâcirlerin sorumlu başkanı olarak bazı müslümanlarla Habeşistan’a göç ettiği zaman 25 yaşlarında bir gençti. Kureyş müşriklerini temsilen Habeşistan’a gelen elçiler saraya girerek yöneticileri müslümanlar aleyhine yönlendirmek istedikleri sırada, Hazreti Cafer’in, üst yönetimin ve hristiyan din adamlarının huzurunda yaptığı konuşma/savunma, hem edebî hem de içerik/anlam itibariyle çok ünlüdür.

İslâm Tarihine Efendimiz Tarafından Bir Başka Beldeye İlk Muallim Olarak Görevlendirilen Hazret-i Mus’ab’ın Tebliğ İnceliklerini Merakla İnceleyen Aziz Genç!

Bilindiği gibi İslâm’ı seçmesi sebebiyle akrabasının yo-ğun baskısına maruz kalan pek çok Müslüman genç arasında

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

136

Mus’ab b. Umeyr Hazretleri, en başlarda gelirdi. Peygamber Efendimiz, bu genci Medine’ye hicretten önce İslâm’ı orada tanıtmak ve insanlara öğretmek için öğretmen olarak görev-lendirdi. Gerçekten de bu genç, Birinci Akabe Biatı’ndan son-ra bir yıl boyunca Medine’de yürüttüğü tebliğ faaliyetinde çok başarılı oldu.

Öyle ki, Hazreti Sa’d b. Muaz ve Hazreti Üseyd b. Hudayr gibi kabile başkanlarını bile İslâm’a kazandırdı. Böylece Hazreti Mus’ab’ın başarılı çalışmaları sonunda ertesi yıl Medineli Müs-lümanlar İkinci Akabe Biatı’na önceki yıla göre daha büyük bir kalabalıkla katıldılar.

Peygamber Efendimiz onun, “Tüm dünyalığı, Allah ve Resül sevgisi uğruna terk edenlerden olduğunu” söyler.

Evet o mübarek gencin yüzü, ezaya cefaya uğramışlığın yıp-ranmışlığını, aynı zamanda imanda sabrın, zorluklara tahammül ve fedakârlığın güzelliğini yansıtıyordu.

Bu değerli genç hakkında Âmir b. Rebîa Hazretlerinin bir de-ğerlendirmesi var ki, oldukça ilginç ve anlamlıdır. Çok ibretlik bu değerlendirmesinde Hazreti Âmir şöyle diyor:

“Müslüman olduğu günden şehâdetine kadar (Uhud’da şehit düştüğü ana kadar) birlikte yaşadığımız tüm zamanlarda onun gi-bi güzel huylu ve onun kadar uyumlu birini görmedim!”

Uhud Savaşı’nda şehit düştüğü zaman kefen olarak üzerinde-ki eski bir kaftandan başka saracak bir şey yoktu. Efendimiz, üst kısmına kaftanın örtülmesini, alt kısmının ise izhir otlarıyla sarıl-masını tembih etti.

Vaktiyle çok zengin bir ailenin evlâdı olarak bir eli yağda bir eli balda refah ve bolluk içinde hayat sürerken İslâm’a girmesi sebe-biyle yakınlarının ilgiyi kesmeleri ve onu dışlamaları sebebiyle bir-den yoksul bir duruma düşmüştü. Ama o, bunu bir engel olarak

137

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

görmemiş ve her gün bir önceki güne nispetle İslâm’a hizmet hu-susunda daha heyecanlı ve istekli olarak çaba göstermişti.

Neticede İslâm’ın yükseliş dönemini göremeden hayata veda eden bu mübarek şehidimizin toprağa verilişinde Sevgili Peygam-berimizin gözleri de yaşarmıştı. Şu âyetin o ve onun gibileri hak-kında nâzil olduğu söylenir:

“Mü’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var! İşte onların kimi sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir, kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” (Ahzâb, 33/23)

Hicret Kıssalarını Ninni Rahatlığında Okuyup Dinleyerek Yetişen Değerli Genç!

Peygamber Efendimizle Hazreti Ebû Bekir’in Medine’ye hic-reti sırasında üç gencin yararlı hizmetleri asla unutulmaz. Bunlar-dan biri Hazreti Ali’dir. Hazreti Ali, her an düşman saldırısının olabileceği tehlikeli hicret gecesinde ölümü göze alarak Hazreti Peygamber’in yatağında yattı. Böyle bir tedbirle, Efendimiz Haz-retlerinin hâlâ evde olduğu izlenimi uyandırıldı.

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de bu durumdan yararla-narak önce Hazreti Ebû Bekir’in evine, oradan da Hazreti Ebû Bekir’le birlikte Sevr Mağarası’na giderek gizlendi.

Bu zorlu hicret gecesinde fedakârca hizmet eden gençlerden ikincisi Hazreti Ebû Bekir’in kızı Esmâ (radıyallahu anhâ)’dır.

Hazreti Ebû Bekir’in evinden mağaraya hareket edilmeden önce Hazreti Esmâ’nın yol hazırlığındaki titizliği dikkat çekti ve Peygamberimiz bu genç hanımefendiye çabasından dolayı iltifat ve teşekkür etti.

Hicret bağlamında hizmeti her zaman anılacak gençlerden üçüncüsü ise Hazreti Ebû Bekir’in oğlu Abdullah’tır. Abdullah, zeki, anlayışlı, maharetli ve becerikli bir gençti.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

138

Peygamber Efendimizle Hazreti Ebû Bekir Sevr mağarasın-da iken o, Mekkelilerin bunlarla ilgili hileli düşüncelerini öğrenir, akşam kararınca gizlice mağaraya gider, onlara haberleri aktarır, gecenin dörtte üçü geçtikten sonra seher vakti Mekke’ye döner ve Mekkeliler arasında gecelemiş izlenimi uyandırırdı.

Ertesi gün Peygamber Efendimizle Hazreti Ebû Bekir’in yo-la çıktığı inkârcılarca öğrenildikten sonra bu gençler sıkıştırılıp tartaklandılarsa da kesinlikle sır vermeyerek fedâkârlıklarını sür-dürdüler.

Sadece Mekkeli Değil, Medineli Gençlerin de İslâmî Hizmetlerde Samimiyetle Koştuğunun Bilincinde Olan Muhterem Genç!

Medine döneminde de gençlerin İslâm’a hizmetleri ve Pey-gamber Efendimizin tebliğ faaliyetine katkıları dikkat çekmek-tedir. Zeyd b. Sabit Hazretleri bunun en güzel örnekleri ara-sındadır. Çünkü bu genç, Resûl-i Müctebâ Efendimizin isteği üzerine İbranice, Süryanice ve diğer bazı yabancı dilleri öğren-miş, komşu devlet başkanlarına ve kabile reislerine Sevgili Pey-gamberimizin mektuplarının çoğunu o yazmış ve Medine’ye ge-len yabancılarla Peygamberimiz arasında tercümanlık yapmıştı. Zeyd b. Sabit Hazretleri, aynı zamanda Peygamberimizin vahiy kâtipleri arasındaydı.

Öte yandan Hazreti Enes, annesi tarafından Sevgili Peygam-berimize hizmet için teslim edildiğinde henüz 10 yaşındaydı ve 20 yaşına kadar bu hizmetini sürdürdü. O’ndan aldığı feyz (ma-nevi aydınlanma) ve O’nun örnek ahlâkına dair anlattıklarıy-la Efendimiz Hazretlerinin sonraki nesillere aktarılmasında en önemli başvuru kaynaklarından biri oldu.

Peygamber âşıkı Hazreti Ümmü Süleym ailesinin bir ferdi olarak Hazreti Enes’in ailesiyle birlikte Efendimiz Hazretlerine yaptığı hizmet, her türlü takdirin üstündedir.

139

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

Diğer sahâbîler ve tâbiûn unvanlı ikinci nesil, bu aileye Efen-dimize samimi hizmetlerinden dolayı hep teşekkür ve dua etmiş-lerdir.

