inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

209
T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI İNÖNÜ DÖNEMİ KÜLTÜR HAYATI (1938-1950) Doktora Tezi Kadir ŞEKER Danışman: Prof. Dr. Bayram KODAMAN Isparta-200

Upload: trinhtuyen

Post on 02-Feb-2017

264 views

Category:

Documents


5 download

TRANSCRIPT

Page 1: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI

İNÖNÜ DÖNEMİ KÜLTÜR HAYATI (1938-1950)

Doktora Tezi

Kadir ŞEKER

Danışman: Prof. Dr. Bayram KODAMAN

Isparta-200

Page 2: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

I

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER......................................................................................................... I

ÖNSÖZ ..................................................................................................................III

ÖZET .................................................................................................................... IV

ABSTRACT............................................................................................................V

KISALTMALAR.................................................................................................VIII

BİRİNCİ BÖLÜM1

A-ATATÜRK DÖNEMİ KÜLTÜR ANLAYIŞI ...................................................1

B-MİLLİ KÜLTÜRDEN HÜMANİST KÜLTÜRE ..............................................9

1-İnönü ve Ekibi ...............................................................................................9

2-Kültürde Hümanist Anlayış ve CHP.............................................................12

C-HÜMANİST KÜLTÜR ANLAYIŞININ BAŞAT KURUMLARI...................18

1-Halkevleri ve Halk Odaları...........................................................................18

2-Köy Enstitüleri.............................................................................................27

3-Üniversiteler ................................................................................................46

İKİNCİ BÖLÜM

HÜMANİST ANLAYIŞIN DİL, TARİH VE EDEBİYATA YANSIMASI ............57

A-HÜMANİZM VE DİL ....................................................................................57

1-Dil Konusunda Yaşanan Politika Değişikliği................................................57

2-Yeni Dil Politikasına Yönelik Eleştiriler ......................................................63

B-HÜMANİST TARİH ANLAYIŞI ...................................................................72

1-İnönü Dönemi Tarih Anlayış ve Uygulamaları .............................................74

a-Ders Müfredatları ve Kitapları..................................................................74

b- Hümanist Anlayışın Tarih Kongrelerine Yansıması.................................79

2-Yeni Tarih Anlayışına Yönelik Eleştiriler ....................................................85

C-HÜMANİZM VE EDEBİYAT........................................................................89

1-Klasiklerin Tercümesi ..................................................................................91

2-Şiir ve Roman ..............................................................................................98

a-Şiir ...........................................................................................................98

b-Roman ...................................................................................................102

Page 3: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

II

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

HÜMANİST KÜLTÜR ANLAYIŞININ BENİMSETİLME VASITALARI.........106

A- BASIN-YAYIN...............................................................................................106

1-I. Neşriyat Kongresi ...................................................................................107

2-Hümanist Kültür Açısından Basın-Yayın Politikaları .................................113

a-1938-1946 Arası Dönem ........................................................................113

b-1945-1950 Arası Dönem ........................................................................119

3- Basında Gruplaşmalar ve Kapatma Kararları.............................................123

4- Hümanist Kültür Açısından Radyo Yayınları ............................................128

B-HÜMANİZMİN BENİMSETİLMESİNDE GÜZEL SANATLAR................133

1-Sinema ve Tiyatro......................................................................................134

a-Sinema ...................................................................................................134

b-Tiyatro ...................................................................................................138

2-Resim ........................................................................................................144

3-Opera ve Bale ............................................................................................149

a-Opera .....................................................................................................149

b –Bale......................................................................................................151

SONUÇ ................................................................................................................154

BİBLİYOGRAFYA..............................................................................................157

EKLER.................................................................................................................178

A-BELGELER..................................................................................................178

B-FOTOĞRAF ve KARİKATÜRLER..............................................................192

Page 4: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

III

ÖNSÖZ Osmanlı toplumundaki kültür tartışmaları, Tanzimat’ın ilanıyla başlamış,

1876’da Meşrutiyet dönemi ile devam etmiştir. Özellikle II. Meşrutiyet dönemi

gelişmeleri, toplumda idari, sosyal ve hukuki değişimlerin başlamasına öncülük

ederken kültür tartışmalarını hızlandırmıştır. Diğer yandan bu tartışmalar, Türkler

arasında milliyetçilik akımının güçlenmesini sağlamıştır.

Ziya Gökalp ve İsmail Hakkı Baltacıoğlu gibi ilk Türk sosyologlarının ortaya

atmış oldukları millileşme anlayışı, Cumhuriyet ideal ve fikrinin oluşumunda etkili

olmuştur. Milliyetçilik merkezli kültür gelişmeleri, Atatürk başta olmak üzere,

sonraki yıllarda Cumhuriyet tarihine damgasını vuracak beyinlerin kültürel alt

yapılarını şekillendirmiştir. Nitekim Atatürk dönemi, Tanzimat döneminin aksine

yeni bir zihniyetle ortaya çıkmıştır. Köklü kültürel değişim olarak

yorumlayabileceğimiz bu gelişme, öteki kültüre hayran olmayan ama kendisine

hayranlık duyulan ve milli kültür etrafında, milli bir devlet yapısının çekirdeğini

oluşturmuştur.

Atatürk’ün 1938 yılında vefatıyla birlikte, milli kültür anlayışının yerini,

evrenselliği esas alan hümanizm merkezli kültür anlayışı almıştır. Hümanizmi ve

onun getirmiş olduğu değerleri topluma benimsetmek maksadıyla kültürün önemli

öğelerinden olan dil, tarih ve edebiyat alanında Latin-Yunan kaynaklarının esas

alındığı politikalar takip edilmiştir. Diğer yandan aynı anlayışı geniş kitlelere

benimsetmek maksadıyla Halkevleri, Halk Odaları, Üniversiteler ve Köy

Enstitülerinde aydınlar yetiştirilmesi yoluna gidilmiş, basın-yayın ve güzel sanatlar

etkin olarak kullanılmıştır.

İsmet İnönü’nün, Cumhurbaşkanlığı dönemi(1938-1950) kültür hayatını

araştırma konusu olarak seçmemizin nedeni, bu alanda yeterince akademik

çalışmanın yapılmamış olmasıdır. İnönü dönemi kültürel faaliyetleriyle ilgili olarak,

Sayın Ali Ata Yiğit tarafından hazırlanan “İnönü Dönemi Eğitim ve Kültür

Politikası” isimli yüksek lisans tezi ile, Sayın Salih Özkan tarafından hazırlanan

“1938-50 Arası Türkiye’nin Eğitim-Kültür Politikası” isimli doktora çalışması,

dönemin kültürel hareketliliğinden çok, uygulanan kültür ve eğitim politikaları

üzerinde durmuş, muhalif görüşlere yer vermemiştir. Amacımız resmi kültür anlayışı

uygulanırken, bu alandaki tepkileri de ortaya koyabilmektir.

Page 5: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

IV

Bu amaçla araştırmamızın 1. bölümünde, yeni kültür anlayışı olarak kabul

edilen, hümanizmi uygulayan kadrolarının, CHP içinde ve devlet yönetimindeki

etkinlikleri üzerinde durulmuştur. Aynı bölümde, kültürün başat kurumları olarak

kabul edilen, Halkevleri, halk Odaları, Üniversiteler ile İnönü dönemine özgü

kurumlar olarak karşımıza çıkan Köy Enstitüleri’ndeki gelişmeler incelenmiştir. 2.

bölümde dönemin kültür anlayışını yönlendiren dil, tarih, edebiyat uygulamaları ve

bu uygulamalara dönemin tanınmış aydınlarının tepkileri anlatılmış, basının bu

politikalar karşısındaki tavrı, dönemin köşe yazılarından faydalanılarak ortaya

konulmaya çalışılmıştır. Kültürü meydana getiren unsurlardan olan dil, tarih ve

edebiyat konuları incelenirken yine kültürün önemli unsurlarından olan din

konusuna, bu alanda oldukça fazla çalışmanın yapılmış olmasından dolayı

değinilmemiştir. 3. bölümde, hümanist kültürü topluma benimsetilmek maksadıyla

kullanılan basın-yayın ve güzel sanatlar alanında yaşan gelişmeler üzerinde

durulmuş, bu kapsamda iktidarın, yazılı basın ile radyonun temel işlevleri üzerindeki

etkinliğinden bahsedilmiştir.

Araştırma esnasında Cumhuriyet Arşivinde bulunan, Cumhuriyet Halk Partisi

ve Bakanlıklara ait arşivler ile Resmi gazete koleksiyonundan faydalanılmıştır. Yine

dönemin önemli gazetelerinden olan Akşam, Cumhuriyet, Milliyet, Ulus, Tan, Tanin,

Tasvir-i Efkar, Vakit ve Vatan ile Ayın Tarihi, Belleten, Çığır, Ülkü, Tercüme, Yapı,

dergisi gibi dönemin önemli mecmuaları taranmak suretiyle İnönü dönemi kültür

anlayışı ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Çalışmanın her aşamasında engin tecrübeleri ve değerli tavsiyeleri ile

çalışmayı yönlendiren hocam ve danışmanım Sayın Prof.Dr. Bayram KODAMAN’a

şükranlarımı sunarım. Araştırmanın başından beri görüşleri ile katkıda bulunan Sayın

Prof. Dr. Fahrettin TIZLAK’a, araştırmanın son şeklini alması esnasında değerli

görüş ve eleştirilerinden faydalandığım Sayın Prof.Dr. Adnan ŞİŞMAN, Sayın Prof.

Dr. Kemal GÖDE ve Sayın Yrd.Doç.Dr. Kadir KASALAK’a, çalışmalarım

esnasında özveriyle yardımlarını esirgemeyen Sayın Yrd.Doç.Dr. Zafer GÖLEN,

Sayın Yrd.Doç.Dr. Süleyman SEYDİ, Sayın Dr. Celal ERDÖNMEZ ve Sayın Dr.

Hayri ÇAPRAZ’a teşekkürlerimi sunarım.

Kadir ŞEKER

Isparta-2006

Page 6: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

V

ÖZET

11 kasım 1938’de İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte

Cumhuriyet tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. İnönü göreve gelir gelmez, devlet

yönetimi ve CHP’de kendi siyasi, ekonomik ve kültürel politikalarını hayata

geçirecek kadroları göreve getirmiştir. 1940’lı yıllardan itibaren Atatürk dönemi

kültür anlayışı olan laik- milliyetçi yaklaşımların yerini laik-hümanist anlayış ve

uygulamalar almıştır.

Hümanist anlayış, Tanrı merkezli sosyal ve kültürel hayatın yerine, insan

merkezli bir yapılanma öngörmüş ve aynı anlayış, yönetim tarafından Latin-Yunan

kültür kaynaklarına inilmesi olarak tarif edilmiştir. İncelediğimiz dönemde Latin-

Yunan kültürüyle, Türk kültürü kaynaştırılarak Türk hümanizmi yaratılması

amaçlanmıştır. Bu amaçla dönemin başat kurumları olarak kabul edilen, Halkevleri

ve Odaları, Üniversiteler ile döneme özgü kurulan Köy Enstitülerinde aynı anlayışı

hayata geçirecek uygulamalar başlatılmıştır.

Hümanist anlayış, kültürün önemli unsurlarından olan dil, tarih ve edebiyata

da yansımıştır. Dilde, Arapça ve Farsça kökenli kelimeler tasfiye edilmiş, tasfiye

edilen kelimelerden doğan boşluksa, batı kökenli kelimeler veya yeni türetilen

kelimelerle doldurulmaya çalışılmıştır. Diğer yandan tarihte, Orta Asya merkezli

tarih anlayışının yerini, kazı çalışmalarıyla Anadolu ve Eski Çağ merkezli tarih

anlayışı almıştır. Edebiyatta şiir, roman ve klasikler çerçevesinde aydınlar arasında

ideolojik gruplaşmalar yaşanmıştır. Devlet uygulamış olduğu kültür politikalarını

tabana yaymayı amaçlarken, basın-yayın ile güzel sanatlardan yararlanma yoluna

gitmiştir. Fakat II. Dünya Savaşının getirdiği ekonomik sıkıntılar gazete, mecmua ve

radyo yayınlarının geniş kitlelere ulaşmasını engellemiştir.

Diğer yandan, 1946’da çok partili hayata geçilmesiyle birlikte, bazı aydınlar

hümanist anlayışa muhalefetlerini dile getirmişlerdir. Muhalefet partilerinin ve

aydınların eleştirileriyle devlet, uyguladığı kültür anlayışından tavizler vermeye

başlamıştır. Bu eleştirilere ve tavizlere karşın, hümanizm anlayışı 1950’lere kadar

devletin kültürel uygulamalarını yönlendirmiştir.

Anahtar Kelimeler: Kültür, Hümanizm, Cumhuriyet Halk Partisi,

Halkevleri, Dil, Tarih, Edebiyat, Basın-Yayın, Güzel sanatlar.

Page 7: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

VI

ABSTRACT A new era began in the history of the new Turkish Republic when Ismet

Inonu rose to the post of presidency on the 11th of Nov. 1938. Soon after he took

over this position, he set up his own cadre in the Republican People’s Party and

government bureaucracy, which would initiate their own political, economical and

cultural policies. From the 40ies, Secular/nationalist practices were replaced for

secular/humanistic policies.

Humanistic philosophy was founded on human-centered approach discarding

the divine-centered social and cultural view of the world. This understanding was

described as the re-discovery of Latin/Greek sources in culture. During the era in

Turkey that we have closely studied, the authorities aimed to create a neo-Turkish

Humanism built on the blended form of the Latin/Greek culture with the Turkish

one. To this end, three dominant institutions were created and they took over this

mission, namely, People’s houses, universities and Village School Institutions. This

last one was solely founded to serve that aim.

Humanist approach also found a positive reaction three key areas of culture,

namely in the language, history and literature. Words in language with Persian or

Arabic-origin were almost completely eliminated and the gap resulted from the

elimination scheme was filled with the words newly-derived or those from European

languages. On the other hand, the former approach in historical studies based on the

Middle Asia was left in favour of Old Anatolian civilizations and ancient cultures. In

literature, as well, people witnessed various distinct ideological sects among

intellectuals gathering around classical works and fiction. The central authorities also

attempted to make all these effort popular in the public through the media and fine

arts. Nevertheless, hardships experienced pre- and post-war hindered all these

practices from reaching the masses.

Page 8: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

VII

Notwithstanding, along with the introduction of multi-party political life in

1946, some intellectuals raised their voices opposing the current humanist practices.

Following the rising opposition, the government started to slowly give up the cultural

revolution thy strictly implemented. Yet, It can be suggested that the humanistic

approach in life went on influencing the cultural life until 1950.

Key words: Culture, Humanism, Republican People’s Party, People’s

Houses, Languages, History, Literature, Media, Fine Arts.

Page 9: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

VIII

KISALTMALAR

ABD Amerika Birleşik devletleri

a.g.e. Adı geçen eser

a.g.m. Adı geçen makale

a.g.t. Adı geçen Tez

A.Ü. Ankara Üniversitesi

B.C.A. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi

C. Cilt

CHP Cumhuriyet Halk Partisi

Çev. Çeviren

DP Demokrat Parti

DTCF Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi

Ens. Enstitü

Haz. Hazırlayan

İ.T.Ü. İstanbul Teknik Üniversitesi

İ.Ü. İstanbul Üniversitesi

İ.Ü.E.F. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

M.V. Maarif Vekaleti

MEB Milli Eğitim Bakanlığı

s. Sayfa

S. Sayı

SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi

TDK Türk Dil Kurumu

TTK Türk Tarih Kurumu

Page 10: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

1

BİRİNCİ BÖLÜM

A-ATATÜRK DÖNEMİ KÜLTÜR ANLAYIŞI

Latince’de toprağı verimlendirmek için çalışma anlamına gelen kültür,

yüksek umumi bilgi manası ile dilimize girmiştir1. Kültürün şimdiye kadar yerli ve

yabancı sosyologlar tarafından 350’yi aşkın tanımı yapılmıştır2. Bu tanımlardan

hareketle kültür, bir milletin tarihi, edebiyatı, inancı, örf ve adetleri, yani maddi ve

manevi değerler sisteminin birlikteliğidir. Aynı zamanda kültür, hem yapılamayan

hem de taklit yolu ile başka milletlerden alınamayan duygulardır3. Milletlerin yaşam

tarzı, giyimi, gelenek ve görenekleri kültürün maddi yönünü meydana getirirken,

inançları da manevi yönünü oluşturmaktadır.

Her kültürün kendine has orijinalliği, kendi kendine yeterliliği vardır. Başka

kültürlerden bazı unsurları alıp etkileşim meydana getirseler bile, varlığını koruma

hassasiyeti kültürün en önemli özelliklerini oluşturmuştur. Bu sayede çoğu kültür,

millilik vasfını muhafaza etmiştir.

Kültürün maddi boyutu, zaman içersinde karşılaştığı kültürleri etkilemekte,

yada diğer kültür unsurlarından etkilenmektedir. Böylece kültürel değişim meydana

1 Abraham A. Molez, Kültürün Toplumsal Dinamiği, Çeviri Nuri Bilgin, İzmir 1983, s. 1. 2 C. Wissler’e göre kültür, bir topluluğun yaşam tarzı, E. Sapir’e göre atalardan devralınan miras, R. Thurnwald’a göre örf ve adetlerden, davranış tarzlarından, teşkilat ve tesislerden kurulu ahenkli bir bütündür. Tanımlar için bkz., Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, İstanbul 1987, s. 34 -36. Eriçh Rothacker’e göre ise, milletler gelişi güzel insan yığınlarından ibaret değildir. İnsan yığınlarını millet haline getiren kültürleridir. Milletlerin kültürleri sadece yazılı ve sözlü eserlerden ibaret değildir. Ortak olarak uydukları örf ve adetler onların milli şahsiyetlerinin temelini teşkil eder. Bkz., Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil, İstanbul 2004, s. 24-25. 3 Ülkemizde kültür tartışmaları 19. yüzyılın ikinci yarısında başlamış ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde artarak devam etmiş, ilk kez sistemli tanımını yapan Ziya Gökalp olmuştur. Ona göre kültür, bir milletin din, ahlak, hukuk, akıl, estetik, dil, ekonomi ve fen alanlarındaki uyumlu bütünüdür. Onun tanımlamaları için bkz., Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, İstanbul 2003, s. 29-35. Ayrıca bkz., Yılmaz Özakpınar, Kültür ve Medeniyet Üzerine Denemeler, İstanbul 1998, s. 94–110. Sonraki dönemlerde Ziya Gökalp’in tanımına katılmayıp onu eleştiren düşünürler ortaya çıkmıştır. Bunlardan biriside Erol Güngör’dür. Ona göre Gökalp, değiştirilmesi gerekenleri veya istenenleri medeniyet, istenmeyen bütün değerleri kültür adı altında toplamıştır. Dini bir yerde medeniyete dâhil ederken, başka bir yerde kültür unsunu olarak kabul etmiştir. Bkz., Erol Güngör, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, İstanbul 1986, s. 12. Yılmaz Özakpınar ise kültürü değerler ve inançlar manzumesi olarak kabul ederek, insan realitesinin iki yönlü olduğunu bundan dolayı kültürlerinde ikili bir istikamete yöneldiğini belirtmiştir. Bkz., Yılmaz Özakpınar, İslam Medeniyeti ve Türk Kültürü, İstanbul 1997, s. 10-94. Lahbabi’ye göre kültür, bir millet tarafından kendi tarihi boyunca, tasavvur edilmiş veya tatbikat sahasına koyulmuş maddi, fikri ve manevi hayat formlarının ve değerlerinin tümü olarak tarif edilir. Bu bağlamda önce kültürün evrenselleştirilmesi ve sonrada bütün milli kültürlerin ortak kültür mirası yani medeniyet içinde daha sağlam bir işbirliğine kavuşması sayesinde insanlığın kendini aşması ve insanileşmesi gerçekleşecektir. Bkz., M. Aziz Lahbabi, Milli Kültürler ve Medeniyetler, İstanbul 1980, s. 12-15.

Page 11: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

2

gelmektedir. Bu yönüyle maddi kültür unsurları, manevi kültür unsurlarına göre daha

çabuk değişimden etkilenebilmektedir4.

Çeşitli nedenlerle karşılaşan kültürler arasında çatışmalar yaşanmış ve bu

çatışmalar kültür değişmelerini kaçınılmaz kılmıştır. Anthony Smith, kültür ve

kültürler arası çatışmayı bir nevi milliyetçilik biçimi olarak algılamıştır. Ona göre,

milliyetçilik kültürel doktrin ile milli emellerin ve milli iradenin gerçekleşmesine

dair reçeteleri içeren bir ideolojidir. Milliyetçiliğin doğuş ve oluşumunda toplumsal

ve kültürel bağlar etkili olmuştur5. Niyazi Berkes ise, geleneksel düşüncenin aksine

kültürel çatışmanın temeline ekonomiyi koymuştur. Ona göre, milli kültürün

gelişmesi, uyduculuktan kurtulmak ve toplumsal yapıyı, çağdaş uygarlığı kendinde

gerçekleştirme kudreti olan bir sistem haline sokmakla mümkün olmaktadır6.

Ülkemizde bu durumun en önemli örneğini Tanzimat dönemi oluşturmaktadır.

Mesela Türk kültürü Tanzimat döneminde, çeşitli sebeplerle Batıya giden aydınlar,

eğitim amacıyla gönderilen öğrenciler vasıtasıyla, Avrupa kültür unsurları ile temasa

geçmiş ve iki kültür arasında karşılaşma ile birlikte çatışma yaşanmaya başlamıştır7.

Türk kültürü, tarihi süreçte Bozkır, İslam ve Batı medeniyetinin özelliklerini

taşımaktaydı. Zaman içinde Türk kültürü, İslam ve Batı medeniyetinin oldukça fazla

etkisi altında kalmış, Tanzimat’a kadar İslam, Tanzimat’la beraber Avrupa kültür

unsurları karşısında millilik özelliğini kaybetme noktasına gelmiştir. Böyle bir kültür

atmosferi içinde yetişen Tanzimat döneminin aydın ve yöneticileri, milli kültürden

yoksun, çoğu zaman Avrupa’nın şekilci taraflarını taklit etmiş, onun felsefi ve

bilimsel temellerine inememişlerdir8. Hatta bazı aydınlar için Avrupa kültürü ideal

4 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milliyetçiliğinin Meselesi, İstanbul 1999, s. 56. 5 Anthony D. Smith, Milli Kimlik, Çeviri Bahadır Sina Şener, İstanbul 1994, s. 119-130-147 . 6 Niyazi Berkes, “Milli Kültür ve Batı Kültürü ile İlişkiler”, Cumhuriyet Dönemi Düşünce Yazıları Seçkisi, Hazırlayan Konur Ertop, Ankara 1998, s. 245-249. Diğer yandan Yaşar Kemal’de Niyazi Berkes’le benzer görüşleri paylaşır. Yaşar Kemal’in görüşleri için bkz., Yaşar Kemal, “Kültür”, Cumhuriyet Dönemi Düşünce Yazıları Seçkisi, Hazırlayan Konur Ertop, Ankara 1998 s. 249–251. 7 Avrupa’ya gönderilen öğrenciler konusunda bkz., Adnan Şişman, Tanzimat Döneminde Fransa’ya Gönderilen Osmanlı Öğrencileri(1839-1876), Ankara 2004. Avrupa’ya giden öğrencilerle birlikte etkileşim artarak Türk kültürü ile Batı kültürü arasında çatışmalar yaşanmaya başlamıştır. İki kültür arasındaki etkileşim için bkz., Halil İnalcık, “Osmanlılarda Batıdan Kültür Aktarması Üzerine”, Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul 1996, s. 426 8 Mümtaz Turhan, a.g.e., s. 172. Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti her konuda Avrupalıların görüş ve önerileri doğrultusunda hareket etmeye başlamıştır. Bunlardan biriside reformlar konusunda olmuştur. 22 Şubat 1867 tarihinde Fransızların vermiş olduğu öneriler Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmiştir. Bu öneride bir Osmanlı toplumu yaratmaktan bahsedilmiştir. Bu düşünce aydınlar tarafından derhal kabul edilerek uygulamaya geçilmiştir. Fransız görüşünün kabul edildiğinin en

Page 12: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

3

haline gelmiştir. Mesela Namık Kemal, Batı kültür ve medeniyetini “gönül çelen

nazlı uygarlık” olarak nitelemiş, Abdullah Cevdet ve ekibiyse, tam anlamı ile Batı

kültürüne teslim olunmasını, çünkü Batı kültürü dışında ikinci bir kültürün

bulunmadığını ilan etmişlerdir9. Diğer yandan geleneksel değerleri muhafaza eden

aydınlar İslam kültürünün esas alınması noktasında ısrarlarını sürdürmüşlerdir.

Böylece zamanla aynı kaynaktan beslenmeyen aydınlar, toplum üzerinde egemenlik

yarışına girmiş,10 bunun sonucunda yapılmak istenilen reformlar yeterince kökten

olmamış ve Batının temel düşünce yapısı benimsenememiştir11. Fakat bütün

olumsuzluklarına karşın Gülhane Hatt-ı Hümayunu ölü bir vesika olarak kalmamış,

sosyal yapıda derin sarsıntılar ve hareketlenmeler meydana getirmiştir12.

Tanzimat’la başlayan “Batılılaşma”, kısmen zorunlu kültürel değişimi

meydana getirmiştir. Bu dönemde kültür değişmelerini zihinsel altyapı sorunu olarak

ela alan aydın ve yöneticilerle, manevi değerler yönüyle kültürü yorumlayan aydın

ve halk arasında görüş ayrılıkları yaşanmaya başlamıştır. Diğer bir deyişle Tanzimat,

İslam’ın temel ilkelerinden ödün vermeksizin, kurumları ve toplumu bilimsel

ilerlemelerle yükseltme anlayışı ile, bu düşüncenin devletin ilerlemesine engel

olduğunu savunan aydınlar arasında derin görüş ayrılıklarının yaşandığı dönem

olmuştur. I. Meşrutiyet döneminde aydınlar ve halk arasında derin görüş

ayrılıklarının yaşanmasına neden olan Batılılaşma anlayışı terk edilerek, “İslam

Birliğini” esas alan siyaset uygulanmaya başlanmış ve kültürel değişim topluma

önemli kanıtını da Galatasaray Sultanisi’nin 1868’de açılması oluşturmuştur. Bkz., Bayram Kodaman, Abdülhamit Devri Eğitim Sistemi, Ankara 1999, s. 20. 9 Abdullah Cevdet’ten sonra da onun gibi düşünenler olmuştur. Attila İlhan böyle düşünenleri “Komprador Burjuva” olarak nitelendirir. Sanayileşmiş ülkeler, az gelişmiş ülkeleri sömürmek gayesi ile, yerli haklarından bir kısmını büyük paralarla temsilci seçmektedirler. Böylece yabancı sermaye adına halkla onlar temas ederek, gelişmiş ülkelere herhangi bir tepki olmaksızın kendi çıkarlarını korumuş olmaktadırlar. Bunlar hammaddeyi ucuza alıp, mamul maddeyi pahalıya satarlar. Böylece yabancı sermaye, kendine göbekten bağlı ve çıkarlarını en iyi şekilde koruyacak uşaklar edinmiş olur. İşte İlhan’ın komprador burjuvazi olarak nitelendirildiği sistem bu şekilde doğmuştur. Geniş bilgi için bkz., Attila İlhan, Hangi Atatürk, Ankara 19998, s. 59-60. Ayrıca İlhan Türkiye’de solculuğun daha işin başında komprador alafrangalığı olarak ortaya çıktığını, böylece aydınların halka yabancılaştığını belirtir. Bkz., Attila İlhan, Ulusal Kültür Savaşı, Ankara 1998, s. 74. 10 Nazmi Avcı, Türkiye’de Modernleşme Açısından Din Kültür Siyaset (1839-1960), İstanbul 2000, s. 186. 11 Uriel Heyd, Türk Ulusçuluğunun Temelleri, Çeviri Kadir Günay, Ankara 2002, s. 69. 12 Tanzimatın meydana getirdiği etkiler ve çeşitli grupların Tanzimat’a tepkileri için bkz., Halil İnalcık, a.g.m., s. 624-690.

Page 13: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

4

bırakılmıştır13. Fakat Tanzimat’la başlayan görüş ayrılıkları sona ermemiş, bu

dönemde de artarak devam etmiştir.

II. Meşrutiyet dönemindeyse, önemli ölçüde Türk aydınlarını ve doğal olarak

yönetimleri etkisi altına alan görüş pozitivizm düşüncesi olmuştur. Bu düşünceye

göre, çağdaş uygarlık idealinin asli öğesi bilim ve teknoloji olmalıdır. Aynı görüşü

savunanlara göre din ile devlet kesin olarak bir birinden ayrılmalı, hatta din, devletin

ve siyasetin kontrolü altına girmelidir. Batı medeniyetine ulaşmak içinde mevcut

kurumların eksik olan taraflarının giderilmesi yerine, batı normlarında yeni kurumlar

oluşturulmalıdır. Pozitivizm düşüncesiyle birlikte, bir tarafta toplumun temel

değerlerini köhnemiş bulan materyalist anlayış, diğer yanda İslamiyet’i ideoloji

haline getiren İslamcı aydın tipi, görüşleriyle toplumu yönlendirmek istemiştir.

Böylesi çatışma ortamı içinde Ziya Gökalp, ileri sürdüğü fikirlerle

Tanzimat’la başlayan, Meşrutiyetle devam eden kültürel çatışmaya son vermek

istemiştir14. Onun ileri sürdüğü görüşlerle millilik düşüncesi Türkler arasında

yayılmaya başlamıştır. Türk dilinin ıslahı konularında ilk ilmi teşekküller

oluşturulmuş ve planlı çalışmalar başlatılmıştır15. Diğer yandan Türkçülüğün

programı yapılarak iktisat, edebiyat, tarih, folklor gibi her konuda millilik esas

alınmaya başlanmıştır16. Neticede II. Meşrutiyetle hayat bulan ve Türkler arasında

canlanan Türkçülük, Atatürk’ün yetişmiş olduğu II. Meşrutiyet döneminin önemli

özelliğini meydana getirmiştir17.

İlk kez Ziya Gökalp ile başlayan kültürün millileştirilmesi fikri, Atatürk’ü de

etkilemiştir. Bu itibarla Atatürk dönemi kültür politikalarında esas amaç, Türk

kültürünün yabancı etkisinden arındırılması olmuştur. Dolayısıyla kültürde bir yanda

13 Meşrutiyet dönemi, Türkler arasında milli kimlik konusunda kıpırdanmaların yaşandığı dönemdir. Mesela 1886 yılında yapılan düzenleme ile milli varlığa zararlı yabancı okulların denetlenebilmeleri sağlanmıştır. Kodaman, bu gelişmeyi eğitimde millileşme arzusunun doğuşu olarak yorumlamaktadır. Bkz., Bayram Kodaman, Eğitim Sistemi, s. 34, 156. 14 Yılmaz Özakpınar, İslam Medeniyeti, s. 19-23. Gökalp’in görüşleri için bkz., Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, Ankara 1976, s. 79. 15 I. Dünya Savaşı’ndan önce Tanin gazetesinin birinci sayfasında yeni yazı denemeleri vardır. Harbiye Nazırı Enver Paşa kendi dairelerinde kullanılan yazıyı değiştirmeye teşebbüs ederek, harfleri bitiştirmeden ayrı ayrı yazmayı denemiştir. Mesela, “yeni ahz-ı asker kanununun Meclis-i Mebusan Encümeni Askerisinde müzakeratı hayli ilerlemişti” cümlesini Arapça harflerle bitiştirmeden yazmıştır. Bkz., Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul 1980, s. 437. 16 Peyami Safa, Türk İnkılabına Bakışlar, İstanbul 1999, s. 54-70. 17 Doğal olarak Türkçülük düşüncesinin oluşumunda İttihat Terakki Fırkası’nın ve Türk Ocakları’nın önemli etkisi olmuştur . Bu konuyla ilgili olarak bkz., Bayram Kodaman, Cumhuriyet’in Tarihi- Fikri Temelleri ve Atatürk, Isparta 1999, s. 79.

Page 14: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

5

millilik ve milliyetçilik, diğer yanda laiklik eksenli politikalar takip edilmiştir18.

Ayrıca Atatürk, milli kültürü oluşturmada, kültürün ana unsurlarından olan dil, din

ve tarih üzerinde hassasiyetle durmuştur. Bu unsurlarla millileşerek çağdaşlaşmanın

yolunu açmıştır.

Atatürk’e göre, yeni devletle beraber toplumun kaybolmuş değerlerinin

kazanılması etrafında, millet şuuru yaratılmalıdır. Ona göre bu şuur, bölgeselciliği,

mezhepçiliği reddederek, Türk kültürü ve onun asli unsurlarından olan Türk dili ve

Türk tarihi etrafında meydana gelmeliydi19. Atatürk, Türk kültürünün yabancı

tesirinden uzak ve tamamen milletin seciyesinden doğacağını, Temmuz 1921’de

yaptığı konuşmasında şöyle açıklar, “şarktan ve garptan gelen bilcümle tesirlerden

uzak, seciye-i milliye ve tarihimizle mütenasip bir kültür kastediyorum. Çünkü milli

dehamızın inkişafı, ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir. Bir ecnebi kültürü,

şimdiye kadar takip olunan yabancı kültürlerin tahrip edici neticelerini tekrar

ettirebilir”20.

Atatürk, Türk dili ve tarihinden doğan Türk kültürü esas alınarak, yeniden

oluşturulan topluluğu, duyuşta, düşünüşte ve inançta ortak hareket edebilen bir millet

haline getirmek gerektiğine inanmıştır21. Kültürel gelişim açısından dil ve tarih

önemli bir unsur olarak algılanmış ve yeni düzenlemelere gidilmiştir. Bu kapsamda

mesela dil konusunda 3 Kasım 1928’de Arap alfabesi’nin yerine Latin alfabesi kabul

edilmiştir. 1932-1935 yılları arasında Orta Asya merkezli öz Türkçe hareketi

hızlanmış, 1936’dan sonra bütün dillerin kaynağının Türkçe olarak kabul edildiği

Güneş-Dil Teorisi uygulanmaya başlamıştır22.

Atatürk, Türk kültürü üzerindeki yabancı tesirleri ortadan kaldırıp, onu esaslı

bir temele oturtmak için çalışmıştır. Bu kapsamda Türk Tarih ve Dil Kurumlarını

18 Ziya Gökalp’in millet ve kültür kavramı içinde, 1909’dan 1918’e kadar geçen süreçte din unsuru giderek zayıflamıştır. Atatürk’ün laiklik reformlarına girmiş olduğu süreçte de Ziya Gökalp’in din konusunda değişen görüşlerinin etkisi vardır. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki laik ve pozitivist uygulamalar konusunda bkz., Français Georgeon, Osmanlı-Türk Modernleşmesi (1900-1930), Çeviren Ali Berktay, İstanbul 2006, s. 15. 19 Bayram Kodaman, Fikri Temeller, s. 67. 20 Attila İlhan, Hangi Atatürk, s. 64. 21 Bayram Kodaman, Fikri Temeller, s. 60-81. Uriel Heyt’de Çağdaş Türk Devletinin teorik temellerinin Gökalp tarafından atıldığını ifade ederek, Atatürk’ün Gökalp’in fikirlerinden etkilendiğini belirtmektedir. Bkz.,Uriel Heyd, a.g.e., s. 196. 22 Dilde yaşanan bu gelişmeler CHP kongrelerindeki tutanaklara da yansımıştır. CHP’nin 1934 kongresinde tutanaklar “tutulga”, 1938’de “zabıt”, 1948 yılında ise “tutanak” olarak isimlendirilmiştir. Bkz., Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, İstanbul 1984, s. 209.

Page 15: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

6

kurarak, ortak projeler geliştirmeleri için hayata geçirmiştir23. Böylece Atatürk,

kurmuş olduğu Türk Dil ve Türk Tarih Kurumları ile Anadolu insanının tarihi ile

olan bağlarını güçlendirmeye çalışmıştır24. Buna bağlı olarak Cumhuriyetin ilk

yıllarından itibaren yayınlanan devlet kitaplarında milli tarih ve milli dil konusunda

millileşme arzusu işlenmiştir. Atatürk’ün emriyle Afet İnan tarafından yazılmaya

başlanan “Türk Tarihinin Ana Hatları” ile “Türk Tarihinin Ana Hatları Methal

Kısmı” isimli eserler bu tür örneklerdendir25. Ayrıca yapılan kazılarla hem Türklerin

eski bir medeniyet unsuru oldukları ispatlanmaya çalışılmış, hem de âri ırk tezi

mekteplerde okutulmaya başlanmıştır26.

Atatürk, millet anlayışını, dil, kültür ve mefkure birliğine bağlı vatandaşların

teşkil ettiği bir siyasi ve içtimai topluluk olarak nitelendirerek Anadoluluyla,

Kafkaslıyı aynı değerler etrafında toplayıp milli bir devlet meydana getirmeye

çalışmıştır. Ona göre, önceki dönemlerde Türk kültürü ihmal edilmiş, işlenmemiş ve

böylece diğer kültürlerin etkisi altında kalmıştır27. Onun kültür politikasının özünde,

ülkenin doğusunda-batısında, kuzeyinde-güneyinde yaşayan insanları ortak bir kültür

potasında eritme fikri yatmaktadır. Atatürk bu politikaları uygularken çeşitli

çevrelerde söylemiş olduğu sözlerle etrafındakilerin kültür anlayışının da alt yapısını

oluşturmak istemiştir28.

23 Atatürk’ün tarih anlayışı konusunda daha geniş bilgi için bkz., Zafer Gölen, “Atatürk’ün Tarih Anlayışı”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. XVIII, Mart 2002, s. 159-185. 24 Erol Manisalı, Attila İlhan’la 1000 Saat, Ankara 2001, s. 81. Attila İlhan, değerlendirmesinde Atatürk’ün yaptığı konuşmalarda milli kültürün, millet seciyesinden doğduğunu vurgulamıştır. Atatürk, ne doğuya, ne de Batıya karşı teslimiyetçi politikalar takip etmemiştir. Atatürk’ün düşüncesi her bakımdan tam istiklaline kavuşmuş bir Türkiye ve Türk İnsanıdır. Bkz., Attila İlhan, Ulusal Kültür Savaşı, s. 27 25 Işıl Çakan, Konuşunuz Konuşturunuz Tek Parti Döneminde Propagandanın Etkin Silahı: Söz, İstanbul 2004, s. 23 26 Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara 2000, s. 20-21. 27 Bayram Kodaman, Fikri Temeller, s. 80. 28 Attila İlhan, Atatürk döneminde de bazen abartılı uygulamaların olduğundan bahsederek, kusurun Atatürk’te değil, vur deyince öldüren kadrolarda olduğunu iddia etmiştir. Bkz., Attila İlhan, Hangi Batı, Ankara 1998, s. 14. İlhan, diğer bir eserinde konuyla alâkalı olarak Atatürk dönemi aydınlarının Komprador kültürle yetişmiş, Meşrutiyet aydını olduğunu vurgulayıp eleştirmiştir. Bkz., Attila İlhan, Ulusal Kültür Savaşı, s. 39. Ayrıca bu konuda Atatürk de kadrolarından oldukça şikayetçidir. Bir gün Konya Milletvekili Mustafa Şeref Bey’le konuşurken, “Biz yanımızda vazife gören kimselerin mahiyetlerini tayinde çok defa hataya düşeriz. Belki sizde bilirsiniz, benim mahiyet erkanım arasında, ahlak ve karakterine itimat ettiğim iki, üç kişi vardı ki, bu itimada ne kadar az layık olduklarının farkına ancak yıllar sonra varabilmişizdir” diyerek düşüncelerini ifade etmiştir. Konuşmanın detayları için bkz., Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, s. 109-110.

Page 16: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

7

Atatürk’ün temel düşüncesi muasır medeniyet seviyesinin yakalanmasıdır. Bu

itibarla onun düşüncesi batılılaşmaktan ziyade çağdaşlaşmaktır. Batılılaşmak tabiri

daha ziyade Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde egemen olmuştur29. Çünkü

çağdaş medeniyet bugün batı da olsa bile yarın doğu da olabilir. Atatürk döneminde

çağdaşlaşma, Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi bazı kurumların teknoloji ile

tanıştırılması değil, yaşam tarzının topluma kazandırılması, böylece düşünsel

inkılabın gerçekleştirilmesini hedeflemiştir. Atatürk’ün kültür politikası işte bu

anlayışla Batının kültür politikalarının güdümünden kurtulmayı amaçlamıştır30.

Atatürk, kültürel çağdaşlaşmayı arzularken beraberinde milliği esas alan bir

yaklaşımı benimsemiştir. Yani kültürel kimliği muhafaza ederek çağdaş muasır

medeniyet seviyesine ulaşılmasını hedef edinmiştir. Bu kapsamda çağdaş yaşamın

bir gereği olarak kadının sosyal yaşamda daha fazla yer alması için düzenlemeler

yapılmıştır. Mesela 1926’da kabul edilen Medeni Kanun’la kadınlara yönelik hukuki

haklar verilmiştir31. Bu düzenlemelerle kadının geleneksel annelik modelinin dışında,

öğretmen, doktor, avukat hatta pilot olarak sosyal yaşamda yerlerini alabileceklerine

yönelik mesajlar verilmeye çalışılmıştır. Yine bu kapsamda, 1928 yılında Kız

Enstitüleri ve Akşam Kız Sanat Okulları açılarak kadınlara meslek edindirme

programları başlatılmıştır.32 Böylece II. Meşrutiyetle başlayan kadının sosyal

yaşamda yerini alması, Cumhuriyetle beraber artarak devam etmiştir.

29 Attila İlhan, Batılılaşmayı kendi elimizle, kendi kültüründen kendini soyup, Hıristiyan kültüre angaje etmek olarak açıklar. Aslında Türkiye’de sonradan ortaya çıkan İslamî hareketlerinde Atatürk’ün vefatından sonra uygulanan Batılılaşma politikalarının sonucu olarak ortaya çıktığını vurgulamaktadır. Bkz., Hulki Cevizoğlu, Bütün Kaleler Zapt Edilmedi, Ankara 2004, s. 20-22. Yine İlhan, aydınlarımızın çağdaşlaşmayı Batılılaşma diye anladıklarını, oysa Avrupa şu anda çağdaş olsa bile, tarihin ilerde neler gösterebileceğinin kestirilmediğini belirtir. Bu anlamda çağdaşlıkla Batılılaşmanın karıştırılmaması gerektiğini özellikle vurgulamıştır. Bkz., Attila İlhan, Ulusal Kültür Savaşı, s. 81. 30 Seçil Deren, “Kültürel Batılılaşma”, Modern Türkiyede Siyasi Düşünce: Modernleşme ve Batıcılık, C. III, İstanbul 2002, s. 382-427. 31 Bundan öncede kadınların sosyal hayatta yerini almasına yönelik uygulamalar yapılmıştır. Bu amaçla 1923’te ilk defa kadınlar arasında bacak güzelliği müsabakası yapılmış ve bu müsabakaya dört kadın iştirak etmiştir. Yine 1931 yılında kadın güzellik yarışması yapılmış, yarışmayı öğretmen Naşide hanım kazanmıştır. Bir yıl sonrada Keriman Halis dünya kadınlar güzellik yarışmasında birinci olmuştur. Medeni kanunun 1926 yılında kabul edilmesi kadınlara hukuki alanda verilen hakların en önemlisidir. Yine kadınların seçimlere katılma hakkı 1930 ve 1934 yıllarında yapılan düzenlemelerle verilmiştir. Bkz., Ahmet Oktay, Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı,(1923–50) Ankara 1993, s.16. 32 Ankara’nın değişik mekanlarında kadınlar erkeklerle beraber bulunmaya başlamıştır. Diğer yandan Cumhuriyet baloları Ankara Palasta düzenlenmiştir. Yakup Kadri bu baloların pırıltılı yaşamını Ankara isimli romanında detaylı olarak anlatmaktadır. Bkz., Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara, İstanbul 2003, s. 109-111.

Page 17: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

8

Türk kültürünün önemli unsurlarından birisi de hiç şüphesiz dindir. Din

konusunda Atatürk’ün tavrı geleneksellikten uzaktır. Dini cehaleti, toplum ve eğitim

hayatından çıkararak, onun yerine insan aklını koymuştur. Bu bağlamda devlet

politikalarında dini etkiden uzak laiklik ilkesi uygulanmıştır. Atatürk dönemi kültür

yapılanması ve din alanında yaşananları değerlendiren Niyazi Berkes’e göre, din

sorunu aynı zamanda dil, siyaset ve tarih sorunudur. Bu noktadan bakıldığında,

Saltanatın, Hilafetin ve Şer’i Mahkemelerin kaldırılması Atatürk dönemi din ile ilgili

kültürel faaliyetlerindeki iç tutarlılığı göstermektedir.

Tanzimat ve Meşrutiyet dönemleri ile Atatürk dönemi kültürel uygulamaları

arasındaki en önemli fark, ilk ikisinin ıslahatçı olması ve Batının empoze ettiğini

halka uygulatmak istemesidir. Oysa Atatürk, Batıyla mücadele ederek ve onları

yenerek çağdaşlaşma yolunu hedeflemiştir33. Atatürk bu konuyla ilgili yaptığı bir

konuşmasında, “Avrupa’nın bütün terakkisine, tealisine mukabil, Türkiye bilakis

tedenni etmiş ve sukut vadisinde yuvarlanmıştır. Artık ıslah-ı hal etmek için, mutlaka

Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın âmaline göre tedvir etmek, bütün

dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler küşayiş buldu. Halbuki hangi

istiklal vardır ki, ecnebilerin nesayihiyle, planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir

hadise kaydetmemiştir” 34 diyerek önceki dönemlerde yapılanları eleştirmiştir.

Sonuç olarak, Atatürk, hayatının son on yılında kültürel gelişmelere daha

fazla önem vermiştir. Bu amaçla Halkevleri, Dil ve Tarih Cemiyeti ile yakından

ilgilenmiştir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na göre, bunun nedeni yıkılış dönemleri

boyunca toplumda ve özellikle aydınlar arasında oluşan aşağılık duygusunun ancak

güçlü bir milli kimlikten sonra bertaraf edileceğini düşünmesidir35. Atatürk’ün

uygulamış olduğu kültür politikaları ile Tanzimattan beri arayış içinde olan Türk

aydını millilik etrafında yeni bir senteze ulaşmıştır. Uygulanan kültür politikalarıyla

milli devlet etrafında milli birlik oluşturulmaya çalışılmış, böylece kaybedilen milli

kimlik kazanılmıştır.

33 Attila İlhan, Hangi Batı, s. 70. 34 Attila İlhan, Hangi Atatürk, s. 63. 35 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, s. 106.

Page 18: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

9

B-MİLLİ KÜLTÜRDEN HÜMANİST KÜLTÜRE

1-İnönü ve Ekibi

Atatürk, 10 Kasım 1938 tarihinde hayata gözlerini yumarken, geride siyasi

içerikli herhangi bir belge bırakmamıştır36. TBMM Başkanı Abdülhaluk Renda,

Cumhurbaşkanı vekili sıfatıyla Anayasanın 34. maddesi uyarınca meclisi, 11 Kasım

1938 günü yeni Cumhurbaşkanını seçmek üzere toplantıya çağırmıştır. Parti

grubunda bir konuşma yapan Genel Başkan Vekili ve Başbakan Celal Bayar,

milletvekillerine oylarını serbest iradeleriyle vermelerini istemiştir37. Yapılan

oylamaya 348 milletvekili katılmış, İnönü oyların tamamını alarak Cumhurbaşkanı

seçilmiştir38.

Tek partili siyasal rejimlerde uygulanacak ekonomik, siyasi ve kültürel

politikalar, parti lideri ve partinin ilkeleri doğrultusunda belirlenmiştir. Bu amaçla

dönemin kültürel politikalarının ve ilişkilerinin halka benimsetilmesi için, öncelikli

olarak bu işlevi yürütecek kadroların oluşturulması gerekmiştir. Bu açıdan her lider

gibi İsmet İnönü de, Cumhurbaşkanı olur olmaz kendi kültürel, ekonomik ve siyasi

politikalarına yön verecek kadroları oluşturmak için harekete geçmiştir.

36Atatürk’ün Genel Sekreteri Rıza Soyak, Fevzi Çakmağın Cumhurbaşkanlığı için yasal bir yolun bunması konusunda Atatürk’ün vasiyetinin olduğunu söylüyorsa da, başka tanık olmadığından Soyak’ı doğrulamak mümkün değildir. Bkz., Niyazi Ahmet Banoğlu, Türk Kahramanları İsmet İnönü, İstanbul 1943, s. 7. İsmet İnönü bu iddiasını, Soyak’ın Tevfik Rüştü Aras ve Şükrü Kaya ile birlikte hareket ederek kendisini tasfiye amacıyla yapıldığını ifade etmektedir. Bkz., Süleyman Yeşilyurt, Atatürk İnönü Kavgası, Ankara 2001, s. 151-152. Cumhurbaşkanlığına ismi geçenlerden Fethi Okyar’ın fazla popüler olmaması, Fevzi Çakmak’ın ölünceye kadar ordunun başında kalacağını açıklaması ve Abdülhaluk Renda ile Celal Bayar’ın bu konuda hevesli olmamaları İnönü’ye Cumhurbaşkanlığı yolunu açmıştır. İnönü hatıralarında Fethi Okyar’ın davranışı ve aday olmaması ile alâkalı olarak; “Fethi Okyar fitneye iltifat etmedi diye” açıklamaktadır. Fevzi Çakmak milletvekili olmadığından hukuken aday olması söz konusu değildi. Abdülhalik Renda’ya gelince, Tevfik Rüştü Aras ve Şükrü Kaya kendisini İstanbul’a çağırmış ve Cumhurbaşkanı olması için teklifte bulunmuşlardır. Renda bu teklifi kesin bir dille reddetmiştir. Celal Bayar bu girişimlerin uzağında Atatürk’ün vefatıyla bir iktidar boşluğunun çıkmaması için uğraşmıştır. Bkz., Faruk Güloğlu, İsmet İnönü, Hayatı ve Şahsiyeti, İstanbul 1940, s. 14-15. Buna rağmen Sina Akşin, İnönü’nün Cumhurbaşkanlığını engellemek için F. Çakmak, A. Renda ve C. Bayar’ın yakınlaştığını belirtir. Bkz., Sina Akşin, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi, Ankara 2001, s. 213. Necdet Ekinci, II. Dünya Savaşından Sonra Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte Dış Etkenler, İstanbul 1997, s. 120. 37 Süleyman Yeşilyurt, a.g.e , s. 147. 38 “Atatürk’ten Sonra İlk Cumhurbaşkanı- İlk Hükümet İsmet İnönü- Celal Bayar”, Belgelerle Türk Tarih Dergisi, S. 44-46, Ankara 1988, s. 105. Meclis Genel Kurulundan önce CHP grubunda İnönü’nün katılmadığı Cumhurbaşkanlığı oylamasında, 323 oydan 322 İnönü’ye verilmiş, yalnızca Hikmet Bayur, Celal Bayar’a oy vermiştir. Güloğlu, a.g.e., s. 16. Bu konuyla ilgili olarak ayrıca şu kaynaklara bakılabilir, Nusret Baycan, “İsmet İnönü”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Ankara 1989, S. 16, s. 633. Necdet Ekinci, Dış Etkenler, s. 124. Süleyman Yeşilyurt, a.g.e.,s. 147, Süreyya. Aydemir, II. Adam, İstanbul 1967, s. 31-32.

Page 19: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

10

İsmet İnönü Cumhurbaşkanı seçildikten sonra hükümeti kurma görevini

tekrar Celal Bayar’a vermiş, diğer taraftan kendi ekibini oluşturmak için de Atatürk

dönemi politikacılarından bazılarını tasfiye etmeye başlamıştır39. Tasfiyelere 1936’da

Nyon Konferansı sırasında görüş ayrılığı yaşadığı dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik

Rüştü Aras ve 1937’de Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra kendisini ABD’ne

büyükelçi olarak göndererek Türk siyasi yaşamından silmek isteyen İçişleri Bakanı

Şükrü Kaya’nın yeni kabinede yer almalarını engelleyerek başlamıştır40.

