İncir Çekirdeği dergisi sayı:8

50
Kasım 2014 Sayı: 8 dil, edebiyat, kültür, sanat Kalemden Perdeye! Yazarlar ve Hayatlarını Anlatan FİLMLER Doğulu Bir Kafka: SÂDIK HİDAYET “Ferman Padişahın, Dağlar Bizimdir” DADALOĞLU YAHYA KEMAL 130 YAŞINDA

Upload: incir-cekirdegi-dergisi

Post on 06-Apr-2016

273 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

İncir Çekirdeği Kasım 2014 Sayısı Yayınlandı!

TRANSCRIPT

Page 1: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım 2014 Sayı: 8 dil, edebiyat, kültür, sanat

Kalemden

Perdeye!

Yazarlar ve

Hayatlarını

Anlatan

FİLMLER

Doğulu Bir

Kafka:

SÂDIK

HİDAYET

“Ferman

Padişahın,

Dağlar Bizimdir”

DADALOĞLU

YAHYA

KEMAL

130 YAŞINDA

Page 2: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

E

İncir Çekirdeği

Dergisi

Genel Yayın Yönetmeni

Ayşe Bengisu Akdağ

Yazı İşleri Müdürü

Sırdem Kemiksiz

Editörler

Sultan Demirtaş

Kübra Tarakçı

Yazarlar

Afra Nur Akkayalı

Beyza Arı

Busenur Aslan

Hatice Türk

Hilal Akarslan

Işık Selin Orhuntaş

Mehmet Altınova

Merve Başol

Sema Keser

Süleyman Erkut

Tuğçe Erkol

Misafirler

Doğukan Doğan

Sevil Batan

Aziz Nadir

Tasarım

Ayşe Bengisu Akdağ

İletişim

[email protected]

facebook.com/incircekirdegidergisi

https://twitter.com/IncirCekirdegiD

EDİTÖRDEN...

Sevgili İncir Çekirdeği okuyucuları,

Riga'dan kucak dolusu sevgiler, saygılar... Bu benim ikinci

editör yazım. Gurbet ellerden sesleniyorum size.

Ne kadar çok büyüdük ne kadar çok geliştik ve adımızı

duyurduk! Bugün bir Litvanyalı, Çekli ya da bir Slovak'ın

ağzından İncir Çekirdeği Dergisi'nin adını duymanız

mümkün. Artık sesimiz uluslararası boyut kazanmış

durumda. Bunu başaran yalnız biz değil, dergimiz yazın

hayatına başladığından beri bir an olsun eksilmeden sürekli

artış gösteren siz sevgili okuyucularımızın başarısı aynı

zamanda.

Bu ay dosya konumuz 130. Doğum yıldönümünde Yahya

Kemal Beyatlı. Usta şairin hayatını Beyza Arı, hüzünlü

aşkını ise Ayşe Bengisu Akdağ kaleme aldı. Üstadın

şiirlerine, anılarına yer verdik. Halk ozanımız Dadaloğlu'nu

Busenur Aslan anlattı. Tuğçe Erkol ise bu sayıda da İngiliz

Tarihi'ni "Tudor Kızlarının Savaşı" adlı yazısıyla yazmaya

devam ediyor. Bendeniz "Erasmuslunun Güncesi" ile yine

sizlerleyim. Mehmet Altınova ise modern İran Edebiyatı'nın

ünlü ismi Sadık Hidayeti yazdı. Afranur Akkayalı ünlü

yazarların hayatlarını ele alan filmlerle sinema köşesinde.

Merve Başol ise "Arka Kapak" bölümünde üç güzel kitap

tanıtımıyla sizleri bekliyor. Ayrıca misafir yazarlarımız,

şiirler ve hikâyelerle yine bu ay da dopdoluyuz.

Temennimiz o ki dergimiz uzun soluklu olur ve yıllar

boyunca yazım hayatına devam eder. Biz küçük bir

balonduk, sizin nefesiniz can oldu bize ve o balon şimdi hiç

bitmeyecek bir gezintiye çıktı. Balonumuzun ipini hiç

bırakmamanız dileğiyle... Edebiyatla kalın....

Kübra Tarakçı

Editör

Page 3: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Havadis

İlk ve Hakiki Klasiğimiz Yahya Kemal / Beyza Arı

Yahya Kemal’den Şiirler

Rindlerin Aşkı / A. Bengisu Akdağ

Yahya Kemal’den Mektup

Nüktelerle Yahya Kemal

Muhteva – Şiir / Süleyman Erkut

Şiirler / Doğukan Doğan

Modern İran Edebiyatının Yabancısı / Mehmet Altınova

Ruhsat – Şiir / Aziz Nadir

Sezen Aksu’nun İhaneti / Işık Selin Orhuntaş

Kum – Şiir / Ümit Yaşar Oğuzcan

Kozasından Ayrı Düşen Kelebek / Busenur Aslan

Ardından Bölüm:5 / Sırdem Kemiksiz

Âlem-i Ervah – Şiir /Süleyman Erkut

Tudor Kızlarının Savaşı / Tuğçe Erkol

Bir Erasmuslunun Güncesi / Kübra Tarakçı

Onların Yazı –Şiir / Hatice Türk

Şiir Olmuş Şarkılar: Metin Altıok Şiirlerinden Şarkılar / Işık Selin Orhuntaş

Beyaz Perde’den / Afra Nur Akkayalı

Arka Kapak / Merve Başol

Dört İşlem – Şiir / Sevil Batan

Fotoğraf / Aybige Akdağ

Kütüphanem / Filiz Öztekin

İçindekiler

Page 4: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

HA

DİS

AKADEMİ

EDEBİYAT

ÖDÜLLERİ

YENİDEN

BAŞLIYOR

Akademi Kitabevi, 1971

yılında Nişantaşı’nda

Hadi Olca tarafından

kurulmuş ve kısa zaman

içerisinde

edebiyatçıların,

sanatçıların ve

aydınların buluşma yeri

olmuştu. Edebiyat

camiasından ayrı

kalınan 20 yılın

ardından, kapılarını

Nisan 2013’te

Kadıköy’de açtığında

“Akademi Edebiyat

Ödülleri”nin yeniden

başlayacağı müjdesini

de vermişti. Jürisiyle,

her yıl çeşitli dallarda

verdiği ödülleriyle

akıllarda yer eden

Akademi Kitabevi, 23 yıl

aradan sonra yeniden

“Şiir”, “Öykü” ve

“Roman” dallarında

edebiyata yeni bir ses

getiren eserleri

ödüllendirmeye

hazırlanıyor.

İSTANBUL

KİTAP FUARI 8

KASIM’DA

AÇILIYOR

İstanbul Kitap Fuarı, 8

Kasım Cumartesi günü,

33. kez, TÜYAP Fuar ve

Kongre Merkezi’nde

kapılarını açmaya

hazırlanıyor.

Uluslararası İstanbul

Kitap Fuarı bu yıl 8-16

Kasım 2014 tarihleri

arasında TÜYAP Fuar ve

Kongre Merkezi-

Büyükçekmece’de

açılacak.

Türkiye ve yurtdışından

850 yayınevi ve sivil

toplum kuruluşunun

katılımıyla düzenlenen

İstanbul Kitap Fuarı’nda

söyleşi, panel, çocuk

etkinlikleri ve

dinletilerle birlikte 270

etkinlik

gerçekleştirilecek.

33. Uluslararası İstanbul

Kitap Fuarı, Türk

Sinemasının yüzüncü

yılını “Sinemamızın 100

Yılı” temasıyla

selamlıyor. Onur

yazarının Atilla Dorsay

olduğu fuar,

kitapseverleri

sinemanın uzun

yolculuğuna söyleşiler,

paneller, müzik

dinletileri ve sergilerle

tanıklık etmeye davet

ediyor.

Page 5: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

NECİP FAZIL

ÖDÜLLERİ

VERİLDİ

Star Gazetesi tarafından

Necip Fazıl Kısakürek'in

kültürel ve manevi

mirasını yaşatmak

amacıyla hayata

geçirdiği ve bu yıl ilki

düzenlenen Necip Fazıl

Ödülleri sahipleriye

buluştu. Jüri Heyeti;

"Necip Fazıl Saygı

Ödülü" nün eserleri ve

hizmetleri dolayısıyla

Edebiyat Dergisi'nin

kurucusu Nuri Pakdil'e

verilmesinin

kararlaştırıldığını

belirtti. Diğer ödüllerde

ise:

Şiir Ödülü: Hüseyin

Atlansoy

Hikaye Ödülü: Güray

Süngü

Fikir-Araştırma:

Prof.Gülru Necipoğlu ve

Prof.İsmail E.Erünsal

ORHAN

KEMAL’İN SES

KAYDI

YAYINLANDI

Türk edebiyatının

önemli yazarlarından

Orhan Kemal

doğumunun 100'üncü

yıl dönümü dolayısıyla

düzenlenen çeşitli

etkinlikler kapsamında

anılıyor.

Ünlü yazarın daha önce

hiç bir yerde

yayınlanmamış ses

kaydı TRT'de yayınlandı.

Yazarın oğlu Işık Öğütçü,

katıldığı programda

babası Orhan Kemal'in

1969 yılında Sovyetler

Birliği dönüşü ailesine

izlenimlerini aktardığı

ses kaydını da TRT

Radyo 1 dinleyicilerine

ile paylaştı.

TÜRK

EDEBİYATINDA

DIŞA AÇILIMA

13 MİLYON

LİRA DESTEK

Kültür ve Turizm

Bakanlığı, Türk edebiyat

eserlerini yabancı dillere

tercüme ederek dünya

okurlarıyla buluşturmak

amacıyla 2005'ten

bugüne 13 milyon lira

kaynak tahsis etti. Tu rk

ku ltu r, sanat ve

edebiyatının yurt

dışında tanıtılması ve

Tu rkçe'nin yazı dili

birikiminin du nya

dillerine kazandırılması

amacıyla Ku ltu r ve

Turizm Bakanlıg ınca

TEDA Projesi

çerçevesinde

desteklenerek

yayınlanan eser sayısı

2014 yılı eylu l sonu

itibarıyla bin 251'e çıktı.

Sadece 2014'ün ilk

döneminde destek

verilen eser sayısı da

100'ü aştı.

Page 6: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Gelenekten modernliğe açılan bir kapı…

Geçmişi bu günde yaşatan bir tarihçi… Bir

İstanbul aşığı… Lezzetli, büyüleyici ve dolu

dolu sohbetiyle gerçek bir üstat… Duyurmak

istediği sesi yalnız şiir ile duyuran bir şair ve

sonuna kadar zirvede yaşanmış bir ömür…

2 Aralık 1884 Üsküp’te dünyaya gözlerini

açan Yahya Kemal Beyatlı, o dönemde şehrin

Belediye Başkanı olan İbrahim Naci Bey’in

oğludur. Gerçek adı Ahmet Âgah olmasına

karşın, edebiyat yaşamı boyunca Yahya Kemal

takma adını kullanmayı tercih etmiştir. Sanata

yatkın bir aileye mensup olan annesi Nakiye

Hanım, tanınmış şair Leskofçalı Mustafa Galip

Bey’in yeğenidir. Nakiye Hanım bir şair olan

oğlunun duygu ve düşünce dünyasında en

etkili rollerden biridir. Bunun yanı sıra Yahya

Kemal’in dini ve milli terbiyesinde de

annesinin etkisinin oldukça fazla olduğu

görülür.

Bu etkinin nasıl veya ne derece olduğunu

görmek açısından yazarın anlattıkları dikkat

çekicidir:

“ Lâkin benim hem dinî hem millî terbiyem

üzerinde daha şiddetle müessir olan,

annemdir. Annem çok Müslüman kadındı.

Muhammediye okur, bana Kur’an öğretirdi.

(…) Beyaz başörtüsü ile elindeki kitaba

imanla eğilişini hâlâ görür gibiyim. Çok

yerlerini anlamadığım halde, annemin yüksek

sesle ve makamla okuyuşundan dinlediğim

Muhammediye’nin o mısraları bana bizim öz

maceramız, evimizin, mahallemizin, Üsküp’ün

İlk ve

Hakiki Klasiğimiz

YAHYA

KEMAL

Beyza ARI

“Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç; Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile, Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle”

Page 7: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

ve müphem suretle bütün milletimizin dünya

ve ahiret macerası gibi gelirdi. Daha o yaşta

Yazıcızade Mehmet Efendi’nin Türklükle

İslamlığı yoğuran, millî, islamî harsini

benliğimde hissetmeğe başlamıştım.” İslam

tesettürünün en sıkı bir muhitinde doğduğu,

yaşadığı ve öldüğü için bir resmini bile

bırakmadan kaybolan annesinin yüzünü Yahya

Kemal zamanla unutmaya başlayacak; fakat

kendisine verdiği terbiye şairliğinin temelini

oluşturacaktır.

