İÇİndekİler - tr.islamic-sources.com°mam en bÜyÜk Önder.pdfİmam humeyni'nin (h. aleyh)...
TRANSCRIPT
İÇİNDEKİLER
Yayıncının Önsözü
Arapça Yayıncı Önsözü
ENSARİ KİRMANİ
İmam ve Gece Namazı
İmam ve Kur'an
İmam ve Ehl-i Beyt Sevgisi
İmam ve Kalp Huzuru
İmam'a Göre Zamanın Programı
İmam'ın Haber Alma Kaynakları
Radyo
Gazeteler
Özel Raporlar
İmam'ın İnsanlarla Görüşmesi
Telefon
İmam ve İnsanlar
Bir Baba Olarak İmam
İmam'ın Özel Hayatından
İmam'ın Evi
İmam ve Ailesi
AYETULLAH SADUKÎ
Önder İmam’ın Kerametleri
İmam’ın Kişiliğinde İlâhî ve Kutsi Boyutlar
İmam'ın Kerametlerinden
AYETULLAH NASIRÎ
İmam’ın Eğitsel Çalışmaları
Siyasi İlgi Alanları
İmam'ın İhlâsı
İmam ve Öğrencileri
İmam’ın Ahlâkı
İmam’ın İbadetleri
İmam’ın Harcamaları
İmam’ın Direnci
HÜCCET-ÜL İSLÂM VEL MÜSLİMİN MUSTAFA ZEMANÎ
İmam’ın Olgunluğu
HATEM YEZDÎ
Öğretimde Eşsiz Üslûbu
İmam’ın Gıybete Karşı Tavrı
İTHAF
"Vefatının ikinci yıldönümünde merhum
İmam’ın (ra) hatırasına..."
Endişe Yayınları
Çeviri:
İrfan Keser
ANKARA – 1991
Endişe Yayınları: 16
1. Basım: Mayıs 1991
YAYINCININ ÖNSÖZÜ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla,
Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a, salât ve selâm, O'nun Resulüne, âline
ve ashabına olsun.
Her önderi ya da lideri, sahip olduğu mücadelesiyle belli ölçüde de olsa,
özdeş saymak mümkün olabilir. Fakat imam Humeyni (r.a) ve İslâm inkılâbı
arasındaki bütünlüğe başka bir yerde rastlamak mümkün değildir.
İmam (r.a)'le ile birlikte, ümmetin sorumluluk sahibi fertlerinin asırlardır
eksikliğini duyduğu "önderlik" onun şahsında yeniden hayat bulmuştur. Ve onun
şahsıyla bütünleşen İslâm Devrimi bugün on ikinci yılını doldurmak üzere ve her
geçen gün mustazaflara vat edilen yeryüzü önderliğinin muştularını veriyor.
İslâm düşmanlarının yüreklerine bu denli korku salan İmam'ın eserlerinde
kendisini nasıl ifade ettiğini görüp okuyunca, gösterdiği tevazu karşısında hayrete
düşmemek gerçekten çok zor İşte bu yüzden, ümmetin her ferdinin, hatta tüm
insanlığın İmam'dan alması gereken çok şey olduğuna inanıyoruz. Onu daha
yakından tanımak için, yıllarca onunla birlikte ve çok yakınında bulunanların
anlattıklarını ihtiva eden bu kitabı yayınlamayı uygun bulduk.
Belki çoğumuzun önemsemediği, ayrıntı kabul ettiği veya gelenek saydığı
pek çok özelliğin ve davranışın, onun üzerinde nasıl bir bütün oluşturduğunu
görmek açısından bu anlatılanların önemli olduğu ve artık insanlığa mâl olmuş bir
devrimin önderinin bilinmeyen yönleriyle tanınması açısından bu kitabın önemli
mesajları olduğu düşüncesiyle sizlere sunuyoruz.
Duaların sonu ve başı Allah'a hamddır.
ENDÎŞE YAYINLARI
Burada "İmam En Büyük Önder" adıyla okuyucular nezdinde çok güzel
yankılar bulan kitabın bazı bölümlerini ve İmam'ın insanlar ve halk kuleleriyle olan
seçkin ve eşine az rastlanır ilişkilerini sunmaya çalışacağız. Bunun yanında İmam
Humeyni'nin insanı ilk bakışta dehşet ve hayret içinde bırakan, fakat onun "Yüce
İslâm Medresesinden yetişmiş birisi olduğu öğrenilince, şaşkınlık ve hayretlerin
yatıştığı hayatının işaret taşlarından bazılarını da sunmak istiyoruz.
Son olarak, kitapta ilk isim olan Ensarî Kirmanî'nin, İmam'ın en
yakınlarından biri olduğunu belirterek sözü noktalıyoruz.
Arapça Yayıncının Notu
ARAPÇA YAYINCININ ÖNSÖZÜ
İmam Humeyni'nin (h. aleyh) hayatı, parlak ve nurani sayfalarla ve Rabbani
kokularla doludur. Bu yüce insanın Allah (c.c) ile olan yakınlığı ve O'na bağlılığı;
Batı'yı tüm bunların hangi kanuna bağlı olarak gerçekleştiğini anlamaktan ve idrak
etmekten aciz bırakan ve nasıl bir düşünce tarzı olduğunu tasavvur edemedikleri
Rabbanî şahsiyetinin en belirgin unsurlarındandı. Tıpkı bundan öncesinde yüce
İslâm'ı anlamaktan aciz kaldıkları gibi
İmam Humeyni’nin şahsiyetine baktığımız zaman, bize nebilerin (s.a)
ahlâkını ve imamların (a.s) seyr-i sülükunu hatırlatmaktadır. İşte bu özellikler,
kıyamda olan bu fedakâr ve mücahit ümmetin varoluşunda en önemli sebepleri
teşkil etmektedir. İmam'ın ruhu ve muhlis iradesi; bu halkı eğiterek, insanlığın
Allah'a yöneliş seyrinde önemli bir yeri olan ve peygamberlerin gerçekleştirmek
istedikleri "İlahi adalet" esasına dayanan devleti kurdu. Bütün bu büyük inkılâp ve
başarılar, bu şahsiyetin bereket ve kerametiyle oldu. Ayetullah Sadukî'nin
ifadesiyle: "İmam’ın ihlâsı, İslâm’ı yaşamakta 'fena' derecesine ulaşmış olması,
insanlara karşı olan samimi ilgisi ve hassasiyeti, İslam ahkâmına olan bağlılığı ve
ihtimamı... bu mübarek insanın hayatında tecelli etmiş İlahi ahlâkın ve nurların
sadece bazı tasvirleridir. İşte bu tecelliler ve bu ahlâk devrimin başarıya ulaşma-
sının asıl sebebidir. "Kulum, bana itaat et, benim gibi olursun. Bir şeye ol dersin ve
o da olur."
Şu karanlık cahiliye çağında İslâm devletini ayağa kaldıran ve kuran bu
önderi, pek çok siyasetçi, yaptığı yanlış hesaplar, takındığı tavırlar, asaletten ve
derinlikten yoksun ve sonuçta bozguna uğrayan davranışlardan ötürü
anlayamadılar, hataya düştüler. (Pek çok Amerikalı yetkilinin de açıkladığı gibi)
uzman (!) siyasetçiler İmam'ı anlamasalar bile, onu çok iyi tanıyan ve çok güzel
anlayan imanlı halk, onun çağrısına cevap verdi ve emirlerine itaat etti.
İmam’ın bir önder olarak sahip olduğu konumu ve değeri, bütün
Müslümanların üzerine ona itaat etmeyi ve emirlerine icabet etmeyi farz kılar. Bu
itaatin, bağlılığın ve teslimiyetin özü (aslı) sevgidir. Bu sevginin özü de, ruhî, ibadî,
ahlâkî, amelî ve siyasî yönden, bu şahsiyete yaklaşmak ve onu tanımaya
çalışmaktır. "Ey iman edenler! Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, bana itaat ediniz ki,
Allah da sizi sevsin."
Şehid Sadr'ın İmam'ın sevgisinde ulaşmamızı istediği yer öyle bir noktadır
ki; bu, İmam’ın hayatını ve şahsiyetini değişik yönlerden tanımayı
gerektirmektedir. Büyük İmam’ın şahsiyetinin boyutlarını tanıtmak için, onun
öğrencilerinin, sevdiklerinin, vekillerinin ve onunla belli bir süre birlikte
yaşayanların yazdıkları bu risaleyi yayınlamak bizleri (Liva-us Sadr) çok mutlu
etmektedir. Bu risaleyi belagatten ve (edebî) zevkten uzak kalmaya çalışan bir
üslupla Arapçaya çevirdik. Böyle basit bir üslubu tercih etmemizin ve diğer basit
zevklerden (üslup güzelliklerinden) kaçınmamızın nedeni; bu şahsiyetin (imam’ın)
güzellik ve yüceliklerinin okuyucu tarafından anlaşılmasının, bizim için belagatten
ve fesahatten daha önemli oluşudur.
Bu kitapçık, yüce İmam'ı anlamaya bir davet (çağrı) ve onun İlahi
ahlâkından bazı iktibaslardır. Ve yine sevgili Peygamberimiz (s.a.a)'in bu hayırlı
evladını bilmeye ve hatırlamaya bir davettir. Ve bu kitapçık, Ali (a.s)'ın sahip
olduğu metanet ve azmi, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan bu "Ali (a.s)
taraftarının üzerinde görmeye davettir.
Tüm bunları, fedakârlığın ve devrimciliğin sembolü Huseyn (a.s)'ı ve onun
kıyamını zamanımızda tecdid eden yüce önderimiz İmam Humeyni’nin şahsında
bir kez daha yaşayalım.
LİVAUS-SADR
ENSARİ KİRMANİ
İMAM VE GECE NAMAZI
İmam elli yıldan beri gece namazını asla terk etmemiştir. Hastalığında ve
sağlığında, hapisteyken ve hapisten çıktığında, sürgünde ve hatta kalp hastanesinde
yatağında bulunurken bile gece namazlarını bırakmamıştır.
İmam, Kum'da iken rahatsızlanmış ve doktorların isteğine göre Tahran'da
bir hastaneye nakledilmesi gerekiyordu. O gün hava çok soğuktu ve bütün yolları
buz kaplamıştı. Ambulansta kaldığı onca saate rağmen İmam, kalp hastanesine
ulaştıktan sonra uyandı ve gece namazını eda etti.
Başka bir gün, İmam uçakla Paris'ten dönüyordu. Gece vakti kendisine
refakat edenlerin tümü uykuya dalmıştı. Fakat o tek başına kalktı ve uçağın bir
bölmesinde gece namazını eda etti. Eğer bir fırsat doğup ta İmam'ı yakından
müşahede edebilirseniz, mübarek yüzünde gözyaşlarının bıraktığı izleri mutlaka
görürsünüz. Bu izler, onun geceleri daima uyanık olma sıfatının ve gece
namazlarını eda etmesinin ifadesidir.
Devrim muhafızlarından bazılarının naklettiğine göre; İmam gece namazına
kalktığı zaman, onların uykularının ve rahatlarının yerinde olup olmadığını kontrol
ederdi.
İmam müstahap olan amellere çok dikkat ederdi. Fakat bizlerin çoğunluğu,
devrimden sonraki dönemde pek çok müstahabı unutur hale geldik. Ve sanki
mekruhlardan kaçınmak da bizim üzerimizden kalkmış zannediliyordu. Şüphesiz
ki, müstahapları terk etme ya da mekruhları işleme hususunda şer'i bir yasaklama
(haram) yoktur. Fakat insan ihtiyaç hissederek müstahapları eda ediyor ve
mekruhlardan da kaçınıyorsa, bu onun hayatında kazanabileceği en büyük basan ve
hazlardandır.
İşte bu sözünü ettiklerimizi yapabilme kuvvetini ve mecalini, tam olarak
İmam'ın üzerinde bulabiliyoruz.
İmam bir gün bizden, yere serilmiş olan seccadeyi kaldırmamızı istedi.
Onun üzerinde namaz kılmayı reddederek şöyle diyordu:
"Bu seccadede hayvan suretleri bulunuyor. İnsan ya da hayvan sureti
bulunan bir odada namaz kılmak mekruhtur." Bakın şer'i hükümlerin yerine
getirilmesinde, İmam’ın nasıl bir hassasiyete ve özene ulaştığına ve bunun nereye
kadar uzandığına.
Öyle bir dönemde onun yerinde başka bir insan olsa, kendi kendisine şöyle
diyebilirdi. Biz artık istediğimiz hedefe ulaştık. Yapacağımızı yaptık, örneğimizi
oluşturduk. Bugünden sonra bizim için müstahaplardan ve mekruhlardan söz etmek
önemli bir mesele değildir. Bunlar bize bir fayda sağlamaz. İmam, o zaman da eğer
isteseydi, bunları söyleyecek şecaat ve korkusuzluğa sahipti. Ama o, asla Allah'ı
zikretmekten, nafileleri ve müstahapları eda etmekten gafil olmadı. Hatta yolda yü-
rürken bile teşbihi elinden bırakmıyor, Allah'ı zikrediyor ve dua ediyordu. Bunlar
onun ağzından hiçbir zaman eksik olmadı.
İMAM VE KUR'AN
İmam her gün melekûtî ve güzel bir sesle, duygulandırıcı bir şekilde Kur'an
okurdu. Bu okuyuş, daha önce sözü edilen müstahaplar arasındadır. İnancı zayıf
kimi aydınlar, süratli ve seri bir şekilde Kur'an okumayı gerekli görmeyip; bir ayeti
ele alıp onun tefsirini öğrenmenin, ayetlerin anlamını bilmeden Kur'an okumaktan
daha faziletli olduğunu söylemektedir.
Biz de diyoruz ki, bir ya da birkaç ayet üzerinde düşünmek ve o ayetleri
incelemek, aynı zamanda onların tefsirini öğrenmek, seri bir şekilde Kur'an
okumaya engel değildir. Bu derin öğretim, Kur'an'la ilgili söz konusu müstahabın
yapılmasına hiçbir zaman engel olmamıştır. Topluca ve seri bir şekilde de olsa,
Kur'an'ı tertil üzere ve hüzünlü bir sesle okumanın müstahaplığı hadis-i şeriflerde
te'kid edilmektedir, imam da Kur'an'ı çok okurdu. İmam, Kur'an tefsiri alanındaki
geniş bilgisine ve bu alanda büyük mesafe kat etmesine rağmen, beş vakit
namazdan önce adet haline getirdiği okumaya ek olarak, uygun bulduğu her fırsatı
Kur'an okumak için değerlendirirdi.
Biz her gün defalarca hizmetinde bulunmak üzere İmam'ın yanına
geldiğimizde, onu Kur'an okurken bulurduk. Yine bu şekilde bazı gecelerde, onu
"Kümeyi" duasını okurken görürdük. Bu öyle bir duadır ki, kendisinde ilâhi
ilimlerin ve tevhidin manaları bulunmaktadır. Yine biz biliyoruz ki dua, insanın
tekâmülünde ve ruhî olgunluğa ulaşmasında en önemli yoldur. Pek çok kez
İmam'ın o melekûtî sesiyle, Derbend Şemiran Caddesindeki evinde Kumeyl duasını
okuduğunu işittim.
Bizler bu duaların, insanı temizleyen hangi zikirleri gizlediğinden
habersiziz, idrak edemiyoruz. Bu duaların içinde taşıdığı gizli sırlardan ve yüce
bilgilerden gafiliz.
İMAM VE EHL-İ BEYT SEVGİSİ
İmam, Necef-i Şerifte bulunduğu 15 yıl boyunca "Büyük Ziyaret-i Camia"
duasını, Kerbela'ya gittiği ve evden çıkmaya güç yetiremeyecek şekilde hasta
olduğu geceler haricinde, her gece okumayı kendine adet edinmişti. İmam her gece
Mevla Muttaki Ali (a.s)'ın mezarını ziyaret eder ve mezarı başında en azından tam
bir saat kalarak "Ziyaret-i Camia" duasını okurdu. Gerçekten insan bu duayı
okumakla, masum imamlar gerçeğini ve onların hakikatini anladığını hisseder. Bu
dua, masum imamların makamını ve derecesini öğretir. On beş yıl boyunca
kendisini bu duayı okumakla sorumlu tutan İmam, bundan sonra da bu
sorumluluğunu sona erdirecek değildir.
Ayrıca imam, Seyyid-üş Şühedâ Hüseyin (a.s)'ı ziyarete ek olarak, özel
ziyaretlerinin hepsinde gideceği mahalle gitmeden önce, veda merasimi için
Kerbela'ya gitmeyi alışkanlık haline getirmişti.
Şu anda imam Tahran'da yaşıyor. İmam’ın sağlığının iyi olmasından
korkan mel'un Beni Sadr gibi düşmanların dediğine bakılırsa, Alman doktor ve
diğerleri, İmam’ın sağlığının çok kötü bir durumda olduğunu ve kalbinin fazla iş
yapmaya gücü kalmadığını söylemişler. Onun hafif egzersizden başka bir şey
yapamayacağı sanılsa da, İmam günde iki ya da üç saat bütün kuvvetiyle
yürümektedir. Biz, İmam tesbih çektiği, zikir ve Aşura duasını okuduğu zamanlar
onun yanına gitmez ve onu rahatsız etmeyiz.
İmam'ın Ehl-i Beyt'e olan ilgisini tarif edebilmek mümkün değildir. Çünkü
imam, Ehl-i Beyte adeta âşıktır. "Ya Hüseyin" diye bir ses işittiği zaman, bizler
onun zorluk ve musibetlere karşı tahammül gösteren metanet ve sabrını, oğlu
Seyyid Mustafa'nın şahadetinde dahi ağlamadığını bilmemize rağmen; onun
gözlerinden kendiliğinden yaşlar aktığını görürdük. İmam, kârinin (okuyucunun)
"Esselamu aleyke yâ Ebâ Abdillah" (Ey Abdullah'ın babası sana selam olsun) sesini
işittiğinde yanağına gözyaşları dökülmeye başlardı. Burada, İmam’ın Ehl-i Beyti
nasıl anladığını ifade eden bu ilgi ve yakınlığı görmemek kesinlikle imkânsızdır.
Devrimin gerçekleştiği ilk günlerde aydın gençliğin bir kısmı, Hüseyn
(a.s)'ı anma törenlerini gereksiz gördüğünü söylemeye başladı. Allah göstermesin,
bu anlayışın devrim içerisinde geniş bir alana yayılma imkânı olursa, İslâm'ın
değerlerinden hiçbir şey ortada kalmayacaktı. Bunun bilincinde olan imam bu
törenlerin genişlemesini, yayılmasını çok arzuluyordu. Bugün bile İmam'ın, eldeki
bütün imkânlarla bunların en güzel ve en iyi biçimde yerine getirilmesi için
insanları teşvik ettiğini görmekteyiz. (Şu an Aşura günleri ile diğer özel günlerdeki
anma törenlerinin yapılmasıyla ilgileniyor.)
Bir gün İmam Humeyni Meclisi toplar, önceden olduğu gibi kariden birini
getirtir. O kari oturur ve bilinen şiir beyitlerini (mersiyeleri) söyler. Bunun üzerine
imam ağlamaya başlar ve ağlaması gittikçe artar. Okuyan kişi, İmam’ın durumunu
ve okuduklarının ona olan şiddetli tesirini bildiğinden ve İmam'ın Ehl-i Beyt'e olan
yakınlığının derinliğini iyi kavradığından, bunun yanında muhtemelen onun
sağlığına bir zarar gelmesin diye, bazen felaketi çok olan beyitleri okumadan geçer.
Fatımat-üz-Zehra (s.a)'ın vefat yıldönümlerinden biriydi. İmam, bu
münasebetle Makam-ı Uzza meclisinin toplanmasını, kendi bürosundaki
sorumlulardan istedi. Böylece İmam'ın odasında bu meclis töreni yapıldı. İmam
meclisin yanma gitti ve onları dinledi. Büronun sorumlularından bir kardeş taziye
okumaya başlayınca, İmam'ın yüksek sesle ağladığını gördük. O zaman o kardeş,
İmam'ın durumunu göz önüne alarak ve onun yanaklarına inci taneleri gibi dökülen
gözyaşlarına dayanamayıp, okuduğu acıklı olayı (musibeti) kısa kesti. Dünyadaki
iletişim araçları İmam'ın ağlaması ile ilgili değişik yorumlar ve açıklamalar
yapmasına rağmen, bizler için onun televizyon ekranında Hüseyin ve Ehl-i Beyt'e
ağladığını görmek hiç de yadırganacak bir durum değildir.
