İÇİndekİler - tr.islamic-sources.com°mam en bÜyÜk Önder.pdfİmam humeyni'nin (h. aleyh)...

71
İÇİNDEKİLER Yayıncının Önsözü Arapça Yayıncı Önsözü ENSARİ KİRMANİ İmam ve Gece Namazı İmam ve Kur'an İmam ve Ehl-i Beyt Sevgisi İmam ve Kalp Huzuru İmam'a Göre Zamanın Programı İmam'ın Haber Alma Kaynakları Radyo Gazeteler Özel Raporlar İmam'ın İnsanlarla Görüşmesi Telefon İmam ve İnsanlar Bir Baba Olarak İmam İmam'ın Özel Hayatından İmam'ın Evi İmam ve Ailesi AYETULLAH SADUKÎ Önder İmam’ın Kerametleri İmam’ın Kişiliğinde İlâhî ve Kutsi Boyutlar İmam'ın Kerametlerinden AYETULLAH NASIRÎ İmam’ın Eğitsel Çalışmaları Siyasi İlgi Alanları İmam'ın İhlâsı İmam ve Öğrencileri

Upload: vanlien

Post on 14-Jul-2019

215 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

İÇİNDEKİLER

Yayıncının Önsözü

Arapça Yayıncı Önsözü

ENSARİ KİRMANİ

İmam ve Gece Namazı

İmam ve Kur'an

İmam ve Ehl-i Beyt Sevgisi

İmam ve Kalp Huzuru

İmam'a Göre Zamanın Programı

İmam'ın Haber Alma Kaynakları

Radyo

Gazeteler

Özel Raporlar

İmam'ın İnsanlarla Görüşmesi

Telefon

İmam ve İnsanlar

Bir Baba Olarak İmam

İmam'ın Özel Hayatından

İmam'ın Evi

İmam ve Ailesi

AYETULLAH SADUKÎ

Önder İmam’ın Kerametleri

İmam’ın Kişiliğinde İlâhî ve Kutsi Boyutlar

İmam'ın Kerametlerinden

AYETULLAH NASIRÎ

İmam’ın Eğitsel Çalışmaları

Siyasi İlgi Alanları

İmam'ın İhlâsı

İmam ve Öğrencileri

İTHAF

"Vefatının ikinci yıldönümünde merhum

İmam’ın (ra) hatırasına..."

Endişe Yayınları

Çeviri:

İrfan Keser

ANKARA – 1991

Endişe Yayınları: 16

1. Basım: Mayıs 1991

YAYINCININ ÖNSÖZÜ

Rahman ve Rahim olan Allah'ın Adıyla,

Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a, salât ve selâm, O'nun Resulüne, âline

ve ashabına olsun.

Her önderi ya da lideri, sahip olduğu mücadelesiyle belli ölçüde de olsa,

özdeş saymak mümkün olabilir. Fakat imam Humeyni (r.a) ve İslâm inkılâbı

arasındaki bütünlüğe başka bir yerde rastlamak mümkün değildir.

İmam (r.a)'le ile birlikte, ümmetin sorumluluk sahibi fertlerinin asırlardır

eksikliğini duyduğu "önderlik" onun şahsında yeniden hayat bulmuştur. Ve onun

şahsıyla bütünleşen İslâm Devrimi bugün on ikinci yılını doldurmak üzere ve her

geçen gün mustazaflara vat edilen yeryüzü önderliğinin muştularını veriyor.

İslâm düşmanlarının yüreklerine bu denli korku salan İmam'ın eserlerinde

kendisini nasıl ifade ettiğini görüp okuyunca, gösterdiği tevazu karşısında hayrete

düşmemek gerçekten çok zor İşte bu yüzden, ümmetin her ferdinin, hatta tüm

insanlığın İmam'dan alması gereken çok şey olduğuna inanıyoruz. Onu daha

yakından tanımak için, yıllarca onunla birlikte ve çok yakınında bulunanların

anlattıklarını ihtiva eden bu kitabı yayınlamayı uygun bulduk.

Belki çoğumuzun önemsemediği, ayrıntı kabul ettiği veya gelenek saydığı

pek çok özelliğin ve davranışın, onun üzerinde nasıl bir bütün oluşturduğunu

görmek açısından bu anlatılanların önemli olduğu ve artık insanlığa mâl olmuş bir

devrimin önderinin bilinmeyen yönleriyle tanınması açısından bu kitabın önemli

mesajları olduğu düşüncesiyle sizlere sunuyoruz.

Duaların sonu ve başı Allah'a hamddır.

ENDÎŞE YAYINLARI

Burada "İmam En Büyük Önder" adıyla okuyucular nezdinde çok güzel

yankılar bulan kitabın bazı bölümlerini ve İmam'ın insanlar ve halk kuleleriyle olan

seçkin ve eşine az rastlanır ilişkilerini sunmaya çalışacağız. Bunun yanında İmam

Humeyni'nin insanı ilk bakışta dehşet ve hayret içinde bırakan, fakat onun "Yüce

İslâm Medresesinden yetişmiş birisi olduğu öğrenilince, şaşkınlık ve hayretlerin

yatıştığı hayatının işaret taşlarından bazılarını da sunmak istiyoruz.

Son olarak, kitapta ilk isim olan Ensarî Kirmanî'nin, İmam'ın en

yakınlarından biri olduğunu belirterek sözü noktalıyoruz.

Arapça Yayıncının Notu

ARAPÇA YAYINCININ ÖNSÖZÜ

İmam Humeyni'nin (h. aleyh) hayatı, parlak ve nurani sayfalarla ve Rabbani

kokularla doludur. Bu yüce insanın Allah (c.c) ile olan yakınlığı ve O'na bağlılığı;

Batı'yı tüm bunların hangi kanuna bağlı olarak gerçekleştiğini anlamaktan ve idrak

etmekten aciz bırakan ve nasıl bir düşünce tarzı olduğunu tasavvur edemedikleri

Rabbanî şahsiyetinin en belirgin unsurlarındandı. Tıpkı bundan öncesinde yüce

İslâm'ı anlamaktan aciz kaldıkları gibi

İmam Humeyni’nin şahsiyetine baktığımız zaman, bize nebilerin (s.a)

ahlâkını ve imamların (a.s) seyr-i sülükunu hatırlatmaktadır. İşte bu özellikler,

kıyamda olan bu fedakâr ve mücahit ümmetin varoluşunda en önemli sebepleri

teşkil etmektedir. İmam'ın ruhu ve muhlis iradesi; bu halkı eğiterek, insanlığın

Allah'a yöneliş seyrinde önemli bir yeri olan ve peygamberlerin gerçekleştirmek

istedikleri "İlahi adalet" esasına dayanan devleti kurdu. Bütün bu büyük inkılâp ve

başarılar, bu şahsiyetin bereket ve kerametiyle oldu. Ayetullah Sadukî'nin

ifadesiyle: "İmam’ın ihlâsı, İslâm’ı yaşamakta 'fena' derecesine ulaşmış olması,

insanlara karşı olan samimi ilgisi ve hassasiyeti, İslam ahkâmına olan bağlılığı ve

ihtimamı... bu mübarek insanın hayatında tecelli etmiş İlahi ahlâkın ve nurların

sadece bazı tasvirleridir. İşte bu tecelliler ve bu ahlâk devrimin başarıya ulaşma-

sının asıl sebebidir. "Kulum, bana itaat et, benim gibi olursun. Bir şeye ol dersin ve

o da olur."

Şu karanlık cahiliye çağında İslâm devletini ayağa kaldıran ve kuran bu

önderi, pek çok siyasetçi, yaptığı yanlış hesaplar, takındığı tavırlar, asaletten ve

derinlikten yoksun ve sonuçta bozguna uğrayan davranışlardan ötürü

anlayamadılar, hataya düştüler. (Pek çok Amerikalı yetkilinin de açıkladığı gibi)

uzman (!) siyasetçiler İmam'ı anlamasalar bile, onu çok iyi tanıyan ve çok güzel

anlayan imanlı halk, onun çağrısına cevap verdi ve emirlerine itaat etti.

İmam’ın bir önder olarak sahip olduğu konumu ve değeri, bütün

Müslümanların üzerine ona itaat etmeyi ve emirlerine icabet etmeyi farz kılar. Bu

itaatin, bağlılığın ve teslimiyetin özü (aslı) sevgidir. Bu sevginin özü de, ruhî, ibadî,

ahlâkî, amelî ve siyasî yönden, bu şahsiyete yaklaşmak ve onu tanımaya

çalışmaktır. "Ey iman edenler! Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, bana itaat ediniz ki,

Allah da sizi sevsin."

Şehid Sadr'ın İmam'ın sevgisinde ulaşmamızı istediği yer öyle bir noktadır

ki; bu, İmam’ın hayatını ve şahsiyetini değişik yönlerden tanımayı

gerektirmektedir. Büyük İmam’ın şahsiyetinin boyutlarını tanıtmak için, onun

öğrencilerinin, sevdiklerinin, vekillerinin ve onunla belli bir süre birlikte

yaşayanların yazdıkları bu risaleyi yayınlamak bizleri (Liva-us Sadr) çok mutlu

etmektedir. Bu risaleyi belagatten ve (edebî) zevkten uzak kalmaya çalışan bir

üslupla Arapçaya çevirdik. Böyle basit bir üslubu tercih etmemizin ve diğer basit

zevklerden (üslup güzelliklerinden) kaçınmamızın nedeni; bu şahsiyetin (imam’ın)

güzellik ve yüceliklerinin okuyucu tarafından anlaşılmasının, bizim için belagatten

ve fesahatten daha önemli oluşudur.

Bu kitapçık, yüce İmam'ı anlamaya bir davet (çağrı) ve onun İlahi

ahlâkından bazı iktibaslardır. Ve yine sevgili Peygamberimiz (s.a.a)'in bu hayırlı

evladını bilmeye ve hatırlamaya bir davettir. Ve bu kitapçık, Ali (a.s)'ın sahip

olduğu metanet ve azmi, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan bu "Ali (a.s)

taraftarının üzerinde görmeye davettir.

Tüm bunları, fedakârlığın ve devrimciliğin sembolü Huseyn (a.s)'ı ve onun

kıyamını zamanımızda tecdid eden yüce önderimiz İmam Humeyni’nin şahsında

bir kez daha yaşayalım.

LİVAUS-SADR

ENSARİ KİRMANİ

İMAM VE GECE NAMAZI

İmam elli yıldan beri gece namazını asla terk etmemiştir. Hastalığında ve

sağlığında, hapisteyken ve hapisten çıktığında, sürgünde ve hatta kalp hastanesinde

yatağında bulunurken bile gece namazlarını bırakmamıştır.

İmam, Kum'da iken rahatsızlanmış ve doktorların isteğine göre Tahran'da

bir hastaneye nakledilmesi gerekiyordu. O gün hava çok soğuktu ve bütün yolları

buz kaplamıştı. Ambulansta kaldığı onca saate rağmen İmam, kalp hastanesine

ulaştıktan sonra uyandı ve gece namazını eda etti.

Başka bir gün, İmam uçakla Paris'ten dönüyordu. Gece vakti kendisine

refakat edenlerin tümü uykuya dalmıştı. Fakat o tek başına kalktı ve uçağın bir

bölmesinde gece namazını eda etti. Eğer bir fırsat doğup ta İmam'ı yakından

müşahede edebilirseniz, mübarek yüzünde gözyaşlarının bıraktığı izleri mutlaka

görürsünüz. Bu izler, onun geceleri daima uyanık olma sıfatının ve gece

namazlarını eda etmesinin ifadesidir.

Devrim muhafızlarından bazılarının naklettiğine göre; İmam gece namazına

kalktığı zaman, onların uykularının ve rahatlarının yerinde olup olmadığını kontrol

ederdi.

İmam müstahap olan amellere çok dikkat ederdi. Fakat bizlerin çoğunluğu,

devrimden sonraki dönemde pek çok müstahabı unutur hale geldik. Ve sanki

mekruhlardan kaçınmak da bizim üzerimizden kalkmış zannediliyordu. Şüphesiz

ki, müstahapları terk etme ya da mekruhları işleme hususunda şer'i bir yasaklama

(haram) yoktur. Fakat insan ihtiyaç hissederek müstahapları eda ediyor ve

mekruhlardan da kaçınıyorsa, bu onun hayatında kazanabileceği en büyük basan ve

hazlardandır.

İşte bu sözünü ettiklerimizi yapabilme kuvvetini ve mecalini, tam olarak

İmam'ın üzerinde bulabiliyoruz.

İmam bir gün bizden, yere serilmiş olan seccadeyi kaldırmamızı istedi.

Onun üzerinde namaz kılmayı reddederek şöyle diyordu:

"Bu seccadede hayvan suretleri bulunuyor. İnsan ya da hayvan sureti

bulunan bir odada namaz kılmak mekruhtur." Bakın şer'i hükümlerin yerine

getirilmesinde, İmam’ın nasıl bir hassasiyete ve özene ulaştığına ve bunun nereye

kadar uzandığına.

Öyle bir dönemde onun yerinde başka bir insan olsa, kendi kendisine şöyle

diyebilirdi. Biz artık istediğimiz hedefe ulaştık. Yapacağımızı yaptık, örneğimizi

oluşturduk. Bugünden sonra bizim için müstahaplardan ve mekruhlardan söz etmek

önemli bir mesele değildir. Bunlar bize bir fayda sağlamaz. İmam, o zaman da eğer

isteseydi, bunları söyleyecek şecaat ve korkusuzluğa sahipti. Ama o, asla Allah'ı

zikretmekten, nafileleri ve müstahapları eda etmekten gafil olmadı. Hatta yolda yü-

rürken bile teşbihi elinden bırakmıyor, Allah'ı zikrediyor ve dua ediyordu. Bunlar

onun ağzından hiçbir zaman eksik olmadı.

İMAM VE KUR'AN

İmam her gün melekûtî ve güzel bir sesle, duygulandırıcı bir şekilde Kur'an

okurdu. Bu okuyuş, daha önce sözü edilen müstahaplar arasındadır. İnancı zayıf

kimi aydınlar, süratli ve seri bir şekilde Kur'an okumayı gerekli görmeyip; bir ayeti

ele alıp onun tefsirini öğrenmenin, ayetlerin anlamını bilmeden Kur'an okumaktan

daha faziletli olduğunu söylemektedir.

Biz de diyoruz ki, bir ya da birkaç ayet üzerinde düşünmek ve o ayetleri

incelemek, aynı zamanda onların tefsirini öğrenmek, seri bir şekilde Kur'an

okumaya engel değildir. Bu derin öğretim, Kur'an'la ilgili söz konusu müstahabın

yapılmasına hiçbir zaman engel olmamıştır. Topluca ve seri bir şekilde de olsa,

Kur'an'ı tertil üzere ve hüzünlü bir sesle okumanın müstahaplığı hadis-i şeriflerde

te'kid edilmektedir, imam da Kur'an'ı çok okurdu. İmam, Kur'an tefsiri alanındaki

geniş bilgisine ve bu alanda büyük mesafe kat etmesine rağmen, beş vakit

namazdan önce adet haline getirdiği okumaya ek olarak, uygun bulduğu her fırsatı

Kur'an okumak için değerlendirirdi.

Biz her gün defalarca hizmetinde bulunmak üzere İmam'ın yanına

geldiğimizde, onu Kur'an okurken bulurduk. Yine bu şekilde bazı gecelerde, onu

"Kümeyi" duasını okurken görürdük. Bu öyle bir duadır ki, kendisinde ilâhi

ilimlerin ve tevhidin manaları bulunmaktadır. Yine biz biliyoruz ki dua, insanın

tekâmülünde ve ruhî olgunluğa ulaşmasında en önemli yoldur. Pek çok kez

İmam'ın o melekûtî sesiyle, Derbend Şemiran Caddesindeki evinde Kumeyl duasını

okuduğunu işittim.

Bizler bu duaların, insanı temizleyen hangi zikirleri gizlediğinden

habersiziz, idrak edemiyoruz. Bu duaların içinde taşıdığı gizli sırlardan ve yüce

bilgilerden gafiliz.

İMAM VE EHL-İ BEYT SEVGİSİ

İmam, Necef-i Şerifte bulunduğu 15 yıl boyunca "Büyük Ziyaret-i Camia"

duasını, Kerbela'ya gittiği ve evden çıkmaya güç yetiremeyecek şekilde hasta

olduğu geceler haricinde, her gece okumayı kendine adet edinmişti. İmam her gece

Mevla Muttaki Ali (a.s)'ın mezarını ziyaret eder ve mezarı başında en azından tam

bir saat kalarak "Ziyaret-i Camia" duasını okurdu. Gerçekten insan bu duayı

okumakla, masum imamlar gerçeğini ve onların hakikatini anladığını hisseder. Bu

dua, masum imamların makamını ve derecesini öğretir. On beş yıl boyunca

kendisini bu duayı okumakla sorumlu tutan İmam, bundan sonra da bu

sorumluluğunu sona erdirecek değildir.

Ayrıca imam, Seyyid-üş Şühedâ Hüseyin (a.s)'ı ziyarete ek olarak, özel

ziyaretlerinin hepsinde gideceği mahalle gitmeden önce, veda merasimi için

Kerbela'ya gitmeyi alışkanlık haline getirmişti.

Şu anda imam Tahran'da yaşıyor. İmam’ın sağlığının iyi olmasından

korkan mel'un Beni Sadr gibi düşmanların dediğine bakılırsa, Alman doktor ve

diğerleri, İmam’ın sağlığının çok kötü bir durumda olduğunu ve kalbinin fazla iş

yapmaya gücü kalmadığını söylemişler. Onun hafif egzersizden başka bir şey

yapamayacağı sanılsa da, İmam günde iki ya da üç saat bütün kuvvetiyle

yürümektedir. Biz, İmam tesbih çektiği, zikir ve Aşura duasını okuduğu zamanlar

onun yanına gitmez ve onu rahatsız etmeyiz.

İmam'ın Ehl-i Beyt'e olan ilgisini tarif edebilmek mümkün değildir. Çünkü

imam, Ehl-i Beyte adeta âşıktır. "Ya Hüseyin" diye bir ses işittiği zaman, bizler

onun zorluk ve musibetlere karşı tahammül gösteren metanet ve sabrını, oğlu

Seyyid Mustafa'nın şahadetinde dahi ağlamadığını bilmemize rağmen; onun

gözlerinden kendiliğinden yaşlar aktığını görürdük. İmam, kârinin (okuyucunun)

"Esselamu aleyke yâ Ebâ Abdillah" (Ey Abdullah'ın babası sana selam olsun) sesini

işittiğinde yanağına gözyaşları dökülmeye başlardı. Burada, İmam’ın Ehl-i Beyti

nasıl anladığını ifade eden bu ilgi ve yakınlığı görmemek kesinlikle imkânsızdır.

Devrimin gerçekleştiği ilk günlerde aydın gençliğin bir kısmı, Hüseyn

(a.s)'ı anma törenlerini gereksiz gördüğünü söylemeye başladı. Allah göstermesin,

bu anlayışın devrim içerisinde geniş bir alana yayılma imkânı olursa, İslâm'ın

değerlerinden hiçbir şey ortada kalmayacaktı. Bunun bilincinde olan imam bu

törenlerin genişlemesini, yayılmasını çok arzuluyordu. Bugün bile İmam'ın, eldeki

bütün imkânlarla bunların en güzel ve en iyi biçimde yerine getirilmesi için

insanları teşvik ettiğini görmekteyiz. (Şu an Aşura günleri ile diğer özel günlerdeki

anma törenlerinin yapılmasıyla ilgileniyor.)

Bir gün İmam Humeyni Meclisi toplar, önceden olduğu gibi kariden birini

getirtir. O kari oturur ve bilinen şiir beyitlerini (mersiyeleri) söyler. Bunun üzerine

imam ağlamaya başlar ve ağlaması gittikçe artar. Okuyan kişi, İmam’ın durumunu

ve okuduklarının ona olan şiddetli tesirini bildiğinden ve İmam'ın Ehl-i Beyt'e olan

yakınlığının derinliğini iyi kavradığından, bunun yanında muhtemelen onun

sağlığına bir zarar gelmesin diye, bazen felaketi çok olan beyitleri okumadan geçer.