Bu büyük şairin duygu ve düşünce

dünyasında annesinin etkisine eşlik eden

önemli bir unsur da mekân olarak Üsküp ve

buranın dini ve milli dokusudur. Şair anılarında

bu etkiye şöyle değinir: “O yaşlarda ben,

Üsküp minarelerinden yükselen ezan seslerini

duyarak, içim bu seslerle dolarak

yetişiyordum.” Şairimiz, beş yaşında ilk

mektep eğitimine 2. Murat devrinde yapılan

eski ancak adı Yeni olan bir mahalle

mektebinde başlar. Kente karşı bir tepede

kurulan beş asırlık bu mektepte Ahmet Âgah

henüz çocuk aklıyla şehre sinen o milli

atmosferi hisseder.

Mahalle mektebinde verilmekte olan eğitimle

bir türlü okumaya geçemeyen Beyatlı, yeni

açılmış olan ve kısmen modern eğitim sunan

Mekteb-i Edeb’de çok kısa sürede okumaya

başlar. Buradaki eğitimini 1895 yılında

tamamlar, ailesi onu Üsküp İdadisine gönderir,

Selanik’e göç mevzusu üzerine de Selanik

İdadisine yazdırır. 1897 senesi aile dramlarının

başladığı yıldır. Yahya Kemal’in oldukça hassas

olan annesi Nakiye Hanım’ın daha evliliklerinin

ilk yıllarında kocasıyla ilgili şüpheleri vardır.

İbrahim Naci Bey’in çapkın ve vefasız oluşu,

işrete ve alafrangalaşmaya meraklı yapısı

nedeniyle, genç eşin duyduğu korku gerçek

olacak ve huzursuzluklar kısa zamanda

başlayacaktır. Gerçekten de Nakiye Hanım

kocasının yaptıkları karşısında uzunca zaman

sessiz kalmış, alkol müptelası olan eşini evde

tutmak için ona sofralar bile kurmuştur. Yahya

Kemal’in “babam

ailemizde arada bir

görünürdü” dediği bu

keyfine düşkün, okuyup

yazma bilen, memleket

meseleleri hakkında

tartışmayı sevmeyen

İbrahim Naci Bey ile okuma

yazması olmayan, ancak

geleneklere sıkı sıkıya bağlı

eşi arasında ortak bir nokta

yoktur. Sık sık Selanik’e

giden ve oradaki canlı

hayata özenen İbrahim

Naci Bey, ailesini de yanına

taşımak teklifinde bulunur.

Ancak Üsküp’e manevi

olarak bağlı bulunan

Nakiye Hanım, bu teklifi

şiddetle reddeder. O sırada

patlak veren 1897 Türk-

Yunan Savaşı, İbrahim Naci

Bey’e aradığı fırsatı verir ve

güvende olmadıkları

gerekçesiyle ailesini göçe

zorlar. Çeyizinin haberi

olmadan tellallar elinde

satılmasına ve Üsküp’ten

taşınmak zorunda

kalmasına çok üzülen

Nakiye Hanım verem olur

ve yataklara düşer. 1897

yılının eylül ayında

Üsküplülerin Nakış Hanım

dediği Nakiye Hanım ölür

ve Yahya Kemal’in hayatı

bu ölümle kökten değişir.

Beyatlı ilk şiiri Hatıra’yı

1901 yılında Üsküp’te

kaleme alır ve A.Âgah

imzasıyla İstanbul’da

yayımlanmakta olan

Musavver Terakki dergisine

gönderir. Yahya Kemal,

Beyatlı, 1916

yılında Ziya

Gökalp’ın

tavsiyesi ile

Darülfünun’a

Medeniyet

Tarihi hocası

olarak girer.

Hayatının

sonuna

kadar çok

yakın dostu

olarak kalan

Ahmet Hamdi

Tanpınar ise

onun bu

okulda

öğrencisi

olur.

Page 8: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

anılarında şiire başlama serüvenini anlatırken

özellikle bir nokta üzerinde durur ve çok küçük

bir çocukken onu şiire sevk eden duygunun

oluşmasında etkili olan bir isimden bahseder:

“Şiire bir aşkla başladım. Üsküp’te, yerli

mahalleler ortasında, Türkkâri eski bir

konakta oturur, bey hanedanlarından birinin

kızı, kumral ve endamlı, cazibesi ve güzelliği

mâruf, bir Redife Hanım vardı… İlk şiirim olan

bir türkü güftesini, ekseriyâ Üsküp

türkülerinde gördüğüm vezinle, onunçün

karalamağa başladım. Bu ilk eserin hemen

hiçbir mısrasını şimdi hatırlayamıyorum.”

1902’de Yahya Kemal, ailenin göçleri ve

dramından dolayı tamamlayamadığı idadi

eğitimi için bu kez İstanbul’a gönderilir.

Galatasaray İdadisi ve Robert Kolej’de okuma

imkânı bulamayınca Vefa Lisesi’ne kaydolur ve

1902 kışını İstanbul’daki akrabalarının yanında

geçirir. Beyatlı’nın İstanbul’da bulunduğu yıllar

Sultan 2. Abdülhamid’in saltanat döneminin

baskı yıllarına denk gelmektedir ve başkentin

boğucu havası delikanlı için tam bir hayal

kırıklığı olur. Genç adam çok geçmeden hâkim

baskı ortamına tahammül edemeyeceğini

anlar ve 18 yaşını doldurur doldurmaz, 1903

yılı Temmuz ayında Fransa’ya doğru yol alan

bir gemiyle Osmanlı başkentini terk eder.

Paris’te Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kaydolur

ve “Jön Türkler” olarak anılan grupla ilişkiler

kurar. Yazarın Paris’teki yaşamı 9 yıl sürmüş,

bu zaman zarfında Fransızcayı mükemmel bir

şekilde öğrenme ve Batı Edebiyatı’nı tanıma

fırsatı bulmuş, yeni bir edebiyat zevki

edinmiştir.

Paris’te genç iken koyu Boudelaire-perest

idim,

Balkon’la, Yolculuk’la, Güzellik’le mest idim.

Sinmişti şi’ri ruhuma ulvî keder gibi;

Absent’e damla damla sızan bir şeker gibi

Lâkin o bahçelerde geçen devreden beri

Kalbimde solmamıştır o şi’rin çiçekleri

Yahya Kemal 1912 yılında İstanbul’a döner,

şehrin en tanınmış eğitim kurumlarından biri

olan Darüşşafaka Lisesi’nde edebiyat ve tarih

öğretmenliği yapar. Bu yıllarda Üsküp ve

Rumeli’nin Osmanlı Devleti’nin elinden çıkması

Üsküplü şairimizi derinden yaralar:

Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum;

Her lahza bir alev gibi hasretti duyduğum.

Kalbimde vardı “Byron”u bedbaht eden melâl

Gezdim o yaşta dağları, hülyam içinde lâl,

Aldım Rakofça kırlarının hür havasını,

Duydum, akıncı cedlerimin ihtirâsını…

Her yaz şimâle doğru asırlarca bir koşu,

Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu…

Page 9: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Beyatlı, 1916 yılında Ziya Gökalp’ın tavsiyesi

ile Darülfünun’a Medeniyet Tarihi hocası

olarak girer. Hayatının sonuna kadar çok yakın

dostu olarak kalan Ahmet Hamdi Tanpınar ise

onun bu okulda öğrencisi olur. Ateşkes

sonrasında dönemin başkentinde yayımlanan

bazı gazetelerde milli mücadeleyi destekleyen

yazılar yazar ve imzalanacak olan barış

anlaşmasının koşulları için Lozan’a giden

heyette yer alır. Bundan sonraki hayatında

birçok diplomatik görevlerde bulunur;

milletvekilliği yapar, Polonya, Pakistan gibi

ülkelere elçi olarak atanır.

Yahya Kemal’i Tanpınar’ın ifadesiyle

anlatacak olursak “O, bizim ilk ve hakiki

klasiğimizdir.” Bir tek şiiri bile okunmadan, bir

tek kitabı bile yayınlanmadan şairliğiyle

tanınmış olan bu sanatçı hakkında Tevfik Fikret

şunu söyler: “Evvelce şiirleri vardı, şairleri

bilinmez, şimdi ise şairler meşhur, vardır lakin

şiirleri bilinmiyor.” Redife Hanım adlı bir genç

kıza duyduğu ilgi neticesinde şiire başlayan

Beyatlı, Üsküp yıllarında dönemin önemli

şahsiyetlerinden özellikle Muallim Naci ve

Abdülhak Hamid etkisinde kalmıştır. Paris

yıllarında ise bir şiir tarzı arayışı içinde olan

şairimizi etkileyen en önemli isimler Albert

Sorel ve üstat kabul ettiği Jose Maria de

Heredia’dır. Şairlik hayatında önemli etmen

olan Paris’teki eğitimini, onu Ahmet Âgah’tan

Yahya Kemal’e dönüştüren dersi, sohbet ve

okumalarından edinir: “ Bir gün, bir

mecmuada, Fustel de Comlange’ın esaslı

tilmizi olan profesör ve müverrih Camilla

Julian’ın bir cümlesini okudum. Bu cümle

benim, milliyetimizin ve vatanımızın

teşekkülüne dair dağınık düşüncelerimi

birdenbire yeni bir istikamete sevk etti.

Camilla Julian’ın cümlesi şuydu: “ Fransız

milletini, bin yılda Fransız toprağı yarattı.”

Düşünmeğe başladım. Acaba bizi de

Malazgird’den, 1071’den sonraki sekiz yüz

senede Türkiye’nin toprağı yaratmamış mıydı

?...” Paris’ten, 1912 yılında “mektepten

memlekete” dönen şairimiz

için İstanbul’a alışmak zaman

alır; fakat Türk-İslam

medeniyetinin doğduğu bu

başkente aklının yanı sıra

gönlüyle de bağlanışı çok

zaman almaz. Hem deneme

ve hatıralarının hem de

şiirlerinin en geniş, en canlı

damarı, İstanbul’un aktığı

damar olur.

Edebiyatla, milli ruhla,

medeniyetle, tarih şuuruyla,

yurt sevgisiyle, İstanbul

aşkıyla dolup taşan bu

hayatın sonunda Yahya

Kemal 1957 yılında

yakalandığı bir çeşit bağırsak

iltihabı nedeniyle tedavi için

Paris’e gider. Takvimler 1

Kasım 1958’i gösterdiğinde

ise ilk ve hakiki klasiğimiz

tedavi gördüğü Cerrahpaşa

Hastanesi’nde hayatını

kaybeder. Türk edebiyatının

devlerinden biri olan Yahya

Kemal’i Hüseyin Gezer, 1968

yılında İstanbul’da Maçka

Parkı’na heykelini diktirerek

ölümsüzleştirmiştir.

“Bitmemiş

şiirler

Yahya

Kemal’in

kalbinde,

kafasında

kanayan

damarlar

gibiydi.”

Page 10: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Bir Başka Tepeden

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!

Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiç bir yer.

Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,

Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.

Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada

Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.

Geçmiş Yaz

Rüya gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle

Her anını, her rengini, her şi'rini hazdan.

Halâ doludur bahçeler en tatlı sesinle!

Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan

Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:

Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;

Mehtap... iri güller... ve senin en güzel aksin...

Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde!

Page 11: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Rindlerin Ölümü

Hâfız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;

Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.

Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış

Eski Sirâz'i hayal ettiren ahengiyle.

Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde;

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.

Ve serin serviler altında kalan kabrinde

Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.

Özleyen

Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde,

Sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde!

Dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde,

Sen nerde, o fecrin ağaran dağları nerde!

Akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi,

Hülya gibi yalnız gezinenler köye indi

Ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi,

Gönlümle, hayalet gibi, ben kaldım o yerde.

Page 12: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Yıl 1912... Elinde bavuluyla, uzun boylu, iri yapılı, yirmili yaşlarının sonlarında gösteren; saçlarını

özenle ortadan ikiye ayırıp yatırmış, hafif kilolu bir beyefendi “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre

değer...” dediği İstanbul’una döndü. Padişahın baskılarından kurtulmak için kaçıp on yılını geçirdiği

Paris’ten sonra şehri değişmiş buldu. Ya da değişen kendisiydi. Bakışıydı belki. Nitekim Ahmet Âgâh

iken Yahya Kemal olan da kendisi değil miydi?...

O yıllarda on beş yaşlarında bir delikanlı da ilk şiirlerini yazıyordu. Annesiyle babası sonunda

boşanmaya götürecek olan şiddetli bir geçimsizlik yaşıyordu. Bahriye Mektebi’nde okuyan başarılı

oğlunun şiire, edebiyata ilgisi ve yeteneğini fark eden annesi Celile Hanım sonraları oğlunun “Mavi

Gözlü Dev” diye anılacağını bilmiyordu...

Bir gün Yahya Kemal’e bir not geldi. Öğrencisi Nazım’ın validesi kendisinden oğluna özel şiir dersleri

vermesini rica ediyordu. Bu teklif Yahya Kemal’in de hoşuna gitti ve Genç Nazım’ın şiir hocası olarak

eve gelip gitmeye başladı. Hafta sonları Nazım Hikmet’e şiir dersleri verirken; İstanbul’un en güzel

kadınlarından olan Celile Hanım’la da yakınlaştı. Nazım’a verdiği derslerden arta kalan zamanlarda

Celile Hanım’la sanat ve edebiyatla başlayan uzun sohbetler ediyordu. Tutkuyla, kıskançlıklarla,

acılarla dolu; tarihin tozlu sayfalarında gizlenen bir aşk başlıyordu...