Ardından çeşitli nedenlerden dolayı Atatürk’le anlaşamadıkları için siyasetin

dışında kalmış olan muhalifleri yanına almıştır. Bu amaçla 31 Aralık 1938 tarihinde

yapılan ara seçimlerde Kazım Karabekir, Fethi Okyar, Rauf Orbay, H. Cahit Yalçın

gibi Atatürk dönemi muhaliflerinin, milletvekili olarak meclise girmelerini

sağlamıştır41.

39 Bayar o sırada kendisine verilen hükümeti kurma görevini neden kabul ettiği konusunda, Dünya da gelişen olağanüstü olaylar ve içerde çekişmeden doğabilecek otorite boşluğunun yeni devlete nelere mâl olabileceğini düşünerek hem içerde, hem dışarıda birlik mesajları verilmesinin zaruretinden bahsetmiştir. Bkz., Süleyman Yeşilyurt, a.g.e., s.153. 40 Tasfiyelerle ilgili olarak; İnönü, Celal Bayar’a hükümeti kurma görevini verdiğinde, “Tevfik Rüştü Aras ve Şükrü Kaya gerçekten yorgun düştüler. Uygun görürseniz bu arkadaşlar kabineye girmeyip dinlensinler” diyerek müdahale etmiş, böylece bu iki ismin kabine dışı kalmalarını sağlamıştır. Bkz., Süleyman Yeşilyurt, a.g.e., s. 152. Nyon Konferansının detayları için bkz., Mehmet Barlas, Türkiye’de Darbeler ve Kavgalar Dönemi, İstanbul 2000, s. 30. Ayrıca bu konferansla ilgili olarak İnönü’nün tutumu hakkında bkz., Abdi İpekçi, İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, İstanbul 1968, s. 13. 41 29 Haziran 1938 tarihinde çıkan afla yüz ellilikler listesinde olanlar affedilerek yurda dönmeleri sağlanmıştır. Fakat bu şahısların Türk siyasal yaşamına kazandırılması karşılığında kendilerinden Atatürk’ün manevi şahsiyeti ile uğraşmamak koşulunun konduğu vurgulanır. İnönü’nün bu şahıslara, “eğer Cumhuriyeti ve İnkılapları korumak ve devam ettirmek fikrindeysek, Atatürk’ü korumak vazifedir” demiştir. Bkz., Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, Çağdaşlık Yolunda Yeni Türkiye, (Kasım 1938- 14 Mayıs 1950) C. IV, Ankara 1999, s. 23. İnönü Cumhurbaşkanlığının ilk yıllarında, Atatürk ile çeşitli konularda ters düşmüş olan küskünleri kazanma politikası çerçevesinde, 4 Mart da Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen 1700 kişilik bir çay davetinde , Eski Sadrazamlardan Salih Paşa, emekli General Ali İhsan Sabis, emekli General Cafer Tayyar Eğilmez, Halil Bey ve eski Başbakan Rauf Orbay ile görüşmüş ve yemek yemiştir. Bu arada eşi Halide Edip Adıvar ile birlikte uzun yıllar yurt dışında gönüllü sürgün hayatı yaşayan İstanbul eski milletvekili Dr. Adnan Adıvar Dolmabahçe’de çay partisinin düzenlendiği gün, Paris’ten İstanbul’a dönmüştür. Halide Edip Adıvar ise İstanbul Üniversitesinde profesör olarak göreve başlamıştır. Yazdığı Sinekli Bakkal isimli romanıyla CHP tarafından ödüllendirilmiştir. Bkz., Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, (1938-1945), C. II, İstanbul 1996, s. 45. Şerafettin Turan’a göre, Soyak’ın Meclise alınma nedeni Çankaya’dan uzaklaştırılmak içindir. Bkz., Şerafettin Turan, Devrim Tarihi, s. 25. İnönü bu olaylarla ilgili olarak hatıralarında şu açıklamayı yapar; “ Atatürk’ün vefatından sonra ilk iş olarak, dahilde emniyet tesisinin lazım olduğunu gördüm. Eski muhaliflerin teskini, mümkünse kazanılması kıymetli bir şeydi. İhtilaf ve nifak esasen şahsiyattan doğmuştu”. Bkz., İsmet İnönü, Hatıralar, C. II, Hazırlayan Selahattin Selek, İstanbul 1985, s. 327. Şerafettin Turan da eski küskünleri tekrar kazanma olayını, “İnönü anlaşılan başlarda herhangi bir savaş tehlikesine karşılık kurtuluş savaşında mücadele verdiği, fakat daha sonra Atatürk’ ün çeşitli zamanlarda tasfiye ettiği şahısları kazanma yoluna gidecektir. Türkiye’ye dönenler arasında İzmir suikastından beri yurt dışında bulunan Dr. Rıza Nur da vardır” diyerek izah etmektedir. Bkz., Şerafettin Turan, Devrim Tarihi, s. 23

Page 20: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

11

Siyasi hayatta tasfiyeler yaşanırken, İsmet İnönü, Atatürk dönemi

politikalarına, “ticaret ve milli para alt üst olmuştu. Atatürk zamanında geçen bu

usulün, artık düzelmesi lazımdı. Zaman geçtikçe hiç düzelmeyecek bir hale

gelebilirdi”42 diyerek eleştiriler getirmeye başlamıştır.

Dönemin önemli bir gelişmesi de CHP’nin 26 Aralık 1938 tarihinde toplanan

Olağanüstü Kurultayında yaşanmıştır43. Genel Sekreterlikçe Kurultaya sunulan tüzük

değişikliği ile, millet arasında politik kanaatleri birbirine uygun olanların kendi

halinde dağınık oldukları ve bu dağınıklığın ancak milli bir şef tarafından

giderileceği yönündeki ifadeler, İnönü’nün Milli Şef olmasının yolunu açmıştır44.

Kabul edilen diğer bir tüzük değişikliği ile de her dört yılda yapılması planlanan parti

genel başkanlığı seçimleri kaldırılarak, genel başkanlık devamlı hale getirilmiştir45.

Tüzük değişikliğinin yapılması İnönü’yü “Değişmez Genel Başkan” yapmıştır.

Kurultay sonunda Recep Peker başta olmak üzere Necip Ali Küçük, Ali Rıza Erten

gibi 1935 Kurultayında seçilen altı üye daha tasfiyeye uğramış, böylece İnönü, hem

iktidarını sağlamlaştırmış, hem de CHP’yi tam anlamıyla ele geçirmiştir46. Cemal

Kutay da İnönü’nün Kurultaydan Milli Şef olarak çıkmasını, dönemin olağanüstü

42 Süleyman Yeşilyurt, a.g.e., s. 173. Atatürk başından beri devletçi ekonomik politikaların başarısından kuşku duymuştur. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren ciddi bir ekonomik ilerlemenin sağlanamamış olması Atatürk’ü düşündürmektedir. Bu bakımdan Atatürk ve İnönü arasındaki görüş ayrılıklarının temeli ekonomiktir. Bkz., Cemil Koçak, Türkiye Tarihi IV. Çağdaş Türkiye 1908-1980, Yayın Yönetmeni Sina Akşin, İstanbul 1992, s. 116. 43 1927 tüzüğünde Mustafa Kemal değişmez genel başkan kabul edildiğinden Atatürk ten sonrası için nasıl bir seçimin yapılacağı belirtilmemişti. Celal Bayar toplantının 1. maddesi olarak bu konuyu gündeme almıştır. Fakat Umumi İdare Heyeti’nin yenilenmesini gerektirecek bir durum bulunmadığı halde bu konunun gündeme alınması, İnönü’nün parti üzerindeki otoritesini pekiştirmeyi amaçlaması ile açıklanabilir. Bu konuda bkz., Tuncay Dursun, Tek Parti Dönemindeki CHP Kurultayları, Ankara 2002, s. 93. Ayrıca Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, C. I, İstanbul 1996, s. 172. 44 Milli Şefliğin gerekçesi olarak “her kurultayda yaşanması muhtemel karışık ve gruplaşmayı engelleme” olarak açıklanmıştır. Bkz., Tuncay Dursun, a.g.e, s. 95. Ayrıca Milli Şef olma konusunda kongrede yapılan bütün konuşmalarda bu olaydan övgü ile bahsedilmiştir. Bkz. Cemil Koçak, Milli Şef Dönemi, C. I, s. 9-97. Ali Fuat Erden, İsmet İnönü, İstanbul 1952, s. 241. İlter Turan, Cumhuriyet Tarihimiz, İstanbul 1969, s. 109. Nadir Nadi ise, Milli Şef olayının faşizmin modası olduğunu belirtmektedir. Bkz., Nadir Nadi, Perde Aralığından, İstanbul 1964, s. 15-16. 45 Atilla İlhan’a göre, Atatürk’e de zaman zaman şef denilmiştir. Ancak Onun döneminde şeflik, kurumsal bir nitelik kazanmamıştır. Bu kapsamda Atatürk döneminde, CHP tüzüğünde “Değişmez Genel Başkanlık” gibi bir kurum oluşturulmamıştır. Yani hem “Değişmez Genel Başkanlık” hem de “Milli Şeflik” kavramlarını kurumsallaştırıp CHP tüzüğüne koyduran İnönü olmuştur. Konuyla ilgili olarak bkz., Attila İlhan, Nazımın İki Talihsizliği, Hangi Edebiyat, Anılar ve Acılar, Ankara 1993, s. 64. Ayrıca bkz., Çetin Yetkin, Türkiye’de Tek Parti, s. 159. 46 Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, İstanbul 1967, s. 52.

Page 21: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

12

şartlarından değil, kendi politikacılarına dayanarak kendi dönemini açma girişimi

olarak değerlendirir47.

Olağanüstü kurultaydan güç alarak çıkan İnönü, Celal Bayar’ın Başbakanlığı

bırakmasını istemiştir. Bayar’ın Başbakanlıktan ayrılmasıyla, Atatürk döneminin

önemli bir ismi daha iktidardan uzaklaştırmıştır48. Nihayet siyasi alanda Atatürk

kadrolarının tasfiye edilmesi ve İnönü devrinin açılması 1942 yılında parlamento

seçimlerinin yapılması ile tamamlanmıştır49. Böylece Atatürk dönemi gerçekten

kapanmış, İnönü dönemi kendine ait uygulamalarıyla birlikte açılmıştır.

Diğer yandan, İnönü’nün siyasi hayatta yürüttüğü tasfiye hareketleri ordu

mensuplarını da içine alarak devam etmiştir. Bu kapsamda,1944’de Genel Kurmay

Başkanı Fevzi Çakmak ve Birinci ordu Müfettişi Orgeneral Fahrettin Altay emekli

edilmiş, Çakmak’tan boşalan yere Orgeneral Kazım Orbay getirilmiştir. Çakmak,

Genel Kurmay Başkanlığından ayrılır ayrılmaz, çıkarılan 4580 sayılı kanunla,

Genelkurmay Başkanlığı Başbakan’a bağlanmıştır. Bu yasayla Genel Kurmay

Başkanı’nın gerektiğinde Başbakan tarafından değiştirilmesi kabul edilerek,

Ordudaki tasfiyeler de tamamlanmıştır50.

Atatürk dönemi siyasetçilerinden bir çoğunun değiştirilmesi ve bazılarının

tasfiyeye uğraması, devletin takip etmiş olduğu ekonomik, kültürel ve siyasi

politikalarda da radikal değişimlerin ilk işaretlerini oluşturmuştur. Bu kapsamda

Atatürk dönemi kültür politikalarından olan milliyetçilik terk edilerek, Latin-Yunan

kökenli hümanizm anlayışı uygulanmaya başlanmıştır. Bu politikaların

uygulanabilmesi için, Atatürk dönemi bürokratlarından bir kısmının değiştirilmesi,

İnönü tarafından bir zorunluluk olarak kabul edilmiştir.

2-Kültürde Hümanist Anlayış ve CHP

Hümanizm, 15. yüzyılda İtalya’da tarih, şiir ve ahlak felsefesi gibi bilim

dallarını belirten “Studia humanitatis” terimiyle, ilk çağ edebiyatı üzerinde 47 Cemal Kutay, Atatürk’ün Son Günleri, İstanbul 2006, s. 261. 48 Şerafettin Turan, Devrim Tarihi, s. 28. Celal Bayar 12 Kasım 1974 tarihli Milliyette yayınlanan demecinde İnönü ile aralarındaki ayrılık konusunda; “Ben İnönü’ye saygı gösterdim. Şefimdi…Atatürk giderek dar devletçilikten beriye doğru geldi. İsmet Paşa olduğu yerde kaldı. Mesele budur” diyerek esas görüş ayrılığının ekonomi olduğunu vurgulamaktadır. Bkz., Milliyet gazetesi, 11 Kasım 1974. 49 Cemal Kutay, a.g.e., s. 261. 50 Ümit Özdağ, Atatürk ve İnönü Dönemlerinde Ordu ve Siyaset İlişkileri, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara 1990, s. 110.

Page 22: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

13

uzmanlaşmış, araştırmacılarla öğrenciler için kullanılan “humanisti” adından

kaynaklanmaktadır51. Hümanizm, insana ve insani değerlere büyük ağırlık veren

Rönesans’ın temel kültürel akımıdır. Hümanizm anlayışı, devlet yönetiminin

merkezine Tanrı yerine insanı koymuş ve ilk kez 19. yüzyılda Alman araştırmacılar

tarafından kullanılmaya başlanmıştır.

Türk aydınları, Türk kültüründen tümüyle farklı olan, Batı kültürünün

kaynaklarını 20. yüzyılın başlarında merak etmeye başlamışlardır. Özellikle Yahya

Kemal ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Fransız edebiyatını incelerken hümanist

anlayışla karşılaşmışlardır. Daha sonra Yakup Kadri’nin temsil ettiği “New

Yunanilik” akımı edebiyatta kendini bütün ağırlığı ile hissettirmiştir. Yakup Kadri ve

arkadaşlarınca savunulan bu akım, Eski Yunan ve Latin kültürü ile Türk kültürünün

kaynaştırılarak Türk hümanizmi yaratmayı amaçlamıştır52.

Türkiye’de, 1938’den sonra resmi politika olarak kabul gören hümanizm,

1940’lı yıllarda kültür de, “eski Yunan ve Roma Medeniyetine inmek” olarak tarif

edilmiştir. Aynı yıl Hamit Ongunsu, hümanizmi insan zekasının geçmişte meydana

getirdiği mahsulleri, doğrudan Latin-Yunan kaynaklarına müracaat ederek tetkik

etmek olarak tarif etmiştir 53. İnönü döneminde kabul görüp devlet tarafından

benimsenen hümanizm anlayışında, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) önemli bir etkiye

sahiptir. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve ekibi tarafından

sahiplenilmiş ve hümanizm, Türk hümanizmi olarak değiştirilmiştir54. Bu kültürü

yaymak açısından aynı yıl birkaç lisede Latince ve Yunanca öğretecek klasik

şubelerin açılmasına karar verilmiştir. Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde

oluşturulan Tercüme Bürosu ile özellikle Batı Klasiklerinin Türkçe’ye çevrilmesi

51 Ana Britannica, C. XI, İstanbul 1993, s. 310-311. Hümanizm akımı sadece insana önem veren, bireyi yücelten bir anlayış olarak kabul görmüş, Tanrı merkezli düşünceleri reddetmiştir. Bkz., Ahmet Altan, “Küreselleşmenin Yeni İdeolojisi: Pan-Hümanizm”, Sabah gazetesi, 29 Ağustos 2005. 52 Suat Sinanoğlu, aslında Türk hümanizmi fikrinin Atatürk’ün sağlığında var olduğunu, bu amaçla Nurullah Ataç ve Nüshet Haşim Sinanoğlu gibi aydınların Klasik eğitimi savunarak bu fikrin temellerini attıklarını vurgulamaktadır. Fakat o dönemde küçük oluşum olarak kalmış ve devlet tarafından desteklenmemiştir. Bkz., Suat Sinanaoğlu, Türk Hümanizmi, Ankara 1980, s. 92. 53 Salih Özkan, 1938-50 Arası Türkiye’nin Eğitim Kültür Politikası, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Kayseri 1996, s. 56. 54 Hasan Ali Yücel’in ekibi şu isimlerden oluşmaktadır; Talim Terbiye Kurulu üyeliği yapan Sabahattin Eyuboğlu, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Sabahattin Ali, Falih Rıfkı Atay, Nurullah Ataç, Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rıfat. Bkz., Hıfzı Topuz, Tavcan Savaş Yıllarında Kültür Devrimi, İstanbul 2005. Ayrıca bu isimlere Halikarnas Balıkçısıyla Azra Erhat’ı da eklemek mümkündür. Bkz., Barış Karacasu, “Mavi Kemalizm Türk Hümanizmi ve Anadoluculuk”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Kemalizm, İstanbul 2001, s. 335.

Page 23: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

14

hızlanmış, kısa süre sonra Halkevleri, Köy Enstitüleri ve üniversiteler vasıtasıyla

hümanizm fikri, eğitim camiası tarafından kültürün ana kaynağı olarak kabul

edilmeye başlanmıştır55. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte başlayan, milli kültür

etrafında yeni bir millet yaratma düşüncesi, bu uygulamalarla hümanist kültür

ışığında evrensel vatandaş yaratma anlayışına dönüşmüştür.

1938-50 yıllarına damgasını vuran hümanizm, toplumun içinden gelen bir

hareket olarak çıkmamış, dönemin bazı aydınları tarafından ortaya atılmıştır. Bundan

dolayı zamanın aydınları arasında farklı algılamadan kaynaklanan tartışmalara da

neden olmuştur. Mesela Yakup Kadri, 1940’lı yılların Türkiye’sinde eski Latince-

Yunanca’yı öğretecek olan klasik şubelerin açılmasına karar veren milletvekillerini

büyük bir inkılâp hadisesi meydana getirdiklerinden dolayı takdir ederken, Ziyaeddin

Fahri Fındıkoğlu, bu girişimin ve hümanizmin zamanın sol anlayış sahiplerince

temsil edildiğini ileri sürmüştür56.

Çok partili hayata geçişle birlikte Milli kültürden uzaklaşma ve Batı kültür

unsurlarının topluma benimsetilmesi olarak yorumlanan Türk hümanizmi fikri

eleştirilmeye başlanmıştır. Nihayet bu eleştirilerin sonucunda Hasan Ali Yücel

bakanlık görevinden alınmış ve hümanizm merkezli kültür faaliyetleri zayıflamıştır.

İnönü döneminde uygulanan kültür politikaları, siyaset-kültür ilişkilerinin çok iç içe

olduğu bir anlayış içinde cereyan etmiştir. Siyaset ve siyasiler, kültür kurumlarına

müdahaleler yaparak uygulanan kültür politikalarını yönlendirmişlerdir.

CHP’ye gelince, ilk kez Osmanlı toplumunda Jön Türklerle çıktığı kabul edilen

pozitivist görüş, Cumhuriyet dönemi aydınlarından pek çoğunu etkisi altına almıştır.

Bu anlayışa göre din ile devlet kesin olarak bir birinden ayrılmalı, hatta din, devletin

55 Yakup Kadri ve arkadaşlarınca savunulan “New Yunanilik” akımı eski Yunan ve Latin Kültürü ile Türk Kültürün kaynaştırılmak suretiyle yeni bir Türk hümanizmi yaratmayı amaçlamıştır. I. Maarif

Kongresinde konuşan Cevat Dursunoğlu, hümanizmi kültürün ana kaynağı olarak yorumlayarak, “Türk milletinin gelecekte büyük bir medeniyet misyonu olacağına kainiyim...Bir taraftan bu kültürün ana kaynağına gitmek, diğer yandan kendi ana kaynağımızla bu müstakbel inkişafa kendi rengimizi vermek. Bu kültürün ana kaynağının kadim hümanizm olduğunu hepimiz biliyoruz…Bununda vasıtası Latince ve Grekçe tedrisatıdır” demiştir. Bkz., Nevzat Köke, Cumhuriyet Dönemi Tarih Anlayışları, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Isparta 2003, s. 232. Ayrıca bkz., Suat Sinanoğlu, a.g.e., s. 93. 56Yakup Kadri Karaosmanoğlu, hümanizmi, insan kafasının kendi etrafında ördüğü zincirden kurtuluşu olarak değerlendirmiştir. Bu konudaki makalenin tam metni için bkz., Yakup Kadri Karaosmanoğlu, “Hümanizmaya Doğru İlk Adım”, Cumhuriyet gazetesi, 15 Ekim 1940. Ayrıca Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlun’nun yazısı için bkz., Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, “Hümanizmanın İki Manası”, Millet Dergisi, S. 14, Haziran 1943.

Page 24: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

15

ve siyasetin kontrolü altına girmelidir. Bu açıdan CHP’de de, Jön Türklerle başlayan

ve İttihat ve Terakki ile devam eden pozitivist düşüncenin etkilerini görmek

mümkündür. Bu düşüncenin bir gereği olan laiklik, siyasal iktidarın eylem ve

hareketlerine de meşruluk kazandırmıştır. Bu bakımdan Cumhuriyetin ilk yıllarında

CHP’nin yapmış olduğu kültürel inkılapların ana noktasını laiklik ve millilik

oluşturmuştur. Bu anlayışla dinsel öğelerle tanımlanmayan bir devlet ve millet

kavramı ortaya konulmak istenmiş, böylece din ve devleti birbirinden ayırarak, milli

devleti kurmak bir zorunluluk olarak kabul edilmiştir. Aynı zamanda Cumhuriyetle

birlikte, bireyin topluma katılma sürecinde, diğer bir ifade ile toplumsallaşma

sürecinde elde ettiği ahlaki değerleri dinden değil, devletin müdahalesi ile

uluslararası normlardan alması hedeflenmiştir. Bu açıdan toplumun önüne konulan

hedefler ve ahlaki değerler bilim felsefesi olarak açıklanmış, Kemalizm’in çağdaşlık

anlayışı, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”57 prensibi ile ifade edilmiştir.

Niyazi Berkes, CHP ve Cumhuriyetle beraber yaşanan bu olayları devletin

dinden kopması, halkın da devletten kopması gibi, toplumda gerilme ve çatışma

yaratabilecek gelişme olarak yorumlar. Ona göre pozitivizmi savunanların iktidara

gelmesi devlet ile din arasında boşanma sürecinin başlamasına neden olmuştur.

Böylesi bir ortamda devlet, varlığını millilik ülküsü ile koruma sürecine girmiş, bu

süreç yaşanırken zaman içinde tutumları ile CHP içinde jakobence hareket etmek

isteyen Cumhuriyetçi aydın tipi ortaya çıkmıştır. Bu anlayış sahipleri her şeyi en iyi

kendilerinin bildiğini ifade ederek halkı peşinen cahil kabul etmişlerdir. Hatta bu

düşünce sahipleri pozitivist düşüncenin, gerekirse halka zorla kabul ettirilmesi

gerektiğini ifade etmişlerdir. Fakat bu tür yaklaşımlar, yönetimin merkezine halkı

koymak isteyen ve “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” diyen Atatürk’ün

uygulamalarıyla çelişmiştir. Böylesi aydınlar, güçlü ve karizmatik lider olan Atatürk

karşısında geri adım atmak zorunda kalmışlardır58.

Cumhuriyetin ilk çeyreği olarak yorumlanan 1923-1950 arası dönemde devlet

ve CHP, bürokrasinin yönetiminde olmuştur. Bu durumun en önemli göstergesi aynı

57 Nazmi Avcı, a.g.e., s. 221 58 Bu tip aydınlara en güzel örnek Şevket Süreyya Aydemir’dir. Aydemir, inkılapların cebir içerdiğini belirterek, benimseyenlerin kabul etmeyenlere karşı gerekirse şiddet uygulayabileceklerini söylemiştir. Bu düşünceleri için bkz., Şevket Süreyya Aydemir, İnkılap ve Kadro, İstanbul 1986, s. 239

Page 25: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

16

dönemde yapılan seçimlerde meclise giren milletvekillerinin yaklaşık %60’nın

bürokratlardan meydana gelmesidir59. Buna karşın CHP’nin kurucusu Atatürk, parti

tüzüğünün halka dayalı olması gerektiğini belirterek her vatandaşı parti mensubu

olarak görmüştür. Partinin amacı da 1923 tarihinde yayınlanan Parti

Nizamnamesiyle, “milli hakimiyetin halk için ve halk tarafından gerçekleştirilmesi”60

olarak açıklanmıştır. 1927 ve 1931 yıllarında yapılan parti kongrelerinde de 1923

nizamnamesini destekler mahiyette ifadeler yer almış, CHP’nin kuruluş gayesi olarak

halkçılık ve milliyetçilik vasıfları vurgulanmıştır. Parti programında yer alan

halkçılık, vatandaşlar arasında sınıf, mezhep ve ırk ayrımı yapmamayı öngören ve

kanunlar önünde herkesin eşit olduğu bir toplum yapısı olarak açıklanmıştır.

Milliyetçilik ise, kültür birliği olarak ele alınıp yorumlanmış, ve bu prensip

çevresinde milli devlet anlayışı pekiştirilmek istenmiştir.

Atatürk’ün vefatıyla birlikte milliyetçilik yönündeki politikalardan

vazgeçilerek, hümanist kültür politikaları takip edilmeye başlanmıştır. Hasan Ali

Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde, partiye dolayısı ile yönetime hakim

olan görüş de hümanizm olmuştur. Bu görüş sahipleri Avrupa’nın gelişmişlik

sürecini Latin-Yunan köklerine bağlayarak, dinin sosyal yaşam alanından

çıkarılmasını önermişlerdir. Bunlara göre, Avrupa’yı yakalamak için onlar gibi

tecrübe yaşayarak zaman kaybetmeye gerek yoktur. Yapılacak şey, Latin-Yunan

kaynakları tercüme edilerek, bunların yaşam prensipleri olarak kabul edilmesidir.

1938-46 yılları arasında yoğun olarak kabul edilen ve uygulanan bu görüşün

taraftarları arasında dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Sabahattin

Eyuboğlu, Nurullah Ataç, İsmail Hakkı Tonguç gibi Milli Eğitim Bakanlığında görev

alan aydınlar vardır. Özellikle Nurullah Ataç’ın fikirleri bu politikaları

yönlendirmiştir. Ona göre tam anlamıyla Batılılaşma, Latince-Yunanca’nın

öğretilmesi ile mümkündür. Bu dilleri sadece aydınların öğrenmesini yeterli

bulmayan yazar, halkın da bu dilleri öğrenmesinin zaruretini ifade etmiştir. Bu

amaçla, Atatürk zamanındaki uygulanan politikalar, inkılapları halka benimsetme

amacı güderken, 1938-46 arasında yapılan tercümelerle bu politikalarda değişimler

yaşanmış ve Latin-Yunan düşünce ürünleri topluma benimsetilmeye çalışılmıştır.

59 Nazmi Avcı, a.g.e, s. 222 60 Nazmi Avcı, a.g.e., s. 223

Page 26: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

17

Bahsedilen 1938-1950 arası dönemde CHP’nin önderlik ettiği Batıcılık

politikaları, diğer bir deyişle hümanizm, halk tarafından gelenekselliğin alternatifi

olarak yorumlanmıştır. Bu düşünceyi haklı çıkaracak uygulamalarda aynı dönemde

başlamıştır. Mesela Batıya ait klasikler büyük bir tutkuyla tercüme edilmiş ve kültür

kurumlarında okunmaları sağlanmıştır. Böylece eğitim ve kültür hayatının, siyasal

hayat tarafından yönlendirilmesi de amaçlanmıştır. Halkevleri, Halk Odaları ve Köy

Enstitüsü gibi uygulamalarla da, yönetimde egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait

olduğu görüşü yerine, partiye ait devlet anlayışıyla halk, partinin istekleri

doğrultusunda yetiştirilmeye çalışılmıştır61.

Sonuç olarak, 1938 yılı sonrasında devlet otoritesi, devlet ve parti başkanında

toplanmıştır. O dönemde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı olan Ali Fuat

Başgil, bu dönemi “bir kuvvet oligarşisi”62 olarak yorumlayarak böyle yönetimlerde

parti ve hükümetin hiçbir muhalif söyleme aldırmaksızın kendi doğrularını hayata

geçirdiğini belirtmektedir. Halkevleri, Halk Odaları ve Köy Enstitüleri gibi temelinde

kültür yatan kurumlar halkı yönlendirmek amacıyla faaliyet göstermiş, fakat halkın

istek ve arzuları bu tür müesseselerin takip etmiş olduğu uygulamalarda etkili

olmamıştır63. Bunun doğal bir neticesi olarak, 1938-46 arası dönemde devleti ve

CHP’ni yönetenler, diğer bir ifade ile parti devleti kuranlar, muhalif düşüncelere

aldırmaksızın, kendi düşünceleri ışığında kültürel politikalar uygulamışlardır. Gerçi

zamanla aynı dünya görüşüne sahip partililer arasında yetki meselesinden dolayı

tartışmalar yaşanmışsa da, böylesi durumlarda siyasi gücü elinde bulunduranlar

diğerlerini tasfiye ederek yollarına devam etmişlerdir64.

61 Bu anlayışın mimarı Recep Peker’dir. Düşüncelerini 1935 Kurultayında “Türkiye Cumhuriyeti bir parti devletidir” sözleri ile ifade etmiş, bu anlayışın ortaya koyduğu prensipler Atatürk’ün vefatıyla uygulamaya geçirilmiştir. Bkz., Nazmi Avcı, a.g.e., s. 228 62 Nazmi Avcı, a.g.e., s. 230. Ayrıca bu konuda bkz., Maurice Duverger, Siyasi Partiler, Çeviri Ergun Özbudun, İstanbul 1974, s. 338. Ayrıca şu eserede bakılabilir; Esat Öz, Türkiye’de Tek Parti Yönetiminin Gelişimi ve Siyasal Katılma ( 1923-1945), Ankara 1992. 63 Işıl Çakan, a.g.e., s. 73. İnönü dönemi CHP’sine yönelik eleştiriler getirilirken özellikle bu dönemde kurulan ve faaliyet gösteren müesseselerin Sovyetlerdeki Kolhozları andırdığı belirtilerek, yönetimin kültürel ve iktisadi uygulamaları totaliter yaklaşımlarla yaptığı belirtilecektir. Bkz., Rıza Çavdar, “Devletlü Komünistler”, İsmet İnönü ve Komünizm, İstanbul 1950, s. 3. 64 Bu tasfiye sürecine en güzel örnek Yakup Kadri ile Recep Peker arasında yaşanmıştır. Yakup Kadri ve arkadaşları halka ve milletvekillerine partinin ilkelerini benimsetmek amacını güttüklerini ifade ettikleri Kadro dergisini çıkarmaya başlamışlardır. Bu girişimi, çıkarmakta olduğu “Ülkü” mecmuasına alternatif olarak gören Recep Peker, halka ve aydınlara partinin ilkelerini benimsetmenin kendi görevleri olduğunu ifade ederek, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu Tirana büyükelçi olarak gönderterek, derginin kapanmasını sağlamıştır. Böylece Yakup Kadri Karaosmanoğlu Ankara’dan

Page 27: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

18

CHP, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte kültürel politikalara yön vermiştir.

Atatürk döneminde milliyetçi ve halkçı kültür anlayışı takip edilirken, 1938 den

sonra, hümanist kültür anlayışı uygulanmıştır. Kültürde hümanist yaklaşımların

gerçekleşebilmesi için de dönemin yönetimi, siyaset, ordu ve bürokraside kendi

kadrolarını oluşturmuştur. Diğer yandan mevcut kurumlara ilaveten döneme özgü

oluşturulan kurumlarla hümanist kültürü benimseyecek kitleler oluşturulmak

istenmiş, takip edilen politikalar basın ve radyo aracılığı ile halka benimsetilmeye

çalışılmıştır.

C-HÜMANİST KÜLTÜR ANLAYIŞININ BAŞAT KURUMLARI

1-Halkevleri ve Halk Odaları

Cumhuriyetin ilk yılları, yeni milli devletin yaratılmasına yönelik

çalışmaların hayata geçirildiği gelişmelere sahne olmuştur. CHP’de 1927 ve 1931

yıllarındaki Kurultaylarında parti nizamnamesini hazırlarken, inkılapların halka

benimsetileceği büyük devrimin milli benliğe sindirilmesin gerekliliği üzerinde

durmuştur65. Atatürk, inkılapların halka benimsetilmesi ve milli devlet yaratmak için

ayrıca bir halk mesaisine ihtiyaç duyulduğunu vurgulamıştır66. Bu amaçla, yurdun

değişik yerlerinde çeşitli isimlerle anılan dernek ve vakıflar Halkevleri adıyla

birleştirilerek, çalışmaların tek elden yürütülmesi amaçlanmıştır. Nitekim, 19 Şubat

1932’de Ankara başta olmak üzere bir gün ara ile Samsun, Eskişehir, Denizli, Van,

Aydın, Çanakkale, Bursa ve İstanbul’da Halkevleri açılmıştır. Daha sonra diğer

illerde açılan Halkevleriyle bu sayı kısa sürede 500’ü bulmuştur67.

uzaklaştırılmıştır. Bu olayda esasen aralarında hiçbir görüş ayrılığı olmayan iki partilinin yetki çatışması rol oynamıştır. Bkz., Hakkı Uyar, Türkiye’de Tek Parti Döneminde İktidar Muhalefet (1923-1950), 9 Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri Araştırma Merkezi, Doktora Tezi, s. 46. 65 Şerafettin Turan , İsmet İnönü, Yaşamı Dönemi ve Kişiliği, Ankara 2003, s. 235. 66 Murat Katoğlu, “Cumhuriyet Türkiye’sinde Eğitim ve Kültür”, Çağdaş Türkiye ( 1908-1980), Yayın Koordinatörü, Sina Akşin, s. 411. Atatürk’ün konuşması ile ilgili olarak bkz., Hakkı Uyar, Mahmut Esat Bozkurt(1892-1943), Ankara 2000, s. 62. Halkevlerinin amacı hakkında Recep Peker’de, “ Biz Halkevlerini samimi ve bütün Türk vatandaşlarını eşit onur mevkiinde gören düşünce ile kurulmuş çatıları altında toplamaya ve özenli bir kültür çalışması içinde milli birliği yükseltmeye azmetmiş bunuyoruz” diyerek değerlendirmiştir. Halkevlerinin amacı ile ilgili olarak Halkevleri fikrinin ideologlarından olan Reşit Galip’te, “dilimiz, edebiyatımız, tarihimiz yabancı unsurların etkisi ve istilasından fazla koruması lazım gerekirken, en sürekli saldırılara uğramış ve derin yaralar almış milli kültür kurumlarıdır. Sizlere Halkevleri’nin ulusal ideal dineceği genel amacı belirmeye çalıştım. Mustafa Kemal’in ruhlarımıza verdiği kutsal heyecan ve ateşi yeni yetişen kuşakların ve çocuklarımızın ruhlarında da tutuşturmak görevimizdi” diyerek açıklar. Bkz., Cevdet Perin, Atatürk Kültür Devrimi, İstanbul 1987, s. 92. 67 Cevdet Perin, a.g.e., s. 89.

Page 28: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

19

Halkevleri, Atatürk döneminde siyasi bir kurum olarak düşünülmemiş, milli

kültür anlayışının halka aktarılmak istendiği kurumlar olarak tasarlanmıştır. Aynı

zamanda Halkevleriyle, milli kültür unsurlarının ortaya çıkarılması ve okul çağını

geçmiş bireylere Cumhuriyetin fazilet ve faydalarının anlatılması amaçlanmıştır. Bir

bakıma TDK ve TTK ile beraber devletin üçüncü kültür ayağını teşkil etmiş ve bu

yönüyle halk üniversiteleri olarak değerlendirilmiştir68. Bu kültür kurumlarına tüm

halkın katılması ve yararlanması bir vatan borcu olarak algılanmıştır69. Halkevleri,

Atatürk devrinde siyasallaşmadan CHP’ye üye olsun yada olmasın bütün

vatandaşların yararlanabilecekleri, etkinlikleri izleyebilecekleri, hatta bu etkinliklere

katılabilecekleri kurumlar olarak hayata geçirilmiştir. Halkevleri bu yönü ile milli

kültür ve kimlik yaratmak amacıyla bütün siyasi unsurların etkisinden uzak olarak

kurulmuştur.

Kuruluşundan kısa süre sonra halkta ilgi uyandırmış, buralarda verilen

konferanslar, gösterilen sinemalar, sahnelenen tiyatrolarla bir cazibe merkezi haline

gelmişlerdir. Aynı zamanda Halkevleri kuruldukları yerlerde, dergi, kitap ve gazete

basımı işleri ile de uğraşarak kültürel hayata canlılık kazandırmışlardır. Bu kapsamda

mesela Ankara Halkevi Atatürk’ün ismini verdiği Ülkü mecmuasını çıkarmaya

başlamış70, aynı mecmuanın yayın ilkeleri esas alınarak diğer illerde de farklı

isimlerde dergiler çıkarılmıştır.

68Bu durum çeşitli illerde yazılan kitap ve dergilerde de belirtilmiştir. Mesela bunlardan biri olan Isparta Valiliği’nin bastırmış olduğu Isparta 1923-1938, isimli kitapta Halkevleri ile ilgili olarak; Halkevlerinin milli planı tatbik ve tahakkuk ettirmek maksadıyla kurulduğu, aynı zamanda halka bir disiplin ve ruh vereceği belirtilmektedir. Bkz., Isparta Valiliği, Isparta 1923–1938, Ankara 1938, s. 141. 69 Halkevlerine bütün halkın katılması şu cümlelerle ifade edilmiştir, “memleketin sınırları içinde hamuru bu memleketin toprağından yoğrularak, bu memleketin nimetini yiyen, bu memleketin havasını teneffüs eden her ferdin ilk vatan borcu olarak göreceği iş, Halkevi çatısı içinde çalışanların gördükleri yola katılmasıdır. İkinci vazife bu ocaktan yollanacak olanlara onun umdelerine göre rehberlik etmekten ibarettir. İşte bu emel ve kültürdeki Halkevleri çatısı altında toplayacak Türk vatanının her ferdinin kardeş olan mütecanis Türk Ulusu’nun aynı dil, aynı inanış, aynı dilek, aynı ülkü, aynı samimiyet ve aynı aşk birliği içinde yaşatacaktır”. Bkz., Isparta Valiliği, Isparta 1923–1938, Ankara 1938, s. 141. Ayrıca bkz., Avni Çavdar, Biyografi, Ankara 1939, s. 17-30. 70 Atatürk Ülkü mecmuasından bahsederken, “Ülküden öz ülkümüzü yayım yolunda kutlu verimler beklerim” diye bahsetmektedir. Ülkü mecmuasının çıkış amacı da derginin 1. sayısında, “ Ülkü karanlık devirleri arkada bırakarak şerefli ve aydınlık bir istikbale giden yeni neslin heyecanını beslemek, cemiyetin kanındaki inkılap unsurlarını ısıtmak, ileri adımları sıklaştırmak için” ifadeleri ile anlatılmıştır. Bkz., Nuray Bayraktar, Halkevlerinin Ülke Kültürüne, İnsanın Gelişimi ve Dönüşümü Açısından Katkıları ve Öneriler, Ankara 1999, s. 143-152. Çeşitli illerdeki Halkevlerinin çıkardıkları dergiler ve isimleri için bkz., Nurhan Karadağ, Halkevleri Tiyatro Çalışmaları( 1932-1951), Ankara 1988, s. 203. Ayrıca Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi(B.C.A..), 490.01.880-457.1.

Page 29: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

20

Diğer yandan Halkevlerinin kuruluşu safhasında ülke genelinde okur-yazar

oranının düşük olması, devlet ideolojisi olan milliyetçiliğin halka benimsetilmesini

güçleştirmiştir. Bu durumu aşmak için, CHP bünyesinde ve Halkevlerine bağlı olarak

güzel konuşanlardan oluşan “Halk Hatipleri Teşkilatı’nın” kurulması sağlanmıştır.

Halkevleri tarafından, halk hatibi olarak görevlendirilenlerin seçimi hususunda

oldukça hassas davranılmıştır. Hatipler şehir ve küçük kasaba hatipleri olarak ikiye

ayrılmıştır. Şehirlerde görevlendirilen hatiplerin “nutukçu ve konferansçı” kişilerden,

küçük kasaba ve köylerdeyse “halk dilini duru ve akıcı bir şekilde konuşanlardan”

seçilmeleri kararlaştırılmıştır71. Halk hatipleri ve Halkevlerinin titiz çalışmaları

sonucu 1937 yılı itibari ile bu müesseselerden yararlananların sayısı 6 milyonu

aşmıştır72.

İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olması ile Halkevlerinde yaşanan kültürel

gelişmeleri iki aşamada değerlendirmek mümkündür. 1938-46 arasını kapsayan

birinci aşama da, Milli Şefin bütün kurumlara hakim olduğu, ikinci aşama 1946-50

arası çok partili hayata geçilmesiyle birlikte uygulanan kültür politikalarının tartışılıp

eleştirilmeye başlandığı dönemdir.

Atatürk’ün vefatı ile birlikte diğer kurumlarda olduğu gibi Halkevlerinde de

değişimler yaşanmaya başlamış, hümanist kültür anlayışı bu kurumları

yönlendirmeye başlamıştır. Bu düşüncenin küçük yerleşim yerlerine kadar

ulaştırılması için de köylerde ve küçük yerleşim yerlerinde teşkilatlanamayan

Halkevlerinin 1940’lardan sonra, köy ve kasabalarda Halk Odaları adıyla

teşkilatlanması sağlanmıştır73. Halk Odalarının kuruluş gerekçesi olarak da, 1940

yılında yapılan nüfus sayımına göre halkın %80’i köylerde yaşamasına rağmen,

kırsal kesimde Halkevi benzeri teşkilatlanmanın yapılamamış olması gösterilmiştir.

71 CHP, “Halk Hatipleri Teşkilatı’nın” kurulduğunu 22 Eylül 1931 tarih ve 2426 sayılı genelge ile teşkilatına duyurarak, teşkilatlarından en kısa zamanda halk hatibi olarak seçilenlerin isim listesini istemiştir. Teşkilatın kuruluşu ve talimatıyla ilgili olarak bkz., CHP Halk Hatipleri Teşkilatı Talimatı, Ankara 1932. Işıl Çakan, CHP’nin Halk Hatipleri Teşkilatının, hedeflenenler açısından incelendiğinde Sovyet kitle eğitim çalışmalarında izlenilen yola çok benzer yöntemler izlediğini vurgulamaktadır. Bkz., Işıl Çakan, a.g.e., s. 75. 72 Nafi Kansu, “Halkevlerimiz”, Ülkü mecmuası, S. 69, Ankara 1938, s. 214. 73 1940 nüfus sayımına göre nüfusun 14 milyonu küçük kasaba ve köylerde yaşamaktadır. Bu amaçla nüfusun büyük bölümüne hümanist politikaların götürülmesi amaçlanmıştır. Bkz., Kemal Ünal, “Halk Odalarım”, Ülkü mecmuası, C. XIV, S. 19, Eylül 1939, s. 13. Ayrıca Halk Odalarının kuruluşuyla ilgili olarak bkz., Neşe G. Yeşilkaya, “Halkevleri”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm, s. 113.

Page 30: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

21

Bu eksikliği gidermek amacıyla, 29 Mayıs 1939’da toplanan CHP’nin Beşinci Büyük

Kurultayında, köylerde Halk Odalarının açılması kararlaştırılmıştır74.

İnönü’nün Cumhurbaşkanı olmasıyla Halkevi ve Halk Odalarının işleyişinde

bazı değişiklikler yaşanmaya başlamıştır. İlk değişiklik, bu merkezlere asılacak Türk

büyüklerinin resimleri konusunda yaşanmıştır. Atatürk’ün sağlığında kendisinin

resmi Halkevi başkanının oturacağı yerin tam karşısına asılmaktadır. İnönü’nün

Cumhurbaşkanı ve Milli Şef olarak resimlerinin asılıp asılmayacağı çeşitli

Halkevleri tarafından merkeze sorulmuş, bunun üzerine CHP, Atatürk ve İnönü

resimlerinin nasıl asılacakları yönünde talimatnameyi hazırlanarak Halkevlerine

göndermiştir. Bu talimatname ile İnönü’nün resimlerinin de Halkevleri ve Halk

Odalarına asılması kararlaştırılmıştır75.

1938’den itibaren Halkevlerinin verim ve dinamizminde de değişimler

yaşanmaya başlamıştır. Tarih ve dil meselelerinde hümanist anlayışa verilen ağırlık

ve Halkevlerinde Batılı motiflerin ağır bastığı sanat eserlerinin özendirilip

sergilenmesi yönünde eğitim faaliyetleri artmıştır. Bu durum merkezden köye

yönelik, tepeden inme yaklaşımları getirmiştir. Taşrada, hümanist düşünce

sahiplerinin getirdiği öneriler üzerine verilen konferanslar ve Batı klasiklerinden

uyarlanan temsillerin verilmesi, bu kültüre yabancı olan halkın, Halkevleri ve

odalarına olan ilgisinin azalmasına neden olmuştur76. Bu kapsamda CHP Genel

Sekreterliği vasıtası ile Halkevlerinde sahnelenmesine müsaade edilen piyes ve

temsillerde, halk peşinen cahil kabul edilerek bol nasihatler verilmiş, bu durum halkı

hoşnut etmemiştir. Verilen bazı temsillerin konularının halkın manevi inançlarını

rencide eder içerikte olması da bu hoşnutsuzluğun ana nedenlerinden birini

oluşturmuştur. Mesela bu piyeslerden Çankırı Halkevinde verilmiş olanında, temsili

74 Esat Öz, a.g.e., s. 113 Ayrıca Cemil Kocak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi(1938–1945) , C.II, s. 104. 75 Bu talimatnamede, “1-Atatürk ve İnönü’nün resimlerinin karşılıklı asılması 2-Buna imkan olmadığı takdirde onur mevkiinde oturan zatın sağ baş üstüne Milli Şef’in, onur mevkiinde oturan şahsın sol baş üstüne Ebedi Şef’imizin resimleri asılmalı 3-Sayın Şefimizin resimlerinin bunun haricinde asılmaması” şeklindedir. Bkz., B.C.A.., 490.01-230.909.1. 76 Fatma Er, Milli Şef Döneminde Çağdaşlaşma Anlayışı ve Uygulamaları, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2000, s. 17. Erol Turgut da yazısında, “ 1940’lı yıllarda Halkevlerinde ve odalarında bir gevşeme meydana geldiğini, bu yıllarda Halkevlerinde yapılan çalışmalar, istatistik bilgileriyle detaylı bir şekilde merkeze iletilirken, bu tarihten sonra daha çok özet bilgi olarak iletilmeye başlandığını belirtmektedir. Bu konu ile ilgili bkz., Erol Turgut, Halkevleri ve Halk Eğitimi (1938–1950), Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi., Ankara 1998, s. 64 .

Page 31: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

22

seyredenlerce din ve din adamları küçük düşürülmüş, halk da tepkisini Diyanet İşleri

Başkanlığına bildirmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı, halkın sahnelenen temsille ilgili

şikayetlerini içeren dilekçeyi, 23 Şubat 1942 tarihinde Başbakanlığa sunmuştur.

Dilekçede temsilin içeriği ile bu tür temsillerin tekrarlanmaması için Başbakanlığın

yardımı talep edilmiştir77.

Halkevlerinin kuruluşundan itibaren ilgilendiği faaliyet alanlarından birisi de

Türk müziği ve onun geliştirilmesi olmuştur. Bu bakımdan Atatürk zamanında halk

ezgilerinin derlenmesi çalışmaları Halkevleri tarafından yapılmıştır. Halbuki İnönü

döneminde Halkevlerine gönderilen “Halkevleri Öğreneğinin” 41. maddesinde,

buralarda icra edilecek müzik çalışmaları, “Halkevleri müzik çalışma ve

müsamerelerinde beynelmilel modern müzikle halk türkülerimiz esas tutulacak ve

beynelmilel müzik teknik ve vasıtaları kullanılacaktır. Müzikte gayemiz modern

beynelmilel müziği ve teganni tarzını esas tutmak ve bunu tatbik ve temin etmektir”

denilerek belirlenmiştir. Beyannameden de anlaşılacağı gibi Halkevlerinde müzik

çalışmaları tam anlamıyla Batılı tarzda ve klasik müzik bağlamında yapılandırılmaya

çalışılmış, bu tarz müzikten bir anlam çıkaramayan halk, hem Halkevinden hem de

bu uygulamaların müsebbibi olarak gördüğü CHP’den uzaklaşmaya başlamıştır78.

Halkevlerinin kütüphane kısımlarına parti Genel Merkezinin ilgi ve istekleri

doğrultusunda kitaplar alınmıştır. Bu konuda halkın arzuları dikkate alınmamıştır.

Yani halkın okuyacağı kitaplar konusunda da inisiyatif tamamen CHP Genel

Merkezinde olmuştur79. Diğer yandan Halkevi resmi yayın organı Ülkü mecmuasına

yönelik eleştirilere basında sıkça rastlanmaya başlanmıştır. Mesela 1941 yılında

Çığır mecmuasından Ömer Türk, Ülkü mecmuasının son yıllarda yaptığı yayınlarla,

diğer mecmualarla kıyaslandığında, asla bir davanın yayın organı olamayacağı,

sistemli ve planlı bir neşriyat yapılamadığı noktasında eleştiriler getirmiştir80.

77 Diyanet İşleri Başkanlığının yazıları, 23 Şubat 1942 tarih ve 523 sayısıyla Başbakanlığa sunulmuştur. Yazı hakkında detaylı bilgi için Bkz., B.C.A., 030.10-26.151.17. 78 B.C.A., 490.01-4.20.1. 79 Tavsiye edilen kitapların listeleri için bkz., B.C.A., 490.01-8.66.413.1. 80 Ömer Türk, “Konuşmalar ve Ülkü”, Çığır mecmuası, C. XI, S.105, Ağustos 1941, s. 60. Bu iddialar Fuat Köprülü’nün derginin direktörlüğünü üstlenmesinden sonra artarak devam etmiştir. İddia sahiplerine göre, “dergi inkılap heyecanını” kaybederek Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun deyimiyle adeta bir üniversite dergisi haline dönüşmüştür. Bkz., M. Bülent Varlık, “Ülkü: Halkevleri mecmuası”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm, s. 271.

Page 32: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

23

Diğer yandan Türkiye, II. Dünya Savaşı’nın başladığı günlerde önemli bir

politik değişiklikle Atatürk döneminde söz konusu olmayan siyasi taahhütlere

girmiştir. İlk olarak 1939’da İngiltere ve Fransa ile ittifak antlaşması yapılmıştır. Her

ne kadar bu dönemde Almanya ile de dostluk ve işbirliği antlaşması imzalanmışsa da

süper güç durumundaki İngiltere’nin iç ve dış politik gelişmelerle Türk siyaseti

üzerinde ağırlığı giderek artmıştır. Milli Şef döneminde Halkevlerine gönderilen

genelgelerde İngiltere ile kurulan ittifakın haklılığının halka benimsetilmesi

istenmiştir81. Milli kültürün geliştirilip yaygınlaştırılması amacıyla, Atatürk

tarafından kurulan Halkevleri, Türkiye’nin İngiltere lehine yükümlülükler altına

girmesiyle birlikte, 1940’lı yıllardan itibaren yoğun bir İngiliz kültürü ile karşılaşmış

ve bu kültürün topluma aktarıldığı müesseseler haline gelmiştir.

İkili anlaşmalar çerçevesinde Türkiye-İngiltere arasında siyasi ve kültürel

işbirliği hızlanmış, İngiltere, ülkemizde kültürel ağırlığını hissettirmeye başlamıştır.

