ilahiyat dergisi - ktp.isam.org.trktp.isam.org.tr/pdfdrg/d02042/2003_2/2003_2_bozgozf.pdf · herder...
TRANSCRIPT
Dicle Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Yayınları No: 1 O ISSN 1303-5231
DiCLE ÜNiVERSiTESi • • •• •
ILAHIYAT FAKULTESI • •
DERGISI
Hakemli Dergi
ClLT: V SAYI: 2
DiY ARBAKIR - 2003-
D İLİN KA YNAGI VE İLK DİL PROBLEMi
Yrd. Doç. Dr. Faruk BOZGÖZ*
ABSTRACT
At the beginning of this article I dealt with language and the question of the origin of language. In the second part I studied in same theari es on the origin of language. There has been a good deal of theory on this, usually taking the form of trying to fınd out how languages developed from different ways of noise-making. Several guesses have been made and different proofs given. Among these are the following: imitatian calls in answer to animal noises, cries resulting from strong eınotion, and calls for help. Language as a human activity is much older than the earliest languages studied. I tned to fınd an answer to questions of w hat is the language, fırst language and basic language. Human speech or language is passed from generatian to generatian by a process of learning on the part of humankind or children, often with teaching by their parents or atlıers or their communities. Human progress is greatly speeded by the use of language; the knowledge and experience acquired by one person can be passed on to anather in language, so that in part he starts where the other leaves off.
Finally I have alsa presented the physiological and saciological dimension of foundation at language, and relationships between language and culture
GİRİŞ
İnsanlık tarihinin başlangıcından beri insan zihnini meşgul edip merak uyandıran "Dil nedir?" sorusuna verilen cevabların çok geniş bir tarihi ve edebiyatı vardır. Eflatun'un "Kratylos'undan tutun, Lukres'in "Natura"sına, Farabi'den Suyütl'ye kadar pekçok düşünür bu konuyu ele alıp incelemişlerdir. Modem dilbilim ekaileri ve kuramcıları, "dilin ilk kaynağının ne olduğu?" noktasındaki polemikli araştırma ve tartışmalardan uzak durmaya çalışsalar da bu konudaki eserler ve görüşler oldukça hacimli bir yekün tutmaktadır.
* Dicle Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Öğretim Üyesi.
24 Fa r u k B o z göz
Uzak durulmaya çalışılan bu konudan bigane kalmamayı zorunlu kılan önemli hususların başında, dilin esas mahiyet ve fonksiyonunu belirgin olarak dışa vuran, kainatın varoluşundaki en temel vazgeçilemez ve gözardı edilemez prensibi olan "hayat mücadelesi ve hayatın tekamülü" gerçeği yatmaktadır. Bu prensip ilkel insandan başlayarak günümüze kadar insanların bütün hareketlerini yönlendiren önemli bir etken ve onların bütün göstergelerinin anahtarı konumundadır.
Hayat göstergelerinden birisi olan dil, dün olduğu gibi bugün de psikolojik ve sosyolojik bir kurum olarak insanın vazgeçilmez unsuru olmayı sürdürmektedir. Canlı malıluklar temelde "maksadl"dirler. Yani bir amaç ve gayeye ulaşınaya çabalarlar. Bunun psikolojideki yansıması da 'horınic' veya 'purposivistic' denilen teorilerle ortaya çıkar2 • Dil ise, bu gibi fınaliteye doğru yürüyen teleolojik bir kurum olarak kendini gösterir.
Dil rrierkeze alınarak düşünüldüğünde, insandaki dil için söylenebilecek en önemli husus, ondaki doğal olan sözlü dilyetisi değil, bir dil kurma, yani ayrı ayrı kavramların karşılığı olan ayrı ayrı göstergelerden örülü bir dizge yaratma yetisidir3
• Belki de bu yüzden Allah, ilk insaria onun takdirindeki tüm varlıkları adlandımıa ·yeteneği ve iznini vererek dünyaya hakim olma imkanını vermiştir4 . Yine kutsal kitaplardaki Babil Kulesi hikayesi de insan hayatı için dilin köktenci önemine işaret etmektedir5. Fakat yine de uzun asırlar boyunca dil hakkındaki ciddi düşüneeye engel olan Hıristiyan Batı 'nın dinsel geleneği olmuştur. Bu yüzden dilin kökenine dair soru, tarihi süreç içerisinde yeni bir yol ve farklı bir perspektifle ancak Aydınlanma Dönemi'nde sorulabilmiştir. Dilin kökenine dair sorunun cevabı İncil'e dayanan yaratılış hikayesinin yerine, insanın tabiatında aranmaya başlanınca önemli bir gelişme kaydedilmiştir.
Dilin tarihi problemi iki boyutlu ele alınıp incelenmektedir. Dilin kökeni meselesi ve dilsel göstergelerin oluştuğu sürece yönelik araştırma; dilde ilerleme problemi, dili, varsayılan ilk durumundan tarihi dönemlerde aldığı biçimlere götüren gelişme dönemlerinin araştırılması.
2 "Evreni maksatlarla sonuçlar arasında bir ilişkiler sistemi olarak gören teori" anlamına Fransızca bir kelimedir. Bkz. Komisyon, Tiirkçe Sözliik, Basımevi, Ankara, ı 988, ll, ı445.
3 Ferdinand De Saussure, Genel Dilbilim Dersleri l-11, çev. Berke Vardar, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, tsz., I, 32.
4 Bkz. Kur'an-ı Kerim, 2 Bakara 37. 5 Bkz. Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 1-1 ı; ı I :2; ı I: ı -9.
Dilin Kavnağı ve İlk Dil Problemi 25
Dilin kökeni problemini eski çağlarda Yunan düşünüderi ortaya atmışlardır. Kavramlarla onları ifade eden terimler arasındaki bağları tartışan düşünürler ad ile nesne (isim-müsemma) arasındaki ilişkinin ya doğal bir bağ olduğunu ileri sürüyorlar, ya da bu konuda bir uzlaşmw:ian bir rastlantıdan söz ediyorlardı6• Uzlaşma düşüncesi, İslam dünyasında daha çok aklı ön plana çıkaran düşünürler tarafından savunulmuştur.