Bir süre sonra bu birlikteliğin yankısı Nazım’ın ve Necip Fazıl’ın öğrencisi olduğu Bahriye Mektebi’nde

de duyuldu. Dedikoduların ayyuka çıkması üzerine Yahya Kemal bir süre okula gitmedi. Döndüğünde

ise pek bir şeyin değişmediğini fark etti. Ancak Yahya Kemal’in Celile Hanım’la aşkı heyecanından bir

şey kaybetmiyordu. Ta ki o güne dek...

Rindlerin AŞKI A. Bengisu AKDAĞ

Page 13: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Bir gün yine özel ders için erkenden gittiği evde, Nazım hocası

Yahya Kemal ile annesinin yakınlığını gördü. Hiçbir şey demeden

çekip giderken, hocasının ceketinin cebine bir not bıraktı. Yahya

Kemal daha sonra cebindeki bu notu buldu:

“Öğretmenim olarak girdiğiniz bu evden babam olarak

çıkamayacaksınız!”

Bunun üzerine ünlü şair tedirgin oldu. Bir süre Celile Hanım’ın

evine gitmedi. Genç Nazım’la karşılaşmaktan çekindi. Celile

Hanım ise Yahya Kemal için kocasından boşanmış ve dedikoduları

iyice haklı çıkarır hale getirmişti. Şairin ise son olaylar üzerine ruh

dünyası da iyice karışmış ve görüşmesini azaltmıştı. Celile Hanım

evlilik teklifi beklerken Yahya Kemal dostu Yakup Kadri’ye “

Evlenmeden bu kadar dile gelmiş biriyle ben nasıl evlenirim?”

diyordu. Anılarında her ne kadar “1916 yılından 1919’a kadar bir

kadına deli gibi âşık oldum... Bu kadın yazın adada otururdu;

ben de oradaydım. Deli divane olmuştum...” dese de Celile

Hanım’a teklif etmiyordu. Belki böylesi bir güzelliğe sahip

olmaktan çekindiğinden, belki gururdan, belki özgürlükten, belki

etraftan, Nazım Hikmet’ten...

O günlerde Celile Hanım Yahya Kemal’e yazdığı mektubunda:

“Bugün Pazar, belki gelirsin diye üç vapurunu pencerede

bekledim. Gelmedin... mahzun oldum... Beni niye aramadın...

Sana gücendim canımın içi... Salı’dan beri evdeyim, dikiş

dikiyorum. Evimiz için çalışıyorum...” diyordu ancak o ev hiçbir

zaman olmadı...

Teklif bekleyen Celile Hanım’a Yahya Kemal’den yalnız bir veda

mektubu geldi. Mektubun ardından ayrılığın acısı üzerine Celile

Hanım İstanbul’dan adeta kaçarken Yahya Kemal hayatındaki en

büyük aşkının Ada’dan gemiyle uzaklaşışı esnasında çaresizliğini

mısralara döktü:

“Artık demir almak günü gelmişse zamandan

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan...

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler

Bilmez ki giden sevgililer geri dönmeyecekler”

“Bugün Pazar,

belki gelirsin

diye üç

vapurunu

pencerede

bekledim.

Gelmedin...

Mahzun

oldum...

Beni niye

aramadın...

Sana gücendim

canımın içi...

Salı’dan beri

evdeyim, dikiş

dikiyorum.

Evimiz için

çalışıyorum...”

diyordu ancak o ev

hiçbir zaman

olmayacaktı...

Page 14: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Paris’e gidip orada sanatıyla, resimlerle ilgilenen Celile Hanım unutmaya çalıştı yaşadıklarını.

Uzun yıllar sonra döndü İstanbul’a...

Yahya Kemal bu tarihlerde şiirleriyle Türk edebiyatının baş aktörleri arasına girmiş, “Dergâh” adında

dergi kurmuş, Mustafa Kemal ile tanışmış, 1923’te milletvekili seçilmişti. Büyükelçi olarak yurtdışına

gitmiş, 49’da yurda dönmüştü. Ancak yine de kalbi

“Geçmiş gecelerden biri durmakta derinden;

Mehtap... İri güller... Ve senin en güzel aksin...

Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde!” diyordu...

Nazım Hikmet ise büyük bir şairdi artık ancak demir parmaklıklar ardındaydı. Celile, aşk acısından

sonra şimdi de oğlunun acısını yaşıyordu, yaşlanmıştı. Oğlunun hapislerden kurtulması için Galata

Köprüsü’nde açlık grevine başladı. Gururunu hiçe sayıp milletvekili Yahya Kemal’e gönderdiği yardım

isteği mektubu cevapsız kaldı. Bir gün Galata’da grevdeyken eski sevdiğinin yanından geçtiğini fark

etti ancak Yahya Kemal onu görmezden gelerek uzaklaştı ardına bakmadan. Celile Hanım’ın artık

darbelere duracak gücü kalmadı, görmez oldu gözleri. 1956’da Yahya Kemal ve oğlu Nazım için atan

kalbi dayanamadı daha fazla...

Aynı yıl Yahya Kemal ağır bir hastalığa yakalandı. Tedaviler için Paris’e gitti. Ne var ki bir yıl sonra

58’in soğuk bir Kasım gününde;

“Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;

...Ve serin serviler altında kalan kabrinde

Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.”

mısralarının şairi hayata veda etti. Öldükten sonra evraklarının arasından kurumuş bir çiçek çıktı, bir

de not:

“ Bu zarfın içindeki hatıra aşkından vazgeçemediğim kadının, o veda

gecesi nadide göğsünden verdiği çiçektir. Koparıp verdiği bu iki yaprağı

daima muhafaza edeceğim.”...

Page 15: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Yahya Kemal’den Abdülhak Şinasi’ye Mektup 13 Ekim 1926 -Varşova

Sevgili Abdülhak Şinasi,

Adresinizi bugün öğrendim ve hemen yazıyorum; birkaç ay önce öğrenmiş olsaydım ne

kadar iyi olurdu. Korkarım ki bu mektuplaşma konusunda yine beni haksızlıkla

suçlandıracaksınız. Siz benim adresimi biliyordunuz, niçin iki satırlık bir şey yazmadınız

desem, çıkışmamın haklı olduğunu kabul eder misiniz?

Her ne ise… Bildiğiniz gibi, dört aydan beri Varşova’dayım. Çok sükûnlu bir hayat

geçiriyorum. Çalışma haricinde aralıksız okuyorum. Edebiyatın sağlam ve gerçek çeşidi

olarak nazarımda tarih kaldı. Şiir edebiyattan sayılmadığı için onu nadir ve müstakil bir

cevher olarak bir tarafa bırakıyorum. Dediğim gibi, bir hayli eski tarih okudum. Şimdi, bu

yaşımda, daha iyi anlıyorum. Diyebilirim ki, vatanda milli kuruluşumuzu, ilk defa iyi

anladım. Etrafımda İstanbul kütüphaneleri bulunmadığıma yanıyorum. İstanbul’da iken

vaktimi boşuna geçirdiğimi, az okumuş olduğumu anlıyorum.

Okumakta olduğu gibi, yazıda da edebiyat heveskârlığından uzağım. Ben şiirdeki birkaç

parçamdan memnunum; fakat okunacak şeyleri okumakta geciktiğime pişmanım. Henüz

vakit var mı diyeceksiniz? Onu pek zannetmiyorum. Girdiğim yaştan iniş aşağı bakmaya

başladım. Bizim nesil ihtiyarladı ve ihtiyarlığının pek farkında değildir, ben farkına vardım.

Varşova’dan ikinci bir mektubumda bahsedeceğim. Bu İlk mektubum bir giriş olsun, özlem

ve sevgiyle ellerinizi sıkarım aziz ve biricik kardeşim efendim.

Page 16: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Nüktelerle YAHYA KEMAL LİSTE

“Yahya Kemal, öğle üstü Abdullah Efendi Lokantasında

büyük bir iştiha ile yemek listesini gözden geçiriyordu:

-Tatar böreği... İç pilav... Zeytinyağlı enginar... Kuzu

çevirme... Yoğurtlu kebap... Badem tatlısı... Kaymaklı

baklava...

Şair, ağzını şapırdatarak, her günkü sofra arkadaşlarına

listeyi gösterdi:

- İşte, Türkçede okumaya doyamadığım en leziz eser!...”

Yahya Kemal bir gün uzun

zamandır görüşmediği biri ile

karşılaşır.

O kişi Yahya Kemal’i görünce

onun kilo almış bu son hali

karşısında şaşırır ve

konuşmaya başlar:

“Ne o Yahya? Ayıya

dönmüşsün.”

Yahya Kemal duraksamadan

cevap verir:

“Ya öyle mi? O zaman ben de şu

tarafa döneyim.”

ÜSTADIN İNTİKAMI

Yahya Kemal’e yetiştirdiler:

-Dün gençlerden biri sizin şiirlerinizi okudu.

-Okusun!

-Fakat okurken şiirlerinizi mahvetti!

Üstat öfkelenmedi:

-Çok iyi etmiş!

-Sahi mi söylüyorsunuz?

-Evet, çok iyi etmiş… Zaten o şiirler beni mahvetmişti,

gençler de onları mahvetmek suretiyle benim

intikamımı almış oluyorlar!

Ratip Tahir’e göre Yahya Kemal. Karikatür dergisinin 3 Aralık

1942 tarihli sayısında çıkan bu karikatürün alt yazısı

şöyledir: “En ince şairimiz!”

Page 17: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

PATAVATSIZ

Yüzsüz ve patavatsız bir adam, bir gün

Mehmet Akif ile Yahya Kemal’i sohbet

ederken buldu.

Beyatlı Akif’e hararetli bir şeyler

anlatıyordu. Pata küte lafa karıştı ve Yahya

Kemal’e takılmak istedi:

“Üstat, yine ne yalanlar atıyorsun bakalım?

Dedi.

Mehmet Akif bu densizliğe bozulmuş, yüzü

kızarmıştı. Fakat Yahya Kemal bozuntuya

vermeden adama cevap verdi:

“Üstat Akif’e seni methediyorum..!”

Hangisi Güzel?

Genç şairlerden biri Yahya

Kemal’e bütün şiirlerini

okur. Nihayet sorar:

“ İçlerinden hangilerini

beğendiniz?”

Yarım saattir hafakanlar

geçiren üstad cevap verir:

“Henüz okumadıklarınızı!...”

Yahya Kemal'e dostları sorar:

“Üstadım sabahtan akşama kadar nerelerdeydiniz?

Gözükmediniz.”

Bir tek kelimeyi bulmak için 14 yıl beklediği “Rindlerin

Ölümü” şaheserinin sahibi cevap verir...

—Tabii ki bir şiir üzerinde çalışıyordum.

“Epey yazmışsınızdır” denilince cevabı şu olur:

—Evet, çok yazdım. Sabah bir virgül koydum. Akşama

kadar düşündüm. Gelirken o virgülü de sildim.

Derleyen:

A. Bengisu AKDAĞ

Kaynak: Türk Edebiyatı

Dergisi – Aralık 1984 Sayı:

134

Page 18: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Şimdi şiir zamanı gelsin ilham,

Aksın ırmaklar, dökülsün kelam.

Mücerred bir hayat içinde akan zaman

Maddeden manaya, mücerrep bir Süleyman.

Gün geceye varınca yorulur dizelerim,

Yorgunum bu saatte anca şiir demlerim.

Buralar hep çorak, hep ıssız

Terkedilmiş tarlalar hep susuz.

Nerede o eski yemyeşil yaylalar?

Nerede o güzel ak ve pak insanlar?

Nerede insanlık?

Hepsi mi ölmüş herkes mi gitmiş?

Bu vedalar hep mi acıklı,

Bu vedalar hep mi karmaşık,

Bu vedalar hep mi hüzün kokar?

Sol yanım neden hep yarım?

Çiçekli bahçelerde, hep sonbaharda

Dökülür tüm yapraklar, soldu güller,

Karardı gökyüzü karıştı birbirine yıldızlar.

Karmaşık düşünceler, ardışık yanılmalar,

Döküldü son kelam öksüz kaldı kalem.

Defter yırtıldı gitti,

Söz bitti.

Şu ölümlü dünyada insan insanı kırar mı?

Ölüm vakti gelince bin ah etsen işe yarar mı?

Hayat fani, ölüm ani, kim baki?

Söylesene dost, doldursun mu saki?

Satırlar derine inse,

Dillere şeker ezse,

Gönül meclisi dolsa da

Her yürekte bir gül açsa.

Gece çöktü, şehir karardı.

Şiir kurudu, yaprak sarardı.

Vakit doldu, güller soldu

Nefes sahibine buğz etti.

Söz bitti.

Edebiyat, ışıksız parlayan medeniyet

Şiir şairden gönül ehline mektubat.

Süleyman ERKUT

MUHTEVA Hat: “Bu da geçer ya hu”

Page 19: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

HÜZÜN TÖRPÜSÜ Ömür değil hüzün törpüsü olur daima benden. Hatırlıyorsan... Hüznün kırıklarını az temizlemedim yüreğinden…

Doğukan Doğan

KEŞKE Gitmeliydim… Senden, bu şehirden, gözlerinden. Sende sevdiğim her şeyinden, her zerrenden. Keşke bir dublörüm olsaydı o an, filmlerdeki gibi. Zor sahneleri ona devretseydim önceden. Ben sadece dursaydım, O da benim yerime gitseydi senden...