Yaşlı bir Sahâbî olan Cerîr b. Abdullah el-Becelî Hazretleriyle Hazreti Enes bir zaman aynı kafilede yolculuk yapmışlardı. Haz-reti Cerîr, yaşı büyük olduğu halde gidecekleri yere ulaşıncaya kadar yol boyunca yol hizmetlerini kendisinin yapacağını, buna itiraz etmemesini, sebebini ise yolculuk bittikten sonra söyleye-bileceğini belirtti.

Yaşça daha küçük olan Hazreti Enes buna itiraz ettiyse de Hazreti Cerîr’in hatırını kırmak istemedi. Hazreti Cerîr, yolculuk süresince gerekli hizmetleri dikkatle ve şevkle yaptı. Doğrusu Hazreti Enes, yaşanan bu gelişmenin sebebini oldukça merak et-mişti. Nihayet yolculuk sona erince mesele anlaşıldı.

Hazreti Cerîr, Medine’nin yerlisi olan ensârın Resûl-i Ekrem Efendimize yaptıkları samimi hizmete tanık olmuş bir kişiydi. Ensârın bu karşılıksız ilgi ve yardımı, onu hep duygulandırmış ve bir gün onlardan biriyle hizmet gerekecek bir yolda karşılaşırsa Efendimize yaptıkları yardıma karşılık onlara hizmet edeceğine söz vermiş, ant içmişti. Hazreti Enes’e yol boyunca yaptığı hiz-met, bu sözünün yerine getirilmesinden ibaretti.

Amr b. Cemuh, Selime Oğulları’nın ileri gelenlerinden yaşlı bir kişiydi. Oğlu Muaz ise müslüman olmuştu. Aynı kabileden pek çok genç, babalarından ve dedelerinden önce Müslüman ol-muştu. Muaz b. Cebel Hazretleri de bunlar arasındaydı ve genç bir müslümandı. Bu Muaz’ların her ikisi de 2. Akabe Biatlarına katılmışlardı. Başta bu iki Muaz olmak üzere kabiledeki gençler, babalarını ve diğer yaşlı kesimi İslâm’a kazanmak için özel çaba gösteriyorlardı. Bu çabalar sonunda Amr b. Cemuh da müslü-manlar kervanına katıldı. Bunun ilginç bir hikâyesi var.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

140

Genç oğul Muaz (radıyallahu anh) müslüman olduğunda babası he-nüz puta tapıyordu. Tahtadan yapılmış putunu evinden ayırmıyor, onu titizlikle koruyordu. Buna karşılık oğul, babasının İslâm’dan uzak kalışına üzülüyordu. Bunun üzerine Selimeoğulları’nın gençleri, puta tapıcılığa körü körüne bağlılığını sürdüren bazı yaş-lıları İslâm’a nasıl kazanacaklarını düşündüler ve konuştuklarını uygulamaya karar verdiler. İki Muaz (Muaz b. Amr ve Muaz b. Cebel Hazretleri) bir gece

Amr b. Cemuh uyurken putunu alıp çöplüğe attılar. Sabahleyin putunu yerinde bulamayan Amr ona tapınma içinde kıvranıyor-du; aradı, buldu, yıkayıp temizledi ve evine götürüp eski yerine dikkatle yerleştirdi.

O uyuduktan sonra -Allah kendilerinden razı olsun- iki Mu-az onun putunu tekrar dışarıya attılarsa da ertesi sabah yaşlı puta tapıcı, putunu bulup temizledi ve tekrar evdeki yerine yerleştirdi. Fakat gençler yılmıyordu. Amr b. Cemuh’u İslâm’a kesinlikle ka-zanmak, onu putların oyuncağı olmaktan kurtarmak istiyorlardı.

Üçüncü gece için gençler plân kurarken Amr da putun boy-nuna bir kılıç astı ve “Hiç değilse kendini şu kılıçla savun” dedi, sonra uyudu. Bu sefer, oğlu Muaz (radıyallahu anh), putu aldı, bir kö-pek leşine sarıp çukura attı.

Ertesi sabah tekrar putunu yerinde bulamayan Amr, öfke için-de araştırmaya başladı, pis bir köpek leşinin içinde güçsüz ola-rak durduğunu görünce nihayet aklı başına geldi. Çünkü yıllarca tapmakta olduğu putun kendini bile savunmaktan âciz olduğunu anladı, “Senin gücün olsaydı köpek leşine sarılarak bir çukurda bulunmazdın” dedi.

Bunu izleyen gençler, Amr b. Cemuh’u İslâmiyete davet et-tiler. O da böylece mutlu müslümanlar kervanına katılmış oldu. Bu olayda adı geçen iki Muaz’dan ikincisi olan Muaz b. Cebel

141

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

Hazretleri, Peygamber Efendimizin rahle-i tedrîsinde, eğitiminde yetişmiş bilgili bir gençti.

Peygamber Efendimiz pek çok gence ilmî, askerî, idarî ve siyasî alanda sorumluluk verdiği gibi Muaz b. Cebel Hazretlerini de Yemen taraflarına vali ve kadı (hâkim/yargıç) olarak görev-lendirdi.

Yola koyulurken karşılaştığı bir problemi nasıl çözeceğini sor-duğunda Hazreti Muaz, “önce Kur’ân-ı Kerim’e bakacağını, ce-vabını bulamazsa Sünnet’e/hadîs-i şerîflere başvuracağını, onda da bulamazsa Kitap ve Sünnet’i referans alarak kendi aklî muha-kemesi ile ictihad edip karar vereceğini” söyledi. Hazreti Muaz b. Cebel’in verdiği cevaplardan çok memnun kalan Sevgili Peygam-berimiz “müslümanlar arasında problem çözme yeteneğine sahip bilgili, dirayetli bir görevli bulunması sebebiyle böyle bir müslü-manı kendisine bahşeden” Yüce Allah’a hamdetti.

Peygamber Efendimizin çevresinde İslâm’a içtenlikle sahip çı-kan gençler vardı; bu gençler, bir iddia ve aldatmadan ibaret olan bâtılı (boş ve anlamsız şeyleri) terk ediyorlar, Sevgili Peygamberi-mizin anlattıklarıyla ortaya çıkan hakikate koşuyorlardı.

Muhterem Genç!

Müreysi seferinde (5/627) kuyudan su taşıma meselesi etra-fında muhâcirlerin sucusu ile Medineli ensârın sucusu arasında küçük bir tartışma çıkmıştı. Bu seferde bulunan baş münafık Ab-dullah b. Übeyy şehre döndükten sonra güçlü olanın zayıf olanı çıkartacağından söz ediyor, güçlü olanla kendilerini, zayıf olanla da Peygamber Efendimizi ve muhâcirleri kastediyordu.

– Allah kendisinden razı olsun- bunu işiten Zeyd b. Erkam adlı bir genç, durumu Peygamberimize iletti. Fakat Abdullah b. Ubey b. Selül adlı baş münafık bu sözleri söylemediğine dair

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

142

yemin etti, yakınları da bu doğrultuda propaganda yapınca baş-münafık suçüstü yakalanmaktan şimdilik kurtulmuş oldu.

Bu durumda Zeyd b. Erkam (radıyallahu anh), sanki yalan söylemiş gibi mahcubiyet içinde kaldı. Ama Yüce Allah kara propaganda ile yıpratılmak istenen Hazreti Zeyd’in üzülmesine razı olmadı ve onu doğrulayan âyetlerini Peygamber Efendimize hemen in-dirdi. Gelen âyetlerde iki yüzlülerin (münafıkların) içyüzü uzunca anlatıldıktan sonra Hazreti Zeyd’in verdiği haberle ilgili hususta şöyle deniliyordu:

“Onlar, andolsun eğer Medine’ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan mutlaka çıkaracaktır, diyorlardı. Hâlbuki asıl üstün-lük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve mü’minlerindir. Fakat mü-nafıklar bunu bilmezler.” (Münâfikûn, 63/8)

Yüce Allah, Sevgili Peygamberimize indirdiği bu âyetle genç bir müslüman olan Hazreti Zeyd’i doğrulamış oluyordu. Böylece bu gencin toplumdaki itibarı bir kat daha artmış oldu.Şunu da belirtelim ki Abdullah b. Übeyy, Peygamberimizin

hicret ettiği yıl bir kabile reisi olarak başına taç giymeye hazırlanı-yordu. Ancak, Sevgili Peygamberimiz şehre gelince herkes Efen-dimiz Hazretlerinin çevresinde toplanınca Abdullah b. Übeyy’in başkanlık tacını giyme arzusu gerçekleşmedi.