A- DİL VE D İLİN DOGUŞU
Kutsal kitaplardaki dilin kökenine ve ilk dile dair inançla yola çıkıldığı zaman, insanın dilsiz olduğu bir kökensel dönem hakkında soruşturmanın gereksizliği de ortaya çıkar7• Nitekim Hırıstiyan ve Yahudi dünyanın dil ve dilin bizzat kendisi hakkında araştırmalarda geç kalmalarının sebebi bu yüzdendir ve dile dair araştırmacı düşünüp sorgulamayı imkansız kılmıştır. Ancak İslam dünyasında daha İslam'ın ilk dönemlerde "dilin mevzill mi yoksa tabii mi?" olduğu şeklindeki dille ilgili tartışmaların başlamış olması, aksine bir sürecin başlamasına sebep olmuştur. Ancak burada Yunan düşüncesinin ve felsefesinin ilk dönem İslam düşünürleri üzerindeki tesirini gözardı etmemek gerek. Bu paralelde gelişen dilin kaynağı noktasındaki tartışmalarda "Dil tevklfidir; yani Allah katından insanlara ilham edilmiş bir olgudur." şeklindeki bir düşüneeye sahip olanlar; Allah'ın Adem'e her şeyi telkin ettiğini, insana ses mahreçlerini ve ses parçalarını bahşettiğini, kelimeleri oluşturduğunu, onları terkip ettiğini, harfleri ve lafızları anlamlarıyla birbirlerine bağladığını; bunları ya vahiy yoluyla, ya bazı cisimlerde sesleri oluşturma biçimiyle ya da zaruri bir bilgiyle insana verdiğini savunmaktadırlar. Bu görüşlerin sahipleri kelamcılardan Ebu'I-Hasen el-Eş' ari ve dilcilerden de Ebu'I-Hüseyin Aluned b. Faris'dir. Onlar kendi görüşlerini akll ve nakli delillerle delillendirmişlerdir8 .
Herder ve Wilhelm von Humboldt; dil, özünde insanidir ve bu insan, özünde dilsel bir varlıktır, fikrine sahiptirler. Onlar, insanın dünya
6 Bkz. Etlatun, Kratylos; Yahut Adların Doğruluğu Üzerine, Çev: .Suad Y. Baydur, Milli Eğitim Bakanlığı, İstanbul, 1997.
7 Bkz. James Strong, "The Exhaustive Conc01·dance of The Bible: Showing Eve!)' Word of The Text of The Conını01ı English Version of The Canimical Books and Evey Occurrence of Each Word in Regular Order; Together Wityh Dictionaries of The Hebrew and Greek Words of The Original with Re.ferences to The English Words", S.T.D., L.L.D., Riverside Book and Bible House' isimli kitabın "Language" maddesi.
8 Abdurrahman Celiiluddin es-Suyiiti, ei-Muzhir fi Ulılmi '1-Luğa ve Envdilıd, Daru'IFikr, Beyrut, tsz., I, 7-20; Miyşal Zekeriya, Bulws Elsımiyye Arabiyye, EIMuessesetu'l-Camiiyye li'd-Dirasiit, Beyriit, !992, s.59-74.
26 Faruk Bozgöz
görüşü için bu yaklaşımın köktenci önemini çözümlerneye çalışmışlar ve insarıl dilsel yapıların çeşitliliği üzerinde yoğun çalışmalarda bulunmuşlardır. Herder, dilin gerçekte insan tarafından bulunmuş olduğuna tam olarak inanmıyordu. Onun dil hakkındaki bu tutumu İbn Cinni'nin tutumuna benzemektedir9
• Bu düşünürler dilin, kimi zaman tanrısal kimi zaman da insansal yönlerini ön plana çıkarmaktadırlar ve "Dil, insanın düşünmesiyle yaratılmış olamaz, zorunlu olarak insanın iç doğasından fişkzrmış olmalıdır" temel kabulüyle hareket etmektedirler.
Dilin kökü, Herder' e göre, olgun bir embriyonun yaşama atılışı gibi, bir iç atılımdır. İnsan, bütün canlı varlıklar gibi, duygularını seslerle dile getirir, ama insan dili, yalnızca bu duygu dışlaşmalarından çıkmış olartıaz. Dil, bu duygu açılışlarından çıkmış olsaydı, dilin düşünsel biçimi hiçbir zaman kurulamazdı. Bu biçim, ancak insanı baştan beri hayvandan ayıran, insan ruhunun bir ana gücünün etkisiyle meydana gelmiştir. Bu da düşünmedir, reflexion'dur. Akıl (anlık-verstand) olmadan bilinçli insan dili olamaz. Öyleyse Herder' e göre dil; doğrudan doğruya duyuların bir ürünü ve aynı zamanda reflexion'un ve düşünmenin bir ürünü olarak kavranabilir. İnsanın tinsel yaşamını ancak düşünme kurar10
•
Tartışmalar hangi düzlemde sürerse sürsün, artık başlamış olan bu tartışmalardan sonra diğer bir adımın atılması kaçınılmaz olmuştur. Bu da dilin tabiiliği (naturalness) gerçeğidir. Böyle bir kanaatle birlikte ise, dilin kökenine dair soru dışlanmıştır. "Cennetin dilleri" bağlamında dini dillerin dilbilimi yönlendirmesi endişesinin böylesi bir tutum geliştirdiğini söyleyebiliriz1 1
• Hatta birçok dilbilim akademileri dilin kökenine dair araştırmaları gündemlerine alınama kararına varmışlardır12 •
B- D İLİN DOGUŞU İLE İLGİLİ TEZLER
Dilin doğuşu ile ilgili tezleri Ali Abdulvahid Vafi dört teori ile özetler13. Ancak, bu alandaki teoriler o kadar çok ve karmaşıktır ki bunlardan bazıları temelde aynı olsalar da kendilerini farklı kavram ve farklı atmosferlerde ifade etmişlerdir. Biz burada tüm bu söylenenleri -daha
9 Bkz. Ebu'l-Feth Osman ibn Cinni, e/-Hasdis, tah: Muhammed Ali en-Neccar, Beyrut, Daru'I-Huda, I, 33.
10 Bkz. Akarsu, Bedia, Wi/lıe/m von Humbo/dt 'da Dii-Kiiltiir Bağlantısı, İnkılap Yayınları, 1998, İstanbul.
11 Bkz. Olender, Maurice, Cennetin Dilleri; Tanrısal Bir Çift: Ariler ve Sami/er, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 1998.