Doğukan Doğan

Page 20: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Modern

İRAN Edebiyatının

Yabancısı

Page 21: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

"Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi

yavaş yavaş ve yalnızla yiyen, kemiren yaralar.

Kimseye anlatılmaz bu dertler, çünkü herkes

bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle

bakarlar. Biri çıkar da bunları söyler ya da

yazarsa, insanlar, yürürlükteki inançlara ve

kendi akıllarına göre hem saygılı hem alaycı bir

gülüşle dinlerler bunları. Çünkü henüz çaresi

de, devası da yoktur bu dertlerin. Tek ilâç

şarap yardımıyla unutmaktır; afyonun ve

uyuşturucu maddelerin sağladığı sahte

uykudur. Ama ne yazık ki bu tür devaların da

etkileri geçicidir, acıyı kesecekleri yerde çok

geçmeden daha da şiddetlendirirler. Acaba

bir gün bu metafizik olguların, ruhtaki bu

kendinden geçme halinde ve uykuyla uyanıklık

arasında beliren gölgeler yansımasının sırrı

anlaşılabilecek mi?

(...)

Bana benzeyen, görünüşte bendeki ihtiyaçlara,

tutkulara, arzulara, sahip insanlar niçin

kırarlar beni? Ancak benimle eğlenmek, bana

çatmak için yaratılmış bir avuç gölgeden başka

bir şey mi bunlar? Ne hissetsem, ne görsem,

neye değer versem hepsi, baştan sona bir

vehim değil mi, gerçekten hayli büyük bir

kuruntu değil mi? Fakat ben gölgem için

yazıyorum, gaz lambasının duvara yansıttığı

gölgem için. Kendimi ona tanıtmalıyım."1

Yukarıdaki satırlar modern İrân

edebiyatının popüler temsilcisi olan Sâdık

Hidâyet'ten. Kendini bütünüyle karamsarlığa

ve iç beniyle yiyip bitirdiği, daima sorguladığı

vâroluşum problemi ona bu yukarıdaki satırları

yazdırdı.

Kalemi güçlü olan bu yazar, Batı’daki Albert

Camus, Jean Paul Sarte'nin Doğudaki

1 Bûf-i Kûr - Kör Baykuş- Sâdık Hidâyet - Çev. Behçet

Necatigil, YKY,2014

temsilcisidir. 17 Şubat 1903'te Tahran'da

doğdu. Soylu bir ailenin çocuğuydu.

Ortaöğrenimini Tahran'da tamamladıktan

sonra mühendislik okumak için Belçika'ya gitti.

Ancak edebiyata ilgi duyduğundan öğrenimini

yarıda bırakarak Paris'e gitti. Orada Fransız dili

ve edebiyatını yakından inceleme fırsatı buldu.

İlk öykülerini de burada yazdı. Tahran'a geri

döndü. 1936'da Hindistan'a geçerek orada

Sâsânî Pehlevisini ve Sanskritçe öğrendi.

Budizm'i inceledi ve Buda'nın bazı yazılarını

Farsçaya çevirdi. İran'a döndükten sonra kısa

bir süre memurluk ve mütercimlik yaptı.

1950'den sonra yine Paris'e gitti ve 9 Nisan

1951'de en şık giysileriyle elinde birkaç parça

kağıtla otel odasının bütün açık yerlerini

kapadıktan sonra havagazını açtı ve üçüncü

intihar denemesini başarıyla gerçekleştirdi.

Kendini,"Hayat hikâyemde önemli bir

şey yok, başımdan ilginç olaylar geçmedi. Ne

yüksek bir mevki sahibiyim, ne de sağlam bir

diplomam var. Okulda hiçbir zaman örnek

öğrenci olamadım, başarısızlık her yerde buldu

beni. Nerede çalışırsam çalışayım silik,

Modern İran Edebiyatının Yabancısı: Sâdık Hidayet

Mehmet Altınova

Page 22: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

unutulmuş bir memudum; şefleri memnun

edemedim. İstifa ettim mi seviniyorlardı...

Bırak gitsin, yaramaz! Çevrem böyle görüyordu

beni, haklıydılar belki de." diye tanıtıyordu en

yakın arkadaşı ve kendisi gibi yazar meslektaşı

Bozorg Alevî'ye.

En tanınmış eserlerinden biri Kör

Baykuştur. Bu eserde de yine varolma

problemini anlatmıştır. Albert Camus'un

Yabancı adlı romanına benzer. Kahramanın

adından söz etmeden aslında bir bakıma

kendini anlatmaktadır. Olayların zamandan ve

mekândan ayrı olması aslında bir bakıma

bunun da göstergesidir. Yazar bize aslında,

"Zaman ve mekan değil önemli olan varolma

olayıdır.” Demek istemiştir.

Andre Rousseaux'un " Yüzyılımız edebiyat

tarihinde bir kilometre taşıdır." diye övdüğü

kitap aslında doğru bir ifadedir. Çünkü İran'ı

biz her zaman şiiriyle ön planda olan bir

toplum olarak görüyoruz. Gerek bilimsel

kongrelerde gerekse herhangi bir cemiyette

söz konuşulmadan önce Hafız-ı Şirâzi'den ,

Mevlana'dan; yakın tarihe gelecek olursak

Furuğ Ferhuzzat'tan Hûşeng-i İbrihâc-ı

Sâye'den Mahûr Ahmedî'ye kadar şiirler

okunur öyle başlandığı toplumdan Firdevsî'nin

Şehname'sinden sonra silsile halinde büyüyen

edebiyatta , Sâdık Hidâyet modern İran nesir

geleneğine önderlik etmiş kendisinden sonra

gelen yazarlara ilham kaynağı olmuştur.

Romanlarının yasaklanması onu

karamsarlığa düşürse de, o her zaman kendi

varoluşçuluk anlayışını tamamlayamasa da

gelecekte onu okuyan insanların vâr

olduğundan emindi. Yazamadığı hikâye'nin

parçalarını ölmeden önce elinde tutarken

üzerinde şunlar yazılıydı:

" Annesi" Salgı salamaz ol!" diye beddua eder

yavru örümceğe. Küçük örümcek ağ

yapamayınca ölümüne kurban gider." Kim

bilirdi, hayat hikâyesiydi bu cümleler...

Page 23: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

RUHSAT

Yıllarca yaşadık rahatımız kaçacak korkusuyla.

Ne kazandırdı bize susmak

Tereddütlü bekleyişlerden başka?

Gördük; gördükçe inkar ettik,

İnkar ettik, münkir olduk.

Gerçeklerden kaçmak yükseltmedi zamanın debisini.

Ezildik yalnızlık yükünün altında,

Yine sağ çıktık.

Ve ben hep seni seçtim.

Bir şeyler de eksik gibiydi lakin;

Bizi yaratıp

Seni bana bulduranın bahşettiği,

Erişemediğimiz bir şeyler...

Bu yüzdendir seni seviyorum diyemeyişim.

Gülemem gözlerine,

Görmeden içlerindeki nuru.

Beni sev diyemem sana,

Sevmeden her mümini,

Arkasından bir Fatiha okumalık.

Duasını edemem

Kavramadan yağmurdaki rahmeti.

Bir gün gelecek;

Yüreklerimiz kabaracak,

Minareler gibi aziz olmayı yeğleyeceğiz

Gökdelenler gibi yüksek olmaya,

Elhamdülillah deyip şükredeceğiz.

O vakte kadar -ki Hakk nasip etsin-

Kalbim; yorgun, yaralı, içe doğru bükümlü

Aklım; karmaşık, seni düşünmekle yükümlü.

Aziz NADİR

Page 24: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Sezen Aksu’nun İhaneti Müziğin içine doğdum, onun içinde

büyüdüm. Sonra edebiyat girdi hayatıma

şiiri keşfettim. Babam sayesinde de

şiirlerin pekâlâ şarkı olabileceğini… “Işığın

Yansıması” grubu Orhan Veli’nin Nazım

Hikmet’in şiirlerini alıp besteliyordu. Ben

de güzel güzel dinliyordum.

“Hürriyete Doğru” şarkısı benim en

sevdiğim şarkıydı. Orhan Veli’nin olduğunu

çok sonra öğrenecektim.

“Ezginin Günlüğü” de geldi girdi hayatıma,

kabullendim.

Yıllar geçti, şarkılardan önce şiirleri

keşfetmeye başladım. İkinci Yeni’nin Üç

büyüklerini ve Tomris aşkını mısralarda

öğreniyordum. Yeni

şiirler keşfediyordum.

Bu aşkı “Sayım” şiiriyle kelimelere dökmüş

Cemal Süreya… Öğreniyorum ki Sezen

Aksu 2011 yılında çıkardığı “Öptüm”

albümüne bu şiiri koymuş. Hakkını

yemeyeyim, güzel olmuş. Severek

dinledim bu güne kadar. Sezen Aksu’nun

şarkılarını dinlemeyi severim zaten. (“Koyu

Sezenciler”den değilim, yanlış olmasın.)

Tesadüf eseri öğrendim ki Sezen’in ilk şiir-

şarkısı bu değilmiş. “Deli Kızın Türküsü” de

bir şiirmiş. Bir kadın şairin hem de: Gülten

Akın.

Bir süre Sezen’in şarkı şiirleri dikkatimi

çekmedi taa ki Onat Kutlar’ı tanıyana

kadar.

Bir de baktım ki Onat Kutlar’ın “Tutsak”

şiirini 1991 yılında Sezen Aksu albümüne

almış. Başımdan aşağı kaynar sular

döküldü…

O şiir benimdi, ilk ben keşfetmiştim, böyle

olamazdı… Haksızlıktı bu!

Hangi şiiri sevsem altından Sezen Aksu

çıkıyor şu sıralar.

Sezen Aksu bana ihanet ediyor… !

Işık Selin ORHUNTAŞ

Page 25: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

KUM

Sen kum nedir bilmezsin

Deniz görmedin ki.

Yum gözlerini, zamanı düşün,

Deniz bir gözünde

Kum bir gözündedir.

Sen tas nedir bilmezsin

Dağa çıkmadın ki

Yürü ufuklara doğru,

Dağ bir ayağında

Tas bir ayağındadır .

Sen kül nedir bilmezsin

Ateş yakmadın ki,

Uzat ellerini gökyüzüne,

Ateş bir elinde

Kül bir elindedir .

Sen kan nedir bilmezsin

Ölmedin, öldürmedin ki,

Yat toprağa boylu boyunca

Ölüm bir yanında

Kan bir yanındadır .

Sen ask nedir bilmezsin

Beni sevmedin ki

Ağla, ağlayabildiğin kadar

Bütün güzellikler sende

Aşk bendedir.

ÜMİT YAŞAR OĞUZCAN

04.11.1984

30. Ölüm Yıl

Dönümünde Usta Şairi

Saygıyla Anıyoruz...

Page 26: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Yaşanmışlıkların, şartların, zorunlulukların yön

verdiği insan, bir kelebek misali kısacık

ömründe, oradan oraya konar durur. Bazen,

yağmur kanatlarını ıslatır uçamaz olur insan.

Bazen dikenler yolunu keser, gidemez olur.

Rüzgar, alır onu sevdalısı olduğu yeşilden

ayırır, çöllere düşürür. Bazen de ‘’ Sen, tam

burada duracaksın. ‘’ der hayat. Kıpırdayamaz.

Balçık gibi toprağa, yapışır ayakları. Tüm

bunları bizzat yaşayan, her birini tek tek

deneyimleyen bir âşık Dadaloğlu. Hepimizin,

‘’Başkaldırı şairi ‘’ olarak bildiği, aşkı da doğayı

da sılayı da en yoğun şekilde yaşamış, anlatmış

bir âşık. Bir kelebek gibi hür, bir kelebek gibi

güçlü. Bir o kadar narin. Bir o kadar da hayata,

zorlamalara başkaldıran. Oradan oraya konup,

yerinde duramayan…

Avşar ilinden çıkmış gelmiş bir yüce gönül. Dur

durak bilmeyen, illeri, yolları arşın arşın giden

bir yiğit yürek. Ömrü yollarda geçmiş, göçebe

bir topluma mensup bir halk şairi Dadaloğlu.