O, bunu bir türlü hazmedemedi. Ama herkesin İslâm’a girdiği bir ortamda bu gelişmenin dışında kalmak da işine gelmedi. Böy-lece dıştan müslüman gibi görünmekle beraber içten inkârcılığını sürdürdü.

Çevresinde toplayabildiği diğer münafıklarla birlikte öm-rü boyunca Peygamberimizin ve müslümanların aleyhine işler yaptı. Dış düşmanlara gizli gizli destek verdi. Basit tartışmaları büyüterek muhâcirlerle ensâr arasındaki dayanışmayı bozma-ya çalıştı. Fakat hemen söylemeliyiz ki, ikiyüzlüler asla zafere

143

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

ulaşamayacaklardı. Çünkü bunların en başında bulunan Abdul-lah b. Übeyy’in oğlu genç Abdullah, birinci sınıf bir müslüman-dı. Evet genç Abdullah, Peygamber efendimizin birinci sınıf sahabîleri arasında yer alıyordu.

Evet… Peygamber Efendimiz, gençlerle ilişkilerde o kadar başarılı idi ki, Medine’de baş münafık olan İbn Ubeyy’in oğlu Ab-dullah da İslâm’a giren samimi gençler arasındaydı. Münafıklar, oğullarını bile ikna edemiyorlardı. Bu durum, nifakın, ikiyüzlülü-ğün saltanatının sona ermekte olduğunu gösteriyordu.

Oğlunu ikna edemeyen bir düşüncenin zafer kazanması mümkün değildi. Nitekim Medine dönemi boyunca ikiyüzlüler her ne yaptılarsa rezil-rüsva oldular, toplumda giderek alçaldılar ve zayıf bir duruma düştüler.

Çünkü Peygamberimiz, muhâcirlerle ensâr arasında kardeş-lik kurdu. Onlar her konuda birbirlerini destekliyorlar ve müna-fıkların oyunlarını boşa çıkarıyorlardı. Müslümanlar bir binanın tuğlaları, bir bedenin organları gibiydiler. Birbirlerinin sevincini paylaştıkları gibi dertlerine de ortak olurlardı.

Gençleri Ana-Babalarına Saygı ve Hizmete Sevk EderdiAnne-Babaya Saygı ve Hizmetin En Büyük Sevaplar Arasında Olduğunu Bilen Değerli Genç!

Sevgili Peygamberimiz, anne babaya saygı ve hizmet konusu-na önem verdiği gibi anne babaların da evlâtlarıyla ilgilenmeleri hususunda aynı şekilde titizlik gösterirdi.

Peygamber Efendimiz, çocukların ve gençlerin inanç, ibadet, ahlâk, görgü kuralları, gündelik hayatta insanî ilişkileri düzenle-yen esaslarla, beceri kazandırma ve bir meslek edindirme gibi hususlarda ciddi bir şekilde eğitilmeleri gerektiği üzerinde ısrarla dururdu.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

144

Çocuklar ve gençler denilince akla hemen ebeveyn yani anne-baba gelir. Dinimiz, anne-babaya saygı ve hizmete önem vermiş-tir. Kur’ân-ı Kerim’de Yüce Allah bu konuya dikkatlerimizi çek-mekte ve şöyle buyurmaktadır:

“Biz insana ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye et-mişizdir...” (Lokman, 31/14)

“Allah’a kulluk edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve eliniz altında bulunan kimselere iyilik edin.” (Nisâ, 4/36)

“Rabbin, kendisinden başkasına kulluk etmeyin, ana-babanıza iyilik yapın, diye emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırlarsa, kendilerine öf! deme; onları azarlama, ikisine de gü-zel söz söyle, onlara merhametle tevazu kanatlarını ger ve de ki: Rabbim! Nasıl ki onlar beni küçükken terbiye edip yetiştirdilerse, Sen de onlara merhamet et!” (İsrâ, 17/23-24)

Efendimiz Hazretleri de bu konunun önemini vurgulamakta ve şöyle buyurmaktadır:

“Allah’ın rızası ana-babanın rızasında, gazabı da ana-babanın gazabındadır.”

“ Büyük günahların en büyüğü Allah’a ortak koşmak ve ana-babaya karşı gelmektir.”

“Kendisiyle en çok ilgilenilmesi, ihtiyaçlarının öncelikli ola-rak karşılanması ve kendisine yakın olunması gereken kimdir?” diye sorulunca Sevgili Peygamberimiz bunu soran kişiye üç defa “Anandır”, dördüncüde ise “Babandır” cevabını verdi.

Peygamber Efendimiz bedduadan hoşlanmazdı. Bununla be-raber ana-babaya hizmetin önemini vurgulamak için bir kere şöyle dedi:

“Sürünsün o kişi! Sürünsün o kişi! Sürünsün o kişi ki, ana-

145

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

babasının sağlığına yetişir de (onları memnun etmediği için ) cen-nete giremez!”

Bilindiği gibi Sevgili Peygamberimiz henüz doğmadan önce babası Abdullah ticaret için gittiği Şam’dan dönerken Medine’de hastalanıp ölmüş, orada toprağa verilmişti. Bu sebeple babasını dünya gözüyle göremedi.

Annesi ise O altı yaşında iken öldü, bu sürenin de yaklaşık dört yılını süt annesi Halime’nin memleketinde geçirmişti. Do-layısıyla annesiyle sadece iki yıl kadar aynı aile ortamında bulu-nabilmişti.

Sevgili Peygamberimiz bundan sonra iki yıl dedesi Abdülmuttalib’in yanında kaldı. Sekiz yaşında iken dedesi de ve-fat etti. Sekiz yaşından itibaren amcası Ebû Tâlib’in evinde ika-met etti; bu süreçte amcasının ve yengesi Fâtıma Hanım’ın yakın ilgi ve şefkatine erişti. Çocukluk yıllarında onunla ilgilenen bir de Ümmü Eymen-Bereke Hanım vardı.

Peygamber Efendimiz adı geçen bu şahsiyetlere gösterdiği sevgi ve saygı ile müslümanlara anne, baba, akraba ve ilgiye muh-taç yaşlılara nasıl davranılması hususunda ipuçları vermiştir.

Sürekli Anne Duası Almak İçin Dikkatli Davranan Aziz Evlât!

Söz buraya gelmişken Peygamber Efendimizin, annesi ile il-gili bir hatırasına işaret ederek anne mevkiindeki hanımlara gös-terdiği saygıya dair bazı örnekleri sıralamak bu bağlamda uygun olacaktır:

Sevgili Peygamberimiz Hudeybiye umresi sırasında Mekke’ye giderken Ebva’ya uğrayıp annesinin kabrini ziyaret etti. Bu esna-da kabri eliyle düzeltti, teessüründen ağladı. Efendimiz Hazretle-rinin ağladığını gören müslümanlar da ağladılar. Niçin ağladığını soranlara ise:

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

146

“Annemin benim hakkımda şefkat ve merhametini hatırladım da ağladım” cevabını verdi.

Peygamber Efendimiz dünyaya geldiğinde câriye (köle kadın) statüsünde Süveybe adlı bir hanım onu sadece bir hafta emzir-mişti. Efendimiz Hazretleri ömrü boyunca bu hanıma iyilik etti. Medine’ye göçten sonra da ona sürekli yiyecek (erzak) gönderir, gelip gidenlerle selâm yollardı.

Resûl-i Ekrem Efendimizin bu ilgisi Süveybe Hanım ölünce-ye kadar devam etti. Hatta onun ölüm haberini aldıktan sonra da bir yakını olup olmadığını soruşturdu, nihayet kimsesi kalmadı-ğını tespit etti.