12 A.g.e., s. 10. 13 Bkz. Ali Abdulvaahid Vafi, N eş 'etu 'l-luga mde '!-insani ve 't-Tıjli, Daru Nehdati
Misr, tsz, Kahire, s. 30-44.
Dilin Kaynağı ve İlk Dil Problemi 27
çok filozofların söylediklerini ön planda tutarak- şu şekilde maddeleştire
biliriz:
a) Dil ihtiyari ve keyfi bir kurumdur.
b) 'Pysis', yani insan iradesidir, 'nomos' yani tabiatın kendisinden doğmuş bir şeydir.
c) Hayvani bir içgüdünün tekamülü neticesinde ortaya çıkmıştır.
d) Hayatın zaruri ihtiyaçlarından doğmuştur.
e) İlahi bir ifşaattır.
f) Bir gizem ve aklın ayak izleridir.
g) İnsanın bizzat kendisi yaratıp ortaya çıkarmıştır.
h) Allah'ın insanlara verdiği bir lütuf ve arınağandır.
i) Antroposofık bir kurumdur.
j) "Bow-wow" gibi onomatopeia ve benzetmelerden ve işaret seslerinden oluşmuştur.
k) "Ye-he-ho" gibi clamor-concomitans denilen yardımlaşma haykırışlarından türemiştir.
1) "Pooh-pooh" gibi bağırma, çağırma ve nidalardan ortaya çıkmış-tır.
m) "Ding dong'' gibi ses mistikliğinden türemiştir.
n) Rastgele ortaya çıkmıştır.
o) İnsanların emosyenel şarkılarından türemiştir.
p) Cinsel ötüşme ve aşk şarkılardan kaynaklanarak ortaya çıkmış-tır.
r) Dini ayİnlerde birlikte kullanılan çağrıların sembolleşmesi neti-cesinde türeyip gelişmiştir.
s) İnsan ruhunun koordine edilmiş spantane bir refleksidir.
ş) Beyin, akıl ve dil organının birlikte tekamülünün bir ürünüdür.
t) Tabiarnstü bir kabiliyet ve şuurun transandantat bir ifşasıdır.
u) Doğuştan gelen içgüdüsel bir dinarnizmin ürünüdür.
ü) Materiyel kültür aksidir.
v) Fonetik tekamül neticesinde ortaya çıkmıştır.
28 Faruk Bozgöz
y) Pre-historik (tarihöncesi) k:urban-ayin gerekleri neticesinde doğmuştur.
z) "Histoire Naturelle"i (Tabii Taıihi) vardır.
Dilin kaynağı literatüründe ortaya atılan tezlerin özetleri, yukarıda ifade ettiğimiz şekilde ortaya çıkmıştır14 . Kuşkusuz bunlara yeni ekleme veya çıkarımlarda da bulunabilinir.
C DİLNEDİR?
Dilbilim alanındaki anlamıyla dil nedir? Burada dil olgusunu, dil yetisiyle karıştırmamak gerekir. Dil, dil yetisinin en önemli, ama yalnızca belli bir bölümüdür. Hem dil yetisinin toplumsal ürünüdür, hem de bu yetinin bireylerce kullanılabilmesi için toplumun benimsediği zorunlu, anlaşma ürünü kurallar bütünüdür15
• Tümüyle ele alındığında dil yetisinin pek çok biçime büründüğü, karmakarışık bir olgular bütünü olduğu görülür: Yukarda maddeler halinde gösterdiğimiz dille ilgili hususlar bu yetinin ilgili düşünürler tarafından önemsenerek öne çıkarılmasıdır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde dil yetisi birçok alana açılır: Hem fiziksel, fizyolojik ve anlıksal niteliklidir, hem de bireysel ve toplumsal özelliklidir. Dil yetisini insana ilişkin olguları kapsayan hiçbir bütüne yerleştiremeyiz. Hepsiyle birbiçimde ilintilidir. Bu konudaki Wilhelm von Humbolt'un yaklaşımı oldukça yerindedir. O, kendisine kadar gelen dil anlayışlarının hepsiyle birden savaşmıştır. Karşı olduğu ve savaştığı anlayışları şu şekilde sıralayabiliriz:
a) Diii insan aklının ürünü olarak ele alan rasyonalistlerle,
1 ~ Yukarıda maddeler halinde sunduğumuz görüşlerin sahibieri şunlardır: a) Demokrit; b) Sokrat, Et1atun; c) Aristo; d) Epikür; e) Augustin, Thomas Aquino, Dante; f) Bacon; h) Hamann, Bonald; i) Beck; j) Stoikler, Herder, Yoigtmann, Whitney, Curti; k) Noire, Max Müller; 1) Epikür, Yarron, Diador; Yitruv, Locke; De Brosess; Grim, Rousseau, Trombetti; m) Max Müller; n) Geiger, Noire; o) Jespersen; p) Darwin, Delbrück; r) Borinski; s) Lazarus, Steinthal; ş) Wundt, Humboldt; t) Leibnitz, Herder, Renan; u) Giesswein; ü) Marr; v) Regnault; y) H.de Barenton; z) Hovelacque. Bkz. Agop Dilaçar, "Güneş-Dil Antropolojist'; Üçüncü Türk Dil Kurultayı 1936; Tezler, Müzakere Zabıtları, hzr. Türk Dil Kurumu, Devlet Basımevi, İstanbul, I 937, s. 230-247; Bkz. S. Ullmann, Deını '1-Kelimeti fi '1-Lugati, tre. Kemal Muhammed Bişr, Mektebetu'ş-Şebab, Kahire, 1962, s. 88; İbrahim Enis, Delaletu'l-Elfaz, Mektebetu'l-Encela'l-Mısriyye, Kahire, 1993, s. 20; Ali Abdulvahid Yafi, N eş 'etu '1-Luga mde '1-İnsani ve 't-Tıjli, Daru Nehdati Misr, tsz, Kahire, s. 1 O.