Halkevleri de bir kültür kurumu olması dolayısı ile İngiliz kültür hareketliliğinden

etkilenmiştir. İngiliz, siyaset ve kültür adamları özellikle Ankara Halkevine gelerek,

konser, konferans ve İngilizce kurslar tertip etmişlerdir82. Konuşmacılar, beraberinde

getirmiş oldukları slayt ve filmlerle Batı hayatına ait yaşantıları Halkevlerinde

izleyicilerle buluşturmuşlardır83. Mesela bunlardan bazıları şöyledir; 10 Ocak

1945’te “İngiliz Konuşma Dili” Prof. E. V. Gatenby, 4 Nisan 1945 tarihinde “

Hükümet Merkezi Halkı ve Londra İdare Teşkilatı” Bay S. C. Plume, 2 Mayıs 1945

tarihinde “ İngiliz Edebiyatı” Prof. B. E. C. Davies, 16 Mayıs 1945’te“ İngiliz

Teşkilatı Esasiyesi’nin Tekâmülü” Bay J. Bell, 30 Mayıs 1945 tarihinde “İngiliz

Hukuku” Prof. C. Parry, sabit sinema gösterisi “İngiliz Aile Ocağı”14 Şubat 1945’te

81 Işıl Çakan, a.g.e, s.172. 82 Ankara Halkevinde verilen İngilizce kursları hakkında geniş bilgi için bkz., B.C.A., 490,01–735.8.1. Yine B.C.A., 490.01-735.8.1. 24 Temmuz 1944 yılında The British Council İngiliz Kültür Heyeti Ankara Halkevi Başkanlığı’na gönderdiği yazılarında Ankara Halkevi çocukları için İngilizce dersi veren öğretmenlerini detaylı olarak tanıtmıştır. Bu öğretmenler Miss E. Casey, Mr G. M. Seaton ve Mr. D. E .J. Preyse’dir. Fotoğrafları ve öğretmenler hakkındaki detaylı bilgiler için bkz. B.C.A., 490.01-735.8.1 83 17 Temmuz 1944 tarihli Ankara Halkevinde verilecek konferanslar dizisini oluşturan Halkevi broşüründe konferans konuları ve konferansları vereceklerin listeleri şöyledir. John Bell. M. A, L. L. B. tarafından, “Modern Ziraatın Bir Kaç Cephesi”, B.C.A.. 490.01-735.8.1 ,s.118, John Bell, “Modern Sanayide İş Bölümü”, s. 135, S. C. PLume, “Başkent Halkı ve Londra İdare Teşkilatı”, bkz., B.C.A., 490.01.735.8.1.

Page 33: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

24

Bayan A. J. Tucker tarafından verilmiştir84. İlk etapta bilgilendirme konferansı gibi

gelse de yoğun bir şekilde İngiliz kültürünün Türk toplumuna enjekte edilmekte

olduğu anlaşılmaktadır. Bu amaçla da Halkevleri kültür kurumu olarak bulunmaz

kuruluşlar olmuştur85. Dolayısıyla Halkevleri ve Halk Odalarında hümanist kültürün

ve bu kapsamda İngiliz kültürünün etkili olması halkın bu kurumlardan

uzaklaşmasına neden olmuştur.

Halkevleri ve Halk Odalarına halkın ilgisinin azalmasının diğer bir nedeni de,

özellikle 1939’dan sonra bu kuruluşların hızla siyasallaşmasıdır. 20 Nisan 1940

tarihinde “Halkevleri İdare ve Teşkilat Talimnamesi” değiştirilerek, Parti-Halkevi

ilişkisi güçlü bir şekilde tanımlanmıştır. Teşkilat Talimatnamesinde, “Halkevleri,

Cumhuriyet Halk Fırkası’nın kültür açısından amaçladığı gayeleri temin için açılmış

birer kültür yurdu mahiyetinde olup, müstakil birer şahsiyeti hukukiye teşkil

etmezler” denilerek bu hususa açıklık getirilmiştir. Ayrıca, CHP prensiplerine karşı

gelenlerin cezalandırılacağı öngörülerek, Partiyle Halkevi disiplin ilkeleri

kaynaştırılmıştır. Bu gelişmelerle Halkevlerinin, CHP’nin siyasi ve kültürel örgütü

olduğu netleştirilmiş ve Partinin ideolojisi halka bu kurumlarda anlatılmaya

çalışılmıştır86.

Bu uygulamalar beraberinde eleştirileri ve tartışmaları getirmiştir. Özellikle

bazı aydınlar, 1939’dan sonra buralarda verilen ve tek tip vatandaş yetiştirme

amacına yönelik uygulamaları eleştirmişlerdir. Eleştiri sahipleri Halkevi ve Halk

Odası örgütlenmesini Almanya ve İtalya’daki örgütlenme modellerine benzeterek,

faşizm benzeri bir örgütlenme modeli olarak görmüşlerdir. Onlara göre Halkevleri ve

odalarıyla kitleler disiplin altına alınmaya çalışılmıştır87.

Faşizm benzetmesi çok ağır olmakla birlikte, “kitleleri disiplin altına almak

ve bir partinin ilkelerini benimsetmek” noktasındaki eleştiriler haklı görünmektedir.

Zaten Halkevlerinin kuruluş amaçları arasında, CHP’nin parti programının halka

benimsetilmesi düşüncesi yatmaktadır. Parti bu amacına ulaşmak için Halkevleri

84 B.C.A., 490.01. 735.8.1. 85 20 Nisan 1943 tarihinde CHP Genel Sekreterliği Ankara Halkevi Başkanlığına yazdığı yazıda halen Londra Üniversitesi Lisan ve Edebiyat Profesörlerinden olan Bay İfer Evans’ın Mayıs ayı içinde “İngilizce Öğretim Usullerindeki Modern Cereyanlar” isimli bir konferans vereceği belirtilmektedir. Bkz., B.C.A., 490.01 735.81. 86 Işıl Çakan, a.g.e., s.84. 87 Anıl Çeçen, Halkevleri, Ankara 1990, s.396-406.

Page 34: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

25

aracılığıyla şehirlerden köylere doğru bir açılım gerçekleştirmeyi hedeflemiştir.

Böylece halka gidilerek inkılâplar anlatılacak ve köy kalkınması sağlanacaktı.

Zamanla Halkevleri kırsal kesime giderek halkın dertlerini dinlemeye başlamış, bu

alanda gönüllü Halkevleri kısa zamanda başarı kazanmıştır. Mesela Ankara

Halkevi’nden ilk köy gezisi tertiplendiğinde, doktor, dişçi, halkevi tabibi, yani çeşitli

meslek gruplarına ait pek çok insan, otobüs ve otomobillere doluşarak yola çıkmıştır.

Köy meydanına bayrak dikilip, bazı hastalar tedavi edildikten sonra akşam üzeri

yeniden dönülmüştür.

Başlangıçta köye yapılan bu ziyaretler köylüler tarafından ilgiyle karşılanmış,

fakat zamanla gezilerin büyük kısmı iç turizm olmaktan öteye gitmemiş, bu

aktivitelerin arkası gelmemiştir. Ziyaretlerin pek çoğu sadece Genel Merkezin

emirlerinin yerine getirilmesi doğrultusunda olmuştur. Köyü tanıyan aydınlar, onun

geriliği karşısında somut adım ve projeler yerine, tavsiye, telkin yada temsillerden

öte gayret sarf etmemişlerdir.

Aynı dönemde Halkevi yönetmeliklerinde değişiklikler yaşanmış, oynanması

yasak olan briçe müsaade edilmiş ve mahallin gelenekleri göz önüne alınarak bira

türü alkollü içkilerin içilmesine müsaade edilmiştir88. Bütün bu uygulamalar

muhafazakar bir yapılanmaya sahip olan taşra halkının Halkevlerinden soğumasına

neden olmuştur. Böylece kuruluşlarından amaçlanan neticeler alınamamış ve halk da

bu müesseselerden uzaklaşmıştır.

1946–50 arası dönemde çok partili hayata geçilmiş, yeni partilerin

kurulmasıyla beraber Halkevlerinin fonksiyonları ve statüleri de tartışılmaya

başlanmıştır. Muhalefet, CHP’den Halkevlerinin statülerinin belirlenmesini

istemiştir. Bu istekler ilerleyen yıllardaki uygulamalarla reddedilerek, Halkevleri,

CHP’nin yan kuruluşu olarak varlığını sürdürmüştür. Dolayısıyla diğer partililerin bu

kurumlardan yararlanmaları mümkün olmamıştır89. Halkevlerinin, CHP’ye bağlı

olmasına rağmen hâla finansmanının kamu kaynakları tarafından karşılanıyor olması

ile CHP’nin fikir ve görüşlerinin aktarıldığı kurumlar olarak varlığını sürdürmesi

eleştirilerin kaynağını teşkil etmiştir. Konu CHP içinde de tartışılmış, bazı partililer

gelen eleştirilerin değerlendirilmesini, yani Halkevlerinin bağımsız bir statüye

88 “Halkevlerine Bildirimler”, Ülkü mecmuası, Ocak 1947, s. 47. 89 Esat Öz, a.g.e., s. 113.

Page 35: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

26

kavuşturulmasını teklif etmişlerdir. Cumhurbaşkanı İnönü gelen eleştiriler üzerine bu

konuyu değerlendirecek bir komisyonun kurulmasına karar vermiştir. Komisyon,

Halkevleri üzerinde yaptığı çalışmayı bir raporla CHP’ye sunmuştur. Yeniden

teşkilatlanması öngörülen Halkevleri raporunda;

1- Halkevleri yine CHP’ye bağlı olmalı.

2-Halkevlerinin kamu yararına çalışır kurumlardan olması yasa ile

sağlanmalı.

3-Halkevlerinin kapatılması durumunda taşınır taşınmaz malları CHP’ye

devredilmelidir90.

Maddelerden de anlaşılacağı üzere rapor, hiçbir yenilik getirmemiş ve mevcut

statünün devamını önermiştir. Kapatılmaları halinde de taşınır taşınmaz mallarıyla

birlikte CHP’ye devredilmesi istenmiştir. Böylece partiler üstü yapıya

kavuşturulamayan Halkevlerinin siyasallaşmışlığı da tasdik edilmiştir.

1947’den itibaren CHP, Halkevlerinde kültür faaliyetleri yerine, parti

tüzüğünün öngördüğü düşünceleri hakim kılmaya başlamıştır. Bu kapsamda diğer

partililerin Halkevleri ve Halk Odalarından yararlanmalarına müsaade edilmemiştir.

DP’lilerin Halkevleri ve Halk Odalarından yararlanma isteklerine, CHP Genel

Sekreteri Tevfik Fikret Sılay, 20 Aralık 1947 tarihinde, “yürürlükteki yönetmeliklere

göre başka partililerin Halkevlerinden yararlanma imkanlarının bulunmadığını”91

ifade ederek cevap vermiştir.

Kültürel değişimi halka anlatmak maksadıyla kurulan Halkevleri, çok partili

hayata geçilmesiyle birlikte, yöneticiler tarafından partiler üstü bir kültür kurumu

olarak algılanamamış, CHP’nin bir kolu olarak çalışmasına devam etmiştir. Böyle bir

uygulama Halkevlerinin kuruluş amaçlarından olan “halkın tamamının bu

müesseselerden yararlanması” ilkesini engellemiştir. Diğer yandan mali açıdan

devlet tarafından desteklenmesine karşın, sadece CHP’li üyelere hizmet vermeye

başlaması muhalefet tarafından sert biçimde eleştirilmiştir. Kapatılması tartışmaları

90 Şerafettin Turan, Devrim Tarihi, s. 90. Halkevlerinin statüleri üzerinde yapılacak değişiklik konusu 1948’de yeniden gündeme gelmiş, fakat CHP içinde fazla taraftar bulamamıştır. Dolayısıyla Halkevleri kapanıncaya kadar mevcut statüleri devam etmiştir. Bkz., Anıl Çeçen, a.g.e., s. 236. 91 Şerafettin Turan, İsmet İnönü, s. 241. Halkevleri 1946 yılından itibaren siyasallaşmaya başlamış, kudretinin zayıfladığını hisseden Halk Partisi, Halkevleri ve Halk Odalarını, siyasi bakımdan kendisini destekleyen teşkilat haline sokmaya çalışmıştır. Böylece bu kuruluşlar esas gayelerinden uzaklaştırılmıştır. Bkz., İlter Turan, Cumhuriyet Tarihimiz, İstanbul 1969, s. 103.

Page 36: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

27

esnasında dönemin Demokrat Partili Maliye Bakanı Halil Ayhan, Halkevlerine

aktarılan kamu kaynaklarının 1935-50 arası dönemde hazineden 26.000.000 TL ve

örtülü ödenekten 9.500.000 TL olmak üzere toplam 35.500.000 TL olarak

gerçekleştiğini ifade etmiştir92.

Halkevleri, Atatürk tarafından açıldıklarında partili partisiz bütün

vatandaşların yararlanabilecekleri kültürel kurumlar olarak düşünülmüş, bu haliyle

de halk üniversiteleri olarak kabul edilmiştir. Milli devlet fikrinin topluma

benimsetilmesinde de önemli görevler üstlenmiştir. İnönü döneminde uygulanan

kültürel politikalarla Halkevleri, halk üniversitesi olması yerine partili yetiştiren

müesseseler haline getirilmiştir. 1950’de yapılan seçimlerle iktidara gelen DP

tarafından da, amacından uzaklaştığı gerekçesi ile de kapatılmıştır. Bu dönemde

Halkevleri, Köy Enstitüleri ve üniversitelerle beraber, devletin toplumu görme

biçimine ve onu ıslah etme fikrine, sivil toplumun katılması amacını taşıyan

kurumlar olmuştur93. Diğer bir ifade ile, Osmanlı döneminde camilerin etrafında

yoğunlaşan sosyal yaşamın, Halkevleri ve Halk Odaları etrafında cereyan etmesi

amaçlanmıştır94.

2-Köy Enstitüleri

Cumhuriyet Türkiye’sinin Osmanlı’dan devraldığı eğitim sistemi, geniş

kitleleri kapsamayan ve genellikle merkezlerde mevcut okullar tarafından yürütülen

yapıyı öngörmekteydi. Bu durum doğal olarak okur-yazar oranlarının özellikle kırsal

kesimde istenilen düzeyde olmaması sonucunu doğurmuştu.

Cumhuriyetle beraber yeni kültür politikalarının halka benimsetilmesi ve

toplumsal kalkınmanın sağlanması için okur-yazar oranının artırılması bir zorunluluk

olarak görüldüğünden, eğitim-öğretim sadece merkezlerle sınırlı tutulmadı. Yeni

eğitim sistemiyle birlikte Arap alfabesi kaldırılıp, yerine Latin alfabesi kabul edildi.

Okur-yazar oranının hızla artırılabilmesi için ilköğretimin geliştirilmesi amaçlandı.

Atatürk, 1936 yılı TBMM açılış konuşmasında, “ilk tahsilin yapılması için sade ve

pratik tedbirler almak zorundayız. İlk tahsilde hedefimiz, bunun umumi olmasını bir

92 Şerafettin Turan, Devrim Tarihi, s. 91. 93 Mesut Yeğen, “Kemalizm ve Hegemonya”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm, İstanbul 2001, s. 61. 94 Neşe Yeşilkaya, “Halkevleri”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm, İstanbul 2001, s. 214.

Page 37: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

28

an önce tahakkuk ettirmektir. Bu neticeye varmak ancak fasılasız tedbir almakla ve

onu metodik tatbikle mümkün olabilir. Bu mevzuda ısrar etmeyi lüzumlu

görüyorum”95 diyerek bu alana vurgu yapmıştır. İlköğretim seferberliğine de ilk

olarak, askerlik görevi sırasında okuma-yazma öğrenen gençlerin kendi köylerinde

eğitmen olarak görevlendirilmesiyle başlandı. 1936’da eğitmenlerin daha iyi

yetişmeleri için Eskişehir yakınlarında Mahmudiye Çiftliğinde eğitilmeleri

kararlaştırılmış,96 11 Haziran 1937’de de sekiz maddelik 3298 Sayılı “Köy

Öğretmenleri Yasası” 97 çıkarılarak köy öğretmenlerinin statüleri belirlenmiştir.

Atatürk’ün vefatı ve İnönü’nün Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte Celal

Bayar’ın kurmuş olduğu ikinci hükümette Hasan Ali Yücel Maarif Vekili olarak

görev almıştır. Onun ve ekibinin en büyük hedeflerinden biri, hümanizm

düşüncesinin topluma benimsetilmesiydi. Onlara göre, bu amacın gerçekleştirilmesi

için köyün kalkınması sağlanmalıydı. Hümanist düşünce sahipleri, bir ülkede yaygın

ilköğretim oluşturmadan köklü ve özlü bir hümanizm hareketin doğmasının mümkün

olmadığını savunuyorlardı98. İşte bu amaçla İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı

Tonguç’un çalışmalarıyla, geniş çaplı ilköğretim seferberliği olarak kamuoyuna

sunulan Köy Enstitüleri’nin kuruluş süreci başladı. Çalışmalar sonucunda Köy

Enstitüleri Yasası, 17 Nisan 1940 tarihinde TBMM’de görüşülmüş, yapılan

oylamada Enstitü Kanunu 278 milletvekili tarafından kabul edilmiştir99. Oylamaya

148 milletvekili katılmayarak sessiz muhalefet yapmıştır. Yani Köy Enstitüleri daha

kuruluşları sırasında bir muhalefetle karşılaşmıştır. Milletvekillerinin ret oyu yerine

95 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara 1961, s. 405. 1935 yılı nüfus sayımına göre ülkedeki okur yazar oranı erkeklerde % 23,3, kadınlarda % 8.2’dir. Kentler de okullaşma oranı % 82 civarında iken kırsal kesimde bu oran % 26’dır. 40 bin yerleşim yerinden 31 binin de okul yoktur. 1936 yılı verilerine göre ilkokul sayısı(köylerde) 5080, öğretmen sayısı 6091, öğrenci sayısı 370.370’dir. Bkz., TBMM Z. C. Devre 6, S. 98, 17 Nisan 1940. 96 Mehmet Cimi, Tonguç Baba, Ankara 2001, s. 73. 97Yasanın iki temel maddesi şöyledir, 1- Köylere eğitim ve öğretim işlerini görmek, tarım işlerinin fenni bir şekilde yapılması için köylülere rehberlik etmek için köy öğretmenleri atanır 2-Köy öğretmenleri, Milli Eğitim Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı tarafından tarım işleri yaptırılmaya el verişli okul yada çiftliklerde açılan kurslarda yetiştirilir. Bkz., M. Cimi, a.g.e., s. 80. Atatürk döneminin temel politikalarından birisi köy seferberliğidir. Hasan Ali Yücel bir şiirinde durumu şöyle açıklar; “Uygarlık iyi bir köyden başlar, gövde olmazsa işe yaramaz başlar”. Böylece Köy Enstitüleri fikrinin bu uygulamalarla başladığı iddia edilmiştir. Bkz., Mevlüt Kaplan, Aydınlanma Devrimi ve Köy Enstitüleri, Ankara 2002, s. 19-30-33. 98 Mustafa Ergün, “Hasan Ali Yücelin Eğitim ve Kültür Politikası”, Afyon Kocatepe Üniversitesi,, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 1, Afyon 1998, s. 26. 99 Mehmet Cimi, a.g.e.,s. 91.

Page 38: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

29

oturuma katılmamalarını, İnönü’nün CHP içindeki otoritesine bağlamak lazımdır.

İnönü, 9 Mayıs 1941 tarihinde yaptığı konuşmada, Köy Enstitülerini Cumhuriyetin

eserleri içinde en kıymetlisi ve en sevgilisi saymış, enstitülerde yetişecek

öğrencilerin başarılarını hayatı boyunca yakından takip edeceğini belirterek

sahiplenmiştir100.

Kanunun kabulünden sonra, öğrenciler okullara kabul edilmeye başlanmış,

bazı muhafazakar bölgelerde Köy Enstitüleri’ne bir erkek öğrenci alınabilmesi için

kız öğrencinin getirilmesi ön koşulu konmuştur101. Ayrıca önceki dönemlerde

eğitimde kız ve erkek öğrencilerin ayrılmasının kötü neticeler verdiği ifade edilerek,

karma eğitim sistemi kabul edilmiştir102.

Bu okullarda eğitim ve öğretim faaliyeti ziraat bilgileri, kültür dersleri ve

köye yarayacak mesleki bilgiler olarak üç safhaya ayrılmaktaydı103. Eğitim, sabah

ortalık aydınlanırken öğrencilerin uyanmasıyla başlar, temizlik, sabah jimnastiği ve

çeşitli oyunlar oynanıp kahvaltı yapıldıktan sonra bütün öğrenci ve öğretmenlerin

meydanda toplanması ve haftalık program gereği kümelere ayrılmasıyla devam

ederdi. Enstitü de öğrenim süresi beş yıl olarak kabul edilmiş, bu sürede 114 hafta

kültür, fen, öğretmenlik bilgisi derslerine, 58 haftası ziraat derslerine, 58 haftası

teknik derslere, 30 haftası sürekli tatillere ayrılmıştır. Enstitü öğrencileri, işlerini

kendileri yapar, başaramadıkları noktalarda arkadaşlarından yardım alırlardı. Bu

yönüyle enstitülerde uygulayarak öğrenme ilkesi benimsenmiştir104.

Enstitülerde kültür dersleri olarak tarih, dil bilgisi, yazma ve deneme, iş

eğitimi, bilim tarihi, çocuk ruh bilimi ve yabancı dil gibi dersler verilmiş,105 yabancı

100 İsmail Hakkı Tonguç bu kurumları, “Tohumları 12. yüzyılın ikinci yarınsından itibaren Avrupa’da insan kütleleri arasına serpilen modern manalı, parasız ve mecburi ilköğretim kavramı sayesinde insanlık tarihinde ilk defa fakir zengin ve rütbe farkı gözetmeksizin, kimin çocuğu olursa olsun her çocuğa el uzatmaya başlamıştır. Okulu süratle diğer bütün otoritelerin menfi tesirlerinden kurtararak bir devlet kurumu haline sokmak, Avrupa medeniyetini benimsemek isteyen her milletin ülküsü olmuştur. Bir şey yazılmış yada söylenmiş olunca yapılmış olmaz. Köylerimiz yapıcı insanlara muhtaç” diyerek savunmuştur. Bkz., İsmail Hakkı Tonguç, “Köy Eğitimi ve Öğretimi Amaçları”, Köy Enstitüleri, C. II, s.3. 101 Mevlüt Kaplan, a.g.e., s. 136. 102 Fay Kırby, Türkiye’de Köy Enstitüleri, Ankara 1962, s. 226. Ayrıca bkz., Necip Fazıl Kısakürek, Türkiye’de Komünizma ve Köy Enstitüleri, İstanbul 1962, s. 34. 103 İsmail Hüsrev Tökin, İsmet İnönü Şahsiyeti ve Ülküsü, Ankara 1946, s. 69. 104 Köy Enstitüleri Dergisi, C. II, s. 34-77. Ayrıca bkz., M. Asım Karaömerlioğlu, “Köy Enstitüleri”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm, İstanbul 2001, s. 287. 105 Mevlüt Kaplan, a.g.e., s. 83.

Page 39: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

30

dil dersleri köye kültür götürme aracı olarak görülmüştür106. Öğretmenler kurulu

kararıyla öğretmen, ebe, hemşire, sağlık memuru olamayacak öğrenciler demircilik,

yapıcılık gibi işlerde çalışmak üzere sosyal hayata atılmışlardır. Enstitüler, bu

yönüyle sadece öğretmen yetiştiren kurumlar olarak algılanmamış, meslek lisesi

olarak da işlev görmüşlerdir.

Döneme özgü kurulan Köy Enstitüleri, bu dönemin üzerinde en fazla

tartışılan kurumlarından biri olmuştur. Enstitüler açılış ve faaliyetleri esnasında

eleştirilerle karşılaşmış, kapanmasından sonra da lehinde ve aleyhinde pek çok eser

yazılmıştır. Kapatılmasını eleştirenler bu müesseselerin hümanizm ve kalkınma adına

bir şans olduğunu, fakat çok partili hayata geçilmesiyle birlikte İnönü’nün, enstitüleri

muhalefetinde etkisiyle sahiplenmediğini belirtmişlerdir. Hatta Hasan Ali Yücel ve

İsmail Hakkı Tonguç, İsmet İnönü’yü bu kuruluşları yüzüstü bırakmakla suçlayarak,

enstitülerin kapatılmalarını İnönü ile Demokrat Parti'nin Atatürkçü olmayan

kanadının birlikte gerçekleştirdiklerini ifade etmişlerdir107.

Enstitülerin kuruluşu aşamasında bu kurumlara ilk eleştiri, İstanbul

Milletvekili Kazım Karabekir’den gelmiştir. Kazım Karabekir, Köy Enstitüleri

konusunda, aşırı derecede eleman yetiştirelim düşüncesi ile kaliteden ödün

verilebileceğini, köylülere getirilen yükümlülüklerde, onların hayat şartlarının

mutlaka göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade etmiştir. Yasa ile okullara

sadece köylerden öğrenci alınmasının ilerde köylü-şehirli ekseninde çatışma

yaşatabileceğini vurgulamıştır. Ayrıca verilecek eğitimde ruh ve beden terbiyesinin

kazandırılmasına dikkat edilmesi gerektiğini belirtmiştir108. Paşa’nın bu

konuşmalarına Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, kurulan Köy Enstitülerinin bir

106 Süleyman Adıyaman imzası ile Köy Enstitüleri dergisinde çıkan yazıda,“biz yabancı dili ne bir kazanç aracı olarak nede bir süs olarak değil, köye kültür götürme aracı olarak öğreniyoruz” diyerek değerlendirilmiştir. Bu cümlelerden anlaşıldığı kadarıyla köye götürülmeye çalışılan kültür de hümanizm olmuştur. Bkz., Süleyman Adıyaman, “Yüksek Köy Enstitüleri’nde Yabancı Dil”, Köy Enstitüleri Dergisi, Ocak 1945, s. 88-90. 107 Mevlüt Kaplan, a.g.e, s. 86-87. Diğer bir iddiaya göre, II. Dünya Savaşından sonra İnönü, Enstitüleri kendi siyasi manevraları için kullanmıştır. Niyazi Berkes de anılarında, İnönü’nün 1946’dan sonra Enstitüleri anti-komünist manevraları için kullandığını yazmaktadır. Bkz., M. Asım Karaömerlioğlu, a.g.m., s. 293. Enstitülerin kapatılması konusunda İnönü’yü suçlayan sol yazarlar daha ileri giderek sağ ile İnönü’yü özdeşleştirmektedirler. Konuyla ilgili geniş bilgi için bkz., Mehmet Cimi, a.g.e.,s. 239. 108 Nuri Köstüklü, Kâzım Karabekir ve Eğitim, Konya 2001, s. 100. Ayrıca meclisteki konuşması için bkz, TBMM Zabıt Ceridesi, C. 10, 17 Nisan 1940, s. 73. Köy Enstitüleri Kanunu Mecliste görüşülürken muhalefetle karşılaşmış, fakat İnönü’nün devreye girmesiyle bu muhalefet kırılarak kanun tasarısı yasalaşmıştır. Bkz, Cemil Koçak, Milli Şef Dönemi, C. II, s. 121.

Page 40: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

31

kopya olmadığını, toplumsal gerçekler göz önüne alınarak açıldıklarını ifade ederek

cevaplamıştır109.

19 Haziran 1942 tarihinde kabul edilen, 4274 Sayılı Köy Okulları ve

Enstitüleri yasasıyla, enstitü binalarının, öğrenciler ve köylüler tarafından yapılması

kararlaştırılmıştır. Fakat Mümtaz Turhan, buralara alınan öğrencilerin 13-14 yaşında

olmasından dolayı binaları yapmalarının mümkün olmadığını, milyonlar harcanarak

CHP’li müteahhitlere yaptırıldığını iddia etmiştir110. Ayrıca kanunun 25. maddesi ile

köylünün eğitmen ve öğretmene yardım etmesi kararlaştırılmıştır Yardım etmeyen

köylüler için çeşitli cezalar öngörülmüştür111. Dönemin ekonomik şartları göz önüne

alındığında uygulama, zaten zor şartlar altında yaşamakta olan köylülere ekonomik

külfet getirmiş, böylece yaşam standartları iyice düşmüştür. Burada esas sorun,

köylünün yükümlülük altına sokulması değil, okulun önemi anlatılmadan,

yaptırımların başlamış olmasıdır. Ekonomik koşulları iyi olmayan köylünün,

dönemin şartları gereğince toprak mahsulleri vergisi ile vergilendirilmesi ve okul

yapımı konusunda mali yükümlülükler altına sokulması, köyde yaşamın daha da

ağırlaşmasına neden olmuştur. Diğer yandan şehirlerde nispeten rahat yaşam süren

aydınlar ve serbest meslek sahipleri ellerini taşın altına koymamışlardır. Bu

gelişmeler, Kemalizm’i savunan aydınlar tarafından devrimlere verilmiş en büyük

zarar olarak değerlendirilmiştir112.

Köy Enstitülü öğrencilerin ortaya koyduğu piyeslerde dönemin resmi kültür

anlayışına uygun niteliktedir. Çoğunlukla klasiklerden oluşan temsiller

sahnelenmiştir. Bu oyunların aynı kültür atmosferi içinde yetişen gençler tarafından

algılanması kolay anlaşılmakla birlikte, hedef kitle olan halk, bu oyunlardan bir şey

anlamadığı için temsillere yabancı kalmıştır113. Özellikle Köy Enstitüleri’nin kuruluş

yıl dönümleri olan 17 Nisan tarihlerinde ortaya konulan piyesler hep tercüme

109 Mehmet Cimi, a.g.e., s. 92. 110 Mümtaz Turhan, “Köy Enstitüleri Masalı”, Türk Yurdu, Ankara 1969, S.8, s. 23. 111 Bu kanunla, işe gelmeyen veya işten kaçanlar veya çalıştığı gün işi aksatan köylülerin, her gün ihtiyar meclisi kararı ile iki misli çalıştırılması kararlaştırılmıştır. Bu mecburiyeti yerine getirmeyenler, 25 liraya kadar para cezasına çarptırılmışlardır. Ayrıca köy okullarını inşa etmek köylünün görevleri arasında sayılmış, her erkek ve kadının (18-50 yaş arası) yılda azami 20 gün inşaat işinde çalışması kararlaştırılmıştır. Bkz., Fay Kırby, a.g.e, s. 286- 287. 112 Fay Kırby, a.g.e, s. 308. 113 Fay Kırby, a.g.e.,s. 268.

Page 41: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

32

tarzında olmuştur114. Enstitülerde diğer bir faaliyet, Ocak 1945 den itibaren her üç

ayda çıkan Köy Enstitüsü Dergisidir. Dergi toplam beş sayı olarak

yayınlanabilmiştir. Derginin önemli bir kısmında İngilizce-Türkçe tercümelere yer

verilmiştir. Bu durum izlenmekte olan hümanist politikaların 1941’den sonra gelişen

Türk-İngiliz ilişkilerinin kültürel boyutunun Halkevlerinden sonra Köy Enstitüleri’ne

yansıması olarak değerlendirilebilir.

Enstitülerin kuruluş amacı ve buralarda verilen eğitimler, bazı aydınlar

tarafından II. Dünya Savaşı’na Türkiye’nin girmesi olasılığına karşın elde takviye

kuvvet bulundurulmak istenmesi olarak yorumlanmıştır115. Bu görüş Kemal Tahir

tarafından da desteklenmiştir. Ona göre, enstitü fikri Alman Nasyonal Sosyalist İşçi

Partisinin Gençlik kollarından esinlenerek kurulmuştur. Türkiye’nin herhangi bir

savaşa girmesi durumunda buradaki gençler savaşa sürüklenecektir116. Enstitü yasası

ile öğretmenlere verilen yetkilerde, eleştirilerin diğer bir boyutunu oluşturmaktadır.

Kemal Tahir’e göre, bu uygulama, hükümeti sevmeyen köylünün, sırtını hükümete

dayamış öğretmenlerce ezilmesini sağlamış, köylü baskı altına alınmaya

çalışılmıştır117.

Enstitülere getirilen eleştirilerin belki en önemlisi, kurumların yapı olarak

geniş anlamda sosyalizasyon içermesi ve kolhozları andıran görüntüsü ile sosyalist

eğitim sistemini çağrıştırmasıdır. Bu duruma bağlı olarak gelen eleştirilerin önemli

bir kısmı bu kuruluşların “komünist yuvaları” olduğu yönündeki iddialardır118. Reha

Oğuz Türkkan, ülkede 1943’ten sonra mantar gibi komünistlerin türediğini ve

bunların gençlik arasında hızla yayıldığını ifade ederek, bu gelişmelerden Köy

Enstitülerinde verilmiş olan eğitimi sorumlu tutmuştur119. Reha Oğuz Türkkan’ın bu

görüşleri Necip Fazıl Kısa Kürek tarafından da desteklenmiştir. Kısakürek,

114 Bunlardan ikisi şöyledir; “Kral Oidiplus” ile “Moliere”, 17 Nisan Töreni, Köy Enstitüleri, C. II, s. 243. 115 Bu yorumu Fikret Kanat yaparak, “18-20 yaşları arasındaki gençler hücum takımları teşkilatına dahil olur. Burada tam manası ile askeri talimler yapılır. Almanya’da S.A işareti taşıyan atılgan, çevik temiz ahlaklı ateşli gençler bu teşkilattan çıkar” diyerek örnekler vermektedir. Bkz., Fikret Kanat, Millet İdeali ve Top Yekün Milli Terbiye, Ankara 1942, s. 91. 116 Kemal Tahir, Bozkırdaki Çekirdek, İstanbul 1995, s. 243. 117 Kemal Tahir, a.g.e., 155. Kemal Tahir bu eleştiriyi getirirken, öğretmenlerin hem tarım, hem öğretim, hem de köydeki ağalarla uğraşmak zorunda bırakıldığından bahseder. Öğretmenlere ağır işler yüklenmesine karşın ödenen ücreti de çok komik bulmaktadır. Bkz., Kemal Tahir, a.g.e., s. 247. 118 Mevlüt Kaplan, a.g.e., s. 84–87. 119 Reha Oğuz Türkkan, Tabutluktan Gurbete, İstanbul 1975, s. 36.

Page 42: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

33

enstitüleri, Anadolu çocuğunu ruh kökünden ayırmak için kurulmuş yaman bir

komünizm-hümanizm tezgahı olarak nitelendirmiştir120. Ona göre, İnönü inkılapçılık

ve ilericilik adı altında, Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç tarafından

aldatılmıştır. Böylece, Tonguç İlköğretim Genel Müdürü olmasından sonra etrafına

Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nden Pertev Nail Boratav, Behice Boran gibi

solculuklarıyla bilinen kişileri toplamış, Ankara yakınlarında kurulan Hasanoğlan

Köy Enstitüsü’nde, Köy Enstitüleri'nin öğretmen kadrosu komünizm ideolojisiyle

beslenerek yetiştirilmiştir.

1940’lı yıllardan sonra Türkiye de gençlik arasında ırkçılık121, milliyetçilik,

sosyalizm ve komünizm gibi fikir akımları güçlenerek gelişmeye başlamış, milliyetçi

ve sosyalist gençler arasında zaman zaman güvenlik güçlerinin müdahalesini

gerektirecek derecede olaylar yaşanmıştır. Eğitim kurumlarında meydana gelen

olayların büyümesi üzerine, sorun 5 Temmuz 1943’te TBMM gündemine

taşınmıştır122. Fakat olaylar durulmamış, tahriklerle artma eğilimi göstermiştir.

Mesela Haziran 1943’te İstanbul Üniversitesi’nde “En Büyük Tehlike” isimli broşür

dağıtılmış, broşürde milliyetçilik ve Turancılık ülke için tehlike olarak

gösterilmiştir123.

120 Necip Fazıl Kısakürek, a.g.e, s.10. Aynı eserin 29. sayfasında Köy Enstitüleri şöyle değerlendirilir, “Köy Enstitüleri Anadolu çocuğunun ruh topografyasını silerek, dümdüz ederek, üzerinden silindir gibi geçerek, boşalan yere, Allahsızlık, milliyetsizlik, maddecilik ve komünizm çatısının kurulması için girişilen hesaplı ve seviyeli bir arsa teşebbüsüdür.” Bkz., Necip Fazıl Kısakürek, a.g.e., s. 29. 121 Irkçılık, bir ucu antropoloji ile ilgili araştırmalara, diğer ucu da siyasete dayanan bir görüş olarak, 19. yüzyıl da ortaya atılmıştır. Belli bir ırka mensup olanların, hem ruh zenginliği hem de fikri ve medeni gelişme gücü bakımından diğer insanlara üstün olduğunu ispat etmeye çalışan ırkçılık, kaynak olarak “Aryanizm” e bağlıdır. Aryanizm, ırkların üstünlüğünü savunan sadece Aryan ırkından gelenlerin yüksek bir medeniyet seviyesine çıkabileceklerini ifade eden görüştür. Fakat Turancılık ise, daha ziyade Dünyadaki Türklerin mutlu ve bağımsız olmasını amaç edinmiş olan görüştür. Bkz., Galip Erdem, Suçlamalar, Irkçılık, C.II, Ankara 1976, s. 33-37. Diğer yandan Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları eserinin Millet Nedir? Bölümünde kesinlikle âri ırk olmadığını, asırlarca meydana gelen kaynaşmalar neticesinde bunu aramanın sakıncalı olduğunu ifade eder. Bkz., Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, İstanbul 2003, s. 38. 122 Cemil Koçak, olayın bir iç mesele olmasına karşın İçişleri Bakanı yerine Dışişleri Bakanı’nın olay hakkında meclise bilgi vermesini dış politik gelişme olarak değerlendirmektedir. Bkz., Cemil Koçak, Milli Şef Dönem, C.I s. 216. 123 Broşürü yayınlayan İstanbul Belediyesi memurlarından Faris Erkmen’dir. Bkz.,Uğur Mumcu, 40’ların Cadı Kazanı, Ankara 1997., s. 30, Cemil Koçak, broşürle milliyetçilerin tahrik edildiklerini ve rejim düşmanı olmakla suçlandıklarını belirtir. Ülkücüler hem konferans olayına hem de broşüre şiddetle tepki vermişlerdir. İhsan Unaner, Kopuz dergisinde, “Halbuki ırkçılık bir milletin öz malıdır. Hiçbir zaman milletin ırkçılığı ötekinden çıkma veya kopma değildir. Kaldı ki bizim milliyetçiliğimizin Alman ırkçılığı ile hiçbir münasebeti de yoktur. Her ırktan üstün Türk ırkı derken, bu inançla bir gün medeniyet dünyasının en ileri milleti olacağımızı elbette düşünüyor ve onlara refah ve saadet diliyoruz diyerek” Orta Asya hakkındaki görüş ve Turancılık hakkındaki fikirlerini

Page 43: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

34

Eğitim kurumlarında yaşanan bu gelişmeler ve enstitülere yönelik eleştirilerin

artması üzerine dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu TBMM’de bir konuşma

yaparak, her zaman Türkçü olduklarını ve Türkçü olarak kalacaklarını, bunun kan

meselesi olduğu kadar vicdan ve kültür meselesi olduğunu ifade etmiştir124. Eğitim

kurumlarında meydana gelen olaylar ve Başbakan’ın açıklamaları, o yıllarda Orhun

mecmuası sahibi olan Nihal Atsız’ın, Başbakan’a, Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki

sosyalizm yanlısı kadrolaşma ile ilgili şikayetini dile getirdiği iki mektup yazmasına

neden olmuş125, özellikle ikinci mektupta kadrolaşma hareketinden Devlet

Konservatuarı öğretmeni ve TDK üyesi Sabahattin Ali’nin ismi verilerek, Hasan Ali

Yücel ile ekibi sorumlu tutulmuştur126. Sabahattin Ali de, Hasan Ali Yücel’in ve

aktarmaktadır. Bkz., Cemil Koçak, Milli Şef Dönemi, s. 212-213. Ayrıca Necdet Ekinci, Faris Erkmen hakkında, Onun koyu bir Marksist olduğunu ve Turancı kesimi alabildiğince kötülediğini yazmaktadır. Konunun ayrıntıları için bkz., Necdet Ekinci, Dış Etkenler, s. 235. Bu broşür Galata’da bir Ermeni matbaasında basılmış, basıldıktan kısa bir süre sonrada Tan gazetesi metni sütunlarına taşımıştır. Bkz., Kemal Fedai Çoşkuner, “Üç Mayıs Marşı”, 3 Mayıs 1944 50. Yıl Türkçülük Armağanı, İzmir 1994, s. 2-3. 124 Geniş bilgi için bkz., “Biz Türküz, Türkçüyüz” Çığır mecmuası, C. XII, Temmuz 1942, s.1. Şükrü Saraçoğlu’nun mecliste, Türkçüyüz şeklindeki beyanatları savaşın en hızlı döneminde ve Almanların Avrupa’da mutlak hakimiyet tesis ettikleri 1942 yılına rastlar. Bu yıllarda ve ilerleyen tarihler de Saraçoğlu, Yalman’a göre Nazi Almanya’sını desteklemektedir. “Irkçı ve totaliter hisler besleyen ve kalbi Nazilerin tarafında olan Şükrü Saraçoğlu, koyu bir demokrasi taraftarı ve Nazi düşmanı olduğum için beni ezmeği, gazeteci olarak yok etmeyi tasarlamıştı” diyerek eleştirir. Fakat, Amerikalıların Avrupa’ya çıkarma yapması ile Yalman’ı makamında kabul eden Saraçoğlu ona, “Bunların hepsi, Hitler’in ustaca bir manevrasıdır. Batı kuvvetlerini iç hatlarda hazırladığı bir kapana çekiyor. Orada son yumruğu tepelerine indirecek, Dünyaya tekrar hâkim olacaktır” dediğini yazmaktadır. Bkz., Ahmet Emin Yalman, Tarihte Gördüklerim ve geçirdiklerim (1922-1944), C. III, İstanbul 1970, s. 357. 125 Nihal Atsız mektubunda, “Bizim anayasamıza göre komünizm yasaktır ve devletimiz milliyetçi bir devlettir…Bütün dünyada yurt düşmanlarına müsamaha gösteren hatta onlara mevki ve salahiyet veren tek devlet Türkiye’dir. Sayın Başvekil! Bütün milliyetçi Türkler sizinle beraberdir. Sizden tarihimizin bu çetin anında vatan düşmanı komünizmin ezilmesini istiyorlar. Mevcut kanunlar kafi gelmiyorsa yani kanunlar yapınız…Komünistlere mevki vermek usulünü derhal kaldırınız” diyerek komünizm teşkilatlanmasından şikayet etmiştir. İkinci mektubun tam metni için bkz., Nihal Atsız, Orhun dergisi, S. 16, 1 Nisan 1944, s. 1. Nihal Atsız bu sırada İstanbul’da Boğaziçi Lisesinde Edebiyat öğretmenidir. Her iki mektubunu da Şükrü Saraçoğlu’nun konuşmasından cesaret alarak yapmıştır. Bu konudaki bilgi için bkz., Alparslan Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayları, İstanbul 1992, s. 30. Birinci mektubun tam metni için bkz, Orhun Dergisi, S.15, 1 Mart 1944, s. 1-2. Ayrıca bkz., Faruk Aydın, “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkçülük 1923-1945”, Cumhuriyet, C.I, Ankara 1998, s. 787- 789. 126 Hasan Ali Yücel’in ekibi, İlköğretim Genel Müdürü olan İsmail Hakkı Tonguç, Devlet Konservatuarı öğretmeni ve TDK üyesi Sabahattin Ali, DTCF, Folklor doçenti Pertev Naili Boratav, İ. Üniversitesi Pedoğoji Enstitüsü Müdürü Sadrettin Celal Antel, TDK üyesi ve eski Milletvekili Ahmet Cevat Emredir.

Page 44: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

35

Ulus gazetesi yazarı olan Falih Rıfkı’nın telkinleri ile Atsız’ı mahkemeye

vermiştir127.

Nihal Atsız-Sabahattin Ali davasına 26 Nisanda başlanmış,128 bu arada

milliyetçi gençler devletin takip etmiş olduğu politikaları ve Marksist kadrolaşmayı

gerekçe göstererek sık sık gösteri yapmış bu gösteriler çok sert biçimde

bastırılmıştır129.

Gelişen bu olayların ardından mahkeme Nihal Atsız-Sabahattin Ali

duruşmasına 9 Mayıs 1944’te devam etmiştir. Karşılıklı savunmalardan sonra

mahkeme heyeti, Atsız’ı önce altı ay hapis ve 100 lira ağır para cezasına, sonra

suçun 1/3 indirilerek 4 ay 66 lira 60 kuruş ödemesine karar vermiştir. Sanığın

mahkemeye katılması ve iyi halinden dolayı ceza kanunun 89. maddesi gereğince

cezaların teciline karar verilmiştir130. Bu arada Atsız, Milli Eğitim Bakanlığı

tarafından Boğaziçi Lisesi’ndeki görevinden alınmış, Orhun dergisi de 6 Mayıs

1944 tarih ve 3/686 sayılı karar ile kapatılmıştır.

Atsız-Sabahattin Ali davasının hukuken bitmesine karşın Nihal Atsız mahkeme

sonunda İstanbul’a gitmek üzere iken tutuklanmıştır. Alparslan Türkeş bu

tutuklamayla ilgili olarak, Nihal Atsız’ın tutuklanma kararının olmadığını polis

tarafından tutuklanmasının da siyasi olduğunu, tutuklandıktan üç gün sonra

mahkemeye çıkarılması gerektiği halde ancak dört ay sonra çıkarıldığını ve suçunun

ne olduğuna dair vermiş olduğu dilekçesine cevap verilmediğini belirtir131.

Tutuklamalar ve Turancılık olayları davasının görüşülmesinden on altı gün

sonra, 19 Mayıs 1944’te Cumhurbaşkanı İnönü çok sert bir konuşma yapmıştır.

Turancıları şuursuz ve vicdansız fesatçılar olarak değerlendirdiği konuşmasında,

gizli terkiplere başvuran bu oluşuma karşı, her türlü tedbirin alınacağı

vurgulanmıştır. Turancı olmakla suçlananları, devletin anayasasını ayaklar altına

127 İlhan Darendelioğlu, Türkiye’de Milliyetçilik Hareketleri, İstanbul 1968, s. 116. 128 İbrahim Erbaba, İnönü dönemi Öğrenci Olayları(1938–1950), İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisan Tezi, Malatya 1999, s. 25. 129 Ulus gazetesi, 7 Mayıs 1944. 130 İlhan Darendelioğlu, a.g.e., s. 120. 131 Alparslan Türkeş, a.g.e., s. 44.

Page 45: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

36

alıp TBMM’yi hiçe saymakla suçlayarak, bu fikirlerin Türk milletine sadece bela ve

musibet getireceğini belirtmiştir132.

Milli Şefin, Turancı olarak nitelendirdiği milliyetçileri hedef alması ve bu

hususta devletin tüm imkânlarının seferber edileceğini açıklaması, milliyetçilik

konusunda devletin resmi politikasını anlatması açısından önemlidir. Olayların

mağdurlarından Nejdet Sancar, İnönü’nün konuşmasının büyük bölümünün eğitime

ait olmasından dolayı bu nutkun Hasan Ali Yücel tarafından hazırlanmasının

kuvvetle muhtemel olduğunu vurgulamaktadır133. Hasan Ali Yücel de, İnönü’nün

konuşmasından sonra eğitim teşkilatına bir genelge yayınlamış, öğretmenlerin

görevleri üzerinde durarak, Turancılık konusunu ele almış ve bu konuyu Atatürk

ilke ve inkılâplarıyla da bağlantılı olarak şöyle açıklamıştır, “Turancılık hareketi bu

altı prensipten bir kısmını ihmal ederek bilhassa milliyetçiliği almış olmakla, milli

birlik ve beraberliğe tecavüz eden bir fikri açığa vurmuştur”. Ayrıca genelgeyle

İnönü’nün nutkunun her derecedeki okulda okutulması kararlaştırılmıştır134.

Diğer yandan CHP’de Genel Sekreter M. Şevket Esendal, bu olaylarla ilgili

olarak parti teşkilatına 7 Haziran 1944 tarih ve 3/2526 sayılı genelgeyi

yayınlamıştır. Genelgede olayların milli birlik ve beraberliğe yönelik tehdit olarak,

dış güçler tarafından organize edildiği belirtilerek, Turancılık dağıtıcı ve çıkmaz bir

yol olarak değerlendirilmiş, en vahiminin de millete ihanet olduğu vurgulanarak,

teşkilatın bu gibi kavramlara karşı önlem almaları emredilmiş ve Turancılık

konusunda Türkiye’deki bütün CHP teşkilatı uyarılmıştır.

132 Metin Toker, a.g.e., s. 407. Konuşmayla ilgili tam metin için bkz., Cumhuriyet gazetesi, 20 Mayıs 1944. Ayrıca bkz., Maarif Vekaleti, Irkçılık- Turancılık, Ankara 1944 , s. 3-9. 133 Yazar bu konuda çeşitli ihtimalleri gündeme getirir. Mesela konuşmanın dört yerinde geçen “feyizli” kelimesinin sıklıkla İnönü tarafından kullanıldığını, dolayısıyla, konuşma metninin bu kelimeyi çok kullanan İnönü tarafından hazırlandığı gibi, Hasan Ali Yücel’le ortaklaşa hazırlanmış olabileceği üzerinde de durur. Bkz., Necdet Sancar, İsmet İnönü İle Hesaplaşma, Ankara 1973, s. 47. 134 Milli Şef ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün 19 Mayıs 1944 Gençlik ve Spor Bayramı günü söyledikleri nutuk ile Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in teşkilatına yaptığı genelgenin tam metni için bkz., Maarif Vekilliği Irkçılık Turancılık, Ankara 1944, s. 21-22. Bundan öncede Hasan Ali Yücel 4 Mayıs 1944 tarihinde Milli eğitim Bakanlığı teşkilatına bir genelge yayınlamıştır. Bu genelgenin her kademedeki okulda profesör ve öğretmenler kurulunda okunmasını ve öğrencilere anlatılmasını istemiştir. Genelgede dikkat çeken hususlar olarak, “vatan Türk milletinin eski ve yüksek tarihi ile ve toprakların derinlikleri ile mevcudiyetini muhafaza eden eserleriyle yaşadığı bugün ki siyasi sınırlarımız içindeki kutsi bir yurttur. Vatan hiçbir kayıt ve şartla ayrılık kabul etmez bir bütündür” genelgenin sonunda “her kimin mesuliyeti mucip bir hali görülürse, icap eden kanuni muameleye tevessül edilmek üzere, vekilliği derhal haberdar etmelerini ehemmiyetle rica ederim” denilerek suçlananlar hakkında gerekli işlemin yapılması istenmiştir. Bkz., Irkçılık-Turancılık, s. 229-231.

Page 46: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

37

İnönü’nün konuşması ve CHP’nin tavrının ardından, İstanbul da 23 Türk

milliyetçisi gizli cemiyet kurmak ve düzen düşmanlığı yapmak suçundan

tutuklanmıştır135. Bu tutuklamalar, “Turancılık gayretleri ile rejime aykırı hareket

etmek” ve “Türk gençliğini istismar ederek düzen düşmanlığı yapmak” şeklinde

halka duyurulmuş136, hemen akabinde yurt çapında tutuklamalar başlamıştır137.

Tutuklamalar devam ederken 18 Mayıs 1944’te radyodan yapılan hükümet

tebliğinde, tutuklu bulunanların evlerinde yapılan aramalarda bazı belgelerin ele

geçirildiği ve bunlardan elde edilen kanaate göre gizli cemiyet kurdukları, gizli

parola ve şifrelerin bulunduğu ifade edilmiştir. Bu grubun özellikle eğitim

kurumlarında teşkilatlandıkları ve masum gençleri aldatarak kendi emellerine

ulaşmak istediklerinden dolayı kanuni takibat yapıldığı bildirilmiştir138.