Peygamber Efendimizin sütannesi Halime Hatun bir defasın-da Mekke’ye geldi ve ona, “Yaman bir kıtlık geçirmekte oldukla-rını, kuraklıktan hayvanların kırıldığını...” söyledi.

Bu sırada Hazreti Hatice ile evli olan ve henüz Mekke’de bu-lunan Peygamber Efendimiz, Halime Hatuna kırk koyun ile yük-lerini taşımak üzere bir de binek devesi verdi.

Başka bir anlatıma göre sütannesi Halime hatun yanına geldi-ğinde Nebiyy-i Muhterem Efendimiz onu görür görmez hemen ayağa kalkmış, “Anneciğim! Anneciğim!” diyerek ona sevgi ve saygı göstermiş, abasını yere sererek onu üzerine oturtmuştur.

Peygamber Efendimizin dadısı diye bilinen Ümmü Eymen (ra-

dıyallahu anhâ)’yı da burada rahmetle analım. Efendimiz Hazretleri, uzun süre kendisine hizmet eden Üm-

mü Eymen-Bereke Hanımı da çok sever sayardı. Ona:“Sen benim ikinci annem sayılırsın” derdi. Bu ifadeden Efendimiz Hazretlerinin, dadısı Ümmü Eymen’i

annesi kadar sevdiği anlaşılıyordu. Bir de bu hanımın vaktiy-le cariye statüsünde olduğu dikkate alınırsa konunun önemi bir kat daha artmaktaydı. Çünkü İslâm’dan önceki câhiliye çağı

147

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

Araplarında cariyeler her çeşit insanî ve tabii haklarından mah-rum idiler. İşte böyle bir ortamda Peygamber Efendimiz bu ha-nımı anne mevkiine yükseltiyordu.

Burada bir de Ebû Talib’in eşi Fâtıma hanıma değinmekte yarar var. Bu hanım, sekiz yaşından itibaren evine gelen Sev-gili Peygamberimize öz oğulları gibi davranmış ve onu bağrına basmıştı. Peygamber Efendimiz küçükken kendisine hizmeti geçen diğer hanımlara olduğu gibi Fâtıma Hanıma da saygı gösterir ve hizmet ederdi. Onu sık sık ziyaret eder, hâl-hatırını sorardı.

Fâtıma Hanım öldüğünde Sevgili Peygamberimiz, “Annem öldü” ifadesini kullandı, gömleğini kefen olarak verdi ve kabre eliyle indirdi. Çevresindekiler Fâtıma hanımın ölümü karşısında Peygamberimizin gösterdiği sıcak ilginin sebebini sorduklarında şöyle cevap verdi:

“Ebû Talip’ten sonra bu kadıncağız kadar bana iyiliği doku-nan hiçbir kimse yoktur. Âhirette cennet elbiselerinden giyinmesi için ona gömleğimi kefen olarak verdim. Kabre ısınması, alışması için de oraya kendisiyle birlikte uzandım.”

Peygamber Efendimizin, Fâtıma Hanımın ölümü karşısında üzülmesine şaşıranlara söylemiş olduğu şu sözler ne kadar ilginçtir:

“O benim annemdi! Kendi çocukları aç durur, suratlarını asarlarken o, önce benim karnımı duyurur, saçımı tarardı, o be-nim annemdi!”

Sevgili Peygamberimizin:• Annesi Âmine Hatunun kabrini ziyaret etmesi, bu esna-

da teessüründen gözyaşı dökmesi, • Vaktiyle kendisine çok az bir süre de olsa süt emziren

Süveybe Hanıma yardım etmesi,

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

148

• Sütannesi Halime’ye, “Anneciğim! Anneciğim!” diye hi-tap etmesi ve ihtiyaçlarını karşılaması,

• Öz annesinin yokluğunu hissettirmemek için elinden ge-len çabayı gösteren Ümmü Eymen’e, “Sen benim ikinci annem sayılırsın” diye teşekkür etmesi,

• Uzun bir süre sofrasında yemek yediği yengesi Fâtıma Hanım için, “O benim annemdi” demesi, Sevgili Pey-gamberimizde anne sevgisinin ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.

Böylece müslümanlar her konuda olduğu gibi ebeveyne (anne-babaya) saygı ve hizmet konusunda da en güzel örnekleri Sevgili Peygamberimizin şahsında görmektedirler. Bütün bunlar, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in, annelere, anne mevkiindeki hanımefendilere ve tüm hanımlara her zaman nezaket ve saygı ile davrandığını göstermektedir. Çünkü sevgi, saygı, nezaket ve zara-fet, onun ahlâkî kişiliğinin ayrılmaz bir parçasıydı.

Peygamber Efendimizin bu davranışlarını, gençlerin, ana ve babalarına yapmaları gereken hizmetlerine işaret eden kıymetli örnekler olarak algılamak uygun olur. En başta gençlerimiz ol-mak üzere hepimiz bu örneklerden ibret alarak yaşayan anne ve babalarımıza saygıda kusur etmemeli, ölmüş ana ve babalarımızı da rahmetle anmalıyız.

Annesini Babasını Razı Edecek Güzel Davranışlarıyla Allah’ın Rızasına Erişen Değerli Genç!

Peygamber Efendimiz, ana ve babalarına saygı ve hizmette kusur etmemeleri için gençlere sürekli tavsiyelerde bulunurdu. Çünkü gerek Lokman Sûresinin 14., gerekse Nisâ Sûresinin 36. ve İsrâ Sûresinin 23-24. âyetlerinde kişilere, gençlere, evlâtlara, ana-babalarına iyi davranmaları emredilmiştir.

149

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

Peygamber Efendimiz de Allah’ın rızasına erişmek için ana-babaya hizmet ile onları hoşnut etmek gerektiğini söylemiş, ana-babasına yetişerek onlara gerekli iyilik ve hizmeti esirgediği için cenneti kaybedenleri kınamış, ana-babalarla ilgilenmenin ve ihti-yaçlarını gidermenin en önemli görev ve hizmetler arasında ol-duğunu ısrarla belirtmiştir.

Efendimiz Hazretlerinin önemini kesin bir dil ile ifade buyur-duğu bu hususu doğru anlamamız gerekiyor. O’nun söylediğine göre Yüce Allah’ın rızası, ebeveynin rızasındadır. Yani bir evlât, şayet Allah’ın rızasına/hoşnutluğuna erişmek istiyorsa anasını babasını hoşnut edecek işler yapmalıdır. Bu takdirde Allah da ondan razı ve hoşnut olacaktır.

Bu hususu bir de tersinden okumak gerekir. Eğer bir evlât, annesini, babasını rahatsız edecek, üzecek işler yaparsa, onlara itaatsizlik ederse, onlarla ilgilenmezse, onlar evlâtlarından hoşnut ve memnun olmayacaklardır. Yüce Allah da annesine babasına nankörlük yapan bir evlâttan razı olmayacaktır. Böyle durum-larda nankörce davranan bir evlâdın kötü işleri de kendi aleyhi-ne dönecek, kendi ayaklarına dolanacak, üzüntü ve zarar olarak kendine dönecektir.

Aziz Evlât!

Bir husus var ki onu da doğru anlamalıyız. Efendimizin bu-yurduğuna göre anaya babaya saygı, itaat, onlara iyilik ve hizmet, cennetlik davranışlardandır. Yani vefa duygusuyla anasına baba-sına hizmetlerini sürdüren evlâtlar, cenneti kazanacaklardır. Tabii ki bunun aksi davranış, kişiye cenneti kaybettirecektir.

Annemize babamıza niçin hizmet etmeliyiz?Annemiz:• Hamileliğinde doğum sürecinde bizi karnında taşırken

bin bir zahmet çekmiştir.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

150

• Hamilelik süresinin sonunda bizi dünyaya getirirken ölümlerden dönmüştür.

Uzun süre bizi bağrına basıp süt emzirmiş, sağlığımız için Yüce Allah’ın ihsan ettiği o tertemiz ve etkili gıda ile bizi beslemiştir.