15 Bkz. Zeynel Kıran, Dilbilim Akımları, Onur Yayınları, Ankara, 1996, s. 57-61; Munzir Ayaşi, e!-Lisfıniyydtu ve'd-Delfıle; el-Kelime, Şam, 1996, s. 135.
Dilin Kavnağz ve İlk Dil Problemi 29
b) Dilin, doğanın seslerini öykünıneden doğduğunu ileri süren pozitivist! er.
c) Dili duyuların bir kendilerini açması olarak kabul eden empiristler.
d) Dili Tanrı tarafından insanlara hazır olarak verilmiş olarak kabul eden teolojik görüşlerle savaşmıştır.
Humbolt'a göre tek insanın; her zaman bir bütünle, ulusu ile ve öteki insanlarla bağlantısı vardır. Her insan, gereksinimlerinin giderilmesi için zorunlu olarak bir topluluğa bağlıdır. Bu bağlanınada öteki insanlarla anlaşması dil yoluyla olur. Ancak bundan dilin bir alıp-verme aracı olduğu, karşılıklı yardımlaşma gereksiniminden doğduğu sanılmamalıdır. Dil, İbn Cinnl ve Farabi'nin de vurguladığı gibi insanlığın bir iç gereksiniminden doğmuştur. Sadece topluluğun ilişkilerinde bir görüşme olayı değildir, insanın doğasında bulunan bir şeydir 16
•
D- İLK DİL TEMEL DİL
İlk dil veya temel dil ne idi? Bu kavrama kaynak birliği (monojenez) prensibi ile yaklaşmak zorunlu mudur? Buna karşılık ileri sürülen kaynak çokluğu (polijenez) tezi ne kadar haklıdır? İşte "dilin kaynağı ve en eski dil" gibi problemlerle Hintili olarak bizi karşılayan sorular bunlarla başlamaktadır.
Böylesi tartışmaların temelinde "en eski, öyleyse en üstün" prioritisinin etkisini yadsımamak gerekir. Buna kaynaklık eden unsur ise; Yahudi bakışaçısının bu alandaki Tekvln merkezli "el-Evail" biçimindeki, diğer ırklar üzerine kurmak istediği üstünlük psikolojisi olsa gerektir. Gerçi bu "el-Evail" anlayışı, daha sonra müslümanlar arasindada yayılmış olsa da ilgilendiği konular Yahudiler'in gündemindeki konularla örtüşür. Bu tartışmaların uzantılarını, modem dilbilirnin kendi ayakları üzerinde durmaya çalıştığı ilk dönemlerinde de gözlemleriz1 7
•
Aslında dili "Tanrı tarafından insanlara hazır olarak verilmiş olarak kabul eden teolojik görüş" mensupları ilk dil veya temel dil konusunda daha harniyetli davranmışlar ve pekçok görüşler serdetınişlerdir. Dil, dilin
16 Fiiriibi, Kitabu '1-Huruf, tah: Muhsin Mehdi, Daru'l-Meşrik, Beyrut, 1970, s. 137-138; "Wilhelm von Humbol dt, Gesammelte Sclıriften, Berlin, I 907, s. 20" den aktaran Akarsu, Bedia, Willıelm von Humbo/dt 'da Dil-Kiiltiir Bağlmıtısı, İnkılap Yayınlan, 1998, İstanbul, s. 15-25.
17 Bkz. Bu alandaki tartışmalar için; Olender, Maurice, Cennetin Dilleri; Tanrısal Bir Çift: Ariler ve Sami/er, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 1998; Umberto Eco, Avrupa Kültüründe Kusursuz Dil Arayışı, Afa Yayınlan, İstanbul, 1995.
30 Faruk Bozgöz
kaynağı ve dil yetisi üzerine modern dönemlerde söylenenleri aratmayacak yeterlilikte değerlendirmeleri Fanlbl'nin Kitabu'l-Hurilfunda görmekteyiz18. O dilin ortaya çıkışı ve ilk dil konusunu şöyle betimlemektedir:
"İşte böylece bu hallan kullandığı harfler ve bu harflerden oluşan lafiz/ar oluşur. Önce bu oluşum halk içerisindeki birbirleriyle aniaşan kimseler arasında gerçekleşir. Bu şu şekilde cereyan eder; kazara halktan birisi başka birisine hitap ederken, bir sesi veya la.fzı herhangi bir şeye delalet etrt1esi için kullanır ve işiten de bunu ezberler. Daha sonra bu söz veya la.fzı işiten kimse aynısıyla bu la.fzı hafizasında tutar ve ilk defa telaffuz eden kimseye hitap ederken kullanır. Bunu işiten kimse de işittiğini taklit eder ve uygular. Böylece bu iki kimse bu la.fzı benimserler ve üzerinde uzlaşmaya varır/ar. Daha sonra ise; bu lafiz bir topluluk arasında yaygınlık kazanıncaya kadar bu lafızla başkalarına hitap etmeyi sürdürürler. Bundan sonra ise; o topluluğun içindeki bir kimse gönlünde çevresindeki insanlardan birisine anlatmaya ihtiyaç duyduğu bir şey olduğu zaman yeni sesler bulur ve o sesin sahibi onu önceki biçiminde olduğu gibi gösterge haline getirir. Başkaları da bu sesi ondan dinler/er, işiten her bir kimse onu ezberler ve bu gösterilene gösterge kılar. O bölgenin insanlarından olan kimseler de teker teker böylesi seslendirme/eri oluşturmaya devam ederler. Kendi durumlarını düşünen kimseler, henüz üzerinde bir uzlaşmaya varmamış oldukları ve delalet etmesi için seslendirme/erde ittifak etmedikleri geriye kalan hususlara ait seslendirmelerden ihtiyaç duydukları şeyleri oluşturuncaya kadar bu devam edip gitmiştir. Böylece o, bu hallan dilinin ilk mucidi olmuştur. Ve o zamandan beri de zaruri durumlarda ihtiyaç duydukları her şey için lafiziarın konulmasına çözüm getirilmeye devanı edilmiştir19."