Yargılamalar sonucunda dava, mahkeme esas numarası 1947/3, Karar No,

1947/ 14 ve 31 Mart 1947 tarihli kararı ile bütün sanıklar hakkında beraat kararı

verilmiştir. Askeri Yargıtay’ın bu kararı onaylamasından sonra karar

kesinleşmiştir139. Gelişmeler göstermiştir ki, “Atsız-Sabahattin Ali davası” sadece

135Tutuklananların isim listesi ve meslekleri şöyledir; Zeki Veledi Togan- İstanbul Ünv. Türk Tarihi Profesörü, Ferit Cansever-Yedek Tabib Yüzbaşı, Nihal Atsız-Boğaziçi Lisesi Edebiyat Öğretmeni, H.Namık Orkun-Gazi Terbiye Tarih Öğretmeni, Nejdet Sancar-Balıkesir Lisesi Edebiyat Öğretmeni, Dr. Fethi Tevetoğlu-Tabip Üsteğmen, Alparslan Türkeş-Piyade Üsteğmen, Reha Oğuz Türkkan-İst. Ünv. Doktora Öğrencisi, Cihad Savafer-Yüksek Mühendis, Muzaffer Eriş-Yüksek Mühendis, Zeki Özgür-Yedek Asteğmen, Hikmet Tanyu-Dâhiliye Vekâleti Evrak Kalemi, Said Bilgi-Ankara Adliyesi Hâkim Adayı, Cemal Oğuz Öcal-Öğrenci, Cebbar Şenel-Hakim Adayı, Hamza Sadi Özbek-Maliye Tahsil Şefi, Nurullah Barıman-Yedek Asteğmen, Fehiman Altan-Talebe, Fazıl Hisarçıklı-Yedek Asteğmen, Saim Bayrak-Memur, Yusuf Kadıgil-Lise Öğrencisi. Bkz., İlhan Darendelioğlu, a.g.e., 127-129, ayrıca Uğur Mumcu, dava ile ilgili olarak 49 kişinin sorgulandığını ve bunlarda 33 kişinin tutuklandığını belirtir. Serbest kalanlar; Bedriye Atsız, Mehmet Külahlıoğlu, Ahmet Ali Bayrakçı, Ahmet Ellez, Ziya Özkaynak, Tahsin Argun, İsfendiyar Barunözü, Osman Yüksel, ve Orhan Türkan’dır. Bkz., Uğur Mumcu, a.g.e., s.58. 136 Tam metin için bkz., Maarif Vekaleti, Irkçılık Turancılık, s. 3-9. 137 14 Mayıs 1944’te Balıkesir Edebiyat öğretmeni Necdet Sancar nezarete alınmış, Zeki Veledi Togan, Hamza Sadi Özbek, Nurullah Barıman, ve Orhan Şaik Gökyay’ın evleri aranmıştır. Yurdun her yerinde milliyetçi avı başlamıştır. Şebinkarahisar Orman Bölge Şefi olan Fazıl Hisarçıklı da yedek subaylığını yaptığı Biga’da tutuklanmıştır. Bkz., Maarif Vekaleti, Irkçılık Turancılık, s. 121. 138 Tam metin için bkz., Necdet Sancar a.g.e., s. 99–100. 139 Fakat dava bitmemiş, davanın devamı mahiyetinde olan 1947 yılında Kenan Öner- Hasan Ali Yücel davası başlamıştır. 1944 olayları ile ilgili davalar devam ederken dönemin Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak, komünist faaliyetlere desteğinden dolayı, Milli Eğitim Bakanını uyarmıştır. Kenan Öner bu ifade üzerine Hasan Ali Yücel’e, Milli Eğitim Bakanlığı sırasında yaptığı icraatları içeren bir mektup yazmış, mektupta şu suçlamalarda bulunmuştur; a-Bakanlığın komünistlerin sığınağı haline geldiği b-Sabahattin Ali-Atsız davasında Yücel’in Sabahattin Ali’yi dava açmaya sürüklediği c-Polisin suçsuz göstericiler üzerine gitmesine yol açtığı d-23 gencin işkence görmesine neden olduğunu bildirerek açıkça Hasan Ali Yücel’i komünistlikle suçlamıştır. Bu mektup üzerine Hasan Ali Yücel-Kenan Önere dava açmıştır. Bkz., Türkeş, a.g.e., s.

Page 47: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

38

basit bir hakaret davası değildir. Saraçoğlu’nun konuşması ile cesaretlenen

milliyetçi kesimin, ülkeyi komünizme götürmek isteyenlere karşı bir tepkisi olarak

ortaya çıkmış, fakat dış politik gelişmelerin de etkisi ile kendileri tutuklanmış,

yaklaşık üç yıl süren davalarda pek çok zorluk ve güçlükle karşılaşılmış, sonunda

beraat etmişlerdir140.

Mahkeme sırasında tutuklu sanıklar, kendilerine tutuklu kaldıkları süre

içinde yapılan işkencelerden bahsetmişler ve şikayetçi olmuşlardır. Davanın savcısı

Kazım Alöç, bu suçlamalara, “ biz bunları huzurunuza vatan hainleri, caniler ve

katiller olarak getirdik. Bunları Pera Palas otelinde yatıracak değildik. Elbette onlara

her nevi zulüm yapılmış ve yapılacaktır”141 cevabı ile yapılanları doğrulamıştır.

Oysa başlangıçta hükümet ve devlet Panturanist eğilimleri reddetmekle

beraber tamamen de ilgisiz kalmamıştır142. Hatta CHP yönetimi savaşın kaderinin

değiştiği tarih olan 1943 yılına kadar Alman yanlısı neşriyata göz yummak suretiyle

desteklemiştir143. Fakat savaşın seyrinin değişmesi Sovyetleri destekleyen basın

yayın organlarının gittikçe bu politikalarını açıkça yazmaya başlamasına neden

olmuştur. Hatta Köy Enstitüleri ve üniversiteler aracılığıyla kadrolaştıkları ifade

edilen komünistlere göz yumulmaya başlanmış, bu kapsamda sol yayın olarak

bilinen Yurt, Dünya ve Adımlar mecmuasına Milli Eğitim Bakanlığı abone olmuş,

63 tane Rus klasiği tercüme ettirilmiştir144. Türkiye Gizli Komünist Partisi Şefi Dr.

79 Sol çevreler bu davayı 1944 olaylarının, ülkücüler tarafından intikamı olarak nitelendirmişlerdir. Mahkeme sonucunda, önce Yücel suçlu bulunmuştur. Olayla ilgili dinlenen şair Gökyay, (konservatuar müdürü ve 1944 olaylarında tutuklanmıştır) Hasan Ali Yücel’in, Sabahattin Ali’yi koruduğunu, bununla da kalmayarak o sıralarda cezaevinde bulunan ve solculuğu ile tanınan Nazım Hikmet’e parasal yardım yaptığını söylemiştir. Davayı Kenan Öner kazanmış, fakat Yücel temyize başvurmuş, Yargıtay 4. dairesinin kararı ile 26 Mayıs 1948’de dava yeniden görüşülmek üzere bozulmuştur. 22 Aralık 1949 tarihinde bu kez davayı Kenan Öner kaybetmiştir. Bkz., Uğur Mumcu, a.g.e., s. 51. Ayrıca, Mustafa Çıkar, Hasan Ali Yücel ve Türk Kültür Reformu, Ankara 1997, s. 128,129. 140 Mustafa Çıkar, a.g.e., s. 126. 141 Semih Yalçın; “1944 yılı Türkçülük Turancılık Davası ve Alparslan Türkeş”, Ülkü Ocağı Dergisi, Başbuğ Özel Sayısı, s. 26, ayrıca işkenceler konusunda Tutuklananların ifadelerine göre, “tabutluk denilen dar hücrelerde zincire vurularak işkence görmüşler ve kendilerine önceden hazırlanan ifadeler zorla imzalattırılmıştır” bu suçlamalar için bkz., Reha Oğuz Türkkan, Tabutluktan Gurbete, İstanbul 1975, s. 66. 142 Bu arada basından Cumhuriyet, Tasvir-i Efkar ve Vakit gazeteleri, Alman yanlısı politikalar takip etmişlerdir. Buna rağmen davalarla beraber aynı gazeteler Turancıların aleyhine yayınlar yapmaya başlamışlardır. Yazar, bu ani değişikliği İnönü’nüm basın üzerindeki baskısına bağlamaktadır. Bkz., Semih Yalçın, a.g.m., s. 21. 143 Kemal Karpat, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, Ankara 1995, s. 21. 144 Semih Yalçın , a.g.m., s. 21.

Page 48: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

39

Şefik Hüsnü’nün Moskova’ya gönderdiği gizli mesajda gelişmeler övülerek, bu

dönem Marksizm’in en verimli devresi olarak değerlendirilmiştir145. Atsız’a göre de

Türkiye’de Rus romanları tercüme edilerek, ucuz fiyatla satılmış, böylece

komünizm propagandası yapılmıştır. Ayrıca Milli Eğitim Bakanlığı ile Ankara

Radyosu da bu propagandaya alet edilmiştir146.

Diğer yandan olayda suçlananlar kendilerine yönelik suçlamaları her zaman

reddetmişlerdir. Alparslan Türkeş, o sıralarda Türkiye’de yapılan büyük gösterilerin

hükümetin programı ile yapıldığını, Milli Şef’in tam kontrolünün olduğu bir

atmosferde, onların izni dışında asla gösteri yapılamayacağını vurgulamaktadır147.

Ona göre, gösteriler, milliyetçileri tasfiye etmek, eleştirileri dindirmek ve Sovyetlere

şirin görünmek gayesiyle devlet tarafından organize edilmiştir148.

1944’te meydana gelen bu olaylarla milliyetçilik suç sayılmış ve bu davayı

ideal haline getirenler tutuklanıp çeşitli işkencelere maruz bırakılmışlardır. Hasan

145 Mustafa Müftüoğlu, Milliyetçiliğimizin Meseleleri ve Kurtuluş Yolumuz, İstanbul 1970, s. 16. 146 Milli Eğitim Bakanlığı Tebliğler Dergisi’nin 17 Şubat 1947 tarih ve 421 sayısında 21 Ocak 1947, Neşriyat Müdürlüğü S.1803’te Doğan Kardeş yayınları arasından çıkan “Nar Tanesi” isimli kitap ilkokullara tavsiye edilmiştir. Bu dergide (Doğan Kardeş) inançları küçük düşürücü ifadeler vardır. Atsız, bu satırlardan verdiği örneklerin birinde, “hey insanoğlu insanoğlu! Sen Allahın bol, İnsanın kıt yerinde geldin beni kurtardın. Seni sırtımda yedi yıl, yedi derya dolaştırsam hakkını ödeyemem. Veren Allah ne muradın varsa versin. Ama ne olur ne olmaz. Allahın işine pek güvenilmez. Bazen kuyruğu ile oynar, bazen kulları ile” denilerek halkın dini inançlarıyla dalga geçildiğini ve Marksizm’in yüceltildiğini, böylece körpe beyinlerin yıkandığını vurgulayarak bu dergi’nin niçin Tolstoy’dan 17 hikaye tercüme ettiğini sorgulamıştır. Bkz., Tebliğler Dergisi, C. IX, S. 421, 21 Kasım 1947. 147 Türkeş olaylarla ilgili olarak, Milli Şef ve Milli Eğitim Bakanı’nın müsaade etmediği bir gösterinin yapılamayacağını belirtir. Dolayısıyla gösteriler devlet tarafından Turancı olarak nitelendirilenleri devlet kurumlarından tasfiye etmek amacıyla yapılmıştır. Gerçektende tutuklananların çoğu o yıllarda devletin çeşitli birimlerinde memur olarak çalışmaktadırlar. Bkz., Alparslan Türkeş, 1944 Yılı Milliyetçilik Olayı, s. 29. 148 Türkiye, Sovyetlerin isteklerini yumuşatabilmek için iki jest yapmıştır. Bunlar birincisi, Von Papen’i öldürmeye teşebbüs suçundan yargılanıp hapse atılan Pavlov ve Kornilov adlı iki Rus, bir af kanunu ile serbest bırakılmış, diğeri de yaklaşık 150–200 kişi arasında bulunan Azerbaycanlı Türk, Türkiye’ye iltica ettikleri an yakalanıp sınırda Ruslara teslim edilmişlerdir. Sınırda teslim edilen Türklerin kurşuna dizildikleri ve böylece katledildikleri anlatılmaktadır. Bkz., Necdet Sancar, a.g.e., s. 227. Ayrıca Yalman bu konuda, “çirkin ayrılışların en büyüğü Rus halkından bize iltica eden bir takım zavallıların müttefiklerin haksız ve manasız baskısı altında Sovyetlere teslim edilmesidir. Türkiye’nin en zayıf devirlerinde bile böyle bir şey yapmağa rıza gösterilmemiş, 1848 ihtilalcilerinin Rusya ve Avusturya-Macaristan’a teslimi reddedilmiştir. Bu dürüst ve kahramanca hareket o zamanlarda lehimizde büyük bir sevgi uyandırmış ve Kırım harbini doğuran güzel ve asil havayı yaratmıştır” diyerek eleştirmiştir. Bkz., Ahmet Emin Yalman, a.g.e., s. 306. O sıralarda Dışişleri Bakanlığında katip olarak çalışan Feridun Cemal Erkin bu iki jesti, “her ikisi de Rusların gözünde Türkiye’nin zaafını göstermekten başka bir mana taşımıyordu. Türkiye’nin artık her hangi bir tavize kolaylıkla rıza gösterecek kadar zayıf duruma düştüğü yanlış intibaını uyandırmıştı” diyerek girişimleri olumsuz bulmuştur. Bkz., Feridun Cemal Erkin, Türk Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Ankara 1968, s. 253.

Page 49: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

40

Ali Yücel de “Davam” adlı kitapta Turancılıkla ilgili olarak ağır eleştirilerde

bulunmuş, Turancıların Almanlar tarafından desteklendiğini, Atsız’ın da Hitleri

taklit etmekte olduğunu vurgulamıştır149. Oysa yeni devletin kurulması ve

Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra Atatürk, milliyetçiliği devletin temel

politikası olarak belirlemiş ve altı temel ilkeden biri olarak kabul etmiştir. Kaldı ki o

yıllarda okutulan ders kitaplarından Mahmut Esat Bozkurt’un “İnkılap Tarihi

Dersleri ve Atatürk İhtilali” isimli kitabında Turancılığa ait pek çok ifade vardır.

Kitabın 446-447 sayfalarında, “Türk İhtilali öz Türklerin elinde kalmalıdır. Hem de

kayıtsız şartsız. Devlet işlerinin başına devletin kurucusu olan kavimden başkaları

geçince o devlet inkıraz(yıkılma) bulur. Yani millet istiklalini kaybeder. Yeni Türk

Cumhuriyeti’nin devlet işlerinin başında mutlaka Türkler bulunacaktır. Türkten

başkasına inanmayacağız” denilmektedir. Yine aynı kitabın 191. sayfasında

Turancılığa ait ifadeler açık ve net ki hiç bir yoruma mahal bırakmamaktadır, “Türk

birliğinin bir gün hakikat olacağına imanım vardır. Ben görmesem bile gözlerimi

dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım” denilerek Turancılık yapılmış, fakat ne

takibata uğramış nede tutuklanmıştır150. Kaldı ki II. Dünya Savaşı’nın başladığı

yıllarda Türkiye’nin de içinde bulunacağı muhtemel bir savaşta milliyetçi

duyguların gücünden yararlanmak için milliyetçilik hareketlerine hoş görülü

davranılmış, bazı Turancı bilinen profesörlere CHP binalarında konferanslar

verdirilmiştir151. Türkçülük, daha sonra Şükrü Saraçoğlu’nun kurmuş olduğu

hükümetin programına bile girmiş,152 fakat savaş sonuna doğru milliyetçilik suç

sayılmıştır. Tutuklananlar, 3 yıl boyunca maddi ve manevi işkenceye maruz

bırakılmış, Turancı olarak nitelendirilenler, devletin rejimini değiştirme ve bu

amaçla gizli örgüt kurarak gençlerin beyinlerini yıkamakla suçlanmışlardır.

149 Hasan Ali Yücel, Davam, Ankara 1947, s. 219–221. 150 Bkz., Alparslan Türkeş, Milliyetçilik Olayı, s. 29-30. Bu konuda Ziya Gökalp’ten etkilenmiş olan Atatürk, ulus-devlet yaratma düşüncesini milliyetçiliğin temelinde görmüştür. Ziya Gökalp bu konuyla ilgili yazmış olduğu bir şiirinde, “Moskof’un ülkesi viran olacak, Türkiye büyüyüp Turan olacak” diyerek ülkenin büyümesini ve bütün Türklerin rahatını arzulamıştır. Bkz., Nihal Atsız, Makaleler III, İstanbul 1992, s. 41. 151 Faruk Aydın, a.g.m., s. 790. 152 Bozkurt Dergisi, Haziran 1941.

Page 50: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

41

Turancıların kurdukları iddia edilen gizli örgütün varlığı da hiçbir zaman

doğrulanamamıştır153.

Nihal Atsız’a göre, uygulanan kültür politikaları milleti ülküsüz bırakmış,

bundan dolayı pek çok genç komünizmin tesirine girmiş ve bu fikri ülkü olarak

benimsemiştir154. Sonuçta o yıllarda söylenen ve suç sayılan bu ifadeler 1990’lı

yıllarda SSCB’nin dağılmasıyla birlikte devlet adamlarımız tarafından

“Adriyatik’ten Çin Settine” ifadeleriyle açıklanmış, ve büyük Türk Birliğinin

gerçekte hayalcilik olmadığı bir ideal ve bir ülkü olduğu kanıtlanmıştır.

Diğer yandan yaşanan bu gelişmelerden sonra, milliyetçi kesimin Köy

Enstitüleri ve eğitim kurumları ile Hasan Ali Yücel ve ekibi için iddia ettikleri

kadrolaşma iddiaları basında geniş yankı uyandırmış, basın bu olayları sağ ve sol

olarak iki grupta değerlendirmiştir. Sol çevrelerden bu olaylara en sert tepki

gösterenler, o sıralarda Tan gazetesi’nin sahibi ve yazarı olan Zekeriya ve Sabiha

Sertel çifti olmuştur. Özellikle Zekeriya Sertel, 8 Mayıs tarihli yazısında II. Dünya

Savaşı’nı ensesinde hisseden Türkiye’yi anlattıktan sonra Turancılığı beşinci kol

olarak nitelendirmiş, milliyetçileri demokratik gelişmeleri sekteye uğratmakla

suçlamıştır155. Aynı yazar, 20 Mayıs da ki İnönü’nün konuşmasını yorumlarken,

Milli Eğitim Bakanlığındaki kadrolaşma hareketini memleketin selameti açısından

lüzumlu bulmuştur156.

Olaylara sert tepki verenlerden biri de İnönü’ye yakınlığı ile bilinen ve Ulus

gazetesi’nin baş yazarlığını yapan Falih Rıfkı Atay’dır157. Falih Rıfkı bu tarihlerde

153 Uriel Heyd bu bilginin dönemin basın yayın organlarından alındığını, hakikatte gizli bir örgütün varlığının doğrulanamadığını belirtir. Bkz., Uriel Heyd, a.g.e, s. 131. Ayrıca bu tutuklamalarla Turancılık düşüncesi yok edilememiş ve daha romantik bir hal alarak devam etmiştir. Bu amaçla marşlar yazılmış ve bu ülkü yaşatılmaya çalışılmıştır. Yazılan Marşlardan birisinde ilk ve son kıta şöyledir; “Gözlerimden kanlı yaşlar iner Türklük deyu deyu, boz bulanık dertli başım, diner Türklük deyu deyu, yaslı Turan güzel Turan, yaraların yok mu saran, kalbim kırık bağrım viran, yanar Türklük deyu deyu.” marşın tamamı için Bkz., K. Fedai Coşkuner, a.g.e, s.1. 154 Nihal Atsız bu satırlarını Falih Rıfkı Atay’ın “Rumeli’yi Unutalım” isimli makalesine cevap olarak yazmıştır. Bkz., Nihal Atsız, Makaleler III, s. 94. Atsız ve Necdet Sancar 3 Mayıs 1944 olaylarını Türk Milliyetçiliğine karşı yapılan kahpe haçlı seferleri olarak nitelendirmişlerdir. Bu değerlendirme için bkz., Nihal Atsız, “3 Mayıs 1944”, Necdet Sancar, “Türkçülük Günü”, 3 Mayıs 1944 50. Yıl Türkçülük Armağanı, İzmir 1994, s. 2-3. 155 Zekeriya Sertel, “Beşinci Kol”, Tan gazetesi, 8 Mayıs 1944. 156 Zekeriya Serel, “Cumhur Reisimizin Gençliğe Hitabesi Hakkında”, Tan gazetesi, 21 Mayıs 1944. 157 Falih Rıfkı Atay, Ulus’taki köşesinde bu olaylarla ilgili çok sert eleştiriler yaparak, “Türkiye’yi içinden tahrip etmek için gökten bir bela ısmarlansa ırkçılıktan beteri inmez. Bu Türkiye’yi dışında, can düşmanları ile çevirtmek için ikinci bir bela ısmarlansa İslam ittihatçılığı ham hayalinin yerine

Page 51: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

42

peş peşe yayınladığı köşe yazılarında Turancılığı çok sert olarak eleştirmiş, bu fikrin

sahiplerini, gençliği zehirlemeye çalışmakla suçlamıştır. Ona göre bu yaklaşım tarzı

“Turana giderken Türkiye’den olmaktır”. Atsız-Sabahattin Ali davasında ise

Sabahattin Ali’yi “Masum bir vatandaşın hakarete uğramasından dolayı adalete

gidişi” 158 olarak nitelendirmiştir.

Yukarıdaki yazılardan da anlaşılacağı gibi yazarların büyük kısmı yönetime

yakın olma gerekçesiyle milliyetçiliğe cephe almış ve olaylardan sonra

tutuklananları henüz mahkeme kararları olmadan cezalandırmıştır. Turancılık

konusu devrin dış gelişmelerine paralel olarak bir felaket olarak yorumlanmıştır. Bu

durum hükümetin müdahalesine bağlanmış,159iç ve dış politikada kullanabilmek

maksadıyla basında pek çok yazı yayınlanmıştır160.

Bu arada basın da olaya ılımlı yaklaşanlarda olmuştur. Bunların en

önemlilerinden olan Peyami Safa, Turancılık olaylarına dış politika açısından

yaklaşmış, itidal tavsiye ederek, taşkınlığın bitmek üzere olan savaşta Türkiye’ye

yaşatacağı, zor durumu hatırlatmıştır161.

“Turancılık” olayları ve sonrasında yaşanan gelişmeler göstermektedir ki

uygulanan politikalara yöneltilen eleştirilerin üzerine şiddetle gidilerek bastırılmıştır.

Böylece enstitüler, hümanizm propagandasının yapıldığı kurumlar haline

Turancılık ütopyasını getirmekten alası bulunamaz” diyerek değerlendirmiştir. Bkz., Falih Rıfkı Atay, “Irkçılık ve Turancılık” Ulus gazetesi, 9 Mayıs 1944. 158 Bu yazı ve eleştiriler için Ulus gazetesi’nin şu nüshalarına bakılabilir, Falih Rıfkı Atay, “Cumhuriyetimizin Nutku”, Ulus gazetesi, 21 Mayıs 1944. Atay, “Irkçılık Turancılık”, Ulus gazetesi, 9 Mayıs 1944., Atay, “Biz Tek Bir Cepheyiz, Ulus gazetesi, 13 Mayıs 1944., Atay, “Pazar Konuşmaları”, Ulus gazetesi, 14 Mayıs 1944 ., Nurullah Ataç, “Neye İnanalım”, Ulus gazetesi, 15 Maysı 1944., Ataç, “Halk Görünüşünde Bir Kaygı”, Ulus gazetesi, 18 Mayıs 1944., Ataç, “25.inci Yıldönümü”, Ulus gazetesi, 19 Mayıs 1944. Ayrıca o yıllarda resmi dergi olan Ülkü mecmuasında da Turancılığı kınayan yazılar çıkmıştır. 1 Mayıs 1944’de, Atsız’ın mektubu eleştirilerek komünizm iddiasının, basına değil, devletin kurumlarına şikayet edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Sabahattin Ali’yi masum bir davacı, Atsız’ı da azılı bir davalı kabul etmiştir. Yazı Ülkü İmzasıyla çıkmıştır. Yani müellifi belli değildir. Bkz, “Türk Gençliği ve Tahrikçiler”, Ülkü mecmuası, 1 Mayıs 1944. 159 Bu arada hükümet ırkçılığın Cumhuriyetin ana ilkelerine aykırı olduğunu ilan etmiş ve basında adeta söz birliği etmişçesine Turancı olarak suçlananlara saldırmaya başlamıştır. Bkz., Kemal Karpat, a.g.e., s. 221. 160 Basında bu konu ile alâkalı olarak pek çok makale yazılmıştır. Bu makalelerden bir kaçı şöyledir; Tahsin Banguoğlu, ”Türk Gençliğinin Tek Cephesi”, Ülkü, 16 Mayıs 1944, Tahsin Banguoğlu, “Bizim Ülkelerimizde Taviz Yoktur”, Ülkü, 1 Haziran 1944, Reşat Şemsi Sirer, “Vatan ve Millet Sınırları”, Ülkü, 16 Haziran 1944, Cemil Birsel, “On Dokuz Mayısı Kutlarken”, Ulus gazetesi 19 Mayıs 1944, Refik Halit Karay, “Atatürk’ü Gücendirmediğimizin Bayramı”, Tan gazetesi, 19 Mayıs 1944, Nadir Nadi, “Geçirdiğimiz İmtihanla Şaşıranlar”, Cumhuriyet gazetesi, 10 Mayıs 1944. 161 Peyami Safa,“masum ve meşru bir spor olan güreş bile fırtınalı bir denizde ve bir kayığın içinde yapılmaz” diyerek durumu açıklamaktadır. Bkz., Peyami Safa, “İsmet İnönü’nün Nutku”, Tasvir-i Efkâr, 20 Mayıs 1944.

Page 52: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

43

gelmiştir162. Diğer yandan enstitülerden mezun olarak köylere gönderilen

öğretmenlere verilen yetkilerle, ağzı laf yapan köylüler susturularak, şehirliyi

şehirde, köylüyü de köyde Milli Şef’in buyrukları gereğince yönetilmek istenmiştir.

Aynı zamanda köylere öğretmen olarak atanan gençlerden, gittikleri bölgelerde

CHP’nin ve hükümetin gören gözü, duyan kulağı olmaları istenmiştir163.

Köy Enstitülerinin kuruluş gerekçelerinden biride köylünün maddi açıdan

kalkınmasının sağlanarak devletin kalkınmasının sağlanmasıdır. Attila İlhan’a göre,

gerçekte kalkınma dünyanın hiçbir yerinde köyden başlamamış, sanayi kolları

şehirlerde doğmuş, ama köy yaşamını derinden etkileyerek köye modern hayat olarak

dönmüştür. Ona göre, nüfusu köyde tutmanın gelişmeyi sağlamadığını, bu durumun

ancak insanların köylü ve çiftçi olarak kalmalarını sağladığını vurgulamaktadır.

Diğer yandan Köy Enstitüleriyle Türkiye sanayisini kuramamış, tarım toplumu

yapılmak istenmiştir. İlhan’a göre, gelişmek ve sanayileşmek ancak şehirleşme ile

mümkündür164. Üstelik bunlar yapılırken köylü pohpohlanmış ama en lüks okullar da

şehirlerde inşâ edilmiştir165. 1950’lerde Köy Enstitüleri üzerine doktora tezi

hazırlayan Fay Kırby de, yabancıların, Türkiye’ye tavsiye ettikleri eğitim

162 Necip Fazıl bu olayın ortaya çıkış noktasında bir hadiseyi anlatır. Sağlık Bakanlığı Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne, ABD tahsil görmüş Prof. Kadri Olcar isminde komünizm düşmanı bir zatı tayin etmiştir. Bu zat yolda giderken genç bir öğretmene rastlamış, kız bir münasebetle “Ben ancak Stalin için ölebilirim” demesinden sonra olayların açığa çıktığını vurgular. Bkz., Necip Fazıl Kısakürek, a.g.e, s. 32. Kısakürek, 1949 yılında Haruniye Köy Enstitüsü’nde yaşananları aktarır. Enstitüde bir araştırma heyeti bulunurken, direkten gizlice Türk bayrağı indirilmiş ve yerine komünist Rus bayrağı çekilmiştir. Bu olaylardan sonra Meclis Başkanı olan Kazım Karabekir, Hasanoğlan Köy Enstitüsünü görmeye gitmiş, edindiği izlenimleri İnönü’ye aktarmıştır. İnönü, Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’u makamına çağırmış ve Tonguç’u “ Beni aldattınız” diyerek kovmuştur. Yücel’in yerine Milli Eğitiyim Bakanı olan Reşat Şemsettin Sirer, Köy Enstitüleri kadrosundan 576 kişiyi yerlerinden oynatmıştır. Yine yazarın iddiasına göre Türk Siyasi Zabıtası Köy Enstitüleri’nde, komünistlerin hücre teşkilatının bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Tahkikat devam ederken Milli Eğitim Bakanlığında yangın çıkmış ve bütün evraklar yanmıştır. Tam bu esnada Isparta da görevli Romanyalı bir öğretmen bu yangının “Bizimkiler tarafından çıkarıldı” ifadesi ile olayın sabotaj olduğunu açıklamıştır. Bkz., Necip Fazıl Kısakürek , a.g.e., s. 34-38. 163Kemal Tahir, Milli Eğitim Bakanının, Köy Enstitüleri vasıtasıyla önce Halkevleri ve Odalarını, sonrada CHP’yi ele geçireceği iddiasındadır. Ayrıca bu kurumların açılış amacının insanı değiştirmek değil, maddi eser vermek ve doğa ile boğuşmayı öğretmek olduğu yorumu yapılmıştır. Kemal Tahir, a.g.e., s. 11-23- 28. 164 Bu konudaki en önemli eleştiriler Attila İlhan’dan gelmiştir. Bkz., Erol Manisalı, a. g. e., s. 119. 165 Kemal Tahir, a.g.e., s. 154. Günümüzde Köy Enstitüsü fikrini savunanlar Kemal Tahir ile Attila İlhan’ın bu kurumları eleştirmiş olmalarını, onların duygusal davranışlarıyla açıklamaktadırlar. Kemal Tahir’in İttihatçı olduğunu, Kemalizm’inde İttihatçıları tasfiye etmesinden dolayı Enstitülere cephe almış olduğunu savunmaktadırlar. Attila İlhan’a gelince, kendisinin 1940’lı yıllarda takibata uğradığını, bundan dolayı o yılları “1940 karanlığı” olarak değerlendirdiğini belirtmektedirler. Bu değerlendirmeler için bkz., “Soru ve Yanıtlarla Köy Enstitüleri Ne İdi, Ne Değildi?” Öğretmen Dünyası, Nisan 2006, s. 13-17.

Page 53: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

44

programlarının bilimsellikten uzak, ülke şartlarına tamamen yabancı, kendi

ülkelerinin durumları göz önüne alınarak yapılan programlar olarak

nitelendirmektedir. Kırby, bunu anlamak için Cumhuriyet devrinin ilkokul

programına bakmanın yeterli olacağını savunur. Bu programlar liberal, insaniyetçi,

demokratik ve milli değerler ihtiva etmekle beraber, ilham kaynakları ve ayrıntıları

bakımından yabancı kaynaklıdır. Kaldı ki Türkiye çağdaşlaşmak için sanayileşme

arzusunu ortaya koymuşken bu şekilde tarım toplumu olarak kalmasının ön görülmüş

olması ona göre bir talihsizliktir166.

Atatürk’ün kültür politikası milliyetçilik esasına göre oluşturulmuştur. Halkın

büyük çoğunluğu Atatürk döneminin kültür politikalarını eleştirmemiş hatta

desteklemiştir. Bunun en önemli nedeni kendilerini meselenin içinde ve muhatabı

olarak bulmalarındandır. Oysa İnönü dönemi kültür politikalarının amacı, milliliğin

terki, evrenselliğin kabulü olduğundan, Atatürk’ün politikaları ile çelişmiştir. Köy

Enstitüleri, öğretmen yetiştirmek yerine aydın yetiştirmeyi ve hümanist politikaları

tabana yaymayı amaçlamıştır. Hümanizmin temelinde insan sevgisi olmasına

karşılık, tanrının yerine insanı merkeze koyması geleneksel anlayış içinde geniş

kitlelerce dinsizlik olarak yorumlanmıştır. Böylesi durumda halk, bu politikaları

yürütmekte kararlı politikacıların ve aydınların fikirlerine ilgisiz kalmıştır167.

1946–50 arası dönem Köy Enstitülerinin duraklama ve kapanış dönemidir.

Şemsettin Sirer’in Milli Eğitim Bakanı olmasından sonra, 19 Şubat 1947 tarih ve

5012 sayılı yasa ile kadınların ilköğretim seferberliğinin dışında tutulması kabul

edilmiş, 24 Mayıs 1948’te de 19 Haziran 1942 tarihli yasada değişiklik yapılarak,

bundan böyle köy okullarının devlet tarafından yaptırılması kararlaştırılmıştır168.

Reşat Şemsettin Sirer, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’u, “en büyük

suçunuz, köy çocuklarına tuvaleti öğretmeden önce okumayı öğretmenizdir” diyerek

eleştirmiş169 ve ardından 21 Eylül 1946 tarihinde görevden almıştır. Bakan Sirer,

166 Fay Kırby, a.g.e., s. 40. 167 Aydın, köye ve köylüye tepeden inmeci bir bakış açısıyla yaklaşmıştır. Kemal Tahir’in eserinde aydının köylüye bakış açısı şu cümlelerle anlatılır, “köylülüklerini büsbütün üstlerinden atamazlar...Cinsel meselenin önemine gelince, soyun tükenmesi korkusuna bağlıyorum ben bunu yarı yarıya”. Kemal Tahir’e göre, bu okullarda öğretmenlik yapanlar Gazi Terbiye de yetişmiş bir eli yağda bir eli balda olan insanlardır. Dolayısı ile çok kaliteli oldukları söylenemez. Bkz., Kemal Tahir, a.g.e, s. 97. 168 Resmi gazete, S. 6703, 10 Eylül 1947, s. 12885. 169 Mevlüt Kaplan, a.g.e., s.157.

Page 54: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

45

Tonguç ve ekibini görevden alırken hiçbir zorluk yada muhalefetle karşılaşmamıştır.

Semih Kanadoğlu’na göre, bu durumun en önemli nedeni, enstitülerin zaten CHP

tarafından yozlaştırılması ve hedeflerinden uzaklaştırılmış olmasıdır170. Gerçekten de

1949 yılında toplanan dördüncü Milli Eğitim Şurasında, Milli Eğitim Bakanı Tahsin

Banguoğlu, enstitülerde öğretilen konuların hayati olmadığı ve müfredat

programlarında lüzumsuz bilgilerin olduğunu açıklayarak eleştirmiştir171.

Eleştirilerin CHP’nin yönetici kesiminden gelmesi ile kurumlara yönelik

teftiş hareketleri hızlanmış, yapılan ani baskınlarda bu okullarda milli ahlaka zararlı

fikirlerin vâki olduğu, raporlar halinde bakanlığa sunulmuştur172. Ardından sıkça

eleştirilen karma eğitime son verilerek, bu okulların ikisi kız öğretmen okulu olarak

ayrılmıştır173.

Köy Enstitüleri sol kesim için “Kemalizm” ideolojisinin uygulandığı temel

kurumlar olarak, sağ ve muhafazakar kesimler içinse komünizm-hümanizm

anlayışının gençler vasıtasıyla topluma benimsetilme vasıtaları olarak

değerlendirilmiştir. Nitekim, genellikle enstitülerden mezun olan pek çok aydın,

yazar ve sanatçının sol yelpaze içinde yer almış olması bu iddiaları

kuvvetlendirmektedir. Diğer yandan enstitüler, Kemal Tahir gibi sosyalist eğilimli

aydınlar tarafından, tek parti rejiminin ideolojisini yaymak amacıyla oluşturulmuş

faşizan kurumlar olarak algılanarak eleştirilmişlerdir174.

Her yıl 17 Nisan da kimi köşe yazarları Köy Enstitüleri’nin kapatılmasını

Türkiye’ye yapılmış bir haksızlık olduğunu vurgulayacaklardır175. Şurası muhakkak

ki, burada yetişen öğretmenler, enstitülerde almış oldukları hümanist düşünceler

ışığında, ahlaki, manevi ve ideolojik değerleri ile Türk hümanizmine uygun

özellikleri olan, yeni bir toplum yaratmayı amaçlamışlardır. Fakat kurumların kısa

sürede siyasallaşması eleştirilerin artmasına neden olmuş, enstitülerin düşünce

170 Semih Kalkanoğlu, İsmet İnönü Din ve Laiklik, İstanbul 1991, s. 137 171 Necdet Ekinci, Sanayileşme, s. 227. 172 Nuri Köstüklü, a.g.e., s. 152, ayrıca Ali Uygur, “Köy Enstitüleri’nin İç Yüzü”, Türk Yurdu, C.III, 1963, s. 6. 173 Enstitülerin kapatılması ve karma eğitime geçilmesi ile ilgili geniş bilgi için bkz, Şerafettin Turan, Devrim Tarihi, C.IV, s. 49-50. 174 M. Asım Karaömerlioğlu, a.g.m., s. 286. 175 Yazar makalesinde,“ Köy Enstitüleri albümündeki fotoğraflar, okuyanın ve okutanın aynı Cumhuriyet imanında buluştuğunun görsel belgesidir” demektedir. Bkz., Doğan Hızlan, “Köy Enstitüleri’nde Yetişenler ve Gerçekçi Edebiyat”, Hürriyet gazetesi, 20 Nisan 2000.

Page 55: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

46

mimarlarından Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un görevden alınmasından

sonra da tamamen sahipsiz kalmıştır. Böylece CHP’nin de sahiplenmediği kurumlar

DP iktidarı döneminde 27 Ocak 1954 tarihinde 6234 sayılı kanunla kapatılmıştır176.

3-Üniversiteler

Türkiye’de üniversitelerin kurulması ve gelişimi, Cumhuriyet öncesi ve

sonrası olarak iki aşamada değerlendirilmektedir. Cumhuriyet döneminin

üniversitelerini inceleyen bilim adamları da bu dönemi, 1923 -1946 ve 1946 dan

sonrası diye ikiye ayırmaktadır177.

Verimli üniversite konusunda görüşleriyle ilk kez Ziya Gökalp, Cumhuriyet

dönemi üniversitesine ışık tutmuştur. Onun üniversite anlayışında, özerklik ilkesi

kabul edilmiş, devamlı araştırma yapan ve hedefi milli kültür unsurlarını yaymak ve

yaşatmak olan bir üniversite vardır178. Atatürk de üniversiteyi bilim ve kültür

kurumları olarak kabul ederek, ülkenin üç kültür bölgesine ayrılmasını, İstanbul

Üniversitesi’ne ilaveten, merkezde Ankara Üniversitesi ve doğuda Van

Üniversitesi’nin kurulmasını istemiştir179.

1933 yılına kadar Darülfünun olarak faaliyet gösteren yüksek öğretim, aynı

yıl yapılan üniversite reformuyla İstanbul Üniversitesi olarak isimlendirilmiştir.

Üniversite de görevli akademisyenlerin unvanları da Batılı ülkelerde olduğu gibi

“emin” yerine rektör, “fakülte reisi yerine” dekan, “müderris” yerine profesör ve

doçent olarak değiştirilmiştir. İlk rektör ataması 11 Ekim 1934’te Milli Eğitim

Bakanı’nın önerisi, Bakanlar Kurulunun kararı ve Cumhurbaşkanı’nın onayıyla

gerçekleştirilmiştir180.

176 Nuri Köstüklü, a.g.e., s. 103. 177 Hüseyin Korkut, Türk Üniversiteleri ve Üniversite Araştırmaları, Ankara 1984, s. 10. 178 Ziya Gökalp’in görüş ve düşünceleri şöyledir, “1- Katkı özerklik ilkesini benimsemiş ve karşıtlarına karşı bile daima kalemle karşılık vermiştir 2-Katkı üniversite eğitimini bir sistem içine dahil etmiştir 3- Araştırma görevinin kaçınılmaz olduğunu vurgulamıştır 4-Edebiyat şubesini milli kültür kavramının bel kemiği kabul etmiştir 4-Üniversitede bilimsel yayınları başlatmıştır. Konferanslar düzenlemiştir 5-Çok sayıda gencin yurt dışına gitmesini sağlamıştır”. Bkz., Murat

Katoğlu, Çağdaş Türkiye, C. IV, Editör Sina Akşin, İstanbul 1997, s. 400. 179 Atatürk 1 Kasım 1937’de yaptığı konuşmada, “Memleketi şimdilik üç büyük kültür bölgesi olarak düşünmek…Batı bölgesi için, TBMM’de İstanbul Üniversitesi’nde başlamış olan düzenleme programını daha köklü uygulamak. Merkez bölgesi için Ankara Üniversitesini az zamanda kurmak ve Doğu bölgesi için Van sahillerinde en güzel yerinde…Modern bir kültür şehri yaratmak yolunda şimdiden eyleme geçilmelidir”. Bkz., Şerafettin Turan, İsmet İnönü, s. 218. 180 Tartışmalar iki noktada toplanmaktadır birincisi üniversite, Türk devriminin yerleşmesine yardımcı olmamakta, bilakis engellemekte, ikincisi ise bilimsel çalışma yapılmamaktadır. Bu iki gerekçe ile

Page 56: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

47

Gerçekte bir üniversite reformunun yapılmasının nedeni, mevcut

üniversitenin Türk devriminin yerleşmesine engel olması olarak değerlendirilmiş ve

bu kapsamda üniversitede görevli hocalardan 96’sı tasfiye edilmiş, 155 öğretim

üyesinden sadece 59’u yeni üniversitede görev alabilmiştir181. Yeniden yapılandırılan

üniversitenin en büyük hedefi bilimsel gelişmelere hız vermesinin yanında, Türk

devriminin özleyişlerine uygun gençler yetiştirmek olarak açıklanmıştır. 1944 yılına

kadar İstanbul Üniversitesi dışında yeni üniversite kurulmamış, fakat aynı

üniversiteye bağlı olarak Ankara’da, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Fen Fakültesi ve

Tıp Fakültesi ile Adalet Bakanlığına bağlı Hukuk Fakültesi açılmıştır.

Darülfünun’un İstanbul Üniversitesi adını almasından sonra üniversitelerle

ilgili en önemli girişim, bu kurumlara idari ve mali özerkliğinin kazandırılması

çalışmaları olmuştur. Özellikle İnönü’nün Cumhurbaşkanı olması ve Hasan Ali

Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde özerklik girişimleri, üniversite

yönetimleri ve siyasetçiler tarafından ele alınmıştır. Bu alandaki ilk girişim, İstanbul

Üniversitesi Rektörü Cemil Birsel’in 1939’da Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderdiği

mektupla, üniversitenin maddi eksikliklerinin giderilmesinin yanı sıra, idari ve mali

özerkliğinde sağlanmasını istemesidir. Bu isteklere Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali

Yücel, üniversitelerin özerk olmasını istediklerini belirterek cevap vermiş,182 fakat

araya II. Dünya Savaşı’nın girmesi, bu alanda yapılacak çalışmaları engellemiştir.

1946 yılına kadar da üniversite Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bir kurum olarak

varlığını sürdürmüştür183. Nihayet gelen eleştiriler ve dünyada esen demokrasi

1933’de, 2252 Sayılı kanun ile İstanbul Darülfünunu kapatılmıştır. Darülfünun kadrosunda bulunan 155 kişinin 59’u yeni kadroya alınmış, 96 kişi kadro dışı bırakılmıştır. Bkz. Hüseyin Korkut, a.g.e., s. 14. Ayrıca bkz., Necdet Öktem, Atatürk döneminde Darülfünun Reformu, İzmir 1973, s. 63. 181 Horst Widmann 1933 yılındaki tasfiyeler konusunda, “kısmen haklı olmakla beraber politik görüşler sonucu olmuştur” diyerek eleştirir. Güçlü eğitimci kişiliği ile karşımıza çıkan İsmail Hakkı Baltacıoğlu’da tasfiyeye uğrayanlar arasında yer almıştır. Bkz., Horst Widmann, Atatürk ve Üniversite Reformu, İstanbul 2000, s. 85. 182 Şerafettin Turan, Devrim Tarihi IV, s. 56. 183 Basında Üniversitenin özerkliğini savunmaktadır. Bu alanda yazı yazanların başında Peyami Safa gelmektedir. Yazar İstanbul Üniversitesinin özerkliği konusunda, üniversiteli profesörlerin milletvekillerinin görüşlerine yer verdikten sonra yazısının son kısmındaki “Teşhis ve Çare” bölümünde şöyle yazar, “Meşrutiyetten beri muhtariyeti birkaç defa müdafaa edilen İstanbul Üniversitesi, bugün bütün salahiyetini Maarif Vekaletinden alan bir idare adamının elinde, istiklalinden tamimiyle mahrum edilmiş bürokratik bir devlet dairesi halindedir. Fransa tam bu şekilde üniversite krizlerinden birini geçirirken Berthelot bağırmıştı; laboratuarları ve kütüphaneleri kapatınız, orijinal araştırmalara fırsat vermeyiniz, görürsünüz ki skolastiğe döneriz. Biz Darülfünunu skolâstikten kurtulmak için üniversite kurduk” diyerek üniversite özerkliğinin geciktirilmesinden

Page 57: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

48

rüzgarları sayesinde 1946 yılında Üniversite Kanunu çıkarılarak hem üniversite

özerk yapıya kavuşmuş hem de Ankara’da bir üniversite kurulması

kararlaştırılmıştır184. Hazırlanan Üniversite Kanunun büyük bölümü, Fransız

üniversite modelinde bir yapılanmayı öngörmüştür185.

Bu kanunla, üniversitelerin amaçları ayrıntılı biçimde açıklanmıştır. Öğretim

kadar araştırmaya da ağırlık veren, dışarıdan denetim yerine içeriden denetimi

getiren hükümleri ve “Üniversitelerarası Kurulun” kurulmuş olması özerklik

alanında önemli yenilikler olarak değerlendirilmiştir. Kanunun getirdiği önemli

değişikliklerden biri de rektörün atanmasıdır. 1933’teki üniversite reformu sırasında

yapılan değişiklikle rektör, Milli Eğitim Bakanı’nın önerisi, müşterek kararname ve

Cumhurbaşkanı’nın onayı ile atanırken, 1946’daki 4936 Sayılı Kanunla, fakülte

profesör kurullarının bir arada yapacakları toplantıda iki yıl için, aylıklı ordinaryüs

profesör veya profesörler arasından, sıra ile, her seçim döneminde başka bir

fakülteden olmak üzere salt çoğunlukla seçilmesi esası kabul edilmiştir. Kanunla

dekan seçimi de iki yıl için profesörler kurulu tarafından, fakültenin aylıklı

ordinaryüs profesör veya profesörleri arasından mutlak çoğunlukla seçilmesi şartına

bağlanmıştır. “Süresi biten dekan, dört yıldan önce tekrar dekan seçilemez” 186

ibaresi ile seçimin usulü belirlenmiştir. Yeni kanun rektör ve dekan seçimlerini

üniversitelere bırakmasından dolayı, önceki kanuna göre daha demokratik ve

katılımcıdır. Fakat bu kanunla üniversitelerin kısa zamanda tam anlamı ile özerk

olduğundan bahsetmemiz mümkün değildir. Çünkü, kanunun 14. maddesi

dolayı eleştirilerini ifade etmiştir. Bkz., Peyami Safa, “İstanbul Üniversitesi”, Cumhuriyet gazetesi, 21 1. Kanun 1939. 184 1940’lı yıllardan itibaren basında, Ankara’da bir üniversite kurulması düşüncesi oluşmuştur. Özellikle Hukuk, DTCF, Siyasal Bilgiler Okulu, Ziraat Mektebi gibi, yüksek öğretim kurumları faaliyete geçince, Ankara’nın çehresini değiştirebilecek bir üniversitenin kuruluş çalışmaları başlamıştır. Şevket Aziz Kansu da bu gerçeğe işaret ederek; “Ankara’da bir üniversite mefhumu meydana gelmiştir” diyerek bu istek ve arzusunu dile getirecektir. Yazar Ankara’da böyle bir üniversitenin neden kurulması gerektiği konusunu yazısında tartışmış ve şu sonuçlara varmıştır. 1-İlim adamlarını bir merkezde toplayacak 2-Türkiye’deki çeşitli ilim dallarını bir merkezde toplayacak 3- İlmi neşriyat fazlalaşacak, 4-Kurulacak müessese her yıl Anadolu’nun çeşitli illerinde yapacağı çalışmalarla, düşünce ufkunun genişlemesine neden olacaktır. Bkz Şevket Aziz Kansu, “Ankara Üniversitesi”, Ülkü mecmuası, Haziran 1940, s. 291. 65 Hasan Ali Yücel, Fransa’da Kültür İşleri, İstanbul 1936, s. 25. 185Üniversite kavramının içeriği ve özerklik yapısının temelinde, Fransa modeli belirleyici olmuştur. Hasan Ali Yücel 1936 yılında yayınladığı kitabında Fransız üniversitelerini incelemiştir. Bkz., Hasan Ali Yücel, Fransa’da Kültür İşleri, s. 25. 186 Kanun metinleri için bkz., Resmi gazete , S.6336, 18 Haziran 1946, s. 10780.

Page 58: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

49

üniversiteyi denetleme yetkisini Milli Eğitim Bakanlığı’na vermiş ve üniversitelerin

başı olarak Bakanı kabul etmiştir187.

Üniversitelerin Türk kültür hayatında yer almaya başlamasıyla, çeşitli

sorunların tartışıldığı ve eleştirilerin yapıldığı mekanlar haline gelmesi kaçınılmaz

olmuştur. Bu eleştirilerin odak noktasında, üniversite hocalarının almış oldukları

maaşlar ile yapılan bilisel çalışmaların azlığı, üniversitede yaşanan fikir hareketliliği

ve 1944 yılından sonra üniversiteye girecek öğrencilere getirilen sınırlama gibi

konular olmuştur. Bu gelişmeler, İnönü dönemi üniversite anlayışına da damgasını

vurmuştur. Diğer yandan üniversitede verilen eğitim, dönemin anlayışını yansıtması

açısından önemlidir. Özellikle DTCF’de verilen eğitim, uygulanan politikalar

paralelinde olmuştur. Yani Türk hümanizmi meydana getirilmesi ve bu doğrultuda

öğrencilerin yetiştirilmesi amaçlanmıştır.

Üniversitenin, özerklik yasasının çıkmış olduğu 1946 yılına kadar, Milli

Eğitim Bakanlığı’na bağlı olması, siyasetin üniversiteyi yönlendirmesi sonucunu

doğurmuştur. Kültürel alanda diğer kurumlarda uygulanan hümanizm, diğer bir ifade

ile Türk hümanizmi yaratma düşüncesi, üniversitenin de ana gayelerinden birini

oluşturmuştur. 1939 yılında toplanan Neşriyat Kongresinde, üniversite de yabancı dil

sorunu tartışılmış ve bu kurumlara devam eden gençlerin batı dillerinden hiç olmazsa

birini ve o dilde bir metni okuyup inceleme yapacak kadar bilmesi gerektiği

vurgulanmıştır188. Bu girişimin üniversitedeki en önemli uygulaması da Dil Tarih

Coğrafya Fakültesi’nde, Latin dili ve Yunan filolojisinin okutulacağı klasik

kürsüsünün kurulması kararı olmuştur. Uygulamayla Latince zorunlu ders olarak

kabul edilmiş, her öğrencinin alması ve bilmesi gereken bir lisan olarak

değerlendirilmiştir.

Diğer yandan yönetim, takip edilen kültür politikalarının halka

benimsetilmesi için 1939-1946 arası dönemde üniversite hocalarından yararlanma

yoluna gitmiştir. 1939 başlarından itibaren profesör ve doçentlere, İstanbul ve

187 14. maddede Milli Eğitim Bakanı üniversitelerin başı olarak nitelendirilmiştir. “Bu sıfatla üniversiteleri ve buna bağlı kuruluşları hükümet adına denetler. Bakan bu denetlemesini Üniversiteler Arası Kurula başkanlık etmek, üniversite ve fakültelerden gerekli hususları sormak, onamına bağlı kararları onamak ve üniversite veya fakülte kurullarının kararlarından gerekli gördüklerinin yeniden bu kurullarda incelenmesini istemek suretiyle yapar”, denilerek bakana geniş yetkiler tanınmıştır. Kanun metni için bkz., Resmi gazete, S.6336, 18 Haziran 1946 s. 10780. 188 Mustafa Çıkar, a.g.e., s. 76.