• İsteklerimizi ifade edemeyecek ve gideremeyecek dere-cede güçsüz olduğumuz çocukluk dönemimizde bize kol kanat germiştir.

Babamız:• Büyüme aşamasında giyinme, beslenme ve barınma ihti-

yaçlarımızı karşılamıştır.• Bunu başarabilmek için nice zahmetlere katlanmıştır.• Mahiyeti itibariyle zorluklar olsa da helâlinden kazan-

mak için çok çalışmış ve bu uğurda sabırlı davranarak engelleri aşmıştır.

• Bizim eğitimimizle ilgilenmiştir.• Çağın imkânları içinde inançlı, bilgili, becerikli, dona-

nımlı bir insan olarak yetişmemize özen göstermiştir.• Bizi helâlinden kazancımızı elde edebileceğimiz bir mes-

lek sahibi yapmıştır.• Yuva kurma süreci de dâhil olmak üzere bizimle ilgili

her konuda yakın ilgisini esirgememiştir.Bu durumda şunu söylemeliyiz:Annelerimiz, babalarımız hiçbir karşılık beslemeksizin na-

sıl bizi yetiştirmişlerse biz de Allah rızası için onlarla ilgilen-meli, onlara sevgi beslemeli, saygı göstermeli ve sorumluluk-larımızın gereğini yerine getirmeli, ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmalıyız.

151

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

Ana-Babaların Çocuklarıyla İlgilenmelerine Özen GösterirdiAnnesinin Babasının Emeklerini Sürekli Sevgi ve Merhamet Olarak Gönlünde Hisseden Aziz Evlât!

Ana-babaya saygı ve hizmet hususunda bu derece titizlik göste-ren Sevgili Peygamberimiz, ana-babanın evlâdıyla ilgilenmesine de aynı şekilde titizlik gösterirdi. O, hiçbir babanın, çocuğuna, güzel terbiyeden daha değerli bir miras bırakamayacağını söylerdi.

Peygamber Efendimiz ana-babalardan çocukların terbiyesi için olanca dikkatlerini göstermelerini isterdi. Çocukların inanç, ibadet, ahlâk ve görgü kuralları bakımından iyi yetiştirilmelerini ister, gündelik hayatta problemlerin üstesinden gelebilmek için beceri kazandırma ve bir meslek edindirme gibi hususlarda ciddi bir şekilde eğitilmeleri gerektiği üzerinde ısrarla dururdu.

Ana-babalar çocuklarına iyi örnek olmalıdırlar. Çünkü çocuk-lar, önce yakın çevrede gördüklerini taklit ederler.

Bu sebeple çocuklara güzel hasletleri kazandırmak için bağır-mak, çağırmak, katı davranmak doğru değildir. Onlara hoşgörülü davranmalı, imrendirme ve özendirme yöntemleriyle güzel ahlâk kazandırılmalıdır.

Ana-babalar onların iyi arkadaşlarla birlikte olmalarına, kötü insanlardan uzak durmalarına dikkat etmelidirler. Çünkü iyilik de kötülük de akran denilen yaşıtlar grubuyla gençlere kolaylıkla geçebilir. İyi alışkanlıklar iyilerle birlikte olunca kolayca kazanılır. Ama eğer çocuklar ve gençler, kötülerle birlikte olursa kötü alış-kanlıklara da kolayca kapılabilirler.

Günümüzde içki, sigara, kumar, uyuşturucu alışkanlığı gençler arasında giderek yaygınlaşmaktadır. Bunlar üzerinden kirli para kazanmayı amaç edinenler çeşitli yöntemlerle gençleri, hatta ço-cukları bile ağlarına düşürmeye çalışmaktadırlar.

Böylesine zehirleri gençlere altın kâselerde sunanlar, ülkemize

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

152

en büyük kötülüğü yapmaktadırlar. Bu sebeple ana-babaların ve öğretmenlerin çocukları, gençleri bu kabil bataklıklara düşmek-ten kurtarmak için işbirliği yapmaları gerekir.

Unutulmamalıdır ki geleceğimizin sermayesi olan gençlerimi-zin gönüllerine sağlam inanç ve ahlâk kazandırmak, onları her çeşit kötü alışkanlıklardan korumak için atılabilecek en önemli adımlardan biridir.

Çocuklarımızı-gençlerimizi inançlı, bilgili, ahlâklı ve becerikli olarak geleceğe hazırlamak için elden gelen yapılmalıdır. Böyle olursa onlarda aile bilinci, toplum sorumluluğu, meslek gayreti, üretkenlik, yardımseverlik gelişir.

Peygamber Efendimiz bir insanın harcadıklarının en sevaplı olanının aile fertlerinin geçimi için harcadıkları olduğunu söylü-yor ve bir kişinin bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerini aç ve sefil bırakmasının çok günah olduğunu belirtiyor.

Buna göre ana-babalar, çocuklarını bir yandan inançlı, ahlâklı yetiştirmek için çaba gösterirken, diğer yandan onların maddî geçimlerini iyi bir şekilde karşılamaya ve ekonomik açıdan ken-di kendilerini ayakta durabilecek bir meslek kazandırmaya özen göstermelidirler.

Gençleri Azarlamaz, Sorularına Soğukkanlılıkla Cevap VerirdiDoğruyu, Hakikati ve İslâm’ın Güzelliklerini Sabırla Öğrenmeye Çalışan Aziz Evlât!

Sevgili Peygamberimiz gençleri azarlamaz, soğukkanlılıkla ve sükûnetle cevap verir, onları hayra, doğruya yöneltirdi.

Gencin biri Efendimiz Hazretlerine gelerek zina etmek için ondan izin istedi. Orada bulunanlar bağırmaya ve sert bir şekil-de genci azarlamaya başladılar. Peygamber Efendimiz ise gayet

153

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

sakin bir şekilde genci yanına çağırıp oturttu ve ona:“Bu işin annenle yapılmasını ister misin?” diye sordu. Genç: “Hayır, ey Allah’ın Resûlü” cevabını verdi. Efendimiz Hazretleri:“İşte, diğer insanlar da anneleri için bunu istemezler” dedi.Peygamber Efendimiz gence tekrar sordu:“Peki, kızınla böyle bir işin yapılmasını ister misin?” Genç:“Kesinlikle istemem!” cevabını verdi. Bunun üzerine Efendimiz:“İşte, diğer insanlar da senin söylediğin gibidirler, böyle bir

şeyi istemezler” dedi.Efendimiz, gencin yapmayı düşündüğü şeyin yanlışlığını ken-

disine iyice kavratmak için bu sefer de:“Peki, kız kardeşinin bu işi yapmasına razı olur musun?” diye

sorunca, Genç adam:“Asla!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “işte, diğer insanlar da

senin gibi düşünürler” dedikten sonra halası ve teyzesi için de benzeri sorular sordu, genç de benzeri cevaplar verdi.

En sonunda Hazreti Peygamber, elini gencin göğsüne koydu ve:“Allahım! Bu gencin kalbini temizle, günahını affeyle, tenasül

organını koru” diye dua etti. Böylece, Sevgili Peygamberimiz, birtakım sorularla düşünme

veya düşündürme yöntemi uygulayarak ve başkalarının duygula-rını kendi yüreğinde hissettirerek gence hatasını kavratmış oldu, hatta pişman olarak özür beyan edecek noktaya getirdi. Onun

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

154

için dua etmesi de gencin kazanılmasında etkili oldu. Sevgili Peygamberimizin inceliklerle dolu bu davranışından

sonra o gencin hayatında tertemiz yeni bir sayfa açılıyordu. Ni-tekim görgü tanığı olan müslümanların naklettiğine göre ömür boyu o gencin böyle olumsuz bir şeye giriştiği görülmedi.

Abdullah b. Amr diye âbid-zâhid bir genç vardı. Neredeyse Kur’ân-ı Kerim’i bir günde hatmediyordu.

Sevgili Peygamberimiz bu gencin yaşı ilerlediğinde bunu yapa-bilme konusunda zorlanabileceğinden endişe ederek bir kolaylık olması bakımından ona bir ayda hatim yapmasının uygun olaca-ğını hatırlattı.