Bir gün İmam'a: "Sizin konuşmalarınız içinde neden İmam-ı Mehdi'nin
ismini az işitiyoruz?" diye bir soru soruldu. İmam, bu sözü işitince yerinden
kalkarak: "Sen ne diyorsun? Bendeki, bizdeki ve bu devrimdeki değerlerin
tümünün İmam-ı Zaman'dan kaynaklandığını bilmiyor musun?" dedi.
İmam'ın Allah (c.c) ve O'nun ipiyle (Ehl-i Beyt) olan bağlantısı, yakınlığı
bu şekildedir. Yine onun fırtınanın sarsamadığı ve yerinden kaldıramadığı bir dağ
gibi sağlam bir şekilde durması da bunun ifadesidir. "Dikkat edin! Kalpler ancak
Allah'ı zikir ile huzur bulur."(Rad: 28)
İMAM VE KALP HUZURU
İslâm Devriminin ve İmam'ın karşılaştığı ağır sorunlara ve hadiselere karşı,
İmam’ın mutmain ve sükûn dolu bir kalple karşı durduğum hepiniz, gayet iyi
biliyorsunuz. Şayet bu kalp huzuru (nefs-i mutmain) olmasaydı İmam, bu sorunları
aşmaya güç yetiremezdi. Bazı korkunç olaylar karşısında yetkililerin çoğu
gerçekleri göremediler. Onlar siyası alanda geniş bir kavrayış yetenekleri olmasına
rağmen, bazı zor sorunlara karşı gerekli tavrı koymaları mümkün olmuyordu. Fakat
İmam'ın tek bir sözü bütün zorluk ve tehlikeleri (komploları) noktalamaya
yetiyordu ve bütün insanların kalpleri onun söylediği ile huzur buluyordu Irak'ın
İran'a saldırması olayını buna örnek olarak verebiliriz. Irak'ın güney ve batı
şehirleri sınırlarına doğru büyük bir hücum yapmasıyla birlikte saldırgan Irak
uçakları İran havaalanlarını bombardıman etti. O anda yetkililer şaşkınlık içindeydi.
Bu duruma nasıl karşılık vermeleri gerektiğini bilmiyorlardı. Şaşkın ve sıkıntılı bir
şekilde İmamın yanına geldiler. İmam onlarla kısa bir müddet görüşerek, onlara
yapılması gereken ve arzulanan doğru yolu gösterdi. Hepsi de, İmam'ın odasından
nefisleri manevi olarak huzur bulmuş bir halde çıktılar. İmam'ın verdiği
direktiflerden her biri Irak rejimine adeta ölümle (yoklukla) korku verdi ve bize de
Bağdat'a girileceğine dair müjde verdi. Sonra çok geçmeden İran halkının tümü
cihat ve intikam aşkıyla, genel seferberliğe ve bütün güçleriyle savaşmaya hazır
olduklarını ilan ettiler. Halkın heyecanı giderek artıyordu. Ama İmamın bunun
yanında bir tek sözü; asıl sonucun yüceliğini ve zaferini müjdelemesiyle hemen
kızgın nefisler sakinleşti."
Yine, bu savaş sorununun halledilmesiyle ilgili yetkililer arasında
anlaşmazlık olduğu sırada, ABD casuslarının çeşitli komplolar düzenlemesini
örnek olarak ele alabiliriz. Yetkililerden birisinin, her gün yeni görüşlerle bu sorunu
halletmek için bize bilgi verdiği günlerde onlardan birisi de; asla Amerika'ya karşı
gelinemeyeceğini söyledi. Başka birisi Amerika'nın bölgeye kuvvetlerini
gönderdiğini, üçüncü bir kişi de, Amerika'nın filan tümeninin saldırıya
hazırlandığım söyledi. Bunların dışında da başka şeyler anlatıldı. Fakat imam şu
sözüyle tek başına bize karşı çıktı: "Hiçbir ahmak, buraya Amerika'nın girmesinden
bahsedemez."
Devrim yetkililerinden biri İmam'ın yanında, durumu kötü gördüğünü ve
devrim düşmanlarından, fitnelerden ve sıkıntıların çok olmasından korktuğunu
açıkladığında, imam bu yetkilinin göğsüne sevgiyle elini koyarak şöyle dedi:
"Niçin korkuyorsun? Hiçbir şey olmayacak." Bundan daha şaşırtıcı olan şudur ki,
Batıda ve Doğuda yayılan fitne ve zorluklar arttıkça İmam tevazu ve sebatı elden
bırakmadı. Aksine bu hususta devamlı ısrar etti. Böylece Devrim'in amacına olan
güvenler her geçen gün arttı.
Tüm bunları İmam'dan olduğu için garip karşılamadık. İmam, bin sayfalık
bir tefsir yazan ve fıkhı meseleler alanında hocalarının çoğunu geçmiş olan Şehit
Ayetullah el-Hacc Mustafa'yı yitirdiğinde bile, gecelerini teheccüd ve ibadet ile
geçirmeyi terk etmedi ve bu faciadan adeta hiç etkilenmedi. Aksine oğlunun
şahadetinin ertesi gününe rastlayan konferansa katılmak için sabah erkenden kalkıp
acele etti. Ayrıca oğlunun cenazesinde hıçkırarak ağlamadı. Yalnızca müstahab
amelleri yaptı ve hemen oradan o aziz evladını yitirmemiş gibi ayrıldı.
İmam, Mutahhari ve Beheştî gibi en yakın dostları şehit olduğunda bile
böyleydi. İslâm kültürü ve özellikle Havza-i İlmiyye için büyük kayıp olan bu iki
şehide, İmam çok değer verirdi. Bununla birlikte asla sabrını ve metanetini kaybet-
medi.
Dr. Beheştî ve arkadaşlarının şahadet haberi bize ulaştığında, bu faciayı
İmam'a nasıl haber vereceğimizi düşünmeye başlamıştık. Zira o Beheştî'yi bütün
kalbiyle seviyordu. O gece, el-Hacc Ahmed Humeynî ve Şura Meclisi başkanı
Haşimi Rafsancani'yle birlikte haberin ertesi sabah verilmesini kararlaştırdık. O
günün akşamı haber yayılmadan, televizyon ve radyo yayınlan, -İmam gecenin
sonunda haberleri dinlemeye başladığı için- ertesi sabaha kadar durduruldu. Sabah
saat yedi veya sekiz haberlerini dinlememesi için İmam'ın odasından radyonun
kaldırılması hususunda görüş birliğine varıldı. Fakat evdeki kadınlardan biri saat
yediden önce İmam'ın odasından radyoyu kaldırdığında imam ona : "Radyoyu
odada bırak. Dün akşam yabancı radyoların birinden faciayı işittim" dedi. İmam,
yabancı radyoların birinden Beheştî ve arkadaşlarının şahadetini öğrenmişti. Ertesi
gün olayı İmam'a haber vermek için oğlu Ahmed Humeyni ve Haşimî Rafsancani,
yanına üzüntüyle girdiklerinde İmam, o ikisi bir şey söylemeden önce onlara
başsağlığı diledi. Onların kararlılıklarına güç katmak üzere, ikisini de teselli edip,
kendilerine bu olayı anlatmaya başladı. (Bu olaylardan birinde, Müslümanların
topluca şehit olduğu haberi âlimlerden birine minberde iken haber verilince, o âlim
şöyle dedi: "Şüphesiz ki Allah, onların uzak olan ecellerini yakınlaştırdı. Yani,
muhakkak onlardan her biri için sonu belli olmayan tayin edilmiş bir ecel vardı.
Allah da onların ecellerini yakınlaştırdık)
Beheştî ve arkadaşlarına olan büyük ilgisine ve övgüsüne rağmen İmam, o
faciaya ve bunun getirdiği sorunların halledilmesine karşı sabır ve metanetini
korudu. İmam, derhal Meclis'in oluşmasını, Bakanlar Kurulu'nun ve Yüksek Divan
Reisi'nin seçilmesini emretti.
Çok geçmemişti ki, Başbakanlık ve Güvenlik Konseyi binasında meydana
gelen feci patlamaların haberini aldık. Bu gerçekten üzüntü verici bir haberdi.
İmam, üzgün bir halde, kardeş Recaî ve kardeş Bahonar'ın şehit edilmesiyle ilgili
bu haberin araştırılması için acele edilmesini bize emretti. Bu işin araştırılması
bana düştü. Onların hiçbirisinin mübarek cesetleri tanınacak halde değildi. Merhum
Bahonar'ın kendisini onunla tanıdığımız cübbesinin bir parçasından başka birşey
geriye kalmamıştı. Şehid Recaî'ye gelince, ondan da geriye kalan hiçbir şey yoktu.
Utançlarına son bir sayfa ekleyerek tarihlerine katan o münafıklara Allah lanet etsin
ve ebediyyen iflah bulmasınlar. Dr. Menafî'nin yardımıyla Recaî'nin vücudunu
tanıdıktan sonra, şehidin vücudu gül suyuyla yıkandı ve gözyaşları içinde onun
töreni tamamlandı. Recaî'yi, ağzındaki altın dişlerden biri yoluyla tanıdık. Allah o
zamanki halimizi daha iyi bilir. İmam'ın bu faciayı nasıl karşılayacağı önemliydi.
İmam Recaî'yi görmek isterken, onun zamanını zayi etmesini de istemezdi. Şunu da
hatırlatalım ki; İmam, o gün oğlu Ahmed'e, Recaî'yi çok şiddetli arzuladığını
(görmek istediğini) söylemişti. Bütün bu sevgisine rağmen İmam, Recai için
hıçkırarak ağlamadı. İmam, Recai ve Bahonar için sarsılmadı, huzur ve sakinliğini
korudu.
Ayetullah Talegani'nin vefat ettiği gün doktorlar üzüntüyle ve ağlayarak
İmam'ın yanına geldiler. Onu muayene etmek istediler. Doktorlar "İmam'ın
sağlığından emin olmak istiyoruz. Onun kan basıncı yükseldi mi?" dediler. Biz de
onlara: "İmam'ın olaylardan etkilenmesi mümkündür, fakat müsterih olun. Onun
kalp atışları sınırı geçmez. Çünkü o kalp atışları Allah'a bağlıdır" dedik. Onlar da
"Bu işte bir hayır vardır" dediler.
İmam, bir buçuk seneden beri küçük bir evde yaşamakta. Bir kez dahi "Bu
evden çıkmak istiyorum" diye söylendiğini duyan olmamıştır. Yüce melekût
âlemiyle rabıta kuramayanların bu musibetlere tahammül göstermeleri gerçekten
çok zordur.
İMAM'A GÖRE ZAMANIN PROGRAMI
İmam, hayatının bir anını bile boşa geçirerek harcamazdı. O daima
meşguldü. Sizin İmam’la beraber olmanız takdir edilmişse, onun salih amellerini
çok rahatlıkla kaydetme imkânına sahip olursunuz. İmam’ın hayatında esas dikkat
edilmesi gereken nokta, devamlı yaptığı çalışma ve amellerindeki düzenliliktir.
İşlerdeki bu düzenlemeler, İmam’ın hayatında başarı için yardımcı olan önemli
esaslardan biridir. İnsanlar, İmam’ın bu hareketlerine bakarak, saatlerini bile ona
göre ayarlıyorlardı, İmam’ın ev halta İmam’ın hayatının otomatik saate benzetir ve
onun yaptığı işlerin hepsini bildiğinden dolayı İmam’ın vaktini ayarlamasına göre
işlerini düzenlerlerdi. Örneğin, İmam’ın ne zaman uyku için odasına gideceğini,
onun uyanma vaktini, ne zaman çay içeceğini ve hangi vakitte misafirlerini
karşılayacağını bilirlerdi. İmam, Necef-i Şerifte öğrencilerine ders verirken
öğrencileri, onun hareketlerine bakarak saatlerini ayarlarlardı. Çünkü onlar
İmam’ın hangi saatte yatmaya gideceğini ve hangi saatte öğretim için hazır
olacağını iyi biliyorlardı.
Burada anlatmakta sakınca görmediğim, imam’ın hayatında vaktini
düzenlemesi konusunda hayret verici bazı olayları size aktarmak istiyorum: imam
bir gün âlim Fellanî'ye, ertesi gün saat dokuzda, yakınlarından birisini ziyaret edip
hizmetinde bulunmasını ve yardım etmesini istedi. Kardeş Fellanî bu olayı şöyle
aktarır: Bu gidiş saatini unutmamak için yanıma not ettim. Ertesi sabah saat
dokuzda İmam’ın evinin yakınına geldiğimde İmam’ın evinin etrafında kalabalık
bir halk yığını gördüm ve bu beni dehşete düşürdü. Kendi kendime: "Allah'ım ne
oldu?" diye sordum. Özellikle tağutî rejimin öldürme planları açık bir şekilde
yayılmıştı. O anda garip hisler duymaya başladım. Şiddetli bir üzüntü beni sardı.
Kalabalığa yaklaşıp ne olduğunu sorduğumda El-Hacc Seyyid Mustafa'nın
şahadetini öğrendim. Öğrencileri, imam Humeyni’ye başsağlığı dilemek için
toplanmışlardı. Hepsi de hıçkırarak ağlıyordu. Bu olayın şiddetli üzüntüsünden
dolayı buluşma saati olan saat dokuzu unuttum. Hemen İmam'ın odasına girdim.
Onun nurlu yüzüne baktığımda ağlamaya başladım. Bunun üzerine İmam, sanki
orada bu olay olmamışçasına: "O mesele ne oldu?" diye sordu. Ben, İmam'ın neyi
kastettiğini anlamadım. Kafam bu felaketle doluydu. Bunun üzerine İmam'a:
"Hangi mesele?" dedim. O da: "Dünkü mesele" dedi. Düşüncelerimi toparladım ve
İmam'ın, yakınlarından biriyle görüşme ve buluşma meselesini kastettiğini
hatırladım. İmam bana acele etmemi söyleyerek: "Git ve benim adıma da özür dile"
dedi. Sonra derslerine ve normal hayatına devam etti.
İmam'ın hayatında en önemli noktanın program olduğunu öğrendikten
sonra, onu anlatmaya döneceğiz. Şu anki alışkanlıklarına Devrim'den önce de
sahipti. Bu alışkanlıklar, Müslümanların yapması gereken işlerdendir. Bugün o,
Müslümanların önderi konumundadır. İmam, içte ve dışta tüm Müslümanlara
sunulan hedeflerin gerçekleştirilmesi için çalışmaktadır.
İmam'ın yöntemi fikrî analizde ve öğretimde çok açıktır. O bazı günlerde
sekiz saat veya daha az okur. Fikrî öğretimi, bilgilerin ve tahlillerin her türüne
dayanır. İmam, bilgilerin hepsine önem verir. Bu yönden onun elde ettiklerinin
doğruluğu sağlamdır. O, düşüncede donukluk, belirli bir kesimin çizgisi, belirli bir
grubun ağırlığı ve eksik bilgilerin olmaması için değişik kaynaklardan olayı
araştırıp sonra karar verirdi.
İMAM'IN HABER ALMA KAYNAKLARI
İmam, belli bir grubun veya belirli bir topluluğun yönlendirmesine
düşmemek için, doğruluğundan emin olduktan sonra, bilgi aldığı kaynaklara
güvenirdi. İmam'ın haber alma kaynaklan şunlardır:
RADYO
İmam, kendisi, radyo ve televizyon programlarını her saat başında, özellikle
haber saatlerinde, yani sabah saat 08:00, öğleden sonra 14:00, Akşam saat 20:30 ve
bazı zamanlarda gece saat 23:00 haberlerini devamlı olarak dinlerdi. Bu saatlerde
İmam, tamamen haber yayınlarını dinlerdi. Buna ek olarak da yabancı radyoları
izlerdi. O daha önceden söylediğim gibi yabancı radyoların birinden Ayetullah
Beheşti’nin şahadet haberini öğrenmişti. Radyo ve televizyon, İmam'ın evi için
gerekli iki araçtı. Onun yanında, Meclis ya da cuma namazı yayını gerçekleştiğinde
dinlediği küçük bir radyosu vardır.
İmam haberleri dinlemekten başka, bazı zamanlarda, yetkililerin nasıl
çalışmalar yaptığım öğrenmek için, televizyonda oynayan filmleri izlerdi. Fakat bu,
İmam'ın televizyon programlarını başından sonuna kadar izlediği anlamına gelmez.
Ayrıca kimi zaman programların bir kısmını över, çoğunlukla da bazı programlan
şiddetli olarak eleştirirdi.
GAZETELER
İmam'ın kendisine gerekli olan bilgileri elde ettiği kaynak gazetelerdir.
Devletteki her grup veya grupların gazeteleri olmasına rağmen, bugünlerde çıkan
gazetelerin sayısı azdı. Bununla birlikte İmam, çıkan bu gazetelerin hepsinin
kendisine getirilmesini bizden isterdi. Gazete okuyucularının çoğu, içeriğinden
daha çok haberlerin başlıklarına bakmayı alışkanlık hale getirmişlerdir. Fakat
İmam, her şeyden önce bunun tersine, gazetelerin politik yazılarına ve düşünce
yazılarına bakıyordu. Bunun için İmam, sabahlık gazete olan, Mizan, Cumhur-i
İslâmî, Subh-i Azedegan gazeteleriyle, akşam çıkan İnkılâb-ı İslâmî, İttilat-ı
Keyhan gibi gazeteleri takip ediyordu. Bazen gazeteler geciktiğinde İmam, kapının
yanında durur ve gazeteler nerede diye seslenirdi. Bazı zamanlarda gazetede üzüntü
verici bir haber olduğunda İmam'a gazeteyi vermek istemezdik. İmam o gazeteyi
okumayı çok istediği için ve gerekli gördüğünden bizi meneder. Çoğu kez gazeteyi
inceledikten sonra, gazetenin bazı parçalarını bu konularda araştırma yapmalarını
isteyerek büro üyelerine verirdi. Onlardan ayrıca yetkilileri uyarmalarını ve bu
şekilde yazmalarına karşı çıkarak, sormalarını isterdi.
Kum'da bulunduğu sırada bir gün imam, gazeteden bir bölümün altına şunu
not etti: "Bu kişinin işini araştırmak için derhal gidiniz ve sorununu çözünüz."
Yazıda yaralılardan birisi, yetkililerin sorumsuzluğunu açıklayıp onları imam’a
şikâyet ediyordu. Arkadaşlarımdan birisi, en hızlı iletişim aracı olan radyo ve
televizyon yayınlarıyla, o şahsı bulana kadar yayın yapmamız gerektiğini
söylediğinde imam bu öneriyi doğru buldu ve hepimizi bu işe seferber etti.
Şimdi size şunu sormak istiyorum: Bu yöntemi hangi birimiz uyguluyoruz?
Biz yetkili ve sorumlu olsak, gazetelerin çoğunu okumayız bile. İmam'ın bu yönden
politik gelişmeleri ve konulara farklı bakışları öğrenmek için gazeteleri okumayı
gerekli görmesi çok önemlidir. İmam, çoğunlukla gazete temsilcilerini uyarır ve
onları yayınlanan İslâm dışı yazılan yüzünden eleştirirdi. İmam'ın temsilcilerinden
biri, defalarca uyarılmasına rağmen tutumunda diretmesi üzerine görevden alınmış,
yerine bir başkası atanmıştı.
Resmi gazeteler dışında, İmam aynı zamanda şayr-i İslâmî yazılar yazan
diğer gazeteler olan Mücahid, Amet, Bikar, Merdom vs.'i sürekli olmamak kaydıyla
incelerdi. Devlet içindeki diğer akımların ne düşündüğünü ortaya koyan hayırlı bir
haber kaynağı olduğu için onları okurdu. Buna ek olarak İmam, araştırma ve
raporları sürekli olarak incelerdi.
ÖZEL RAPORLAR
İmam'ın bilgi elde ettiği üçüncü kaynak, Bakanların, Devrim
Kuruluşlarının, Ordu ve Silahlı Kuvvetlerin kendisine sunmuş olduğu özel
raporlardır. Burada bu raporlardan bazılarını ele alalım:
İçişleri Bakanı, iç olayları kapsayan özel raporları günlük olarak verir.