Eskilerin ifadesi ile "menşe vahdeti" veya "menşe kesreti" tartışması oldukça eskidir. Bu tartışmaların tarihçesini çıkarmayacağız. Ancak, dil antropolojisi alanına giren "dilin ilk kaynağı" konusundaki bazı antropolojik prensiplerden bahsetmekte fayda olduğu kanaatindeyiz.
İnsanın kökeni ve ilk insanlar konusunda fikir yürütenlerden monojenistlere göre, insana benzer bir malıluktan insan soyunun tekamülü yerkürenin yalnız bir noktasında ve yalnız bir defada olmuştur.
18 Muhammed Benabd el-Ali Sebila, el-Luğa, Daru Tubqalli'n-Neşr, Mağrib, 1994, s. 20.
19 Fariibi, Kitabu'l-Hımtf, thk: Muhsin Mehdi, Daru'l-Meşrik, Beynıt, 1970, s. 137-138.
Dilin Kaynağı ve İlk Dil Problemi 31
Polijenistlere göre ise; bu tekamül birçok noktalarda ve farklı zaman dilimlerinde meydana gelmiştir. Bu anlayışları benimseyen bilimadamları da dilin kökenine ve kaynağına ait düşüncelerini, paralel bir şekilde geliştirip sürdürmüşlerdir.
Dilin kaynağı meselesini hiçbir bilim kendi başına halledememiştir. Bu yüzden bu konu oldukça girift, karmaşık ve çok boyutluluğunun gizemiyle birlikte sürmüştür. Dili incelerken devreye ırk, kültür, toplum ve bireyin de girmesi zorunlu bir hal almaktadır. Burada W. Schmidt'in "kulturkreis" nazariyesi dikkat çekmektedir. Onun bu teorisinde ırk, dil, kültür kavramları birbirine karışmaktadır20 • Çok geniş bir realite olup ta çoğunlukla yanlış anlamda kullanılan 'soy' veya 'ırk' kelimesinin tam manasını tespit etmek için antropologlar epey çalışmışlardır. Genel olarak dillerin tasnifleri ırklara göre yapılagelmektedir.
İlk dil ne olursa olsun genel anlamıyla bu dilde ad, hiçbir biçimde nesnenin özünü dile getirmemekteydi. Çünkü o zamanlar bilinmeyen nesneler karşısında insanları içgüdüsel olarak tepki vermeye zorlayan tutkunun güdülerine uyarak eğretileme yoluyla konuşulmaktaydı. Bu yüzden konuşucu, eğretilemeli ve yanlış olarak, ezgiye daha yakın ve sözel dilden daha az eklemli, farklı ilişkileri içinde aynı varlığı dile getirmek üzere birçok eşanlamlı sözcükle dolup taşan bir dil kullanmak durumunda kalmaktaydı. Başlangıçta az sayıda soyut sözcük bulunduğundan, dilbilgisinin düzensiz ve anormalliklerle dolu olduğu kaçımlmaz oluyordu.
1. Dilin Temelindeki Psko-Sosyal Boyut
Dil, Wundt'tan21 beri "psikolojik ve sosyolojik kanunlara bağlıdır," temel kabulüyle incelenip araştınlagelmektedir. Her ne kadar bir kanuna bağlı bulunmak, bütün olarak ondan doğmuş olmağı icap ettirmese de dil, Durkheim ve Saussure'ün etkisinde kalan pekçok dilbilimcinin kabul ettiği gibi sosyosentirik yani "sosyal merke~liği" ağırbasan kurumlardandır. Dildeki bireysel ve toplumsal unsurlar incelenirken dilin, sosyal ihtiyaçları karşılamak için bireyin anlıksal şahsi gayretleriyle meydana getirilmiş bir olgu olduğu ortaya konulur ve vurgalanır. Oysaki dil sadece sosyal iletişim aracı değildir. İnsanlar birbirini anlayabilmek için konuşur demek, dilin bu karakterini gereğinden fazla ön plana çıkarmak olur. Bin-
20 Marvin Harıis, The Rise of Antlıropological Tlıeory, New York: Thomas Y. Crowell Company, 1968, s. 383.
21 Bkz. A. L. Blumenthal, Language and psyclıology: lıistorical aspects of psyclıolinguistics, New York, 1970; A. L. Blumenthal, A re-appraisal of Wilhelm W un dt. American Psychologist, 30, New York, 1975, s. 1081-1088.
32 Faruk Bozgöz
lerce insanın birbirini anlamak zorunluluğunda olmuş olması ve bu zaruretin de tatminin dil vasıtasıyla gerçekleştiriliyar olmasından hareketle dilin salt toplumsal bir kurum olduğunu iddia etmek objektif bir değerlendirme olmaz.