Daha fazlasını yapmaya gücünün yeteceğini söyleyince onu kırmadan on günde hatim yapabileceğini ifade etti.

Bundan daha fazlasına gücünün yeteceğini söyleyince incit-meden, üzerinde vücudunun ve ailesinin de hakları olup buna da zaman ayırması gerektiğini hatırlatarak hiç değilse bir haftada (yedi günde) bunu yapabileceğini söyleyerek yol gösterdi.

Aynı şekilde nafile oruçta da aynı genç neredeyse her gün oruçlu olmaktan yana bir düşünce sergilediyse de Peygamberimiz onun ısrarlarını kırmayarak ve incitmemeye de özen göstererek onu gün aşırı oruç tutmak demek olan Savm-i Dâvûd’a teşvik etti. Bu esnada Abdullah b. Amr Hazretlerine Peygamber Efen-dimizin yaptığı açıklama çok önemlidir. Buna göre:

“Yüce Allah kulun ibadetinden usanmaz, ama kul hastalanır, yoğun işlerle meşgul olması gerekebilir, ihtiyarlayıp güçten düşe-bilir. Böylece yüklendiği, taahhüt ettiği ibadetlerin yerine getiril-mesinde zorlanabilir.”

Görüldüğü gibi Efendimiz Hazretleri birilerini uyarırken, bi-rilerinin yanlışını düzeltirken, şahsın kendi aklıyla ve ruhuyla da bu yanlışı kavramasına yardımcı olurdu. Ayrıca şahsın o konuda

155

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

şöyle şöyle yapmasının daha doğru olacağını da belirtir, böylece kişinin kendisine kavratarak, alternatif göstererek ve doğru olan davranışı net bir biçimde belirterek problemi çözerdi.

Nitekim yaşlılık yıllarında Abdullah b. Amr Hazretleri, Pey-gamber Efendimizin gösterdiği kolaylıktan yararlanmamanın sı-kıntısını çektiğini itiraf etmiştir.

Bir başka zaman da Sevgili Peygamberimiz ömür boyu gece-leri hiç uyumamayı, hiç aile/yuva kurmamayı (evlenmemeyi) ve sürekli oruçlu olmayı aklından geçirenlerin bu düşüncelerini ben-zer sebeplerden dolayı uygun bulmadı ve bu düşüncede olanların yanlış bir uygulamaya girmelerini önledi.

Resûl-i Ekrem Efendimiz ölmek üzere olan bir gencin yanına girdi ve ona kendisini nasıl hissettiğini sordu. Genç, Allah’ın rah-metini umduğunu, ancak işlediği günahlar sebebiyle de korktuğu-nu söyleyince Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdu:

“Böyle durumlarda ümit ile korku kulun kalbinde bir araya gelirse Allah mutlaka ona umduğunu verir ve onu korktuğundan güvende kılar.”

Bu son örnekte de açıkça görüldüğü gibi Sevgili Peygamberi-miz gençleri anlamaya çalışır, onları yeterince dinler, yol gösterir, moral ve cesaret verir, problemlerini kolaylık göstererek çözerdi.

Genç ve Yaşlılar Arasındaki Sevgi-Saygı Bağının Kuvvetli Olmasını İsterdi

Yaşlılara Saygıda Kusur Etmeyen Muhterem Evlât!

Peygamber Efendimiz, çocuklar, gençler ve yaşlılar arasında sevgi ve saygıya dayalı bir anlayışın yerleşmesine çaba gösterirdi. Ona göre küçüklere sevgi ve merhametle büyüklere saygı aynı oranda önemliydi. Dolayısıyla gençler ve yetişkinler bu konuda

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

156

duyarlı davranmak durumundaydılar. Peygamber Efendimiz, gençleri yaşlılara saygı ve hizmete

özendirir ve ömrü olan herkesin bir gün yaşlanacağını, dolayısıyla genç iken yaşlılara saygı gösterene, yaşlanınca Yüce Allah’ın hiz-met edecek kişiler ihsan edeceğini müjdelerdi.

Hazreti Ebû Bekir, Mekke fethinden sonra yaşlı babasını Sev-gili Peygamberimizin huzuruna getirdi. Çünkü babasının İslâm’a girmekte çok gecikmiş olması, onu üzüyordu. Şimdi ise onun İslâm’a girmesi ümidini taşıyordu.

Her konuda olduğu gibi nezaket ve zarafette de önder ve ör-nek olan Efendimiz Hazretleri, Hazreti Ebû Bekir’in, babasını huzuruna getirdiğini görünce, yaşlılığı sebebiyle gerekirse kendi-sinin onun yanına gidebileceğini söyledi.

Efendimiz Hazretlerinin Hazreti Ebû Bekir’in yaşlı babası için söylemiş olduğu bu söz, yaşlılara gösterilmesi gereken ilgi açısın-dan büyük önem taşımaktadır. Hazreti Ebû Bekir, babasının hu-zura gelmesinin daha uygun olacağını ifade etti ve bu ziyaret, yaş-lı babanın (Ebû Kuhâfe’nin) İslâm’a girmesiyle sonuçlandı.

Bir gün Peygamber Efendimiz, aralarında Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer ve Hazreti Ebû Ubeyde b. el-Cerrah’ın da bulun-duğu bir mecliste oturup sohbet ediyordu.

Bu sırada şerbet ikram edildi. Peygamberimiz kâse içindeki şer-beti önce Hazreti Ebû Ubeyde’ye uzattı. İhtimal ki Hazreti Ebû Ubeyde mecliste bulunanların yaşlıları arasındaydı. O, geri çevirmek istediyse de Peygamberimizin ısrarı üzerine almak zorunda kaldı.

Hazreti Ebû Ubeyde’nin geçirdiği bu tereddüdü gidermek için Sevgili Peygamberimiz şu ilginç sözleri söyledi:

“Sen iç, çünkü bereket büyüklerimizdedir. Küçüklerimize şef-kat, büyüklerimize de saygı göstermeyen bizden değildir.”

Yine bir gün Peygamberimizin huzuruna üç kişi gelmişti. Bir

157

Ha z r e t i M u h a m m e d A l e y h i s s e l â m v e G e n ç l e r

konuda bilgi sunacaklardı. Aralarında yaşı en küçük olan Abdur-rahman adlı bir şahıs ilkönce söze başlayınca Sevgili Peygambe-rimiz onu eğitmek amacıyla:

“Önce, büyüğünüz konuşsun!” buyurdu. Bu örnekler Sevgili Peygamberimizin yaşlı kişilere saygı göste-

rilmesi konusunda ne kadar içten davrandığını göstermektedir. Peygamber Efendimizin bu üç örnekte geçen sözleri, ahlâkî

örnekliği ve davranış biçimi, yaşlılara gösterdiği saygının samimi bir ifadesidir.

Anneye-Babaya Saygı İtaat ve Hizmette Her Zaman Dikkatli Davranan Değerli Genç!

Yaşlılık denilince gençlerin ana babalara karşı görevlerini de hatırlamak gerekir.

Bu konuya Kur’ân’ın bakışı çok ilginçtir. Kur’ân’da “Yüce Allah’a kulluk görevi”nin peşinden “ana babaya saygılı davran-manın ve iyilik etmenin en önemli bir görev olduğu” hatırlatılır ve “onlara of bile demenin uygun olmadığı üzerinde” durulur; “küçükken onların kendisine gösterdiği merhamet” dile getirile-rek “şimdi de evlâtların merhametle onlarla ilgilenmelerinin ge-rekliliğine” değinilir. (Bk. İsrâ, 17/23-24)

Sevgili Peygamberimiz Allah katında en makbul davranışları sıralarken, “vaktinde kılınan namazdan hemen sonra ana baba-ya itaat ve iyiliği”, buna karşılık büyük günahları sıralarken de “Allah’a ortak koşmanın hemen peşinden ana babaya karşı gel-meyi” saymıştır.

Sevgili Peygamberimiz anne mevkiindeki hanımlara, erkek olsun kadın olsun yaşlı kişilere saygı gösterir, onların ihtiyacını gidermek için özel bir çaba harcardı.