Hırsızlık, öldürme olayları, felaket ve diğer olaylar ile bunlar hakkındaki bilgileri
de kapsar. Savaşla ilgili haberlerin, ölü, yaralı ve esir sayısı, hücum için uygun
zayıf bölgeler, işgal edilen bölgeler, muhtemelen saldırılacak bölgeler, bölgede
üzerinde durulması gereken değişikliklerin hepsini kapsayan raporu İmam'a, Genel
Komutan (Kıyadet-el Müştereh) sunar. Belirli askeri ve siyasi işler itibariyle
iletişim araçlarının ve gazetelerin nakletmesi doğru olmayan haberlerin (gizli
haberlerin) çoğunu yine Genel Komutan sunar. Başbakan da, İmam’a iç ve dış
olaylar hakkında rapor verir. Deniz Kuvvetleri, Dışişleri Bakanı, Devrim Muhafız
Alayı ve diğer kurumların komutanları da özel rapor verirler. Onların hepsi
araştırmalarını ve raporlarını İmam'ın bürosuna bırakırlardı. Ancak İmam, Beni
Sadr başbakan olduğu sırada, her türlü suçlamaya karşılık vermek için bunları
kendisi teslim alıyordu. Buna karşın yine komplolar düzenlendi. Beni Sadr, İmam'a
gizli ve özel bir mektup yazdıktan sonra, İmam'ın bürosunu suçladı. Bundan sonra
İmam bu raporların bürosuna getirilmesini yasakladı ve Beni Sadr'ın mektupların
kendisine getirilmesini emretti.
Şimdi sizin kanaatiniz nedir? Bu iletişim kaynak ve araçlarıyla olan
ilgisinden sonra sizce İmam, güncel olaylardan haberdar değil mi? Gerçekten
İmam'ın eline ulaşmaksızın açık ve gizli yayınların ortaya çıkışı çok enderdir.
Cereyan eden olayların haberleri ve saatleri İmam'a ulaşır. Mesela; üniversite olay-
ları ve meşhur Hürriyet Meydanı olayları, olaylar olduğu zaman, yeni olaylar
olmadan özel otomatik teleks aygıtından İmam'a haber verilirdi. Çoğunlukla
yetkililere ulaşmadan, haberler İmam'a gelirdi. Olaylar, Üniversitede Beni Sadr'ın
konuşmasından sonra Halkın Mücahitleri ve Hizbullah arasında Beni Sadr
hususunda çıkmıştı. Üniversite ve Beni Sadr olaylarında, çatışma ve karşıt
sloganların hepsinin haberi, dakikası dakikasına bize ulaşırdı. Haberlerin hepsi
gerekli araçlara yüklenir ve İmam'a iletilirdi. Çoğunlukla yetkililer haberleri,
İmam'ın bürosundan öğrenirlerdi.
Beni Sadr yurtdışına kaçtığı zaman, İmam'ın huzuruna kardeş Fekurî geldi.
İmam, dün gece ayrılan uçağın şu anda nerede olduğunu sorduğunda, Fekurî, şu
ana kadar ulaşan bilgilere göre uçağın halen Orta Akdeniz hava yolu üzerinde
uçtuğunu ve nereye ineceğini bilmediğini söyledi. Bunun üzerine o bize, bir saat
önce uçağın Paris'e indiğini ve Ben-i Sadr ve Mesud Recavî'nin orada olduğunu
söyledi. Çoğu zaman bu olayları ulaştırdıkları gibi, belirli haberleri bazı kimseler
İmam’a getirirler. Böylelikle imam yeni haberleri, bu bilgiler kanalıyla öğrenir.
MEKTUPLAR
İmam'ın haber alma, bilgi edinme kaynaklarından birisi de, onun bürosuna
her gün gelen beşyüzden fazla mektup ve telgraftır. İmam bu gelen mektupların
hepsini, çok okumaktan sıkılıncaya kadar okurdu. Birçok mektuptan alıntı yapardı
ve birçoğuna cevap verirdi. Bunlardan bazıları da İmam'a olan büyük sevgilerini
dile getiren çocukların mektuplarına, İmam'ın cevaplarından oluşurdu. Örneğin; bir
çocuğun İmam'a gönderdiği mektupta "Ben seni çok seviyorum ve seninle gö-
rüşmek istiyorum" diye yazması, İmam'ın "Çocuğum mektubunu okudum..." diye
cevap vermesi bu örneklerdendir. Bazı zamanlar içerden ve dışarıdan (dış
ülkelerden) yazan mektup sahipleri İmam'la görüşmek isterler. Bunun üzerine
İmam onlara mektup gönderilmesini emreder. Bu tür mektupların örneği pek
çoktur.
Mektupların çoğu, ahlak, idari işler ve özel şeylerle ilgilidir. Gelen
mektupları incelemek gerçekten zordur. Bazı zamanlar, ailevî problemlerden
bahseden özel mektuplar on sayfayı bulmaktadır. Bu nedenle, İmam'a yardımcı
olmak ve onun okumasını kolaylaştırmak için, İmam'ın bürosundaki yetkililer
mektupları okurlar. Ertesi gün de, filan sayıda şikâyetlerden, filan sayıda mesken
isteklerinden, filan sayıda malî işlerden, siyasi olaylardan veya İmam'a olan
sevgiden bahseden mektupların tümünü yetkililer, özel olarak sınıflandırarak
İmam’a sunarlar. Bazen içinde İmam’a dostluğunu ifade eden mektuplar da
bulunur. Bunların hepsi İmam’a sunulur. Biz zaman zaman İmam’ın odasına gelen
gizli ve diğer mektupların elli kilodan fazla olduğunu görürdük.
Bazı kimselerin, haberlerin İmam’a ulaşmasını, İmam’ın etrafındaki
kimselerin engellediğini ve İmam’ın yanındaki haber alma ve iletişim
kaynaklarının eksik olduğunu söylemeleri gerçekten insaflı bir davranış değildir.
Devrim karşıtlarından, İmam’a ulaşan bilgiler açısından, İmam hakkında doğru
hüküm vermelerini beklemiyoruz. Fakat İmam'ın hasta olduğu ve hastanede yattığı
süre içinde, Bazergân gibi bir şahıstan, gayr-ı İslâmî bir yayıncıya İmam’ın
sağlığıyla ilgili sorulara karşılık olarak, insanların eliyle yayılmış olan
söylentilerden bahsetmesi beklenmezdi.
İMAM'IN İNSANLARLA GÖRÜŞMESİ
İmamla görüşmelerinde herhangi bir engel olmadığı zaman onu rahatlıkla
ziyaret edebilen insanlar, onu her zaman insanlarla meşgul ve onların durumlarıyla
ilgilenir bir durumda bulurlardı. Basın, radyo, televizyon, raporlar ile telgraf ve
mektuplarını bir yana koyduğumuzda, (bu konuda eleştiri getirenler) o özel-genel
görüşmelerde nelerin söz konusu olabileceğini düşünmüyorlar mı? Sonra Beni
Sadr, İmam’ın yanında çeşitli sorunları ve ayrılıkları dile getirmedi mi? Beheştî ve
Recaî'yi eleştirmedi mi? O İmam’ın ziyaretine gelenlerin olduğu bir sırada, liberal
ve geçici hükümet süresince, hiçbir şekilde çekinmeden düşüncelerini söylerdi.
Beni Sadr genelde zamanının çoğunu, İmam'a başkalarını şikâyet etmek ve
eleştirmek ile geçirirdi.
Şimdi onlara tek tek soruyorum: Ey Bazergân, Beni Sadr ve diğerleri. Siz
İmam'la görüştüğünüzde neler söylüyorsunuz? Kimi övüyorsunuz? Çoğunlukla
İmam’ın yanına, sözlerinizi kabul ettirmek (güçlendirmek) için geliyorsunuz. Siz
gerçekten İmam'dan utanmıyor musunuz? Siz bilgilerinizi İmam’a aktardınız da
sizi bundan kim alıkoydu? Aksine siz (nezaketen) bu konuda gelenekleri bile
gözetmediniz.
İmam bir gün yetkililerin tümünün hazır bulunmasını (gelmesini) istedi.
İşler hususunda konuştuktan sonra "Siz ayrılıkları artırırsanız, sizin derhal
hapsedilmenizi emrederim" dedi. Bunun üzerine Beni Sadr kibirliliği ile "Bizi
hapsetmek istiyorsanız, beni Beheştî ile birlikte hapsetmeyin" dedi. Bu
suçlamaların gelecekte devrime zarar vermemesi için İmam, İslâm sınırının
dışındaki politik şahsiyetlerle görüşmeyi elden bırakmadı. İmam onların
eleştirilerini dinler ve söylediklerini inceledikten sonra gerekli olan sözünü
söylerdi. -Defalarca söylediğim gibi- İmam bunun için münafıkların (Halkın
Mücahitleri) ve diğerlerinin liderleri ile görüşürdü. İmam'ın onlarla görüşmesi, asla
onların fikirlerini desteklediği anlamına gelmez. Çünkü o, İmam Sadık ve diğer
İmamlar(a.s) gibi karşıt güçlerle ve düşmanlarıyla tartıştığı gibi dünyadaki siyasi
fikir ve görüşlerin hepsini kavrayan, dünya devrimi için önder olan bir şahsiyettir.
Burada hoş bir şey var. İmam hedefe ulaşma yolunda bazı zamanlar çeşitli şart ve
olaylardan yararlanırdı. İnsanlardan kendisine ulaşan bir sorun için hayırlı bir sonuç
vermesi mümkün olduğunda, çeşitli şartlan ve olayları değerlendirirdi.
Bir ara Vatan Cephesi'nin, başlangıçta barışçı olan bir yürüyüş ilan ettiğini
sız de biliyorsunuz. Fakat İmam, bu garip hareketin tehlike oluşturacağını anladı.
Basında ilan edildikten sonra, bu olayı inceleyen ve dikkat edenler içinde, İmam'ın
dışında hiç kimse bu olayı anlamaya güç yetiremedi. İmam, onların hıyanetinin,
Pehlevi hanedanının hıyanetinden daha fazla olduğunu söyledi. Öyleyse İmam'ın
bilgi kaynaklarının sınırlı olduğunu söylemek, İslâm'a, tarihe ve gerçeğe hıyanettir.
TELEFON
İmam'a bilgilerin ulaşmasında büyük etkisi olan diğer bir kaynak da, kendi
bürosundaki telefon hattıdır. Telefon konuşmalarını kaydetmeyi gece ve gündüz
sürdüren bu telefon hattındaki kimseler, gelen haberleri kaydederler.
Destekleyenlerin de muhaliflerin de kendi sözlerini söylemeleri, bize ulaşan özel
haberleri bilmeleri gerekiyor. İmam'a geldikten sonra siyasi olayların ve bunların
haberlerinin toplanması adettir. Biz genel olarak savaşın şiddetli sonuçlarını
yaşarız. Bunun için toplumda istikrarı korumayı da amaçlayan bir tarzla, üslupla,
destekçiler ve muhaliflerle birlikte iş yapmak zorundayız. İnsanlar, devrimin
hizmetinde gece ve gündüz çalışan bu telefonun görevini bilir. Çünkü bu hat,
haberleri öncelikle İmam'a iletmeyi sağlamaktadır.
Bazı zamanlar haberler bize ulaşmadan İmam'a ulaşır. Bazen de İmam,
hiçbir şeyden haberi olmayan telefon sorumlusuna haberi iletirdi. O haberler
gazetelerde ve özel raporlarda belirtilmezdi. Bunun gibi örnekler daha çoktur.
Ramazan ayı günlerinden birinde biz Kum şehrindeyken, adet olduğu üzere
İmam'ın görüşmeleri durdurulmuştu. İmam yanımıza bir iş için gelerek şöyle dedi:
Burada yasakladığınız halde, iki veya üç günden beri benimle görüşmek isteyen
kimdir? Bunun üzerine biz giderek bu işi araştırdık ki, bir kadının kocasıyla olan
ayrılığı sebebiyle iki ya da üç günden beri buraya uğradığını ve ayrılığın ortadan
kaldırılması için İmam'la görüşmek istediğini öğrendik. İmam bu olayı kimden
öğrenmişti? Buna benzer örnekler çoğaltılabilir.
Bütün bunlar İmam'ın çalışmaları ile bilgi edinme girişimlerine ilişkin
değişik yönler olup, devrim önderinden olduğu için bizler açısından da teşvik
mahiyetindedir.
İMAM VE İNSANLAR
Yüce İmam'ın hayatının en önemli yönlerinden birisi de insanlara olan
muamelesidir. İnsanlarla görüşme açısından dünyadaki diğer liderlerin hayatlarıyla
İmam'ın hayatını karşılaştırmak imkânsızdır. Çünkü onlardan birisi insanlarla
birlikte olmak istediğinde bunun için birçok düzenleme tören ve protokol gerekir.
Dolayısıyla bu kıyası yapmak, önderlik makamının kendisine ihanettir. Biz burada
İmam'ın insanlarla olan ilişkisini gösteren yönlerden sadece bir-ikisini
hatırlatmakla yetineceğiz.
İmam'ın insanlarla olan ilişkisi asla düşmanca bir ilişki olmadı. Aksine
onun halkına karşı sevgisi, Allah'ın "sıkıntıya düştüğünüzde size pek düşkün ve
mü'minlere şefkatli ve esirgeyici birisi" (Tövbe: 125) sözüyle tanımladığı gibi,
Rasulullah'ın ashabına olan yakınlığı gibi bir sevgiydi.
İmam, insanların mutluluğuna karşı aşırı istekli ve mü'minlere karşı şefkatli
ve bağışlayıcıdır. Gerçekten o, insanlar için yanıp tutuşmaktadır. İmam, temiz ve
saf çocukları için devamlı mutluluk isteyen şefkatli bir baba gibidir. Televizyon
ekranının önüne oturduğunda açlık ve fakirlik konusunda, üzüntü verici
programların yayınlandığını gördüğünde ağlardı.
Devrimin ilk günlerinde İmam, günde altı saat ya da daha fazla süreyle,
sıkılma ve yorulma olmaksızın insanlarla görüşürdü. İnsanlar, sabah saat 08:00'den
13:00'e kadar ve saat 16:00'dan akşam 20:00'ye kadar düzenli olarak İmam'a gelir
ve giderlerdi. Bazı geceler de İmam'ın evini terk etmezler, onunla birlikte akşam
saat 22:00'ye kadar beklerler ve orada durarak: "Biz İmam'ı beklemekteyiz"
derlerdi. Bunun üzerine İmam, evden onları görmek için çıkardı.
Günlerinin çoğunda İmam, küçük odasında otururdu. Odada televizyon
ışıkları, sıcak hava ve buna ek olarak ter kokusu ve havasız olmasına rağmen yüz
elli kişiden daha çok insan bulunurdu. Bunun üzerine odanın sıcaklığı sanki soba
yanıyor gibi artardı. Biz bazen sıkıldığımız zaman odayı terk ederdik. Ama imam o
durumda olduğu halde saatlerce insanlarla birlikte oturur ve olaylar hakkında
görüşünü söylerdi.
İnsanların İmam'la görüşmek için başvurularının çok olduğu bir sırada,
Mutahhari'nin de şahadetinden bir hafta önce Kum'da İmam’ı görmek istediğini çok
iyi hatırlıyorum. Fakat İmam’la görüşme yapamadı. Odanın yanında sabah
08:00'den gece 20:00'ye kadar bekledi. İmam'ın insanlarla olan görüşmesinden
sonra onunla görüşebildi.
İmam yetkililere, insanlara, devamlı yardımcı olmalarını tavsiye ederdi.
Büro sorumlularına da, insanlara kötü muamele etmemelerini ve onları
engellememelerini söylerdi.
İmam, insanların büyük yığınlar halinde bahçenin demir parmaklıkları
etrafında toplandığı bir sırada evinden çıkmıştı ve imam göründüğü anda insanlara
arasındaki çoğalma ve sıkışıklık (izdiham) artı. İmam etrafına baktı ve onlara doğru
yüzünü çevirerek: "Bu demir parmaklıkları yarın kaldırmazsanız, onu ateşe
vereceğim" dedi.
İmam, kendisine gelen topluluklarla görüşmekten kaçınmazdı. Bazen onu'
soğuk veya sıcak havada saatlerce kalmaya mecbur bıraktığı, yağmur ve kar
yağdığı zamanlarda bile imam, onların duygu ve hislerine karşılık vermek üzere
kendilerini karşılamaya çıkardı. Savaş sancağını taşıyan kişinin kolu üzerindeki
sarsılmaz bir sancak gibi, eli yükseliverirdi. Bazı zamanlarda kar yağarken İmam’ı
kardan korumak için başına şemsiye tuttuğumuzda İmam buna kızar ve "Peki bu
insanlar ne yapacak? Benim şemsiyeye ihtiyacım yoktur" derdi
İmam’ın taşımış olduğu insanî ruh, o kadar yüce ve büyüktü ki, üzerinde
olan sorumluluk ve problemlerin çokluğuna rağmen, insanların ailevî özel ve diğer
sorunlarıyla ilgili sorularına cevap vermekten sıkılmazdı.
Bir gün İmam'ın bürosuna, açlıktan iki dudağı kurumuş halde gördüğümüz
bir genç geldi. Bizden İmam'la görüşmek istediğini söyledi. Her ne kadar
arkadaşlarımız onu bu işten alıkoymaya çalıştılar ve İmam'la görüşmek istemesinin
sebebini öğrenmek istedilerse de, başarılı olamadılar. O genç özel olarak görüşme
isteğinde ısrar etti ve bizimle birlikte odaya girdiğinde hiç konuşmayacağını
söyledi. Bu olay, İmam'a arz edildi. Biz o genci tanımadığımız halde ve İmam'ın
hayatı için tehlikeli bir iş olmasına rağmen İmam görüşmeyi uygun gördü. Genç,
İmam'ın yanına girdi ve: "Bana benim kim olduğumu, nereden geldiğimi ve nereye
gittiğimi söyle" dedi. Bu gerçekten cevaplandırılması güç bir soruydu. Bununla
birlikte İmam, sevgiyle dolu olarak cevap verdi.
İnsanlar, diledikleri zaman İmam'la görüşmeyi beklerler. Bunun için
sorumlulukların en zoru, muhafızların ve İmam'ın büro yetkililerinin omuzlarına
düşer. Bunlar, insanların görüşmelerinin en güzel ve en rahat şekilde olmasını
sağlarlar. Bu yolda insanlardan dayak yeseler bile, onların sabırlı olması ve karşılık
vermemesi gerekiyordu. Bu, İmam'ın insanlara olan sevgi ve ilgisinden
kaynaklanıyordu.
Biz Kum'da olduğumuz sırada, -İnkılâbın ilk günlerinde- İmam'ın güvenliği
sorunu son derece ciddi ve tehlikeli bir işti. Buna karşın İmam, muhafız
istemiyordu. Özellikle geceleyin şehit ailelerini ve fazilet sahibi insanların evlerini
ziyaret etmesi sebebiyle muhtemel tehlikeler olmasına rağmen İmam, devamlı
olarak: "Ben silahlı muhafız istemiyorum" diyordu.
İMAM'IN HALKINA OLAN SEVGİSİ
Kum halkı İmam'ın herhangi bir cadde ve sokaktan geçeceğini duymasıyla
hemen evlerden çıkıyor ve İmam'ın arabasının etrafına toplanıyorlardı. Öyle ki
onlar, ne İmam'ın ne de araba sürücüsünün nereye gittiklerini bilmeden arabanın
üstüne çıkıyorlardı. O vakit İmam: "İnsanlar beni korurlar. Beni korumanıza gerek
yok" diyordu. Fakat biz yine de arabayla, görünmeksizin muhafızların birkaçını
gönderirdik. İmam, arabada yalnız olduğunda güzel bir şekilde halkın duygularına
karşılık vermek için şoföre yavaşça sürmesini emrederdi. Bazen de arabanın
şoförlüğünü ben yapardım. Çoğunlukla İmam beni: "Dikkat et! Hızlı gitme" veya
"Niçin hızlı gidiyorsun" diye uyarırdı. Ayetullah Müfettih şehit edildiğinde binlerce
insandan oluşan kalabalığın arasına İmam, arabayla girdi. İmam'a olan şiddetli
sevgiden dolayı insanlar onun etrafını çevirdiler. Arabanın geçmesi mümkün
değildi. Yangın kokusu ve duman yayılmıştı. Biz orta yerde kalmıştık. Kalabalıkta
oluşan izdihamın çok olması yüzünden arabayı ilerletmeye çalışmamız mümkün
değildi. İmam, arabanın dışına çıktığında halkın duygulan coşacak ve kendilerinden
geçeceklerdi. Bunun üzerine ben gaza bastım ve arabaya hız vermeye başladım.