Bütün yaşayışı, duyuşu, düşünüşü göçebe

toplumun köklerinden gelir. Fakat bir gün,

Padişah ferman verir. Göçebe olarak yaşamını

sürdüren boylar, bir toprak parçasına

yerleştirilmek istenir. Adeta ayaklarına

prangalar vurulacakmış gibi hissederler. Ayağı

balçıktan toprağa yapışmış bir kelebek

kolonisi… Kabul etmek istemezler bu durumu

ve kaldırırlar başlarını. Dadaloğlu da aynı

şeyleri hisseder. Âşıklığının da yardımıyla bize

bunu sözleriyle duyurur. O, vatanı saydığı

yaylalardan, dağlardan, bozkırlardan kısacası

doğadan kopmak istemez. Bunun için, en tok

ve güçlü sesiyle seslenir bize ;

Belimizde kılıncımız Kirman’i

Taşa geçer mızrağımın temreni

Hakkımızda devlet etmiş fermanı

Ferman padişahın dağlar bizimdir

Kelebek, ayrıldı mı kozasından bunun acısını

yaşar gönlünde uzunca bir müddet. Ayrılık,

sılanın kalp burkan acısını döker sözlerine. Her

bir türküde her bir şiirde usul usul, ya sesli ya

sessiz anlatır bunu bize. Dadaloğlu işte bu

sızıyı işler şiirlerine. O, alıştığı hayattan

kopmak istememiştir ve bunun için cenk

etmiştir. Fakat, ayrılık kaçınılmaz son olmuştur

Kozasından Ayrı Düşen Kelebek Busenur Aslan

Page 27: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

onun için. Anlayacağınız üzere onun ayrılık

acısı çekmesinin nedeni umursamaz sevgili

değildir. O alışık olduğu dağından,

toprağından, yaylasından ayrıldığı için çeker bu

acıyı. Ve bu acı kalbini bir kor gibi yakan

ateştir. Suya ihtiyacı vardır fakat su, yani

alışılagelmiş hayat artık elinden alınmıştır.

Yakın olan artık ıraktır. Bu yerleşikliğe geçişin

açmış olduğu ayrılık yarası çok büyük ve acı

doludur. İşte bütün bu incitici duyguları

anlatırken de şöyle seslenir bize;

Ölürüz de kömür gözlüm ölürüz Dost ağlasın zalim felek utansın Kıyamette kavuşmak var biliriz Dost ağlasın kahpe felek utansın Bir çıkmaza girdi bugün yolumuz Geçit vermez sağımızla solumuz Kalır gayrı bizim burda ölümüz Mert ağlasın namert olan utansın

Doğa, daima insanla birdir. Hatta öyledir ki

doğa yoksa insan da yoktur. Dadaloğlu bunu

çok iyi bilmektedir. İnsan sırtını doğaya

dayadıkça vardır. Doğa hem yoldaştır insana,

hem sırdaş, hem de bir karındaş. Göçebe

hayat yaşayan insan, hareket insanıdır.

Oturmayı, durağanlığı sevmez. Bu ona bir

huzursuzluk verir. Bu yüzden yerleşik düzen

onlara zor gelir. Başlarında taştan aşılmaz bir

çatı vardır belki, ama sırtını dayadığın bir

ağacın huzurlu gölgesi yoktur. Hepimizin aşina

olduğu sırtını dayama yani güven duyma

doğadan uzak kalındığı zaman yitirilir. Bunu

çok yoğun bir şekilde yaşamıştır Dadaloğlu.

Doğaya duyduğu güveni, onda bulduğu huzuru

bize şu şekilde aktarır;

Çınar sana arka verip oturan Pöhrenk ile sularını getiren Yoksulların işlerini bitiren Samur kürklü koca beyler nic’oldu Tavlasında arap atlar beslenir Konağına baz şahinler seslenir Duldasında nice yiğit yaslanır Boz kır atlı yüce beyler nic’oldu

Yerleşik hayata geçmek öyle kötü gelir ki

Dadaloğlu’na, ölümle eş tutar bunu. Hatta

dünya tersine dönmüş ve kıyamet kopmuştur

artık. Her şey farklıdır, bambaşkadır

alışılandan. Kalbinde bunun acısı kavrulurken

ölüm daha yavan gelir ayrılıktan. Ölmek mi

kolaydır yoksa yerleşik düzene geçmek yani

kendin olmaktan çıkıp başka bir şey olmak mı

? Tüm bu düşünceler, buhranlar da

şekillendirir onu. Bütün bu durum karşısında

bize şunu aktarır;

…Aşağıdan iskân evi geliyor

Bezirgânlar koç yiğide gülüyor Kitabın dediği günler oluyor Yoksa devir döndü âhir zaman mı? Aşağıda akça çığın ötünce Katar başı mayaların sökünce Şahtan ferman Türkmen ili göçünce Daha da hey Osmanlı’ya aman mı. Dadaloğlu’m sevdası var başımda Gündüz hayalimde gece düşümde Alışkan tüfekle dağlar başında Azrailden başkasına koman mı.

Savaşmak hayata karşı ve bir kendin olabilme

gayesi içinde olmak... Doğadan, bitkiden,

yemyeşil ovalardan ve yaylalardan ayrılığın

acısını duymak en derininde... İnsanı, hayvanı

sevmek... Kendin olamamanın buhranlarını

yaşamak... Aşık olmak, özlemek, unutulmak...

Kısacası, insan olabilmek... Bunların hepsini

bulabiliyoruz Dadaloğlu’nda. Çünkü o, bir

gönül ehli, cenk adamı, duygularını en

derininde yaşayan bir âşık. Sevgisini, ülküsünü

avaz avaz bağıran bir şair. En başta da dediğim

gibi o, hayat karşısında dimdik duran, rüzgarın

çöllere sürüklediği, yağmurun sulara

düşürdüğü inatçı ve asla yılmayan bir kelebek.

Kelebek çünkü o bir gönül adamı ve

duygusunu en uçlarda yaşamış, özlemiş, acı

çekmiş, incinmiş bir âşık.

Page 28: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

ARDINDAN

Uyandım. Sağımda kalan ahşap komedinin üstünde eski bir saat vardı.

Kafamı kaldıramıyordum. Kolumu uzatarak saati elime alıp yüzüme

tuttum.Tam on yedi saattir uyuyor olduğumu fark ettiğimde dehşete

kapıldım.Tembel bir yaşama sahip olmama rağmen geç kalkmak pek

adetim değildir.Teyzeme çok ayıp olmuştu.Kim bilir kaç saattir

kahvaltı yapmak için beni beklemiş,uyandırmaya da kıyamamıştı.Ona

destek olmaya gelmiştim.Kendime kızarak odadan bir hışımla fırladım

ve elimi yüzümü yıkadıktan sonra aşağıya indim.Teyzem ortalıkta

yoktu.Yine panik olmuştum.Teyzemi çok seviyor olmam onun bu

aniden yok oluşlarına ve gizemli hallerine kızmama tabi ki engel

değildi.Korkuyla onu evin içinde aramaya başladım.Anlamadığım bir

nokta daha var ki bu yaşta yalnız bir kadın neden bu denli büyük bir evde yaşamaya devam

ediyor?Ben bu sinir harbiyle kendi kendimle cebelleşirken açık kalan mutfak penceresinden kürek sesi

geliyordu.O an aklıma geldi ki teyzem kayboldu diye feryat figan dolanırken onun için getirdiğim

tohumlar bahçede çantamın içinde kalmıştı.Sanırım kadıncağız benden fayda olmadığını anlayınca

yine çareyi bahçesinde aramaya başlamıştı.Bu doğa aşığı kadının başına neden böyle aksilikler geliyor

diye düşünürken gözüme buzdolabının üzerindeki bir kavanoz ilişti.İçinde bir sürü ıhlamur yaprağı

vardı.Teyzem bahçesiyle ilgilenirken ben de ona en sevdiği şey olan ayvalı ıhlamur yaptım.Bir bardak

ona bir bardak kendime alıp bahçeye çıktım.Teyzem beni henüz görmemişti ki anlamadığım bir

sebepten dolayı toprakların içine çakılıverdim.Elimdekiler toprağa dökülmüş,çamur halinde beyaz

elbiseme bulaşmıştı.Ben sakarlığımla kendi kendime kavga ederken gerçekten ‘’süt dökmüş kedi’’

tanımına bizzat uygun Mırnav’ı gördüm.Düşmeme sebep olan tabi ki Mırnav’ın vazgeçmediği ayaklara

dolanma alışkanlığıydı.Ve ben bu telaşeyle benim için İzmir’in simgesi olan bu küçük hınzırın varlığını

unutmuştum.Ah benim küçük kızım,acaba hissediyor muydu zavallı teyzemin üzüntüsünü?Herkes

gitmiş,bir tek o terk etmemişti teyzemi 14 yıldır.Ben her gelişimde onun yaşlandığını düşünsem de o

hep bir çocuktu,oyuncuydu.İyi ki burada,teyzemin yanı başındaydı.

Teyzem gülerek elinde bir bezle geldi ve üzerimi temizlememe yardımcı oldu. Tabi ki kargalar

kahvaltısını etmeden, horozlar ötmeden, o güzelim kuşlar böcekler uyanmadan önce uyanmıştı.

Kendisine meşgale arıyordu. Uyuduğum saatlerde Ertan eniştem gelmişti. Teyzeme bu kadar

olumsuzluğu yaşatan birine ben de hala neden enişte diyorsam? Alışkanlık sanırım. Velhasıl teyzemi

kanlı canlı görünce pek bir mutlu oluvermiş. Adamın karısı ölüyor bizimki hala neden teyzemin

peşinde onu da anlamıyorum. Bunların hepsini bu kadar sert bir üslupla olmasa da teyzeme söyledim.

Hiçbir şey olmamış gibi davranamazdı. Üstelik faili meçhul bir cinayet teyzemin üzerine her an

kalabilirdi. Onun bu sakin tavrı beni her defasında deli ediyordu. Hemen bir plan yapmalıydık. Teyzem

artık burada yaşayamazdı. Ona böyle bir bahçeyi vaat edemezdim ancak Mırnav’ı da alıp buralardan

gitmenin vakti artık gelmişti.

Sırdem Kemiksiz

Bölüm -5-

Devamı gelecek…

Page 29: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Son dem, son satır, son anı,

Ölüm meleği verdi ilhamı.

Yaktık yıktık, parçalanıp dağıldık.

Vurduk dibe, öldük de uyandık.

Bu kadar merhamet yağdıran ilahi güç,

Bana zerre rahmet vermiyor. Niye?

Rahmet hikmette gizli yağmıyorsa yağmur,

Bulutlar ardında güneş bekleniyor diye.

Tesellimi tecellimi içimdeki elçiye,

Sorgu sual halindeki bekçiye,

Sofulara takıldık, yanıldık.

Hayyam olup dağıttık.

Fırtına kasvet üzere gizlendik.

Haşim olup karamsarlığa bezendik.

Yesevî’den dem vursak,

Her dem söz savursak.

Bilmem halim nicedir,

Halden geçmiş delidir.

Deli, veli bilmem ilim kimdedir ?

Allame olmuş Mevlânâ bendedir.

Hakkı söyledik batıl oldu,

Söz savurduk bardak doldu.

Nice kelam kalemde unutuldu,

Yazamadan an geldi kalp durdu.

Irmaklar aktı gitti,

Söz bitti.

Süleyman Erkut

ÂLEM-İ ERVAH

Page 30: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

TUDOR KIZLARININ

SAVAŞI Tuğçe Erkol

Page 31: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

7 Eylül 1533'te Doğan I. Elizabeth, VIII. Henry

Tudor'un ikinci resmi eşi olan Devrik kraliçe

Anne Boleyn'den olan tek evlâdıydı. Tudor

Hanedanı'ndan çıkan kral ve kraliçelerin

beşinci ve sonuncusuydu.

Yaşamı boyunca hiç evlenmeyen Kraliçe

Elizabeth bu nedenle Bâkire Kraliçe olarak

anılsa da hayatındaki erkeklerin konumu ve

durumu göz önüne alındığında Bâkire diye

anılışının ne kadar gerçek olduğu tartışılır bir

durum olduğunu gözler önüne serer.

I. Elizabeth hayata gözlerini açtığı anda

teninin fazla beyaz oluşundan dolayı "hayalet

bebek" olarak anılır ve idamına karar verilir.

Belki de annesi Anne Boleyn'in hayatı boyunca

yaptığı en iyi şey onu idamdan kurtarmaktı. I.

Elizabeth'in hayatının bağışlanmasından üç yıl

sonra Anne Boleyn ensest iddiasıyla idam

edildi. Bu idam sadece Anne Boleyn'in ölümü

demek değil aynı zamanda I.

Elizabeth'in de hayatının

değişimi demekti. Çünkü

Anne Boleyn'in idamı

sonucunda I. Elizabeth

gayrımeşru çocuk konumuna

düşürülmüştü.

Anne Boleyn ile evliliğinden

tabiri caizse kurtulan VIII.

Henry Jane Seymour ile

evlenir. Bu evliliğinden

nihayet bir oğlu olan Kral

VIII. Henry kızının onurunu

kurtarır ve Elizabeth'i kendi

kızı olarak kabul eder.

1547'de VIII. Henry ölünce

Kraliçe Catherine Parr

(İngiltere tarihinde en çok

evlilik yaşayan kraliçe ünvanını taşır.) I.

Edward'ın genç yaşına rağmen tahta çıkışını

destekler ayrıca VIII. Henry'nin ölümünün

ardından Thomas Seymour ile evlenir. Evliliği

gerçekleştikten sonra teyzesi Mary Boleyn ile

beraber yaşayan üvey kızı I. Elizabeth'i yanına

aldırır. Bu olay gerçekleştiğinde I. Elizabeth

henüz 14 yaşındadır.

I. Elizabeth dış görünüş olarak Anne Boleyn'in

özelliklerini fazlasıyla taşımaktaydı. Onun

annesinden gelen güzelliğiyle annesinin kızı

oluşu ve Thomas Seymour'un daha önceden

çapkına çıkan namı sayesinde dedikodu kazanı

kaynamaya başlar. Ve Thomas Seymour ile I.