Fatımat-üz-Zehra (s.a)'ın vefat yıldönümlerinden biriydi. İmam, bu

münasebetle Makam-ı Uzza meclisinin toplanmasını, kendi bürosundaki

sorumlulardan istedi. Böylece İmam'ın odasında bu meclis töreni yapıldı. İmam

meclisin yanma gitti ve onları dinledi. Büronun sorumlularından bir kardeş taziye

okumaya başlayınca, İmam'ın yüksek sesle ağladığını gördük. O zaman o kardeş,

İmam'ın durumunu göz önüne alarak ve onun yanaklarına inci taneleri gibi dökülen

gözyaşlarına dayanamayıp, okuduğu acıklı olayı (musibeti) kısa kesti. Dünyadaki

iletişim araçları İmam'ın ağlaması ile ilgili değişik yorumlar ve açıklamalar

yapmasına rağmen, bizler için onun televizyon ekranında Hüseyin ve Ehl-i Beyt'e

ağladığını görmek hiç de yadırganacak bir durum değildir.

Bir gün İmam'a: "Sizin konuşmalarınız içinde neden İmam-ı Mehdi'nin

ismini az işitiyoruz?" diye bir soru soruldu. İmam, bu sözü işitince yerinden

kalkarak: "Sen ne diyorsun? Bendeki, bizdeki ve bu devrimdeki değerlerin

tümünün İmam-ı Zaman'dan kaynaklandığını bilmiyor musun?" dedi.

İmam'ın Allah (c.c) ve O'nun ipiyle (Ehl-i Beyt) olan bağlantısı, yakınlığı

bu şekildedir. Yine onun fırtınanın sarsamadığı ve yerinden kaldıramadığı bir dağ

gibi sağlam bir şekilde durması da bunun ifadesidir. "Dikkat edin! Kalpler ancak

Allah'ı zikir ile huzur bulur."(Rad: 28)

İMAM VE KALP HUZURU

İslâm Devriminin ve İmam'ın karşılaştığı ağır sorunlara ve hadiselere karşı,

İmam’ın mutmain ve sükûn dolu bir kalple karşı durduğum hepiniz, gayet iyi

biliyorsunuz. Şayet bu kalp huzuru (nefs-i mutmain) olmasaydı İmam, bu sorunları

aşmaya güç yetiremezdi. Bazı korkunç olaylar karşısında yetkililerin çoğu

gerçekleri göremediler. Onlar siyası alanda geniş bir kavrayış yetenekleri olmasına

rağmen, bazı zor sorunlara karşı gerekli tavrı koymaları mümkün olmuyordu. Fakat

İmam'ın tek bir sözü bütün zorluk ve tehlikeleri (komploları) noktalamaya

yetiyordu ve bütün insanların kalpleri onun söylediği ile huzur buluyordu Irak'ın

İran'a saldırması olayını buna örnek olarak verebiliriz. Irak'ın güney ve batı

şehirleri sınırlarına doğru büyük bir hücum yapmasıyla birlikte saldırgan Irak

uçakları İran havaalanlarını bombardıman etti. O anda yetkililer şaşkınlık içindeydi.

Bu duruma nasıl karşılık vermeleri gerektiğini bilmiyorlardı. Şaşkın ve sıkıntılı bir

şekilde İmamın yanına geldiler. İmam onlarla kısa bir müddet görüşerek, onlara

yapılması gereken ve arzulanan doğru yolu gösterdi. Hepsi de, İmam'ın odasından

nefisleri manevi olarak huzur bulmuş bir halde çıktılar. İmam'ın verdiği

direktiflerden her biri Irak rejimine adeta ölümle (yoklukla) korku verdi ve bize de

Bağdat'a girileceğine dair müjde verdi. Sonra çok geçmeden İran halkının tümü

cihat ve intikam aşkıyla, genel seferberliğe ve bütün güçleriyle savaşmaya hazır

olduklarını ilan ettiler. Halkın heyecanı giderek artıyordu. Ama İmamın bunun

yanında bir tek sözü; asıl sonucun yüceliğini ve zaferini müjdelemesiyle hemen

kızgın nefisler sakinleşti."

Yine, bu savaş sorununun halledilmesiyle ilgili yetkililer arasında

anlaşmazlık olduğu sırada, ABD casuslarının çeşitli komplolar düzenlemesini

örnek olarak ele alabiliriz. Yetkililerden birisinin, her gün yeni görüşlerle bu sorunu

halletmek için bize bilgi verdiği günlerde onlardan birisi de; asla Amerika'ya karşı

gelinemeyeceğini söyledi. Başka birisi Amerika'nın bölgeye kuvvetlerini

gönderdiğini, üçüncü bir kişi de, Amerika'nın filan tümeninin saldırıya

hazırlandığım söyledi. Bunların dışında da başka şeyler anlatıldı. Fakat imam şu

sözüyle tek başına bize karşı çıktı: "Hiçbir ahmak, buraya Amerika'nın girmesinden

bahsedemez."

Devrim yetkililerinden biri İmam'ın yanında, durumu kötü gördüğünü ve

devrim düşmanlarından, fitnelerden ve sıkıntıların çok olmasından korktuğunu

açıkladığında, imam bu yetkilinin göğsüne sevgiyle elini koyarak şöyle dedi:

"Niçin korkuyorsun? Hiçbir şey olmayacak." Bundan daha şaşırtıcı olan şudur ki,

Batıda ve Doğuda yayılan fitne ve zorluklar arttıkça İmam tevazu ve sebatı elden

bırakmadı. Aksine bu hususta devamlı ısrar etti. Böylece Devrim'in amacına olan

güvenler her geçen gün arttı.

Tüm bunları İmam'dan olduğu için garip karşılamadık. İmam, bin sayfalık

bir tefsir yazan ve fıkhı meseleler alanında hocalarının çoğunu geçmiş olan Şehit

Ayetullah el-Hacc Mustafa'yı yitirdiğinde bile, gecelerini teheccüd ve ibadet ile

geçirmeyi terk etmedi ve bu faciadan adeta hiç etkilenmedi. Aksine oğlunun

şahadetinin ertesi gününe rastlayan konferansa katılmak için sabah erkenden kalkıp

acele etti. Ayrıca oğlunun cenazesinde hıçkırarak ağlamadı. Yalnızca müstahab

amelleri yaptı ve hemen oradan o aziz evladını yitirmemiş gibi ayrıldı.

İmam, Mutahhari ve Beheştî gibi en yakın dostları şehit olduğunda bile

böyleydi. İslâm kültürü ve özellikle Havza-i İlmiyye için büyük kayıp olan bu iki

şehide, İmam çok değer verirdi. Bununla birlikte asla sabrını ve metanetini kaybet-

medi.

Dr. Beheştî ve arkadaşlarının şahadet haberi bize ulaştığında, bu faciayı

İmam'a nasıl haber vereceğimizi düşünmeye başlamıştık. Zira o Beheştî'yi bütün

kalbiyle seviyordu. O gece, el-Hacc Ahmed Humeynî ve Şura Meclisi başkanı

Haşimi Rafsancani'yle birlikte haberin ertesi sabah verilmesini kararlaştırdık. O

günün akşamı haber yayılmadan, televizyon ve radyo yayınlan, -İmam gecenin

sonunda haberleri dinlemeye başladığı için- ertesi sabaha kadar durduruldu. Sabah

saat yedi veya sekiz haberlerini dinlememesi için İmam'ın odasından radyonun

kaldırılması hususunda görüş birliğine varıldı. Fakat evdeki kadınlardan biri saat

yediden önce İmam'ın odasından radyoyu kaldırdığında imam ona : "Radyoyu

odada bırak. Dün akşam yabancı radyoların birinden faciayı işittim" dedi. İmam,

yabancı radyoların birinden Beheştî ve arkadaşlarının şahadetini öğrenmişti. Ertesi

gün olayı İmam'a haber vermek için oğlu Ahmed Humeyni ve Haşimî Rafsancani,

yanına üzüntüyle girdiklerinde İmam, o ikisi bir şey söylemeden önce onlara

başsağlığı diledi. Onların kararlılıklarına güç katmak üzere, ikisini de teselli edip,

kendilerine bu olayı anlatmaya başladı. (Bu olaylardan birinde, Müslümanların

topluca şehit olduğu haberi âlimlerden birine minberde iken haber verilince, o âlim

şöyle dedi: "Şüphesiz ki Allah, onların uzak olan ecellerini yakınlaştırdı. Yani,

muhakkak onlardan her biri için sonu belli olmayan tayin edilmiş bir ecel vardı.

Allah da onların ecellerini yakınlaştırdık)

Beheştî ve arkadaşlarına olan büyük ilgisine ve övgüsüne rağmen İmam, o

faciaya ve bunun getirdiği sorunların halledilmesine karşı sabır ve metanetini

korudu. İmam, derhal Meclis'in oluşmasını, Bakanlar Kurulu'nun ve Yüksek Divan

Reisi'nin seçilmesini emretti.

Çok geçmemişti ki, Başbakanlık ve Güvenlik Konseyi binasında meydana

gelen feci patlamaların haberini aldık. Bu gerçekten üzüntü verici bir haberdi.

İmam, üzgün bir halde, kardeş Recaî ve kardeş Bahonar'ın şehit edilmesiyle ilgili

bu haberin araştırılması için acele edilmesini bize emretti. Bu işin araştırılması

bana düştü. Onların hiçbirisinin mübarek cesetleri tanınacak halde değildi. Merhum

Bahonar'ın kendisini onunla tanıdığımız cübbesinin bir parçasından başka birşey

geriye kalmamıştı. Şehid Recaî'ye gelince, ondan da geriye kalan hiçbir şey yoktu.

Utançlarına son bir sayfa ekleyerek tarihlerine katan o münafıklara Allah lanet etsin

ve ebediyyen iflah bulmasınlar. Dr. Menafî'nin yardımıyla Recaî'nin vücudunu

tanıdıktan sonra, şehidin vücudu gül suyuyla yıkandı ve gözyaşları içinde onun

töreni tamamlandı. Recaî'yi, ağzındaki altın dişlerden biri yoluyla tanıdık. Allah o

zamanki halimizi daha iyi bilir. İmam'ın bu faciayı nasıl karşılayacağı önemliydi.

İmam Recaî'yi görmek isterken, onun zamanını zayi etmesini de istemezdi. Şunu da

hatırlatalım ki; İmam, o gün oğlu Ahmed'e, Recaî'yi çok şiddetli arzuladığını

(görmek istediğini) söylemişti. Bütün bu sevgisine rağmen İmam, Recai için

hıçkırarak ağlamadı. İmam, Recai ve Bahonar için sarsılmadı, huzur ve sakinliğini

korudu.

Ayetullah Talegani'nin vefat ettiği gün doktorlar üzüntüyle ve ağlayarak

İmam'ın yanına geldiler. Onu muayene etmek istediler. Doktorlar "İmam'ın

sağlığından emin olmak istiyoruz. Onun kan basıncı yükseldi mi?" dediler. Biz de

onlara: "İmam'ın olaylardan etkilenmesi mümkündür, fakat müsterih olun. Onun

kalp atışları sınırı geçmez. Çünkü o kalp atışları Allah'a bağlıdır" dedik. Onlar da

"Bu işte bir hayır vardır" dediler.

İmam, bir buçuk seneden beri küçük bir evde yaşamakta. Bir kez dahi "Bu

evden çıkmak istiyorum" diye söylendiğini duyan olmamıştır. Yüce melekût

âlemiyle rabıta kuramayanların bu musibetlere tahammül göstermeleri gerçekten

çok zordur.

İMAM'A GÖRE ZAMANIN PROGRAMI

İmam, hayatının bir anını bile boşa geçirerek harcamazdı. O daima

meşguldü. Sizin İmam’la beraber olmanız takdir edilmişse, onun salih amellerini

çok rahatlıkla kaydetme imkânına sahip olursunuz. İmam’ın hayatında esas dikkat

edilmesi gereken nokta, devamlı yaptığı çalışma ve amellerindeki düzenliliktir.

İşlerdeki bu düzenlemeler, İmam’ın hayatında başarı için yardımcı olan önemli

esaslardan biridir. İnsanlar, İmam’ın bu hareketlerine bakarak, saatlerini bile ona

göre ayarlıyorlardı, İmam’ın ev halta İmam’ın hayatının otomatik saate benzetir ve

onun yaptığı işlerin hepsini bildiğinden dolayı İmam’ın vaktini ayarlamasına göre

işlerini düzenlerlerdi. Örneğin, İmam’ın ne zaman uyku için odasına gideceğini,

onun uyanma vaktini, ne zaman çay içeceğini ve hangi vakitte misafirlerini

karşılayacağını bilirlerdi. İmam, Necef-i Şerifte öğrencilerine ders verirken

öğrencileri, onun hareketlerine bakarak saatlerini ayarlarlardı. Çünkü onlar

İmam’ın hangi saatte yatmaya gideceğini ve hangi saatte öğretim için hazır

olacağını iyi biliyorlardı.

Burada anlatmakta sakınca görmediğim, imam’ın hayatında vaktini

düzenlemesi konusunda hayret verici bazı olayları size aktarmak istiyorum: imam

bir gün âlim Fellanî'ye, ertesi gün saat dokuzda, yakınlarından birisini ziyaret edip

hizmetinde bulunmasını ve yardım etmesini istedi. Kardeş Fellanî bu olayı şöyle

aktarır: Bu gidiş saatini unutmamak için yanıma not ettim. Ertesi sabah saat

dokuzda İmam’ın evinin yakınına geldiğimde İmam’ın evinin etrafında kalabalık

bir halk yığını gördüm ve bu beni dehşete düşürdü. Kendi kendime: "Allah'ım ne

oldu?" diye sordum. Özellikle tağutî rejimin öldürme planları açık bir şekilde

yayılmıştı. O anda garip hisler duymaya başladım. Şiddetli bir üzüntü beni sardı.

Kalabalığa yaklaşıp ne olduğunu sorduğumda El-Hacc Seyyid Mustafa'nın

şahadetini öğrendim. Öğrencileri, imam Humeyni’ye başsağlığı dilemek için

toplanmışlardı. Hepsi de hıçkırarak ağlıyordu. Bu olayın şiddetli üzüntüsünden

dolayı buluşma saati olan saat dokuzu unuttum. Hemen İmam'ın odasına girdim.

Onun nurlu yüzüne baktığımda ağlamaya başladım. Bunun üzerine İmam, sanki

orada bu olay olmamışçasına: "O mesele ne oldu?" diye sordu. Ben, İmam'ın neyi

kastettiğini anlamadım. Kafam bu felaketle doluydu. Bunun üzerine İmam'a:

"Hangi mesele?" dedim. O da: "Dünkü mesele" dedi. Düşüncelerimi toparladım ve

İmam'ın, yakınlarından biriyle görüşme ve buluşma meselesini kastettiğini

hatırladım. İmam bana acele etmemi söyleyerek: "Git ve benim adıma da özür dile"

dedi. Sonra derslerine ve normal hayatına devam etti.

İmam'ın hayatında en önemli noktanın program olduğunu öğrendikten

sonra, onu anlatmaya döneceğiz. Şu anki alışkanlıklarına Devrim'den önce de

sahipti. Bu alışkanlıklar, Müslümanların yapması gereken işlerdendir. Bugün o,

Müslümanların önderi konumundadır. İmam, içte ve dışta tüm Müslümanlara

sunulan hedeflerin gerçekleştirilmesi için çalışmaktadır.

İmam'ın yöntemi fikrî analizde ve öğretimde çok açıktır. O bazı günlerde

sekiz saat veya daha az okur. Fikrî öğretimi, bilgilerin ve tahlillerin her türüne

dayanır. İmam, bilgilerin hepsine önem verir. Bu yönden onun elde ettiklerinin

doğruluğu sağlamdır. O, düşüncede donukluk, belirli bir kesimin çizgisi, belirli bir

grubun ağırlığı ve eksik bilgilerin olmaması için değişik kaynaklardan olayı

araştırıp sonra karar verirdi.

İMAM'IN HABER ALMA KAYNAKLARI

İmam, belli bir grubun veya belirli bir topluluğun yönlendirmesine

düşmemek için, doğruluğundan emin olduktan sonra, bilgi aldığı kaynaklara

güvenirdi. İmam'ın haber alma kaynaklan şunlardır:

RADYO

İmam, kendisi, radyo ve televizyon programlarını her saat başında, özellikle

haber saatlerinde, yani sabah saat 08:00, öğleden sonra 14:00, Akşam saat 20:30 ve

bazı zamanlarda gece saat 23:00 haberlerini devamlı olarak dinlerdi. Bu saatlerde

İmam, tamamen haber yayınlarını dinlerdi. Buna ek olarak da yabancı radyoları

izlerdi. O daha önceden söylediğim gibi yabancı radyoların birinden Ayetullah

Beheşti’nin şahadet haberini öğrenmişti. Radyo ve televizyon, İmam'ın evi için

gerekli iki araçtı. Onun yanında, Meclis ya da cuma namazı yayını gerçekleştiğinde

dinlediği küçük bir radyosu vardır.

İmam haberleri dinlemekten başka, bazı zamanlarda, yetkililerin nasıl

çalışmalar yaptığım öğrenmek için, televizyonda oynayan filmleri izlerdi. Fakat bu,

İmam'ın televizyon programlarını başından sonuna kadar izlediği anlamına gelmez.

Ayrıca kimi zaman programların bir kısmını över, çoğunlukla da bazı programlan

şiddetli olarak eleştirirdi.

GAZETELER

İmam'ın kendisine gerekli olan bilgileri elde ettiği kaynak gazetelerdir.

Devletteki her grup veya grupların gazeteleri olmasına rağmen, bugünlerde çıkan

gazetelerin sayısı azdı. Bununla birlikte İmam, çıkan bu gazetelerin hepsinin

kendisine getirilmesini bizden isterdi. Gazete okuyucularının çoğu, içeriğinden

daha çok haberlerin başlıklarına bakmayı alışkanlık hale getirmişlerdir. Fakat

İmam, her şeyden önce bunun tersine, gazetelerin politik yazılarına ve düşünce

yazılarına bakıyordu. Bunun için İmam, sabahlık gazete olan, Mizan, Cumhur-i

İslâmî, Subh-i Azedegan gazeteleriyle, akşam çıkan İnkılâb-ı İslâmî, İttilat-ı

Keyhan gibi gazeteleri takip ediyordu. Bazen gazeteler geciktiğinde İmam, kapının

yanında durur ve gazeteler nerede diye seslenirdi. Bazı zamanlarda gazetede üzüntü

verici bir haber olduğunda İmam'a gazeteyi vermek istemezdik. İmam o gazeteyi

okumayı çok istediği için ve gerekli gördüğünden bizi meneder. Çoğu kez gazeteyi

inceledikten sonra, gazetenin bazı parçalarını bu konularda araştırma yapmalarını

isteyerek büro üyelerine verirdi. Onlardan ayrıca yetkilileri uyarmalarını ve bu

şekilde yazmalarına karşı çıkarak, sormalarını isterdi.

Kum'da bulunduğu sırada bir gün imam, gazeteden bir bölümün altına şunu

not etti: "Bu kişinin işini araştırmak için derhal gidiniz ve sorununu çözünüz."

Yazıda yaralılardan birisi, yetkililerin sorumsuzluğunu açıklayıp onları imam’a

şikâyet ediyordu. Arkadaşlarımdan birisi, en hızlı iletişim aracı olan radyo ve

televizyon yayınlarıyla, o şahsı bulana kadar yayın yapmamız gerektiğini

söylediğinde imam bu öneriyi doğru buldu ve hepimizi bu işe seferber etti.

Şimdi size şunu sormak istiyorum: Bu yöntemi hangi birimiz uyguluyoruz?

Biz yetkili ve sorumlu olsak, gazetelerin çoğunu okumayız bile. İmam'ın bu yönden

politik gelişmeleri ve konulara farklı bakışları öğrenmek için gazeteleri okumayı

gerekli görmesi çok önemlidir. İmam, çoğunlukla gazete temsilcilerini uyarır ve

onları yayınlanan İslâm dışı yazılan yüzünden eleştirirdi. İmam'ın temsilcilerinden

biri, defalarca uyarılmasına rağmen tutumunda diretmesi üzerine görevden alınmış,

yerine bir başkası atanmıştı.