İmam: "Ne oluyor arabanla insanları ezmek mi istiyorsun?" dedi. Ben de: "Efendim
araba yanacak" dedim. İmam'da: "Dur bakalım ben inmek istiyorum. Ben de
insanların yürüdüğü gibi yürüyeceğim" dedi. İmam indiğinde yüz binden fazla
insanın etrafını saracağını biz biliyorduk.
Halk İmam’la görüşmeyi öyle arzuluyordu ki, bir gün İmam, Kum'daki
Fevziye Medresesine geldiğinde, insanlar toplandı ve arabanın arkasından koşmaya
başladılar. Askerlerden biri İmam'ın arabasına asılmış sürükleniyordu. İmam
arabadan indikten sonra hemen İmam'ın yüzünü ve ellerini öpmeye başladı. Biz bu
duruma çok kızmıştık, fakat İmam'ın önünde onu durduramadık. İmam da aynı
zamanda sessizce dudaklarıyla tebessüm ederek: "İnsanlara kaba davranmayın"
dedi.
Bazen, yol, İmam'ın arabası için açılırdı. Fakat İmam "Arabayı, halkı
görmem için durdurun" diye emrederdi. Bazen de gençler İmam’la birlikte eve
girmek ve İmam'ın onlara bir hediye ve kitap vermesi için, evine varıncaya kadar
arabasının arkasından koşarlardı. Dünyadaki diğer liderlerle bu insanı kı-
yaslamamızı mümkün kılan hangi ölçüdür? Tüm dünyanın önünde boyun eğmeyen
bu devrimciye ve kendisinde insanlara karşı olan şefkatli, ruhî ve insanî özelliklerin
nasıl göründüğüne bir bakın.
Burada İmam'ın insanlara olan muamelesine değindikten sonra bir noktayı
daha zikretmek istiyorum. Beni Sadr, Başbakanın selamını almıyordu ve "Bu
politik bir meseledir" diyordu.
Beni Sadr bir gün İmam'ın bürosuna geldi. Biz de orada bulunuyorduk.
Merhum Ali Recai de orada oturuyordu. Ben-i Sadr odaya girdiğinde Recai
saygıyla yerinden kalktı ve Ben-i Sadr'a selam verdi. Fakat Ben-i Sadr, onun
selamını almaksızın giderek sandalyeye oturdu ve sırtını Recai’ye dönerek telefon
görüşmesiyle meşgul oldu. Sonra yerinden kalkarak gitti. Ben-i Sadr, bu
davranışlarına şöyle bir yorum getiriyordu: "Uluslararası ve siyasi protokollerde,
Cumhurbaşkanının Başbakanın yanında durduğu vaki olmamıştır. Cumhurbaşkanı
bunu yaparsa makamını ve mevkisini gözden düşürecektir."
Fakat ümmetin fertlerini ve liderlerini ayırmayan, İslâmî ahlâkla hükmeden
ve bu batı taklitçiliğini ve safsataları kaldırmak için bu devrimi gerçekleştiren halka
göz attığımızda, durum hiç de böyle değildir. Fakat Sayın Ben-i Sadr, selam almayı
protokole aykırı sayıyor ve şöyle diyor: "Benim vurgulamak istediğim, sizin siyasi
görüşe bir gerek duymadığınızda-." (!)
İmam, odasına geldiğinde, gelen dünya şahsiyetlerine karşı kilim veya
halının üzerinde otururdu. İmam'ın konuşması için ayrı ayrı halkalar beklerler
İmam'ın taşıdığı ruh karşısında insanlar gerçekten şaşkına dönerlerdi. Eğer İmam
ve halkı arasında yüce müşterek hisler olmasaydı, görüşmeler ve ziyaretlerin
çokluğundan dolayı görülen büyük sorunlara sabretmeye İmam'ın Kum'da veya
Cemeran'daki evinin komşularından hiçbiri güç yetiremezdi. Bazı zamanlar
özellikle devrimin ilk günlerinde insanlar İmam'ı ziyarete geldiğinde izdihamın
şiddetinden ve İmam'ın evinde olan insan kalabalığından dolayı, İmam'ın komşuları
evlerine varmaya güç yetiremezlerdi. Bazen insanlar gidiş-dönüş durumlarında arka
sokakları kullanmaya mecbur kalırlardı.
Zaman zaman İmam’ın ziyaretine köylerden de gelirlerdi. Onlar çok
kuvvetli ve iri cüsseli idiler. Öyle ki, onların her biri bizden on kişiyi ceplerinden
çıkarır. Onları İmam'ın evine girmekten menettiğimiz zaman, onlar tek bir
hareketleriyle bizi kenara fırlatıyorlar ve İmam’la görüşmeye gitmek için kapıya
yükleniyorlardı. Bazı zamanlarda silahlı oluyorlardı. Bu olayları hatırladığımda
vücudum ürperiyor ve "Eğer Allah'ın koruması olmasaydı, daha iyi hizmet vermek
için her gün birkaç ölü vermemiz gerekecekti" diyorum. Daha sonraları İmam’la
birlikte komşularının rahatını korumak için görüşmelerin Fevziye Medresesinde
olmasını kararlaştırdık. Bizim niyetimiz imamla görüşmede ziyaretçi sayısında
düşüş sağlanmasıydı. Ama aksine ziyaretçi sayısının öncekine göre daha da
arttığını gördük. İzdiham olduğu günlerden birinde ziyaretçilerin ayakları altında,
insanlardan birisi yaralandı. Daha sonra da o kişi hayatını kaybetti. İmam bu çok
üzüntü verici haberi duyduğunda: "Fevziye Medresesi'ne gitmeyeceğim" dedi.
Buna benzer olayların daha büyüğü, önceden Cemeran Hüseyniyesi'nde olmuştu:
Orada üç kişi hayatını kaybetmiş, birçok insan da yaralanmıştı. Muhafızlar
izdihamı önlemek için çalışıyorlardı. Bütün bu saygı ve coşkulu sevgi; İmam'ın,
halkının hidayete ermesi uğruna verdiği mücadele ve çektiği acıların tabii bir
sonucuydu. İmam: "Allah'a yemin ederim ki ben ne lider, ne de mercî kaynağı
olmak için tek bir çizgi çizmedim. Fakat böyle bir şey benim iradem olmadan
gerçekleşirse bunu reddedemem. Bu benim sorumluluğum olur." demişti.
İşte bu olaylar, İmam'ın taşıdığı yüce insanî ruhu gösteren apaçık bir
belgedir. Ayetullah Talagani vefat ettiği zaman, Kum'daki en büyük camide ruhu
için okunan hatim törenine gitti. Orada halk camiyi doldurmuştu. Tören sona
erdiğinde topluluk İmam'ın etrafına toplandı. Korkunç bir şekilde etrafı sarıldı.
İmam'ın sarığı başından düştükten ve ayakkabısı kaybolduktan sonra biz, büyük
zorluklarla, güç-bela İmam’ı bu izdihamın ortasından çıkardık, ikinci günün
sabahında imam, ikinci törene gitmeyi kararlaştırdı. Bunun üzerine biz önceden
oraya işlerin düzenlenmesi için belli sayıda muhafız gönderdik. Caminin
kapılarından biri kapatıldı. İmam gelerek, Ayetullah Burucerdi'nin mezarının
etrafına oturdu. Camide son söz bittikten sonra ve anma töreni sona erinceye kadar
hiç kimse İmam’ın yanına yaklaşmadı. İmam, doğrudan doğruya arabaya gitmek
yerine halka doğru yöneldi. Önceki gün olduğundan farksız bir şekilde yine
İmam’ın etrafını sardılar. Sonra arabasına giden yola girdi. İmam, merhum İşrakî
ve Hüccetü'l İslam Saneî'ye: "İnsanlara engel olmanızı ve onlara kapıyı kapamanızı
size kim söyledi. Bir defa bu gibi uygulamalar tekrar etmesin" dedi. Üçüncü gün
aynı olaylar yaşanmasına rağmen imam bunun için hiçbir şey söylemedi.
İmam bazı geceler sık sık fazilet sahibi kişilerin ve şehit ailelerin evlerini
ziyaret ederdi. İmam'ın din âlimlerinden birini ziyarete gitmeyi kararlaştırdığında o
kimsenin evi, arabaların geçmesi mümkün olmayan dar yol ve kenar mahallelerinde
olduğu için, yolu araştırmak için ilk önce biz gittik. Zeyan türünde küçük bir araba
olmaksızın bu yolda hiçbir arabanın geçemeyeceği bir yola geldiğimizde biz, bu
Zeyan arabasını hazırladık. Ne çare insanlar İmam’ın bu yoldan geleceğini öğ-
rendiklerinden dolayı, İmam'a bakma şerefine ulaşmak için arabanın etrafını
sardılar. O anda biz hiçbir şey göremiyorduk ve sıcak bir havaydı. İmam da
terlemeye başlamıştı. Araba bozuldu ve yolda kalakaldı. Başımız dönmeye başladı
ve ne yapacağımızı bilemedik. Sonunda insanlar arabayı, o âlimin evine gidene
kadar iteklediler. Dönüşte de halk aynısını yaptı. Reisî Caddesi'ne varıncaya kadar
bu dar sokaklardan geçtik. Kardeşlerden biri, Beykan adlı bir başka araba
hazırlamıştı. Biz İmam'dan, arabamız küçük olduğundan ve havanın çok sıcak
olmasından dolayı Beykan adlı arabaya binmesini istediğimizde, İmam bunu
reddetti ve: "Bu araba çok güzel gidiyor” onda bir kusur yoktur. Biz bu arabayla
gideceğiz" dedi. Şehid Vasıtî'nin ailesinin evine doğru gittiğimizde ve o eve
vardığımızda da aynı olay tekrar etti. Bunun gibi örnekler daha pek çoktur.
BİR BABA OLARAK İMAM
Cemeran Hüseynisi'nde insanlar İmam'ı ziyarete gelmeden önce,
muhafızlara ziyaretçilerin yanında çocuk getirmemelerini söylerdik. Fakat insanlara
olan derin hissinden ve çocuklara olan şefkatinden dolayı İmam bize, çocukların
başını mübarek elleriyle okşamak için onların içeri alınmasını emrederdi. Bazen
şehid aileler ve hastalar İmam'la hatıra resmi çektirmek için İmam'ın yanına
gelirlerdi. Bazen de İmam, altında imzası olan resim ve Kur'an-ı Kerim hediye
ederdi.
İmam, bu kadar meşgul ve pek çok sorunla karşı karşıya olmasına rağmen,
görüşmelerinden ve araştırmalarından vazgeçmezdi. İmam günün belirli bir vaktini
de, genç kız ve genç erkeklerin nikâhlarını kıymakla geçirirdi. Bu hususta başvuru-
lar çoktu. Nikâh programının düzenlenmesinden Seyyid Âşteyanî sorumluydu. Her
gün için beş nikâh kıyılıyordu. Bazen bu sayı on beşe kadar varıyordu. İmam,
bütün sevgi ve şefkatiyle nikâh akdini yapıyordu ve sonunda çiftlere: "Birbirinizle
uyumlu olunuz ve birbirinize ihsanda (iyilikte) bulununuz" diye tavsiyede
bulunuyordu.
Burada şunu da zikretmek gerekir. Nikâh akitlerinin birinde Seyyid Sadıkî
evlenecek olan erkeğin vekâletini almıştı. İmam kadından vekâletini isteyerek:
"Falan kişinin sana eş olması için bana vekâlet ver" dedi. Kadın da İmam'a:
"Ahirette bana şefaat etmen şartıyla, dünyada sana vekâlet verebilirim." dedi. İmam
biraz sustuktan sonra: "Bir kimse için şefaate gücümün yeteceğini sanmıyorum.
Fakat eğer Allah şefaat konusunda bana izin verirse, ben de sana şefaat ederim"
dedi. Bu büyük yardımdan sonra kadın İmam'a vekâletini verdi.
İmam, devrimin lideridir. Toplumun meşru yönelişlerini nasıl incelediğini
ve insanların kalplerine nasıl huzur vermeye çalıştığını öğrenmek istiyorsak şu
anda onun hayatına iyice bakmamız bile yeterlidir.
İMAM'IN ÖZEL HAYATINDAN
İmam'ın günlük hayatı, taşıdığı ruhsal yönün apaçık bir belgesidir. Onun
yaşamı toplumdaki herhangi bir insandan (maddi yönden) farklı değildi.
İmam'a (şer'i haklar olarak) İslâm büyüklerinden büyük parasal yardımlar
getirilip verilmekteydi. Ancak işin ilginç yanı İmam'ın harcamalardaki titizliğidir.
İmam defalarca şu sözüyle büronun yetkililerini uyarmıştı: "Şahsi görüşmeleriniz
için büronun telefonlarını kullanmanıza razı değilim". Bu yüzden bizler şahsi
görüşmelerimiz için telefon kullandığımızda, genel (umuma açık) telefondan
görüşmek için dışarıya çıkardık. Böylece özel görüşmelerimizde dışarıdaki genel
telefonu kullanırdık.
Siz İmam'ın evinde gereksiz yere yanan, tek bir açık lamba göremezsiniz.
Bir gün İmam bazı kişilerle görüşmekte idi. Banyonun lambasının açık olduğunu
gördü. (Lamba iki gün üst üste yansa bile fazla elektrik enerjisi tüketmezdi.)
Bununla birlikte İmam hiç kimseye buyurmadan yerinden kalktı ve lambayı
söndürdü. İmam abdest aldığı zaman suyun tek damlasını bile fazla tüketmemeye
özen gösterirdi. Biz, başkalarının abdest alırken on kişinin abdest almasına yeten
suyu harcadığına şahit olmaktayız. İmam devamlı olarak, harcamalarda dikkatli
olmamızı, öğütlerine iyi kulak vermemizi tavsiye eder, bunları Seyyid Saneî
kanalıyla bize bildirirdi.
Burada İmam'ın hayatının diğer yönlerini zikretmeye gerek yok.
İmam bir süre kalp hastalıkları hastanesinde yatmıştı. Doktorların çoğu
İmam'ın hastaneden çıkmasına taraftar değildi. İmam: "Hiçbir şeyden
korkmuyorum hastaneden çıkma işlerini düzenlemeseniz kendi başıma çıkacağım"
dedi. Fakat orada İmam'ı hastaneden çıkarmadan önce halledilmesi gereken birçok
sorun vardı. Onlardan biri Kum'a İmam’ın gitmesinin zorluğuydu. Ayrıca İmam'ın
Kum'da kalacağı evi yoktu. Hastaneye yakın bir yerde kalması şartıyla hastane
komisyonu İmam’ın çıkmasına izin verdi (uygun gördü). Bizim karşılaştığımız
diğer bir sorunda, İmam'ın ikamet edeceği yerin Tahran'ın güney bölgesinde
olmasıydı. Çünkü orada hava tozlu ve kirli idi. Ayrıca hastaneden uzaktı. Bu
yüzden Tahran'ın kuzeyinde Derbend mahallesinde üç katlı bir bina kiralandı.
Birinci katta muhafızlar, ikinci katta İmam’ın ailesi kalıyordu. Üçüncü kat ise
ziyaretçilerin kabulü ve görüşmelerin yapılması için kullanılıyordu. Kısa bir süre
sonra İmam: "Bu bina uygun değildir. Burayı terk etmemiz gerekiyor" dedi. Ev
Tahran'da yaşayan orta halli bir aileye uygundu. Fakat sadece evin dışı mermerle
süslenip dekore edilmişti.
İMAM'IN EVİ
İmam, Seyyid Rasuli'ye: "Gidiniz, senin babanın evi gibi bir evi bana
araştırıp bulunuz" diyerek bir ev istedi. Bunun üzerine Tahranın kuzey bölgesinde
bir ev araştırmaya gittik. Fakat onun istediği gibi bir evin toprak ve tuğladan olması
gerekiyordu. Böyle bir evin bulunması kolay değildi. İmam bizi, evin bulunmaması
durumunda Kum'a gitmekle tehdit etti. Bunun üzerine İmam’ın istediği basit evi
bulmak için epeyce uğraştık ve sonunda bulduk. İmam evde aranacak özellikleri
bize söylemişti. Genel görüşmelerin yapılması mümkün olmalı ve Hüseyniye'ye
yakın olmalıydı. İmam'ın evinin ve bürosunun toplamı 160 m2 civarındaydı.
İmam’ın evi iki odadan oluşuyordu. Biri özel görüşmeler için biride yatmak için
kullanılıyordu. Bazen misafirlerin sayısı arttığında üçüncü bir odayı açmaya
mecbur kalıyorduk. Bürosunun durumuna gelince, İmam’ın evinden daha iyi
değildi. Orada da birkaç sandalyeden başka bir şey yoktu.
İmam bir gün Hüseyniye'ye gelmişti ve işçilerden oluşan bir topluluğun
binaların duvarlarını büyük bir hız ve gayretle kireçle boyadıklarını gördüğünde
bize, garip bir sesle: "Bırakın beni, öleyim" dedi. İmam’ın evinin bürosunun tutan o
ev sahiplerine verilmesine rağmen -bu mübarek Ramazan ayından önceydi- imam,
burada kalmamıza bu ev sahiplerinin rızası olup olmadığını sormak için ev sahibine
ve aile efradına haber vermemizi bize emretti, imam ilk olarak ev halkının
erkekleriyle kendi konuştu. Onlara: "Burada benim kalmamdan razı mısınız değil
misiniz?" dedi. Onlar da: "Burada kalmanız bizim ve ailemiz için bir şeref ve
saygınlık sayılır. Bu Allah'ın bir nimetidir. Biz Allah'a şükrediyoruz." dediler.
İmam da onlara: "Bu hoşgörüyü bırakında, bana samimice cevap verin" dedi.
Onlarda İmam'a ilk olarak söyledikleri gibi razı olduklarını tekrar ettiler. O zaman
İmam kadınların gelmesini istedi. Bunu üzerine ev kadınları geldi. İmam onlara:
"Belki siz evlerinize geri dönmek ve başka bir yere gitmek istemiyorsunuzdur"
dedi. Onlar da İmam'ın evlerinde bulunmasından razı olduklarını tekrar söylediler.
Onların razı olduklarını tekrar ettikleri zaman, imam: "Güzel, o zaman burada
kalacağım" dedi.
Bu dünyada, devrim liderinin sahip olduğu malı açıklamak için, İmam’ın
merhum Şehit Ayetullah Beheştî'ye gönderdiği ve sahip olduğu bütün mal varlığını
anlatan mektubun bende olmasını nasıl arzu ederdim, İslâm Cumhuriyetinin
anayasası Kanuni Esasi'de belirttiği gibi Yüksek Yürütme Meclisine, sahip
oldukları mal varlıklarının bir kâğıda yazıp sunmaları, Devrim lideri,
Cumhurbaşkanı, devletteki diğer bazı yetkililer için zorunluydu. Buna rağmen Ben-
î Sadr asla mal varlığını açıklamamıştı. Fakat İmam'a ait olan malın yazımı iki ya
da üç satın geçmezdi. İmam’ın elinde olan ve sahip olduğu kitapların sayısına kadar
ayrıca beyt-ul mala ait ve diğer yerlere ait malların hepsinin yazımı üç satın
geçmezdi. İmam oğluna da kendi yaptığını yapmasını vasiyet ederdi.
İMAM VE AİLESİ
Bugünkü yaşantımızda aile fertleri arasındaki ilişkinin iki ayrı tarzda
olduğunu görürsünüz. Birincisi, aile fertlerinin hepsine erkeğin hâkim olduğu
yapıdır. Erkek, kadına ve çocuklara görüşlerini bildirme hakkı vermez. İkincisi ise
işlerin hepsinin kadın eliyle yapılmasıdır. (Kadının kontrolünün olduğu bir ev
yapısı) Kocanın bir şey yapmakta seçme hakkını yitirdiği, kadın eliyle bütün işlerin
kontrol edildiği bir aile yapısı. İmam'ın hayatında bu iki tarzdan birini
bulabilmemiz imkânsızdır.