Sosyal ilişkiler, hatta sosyal teşriki mesai, hernekadar dilbilimsel anlamıyla olmasa da dil yetisine sarup· olmayan hayvan topluluklarında da bulunmaktadır. Bu yüzden "sosyal hayat tek başına dili doğurmuştur" diye bir savı ileri sürmek çok ta bilimsel olmaz. Zira; çocuk pedogogları, çocuk gruplarının biribirini dinlemek ve anlamak gayesi göstermeksizin, kimseye hitap etmeden kendi kendilerine yüksek sesle "monologue collectif' yaptıklarını zikretmektedirler22
. Buradan hareketle, çocuklarda bile dilin, sadece sosyosentirik değil, aynı zamanda egosentirik bir fenomen olduğunu söyleyebiliriz. Yetişkinlerdeki kendi kendine içten düşünme, konuşma, daillli, sessiz, gizli sözü de gözönünde bulundurarak dilin sırf sosyosentİk bir kurum olmadığını ortaya koymaktadır. Bu yüzden dile dair araştırmalarımızda dildeki psikolojik boyutları da gözönünde bulundurmamız gerekmektedir. Tüm bunlardan sonra diyebiliriz ki dilin kaynağına psiko-sosyolojik boyuttan bakmak daha objektif bir yaklaşım olur.
Dil yetisinin hem bireysel bir yanı, hem de toplumsal bir yanı vardır. Bunların biri olmadan öbürü düşünülemez. Dil yetisi her an yerleşik bir dizgeyle bir evrim içerir; hem çağdaş bir kurumdur, hem de geçmişin ürünüdür her an. Dizgeyi tarihinden, bugünkü durumu eski durumundan ayırt etmek ilk bakışta insana kolay görünür. Gerçekteyse, bunları birleştiren bağ öylesine sıkı bir bağdır ki, bu iki yönü birbirinden ayırınakta güçlük çekeriz.
Acaba dil olgusunun kaynaklarına insek; örneğin, çocukların dilini inceleyerek işe başlasak sorunun çözümü kolaylaşır mı? Kolaylaşmaz, çünkü dil yetisi konusunda başlangıç sorununun sürekli koşullar sorunundan ayrı bir şey olduğunu sanmak son derece yanlış olur ve bizi bir kısır döngü içinde mahkum olmaktan kurtaramaz.
Dil y~tisini aynı anda birçok yönde incelediğimizde, dilbilimin konusu, aralarında bağ bulunmayan, karınakarışık bir olgular yığmı gibi görünür. İşte, bu türlü bir yol izleyince de birçok bilime -ruhbilime, insanbilime, kuralcı dilbilgisine, betikbilime, vb.- açık kapı bırakılmış olur. Oysa, bu bilimler dilbilimden kesinlikle ayrılması gerekir. Ama yanlış bir
22 Paul M. Jurczak, Educational Psyclıology Review; Sep., 97, Vol. 9, lssue 3, s. 3 I 1-8.
Dilin Kavnağı ve İlk Dil Problemi 33
yöntem yüzünden bütün bu bilimler dilin kendi alanlarına girdiğini ileri sürebilirler23
•
Dili öbür toplumsal kurumlara benzetebiliriz. Böyle olunca, dil aracı olarak ses aygıtını kullanışımız rastlantı ürünüdür. Kolayımıza gelmiş, ses aygıtını seçmişizi El, kol, baş hareketlerini de seçebilir, işitim imgeleri yerine görsel imgeler kullanabilirdik Çok kesin yargılı bir sav olmasına rağmen biz yine de dilin her bakımdan öbür toplumsal kurumlara benzeyen bir kurum olduğunu kabul etmeliyiz. Dilde ses örgenlerini seçişimizi rastlantıya bağlarken de çok ileri gidilmiş olur. Bunun tıpkı dil yetisi gibi ilahi bir boyutunun da olduğunu yadsımamak gerekir. Aslında dil bir sözleşme, bir anlaşmadır ve üstünde anlaşmaya varılan göstergenin öz niteliği önemsizdir. Bundan ötürü de, dil yetisi konusunda ses aygıtı ikincil bir sorun olmalıdır. Bu paralelde Kuran'da ilk insanAdem'in yaratılışı hadisesinde Sausseure'de ifadesini bulan 'içsel bir patlama' ile söze ihtiyacın hasıl olduğunu görmekteyiz. Bu içsel patlama tövbe ihtiyacından kaynaklanmaktaydı. Ve bunun sonucu olarakta "Adem Rab'inden kelimeleri aldı (telakki etti)".24
Dile Wittgenstainca bir yaklaşımla bakarsak o zaman 'Dilimin sınırları dünyarnın sınırlarıdır.25 ' diyerek bize intikal etmiş olan dil ve dil formları içerisinde düşünce dünyamızı ve metodolojimizi de oluşturabiliriz. Dolayısıyla da 'sınır yalnızca dilin içinde çizilebilecektir ve sınırın ötesinde kalan basitce anlamsız olacaktır.26 ' Bu ise düşünen ve dünyaya müdahil olmak isteyen insanı pekçok noktadan çıkmazlar içerisine sokacaktır. Aslında bizler insan olarak bu sınırları yine dilin içerisinde ifadesini bulan 'mecaz' kavramıyla aşabiliriz ve insanı yine insanın kurmuş olduğu bir yapı içerisine hapsetmiş olmayız. Dil içerisinde, mecazı kulla~ narak dil ile, öteleri meta-linguistik alanları ifade edebiliriz. Hatta hiçbir resim vermeyen matematiği bile iğreti resimlerle mecazla anlatmak mümkündür27
.
23 Bkz. Perdinand De Saussure, Genel Dilbilim Dersleri 1-11, çev. Berke Vardar, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, tsz., s. 60-69.
24 1 Bakara 37. 25 Ömer Naci Soykan, Felsefe ve Dil; Wittgenstein Üzerine Bir Araştırma, Kabalcı Ya
yınları, İstanbul, 1995; Ludwig Wittgenstein, Tractatus Logico-Piıilosoplıicus, s. 305.
26 Ludwig Wittgenstein, Tractallls Logico-Piıilosoplıicus 'un Önsözii. 27 Ömer Naci Soykan, Felsefe ve Dil; Wittgenstein Üzerine Bir Araştırma, Kabalcı Ya
yınları, İstanbul, 1995, s. 156, 253.