Resmi gazeteler dışında, İmam aynı zamanda şayr-i İslâmî yazılar yazan

diğer gazeteler olan Mücahid, Amet, Bikar, Merdom vs.'i sürekli olmamak kaydıyla

incelerdi. Devlet içindeki diğer akımların ne düşündüğünü ortaya koyan hayırlı bir

haber kaynağı olduğu için onları okurdu. Buna ek olarak İmam, araştırma ve

raporları sürekli olarak incelerdi.

ÖZEL RAPORLAR

İmam'ın bilgi elde ettiği üçüncü kaynak, Bakanların, Devrim

Kuruluşlarının, Ordu ve Silahlı Kuvvetlerin kendisine sunmuş olduğu özel

raporlardır. Burada bu raporlardan bazılarını ele alalım:

İçişleri Bakanı, iç olayları kapsayan özel raporları günlük olarak verir.

Hırsızlık, öldürme olayları, felaket ve diğer olaylar ile bunlar hakkındaki bilgileri

de kapsar. Savaşla ilgili haberlerin, ölü, yaralı ve esir sayısı, hücum için uygun

zayıf bölgeler, işgal edilen bölgeler, muhtemelen saldırılacak bölgeler, bölgede

üzerinde durulması gereken değişikliklerin hepsini kapsayan raporu İmam'a, Genel

Komutan (Kıyadet-el Müştereh) sunar. Belirli askeri ve siyasi işler itibariyle

iletişim araçlarının ve gazetelerin nakletmesi doğru olmayan haberlerin (gizli

haberlerin) çoğunu yine Genel Komutan sunar. Başbakan da, İmam’a iç ve dış

olaylar hakkında rapor verir. Deniz Kuvvetleri, Dışişleri Bakanı, Devrim Muhafız

Alayı ve diğer kurumların komutanları da özel rapor verirler. Onların hepsi

araştırmalarını ve raporlarını İmam'ın bürosuna bırakırlardı. Ancak İmam, Beni

Sadr başbakan olduğu sırada, her türlü suçlamaya karşılık vermek için bunları

kendisi teslim alıyordu. Buna karşın yine komplolar düzenlendi. Beni Sadr, İmam'a

gizli ve özel bir mektup yazdıktan sonra, İmam'ın bürosunu suçladı. Bundan sonra

İmam bu raporların bürosuna getirilmesini yasakladı ve Beni Sadr'ın mektupların

kendisine getirilmesini emretti.

Şimdi sizin kanaatiniz nedir? Bu iletişim kaynak ve araçlarıyla olan

ilgisinden sonra sizce İmam, güncel olaylardan haberdar değil mi? Gerçekten

İmam'ın eline ulaşmaksızın açık ve gizli yayınların ortaya çıkışı çok enderdir.

Cereyan eden olayların haberleri ve saatleri İmam'a ulaşır. Mesela; üniversite olay-

ları ve meşhur Hürriyet Meydanı olayları, olaylar olduğu zaman, yeni olaylar

olmadan özel otomatik teleks aygıtından İmam'a haber verilirdi. Çoğunlukla

yetkililere ulaşmadan, haberler İmam'a gelirdi. Olaylar, Üniversitede Beni Sadr'ın

konuşmasından sonra Halkın Mücahitleri ve Hizbullah arasında Beni Sadr

hususunda çıkmıştı. Üniversite ve Beni Sadr olaylarında, çatışma ve karşıt

sloganların hepsinin haberi, dakikası dakikasına bize ulaşırdı. Haberlerin hepsi

gerekli araçlara yüklenir ve İmam'a iletilirdi. Çoğunlukla yetkililer haberleri,

İmam'ın bürosundan öğrenirlerdi.

Beni Sadr yurtdışına kaçtığı zaman, İmam'ın huzuruna kardeş Fekurî geldi.

İmam, dün gece ayrılan uçağın şu anda nerede olduğunu sorduğunda, Fekurî, şu

ana kadar ulaşan bilgilere göre uçağın halen Orta Akdeniz hava yolu üzerinde

uçtuğunu ve nereye ineceğini bilmediğini söyledi. Bunun üzerine o bize, bir saat

önce uçağın Paris'e indiğini ve Ben-i Sadr ve Mesud Recavî'nin orada olduğunu

söyledi. Çoğu zaman bu olayları ulaştırdıkları gibi, belirli haberleri bazı kimseler

İmam’a getirirler. Böylelikle imam yeni haberleri, bu bilgiler kanalıyla öğrenir.

MEKTUPLAR

İmam'ın haber alma, bilgi edinme kaynaklarından birisi de, onun bürosuna

her gün gelen beşyüzden fazla mektup ve telgraftır. İmam bu gelen mektupların

hepsini, çok okumaktan sıkılıncaya kadar okurdu. Birçok mektuptan alıntı yapardı

ve birçoğuna cevap verirdi. Bunlardan bazıları da İmam'a olan büyük sevgilerini

dile getiren çocukların mektuplarına, İmam'ın cevaplarından oluşurdu. Örneğin; bir

çocuğun İmam'a gönderdiği mektupta "Ben seni çok seviyorum ve seninle gö-

rüşmek istiyorum" diye yazması, İmam'ın "Çocuğum mektubunu okudum..." diye

cevap vermesi bu örneklerdendir. Bazı zamanlar içerden ve dışarıdan (dış

ülkelerden) yazan mektup sahipleri İmam'la görüşmek isterler. Bunun üzerine

İmam onlara mektup gönderilmesini emreder. Bu tür mektupların örneği pek

çoktur.

Mektupların çoğu, ahlak, idari işler ve özel şeylerle ilgilidir. Gelen

mektupları incelemek gerçekten zordur. Bazı zamanlar, ailevî problemlerden

bahseden özel mektuplar on sayfayı bulmaktadır. Bu nedenle, İmam'a yardımcı

olmak ve onun okumasını kolaylaştırmak için, İmam'ın bürosundaki yetkililer

mektupları okurlar. Ertesi gün de, filan sayıda şikâyetlerden, filan sayıda mesken

isteklerinden, filan sayıda malî işlerden, siyasi olaylardan veya İmam'a olan

sevgiden bahseden mektupların tümünü yetkililer, özel olarak sınıflandırarak

İmam’a sunarlar. Bazen içinde İmam’a dostluğunu ifade eden mektuplar da

bulunur. Bunların hepsi İmam’a sunulur. Biz zaman zaman İmam’ın odasına gelen

gizli ve diğer mektupların elli kilodan fazla olduğunu görürdük.

Bazı kimselerin, haberlerin İmam’a ulaşmasını, İmam’ın etrafındaki

kimselerin engellediğini ve İmam’ın yanındaki haber alma ve iletişim

kaynaklarının eksik olduğunu söylemeleri gerçekten insaflı bir davranış değildir.

Devrim karşıtlarından, İmam’a ulaşan bilgiler açısından, İmam hakkında doğru

hüküm vermelerini beklemiyoruz. Fakat İmam'ın hasta olduğu ve hastanede yattığı

süre içinde, Bazergân gibi bir şahıstan, gayr-ı İslâmî bir yayıncıya İmam’ın

sağlığıyla ilgili sorulara karşılık olarak, insanların eliyle yayılmış olan

söylentilerden bahsetmesi beklenmezdi.

İMAM'IN İNSANLARLA GÖRÜŞMESİ

İmamla görüşmelerinde herhangi bir engel olmadığı zaman onu rahatlıkla

ziyaret edebilen insanlar, onu her zaman insanlarla meşgul ve onların durumlarıyla

ilgilenir bir durumda bulurlardı. Basın, radyo, televizyon, raporlar ile telgraf ve

mektuplarını bir yana koyduğumuzda, (bu konuda eleştiri getirenler) o özel-genel

görüşmelerde nelerin söz konusu olabileceğini düşünmüyorlar mı? Sonra Beni

Sadr, İmam’ın yanında çeşitli sorunları ve ayrılıkları dile getirmedi mi? Beheştî ve

Recaî'yi eleştirmedi mi? O İmam’ın ziyaretine gelenlerin olduğu bir sırada, liberal

ve geçici hükümet süresince, hiçbir şekilde çekinmeden düşüncelerini söylerdi.

Beni Sadr genelde zamanının çoğunu, İmam'a başkalarını şikâyet etmek ve

eleştirmek ile geçirirdi.

Şimdi onlara tek tek soruyorum: Ey Bazergân, Beni Sadr ve diğerleri. Siz

İmam'la görüştüğünüzde neler söylüyorsunuz? Kimi övüyorsunuz? Çoğunlukla

İmam’ın yanına, sözlerinizi kabul ettirmek (güçlendirmek) için geliyorsunuz. Siz

gerçekten İmam'dan utanmıyor musunuz? Siz bilgilerinizi İmam’a aktardınız da

sizi bundan kim alıkoydu? Aksine siz (nezaketen) bu konuda gelenekleri bile

gözetmediniz.

İmam bir gün yetkililerin tümünün hazır bulunmasını (gelmesini) istedi.

İşler hususunda konuştuktan sonra "Siz ayrılıkları artırırsanız, sizin derhal

hapsedilmenizi emrederim" dedi. Bunun üzerine Beni Sadr kibirliliği ile "Bizi

hapsetmek istiyorsanız, beni Beheştî ile birlikte hapsetmeyin" dedi. Bu

suçlamaların gelecekte devrime zarar vermemesi için İmam, İslâm sınırının

dışındaki politik şahsiyetlerle görüşmeyi elden bırakmadı. İmam onların

eleştirilerini dinler ve söylediklerini inceledikten sonra gerekli olan sözünü

söylerdi. -Defalarca söylediğim gibi- İmam bunun için münafıkların (Halkın

Mücahitleri) ve diğerlerinin liderleri ile görüşürdü. İmam'ın onlarla görüşmesi, asla

onların fikirlerini desteklediği anlamına gelmez. Çünkü o, İmam Sadık ve diğer

İmamlar(a.s) gibi karşıt güçlerle ve düşmanlarıyla tartıştığı gibi dünyadaki siyasi

fikir ve görüşlerin hepsini kavrayan, dünya devrimi için önder olan bir şahsiyettir.

Burada hoş bir şey var. İmam hedefe ulaşma yolunda bazı zamanlar çeşitli şart ve

olaylardan yararlanırdı. İnsanlardan kendisine ulaşan bir sorun için hayırlı bir sonuç

vermesi mümkün olduğunda, çeşitli şartlan ve olayları değerlendirirdi.

Bir ara Vatan Cephesi'nin, başlangıçta barışçı olan bir yürüyüş ilan ettiğini

sız de biliyorsunuz. Fakat İmam, bu garip hareketin tehlike oluşturacağını anladı.

Basında ilan edildikten sonra, bu olayı inceleyen ve dikkat edenler içinde, İmam'ın

dışında hiç kimse bu olayı anlamaya güç yetiremedi. İmam, onların hıyanetinin,

Pehlevi hanedanının hıyanetinden daha fazla olduğunu söyledi. Öyleyse İmam'ın

bilgi kaynaklarının sınırlı olduğunu söylemek, İslâm'a, tarihe ve gerçeğe hıyanettir.

TELEFON

İmam'a bilgilerin ulaşmasında büyük etkisi olan diğer bir kaynak da, kendi

bürosundaki telefon hattıdır. Telefon konuşmalarını kaydetmeyi gece ve gündüz

sürdüren bu telefon hattındaki kimseler, gelen haberleri kaydederler.

Destekleyenlerin de muhaliflerin de kendi sözlerini söylemeleri, bize ulaşan özel

haberleri bilmeleri gerekiyor. İmam'a geldikten sonra siyasi olayların ve bunların

haberlerinin toplanması adettir. Biz genel olarak savaşın şiddetli sonuçlarını

yaşarız. Bunun için toplumda istikrarı korumayı da amaçlayan bir tarzla, üslupla,

destekçiler ve muhaliflerle birlikte iş yapmak zorundayız. İnsanlar, devrimin

hizmetinde gece ve gündüz çalışan bu telefonun görevini bilir. Çünkü bu hat,

haberleri öncelikle İmam'a iletmeyi sağlamaktadır.

Bazı zamanlar haberler bize ulaşmadan İmam'a ulaşır. Bazen de İmam,

hiçbir şeyden haberi olmayan telefon sorumlusuna haberi iletirdi. O haberler

gazetelerde ve özel raporlarda belirtilmezdi. Bunun gibi örnekler daha çoktur.

Ramazan ayı günlerinden birinde biz Kum şehrindeyken, adet olduğu üzere

İmam'ın görüşmeleri durdurulmuştu. İmam yanımıza bir iş için gelerek şöyle dedi:

Burada yasakladığınız halde, iki veya üç günden beri benimle görüşmek isteyen

kimdir? Bunun üzerine biz giderek bu işi araştırdık ki, bir kadının kocasıyla olan

ayrılığı sebebiyle iki ya da üç günden beri buraya uğradığını ve ayrılığın ortadan

kaldırılması için İmam'la görüşmek istediğini öğrendik. İmam bu olayı kimden

öğrenmişti? Buna benzer örnekler çoğaltılabilir.

Bütün bunlar İmam'ın çalışmaları ile bilgi edinme girişimlerine ilişkin

değişik yönler olup, devrim önderinden olduğu için bizler açısından da teşvik

mahiyetindedir.

İMAM VE İNSANLAR

Yüce İmam'ın hayatının en önemli yönlerinden birisi de insanlara olan

muamelesidir. İnsanlarla görüşme açısından dünyadaki diğer liderlerin hayatlarıyla

İmam'ın hayatını karşılaştırmak imkânsızdır. Çünkü onlardan birisi insanlarla

birlikte olmak istediğinde bunun için birçok düzenleme tören ve protokol gerekir.

Dolayısıyla bu kıyası yapmak, önderlik makamının kendisine ihanettir. Biz burada

İmam'ın insanlarla olan ilişkisini gösteren yönlerden sadece bir-ikisini

hatırlatmakla yetineceğiz.

İmam'ın insanlarla olan ilişkisi asla düşmanca bir ilişki olmadı. Aksine

onun halkına karşı sevgisi, Allah'ın "sıkıntıya düştüğünüzde size pek düşkün ve

mü'minlere şefkatli ve esirgeyici birisi" (Tövbe: 125) sözüyle tanımladığı gibi,

Rasulullah'ın ashabına olan yakınlığı gibi bir sevgiydi.

İmam, insanların mutluluğuna karşı aşırı istekli ve mü'minlere karşı şefkatli

ve bağışlayıcıdır. Gerçekten o, insanlar için yanıp tutuşmaktadır. İmam, temiz ve

saf çocukları için devamlı mutluluk isteyen şefkatli bir baba gibidir. Televizyon

ekranının önüne oturduğunda açlık ve fakirlik konusunda, üzüntü verici

programların yayınlandığını gördüğünde ağlardı.

Devrimin ilk günlerinde İmam, günde altı saat ya da daha fazla süreyle,

sıkılma ve yorulma olmaksızın insanlarla görüşürdü. İnsanlar, sabah saat 08:00'den

13:00'e kadar ve saat 16:00'dan akşam 20:00'ye kadar düzenli olarak İmam'a gelir

ve giderlerdi. Bazı geceler de İmam'ın evini terk etmezler, onunla birlikte akşam

saat 22:00'ye kadar beklerler ve orada durarak: "Biz İmam'ı beklemekteyiz"

derlerdi. Bunun üzerine İmam, evden onları görmek için çıkardı.

Günlerinin çoğunda İmam, küçük odasında otururdu. Odada televizyon

ışıkları, sıcak hava ve buna ek olarak ter kokusu ve havasız olmasına rağmen yüz

elli kişiden daha çok insan bulunurdu. Bunun üzerine odanın sıcaklığı sanki soba

yanıyor gibi artardı. Biz bazen sıkıldığımız zaman odayı terk ederdik. Ama imam o

durumda olduğu halde saatlerce insanlarla birlikte oturur ve olaylar hakkında

görüşünü söylerdi.

İnsanların İmam'la görüşmek için başvurularının çok olduğu bir sırada,

Mutahhari'nin de şahadetinden bir hafta önce Kum'da İmam’ı görmek istediğini çok

iyi hatırlıyorum. Fakat İmam’la görüşme yapamadı. Odanın yanında sabah

08:00'den gece 20:00'ye kadar bekledi. İmam'ın insanlarla olan görüşmesinden

sonra onunla görüşebildi.

İmam yetkililere, insanlara, devamlı yardımcı olmalarını tavsiye ederdi.

Büro sorumlularına da, insanlara kötü muamele etmemelerini ve onları

engellememelerini söylerdi.

İmam, insanların büyük yığınlar halinde bahçenin demir parmaklıkları

etrafında toplandığı bir sırada evinden çıkmıştı ve imam göründüğü anda insanlara

arasındaki çoğalma ve sıkışıklık (izdiham) artı. İmam etrafına baktı ve onlara doğru

yüzünü çevirerek: "Bu demir parmaklıkları yarın kaldırmazsanız, onu ateşe

vereceğim" dedi.

İmam, kendisine gelen topluluklarla görüşmekten kaçınmazdı. Bazen onu'

soğuk veya sıcak havada saatlerce kalmaya mecbur bıraktığı, yağmur ve kar

yağdığı zamanlarda bile imam, onların duygu ve hislerine karşılık vermek üzere

kendilerini karşılamaya çıkardı. Savaş sancağını taşıyan kişinin kolu üzerindeki

sarsılmaz bir sancak gibi, eli yükseliverirdi. Bazı zamanlarda kar yağarken İmam’ı

kardan korumak için başına şemsiye tuttuğumuzda İmam buna kızar ve "Peki bu

insanlar ne yapacak? Benim şemsiyeye ihtiyacım yoktur" derdi

İmam’ın taşımış olduğu insanî ruh, o kadar yüce ve büyüktü ki, üzerinde

olan sorumluluk ve problemlerin çokluğuna rağmen, insanların ailevî özel ve diğer

sorunlarıyla ilgili sorularına cevap vermekten sıkılmazdı.

Bir gün İmam'ın bürosuna, açlıktan iki dudağı kurumuş halde gördüğümüz

bir genç geldi. Bizden İmam'la görüşmek istediğini söyledi. Her ne kadar

arkadaşlarımız onu bu işten alıkoymaya çalıştılar ve İmam'la görüşmek istemesinin

sebebini öğrenmek istedilerse de, başarılı olamadılar. O genç özel olarak görüşme

isteğinde ısrar etti ve bizimle birlikte odaya girdiğinde hiç konuşmayacağını

söyledi. Bu olay, İmam'a arz edildi. Biz o genci tanımadığımız halde ve İmam'ın

hayatı için tehlikeli bir iş olmasına rağmen İmam görüşmeyi uygun gördü. Genç,

İmam'ın yanına girdi ve: "Bana benim kim olduğumu, nereden geldiğimi ve nereye

gittiğimi söyle" dedi. Bu gerçekten cevaplandırılması güç bir soruydu. Bununla

birlikte İmam, sevgiyle dolu olarak cevap verdi.

İnsanlar, diledikleri zaman İmam'la görüşmeyi beklerler. Bunun için

sorumlulukların en zoru, muhafızların ve İmam'ın büro yetkililerinin omuzlarına

düşer. Bunlar, insanların görüşmelerinin en güzel ve en rahat şekilde olmasını

sağlarlar. Bu yolda insanlardan dayak yeseler bile, onların sabırlı olması ve karşılık

vermemesi gerekiyordu. Bu, İmam'ın insanlara olan sevgi ve ilgisinden

kaynaklanıyordu.

Biz Kum'da olduğumuz sırada, -İnkılâbın ilk günlerinde- İmam'ın güvenliği

sorunu son derece ciddi ve tehlikeli bir işti. Buna karşın İmam, muhafız

istemiyordu. Özellikle geceleyin şehit ailelerini ve fazilet sahibi insanların evlerini

ziyaret etmesi sebebiyle muhtemel tehlikeler olmasına rağmen İmam, devamlı

olarak: "Ben silahlı muhafız istemiyorum" diyordu.