İmam'ın ailesiyle, çocuklar ve torunlarıyla olan ilişkisi, şaşılacak derecede
kuvvetli bir ilişkidir. Hatta büro yetkilileriyle arasındaki ilişki de çok güçlüdür.
Örneğin, İmam devamlı olarak onlardan birisine hasta olup olmadığını sorardı ve
sürekli tedavi olmayı, doktora ve hastaneye gitmeyi tavsiye ederdi.
Bir gün oğlu Ahmed, İmam'ın konuşmasını okumak için televizyon
dairesine gitmişti. İmam onu dinlemek için oturdu. Ahmed Humeyni İmam'ın
metnini okumaya başlamadan önce, sağlık durumunun biraz bozuk (kötü) olduğunu
söyledi. İmam oğlunun hastalığının sebebinin ne olduğunu öğrenmek için hemen
oğlunu aradı.
İmam'ın merhum Seyyid Mustafa ile ilişkisi gerçekten çok güçlü ve derindi.
Biz çoğu zaman onun bu musibete (şahadetine) nasıl sabrettiğine şaşarız. Aile
fertlerinin arasında karşılıklı sevgi ve hürmetin çok olmasından sonra, İmam'ın aile
fertlerine olan ilgisinin gerçekten çok güçlü olması garipsenemez. İmam topluca
aile fertleriyle, ailesiyle yemek yemeye çok önem verirdi. İmam, toplumsal
mutluluğun ve kurtuluşun gerçekleşmesini, çocuklar ve karı koca arasındaki
karşılıklı hürmetin artmasına ve sağlam bir aile yapısının olmasına bağlıyordu.
Bunun aksine, evlatlarıyla, eşleriyle meşgul olmayan yetkililer, bunlara
inanamazlar. Onlarla ilgilenmezler. Onlara ayları bile sormazlar. Çocukların
terbiyesi ve evin düzeniyle ilgilenmesi, İmam'ın sorumluluklarından birisidir.
Bazen, İmam'ın etrafına torunları toplanırdı. Onlar, bazen seslerini
yükselterek oradan oraya koşarak oynarlardı. Buna karşın İmam, bütün şefkat ve
merhametiyle onlara muamelede bulunurdu. Çocuklar, İmam'ın yanında, başka
çocuklar gibi davranabiliyorlardı. Ancak çocuklar, İmam'ın sorumluluklarını yerine
getirdiği ve meşgul olduğu saatlerde ona yaklaşmazlardı. Burada İmam'ın
kendiişlerinin düzenlenmesini tümüyle eşinin ve çocuklarının eline verdiği
düşünülemez. İmam'ın ailesi bu durumu iyi kavramışlardı. İmam, sadece onların
babası değildi. Aksine o dünyanın önderiydi. Bunun için bizim çekindiğimizden
daha çok onlar İmam'dan çekmiyorlardı. Öte yandan onlar, iyi niyet bahanesiyle
bazı belirli toplulukları savunduklarında İmam onlara şiddetle karşılık veriyordu.
Seyyid Ahmed Humeyni, İmam'ın yanında önemli bir yer edinip sağ kolu
olmasına ve İmam'ın hizmetinde daima hazır bulunmasına rağmen, İmam'ın alacağı
kararlar ve yetkilerin dizginleri asla onun bağımsızlığına teslim edilmedi. İmam'ın
sorumluluğunu yerine getirmesine ailevi durumları etki edemezdi.
AYETULLAH SADUK
ÖNDER İMAMIN KERAMETLERİ
Büyük Müçtehitlerden olan Mirza Şirazî'nin çok yakınlarından birisine;
onun hizmetinde bulunduğu müddetçe Mirza'dan gördüğü kerametlerin ne olduğu
sorulduğunda şöyle cevap verdi: "Onun en büyük kerameti aklı idi." Bu gerçektir.
Çünkü insanı hayvandan ayıran akıldır ve şer'i teklif esas olarak akla dayanır. Biz,
peygamberlik ve peygamber gibi kelimelerin anlamını sorduğumuzda, bunun
cevabını veren akıldır.
İmam'ın hizmetinde olduğum sürece İmam'ın sahip olduğu Rabbani lütuf ve
nimetlerin en büyüğünü buldum. İmam, İslâmî ahlâkla donanmış şefkatli ve
sükûnetli birisiydi. İmam, İlâhî sınıra devamlı uyardı. İmam'da kâmil aklın izlerini
gördüm. İmam'ın din ve dünya işleriyle ilgili bilgisine gelince, dünyadaki bilgilerin
bilgisiyle ölçülemeyecek derecededir. İmam'ı onlarla kıyaslamak damlayla denizi
kıyaslamaktır. İmam bir deniz, diğerleri de bir damla gibidir.
Devamlı İmam ile birlikte idim. Onunla beraber olduğum 21 yıl boyunca
kâmil insanın özelliklerin taşıyordu. İmam insanlara geniş lütufla ve özel sevgi
ahlakıyla davranırdı.
İmam, perşembe ve cuma günleri Fevziye medresesinde "Ahlâk" dersi
veriyordu. Konuşma tarzının nebiler, veliler ile masum imamların ahlakından
kaynaklanan bir örnek olduğunu görüyorduk. Kısa bir zaman sonra, imamın ders
halkasına gelenler büyük ölçüde arttı. İmam, dersin istenilen şekilde fayda
vermediğini gördü ki, derslerine bir süre ara verdi.
İmam’ın çizip yazdıkları kendisine özgü bir örnek sayılır. Bizim, İmam’ın
yazdığı "Namazın Sırları" ve "Duaların Açıklaması" adlı kitaplarını, diğer âlimlerin
yazdıklarıyla mukayese etmemiz mümkün değildir. İnsanların onu tasavvur
etmeleri mümkün değildir. İmam’ın arkadaşlarından biri şöyle anlatıyordu. "Ben
'Namazın Sırları' adlı kitabı basmak istiyordum. Fakat İmam izin vermedi." Bunun
üzerine ben de ona: "Namazın Sırları" konusunda diğer âlimlerin kitaplarıyla bir
arada sizin kitabınızı basmaya izin verin" dediğimde İmam izin verdi. Fakat ben bu
kitap ile diğerlerini mukayese ettiğimde, bir uygunluk bulamadım. Bunun üzerine
onu basmaktan asla kaçınmadım.
İmam’ın dersleri ve araştırmaları, diğerleriyle ölçülemeyecek derecede
büyük dersler ve araştırmalardır. İmam’ın kalemi öyle bir kalemdi ki, kendine has
üslûbu vardı, imam 48 gün gibi kısa bir zamanda "Keşf’ul Esrar" adlı kitabı
yazmıştı. Diğer âlimler bu kitabı yazmak isteselerdi, bir ya da iki seneden az bir
zamanda yazmaları kolay olmazdı. Keşf’ul Esrar adlı kitap, faydalı, kıymetli ve onu
inceleyen herkese şaşkınlık veren bir kitaptır. İmam, bütün İslâm halkına, özellikle
ilim ehline, her şeyden bahseden Keşf’ul Esrar adlı kitabı incelemelerini (oku-
malarını) tavsiye ederdi.
İMAMIN KİŞİLİĞİNDE ÎLAHÎ VE KUDSÎ BOYUTLAR
İmam’la birlikte yaptığımız yolculuklara gelince; Meşhed'e birlikte
yaptığımız yolculuk boyunca bize en güzel bir şekilde davranıyordu. Iran,
topraklarından bir kısmının Amerika, İngiliz ve Rus işgali altında olduğu sırada
Mukaddes Meşhed topraklarında İmam’ın hizmetinde bulunduğumuz o günlerde
biz ne yapacağımızı şaşırmıştık. Meşhed'den dönerken Ruslar arabayı teftiş için
durdurmuşlardı. Vakit geceydi. İmam, gece namazını devamlı olarak kıldığından
dolayı gece namazını kılmak istemişti. Fakat çölün ortasındaydık ve burada su
bulmak imkânsızdı. Birden akan bir su gördük. İmam kollarını sıvadı ve abdest
aldı. Biz suyun nasıl aktığını veya İmam namazını bitirdikten sonra o suyun nasıl
kesildiğini kavrayamadık. Her halükârda biz yolculuklarımızda bu tür kerametlere
çok şahit olduk.
İmam'ın hayatında aktarılan kerametler çoktur. Onların hepsini anlatmak
istediğimizde konu çok uzar. Fakat bu kerametlerden biri, İmam'ın parmaklarıyla
göstererek gerçekleşen olaydır. Bu olay şudur:
İranlı tüccarlardan biri, İmam'ın Necef’te olduğu sırada Necef’e gitti.
Tağuti rejim, İmam'a gelen kimselerin hepsini kontrol için onları ajan sayıyordu.
Tüccar şer'i haklar olarak yanında mallar olduğu halde İmam'ın yanına geldi.
İmam'ın hakkını kendi eline vermek için gelmişti. Yetkililer bu kişiyi beraberinde
çok mallar taşıyan birisi olduğunu gördüler. Bu kişi İmam'a o malları vermek
istiyordu. Tüccar İmam'a: "İmam'ın hakkı olan bu malları al. Size bunu İran'dan
getirdim" dedi. Bunun üzerine İmam almayı kabul etmedi. Fakat tüccar, onu alması
için ısrar etti. Ve İmam'a: "Ben bu mallan sadece size mahsus olarak uzak bir
yerden getirdim." O zaman İmam ona: "Benim bu malları almam doğru olmaz. Sen
bu malları falan kimseye götür, ona teslim et ve ondan makbuz al." dedi. Tüccar bu
malları denilen şahsa götürdü, ona teslim etti ve teslim ettiğine dair bir makbuz
aldı. Bu tüccar, İran'a dönerken sınırda yakalandı, onu soruşturdular ve onlar
tüccara: "Biz her şeyi biliyoruz. Biz senin Necef’e gittiğini ve İmam'ı ziyaret
ettiğini, ayrıca İmam'a çok miktarda mal verdiğini biliyoruz." dediler. Kendisini
yıllarca cezaevinde bulundurmak üzere her şeyi hazır hale getirmişlerdi. Ancak
tüccar onlara: "İmam'a bir sahi (para birimi) bile vermedim. Aksine ben malları
başka birisine verdim. İşte ona verdiğime dair makbuz" dedi ve cebinden makbuzu
çıkardı. İmam tüccara: "Bu malları bana teslim etmen doğru değildir" dediğinde
sanki bu günü görmüştü. Şayet İmam bu mallarla yakalansaydı, muhtemelen tüccar
hayatı boyunca ve işkence altında hapsedilecekti. İmam'ın hayatındaki bu olaylara
normal olarak bakmamız lazım. Çünkü bu olaylar alışılmış olaylardır. Ancak bu
bakışın bile bizim anlamamız açısından az da olsa alışılmışın dışında olması
gerekiyor. Örneğin, bu olay açısından İmam'ın olayları çok iyi bilmesi, uyanık
olması (dikkatli olması) böylece hesaplarına başkalarının güvenliğini de katması
gerektiğini söyleyebiliriz.
İMAM'IN KERAMETLERİNDEN
İmam'ın en büyük kerametlerinden birisi de, kendisinin önderlik ettiği
devrimin başarıya ulaşmasıdır. Sizden, zalim Şah'ın oğluna karşı gelen büyük
şahsiyetlere de pay vermemizi istiyordu. O şahsiyetlerin hepsi rejime başkaldırdı.
Ancak o başkaldırı, faydalı bir sonuca ulaşmadı. Fakat İmam, o güçlü rejime karşı
demeçleriyle ve yazdıklarıyla başkaldırdı. O, büyük ve güçlü rejimler tarafından
desteklenmiş bir rejimdi. Çocuklara varıncaya kadar halkın tümü, "şaha ölüm"
sloganlarıyla haykırıyorlardı. Tarlalarda, köylerde, hatta şehirlerin ücra yerlerinde
yaşayan insanların duyumsayarak söyledikleri slogan: "Şaha ölüm" ve
"Humeyni'ye selam" sloganlarıydı. Halk bu tarz ile bu sloganlarla meydan okuyor
ve sessizlikle İmam'ın demeçleri onlara yayılıyordu.
Böylece İmam, devlette büyük sorumlulukları olan kimselerden oluşan
insanî merhametten uzak mücrimlerin hepsinin saltanatına son verdi. Devrimin
zafere ulaşmasından sonra, onlar, adice komplolar yaparak bu ümmet ve ümmetin
yaptığı devrimi yok etmek için hazır bekliyorlardı. Fakat İmam, demeçleriyle
onların komplolarını yok etmeyi başardı. Dünyadaki kuvvet ve güç sahibi kimseleri
yok eden bütün hürriyet hareketlerine ve büyük sonuçlar veren olaylara
baktığımızda, İmam'ın hareketinin sonucu ile diğer hareketlerin sonucu arasında
kıyas edebilecek hiçbir şey bulamayız.
Bu devrimi ve özelliklerini İmam’ın kerametlerinden saymamız mümkün
değil mi? Bizce bütün bu kerametleri, İmam'ın Allah'a olan sevgisinin doğal bir
sonucudur. O sevgi, İmam Mehdi'nin lütufları gölgesinde oluyor. Ondan
esinlendiğinden bir de yaptığı her işi onun yardımı ile Mehdi'nin lütfu gölgesinde
yaptığından kuşkum yoktur.
Burada diğer konulara işaret etmeğe gerek yoktur. Şimdi hatırladığım bir
olayı anlatayım: Saygıdeğer arkadaşlardan birisi geçen sene, devrim yayınlan ve
Şah rejimi karşıtı gösteriler yaptığımız sırada bana: "Dini ilimler isteyen bir
kimsenin Yezd tekkelerinden birinde yaşamasının anlamını şaşkın olarak kendime
soruyordum. Yayınlar ve demeçler veriliyor ve her gün orada vaaz ediliyordu"
dedi. Ardından yine: "Uyurken 'sen kim oluyorsun da bu gibi yayınları yapıyorsun'
diye bir sözü sana söyledim. Bunun üzerine bana şöyle cevap verdi: "Bizim önü-
müzde bundan başka yol yoktur. Onu biz ilham yoluyla yapıyoruz. Çünkü bu, gayb
yönünden olduğu için biz hiçbir şeyden korkmayız. Bize ilham verenlerin
efendilerimiz olduğunu gayet iyi biliyoruz.
Bazıları, İmam'ın (mücadelesinin) dirilişinin (Şah'a başkaldırısının) 1341
yılından beri olduğunu sanırlar. Fakat gerçek böyle değildir. Biz İmam'ın "Keşful
Esrar" adlı kitabına başvurduğumuzda, İmam'ın konuşmalarının 40 yıl önce
olduğunu görürüz. O konuşmaların aynısını, İmam bugün de yapmaktadır.
Yezd âlimlerinden birisi olan Merhum Yezdî'nin, görüşmelerinde
bulunduğu ve onlardan yazmasını istediği, içinde âlimlerin sözleri bulunan anı
defteri vardı. Bu defterde binden fazla kimsenin sözleri vardır. 40 yıl önce İmam'ın
ona yazmış olduğu sözleri de bulunmaktaydı. O sözlerin aynısını bugün Şah ve
rejimine karşı söylüyor. O halde İmam'ın tağutî rejim karşıtı mücadelesinin
başlangıcı 40 yıldan beridir. Biz devrimden önce çok çile çektiğimiz gibi
devrimden sonra da Bazergân hükümetinde ve geçici hükümette de çok çileler
çektiğimizi Allah daha iyi bilir. Bunlardan birisini dahi hatırlamak istemiyorum.
Biz, Ben-i Sadr ve yandaşlarının meydana getirdiği hataların çoğuna karşı koyduk.
Irak'ın İran'a saldırısı sonucu Ben-i Sadr bütün bu düşmanca tavrına rağmen Irak'ın
Baas Rejimine barış elini uzatmak istiyordu
Biz yine, Allah'ın fazlı olan bu devrimin liderinin var olması sebebiyle bize
uğrayan bu (olaylar) delaletlerin üstesinden gelebildik. Bu uyanık lider, devrimin
başıdır. Bu devrim karşıtı demeçler ve değişimlerin olmasını isteyen kimseler alt
edildi. Bunlar İmam'ın kerametlerinden bazılarıydı.
AYETULLAH NASIRÎ
-Yezd Şer’i Kadısı-
İMAM'IN EĞİTSEL ÇALIŞMALARI
Şu ana kadar, İmam Humeyni'nin hayatının boyutlarının ve özelliklerinin
tam anlamıyla tanınmadığına inanıyorum. Ben Kum'da Hicri 1342 yılından beri
İmam'la birlikteydim. Aynı zamanda ben İmam'la birlikle Necef-i Şerifte
oturmaklaydım. Bazen kardeşlenme "İmam'ın dersinden mahrum olduysanız, onun
yaptıklarından ve yolundan kendinizi mahrum bırakmayınız. Çünkü onun yaşadığı
gibi yaşamak sizin için büyük bir derstir." diyordum.
Çok iyi hatırlıyorum ki, derslerin birinde İmam bize: "Sizin amacınız bu
derslerden faydalanmaksa, belirlenen vakitte gelmeniz gerekir. Eğer sizin burada
bulunmanız, mescitte bulunma sevabı kazanmak ise, orada oturacağınız başka
birçok mescit var." dedi.
İmam şartlar ne olursa olsun derslerini bırakmamayı kendine ilke edindi.
Derslerine ara vermesi gerektiği zaman üzüntü duyardı. İmam bize "derslere
gelemediğiniz zaman dersleri bırakmayınız. Bilakis siz kendiniz derslere çalışınız."
diye tavsiyede bulunurdu.
SİYASÎ İLGİ ALANLARI
İmam yaşamı boyunca bir an bile İran'da gelişen siyası olaylardan habersiz
olmadı. Ben siyasi işlerden sorumluydum. Bunun için İmam bana, olayları dikkatle
izlememin ve haberleri ulaştırmamın gerektiğini devamlı olarak söylerdi.
İmam'ın gece yarısında uyandığını ve bildiri yazdığını defalarca gördüm..
Aynı vakitte bildiriyi ileten kardeş, gelir ve İmam'dan, onu gizli olarak alıp dışarıya
iletirdi. İmam'a, yazının ulaştığını söylediğimizde bundan memnunluk duyardı. İran
Krallığının kuruluşunun 2500. yılım kutlamak için yapılan büyük hazırlıklar
(törenler) münasebetiyle bir bildiri yazdı. Biz (bu bildirinin, Arap yarımadası ve
Suriye üzerinden iletilmesini kararlaştırdık. Gece yansında İmam bu bildiriyi istedi.
Biz de onu İmam'a verdik. İmam ondan belirli bir bölümü (ibareyi) çıkardı. O ibare
şuydu: "Şüphesiz ki krallık rejimi Allah Resulü (s.a.a) zamanında aşın kerih (kötü-
sevilmeyen) kabul edilen düzenlerdir." İmam: "Bu ibareyi niye çıkardığımı biliyor
musunuz?" diye sordu. Sonra: "Çünkü bu ibare birçok arkadaşımızın öldürülmesine
sebebiyet verir." dedi. Bildiri iletildi ve rahat bir şekilde Mekke, Mina ve
Medine'den geçti. Bu gibi olayları engellemek üzere Şah, sayıları 5.000 ile 6.000
arasında değişen ajanlar göndermişti. Sonunda, sıkı takiple birlikte tutuklanarak
cezaevine atıldım. Onlar Arap yarımadası, Arap rejimleri ve Amerika'ya alkış
tutma mecburiyeti olan özel manaları kapsayan ibarelerin altını, kırmızı kalemle
çizmiş olarak geldiler. O zaman o ibareyi İmam'ın düşürmesinin hikmetini, önemini
idrak ettim. Şayet o ibare çıkarılmamış olsaydı, beni idam edecekleri kesindi.