34 Faruk Bozgöz
Klasik dilbilim ekolünün ileri gelenlerinden Perdinand de Saussure, kitabının sonunda28 "La language la plus ancienne et la prototype", "Les Reconstructions29
" ve bir de "Paleontoloji Linguistique" adlı başlıklar açmışsa da, bunların hep şüpheli, karanlık ve tehlikeli olduğunu ileri sürerek bu konuları fazla uzatmamıştır. Zaten 18. Yüzyılın son yıllarında ve 19. Yüzyılın başlarında tüm dünyadaki insan bilimleri, özellikle botanikten, biyolojiden, jeolojiden ve paleontolojiden alınan yeni kavramsal gereçleri kabul eder30
• Saussure'de böylesi bir akımın etkisi ile 'Dilbilimsel Paleontoloji' üzerine çözümler üretmektedir. Saussure'e göre, dilde belirli bir zaman 'Synlıcronique: Eşzamanlı', bir de tüm gelişim süresi boyunca geçerli olan 'Diachronique: Artzamanlı' kanunlar vardır. Dilde, fizik, matematik kanunları gibi mutlak, genel ve· ebedi kanunlar (panchronique) var mı, sualine Saussure bunların mevcudiyetini kabul etmekle birlikte, hiçbir dilbilimsel değeri olmadığını da ilave etmiştir31 •
Her asır kendi anlayışının ve felsefesinin gramerini yapmıştır. Orta zamanlar, gramerini "lojik" üzerine kurmuş ve onsekizinci asra kadar genel gramer salt lojiğin bir uzantısı, devamı olmuştur. 19uncu asır ise, olayları gözlemlemek için Rönesanstan beri, fızik ve doğa bilimlernin takip ettiği metotların verdiği pisişik ve sosyal olayları da kapsayarak her dilin gramerini birbirine bağlı olgular topluluğu haline vardırmıştır.
2. Dil-Kültür Arasındaki ilişki
Dille kültür arasında sıkı bir ilişki vardır. Yeryüzünde birçok dil ve kültür çevreleri meydana gelmiştir. Kuvvetli dil ve kültür, zayıflara hakim olmuştur. Burada etnik gruplarla, bunlardan daha geniş olan kültür çevrelerini birbirine karıştırmamak gerekir. Bu anlamda dil çevreleri ile kültür çevrelerini daha dakik ve birbirinden a:yrı incelemeye tabi tutmak gerekir.
Yeryüzünde anadil var mıdır? Eğer dilin kökenine dini yaklaşımlarla yaklaşır ve cennetin dillerini kutsayarak yola çıkılırsa cevap "Evet"
~8 Ferdinand de Saussure, Cours de Lingııistique General e, Paris, 1931, s. 295, 299, 306.
29 Ferdinand de Saussure, Genel Dilbilim Dersleri, "Üçüncü Bölüm; Yeniden Oluşturmalar'', Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1976, II, 85-88.
30 P. B. Salmon, "The Beginings of Morphology; Lingııistic Batanizing in the Ullı Centwy", Historiographia Lingnistica, I, 3, 1974, s. 313-339.
31 Ferdinand de Saussure, Genel Dilbilim Dersleri, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1976, ll.
Dilin Kaynağı ve İlk Dil Problemi 35
olacaktı?2 • Ama ''yoktur ve olmamıştır" cevabı verildiğinde prehistorik zamanlardaki dilin insanileşmesi sürecinde dil, ünik değil, üniter olması gerekirdi. Zira dil bu durumda tek bir kaynak, ya da Aderrıl olmayan bir süreci yaşamış demektir. Bu durumda da daha sonra birbirine karışmış pekçok rüşeym diller bulunmaktaydı, denilebilir. Böylesi yaklaşımlar ise yeryüzünde başlangıçta tek bir anadilin olmadığını ortaya koyar ki neticede yine bu konuda fikir yürütenleri; "hakim ırk, kültür, ve dil menşeini ve ona beşik olan araziyi aramak" girdabına sakmuş olur. Bu da beraberinde "insan soyundaki self determinasyon" ya da "dünyadaki yüksek kültüre sahip ırk" kavramiarına araştırmacıları mahkum ve icbar eder. Böylesi bir handikap ise dilbilimin konusu, alanı ve yönteminden uzak bir durumdur.
Ama bu konuyu bilimsel bir düzlemde ele alabilmek ve meseleyi iyi arılayabilmek için, dilyetisinin ilkel bir biçimi olan bireysel eylemi aşarak toplumsal olguyu ele almak gerekir. Böylece, dil yetisiyle biribirine bağlanan bütün bireyler arasında, bir çeşit ortalama sağlanır: Bunların tümü de -özdeş bir biçimde değilse de yaklaşık olarak- aynı
kavrarnlara bağlı aynı göstergeleri kullanırlar. Sonuçta akla şu sorular gelir: "Dildeki bu toplumsal billurlaşma nasıl gerçekleşmektedir ve kaynağı nedir? Acaba çevrimdeki bölümlerden hangisi söz konusu olmaktadır burada? Çünkü, büyük bir olasılıkla bu işe, hepsi de aynı oranda katılmamaktadır. Fiziksel bölümü hemen bir yana bıraksak bile bilmediğimiz bir dil konuşulurken sesleri duyarız duymasına, ama konuşulanları anlamadığımız için toplumsal olgunun dışında kalırız.
Konuşan kişilerde büyük ölçüde aynı izierin oluşması, alıcı düzenleyici yetilerin işleyişiyle gerçekleşir. Dili geri kalan her şeyden kesinlikle ayırabilmek için bu toplumsal ürünü nasıl canlandırmahyız gözümüzde? Bütün ·bireylerin anlığında bulunan söz imgelerinin tümünü kucaklayabilsek, dili oluşturan toplumsal bağı da yakalayabiliriz. Sözün kullanılması yoluyla, aynı toplumdan olan kişilerde gerçekleşen bir birikimdir bu; her beyinde, daha doğrusu bir topluluk oluşturan -çüf!:kü dil kimsede eksiksiz değildir; yalnız toplumda bulunur eksiksiz olarak-'' yer alan gücül bir dilbilgisi dizgesidir.