En başta yaşlılar olmak üzere Hazreti Hatice ve Hazreti Âişe

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

158

annemizin çevresindeki aile dostlarıyla ilgilenir, onların hatırını güderdi.

Müslümanlara da baba dostlarıyla, aile yakınlarıyla ve akraba ile ilgilenmelerini tavsiye ederdi.

Ana babalar ve aile dostları başta olmak üzere çevredeki tüm yaşlılara:

• Saygı gösterilmeli. • İhtiyaçları karşılanmalı. • Mutlu bir hayat sürmeleri için gayret gösterilmeli. • Sağlıklı ve huzurlu olmaları için dua edilmeli.• Ümitli ve moralli olmaları için çaba gösterilmeli.• Hasta olmuşlarsa tedavisiyle ilgilenilmeli.• Şeref ve itibarları korunmalı, buna aykırı davranışlardan

korunmalı.• Eksikleri, hataları gizlenmeli. • Hiçbir şekilde incitilmemeli.• Sık sık arayıp sorulmalı.• Ziyaretlerine gidilmeli.• Dertten, tasadan, üzüntüden, sıkıntıdan, her türlü

felâketten korunmaları için haklarında dua edilmeli.• Vefat etmişlerse rahmetle anılmalı, sevabı ruhlarına ba-

ğışlanmak niyetiyle hayır-hasenat yapılmalıdır. Unutmamak gerekir ki bütün bunları ve buna benzer

hayırlı ve yararlı işleri yapmak, Sevgili Peygamberimizin Müslümanlara tavsiye ettiği güzel davranışlardandır.

Bunu yapabilenler, Peygamber Efendimizin bu alanda ortaya koyduğu sünnetine/gösterdiği ve uyguladığı yola uygun davranmış olurlar.

159

SONUÇ

Toplumda aile birliği ve mutluluğu, dinî doğruların yeni nesil-lere aktarımı ve toplum huzuru açısından büyük önem taşır.

Evlâtlarıyla aynı ortamı paylaşan aileler, onlara aziz dinimizin esaslarını öğretme ve aktarma hususunda önemli bir imkâna sa-hiptirler.

Esasında eğitim uzmanlarının sıkça söylediği gibi aile, hayata dair temel doğruların çocuklara intikal ettirilmesinde bir okul gö-revi üstlenmektedir.

Çocukların zihinlerine, ruhlarına ve gönüllerine aile okulunda ekilen tohumlar, güçlü bir şekilde yeşermekte ve meyvelerini ver-mekte, bu verimlilik ömür boyu sürmektedir.

Çocuklar, hayatta karşılarına çıkabilecek problemlerin çözüm şifrelerini de aile ocağında edinmektedirler.

Aile, yaratılışta Yüce Allah’ın çocuğa bahşettiği hak dine ve doğruya eğilimin (fıtratın) farkında olarak onu olumlu istikamet-te, inanç, ibadet, ahlâk, sorumluluk, nezaket ve zarafet merkezli eğitmek; çalışkanlık, güler yüzlülük, yardımseverlik ve dürüstlük ekseninde yetiştirmek durumundadır.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

160

Doğru olan budur. Aksi halde pişmanlıklar, onların peşini bı-rakmaz. Kaybedilen zaman geri gelmeyeceği için pişmanlık da fayda vermez.

“Ağaç yaşken eğilir” anlayışıyla illa ki çocukları ve gençleri, eğitimin inceliklerini dikkate alarak zamanında eğitmek en fay-dalı yoldur. Zira aile ocağında çocukların ve gençlerin gönülle-rine, ruhlarına, zihinlerine ekilecek maneviyat tohumlarının boy atması, çiçeklenip meyvelenmesi mümkündür ve kolaydır. Aksi durum, bunu zorlaştırır.

Bu durumda çocuğun ruhunda meydana gelen boşluk ve tat-minsizlik ona zarar verir, aile içinde kendisiyle yeterince ilgilenil-mediği duygusuna kapılması da onu üzer.

Biz bu gerçekleri dikkate alarak bu kitapta okuyucu ile önce Sevgili Peygamberimizin hayat hikâyesi (Siyer-i Nebî) hakkındaki bilgileri paylaştık.

Efendimizle ilgili bilgi eksikliğimizi tamamladıktan ve var olan bilgilerimizi güçlendirdikten sonra O’nun çocuklara ve gençlere olan sevgi ve ilgisini anlattık.

Bu alanda ortaya koyduğumuz temel doğruları, Asr-ı Saâdette yaşanmış örneklerle destekledik.

Gördük ki, hakikaten, çocukları ve gençleri çok seven, onlara şefkat ve merhametle yaklaşan, onların sorunlarıyla ilgilenen, on-ları eğiten, öğreten ve geleceğe donanımlı bir şekilde hazırlanma-ları için çaba gösteren bir peygamberimiz var: Hazreti Muham-med (sallallahu aleyhi ve sellem)

Gözbebeklerimiz olan yavrularımızın ve gençlerimizin bunu fark eder etmez, kendilerine, “Bizi bu denli derin bir muhabbet-le seven Sevgili Peygamberimizi acaba biz yeterince tanıyor mu-yuz?” sorusunu sormaları beklenir.

161

So n u ç

Bunun gibi anneler, babalar ve dedeler de benzer bir soruyu kendilerine sormalıdırlar. O soruyu burada birlikte sorabiliriz:

Acaba anneler, babalar çocuklarına, dedeler de torunlarına Peygamber Efendimizin kendi çocuklarına, torunlarına ve tüm çocuklara gösterdiği sevgi, şefkat ve merhameti gösterebiliyor-lar mı?

Evet… Biz büyükler, çocukların ve gençlerin problemleriyle yeterince ilgileniyor muyuz?

Onlarla haftanın belirli günlerinde ortak programlar yapıyor muyuz?

Onlara zaman ayırıyor muyuz?

Onlarla kitap okuyor muyuz?

Onların gelecek yıllara donanımlı ve hazırlıklı girebilmeleri için çaba gösteriyor muyuz?

Dinî konulardaki eksikliklerini giderebilmek için pedagojik yöntemlere uygun bir bilgilendirme yapabiliyor muyuz?

İşte bu kitapçık, çocuklar ve gençlerde Peygamber Efendimi-zi daha iyi tanıma, sevme ve onun aile değerlerine verdiği önemi kavrama konusunda samimi bir istek uyandırabilirse, görevini yapmış olacaktır.

Aynı şekilde aile büyüklerimiz de çocuklarla, gençlerle sami-mi bir şekilde ilgilenirlerse bu kitabın yazarını memnun etmiş olacaklardır.

Zira Peygamber Efendimizin bu alana dair örnekliğini bir ay-na olarak değerlendirebilirsek, çocuklarla, gençlerle ilgilenme ve aile bağlarını güçlendirme yolunda kalıcı dersler alabiliriz.

163

KAYNAKLAR

Abdurrahman Azzam, Resûl-i Ekrem’in Örnek Ahlâkı, (çev. Hayreddin Kara-man), 5. baskı, İstanbul 1978.

Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut, tsz.Akgül, Kur’ân-ı Kerim’de Hazreti Peygamber, İstanbul 1999.Akseki, Ahmet Hamdi, Yavrularımıza Din Dersleri, İstanbul 1967,Akseki, Ahmed Hamdi, Ahlâk Dersleri, İstanbul 1968.Akyüz, Ali, Yaşayan Kur’ân Hazreti Peygamber, İstanbul 2006.Algül, Hüseyin, Âlemlere Rahmet Hazreti Muhammed, (Türkiye Diyanet

Vakfı Yayınları), 3. baskı Ankara 2002.Algül, Hüseyin, İslâm Tarihi, I-III, Gonca Yayınevi, İstanbul 1986.Algül, Hüseyin, Peygamberimizin Şemâili Ahlâk ve Adâbı, Işık Yayınları, İz-

mir, 1989. Algül, Hüseyin, Nebevî Müjdenin İzinde, Işık Yayınları, İstanbul 2009.Algül, Hüseyin, Bir Huzur İklimi Asr-ı Saâdet, Işık Yayınları, İstanbul 2010.Aliyyü’l-Karî, Şerhu’ş-Şifâ, İstanbul 1308 h.Apak, Âdem, Anahatlarıyla İslâm Tarihi, I: Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi

ve sellem) Dönemi, Ensar Neşriyat, İstanbul 2006. Apak, Âdem, Hz. Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Etrafındaki Ço-

cuklar ve Gençler, Düşünce Yayınları, İstanbul 2009.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

164

Avcı, Câsim, Muhammedü’l-Emîn, Hayykitap, İstanbul 2008.