İMAM'IN İHLÂSI
Ben hapiste geçirdiğim iki yıl boyunca, İmam'ın beni çıkarmak icin bir şey
yapmasını hiç beklemedim. Çünkü İmam, bütün talebelerinin yanında defalarca
bize: "Eğer siz benim için bir şey yapıyor ve benim için hapse atılıyorsanız, benim
size
hiçbir karşılık vermeye gücüm yetmez. Bunu yapmayınız. Sizin yaptıklarınız Allah
için olursa o sizin şer’i yükümlülüğünüzdür. Benden sizin için bir şey yapmamı
beklemeyin” demişti. Bizde o yolda adımlarımızı attığımızdan beri yaptığımız işleri
Allah için yapmaya kendimizi adadık. Biz, bırakılmamız için İmam’ın Irak
hükümeti ile pazarlığa oturmasını kesinlikle istemedik. Ancak bu İmam’ın bizimle
ilgilenmediği anlamına gelmez. Bizim hakkımızda imam sorular soruyordu. Irak’ta
belirli olaylar olduğu zaman İmam çok üzülüyordu. Sorunlar çözülünceye kadar
İmam üzüntü içinde kalıyordu. Suudi zindanından çıkıp İmam’a döndüğüm zaman
bana; “Seni anıyordum ve her gece sana dua ediyordum” dedi. İmam’ın mücahit
kardeşlere olan ilgisi gerçekten kuvvetli bir ilgi idi. Kuveyt sınırından bizi
döndürdükten sonra Paris’e gittiği gece İmam trende bana; “Dün gece ve şu ana
kadar senin durumunla ilgileniyordum” demişti.
İMAM VE ÖĞRENCİLERİ
Necef şehrinde şiddetli sıcak olduğu bilinmektedir. Bazı zamanlar 50°
sıcaklığa varıyordu. Dostlardan bazılarıyla İmam'a gittik. Ona: "Hava çok sıcak
yaşın çok büyük olduğu için sana zor gelir. Kardeşler geceleyin Küfeye gitsin,
oranın havası daha iyidir" dedik. İmam da bize:' "İran zindanlarında kardeşlerim
çürürken, havası güzel olduğu için Kufe’ye gitmemi nasıl istiyorsunuz?' dedi.
İmam’ın fakirlere yardım ettiği şaşılacak olaylar vardı. Örneğin imam,
kendisinden yardım isteyen bazı kimselere malının küçük bir tutarını verirdi. Bazen
de ben, İmam fakire verdikten sonra, özel hesabımdan o insana verdiği paraya
ekleme yapardım. Ancak kısa bir süre sonra İmam'ın bu fakire verdiği miktarın
yerinde olduğunu, bu fakirin paraya aşırı bir gereksinimi olmadığını kesin bir
biçimde öğreniyorduk.
Bazen biz İmam'a, insanlardan yardım isteyen bir kişinin geldiğini haber
verdiğimizde, o kimseye bol miktarda para verirdi. Sonra biz bu kimsenin o paraya
gerçekten çok ihtiyacı olduğunu keşfederdik.
"Birisi şöyle anlatıyor: "Mali olarak çok sıkışık durumdaydım.
Tanıdıklarıma benim ihtiyacımı gidermeleri için defalarca uğradım. Bana az bir şey
verdiler. Bunun üzerine ben beni tanımamasına rağmen İmam'a gittim. İmam bana
öyle bir mali yardım yaptı ki, çocuklarımı helak olmaktan kurtardı." İmam,
öğrencilerinin durumunu kontrol ederdi. Evden çıkarken ve döndüğü sırada
bizlerden birini çağırır ve "falan öğrenciye elbise al derdi. Bazen de bize mali
durumu iyi olmayan falan öğrenciye derhal elbise alınmasını emrederdi.
Şu olayı hiç unutamam; bir gün öğrencilerden biri İmam'ın yanına gelerek:
"Elbiseme bakınız, yırtılmış" dedi. Bunun üzerine İmam sırtını o öğrenciye döndü
ve: "Benim elbiseme bak. O da yırtık" dedi. İşte İmam'ın cevabı bu şekilde
oluyordu.
İMAM'IN AHLÂKI
İmam Harem'e gittiği zaman, onun yolunu açmak için insanları sağa sola
itmemize asla izin vermezdi. Böyle bir olayı hatırlıyorum: İmam bayram
gecelerinin birinde Harem'e gidiyordu. Harem insanlarla hınca hınç dolmuştu.
İmam'ın oturması için ben birini kaldırdım. O zaman İmam elini uzattı ve buna izin
vermedi. İmam, kendisini bir yere oturtmak için başka birisini yerinden kaldırmayı
istememizden üzüntü duyuyordu. İmam'ın Harem'e ziyaretinin olduğu sırada,
Harem'in etrafının hınca hınç dolu olacağını biz biliyorduk. Biz, İmam'a yer ayır-
ması için, İmam gelmeden yarım saat önce kardeşlerden birini oraya göndermeyi
kararlaştırmıştık. Bu kardeş, İmam gelinceye kadar orada dua ve ibadetle meşgul
olurdu. İmam geldiğinde onun yeri İmam'a verilirdi. Çünkü o, İmam tarafından
bilinen kardeşlerdendi, imam bizi bundan menetmedi. İmam'ın Harem'de olduğu
zamanki programı ise şöyle idi: İlk olarak ziyaret duasını okur, sonra namaz kılar,
sonra Ziyaret-il Camia duasını okurdu. Gecelerin çoğunda iki rekât namaz kılar,
sonra Allah'a dua eder, Harem'den ayrılırdı.
İmam, güçlü baş eğmez bir dağ gibiydi. Seyyid Mustafa'nın ölüm haberi
İmam'a verildiğinde: "Biz Allah içiniz ve yine O'na dönücülerdeniz. Mustafa'nın
insanlara yararlı olmasını dilerdim" demişti. Sonra bize olduğumuz yere
dönmemizi emretti.
Ayetullah Seyyid Hâkim’in vefat haberi hoparlörden ilan edilince, ağlayan
bir ses işittim. Başımı çevirdim. İmam ağlıyordu. Ertesi gün bizi yanına çağırdı ve
bize: "Herkese söyleyin ki, bir kimsenin veya bir meclisin beni müdafaa etmeleri
veya ismimi zikretmeleri doğru olmaz. Birisi bana dil uzatırsa bile hiçbir şey
söylemeyin" dedi. İmam, bizim onun merciiyyeti hakkında insanlara bir şey
söylememizi uygun görmedi. Ancak o günlerde Musul ve Kerkük şehirlerinden
İmam'ın ziyaretine gelen bazı insanlar İmam'a kendisini taklit etmek istediklerini
söylediler. Bunun üzerine İmam onlara: "Siz kimi taklit ediyorsunuz?" diye sordu.
Onlar da: "Seyyid Hâkim’i taklit ediyorduk" dediler. Bunun üzerine İmam onlara:
"Seyyid Hâkim’in görüşlerine devam edin" diye cevap verdi. Bu söz, İmam'ın
hilmini, hikmetini ve vakarlığını göstermekledir.
İMAM'IN İBADETLERİ
İmam’ın yaptığı ibadete gelince, günde Kur'an'dan on cüz okuyordu. Bu her
üç günde Kur’an’ı hatmettiği anlamına gelir. Bazı kardeşlerimiz Kur’anı Ramazan
ayında iki kere hatmettiklerine seviniyorlardı. İmam'ın bu program üzere hala
devam ettiğini sanıyorum.
Oğlu Ahmed Humeyni, bir keresinde şöyle anlattı: Ramazan gecelerinin
birinde İmam'ın sesiyle uyandım. Bir de baktım ki, 45m2'yi geçmeyen evin
ortasında ağlayarak, karanlığın ortasında elini gökyüzüne kaldırmış namaz kılıyor.
İşte İmam'ın Ramazan boyunca ibadet programı buydu. İmam daima ayın uzun
gecelerinde geceden sabaha kadar namaz ve dua ile meşgul olurdu. Sabah namazını
kıldıktan sonra çalışmalarına devam etmek için az da olsa uzanıp dinlenirdi.
İMAM’IN HARCAMALARI
Benim görüşüm, Merhum Seyyid Mustafa'nın onun benzeri bir kişi
olduğudur. Mustafa, her hafta sonunda, haftalık harcamalarını almak için İmam'a
gelirdi. İmam, her halükârda ona verdiği miktarı artırmadı. Merhum Mustafa
Beytullah'ı haccetmeyi istediği zaman, kendi evini satıp karısından aldığı ek yar-
dımla Mekke-i Mükerreme'ye gitti.
İmam, Necef’te olduğumuz sırada bize: "Herhangi birinizin telefonu çok
kullanması doğru olmaz" diye tavsiyede bulunurdu. Bizim Necef içi telefon
kullanmamıza izin vermişti. Fakat Kerbela veya diğer şehir dışı yerler için
konuşmak için telefonu kullanmayı yasaklamıştı. İmam Seyyid Ahmed'e: "Tahran'a
veya başka yere telefon etmen doğru olmaz. Ancak devrimle ilgili yayın veya
demeçleri ulaştırmak gerektiğinde o zaman telefonla görüşebilirsin" demişti.
Kâğıt kullanımında İmam’ın tutumunu anlatan bir olayı anlatayım: İmam'ın
mali işlerinden sorumlu olan kardeş Rıdvanî İmam'a verilmek üzere büyük bir
kâğıdın arkasına bir not yazdı. İmam da küçük bir kâğıt üzerinde cevabını yazdı. O,
kâğıdın üstünde şu söz vardı: "Bu kâğıttan bir şey anlama imkânın var sanırım."
Bundan dolayı kardeş Rıdvanî, kâğıt parçalarını topluyor ve biriktiriyordu. İmam'a
bir şey yazmak istediğinde o küçük kâğıt parçalarını kullanıyordu. İmam da cevabı
o kâğıdın arkasına yazıyordu.
İmam'ın Necef-i Şerife geldiğinin ilk günleriydi. İmam, eve soğutucu satın
alınmasına izin vermedi. Fakat kardeş Halhalî'nin imam’a: "Evdeki herkes ve
ziyarete gelen kimseler şiddetli sıcaktan rahatsız olacaklar" diyerek, şiddetli ısrarda
bulunmasından sonra imam, soğutucu almaya izin verdi. Bu tür bir olay belli sayıda
battaniye almak istediğimde de meydana gelmişti.
Bir gün Ayetullah İşrakî imam’ın evine gitti. İmam'ın evinin bir bölümünü
yıkık dökük görünce İmam’a: "Odayı onarınız ve onu boyayınız" dedi. İmam da
ona: "Bu iş için beytul maldan para harcamaya gerek yok" diye cevap verdi. Bunun
üzerine Ayetullah İşrakî: "Bunun masraflarını ben karşılayacağım" dedi. Seyyid
Rıdvanî ile birlikte odanın boyanması ve onarımını imam kabul etti. İmam’ın
Kerbela’ya gitmesini fırsat bilerek bu işi yaptık. Odayı bazı şeylerle döşedik.
Ancak imam Kerbela'dan döndüğünde odayı görüp kaşlarını çattı ve Seyyid
Rıdvanî'ye: "Ben sadece odayı boyamanıza izin verdim. Fakat bu şekil olmasına
değil" dedi. Biz işimizde savurganlık yapmamıştık. Sadece odanın ortasına bir
seccade koymuş, oturmak için de odanın çevresine bazı basit şeyler döşemiş ve
gerçekten ucuz kumaşlardan bir parçayla da yatakları örtmüştük.
Bizden biri evlenmek istediği zaman, bir ya da iki ay süre için borç para
almak için İmam’a gelirdi. Ben de evlenirken kendisinden borç para istemiştim.
Bazıları, bana İmam’ın çeşitli yardımlarda bulunacağını düşünüyordu. Ancak
İmam, Seyyid Rıdvanî'ye bana borç olarak on bin tümen para vermesini istedi,
imam, Seyyid Rıdvanî'ye: "Ondan iki ay sonra paranı al" dedi. Fakat bu olay onun
öğrencilerinin halleriyle ilgilenmediği anlamına gelmez. Aksine imam
öğrencilerinin ihtiyaçlarını gidermek ve sorunlarını çözmek için bütün gücüyle
çalışıyordu. Öğrencileri hastalansalar onlara ilaç yardımı yapıyordu.
Şimdi İmam’ın özel yaşamının diğer yönlerine geliyoruz, imam yemeğinde,
çoğunlukla çayla birlikte ekmek, peynir yemeğe alışıktı. Sabahleyin sabah
kahvaltısı veya Ramazan ayında sahur yemeği yerdi. İmam’ın hanımı hasta olduğu
ve hanımı oruç tutmaya güç yetiremediği zaman çay, ekmek ve peynirden başka bir
şey yemezdi. Ev işlerini yapıp onlara yardım etmek için bir bayan hizmetçi gelirdi.
Fakat o kadın, İmam'ın sesiyle uykusundan acelece uyanamıyordu. Bunun için
İmam çayı kendisi hazırlıyor ve sahur yemeğini yiyordu.
Bir gün imam Kerbela’da olduğu ve hizmetçinin evde olmadığı bir günde
İmam’ın mutfağına girip İmam’ın buzdolabının içinde ne olduğunu görmek
istedim. Buzdolabının kapısını açtığımda içinde peynir ve kuru bir ekmek
parçasından başka bir şey bulamadım.
Kuveyt'e gitmek için yola çıktığımız günün sabahında, sabah kahvaltısı
yapmak için yolda kahvehanelerin birinde durduk. İmam peynir, ekmek ile çay içti.
Aynı gün Kuveyt sınırına gittiğimizde de aynısını yedi. Kuveyt'e vardıktan sonra
otellerden birisine gittik. O otelden İmam'a yemek getirmelerini söylediğimizde
İmam kabul etmedi. Bunun üzerine bizlerden birisi çarşıya giderek yoğurtla birlikte
bir kek parçası satın aldı. İmam da onları yedi.
İMAM'IN DİRENCİ
Irak Emniyet Kuvvetleri İmam'ın evinin çevresini kuşatmışlardı. Özellikle
İmam Kuveyt'e gitmeyi kararlaştırdıktan sonra ona ulaşmamızı engelliyorlardı.
Emniyet Kuvvetleri, Ahmed Humeyni ve bir kaç kişi dışında kimsenin İmam'ın ya-
nına gitmesine izin vermiyorlardı. İmam, Ahmed Humeyni'ye: "Tahran'a vardığın
zaman haberi olduğu gibi anlat. Burada olan bütün şeyleri halk bilsin. Halkı
habersiz bırakmayın" demişti. Biz de büyük bir dikkatle olan olayları halka
aktarmaya çalışıyorduk.
Biz aynı gece Kuveyt'e gitmeyi kararlaştırdık. Kardeşlerden birini giriş
vizesi almak için Kuveyt'e gönderdik. Ruhullah Mustafavî adıyla giriş vizesini elde
ettik. Kuveyt'ten sonra Suriye'ye geçmeyi kararlaştırdık. Çünkü İmam İslâm
ülkelerinden birisine gitmenin gerekliliğini bize söylemişti. Görüşmelerimizde
Libya ve Cezayir'i uzak bulduğumuz için o ikisinden vazgeçtik. Hem Libya ve
Cezayir Tahran'dan uzaktaydı. Ayrıca oraya deniz yolundan gidiliyordu ki,
tehlikeleri çoktu. Sonunda arabayla Kuveyt'e gitmeye karar kıldık. Bu Irak
yönetiminin bizi izleyerek bize karşı komplolar düzenlemesini engellemezdi.
Büyük olasılıkla bunu Kuveyt'e bildirmişti.
Irak Emniyet Kuvvetleri'nden birisi İmam'la görüşmek istedi. Ancak İmam
kabul etmedi. Defalarca görüşmek istedikten sonra İmam onu kabul etti. O kişi
İmam'dan siyasi etkinlikleri bırakmasını istedi. Bunun üzerine İmam ona: "Hayır...
Hayır... Etkinliklerimi bırakamam. O, bana gereklidir. O, benim sorumluluğumdur"
dedi. O da İmam'a: "Öyleyse Irak'tan uzaklaşmanız gerekiyor" dedi. Bunun üzerine
İmam Humeyni: "Humeyni nereye giderse gitsin, yine Humeyni'dir. Irak'ta
olmuşum, başka yerde olmuşum fark etmez" dedi. Bunun üzerine Irak Emniyet
Kuvvetleri yetkilisi kızgın olarak çıktı. O zaman İmam, İran ile Irak hükümeti
arasında bir anlaşma olduğunu anladı. Ve Irak'ı terk etmeyi kararlaştırdı. Geceleyin
Kuveyt sınırına doğru yola çıktık. Bu yolculuk bize İmam'ın kişiliğinin değişik
yönlerini en güzel bir biçimde tanımamızı sağladı.
Yolda namazı eda etmek için öğleden önce mescitlerin birinin önünde
durduk, İmam: "Eğer bu mescidin imamı varsa, namazı onun arkasında eda
etmemiz gerekir. Yahut öğle namazının vakti gelmemişse yola devam etmek
gerekir. Namaz vakti gelmişse, fert olarak namaz kılmamız doğru olmaz" dedi.
Sınıra doğru gittik ve namazı orada eda ettik. Kardeşlerin hepsi namazdan sonra
musafaha ederek birbirlerine dua ettiler. Hepsi ağlıyor ve gözyaşları damlıyordu.
İmam'ı garip bir hal almıştı ve bize şöyle nasihat ediyordu: "Ben görevimi idrak
ettim. Benim, o görevi yerine getirmem gerek. Onların benim görevimin önünde
engel olan bir set gibi durmalarına rağmen, ben görevimi terk etmeyeceğim. Bana
verilen görev devrimdir. Ben nereye olursa olsun gideceğim. Devrim için
uğraşacağım. Siz de hareketlerinize devam edin. Halkı gerekli yerlerde devamlı
uyarınız. İnşallah bize katılmalarına sebep olur." Ne yazık ki Kuveyt, İmam’ın
girmesine izin vermedi. Yaklaşık bir saat Irak ile Kuveyt makamları arasında gidip
geldik. Kuveyt tarafından bu durdurulma bizi çok üzdü. İmam’ın faziletle dolu
yüce manevi kişiliğini burada gördük, imam yorgun olduğu için biraz yatmıştı. O
vakit bizim kafamızda; şu an ne yapmamız gerektiği, Irak hükümeti bizim
dönmemize izin vermezse ne yapmalıyız gibi sorular cirit atıyordu.
Sonunda Irak'a döndük. Ben birkaç arkadaşla birlikte bazı işleri halletmeye
gittim, imam, o gece Basra otellerinden birinde geceledi. Sabahleyin Bağdat
havaalanında buluştuk. Bağdat havaalanında imam bize: "Bir ülkeden başka ülkeye
dolaşıp duracağım. Fakat siz hiçbir şeyden korkmayın. Hareketlerinize devam edin
ve direnin. Ben, Iran halkından gerçekten utanıyorum. Bu halk, şahadete âşık olmuş
ve devrime ön ayak oluyor" dedi. Yine Transit'te iken: "Iran halkından utanıyorum,
şer'i yükümlülüğümü yapmam gerekiyor" dedi. Bağdat'ta Darul İslâm Otel'ine
gittiğimizde İmam, masum imamların (a.s) mezarlarını ziyaret etmeyi istedi.
Emniyet sorunları nedeniyle başlangıçta bu ziyaretler gerçekleşmedi. Ancak daha
sonra gerçekleşebildi.
İmam’dan kendisiyle birlikte mezarları ziyaret etmek istediğimi belirttim.
Ancak bana otelde kalmamı söyledi. Bana, içinde kendisinin bazı özel ihtiyaçlarıyla
ve belgeleri olan çantasını teslim etti. İmam'ın yanında Ahmed Humeyni vardı.
Bende bir müddet odada kaldım. Sonra odadan çıktım ve kapıyı kilitledim. Odanın
dışındaki sandalyenin üzerine oturdum ve biraz sonra uyudum. Uyandığımda orada
kalan kardeşlerle birlikte odaya baktım. Onların ne zaman geldiklerini hatırlamıyor-
dum çünkü beni uyandırmamışlardı. O durumda yerimden kalktım ve odanın
kapısını açtım. İmam Kur'an okumakla meşguldü. Cemaatle birlikte biz de namaz
kıldık. Paris'e gitme zamanı gelmişti. Uçağa doğru gittiğimiz sırada acele bir iş için
çağrıldım. Necef’e dönmek beni üzmüştü. Bunun için Paris'te ilk günlerde İmam’la
birlikte olamadım.