Dili sözden ayırmak gerekir. Bu da a) Toplumsal olguyu bireysel olgudan; b) Önemli olguyu önemsiz, belli oranda rastlantısal nitelik taşıyan olgulardan ayırmak demektir. Dil, konuşan kişinin bir işlevi değildir, bireyin edilgen bir biçimde belleğine aktardığı üründür. Hiç önceden ta-
32 Bkz. Umberto Eco, Avnıpa Kiiltiiriinde Kıısıırsıız Dil Arayışı, Afa Yayınları, İstanbul, 1995, s. 21-23.
36 Faruk Bozgöz
sarlama gerektirmez. Bilinçli düşünce yalnız sınıflandırıcı etkinlikte işe karışır.
Oysa, söz, bireysel bir istenç ve anlak eylemidir. Bu eylemde: 1. Konuşan bireyin, kişisel düşüncesini anlatmak için dil dizgesini kullanmasını sağlayan birleşimleri; 2. Bu birleşimleri dışa iletmesini sağlayan anlıksal-fiziksel düzeneği birbirinden ayırmak gerekir .
.SONUÇ VE DEGERLENDİRME
Sonuç olarak dil, insana hazır olarak verilmiş bir olgu olarak düşünülmemelidir. Zira; insanın kendisinden zorunlu olarak çıkmış ve çeşitli evreler geçirererk gelişimini tamamalamıştır. Dilin yapısı ve sistemi, insanda bulunan genel dil yetisinden ve insanın söylemeye gereksinmesinden doğmuş ve bir insan topluluğu içinde meydana gelerek tezahür etmiştir. Anlama ve konuşma ise, aynı dil gücünün birer eylemleridir. Dil konusunda her fert, ayrı bir bireydir. Ancak, bireylerin dil dahil her yöndeki bu çeşitliliklerinin yanısıra insan doğasının bir birliği bulunmaktadır. Dil, anlama, iletişim ve konuşma bu birliğe dayanır. Toplu konuşma da irısan doğasında bulunan dil gücünün konuşanlar arasında karşılıklı uyandırılmasıdır. Dil, insan soyunun tarih boyunca varoluşu ile birlikte yol katetmiştir. İnsan, dilde, içinde yaşadığı zamanın duygusuna daha bağlı olduğu halde, uzak geçmişi de açık ve canlı olarak hisseder ve sezer. Dil, bu iki duyguyu birleştiren bir gerçekliktir. Çünkü, dil daha önceki kuşakların duygularından ve akıl güçlerinden süzülerek geçmiştir. Geçmişin tecrübesi ve yaratıcılığı ya da olumsuzlukları dilde gizlidir.
Aslında dil, sürekli yenilenen ve her daim kendisini yerıiden oluşturan bir olgudur. Bu yüzden yazılı dille sözlü dil arasında da bir ayrıma gitmek gerekir. Dilin yazı biçiminde saklanması, derin dondurucularda sebze meyve saklamaya benzer. Sözlü dil ve konuşulan dil bir etkirıliktir. Yazı lı dil ise bir üründür. Okunduğunda okuyucu metin ilişkisi düzleminde etkinliğe, eneıjiye ya da edirne dönüşür. Belki bu sebeble dile tarihsel yöntemle bakmak ve tanımlamak daha doğru olur.
Gerçekte dil bir yandan insanın doğasında bulunan bir şey, öte yandan hazır olarak verilmiş bir şey değildir. Tarihsel bir gerçekliği vardır ve tarih içinde gelişir. Burada bir diyalektik bulunmaktadır. Bu da bizi dilin kökeni sorunundan uzaklaştırır ve köken sorunu zorunlu olarak dışarıda kalır.
Böyle bir diyalektik, insandaki "dil yeteneği'' ve "dil gücü" ile çözülüyor. İnsandaki dil yeteneği doğrudan doğruya verilmiş olan bir şeydir. insanda bu yetenek olmasaydı dil öğrenilemezdi. Dile olan bu yetenek, insanın yapısında vardır. Dilin kendisi verilmiş bir şey değildir, ama
Dilin Kaynağı ve İlk Dil Problemi 37
dile olan yetenek verilmiştir. İnsandaki bu dil yeteneğinin nereye dayandığını sormak, bizi yine dilin kökeni sorununa götürür. Bu sorun da çözülemez. Bugünün dil araştırıcıları, fılozotları, insanbilimcileri şu noktada birleşiyorlar: Dilin kökü sorunu yalnız bir kez için düşünülebilir, o da insanın kökü düşünüldüğü zaman; dil, insan olmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Hiçbir gelişme öğretisi, hiçbir 'mutation' insanla hayvan arasındaki uçurumu kapatamaz.
İnsanın varolabilmesi baştan beri dil yetisinin gücüne bağlıdır. Dil insan olmakla eşdeğerdir ve insanolma zamanında ortaya çıkar. İnsan olmak ise, etkin ve edilgin biçimleri içinde dili şart koşar. İnsan, -özellikle bir çocuğun; oyun, koşma, öykünme gibi yetenekleri ile- dile olan yatkınlığını doğuştan getirmiştir. Eğer çocuk veya insan türün{in dile böyle bir yatkınlığı olmasaydı, insan hiçbir zaman dile eğilim duyamazdı. Dilin oluşumunda başlangıçtan beri sayısız kuşaklar birlikte çalışmışlardır. Dil kuramında dilin doğuşu ile gelişmesi birlikte göz önünde tutulması gerekir. Dil insanoğlu tarihi boyunca gelişmiş ve insan kuşakları işlemişlerdir. Bu bakımdan, insan ruhunun, sürekli olarak, ayrımiaşmış sesleri düşüncenin anlatırnma elverişli hale getirme çalışması ve uğraşı dilin oluşumundaki en büyük amil olmuştur.