Ay, Mehmet Emin, Çocuk ve Peygamber, 4. baskı, İstanbul 2002.

Ay, Mehmet Emin, Ailede ve Okulda İdeal Din Eğitimi, 4. baskı, İstanbul 2005.

Ay, Mehmet Emin, Şefkat Peygamberi Hazreti Muhammed sallallâhü aleyhi vesellem, Beyza Kitap, 2. baskı, İstanbul 2007.

Ay, Mehmet Emin, Hazreti Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve Çocuk-lar, (Diyanet İlmî Dergi, Hazreti Muhammed (sas) - özel sayı, Ankara 2000), s.161-181.

Bilgin, Beyza, İslâm ve Çocuk, Ankara 1991.

Bolay, Hayri - Sarıkavak, Kâzım, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi, Gündüz Eği-tim ve Yayıncılık, Ankara 2001.

Buharî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, el-Câmiü’s-Sahîh, İstanbul 1315 h.

Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ, Derseâdet 1331 (1912).

Çağrıcı, Mustafa, Ahlâkımız, İstanbul 1981.

Çağrıcı, Mustafa, Mustafa, Anahatlarıyla İslâm Ahlâkı, İstanbul 1985.

Çakan, İsmail Lütfi, Ashâbının Dilinden Peygamberimiz, İstanbul 1981.

Çetin, Abdurrahman, Örneklerle Peygamberimiz, İstanbul 2006.

Çetin, Abdurrahman, Kutlu Peygamberim Hazreti Muhammed, İstanbul 2006.

Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Kaynak Kitap,(hzr. A. Saim Kılavuz-Âkif Köten-Osman Çetin-Hüseyin Algül, Marifet Yayınları), İstanbul 1985.

Eraslan, Sadık-Keleş, Ekrem, En Güzel Örnek Hazreti Peygamber, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2003.

Erul, Bünyamin, Örnek Bir Lider Hazreti Peygamber, Ankara 2002.

Gündüz, Turgay, İslâm, Gençlik ve Din Eğitimi, Düşünce Yayınları, Bursa 2002.

Halebî, İmam Ali b. Burhâneddîn, İnsânü’1-Uyûn, Beyrut tsz.

Hamîdullah, İslâm Peygamberi, (çev. Salih Tuğ), I-II, İstanbul 1990/1411.

165

Ka y n a k l a r

Hamîdullah, İslâm Peygamberi, Resûlullah Muhammed, (çev. Salih Tuğ), İs-tanbul 1973.

Hüsâmeddin Nakşibendî Hasan b. Muhammed, Şerh-i Şemâili’n-Nebî, Mısır 1254.

Hazreti Peygamber’in Hayatından Davranış Modelleri, (Yay. Hzr. Recep Kılıç, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları), Ankara 1998.

İbnü’l-Esîr, el-Kâmil Fi’t-Târîh, Beyrut 1385 (1965).

İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I-IV, Mısır 1355/1936.

İbn Kesîr, Ebû’l-Fidâ, Şemâilü’r-Resûl, (çev. Naim Erdoğan), İstanbul 1983.

İbn Mâce, Sünen, Kahire 1954.

İbn Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut, tsz.

İlmihâl, (Redaksiyon: H. Karaman, A. Bardakoğlu, Y. Apaydın), İSAM, Türki-ye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi, İstanbul 1999.

Kandehlevî, Yusuf, Hayâtü’s-Sahâbe: Hadislerle Müslümanlık, (çev. Ahmet Muhtar Büyükçınar, A. Ömer Tekin, Yaşar Erol), I-IV, İstanbul 1970.

Kandemir, M. Yaşar, Örneklerle İslâm Ahlâkı, 2. baskı, İstanbul 1980.

Kandemir, M. Yaşar, Peygamberimi Öğreniyorum/Peygamberimiz Çocuklar-la, Damla Yayınevi, Dinim Serisi, İstanbul tsz.

Kandemir, M. Yaşar, Peygamberimin Sevdiği Müslüman, Zafer Yayınları, On-dokuzuncu Baskı, İstanbul 2009.

Karagöz, İsmail, Sorumluluk ve Sorunları Açısından Aile ve Gençlik, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2005.

Kazancı, Ahmed Lütfi, Hazreti Âdem’den Hâtemü’l-Enbiyâ’ya Kur’ân’ın Ta-nıttığı Peygamberler, I-III, İzmir 1990.

Kılıç, Recep, Hazreti Peygamber’in Hayatından Davranış Modelleri, Ankara 1998.

Köksal, M. Âsım, İslâm Tarihi, I-XVI, İstanbul 1981.

Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, (Hzr. Hayreddin Karaman ve dğr.), Tür-kiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1997.

Mehmed Raif Efendi, Muhtasar Şemâil-i Şerîf Tercemesi, İstanbul 1304 h.

Çocukların ve Gençlerin Gönlündeki Sevgili Hz. Muhammed (a.s.)

166

Mansur Ali Nasıf, et-Tâcü’l-Câmiu Li’l-Usûl Fî Ahâdîsi’r- Rasûl, (çev. Bekir Sadak), İstanbul 1968.

Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saâdet, (çev. Ömer Rıza Doğrul-sad. O. Zeki Mollameh-medoğlu), İstanbul 1973.

Müslim, Ebû’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccac el-Kuşeyrî, el-Câmiü’s-Sahîh, (çev. M. Sofuoğlu), I-VIII, İstanbul 1970.

En-Nevevî, Muhyiddîn, Riyâzü’s-Sâlihîn, (çev. K. Burslan-H. Hüsnü Erdem), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1964.

Örnek İnsan Hazreti Muhammed, (editör: Mehmet Mahfuz Söylemez), Çağrı Eğitim Vakfı, Çorum 2006.

Pazarlı, Osman, Çocuklarımıza Ahlâk Dersleri, İstanbul 1974.Peygamberimi Öğreniyorum, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2005.Sağlam, İsmail, Çocuk ve İbadet, Düşünce Yayınları, İstanbul 2003.Sarıçam, İbrahim, Hazreti Muhammed ve Evrensel Mesajı, (Diyanet İşleri

Başkanlığı Yayınları), Ankara 2003.Sarıçam, İbrahim, Hazreti Peygamber’in Çağımıza Mesajları, (Türkiye Diyanet

Vakfı Yayınları), Ankara 2000.Selçuk, Mualla, Çocuğun Eğitiminde Dînî Motifler, (Türkiye Diyanet Vakfı

Yayınları), Ankara 1990.Taberî, Muhammed b. Cerîr, Târîhü’1-ümem ve’1-Mülûk, Mısır tsz.Tavukçuoğlu, Mustafa - Erdem, Hüsamettin, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi,

Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 2005.Tirmizî, Şemâil, İstanbul, 1300 h.Turgut, Ali, Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Ahlâk Esasları, İstanbul 1980.Öcal, Mustafa, Din Eğitim ve Öğretiminde Metotlar, Diyanet Vakfı Yayınları,

Ankara 1990.Öcal, Mustafa, İlköğretim Okullarında Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi ve Öğre-

tim Yöntemleri, Düşünce Yayınları, 2. baskı, İstanbul 2004.Yardım, Ali, Peygamberimizin Şemâili, İstanbul 1997. Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, I-IX, İstanbul, tsz.Zebîdî, Zeynüddin Ahmed, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Terceme-

si ve Şerhi, (çev. A. Naim - Kâmil Miras), I-XII, Ankara 1970.