Elizabeth'in bir ilişkisi olduğu iddiaları ortaya

dökülür. Bu iddiaların ortaya çıkması büyük

bir sansasyona neden olunca Thomas Seymour

saraydan uzaklaştırılır. Bu bir yılın sonunda

Catherine Parr kızını doğururken ölür ve bu

ölümün üzerine Thomas Seymour'un hayattaki

tek koruyucusu da ortadan kalkmış olur.

Kraliçe'nin ölümünden hemen sonra idam

edilir. I. Elizabeth ise beş defa İncil'e basarak

böyle bir ilişkinin olmadığına yeminler eder.

Catherine Parr'ın Ölümünün ardından tahta

geçen resmi varis I. Edward, 6 Temmuz

1553'de ölür. Ölümü dört gün boyunca

gizlenir. Hükümetteki

Dudley'i ailesi başta John

Dudley'i olmak üzere

gizlice Jane Grey'i tahta

geçirirler. Jane Grey VIII.

Henry'nin kız kardeşi

Frances Brandon'un kızıdır.

Dokuz gün İngiltere

kraliçeliği yapmış

olmasından dolayı The

Nine Days Queen (Dokuz

Günlük Kraliçe) adıyla

anılır.

Jane Grey'in kraliçeliğini

tehdit eden iki unsur onun

tahta geçişinden sonra

ortadan kaldırılmak istenir.

Bunun üzerine İngiliz

ordusu VIII. Henry'nin vasiyetinden habersiz

bir vaziyette yola düşerek Mary'i ve Elizabeth'i

tutuklamaya giderler. Özellikle Mary,

Edward'ın ölümü durumunda resmi kraliçe

olacağından onun infazının bir an önce

insanlar uyanmadan yapılması gerektiğini

düşünür. Sonuçta ortada VIII. Henry'nin

vasiyeti vardır. İngiliz ordusu Mary ve

I. Elizabeth hayata

gözlerini açtığı anda

teninin fazla beyaz

oluşundan dolayı

"hayalet bebek" olarak

anılır ve idamına karar

verilir. Belki de annesi

Anne Boleyn'in hayatı

boyunca yaptığı en iyi

şey onu idamdan

kurtarmaktır.

Page 32: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Elizabeth'i alıp Jane Grey'in huzuruna

götürmek için yola çıkar. Ancak yolda aklı

başına gelen ordu saf değiştirerek Mary'i

destekler. Mary ordularla beraber Jane Grey'e

gider ve durumdan habersiz olan Jane Grey'i

kendilerini beklerken bulur. Mary büyük bir

soğukkanlılıkla kuzeninin karşısına geçer,

gözlerini Jane Grey'in Gözlerine kilitler. Jane

ona kraliçesinin önünde diz çöküp sadakatini

sunmasını emreder. Ancak Mary hala daha

korkusuz bakışlarıyla Jane Grey'e bakmaya

devam etmektedir. Birkaç saniye gibi kısa bir

süre içinde peş peşe gerçekleşen bu olayın

sonunda Mary kollarını zerafetle iki yana açar,

Jane ise onu saygıyla selamlayacağını

düşünürken insana tepeden bakan bakışlarını,

ufak ve kibir dolu bir zafer mutluluğuyla

kıvrılan dudaklarıyla süsler; ama Mary hala

daha aynı şekilde durmaktadır. Ve Mary

birden emrini verir:

-Yakalayın!

Sadece Jane Grey değil, eş zamanlı olarak Jane

Grey'i destekleyen herkes yakalanır ve kuleye

kapatılır. Bu işin mimarı John Dudley anında

vatan hainliği ile suçlanarak idam edilir. Ama I.

Mary diğerleri için aynı kararı vermez. Hepsi

kulede kalır. Ancak aradan geçen birkaç ay

sonra Mary onların da boynunu

vurdurtmadığına pişman olacaktır.

Mary annesinin dini düşüncesi olan Katolik

inancı ülkeye geri getirmeye çalışır. Bu yolda

da hiçbir adımı atmaktan çekinmez. 1553-1559

yılları arasında hüküm sürdüğü İngiltere'de

Protestanlar'ı infaz ettirir. Canlı canlı yaktırır.

Parçalayıp sokaklara attırır. O dönemlerde

kalan güncelerde sokakların gerçek anlamda

kana bulandığı hatta Thames Nehri'nin

kıpkırmızı bir renge dönüştüğü kaydedilmiştir.

Devlet eliyle katliam yapan bir kraliçe şeklinde

de söylentileri var olan Mary, bu nedenlerle

Bloody Mary (Kanlı Mary) olarak anılmaya

başlanmıştır.

Mart'ın koyu Katolik inancından bıkmaya

başlayanlar Lord Thomas Wyatt'ın etrafında

toplanmaya başlamış ve I. Elizabeth'i kraliçe

tahtına çıkartmak için Çalışmalara başlamıştır.

Bunun için The Nine Days Queen Jane Grey'in

babası Henry Grey'in kapatıldığı kuleye giden

Thomas Wyatt bu işi durdurmak için ondan

yardım ister. Henry Grey, öncelikle kızı için bir

şans daha ister. Grey ve Wyatt iş birliği

sonucunda halk ayaklanır. Bu isyan sırasında

kızını yükseltmeye çalışan Henry Grey, onun

ölümüne yol açar. Jane Grey, I. Mary'nin

huzuruna çıkarılır ve Protestan inancından

vazgeçerse hayatının bağışlananileceği

söylenir. Ancak Jane Grey, dininden

geçmeyince başından olur. Onun ardından

kuleye kapatılan kocası ve babası da

infazedilir.

Jane Grey'in yeniden ortaya çıkışının

sorumlusu, Thomas Wyatt ile yakınlığından

dolayı I. Elizabeth gösterilir. Prenses yargılanır.

Sonuç olarak ev hapsine çarptırılır.

I. Mary artık durmuyordur. Öz kardeşinin bile

arkasından işler çeviriyor olması onu çok

kızdırır. Resmen ülkede Protestan Avı başlatır.

Bu işte o kadar ileri gitmiştir ki en

yakınındakini bile sorgulayacak paranoyaya

ulaşır.

I. Mary'nin tırmanan paranoyasının

sonucunda iki kız kardeşin arası iyice açılmış,

birbirlerinden nefret eder hale gelmişlerdir.

I. Mary hayatının tehlikede olduğunun

endişesini taşımaya başlayınca Katolik bir

veliaht bırakma endişesi taşımaya başlar ve

Devlet eliyle katliam

yapan bir kraliçe şeklinde

de söylentileri var olan

Mary, bu nedenlerle

Bloody Mary (Kanlı Mary)

olarak anılmaya

başlanmıştır.

Page 33: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

İspanya Prensi Felipe ile evlenir. İki kez hamile

kalır. İkisinde de düşük yapar. Halk bunu fısıltı

gazetesinde yaptığı katliama bağlar.

Bu sırada I. Elizabeth ülkesini kurtarma

düşüncesiyle çırpınmaktadır. Ona Sadık

hizmetkârların aracılığıyla yandaşlarına şifreli

mektuplar gönderir. Sonunda çözümün

Felipe'den geçtiğine inanan I. Elizabeth ona

doğru adım atmaya başlar.

Annesinden gelen genlerin etkisiyle

Felipe'yi kısa sürede avcunun içine

alan I. Elizabeth artık I. Mary'i

kocasından da ayırmıştır.

Bu ayrılık resmi olmasa da saray çevresinde

dilden dile yayılmaya başlamıştır.

Ardı arkasına düşük yapıp sonunda ölü bir

prenses doğuran I. Mary kocasının da güvenini

tamamen yitirmiştir. Bunun üzerine Fransa'nın

Britanya dışındaki kolonisi Calais ile girdiği

savaştan yenik çıkması I. Mary'i yatağa

düşürür ve ölümünü hızlandırırı.

Tahtta artık resmi hak I. Elizabeth'e kalmıştır.

Kraliçe I. Elizabeth nihayet isteğine

kavuşmuştur. Katolik Düşüncenin yaptığı

katliamın yaralarını sarmaya çalışan Kraliçe I.

Elizabeth'e kardeşi I. Mart'ın kocası İspanya ve

Portekiz Kralı olan II. Felipe evlilik teklif eder. I.

Elizabeth bunu tabi ki kabul etmez çünkü onun

aklı çocukluk aşkı Robert Dudley'dedir.

Tahtının daha güvende, geleceğinin daha

korunaklı olması için evlenmesi gerektiğini

Düşünen yardımcısı William Cecile'yi sırf bu

kararından dolayı görevinden alır.

Hayatı boyunca tek bir adama aşık olan ve

adından gelen Bakire ünvanının varlığına

bakarak Robert Dudley'e onun olmasa da

sadık kalan Kraliçe I. Elizabeth önce Katolik

inancı yasaklamıştır. Açıkça yapılan her Katolik

ayinini durdurur. Ancak insanların

maneviyatında var olan dinlerini

değiştiremeyeceğini en iyi bilenlerden birisi de

kendisi olduğu için sessiz uygulamalara göz

yumar.

İngiliz tarihine damgasını vuran Tudor

sülalesi, Kraliçe I. Elizabeth'in ölümüyle son

bulur. Çocuğu olmayan I. Elizabeth ölünce

yerine, en yakın akrabası olan İskoçya ve

İrlanda Kralı VI.James, İngiltere Kralı I. James

olarak tahta geçer. Aynı zamanda I. James

İngiltere'deki Stuart Hanedanı'na mensup ilk

kralolmuştur.

Page 34: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Tam ortasındayım Erasmusun... Saatler günleri, günler haftaları, haftalar ayları kovaladı ve iki ay bitti. Geriye dolu dolu üç ay kaldı. Umarım bu üç ayı en güzel şekilde tamamlar ve evime, yurduma, okuluma ve sevdiğim insanlara dönerim. Bu ay nasıl geçti? Bol dersli, bol ödevli ve bol sınavlı. Bu cümleyi okuyunca insan bir duraksıyor ama burada sınav dönemi Uludağ Üniversitesi'nde olduğu gibi sancılı geçmiyor. Hocalar bile o kadar rahat ki. Sınavdan bir gün önce yarın sınavın olduğunu söyleyenler mi dersiniz, sınav sonucunu beğenmediğinde sana tekrar sınav olma şansı vereni mi dersiniz. Daha neler neler... Sınav sonuçlarım çok iyi. Beklediğimden çok daha iyi hatta. Ama öyle Erasmuslusunuz diye sizi herkesten önce başlatıp herkesten sonra çıkartmıyorlar ya da sözlük kullanabilirsin filan bunlar belki Kaf Dağı'ndaki üniversitede olabilir.

Bu ayki durağımız Sigulda.

Sigulda Letonya'nın bir şehri gibi bir yer. Riga'dan yaklaşık 1 saat süren bir tren yolculuğu ile ulaşım mümkün. Gezi noktaları toplamda 5 km'den oluşuyor. Nerdeyse bir günde ancak gezebiliyorsunuz. Gün sonunda hissettiğiniz yorgunluk her şeye değer. Sigulda sonbaharda gezilmesi gereken bir yer bence. Zaten yerli halk bu dönemi Altın Sonbahar diye adlandırmış. Çünkü yeşil, sarı ve turuncunun her tonunu görmek mümkün. Ana hedef 5 km'nin sonunda bulunan kale. Ormanları, dağları, tepeleri aştık bu kale için. Sonunda karşılaştığımız ise basit bir kale. Osmanlı'nın yaptığı basit bir kale bu kaleye göre muhteşem sayılabilir.

Turaida Kalesi kırmızı taş tuğlalardan

gotik tarzda 1214 tarihinde Başpiskopos'un ricası ile yapılmış. Başpiskopos demiş ki "Buraya öyle bir yerleşim yapalım ki, şehre inmeye gerek kalmasın.” Sonunda da bu yerleşim alanı yapılmış. Kale çevresinde birçok taş heykeller bulunuyor. Güzel olan bu heykellerin, kötü yanı neyi imgelediği ya da kim tarafından ne amaçla yazıldığına dair bir bilginin bulunmaması.

BİR ERASMUSLUNUN GÜNCESİ Kübra TARAKÇI

Page 35: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Heykellere bakınca mest oluyorsunuz ama neye mest olduğunuzu bilmiyorsunuz

Evet, burada sonbahar aslında Türkiye'deki kış demeliyim. Zira iliklerinize kadar soğuğu hissedebilirsiniz. Sanırım Türkiye'ye döndüğümde soğuk anlayışım değişecek. Vee ben de herkesin bir gün başına gelecek hırsızlık olayı ile karşılaştım. Şanslıyım ki arkadaşım hemen gördü ve kazasız belasız atlattım. Ama kadın o kadar

kısa sürede çantamı açmıştı ki ben hiç bir şey hissetmemiştim. Bir akşam Letonyalı arkadaşım bizi evine davet etti ve bize Fas'a özgü "Tajini" yemeğini yaptı. Denemeye değer bir tat. Bu günler böyle geçti biraz durgun. Çünkü burada havalar soğuduğunda otomatik olarak enerjiniz düşüyor ve bazı zamanlarda dışarı bile çıkmak istemiyorsunuz.