HÜCCET-ÜL İSLÂM VE'L MÜSLİMİN MUSTAFA ZEMANÎ
İMAM'IN OLGUNLUĞU
İmam Humeyni, ilmi meseleler, toplumsal işler ve diğer çeşitli konularda
olgunluğu büyük olan biriydi. Ona bir görüşü zorla kabul ettirmek ve ona etki
etmek asla mümkün değildir. Aksine İmam'ı kuşatan yüce büyüklük, ona asla bir
görüşü zorla kabul ettirmeye izin vermezdi.
Doğu ve batı kültüründen etkilenen bazı kimseler, İmam’ın bir parti lideri
gibi hareket ettiğini, çevresindeki insanlardan etkilendiğini ve bu etkiye uygun
olarak hareket ettiğini sanıyorlar. Bu nedenle istekleriyle uyuşmayan bir şeyle karşı
karşıya geldiklerinde İmam'ı kendi çevresindekilerden etkilenmekle suçladıklarını
görüyoruz.
Hâlbuki İmam'ın çevresindeki kimseler İmam'ı gayet iyi tanırlar. İmam
onların yetiştiricisidir. Onlar, İmam'ın gözlerine bakmakla, az bir sözle veya
aydınlık gülümsemesiyle onun ne demek istediğini anlarlardı.
Hicrî 1342 yılının başlarında Fedayan-i İslâm (İslâm Fedaileri) örgütünden
birisi, yanında kilolarca, İbranice, Farsça, Arapça yazılmış gazete ve yayın olduğu
halde İmam’ın yanına geldi. İmam’dan İsrail aleyhine halkı kışkırtmasını istiyordu,
imam’a: "16 yıl geçti. İsrail komşularımızın başlarına bela olmaktadır ve onları
dağıtmaktadır. Onları ortadan kaldırmaya hiç kimse çalışmıyor" dedi. İmam
doğrulayarak gülümsedi. Bu toplantıda yiğit gençlerden bir grup da vardı. Ayrıca
bu gibi siyasi işlerde İmam’a danışmaya gerek görmeyen kimselerden oluşan
gezgin bir grup da vardı. İmam böyle bir ortamda sözlerini uzatmadı ve şöyle dedi:
"Halkı bilinçlendirmek sizin görevinizdir."
İsrail'in yerleşme haberleri, toplu kıyımlar ve Der Yasin'deki kan
akıtmalarla ilgili haberleri duyan İmam, ilk atılımından itibaren doğru metotlarla
genel seferberlik yoluyla bu kanseri yok etmeyi düşünüyordu. Bu olaylara karşı
Fedayan-i İslâm'ın yiğitlerinin tavrını gördüğünde seviniyor ve "Halkı bi-
linçlendirmek sizin görevinizdir" diyordu.
İmam, siyasi işlerde İmam'a danışmak istemeyen kimseleri susturdu. İmam,
yiğit gençlerin kalbinde İsrail'e olan büyük öfkeyi koruyordu.
Gerçekte İmam’ın anlayışında hata edenlerin çoğu, imam’ı kolayca insana
etki etmesi mümkün olan bir insan olarak düşünüyorlar. İmam konuşmalarında
gerçekten dakiktir. Radyo ve telefondan duyduğu haberler hakkında geniş bir
bilgisi vardır. Onun bilgisi iç haberler hakkında da vardır. Devletteki küçük
ayrıntılı haberleri bile bilmektedir. Haber kaynaklarından biri dışında İmam
haberleri elde eder. O kaynak da telkin kanalı veya bir görüşü zorla kabul ettirmek.
Bu ise İmam için asla mümkün değildir.
Ferverdinin (bahar mevsiminin ilk ayı) ikinci günü, 25 Şevval İmam
Sadık'ın şahadetinin yıldönümüydü. Bu münasebetle Ayetullah Gülpeyeganî
tarafından bir anma töreni düzenlenmişti. Sonra anma töreni olduğu sırada emniyet
kuvvetlerinin Fevziye Medresesi'ni bastıkları haberi geldi. Başları ve elleri kanlar
içinde olan yaralılar İmam’ın evine getirildiler.
Bunun üzerine ağlama feryatları yükseldi. Birisi olayı sakinleştirmek ve
bazı şeyler konuşmak için İmam’dan izin istedi. Fakat İmam onu yerine oturttu.
Bunun üzerine İmam’ın yanındakilerden birisi: "Gidin ve kapıyı kapatın" dedi.
Ancak bu kişi sözünü tamamlamadan kızgınlıkla : "Kapıları açın! Mustafa ne
yapıyor. Onu buradan çıkarın" dedi. O tarihten sonra İmam’ın büyük oğlu, gelişen
olaylarda İmam'a pek fazla karışmadı. Daha çok o, ilim öğrenmekle uğraştı.
İmam evin kapısının açıldığına kanaat getirince bize yirmi dakika süreyle
konuştu. Şöyle diyordu: "Rıza Han'ın oğlu kendi eliyle kendi mezarını kazmış oldu.
Yakında onun foyası meydana çıkacak."
Bu nazik anlarda imam, bize; Seyyid Gülpeyeganî'nin_eviyle telefon
görüşmesi yapmamızı ve onun eve dönüp dönmediğini öğrenmemizi istedi. Biz de
telefon ettik. Bize Seyyid Gülpeyeganî'nin eve döndüğünü ve mescide gittiği
söylendi. Ondan sonra biz onun gecenin geç saatlerine kadar Fevziye
Medresesi'nde olduğunu öğrendik. Çünkü Savak telefon hatlarına el koymuştu. Biri
telefon edince onlar cevap veriyordu, imam, Seyyid Gülpeyeganî'nin eve
döndüğünün söylenmesiyle yetinmedi. Kendisi kalktı ve Fevziye Medresesi'ne gitti.
Yolda halk ile emniyet kuvvetleri birbirine girmişti.
Aksine o, doğrudan veya dolaylı olarak isminin hiçbir kimse veya kuruluş
tarafından istismar edilmesine izin vermedi. Böyle bir durum olduğunda da derhal
durumu düzeltilip, hatanın telafi edilmesini isterdi.
Son olarak, İmam'ın başka kimselerin görüşlerinin etkisi altında olduğunu
söyleyen kimseler büyük bir suç, gıybet ve affedilmeyen bir hata işlemiş sayılırlar.
HATEM YEZDİ
ÖĞRETİMDE EŞSİZ ÜSLÛBU
İmam, Necef’te iken 15 yıl boyunca hizmetinde bulundum. Bu zaman
süresince gözüme takılan önemli noktalara değinmek istiyorum.
Birincisi: İmam, bu yüzyılda felsefecilerin ve ariflerin en büyüklerinden
olmasına rağmen yeryüzünde felsefe ve irfan alanında en büyük insan olduğunu
söylemek mümkündür. İmam bize fıkıh dersleri verir, belli ayet ve rivayetleri bize
açıklardı. Sanki fıkıh dışında hiçbir şeyi bilmiyormuşçasına diğer konulara
dalmazdı. Konuyu açıklamak için şuna değineyim: Bir kimse mesela felsefe
ilminden bahsediyorsa ona fıkıh hükümlerini katar veya Kur'an-ı Kerim'in
ayetlerini tefsir eder. Felsefî görüşlere başka şeyler katardı. Fakat mucizevî
amellere sahip olan bu büyük insan, felsefe konusunda konuştuğunda, onu büyük
bir filozof olarak görürsünüz. İrfanı olarak görürsünüz. Fıkhi hükümleri ve
meseleleri anlattığında, felsefe ve irfana (tasavvufa) girmeksizin konuyu açıklamak
için kelimelerin seçiminde tam bir hâkimiyet ve yüce kudretini görebilirsiniz. Bunu
yapmak onun gibi bir insana gerçekten de zor gelmez.
İMAM'IN GIYBETE KARŞI TAVRI
İkincisi: İmam'da beni şaşırtan ikinci nokta; insanlar İmam’a yaklaştıkça
onun belli bir takva ve ruhaniyet içerisinde olduğunu açıkça görür. Bunun aksine
bizim genel yaşamımızda bunlar olmaz. Bizden biri bu kişilikler ile büyüklerden
kimilerine yakınlaşıp özel durumlarını gördükçe, onlara ilişkin görüşü değişir,
onlarda gördüğü kutsiyet aylası (halesi) dağılıverirdi. Bu da bilinç dışı ya da yanılgı
sonucu kişinin genellikle kaçınamadığı bir takım davranışlar ile yanlışlıkları
onlarda gördüğünden dolayı olurdu. Fakat İmam'a yaklaşan kimse bunun aksini
hisseder. İmam'a yaklaşan kimselerin, ona hürmet ve övgüsü artar. İmam'ın olduğu
yerde hiç kimse kimseye gıybet etmezdi veya gereksiz yere başkasından söz
edemezdi. İmam'ın özel toplantılarında bile bundan bahsedilmezdi. İmam'ın
taraftarlarından birisinin bir gün İsfahan şehrinden Necef’e geldiğini hatırlıyorum.
O mali hak olarak İmam'a vermek üzere yanında bir miktar para getirmişti. Bazı
şartlan sebebiyle Necef’te tanıdıklarından birine gitti. Tanıdık kimse, kendi payının
yanında ondan İmam'ın payını da aldı ve o kişiye: "Bu parayı okul giderlerine
vermek isliyorum" dedi. O şahıs (bu, dostlarımdan idi) bana olayı ayrıntısıyla
anlattı. Ben de hemen bu olayı anlatmak için İmam'ın yanına gittim ve olayı
anlattım. Yine gıybetten uzaklaşmanın gerekliliğini söyledi. İmam, kardeşlerle bir-
likte yalnız kaldığında veya başka yerlerde gıybet edilmesini engellerdi.
Baascılar, İmam'ın evini kuşattıkları zaman, bazı kimselerin İmam'ın
durumunu telefonla da olsa sormalarını bekliyorduk. Fakat böyle olmadı. Gayet iyi
tanıdıklarımız bile bir kere olsun İmam'ın durumundan sormadılar. Kardeşlerin
birisi bu durumu konuşuyordu. Fakat İmam onu uyardı ve bu konuyu kapattı. Ona:
"Bazı dostların kızması veya bazı şeylere üzüntü duymaları olasıdır. Hiç kimsenin
gıybetinin edilmesine razı olmadığımı söyleyin" demişti. Bunu diğer insanlarda
göremeyiz. Bu ahlakı masum insanlardan başkası taşımaz.
Üçüncüsü: İmam'ın etkisi çok büyüktür. Paris'te olduğu sırada, ona tamdık
kişilerden birisiyle görüşme isteğini bildirdiğimizde: "Senelerdir bazı aydın ve
üniversite eğitimi görmüş kişilerin kafalarında bu sorunu ortadan kaldırmak için
uğraşıyoruz" dedi. Bu görüşme, gerçekler ve gerçek dışıların ortaya çıkması içindi.
Aydınlar din âlimlerinin, düzenin yardakçıları olduğunu ve rejimin onları koruduğu
gibi onların da rejimi koruduklarını sanıyorlardı. İmam ise: "Bu şekilde işlerin bir
sonuca varması imkânsızdır. İşleri ben kendim yürüteceğim. Bu düşünceleri onların
zihinlerinden çıkarıp atacağım. Din âlimleri ile rejim arasında bir ilişki yoktur. Din
âlimleri rejimi korumazlar. Rejim de onları korumaz" dedi.
Bu durum İmam'ı gerçekten yüceltiyordu. Onun mücadelesi tağutî rejim
yıkılıncaya ve İslâm hükümeti kuruluncaya kadar devam etti. Onun mücadelesi,
gerçeği öğrenmek isteyenler için nur saçan tarih sayfalarından yayılan bir nur
gibiydi.
HÜCCET’ÜL İSLAM VEL MÜSLİMİN TEVESSULİ
İmam’ın, Mehellat şehrine ikinci ziyareti hatırladığım kadarıyla Hicri 1330
yılında oldu. İmam'a, evimin olduğu bir mahallede bir ev kiraladık. İmam’ın evinin
yanında şehrin ortasından geçen büyük su kaynağından gelen bir çeşme akıyordu.
Mahallenin, halkı ihtiyaçlarını bu sudan alıyorlardı. Bazı kimseler su etrafında
toplanmanın sonucunda gürültü, bağırıp çağırmalar ve gidip gelmeler ile İmam'ı
rahatsız etmemek için o çeşmeden su almaktan kaçınıyorlardı. İmam bunu
duyunca: "Önceki gibi gelmenizde hiçbir sakınca yoktur. Su ihtiyaçlarınızı
gideriniz" dedi.
Burada şunu da hatırlatmak gerekir. Bu kalabalık semtler, İmam’ın
dinlenme, öğretim ve araştırma yerleriydi, imam genelde öğleden sonra o çeşmenin
yanına çalışmak ve yazmak için otururdu. Orada "Vesiletul Necat" (Kurtuluş Aracı)
adlı kitabın haşiyesini yazmıştı.
ÎMAM'IN SİYASÎ BÎLİNCİ
Tanıdık kimselerden ikisi İmam'ı ziyarete geldi. Ben o sırada İmam'ın
hizmetinde idim. O günlerde milliyetçilerin adları duyuluyordu ve liderlerinin de
Musaddık olduğu yayılmıştı. Onlar milliyetçilikle şöhret bulmuşlardı. Halkın
çoğunluğu da o görüşleri destekliyordu. O zaman, emperyalizm karşıtı ve rejim
düşmanı kimselerin milliyetçilere katılmaları gerektiğini söylüyorlardı. Bu
demeçlere ve söylenenlere cevap vermek için İmam konuşma yaptı. İmam bu iki
ziyaretçiye: "Sizin bu genel akımın karşıtı bu sözleri söylemenizi beklemezdik"
dedi. İmam gerçekten bu yüzleri hile dolu olan kimseleri tanıyabilmişti. Halkın
çoğu onları putlaştırmasına rağmen İmam onları ve onların düşüncelerini altüst
etmişti. İmam'ın söylediklerini, günler haklı çıkarıyordu.
İmam’ın hitabetinde kendisine has bir özelliği vardı. Onu dinleyen
kimselerde büyük bir etki bırakıyordu. İmam Kum'da olduğu sırada Fevziye
Medresesi'nde her gün ikindi vakti ahlâk dersleri veriyordu. Bu derslere
öğrencilerin yanı sıra başkaları da katılırdı. Derse katılanlar İmam'ın sözlerinden
çok etkileniyorlardı. Gözyaşları akıyor ve çokça ağlıyorlardı.
SORUMLULUK VE DÜZENLEME (CİDDİYET)
İmam'ın derslerinden birinde, hiç kimse İmam’ın anlattığı konu hakkında
bir şey sormamıştı. Bunun üzerine imam: "Bu oturum, araştırma ve öğretim
dersidir. Vaaz ve hitabet dersi değil. Siz niye susuyorsunuz? Niçin bir tek kelime
bile konuşmuyorsunuz? Muhammed Takı Şirazî'nin dersleri iki buçuk saati
buluyordu..." demişti. (İmam'ın dersleri o zaman yaklaşık bir saati bulmuştu.)
İmam adet olduğu üzere bir gün konferans vermek için mescide geldi.
Fakat o an mescitte bulunması gereken öğrencilerin tamamı gelmemişti. Onların
çoğu ders yapılırken mescide geliyor ve derse katılıyorlardı. İmam bunun için
işlerin düzenliliğinin önemi çerçevesinde konuyu konferansında anlattı. Ve
öğrencilere: "Öğrenciler, işlerin düzenli yürümesi sorumluluğu büyük bir ciddiyet
gerektirir" diye tavsiyede bulundu. Sonunda cemaatin devamı için dua etti. İmam,
Fevziye Medresesi'nde öğle, akşam ve yatsı namazlarını kılıyorlardı. Öğrencilerden
birisi, İmam'ın yanında aydınlık odayı terk ederek namaz kılmak için başka bir yere
geçti. İmam da ona: "Niçin aydınlık yeri bıraktın?" dedi. Orada bulunanlardan
birisi: "Işık israfı olmasın diye böyle yaptıklarını söylüyorlar" dedi. İmam da :
"Söyledikleri ne de saçma" dedi.
HÜCCET’ÜL İSLAM VEL MÜSLİMİN SEYYİD AHMED HUMEYNİ
İMAMIN BENİ SADR'A KARŞI TAVRI
- Ben-i Sadr'ın, Devrim Muhafızlarına ait, üç veya dört sahte kimlik
dağıtması ve Devrim Muhafızlarını anarşiyle suçlamasından sonra Tahran'daki
üniversite olayları hakkında İmam'ın görüşü nedir?
- Bu olaylarda yalan apaçık ortadaydı. Bu olayları ilk olarak İmam’a ileten
bendim. Üniversite olaylarını (14 İsfend olayları) arkadaşlarımız bize telefondan
ulaştırıyorlardı. Yaklaşık her dakikasını haber olarak bize veriyorlardı. Biz çevreyi
tamamen kuşatmıştık. Devrim komiteleri ve devrim muhafızlarından kimlerin sahte
olduğunu biz biliyorduk. O tarihten itibaren imam o işe son vermeye karar verdi.
Bana bunu bir keresinde açıkladığını hatırlıyorum. Yine bu olayların meydana
geldiği zamanı hatırlıyorum, imam bana: "Git ve Ben-i Sadr'ın etrafında toplanan
kimselere bak" demişti. Ben İmam’ın bu sözlerden neyi kastettiğini anlamamıştım.
Fakat yine imam: "Ben-i Sadr'ın sonu geldi. Onda ümit yok" dedi. 14 İsfend
tarihinden itibaren Ben-i Sadr sorunu, İmam’a epey sıkıntı vermişti.
HÜCCET’ÜL İSLAM VEL MÜSLİMİN ŞEYH ABDUL ALİ KARHİ
Necefte bulunan Afganlı öğrencilerden bazısı İmam’ın mektubunu
Afganistan'a göndermek maksadıyla kopya etmişlerdi. Şah rejimi, bu mektupların
sınırdan geçmesine izin vermemişlerdi. Bu öğrencilerde o mektupları özel yollarla
gönderdiler. Fakat iki veya üç mektup Afganistan'ın hepsine yeterli olmadı. Bunun
için o mektupların postayla gönderilmesi kararlaştırıldı. Ancak İran Sefiri bu işi
anladı ve İmam’ın mektuplarını posta aracılığıyla gönderilmesine engel oldu. Ben,
merhum Şeyh Nasrullah Halhali ve İmam’ın taraftarlarından birisi, imam’ın
mektuplarının kuryeler eliyle dağıtılmasını kararlaştırdık. Çünkü İmam'ın
mektuplarını dağıtmak işi çok önemliydi. Deniz yolundan mektupları Afganistan'a
ulaştırılması için bir kişiyi göndermeyi, bu işi İmam'a bile haber vermemeyi karar-
laştırdık. Çünkü İmam, mektuplarını göndermekten münezzeh biri olarak bu işe
razı olmazdı. Ancak ben, o mektupları göndermeyi çok arzuluyordum. Çünkü
insanlar o mektupları istemekte ısrar ediyorlardı ve onlara ihtiyaçları olduğunu
söylüyorlardı. Şeyh Halhali ile birlikte bu işi yapmak için yolculuğa uygun olan bir
kişiyi bulmak hususunda ittifak ettik
Bir keresinde İmam: "O kişiye cevap vermem için bu şahsın adresini öğren"
dedi. İmam bu emri verdiğinde biz onu yapmayı hep beraber arzu ederdik. Fakat bu
kez, oraya göndereceğimiz kişiyle birlikte İmam’ın cevabını göndermeyi kendi
kendime düşündüm. Bunun üzerine, bir ya da iki gün sonra ayrılması kararlaştırılan
yolcuya İmam'ın cevabını vermek için ilk defa İmam'ın emrini yapmayı
geciktirdim. Şeyh mescidinde namaz kıldıktan sonra dönerken İmam bana: "O
şahsın adresini öğrenmeni istemiştim" diye söyledi. Ben de: "Afganlılardan birisi
Afganistan'a gitmeyi beklemektedir" dedim. İmam bize dönerek, bizden o işi yerine
ya en güzel şekilde yerine getirmemizi ya da hiç getirmememizi istedi. İmam
cevaba karşılık veriyordu. Ben o zaman o konuşmada İmam'a muhalefet ettiğimi
hatırlıyorum. İmam'a o zaman: "O şahıs gidecek" demiştim.