Page 59: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

50

Ankara Halkevlerinde seri konferanslar verdirilmiştir. Konferanslara olan yoğun ilgi

nedeniyle Adana, Konya ve İzmir Halkevlerinde de hocalarının katılımıyla

konferanslar düzenlenmiştir189. CHP’nin Halkevlerinde verilen konferanslarda

profesör ve doçentlerden geç denebilecek tarihlerde yararlanmaya başlaması,

Darülfünun’dan üniversiteye geçiş sürecinin tamamlanmasına bağlanabilir. Bu

zaman zarfında inkılapları halka ve öğrencilere anlatacak üniversite hocaları

yetiştirilmiştir190. İnönü döneminde üniversite hocalarından Halkevleri ve Halk

Odalarında yararlanılmasının ana gayelerinden birisi de dönemin kültür anlayışı olan

hümanizmin halka hocalar vasıtasıyla anlatılma isteğidir. Dolayısıyla öğretim

üyeleri, gençlere hümanizmi üniversitede benimsetmeye çalışırken, geniş kitlelere de

bu müesseselerde ulaşılmaya çalışılmıştır. Bazen bu konferanslarda istenmeyen

olaylarda yaşanmıştır. Mesela 1943’te İstanbul Eminönü Halkevinde İsmail Hakkı

Baltacıoğlu’nun vermekte olduğu konferans, kendilerinin “İlerici Gençler Birliğine”

üye olduklarını söyleyen bir grup solcu genç tarafından engellenmek istenmiş, olaya

polisin ve milliyetçi gençlerin müdahalesiyle, bu gençler salonu terk etmek zorunda

kalmışlardır. Bu yıllarda üniversite gençliği sağ-sol, diğer bir ifade ile milliyetçi-

solcu olarak gruplaşmaya başlamıştır.

Aynı dönemde üniversiteler konusundaki tartışmalara damgasına vuran en

önemli gelişme kuşkusuz üniversitede ki fikir hareketleri ve bu kurumların

“komünist yuvası” haline geldiklerine yönelik iddialardır. Üniversitelerde 1943

yılından itibaren sağ ve sol görüşlü öğrenciler arasında olaylar yaşanmaya başlamış,

aynı olaylar sonraki yıllarda da artarak devam etmiştir. Bunun en önemli nedeni

kuzey komşumuz SSCB’nin savaştan galip ayrılmasıyla birlikte Doğu Avrupa’yı

istila etmesi ve Dünyanın pek çok ülkesine rejim ihracını gündeme getirmesidir.

Ülkemizde bu gelişmelerden cesaret alan bir grup öğretim üyesi, SSCB’nin fikirlerini

destekleyerek gençleri bu görüşler doğrultusunda yönlendirmek istemiştir. Olaylar

karşısında milliyetçi gençler hükümete başvurarak bu hocalardan şikayetçi

olmuşlardır191.

189 Işıl Çakan, a.g.e, s. 182-183. 190 Işıl Çakan, a.g.e, s. 182 191 Bu hocalar şunlardır; DTCF Halk Edebiyatı Doçenti Pertev Boratav, Sosyoloji Doçentleri Behice Boran ve Niyazi Berkes ile Felsefe Enstitüsü ilmi yardımcılarından Mediha Berkes’dir. Hocalar öğrencilerin beyinlerini yıkamak ve komünizm propagandası yapmak suçlarından Memurin Kanunun

Page 60: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

51

Basında da 1941 yılından itibaren dozu hızla artan şekilde komünizm,

faşizm, sosyalizm konusunda yazılar çıkmaya başlamıştır. Tan gazetesi o sıralarda

Sabiha- Zekeriya Sertel tarafından çıkarılmaktadır. Her ikisi de solcu hatta komünist

oldukları iddiasıyla Tasvir’den Peyami Safa ve Tanin’den Hüseyin Cahit Yalçın’la

polemiğe girmişlerdir. Bu ikilinin çıkardığı Tan gazetesi, CHP ve hükümeti

diktatörlük yapmakla suçlayarak, insan hakları ve demokrasiden sıkça söz

etmektedirler.

Sabiha Sertel’e göre bir insan sosyalist veya komünist olması suç değil, faşist

olması suçtur. 4 Aralık 1945 tarihli Cumhuriyet gazetesi’nde bu görüşe istinaden,

“orak çekice tapanlar artık maskelerini yüzlerinden atmışlardır. Onların istediği

demokrasi komünist demokrasi ve kızıl hürriyettir” denilerek suçlanmışlardır.

Sabiha Sertel yaptığı açıklamada bazı basın organlarının kendilerine yönelttiği

suçlamaları, CHP iktidarının bir tertibi olarak değerlendirerek, suçlamaların halkı

yanıltmak için yapıldığını ve halkın muhalefetini engellemeyi amaçladığını ifade

etmiştir192. Sabiha Sertel’in direk CHP ve bu arada faşist olmakla suçladığı

milliyetçileri tahkir etmesi ve alaya alması, Hüseyin Cahit Yalçın’ın Tanin

gazetesi’nde Namık Kemal’in bir yazısında dile getirdiği “kalkın ey ehli vatan” 193

ifadelerini kullanarak yazı yazmasına neden olmuştur. Fakat Yalçın makalesinde,

“kalkın ey ehli vatan, mücadele başlıyor” derken mücadelenin söz ve yazıyla

yapılması gerektiğini, fikirlerin ancak fikirlerle yıkılabileceğini belirterek şiddetin

komünizmin ekmeğine yağ süreceğini belirtmiştir194.

Bu yazı bazı öğrenciler tarafından kesilerek üniversitenin değişik

fakültelerine asılmış, ve kulaktan kulağa da “bugün miting var, yürüyüş var!” ifadesi

yayılmıştır. Kısa sürede bin kişiye ulaşan kalabalık “vatan hâinleri hâlâ mı

konuşacak?”, “yaşasın Türkiye Cumhuriyeti” gibi sloganlar atarak Çarşı Kapı’ya

gelmişlerdir. Yürüyüşçüler Cağaloğlu’ndan sol yayınları satan ABC kitapevini,

arkasından yemin ederek Rus yayınları satan Berrak Kitapevi’nde tahribatta

60. maddesine göre meslekten çıkarılmışlardır. Fakat Danıştay’a açmış oldukları davayı kazanarak yeniden görevlerine dönmüşlerdir. Bkz., B.C.A., 030.10-143.24.21. 192 Sabiha Sertel, “Gazeteden Değil, Umumi Efkârdan Korkmalı”, Tan gazetesi, 4 Aralık 1945. 193 Uğur Mumcu, a.g.e., s. 72. 194 Uğur Mumcu, a.g.e., s. 73.

Page 61: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

52

bulunmuşlardır195. Bu hareketten on gün sonra Moskova Radyosu tehdit edici

yayında bulunarak olaylardan hükümeti sorumlu tutmuştur. SSCB’ye göre olaylar

esnasında polis ilgisiz kalmıştır. Sovyetlerin bu açıklamaları karşısında dönemin

Dışişleri Bakanı Hasan Saka, olayların tamamen iç politika konusu olduğunu ifade

ederek Sovyetlerin tepkisini engellemeye çalışmıştır196.

İstanbul Savcılığı, Serteller ve Cami Baykurt ile Tan gazetesi sahibi Halil

Lütfi Dördüncü hakkında dava açmış, Sertellerle, Baykurt, “hükümetin manevi

şahsiyetini tahkir” den bir yıl hapse mahkûm olmuştur. Fakat mahkeme kararı,

Yargıtay I. Ceza Dairesi tarafından bozulmuştur.

Komünist hocalar ve Milli Eğitim Bakanlığı’nda ki kadrolaşma meselesi

TBMM’ ne intikal etmiş, 29 Ocak 1947 günü Mecliste tartışılmış, tartışma esnasında

İçişleri Bakanı tarafından Türkiye’deki komünist tahriklere bazı hocaların da

katıldığı resmen açıklanmıştır. Gelişmeler üzerine Ankara Üniversitesi Senatosu 10

Ocak 1948’te toplanarak 187 sayılı karar ile bu hocalarının üniversite mesleğinden

çıkarılmasına karar vermiştir197.

Çıkarma kararı TBMM’de görüşüldükten sonra, 11 Şubat 1948’de

onaylanmıştır. Fakat Üniversitelerarası Kurul, 21 Şubat 1948’de yaptığı toplantı ile

Ankara Üniversitesi Senatosu ve TBMM’nin aldığı kararları kaldırarak hocaları

yeniden görevlerine iade etmiştir198. Mecliste kabul edilen bir kararın ardından

Üniversite Kurulunun aksine karar vermiş olması bazı basın organları tarafından

millete karşı hürmetsizlik olarak değerlendirilmiştir. Bu eleştiriye rağmen

Üniversitelerarası Kurul’un almış olduğu kararı, özerklik kanunun çıkışından

yaklaşık iki yıl sonra, üniversitelerin kendilerini bu alanda ispat etmeye çalışması

olarak değerlendirilebilir.

195 Söylenen yeminin metni şöyledir, “Atalarımızın bize emanet ettiği bu vatanı, kanımızla, canımızla müdafaa edeceğimize ant içiyoruz”. Bkz., İlhan Darendelioğlu, a.g.e., s. 151. 196 İlhan Darendelioğlu, a.g.e., s.153. 197 Bu karar şu şekilde kamuoyuna sunulmuştur, “Bu öğretim üyelerinin şimdiye kadar türlü vesilelerle kendilerine yapılan tavsiye, ikaz ve ihtarlara ve alınan tedbirlere rağmen öğrencilerin üniversiteler kanunun 3. maddesi ile istenen, Türk devriminin ülkülerine bağlı ve milli karakter sahibi vatandaşlar olarak yetiştirmek vazifesini yapmadıklarına ve talebeleri birbirlerine düşürdüklerine kanaat hasıl edilmiş ve çıkardıkları Adımlar, Yurt ve Dünya dergilerinin Türkiye komünist lider olan Şefik Hüsnü’nün murakabesine tabii bulunduğuna resmen anlaşılmış olmasına binaen haklarında üniversite öğretim mesleğinden çıkarılma cezasının tatbikine oy birliği ile karar verildi”, Çığır mecmuası, C. XVIII, S. 183, Şubat 1948, s. 17. 198 “Bu Karar Üniversiteye ve Millete Karşı Hürmetsizliktir”, Çığır mecmuası, C.18, S.183, Şubat 1948, s.17

Page 62: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

53

Komünist hocalar meselesiyle ilgili tartışmalara basın da katılmış, kimi köşe

yazarları hocalara desteğini açıklarken kimisi de onların teşebbüslerini

eleştirmişlerdir. Reşat Nuri, Falih Rıfkı ve Yakup Kadri gibi yazarlar, “komünist

hocalar” meselesinde yaşanan tartışmaları gülünç bularak hocalara desteklerini köşe

yazılarında açıklamışlardır199. Bunlardan Falih Rıfkı, konuyu rejimle

irtibatlandırarak, geçmişe hâla hasret çekenlerin bulunduğunu, bu kesimin esasen

devrime muhalif olduklarını belirterek yaşanan tartışmaları devrimler açısından

mahzurlu bulmuştur200. Diğer yandan Rıza Çavdar, bu meselede hocaları eleştirerek,

üniversitelerin komünist yuvası olduğu yönündeki iddia ve gelişmelerde, bu

hocaların en büyük destekçileri olarak Yakup Kadri ve Falih Rıfkı’yı göstermiştir201.

Ona göre her iki yazar Moskova seyahatleri dönüşü bu ülkeyi muazzam ülke olarak

tanıtarak, komünizm propagandası yapmışlar ve Üniversitelerarası Kurulun hocalar

lehine karar almasında etkili olmuşlardır202. Kuşkusuz yaşanan olaylar toplumu

germiş ve gereksiz yere kutuplaştırmıştır. Kuruluşlarında bilim ve kültür yuvası

olarak açıklanan üniversitelerde istenmeyen olaylar meydana gelerek zaman kaybına

neden olmuş ve üniversitelerin kültür dünyamıza katkıları yaşanan bu olaylardan

dolayı tartışılmıştır.

199Reşat Nuri’nin konuyla ilgili yazılarından birisinde, “Ankara Üniversitesi yıllardan beri herkesi, hepimizi rahatsız eden bir yılan masalı vardı. Komünistliğinden şüphe edilen doçentler meselesi... Milli Eğitim Bakanlığı şüphelileri bakanlık emrine alır, derken Onlar Danıştay’a başvururlar; Danıştay kendilerini tekrar eski yerlerine gönderir v.s. Bunun üzerine bağımsızlığın nimetlerini tatmaya başlayan üniversitelerin en yüksek otoritesi olan senato işi ele alıyor ve; “bende zaten bu işle meşgulüm bunun için kurulmuş bir komisyon soruşturmalarına devam ediyor. Alınacak neticeye göre kanun ne emrediyorsa o yapılacaktır” manasında bir demeç yayınlıyor. Nihayet bu davaya karışan üç Halk Partili başyazar-Ankara’dan Falih Rıfkı Atay, İstanbul’dan Necmettin Sadak ve Ahmet Şükrü Esmer- düşünme hürriyeti olan bir memlekette mahkeme kararı olmadan hiç kimseyi şüphe üzerine ağır bir suçla ezmek doğru olmayacağı yolunda yazıları yayınlamışlardır” diyerek hocalara olan desteğini açıklamıştır. Bkz., Reşat Nuri Güntekin, “Tehlikeli Yol”, Ayın Tarihi, S.162, 1-31 Mayıs 1947, s. 34-35. Gerçektende üniversiteden atılan hocalar Danıştay kararı ile görevlerine dönmüşlerdir. Bkz., Ekler, Belge 1, s. 180. 200 Falih Rıfkı Atay, “Üniversite Cumhuriyetin Eseridir”, Ulus gazetesi, 22 Şubat 1946. 201 Falih Rıfkı Atay, Kemalizm’in önemli orta katman aydınlarındandır. Otoriter bir Kemalizm yorumu aramış, 1930-50 arası dönemde demokrasi fikrine şüpheyle yaklaşmıştır. Hatta Moskova ve Roma, bu iki kelime Falih Rıfkı’nın dağarcığında en önemli kelimelerdir. O, faşizm ve komünizmin otoriter disiplin anlayışından etkilenmiş, bu ideolojilerin yeni bir nesil yetiştirme yolunda kitleleri harekete geçirip eğitmenin tek yol olduğunu ifade etmiştir. Bu dönem onun yazıları hep demokrasilere eleştirilerle doludur. Hatta zaman zaman milletlerin diktatörlere ihtiyaç duyduğunu savunmuştur. Fakat 1960’lar dan sonra söylemleri değişmiş, Kemalizm’in bir demokrasi ve hürriyet savaşı olduğunu ifade etmiştir. Falih Rıfkı Atay’ın bu konudaki fikirleri için bkz., Hande Özkan, “Falih Rıfkı Atay”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm, İstanbul 2001, s. 64-69. 202 Rıza Çavdar, a.g.e., s. 16 –17.

Page 63: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

54

Üniversitelerle ilgili diğer bir gelişme de personelin ekonomik durumudur. II.

Dünya Savaşı’nın getirdiği ekonomik sıkıntılar hemen bütün kesimi etkilemiş,

üniversite öğretim elemanları da bu gelişmelerden nasibini almıştır. Reel olarak

üniversite personelinin alım gücü düşmüş, buna paralel olarak bilimsel yayınlar

azalmıştır. Bu gelişmeler üzerine hükümet öğretim üyelerinin maddi durumlarının

düzeltilmesi için çalışmalar başlatmıştır. Bu iyileştirme girişimlerine karşılık 1943

yılının Ekim ayında üniversite hocalarından doktor olanların dışarıda muayenehane

açamayacakları kanunu meclise gönderilmiştir. Bu gelişme basında olumlu

karşılanmış, üniversitede görevli doktorların görevlerine gelmedikleri, para

kazanmayı bilim adamlığına tercih ettikleri ve daha önemlisi unvanlarını, ilaç firması

olan “Bayer” markası gibi kullandıkları yönünde eleştiriler yapılarak bilim adamlığı

sorgulanmıştır203.

Dönemin önemli sorunlarından birisi yeni üniversitelerin hızla kurulamamış

olmasından kaynaklanan öğrenci yığılmasıdır. 1938-40 yılları arasında okul ve

fakülte sayısı 19, öğretim üyesi 1013, öğrenci sayısı 12.130’dir. 1949–50 arası

dönemde ise okul sayısı 34, öğretim üyesi sayısı 1852, öğrenci sayısı 25091’dir204.

Yani hem okul, hem öğrenci, hem de öğretim elemanı bazında yaklaşık iki kat bir

artış meydana gelmiştir. Nüfusun giderek çoğalması ile beraber üniversitede okumak

isteyen öğrenci sayısı da artmıştır. Dönemin aydınları yazdıkları makalelerle

Anadolu’nun muhtelif yerlerinde İstanbul Üniversitesine bağlı fakültelerin açılmasını

önererek, açılacak fakültelerin, bulundukları bölgelerde ilim hevesini artırarak fikir

hareketlerinin çıkışına zemin hazırlayacağını ve artan talebe cevap verebileceklerini

belirtmişlerdir205. Fakat bu uyarılar yöneticiler tarafından dikkate alınmamış,

dolayısıyla 1944 yılına kadar İstanbul Üniversitesi dışında yeni bir üniversite

kurulmamıştır. Öğrenci sayılarının artması üzerine 1944’te İstanbul Üniversitesi Tıp

Fakültesi başta olmak üzere, Ankara’da bulunan fakültelerde alacakları öğrenci

203 Peyami Safa, “Bir Rivayetin Ortaya Çıkardığı Mesele”, Eğitim, Gençlik Üniversite, İstanbul 1999, s. 281. 204 Salih Özkan, 1938–50 Arası Türkiye’nin Eğitim Kültür Politikası, Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Kayseri 1996, s. 125. 205 Suat Seren Üniversitelerdeki de ki sınıfları, “öyle üniversiteler var ki, sınıfların da 400-500 talebe bulunuyor. Laboratuarda bir mikroskoba 20-25 kişi hücum ediyor, hastanelerde bir hastaya 15-20 talebe düşüyor” diyerek anlatmaktadır. Bkz., Suat Seren, “Anadolu Üniversitesi”, Çığır mecmuası, C. XI, S. 107, Ankara 1941, s. 9.

Page 64: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

55

kontenjanlarına sınırlama getirmiş, böylece bazı öğrenciler istedikleri fakültelere

girememiş, bazıları da üniversiteye hiç giremeyerek açıkta kalmıştır206.

Basın, öğrenci sınırlamasıyla ilgili bu kararı şiddetle eleştirmiştir. Mesela

Cumhuriyet gazetesinden Prof. Dr. Kerim Gökay, bu sınırlamanın doğru olmadığını,

üniversitenin kendini memleketine adayacak bilim adamları yetiştirmesinden dolayı

böyle bir kararın kabul edilemez olduğunu vurgulamıştır207. Ali Fuat Başgil de

sınırlama kararının ilk defa Tıp Fakültesi tarafından ortaya atıldığını, üniversitelere

yatırım yapılamadığından dolayı laboratuar ve kliniklerin yeter derecede

bulunmadığını, hastanede yatak sayılarının da yeterli olmadığını vurgulamış,

durumun komşumuz Balkan ülkelerinde bile daha iyi durumda olduğunu belirtmiştir.

Ona göre, talebe çoğunluğundan şikayet etmek ve talep sayısını sınırlamaya tabi

tutmak, memlekette nüfus çoğalmasından endişeye kapılıp doğumu sınırlamaya

kalkışmak kadar zararlıdır208.

Yapılan bu eleştirilere rağmen talep çokluğu, imkanların sınırlı olması gibi

nedenlerle üniversiteler, sınavla öğrenci alma geleneğini başlatmıştır. Böylesi bir

sıkıntının o yıllarda yaşanmasının en önemli nedeni, bu karar öncesinde üniversiteye

gerekli yatırımın yapılmamış olması ve yeni üniversitelerin hızla hayata

geçirilememesidir. Çünkü, Ankara başkent olmasına karşın 1946 yılına kadar

üniversite kurulamamıştır. Nüfus artışına paralel olarak bu alanda yatırım

yapılmaması sonucunda sınırlama ve sınav, doğal bir sonuç olarak karşımıza

çıkmıştır.

Diğer yandan Atatürk’ün istediği, doğuda Van Üniversitesi düşüncesi İnönü

döneminde hiç düşünülmemiştir. Özerklik kanunun çıkması olumlu bir gelişme

206 Çığır mecmuası durumu,”İstanbul Üniversitesi bu yıl bütün fakültelerine imtihanla talebe aldı ve her fakülteye girecek talebe sayısını tahdit(sınırladı) etti. Bu yıl liselerden mezun olan 4600 den fazla gencin ancak 3273’ü üniversiteye girebilmiş geri kalanı açıkta kalmıştır” diyerek okuyucularına duyurmuştur. Bu gelişmelerin kamuoyunda uyandırmış olduğu yankılar için bkz., Çığır mecmuası, C. 15, Son teşrin 1944, S. 144, s. 77. Basında çıkan diğer eleştiri yazıları için şu makalelere bakılabilir, F. Kerim Gökay, “Yüksek Öğretimde Tahdit Meselesi”, Cumhuriyet gazetesi, 25 Ekim 1944., Kerim Gökay, “Gençlik ve Saf İlim Aşkı”, Cumhuriyet gazetesi, 31 Ekim 1944, 207 Kerim Gökay, “Yüksek Öğretimde Tahdit Meselesi”, Cumhuriyet gazetesi, 25 Ekim 1944. 208 Ali Fuat Başgil, “Talebe sayısının Tahdidi ve Giriş İmtihanı Doğru mudur?”, Cumhuriyet gazetesi, 3 Kasım 1944. Tıp Fakültesi tarafından ileri sürülen sınırlama meselesi, lise örgenimi bitiren pek çok gencin doktor olma isteğiyle Tıp Fakültesine müracaatları ile gündeme gelmiştir. Bunun en önemli sebebi ise ekonomik olarak doktorların çok iyi durumda olmasıdır. Hem devlette çalışıp maaş almak hem de muayenehaneler vasıtası ile para kazanmak çok caziptir. Bkz. Peyami Safa, “Bir Rivayetin Ortaya Çıkardığı Mesele”, Eğitim Gençlik Üniversite, s. 281.

Page 65: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

56

olmakla beraber üniversitelerin dönem sonuna kadar tam anlamıyla idari ve mali

açıdan bağımsız olduklarını söylemek de zordur. Çünkü, idari anlamda Milli Eğitim

Bakanı’na üniversiteler üzerinde geniş yetkiler verilmiştir. Diğer yandan ekonomik

nedenlerden dolayı üniversite ve öğretim elemanlarına yeterince kaynak

ayrılamamış, bu durum batıya başlayacak beyin göçüne zemin hazırlamıştır. Yine bu

dönemde özerklik kanunun çıkışından sonra üniversiteler hükümet programlarında

ancak birkaç cümle ile yer alabilmiştir209. Buna rağmen özellikle 1938-1946

döneminde üniversiteler, devletin uygulamış olduğu hümanist kültür anlayışı

konusunda gençliği yönlendirici rol oynamıştır. Özellikle DTCF’si öğretim

elamanları dil ve tarih kurultaylarında sundukları bildirilerle hümanizm merkezli dil

ve tarih politikalarına yön vermiştir.

209 Recep Peker Hükümeti, hükümet programında üniversite özerkliği konusuyla alâkalı olarak, “Üniversitemize verilmiş olan özerklik içinde gelişmelerine dikkat edeceğiz” cümlesiyle açıklamıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz., Ayın Tarihi, S. 153, 1-31 Ağustos 1946, s. 15.

Page 66: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

57

İKİNCİ BÖLÜM

HÜMANİST ANLAYIŞIN DİL, TARİH VE EDEBİYATA YANSIMASI

A-HÜMANİZM VE DİL

1-Dil Konusunda Yaşanan Politika Değişikliği

Dil, kültürün önemli unsurlarından biri ve taşıyıcısıdır. Toplulukları millet

haline getiren kültürleri, kültürleri gelecek kuşaklara taşıyan da dilleridir1. Aynı

zamanda dil, toplumsal değişimin en önemli unsurudur. Konfiçyus’a atfedilen bir

anekdot bunu çok güzel özetler;

Konfiçyusa sorarlar:

-Bir ülkenin yönetimi size verilseydi, ilk olarak değişime nereden başlardınız?

Büyük düşünür şöyle cevap verir.

-Hiç kuşkusuz dili gözden geçirmekle işe başlardım. Çünkü dil kusurlu

olursa, kelimeler düşünceleri iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa, yapılması

gerekenler doğru yapılamaz. Töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet

yanlış yola sapar”2.

Türkler İslam dinini benimsemiş olmakla beraber dillerini korumuşlardır.

İdare ve saray dili olan Osmanlıcada pek çok Arapça ve Farsça kelime olmakla

beraber, yine de Arapça ile karıştırılmayacak bir Türk dili mevcuttur. Anadolu’da

yaşayan halk ise yabancı söz dağarcığından daha az etkilenen daha arı bir Türkçe

kullanmıştır3. İşte buradan hareketle Tanzimat’la başlayan saray dilinin

sadeleştirilmesi sonraki dönemlerde de Türk aydınları arasında önemli bir tartışma

konusu olmuştur

Tartışmaların temelinde konuşma ve yazma dilinin sadeleştirilerek, halkın

anlayacağı hale getirilmesi vardır. Meşrutiyet yıllarının Türkçü aydınlarının çoğu bu

tartışmalara Türk Ocakları çatısı altında katılmışlardır4. Bu tartışmalar ışığında dilde

1 Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil, İstanbul 2004, s. 24. Ayrıca bkz., Şükrü Ünalan , Dil ve Kültür, Ankara 2004, s. 82. 2 Şükrü Ünalan, a.g.e., s. 1. 3 François Georgeon’ a göre o dönemlerde başlayan dilde sadeleşme anlayışı 20. yüzyılın Türkiye’sinde bile milliyetçiliğin bir tezahürü olarak devam etmektedir. Ona göre dil milliyetçiliği Türkiye’de henüz tamamlanmamıştır. Bu konuyla ilgili olarak bkz., François Georgeon, a.g.e., s. 3 4 Ahmet Ercilasun, “ Cumhuriyetin 75. Yılında Türk Dili”, Cumhuriyet IV, Ankara 1998, s. 2830.

Page 67: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

58

sadeleşme konusu, 1911 yılında kurulan Genç Kalemler hareketi ile ani bir yükseliş

yaşamıştır. 1920’lerde de sadeleşme akımı zirveye ulaşarak Cumhuriyet aydınlarını

ve yöneticilerini etkilemiştir5.

Cumhuriyetle birlikte dil konusuna özel bir önem verilmiş ve bu alanda

yeniden yapılanma sürecine girilmiştir. İlk olarak, okuma yazmayı kolaylaştırmak

maksadıyla, 1928’de Arap alfabesi kaldırılarak, Latin alfabesi kabul edilmiştir.

Atatürk, Türkçe’nin, dillerin en zenginlerinden birisi olduğunu, fakat şimdiye kadar

işlenmediğini belirtmiş, dilin işlenmesi ve geliştirilmesi içinde Türk Dil Kurumunu

kurmuştur.

Atatürk dönemi dil çalışmalarını iki aşamada değerlendirmek gerekir. 1932-

35 yılları arasında öz Türkçeleşme dönemi yaşanmış, 1935-38 yılları arasında da

Güneş Dil Teorisi uygulamaya konulmuştur. Birinci aşamada Atatürk, Türkçe’yi

yabancı dillerin etkisinden kurtarmayı hedeflemiş ve bu amaçla öz Türkçeleşme

hareketini başlatmıştır. Türkçe’de bulunan Arapça ve Farsça köklerinden gelen

kelimeler atılarak yerlerine Orta Asya kökenli kelimeler kullanılmaya başlanmıştır.

Bu çalışmanın amacı da Orta Asya ile irtibat kurmak olarak açıklanmıştır6. Dil

alanında yapılacak çalışmaları düzenlemek için I. Dil Kurultayı, 26 Aralık 1932’de

toplanmış ve bütün vatandaşlar kurulun doğal üyesi olarak kabul edilmiştir7. Fakat

bu dönemde Atatürk, dil uzmanı olmadığı için ve belki de dil konusunda yeterli

sayıda uzman bulunmadığı için öz Türkçeleşmenin nasıl yapılması gerektiği

konusunda bir karmaşa yaşanmıştır. Agah Sırrı Levent, karmaşa ile ilgili olarak,

Türkçe’de bulunan yabancı kelimelere karşılık bulma gayretlerinin 1935 sonlarına

kadar devam ettiğini, fakat herkesin gelişigüzel bulduğu kelimelerle yazdığını,

dolayısıyla başkalarının anlamadığı bir dilin ortaya çıktığını belirtir. İşin ilginç tarafı

5 Bu dönemin en önemli aydınları Ali canip, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp’tir. Genç Kalemler önceleri dergilerindeki dil hareketini, yeni lisan ve dilde Türkçülük gibi adlarla anmışlar daha sonraları sadeleşme olarak ifade etmişlerdir. Bkz, Ahmet Ercilasun, “Cumhuriyetin 75. Yılında Türk Dili”, Cumhuriyet IV, s. 2829 6 Ahmet Ercilasun , a.g.m., s. 2830. Fakat dil inkılabı görüşüne bazı aydınlar katılmamıştır. Mesela Erol Güngör’e göre; Atatürk hiçbir zaman dil inkılâbı yapmamıştır. Onun yaptığı sadece alfabe inkılâbıdır. Arap alfabesi yerine Latin alfabesini kabul etmiştir. Bkz., Ahmet Cilasun , a.g.m., s. 2831 7 Handan Diker, Cumhuriyet Türkiye’sinde Dil Devrimi ve Türkçe’nin Sadeleştirilmesi Sorunu, Yıldız Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1990, s. 114.

Page 68: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

59

Türkçe kelimelere bile karşılık aranmaya başlanmış8, hatta “şey” kelimesi Türkçe

olmadığı için kullanmak istemeyenler çıkmıştır9.

Yaşanan bu gelişmeler üzerine Atatürk, 1935 yılının sonlarından itibaren

dilde köklü dönüşüm olarak yorumlanan Güneş Dil Teorisi’ni uygulamaya

koymuştur. Güneş Dil Teorisi’nin mahiyeti, bütün dillerin aslında Türkçe’den

doğduğunu, dolayısıyla Türkçe’de olan ve kullanılan yabancı kökenli kelimelerin de

Türkçe olduğunu iddia eden bir görüştür10. Atatürk dilde yapmış olduğu bu radikal

dönüşümü Falih Rıfkı’ya şöyle anlatmıştır,

-Atatürk, - “çocuğum beni dinle” dedi. “Türkçe’nin hiçbir yabancı kelimeye

ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik. Bir çıkmaza

girmişizdir…Biz de çıkmazdan kurtarma şerefini başkalarına bırakamayız” dedikten

sonra bir noktada ısrar ederek, “Türkçe’de kalacak kelimelerin aslında Türkçe

olduğunu izah etmeliyiz”11 diyerek öz Türkçeleşme hareketiyle Türk dilinin bir

çıkmaza girmiş olduğunu ve bu çıkmazdan kurtulmak için de Güneş Dil Teorisi gibi

bir açılıma ihtiyaç duyulduğunu vurgulamıştır.

Atatürk’ün vefatı ve İnönü’nün Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte, Güneş Dil

Teorisi terk edilerek öz Türkçeleşme hareketine tekrar dönülmüştür. Güneş Dil

Teorisinden vazgeçildiğinin önemli kanıtlarından biri, Ankara Dil ve Tarih-

Coğrafya Fakültesinde, 1936’dan beri bu teoriyi ders konusu olarak okutan, Türk Dil

Kurumu Başkanı ve Burdur milletvekili İbrahim Necmi Dilmen’in tavrıdır. Necmi

Dilmen, Atatürk’ün vefatından sonra bu dersleri birden bire kesmiş ve bu konuda

8 Agah Sırrı Levent, Türk Dili Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara 1972, s. 426. 9 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 85. 10Atatürk Ülkemizi ziyaret eden İsveç Veliahdı’nın onuruna Dolmabahçe’de vermiş olduğu akşam yemeğinde yaptığı konuşmada, tükel, yankı, utku, süerdemlik, yaltıraklı, özenç, bitim, berkiten, ataç, baysak, önürme, uyluk, kıldacı, anıklamak, acun, söyünç, genlik, gibi öz Türkçe kelimeler kullanır. metnin tamamı için Bkz., Handan Diker, a.g.t, s. 187-188. 11 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 84. Ayrıca bkz., Dünya gazetesi, 3 Ocak 1954, ayrıca bu konuları Çankaya kitabından iktibas yapmış olan Şükrü Ünalan, “Cumhuriyet Sonrası Dilimizin Hali/pür melali”, Cumhuriyet IV, Ankara 1998, s. 2871, Şükrü Ünalan, a.g.e., s. 76. Atatürk’ün öz Türkçe davasından vazgeçerek Güneş-Dil Teorisini benimsediğinin en önemli delillerinden biriside 1937 yılında Dil bayramı dolayısı ile yayınladığı ve TDK’na gönderdiği teşekkür mesajıdır. Mesajda, “Dil bayramı münasebeti ile TDK hakkımdaki duygularını bildiren telgraflarınızdan çok mütehassıs oldum. Teşekkür eder, değerli çalışmalarınızda muvaffakiyetinizin devamını dilerim” diyerek hiç öz Türkçe tabir edilen kelime kullanmayacaktır. Fakat Atatürk, 26 Eylül 1934’te kutlanan Dil Bayramında TDK’na gönderdiği tebrik telgrafında, “Dil bayramından ötürü, Türk dili araştırma kurumu genel özeğinden ulusal kurumlarından, birçok kutun bitikler aldım. Gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Bende kamuyu kutlarım” diyerek, öz Türkçe bir mesaj göndermiştir. Her iki mesaj için bkz., Mustafa Kemal Atatürk, Türk Dili Belleten, S. 23–26, Ankara 1938, s. 32.

Page 69: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

60

kendisine sorulan sorulara, “Güneş öldükten sonra teorisi mi kalır?” diyerek cevap

vermiştir12. Bu bağlamda Refik Saydam’ın kurduğu ilk hükümet programında da dil

ve tarih inkılâbının hızlandırılarak devam ettirileceği vurgulanmıştır13.

Uygulanacak dil politikalarının belirlenmesi konusunda Dil Kurumu önemli

etkiye sahiptir. İnönü döneminde, Dil Kurumu her ne kadar bir cemiyet olarak kabul

edilmişse de Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir şubesi şeklinde çalışmıştır14. Dil Kurumu

ve Tarih Kurumunda görev alan akademisyenler, maaşlarını Milli Eğitim

Bakanlığı’ndan almış ve özlük hakları bakanlık tarafından yürütülmüştür.

Dolayısıyla bu kurumlarda çalışanların resmi anlayışın dışında hareket etmeleri

mümkün olmamıştır. Dilde öz Türkçeleşme yapılırken de Atatürk’ün lisan ve tarih

gibi iki büyük hareketi tamamlamadan ayrılmış olması gerekçe gösterilmiştir15.

Fakat İnönü dönemi öz Türkçeleşme hareketi, mahiyet olarak Atatürk

döneminde ki öz Türkçeleşme anlayışından farklılık arz eder. Atatürk döneminde,

tasfiye edilen Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin yerlerine, Orta Asya kökenli

kelimeler bulunup Türkçe’ye kazandırılmaya çalışılmıştır. Böylece Orta Asya

Türklüğü ile bağların kuvvetlenmesi amaçlanmıştır. Oysa İnönü döneminde

hümanizm politikalarının dile yansımasıyla birlikte, Latin-Yunan köklerinden gelen

kelimelerin dilimize kazandırılması amaçlanmıştır.

12 Banarlı, a.g.e., s. 326. İ. Nemci Dilmen’in ne kadar opportinist bir tavır sergilemiş olduğunun önemli bir kanıtı da 1938 yılında yazmış olduğu makaledir. Makalesinde, “Arapça’nın Türkçe’ye vermiş olduğu alfabe gerçekten Türk çocuğunun ilerlemesine engel olan bir baş belası idi” demiştir. Yazar tasfiyeciliğe de karşı çıkarak şöyle demektedir, “ yalnız şu veya bu kelimeyi atmakla iş bitmez. Her bir kelime bir mananın işaretidir. O manayı da kelime ile birlikte silmek, fikrin fakirleştirilmesi olur”. Aslında bu ifadeler 1941 yılındaki Nemci Dilmen’in fikirleri ile uyuşmamaktadır. O, İnönü döneminde koyu bir dil tasfiyecisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Makale için bkz., İ. Nemci Dilmen, “Cumhuriyet yıllarında Dil Çalışmaları”, Ülkü mecmuası, II. Teşrin 1938, s. 69. 13 Şerafettin Turan, Türk Kültür Tarihi, Ankara 1994., s. 69. 14 Necmettin Hacı Eminoğlu, a.g.e., s. 71. 1946 tarihine kadar Dil Kurumu ve Tarih Kurumunda görev alan akademisyenler Maarif Vekâletine bağlı olarak çalışmışlardır. Dolayısı ile buralarda alınan kararların siyasi olmadığını iddia etmek zordur. Hasan Ali Yücel ile İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı olan Ali Fuat Başgil arasında yaşanan hukuk terimleri tartışması bunun en güzel örneğidir. Oysa TDK resmi bir organ olmayıp hususi bir dernektir. Kuruluşundaki bir kararla Cemiyetler kanununa aykırı hareketi tespit edildiği anda derhal kapatılması kararlaştırılmıştır. TDK’nun statüsü için bkz., Necmettin Hacı Eminoğlu, a.g.e., s. 86. 15 Falih Rıfkı Atay, “Milli Şefin Hitabı ve Daveti”, Ulus gazetesi, 28 Eylül 1941. TDK’nun IV. Kurulunda Genel Sekreter İ. Necmi Dilmen yaptığı konuşmada da, “kurucusu Atatürk, koruyucusu İnönü olan TDK Kongrelerinin yüce dehalarından ışık alarak, büyük Türk dil hareketini bütün gücü ile yürütmek yolunda çalışmış ve çalışmaktadır” denilerek, bunun Atatürk’ün politikası olduğu vurgulanmıştır. Bkz., Ayın Tarihi, S. 105, 1-31 Ağustos 1941, s. 41.

Page 70: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

61

İnönü döneminde, öz Türkçeleşmeye taraf olan aydınlar, Batılılaşmanın

kaçınılmaz olduğunu vurgulayarak, dilde yapılmak istenenleri, Batılılaşma

kapsamında değerlendirmişlerdir. Bu düşünürlere göre, Türkçe’ye girecek

kelimelerin, Türkçe’nin kurallarına uygun olup olmaması önemli değildir. Hatta

uydurma kelimelerde olabilir. Önemli olan Batı düşünce dünyasını çağrıştırmasıdır.

Bu düşünceyi savunan aydınların başında Nurullah Ataç gelmektedir. Ona göre her

dilde bir uydurmacılık vardır. Bir takım köklerin alınarak onlarla yeni kelimeler

uydurulabileceğini, bunun da utanılacak bir durum olmadığını vurgulamıştır16. Ataç,

Türk gelenek ve göreneklerini geri kalmışlığın sebebi olarak görür17. Ona göre, Batı

medeniyetine dahil olmamızı sağlayacak en önemli araç, temelinde Latince ve

Yunanca olan eğitim sistemidir. Ataç’a göre, aydın olarak nitelendirilebilecek küçük

bir azınlığın Yunanca ve Latince öğrenmesi meseleyi çözmez, geniş yığınlar da bu

dili öğrenmelidir. Toplum, Yunan ve Latin yazarların eserlerindeki düşünceyle

beslenmedikçe dil devriminin başarıya ulaşması mümkün değildir. Hatta Ataç’a göre,

okullarımızda okutulan Türk edebiyatı kaldırılarak, Latin-Yunan edebiyatı

okutulmalıdır. Ona göre, Türk aydınlarının tek ve en büyük eksikleri Yunanca ve

Latince bilmemeleridir. Oysa Batılı aydınlar, Yunan- Latin yazarların kurdukları

geleneğe bağlı ve güçlerini bu gelenekten almaktadırlar18. Ataç, dil konusunda o

kadar hassastır ki, bütün gelişmeleri dil inkılabına bağlamış19 ve dilimizi

değiştirmenin devrim olduğunu, devrimin de ılımlı olamayacağını belirtmiştir20.

16 Nurullah Ataç, “Günümüz Marcellus’u”, Ulus gazetesi, 6 Kasım 1945. 17 Ataç bir yazısında, “alaturkalıktan silkinir, eski törelerimizden geleneklerimizden ayrılırsak ulusal benliğimizi yitirirmişiz, ulusal benliğin eski inanışlar, eski düşüncelerle beslenmesi gerekmiş… Böyle söylemek, bu ulusun yaratma gücünden yaşama gücünden şüphe etmek demektir. Yaratma gücü, yaşama gücü olan bir ulus, yeni şartlar içindede benliğini gösterir…Yeni kurumlara da kendi damgasını vurur” diyerek Batıcı olduğunu vurgulamıştır. Bkz., Kaya Akyıldız, Nurullah Ataç’ın Eleştiri Paratiğinde Uygarlık Sorunu, Bilkent Üniversitesi, Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2002, s. 60. 18 Kaya Akyıldız, a.g.t., s. 61. 19 Nurullah Ataç, bu durumu yazdığı bir yazısında şöyle savunur, “barış davasına mı katılmak istiyorsunuz? Çok iyi! Önce dil ile uğraşın. Köylünün kalkınmasını mı istiyorsunuz? Çok iyi önce dil ile uğraşın. Veremin kalkmasını mı istiyorsunuz? Çok iyi önce dil ile uğraşın... Önce dil düşüncenin aracıdır da onun için dilsiz düşünülemez. O sizin söylediğiniz davaların hepsi düşünceye dayanır, demek ki dile dayanır…Montaigne gibi adamlar Fransız dilini kurmasalardı, bir Descart yetişmezdi. Voltaire, Rousseou, Montesguieu..yetişmezdi. Fransız devrimi olmazdı”. Bkz.,Fikri Gürler, Türkiye Türkçe’sinde Nurullah Ataç’ın Dilciliği, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı, A.B.D. Yayınlanmamış Yüksek lisans Tezi, Erzurum 2000, s. 22. 20 Nurullah Ataç, “Ilımlı Devrim”, Söz Arasında, Ankara 1957, s. 17.

Page 71: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

62

Nurullah Ataç’ın dil konusundaki fikirleri, yönetimin uygulamalarını

şekillendirmiştir. Erdal İnönü anılarında, babasının ve kendisinin Nurullah Ataç’ın

yazılarını okuduğunu, onun dil konusundaki fikirlerine sempati duyarak katıldıklarını

belirtmiştir21. Dolayısıyla devletin resmi politikaları da Ataç’ın dilciliği etrafında

cereyan etmiştir. Bu kapsamda Arapça ve Farsça kökenli kelimeler dilimizden tasfiye

edilirken, aynı hassasiyet Avrupa kaynaklı kelimelere gösterilmemiş, bu kökten

gelen kelimelerin atılması ile boşalan yerler Latince-Yunanca asıllı kelimelerle

doldurulmak istenmiştir22. Cumhurbaşkanı İnönü de, oğlu Erdal İnönü’ye yazdığı

mektuplarda, “şimdilik adieu gözlerinden öperim” gibi kelimeler kullanarak bu

uygulamalara destek vermiştir23.

Dönemin dil anlayışını vermesi bakımından 1943 yılında yapılan III. Tarih

Kongresine sunulan bildirilerde Ataç’ın dilciliğini destekler mahiyettedir. Özellikle

Avrupalıların kendi lisanlarını Türkçe’den üstün görmeleri üzerine, Türkçe’nin

Avrupa dilleri ile olan bağlantısı bu Kongrede ısrarla vurgulanmıştır. Kongrede,

Türklerle Anadolu’da kurulan medeniyetler arasındaki bağın sadece tarih değil, dil

bakımından da benzer olduğu görüşü hakimdir. Bu amaçla Türkçe, Eti ve Hurice

arasındaki ilişkiler konusunda kongreye tebliğler sunulmuştur. Mesela bunlardan

birisi, TDK merkez üyelerinden Ahmet Cevat Emre’nin “Eski Sümer Yazısı ile

Sümer Menşei Birliği”, diğeri de Mustafa Selçuk Ar tarafından, “Çivi Yazılı

Kaynaklara Göre Türkçe, Etice, Hurice Arasındaki Bağlar” konulu bildirilerdir. Her

iki makalede de Türkçe ile Ön Asya’da kurulmuş olan bu medeniyetler arasındaki

bağlantının lisan yönü ortaya konularak, Türkçe’nin Grekçe ile kaynak birliğine

21 Erdal İnönü, Anılar ve Düşünceler, İstanbul 1998, s. 88. Nurullah Ataç bu görüşlerinden dolayı pek çok yazar tarafından eleştirilmiştir. Necmettin Hacıeminoğlu, Ataç’ı dil konusunda cinnet halinde olmakla suçlamıştır. Ona göre Ataç, “her vatandaşın kelime uydurabileceğini, dilin aslında uydurma olduğunu iddia ederdi. Ataç, Peyami Safa’nın ifadesi ile kendi kendine bile sadık olmayan insandı... Diğer yandan da değeri herkes tarafından kabul edilmiş büyük üstatları mesela Yahya Kemal’i, Ahmet Haşim’i, Mehmet Akif’i ve Hamid’i yıkmak için büyük gayretler sarf etmiştir” diyerek eleştirmiştir. Bkz., Necmettin Hacı Eminoğlu, a.g.e.,s. 107. 22 Şükrü Ünalan, a.g.m., s. 2869. 23 O sıralarda Erdal İnönü ABD doktora eğitimi yapmaktadır. Bu kısım İsmet İnönü’nün 29 Aralık 1947 tarihli mektubundan alınmıştır. Bkz., Sevgi Özel, Baba İnönü’den Erdal İnönü’ye Mektuplar, Ankara 1998, 32-123.

Page 72: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

63

vurgu yapılmıştır24. Rahmeti Arat’ın kongreye sunduğu “Türk Dilinin İnkişafı” isimli

bildirisi de bu akrabalığı destekler niteliktedir25.

Falih Rıfkı Atay, Sadi Irmak ve Ercüment Talu gibi aydınlar da hem Ataç’ın

fikirlerini hem de kongrede ortaya çıkan görüşleri desteklemişlerdir. Mesela

Ercüment Talu, Anadolu gazetesinde yazmış olduğu yazısında Osmanlıca’yı

öğreninceye kadar çekilen sıkıntıları ifade ettikten sonra dil devriminin bu sıkıntıları

yeniden yaşamamak için yapıldığını belirtmiştir26. Sadi Irmak da, öz Türkçeleşme

hareketiyle Türkçe’nin binlerce terim kazandığını, Arapça ve Farsça terimlerin

dilimizden temizlendiğini, bu hareketlerinde anadil şuuruyla yapıldığını

vurgulayarak resmi anlayışı desteklemişlerdir27.

2-Yeni Dil Politikasına Yönelik Eleştiriler

Devlet, dilde hümanist politikaları takip ederken, uygulamaları eleştiren kimi

aydınlar da, eleştirilerini ve önerilerini kamuoyuyla paylaşmışlardır. Bunlar Nihal

Atsız, Peyami Safa, Ali Fuat Başgil, Nihat Sami Banarlı gibi aydınlardır.

Nurullah Ataç dilciliğinin yönetimce benimsenip uygulanmasına yönelik en

sert eleştirilerden biri Nihal Atsız dan gelmiştir. Ona göre, dilde yaşanan sıkıntı ve öz

Türkçeleşme konusunda Dil Kurumu objektif tavır koyamamış, politikacıların istek

ve direktifleri doğrultusunda hareket etmiştir. Dolayısıyla yaşanan karmaşadan Dil

Kurumu sorumludur28. Atsız, Türkçe’nin içinde bulunduğu durumdan nasıl

kurtulabileceği noktasında çeşitli projeler üreterek, görüş ve önerilerini de Orhun

dergisinde kaleme almıştır29. Ona göre, Türkçe, dil bilginlerine bırakılmalıdır.

Uydurmacayı şiddetle tenkit eden Atsız, türetilecek kelimelerin de Türkçe’nin

kaidelerine uygun yapılmasını önermiştir. İnönü döneminde yapılan öz Türkçeleşme

çalışmalarını eleştirerek, Türkçe de fiilin sona geldiğini, “İsmet Paşa’nın Değişmez

Genel Başkanlığı’nın değişeceğini”, fakat Türkçe’nin kaidelerinin değişmeyeceğini

24 Ahmet Cevat Emre, “Dil Davamızın Morfolojik İspatı Üzerine”, III. Türk Tarih Kongresi(Ankara 15-20 Kasım 1943) Kongreye Sunulan Tebliğler, Ankara 1948, s. 178-194. 25 Rahmeti Arat, “Türk Dilinin İnkişafı”, III. Türk Tarih Kongresi(Ankara 15-20 Kasım 1943) Kongreye Sunulan Tebliğler, Ankara 1948, s. 598–611. 26 Ercüment Talu, “Dil Devrimimiz”, Anadolu gazetesi, 26 Eylül 1942. 27 Sadi Irmak, “Dil Gününde”, Ulus gazetesi, 26 Eylül 1948. 28 Nihal Atsız, Makaleler I, İstanbul 1997, s. 331. 29 Nihal Atsız, Makaleler I, s. 349.

Page 73: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

64

savunmuştur30. Eğer dilde sadeleşme yapılacaksa, atılan kelimelerin yerine

konulacak yeni sözcükler, uydurulmaksızın, kökenleri Orta Asya da olan ve o

bölgelerle irtibatımızı sağlayabilecek kelimelerden seçilmelidir31.

Atsız’a göre, Türkçeleştirme işine devletin adı ile başlanmalıdır. Çünkü

Türkiye, Türkçe bir kelime değildir. Bundan dolayı Osmanlı Padişahları kendilerini

Türkistan Padişahı saymışlardır. Diğer yandan devlet kurumlarının isimleri, bütün

ıstılahlar, soyadları Türkçeleştirilmeli, Türk çocuklarına Türk isimlerinin takılması

zorunluluğu getirilmelidir. Bütün müessese ve teşkilat isimleri kanunla

Türkçeleştirilmeli, 6-3-4 kişilik ehliyetli dil heyeti kurulmalı, “Türk Dilini Koruma

Kanunu” yapılarak lokanta, çarşı.. vs. gibi isimler de Türkçeleştirilmelidir. Vilayet

isimleri o vilayetin fatihlerinin isimleri ile adlandırılmalı, ilkokuldan itibaren bütün

ders kitapları Türkçülük zihniyeti ile ele alınmalı ve yeni ihtiyaç duyulan kelimeler

Batıdan alınmamalı, karşılığı bulunmalıdır. Çünkü Türkçe Turan dillerinden olduğu

için dil yapısı Avrupa milletlerinin dil yapısına uymamaktadır.

Onun bu görüşleri, kendisi gibi düşünmeyenlerce eleştirilmiştir. Çığır

mecmuasından Ali Faik, yabancı kökten gelen kelimelerin Türkçe sayılması

gerektiğini belirterek, “sinir” Türkçe olunca, buna benzeyen “fikir”, “şiir” de Türkçe

oluyor diyerek iddiasını ispatlamaya çalışmıştır. Atsız bu eleştirilere, Türkler ela

gözlü diye her ela gözlü milletin de Türk olamayacağını, yabancı göçmenlerin bir

milletin nüfusunu çoğaltmadığı gibi, yabancı kelimelerinde Türkçe’yi

zenginleştirmeyeceğini belirterek cevap vermiştir32.