İMAM'IN HALKINA OLAN SEVGİSİ

Kum halkı İmam'ın herhangi bir cadde ve sokaktan geçeceğini duymasıyla

hemen evlerden çıkıyor ve İmam'ın arabasının etrafına toplanıyorlardı. Öyle ki

onlar, ne İmam'ın ne de araba sürücüsünün nereye gittiklerini bilmeden arabanın

üstüne çıkıyorlardı. O vakit İmam: "İnsanlar beni korurlar. Beni korumanıza gerek

yok" diyordu. Fakat biz yine de arabayla, görünmeksizin muhafızların birkaçını

gönderirdik. İmam, arabada yalnız olduğunda güzel bir şekilde halkın duygularına

karşılık vermek için şoföre yavaşça sürmesini emrederdi. Bazen de arabanın

şoförlüğünü ben yapardım. Çoğunlukla İmam beni: "Dikkat et! Hızlı gitme" veya

"Niçin hızlı gidiyorsun" diye uyarırdı. Ayetullah Müfettih şehit edildiğinde binlerce

insandan oluşan kalabalığın arasına İmam, arabayla girdi. İmam'a olan şiddetli

sevgiden dolayı insanlar onun etrafını çevirdiler. Arabanın geçmesi mümkün

değildi. Yangın kokusu ve duman yayılmıştı. Biz orta yerde kalmıştık. Kalabalıkta

oluşan izdihamın çok olması yüzünden arabayı ilerletmeye çalışmamız mümkün

değildi. İmam, arabanın dışına çıktığında halkın duygulan coşacak ve kendilerinden

geçeceklerdi. Bunun üzerine ben gaza bastım ve arabaya hız vermeye başladım.

İmam: "Ne oluyor arabanla insanları ezmek mi istiyorsun?" dedi. Ben de: "Efendim

araba yanacak" dedim. İmam'da: "Dur bakalım ben inmek istiyorum. Ben de

insanların yürüdüğü gibi yürüyeceğim" dedi. İmam indiğinde yüz binden fazla

insanın etrafını saracağını biz biliyorduk.

Halk İmam’la görüşmeyi öyle arzuluyordu ki, bir gün İmam, Kum'daki

Fevziye Medresesine geldiğinde, insanlar toplandı ve arabanın arkasından koşmaya

başladılar. Askerlerden biri İmam'ın arabasına asılmış sürükleniyordu. İmam

arabadan indikten sonra hemen İmam'ın yüzünü ve ellerini öpmeye başladı. Biz bu

duruma çok kızmıştık, fakat İmam'ın önünde onu durduramadık. İmam da aynı

zamanda sessizce dudaklarıyla tebessüm ederek: "İnsanlara kaba davranmayın"

dedi.

Bazen, yol, İmam'ın arabası için açılırdı. Fakat İmam "Arabayı, halkı

görmem için durdurun" diye emrederdi. Bazen de gençler İmam’la birlikte eve

girmek ve İmam'ın onlara bir hediye ve kitap vermesi için, evine varıncaya kadar

arabasının arkasından koşarlardı. Dünyadaki diğer liderlerle bu insanı kı-

yaslamamızı mümkün kılan hangi ölçüdür? Tüm dünyanın önünde boyun eğmeyen

bu devrimciye ve kendisinde insanlara karşı olan şefkatli, ruhî ve insanî özelliklerin

nasıl göründüğüne bir bakın.

Burada İmam'ın insanlara olan muamelesine değindikten sonra bir noktayı

daha zikretmek istiyorum. Beni Sadr, Başbakanın selamını almıyordu ve "Bu

politik bir meseledir" diyordu.

Beni Sadr bir gün İmam'ın bürosuna geldi. Biz de orada bulunuyorduk.

Merhum Ali Recai de orada oturuyordu. Ben-i Sadr odaya girdiğinde Recai

saygıyla yerinden kalktı ve Ben-i Sadr'a selam verdi. Fakat Ben-i Sadr, onun

selamını almaksızın giderek sandalyeye oturdu ve sırtını Recai’ye dönerek telefon

görüşmesiyle meşgul oldu. Sonra yerinden kalkarak gitti. Ben-i Sadr, bu

davranışlarına şöyle bir yorum getiriyordu: "Uluslararası ve siyasi protokollerde,

Cumhurbaşkanının Başbakanın yanında durduğu vaki olmamıştır. Cumhurbaşkanı

bunu yaparsa makamını ve mevkisini gözden düşürecektir."

Fakat ümmetin fertlerini ve liderlerini ayırmayan, İslâmî ahlâkla hükmeden

ve bu batı taklitçiliğini ve safsataları kaldırmak için bu devrimi gerçekleştiren halka

göz attığımızda, durum hiç de böyle değildir. Fakat Sayın Ben-i Sadr, selam almayı

protokole aykırı sayıyor ve şöyle diyor: "Benim vurgulamak istediğim, sizin siyasi

görüşe bir gerek duymadığınızda-." (!)

İmam, odasına geldiğinde, gelen dünya şahsiyetlerine karşı kilim veya

halının üzerinde otururdu. İmam'ın konuşması için ayrı ayrı halkalar beklerler

İmam'ın taşıdığı ruh karşısında insanlar gerçekten şaşkına dönerlerdi. Eğer İmam

ve halkı arasında yüce müşterek hisler olmasaydı, görüşmeler ve ziyaretlerin

çokluğundan dolayı görülen büyük sorunlara sabretmeye İmam'ın Kum'da veya

Cemeran'daki evinin komşularından hiçbiri güç yetiremezdi. Bazı zamanlar

özellikle devrimin ilk günlerinde insanlar İmam'ı ziyarete geldiğinde izdihamın

şiddetinden ve İmam'ın evinde olan insan kalabalığından dolayı, İmam'ın komşuları

evlerine varmaya güç yetiremezlerdi. Bazen insanlar gidiş-dönüş durumlarında arka

sokakları kullanmaya mecbur kalırlardı.

Zaman zaman İmam’ın ziyaretine köylerden de gelirlerdi. Onlar çok

kuvvetli ve iri cüsseli idiler. Öyle ki, onların her biri bizden on kişiyi ceplerinden

çıkarır. Onları İmam'ın evine girmekten menettiğimiz zaman, onlar tek bir

hareketleriyle bizi kenara fırlatıyorlar ve İmam’la görüşmeye gitmek için kapıya

yükleniyorlardı. Bazı zamanlarda silahlı oluyorlardı. Bu olayları hatırladığımda

vücudum ürperiyor ve "Eğer Allah'ın koruması olmasaydı, daha iyi hizmet vermek

için her gün birkaç ölü vermemiz gerekecekti" diyorum. Daha sonraları İmam’la

birlikte komşularının rahatını korumak için görüşmelerin Fevziye Medresesinde

olmasını kararlaştırdık. Bizim niyetimiz imamla görüşmede ziyaretçi sayısında

düşüş sağlanmasıydı. Ama aksine ziyaretçi sayısının öncekine göre daha da

arttığını gördük. İzdiham olduğu günlerden birinde ziyaretçilerin ayakları altında,

insanlardan birisi yaralandı. Daha sonra da o kişi hayatını kaybetti. İmam bu çok

üzüntü verici haberi duyduğunda: "Fevziye Medresesi'ne gitmeyeceğim" dedi.

Buna benzer olayların daha büyüğü, önceden Cemeran Hüseyniyesi'nde olmuştu:

Orada üç kişi hayatını kaybetmiş, birçok insan da yaralanmıştı. Muhafızlar

izdihamı önlemek için çalışıyorlardı. Bütün bu saygı ve coşkulu sevgi; İmam'ın,

halkının hidayete ermesi uğruna verdiği mücadele ve çektiği acıların tabii bir

sonucuydu. İmam: "Allah'a yemin ederim ki ben ne lider, ne de mercî kaynağı

olmak için tek bir çizgi çizmedim. Fakat böyle bir şey benim iradem olmadan

gerçekleşirse bunu reddedemem. Bu benim sorumluluğum olur." demişti.

İşte bu olaylar, İmam'ın taşıdığı yüce insanî ruhu gösteren apaçık bir

belgedir. Ayetullah Talagani vefat ettiği zaman, Kum'daki en büyük camide ruhu

için okunan hatim törenine gitti. Orada halk camiyi doldurmuştu. Tören sona

erdiğinde topluluk İmam'ın etrafına toplandı. Korkunç bir şekilde etrafı sarıldı.

İmam'ın sarığı başından düştükten ve ayakkabısı kaybolduktan sonra biz, büyük

zorluklarla, güç-bela İmam’ı bu izdihamın ortasından çıkardık, ikinci günün

sabahında imam, ikinci törene gitmeyi kararlaştırdı. Bunun üzerine biz önceden

oraya işlerin düzenlenmesi için belli sayıda muhafız gönderdik. Caminin

kapılarından biri kapatıldı. İmam gelerek, Ayetullah Burucerdi'nin mezarının

etrafına oturdu. Camide son söz bittikten sonra ve anma töreni sona erinceye kadar

hiç kimse İmam’ın yanına yaklaşmadı. İmam, doğrudan doğruya arabaya gitmek

yerine halka doğru yöneldi. Önceki gün olduğundan farksız bir şekilde yine

İmam’ın etrafını sardılar. Sonra arabasına giden yola girdi. İmam, merhum İşrakî

ve Hüccetü'l İslam Saneî'ye: "İnsanlara engel olmanızı ve onlara kapıyı kapamanızı

size kim söyledi. Bir defa bu gibi uygulamalar tekrar etmesin" dedi. Üçüncü gün

aynı olaylar yaşanmasına rağmen imam bunun için hiçbir şey söylemedi.

İmam bazı geceler sık sık fazilet sahibi kişilerin ve şehit ailelerin evlerini

ziyaret ederdi. İmam'ın din âlimlerinden birini ziyarete gitmeyi kararlaştırdığında o

kimsenin evi, arabaların geçmesi mümkün olmayan dar yol ve kenar mahallelerinde

olduğu için, yolu araştırmak için ilk önce biz gittik. Zeyan türünde küçük bir araba

olmaksızın bu yolda hiçbir arabanın geçemeyeceği bir yola geldiğimizde biz, bu

Zeyan arabasını hazırladık. Ne çare insanlar İmam’ın bu yoldan geleceğini öğ-

rendiklerinden dolayı, İmam'a bakma şerefine ulaşmak için arabanın etrafını

sardılar. O anda biz hiçbir şey göremiyorduk ve sıcak bir havaydı. İmam da

terlemeye başlamıştı. Araba bozuldu ve yolda kalakaldı. Başımız dönmeye başladı

ve ne yapacağımızı bilemedik. Sonunda insanlar arabayı, o âlimin evine gidene

kadar iteklediler. Dönüşte de halk aynısını yaptı. Reisî Caddesi'ne varıncaya kadar

bu dar sokaklardan geçtik. Kardeşlerden biri, Beykan adlı bir başka araba

hazırlamıştı. Biz İmam'dan, arabamız küçük olduğundan ve havanın çok sıcak

olmasından dolayı Beykan adlı arabaya binmesini istediğimizde, İmam bunu

reddetti ve: "Bu araba çok güzel gidiyor” onda bir kusur yoktur. Biz bu arabayla

gideceğiz" dedi. Şehid Vasıtî'nin ailesinin evine doğru gittiğimizde ve o eve

vardığımızda da aynı olay tekrar etti. Bunun gibi örnekler daha pek çoktur.

BİR BABA OLARAK İMAM

Cemeran Hüseynisi'nde insanlar İmam'ı ziyarete gelmeden önce,

muhafızlara ziyaretçilerin yanında çocuk getirmemelerini söylerdik. Fakat insanlara

olan derin hissinden ve çocuklara olan şefkatinden dolayı İmam bize, çocukların

başını mübarek elleriyle okşamak için onların içeri alınmasını emrederdi. Bazen

şehid aileler ve hastalar İmam'la hatıra resmi çektirmek için İmam'ın yanına

gelirlerdi. Bazen de İmam, altında imzası olan resim ve Kur'an-ı Kerim hediye

ederdi.

İmam, bu kadar meşgul ve pek çok sorunla karşı karşıya olmasına rağmen,

görüşmelerinden ve araştırmalarından vazgeçmezdi. İmam günün belirli bir vaktini

de, genç kız ve genç erkeklerin nikâhlarını kıymakla geçirirdi. Bu hususta başvuru-

lar çoktu. Nikâh programının düzenlenmesinden Seyyid Âşteyanî sorumluydu. Her

gün için beş nikâh kıyılıyordu. Bazen bu sayı on beşe kadar varıyordu. İmam,

bütün sevgi ve şefkatiyle nikâh akdini yapıyordu ve sonunda çiftlere: "Birbirinizle

uyumlu olunuz ve birbirinize ihsanda (iyilikte) bulununuz" diye tavsiyede

bulunuyordu.

Burada şunu da zikretmek gerekir. Nikâh akitlerinin birinde Seyyid Sadıkî

evlenecek olan erkeğin vekâletini almıştı. İmam kadından vekâletini isteyerek:

"Falan kişinin sana eş olması için bana vekâlet ver" dedi. Kadın da İmam'a:

"Ahirette bana şefaat etmen şartıyla, dünyada sana vekâlet verebilirim." dedi. İmam

biraz sustuktan sonra: "Bir kimse için şefaate gücümün yeteceğini sanmıyorum.

Fakat eğer Allah şefaat konusunda bana izin verirse, ben de sana şefaat ederim"

dedi. Bu büyük yardımdan sonra kadın İmam'a vekâletini verdi.

İmam, devrimin lideridir. Toplumun meşru yönelişlerini nasıl incelediğini

ve insanların kalplerine nasıl huzur vermeye çalıştığını öğrenmek istiyorsak şu

anda onun hayatına iyice bakmamız bile yeterlidir.

İMAM'IN ÖZEL HAYATINDAN

İmam'ın günlük hayatı, taşıdığı ruhsal yönün apaçık bir belgesidir. Onun

yaşamı toplumdaki herhangi bir insandan (maddi yönden) farklı değildi.

İmam'a (şer'i haklar olarak) İslâm büyüklerinden büyük parasal yardımlar

getirilip verilmekteydi. Ancak işin ilginç yanı İmam'ın harcamalardaki titizliğidir.

İmam defalarca şu sözüyle büronun yetkililerini uyarmıştı: "Şahsi görüşmeleriniz

için büronun telefonlarını kullanmanıza razı değilim". Bu yüzden bizler şahsi

görüşmelerimiz için telefon kullandığımızda, genel (umuma açık) telefondan

görüşmek için dışarıya çıkardık. Böylece özel görüşmelerimizde dışarıdaki genel

telefonu kullanırdık.

Siz İmam'ın evinde gereksiz yere yanan, tek bir açık lamba göremezsiniz.

Bir gün İmam bazı kişilerle görüşmekte idi. Banyonun lambasının açık olduğunu

gördü. (Lamba iki gün üst üste yansa bile fazla elektrik enerjisi tüketmezdi.)

Bununla birlikte İmam hiç kimseye buyurmadan yerinden kalktı ve lambayı

söndürdü. İmam abdest aldığı zaman suyun tek damlasını bile fazla tüketmemeye

özen gösterirdi. Biz, başkalarının abdest alırken on kişinin abdest almasına yeten

suyu harcadığına şahit olmaktayız. İmam devamlı olarak, harcamalarda dikkatli

olmamızı, öğütlerine iyi kulak vermemizi tavsiye eder, bunları Seyyid Saneî

kanalıyla bize bildirirdi.

Burada İmam'ın hayatının diğer yönlerini zikretmeye gerek yok.

İmam bir süre kalp hastalıkları hastanesinde yatmıştı. Doktorların çoğu

İmam'ın hastaneden çıkmasına taraftar değildi. İmam: "Hiçbir şeyden

korkmuyorum hastaneden çıkma işlerini düzenlemeseniz kendi başıma çıkacağım"

dedi. Fakat orada İmam'ı hastaneden çıkarmadan önce halledilmesi gereken birçok

sorun vardı. Onlardan biri Kum'a İmam’ın gitmesinin zorluğuydu. Ayrıca İmam'ın

Kum'da kalacağı evi yoktu. Hastaneye yakın bir yerde kalması şartıyla hastane

komisyonu İmam’ın çıkmasına izin verdi (uygun gördü). Bizim karşılaştığımız

diğer bir sorunda, İmam'ın ikamet edeceği yerin Tahran'ın güney bölgesinde

olmasıydı. Çünkü orada hava tozlu ve kirli idi. Ayrıca hastaneden uzaktı. Bu

yüzden Tahran'ın kuzeyinde Derbend mahallesinde üç katlı bir bina kiralandı.

Birinci katta muhafızlar, ikinci katta İmam’ın ailesi kalıyordu. Üçüncü kat ise

ziyaretçilerin kabulü ve görüşmelerin yapılması için kullanılıyordu. Kısa bir süre

sonra İmam: "Bu bina uygun değildir. Burayı terk etmemiz gerekiyor" dedi. Ev

Tahran'da yaşayan orta halli bir aileye uygundu. Fakat sadece evin dışı mermerle

süslenip dekore edilmişti.

İMAM'IN EVİ

İmam, Seyyid Rasuli'ye: "Gidiniz, senin babanın evi gibi bir evi bana

araştırıp bulunuz" diyerek bir ev istedi. Bunun üzerine Tahranın kuzey bölgesinde

bir ev araştırmaya gittik. Fakat onun istediği gibi bir evin toprak ve tuğladan olması

gerekiyordu. Böyle bir evin bulunması kolay değildi. İmam bizi, evin bulunmaması

durumunda Kum'a gitmekle tehdit etti. Bunun üzerine İmam’ın istediği basit evi

bulmak için epeyce uğraştık ve sonunda bulduk. İmam evde aranacak özellikleri

bize söylemişti. Genel görüşmelerin yapılması mümkün olmalı ve Hüseyniye'ye

yakın olmalıydı. İmam'ın evinin ve bürosunun toplamı 160 m2 civarındaydı.

İmam’ın evi iki odadan oluşuyordu. Biri özel görüşmeler için biride yatmak için

kullanılıyordu. Bazen misafirlerin sayısı arttığında üçüncü bir odayı açmaya

mecbur kalıyorduk. Bürosunun durumuna gelince, İmam’ın evinden daha iyi

değildi. Orada da birkaç sandalyeden başka bir şey yoktu.

İmam bir gün Hüseyniye'ye gelmişti ve işçilerden oluşan bir topluluğun

binaların duvarlarını büyük bir hız ve gayretle kireçle boyadıklarını gördüğünde

bize, garip bir sesle: "Bırakın beni, öleyim" dedi. İmam’ın evinin bürosunun tutan o

ev sahiplerine verilmesine rağmen -bu mübarek Ramazan ayından önceydi- imam,

burada kalmamıza bu ev sahiplerinin rızası olup olmadığını sormak için ev sahibine

ve aile efradına haber vermemizi bize emretti, imam ilk olarak ev halkının

erkekleriyle kendi konuştu. Onlara: "Burada benim kalmamdan razı mısınız değil

misiniz?" dedi. Onlar da: "Burada kalmanız bizim ve ailemiz için bir şeref ve

saygınlık sayılır. Bu Allah'ın bir nimetidir. Biz Allah'a şükrediyoruz." dediler.

İmam da onlara: "Bu hoşgörüyü bırakında, bana samimice cevap verin" dedi.

Onlarda İmam'a ilk olarak söyledikleri gibi razı olduklarını tekrar ettiler. O zaman

İmam kadınların gelmesini istedi. Bunu üzerine ev kadınları geldi. İmam onlara:

"Belki siz evlerinize geri dönmek ve başka bir yere gitmek istemiyorsunuzdur"

dedi. Onlar da İmam'ın evlerinde bulunmasından razı olduklarını tekrar söylediler.

Onların razı olduklarını tekrar ettikleri zaman, imam: "Güzel, o zaman burada

kalacağım" dedi.

Bu dünyada, devrim liderinin sahip olduğu malı açıklamak için, İmam’ın

merhum Şehit Ayetullah Beheştî'ye gönderdiği ve sahip olduğu bütün mal varlığını

anlatan mektubun bende olmasını nasıl arzu ederdim, İslâm Cumhuriyetinin

anayasası Kanuni Esasi'de belirttiği gibi Yüksek Yürütme Meclisine, sahip

oldukları mal varlıklarının bir kâğıda yazıp sunmaları, Devrim lideri,

Cumhurbaşkanı, devletteki diğer bazı yetkililer için zorunluydu. Buna rağmen Ben-

î Sadr asla mal varlığını açıklamamıştı. Fakat İmam'a ait olan malın yazımı iki ya

da üç satın geçmezdi. İmam’ın elinde olan ve sahip olduğu kitapların sayısına kadar

ayrıca beyt-ul mala ait ve diğer yerlere ait malların hepsinin yazımı üç satın

geçmezdi. İmam oğluna da kendi yaptığını yapmasını vasiyet ederdi.