Gelecek ay gezi duraklarımız Estonya, İsveç, Finlandiya ve Fransa olacak. Takipte kalınız...

ESTONYA

İSVEÇ

FİNLANDİYA FRANSA

FRANSA

Page 36: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Belki bir gün aynı sokaktan geçeriz,

Aynı evin kapısını çalarız.

Akşam ebesinde aynı çocuğu kovalar,

Mavi uçurtmayı aynı ağaca taktırırız.

Hüseyin ağabeyi çağırırız,

Gerçi tanımıyoruz kendisini.

Belki huysuzdur yardım etmez,

Belki tonton bir dededir;

İstese de yardım edemez.

Belki daha sekizinde bir çocuktur,

Çıkar ağaca kolunu kırar.

İhtimallerle dolu…

Geçip gider uçurtmalı yazlar,

İkindi vakti ötüşen çekirgeler.

Çalar saat gibi.

Bildirir sedire çıkmak gerektiğini

Kurulur asma altı sohbetleri.

Bakışmaya başlarız çardaktan çardağa o

vakitler,

Sonra ben düşünmeye koyulurum:

Üzümler mi yeşil,

Üzümü kıskandıracak gözlerin mi?

Ayten abla şuh kahkahasıyla çıkar köşeden,

Nazım abiye yanıktır kendisi.

Onların Yazı

Page 37: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Gülüşündeki hüznü bilir,

Bilmezden geliriz.

Ne zaman karşılaşsalar hanımını anlatır.

Nazım abi:

—Bizimki, der

Yemek yapmış öyle güzel!

Ayten abla vakarlı:

—Bilirim hamarattır, alırız tarifini.

Akşam vakti sokak sessizleşir,

Gözlerimizin muhabbeti derinleşir.

Karşı karşıya evlerimizin avlularından

Geceye dek gülle bülbül söyleşir.

Kaç yaşındayızdır bilmiyorum.

Okula gidiyorsak bayramda

Kedi merdiveniyle süsleriz okul dolabını.

Tebeşir yutarız,

Teneffüste bir simit alırız,

Pay ederim ben

Hepsini sana veririm.

Sen sorarsın ‘’aç değil miydin?’’ diye

Gülüşünle doydum derim.

Okula gitmiyorsak ben askere giderim.

Sen pencerede her gün beni beklersin.

Askerden gelmişsem evlenmişizdir.

Aynı çardakta bir bardaktan çay içmişizdir.

Akşamları sokaktan alamayız çocukları,

Mavi uçurtma ağaca takılır.

Yine tanımadığımız Hüseyin ağabeyi çağırır

çocuklar,

Hüseyin ağabey bize bakıp güler.

-Eee ne yapalım abi, derim ben,

Çekeceğin var bizden.

Sen susarsın

Minnetle, teşekkürle, tebessümle bakarsın.

Belki Hüseyin ağabey ölmüştür çoktan.

Alamaz kimse uçurtmayı o ağaçtan.

Bilmem belki de geçmeyeceğiz aynı sokaktan,

Olmayacak mavi uçurtma,

Sokakta bir ağaç,

Kapıda oynayan çocuklar

Kedi merdiveniyle süslenmiş okul dolapları…

Belki tanışmayacak önlüklerimiz.

Karışmayacak yakaları.

Belki geçmiş zaman oldu gelecek yıllarımız,

Çıksaydın karşıma anı olurdu yaşadıklarımız.

Çıkmadın,

Şiir oldu,

Birbirimizden ayrı mırıldandıklarımız.

Birbirimizden ayrı,

Mavi uçurtmalarımız.

Hatice Türk

Page 38: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Bestelenmiş şiirler hep hayatımızda vardı ama

bestelenmiş şiirlerden oluşan albümler son

zamanlarda moda oldu.

Bu yazıda şiirlerin bestelenme konusu

üzerinde durmayacağım. Metin Altıok ‘un

bestelenmiş şiirlerinden, ‘Anka’ albümünden

söz edeceğim.

1940 İzmir doğumludur kendisi. Ankara

Üniversitesi D.T.C.F Felsefe Bölümü’nü bitirdi.

Bir süre Felsefe Grubu öğretmenliği yaptı. 2

Temmuz 1993 yılında Madımak Oteli’ndeki

yangından yaralı kurtuldu. 9 Temmuz’a kadar

komada kaldı. 9 Temmuz 1993 yılında yaşam

savaşını kaybetti.

Hem öğretmen hem şair Altıok. En ilginç yanı

bu değil tabii. Şiirinin etkilenim bakımından

çok çeşitli olması. 1976 tarihli ilk kitabı

Gezgin’ de Servet-i Fünun çağrışımları göze

çarpar. Özellikle Ahmet Haşim ve Ahmet

Muhip Dıranas etkileri vardır. 1950-1960

yılların söyleyiş özelliklerini şiirinde taşıması

açısından da asla eskimeyen İkinci Yeni

çeşitlenmelerin arasındadır. 60 kuşağının

romantik şairinin dili yalındır. Halk şiirinin

biçimlerini kullanır, içeriğini de bol benzetmeli

bol mecazlı hatta bazen anlaşılması çok güç

biçimde doldurur.

Yerleşik Yabancı (1978) ‘da bulunan şiirler tek

bir şiirmiş izlenimi verir.-Daha sonra Didem

Madak’da da görülür bu tarz- 1979 ‘da ise

Kendinin Avcısı’nda kendine özgü söyleyişler

bulunur. Buradaki ses romantik olduğu kadar

acılı ve bir o kadar da yalındır.

Ayrıca 2008 yılından beri Kırmızı Yayınları

tarafından adına verilen şiir ödülü vardır.2014

Şiir Ödülü Gülten Akın’a verilmiştir.

Albüm : Saygı duruşu niteliğindeki albüm 2

Temmuz 2014 tarihinde piyasaya sürüldü.

Metin Altıok’un sesinden Kor Düşseydi şiirini

dinliyoruz başlarken. ‘’Sen bana bir gurbet

sundun/ buğulu çocuk gözlerinde/ öptüm

başıma koydum/ sevginin solgun güzelliğiyle

‘’ dizelerini yıllar sonra onun sesinden duymak

ne hoş…

Fazıl Say, Grup Gündoğarken, Sezen Aksu,

Mazlum Çimen, Güneş Duru, Candan Erçetin

daha kimler kimler var bu saygı duruşunda.

Ama bazı sesler var ki şiiri yaşatıyor. Şiirin

özüne saygısızlık etmeden, dinleyiciyi

sıkmadan, sanki sizin can damarınızı bulmuş

gibi…

Candan Erçetin’in seslendirdiği Tamah şiiri

örneğin. Sesine çok yakışmış öncelikle

söylemeliyim. Yüreğinizin menzilini

kaybettiriyor, boz bulanık kuyuya atıyor.

Bir seferle yetinmeyip tekrar tekrar dinletiyor

kendini. Bir süre sonra fark ediyorsunuz ki şair

ömrünü bu kısacık şiire sığdırmış.

‘’Kırmızı gül giderayak sende kaldı tamahı /

kırmızı gül giderayak sende kaldı muradım’’

Bir diğer şiir Demet Sağıroğlu’nun sesiyle

hayat bulmuş Baharat Yollarında. Bu şiir bana

İkinci Yeni etkisini hatırlatıyor. Şiirdeki

‘’yuğrulmuş yüreğim/tuz,biber ve kimyonla’’

dizeleri düşündürüyor bunu. Halk arasındaki

deyimleri şiire sokmak Garipçilerle başladı

ama böylesine olağan bir şekilde anlatılması

bana Edip Cansever havası sezdirir. Tabii ilk üç

dizeyi de okuyunca kendine has üslubu fark

ediliyor. Baharat yollarında uzun yollar kara

gecelerde sevgi taşır Altıok. Bu garip

yolculukta çoğaldıkça çoğalır. ‘’Evvel bir

idim/şimdi milyonla’’

Diğer şiir Orhan Alkaya ile Mehtap Meral ‘ın

beraber seslendirdiği ‘’İzin Verin De.’’ ‘Bu

dünyada kuytu gövdesini saymazsak eğer

sığınacak başka bir yeri olmayan‘ Metin Altıok

Şiir Olmuş Şarkılar : Metin Altıok Şiirlerinden Şarkılar

Page 39: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

dizeleri önce Orhan Alkaya’nın sesinden

kulaklara ulaşıyor. Sanki bir şey açıklamak ister

gibi bir havası var Alkaya’nın,şiiri öyle

okuyor;bir yanlışı düzeltmek bir konuya açıklık

getirmek niyetinde sanki.

‘’Ben yaşama da, ölüme de inandım; /

Tamamlarlar sanırdım eksiklerimi./ Çarşıları

hep birlikte gezerdik / Biri dostumsa,

sevgilimdi öteki./ İkisinin adını yan yana

andım.’’

Meral’in sesinden dinliyoruz ardından kendine

has yorumuyla. Bu kadar güzel miydi bu şiir

yoksa bu ikili ile mi güzelleşti? Karar

veremiyorum.

Ogün Sanlısoy “Sonra Git” şiirini yorumlamış.

Şiirin kendisi güzel buna eminim ama Sanlısoy

da kendi yorumunu katınca her şey değişmiş.

Büyülüyor nedense beni.Altıok şiir de ‘’sonra

git yeni bir aşkı bulmaya’’ derken ne

hissediyordu bilmiyorum ama Ogün

Sanlısoy’un şiire yürekten inandığı kesin. Suyla

hesaplaşıyor, rüzgara yüzünü dönüyor;

cesedini yokluğun kıyısında buluyor. Bunları

yap diye tembihliyor ama kime ? Kendine

mi,size mi ? Muamma.

Havı Dökülmüş Sevincin Çiğdem Erken’in hem

vokali hem de piyanosuyla eşlik ettiği parça.

Onunla beraber Birsen Tezer ve Umay Umay’

da var. Çok sevdiğim bu üçlüyü birleştiren şiiri

önceden sevmeye şartlanmışım zaten.

Kendinin Avcısı kitabında yer alıyor bu şiir.

Metin Altıok üslubunun/şiirinin tam olarak

yerleştiği kitap. Şiirde de kendini belli ediyor.

Soğuk günlerde çok uzaklardan uzanan bir

dost eli gibi. ‘’Dilimin ucunda ismin/somunu

yitik bir vida/düştü düşecek yüreğim/biran

önce gel buraya/karpuz kavun yiyelim.’’

Umay Umay şiirin son dizelerine sesiyle hayat

veriyor. Batıp çıkıyoruz onunla beraber, iyi

yüzemesek de.

En sona sakladığım, dinlemelere

doyamadığım şiir: Hançerin Sapı. Grup Yorum

solistlerinden Hilmi Yarayıcı, Rumeli

türkülerinin sesi Yasemin Göksu sesleriyle şiiri

yaşatıyorlar. Şiirin orijinaline sadık kalınmamış

maalesef. Çoğu şiir bestelenmeye elverişli

değildir, ufak değişiklikler yapılır bu yüzden.

Müzik bana baharı anımsatıyor. Neşeli bir

melodi geliyor. Yasemin Göksu’nun sesi

doluyor kulaklara. Şiirin en güzel yeri için

hazırlık yapıyor. Tam alışmışken Hilmi Yarayıcı

o en güzel yer için giriyor şarkıya ‘’ben seni

yalansız bahar gibi sevdim/sevgi adınaydı

milis beraberliğimiz’’ diyerek başlıyor.

Albümdeki en başarılı parça bana kalırsa.- Fazıl

Say’ın Mazlum Çimen’in Vedat Sakman’ın

dışında – Yine bir şey anlatma halleri içerisinde

şarkıyı söylerken. Sizi içine çekiyor. Diyorum ki

içimden bir şiir ancak bu kadar şarkı olabilirdi…

Albümde sürpriz var. Metin Altıok’un ‘Kimliksiz

Ölüler’ adlı şiirine Mirady’nin Kürtçe ve Kardeş

Türküler’in ise Zazaca yaptığı besteler.

Albümün kapanış şiirine uygun bir sürpriz

bence.

Ataol Behramoğlu şiiri ile Zülfü Livaneli veda

ediyor,diyor ki ;

‘’Yaşamak görevdir yangın yerinde

yaşamak insan kalarak’’

Işık Selin Orhuntaş

Page 40: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

BEYAZ PERDE’ den

Afra Nur Akkayalı

Page 41: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

İncir Çekirdeği Dergisi, bu ay sizlere Dünya edebiyatına yön vermiş yazarların hayatlarını

ele alan bazı filmleri sunuyor.

CAPOTE

Capote, 2005 ABD yapımı biyografik filmdir.

Film Gerald Clarke'in biyografi kitabı

Capoteden esinlenilmiştir ve Truman Capote

ismindeki bir muhabirin hayatını

anlatmaktadır. 1959 yılında, “The New

Yorker” dergisi için muhabirlik yapan yazar

Truman Capote'nin dikkatini gazetesindeki bir

makale çeker. Yazıda, Kansas eyaletinde

işlenen bir cinayet ve aynı aile mensubu dört

kişinin öldürülmesi anlatılmaktadır. Capote,

daha önce buna benzer çok haber okumuştur

ama bu olayda onu çeken bir şey vardır.