Nihal Atsız gibi düşünenlerin başında Peyami Safa gelmektedir. O, dil

alanında yaşanan sadeleşme veya diğer bir deyişle öz Türkçeleşme hareketine

başlangıçta itidalli yaklaşmış, kurallarına göre yapılacak bir sadeleşmenin taraftarı

olmuştur. İlk yıllarda yapılan sadeleşme çalışmalarını da Türkçe’nin kurallarına

uyması koşuluyla desteklemiştir33. Çünkü ona göre dil bahçesi çok hassastır ve

30 Aynı eser, s. 341. 31 Nihal. Atsız, Makaleler I, s. 328 . 32 Nihal Atsız, Makaleler I, s. 332-333. 33 Peyami Safa yazısında, “İsmet İnönü Cumhur reisliğine geldiğinde Ne anarşi ne cebir demişti. Şimdi Milli Şef bu şuur ve sevgi disiplinini, üstüne şefkatle titrediği dilimizde de gerçekleştiriyor. Bu aşkla göreceksiniz, Türkçe’miz sonsuz olurları (imkânları) bizi ne hazinelere kavuşturacaktır” diyerek dilde kısmen sadeleşmeyi savunacaktır. Bkz., Peyami Safa “Daima Daha Türkçe’ye Doğru”, Tasvir-i Efkâr, 11 Aralık 1941.

Page 74: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

65

yabancı çiçekler girmemelidir34. Öz Türkçeleşmenin başladığı yıllarda imla ve

gramerde de henüz birlik sağlanabilmiş değildir. Her gazete, dergi ve mecmua

kendine göre imla yapmakta bu durum yazıda birliği bozmaktadır. Mesela,

“sanatıyla” kelimesi altı farklı ifade ile yazılmaktadır. Bunlar, “1. sanatile 2.

san’atiyle 3. sanatiyle 4. san’atile 5. sanğatile 6.sanğatiyle”35 dir. Peyami Safa’ya

göre, resmi ve özel kurumlar arasında var olan dil ikiliği de mutlaka bu alanda ehil

olan kimselerce yapılacak çalışmalarla ortadan kaldırılmalıdır36. Safa’nın bu

görüşlerine Nihal Atsız da katılmıştır37.

1939-46 yıllarında sürdürülen dilde sadeleşme ve öz Türkçeleşme hareketi

gelişi güzel yapılmış ve bu alanda uzmanlar devre dışı bırakılmıştır. Arapça ve

Farsça köklerden gelen kelimeler atılmış, fakat bunların yerlerine uydurma kelimeler

bulunmaya çalışılmıştır. İşin çığırından çıkması ve her önüne gelenin kelime

uydurması Peyami Safa’yı endişelendirmiştir. Ona göre, tebaasını değiştiren her

yabancı Türk olmayacağı gibi, imlâsını değiştiren her yabancı kelime de Türk

lügatinde yer almamalıdır Karşılığı bulunabilecek bir yabancı kelimeyi Türk lügatine

sokmak Türkçe’nin kendi kaynakları ile zenginleşmesini ve gelişmesini

engellemektir38.

Yapılan çalışmalar hümanizm adına olunca bazı ıstılahlar, deyimler

Latince’den ve Yunanca’dan alınmaya başlanmış, bu dillerden bulunamadığı

durumda da yeni kelimeler uydurulmaya başlanmıştır. Böylece dilde karmaşa ve

anarşi yaşanmaya başlamıştır39. Çünkü uydurmalarla dilde yapılması planlanan

tasfiyenin nasıl ve hangi şartlarda yapılacağı konusunda, tasfiye hareketine

girişenlerin de bir fikri yoktur. Bu bakımdan tasfiyenin prensipleri konmamış, nerede

34 Peyami Safa,, “Yapma Çiçek Bahçeleri”, Tasvir-i Efkar, 26 Mart 1942. 35 Peyami Safa “Gramersiz Olmaz”, Tasvir-i Efkâr, 24 Ocak 1941. 36 Peyami Safa, “Lîsan İkiliği”, Cumhuriyet gazetesi, 6 Mayıs 1939. Falih Rıfkı da yazma dilinde yaşanan önemli problemlerden birisi olarak hâlâ ortak bir imlânın oluşturulmamış olmasını görür. 1940’lı yıllarda imla kılavuzu bulunmadığından her yazar ve mecmua hatta her devlet kurumu kendi imlâsını kendi yapmaya başlamış, her kelime farklı yazımla çıkmıştır. Mesela bu kelimelerden birisi “istasyon”dur. Otobüs durağında “stasyo”, gar müdürlüğünün kapısında “istasiyon”, gazeteler ise “istasyon” olarak yazmaktadır. Bkz., Falih Rıfkı Atay, “İmlâ Lugatine Dair”, Ulus gazetesi, 19 Sonteşrin 1940. 37 Atsız makalesinde,“bir imlamız olmadığının farkında bile değiliz. Gözümüz o kadar yükseklerde ki, imla gibi ehemmiyetsiz şeylere aldırış bile etmiyoruz…Devletin bir imlası olmadıktan sonra halkın olur mu? Daha rejimin bile imlası tespit olunmadı. Cumhuriyet mi, Cümhuriyet mi? Bazen öyle bazen böyle” diyerek eleştirir. Bkz., Nihal Atsız, Makaleler I, s. 364. 38 Peyami Safa, “Yanaşma Kelimeler”, Cumhuriyet gazetesi, 1 Temmuz 1939. 39 Peyami Safa, “ Istılah Davası”, Cumhuriyet gazetesi, 4 Ağustos 1939.

Page 75: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

66

öz Türkçe, nerede Latince ve Yunanca kelimelerin kullanılacağı da belirsizliğini

sürdürmüştür40. Dil alanında yaşanan bu karmaşa ve ahenksizlik eleştirilerin de

kaynağını teşkil etmiştir41.

Peyami Safa, dil konusunda yapılanları eleştirdiği gibi kendi çözüm yollarını

da ortaya koymuştur. Mesela Batıda kullanılan bilimsel terimleri, öz

Türkçeleştirmeden almak, Batılılaşma anlamında önem taşımaktadır. Çünkü modern

Türkiye’nin en önemli hedefi bilimsel anlamda Batılılaşmaktır. Bu bakımdan Peyami

Safa, Batılılaşacağız deyip, bilimsel terminolojiyi Batıdan almamayı “Batının treni

yerine doğunun devesine binmek” 42 olarak değerlendirmiştir.

Nihat Sami Banarlı da öz Türkçeleşme konusundaki karşıtlığıyla bilinen

aydınlar arasındadır. Ona göre, bu hareketle yalnızca Türkçeleşmiş kelimeler değil,

bizzat Türkçe kelimeler de değiştirilmiştir. Böylece zevksiz ve ahenksiz bir dil ortaya

çıkmıştır43. Banarlı, tasfiye hareketinin Türkçe’yi fakirleştirdiğini ifade etmiş, bu

iddiasını kuvvetlendirmek için İngilizlerin kendi dilleri için söylemiş oldukları,

“İngiliz dili, İngilizce ve İngilizceleşmiş kelimelerden kurulmuş bir dildir” sözünü

örnek göstermiştir. İngilizler dillerinin bu özelliği ile övünerek, “bahtiyar o İngilizce

ki onda her dilden kelime vardır” 44 diyerek öz dil olmadıklarını ifade etmişlerdir.

Dolayısıyla Banarlıya göre, dünyadaki hiçbir dil öz dil değildir. Etkileşim var olduğu

sürece diller birbirlerinden kelime alışverişinde bulunabilmektedirler. Bu kültürel

değişimin ve gelişimin önemli bir göstergesidir.

Dilde öz Türkçeleşme hareketine karşı olan aydınların eleştirilerinin belki de

en önemli nedeni, politikacıların dil çalışmalarını yönlendirmesidir. Oysa onlara

göre, dilde sadeleşme yapılacaksa, bu politikacıların işi olmamalı, uzmanların ve

kurulacak dil akademisinin görevi olmalıdır. Çünkü dili sadeleştirmenin amacı, aydın

40 Peyami Safa, “Yabancı Sözleri Eleme Hareketler”, Tasvir-i Efkâr, 21 Ağustos 1941. 41 Peyami Safa bu karmaşayı şu cümlelerle eleştirir, “çünkü devlet bir orkestradır ve çaldığı nota yanlışsa onu değiştirmek zorundadır. Her saz kendine göre nota çalmamalıdır. Milli Eğitim Bakanlığı da uyguladığı politikalarla kelimeler konusundaki karmaşayı körüklemiştir”. Bkz., Peyami Safa, “ Allahım Bu Ne Anarşidir”, Tasvir-i Efkâr gazetesi, 5 Şubat 1941. 42 Peyami Safa, “Medeniyet Treni ve Bedeviyet Kervanı”, Cumhuriyet gazetesi, 23 Temmuz 1940. 43 Nihat Sami Banarlı, Türkçe’nin Sırları, İstanbul 2002, s. 17. 44 Nihat Sami Banarlı, a.g.e., s. 25, aynı eserin 302. sayfasında da konu detaylı olarak açıklanmaktadır. Bu konuda Peyami Safa’da Banarlı gibi düşünmektedir. Çünkü, dünyadaki dillerden hiçbiri saf değildir. Her lisan birbirinden mutlaka kelime almıştır. Bu harekette milli hassasiyet kaybedilmeden politikalar takip edilmelidir. Bkz., Peyami Safa, “Telaşa Lüzum Yok”, Cumhuriyet gazetesi, 22 Aralık 1939.

Page 76: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

67

dili ile halk dili arasındaki farkı en aza indirmek, hatta ortadan kaldırmaktır. Oysa

1940’lardan beri yapılanlar ve adına sadeleşme denilen çalışmalar, halkın anlamadığı

hatta aydının kendi aralarında anlaşamadığı uydurma bir dil ortaya çıkarmıştır45.

Böylece Türkçe, hükümet zoru ve kanun yolu ile içinden çıkılmaz hale

getirilmiştir46.

Dil meselesine devletin müdahale etmemesi gerektiği yönündeki görüşler,

Nurullah Ataç ve İsmail Hakkı Baltacıoğlu gibi sadeleşme taraftarlarının tepkisini

çekmiştir. Onlara göre, devletin tarım, eğitim ve tiyatro gibi işlere karıştığı böyle bir

dönemde dil işlerine karışmamasını kendi canına kıymak olarak değerlendirmişlerdir.

Bu aydınlara göre, dil devriminin en büyük sırrı yaratmaktır. Dolayısıyla yaratmanın

da uydurma ile gerçekleşebileceğini, hatta uydurulmayan dilin öleceğini ifade

etmişlerdir47.

Dil konusunda 1949 yılına kadar, öz Türkçe hareketini savunanların dışında

görüşleri olanlar, yapılan dil kurultaylarına çağrılmamıştır. Bu açıdan devlet, dilde

hümanist politikaları uygularken, bu politikalara muhalefet edenlerin tavsiyelerini

dinleme gereği duymamıştır. Dolayısıyla ulusal bir uzlaşma sağlanamamıştır. Hatta

İnönü bu durumu, oğluna 1949 yılında yazdığı mektupta, “bu sabah dil kurultayı var.

Söylevler verildi. Reaksiyoner cereyan taraflıları da davetli. Bu sabah seslerini

çıkarmadılar; amma gürültü koparacaklar galiba”48diyerek ifade etmiştir.

Dilde sadeleşme diğer bir ifade ile hümanizm düşüncesinin ana merkezi Milli

Eğitim Bakanlığı olmuştur. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, dilde

sadeleşmenin yapılması için İstanbul Üniversitesi akademisyenlerini görevlendirmiş

ve çalışmaları takip etmiştir. Bu çalışmaları yakından görmek ve bilgi almak için

1944 yılında İstanbul Üniversitesi’ni ziyaret etmiştir. Bu arada konuyla ilgili olarak

toplantı düzenlenmiş ve toplantı bir hayli tantanalı geçmiştir. Otuz profesörün

katıldığı toplantıda Halide Edip söz alarak; “Biz Türk münevverleri sıfatıyla, ilmi bir

mevzuun müzakeresi için buraya geldiğimizi sanıyordum. Fakat görüyorum ki, Vekil

beyefendi, mutlaka kendileri gibi düşünmemizi istiyorlar. Eğer bu toplantılar bu hava

45 Ali Fuat Başgil, Ali Fuat Başgil’in Hatıraları, İstanbul 1990, s. 141. 46 Ali Fuat Başgil, a.g.e, s. 156. 47 İsmail Hakkı Baltacıoğlu, “Dil Devrimine Takılanlar”, Ulus gazetesi, 17 Kasım 1945. 48 Sevgi Özel, Baba İnönü’den Erdal İnönü’ye Mektuplar, Ankara 1998, s. 32–123.

Page 77: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

68

içinde geçecekse, ben şimdiden özür diliyorum”49 diyerek toplantıyı terk etmiştir.

Yapılan bu toplantıların sonunda farklı düşüncelere rağmen Kanuni Esasiye’nin de

öz Türkçeleştirilmesi kabul edilmiş ve TBMM’de çalışmalar başlatılarak50, Anayasa

öz Türkçeleştirilmiştir. Cumhurbaşkanı İnönü de bu husustaki gayretlerinden dolayı

Dil Kurumu çalışanlarını kutlamıştır51.

Devlet bir taraftan dilde öz Türkçeleşme hareketini gerçekleştirirken, diğer

taraftan Nurullah Ataç’ın fikirlerinde canlanan ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından

uygulamaya konulan Latin-Yunan klasiklerinin tercüme işiyle bu hareketin alt

yapısını oluşturmuştur. Oysa aynı yıllarda Bakanlık, henüz önemli Türk

romancılarından olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar ve Falih

Rıfkı Atay gibi yazarların eserlerini yeni harflerle basmamıştır52. Gerçekten de bu

durum uygulamalarla söylemler arasında çelişkinin doğmasına neden olmuştur.

Diğer yandan yöneticiler, ilim dilinin tamamıyla öz Türkçe olması tezini

savunmuş, fakat bu hususta Türkçe’nin fonetiğine bakılmaksızın kelime uydurulması

yoluna gidilmiştir. Mesela 1942 yılında toplanan felsefe terimleri komisyonunda şu

kelimeler uydurulur; sınıf- toplum, tasnif- toplumlama, zekâ- anlak, hayal- uyuk,

mantık-usdeyi, cemiyet- ildeşim, ictimai-ildeşik, heyecan-çoşur, ceht-çaba53. 1940’lı

yıllarda başlayan öz Türkçeleşme ve uydurma hareketi, 1945’lerde zirveye

ulaşmıştır. Öz Türkçeleşme o kadar ileri götürülmüştür ki, millet ve meclis

49 Ali Fuat Başgil, a.g.e., s. 138. 50 Ali Fuat Başgil, a.g.e., s. 140. 51 Telgraf şöyledir;

İbrahim Nemci Dilmen Türk Dil Kurumu Genel Sekreteri

Dil kurumunun özden duygularına ve iyi dileklerine yürekten teşekkür ederim. Dil Kurumunun çalışmalarını ve değerli eserlerini sürekli bir ilgi ile ve memnun olarak takip ediyorum.

İsmet İnönü Ayın Tarihi, S. 134, 1–31 Ocak 1945. s. 21. Bu hadiseden sonra bakanlıklar ellerinde bulunan evrakta ve halen yapılan yazışmalarda nasıl bir yöntem uygulayacaklarını Başvekalet sorarak hızla öz Türkçe yazışmalara başlamışlardır. Bkz., B.C.A., 030.10-144.33.12. 52 Peyami Safa, “Arap Harfleri”, Cumhuriyet gazetesi 24 Ocak 1940. Bizzat devlet kurumlarının Türkçe’mizi doğru dürüst kullanmadığından bahseden yazar, bu karışıklıktan takip edilen politikaları sorumlu tutarken de, “müesseselerimizin hangisi? Hangisi değil ki, başta Ankara radyosu, Anadolu Ajansı, şehir tiyatrosu hatta bazı gazeteler. Bunlardan aldığım bir mektup yok ki içinde katmerli bir Türkçe yanlışı olmasın. Bana kusursuz yazılmış bir ilaç tarifesi bir rapor gösterebilir misiniz. Bu yüzden Anadolu Ajansının haberlerini okurken yarı yolda bıraktığım oluyor” Peyami Safa, bu karmaşa ve keşmekeşlikten yine devleti sorumlu tutuyor. Yazısına devamla, “hala gramer yok. İyisi yapılana kadar eskisi okutulsa ya? İyisi yapılana kadar bekleriz. Kültürümüzün bir çok davasında nasibimiz yalnız beklemek”. Peyami Safa “İlk Basamak”, Cumhuriyet gazetesi 30 Mart 1940. 53 Peyami Safa, “Ayıptır Arkadaşlar Ayıp”, Tasvir-i Efkâr gazetesi, 6 Mart 1942.

Page 78: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

69

kelimelerinin Türkçe olmadığından dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi isminin

değiştirilerek “Kamutay” denilmesi kararlaştırılmıştır. Fakat Kamutay kelimesi

dilimize yerleşmemiştir54.

Bu değerlendirmeden sonra, İnönü dönemi dil yaklaşımlarını üç grupta

sınıflandırmak mümkündür. Bunlardan birinci grubu oluşturanlar; Nurullah Ataç,

Falih Rıfkı Atay, Ercüment Talu, Sadi Irmak gibi yazarlar ve düşünürlerdir. Bunlar,

öz Türkçeleşme hareketini ısrarla savunmuşlar ve görüşleriyle uygulamalara yön

vermişlerdir. Atatürk’ün vefatından sonra onun 1932-1935 yılları arasında dilde terk

etmiş olduğu politikalara yeniden dönülmüş, hatta onun takip etmiş olduğu dil

politikasının mahiyeti değiştirilmiştir. O, hedef olarak Orta Asya’yı gösterirken,

İnönü dönemi dilciliği Latin-Yunan medeniyetini göstermiştir. Bu bakımdan öz

Türkçeleşme hareketi bilimsel bir metotla değil, sadece ideolojik kaygılarla

yapılmıştır55. Çünkü bu hareketi sol kesimler bayraklaştırmış, sağ kesimler ilgi

göstermemiş, hatta dil konusundaki oluşumlardan dışlanmışlardır56.

Öz Türkçeleşme hareketi Türkçe’yi basitleştirmiş ve içinden çıkılmaz hale

getirmiştir. Hümanizm kaynaklı dil anlayışını benimseyenlere göre, dil işi dilcilere

bırakılmayacak kadar önemlidir. Onlar,“gerektiğinde uydurma yapılabilir. Uydurma

o kadar kötü bir şey değildir” diyerek kendi tezlerini savunmuşlardır. Yalnız onların

savundukları öz Türkçeleşme hareketi 1932-1935 yılları arasında uygulanan öz

Türkçeleşme hareketinden içerik olarak ayrılmış, isim benzerliği olarak kalmıştır. Bu

düşünce sahipleri, dilde köklü reformlar yapılarak Yunanca-Latince kelimelerin

Türkçe’ye kazandırılmasını savunmuşlardır. Hümanizm merkezli bu görüşleri, başta

Milli Eğitim Bakanlığı ve Dil Kurumu olmak üzere bütün devlet kurumları, hatta

meclis aldığı kararlarla desteklemiştir. Dolayısıyla bu görüş sahiplerinin, fikirleri

1938-1946 yılları arasında yoğun olarak uygulanmıştır. Fakat Hasan Ali Yücel’in

54 Ali Fuat Başgil, a.g.e., s. 142–143. 55 Nihat Sami Banarlı bu durumu şu cümlelerle ifade eder, “nice yıllardan beri herkes biliyor ki, Türkiye’de dil işleri tam bir çıkmaz içindedir. Milli kültürün can damarı olan dil, memleketimizde ya çeşitli politikalara alet edilerek, ya inat, menfaat ve cehaletin kurbanı olarak, yahut ta korkarız ki, kasten yıkılmaktadır”. Atatürk döneminde başlanan fakat daha sonra terk edilen dilde sadeleşme çalışmaları hakkında dil tüccarlarımızın daha sonra nasıl hareket ettiklerini de şöyle belirtir, “Atatürk’ün öz Türkçe’yi tecrübe etmek isteği, üzerine derhal, kraldan fazla kral tarafından bir hızla, dilde aşırı bir tasfiyeciliğe girişmiş, akla hayala gelmez çirkinlikte, meçhul kelimeler uydurulmuş ve bu uydurma kelimelerle, hazırlanan metinler, bizzat Atatürk’ün hiddetine ve ızdırabına sebep olmuştur”, Bkz., Nihat Sami Banarlı, a.g.e., s. 293-294. 56 Nihat Sami Banarlı, a.g.e., s. 297.

Page 79: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

70

bakanlığı bırakmasından sonra hem dil, hem de Dil Kurumu “tabii yola girmiştir”57.

Attila İlhan da bu dönemde uygulanan dil politikalarını,“tasfiyecilik doğrultusundaki

bir dil hareketi, o milletin geçmişine bir duvar çekmek ve gençliğin eski kültür

değerleri ile olan bağlarını kesmek” 58 olarak değerlendirerek karşı çıkmıştır. Bu

gruba dahil olanlardan özellikle Ataç, 1938’den başlayarak ölümüne kadar, dil

devrimi, uydurma kelimeler ile öz Türkçeleşme taraflısı yazılar yazmış ve 1940-1946

yılları arasında dilde hümanizm politikalarının fikir babalığını yapmıştır59.

İkinci grup; Nihal Atsız, Agah Sırrı Levent gibi aydınlar tarafından

oluşmaktadır. Bunlara göre, dilimizdeki yabancı kelimeler atılmalıdır. Bu tasfiye

hareketi yalnızca doğu kökenli kelimelere yönelik olmamalı, Batı kökenli kelimeler

de dahil edilmelidir. Sadeleşme yapılacaksa ve dilimizden yabancı kelimeler

atılacaksa, yerlerine konacak kelimeler mutlaka Orta Asya Türklüğü ile irtibatımızı

sağlayacak kelimelerden olmalıdır. Hatta bütün yer isimleri, kişi isimleri ve

soyadları, kanunla Türkçeleştirilmelidir. Böylece kültürün koruyucusu ve aktarıcısı

olan dil geliştirilmiş olacaktır. Bu gruba yönelik tepkiler, 3 Mayıs 1944 olaylarından

sonra ortaya çıkmış, bu düşünceyi savunan aydınlar Turancı olarak nitelendirilmiş ve

devlet kadrolarından tasfiye edilmişlerdir. Oysa aradan geçen bunca zamanda Orta

Asya’da yaşanan gelişmeler, bu grup sahiplerinin haklılığını ortaya koymuş, fakat o

yıllarda ki düşünceleri anlaşılamamış ve eleştirilmişlerdir.

Üçüncü grubu oluşturan aydınlar; Peyami Safa, Ali Fuat Başgil, Semiha

Ayverdi, Yahya Kemal ile kimi görüşleriyle Nihat Sami Banarlı gibi aydınlardır. Bu

gruba dahil etmiş olduğumuz aydınlar, itidalli sadeleşmeyi savunmuştur. Batılı

kelimelerin bilimsel literatür içinde kullanılmasının mahzurlu olmayacağını, fakat

her kavramın uydurma yolu ile ve Batıdan alınarak karşılanamayacağını ifade

etmişlerdir. Bu yönüyle dil alanında uygulanan hümanizmi eleştirmişlerdir.

Üçüncü gruba göre, öz Türkçeleşme hareketi Türkçe’yi sınırlandırmış ve

içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Dilde yaşanmakta olan karmaşa politikanın ve

57 Banarlı “tabii yol” kavramını dile, politikanın müdahale etmediği, sadece dilcilerin şekillendirdiği metot olarak algılamıştır. Bkz., Nihat Sami Banarlı, a.g.e., s. 295. 58 Attila İlhan, Ulusal Kültür Savaşı, s. 278-283. 59 Fikri Gürler, a.g.t., s. 2-3.

Page 80: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

71

politikacıların müdahalesiyledir. Bu karmaşa, ancak kaprislerden uzak ehil sahibi

uzmanlardan oluşan bir kurula işi havale etmekle çözülebilir60.

Birinci grup, ikinci ve üçüncü grupla tamamen ters düşünceler üretmiş ve

uygulamaya koymuştur. Oysa ikinci ve üçüncü grup arasında çoğu noktada görüş

birliği vardır. Yalnızca ayrıldıkları nokta bilim diline girmesi gereken kelimeler

konusunda yaşanmıştır. Mesela Peyami Safa’ya göre, bilim şu anda Avrupa’nın

inhisarında bulunduğundan bilim dili Latin-Yunan kökenli olmasında bir mahzur

yoktur. Örnek olarak da Psikoloji terimini göstermektedir. Batıda hemen bütün

dillerde psikoloji olarak kullanılan bu dile bizim, “ruh bilimi” dememizin bir anlamı

yoktur. Çünkü Türkiye yönünü batıya dönmüştür. Bu böyle gerçekleştirilemezse

“Batı treni yerine bedeviyet kervanına bineriz” diyerek iddiasını kuvvetlendirmek

istemiştir. Nihal Atsız’a göreyse, sadeleşme olacaksa tamamıyla Orta Asya kaynaklı

olmalıdır. Onun kaygısı ve dil düşünceleri Orta Asya Türklüğü ile irtibat kurma

noktasında gelişmiştir. Bu arada ikinci ve üçüncü grup, birinci grubu solculukla

suçlamış, dilde yapılmak istenenleri Rusya’nın isteği ile Türkiye’de komünizmi

getirmeye çalışmak olarak değerlendirmişlerdir.

1946’dan sonra dil alanında yapılan tasfiye hareketi yavaşlamış, fakat

tamamen sona ermemiştir. Milli Eğitim Bakanlığına Tahsin Banguoğlu’nun

getirilmesiyle dil alanında uygulanan politikalar yeni bir mecraya girmiştir.

Banguoğlu dil konusunda yeni görüşler ileri sürmüş ve uygulamaya çalışmıştır. Onun

görüşleri, dili yabancı dillerin etkisinden kurtararak, yabancı kelimelerin tamamını

tasfiye etmek ve yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak olarak ortaya çıkmıştır.

Ona göre, İstanbul’da konuşulan lisan (Türkçe) Osmanlıca’nın en geniş manası ile

etkilediği bir lisandır. Sivas’tan gelen bir gencin ayıptır diye attığı yüz kelimeden

60 Peyami Safa’ya göre yaşanan karmaşanın sebepleri şunlardır; 1-Türk Maarifi bir sistemden mahrum olduğu için ıstılah meselesini hangi prensiplere göre halledeceğini de şaşırmıştır 2-Uydurulan ıstılahlarda bile kökler çoğunlukla halk dilinden alınmış değildir 3-Ana dili ile mektep, hayat dili ile mektep, kültür dili ile mektep arasında hiçbir alaka aranmamıştır 4-Yalnız hayatla mektep arasında değil, mektep ile mektep arasında da ıstılah birliği yoktur. Lisede uydurma terimler öğrenen çocuk üniversiteye gidince ya Latince, ya Arapça, yahut ta Yunanca, Türkçe Fransızca ıstılah karmaşasını görmektedir. Bkz., Peyami Safa, “Terim Rezaleti”, Cumhuriyet gazetesi, 15 Aralık 1939. Bu duruma örneklerini bir başka makalesinde de verir. Mesela “hayat dilinde ruh kelimesinin Fransızcası Anima, Almancası Sele’dir. Fakat ruhiyat kelimesini Fransız ve Almanlar Psychologie, İngilizler psychology derler. Bizde ruhiyat değil “ psikoloji” diyeceğiz” diyerek görüşüne açıklık kazandırır. Bkz., Peyami Safa, “Gene Terim Meselesi”, Cumhuriyet gazetesi, 16 Aralık 1939.

Page 81: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

72

doksanı Türkçe’dir. Oysa, yerine İstanbul Türkçe’sinden aldığı kelimelerin yalnızca

% 30 u Türkçe’dir61.

Sonuç olarak İnönü döneminde uygulanan dil politikaları kendi döneminde

tartışılıp eleştirildiği gibi, sonraki yıllarda da tartışma konusu olmuş ve aydınlar bu

noktada fikir birliğine varamamışlardır62. Dolayısıyla bu dönemde uygulanan

hümanist merkezli dil yaklaşımları, aydınlar arasında yeni tartışmalar yaratırken,

Türkçe’ye Batı dillerinden küçümsenmeyecek sayıda eski Yunan ve Latince kökenli

kelime aktarımı yapılmıştır. 1940’lı yıllardan itibaren yazılan edebiyat ürünlerinin

pek çoğunda sadeleşme adına Batı kökenli kelimeyi bulmak mümkündür63.

B-HÜMANİST TARİH ANLAYIŞI

Atatürk, Cumhuriyetin ilanından sonra, 20. yüzyıl başlarında İttihatçıların

uyguladığı “mistik milliyetçilik” anlayışına yeni bir ruh ve kimlik vermek gayesi ile

TTK ve TDK’nu kurmuştur. Her iki kuruluşun ortak gayesi de kültür ve soyda birlik

tezini oluşturmaktır64. Atatürk, bu kapsamda tarih anlayışına yeni bir yön vermek

için 1932 yılında I. Tarih Kongresini Ankara Halkevinde toplayarak ihmal edilen

Türk kimliğinin topluma kazandırılması ve milli kimlik etrafında yeni bir devlet

anlayışının yerleştirilmesini istemiştir. Nitekim Mehmet Barlas da, Atatürk’ün bu

61 Bu eser V. Dil Kurultayı’nda komisyona sunulmuştur. Eserde Arapça kökenli 100 kelime verilerek bunların nasıl Türkçeleştiği anlatılmıştır. Birkaç örnek şöyledir. Aidiyet- aitlik, hürriyet-hürlük, insaniyet-insanilik-insanlık, memnuniyet-memnunluk. Geniş bilgi için bkz., Tahsin Banguoğlu, Devlet Dili Türkçe Üzerine, Ankara 1945, s. 7,14 ve 15. 62 Erol Güngör, Atatürk’ün bir dil devrimi yapmadığını, İnönü döneminde yaşanan dil ıslahı konusundaki çalışmaların tasfiyeciliğin canlanışı ve Yunan-Latin tabanlı yeni kültür politikasının dile yansıması olarak yorumlanabileceğini ifade etmiştir. Sadeleşme hareketi, TDK tarafından benimsetilip resmileştirilmiş olan Ataç uydurmacılığıdır. Amacı Yunan-Latin kültürünü benimsetmektir. Bkz., Erol Güngör, Dünden Bugüne Tarih- Kültür-Milliyetçilik, Ankara 1982, s. 53-60. 63 Yakup Kadri’nin romanları bunun en güzel örneklerini yansıtır. Varlık mecmuası yazarlarından Nahid Sırrı İlhan yazdığı makalesinde, “bu lüzumsuz yere ve pervasızca Frenkçe söz modasını çıkaranlar arasında, yazık ki son devrin büyük kıymetlerinden biri, yani Yakup Kadri vardır. Fakat belki de Yakup Kadri de sanatkâr ruhuna hükmetmiş heves ve Garp kültürü ile fazlaca münasebetinin bir eseri olarak kabul edebileceğimiz bu zaif, şimdi her eline kalem alanın işleyebileceği bir günah şeklini almış bulunuyor ” diyerek eleştirmiştir. Bkz., Nahid Sırrı İlhan, “Yeni Dil Meselesinden Biri” Varlık mecmuası, S. 41, 15 Mart 1935, s. 272. Ayrıca roman kısmında detaylı olarak bu konu ela alınacaktır. 64 Atatürk bu konuyla ilgili olarak 1923 yılında yapmış olduğu konuşmada, “bu memleket tarihte Türk’tü, halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır” demiştir. Bkz., Kemal Koçak, Cumhuriyet Döneminde Tarih Öğretimi ve Tarih Çalışmaları, (1923–1960), Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1991, s. 96.

Page 82: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

73

çalışmalarının amacını, Türk milletinin bir kimliğe sahip olması olarak ele alır ve

Osmanlılık kimliğinin Türk kimliğini adeta unutturduğunu dile getirir65.

Şüphesiz, 1932 tarihinde uygulamaya konulan ve Atatürk tarafından

desteklenen tarih anlayışı, milli kimlik yaratmanın yanında, Avrupalı tarihçilerin

hiçbir ilmi delile dayanmaksızın Türkler hakkında ortaya atmış oldukları “sarı ırka

mensup ve hiçbir medeniyet meydana getirmemiş kavim” 66 iddiasını çürütmeye de

yöneliktir. Döneminin önemli simalarından Reşit Galip, Atatürk’ün resmi tarih

görüşünü, “insanlığın beşiği Orta Asya’dır ve ilk medeniyet burada bulunan Türkler

tarafından kurulmuştur. Bu ırk Avrupa’nın iddia ettiği gibi sarı değil, beyaz ırk ve

brakisefaldir. Türkler dünyanın değişik yerlerine göç ederek medeniyetlerini

taşımışlardır. Anadolu’da en eski çağlardan beri Türkleşme başlamış ve bu bölgede

en saf ırk muhafaza edilmiştir”67 diyerek açıklamıştır.

Kongreyle birlikte 1932’den sonra Türkiye’de tarih bilimi atılımlar yapmaya

başlamıştır. Anadolu’nun muhtelif yerlerinde kazı çalışmaları yapılırken, diğer yanda

Türk Tarihçileri Anadolu, Türkler ve Orta Asya konusunda yeni görüşlerini

kamuoyuna sunmaya başlamışlardır. Bu çalışmalar yapılırken yönetim, tarih

yazıcılığı üzerinde totaliter bir kontrol kurmamış ve tarihçilere belirli bir yorum

çerçevesi göstermemiştir68.

Diğer yandan Atatürk dönemi tarih anlayışı, sadece Anadolu Türkçülüğü

etrafında oluşmamış, dünyanın çeşitli bölgelerinde bulunan Türkleri konu alan

65 Mehmet Barlas, a.g.e., s. 105. 66 Özellikle Fransız tarihçiler Türkleri geri kavim ve sarı ırka ait bir kavim olarak vasıflandırıyorlardı. Atatürk, “Milli devleti tarihi temellere dayandırmak. Mutlaka bütüne dayandırmak zorunluluğundan kaynaklanıyordu” demiştir. Avrupa’nın Türkler hakkındaki değerlendirmesi Orta Asya ve Ön Asya konusunda Atatürk’ün Afet İnanı bu konularda çalışmaya sevk etmiştir. Bkz., Halil Berktay, “Tarih Çalışmaları”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.IX, İstanbul 1983, s. 2465. 67 Reşit Galip, “Türk Milletinin Tarihini Yeniden Buluşu ve Türk Tarih Tezi Esasları”, Çığır mecmuası, S.8, Ankara 1934, s. 147-148. 68 Mesela Kadro grubu değişik tarih tezleri ile ortaya çıkarken, İstanbul Üniversitesi farklı bir köşede tarih yazıcılığı yapmaktadır. Diğer yanda Yusuf Ziya, dünya uygarlığını Orta Asya’ya bağlayarak, Apollon’u, Alp oğlan olarak açıklayan türden tarih tezleri ortaya koymaya çalışır. Türk Tarihinde kazı çalışmaları hemen hemen bu dönemde başlamıştır. 1930-40 yılları arasında 2300’ye yakın monografi, kazı raporu ve makale ile başarılı bir başlangıç yapılmıştır. Bu dönemde çağdaş şovenizmden uzak Anadolu patriyotizminin tesirleri görülür. Ayasofya’nın müze haline getirilmesi, Bizans eserlerinin restorasyonu, Anadolu kültürüne Osmanlı Asar-ı Atika idaresinden farklı bir gözle, adeta bir ulusçulukla sahip çıkılması bunun yansımalarındandır. Osmanlı araştırmalarının en parlak dönemi bu yıllara rastlamış ve bilimsel Osmanlı tarihçiliğinin temeli bu yıllarda atılmıştır. 1930’larda Tarih Semineri dergisi, Türkiyat mecmuası, Türk Tarih Encümeni mecmuası, Ocak 1937 den sonra Belleten çıkmaya başlamıştır. Bu konuda bkz., İlber Ortaylı, Gelecekten Geleneğe, İstanbul 2001, s. 107–114.

Page 83: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

74

araştırmalar ve bilgilendirmeler içermiştir. Mesela 1934 yılında basılan Tarih IV

kitabının konuları incelendiğinde bu durum açıkça görülür. Kitaptaki konuların

bazıları şöyledir; Orta Avrupa’da Türk izleri, Şimali Avrupa’da ki Türkçülük

tetkikleri, Atilla ve Garbi Avrupa’daki Türklük, İspanya’da Türkler, Asya Tarihi

Rusya’da Türkler ve Tatarlar, Afganistan’da Türklük, İran Türkleri gibi konular

incelenmiştir69.

1-İnönü Dönemi Tarih Anlayış ve Uygulamaları

İnönü dönemi tarih anlayış ve uygulamalarını anlayabilmek için, bu dönemde

ki ders müfredatları, tarih kongreleri, kongrelerde sunulan ve kabul gören bildiriler

önemli kriterler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan ders müfredatları, gelecek

nesillerin tarih anlayışlarını şekillendirmesi bakımından önemlidir. Diğer yandan

ders müfredatlarını etkileyen en önemli husus kongrelerde sunulan bildirilerin ders

müfredatlarına yansıması olmuştur.

a-Ders Müfredatları ve Kitapları

Ders kitapları Milli Eğitim Bakanlığı tarafından basılmış ve müfredatları da

yine bakanlık tarafından belirlenmiştir. Ortaokul ve lise düzeyinde okutulan tarih

ders kitapları oldukça hacimlidir. 1941 yılında Milli Eğitim Bakanlığı, Talim Terbiye

Heyeti tarafından 1941’de üçüncü baskısı yapılan ve “Orta Zamanlar” başlığı ile

çıkan Tarih II kitabı, 400 sayfadan meydana gelmektedir70. Kitap incelendiğinde

Ortaçağ ile alakalı olarak incelenmeyen konu başlığı hemen hiç kalmamıştır.

Konuların geniş ve ezbere dayalı olmasından dolayı tarih dersleri öğrenciye

69 Tarih IV ders kitabı olarak TTK tarafından yazılmıştır, İstanbul 1934, “İçindekiler” kısmından 70 Kitabın konuları şunlardır; 1-Orta Zamanlarda Avrupa (Roma alemi, Galya, Roma galyası, Germenler) 2-Türk Alanlar ve Avrupa’yı istilası 3-Avrupa Hun İmparatorluğu 4-Asya Akhunlar Devleti 5-V. Asırda Avrupa 6-Türk Avar İmparatorluğu 7- VI. Asırda Şarki Roma İmparatorluğu 8-Asya Göktürk İmparatorluğu 9-Türkişler Devleti 10-Karluk Devleti 11-Uygur Devleti 12-Garbi Asya ve Şarki Avrupa Türk devletleri( Hazarlar, Bulgarlar, Macarlar, Pecenekler, Oğuzlar, Kumanlar) 13-Avrupa’ya Göçler 14-İslam Tarihi Doğuşu Gelişimi, Endülüs Emevileri dahil olmak üzere 15-İlk Müslüman Türk Devletleri 16-Karojen İmparatorluğu, 17-Normanlar 18-Alman Dukalıkları 19-Papalarla İmparatorlar Mücadelesi 20- XI. ve XII. asırda Hıristiyan Derebeylikleri 21-Büyük Selçuklu İmparatorluğu 22- Orta Zamanlarda Anadolu’nun Türk Devletleri 23-Haçlı Seferleri 24-Karahitay Devleti 25-Harzemşahlar 26-Türk Moğol İmparatorluğu, 27-Mısır Suriye Türk Devletleri 28-Anadolu Türk Beylikleri 29-Anadolu Türk Devletlerinde Türk Medeniyeti 30- Orta Zamanda Hint Alemi 31-Müslüman Türkler İdaresinde Hindistan 32-Timurlular 33-Hindistan da Babür İmparatorluğu. Bkz., Tarih IV, İstanbul 1934.

Page 84: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

75

sevdirilememiştir71. Bu durum pek çok bilim adamı tarafından eleştirilmiştir. Mesela

Dr. Ziya Talat, okullardaki tarih müfredatlarını inceledikten sonra birkaç açıdan

mahzurlarını belirterek, kitapta okutulan müfredatta bilgi fazlalığının olduğunu, her

şey “şu olsun” “bu da olsun” mantığı ile yerleştirildiğini belirtmiştir. Halbuki Talat’a

göre tarihi hadiseler kronolojik olarak sunulmamalı, maddi kuvvetin tarihi seyir

içindeki durumu vurgulanmalı, cesur kahramanların hikayelerine yer verilmeli ve

bütün bunlar çocuğun ruhuna göre olmalıdır72.

Aynı dönemde tarih öğretimi için en büyük sıkıntı, tarih araç ve gereçlerinde

yaşanmaktadır. Bunların başında da tarih atlaslarının yetersizliği gelmektedir. Bu

husus eğitimciler tarafından eleştirilmiş, fakat gelen eleştiriler 1947 yılına kadar

ciddi anlamda muhatap bulamamıştır. Diğer yandan öğrencilerin faydalanabilecekleri

tarih kaynak kitapları henüz tam anlamıyla yazılmış yada yeni alfabe ile basılmış

durumda değildir73. Ders kitabı yazanlar zaman zaman objektif olamamışlar, milli

duygularımızı besleyecek derecede kahramanlıklara yer verilmemiş ve gerçekler tam

değeriyle ve canlı bir şekilde ifade edilmemiştir74.

1944’te tarih, coğrafya ve yurttaşlık bilgisi programlarının yenilenmesi

kararlaştırılmıştır. Bu amaçla pek çok okuldaki öğretmenlere ve idarecilere fikirleri

sorularak görüş ve önerileri istenmiştir. Gazi Eğitim Enstitüsü öğretmenlerinden Fuat

Gündüzalp, bu konuda öğretmenlerin de görüşlerini alarak bir rapor hazırlamış ve

Bakanlığa göndermiştir. Tarih ders müfredatının, öğrencileri ezbercilikten kurtararak

71 O dönemde yapılan bir araştırmayla ezber konusunda kız öğrencilerin erkelerden daha başarılı oldukları ortaya çıkmıştır. Konuların geniş ve ezbere dayalı olmasından dolayı tarih dersleri öğrenciye sevdirilememiştir F. Mory, “Tarih Öğretimi”, Öğretmen Dergisi, Ceviren Şükrü Selçikoğlu, Aralık 1950, s. 19. 72 Ziya Talat, “Okullarımızda Milli Tarih Öğretimi”, Çığır mecmuası, C. XIII, S. 125, Nisan 1943, s. 95. 73 Hüseyin Namık Orkun, atlas yokluğu konusunda, “bir tarih dersi, bugünkü durumu gösteren bir duvar haritası karşısında değil, tarihi bir haritanın karşısında verilmeli ve öğrencilerde ayrıca ellerindeki tarih atlaslarından faydalanmalıdır” der. Müfredatın ağırlığı konusunda ise yazar, “bizde tarih öğretimi öğrencinin tamamıyla hafızasına yüklenmekte ve öğrenci hafızasını yorarak bu derste muvaffak olmaya çalışmaktadır’ diyerek eleştirmektedir. Hüseyin Namık Orkun, “Okullarımızda Tarih Öğretimi”, Ülkü mecmuası, Ocak 1947, s. 15. 74 Fahri Çavuşoğlu makalesinde şöyle yazar, “o zaman okullar için yazılan 4 ciltlik tarih kitabının Osmanlı tarihine ait kısmında devşirme ve yeniçeri teşkilatının Orhan Bey zamanında kurulduğu gösterilmiştir. Atatürk bu iddiayı yapan zata bunun doğru olamayacağını, bir yıl evvel kurulan yeniçeri teşkilatının bir yıl sonra Müslüman olarak faaliyete iştirak ile ilk Anadolu fetihlerinde amil olamayacaklarını ve ortada henüz Rumeli fetihleri olmadığından, esir elde edip yeniçeri yapmanın da imkan dâhilinde bulunmadığını beyan ederek bir gerçeği öğretmiş”. Çavuşoğlu’na göre, Osmanlı Devlet sistemini tam anlamıyla kavrayamadığı zira yeniçerilerin esirlerden olmadığı muhakkaktır. Bkz., Fahri Çavuşoğlu, “Ortaokul Tarih Kitapları”, Ülkü mecmuası, Nisan 1947, s. 12..

Page 85: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

76

daha pratik ve anlaşılır olması için öneriler yapılarak, umumi tarih kavramları yerine,

şahıs vakaları üzerinde durulmasının çocuk psikolojisine uygun olduğunu

vurgulanmıştır. Ona göre, ilkokuldaki çocukları şahıslar daha çok ilgilendirmektedir.

Tarih, şahısların etrafında meydana gelen olaylara bağlı olarak anlatılmalıdır. Tarihte

anlatılacak küçük ve canlı bir vaka yüzlerce sayfalık kuru sözden daha iyidir75. Diğer

bir eleştiri noktası da, tarih-coğrafya ve yurttaşlık dersleri arasındaki bağlantı

eksikliğidir. Fuat Gündüzalp’e göre, her üç ders birbirinden ayrılmaz bağlarla

bağlıdır. Bu derslerden herhangi birinin müfredatı hazırlanırken mutlaka diğerlerinin

de göz önüne alınması gerekmektedir. Yazarın eleştirisinin belki en önemlisi bu

programların hayatlarında pedagoji dersi görmemiş, tarih ve coğrafya öğretmenleri

tarafından hazırlandığı, dolayısıyla çocuğun öğrenme seviyesine inilemediğidir76.

Hazırlanan yeni program ancak 1948’de okullara gönderilmiş, program

hazırlanırken öğretmenlerin hazırlamış oldukları raporlar dikkate alınmamıştır.

Bundan önceki programlarda köy ve şehir hayatına uygun olmak üzere çift program

yapılmışken, bu program, her tip okul için tek program olarak hazırlanmıştır.

1942 yılının II. yarısından itibaren yeni tarih kitapları yazılmaya başlanmıştır.

Bunlar hacim olarak küçültülürken içeriklerinde değişimler yaşanmamıştır77. Fakat

öncesi ve sonrasında eleştirilen bu kitapların hazırlanışı esnasında sadece tarihçilerin

değil, eğitimcilerin de bulunması konusuna dikkat edilmemiştir. Mesela TTK

tarafından yazılan ve okullarda okutulmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı tarafından

basılan Tarih IV kitabı, gerek hacim ve gerekse konuları itibari ile incelendiğinde

ders kitabı olmaktan ziyade kaynak niteliğindedir. Kitabın I. kısmında, I. Dünya

Savaşı, Osmanlı Devleti’nin durumu, İstiklal Savaşı ve Cumhuriyetin kuruluşu, II.

kısımda Lozan’dan 1934 yılına kadar icraatlar yer almıştır. Kitap 390 sayfa olarak

hazırlandığından, ortaokul öncesi için oldukça hacimli bir ders kitabıdır78. On yıl

75 F. Mory, a.g.m., s. 20. 76 Fuat Gündüzalp, “Tarih- Coğrafya- Yurttaşlık Bilgisi”, Öğretmen dergisi, S.17, Mart 1949, s. 5-7. 77 1932 tarihinde yazılan ve lise ders kitabı olarak kabul edilen kitap, yaklaşık 400 sayfa iken bu dönemde yazılan kitap 200 sayfaya kadar düşmüştür. Bkz., Arif Müfit Mansel, Cavit Baysun, Enver Ziya Karal, Yeni ve Yakın Çağlar Tarihi Lise III. Bu kitap 17.7.1742 tarih ve 222 sayılı TTK kararı ile ders kitabı olarak kabul edilmiştir. Maarif Vekâleti Matbaasında basılmıştır. İstanbul 1942. 78 Tarih IV, T.C. TTK tarafından yazılmıştır, İstanbul 1934’de yazılmasına karşın kitap 1945’lere kadar okullarda ders kitabı olarak okutulmuştur.

Page 86: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

77

boyunca okutulacak olan tarih kitapları pedagojik ve içerik açısından değişmemiştir.

Sadece yeni değişiklikler olarak içine haritalar konulmuştur79.

Ders kitaplarına yönelik eleştiri ve görüşler kimi aydınlar tarafından

kamuoyuna taşınmıştır. Bu aydınlardan birisi de Nihal Atsız’dır. Ona göre, Osmanlı

devleti ve şahsiyetleri üzerinde yazılan olumsuz ifadeler ders kitaplarının içeriğine

girmiştir. Halbuki tarih dersleri okutmakla güdülen gayelerden biri gençlere vatan ve

millet sevgisi aşılamaktır. Bu işin hiç yalan söylemeden gerçekleri değiştirmeden

yapılması gerekmektedir. Mesela II. Abdülhamit, yazılan bir şiirde vahşi, gözü

dönmüş, kana susamış bir cani gibi gösterilmiş ve onun tahttan indirilişi övgü dolu

şiirlerle anlatılmıştır80. Ona göre, Osmanlı ocağında bir iki tane çılgın, bir iki tane

iktidarsız insan çıkmışsa, onların hepsini birden reddetmek mantık işi değildir.

Osmanlı hanedanı Türk tarihindeki ailelerin en büyüğüdür. Tarihi vazifesini yapıp

çekilmiştir. Okul kitaplarında Osmanlı Tarihini küçük gören, padişahları aşağılayan

bu hadiseler milli terbiye bakımından büyük tehlikedir. Yazar geçmişin değerlerine

saygıyı milliyetçiliğin ve ahlakın baş şartı olarak kabul ederek, Türk milletinin

“Kökü mazide olan âti” olduğunu belirtmiştir81.

Diğer yandan 1939-46 arasında basılan tarih kitaplarında İnönü, “Şef” olarak

nitelendirilmiş ve konuşmalarından iktibaslar yer almıştır. Bu kitaplara en güzel

örnek, Enver Ziya Karal’ın yazdığı “Türkiye Cumhuriyeti Tarihi”dir. Aynı dönemde

Tarih öğretiminde Yunan ve Roma Tarih ve Medeniyeti ağırlıklı olarak ders

79 Bu husus eserin mukaddime kısmında şöyle açıklanır “bu basılışta esası taalluk etmemek üzere bazı ufak değişmeler olmuş, haritalar tedrisatta daha kullanışlı olmak üzere kitabın sonuna ve metin dışına alınmıştır”. Bkz., “Basılış Mukaddimesi”, Tarih II , İstanbul 1934, s. 4. 80 Nihal Atsız’ın eleştirdiği ve müellifi belli olmayan şiir şöyledir; Öğren yavrum ki on temmuz bayramların en büyüğü, Esir millet böyle bir gün zinciri kırdı söktü, Ondan evvel geçen günler, bilsen yavrum ne siyahtı Milletin her iyiliğini düşünecek padişahtı

Hâlbuki o zaman sultan, insan değil, canavardı, Canlar yakar, kan dökerdi, millet ondan pek bizardı! .Şiir için bkz., Nihal Atsız, Türk Tarihinde Meseleler, İstanbul 1997, s. 81. Bu koya ilişkin başka bir örnekte ise Ali Canip Yöntem tarafından yazılan ve liselerin dokuzuncu sınıfında okutulan “Edebiyat” adlı kitabının “Siyasi Tanzimat” bölümünün 185. sayfasında şöyle yazılmıştır, “O aralık Abdülmecit tahta geçmişti. Bu, her Osmanlı padişahı gibi gafil ve biçare bir adamdı”. Nihal Atsız’a göre bu iddianın sahibi Ali Canip Yöntemi vatansever, hatta biraz Türkçü, ve Ömer Seyfettin ile arkadaşlık eden bir zat olarak takdim etmektedir. Bu iddiasına anlam veremediğini belirttikten sonra Osman Gazi’den başlayarak, Sultan Vahdettin’e kadar olan padişahları incelemiş ve Ali Canip’in iddialarını çürütmüştür. Esas önemli olan ve politikalar açısından değerlendirilebilecek husus, bu kitabın ders kitabı olarak kabul edilmesi ve Milli Eğitim Bakanlığıca bastırılmasıdır. Bkz., Nihal Atsız, Meseleler, s. 89-112. 81 Nihal Atsız, Meseleler, s. 112.

Page 87: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

78

müfredatlarında yerlerini almaya başlamıştır82. Mesela 1947 yılında yazılan Tarih I83

kitabında konulara göre dağılım incelendiğinde, Yunan Tarihi %40, Roma Tarihi

%40, eski Anadolu Tarihi % 8, diğer konular %8 olurken, Türk tarihi sadece

%4’lerde kalmıştır. Genel olarak tarih kitapları incelendiğindeyse liselerde okutulan

tarih bilgisinden sadece %41’i Türk Tarihi ile alâkalıdır. Bir bakıma dünya tarihi

okutularak maddi ve manevi değerleriyle Türk insanı yetiştirme yerine, hümanist

dünya vatandaşı yetiştirilmesine gayret sarf edilmiştir84. Bu gelişmeler diğer

alanlarda hızla devam eden hümanizm akımının tarih ders müfredatlarındaki

uygulamalarını oluşturmuştur.