İMAM VE AİLESİ

Bugünkü yaşantımızda aile fertleri arasındaki ilişkinin iki ayrı tarzda

olduğunu görürsünüz. Birincisi, aile fertlerinin hepsine erkeğin hâkim olduğu

yapıdır. Erkek, kadına ve çocuklara görüşlerini bildirme hakkı vermez. İkincisi ise

işlerin hepsinin kadın eliyle yapılmasıdır. (Kadının kontrolünün olduğu bir ev

yapısı) Kocanın bir şey yapmakta seçme hakkını yitirdiği, kadın eliyle bütün işlerin

kontrol edildiği bir aile yapısı. İmam'ın hayatında bu iki tarzdan birini

bulabilmemiz imkânsızdır.

İmam'ın ailesiyle, çocuklar ve torunlarıyla olan ilişkisi, şaşılacak derecede

kuvvetli bir ilişkidir. Hatta büro yetkilileriyle arasındaki ilişki de çok güçlüdür.

Örneğin, İmam devamlı olarak onlardan birisine hasta olup olmadığını sorardı ve

sürekli tedavi olmayı, doktora ve hastaneye gitmeyi tavsiye ederdi.

Bir gün oğlu Ahmed, İmam'ın konuşmasını okumak için televizyon

dairesine gitmişti. İmam onu dinlemek için oturdu. Ahmed Humeyni İmam'ın

metnini okumaya başlamadan önce, sağlık durumunun biraz bozuk (kötü) olduğunu

söyledi. İmam oğlunun hastalığının sebebinin ne olduğunu öğrenmek için hemen

oğlunu aradı.

İmam'ın merhum Seyyid Mustafa ile ilişkisi gerçekten çok güçlü ve derindi.

Biz çoğu zaman onun bu musibete (şahadetine) nasıl sabrettiğine şaşarız. Aile

fertlerinin arasında karşılıklı sevgi ve hürmetin çok olmasından sonra, İmam'ın aile

fertlerine olan ilgisinin gerçekten çok güçlü olması garipsenemez. İmam topluca

aile fertleriyle, ailesiyle yemek yemeye çok önem verirdi. İmam, toplumsal

mutluluğun ve kurtuluşun gerçekleşmesini, çocuklar ve karı koca arasındaki

karşılıklı hürmetin artmasına ve sağlam bir aile yapısının olmasına bağlıyordu.

Bunun aksine, evlatlarıyla, eşleriyle meşgul olmayan yetkililer, bunlara

inanamazlar. Onlarla ilgilenmezler. Onlara ayları bile sormazlar. Çocukların

terbiyesi ve evin düzeniyle ilgilenmesi, İmam'ın sorumluluklarından birisidir.

Bazen, İmam'ın etrafına torunları toplanırdı. Onlar, bazen seslerini

yükselterek oradan oraya koşarak oynarlardı. Buna karşın İmam, bütün şefkat ve

merhametiyle onlara muamelede bulunurdu. Çocuklar, İmam'ın yanında, başka

çocuklar gibi davranabiliyorlardı. Ancak çocuklar, İmam'ın sorumluluklarını yerine

getirdiği ve meşgul olduğu saatlerde ona yaklaşmazlardı. Burada İmam'ın

kendiişlerinin düzenlenmesini tümüyle eşinin ve çocuklarının eline verdiği

düşünülemez. İmam'ın ailesi bu durumu iyi kavramışlardı. İmam, sadece onların

babası değildi. Aksine o dünyanın önderiydi. Bunun için bizim çekindiğimizden

daha çok onlar İmam'dan çekmiyorlardı. Öte yandan onlar, iyi niyet bahanesiyle

bazı belirli toplulukları savunduklarında İmam onlara şiddetle karşılık veriyordu.

Seyyid Ahmed Humeyni, İmam'ın yanında önemli bir yer edinip sağ kolu

olmasına ve İmam'ın hizmetinde daima hazır bulunmasına rağmen, İmam'ın alacağı

kararlar ve yetkilerin dizginleri asla onun bağımsızlığına teslim edilmedi. İmam'ın

sorumluluğunu yerine getirmesine ailevi durumları etki edemezdi.

AYETULLAH SADUK

ÖNDER İMAMIN KERAMETLERİ

Büyük Müçtehitlerden olan Mirza Şirazî'nin çok yakınlarından birisine;

onun hizmetinde bulunduğu müddetçe Mirza'dan gördüğü kerametlerin ne olduğu

sorulduğunda şöyle cevap verdi: "Onun en büyük kerameti aklı idi." Bu gerçektir.

Çünkü insanı hayvandan ayıran akıldır ve şer'i teklif esas olarak akla dayanır. Biz,

peygamberlik ve peygamber gibi kelimelerin anlamını sorduğumuzda, bunun

cevabını veren akıldır.

İmam'ın hizmetinde olduğum sürece İmam'ın sahip olduğu Rabbani lütuf ve

nimetlerin en büyüğünü buldum. İmam, İslâmî ahlâkla donanmış şefkatli ve

sükûnetli birisiydi. İmam, İlâhî sınıra devamlı uyardı. İmam'da kâmil aklın izlerini

gördüm. İmam'ın din ve dünya işleriyle ilgili bilgisine gelince, dünyadaki bilgilerin

bilgisiyle ölçülemeyecek derecededir. İmam'ı onlarla kıyaslamak damlayla denizi

kıyaslamaktır. İmam bir deniz, diğerleri de bir damla gibidir.

Devamlı İmam ile birlikte idim. Onunla beraber olduğum 21 yıl boyunca

kâmil insanın özelliklerin taşıyordu. İmam insanlara geniş lütufla ve özel sevgi

ahlakıyla davranırdı.

İmam, perşembe ve cuma günleri Fevziye medresesinde "Ahlâk" dersi

veriyordu. Konuşma tarzının nebiler, veliler ile masum imamların ahlakından

kaynaklanan bir örnek olduğunu görüyorduk. Kısa bir zaman sonra, imamın ders

halkasına gelenler büyük ölçüde arttı. İmam, dersin istenilen şekilde fayda

vermediğini gördü ki, derslerine bir süre ara verdi.

İmam’ın çizip yazdıkları kendisine özgü bir örnek sayılır. Bizim, İmam’ın

yazdığı "Namazın Sırları" ve "Duaların Açıklaması" adlı kitaplarını, diğer âlimlerin

yazdıklarıyla mukayese etmemiz mümkün değildir. İnsanların onu tasavvur

etmeleri mümkün değildir. İmam’ın arkadaşlarından biri şöyle anlatıyordu. "Ben

'Namazın Sırları' adlı kitabı basmak istiyordum. Fakat İmam izin vermedi." Bunun

üzerine ben de ona: "Namazın Sırları" konusunda diğer âlimlerin kitaplarıyla bir

arada sizin kitabınızı basmaya izin verin" dediğimde İmam izin verdi. Fakat ben bu

kitap ile diğerlerini mukayese ettiğimde, bir uygunluk bulamadım. Bunun üzerine

onu basmaktan asla kaçınmadım.

İmam’ın dersleri ve araştırmaları, diğerleriyle ölçülemeyecek derecede

büyük dersler ve araştırmalardır. İmam’ın kalemi öyle bir kalemdi ki, kendine has

üslûbu vardı, imam 48 gün gibi kısa bir zamanda "Keşf’ul Esrar" adlı kitabı

yazmıştı. Diğer âlimler bu kitabı yazmak isteselerdi, bir ya da iki seneden az bir

zamanda yazmaları kolay olmazdı. Keşf’ul Esrar adlı kitap, faydalı, kıymetli ve onu

inceleyen herkese şaşkınlık veren bir kitaptır. İmam, bütün İslâm halkına, özellikle

ilim ehline, her şeyden bahseden Keşf’ul Esrar adlı kitabı incelemelerini (oku-

malarını) tavsiye ederdi.

İMAMIN KİŞİLİĞİNDE ÎLAHÎ VE KUDSÎ BOYUTLAR

İmam’la birlikte yaptığımız yolculuklara gelince; Meşhed'e birlikte

yaptığımız yolculuk boyunca bize en güzel bir şekilde davranıyordu. Iran,

topraklarından bir kısmının Amerika, İngiliz ve Rus işgali altında olduğu sırada

Mukaddes Meşhed topraklarında İmam’ın hizmetinde bulunduğumuz o günlerde

biz ne yapacağımızı şaşırmıştık. Meşhed'den dönerken Ruslar arabayı teftiş için

durdurmuşlardı. Vakit geceydi. İmam, gece namazını devamlı olarak kıldığından

dolayı gece namazını kılmak istemişti. Fakat çölün ortasındaydık ve burada su

bulmak imkânsızdı. Birden akan bir su gördük. İmam kollarını sıvadı ve abdest

aldı. Biz suyun nasıl aktığını veya İmam namazını bitirdikten sonra o suyun nasıl

kesildiğini kavrayamadık. Her halükârda biz yolculuklarımızda bu tür kerametlere

çok şahit olduk.

İmam'ın hayatında aktarılan kerametler çoktur. Onların hepsini anlatmak

istediğimizde konu çok uzar. Fakat bu kerametlerden biri, İmam'ın parmaklarıyla

göstererek gerçekleşen olaydır. Bu olay şudur:

İranlı tüccarlardan biri, İmam'ın Necef’te olduğu sırada Necef’e gitti.

Tağuti rejim, İmam'a gelen kimselerin hepsini kontrol için onları ajan sayıyordu.

Tüccar şer'i haklar olarak yanında mallar olduğu halde İmam'ın yanına geldi.

İmam'ın hakkını kendi eline vermek için gelmişti. Yetkililer bu kişiyi beraberinde

çok mallar taşıyan birisi olduğunu gördüler. Bu kişi İmam'a o malları vermek

istiyordu. Tüccar İmam'a: "İmam'ın hakkı olan bu malları al. Size bunu İran'dan

getirdim" dedi. Bunun üzerine İmam almayı kabul etmedi. Fakat tüccar, onu alması

için ısrar etti. Ve İmam'a: "Ben bu mallan sadece size mahsus olarak uzak bir

yerden getirdim." O zaman İmam ona: "Benim bu malları almam doğru olmaz. Sen

bu malları falan kimseye götür, ona teslim et ve ondan makbuz al." dedi. Tüccar bu

malları denilen şahsa götürdü, ona teslim etti ve teslim ettiğine dair bir makbuz

aldı. Bu tüccar, İran'a dönerken sınırda yakalandı, onu soruşturdular ve onlar

tüccara: "Biz her şeyi biliyoruz. Biz senin Necef’e gittiğini ve İmam'ı ziyaret

ettiğini, ayrıca İmam'a çok miktarda mal verdiğini biliyoruz." dediler. Kendisini

yıllarca cezaevinde bulundurmak üzere her şeyi hazır hale getirmişlerdi. Ancak

tüccar onlara: "İmam'a bir sahi (para birimi) bile vermedim. Aksine ben malları

başka birisine verdim. İşte ona verdiğime dair makbuz" dedi ve cebinden makbuzu

çıkardı. İmam tüccara: "Bu malları bana teslim etmen doğru değildir" dediğinde

sanki bu günü görmüştü. Şayet İmam bu mallarla yakalansaydı, muhtemelen tüccar

hayatı boyunca ve işkence altında hapsedilecekti. İmam'ın hayatındaki bu olaylara

normal olarak bakmamız lazım. Çünkü bu olaylar alışılmış olaylardır. Ancak bu

bakışın bile bizim anlamamız açısından az da olsa alışılmışın dışında olması

gerekiyor. Örneğin, bu olay açısından İmam'ın olayları çok iyi bilmesi, uyanık

olması (dikkatli olması) böylece hesaplarına başkalarının güvenliğini de katması

gerektiğini söyleyebiliriz.

İMAM'IN KERAMETLERİNDEN

İmam'ın en büyük kerametlerinden birisi de, kendisinin önderlik ettiği

devrimin başarıya ulaşmasıdır. Sizden, zalim Şah'ın oğluna karşı gelen büyük

şahsiyetlere de pay vermemizi istiyordu. O şahsiyetlerin hepsi rejime başkaldırdı.

Ancak o başkaldırı, faydalı bir sonuca ulaşmadı. Fakat İmam, o güçlü rejime karşı

demeçleriyle ve yazdıklarıyla başkaldırdı. O, büyük ve güçlü rejimler tarafından

desteklenmiş bir rejimdi. Çocuklara varıncaya kadar halkın tümü, "şaha ölüm"

sloganlarıyla haykırıyorlardı. Tarlalarda, köylerde, hatta şehirlerin ücra yerlerinde

yaşayan insanların duyumsayarak söyledikleri slogan: "Şaha ölüm" ve

"Humeyni'ye selam" sloganlarıydı. Halk bu tarz ile bu sloganlarla meydan okuyor

ve sessizlikle İmam'ın demeçleri onlara yayılıyordu.

Böylece İmam, devlette büyük sorumlulukları olan kimselerden oluşan

insanî merhametten uzak mücrimlerin hepsinin saltanatına son verdi. Devrimin

zafere ulaşmasından sonra, onlar, adice komplolar yaparak bu ümmet ve ümmetin

yaptığı devrimi yok etmek için hazır bekliyorlardı. Fakat İmam, demeçleriyle

onların komplolarını yok etmeyi başardı. Dünyadaki kuvvet ve güç sahibi kimseleri

yok eden bütün hürriyet hareketlerine ve büyük sonuçlar veren olaylara

baktığımızda, İmam'ın hareketinin sonucu ile diğer hareketlerin sonucu arasında

kıyas edebilecek hiçbir şey bulamayız.

Bu devrimi ve özelliklerini İmam’ın kerametlerinden saymamız mümkün

değil mi? Bizce bütün bu kerametleri, İmam'ın Allah'a olan sevgisinin doğal bir

sonucudur. O sevgi, İmam Mehdi'nin lütufları gölgesinde oluyor. Ondan

esinlendiğinden bir de yaptığı her işi onun yardımı ile Mehdi'nin lütfu gölgesinde

yaptığından kuşkum yoktur.

Burada diğer konulara işaret etmeğe gerek yoktur. Şimdi hatırladığım bir

olayı anlatayım: Saygıdeğer arkadaşlardan birisi geçen sene, devrim yayınlan ve

Şah rejimi karşıtı gösteriler yaptığımız sırada bana: "Dini ilimler isteyen bir

kimsenin Yezd tekkelerinden birinde yaşamasının anlamını şaşkın olarak kendime

soruyordum. Yayınlar ve demeçler veriliyor ve her gün orada vaaz ediliyordu"

dedi. Ardından yine: "Uyurken 'sen kim oluyorsun da bu gibi yayınları yapıyorsun'

diye bir sözü sana söyledim. Bunun üzerine bana şöyle cevap verdi: "Bizim önü-

müzde bundan başka yol yoktur. Onu biz ilham yoluyla yapıyoruz. Çünkü bu, gayb

yönünden olduğu için biz hiçbir şeyden korkmayız. Bize ilham verenlerin

efendilerimiz olduğunu gayet iyi biliyoruz.

Bazıları, İmam'ın (mücadelesinin) dirilişinin (Şah'a başkaldırısının) 1341

yılından beri olduğunu sanırlar. Fakat gerçek böyle değildir. Biz İmam'ın "Keşful

Esrar" adlı kitabına başvurduğumuzda, İmam'ın konuşmalarının 40 yıl önce

olduğunu görürüz. O konuşmaların aynısını, İmam bugün de yapmaktadır.

Yezd âlimlerinden birisi olan Merhum Yezdî'nin, görüşmelerinde

bulunduğu ve onlardan yazmasını istediği, içinde âlimlerin sözleri bulunan anı

defteri vardı. Bu defterde binden fazla kimsenin sözleri vardır. 40 yıl önce İmam'ın

ona yazmış olduğu sözleri de bulunmaktaydı. O sözlerin aynısını bugün Şah ve

rejimine karşı söylüyor. O halde İmam'ın tağutî rejim karşıtı mücadelesinin

başlangıcı 40 yıldan beridir. Biz devrimden önce çok çile çektiğimiz gibi

devrimden sonra da Bazergân hükümetinde ve geçici hükümette de çok çileler

çektiğimizi Allah daha iyi bilir. Bunlardan birisini dahi hatırlamak istemiyorum.

Biz, Ben-i Sadr ve yandaşlarının meydana getirdiği hataların çoğuna karşı koyduk.

Irak'ın İran'a saldırısı sonucu Ben-i Sadr bütün bu düşmanca tavrına rağmen Irak'ın

Baas Rejimine barış elini uzatmak istiyordu

Biz yine, Allah'ın fazlı olan bu devrimin liderinin var olması sebebiyle bize

uğrayan bu (olaylar) delaletlerin üstesinden gelebildik. Bu uyanık lider, devrimin

başıdır. Bu devrim karşıtı demeçler ve değişimlerin olmasını isteyen kimseler alt

edildi. Bunlar İmam'ın kerametlerinden bazılarıydı.

AYETULLAH NASIRÎ

-Yezd Şer’i Kadısı-

İMAM'IN EĞİTSEL ÇALIŞMALARI

Şu ana kadar, İmam Humeyni'nin hayatının boyutlarının ve özelliklerinin

tam anlamıyla tanınmadığına inanıyorum. Ben Kum'da Hicri 1342 yılından beri

İmam'la birlikteydim. Aynı zamanda ben İmam'la birlikle Necef-i Şerifte

oturmaklaydım. Bazen kardeşlenme "İmam'ın dersinden mahrum olduysanız, onun

yaptıklarından ve yolundan kendinizi mahrum bırakmayınız. Çünkü onun yaşadığı

gibi yaşamak sizin için büyük bir derstir." diyordum.

Çok iyi hatırlıyorum ki, derslerin birinde İmam bize: "Sizin amacınız bu

derslerden faydalanmaksa, belirlenen vakitte gelmeniz gerekir. Eğer sizin burada

bulunmanız, mescitte bulunma sevabı kazanmak ise, orada oturacağınız başka

birçok mescit var." dedi.

İmam şartlar ne olursa olsun derslerini bırakmamayı kendine ilke edindi.

Derslerine ara vermesi gerektiği zaman üzüntü duyardı. İmam bize "derslere

gelemediğiniz zaman dersleri bırakmayınız. Bilakis siz kendiniz derslere çalışınız."

diye tavsiyede bulunurdu.

SİYASÎ İLGİ ALANLARI

İmam yaşamı boyunca bir an bile İran'da gelişen siyası olaylardan habersiz

olmadı. Ben siyasi işlerden sorumluydum. Bunun için İmam bana, olayları dikkatle

izlememin ve haberleri ulaştırmamın gerektiğini devamlı olarak söylerdi.

İmam'ın gece yarısında uyandığını ve bildiri yazdığını defalarca gördüm..

Aynı vakitte bildiriyi ileten kardeş, gelir ve İmam'dan, onu gizli olarak alıp dışarıya

iletirdi. İmam'a, yazının ulaştığını söylediğimizde bundan memnunluk duyardı. İran

Krallığının kuruluşunun 2500. yılım kutlamak için yapılan büyük hazırlıklar

(törenler) münasebetiyle bir bildiri yazdı. Biz (bu bildirinin, Arap yarımadası ve

Suriye üzerinden iletilmesini kararlaştırdık. Gece yansında İmam bu bildiriyi istedi.

Biz de onu İmam'a verdik. İmam ondan belirli bir bölümü (ibareyi) çıkardı. O ibare

şuydu: "Şüphesiz ki krallık rejimi Allah Resulü (s.a.a) zamanında aşın kerih (kötü-

sevilmeyen) kabul edilen düzenlerdir." İmam: "Bu ibareyi niye çıkardığımı biliyor

musunuz?" diye sordu. Sonra: "Çünkü bu ibare birçok arkadaşımızın öldürülmesine

sebebiyet verir." dedi. Bildiri iletildi ve rahat bir şekilde Mekke, Mina ve

Medine'den geçti. Bu gibi olayları engellemek üzere Şah, sayıları 5.000 ile 6.000

arasında değişen ajanlar göndermişti. Sonunda, sıkı takiple birlikte tutuklanarak

cezaevine atıldım. Onlar Arap yarımadası, Arap rejimleri ve Amerika'ya alkış

tutma mecburiyeti olan özel manaları kapsayan ibarelerin altını, kırmızı kalemle

çizmiş olarak geldiler. O zaman o ibareyi İmam'ın düşürmesinin hikmetini, önemini

idrak ettim. Şayet o ibare çıkarılmamış olsaydı, beni idam edecekleri kesindi.