Derginin yazı işlerini de ikna ederek, olayı

araştırmak üzere kendisi gibi dergiye yazan

çocukluk arkadaşı Harper Lee ile beraber

olayın geçtiği yere doğru yola çıkarlar. Bu

olayın, geçtiği kasaba üzerindeki etkilerinden,

görgü tanıklarına ve polis raporlarına

dayanarak yazılan öykü, katil zanlıların

yakalanması ve ölüm cezasına çarptırılması ile

Capote’nin sanıklarla yaptığı görüşmeler ve

nihayetinde onlara destek olmak istemesi ile

uzadıkça, Amerikan edebiyatının önemli

eserlerinden “In Cold Blood” (Soğukkanlılıkla)

adlı romanın da temeli oluşur.

AŞKIN SON MEVSİMİ

Aşkın Son Mevsimi (Özgün adı: The Last

Station) Alman yapımı biyografik film.

1910 yılında 82 yaşındayken bir tren

istasyonunda zatürreden can vermiştir

Tolstoy. Jay Parini'nin romanından

uyarlanan filmde, Tolstoy ile 48 yıllık karısı

Sofya arasındaki karmaşık aşkın son

yılındaki hikâyesine tanık oluyoruz. Helen

Mirren, filmdeki rolüyle En İyi Kadın

Oyuncu dalında Oscar'a aday gösterilmişti.

Tolstoy rolünü ise Christopher Plummer

canlandırmıştı.

Page 42: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

SYLVIA

2003 İngiltere yapımı biyografik film.

Yetenekli bir şair olan Sylvia Plath,

edebiyatçı Ted Hughes'la tanışır ve

aralarında bir yakınlaşma başlar. Sylvia ile

Ted bu birlikteliklerini evliliğe taşır. Ancak

evliliğin ardından Ted'in hırs ve arzuları,

Sylvia'nın yeteneklerini ortaya çıkarmasını

zorlaştıracaktır. Ted, ününü giderek artırır

ve evliliğinde sorunlar başlar. Çift, durumu

düzeltmek için bir çocuk yapmaya karar

verir. Ama Sylvia, kendini depresyonun

içinde bulur. Bu yaşadığı sıkıntılar onu

şiirde büyük başarılara taşıyacaktır.

BECOMING JANE

(Türkçe çev.: Aşkın Kitabı) Beyaz dizi serilerinin

unutulmaz yazarı Jane Austen'in, gençliğinin

ilk baharının hikayesi... Zengin bir erkek ile bir

evlilik yapmayı kariyeri için hayati bir mesele

olarak gören Austen, fakir bir ailede yetişmiş

olmasına rağmen yazarlık konusunda

farkedilmesini sağlayacak denli etkili

yeteneklere sahiptir. Fakat bu yeteneklerin bir

kadın olarak toplumda hiçbir değeri olmadığı

düşüncesi dayatılmaktadır. Herşeye rağmen,

kendini gösterebileceği tek yolun zengin

Wisley ile evlenmesi olduğu düşüncesine karşı

çıkmak ister. Ailesinin tüm baskılarına direnen

Jane, yetenekli genç avukat Tom Lefroy ile

tanışacak ve bu kendine güvenli genç adamla

birbirlerine olan aşkları, sahip oldukları herşeyi

bir kenara iterek yeni bir hayata başlamaları

için büyük bir cesaret verecektir. Hiç

evlenmemiş ve son derece soğuk bir kadın

olarak tanınan İngiliz yazar Jane Austen’ın

olgunluk dönemi eserlerine ilham olan 20’li

yaşlarında yaşadığı tutkulu bir aşkın hikayesini

anlatan Aşkın Kitabı’nda başrollerde Anne

Hathaway ve James McAvoy gibi oyuncular yer

alıyor.

Page 43: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

KÜÇÜK KÜLLER

Küçük Küller ( Little Ashes ) konusu : Sene

1922. Madrid geleneksel değerlerin, caz, Freud

ve yenilikçiliğin tehlikeli etkileri arasında bir

meydan okuma savaşı vermenin eşiğindedir.

Salvador Dali, büyük bir sanatçı olma

tutkusuyla 18 yaşında üniversiteye girmiş,

onun bu utangaçlığının ve coşkulu

göstermeciliğinin garip karışımı, üniversitede

sosyal tabakadan iki kişinin dikkatini çekmiştir;

Federico Garcia Lorca ve Luis Bunuel.

Salvador kısa sürede bu ikilinin arasına

çekilmiş ve ayrılmaz bir üçlü oluşturmuşlardır.

Fakat zaman geçtikçe Salvador Federico’ya

karşı güçlü bir çekim hissetmiştir.Bu sırada Luis

kendi başarısını elde etmek için Paris’e

gitmiştir.

Film üçlünün gençlik dostluklarını, farklı

yönden ilişkilerini ve kendi dallarında nasıl

başarılı olduklarını konu almaktadır.

TUTKUNUN ŞAİRLERİ

Tutkunun Şairleri İngilizce: Total

Eclipse, Agnieszka Holland'ın 1995 yapımı

biyografik filmi.

Konusu: Fransız şairler Arthur Rimbaud ile Paul

Verlaine'ın eşcinsel hayatı, Paris'te ve Brüksel

seyahetleri sırasında yaşadıkları anlatılır. Film

biyografik bir yapı içerisinde Rimbaud üzerine

yoğunlaşmıştır ve hayatından bir kesit sunar.

Verlaine Rimbaud'u silahla yaraladıktan sonra

ilişkileri kopar ve Rimbaud Etiyopya'ya

(Habeşistan) gitmeden önce sadece bir kere

Verlaine ile görüşür.

Page 44: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Zübük

Yazar: Aziz Nesin

Zübük ya da tam adıyla Zübük - Kağnı

Gölgesindeki İt, Aziz Nesin'in en önemli

romanlarından biridir. 1980 yılında Kemal

Sunal'ın başrolünde oynadığı Zübük filminin

senaryosu bu kitaptan uyarlanmıştır.

Özü itibariyle, Türkiye'de siyasetin ve

siyasetçilerin yükseliş öyküleri yoğun bir

karamizah diliyle anlatılmıştır. “Zübükzâde

İbraam”'ın halkı kandırmasına rağmen önce

belediye başkanı, sonra milletvekili seçilmesi,

hiçbir vaadini tutmamasına karşın desteklenen

adam olması kitabın konusudur.

“Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane

değil, biz hepimiz birer zübüğüz.

Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa,

bizler de birer zübük olmasak, aramızdan

böyle zübükler büyüyemezdi. Hepimizde birer

parça olan zübüklük birleşip işte başımıza

böyle zübükler çıkıyor. Oysa zübüklük bizde,

bizim içimizde. Onları biz, kendi

zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi

zübüklüklerimizin bir tek Zübük’te birleştiğini

görünce ona kızıyoruz. (...) Benim için şimdilik

tek amaç, burdan kurtulmak. Ama gerçekten

zübüklerden, kendi zübüklüğümüzden

kurtulabilecek miyiz? İşte bu soruya cevap

veremediğim için nereye gideceğimi, ne

yapacağımı bilemiyorum. Yeni gideceğim

yerden sana mektup yazar, önce kendi

zübüklüğümden kurtulup kurtulamadığımı

anlatırım.”

Notre Dame’ın Kamburu

Yazar: Victor Hugo

Notre Dame'ın Kamburu, Victor Hugo'nun

1831 yılında yayınlanan ve Fransa’da krallık

döneminin karanlık günlerinden kesitler sunan

romanıdır. Romanın tamamlanması yaklaşık 6

ay sürmüştür. Okunması gereken

evrenselleşmiş bir kitap olup dünya

klasiklerinin başyapıtlarındandır.

Notre Dame'ın Kamburu, Hugo'nun en parlak

dönemlerinden birinde yayımlandı. 1831'de

yayımlanan Notre Dame de Paris'in roman

kahramanlarından biri öylesine etkili oldu ki

Notre Dame'ın Kamburu adıyla tanındı. Victor

Hugo bu romanda insanların yaşamında

kaderin yerini ve yoksulluğun insanı

ARKA KAPAK Merve BAŞOL

Page 45: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

köreltmediğini ortaya çıkarmıştır. Roman

hem yazarın ülkesinde hem de dış

ülkelerde oldukça sevilmiştir. Çoğu dillerde

çevirileri yayınlanmış, ayrıca filmi de

çekilmiştir.

19. yüzyıl başlarında Paris şehir

planlamacıları Notre Dame Katedrali'nin

bakımsızlığından ötürü katedrali yıktırmak

istemişlerdir. Ünlü Fransız yazar Victor

Hugo, halkın ilgisini buraya çekmek ve

katedralin yenilenmesini sağlamak için

Notre Dame'ın Kamburu adlı romanını

yazmıştır. Roman, Notre Dame

Katedrali'nin yenilenmesinde büyük rol

oynamıştır.

Bâbıali

Yazar: Necip Fazıl Kısakürek

Bu kitap, Necip Fazıl'ın Türk entellektüeller

muhiti Bâbıâliyi, bizzat merkezinde olarak

şahıs şahıs bir kıymet hükmüne bağladığı,

kendini ise acımasız bir nefs muhasebesine

tâbi tuttuğu otobiyografik eseridir.

"O ve Ben"le birlikte Necip Fazıl

mevzuunda anahtar olmak hususiyetiyle

de ayrı bir değer kazanan eserde, "Bâbıâli,

Tanzimat sonrası, her an oluş veya bir

türlü olamayış buhranları içinde kıvranan

Türk cemiyetinin boğaz anaforu; şahıslarsa

aynı damga altında gelip geçen ve akıp

giden dalgacıklar…" anlatılmaktadır.

O ve Ben ile Bâbıâli, Necip Fazıl'ın "hayat

hikayesi bütününün, birbirinde

tekrarlanmayan iki ayrı dilimi…"

Page 46: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

DÖRT İŞLEM

Hiçbir zaman matematikle aram iyi olmadı benim .

Hesapsızdı her şeyim çıkarsızdı sevgilerim.

Sonra bir gün öğrenmeye karar verdim dört işlemi.

Değer verdim insanlara, toplama yaptım karıştım kalabalıklara.

Sonra hayatımdan çıkarmaya başladım çıkarları olanları.

Artılar eksileri götürdükçe kazandım tecrübeli yalnızlıkları.

Vazgeçtim...

Birbirine düşünce insanlar,

Her şey eşit olsun istedim.

Böldüm her şeyi dört eşit parçaya.

Bu seferde faydası olmadı payın paydaya.

Vazgeçtim...

Attığım sesiz çığlıklarda boğulurken,

Son bir defa çarpıp çoğaltmak istedim umutlarımı.

Fazla değer verme dediler hiçbir şeye.

Sıfırla çarpınca.

Ben yine vazgeçtim...

Sevil Batan

Page 47: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

fotoğraf Aybige Akdağ

“Şimdi otobüs gelir biner gideriz

Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç”

Turgut Uyar

Page 48: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Kütüphanem

Odama yeni geldi. Diğer eşyalar ve ben önceleri biraz yadırgadık ama sonradan bu munis, çilekeş,

güzellikten nasibi olmayan tahta yığınına alıştık. Hatta ben sevmeye bile başladım. Acımayla karışık bir

duygu... Epey yaşlanmış, güngörmüş bir kütüphane. Ama insanlar gibi onların da şanslıları

şanssızları var. Kimileri koskoca köşklerde parlak cilalı yüzleri, ağır renkli kitaplarıyla

başköşede durur. Kimi de rutubetli bir evin bodrum katında gençliğini, tüm güzelliğini yitirir.

İşte benimki de bunlardan biri. Rafları şişmiş, eğri büğrü vücutlarıyla dışarı fırlamak

istiyormuş gibi bir hal almış, yıllar evvel giydiği kahve renkli elbise artık solmuş, hali

kalmamış. Ortası biraz kırık. Geçende iyice yarıldı. Bir umut tekrar onardım. Şimdi iyi. İlk

günler odanın bir köşesinde sessizce, umutsuzca bekliyordu ama şimdi kitaplarımı raflarına

dizince tekrar canlandı. Çürümüş tahtaları toprakla beslenen ağaçlar gibi taptaze gencecik

oldu. Anlamadım, çünkü bu ciltleri parlak güzel kitaplarımın onu beğeneceklerini hiç

sanmıyordum ama bir gün gizliden şahit oldum. Bu zavallı ihtiyarla aralarında tatlı bir

arkadaşlık doğmuştu. Kütüphanem onlara anılarını anlatıyor benimkiler de can kulağıyla

dinliyorlardı. Hatta bu sohbete üstündeki kadife örtü, saat, çerçeve hepsi katılmışlardı.

Gözlerim doldu içimde tatlı bir mutluluk duydum. Bu yıllanmış ihtiyar kütüphane ömrünün

son birkaç yılını hiç değilse hep özlemini çektiği kitap kokularıyla mutlu geçirecekti.

Filiz Öztekin 12 Yaşındaki küçük okuyucumuzdan...

Page 49: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Kasım’14 İNCİR ÇEKİRDEĞİ

Page 50: İncir Çekirdeği Dergisi Sayı:8

Uludağlı Edebiyatçıların Sesi, İncir Çekirdeği...