Nihat Sami Banarlı, tarih ders kitaplarında Yunan ve Roma Medeniyeti ile İlk

Çağ Medeniyetine geniş yer ayrılmasını,“Tarih ilminin kesin olarak bizim mazimize

mal etmediği medeniyetlerin tarihini, biz, hele ilk ve orta tedrisatımıza koyarak

çocuklarımızı şüpheye düşürmeyelim”85 sözleri ile eleştirmiş ve ihmal edilen

Osmanlı Tarihinin lüzumundan bahsetmiştir. Durum üniversite eğitiminde de farklı

değildir yani hümanizm anlayışıyla Yunan ve Latin tarihi ağırlıklı olarak

öğretilmiştir. Diğer yandan DTCF’de tarih bölümü eski çağlar, orta çağlar ve yeni

çağlar olarak ayrılmıştır.Osmanlı tarihi konusunda çalışmalar yapmış olan ve o

dönemde DTCF’de öğretim üyesi olan Halil İnalcık’ın teklif etmiş olduğu Osmanlı

Tarihi kürsüsünün açılması teklifine dönemin fakülte yönetimi karşı çıkmıştır86.

1937 yılından itibaren giderek artan bir tempo ile Osmanlı Tarihi

araştırmalarına hız verilirken, İnönü dönemde bu araştırmalar siyasi tarih ile sınırlı

kalmıştır. Gerçi Dördüncü Maarif Şurasında “Sümer ve Eti Medeniyeti gibi, Selçuklu

ve Osmanlı Medeniyetinin de çağdaş tarihte müstesna ve mümtaz yeri vardır”87

ifadesi ile ihmal edilen yakın dönem tarih araştırmalarına yeniden hız verilmesi fikri

82 Nevzat Köke, a.g.t., s. 235. 83 Bu kitap Emin Oktay ve Niyazi Akşit tarafından yazılmış ve 35 yıl hiç değişmeden okullarımızda ders kitabı olarak okutulmuştur. 84 Murat Hancıoğlu, Tek Parti Dönemi Tarih Anlayışı ve Öğretimi(1931-1950), Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 235. 85 Dördüncü Maarif Şurası, İstanbul 1999, s. 82. 86 Halil İnalcık hatıralarında kendisinin profesör olduktan sonra Osmanlı tarihi kürsüsünün açılması için teklifte bulunduğunu, fakat dönemin fakülte yönetiminin bu işe karşı çıktığını açıklamaktadır. İnalcık bu karşı çıkışı, “Amerika’da Amerikan tarihi okutulmayan bir üniversite bulamazsınız” diyerek eleştirmektedir. Bu açıklamalar için bkz., Halil İnalcık, Tarihçilerin Kutbu “Halil İnalcık Kitabı”, Söyleşi Emine Çaykara, İstanbul 2006, s. 72 87 Dördüncü Maarif Şurası, İstanbul 1999, s. 68.

Page 88: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

79

benimsenmişse de, Osmanlı Tarihinin ekonomik kültürel boyutu ihmal edilmiş,

siyasi tarih alanında yapılan araştırmalar da müfredat programlarına girmemiştir.

Dolayısıyla tarih ders müfredatlarında öğrencilere hümanizm düşüncesi verilmek

istenmiştir.

b- Hümanist Anlayışın Tarih Kongrelerine Yansıması

İnönü dönemi tarih anlayışını ortaya koyabilmek için tarih ders

müfredatlarının yanı sıra, bu dönemde toplanan Tarih Kongreleri de ayrıca

önemlidir. Çünkü bu kongrelere sunulan rapor, tebliğ, görüş ve öneriler büyük

oranda resmi görüşü yansıtmış, buradan çıkan kararlar doğrultusunda ders kitapları

şekillenmiş ve hümanist politikalar ışığında tarih anlayışı, topluma benimsetilmeye

çalışılmıştır. Bu dönem tarih anlayışı Batı kültürüyle bütünleşme sağlayarak,

hümanist yapılanmayı öngörmüştür. Türk hümanizmi, ortak bir tarih bilinci etrafında

tarihin merkezine Anadolu’yu koyarak Batı uygarlığının doğuşunu bu topraklara

bağlayan bir tarih yorumu sunmak istemiştir. Bu çerçevede varolan kültürü yeniden

yapılandırarak, Batıya hayranlık duygularıyla bağlı bir millet anlayışı çerçevesinde

evrensel bir kültür yaratmayı amaçlamıştır. Bu amaçla dinsel öğelerden kendini

kurtaran bir kültür atmosferi de geliştirilmek istenmiştir88.

III. Tarih Kongresi, araya II. Dünya Savaşı’nın girmesinden dolayı ikinci

kongreden altı yıl sonra toplanabilmiştir. Kongreye katılım Savaştan dolayı ulusal

düzeyde kalmış, yabancı bilim adımlarının pek çoğu toplantılara iştirak

edememişlerdir89. Kongre DTCF kongre salonunda İnönü’nün katılımıyla

başlamıştır. İkinci kongre ile üçüncü kongre arasında geçen altı yıllık zamanın

çalışma raporu, değişik dallardaki bilim adamları tarafından hazırlanmıştır90.

1940’lı yıllarda ki tarih anlayışı kısmen Atatürk dönemin tarih anlayışının

devamı mahiyetindedir. Yani eski çağlarda Anadolu’da yaşayan insanların

kafataslarının incelenmesi için kazı çalışmaları yapılmış, böylece brakisefal kafatası 88 Barış Karacasu, a.g.m., s. 335 89 “Kongre Çalışma Özeti”, III. Türk Tarih Kongresi, Kongreye Sunulan Tebliğler 15-20 Kasım 1943, Ankara 1948. 90 Çalışma raporunda bu durum şu cümlelerle açıklanmaktadır, “biz şuna kainiyiz ki yurdumuz tarihi çağlardan itibaren bugün Türkiye’de yaşayan Türk halkının cedlerine, yurt olmuştur. Siyasi hâkimiyet zaman zaman değişiklikler göstermiş olabilir ve devlet isimleri ayrı namlarda anılmış olabilir, fakat esas olan halk daima aynı karakteri taşımıştır. Selçuklu Türkleri, Farisi yazmalarına rağmen ne kadar Türk idi iseler, Etilerde o kadar Türk aslındandılar. Hafriyat işlerimiz bunları aydınlatmıştır ve daha da teyit edecektir”. Bkz., “Kongre Çalışma Özeti”, III TTK, Kongreye Sunulan Tebliğler, s. 44-45.

Page 89: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

80

yapısına ait beyaz ırkın mevcudiyeti ispat edilmek istenmiştir. Bu çalışmalarla Ön

Asya’nın eski bir Türk yerleşim yeri olduğu tezi savunulmuştur. Burada kurulan

medeniyetlerden Etiler hakkında, “Etilerin içinde fazla miktarda brakisefal unsurları

ihtiva eden yeni bir kavim olduklarına işaret etmektedir”91denilerek bu medeniyetin

Türk olduğu vurgusu yapılmıştır. Diğer yandan kazılarda Türklerin çeşitli

uygarlıklarla bağlantıları kan bağı ile de açıklanmıştır. Bu amaçla Nermin Aygen

kongreye, “Türklerin Antropolojik Tarihleri Bakımından Kan Grupları Hakkında”

konulu tebliğini sunmuştur. Yapılan çalışmalar sonucunda, kan olarak da Türklerin

Avrupalılara benzediği vurgulanmıştır92.

Bu bildirilerde Atatürk döneminden farklı olarak, Türklerin Ön Asya ve Orta

Asya bağlantılarının yanı sıra, ne kadar Avrupalı olduğu “kan” bağı da göz önüne

alınarak anlatılmaya çalışılmıştır. Avrupa kültürünün temelini teşkil eden Yunan-

Latin kültürü ile Türklerin akrabalığı ve Türklerin köken itibari ile Avrupa medeniyet

ve kültürünün asli unsuru olduğu belirtilmiştir. Mesela Reşit Saffet Atabinen

sunduğu tebliğde Türklerin Anadolu’da Troyalılar’dan çıkma bir millet olduğu

hakkında orta çağda, hatta 17. yüzyılda yaşayan bir efsanenin varlığını iddia etmiştir.

Bu efsaneye göre, Troya’nın düşmesini müteakip dağılan Troyalılar’dan bir kısmı

Trakya ve Makedonya dolaylarına geçmişler ve bunlar arasından bir kabile, başına

Torguotuıs isminde bir hükümdar geçirmiş, bu hükümdara tabii olanlar Torgui,

Turgui, Torci adını almışlardır. Atabinen, bu iddialarını dil ile de kuvvetlendirmek

istemiştir. Ona göre, İlyada’nın yazıldığı dil Asyalaşmış ve Asya dili ile karışmış bir

Helen lisanıdır. Homeros da Troyalıları aynı ırktan bir millet değil, Asya’nın bir çok

yerlerinden toplanmış, çeşitli milletlerden meydana gelmiş, bir Asya topluluğu olarak

kabul etmiştir. Bu tebliğe göre Sırbistan Kral hanedanının soyadı da Avar manasına

gelmektedir. Dolayısıyla bugün Avrupa’daki Sırplarda Türk’tür. Atabinen tebliğinde,

Fatih’in Papa’ya yazdığı varsayılan mektuptan bahisle, “İtalyanlarla aynı asıldan

91 Süleyman Şenyürek, “En Eski Anadolu Halkının Kroniyolojik Tetkiki”, III. TTK Sunulan Tebliğ, s. 204-212. 92 Bu konuda çalışma yapan sadece Nesrin Aygen olmamıştır. Bazı araştırmacılarda aynı konuda çalışmalar yapmış ve sonuçlarını kongreye sunmuşlardır. Bunlardan bir kaçı şöyledir; Şevket Aziz Kansu, “Kan Grupları Hakkında”, Tıp Fakültesi Memuası, İstanbul 1931, No. 5–6, Prof. Dr. B. Raun- Ethem Babacan, “Türklerde Kan Grupları ve Antropolojik Ehemmiyeti”, Türk Fiziki ve Tabii İlimler, Bildiri Arşivi, İstanbul 1936-1937-1938, s. 5-6, Sadi Irmak, “Türk Irkının Biyolojisine Dair Araştırmalar, Kan Grupları ve Parmak İzleri”, II. TTK, İstanbul 1937, diğerleri için bkz., III.TTK, Ankara 1943, s. 286-287.

Page 90: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

81

olduğumuz ve onlar gibi Rumlardan Hektor’un kanının intikamını almakla

menfaatim olduğu halde, İtalyanların aleyhime kalkmalarına ve Rumları bana karşı

himaye etmelerine hayret ediyorum” tarzındaki ifadesi ile Türklerin Avrupa kökenli

olduğunun 16. yüzyıl kanıtları arasında bulunduğunu iddia etmiştir. Fakat iddia

edilen bu mektup hâla ele geçmiş değildir93.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi hocalarından Yusuf Ziya da Saffet

Atabine’in görüşleri doğrultusunda fikirler ileri sürmüştür. Yunanlıların Türklerle

yakın bağlarının olduğu, bu bağların da Türklerin çok eski çağlarda Yunanistan’ı

istila etmeleri üzerinde durmuştur. Böylece Yunan dili ve Medeniyeti bu Türklerden

kalmıştır. Yusuf Ziya, Yunan ilahlarının da eski Türk ilahları olduğunu iddia ederek,

Yunan-Latin medeniyetinin köklerini Türklere bağlamak istemiştir. Bu bildirilerden

çıkan en önemli sonuç, hümanist yaklaşımlar göz önüne alınarak, Yunanlıların Türk

olduğu fikridir. Bu kongrede ortaya çıkan ilmi eserlerin sayısal verileri

incelendiğinde yaklaşık kırk tebliğin Ön Asya ve Mısır’da kurulan medeniyetler ile

Türkler arasındaki bağları incelemiş olması, ortaya koymuş olduğumuz iddiayı

kuvvetlendirmektedir94.

Diğer yandan IV. Tarih Kurultayı Kasım 1948’de toplanmıştır. Kongredeki

en büyük değişiklik Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı görevinden alınarak

yerine Tahsin Banguoğlu’nun getirilmiş olmasıdır. Bu değişiklik, takip edilen tarih

politikalarına da yansımış, hümanist tarih anlayışı kabul görmekle beraber, bilimsel

temellere dayanan tarih görüşü ağırlık kazanmaya başlamıştır. Banguoğlu, IV Tarih

Kongresinin açılış konuşmasında Yunanlıların Türk olduğu iddialarından

93 Saffet Atabinen, “Türklerin Avrupalılarla Müşterek Troya Menşeleri Meselesi Efsanesi Üzerine Araştırma”, III.TTK Sunulan Bildiriler ,s. 543-556. 94 Bu bildirilerin yanı sıra, Osmanlı Tarihi’nin çeşitli dönemlerine ait yirmiye yakın tebliğ sunulmuştur. Beş adet makalede Selçuklu Tarihi araştırma sonuçları olarak yayınlanmıştır. Yayınları yapanlar Cumhuriyet Türkiye’sinin önemli ve ilk tarihçileri olması bakımından ayrıca değerlidir. Bu tarihçiler; Anadolu Selçuklu Tarihi İle İlgili Mükrimin Halil Yinanç, M.Fuat Köprülü, Çağatay Uluçay, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Faik Reşit Unat, Halil İnalcık, Neşet Çağatay, Lütfi Barkan gibi Cumhuriyet döneminin önemli tarihçileri de Osmanlı Tarihi’nin çeşitli dönemlerine ait tebliğler sunmuştur. Sunulan tebliğler ve kongre programı için bkz., III. TTK, Ankara 1943. Türklerin Yunanlı olduğu, yada Yunanlıların da Türk olduğu görüşüne muhalif görüşler ileri süren tarihçilerde olmuştur. Bunlardan birisi Fuat Köprülü’dür. Yalçın Küçük, Fuat Köprülü’nün, Atatürk döneminde başlayan “Resmi Tarih Tezi”ne muhalefetini 1940’lı yıllardan itibaren daha aktif olarak savunduğunu, Onun bu eleştirilerinin sonucunda Osmanlı Tarihi’ne yönelik araştırmaların yapıldığını iddia eder. Bkz., Yalçın Küçük, “Cumhuriyet Dönemi Aydınlar ve Dergileri”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C. I, . İstanbul 1983, s. 140.

Page 91: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

82

vazgeçilerek, sadece Anadolu’yla ilgili Atatürk dönemi tarih politikalarına

dönüleceğinin işaretlerini vermiştir95.

IV. Tarih Kongresinde çıkan sonuçlar Tarih Kurumu yayınlarına da

yansımaya başlamıştır. 1948’de TTK yayınları incelendiğinde, Selçuklu Tarihi ve

Osmanlı Tarihi ile ilgili yayınların artmış olduğu gözlenir. Bu dönemde TTK’da

basılmış olan kitaplardan sadece 14 tanesi Eski Çağ tarihi ile ilgilidir96. Kasım

1948’de yapılan IV. Tarih Kongresinden sonra Belleten de yayınlanan muhtelif

makalelerde İlkçağ medeniyetlerinden olan Hititlere ait kazı çalışma raporları

yayınlanmıştır. Bu kazılarda üzerinde durulan nokta, mezarlarda bulunan insan

iskeletine yönelik “kafatası” araştırmaları olmuştur. Bunların Türk oldukları iddiası

zayıflamakla beraber hâlâ resmi görüş olarak devam ettirilmeye çalışılmıştır97.

Diğer yandan bu dönemde yakın tarih açısından en önemli gelişmelerden biri

de İnkılap Tarihi Enstitüsünün kurulmasıdır. İlk İnkılâp Tarihi dersleri, 1933’te

Zeynep Hanım Konağı’nda eski Edebiyat Fakültesi’nin ahşap konferans salonunda,

Mahmut Esat Bozkurt, Recep Peker ve Yusuf Kemal Tengirşek gibi bilim

adamlarının katılımıyla verilmeye başlanmış, Esat Bozkurt’un dersleri radyodan da

verilerek halkın istifadesine sunulmuştur98. İlerleyen yıllarda dersin daha düzenli

halde eğitim camiasına sunulması kararlaştırılmıştır. Bu konuda İnönü, TBMM’de

yaptığı konuşmada, “mevzular etrafında incelemeler yapmak ve yaymak üzere ayrıca

birde İnkılap Tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti Enstitüsü kurulması kararlaştırılmıştır”

95 Tahsin Banguoğlu’nun “IV Tarih Kongresindeki Açış Nutku”, Ayın Tarihi, 1-30 Kasım 1948, S. 180, s. 42–43. 96 TTK Yayınları Kataloğu, Belleten, C.XII, S. 45, Ocak 1948. Bu arada TTK Resmi bilimsel dergisi olan Belleten’in 1940 Kasım’ından itibaren çıkan nüshalarının, makalesi ve hangi dönem ait oldukları incelendiğinde; yayınlanan makalelerin yaklaşık 163 tanesi İlk Çağ Anadolu Medeniyetlerine ait olan araştırmalardır. Yaklaşık 85 makale Osmanlı Tarihi ile ilgili olanıdır. 15 tanesi ilim tarihi ve bunun yanında Selçuklu Tarihi ve Beylikler dönemine ait araştırmalara da yer verilmiştir. Belleten dergisinde çıkan (1940–1948) makale etüt, rapor, vesika, tercüme bibliyografya, haber ve levhaların ayrıntılı dökümleri için bkz., Belleten sayıları 15- 48 arası, C. IV den C. XII ye kadar 97 Bu makalelerden belli başlıcaları şunlardır; Ş. Aziz Kansu- Seniha Tunakan, “Karaoğlan Höyüğünden Çıkarılan Eti, Friğ ve Klasik Devir İskeletlerinin Antropolojik İncelemesi”, Belleten C.XII., S. 48, s. 759. Bahadır Alkım, “Karatepe Kazısının Arkeolojik Sonuçları”, Belleten, C. XII, 48, s. 533, , Muzaffer Şenyürük, “TTK Adına Yapılan Karahöyük Kazısından Çıkarılan Kafataslarının Tetkiki”, Belleten, C. XIII, S. 49, Ocak 1949, s. 1, Seniha Tunakan, “TTK Alacahöyük Kazılarında Şimdiye Kadar Çıkarılan İskeletler Üzerinde Yapılan İncelemelerin Bibliyografyası”, Belleten C. XIII, S. 50, Nisan 1949, s. 339, M. Süleyman Şenyürek, “Alaca Höyükte Bulunan Üç Kafatasına Ait Bir Not”, Belleten C.XIV, S. 53, Ocak 1950, s. 57. 98 Mahmut Esat Bozkurt, Recep Peker, Yusuf Kemal Tengirşek, İlk İnkılâp Tarihi Ders Notları, Hazırlayan Oktay Aslanapa, İstanbul 1997, s. 9

Page 92: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

83

diyerek enstitünün kurulacağını açıklamıştır. 1943’te Milli Eğitim Bakanlığı,

enstitünün iç talimatını yayınlayarak genel çalışma planı ve dersin müfredatı ile ilgili

kitapçık hazırlamıştır. Böylece Talim ve Terbiye Heyetinin 351 Sayılı kararı ve 5

Kasım 1943’de Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in onayı ile enstitü’nün

kurulması gerçekleşmiştir99.

Enver Ziya Karal, enstitünün kuruluş amacını, Türk vatanının çok çetin

şartlar altında kurulmasından dolayı, büyük Şeflerimizle, milletin elbirliği içinde

çalışması, Türk toplumuna medeni inkılâp merhalelerinin anlatılması ve Cumhuriyet

rejiminin sağlam ve sıhhatli bünyesinin kavratılması olarak açıklamıştır. Karal,

enstitünün iki mühim çalışma aracı olarak ta kütüphane ve arşivi göstermiştir. Ona

göre İnkılâp Tarihimizin mümkün mertebe tarihi hakikate uygun ve noksansız olarak

yazılması bu sayede mümkün olacaktır100.

Enstitü doğrudan Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmış, bütün vatandaşların

yardımından faydalanması esası benimsenmiş ve yardım yapanlara “Türk İnkılâp

Tarihi Enstitüsünün Fahri Azası”101 unvanı verilmesi kararlaştırılmıştır. İç

talimatnamenin IV. maddesiyle enstitünün ilmi danışma ve yönetim kurulu

oluşturulmuştur. On dokuzuncu madde ile Cumhuriyet Tarihi alanında kitap yazan

müelliflere de Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsünün “Fahri Azası” unvanın verilmesi

kararlaştırılmıştır. Çalışma planları arasında Cumhuriyet dönemine ait kütüphane,

müze, arşiv kurulması ve bu alanda konferanslar verilerek, araştırmaların yapılması

vardır. Kurulacak kütüphanenin iki bölüme ayrılması, I. bölümde, 18. yüzyıldaki

yenileşme hareketlerinden milli mücadeleye kadar olan evrak ve eşyanın toplanması,

II. bölümde ise, Milli Mücadele ile başlayan, inkılâplarla devam eden sürecin ele

alınması kabul edilmiştir.

99 Ankara Dil Tarih-Coğrafya Fakültesine bağlı bir “İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nün Kurulması Hakkındaki” kanun,15 Nisan 1942 tarihinde ve 4204 sayılı yasayla kabul edilmiştir. Görevleri de şu şekilde açıklanmıştır; 1-İstiklal savaşı ve Türk inkılâbı ve Türk rejiminin dayandığı esaslar hakkında her türlü araştırmayı yapmak 2-Bu konularla ilgili belgeleri ve yayınları toplamak kütüphaneler meydana getirmek 3-Türk İnkılâbını memleket içinde ve dışında tanıtmak. Bu konu ile alakalı olarak şahısların elinde bulunan evrak ve belgeleri enstitüye bağışlayanların isimleri “şeref defteri”ne kaydedilerek “şeref diplomaları”nın verilmesi kararlaştırılmıştır. Bkz., Maarif Vekilliği, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara 1943, s. 9. 100 Enver Ziya Karal, ‘Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü”, Ülkü mecmuası, S. 5, Ankara 1941, s. 6-7. 101 Maarif Vekilliği, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, s. 9.

Page 93: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

84

Ayrıca kurulacak müzede bulundurulması istenen, “İnkılâp Adamları”

bahsinin (b) bendinde “Milli Şef için, Ebedi Şef Atatürk için yapılan plan dâhilinde

Milli Şef’e ait eşyanın tertibi” maddesi ile İnönü unutulmamıştır. Dersin müfredatın

da ise, “Lozan Sulhu” maddesinde İsmet Paşa’nın şahsiyeti, Lozan’a kadar askeri ve

siyasi alanlarda başarılarının anlatılması kararlaştırılmıştır. Ayrıca Cumhuriyetin

yapısı kısmında “Milli Şef’in rejimin yapısında, mecliste, partide ve millette mevkii

anlatılacaktır”102 ifadeleriyle İsmet İnönü’ye de yer ayrılması kararlaştırılmıştır.

İnönü döneminde özellikle 1940-46 yılları arasında uygulanan tarih

politikaları, 1946 yılından sonra kamuoyunda tartışılmaya başlanmış ve bu kapsamda

İnönü dönemi tarihçiliği ve tarih müfredatı sorgulanmıştır. Getirilen eleştiriler

sonucunda İslam öncesi ve sonrası Türk tarihi hakkında önemli makaleler yazılmaya

başlanmıştır. 1948’den sonra Türk tarihinin belli bir kesiti değil, bütün dönemleri

inceleme kapsamına alınarak Cumhuriyet döneminin önemli tarihçilerinin yetişmesi

sağlanmıştır103.

Bu arada Türk hümanizmi yaratma ve tarih anlayışını bu çerçevede

yorumlamak isteyenler, hem Anadolu tarihine hem İslam öncesi ile sonrası Türk

tarihine farklı yaklaşımlarda bulunmuşlardır. Bu akımın önemli simalarından

Sabahattin Eyuboğlu, bu memleketi, dört yüz atlı ile Orta Asya’dan gelip fethettiğini

söyleyenlerin gerçekte bu memleketi yurt saymadıklarını belirtmiştir. Ona göre

“fetheden de biziz fethedilen de. Eriyen de biziz eriten de” diyerek Osmanlı

Devletinin kuruluşu ile ilgili savunulanları reddetmektedir. Yine hümanist tarih

anlayışına en önemli katkıyı Halikarnas Balıkçısı yaparak; “Türkler dediğimde

günümüzde Anadolu’da yurtlanmış olan bizlerin salt Selçuk ve Oğuz kanından

olduğumuz anlaşılmasın. Anadolu’yu önce âdetleri ve dinsel olduğunca ulusal

hoşgörüleri ve sonra askeri güçleriyle elde eden Türkler olsa olsa iki milyon üç

milyon insandan oluşuyordu. O zaman Anadolu’nun toplam sayısı yirmi üç

milyondu. Ataları ta Hitit ve Hititlerden önceki uluslara, Babillilere, Asurlulara,

102 Maarif Vekilliği, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, s. 28. 103 Dönemin önemli tarihçileri şunlardır, Osmanlı Tarihi, Selçuklu Tarihi ve İslam Öncesi Türk Tarihi: İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Mustafa Akdağ, E. Ziya Karal, Tayyip Gökbilgin, Osman Turan, Abdülkadir İnan, Yusuf Hikmet Bayur, Fuat Köprülü, Bahaddin Ögel, Zeki Veledi Togan, Halil İnalcık, İlk Çağ tarihçilerinden şu isimler ön plana çıkmaktadır; Ş. Aziz Kansu, Seniha Tunakan, Bahadır Alkım, Arif Müfit Mansel, Tahsin Öğüç, Sedat Alp, vs.dir

Page 94: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

85

Friğyalılara, İonia ve Dorlarla Lidyalılara ve hatta Amazonlara dayanan Anadolu

halkına Türkler karıştı ve dillerini Anadolu’ya yaydı” 104diyerek destek vermektedir.

Sonuç olarak bu dönemde Türk hümanizmi diğer bir ifadeyle Anadolu

hümanizmi meydana getirmeye çalışanlar dünya kültür ve tarihini Anadolu

uygarlığına indirgemeye çalışmışlardır.

2-Yeni Tarih Anlayışına Yönelik Eleştiriler

1946’da çok partili hayata geçiş ve demokratikleşme çalışmalarının

hızlanmasıyla birlikte, İnönü döneminde uygulanan hümanizm merkezli tarih

politikalarına karşı, alternatif tarih görüşleri ortaya çıkmıştır. Özellikle Fuat Köprülü

ve Nihal Atsız, Türklerin Yunanlı oldukları veya Yunanlıların da Türk oldukları

yönündeki görüşleri yazdıkları yazılarla eleştirmişlerdir. Köprülü bu girişimleri, ilmi

olmamakla eleştirerek, İstanbul Üniversitesi’nde bu düşünceleri okutan Yusuf

Ziya’yı, romantik tarih yazıcılığı yapmakla suçlamıştır. Bu girişimleri de, Batı

sömürgeciliğinin ideolojisi olan ırkçılığa karşı, doğulu milletlerin gösterdiği bir tepki

olarak açıklamıştır105.

Nihal Atsız ise, Türklerin Avrupalı kavimlerden olduğu, Anadolu’nun

tapusuna sahip olma ve Anadolu’da kurulan ilk medeniyetlerin “Türk olduğu”

iddialarına, “hâlbuki bir memleketin tapusuna malik olmak için mutlaka ilk ahalisi

olmak lazımdır diye düşünmek boşunadır. Böyle olunca bugün var olan milletlerin

hemen hepsinin yaşadığı topraklarda yabancı sayılmaları gerekir. Hele

Amerikalıların durumu büsbütün güçleşirdi. Sonra Hititler Türk olsa bile, onlar

ortadan kalktıktan iki bin yıl sonra aynı topraklarda kurulan yeni Türk devletlerinin

eskinin devamı sayılamaz” diyerek İnönü dönemi tarih anlayışını kabullenmediğini

açıklamıştır. Onun ısrarla vurguladığı, Türk tarihi konusunda yaşanan ikiliklerin

mutlaka bir an önce giderilmesidir. Bunun nasıl yapılacağını da tarih konusunda

“toplanacak ilmi bir kongre olmalıdır” diyerek açıklar106.

104 Barış Karacasu, a.g. m., s. 339-340. 105 Bu iddiaların başka milletlerde olduğunu ispat etmiştir. Mesela Japon bilgini Kamu Mabuti (1698-1769) Japon-Çin dillerini mukayese ederek Japon dilinin menşeinin ilahi olduğunu, başka dillerden etkilenmediğini ve her dilden üstün olduğunu iddia etmiştir. Geniş bilgi için bkz., Abdülkadir İnan, “Fuat Köprülü-Yusuf Ziya Münakaşası Üzerine”, Maarif Kongresi, Ankara 1932. 106 Nihal Atsız., Meseleler s. 28.

Page 95: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

86

Nihal Atsız, Fuat Köprülü ve Zeki Veledi Togan’ın tarih konusundaki

görüşleri arasında büyük benzerlikler görülür. Atsız, Osmanlı Devletini 400 çadırlık

bir aşiret olarak görmemiş, Büyük Selçuklu Devleti ve Anadolu Selçukluları’nın

devamı olduğunu açıklamıştır. 1941’de yayınladığı “Türk Tarihine Bakışımız Nasıl

Olmalı?” isimli makalesinde, Türk Tarihinin şimdiye kadar sistemleştirilemediğini,

sadece rejim ve hanedan tarihçiliği yapıldığını vurgular. Ona göre, Osmanlı Devleti

gerçekte yıkılmamış, Türkiye Cumhuriyeti kurularak rejim değişikliği yaşanmıştır.

Çünkü tarihte kesinti yoktur. Atsız’a göre, Türk Tarihi konusunda iki yol takip

edilmelidir. Birinci kısımda Ana Yurttaki Türk tarihi, ikinci kısımda ise yabancı

illerdeki Türk tarihi verilmelidir. Böylece kesintisiz Türk devletinden

bahsedilecektir107.

Atsız, İnönü döneminde tarih konusunda yaşanan karmaşa hakkında, “Türk

Tarihinin Meselesi” isimli makalesinde, herkesin keyfine göre tarih anlayışı

geliştirdiğini, bazılarının milli kahraman saydığı şahsiyetlerin diğerleri tarafından

milli düşman olarak kabul edildiğini belirtir. Ona göre, bu karmaşadan Türk tarihini

sistemleştiremeyen Tarih Kurumunu sorumlu tutmuştur108. Bu bağlamda Atsız’ın

görüşlerine Zeki Veledi Togan da katılarak, hâla Türk tarihinin

sistemleştirilemediğini vurgular. Ona göre, Türk tarihi, 16. yüzyıl ortasına kadar

ilerleme ve yükselme çağı olarak kabul edilmeli, I. Dünya Savaşı sonuna kadar

gerileme ve çökme çağı ve I. Dünya Savaşı sonrası yeniden inşâ dönemi olarak üçe

ayrılmalıdır109.

Dönemin tarih anlayışı ve Yunanlıların Türk olduğu iddialarına yönelik

eleştirilerden biri de son dönem tarihçilerinden olan İlber Ortaylı’dan gelmiştir.

Ortaylı’ya göre, İslam Öncesi Türk Tarihi ile ilgili çalışmalar, Wolfram, Eberhardt,

Laszlo, Rosanyi, gibi şöhretli ve ciddi bilim adamlarınca yapılmıştır. 1933 Üniversite

reformu ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin kurulması Türkiye’de tarih, arkeoloji,

müzecilik ve filolojide önemli aşamaların kaydedilmesine neden olmuştur. Fakat

İnönü döneminde, “Resmi Tarihçilik” adı ile nitelendirilen tezlerle, daha ziyade

amatör tarihçi politikacıların ilgilendiğini vurgulamıştır. Bu tür hatalı politikacılardan

107 Nihal Atsız, Meseleler, s. 11. 108 Nihal Atsız, Meseleler, s. 15. 109 Nihal Atsız, Meseleler, s. 19.

Page 96: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

87

etkilenen mahalli tarihçiler hatalı yorumlar yapmışlardır. “Troianın Türklerin Tur

Ovası’ndan geldiklerini” ileri sürenler de bu amatör tarihçiler olmuştur. Atatürk

döneminde her şeyden önce ilmi tarihçiliğin yapılması için Türk düşünce ve bilim

hayatına gerekli teknik ve bilgi donanımı sağlamıştır. Bu amaçla TTK özerk bir statü

ile bağımsız mali kaynaklarla kurulmuştur110.

Bu eleştirilere karşın Belleten Dergisi’nde çıkan yazılarda TTK kongresinde

sunulan ve hümanizm anlayışını yansıtan görüşler ışığında makaleler yayınlanmaya

devam etmiştir. Yani Anadolu’da kurulan medeniyetlerin Türk olduğu tezi

işlenirken, Roma ve Rum kelimeleri tahlil edilerek bu dilde bulunan bazı kelimelerin

yapısının Türkçe olduğu iddiası gündeme getirilmiştir. Böylece Avrupalılarla

Türklerin bağlantısına vurgu yapılmıştır111. Mesela Prof.Dr. Wilhelm Koppers,

“Etnolojiye Dayanan Cihan Tarihi Işığı Altında İlk Türklük ve İlk İndo-Germenlik”

adlı uzun makalesinde Türkler ile İndo-Germenlerin akrabalıklarını, ortak kültür

çerçevesinde ortaya koymaya çalışmıştır112.

Atatürk döneminde başlayan tarihe ilginin sonucunda pek çok tarih dergisi

çıkmaya başlamış, makalelerde farklı görüşler ileri sürülmüş, müellifler arasında

tartışmalar yaşanmıştır. Bu tartışmalar yaşanırken tarihçilere yol gösterilmemiş ilmi

nitelikteki görüş ve düşünceleri değerlendirilmiştir. Önemli tarihçiler de Milli Eğitim

Bakanlığı tarafından çıkarılan,“Tarih Vesikaları” mecmuasında görüş ve

düşüncelerini yazma fırsatını bulmuşlardır. Bunun yanı sıra A.Ü. Dil veTarih-

Coğrafya Fakültesi dergisi, Resimli Tarih mecmuası gibi bilimsel dergiler de Enver

Ziya Karal, Ömer Lütfi Barkan, Faik Reşit Unat, Halil İnalcık gibi tarihçiler

makalelerini yayınlama fırsatını yakalayarak tarih bilimine unutulmaz katkılar

sağlamışlardır.

Nihat Sami Banarlı, İnönü döneminde takip edilen tarih politikalarını,

“Atatürk’ün vefatından sonra milli olan her şey terk edilerek, hümanizm adı altında

110 İlber ortaylı, a.g.e., s. 114. 111 Mesela bu görüşe göre, dilimizdeki “komşu” kelimesi kom sesinin kısaltılmışıdır. Bugün ki Rumca da komi kasaba demektir. Kelime başındaki K harfi bazen kalın sesli H harfi ile değiştirilir. Örnek olarak da “Kaan-Hakan, Kadın-Hatun, Koma- Homa” gibi kelimeler verilmiştir. Burada dikkatimizi çeken nokta Isparta ilinin Karaağaç ilçesinin eski adının Homo olduğu araştırıcılar tarafından iddia edilmiştir. Bkz., Cemal Mersinli, “Roma-Rum Kelimeleri”, Belleten C. V, S. 18, Ankara 1941, s. 159–161. 112 Wilhelm Koppers, “İlk Türklük ve İlk İndogermenlik”, Belleten, C. V, Ankara 1941, s. 439–480.

Page 97: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

88

tamamıyla sol ve solcu hareketlerle, milli uyanış yarıda bırakılmış ve Türkiye’de

bizzat devletin kendisi, Türk çocuklarındaki milli terbiyeyi yok etmeye

çalışmıştır”113 diyerek eleştirmiştir.

Sonuç olarak, Atatürk dönemindeki Türk tarih tezinin Orta Asya-Anadolu

merkezli anlayışı, Hümanizm ile Akdeniz-Ege-Anadolu merkezli ve Antik Çağ

anlayışına dönüştürülmek istenmiştir. Nitekim bu düşünce Orta Asya’nın

reddedilerek Anadoluculuk adı altında yeni bir milliyetçilik politikasının oluşumuna

yol açmıştır114.

III. ve IV. Tarih Kongrelerinde öğretmenler çağrılmamış sadece TTK üyeleri

ve öğretim üyeleri katılmış, buna rağmen tarih ders kitaplarını Tarih Kurumunun

üyeleri yazmıştır. Böylece tarih ders kitaplarının hazırlanması ve okutulmasında

öğretmenlerle yazar arasında kopukluk yaşanmıştır. Bu durumun bir neticesi olarak

öğretmenler, müfredat konusundaki eleştirilerini 1947’den sonra yayınlanmaya

başlayan “Öğretmen” dergisinde dile getirme fırsatı bulmuşlardır. Tarih öğretmenleri

ve aydınların sıklıkla üzerinde durduğu tarihin metotlarına bağlı kalınması ve Türk

tarihine önem verilmesi gerektiği noktasındaki uyarılara, dönemin Milli Eğitim

Bakanı Hasan Ali Yücel, Batı medeniyetine alakamızdan dolayı, bu milletlerin

tarihinin ders kitaplarında daha fazla yer alacağını söyleyerek karşı çıkmıştır115.

Okullarda okutulan tarih ders kitapları ve kongrelerde sunulan bildirilerde,

Batı medeniyeti ve onun köklerine inilmesi hususu, dönemin tarih anlayışının

temelini oluşturmuştur. Yazılan makaleler, konferanslar ve sunulan tebliğlerde

hümanizm politikalarının ispatı olması istenilen, Türklerin aslen Yunanlı olduğu

veya diğer bir ifade ile Yunanlıların da Türk olduğu iddiası 1948’lere kadar resmi

anlayış olarak kabul edilmiştir. Yöneticiler ve bürokratlar, çağdaşlaşma yerine

Batılılaşma çerçevesinde Yunan-Roma medeniyetinin anlatılmasını istemişlerdir.

Onların bu teklifleri ders kitaplarına ve kongrelere yansımıştır116. Hatta 1939’dan

113 Nihat Sami Banarlı, Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri, İstanbul 1984, s. 133. 114 Nevzat Köke, a.g.t, s. 238. 115 Maarif Vekilliği, II. Maarif Şurası, 15-21 Şubat 1943, konuşmalar, Belgelerle Türk Tarih Dergisi, S. 38-40, İstanbul 1988, s. 41-43. 116 Tarihimizde bu Helenistik yaklaşım yeni değildir. 1910 yıllarında Selanik İttihat Mebusu Mustafa Rahmi, Yunan edebiyatının sadece Yunanlıların değil, bütün insanlığın malı olduğunu ileri sürmüştür. Bkz., Orhan Türkdoğan, “Millet Olma Sürecinde Milli Kültürün Önemi”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S. 55, İstanbul 1988, s. 22.

Page 98: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

89

sonra resmi kurumlar tarafından sahiplenilen Türk hümanizmi anlayışı,

tarihçiliğimizi Anadolu ve Avrupalılık ekseninde değerlendirerek, Orta Asyacı tarih

anlayışına eleştiriler getirmiş, böylece 1940’lı yıllardan sonra, Türk tarihini dünya

tarihi içine oturtma anlamında ciddi gayretler yaşanmaya başlamıştır. Özellikle

Enver Ziya Karal ve Ekrem Akurgal gibi hocaların Türk hümanizmi anlayışı

paralelinde tutmaya çalıştıkları TTK, bu tarih anlayışının gelişmesinde önemli

misyon üstlenmiştir117. Yani kurum, bu misyonun dışında iktidardan tamamen

bağımsız bir tarih anlayışı ortaya koymamıştır. Bu değişim aynı zamanda Atatürk’ün

Orta Asya’ya, diğer bir ifade ile kendi köklerimize yönelme konusundaki anlayışını

kesintiye uğratmış, Türk insanının kendini arama ve kendi özüne dönme şansı,

hümanist tarih anlayışıyla kimlik bunalımına dönüşmüştür. Atatürk devrinden sonra

Türk milli eğitimi gençlere güçlü bir tarih anlayışı ve medeniyeti aşılamaktan uzak

kalmıştır118. Takip edilen tarih politikalarında millilik bir kenara bırakılmış ve tarihi

olaylar arasında bağlantısızlık yaşanmaya başlamıştır.

C-HÜMANİZM VE EDEBİYAT

İnönü dönemi, özellikle 1940–45 yılları arası milli edebiyatın ayakta durmaya

çalıştığı dönemdir. Bu dönemde küçük bölümler istisna edilirse tamamen hümanist

politikalar uygulanmıştır119. Bu politikaların amacı eski Yunan ve Roma

Medeniyetine inilmek suretiyle “Batılılaşmak” olarak tarif edilmiştir. Özellikle

Yakup Kadri ve Nurullah Ataç’ın temsil ettiği edebiyatta hümanizm akımı kendini

bütün ağırlığı ile hissettirmiştir.Yakup Kadri ve arkadaşlarınca savunulan bu görüşe

göre, Eski Yunan ve Latin Kültürü ile Türk Kültürün kaynaştırılmak istenmesi

sonucu Türk hümanizmi fikri ortaya çıkmış, daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı

dönemin politikaları gereğince bu düşünceyi kültürün ana kaynağı olarak

yorumlayarak uygulamaya koymuştur120.

117 Yüksel Taşkın, “Kemalist Kültür Politikaları açısından Türk Tarih ve Dil Kurumları”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm, İstanbul 2001, s. 429-424. 118 Orhan Türkdoğan, a.g.m., s. 32. 119 Yummi Sezen, Hümanizm ve Atatürk İlkleri, İstanbul 1998, s. 25. 120 Bu konudaki yazısında Yakup Kadri ve arkadaşlarınca savunulan “New Yunanilik” akımı eski Yunan ve Latin kültürü ile Türk kültürün kaynaştırılmak istenmesini amaçlamıştır. I. Maarif Kongresinde konuşan Cevat Dursunoğlu, hümanizmi kültürün ana kaynağı olarak yorumlayarak, “Türk milletinin gelecekte büyük bir medeniyet misyonu olacağına kaniyim...Bir taraftan bu kültürün ana kaynağına gitmek, diğer yandan kendi ana kaynağımızla bu müstakbel inkişafa kendi rengimizi

Page 99: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

90

Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, hümanizm ve bu alanda takip edilen

politikalar hususunda, Cumhuriyetin ilk yıllarından beri Arapça ve Farsça

kelimelerin atıldığını, bunların atılmasından doğan boşlukların da Latince ve

Yunanca ile doldurulmaya başlandığını belirtmiştir121. Edebiyatta hümanizm

akımının ateşli savunucularından bazıları şunlardır; Yakup Kadri Karaosmanoğlu,

Nurullah Ataç, Falih Rıfkı Atay ve Nüzhet Haşim Sinanoğlu122.

Edebiyatta hümanizm akımı, tercümelerle birlikte dönemin resmi politikası

olmuş ve Yunan-Latin klasiklerinin Türkçe’ye aktarılması, hümanizm hareketinin

olmazsa olmaz kuralı olarak sunulmuştur123. Dil politikalarında hümanist

yaklaşımlarıyla dönemin yöneticilerine yol gösteren Nurullah Ataç, tercümeleri

teşvik etmiş, yönlendirmiş hatta bizzat kendisi yapmıştır124.

Klasiklerin tercümeleriyle başlayan edebiyatta hümanizm yaklaşımı,

okullardaki uygulamalarla devam etmiştir. Bu bağlamda Milli Eğitim Bakanlığı ilk iş

olarak ilköğretim, orta öğretim ve yüksek öğretimde, edebiyat deyimini kaldırarak

yerine “yazın” kelimesini getirmeye çalışmıştır. Bu gelişmelerle ilgili olarak Varlık

mecmuası sahibi ve yazarı Yaşar Nâbi Nayır, Bakanlığın edebiyat tabirini

kaldırmaya kalktığını ve öğrencileri ezberciliğe ittiğini belirterek eleştirmiştir125.

1939’dan sonra, 1897 Yunan harbinde Mehmet Emin Yurdakul’un söylediği,

“Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur” mısraları ile başlayan milli edebiyatın hız ve

heyecanı kalmamış, köklerini 1912 yılına kadar götürebileceğimiz Akdeniz

medeniyeti havzasından ilham alan hümanizm akımı güç kazanmıştır.

vermek. Bu kültürün ana kaynağının kadim hümanizm olduğunu hepimiz biliyoruz…Bununda vasıtası Latince ve Grekçe tedrisatıdır” demiştir. Bkz., Nevzat Köke, a.g.t., s. 232. 121 Ali Ata Yiğit, Atatürk dönemi Kültür Politikaları, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 1996, s. 45. 122 Şerafettin Turan, Devrim Tarihi, s. 57. 123 Bedrettin Tuncel, “Tercüme Meselesi”, Cumhuriyet Dönemi Edebiyat Yazıları Seçkisi, Hazırlayan Öner Yağcı, Ankara 1999, s.269-277. 124 Nurullah Ataç’ın yaptığı tercümelerden bir kaçı şöyledir; Genç Wertherin Istırapları, Hortlak İkizler, Kızıl İle Kara, Prospera ile Coliban, Urgan vs..dir. Nurullah Ataç 1898’de İstanbul’da doğmuştur. Uzun yıllar çeşitli bakanlıklarda tercüme işleri ile ilgili olarak çalışmış, bir aralık Ankara, İstanbul liselerinde öğretmenlik yapmıştır(1927–1945). İstanbul Üniversitesi Yabancı diller bölümünde bir süre çalışmış, daha sonra Basın Yayın Umum Müdürlüğünde yayın şefi olarak görev yapmıştır. Ataç 1952 yılına kadar da Cumhurbaşkanlığı mütercimliği yapmıştır. Aynı yıl emekli olmuştur. Bkz., Ahmet Oktay, a.g.e., s. 346. 125 Yaşar Nabi Nayır, “Liselerimizde Edebiyat Dersi”, Varlık mecmuası, C. XV, S. 294–295, 1-15 Ekim 1945, s. 85-86.

Page 100: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

91

1-Klasiklerin Tercümesi

İnönü döneminde hümanist edebiyat anlayışının gelişmesi ve kökleşmesi

adına yapılan en önemli gelişmelerden biri, Batı klasikleri’nin tercümesi olmuştur.

Çeşitli aydınlar bu gelişmeleri düşünceleriyle şekillendirmişler ve yöneticilere yol

göstermişlerdir. Mesela Falih Rıfkı Atay, klasiklerin yapılmasının zarureti üzerinde

yazılar yazmış, tercümelerin başlamasını da takdir hisleriyle karşılayarak, bu

çalışmayı yeni kültür anlayışının en önemli silahı olarak değerlendirmiştir126.

Dönemin önemli yazarlarından olan Orhan Burian’da Avrupa ve klasiklerin, bize

aklına güvendiği ölçüde büyük işler başarmaya aday güçlü insanın gücünü

göstereceğini belirtmiştir127.

Özellikle Nurullah Ataç’ın yazılarında kendisini bulan, Avrupa’ya

yönelmedikçe onlar gibi olunamayacağı fikri ve Hasan Ali Yücel’in girişimleri,

klasiklerin tercüme faaliyetlerinde belirleyici olmuştur128. İlk yıllarda tercüme

faaliyetlerinin nasıl yapılacağı konusunda belirsizlikler yaşanmıştır.

Bedri Tezgit yapılacak aceleci tercüme hareketlerine, “bir dilden diğer bir dile

tercüme yapacak kimse, her şeyden evvel, muharrir ve eser seçiminde titiz ve etraflı

davranmalıdır. Zahmetsiz bir el çabukluğu ile ve kıymetsiz bir eser üzerinde güya

yapıveren bir mütercim, o milletin edebiyatını yakından bilmediğini göstermekle

kalmaz, bir itimat ve cesareti de isabetsiz ve berbat kullandığını ispat eder” 129

diyerek aceleci tercüme anlayışına karşı çıkmıştır. Ona göre halkı veya gençleri

Avrupa’nın büyük eserlerine yavaş yavaş alıştırmamız gerektiğini belirterek

öncelikle kolay anlaşılır ve eğlenceli eserlerin tercümesinin yapılmasıyla işe

başlanmasını tavsiye etmiştir. Ataç bu görüşlere şiddetle karşı çıkarak, tercümede

yanlışlıkların yapılabileceğini fakat asla kolaycılığa kaçılmayacağını, böyle bir

gelişmenin affedilmeyeceğini belirtmiştir130. Nurullah Ataç’ın bu görüşleri bazı

126 Falih Rıfkı Atay, “27 Eser ve Bir Sergi”, Ulus gazetesi, Son teşrin 1942. 127 Orhan Burian, “Hümanizm ve Biz”, Cumhuriyet Dönemi Düşünce Yazıları Seçkisi, Ankara 1998, s.141. 128 Hasan Ali Yücel bu konuda şunları söyler, “Garp kültür ve tefekkür camiasının seçkin bir uzvunu almak dileğinde ve azminde bulunan Cumhuriyetçi Türkiye medeni dünyanın eski ve yeni fikir mahsullerini kendi diline çevirmek ve âlemin duyuş ve düşünüşü ile benliğini kuvvetlendirmek mecburiyetindedir. Bu mecburiyet bizi geniş bir tercüme seferberliğine davet ediyor”. Bkz., Mustafa Çıkar, a.g.e., s. 81. 129 Bedri Tezgit, “Almanca Bir Türk Hikayeleri Antolojisi Münasebetiyle”, Varlık mecmuası, 1-15 I. Kanun 1943, s. 203-204 130 Nurullah Ataç, “Tercümeye Dair Notlar”, Ulus gazetesi,4 Ekim 1940.

Page 101: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

92

yazarlar tarafından da desteklenmiştir. Mesela Yaşar Nâbi Nayır, Milli Eğitim

Bakanlığını Tercüme Bürosunu kurmak ve dünya klasiklerini sistemli ve planlı bir

şekilde tercüme ve neşri işine girişmesini övgüyle karşılamıştır. Ona göre, kültür

hayatımızın en büyük, en gecikmiş ihtiyaçlarından biri bu şekilde karşılanmıştır.

Fakat O, kaliteden ödün verilebileceği endişesi ile tercümelerin yavaş yapılmasının

dilimize zarar vereceği kanaatindedir. Yazara göre, tercümeleri gerçekleştirmek,

Türk Rönesans’ı yaratmaktır. Bu durumu,“şimdi nasıl bir Rönesansın yoğruluşu

içinde olduğumuzu bu yılları çok geride bıraktığımız zamanlar çok daha iyi

kavrayacağız” diyerek ifade eder131.

Yukarda ifade etmeye çalıştığımız olumlu tepkilerden sonra Tercüme

Encümeni kurulmuştur132. Encümen, ilk toplantısını 28 Şubat 1940’de Milli Eğitim

Bakanı Hasan Ali Yücel’in başkanlığı altında yapılmıştır. Encümenin aldığı ilk

kararlardan biri dilimize tercüme edilecek eserlerin, en lüzumlularının senelere

ayrılarak planlı bir şekilde tespit edilmesi ve bunların yayınlanması için yetkililer

arasında iş bölümü yapılması olmuştur133.

İlk tercümelere 19 Mayıs 1940’da Tercüme dergisinin Milli Eğitim Bakanlığı

tarafından çıkarılmasıyla başlanmıştır. Derginin iki ayda bir ve 40 kuruş olarak

çıkarılıp satılması kararlaştırılmış ve ilk sayıdan itibaren Batıdan tercümeler

yapılmaya başlanmıştır. İlk sayılarda Shakspeare’den “Hakikate Dair”, Goethe’den

“Okumaya Dair”, F. Bacon’dan “Düşünceler”, P. Valery’den “Gölgesini Kaybeden

Adam”, A. Von. Chamisso,’dan “Şamdancı”, De Musset’ten “Tercümeler” yer

almıştır134.