İMAM'IN İHLÂSI

Ben hapiste geçirdiğim iki yıl boyunca, İmam'ın beni çıkarmak icin bir şey

yapmasını hiç beklemedim. Çünkü İmam, bütün talebelerinin yanında defalarca

bize: "Eğer siz benim için bir şey yapıyor ve benim için hapse atılıyorsanız, benim

size

hiçbir karşılık vermeye gücüm yetmez. Bunu yapmayınız. Sizin yaptıklarınız Allah

için olursa o sizin şer’i yükümlülüğünüzdür. Benden sizin için bir şey yapmamı

beklemeyin” demişti. Bizde o yolda adımlarımızı attığımızdan beri yaptığımız işleri

Allah için yapmaya kendimizi adadık. Biz, bırakılmamız için İmam’ın Irak

hükümeti ile pazarlığa oturmasını kesinlikle istemedik. Ancak bu İmam’ın bizimle

ilgilenmediği anlamına gelmez. Bizim hakkımızda imam sorular soruyordu. Irak’ta

belirli olaylar olduğu zaman İmam çok üzülüyordu. Sorunlar çözülünceye kadar

İmam üzüntü içinde kalıyordu. Suudi zindanından çıkıp İmam’a döndüğüm zaman

bana; “Seni anıyordum ve her gece sana dua ediyordum” dedi. İmam’ın mücahit

kardeşlere olan ilgisi gerçekten kuvvetli bir ilgi idi. Kuveyt sınırından bizi

döndürdükten sonra Paris’e gittiği gece İmam trende bana; “Dün gece ve şu ana

kadar senin durumunla ilgileniyordum” demişti.

İMAM VE ÖĞRENCİLERİ

Necef şehrinde şiddetli sıcak olduğu bilinmektedir. Bazı zamanlar 50°

sıcaklığa varıyordu. Dostlardan bazılarıyla İmam'a gittik. Ona: "Hava çok sıcak

yaşın çok büyük olduğu için sana zor gelir. Kardeşler geceleyin Küfeye gitsin,

oranın havası daha iyidir" dedik. İmam da bize:' "İran zindanlarında kardeşlerim

çürürken, havası güzel olduğu için Kufe’ye gitmemi nasıl istiyorsunuz?' dedi.

İmam’ın fakirlere yardım ettiği şaşılacak olaylar vardı. Örneğin imam,

kendisinden yardım isteyen bazı kimselere malının küçük bir tutarını verirdi. Bazen

de ben, İmam fakire verdikten sonra, özel hesabımdan o insana verdiği paraya

ekleme yapardım. Ancak kısa bir süre sonra İmam'ın bu fakire verdiği miktarın

yerinde olduğunu, bu fakirin paraya aşırı bir gereksinimi olmadığını kesin bir

biçimde öğreniyorduk.

Bazen biz İmam'a, insanlardan yardım isteyen bir kişinin geldiğini haber

verdiğimizde, o kimseye bol miktarda para verirdi. Sonra biz bu kimsenin o paraya

gerçekten çok ihtiyacı olduğunu keşfederdik.

"Birisi şöyle anlatıyor: "Mali olarak çok sıkışık durumdaydım.

Tanıdıklarıma benim ihtiyacımı gidermeleri için defalarca uğradım. Bana az bir şey

verdiler. Bunun üzerine ben beni tanımamasına rağmen İmam'a gittim. İmam bana

öyle bir mali yardım yaptı ki, çocuklarımı helak olmaktan kurtardı." İmam,

öğrencilerinin durumunu kontrol ederdi. Evden çıkarken ve döndüğü sırada

bizlerden birini çağırır ve "falan öğrenciye elbise al derdi. Bazen de bize mali

durumu iyi olmayan falan öğrenciye derhal elbise alınmasını emrederdi.

Şu olayı hiç unutamam; bir gün öğrencilerden biri İmam'ın yanına gelerek:

"Elbiseme bakınız, yırtılmış" dedi. Bunun üzerine İmam sırtını o öğrenciye döndü

ve: "Benim elbiseme bak. O da yırtık" dedi. İşte İmam'ın cevabı bu şekilde

oluyordu.

İMAM'IN AHLÂKI

İmam Harem'e gittiği zaman, onun yolunu açmak için insanları sağa sola

itmemize asla izin vermezdi. Böyle bir olayı hatırlıyorum: İmam bayram

gecelerinin birinde Harem'e gidiyordu. Harem insanlarla hınca hınç dolmuştu.

İmam'ın oturması için ben birini kaldırdım. O zaman İmam elini uzattı ve buna izin

vermedi. İmam, kendisini bir yere oturtmak için başka birisini yerinden kaldırmayı

istememizden üzüntü duyuyordu. İmam'ın Harem'e ziyaretinin olduğu sırada,

Harem'in etrafının hınca hınç dolu olacağını biz biliyorduk. Biz, İmam'a yer ayır-

ması için, İmam gelmeden yarım saat önce kardeşlerden birini oraya göndermeyi

kararlaştırmıştık. Bu kardeş, İmam gelinceye kadar orada dua ve ibadetle meşgul

olurdu. İmam geldiğinde onun yeri İmam'a verilirdi. Çünkü o, İmam tarafından

bilinen kardeşlerdendi, imam bizi bundan menetmedi. İmam'ın Harem'de olduğu

zamanki programı ise şöyle idi: İlk olarak ziyaret duasını okur, sonra namaz kılar,

sonra Ziyaret-il Camia duasını okurdu. Gecelerin çoğunda iki rekât namaz kılar,

sonra Allah'a dua eder, Harem'den ayrılırdı.

İmam, güçlü baş eğmez bir dağ gibiydi. Seyyid Mustafa'nın ölüm haberi

İmam'a verildiğinde: "Biz Allah içiniz ve yine O'na dönücülerdeniz. Mustafa'nın

insanlara yararlı olmasını dilerdim" demişti. Sonra bize olduğumuz yere

dönmemizi emretti.

Ayetullah Seyyid Hâkim’in vefat haberi hoparlörden ilan edilince, ağlayan

bir ses işittim. Başımı çevirdim. İmam ağlıyordu. Ertesi gün bizi yanına çağırdı ve

bize: "Herkese söyleyin ki, bir kimsenin veya bir meclisin beni müdafaa etmeleri

veya ismimi zikretmeleri doğru olmaz. Birisi bana dil uzatırsa bile hiçbir şey

söylemeyin" dedi. İmam, bizim onun merciiyyeti hakkında insanlara bir şey

söylememizi uygun görmedi. Ancak o günlerde Musul ve Kerkük şehirlerinden

İmam'ın ziyaretine gelen bazı insanlar İmam'a kendisini taklit etmek istediklerini

söylediler. Bunun üzerine İmam onlara: "Siz kimi taklit ediyorsunuz?" diye sordu.

Onlar da: "Seyyid Hâkim’i taklit ediyorduk" dediler. Bunun üzerine İmam onlara:

"Seyyid Hâkim’in görüşlerine devam edin" diye cevap verdi. Bu söz, İmam'ın

hilmini, hikmetini ve vakarlığını göstermekledir.

İMAM'IN İBADETLERİ

İmam’ın yaptığı ibadete gelince, günde Kur'an'dan on cüz okuyordu. Bu her

üç günde Kur’an’ı hatmettiği anlamına gelir. Bazı kardeşlerimiz Kur’anı Ramazan

ayında iki kere hatmettiklerine seviniyorlardı. İmam'ın bu program üzere hala

devam ettiğini sanıyorum.

Oğlu Ahmed Humeyni, bir keresinde şöyle anlattı: Ramazan gecelerinin

birinde İmam'ın sesiyle uyandım. Bir de baktım ki, 45m2'yi geçmeyen evin

ortasında ağlayarak, karanlığın ortasında elini gökyüzüne kaldırmış namaz kılıyor.

İşte İmam'ın Ramazan boyunca ibadet programı buydu. İmam daima ayın uzun

gecelerinde geceden sabaha kadar namaz ve dua ile meşgul olurdu. Sabah namazını

kıldıktan sonra çalışmalarına devam etmek için az da olsa uzanıp dinlenirdi.

İMAM’IN HARCAMALARI

Benim görüşüm, Merhum Seyyid Mustafa'nın onun benzeri bir kişi

olduğudur. Mustafa, her hafta sonunda, haftalık harcamalarını almak için İmam'a

gelirdi. İmam, her halükârda ona verdiği miktarı artırmadı. Merhum Mustafa

Beytullah'ı haccetmeyi istediği zaman, kendi evini satıp karısından aldığı ek yar-

dımla Mekke-i Mükerreme'ye gitti.

İmam, Necef’te olduğumuz sırada bize: "Herhangi birinizin telefonu çok

kullanması doğru olmaz" diye tavsiyede bulunurdu. Bizim Necef içi telefon

kullanmamıza izin vermişti. Fakat Kerbela veya diğer şehir dışı yerler için

konuşmak için telefonu kullanmayı yasaklamıştı. İmam Seyyid Ahmed'e: "Tahran'a

veya başka yere telefon etmen doğru olmaz. Ancak devrimle ilgili yayın veya

demeçleri ulaştırmak gerektiğinde o zaman telefonla görüşebilirsin" demişti.

Kâğıt kullanımında İmam’ın tutumunu anlatan bir olayı anlatayım: İmam'ın

mali işlerinden sorumlu olan kardeş Rıdvanî İmam'a verilmek üzere büyük bir

kâğıdın arkasına bir not yazdı. İmam da küçük bir kâğıt üzerinde cevabını yazdı. O,

kâğıdın üstünde şu söz vardı: "Bu kâğıttan bir şey anlama imkânın var sanırım."

Bundan dolayı kardeş Rıdvanî, kâğıt parçalarını topluyor ve biriktiriyordu. İmam'a

bir şey yazmak istediğinde o küçük kâğıt parçalarını kullanıyordu. İmam da cevabı

o kâğıdın arkasına yazıyordu.

İmam'ın Necef-i Şerife geldiğinin ilk günleriydi. İmam, eve soğutucu satın

alınmasına izin vermedi. Fakat kardeş Halhalî'nin imam’a: "Evdeki herkes ve

ziyarete gelen kimseler şiddetli sıcaktan rahatsız olacaklar" diyerek, şiddetli ısrarda

bulunmasından sonra imam, soğutucu almaya izin verdi. Bu tür bir olay belli sayıda

battaniye almak istediğimde de meydana gelmişti.

Bir gün Ayetullah İşrakî imam’ın evine gitti. İmam'ın evinin bir bölümünü

yıkık dökük görünce İmam’a: "Odayı onarınız ve onu boyayınız" dedi. İmam da

ona: "Bu iş için beytul maldan para harcamaya gerek yok" diye cevap verdi. Bunun

üzerine Ayetullah İşrakî: "Bunun masraflarını ben karşılayacağım" dedi. Seyyid

Rıdvanî ile birlikte odanın boyanması ve onarımını imam kabul etti. İmam’ın

Kerbela’ya gitmesini fırsat bilerek bu işi yaptık. Odayı bazı şeylerle döşedik.

Ancak imam Kerbela'dan döndüğünde odayı görüp kaşlarını çattı ve Seyyid

Rıdvanî'ye: "Ben sadece odayı boyamanıza izin verdim. Fakat bu şekil olmasına

değil" dedi. Biz işimizde savurganlık yapmamıştık. Sadece odanın ortasına bir

seccade koymuş, oturmak için de odanın çevresine bazı basit şeyler döşemiş ve

gerçekten ucuz kumaşlardan bir parçayla da yatakları örtmüştük.

Bizden biri evlenmek istediği zaman, bir ya da iki ay süre için borç para

almak için İmam’a gelirdi. Ben de evlenirken kendisinden borç para istemiştim.

Bazıları, bana İmam’ın çeşitli yardımlarda bulunacağını düşünüyordu. Ancak

İmam, Seyyid Rıdvanî'ye bana borç olarak on bin tümen para vermesini istedi,

imam, Seyyid Rıdvanî'ye: "Ondan iki ay sonra paranı al" dedi. Fakat bu olay onun

öğrencilerinin halleriyle ilgilenmediği anlamına gelmez. Aksine imam

öğrencilerinin ihtiyaçlarını gidermek ve sorunlarını çözmek için bütün gücüyle

çalışıyordu. Öğrencileri hastalansalar onlara ilaç yardımı yapıyordu.

Şimdi İmam’ın özel yaşamının diğer yönlerine geliyoruz, imam yemeğinde,

çoğunlukla çayla birlikte ekmek, peynir yemeğe alışıktı. Sabahleyin sabah

kahvaltısı veya Ramazan ayında sahur yemeği yerdi. İmam’ın hanımı hasta olduğu

ve hanımı oruç tutmaya güç yetiremediği zaman çay, ekmek ve peynirden başka bir

şey yemezdi. Ev işlerini yapıp onlara yardım etmek için bir bayan hizmetçi gelirdi.

Fakat o kadın, İmam'ın sesiyle uykusundan acelece uyanamıyordu. Bunun için

İmam çayı kendisi hazırlıyor ve sahur yemeğini yiyordu.

Bir gün imam Kerbela’da olduğu ve hizmetçinin evde olmadığı bir günde

İmam’ın mutfağına girip İmam’ın buzdolabının içinde ne olduğunu görmek

istedim. Buzdolabının kapısını açtığımda içinde peynir ve kuru bir ekmek

parçasından başka bir şey bulamadım.

Kuveyt'e gitmek için yola çıktığımız günün sabahında, sabah kahvaltısı

yapmak için yolda kahvehanelerin birinde durduk. İmam peynir, ekmek ile çay içti.

Aynı gün Kuveyt sınırına gittiğimizde de aynısını yedi. Kuveyt'e vardıktan sonra

otellerden birisine gittik. O otelden İmam'a yemek getirmelerini söylediğimizde

İmam kabul etmedi. Bunun üzerine bizlerden birisi çarşıya giderek yoğurtla birlikte

bir kek parçası satın aldı. İmam da onları yedi.

İMAM'IN DİRENCİ

Irak Emniyet Kuvvetleri İmam'ın evinin çevresini kuşatmışlardı. Özellikle

İmam Kuveyt'e gitmeyi kararlaştırdıktan sonra ona ulaşmamızı engelliyorlardı.

Emniyet Kuvvetleri, Ahmed Humeyni ve bir kaç kişi dışında kimsenin İmam'ın ya-

nına gitmesine izin vermiyorlardı. İmam, Ahmed Humeyni'ye: "Tahran'a vardığın

zaman haberi olduğu gibi anlat. Burada olan bütün şeyleri halk bilsin. Halkı

habersiz bırakmayın" demişti. Biz de büyük bir dikkatle olan olayları halka

aktarmaya çalışıyorduk.

Biz aynı gece Kuveyt'e gitmeyi kararlaştırdık. Kardeşlerden birini giriş

vizesi almak için Kuveyt'e gönderdik. Ruhullah Mustafavî adıyla giriş vizesini elde

ettik. Kuveyt'ten sonra Suriye'ye geçmeyi kararlaştırdık. Çünkü İmam İslâm

ülkelerinden birisine gitmenin gerekliliğini bize söylemişti. Görüşmelerimizde

Libya ve Cezayir'i uzak bulduğumuz için o ikisinden vazgeçtik. Hem Libya ve

Cezayir Tahran'dan uzaktaydı. Ayrıca oraya deniz yolundan gidiliyordu ki,

tehlikeleri çoktu. Sonunda arabayla Kuveyt'e gitmeye karar kıldık. Bu Irak

yönetiminin bizi izleyerek bize karşı komplolar düzenlemesini engellemezdi.

Büyük olasılıkla bunu Kuveyt'e bildirmişti.

Irak Emniyet Kuvvetleri'nden birisi İmam'la görüşmek istedi. Ancak İmam

kabul etmedi. Defalarca görüşmek istedikten sonra İmam onu kabul etti. O kişi

İmam'dan siyasi etkinlikleri bırakmasını istedi. Bunun üzerine İmam ona: "Hayır...

Hayır... Etkinliklerimi bırakamam. O, bana gereklidir. O, benim sorumluluğumdur"

dedi. O da İmam'a: "Öyleyse Irak'tan uzaklaşmanız gerekiyor" dedi. Bunun üzerine

İmam Humeyni: "Humeyni nereye giderse gitsin, yine Humeyni'dir. Irak'ta

olmuşum, başka yerde olmuşum fark etmez" dedi. Bunun üzerine Irak Emniyet

Kuvvetleri yetkilisi kızgın olarak çıktı. O zaman İmam, İran ile Irak hükümeti

arasında bir anlaşma olduğunu anladı. Ve Irak'ı terk etmeyi kararlaştırdı. Geceleyin

Kuveyt sınırına doğru yola çıktık. Bu yolculuk bize İmam'ın kişiliğinin değişik

yönlerini en güzel bir biçimde tanımamızı sağladı.

Yolda namazı eda etmek için öğleden önce mescitlerin birinin önünde

durduk, İmam: "Eğer bu mescidin imamı varsa, namazı onun arkasında eda

etmemiz gerekir. Yahut öğle namazının vakti gelmemişse yola devam etmek

gerekir. Namaz vakti gelmişse, fert olarak namaz kılmamız doğru olmaz" dedi.

Sınıra doğru gittik ve namazı orada eda ettik. Kardeşlerin hepsi namazdan sonra

musafaha ederek birbirlerine dua ettiler. Hepsi ağlıyor ve gözyaşları damlıyordu.

İmam'ı garip bir hal almıştı ve bize şöyle nasihat ediyordu: "Ben görevimi idrak

ettim. Benim, o görevi yerine getirmem gerek. Onların benim görevimin önünde

engel olan bir set gibi durmalarına rağmen, ben görevimi terk etmeyeceğim. Bana

verilen görev devrimdir. Ben nereye olursa olsun gideceğim. Devrim için

uğraşacağım. Siz de hareketlerinize devam edin. Halkı gerekli yerlerde devamlı

uyarınız. İnşallah bize katılmalarına sebep olur." Ne yazık ki Kuveyt, İmam’ın

girmesine izin vermedi. Yaklaşık bir saat Irak ile Kuveyt makamları arasında gidip

geldik. Kuveyt tarafından bu durdurulma bizi çok üzdü. İmam’ın faziletle dolu

yüce manevi kişiliğini burada gördük, imam yorgun olduğu için biraz yatmıştı. O

vakit bizim kafamızda; şu an ne yapmamız gerektiği, Irak hükümeti bizim

dönmemize izin vermezse ne yapmalıyız gibi sorular cirit atıyordu.

Sonunda Irak'a döndük. Ben birkaç arkadaşla birlikte bazı işleri halletmeye

gittim, imam, o gece Basra otellerinden birinde geceledi. Sabahleyin Bağdat

havaalanında buluştuk. Bağdat havaalanında imam bize: "Bir ülkeden başka ülkeye

dolaşıp duracağım. Fakat siz hiçbir şeyden korkmayın. Hareketlerinize devam edin

ve direnin. Ben, Iran halkından gerçekten utanıyorum. Bu halk, şahadete âşık olmuş

ve devrime ön ayak oluyor" dedi. Yine Transit'te iken: "Iran halkından utanıyorum,

şer'i yükümlülüğümü yapmam gerekiyor" dedi. Bağdat'ta Darul İslâm Otel'ine

gittiğimizde İmam, masum imamların (a.s) mezarlarını ziyaret etmeyi istedi.

Emniyet sorunları nedeniyle başlangıçta bu ziyaretler gerçekleşmedi. Ancak daha

sonra gerçekleşebildi.

İmam’dan kendisiyle birlikte mezarları ziyaret etmek istediğimi belirttim.

Ancak bana otelde kalmamı söyledi. Bana, içinde kendisinin bazı özel ihtiyaçlarıyla

ve belgeleri olan çantasını teslim etti. İmam'ın yanında Ahmed Humeyni vardı.

Bende bir müddet odada kaldım. Sonra odadan çıktım ve kapıyı kilitledim. Odanın

dışındaki sandalyenin üzerine oturdum ve biraz sonra uyudum. Uyandığımda orada

kalan kardeşlerle birlikte odaya baktım. Onların ne zaman geldiklerini hatırlamıyor-

dum çünkü beni uyandırmamışlardı. O durumda yerimden kalktım ve odanın

kapısını açtım. İmam Kur'an okumakla meşguldü. Cemaatle birlikte biz de namaz

kıldık. Paris'e gitme zamanı gelmişti. Uçağa doğru gittiğimiz sırada acele bir iş için

çağrıldım. Necef’e dönmek beni üzmüştü. Bunun için Paris'te ilk günlerde İmam’la

birlikte olamadım.