İmam: "Kim gidecek" dedi. Bende: "Birisi gidecek" dedim. İmam bu
soruyu evin kapısına varıncaya kadar üç ya da dört kere sordu. Ben de ona aynen
cevabı veriyordum. Bir keresinde İmam: "Mektupları göndermeyin, çünkü bu
imkânsızdır" dedi. Sonra konuşması değişerek "Bana haber vermeksizin diledikleri
gibi hareket ediyorlar" dedi. Ben o sırada titremeye başlamıştım. Hiç kimse bir söz
söylemeye cesaret edemedi. İmam, iç odaya girdi. Bunun üzerine ben misafirleri
karşılama odasına döndüm. Beni sıkıntı sarmıştı ve kendi kendime: "Bu şahsın
başka bir âlimin akrabası olduğuna şüphe yok. Bu karar yalnız benim ve Şeyh
Halhali arasındadır. İkimizden başka üçüncü bir kişi bu şahsı bilmiyordu" dedim.
Bundan sonra hemen gidip Halhalî'ye telefon ettim, İmam'ın cevaz vermediğine
dair haberi ona ilettim.
Bir keresinde de Şeyh Halhali, İmam'ın resimlerinden birini Lübnan'a
göndermişti. Bir gece İmam Harem'den döndükten sonra odasına girmişti.
Halhali'de oturma odasına birçok resim getirdi. Dolayısıyla birisinin resimlerinin
çıkarılmasıyla veya çıkarılmaması hakkında İmam'a haber verdiğini bilmiyorum.
Bu önemli değildi. Önemli olan bize o an ne diyeceği idi.
Bir başka gece İmam odasında, bende karşılama odasında idim. (Çünkü
ailem yoktu. Bu yüzden oturma odasında uyuyordum) Kalması gereken
hizmetçilerden birisi evine gitmişti, ben oturma odasında tek başına idim. İmam en
üst katta odasına oturmuş ve şöyle diyordu: "Resimleri getir" Ben de: "Tamam"
dedim. Ben resimlerden birini almayı düşündüm. Çünkü o resim güzel bir resimdi.
İmam'ın kitaplarının ve resimlerin olduğu oda İmam'ın odasına giden yolda ve
İmam'ın durduğu yerin altında idi. Resimlerden birini kendime alıkoymak istedi-
ğimde İmam üst kattan "Onlardan hiçbirini bir tek de olsa geri bırakma" diye
seslendi.
Ben "Tamam" dedim. Bundan sonra da resimleri istemede ısrar ettiler.
Bende onların isteklerini İmam'a ilettim, fakat onlardan hiçbirini bize vermedi.
Aksine bize: "Ben insanları dünyadan sakındırıyorum. Sizin bu isteğiniz
dünyevîdir" dedi. Bu olayların olması sonucunda ben bunları imam’ın
kerametlerinden olduğunu anladım.
İmam'ın Necef’teki evinde soğutucu (vantilatör) yoktu. Hava sıcaktı.
İmam’ı ziyaret eden kardeşler, nehirden esen rüzgârdan faydalanmak için günde bir
saat dahi olsa, Kufe'ye gitmesini ondan istediler. Ancak İmam bunu uygun
görmedi. Hâlbuki onlar, İmam’dan orada bir köşk veya büyük bir bina yapmasını
istemiyorlardı. Aksine onlar, İmam'ın oraya araba ile gitmesini ve dinlenmek için
bazı vakitler nehrin kenarına oturmasını istiyorlardı.
Özellikle şimdi İmam'ın çok sevdiklerinden birisi olan Seyyid Becneverdî
(r.a) ile ilgili olayı anlatayım. Bir keresinde o İmam’ı ziyarete gelmişti. Ben de
İmam’ın yanında oturuyordum. O geldi ve bir kişinin hikâyesini ve o kimsesizin
Kufe'nin havasından yararlandığını ve bu havadan bir fayda gördüğünü belirtti. Ve
önün faydalarını ve özelliklerini çokça tekrarladı. Ancak imam oraya (Kufe'ye)
gitmeyi uygun görmedi. Bunun sebebi sanıyorum ki, İmam'a İran’daki halkın
durumuyla ilgili günlük haberlerin ve cezaevlerinde işkenceye karşı direnen o
insanların durumuyla ilgili olan haberlerin gelmesidir. Bunun için bir saatliğine
dahi olsa Kufe'ye gidip oranın havasından faydalanıp orada beklemeyi istemiyordu.
Evinde hava soğutucu aletler olmamasına ve havanın çok sıcak olmasına karşın,
yine o evde bekliyordu.
İnsanlar, Necef’te bodrumlara, soğuk havadan yararlanmak için bazı ilkel
soğutucular yapıyorlardı. Biz İmam'a ondan bir tane yapmak istedik. Fakat imam
buna izin vermedi.
Bir gün kardeş Furkanî evden bir vantilatör getirdi. İmam namazdan
döndüğünde vantilatörü gördü ve "Ben burada Şeyh Furkanî'nin bir aletini
görüyorum" dedi. Odada bodrumla irtibatlı olan bir alet vardı. Bodrumdaki
havadan yararlanmak için vantilatör koymak, vantilatör koymak için de daire
şeklinde bir kutuya ihtiyaç vardı. İmam özel olarak kutuların konulduğu sandıktan
yararlanmayı emretti. Bunun üzerine biz İmam’a: "Bu sandık işe yaramaz. Çünkü
kısadır" dedik. O zaman imam kalktı ve: " O zaman başkasından yapınız" dedi. Biz
de ona: "Tamam, fakat biz, içinde kolaylıkla dönmesini sağlamak, amacıyla
vantilatörü koymak için bize geniş bir kutu yapması için marangozu çağırmayı
kararlaştırdık" dedik. Marangoz gereksinimlerini getirmişti. Bunun üzerine İmam:
"Bu şeylerde nedir?" dedi. Ben de: "Fayeber" dedim. Biraz sonra İmam beni
odasına çağırdı. Onun beni çağırması üzerine ben bodrumdan çıktım. Onunla
birlikte Seyyid Ahmet Humeyni ve Meşhedî Hüseyin (Necefli İmam'ın hizmetçisi)
vardı. Bize, daha önce duymadığım şiddetli bir tarzda şöyle dedi: "Ey Ahmet ve ey
Mustafa (sonrada diğer isimleri zikretti) siz hepiniz cehenneme girmeme ittifak mı
ettiniz." Fazlaca bir kıymeti olmayan iki parça fayeber yüzünden İmam'ın bu
dehşetli şekilde kızması beni şaşırttı. Fakat biz büyük gayretlerden sonra (hangi
sözleri kullandığımı hatırlamıyorum), İmam'ı, hatalarımızı bağışlamaya ve bu işi
tamamlamaya ikna ettik.
İMAMIN YÜCE AHLÂKI
Benim aciz kavrayışıma rağmen, İmam'la birlikte olduğum sürece İmam'ın
birçok yüksek melekelerini ve yüce sıfatlarını müşahede ettim. Ben İmam'ın
evinde, derslerinde veya çeşitli toplantılarındaki güzel ahlâkından binde birini
kazanmış olsaydım muhakkak bana bu yeterli olurdu. Ben bu büyük adamın
samimiyetimi, başın en üstünden ayağın altına kadar yüce sıfat ve ahlâkla
donatılmış bir deniz olmasından dolayı onu anlatmaktan acizim.
Ahmed Hasan Bekr Irak'ta Cumhurbaşkanı olduğu şuada İmam'ın evine
Bağdat hükümetinin Ayetullah Şaherudî (Necef’te yetki sahiplerinden birisidir)'nin,
mahkeme edilmesi için Bağdat'a getirilmesi isteminde bulunduğu haberi geldi. Bu
haber İmam’a gelince, İmam bana bu işi araştırmam için Ayetullah Şaherudî'nin
evine gitmemi istedi. Ben de gittim ve bu işi araştırdım ki, mesele duyduğumuz
gibidir. Gerçekten onlar utanmadan, Necef’te yetki sahibi olan bu zatı alıp
getireceklerdi. İmam benden Kerbela'ya gidip İmam'ın bana söylediklerini
söylediği sözü valiye söylememi istedi. İmam'ın söylediği sözü burada
hatırlayamıyorum. Fakat burada hatırladığım kadarıyla İmam'ın Ayetullah Şaherudî
ile ilgili övgü dolu sözleri vardı. Ben de Kerbela'ya gittim. Valinin evine geceleyin
vardığımda ona İmam'ın sözlü mesajını ilettim. O gece vali sanki bir anda tamamen
değişmişti ve bana: "Tamam, bu meseleyi halledeceğim" dedi. İki ya da üç gün
sonra bize telefon gelerek bu meselenin halledildiği söylendi. İmam, daima büyük
insanların çoğuna hizmet ederdi.
Necefte bazı kimseler İmam'ı tanımıyorlardı veya tanımak istemiyorlardı.
İmam karşıtı birçok propaganda yapılıyordu. Ancak onlar İmam'ın zayıf bir
noktasını dahi bulamıyorlardı. Bazı zamanlar şöyle diyorlardı: "İmam niçin düzenli
elbise giyiyor? Niçin İmam dosdoğru yürüyor? Veya niçin temiz elbise giyiyor?"
Bazı zamanlarda İmam'a şöyle mektup yazıyorlar:
"Sen bu merci konumunda niçin böyle güzel elbiseler giyiyorsun? Bu işin
insanların önünde uygun olmadığını bilmiyor musun?" Muhakkak onlar bir cehalet
içindedirler. Fakat yine de İmam'ın yapaklarının yüce bir adamın davranışları
olduğunu bilmektedirler.
İmam hakkında ileri geri konuşan kimselerden birinden duyduğum şeyleri
İmam'a anlattım. İmam da bana bir olay anlattı. (Bu birisi hakkında kötü
söylemekten uzağım. Onun huzurunda bir kimsenin gıybetine izin verilmezdi.) Ve
şöyle dedi: "Bana herhangi bir kişi geldi. Bana istediği şeyi söyledi. Ben de onu
malla birlikte gönderdim" (İmam bu kıssayı anlattığında ben bu şahsın İran'a giden
birisi olduğunu anladım) İmam'ın bu yolu, mü'minlerin emiri Hz. Ali'nin ve Hz.
Hasan'ın yolu gibidir. Dolayısıyla ben o gün İmam'a gelen ve karşı çıkan kimseyi
bilmiyordum. Ancak İmam'da bu küçümsemelere güzel ahlakıyla karşı koyuyordu.
Buna insanın gücü yetmezdi. Hiç kimse böyle olabilir mi? Bizlerden birisi en
küçük bir alay ve küçümseme olsa kendimizi nasıl sakinleştirebiliriz? Biz doğal
olarak buna güç yetiremeyiz. Ancak bu büyük İnsan (İmam) ise bunu kendisi yaptı.
İmam'ın Necef’te ikamet ettiği ilk günlerde, İmam'ın evinde çay dağıtılması
için bir kişiyi hizmetçi tuttuk. Bu hizmetçi kirli ve yırtık elbiseler giyiyordu.
Merhum Ayetullah Seyyid Mustafa Humeyni benden ona elbise almamı istedi. Ben
de: "Tamam" dedim. Ben de bu işi yapması için arkadaşlardan birisini
görevlendirdim. O gitti ve bir kumaş satın aldı ve sonra onu terziye verdi. Kumaşın
terzi ücretiyle masrafı 1.25 dinar, yani o günlerde 25 tümene denk bir para tuttu.
Masrafı verdim ve onu deftere yazdım. Çünkü yaptığım bütün masrafların tutarını
deftere yazmam benim sorumluluğumdandır. Günler sonra masraf katalogunu
İmam'a verdim. O gün veya başka bir günde -mescitte veya medreseden döndüğüm
zamanı hatırlayamıyorum- mesele zihnimde kalmamıştı. İmam bana: "Şüphesiz sen
ihtiyatlı hareket etmiyorsun" dedi. Ben o zaman ihtiyata muhalif bir işi yapmış
olduğumu hatırlayamadım ve İmam'a "Ne yaptım?" diye sordum. O da: "Elbise
işini bana haber vermeniz gerekiyordu" dedi. Ben de: "Ama beni bu işle
görevlendiren Seyyid Mustafa'dır dedim. O zaman İmam: "Bunu benim senden
istemem gerekir" dedi. İmam'ı gayet iyi tanıyordum. Ancak bu olay benim bilgimi
ve İmam'a olan şaşkınlığımı arttırdı. Çünkü İmam bu yetkiyi Seyyid Mustafa'ya
vermişti. İmam bana: "Benim senden istemem gerekir. Bu iş oğlumun değildir"
dedi.
İmam'ın akşam ve yatsı namazlarını cemaatle kıldığı Necef’teki Burucerdi
medresesinde, otomatik olarak açılan ve kapanan soğutucular vardı. Bu
soğutucularda soğutma hızını azaltan bir düzen yoktu. Bu soğutuculardan biri
İmam'ın namaz kıldığı yerin arkasında idi. O da İmam'ın sağlığına zarar veriyordu.
Çünkü İmam' yazın terlemiş olarak medreseye gelirdi. Bunun için o soğutucuya
derecelerini düzenlemek için arkadaşlardan birisi bir ayar düğmesi yaptı. Bana
Seyyid Mustafa, bu anahtarın masrafının iki ya da üç dinarı bulacağına inandığını
söyledi. Ben de bu işin bu kadar tutacağını hesaplamamıştım. Bunu üzerine Seyyid
Mustafa benden bazı harcamalar yapmamı istedi. Ben de İmam'a bu işi söyledim. O
da bu masrafın yapılmasına izin verdi. Seyyid Mustafa yine kendisi bu işi biliyor-
du. Ama ben bu işin kesin olması açısından imam, Şeyh Mescidinde namazı
kılmaktan dönünceye kadar bekledim. Evin kapısına İmam geldiğinde o işi ona arz
ettim. Ancak ben meramımı İmam'a güzelce anlatamamıştım. O benim masraf
yaptığımı sanmıştı. O zaman bana hoşuma gitmeyen bir söz söyledi. Ancak size,
bana ne söylediğini anlatacağım. Sert bir ifadeyle: "Ben öldüm mü?" dedi. Bu
sözden başka bir şey söylemedi. Ben de geceye kadar sabrettim. Birlikte medreseye
giderken İmam'a bu masrafı benim ödemediğimi söyledim. O zaman İmam'ın yüzü
tebessümle doldu. Ben bu ilahi melekeleri anlamaktan acizim.
Irak Hükümeti'nin insanlara baskıları şiddetlendiği ve İranlıları çıkarma
girişimleri başladığı sırada baskı, insanların kalplerinde korku derecesine ulaştı.
Âlimlerden büyük çoğunluğu da aynı korkuyu hissediyordu. Ama yalnızca İmam
bu korkuyu hissetmiyordu.
İğrenç Saddam o zaman Cumhurbaşkanının yardımcısıydı ve Ahmet Hasan
Cumhurbaşkanı idi. Onlar insanları bir tek kelime konuşamayacak derecede
korkutmuşlardı. Bu endişe ve korku atmosferinde İmam bir gece evinde insanları
toplayarak bir konuşma yaptı. Konuşmayı kaydetmek için bir alet konmuştu. Şu
anda ben İmam'ın cüretle konuştuğu bazı sözleri hatırlıyorum: "Bu hükümete
hükümet demek yakışmaz." Fakat Irak hükümeti bu sözleri kaydetmelerine rağmen
hiçbir şey yapamadılar.
İmam'ın evinde her gece oturduğu misafir odasında hali eksikliği vardı.
Yani odanın bir kısmında halı yoktu. Ben İmam'a bize izin ver bu odaya seccade
serelim dedim. İmam da: "Diğer odada halı var ondan serin" dedi. Ben de: "Oradaki
halılar başka cinstendir. Bu odaya uygun değildir" dedim. O zaman İmam: "Burası
Sadr-ı Azam'ın evimidir?" dedi. Ben de: "Sadr-ı Azamdan daha büyük. Çünkü o
İmam-u Zaman'ın (Mehdi'nin) evidir" dedim. Bunun üzerine İmam: "İmam-ı
Zaman'ın kendisi evine ne döşeneceğini sizden biri kadarda mı bilemez?" dedi.
Bir keresinde İmam benden ona bir cüppe diktirmemi istedi. Bende
tanıdığım bir terziye gittim ona: "İmam'a uygun bir cüppe istiyorum" dedim.
Terzide bazı kumaşların örnekleri vardı. İmam'a onlardan birisini seçmesi için o
kumaşları götürdük. İmam bana göre gerçekten ucuz ve adi olan ve tavsiye
edemeyeceğim bir kumaşı seçti. İmam'ın elbisesi o türdendi. Ancak onun elbisesi
devamlı düzenli ve temiz olurdu. İmam masrafın daha az tutması için bu tür
elbiseleri seçerdi.
Bir gün büyük zatlardan birisi vefat etmişti. İmam onun cenazesine
katılmak istedi. İmam'ı götürmek için bir taksi bulmamız gerekiyordu. Hava sıcak
olduğu için uzun süre sıcak havada kalmamasını sağlamak için bir taksi kiraladık.
Taksiyi getirdik ve İmam'ı ona bindirdik. Cenaze töreninin sonuna kadar taksi
bizim yanımızda yaklaşık bir saat kadar kalmıştı. Bende sefer ücreti gibi bir dinar
verdim. O zaman bir dinar yaklaşık yirmi tümene eşitti. İki ya da üç gün sonra
İmam'a hesap verdiğimde İmam beni azarladı ve: "Sen ihtiyatlı davranmıyorsun"
dedi. Ben araba ücreti olarak bir dinar vermiştim. Bunun üzerine ben: "Sizin oraya
gecikeceğinizi sanmıştım" dedim. Bunun üzerine İmam: "Hayır ben de başkaları
gibiyim. Niçin bu şekilde harcama yapıyorsun?" dedi.
Necef’te İmam'la olduğum bir sırada İmam eve gitmek istedi. Bana: "Bir
araba kiralayın, sakın taksi tutmayın" dedi. O arabalar zerafet ve temizlikten noksan
idiler. Ben onlara binmekten utanıyordum. Ancak İmam kendi sehmine (mali
hakkına) düşenin daha altında harcama yapmak istiyordu.
Gazeteci: - İmam son günlerine kadar arabaya mı biniyordu?
Ben son üç veya dört sene orada olamadım. Ancak İmamla olduğum
müddetçe gücü yettiğince arabaya biniyordu. Ama doğal olarak bazı zamanlar taksi
kullanıyordu. Esas önemli nokta İmam’ın sehminden (payından) oluşan tutarını en
az sarf etmeyi istiyordu. Bana, İmam'ın evinde hizmet eden Meşhedi Hüseyin şöyle
anlatmıştı: "Bir keresinde ben gittim ve bir tavuk satın aldım. İmam eve geldiğinde
beni gördü ve ne aldın?" dedi. Benim aldığım şeyi İmam öğrendiğinde hemen bana:
"Git ve satın aldığın şeyi geri ver" demişti.
Biz İmam'dan sadır olan bu harcamalara şaşırıyorduk ve biz bu konularda
eksik idik. Çünkü biz işlere başka yönlerden bakıyorduk. Bizim bakışımız diğer
yönlere yönelmişti. Bunun için bizim üzerimizde etkisi yeni olan İmam'ın yolu
hoşumuza gidiyordu.
Merhum Seyyid Mustafa Humeyni, İmam'ın Kum'da tutuklandığı ve
Tahran'a götürüldüğü geceyi bana şöyle anlattı:
"Biz Kum ve Tahran arasındaki bir yolda iken araba yolun dışına çıkmıştı.
Ben o an beni öldürmek istediklerini sandım. Ancak ben İmam da asla bir korku
alâmeti olmadığını gördüm."
Hicri 1343 (Miladi 1964) yılına İmam serbest bırakılınca Mescid’ül A'zam
(Büyük Cami)'da şu konuşmayı yaptı: "Allah'a andolsun ki, ömrüm boyunca korku
nedir bilmedim. Beni tutuklayan kimseler kendileri korkuyorlardı. Ben de onların
korkularını hafifletiyordum (yatıştırıyordum)".