HÜCCET-ÜL İSLÂM VE'L MÜSLİMİN MUSTAFA ZEMANÎ

İMAM'IN OLGUNLUĞU

İmam Humeyni, ilmi meseleler, toplumsal işler ve diğer çeşitli konularda

olgunluğu büyük olan biriydi. Ona bir görüşü zorla kabul ettirmek ve ona etki

etmek asla mümkün değildir. Aksine İmam'ı kuşatan yüce büyüklük, ona asla bir

görüşü zorla kabul ettirmeye izin vermezdi.

Doğu ve batı kültüründen etkilenen bazı kimseler, İmam’ın bir parti lideri

gibi hareket ettiğini, çevresindeki insanlardan etkilendiğini ve bu etkiye uygun

olarak hareket ettiğini sanıyorlar. Bu nedenle istekleriyle uyuşmayan bir şeyle karşı

karşıya geldiklerinde İmam'ı kendi çevresindekilerden etkilenmekle suçladıklarını

görüyoruz.

Hâlbuki İmam'ın çevresindeki kimseler İmam'ı gayet iyi tanırlar. İmam

onların yetiştiricisidir. Onlar, İmam'ın gözlerine bakmakla, az bir sözle veya

aydınlık gülümsemesiyle onun ne demek istediğini anlarlardı.

Hicrî 1342 yılının başlarında Fedayan-i İslâm (İslâm Fedaileri) örgütünden

birisi, yanında kilolarca, İbranice, Farsça, Arapça yazılmış gazete ve yayın olduğu

halde İmam’ın yanına geldi. İmam’dan İsrail aleyhine halkı kışkırtmasını istiyordu,

imam’a: "16 yıl geçti. İsrail komşularımızın başlarına bela olmaktadır ve onları

dağıtmaktadır. Onları ortadan kaldırmaya hiç kimse çalışmıyor" dedi. İmam

doğrulayarak gülümsedi. Bu toplantıda yiğit gençlerden bir grup da vardı. Ayrıca

bu gibi siyasi işlerde İmam’a danışmaya gerek görmeyen kimselerden oluşan

gezgin bir grup da vardı. İmam böyle bir ortamda sözlerini uzatmadı ve şöyle dedi:

"Halkı bilinçlendirmek sizin görevinizdir."

İsrail'in yerleşme haberleri, toplu kıyımlar ve Der Yasin'deki kan

akıtmalarla ilgili haberleri duyan İmam, ilk atılımından itibaren doğru metotlarla

genel seferberlik yoluyla bu kanseri yok etmeyi düşünüyordu. Bu olaylara karşı

Fedayan-i İslâm'ın yiğitlerinin tavrını gördüğünde seviniyor ve "Halkı bi-

linçlendirmek sizin görevinizdir" diyordu.

İmam, siyasi işlerde İmam'a danışmak istemeyen kimseleri susturdu. İmam,

yiğit gençlerin kalbinde İsrail'e olan büyük öfkeyi koruyordu.

Gerçekte İmam’ın anlayışında hata edenlerin çoğu, imam’ı kolayca insana

etki etmesi mümkün olan bir insan olarak düşünüyorlar. İmam konuşmalarında

gerçekten dakiktir. Radyo ve telefondan duyduğu haberler hakkında geniş bir

bilgisi vardır. Onun bilgisi iç haberler hakkında da vardır. Devletteki küçük

ayrıntılı haberleri bile bilmektedir. Haber kaynaklarından biri dışında İmam

haberleri elde eder. O kaynak da telkin kanalı veya bir görüşü zorla kabul ettirmek.

Bu ise İmam için asla mümkün değildir.

Ferverdinin (bahar mevsiminin ilk ayı) ikinci günü, 25 Şevval İmam

Sadık'ın şahadetinin yıldönümüydü. Bu münasebetle Ayetullah Gülpeyeganî

tarafından bir anma töreni düzenlenmişti. Sonra anma töreni olduğu sırada emniyet

kuvvetlerinin Fevziye Medresesi'ni bastıkları haberi geldi. Başları ve elleri kanlar

içinde olan yaralılar İmam’ın evine getirildiler.

Bunun üzerine ağlama feryatları yükseldi. Birisi olayı sakinleştirmek ve

bazı şeyler konuşmak için İmam’dan izin istedi. Fakat İmam onu yerine oturttu.

Bunun üzerine İmam’ın yanındakilerden birisi: "Gidin ve kapıyı kapatın" dedi.

Ancak bu kişi sözünü tamamlamadan kızgınlıkla : "Kapıları açın! Mustafa ne

yapıyor. Onu buradan çıkarın" dedi. O tarihten sonra İmam’ın büyük oğlu, gelişen

olaylarda İmam'a pek fazla karışmadı. Daha çok o, ilim öğrenmekle uğraştı.

İmam evin kapısının açıldığına kanaat getirince bize yirmi dakika süreyle

konuştu. Şöyle diyordu: "Rıza Han'ın oğlu kendi eliyle kendi mezarını kazmış oldu.

Yakında onun foyası meydana çıkacak."

Bu nazik anlarda imam, bize; Seyyid Gülpeyeganî'nin_eviyle telefon

görüşmesi yapmamızı ve onun eve dönüp dönmediğini öğrenmemizi istedi. Biz de

telefon ettik. Bize Seyyid Gülpeyeganî'nin eve döndüğünü ve mescide gittiği

söylendi. Ondan sonra biz onun gecenin geç saatlerine kadar Fevziye

Medresesi'nde olduğunu öğrendik. Çünkü Savak telefon hatlarına el koymuştu. Biri

telefon edince onlar cevap veriyordu, imam, Seyyid Gülpeyeganî'nin eve

döndüğünün söylenmesiyle yetinmedi. Kendisi kalktı ve Fevziye Medresesi'ne gitti.

Yolda halk ile emniyet kuvvetleri birbirine girmişti.

Aksine o, doğrudan veya dolaylı olarak isminin hiçbir kimse veya kuruluş

tarafından istismar edilmesine izin vermedi. Böyle bir durum olduğunda da derhal

durumu düzeltilip, hatanın telafi edilmesini isterdi.

Son olarak, İmam'ın başka kimselerin görüşlerinin etkisi altında olduğunu

söyleyen kimseler büyük bir suç, gıybet ve affedilmeyen bir hata işlemiş sayılırlar.

HATEM YEZDİ

ÖĞRETİMDE EŞSİZ ÜSLÛBU

İmam, Necef’te iken 15 yıl boyunca hizmetinde bulundum. Bu zaman

süresince gözüme takılan önemli noktalara değinmek istiyorum.

Birincisi: İmam, bu yüzyılda felsefecilerin ve ariflerin en büyüklerinden

olmasına rağmen yeryüzünde felsefe ve irfan alanında en büyük insan olduğunu

söylemek mümkündür. İmam bize fıkıh dersleri verir, belli ayet ve rivayetleri bize

açıklardı. Sanki fıkıh dışında hiçbir şeyi bilmiyormuşçasına diğer konulara

dalmazdı. Konuyu açıklamak için şuna değineyim: Bir kimse mesela felsefe

ilminden bahsediyorsa ona fıkıh hükümlerini katar veya Kur'an-ı Kerim'in

ayetlerini tefsir eder. Felsefî görüşlere başka şeyler katardı. Fakat mucizevî

amellere sahip olan bu büyük insan, felsefe konusunda konuştuğunda, onu büyük

bir filozof olarak görürsünüz. İrfanı olarak görürsünüz. Fıkhi hükümleri ve

meseleleri anlattığında, felsefe ve irfana (tasavvufa) girmeksizin konuyu açıklamak

için kelimelerin seçiminde tam bir hâkimiyet ve yüce kudretini görebilirsiniz. Bunu

yapmak onun gibi bir insana gerçekten de zor gelmez.

İMAM'IN GIYBETE KARŞI TAVRI

İkincisi: İmam'da beni şaşırtan ikinci nokta; insanlar İmam’a yaklaştıkça

onun belli bir takva ve ruhaniyet içerisinde olduğunu açıkça görür. Bunun aksine

bizim genel yaşamımızda bunlar olmaz. Bizden biri bu kişilikler ile büyüklerden

kimilerine yakınlaşıp özel durumlarını gördükçe, onlara ilişkin görüşü değişir,

onlarda gördüğü kutsiyet aylası (halesi) dağılıverirdi. Bu da bilinç dışı ya da yanılgı

sonucu kişinin genellikle kaçınamadığı bir takım davranışlar ile yanlışlıkları

onlarda gördüğünden dolayı olurdu. Fakat İmam'a yaklaşan kimse bunun aksini

hisseder. İmam'a yaklaşan kimselerin, ona hürmet ve övgüsü artar. İmam'ın olduğu

yerde hiç kimse kimseye gıybet etmezdi veya gereksiz yere başkasından söz

edemezdi. İmam'ın özel toplantılarında bile bundan bahsedilmezdi. İmam'ın

taraftarlarından birisinin bir gün İsfahan şehrinden Necef’e geldiğini hatırlıyorum.

O mali hak olarak İmam'a vermek üzere yanında bir miktar para getirmişti. Bazı

şartlan sebebiyle Necef’te tanıdıklarından birine gitti. Tanıdık kimse, kendi payının

yanında ondan İmam'ın payını da aldı ve o kişiye: "Bu parayı okul giderlerine

vermek isliyorum" dedi. O şahıs (bu, dostlarımdan idi) bana olayı ayrıntısıyla

anlattı. Ben de hemen bu olayı anlatmak için İmam'ın yanına gittim ve olayı

anlattım. Yine gıybetten uzaklaşmanın gerekliliğini söyledi. İmam, kardeşlerle bir-

likte yalnız kaldığında veya başka yerlerde gıybet edilmesini engellerdi.

Baascılar, İmam'ın evini kuşattıkları zaman, bazı kimselerin İmam'ın

durumunu telefonla da olsa sormalarını bekliyorduk. Fakat böyle olmadı. Gayet iyi

tanıdıklarımız bile bir kere olsun İmam'ın durumundan sormadılar. Kardeşlerin

birisi bu durumu konuşuyordu. Fakat İmam onu uyardı ve bu konuyu kapattı. Ona:

"Bazı dostların kızması veya bazı şeylere üzüntü duymaları olasıdır. Hiç kimsenin

gıybetinin edilmesine razı olmadığımı söyleyin" demişti. Bunu diğer insanlarda

göremeyiz. Bu ahlakı masum insanlardan başkası taşımaz.

Üçüncüsü: İmam'ın etkisi çok büyüktür. Paris'te olduğu sırada, ona tamdık

kişilerden birisiyle görüşme isteğini bildirdiğimizde: "Senelerdir bazı aydın ve

üniversite eğitimi görmüş kişilerin kafalarında bu sorunu ortadan kaldırmak için

uğraşıyoruz" dedi. Bu görüşme, gerçekler ve gerçek dışıların ortaya çıkması içindi.

Aydınlar din âlimlerinin, düzenin yardakçıları olduğunu ve rejimin onları koruduğu

gibi onların da rejimi koruduklarını sanıyorlardı. İmam ise: "Bu şekilde işlerin bir

sonuca varması imkânsızdır. İşleri ben kendim yürüteceğim. Bu düşünceleri onların

zihinlerinden çıkarıp atacağım. Din âlimleri ile rejim arasında bir ilişki yoktur. Din

âlimleri rejimi korumazlar. Rejim de onları korumaz" dedi.

Bu durum İmam'ı gerçekten yüceltiyordu. Onun mücadelesi tağutî rejim

yıkılıncaya ve İslâm hükümeti kuruluncaya kadar devam etti. Onun mücadelesi,

gerçeği öğrenmek isteyenler için nur saçan tarih sayfalarından yayılan bir nur

gibiydi.

HÜCCET’ÜL İSLAM VEL MÜSLİMİN TEVESSULİ

İmam’ın, Mehellat şehrine ikinci ziyareti hatırladığım kadarıyla Hicri 1330

yılında oldu. İmam'a, evimin olduğu bir mahallede bir ev kiraladık. İmam’ın evinin

yanında şehrin ortasından geçen büyük su kaynağından gelen bir çeşme akıyordu.

Mahallenin, halkı ihtiyaçlarını bu sudan alıyorlardı. Bazı kimseler su etrafında

toplanmanın sonucunda gürültü, bağırıp çağırmalar ve gidip gelmeler ile İmam'ı

rahatsız etmemek için o çeşmeden su almaktan kaçınıyorlardı. İmam bunu

duyunca: "Önceki gibi gelmenizde hiçbir sakınca yoktur. Su ihtiyaçlarınızı

gideriniz" dedi.

Burada şunu da hatırlatmak gerekir. Bu kalabalık semtler, İmam’ın

dinlenme, öğretim ve araştırma yerleriydi, imam genelde öğleden sonra o çeşmenin

yanına çalışmak ve yazmak için otururdu. Orada "Vesiletul Necat" (Kurtuluş Aracı)

adlı kitabın haşiyesini yazmıştı.

ÎMAM'IN SİYASÎ BÎLİNCİ

Tanıdık kimselerden ikisi İmam'ı ziyarete geldi. Ben o sırada İmam'ın

hizmetinde idim. O günlerde milliyetçilerin adları duyuluyordu ve liderlerinin de

Musaddık olduğu yayılmıştı. Onlar milliyetçilikle şöhret bulmuşlardı. Halkın

çoğunluğu da o görüşleri destekliyordu. O zaman, emperyalizm karşıtı ve rejim

düşmanı kimselerin milliyetçilere katılmaları gerektiğini söylüyorlardı. Bu

demeçlere ve söylenenlere cevap vermek için İmam konuşma yaptı. İmam bu iki

ziyaretçiye: "Sizin bu genel akımın karşıtı bu sözleri söylemenizi beklemezdik"

dedi. İmam gerçekten bu yüzleri hile dolu olan kimseleri tanıyabilmişti. Halkın

çoğu onları putlaştırmasına rağmen İmam onları ve onların düşüncelerini altüst

etmişti. İmam'ın söylediklerini, günler haklı çıkarıyordu.

İmam’ın hitabetinde kendisine has bir özelliği vardı. Onu dinleyen

kimselerde büyük bir etki bırakıyordu. İmam Kum'da olduğu sırada Fevziye

Medresesi'nde her gün ikindi vakti ahlâk dersleri veriyordu. Bu derslere

öğrencilerin yanı sıra başkaları da katılırdı. Derse katılanlar İmam'ın sözlerinden

çok etkileniyorlardı. Gözyaşları akıyor ve çokça ağlıyorlardı.

SORUMLULUK VE DÜZENLEME (CİDDİYET)

İmam'ın derslerinden birinde, hiç kimse İmam’ın anlattığı konu hakkında

bir şey sormamıştı. Bunun üzerine imam: "Bu oturum, araştırma ve öğretim

dersidir. Vaaz ve hitabet dersi değil. Siz niye susuyorsunuz? Niçin bir tek kelime

bile konuşmuyorsunuz? Muhammed Takı Şirazî'nin dersleri iki buçuk saati

buluyordu..." demişti. (İmam'ın dersleri o zaman yaklaşık bir saati bulmuştu.)

İmam adet olduğu üzere bir gün konferans vermek için mescide geldi.

Fakat o an mescitte bulunması gereken öğrencilerin tamamı gelmemişti. Onların

çoğu ders yapılırken mescide geliyor ve derse katılıyorlardı. İmam bunun için

işlerin düzenliliğinin önemi çerçevesinde konuyu konferansında anlattı. Ve

öğrencilere: "Öğrenciler, işlerin düzenli yürümesi sorumluluğu büyük bir ciddiyet

gerektirir" diye tavsiyede bulundu. Sonunda cemaatin devamı için dua etti. İmam,

Fevziye Medresesi'nde öğle, akşam ve yatsı namazlarını kılıyorlardı. Öğrencilerden

birisi, İmam'ın yanında aydınlık odayı terk ederek namaz kılmak için başka bir yere

geçti. İmam da ona: "Niçin aydınlık yeri bıraktın?" dedi. Orada bulunanlardan

birisi: "Işık israfı olmasın diye böyle yaptıklarını söylüyorlar" dedi. İmam da :

"Söyledikleri ne de saçma" dedi.

HÜCCET’ÜL İSLAM VEL MÜSLİMİN SEYYİD AHMED HUMEYNİ

İMAMIN BENİ SADR'A KARŞI TAVRI

- Ben-i Sadr'ın, Devrim Muhafızlarına ait, üç veya dört sahte kimlik

dağıtması ve Devrim Muhafızlarını anarşiyle suçlamasından sonra Tahran'daki

üniversite olayları hakkında İmam'ın görüşü nedir?

- Bu olaylarda yalan apaçık ortadaydı. Bu olayları ilk olarak İmam’a ileten

bendim. Üniversite olaylarını (14 İsfend olayları) arkadaşlarımız bize telefondan

ulaştırıyorlardı. Yaklaşık her dakikasını haber olarak bize veriyorlardı. Biz çevreyi

tamamen kuşatmıştık. Devrim komiteleri ve devrim muhafızlarından kimlerin sahte

olduğunu biz biliyorduk. O tarihten itibaren imam o işe son vermeye karar verdi.

Bana bunu bir keresinde açıkladığını hatırlıyorum. Yine bu olayların meydana

geldiği zamanı hatırlıyorum, imam bana: "Git ve Ben-i Sadr'ın etrafında toplanan

kimselere bak" demişti. Ben İmam’ın bu sözlerden neyi kastettiğini anlamamıştım.

Fakat yine imam: "Ben-i Sadr'ın sonu geldi. Onda ümit yok" dedi. 14 İsfend

tarihinden itibaren Ben-i Sadr sorunu, İmam’a epey sıkıntı vermişti.

HÜCCET’ÜL İSLAM VEL MÜSLİMİN ŞEYH ABDUL ALİ KARHİ

Necefte bulunan Afganlı öğrencilerden bazısı İmam’ın mektubunu

Afganistan'a göndermek maksadıyla kopya etmişlerdi. Şah rejimi, bu mektupların

sınırdan geçmesine izin vermemişlerdi. Bu öğrencilerde o mektupları özel yollarla

gönderdiler. Fakat iki veya üç mektup Afganistan'ın hepsine yeterli olmadı. Bunun

için o mektupların postayla gönderilmesi kararlaştırıldı. Ancak İran Sefiri bu işi

anladı ve İmam’ın mektuplarını posta aracılığıyla gönderilmesine engel oldu. Ben,

merhum Şeyh Nasrullah Halhali ve İmam’ın taraftarlarından birisi, imam’ın

mektuplarının kuryeler eliyle dağıtılmasını kararlaştırdık. Çünkü İmam'ın

mektuplarını dağıtmak işi çok önemliydi. Deniz yolundan mektupları Afganistan'a

ulaştırılması için bir kişiyi göndermeyi, bu işi İmam'a bile haber vermemeyi karar-

laştırdık. Çünkü İmam, mektuplarını göndermekten münezzeh biri olarak bu işe

razı olmazdı. Ancak ben, o mektupları göndermeyi çok arzuluyordum. Çünkü

insanlar o mektupları istemekte ısrar ediyorlardı ve onlara ihtiyaçları olduğunu

söylüyorlardı. Şeyh Halhali ile birlikte bu işi yapmak için yolculuğa uygun olan bir

kişiyi bulmak hususunda ittifak ettik

Bir keresinde İmam: "O kişiye cevap vermem için bu şahsın adresini öğren"

dedi. İmam bu emri verdiğinde biz onu yapmayı hep beraber arzu ederdik. Fakat bu

kez, oraya göndereceğimiz kişiyle birlikte İmam’ın cevabını göndermeyi kendi

kendime düşündüm. Bunun üzerine, bir ya da iki gün sonra ayrılması kararlaştırılan

yolcuya İmam'ın cevabını vermek için ilk defa İmam'ın emrini yapmayı

geciktirdim. Şeyh mescidinde namaz kıldıktan sonra dönerken İmam bana: "O

şahsın adresini öğrenmeni istemiştim" diye söyledi. Ben de: "Afganlılardan birisi

Afganistan'a gitmeyi beklemektedir" dedim. İmam bize dönerek, bizden o işi yerine

ya en güzel şekilde yerine getirmemizi ya da hiç getirmememizi istedi. İmam

cevaba karşılık veriyordu. Ben o zaman o konuşmada İmam'a muhalefet ettiğimi

hatırlıyorum. İmam'a o zaman: "O şahıs gidecek" demiştim.

İmam: "Kim gidecek" dedi. Bende: "Birisi gidecek" dedim. İmam bu

soruyu evin kapısına varıncaya kadar üç ya da dört kere sordu. Ben de ona aynen

cevabı veriyordum. Bir keresinde İmam: "Mektupları göndermeyin, çünkü bu

imkânsızdır" dedi. Sonra konuşması değişerek "Bana haber vermeksizin diledikleri

gibi hareket ediyorlar" dedi. Ben o sırada titremeye başlamıştım. Hiç kimse bir söz

söylemeye cesaret edemedi. İmam, iç odaya girdi. Bunun üzerine ben misafirleri

karşılama odasına döndüm. Beni sıkıntı sarmıştı ve kendi kendime: "Bu şahsın

başka bir âlimin akrabası olduğuna şüphe yok. Bu karar yalnız benim ve Şeyh

Halhali arasındadır. İkimizden başka üçüncü bir kişi bu şahsı bilmiyordu" dedim.

Bundan sonra hemen gidip Halhalî'ye telefon ettim, İmam'ın cevaz vermediğine

dair haberi ona ilettim.

Bir keresinde de Şeyh Halhali, İmam'ın resimlerinden birini Lübnan'a

göndermişti. Bir gece İmam Harem'den döndükten sonra odasına girmişti.

Halhali'de oturma odasına birçok resim getirdi. Dolayısıyla birisinin resimlerinin

çıkarılmasıyla veya çıkarılmaması hakkında İmam'a haber verdiğini bilmiyorum.

Bu önemli değildi. Önemli olan bize o an ne diyeceği idi.

Bir başka gece İmam odasında, bende karşılama odasında idim. (Çünkü

ailem yoktu. Bu yüzden oturma odasında uyuyordum) Kalması gereken

hizmetçilerden birisi evine gitmişti, ben oturma odasında tek başına idim. İmam en

üst katta odasına oturmuş ve şöyle diyordu: "Resimleri getir" Ben de: "Tamam"

dedim. Ben resimlerden birini almayı düşündüm. Çünkü o resim güzel bir resimdi.

İmam'ın kitaplarının ve resimlerin olduğu oda İmam'ın odasına giden yolda ve

İmam'ın durduğu yerin altında idi. Resimlerden birini kendime alıkoymak istedi-

ğimde İmam üst kattan "Onlardan hiçbirini bir tek de olsa geri bırakma" diye

seslendi.

Ben "Tamam" dedim. Bundan sonra da resimleri istemede ısrar ettiler.

Bende onların isteklerini İmam'a ilettim, fakat onlardan hiçbirini bize vermedi.

Aksine bize: "Ben insanları dünyadan sakındırıyorum. Sizin bu isteğiniz

dünyevîdir" dedi. Bu olayların olması sonucunda ben bunları imam’ın

kerametlerinden olduğunu anladım.

İmam'ın Necef’teki evinde soğutucu (vantilatör) yoktu. Hava sıcaktı.

İmam’ı ziyaret eden kardeşler, nehirden esen rüzgârdan faydalanmak için günde bir

saat dahi olsa, Kufe'ye gitmesini ondan istediler. Ancak İmam bunu uygun

görmedi. Hâlbuki onlar, İmam’dan orada bir köşk veya büyük bir bina yapmasını

istemiyorlardı. Aksine onlar, İmam'ın oraya araba ile gitmesini ve dinlenmek için

bazı vakitler nehrin kenarına oturmasını istiyorlardı.

Özellikle şimdi İmam'ın çok sevdiklerinden birisi olan Seyyid Becneverdî

(r.a) ile ilgili olayı anlatayım. Bir keresinde o İmam’ı ziyarete gelmişti. Ben de

İmam’ın yanında oturuyordum. O geldi ve bir kişinin hikâyesini ve o kimsesizin

Kufe'nin havasından yararlandığını ve bu havadan bir fayda gördüğünü belirtti. Ve

önün faydalarını ve özelliklerini çokça tekrarladı. Ancak imam oraya (Kufe'ye)

gitmeyi uygun görmedi. Bunun sebebi sanıyorum ki, İmam'a İran’daki halkın

durumuyla ilgili günlük haberlerin ve cezaevlerinde işkenceye karşı direnen o

insanların durumuyla ilgili olan haberlerin gelmesidir. Bunun için bir saatliğine

dahi olsa Kufe'ye gidip oranın havasından faydalanıp orada beklemeyi istemiyordu.

Evinde hava soğutucu aletler olmamasına ve havanın çok sıcak olmasına karşın,

yine o evde bekliyordu.

İnsanlar, Necef’te bodrumlara, soğuk havadan yararlanmak için bazı ilkel

soğutucular yapıyorlardı. Biz İmam'a ondan bir tane yapmak istedik. Fakat imam

buna izin vermedi.

Bir gün kardeş Furkanî evden bir vantilatör getirdi. İmam namazdan

döndüğünde vantilatörü gördü ve "Ben burada Şeyh Furkanî'nin bir aletini

görüyorum" dedi. Odada bodrumla irtibatlı olan bir alet vardı. Bodrumdaki

havadan yararlanmak için vantilatör koymak, vantilatör koymak için de daire

şeklinde bir kutuya ihtiyaç vardı. İmam özel olarak kutuların konulduğu sandıktan

yararlanmayı emretti. Bunun üzerine biz İmam’a: "Bu sandık işe yaramaz. Çünkü

kısadır" dedik. O zaman imam kalktı ve: " O zaman başkasından yapınız" dedi. Biz

de ona: "Tamam, fakat biz, içinde kolaylıkla dönmesini sağlamak, amacıyla

vantilatörü koymak için bize geniş bir kutu yapması için marangozu çağırmayı

kararlaştırdık" dedik. Marangoz gereksinimlerini getirmişti. Bunun üzerine İmam:

"Bu şeylerde nedir?" dedi. Ben de: "Fayeber" dedim. Biraz sonra İmam beni

odasına çağırdı. Onun beni çağırması üzerine ben bodrumdan çıktım. Onunla

birlikte Seyyid Ahmet Humeyni ve Meşhedî Hüseyin (Necefli İmam'ın hizmetçisi)

vardı. Bize, daha önce duymadığım şiddetli bir tarzda şöyle dedi: "Ey Ahmet ve ey

Mustafa (sonrada diğer isimleri zikretti) siz hepiniz cehenneme girmeme ittifak mı

ettiniz." Fazlaca bir kıymeti olmayan iki parça fayeber yüzünden İmam'ın bu

dehşetli şekilde kızması beni şaşırttı. Fakat biz büyük gayretlerden sonra (hangi

sözleri kullandığımı hatırlamıyorum), İmam'ı, hatalarımızı bağışlamaya ve bu işi

tamamlamaya ikna ettik.

İMAMIN YÜCE AHLÂKI

Benim aciz kavrayışıma rağmen, İmam'la birlikte olduğum sürece İmam'ın

birçok yüksek melekelerini ve yüce sıfatlarını müşahede ettim. Ben İmam'ın

evinde, derslerinde veya çeşitli toplantılarındaki güzel ahlâkından binde birini

kazanmış olsaydım muhakkak bana bu yeterli olurdu. Ben bu büyük adamın

samimiyetimi, başın en üstünden ayağın altına kadar yüce sıfat ve ahlâkla

donatılmış bir deniz olmasından dolayı onu anlatmaktan acizim.

Ahmed Hasan Bekr Irak'ta Cumhurbaşkanı olduğu şuada İmam'ın evine

Bağdat hükümetinin Ayetullah Şaherudî (Necef’te yetki sahiplerinden birisidir)'nin,

mahkeme edilmesi için Bağdat'a getirilmesi isteminde bulunduğu haberi geldi. Bu

haber İmam’a gelince, İmam bana bu işi araştırmam için Ayetullah Şaherudî'nin

evine gitmemi istedi. Ben de gittim ve bu işi araştırdım ki, mesele duyduğumuz

gibidir. Gerçekten onlar utanmadan, Necef’te yetki sahibi olan bu zatı alıp

getireceklerdi. İmam benden Kerbela'ya gidip İmam'ın bana söylediklerini

söylediği sözü valiye söylememi istedi. İmam'ın söylediği sözü burada

hatırlayamıyorum. Fakat burada hatırladığım kadarıyla İmam'ın Ayetullah Şaherudî

ile ilgili övgü dolu sözleri vardı. Ben de Kerbela'ya gittim. Valinin evine geceleyin

vardığımda ona İmam'ın sözlü mesajını ilettim. O gece vali sanki bir anda tamamen

değişmişti ve bana: "Tamam, bu meseleyi halledeceğim" dedi. İki ya da üç gün

sonra bize telefon gelerek bu meselenin halledildiği söylendi. İmam, daima büyük

insanların çoğuna hizmet ederdi.

Necefte bazı kimseler İmam'ı tanımıyorlardı veya tanımak istemiyorlardı.

İmam karşıtı birçok propaganda yapılıyordu. Ancak onlar İmam'ın zayıf bir

noktasını dahi bulamıyorlardı. Bazı zamanlar şöyle diyorlardı: "İmam niçin düzenli

elbise giyiyor? Niçin İmam dosdoğru yürüyor? Veya niçin temiz elbise giyiyor?"

Bazı zamanlarda İmam'a şöyle mektup yazıyorlar:

"Sen bu merci konumunda niçin böyle güzel elbiseler giyiyorsun? Bu işin

insanların önünde uygun olmadığını bilmiyor musun?" Muhakkak onlar bir cehalet

içindedirler. Fakat yine de İmam'ın yapaklarının yüce bir adamın davranışları

olduğunu bilmektedirler.

İmam hakkında ileri geri konuşan kimselerden birinden duyduğum şeyleri

İmam'a anlattım. İmam da bana bir olay anlattı. (Bu birisi hakkında kötü

söylemekten uzağım. Onun huzurunda bir kimsenin gıybetine izin verilmezdi.) Ve

şöyle dedi: "Bana herhangi bir kişi geldi. Bana istediği şeyi söyledi. Ben de onu

malla birlikte gönderdim" (İmam bu kıssayı anlattığında ben bu şahsın İran'a giden

birisi olduğunu anladım) İmam'ın bu yolu, mü'minlerin emiri Hz. Ali'nin ve Hz.

Hasan'ın yolu gibidir. Dolayısıyla ben o gün İmam'a gelen ve karşı çıkan kimseyi

bilmiyordum. Ancak İmam'da bu küçümsemelere güzel ahlakıyla karşı koyuyordu.

Buna insanın gücü yetmezdi. Hiç kimse böyle olabilir mi? Bizlerden birisi en

küçük bir alay ve küçümseme olsa kendimizi nasıl sakinleştirebiliriz? Biz doğal

olarak buna güç yetiremeyiz. Ancak bu büyük İnsan (İmam) ise bunu kendisi yaptı.

İmam'ın Necef’te ikamet ettiği ilk günlerde, İmam'ın evinde çay dağıtılması

için bir kişiyi hizmetçi tuttuk. Bu hizmetçi kirli ve yırtık elbiseler giyiyordu.

Merhum Ayetullah Seyyid Mustafa Humeyni benden ona elbise almamı istedi. Ben

de: "Tamam" dedim. Ben de bu işi yapması için arkadaşlardan birisini

görevlendirdim. O gitti ve bir kumaş satın aldı ve sonra onu terziye verdi. Kumaşın

terzi ücretiyle masrafı 1.25 dinar, yani o günlerde 25 tümene denk bir para tuttu.

Masrafı verdim ve onu deftere yazdım. Çünkü yaptığım bütün masrafların tutarını

deftere yazmam benim sorumluluğumdandır. Günler sonra masraf katalogunu

İmam'a verdim. O gün veya başka bir günde -mescitte veya medreseden döndüğüm

zamanı hatırlayamıyorum- mesele zihnimde kalmamıştı. İmam bana: "Şüphesiz sen

ihtiyatlı hareket etmiyorsun" dedi. Ben o zaman ihtiyata muhalif bir işi yapmış

olduğumu hatırlayamadım ve İmam'a "Ne yaptım?" diye sordum. O da: "Elbise

işini bana haber vermeniz gerekiyordu" dedi. Ben de: "Ama beni bu işle

görevlendiren Seyyid Mustafa'dır dedim. O zaman İmam: "Bunu benim senden

istemem gerekir" dedi. İmam'ı gayet iyi tanıyordum. Ancak bu olay benim bilgimi

ve İmam'a olan şaşkınlığımı arttırdı. Çünkü İmam bu yetkiyi Seyyid Mustafa'ya

vermişti. İmam bana: "Benim senden istemem gerekir. Bu iş oğlumun değildir"

dedi.

İmam'ın akşam ve yatsı namazlarını cemaatle kıldığı Necef’teki Burucerdi

medresesinde, otomatik olarak açılan ve kapanan soğutucular vardı. Bu

soğutucularda soğutma hızını azaltan bir düzen yoktu. Bu soğutuculardan biri

İmam'ın namaz kıldığı yerin arkasında idi. O da İmam'ın sağlığına zarar veriyordu.

Çünkü İmam' yazın terlemiş olarak medreseye gelirdi. Bunun için o soğutucuya

derecelerini düzenlemek için arkadaşlardan birisi bir ayar düğmesi yaptı. Bana

Seyyid Mustafa, bu anahtarın masrafının iki ya da üç dinarı bulacağına inandığını

söyledi. Ben de bu işin bu kadar tutacağını hesaplamamıştım. Bunu üzerine Seyyid

Mustafa benden bazı harcamalar yapmamı istedi. Ben de İmam'a bu işi söyledim. O

da bu masrafın yapılmasına izin verdi. Seyyid Mustafa yine kendisi bu işi biliyor-

du. Ama ben bu işin kesin olması açısından imam, Şeyh Mescidinde namazı

kılmaktan dönünceye kadar bekledim. Evin kapısına İmam geldiğinde o işi ona arz

ettim. Ancak ben meramımı İmam'a güzelce anlatamamıştım. O benim masraf

yaptığımı sanmıştı. O zaman bana hoşuma gitmeyen bir söz söyledi. Ancak size,

bana ne söylediğini anlatacağım. Sert bir ifadeyle: "Ben öldüm mü?" dedi. Bu

sözden başka bir şey söylemedi. Ben de geceye kadar sabrettim. Birlikte medreseye

giderken İmam'a bu masrafı benim ödemediğimi söyledim. O zaman İmam'ın yüzü

tebessümle doldu. Ben bu ilahi melekeleri anlamaktan acizim.

Irak Hükümeti'nin insanlara baskıları şiddetlendiği ve İranlıları çıkarma

girişimleri başladığı sırada baskı, insanların kalplerinde korku derecesine ulaştı.

Âlimlerden büyük çoğunluğu da aynı korkuyu hissediyordu. Ama yalnızca İmam

bu korkuyu hissetmiyordu.

İğrenç Saddam o zaman Cumhurbaşkanının yardımcısıydı ve Ahmet Hasan

Cumhurbaşkanı idi. Onlar insanları bir tek kelime konuşamayacak derecede

korkutmuşlardı. Bu endişe ve korku atmosferinde İmam bir gece evinde insanları

toplayarak bir konuşma yaptı. Konuşmayı kaydetmek için bir alet konmuştu. Şu

anda ben İmam'ın cüretle konuştuğu bazı sözleri hatırlıyorum: "Bu hükümete

hükümet demek yakışmaz." Fakat Irak hükümeti bu sözleri kaydetmelerine rağmen

hiçbir şey yapamadılar.

İmam'ın evinde her gece oturduğu misafir odasında hali eksikliği vardı.

Yani odanın bir kısmında halı yoktu. Ben İmam'a bize izin ver bu odaya seccade

serelim dedim. İmam da: "Diğer odada halı var ondan serin" dedi. Ben de: "Oradaki

halılar başka cinstendir. Bu odaya uygun değildir" dedim. O zaman İmam: "Burası

Sadr-ı Azam'ın evimidir?" dedi. Ben de: "Sadr-ı Azamdan daha büyük. Çünkü o

İmam-u Zaman'ın (Mehdi'nin) evidir" dedim. Bunun üzerine İmam: "İmam-ı

Zaman'ın kendisi evine ne döşeneceğini sizden biri kadarda mı bilemez?" dedi.

Bir keresinde İmam benden ona bir cüppe diktirmemi istedi. Bende

tanıdığım bir terziye gittim ona: "İmam'a uygun bir cüppe istiyorum" dedim.

Terzide bazı kumaşların örnekleri vardı. İmam'a onlardan birisini seçmesi için o

kumaşları götürdük. İmam bana göre gerçekten ucuz ve adi olan ve tavsiye

edemeyeceğim bir kumaşı seçti. İmam'ın elbisesi o türdendi. Ancak onun elbisesi

devamlı düzenli ve temiz olurdu. İmam masrafın daha az tutması için bu tür

elbiseleri seçerdi.

Bir gün büyük zatlardan birisi vefat etmişti. İmam onun cenazesine

katılmak istedi. İmam'ı götürmek için bir taksi bulmamız gerekiyordu. Hava sıcak

olduğu için uzun süre sıcak havada kalmamasını sağlamak için bir taksi kiraladık.

Taksiyi getirdik ve İmam'ı ona bindirdik. Cenaze töreninin sonuna kadar taksi

bizim yanımızda yaklaşık bir saat kadar kalmıştı. Bende sefer ücreti gibi bir dinar

verdim. O zaman bir dinar yaklaşık yirmi tümene eşitti. İki ya da üç gün sonra

İmam'a hesap verdiğimde İmam beni azarladı ve: "Sen ihtiyatlı davranmıyorsun"

dedi. Ben araba ücreti olarak bir dinar vermiştim. Bunun üzerine ben: "Sizin oraya

gecikeceğinizi sanmıştım" dedim. Bunun üzerine İmam: "Hayır ben de başkaları

gibiyim. Niçin bu şekilde harcama yapıyorsun?" dedi.

Necef’te İmam'la olduğum bir sırada İmam eve gitmek istedi. Bana: "Bir

araba kiralayın, sakın taksi tutmayın" dedi. O arabalar zerafet ve temizlikten noksan

idiler. Ben onlara binmekten utanıyordum. Ancak İmam kendi sehmine (mali

hakkına) düşenin daha altında harcama yapmak istiyordu.

Gazeteci: - İmam son günlerine kadar arabaya mı biniyordu?

Ben son üç veya dört sene orada olamadım. Ancak İmamla olduğum

müddetçe gücü yettiğince arabaya biniyordu. Ama doğal olarak bazı zamanlar taksi

kullanıyordu. Esas önemli nokta İmam’ın sehminden (payından) oluşan tutarını en

az sarf etmeyi istiyordu. Bana, İmam'ın evinde hizmet eden Meşhedi Hüseyin şöyle

anlatmıştı: "Bir keresinde ben gittim ve bir tavuk satın aldım. İmam eve geldiğinde

beni gördü ve ne aldın?" dedi. Benim aldığım şeyi İmam öğrendiğinde hemen bana:

"Git ve satın aldığın şeyi geri ver" demişti.

Biz İmam'dan sadır olan bu harcamalara şaşırıyorduk ve biz bu konularda

eksik idik. Çünkü biz işlere başka yönlerden bakıyorduk. Bizim bakışımız diğer

yönlere yönelmişti. Bunun için bizim üzerimizde etkisi yeni olan İmam'ın yolu

hoşumuza gidiyordu.

Merhum Seyyid Mustafa Humeyni, İmam'ın Kum'da tutuklandığı ve

Tahran'a götürüldüğü geceyi bana şöyle anlattı:

"Biz Kum ve Tahran arasındaki bir yolda iken araba yolun dışına çıkmıştı.

Ben o an beni öldürmek istediklerini sandım. Ancak ben İmam da asla bir korku

alâmeti olmadığını gördüm."

Hicri 1343 (Miladi 1964) yılına İmam serbest bırakılınca Mescid’ül A'zam

(Büyük Cami)'da şu konuşmayı yaptı: "Allah'a andolsun ki, ömrüm boyunca korku

nedir bilmedim. Beni tutuklayan kimseler kendileri korkuyorlardı. Ben de onların

korkularını hafifletiyordum (yatıştırıyordum)".