131 Yaşar Nabi Nayır, “Klasiklerin Tercümesinde Yeni Bir Başarı”, Varlık mecmuası, C. XV, S. 296-297, 1-15 Kasım 1945, s. 113-114 132 Encümen bir rapor hazırlayarak klasiklerin nasıl çevrileceğini duyurmuştur. Raporda, “çevrilmesi gereken klasik eserlerin listesini yapmak ve çevirmenlere dağıtılması, tercümelerin incelenmesi ve basılması işleri ile uğraşmak üzere sürekli bir Tercüme Bürosu kurulması”. Bu teklif üzerine Tercüme Bürosu kurulur. İlk toplantısında önemli simalar vardır. Halide Edip Adıvar, Adnan Adıvar, Sabahattin Eyüboğlu, Nurullah Ataç, Enver Ziya Karal, Sabahattin Ali, önemli ve tanınmış simalardır. Bkz., Mustafa Çıkar, a.g.e., s. 81, Azra Erhat, “Tercüme Bürosu”, Cumhuriyet Dönemi Düşünce Yazıları Seçkisi, Hazırlayan Konur Ertop, Ankara 1998, s. 303. 133 Diğer alınan kararlar şunlardır. a-Çocuk edebiyat kütüphanesinin kurulması b-Yazma ve basma eserlerden, yeniden yayınlanacakların tespiti(bu konuda ilerleyen yıllarda çok ciddi çalışmalar olmayacaktır.) c- Ansiklopedi çalışmaları d-Özel yayınlara devlet yardımlarının düzene sokulması e- Okumayı teşvik f-Matbaa kalitesini yükseltmek vs. Bkz., Mustafa çıkar, a.g.e., s. 73. 134 Tercüme Dergisi, C. I, S. 1, 19 Mayıs 1940, s. 1. Derginin arka kapağında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından tercüme ettirilen eserlerin isimleri, mütercimleri, ve fiyatları verilerek okuyuculara duyurulmaktadır. Hasan Ali Yücel de ilk çıkan tercüme dergisine önsöz yazmıştır. “Medeniyet bir

Page 102: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

93

Tercüme dergisinin sayılarında tercümeler orijinalleriyle beraber verilmiştir.

İlerleyen yıllarda bazen aynı eseri tercüme eden çevirmenler arasında görüş

ayrılıkları yaşanmıştır. Mesela “Valery’den Düşünceler” Sabahattin Eyuboğlu ile

Nurullah Ataç tarafından çevrilmesine rağmen, tercümenin bazı kısımlarında iki

yazar anlaşamamışlardır. Bu konuda Ataç, “Sabahattin Eyuboğlu benim gibi değildir.

O tercüme edilen parçanın şekline sadık kalmak ister, ben ise değiştirmeden.

Sabahattin Eyuboğlu’na uymayı daha doğru buldum”135 diyerek bu alanda yaşanan

görüş ayrılığını vurgulamıştır.

Klasikleri tercüme faaliyetleri ilerleyen yıllarda artan bir tempoda devam

etmiştir. 1941–1946 yılları arasında 496 klasik tercüme edilmiş ve kısa sürede

Türkiye “klasik cenneti” haline gelmiştir136. Bir yandan Batı klasikleri çevrilirken,

diğer yandan bu harekete yönelik kaygılar da basında yer almaya başlamıştır.

Tercümelerde özellikle metoda yönelik kaygılar yaşanmıştır. Bazı yazarlar

klasiklerin orijinal metinlerinden çevrilmesini ve Türk hümanizmi isteniyorsa

mutlaka kadrolu tercümanlar istihdam edilmesini önermişlerdir137. Oysa Halide Edip

gibi düşünürlere göre bu görüş isabetli olmakla beraber mümkün değildir. Ona göre,

yaşayan dillerden tercümelerin yapılması bizim için daha iyidir138.

Aşağıdaki tablo da 1940-50 arası ile 1950-60 arası dönemde yapılan

klasiklerin sayısal kıyaslaması yapılmıştır.

bütündür” ile başlayan yazısında, Tanzimat’la beraber biz Türklerin Latin aleminin en kuvvetli temsilcisi olan Fransız sosyetesi ve Germen dünyası ile sıkı temasa geçtiğimiz vurgulanmıştır. Yazısının devamında tercümelerin niçin devlet eliyle çıkarılmaya başlandığı anlatılarak, “bir asırdır nice eserleri tercüme ve basma için emek verildiği halde, dünya şaheserlerinden başlıcalarının milli kütüphanelerimizde bulunmayışı, gelişi güzel çalışıldığının en önemli fakat en açıklı delilidir. Her anlayış bir yaratma olduğuna göre, iyi bir mütercim büyük bir müellif kıymetindedir. Kendilerini bu vasıfta sayanları bize yardıma davet ediyoruz” diyerek bitirmektedir. Bkz., Hasan Ali Yücel, “Önsöz”, Tercüme dergisi, C. I, S. 1, 19 Mayıs 1940, s. 1-2. 135 Nurullah Ataç, “Çeviri Üzerine”, Tercüme dergisi, C. I, S. I, s. 15. 136 “Türkiye’nin Klasik Tercümeler Cenneti” olduğu ifadesi de Uluslararası Çevirmenler Birliği toplantısında , birlik başkanı Fransız yazar tarafından ifade edilmiştir. Bkz., Azra Erhat, a.g.m., s. 301. Bu tercümelerden bir kısmı için bkz., Ekler, Fotoğraf 3, s. 196. 137 Orhan Burian, “Tercümeciliğimiz”, Cumhuriyet Dönemi Edebiyat Yazıları Seçkisi, s. 257. 138 Halide Edip Adıvar, “Klasikler ve Tercüme”, Akşam gazetesi, 4 Mayıs, 1939.

Page 103: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

94

Tablo 2.1: İnönü döneminde Tercümesi yapılan Klasiklere Ait Tablo139

Ülkenin Adı Tercüme Edilen Eser Sayısı (1940-50 Arası)

1950-60 Arası Tercüme

Sayısı

Alman Edebiyatı 76 27 ABD 3 2 Bâbil 1 - Çin 4 1 Danimarka 1 - Fransız 180 48 Hint 2 - İngiliz 46 10 İskandinav 9 11 İtalyan 13 11 Latin Edebiyatı 28 1 Latince Klasikler 2 - Rus Edebiyatı 64 11 Şark-İslam 23 16 Yunan Edebiyatı 76 3 TOPLAM 528 141

1943 tarihine kadar yapılan tercümelerden sadece beş tanesi Şark-İslam

klasiklerinden oluşmuştur. Bu durum devlet politikalarında radikal anlamda

Batıcılığa yöneliş açısından önemlidir. Dönemin aydınlarından bazısı bu hareketi,

Tanzimat’tan beri dile getirilen Batılılaşma sürecinin tek elden yürütülmesi olarak

algılamışlardır140. Gerçi 1930’lu yıllarda da çevriler yapılmıştır. Bu çevrilere en iyi

örnek 1930’larda Nurullah Ataç’ın çevirdiği ve Milli Eğitim Bakanlığının basmış

olduğu “Genç Werther’in Izdırabı” isimli kitaptır. Fakat Yücel’e göre şimdiye kadar

yapılan tercümelerde plansızlık göze çarpmaktadır. Ana kaynaklar tercüme

edilmemiş, gelişigüzel tercümeler yapılmıştır. Oysa bu dönemdeki çevriler, Tercüme

dergisinde ve Milli Eğitim Bakanlığının organizesinde yapılmaktadır. Bakanlığın

139 Murat Katoğlu, “Cumhuriyet Türkiye’sin de Eğitim Kültür ve Sanat”, Türkiye Tarihi C. IV, Editör Sina Akşin, s. 468-469. Ayrıca bkz., “Cumhuriyetin 21.Yıldönümünde Yayımlanan 105 Klasik ve Modern Eserin Listesi”, Milli eğitim Bakanlığı tarafından İstanbul 1944 yayınlanmıştır. Ayrıca, Dünya Edebiyatından Tercümeler, İstanbul 1944 isimli esere de bakılabilir. 140 Mustafa Çıkar, a.g.e., s. 84 tercüme işi şu şekilde gerçekleşir; Her mütercim kendisine havale edilen eserden evvela yirmi beş otuz sayfayı tercüme ederek vekilliğe gönderecektir. Bu tercüme bir veya birkaç kişiye tetkik ettirilecektir, iyi bulunursa mütercime devam etmesi söylenecektir. Eserin tamamı tercüme edildikten sonra yine tetkik edilecektir. Daimi Büro tercüme edilecek eserlerin listesini daimi olarak yayınlamaktadır. Tercüme etmek isteyenler tercümeleri bakanlığa göndereceklerdir. Ayrıca tercüme işini kazanana ödül verilecektir. Bkz, “Haberler”, Tercüme Dergisi, C. I, S. I, s. 112-113.

Page 104: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

95

tercüme işi ile ciddi biçimde uğraşması, bu hareketin devlet dışında gelişmesine bir

başlangıç olarak kabul edilmiş, Dünya başyapıtlarının milli kitaplığımızda

bulunmayışı gelişigüzel çalışıldığının en kuvvetli, fakat en acıklı delili olarak

görülmüştür141.

Cumhurbaşkanı İnönü, edebiyatta yaşanan tercüme hareketini desteklemiştir.

Klasikler dizisinin 1941 yılı ciltlerine yazdığı yazı da, eski Yunanlılardan beri

milletlerin sanat ve fikir hayatlarında meydana getirdikleri şaheserleri dilimize

çevirmek, Türk milletinin kültüründe yer tutmak ve hizmet etmek isteyenlere en

kıymetli vasıtayı hazırlamak olduğunu savunarak, tercüme faaliyetlerinin

kültürümüze büyük hizmetler yapacağını belirtmiştir. Tercüme hareketini başlatan

Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i, Yunanca ve Latince edebiyat ürünlerini

dilimize kazandırdığı için de kutlamıştır142. İnönü’ye göre tercüme hareketi

garplılaşma fikrinin gerçekleşmesinde önemli bir adımdır143. Ona göre, klasiklerin

tercümesinden amaç, bunların geniş kitlelere okutularak Türk Kültürü’nün arzu

edilen şekilde, Batı kültürünün temelleri ile kaynaşmasıdır. İnönü’nün görüşleri

doğrultusunda Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel de tercümeleri hümanizmin ilk

aşaması olarak görmüştür144.

Tercüme hareketinin başlamasıyla birlikte bu harekete yönelik eleştiriler

başlamıştır. Bazı aydınlar tercüme hareketini, geleneğin bir tarafa bırakılarak başka

gerçeklerin mahsulü olan edebiyatın taklit yolu ile meydana getirilmek istenmesi

olarak yorumlamışlardır. Bu aydınlara göre, asırlardır gül yetişen toprakta

141 Mustafa Çıkar, a.g.e., s. 81, A. Erhat, a.g.m, s. 304. Hasan Ali Yücel, I. Neşriyat Kongresinde yaptığı konuşmada da aynı konu üzerinde durmuştur. Yapılan tercümelerdeki plansızlık yüzünden hem emekler, hem de paralar boşa gitmiştir. Ona göre elde bir plan olmalı ve bu plan doğrultusunda bilinçli tercüme yapılmalıdır. Bu amaçla tercüme encümeni kurulur. Encümen üyeleri, ilk toplantılarını Halkevi salonunda yaparlar. Toplantı sonunda bir rapor hazırlanır. Bu rapora göre listedeki eserlerin sürat ve ciddiyeti bakımından tercüme işinin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılması kararlaştırılmıştır. Raporun tam metni ve kurul üyeleri için bkz., I. Türk Neşriyat Kongresi, Hazırlayan Öner Yağcı, Cumhuriyet Dönemi Edebiyat Çevirileri Seçkisi, Ankara 1999, s. 233. 142 İsmet İnönü, Tercüme dergisi, 19 Mayıs 1944. 143 Ahmet Oktay, a.g.e., s. 25. 144 Şerafettin Turan, Devrim Tarihi, s. 59. Yücel’in konuşması şöyledir, “Hümanizm ruhunu anlama ve duymada ilk aşama, insan varlığının en somut anlatımı olan sanat yapıtlarının benimsenmesidir. Sanat dalları içinde edebiyat en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir ulusun, diğer ulusların edebiyatını kendi dilinde...Kendi düşüncesinde yenilemesi canlandırması ve yeniden yaratması demektir. İşte tercüme etkinliğini, biz bu bakımdan önemli ve uygarlık davamız için etkili saymaktayız”. Bkz., Hasan Ali Yücel, “Klasiklere Birinci Önsöz”, Cumhuriyet Dönemi Edebiyat Çevirileri Seçkisi, Hazırlayan Öner Yağcı, s. 241.

Page 105: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

96

tercümelerle birlikte yabani bitkiler üretilmeye başlanmıştır145. Klasiklerin tercüme

edilmesinin, Türk edebiyatı alanında eser verecek nitelikli kişilerin azalmasına neden

olacağı ve böylece “eser kıtlığının” ortaya çıkacağı savunulmuştur. Tercümelerin

belli ölçülerde yapılmasını savunan aydınlarsa, Türk kültürünün kaybolmaması için

devletin gereken tedbirleri almasını istemiştir. Mesela İsmail Hakkı Baltacıoğlu’na

göre, tercüme yapılmalı, fakat Yunus Emre, Nasrettin Hoca ve Bektaşi fıkralarındaki

kültür kaybedilmemelidir146.

1939 dan sonra tercüme hareketini başlatan ve destekleyen en önemli kurum

Milli Eğitim Bakanlığı olmuştur. Hasan Ali Yücel, tercümeleri desteklemiş ve

komisyon ile tercüme bürosunun kuruluşuna öncülük etmiştir. Fakat Hasan Ali

Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olmadan önce, Atatürk döneminde yazmış olduğu

yazılarında klasikleri, Türk kültürünün gelişmesi açısından tasvip etmediği

anlaşılmaktadır. Mesela 1934 yılında yazmış olduğu makalesinde, “bu yolda

tutulacak en kötü gidiş tercüme dediğimiz bir dilden öbür dile çevirme gibisidir”

demiştir147. Tercümeler konusundaki en şiddetli çıkışını 1936 yılında yazmış olduğu

“Milli Edebiyat, Milliyetçi Edebiyat” ve “Mektepten Memlekete” isimli

makalelerinde yapmıştır. Ona göre, “babası başka ellerden gelme veya anası başka

ellere gitme bir edebiyat piçtir. Dayanağı yok ve ömürsüzdür ve ruhsuzdur. Henüz

milletlerarası kuvvet ve değerde eserler vermemiş olan yeni edebiyatımızın bu yola

girmesi için milliyetçi bir edebiyat var olması lüzumuna inandığımı burada bir kere

daha söylemek isterim.

Kendini duymadan

145 Mehmet Doğan, Dil Kültür Yabancılaşma, Ankara 1984, s. 47. Peyami Safa bu durumu şu cümlelerle eleştirir, “Fransa ve İngiltere gibi bir memlekette, meselesiz ve esersiz tek muharrir bulabilir misiniz? Tanıdığınız garp edebiyatçılarını ve muharrirlerini zihninizden geçiriniz, bunların içinden bir tanesine rast gelir misiniz ki, dünyanın veya memleketin büyük davaları önünde duruşunu sentetik bir eserle ifade etmiş olsun?...Fikir ve sanat hayatımızda en iğrenç vakıa, iddia bolluğu ve eser kıtlığıdır”. Makale için bkz., P. Safa, “İddia Bolluğu ve Eser Kıtlığı”, Cumhuriyet gazetesi, 27 Son Kanun 1940. 146 İsmail Hakkı Baltacıoğlu, endişesini şöyle dile getirir,“Türk! başka ulusların uygarlığını öğren, taklit et, istersen onlara hayran ol! Fakat başka ulusların kültürünü, geleneklerini alma, onları taklit etme, sakın onlara hayran olma! Çünkü yabancı uygarlıkları taklit ederken, ilerlersin, yabancılardan inanç alırsan bozulursun. Türk kendini başka uluslardan aşağı görme! ulus bilinci aşağılık bilinci ile birleşemez; ulus bilinci üstünlük bilincidir…Türksün, Yunus Emre de halk masallarında, Nasrettin Hoca da, Bektaşi fıkralarındaki özü mayayı, Türklüğü kaybetme! Konuların Türk, kahramanların Türk, oluşların Türk, zamanların Türk olsun…Türk yazarı kendine dön!”, metnin tamamı için bkz., İsmail Hakkı Baltacıoğlu, “Kendine Dön!”, a.g.e., s. 242. 147 Hasan Ali Yücel, “Çevirme Yapmayalım”, Pazartesi Konuşmaları, s. 45.

Page 106: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

97

Başkasını duymak

Ne mümkün?

Mezarında

Atan sana küskün

Biz milli edebiyata gitmek veya ona milletlerarası bir değer verdirebilmek için her

şeyden önce milliyetçi bir edebiyat yaratmak mecburiyetindeyiz”148 diyerek o

dönemde kişisel olarak yapılan klasiklerin tercümesini tenkit etmiştir. Yine 1936

Şubatında yazdığı makalesinde, gelişmiş milletlerin edebiyatının Türkçe’ye

çevrilmelerini ve onların tesiri altında yazılmış örneklerini vermekte olduğunu,

bunun kopya edebiyat yarattığını ve okul çocuklarının aşk yazmalarına benzediğini

belirterek “hani bizim yaratıcı ve memleketi söyleyen edebiyatımız?” 149 diyerek o

dönemde yapılan tercümeleri eleştirmiştir. Yücel, Atatürk döneminde yazdığı bütün

yazılarında sadece tercümeleri değil, Batıya ait değerleri de reddetmiştir. Ona göre,

bizim ananelerimizde “Noel Baba” diye bir şahsiyet yoktur ve Türk çocuğunun

hayaline girmemelidir. Kamburu çıkmış soğuktan donmamak için deriden elbiseler

giymiş, süpürge sakallı semboller bizde yoktur. Hasan Ali Yücel, “Bizim ay dedemiz

ne kadar güler yüzlüdür” diyerek milli kültürün muhafaza edilmesini savunmuştur.

Yazısının devamında,“Türk gerçekçidir. Hayallerinde bile hakikat gizlidir. Türk

çocuğuna şeker oyuncak ve yemiş getiren Noel baba değil, kendi öz babasıdır”150

diyerek bu görüşlerini tekrarlamıştır. Oysa Bakanlığa getirildikten sonra, Milli

edebiyattan bahseden Yücel gitmiş, Batıyı ve Batı değerlerini baş tacı eden, Yunanca

ve Latince bilmemeyi en büyük eksiklik kabul eden Yücel gelmiştir. Yücel’de ki bu

tavır değişikliğini iki ayrı dönemde izlenen iki farklı politikaya bağlamak

gerekmektedir.

Semiha Ayverdi, İslam Dünyası’nın parlak dönemlerinde Avrupa’nın

tutumunu değerlendirdiği ve Hasan Ali Yücel’i eleştirdiği yazısında, Batı, İslam

dünyasından etkilenirken buna “Şarklılaşma” demediğini, müstakbel bir medeniyet

148 Hasan Ali Yücel, “Milli Edebiyat, Milliyetçi Edebiyat”, Pazartesi Konuşmaları, s. 52–54. 149 Hasan Ali Yücel,” Mektepten Memlekete”, Pazartesi Konuşmaları, s. 57. 150 Hasan Ali Yücel, “Yılbaşı ve Noel Baba”, Pazartesi Konuşmaları, s. 96. Sonraki dönemlerde tercümeler konusundaki en büyük destek Cumhurbaşkanı İnönü’den gelmiştir. İnönü’nün Cumhurbaşkanı olması sırasında yayınladığı bildiri ve CHP’nin 1939 hükümet politikaları bunu anlatmaktadır. Bkz., Selçuk Kantarcı, Türkiye Cumhuriyeti Hükümet Programlarında Kültür, Ankara 1987, s. 44.

Page 107: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

98

yaratma noktasında sonuna kadar direndiğini ve felsefesini de Grek-Romen

köklerine bağladığını belirtir151. Oysa bu dönemde yapılanlar milli kültürden kopma

ve kültürel Batılılaşmadır. Doğunun gelişmiş olduğu dönemde Avrupa’nın

yapmadığı kültürel değişimi, şimdi doğu yapmaktadır. Gerçekten de klasiklerle

kültürel değişim amaçlanmıştır.

Sonuç olarak, 1940-50 arası dönemde 528 klasik tercüme edilmiştir.

Klasiklerin milli kütüphanemize kazandırılması faydalı olmuş, fakat istenildiği ve

arzulandığı şekliyle dünya çapında yazarlarımız yetişmemiştir. Bunun yanı sıra

yazarlar bütün mesailerini tercümelere vermelerinden dolayı, milli edebiyat alanında

yeterince eser verilememiş, hatta önceki dönemlere ait pek çok Türk-İslam eseri yeni

alfabeyle basılamamıştır. Eğitime ve eğitim yoluyla toplumların ilerleyip

gelişeceğine inanan, fakat bunun koşullarını da eski Yunan ve Latin kaynaklarınca

gerçekleştirileceğini savunan aydınlar, Yunanca ve Latince’nin öğrenilmesini

zorunluluk olarak kabul etmişlerdir. Hasan Ali Yücel, Nurullah Ataç ve Sabahattin

Eyuboğlu gibi Türk hümanizmi yaratmayı düşünenler, klasikleri çevirerek ve

okullarda bu dilleri müfredata koydurarak amaçlarına ulaşmaya çalışmışlardır.

2-Şiir ve Roman

a-Şiir

1923 yılının ilk aylarında şiir ortamı büyük ölçüde önceki yüzyılın son

çeyreğinde eser veren Abdülhakhamit, Cenab Şehabettin, Faik Ozansoy gibi Servet-i

Fünuncular ile onların devamı niteliğinde olan Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Ali

Canip’ten oluşan milli edebiyat temsilcilerinden oluşmaktadır. Milli Edebiyatçılar

yalın dil ve hece vezni ile şiirler yazılmasını esas almışlardır. Cumhuriyet dönemi

şiirinde ilk oluşum 1928’de kurulan Yedi Meşale hareketidir152. Aralarındaki bazı

istisnalara rağmen bu dönem şairleri yazdıkları şiirlerinde Cumhuriyetin getirdiği

yeni değerleri topluma benimsetmeye çalışmışlardır.

1940’lı yıllar savaşın getirdiği zorluklarla geçmiştir. Bu dönem, birinci grup

olarak değerlendirebileceğimiz şairlerinden bir kısmı, yazdıkları şiirlerde, güncel

151 Samiha Ayverdi, Milli Kültür Meselesi ve Maarif Davamız, İstanbul 1976, s. 217. 152 Bunlardan bazıları Yaşar Nabi Nayır, Kenan Hulisi, Ziya Osman Sabar’dır. Bkz., Canan Berhumoğlu, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde 1940 Toplumcu Gerçekçi Kuşağın Yeri, Mersin Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mersin 2001, s. 12.

Page 108: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

99

sıkıntılardan, baskılardan ve hürriyet özlemlerinden bahsetmişlerdir. Nazım

Hikmet’in öncülüğünü yaptığı ve sosyalizmi savunan bu grup, edebiyatımızda 1940

“Toplumcu Gerçekçi Kuşak” olarak yeni bir oluşum meydana getirmiştir. Bu

oluşumun içinde Nazım Hikmet’in yanı sıra, Sadri Ertem, Sabahattin Ali, Emin Türk,

İlhami Bekir gibi şairler yer almıştır153. Nazım Hikmet ve ekibi, Abdülhakhamit ve

Mehmet Emin Yurdakul gibi milli şairlerin şiirlerindeki milliyetçilik ve dâhilik

kavramlarını eleştirmişler, kendileri de dönemin milliyetçi aydınları tarafından

sosyalizmin ülkemizdeki savunucuları olarak değerlendirilerek eleştirilmişlerdir.

Diğer yandan her alanda olduğu gibi, şiir alanında devletin müdahaleleri

özellikle 1938-46 yılları arasında devam etmiştir. Hoşa gitmeyen yada siyasal içerikli

bulunan şiirler yasaklanmış, yazarlarına da muhtelif cezalar verilmiştir. Bu kapsamda

mesela Rıfat Ilgaz, “Sınıf” adlı şiirinden toplam beş yıl, beş ay, yirmi beş gün,

İzzettin Dinamo “Tren” adlı şiirinden dört yıl, Cahit Ilgaz “Rüzgarlar Konuşuyor”

isimli şiirinden ve önsözünü yazdığı “II. Dünya Harbinin Sefaletlerine Dairdir”

ifadesi ile üç ay hapis cezasıyla cezalandırılmış, Samim Kocagöz, Vatan

gazetesi’nde yayımlanan “Fındık Yaprakları” hikayesi ile Sivas’a sürgüne

gönderilmiştir154.

İkinci grup olarak nitelendirebileceğimiz kesim, Mehmet Akif’le başlayan ve

1940’lı yıllarda Necip Fazıl’la devam eden şairlerdir. Necip Fazıl, kendi deyimiyle

başlangıçta farklı konularda şiir yazarken, geçirdiği ruhî değişimlerle İslâmi alana

kaymış ve bu durumu, “Türkün ve bütün insanlığın biricik kurtuluş formülü elimizde

küf ve paslı kabuklardan başka bir şeyi kalmayan İslam’ın özüne nüfuz etmektir” 155

diyerek izah etmiştir.

İkinci grubun en önemli siması olan Necip Fazıl, bu dönemde çıkardığı

“Büyük Doğu mecmuası”156 adlı dergide şiirlerini yayınlamıştır. Bu şiirlerin bir

kısmında, hümanist kültür anlayışını benimseyen yönetimi eleştirmiştir. Bu yüzden

153 Canan Berhumoğlu, a.g.t., s. 17. 154 Canan Berhumoğlu, a.g.t, s. 8. 155 Muzaffer Uyguner, Necip Fazıl Kısakürek Yaşamı, Sanatı, Yapıtlarından Seçmeler, İstanbul 1994, s. 17. 156 Necip Fazıl, “ Büyük Doğu”dan önce “Ağaç Dergisi”ni çıkarmıştır. Bu dergide Marksizm ideolojisine şiirleri ile karşılık vermeye çalışmıştır. Özellikle Anayasada bulunan 163. madde hakkında çok sert eleştiriler getirmiştir. Bu konu ile alâkalı yazdığı şiirde “Dininde 163 yara açan, ulusun,/Günde 163 kez cehennemde ulusun,/Ona deyin: Nemrutlar su dökemez eline/ Küfür tarihinde sen, erişilmez ulusun”. Bkz., Ahmet Oktay, a.g.e., s. 990-991.

Page 109: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

100

dergi sıklıkla kapatılmıştır. İktidara cephe alan son dönem Osmanlı padişahlarından

II. Abdülhamit’i savunan şâir, giderek İslâmi kesimin önderlerinden olmuştur. 1946

yılından itibaren başlayan demokratikleşme hareketleri kısmen fikir özgürlüğünün

alanını da genişletmiştir. Bu itibarla Necip Fazıl, 1940 yılında yazmış olduğu “Sabır

Taşı” oyunu ile, 1947’de CHP’nin piyes yarışmasında birincilik ödülü almıştır157.

Üçüncü grup olarak değerlendirebileceğimiz şairler ise yönetime yakın olan

ve iktidar nimetlerinden istifade etmeyi amaçlayanlardan oluşmaktadır. Bu şairler

İnönü’nün şahsında takip edilen politikalara şiirleriyle destek vermişlerdir. Mesela

1943’te İzmir’de bastırılmış olan ve İsmail Çelik isimli şair tarafından yazılan

eserde, İnönü’nün hayatı şiirsel bir tarzda anlatılmıştır. Kitapta İnönü’nün Sivas’ta

doğumuyla başlayan macerası “nazım” türüyle anlatılmakta, İnönü adeta

kutsallaştırılmaktadır158. Yine 1944 yılında M. Galip Çelikkol tarafından yazılan

başka bir eserde dönemin Cumhurbaşkanına olan sevgi mısralara şu şekilde

yansımıştır;

Türk milleti borçludur yaşadığı bu günü

Yalnız sana Büyük Şef Aziz İsmet İnönü

Başımızın tacısın bütün millet seninle

Eserimi yarattım sana olan sevgimle

Sen ne büyük varlıksın, ey mukaddes İnönü

Yine sen oldun alan her felaketin önünü

Acunda yok bir eşin ve olamaz İnönü

Dirayetin yarattı bize saadet yöğnü159

Görüldüğü gibi İnönü mukaddes bir varlık kabul edilerek, her felaketin önünü

alan şahıs olarak değerlendirilmiştir.

Diğer yandan klasikler içinde, “kültür tercümeleri” anlayışı ile Batıdan şiirler

tercüme edilmiştir. Tercüme dergisi üç sayısını birleştirerek bu şiirleri yayınlamış ve

şiir özel sayısını çıkarılmıştır. Tercüme şiirler konusunda da aydınlar arasında

157 Ahmet Oktay, a.g.e.,s. 990. 158 İsmail Çelik, İsmet İnönü’nün Hayatı, İzmir 1943. 159 M. Galip Çelikkol, Sevgili Milli Şefimiz İsmet İnönü, İstanbul 1944, s. 2.

Page 110: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

101

tartışmalar yaşanmıştır. Tartışmalar tercümelerin mana ve mahiyetçe asıllarından

uzaklaşmış bulunduğu noktasında yoğunlaşmıştır160.

Dönemin etkili isimlerinden Nurullah Ataç, 1940’lı yıllarda yazdığı “Eski

Edebiyatımız” isimli köşe yazısında, edebiyat ve şiire dair geleneksel görüşlerinden

vazgeçerek şiir konusunda kendi geçmişimize dönmemiz gerektiğini belirtir. Ona

göre bizim divan edebiyatımızda, misli Avrupa’da pek görülmemiş sanatkarlar,

üstatlar gelmiştir. Racine, Baudelaire, Varlaine, Mallarme şüphesiz birer büyük şair,

kelimelerle oynamasını bilen sanatkardır. Fakat bir Baki, bir Nedim ile mukayese

edildikleri zaman, bizim şairlerimizin onlardan üstün olduklarının görüldüğünü

savunur. Ona göre, Divan şiirini inkara kalkışanlar, şiirin her şeyden evvel bir lafız

sanatı olduğunu, kelimelerle güzel şekiller yaratmak istediğini kavrayamamış olan

kimselerdir. Yazar aynı yazısında daha önce küçümsediği Divan şiiri ve şâirleri

konusunda biraz hicap ile karışık da, “bir zamanlar Divan edebiyatının insâni

olmadığın iddia etmiştim. Zaten o iddianın yanlışlığını ispat için kendimde

Fuzuli’den, Galip’ten, daha başka şairlerimizden bir çok beyitler söyleyebilirdim”

diyerek bu alandaki yanılgısını ortaya koymuştur161. Nurullah Ataç’ın yukardaki

Türk Divan şiiriyle ilgili olumlu cümlelerine rağmen, dönem boyunca edebiyatta

hümanizm yanlısı resmi anlayışı yönlendirmiş olduğunu belirtmek gerekmektedir

İnönü döneminde ve özellikle 1938–45 yılları arasında klasiklerle birlikte

edebiyat ve sanat alanındaki Batı tesirleri yoğunlaşarak devam etmiştir. Batılı

şâirlerin yazmış oldukları şiirler, klasikler bünyesinde değerlendirilerek Tercüme

dergisinde yayınlanmıştır. Diğer yandan bazı şâirler ideolojik kaygılarla

160 Yaşar Nabi Nayır, “Şiir Tercümeleri”, Varlık mecmuası, S. 310-311, 1-15 Haziran1943, s. 320. 161 Nurullah Ataç, “Eski Edebiyatımız”, Ulus gazetesi, 9 Ağustos 1940. Kendi dilinde şiir bulamadıklarını iddia ederek Batılı şâirlere hayran olanları, “yabancı dillerde kırıntılarıyla geçindiğim şiir ziyafetine ana dilimin sofrasında kavuştum. Darısı yarım yamalak bir dille Baudelair’eleri, Rimbeau’ları, Malarmaisler’i kemiren ve bütün şiir dünyasını Garpta sanan, Fransızca düşünüp Türkçe yazan dostlar başına.” diyerek eleştirir. Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun, “dilimizin bütün imkanlarını zorlayan onu besleyen, süsleyen şairlerini tanımadıktan sonra bir halk türküsünün kanatları arasında yükselen sahipsiz şiiri tadamadıktan sonra dilimizin köşesine bucağına giremeyip, onun mahzenlerinde, mahrem köşelerinde, çıkıntılarında bir sır gibi saklanan şiiri sezemedikten sonra o dile ana dili demek neye yarar?...Yabancı bir dilde öğrendikleri her kelimenin yerine kendi dillerinden bir kelime koyanlara dilleri tükenince acaba onların yerine ne koyarlar? Kendi kelimeleri sıfırı tüketti mi Fransızca’dan Fransızca’ya bir lügat gibi artık yalnızca Fransızca düşünüyorlar ve Fransızca düşünen bir kimsenin de ana dilinde şiir bulacağından şüphe ediyorum…Kendi dillerinde şiiri basit mektep kitaplarından başka bir yerde aramak zahmetine katlanmadıkları için yabancı lisanda rastladıkları ilk romanlara vuruluyorlar”. Metnin tamamı için bkz., Bedri Rahmi Eyuboğlu, “Kendi Dilinde Şiir Bulamayanlar”, Ulus gazetesi, 7 Mayıs 1940.

Page 111: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

102

dışlanmışlardır. Dışlanan şâirler kendi kitlelerini oluşturup, düşünce dünyaları

ışığında şiirler yazmışlardır. Böylece şiirde gruplaşmalar ve kutuplaşmalar

yaşanmıştır162. Sonuçta şiir, ideolojilerin ifade edildiği edebi ürünler haline

gelmiştir.

b-Roman

Roman alanında yaşanan gelişmeler de hümanizm anlayışı paralelinde

olmuştur. Hümanizmi savunan aydınlar, bu anlayış çerçevesinde eserler vermeye

başlamıştır. Bu düşünceleri savunanların başında Yakup Kadri Karaosmanoğlu

gelmiştir. Yazmış olduğu romanlar sıklıkla hümanist dönemin kahramanlarını halkın

önüne koyarak, halkı yönlendirmeye çalışmıştır. Bu yapılırken de Tanzimattan beri

devam eden aydın-halk arasındaki uçurumun ortadan kaldırılmak istendiği

vurgulanmıştır163. Fakat bu ifadelere rağmen Yakup Kadri, Ankara ve Yaban

romanlarının pek çok yerinde, o dönemde halkın büyük çoğunluğunu teşkil etmekte

olan köylünün yaşantısını hakir görmüştür. Gerçi Yaban romanının başında halkın

geri kalmışlığını aydının sorumsuzluğuna vermişse de, romanda köy ve köylü için

geçen ifadeler çok ağır olmakla eleştirilmiştir164. Mesela Yaban isimli romanın 23.

sayfasında, “ köy, bataklıkta uyuz bir manda gibi kokuyor”165denilmiştir. Bu arada

162 Şerif Aktaş, “Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı Hakkında”, Cumhuriyet IV, Ankara 1998, s. 2889. 163 Yakup Kadri’nin halk-aydın yaşantısı konusunda Yaban Romanının önsözüne yazdığı ifadeleri şöyledir, “Evet aramızda bir bağ bir ilgi var mıydı? Siz benim için yerin dibinden çıkmış fosiller ve biz sizin için başka küreden inmiş mahluklar değil miydik? Sizin altında barınacak bir tek damınız, başınızı koyacak bir tek yastığınız yoktu. Biz ise o kadar büyük arabalar içinde ve en yumuşak yataklardan daha yumuşak yastıklar üstünde idik…” “Yaban” isimli roman Yakup Kadri tarafından 1932 yılında yazılmıştır. Roman özellikle halkı hakir gören ve aydınların buna umursamaz tavırlarını belirten kısımları ile aydınlar arasında eleştirilmiştir. Yakup Kadri bu eleştirilere yine aydının ağzından cümlelerle yanıt vermiştir. Kendisine yöneltilen; “köylüyü küçük gördüğü” iddialarının iftira olduğunu, Yaban’a yazdığı II baskı vesilesiyle önsözde ifade edecektir. Bkz., Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, İstanbul 2003, s. 9–14. 164 Aynı tarz ifadelere 181. sayfada da rastlanmaktadır. “Eğer Bilmiyorlarsa Kabahat Kimin? Kabahat benimdir. Kabahat, ey bu satırları o heyecanla okuyacak arkadaş senindir”, diğer bir paragrafta köylülerin kaderci yönü eleştirilmiştir. “Ben mi? Vallahi bilmiyorum. Bende bu köylüler gibi oldum. Her şeyi kadere bırakırım...Ve arkamda hiç bir şey bırakmayacağım. Ne bir dost, ne bir sevgili. Hiç bir izimde kalmayacak. Hatta mezarım bile. Çünkü bu köylüler, beni görmemişler”. Bkz., Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, s. 133-181. 165 Romanın muhtelif yerlerinde geçen köy yaşamını eleştiren ifadelerden bazıları şöyledir; “Köycülük hayatımın bir türlü katlanamadığım ve hala halledemediğim en zor tarafı temizlik sorunudur.. Burada suyu bulmak için her gün ta çaya kadar gitmek gerekiyor. Çayın suyu ise bir akar balçıktır”, “Allah insanları intihaba davet için, o büyük tufan cezasını tertip zahmetine katlanmamalı idi. Nuh’un ümmetini, böyle bir toprak üstünde bu çıplak tepelerle çevrilmiş yere bırakmalı idi”. Bkz., Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, s. 23-30.

Page 112: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

103

Anadolu’da hem toprak hem ev, hem de çocuk işleri ile uğraşmak zorunda kalan

kadının yaşamı gerçekten zor koşullar altında devam etmektedir. Yakup Kadri, aynı

romanında kahramanın ağzından, Anadolu’daki köylü kadınının, naz ve işveden

yoksun olduğunu ve çok defa pis koktuğunu ifade ederek eleştirmiştir166. Bu dönem

yazılan romanların pek çoğunda entelektüelliğin gereği olarak görülen yabancı

örneklemelere yer verilmiştir. Yakup Kadri de, sıklıkla Odise, Penelope gibi

kahramanlardan bahsederek romanlarına hümanizm boyutunu eklemiştir167.

Yakup Kadri’nin diğer bir romanı olan “Ankara” da Milli Mücadele’den

itibaren Ankara’nın sosyal yaşamında başlayan değişimler anlatılmıştır. Roman

kahramanlarının kişilikleri Milli Mücadele’nin bitimiyle farklı bir şekil almıştır.

Kahramanlar birer hırs küpü olmaya, daha fazla kazanmak için iş takibi yapmaya

başlamıştır. Olaylar ve kahramanların tutumlarıyla beraber Ankara’nın da silueti

değişmiştir. Bu değişim romanın III. bölümünde, Türk kültürüne yabancı öğelerden

olan Noel kutlamaları ve kahramanların bu kutlamalar karşısındaki tavırları

anlatılarak aktarılmıştır168.

“Ankara” romanı aydın-halk arasındaki ilişki ve kopukluğun kültürel

boyutlarını anlatan en güzel romanlardan biridir. Ankara Palas’ta yaşanan Avrupai

tarzda balo ve eğlencelere karşın, halkın bu durumu sorgulaması konu edilmiştir.

Yazar, olayın kahramanlarından Selma Hanım’ı konuşturarak, köylünün de yavaş

yavaş bu hayata alışacağını ifade ederek, aydının halka bakışını vurgulamıştır. Yakup

Kadri’ye göre Milli Mücadelenin sona ermesiyle beraber cemiyette ve mücadelenin

kahramanlarında bir bozulma meydana gelmiştir. Böylece halk ile aydın arasındaki

uçurum derinleşmiştir169. O, özellikle aydınlar arasında yaşanan kültürel bozulmayı

soysuzlaşma olarak değerlendirmiştir170.

166 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, s. 25, 27, 30, 35. 167 Yaban ve Ankara romanlarında bu örnekler çoktur. Bu örnekler için bkz., Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, s. 106-187. Ayrıca bkz., Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl , s. 115. 168 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara, İstanbul 2003, s. 9. 169 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara, s. 113. 170 Romanda bu ifadeler şöyle aktarılır, “elçilik müsteşarının hanımıyla dans eden Hakkı Beyi gösterdi…Başını güzel kadının kulağına doğru yaklaştırmış…Ona bir şeyler mırıldanıyor gibiydi. İşte o adam şimdi bu hale geldi…Bu gülümsemelere bu kırıp dökmelere...Onu böyle gördükçe, bu cemiyette bir soysuzlaşma unsuru mevcut olmadığına, bir şeyin bozulup yumuşamadığına hükmetmemek mümkün müdür?”. Bkz.,Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara, s. 141.

Page 113: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

104

Yakup Kadri’nin romanlarında hızlı bir kültürel değişim anlatılırken, kültürel

Batılılaşmanın en önemli muhaliflerinden olan Peyami Safa da, yazdığı

romanlarında, toplumda Tanzimat’tan beri süren Doğu-Batı çatışmasını işlemiştir.

Bu alanda yazılmış en önemli eserleri “Fatih-Harbiye” ve “Sözde Kızlar” dır. Fatih-

Harbiye romanında olayın kahramanlarına “alafrangalık-alaturkalık” etrafında kültür

medeniyet tartışması yaptırırken, Sözde Kızlar romanında olayın kahramanı

üzerinden toplumda yaşanan davranış farklılıkları ve kültür değişmeleri

sorgulanmıştır.

Romanlarının pek çok yerinde kültür-medeniyet ve Batılılaşma kavramlarını

ele almış olan yazar, teknikte garplılaşmakla, kültürde batılılaşmayı sorgulamıştır.

Olaylardan çıkardığı sonuçla her kültürün milli kalması gerektiğini, tekniğin ise

evrensel olduğunu ifade ederek teknikte Batılılaşmayı savunmuştur. Ona göre, İnönü

döneminde savunulan Batılılaşma hareketi, teknikle sınırlı kalmamış, kültürü de içine

alarak devam etmiştir. Böylesi bir durum milli kültür unsurlarımıza zarar vermiştir.

Oysa ona göre, doğu ve batı dünyası farklı kaplardaki su gibi birbirlerinin

eksikliklerini tamamlamak suretiyle yeni fikirler ortaya çıkarmalıdır. Yazar, eğer

önerdiği bu metot takip edilirse yaşanan kültür buhranları da ortadan kalkmış olur

düşüncesini taşımaktadır171. Onun ileri sürdüğü fikirler kültür-medeniyet tartışması

ve yaşanan kültürel değişimde ortaya koyduğu çareleri anlatması bakımından

önemlidir. Peyami Safa’ya göre; Türkiye Batıdan etkilenme konusunda tereddüt

etmemeli, fakat bu tesir kültürümüzün güzel ve halis köklerine kadar da inmemelidir.

Peyami Safa’nın bu görüşleri Necip Fazıl Kısakürek ve Fuat Köprülü

tarafından da benimsenmiştir. Necip Fazıl bu dönemde yaşanan gelişmeleri ve

aydınları şu şekilde değerlendirmiştir; Yazılan romanlardan hiç biri Türk yaşamına

uymayıp, insancıl özü bulunmamaktadır. Aydınlar hümanizmin verdiği aşağılık

kompleksiyle Dede Efendi yerine Puccini’yi dinlemişlerdir172. Bu tarz roman

yazarları Fuat Köprülü’nün de tenkitleriyle karşılaşmıştır. Köprülü bu konuda

yazılan romanları, kahramanlarının milli kültürden yoksun halka yabancı ve marazi

171 Peyami Safa, Fatih-Harbiye, İstanbul 1999, s. 115, 118. 172 Muzaffer Uyguner, a.g.e., s. 61.

Page 114: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

105

tipler olduğunu belirtmiştir. Ona göre, halka hitap etmeyen edebiyat soysuzlaşmaya

mahkumdur173.

Sonuç olarak özellikle 1938-46 döneminde yazılan romanların büyük

kısmında klasiklerin etkisini görmek mümkündür. Yazarlar romanlarında Batılı

kahramanlarından sıklıkla örnek vermişlerdir. Bu dönem romancılarının belli

başlıcaları, Yakup Kadri, Reşat Nuri, Refik Halit, Peyami Safa, Abdülhak Şinasi,

Mithat Cemal’dir. Yazarlar, romanlarında kültürel ve sosyal değişimi anlatmışlardır.

Kültürel değişimin bir sonucu olarak yaşanan çelişkilerin, aydınlar üzerinde meydana

getirdiği etkileri, sosyal ayrılığın oluşturduğu iki ayrı dünya arasında kalmışlığın

etkilerini incelemişlerdir174. Hükümet tarafından desteklenen romanlarda da, Batı

kültürünün çeşitli motifleri sosyal hayatımıza sokulmaya çalışılmıştır. Yeşil Gece175,

Yaban ve Ankara gibi romanlar bu tarzda yazılmış olanlardır. Milli Mücadele ruhuna

sadık kalınarak çok az roman yazılabilmiş176, bu durum Batılı değer yargılarına bağlı

insan tipilerinin oluşumunu hızlandırmıştır. Milli değerlere bağlı, milli kültür

terbiyesiyle gelişmiş nesiller yerine, Latin-Yunan kültür değerleriyle yetişmiş

evrensel vatandaş yetiştirme anlayışı hakim olmuştur.

173 Ahmet Oktay a.g.e., s. 65. 174 Alemdar Yalçın, “Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı Genel Değerlendirme”, Cumhuriyet IV, s. 2913. 175 Reşat Nuri Güntekin tarafından yazılan Yeşil Gece romanında dindar tiplerin hepsi cahil, riyakâr, menfaatçi olarak gösterilmiştir. Bkz., Orhan Okay, a.g.m., s. 2896. 176 Mustafa Miyasoğlu, “Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı”, Cumhuriyet IV, s. 2915.

Page 115: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

106

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM HÜMANİST KÜLTÜR ANLAYIŞININ BENİMSETİLME VASITALARI A- BASIN-YAYIN

İlk Türk gazetesi olan Takvim-i Vekayi, 11 Kasım 1831’de II. Mahmut

tarafından resmi amaçla yayınlanmaya başlamış ve Türk basın tarihinin başlangıç

noktası olarak kabul edilmiştir1.

Mondros Ateşkes Anlaşması ile Osmanlı Devleti’nin dağılması ve

Anadolu’nun İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmesi basının yeni bir döneme

girmesine neden olmuştur. Basın milli mücadeleyi destekleyenler ve karşı olanlar

şeklinde ikiye ayrılmıştır. İstanbul’da yayınlanan Alemdar ile Adana’da yayınlanan

Ferda gazeteleri Milli Mücadeleye karşı tavır almışlardır2. Konya’da çıkan Babalık,

Erzurum’da yayınlanan Albayrak, Afyon’da basılan Öğüt, Kastamonu kaynaklı

Açıksöz, Balıkesir de İzmir’e Doğru, Ankara da Yeni Gün, Antep de İstikbal ve

Antep Haberleri, Adana da Yeni Adana gazete ve mecmuaları ise sürekli milli

mücadele lehine yazılar yazmış ve cepheden haberler vererek halkın moral gücünü

artırmayı hedeflemişlerdir. Bu arada milli mücadele basınının önemini kavramış

bulunan aydınlardan Yunus Nadi, Halide Edip, Adnan Adıvar, Yusuf Kemal

Tengirşek, Rıza Nur ve Cami Baykurt’un önerileri ile Anadolu Ajansı kurulmuştur3.

Hem Cumhuriyetin yeni bir rejim olarak ilan edilmesinde hem de

inkılâpların duyurulmasında basın çok önemli rolleri üstlenmiş, Anadolu Ajansı,

Hakimiyet-i Milliye, Cumhuriyet ve Akşam gazeteleri Atatürk’ün tarihi

konuşmalarını geniş kitlelere ulaştırmışlardır. Bu arada Cumhuriyet Dönemi’nde

basının uymak zorunda olduğu kanunlarını düzenleyen yasal uygulamalar, 1931

yılındaki Matbuat Kanunu ile yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun uygulamaya

girmesinden yaklaşık dört yıl sonra basının sorunlarını tartışmak maksadıyla, 1935

yılında ilk Basın Kongresi toplanmıştır. Aynı yıl Türkiye’de 38 günlük gazete, 78

1 Mustafa Yılmaz, “İnönü döneminde Bakanlar Kurulu Kararı ile Yasaklanan Yayınlar 1938-1945 ”, Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi, Dr. Orhan Fuat Köprülü’ye Armağan, S. 12, Ankara 1998, s. 1. 2 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Cumhuriyet Dönemi Basını, Ankara 1988, s. 29-30. 3 Halide Edip Adıvar, Türk, Ankara, Anadolu isimlerinden birisin olmasını teklif etmiş, Yunus Nadi ve Atatürk’ün isteği ile Anadolu ismi kabul edilerek Anadolu Ajansı kurulmuştur. Bkz., Fuat Süreyya Oral, Türk Basın Tarihi Osmanlı İmparatorluğu Dönemi 1728-1922, 1831-1922, Ankara 1962, s. 80.

Page 116: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

107

süreli gazete ve 127 dergi yayınlanmaktadır4. Atatürk basının önemi konusunda,

“Cumhuriyet devrinin kendi zihniyet ve ahlâkiyatı ile donanmış basını, yine ancak

Cumhuriyetin kendisi yetiştirir. Büyük ve soylu milletimiz yeni çalışma yaşamını ve

uygarlığını kolaylaştıracak ve yüreklendirecek, ancak bu yeni zihniyetteki basın

olacaktır”5 diyerek yeniden yapılanma sürecinde basının üzerine düşen görevini

açıklayarak, aynı zamanda yeni anlayış ve uygulamaları halka aktaracak önemli bir

araç olarak gördüğünü ifade etmiştir.

1-I. Neşriyat Kongresi

Atatürk döneminde özel teşebbüsün yayın yapması özendirilmiş, bunun için

devlet, bu müesseseleri maddi ve manevi açıdan desteklemiştir6. Fakat sermaye

eksikliği ve bu alanda yaşanan teknik eleman sıkıntısı gibi nedenlerle, basındaki

gelişmeler de arzu edilen sonuçlar alınamamıştır.

İnönü döneminin en önemli kültürel organizasyonlarından biri şüphesiz,

Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in girişimleri ile 1-5 Mayıs 1939 tarihleri

arasında toplanan Neşriyat Kongresi’dir. Kongreye katılan dönemin Başbakanı

Refik Saydam, kongrenin amacını, kültür hayatının canlanması ve yeni kültür

politikalarının belirlenmesi olarak açıklamıştır7. Hasan Ali Yücel, Saydam’ın bu

görüşene destek vererek, ülkenin her yerinde basın-yayın faaliyetleri gösteren resmi

4 Bu kanunun önemli maddeleri şunlardır, 1-Gazete dergi çıkarmak için ruhsat almak gerekmez, hükümete bilgi verilir 2-Milli mücadele karşıtları, devrim düşmanları ve vatan hainleri gazete çıkaramazlar 3-Gazete ve dergilerin başyazarları ve genel yayın yönetmenlerinin yüksek okulu bitirmiş olmaları 4-Çalışanlaşanların tamamının isimleri hükümete bildirilir 5-Padişahlık, hilafetçilik ve komünistlik yayınları yapmak yasaktır 6-Ülkenin genel politikasına dokunacak yayınlar dolayısı ile Bakanlar Kurulu kararı ile gazete ve dergiler kapatılabilir. Bu dönemde çıkan önemli ulusal gazeteler de şunlardı; Yunus Nadi tarafından çıkarılan Cumhuriyet Gazetesi 8 Mayıs 1924’te İstanbul’da yayın hayatına başladı, 2- Akşam; Necmettin Sadak tarafından kuruldu. Nazım Hikmette Orhan Selim takma adıyla gazete küçük fıkralar yayımladı 3-Tan;1935 de İş Bankası tarafından kuruldu. Daha sonra Ahmet Emin Yalman, Zekeriya Sertel ve Lütfi Dördüncü tarafından satın alındı 4- Ulus; hükümetin resmi yayın organı niteliğindeydi. Gazi ve İnönü, bu gazetede pek çok yazılar yayımladı. Falih Rıfkı 1946’ya kadar başyazarlık yaptı. Diğer gazeteler Akın, Her Gün, Son Posta, Haber; Kurum, Vakit, İkdam, Sabah, Tanin ve Milliyet’dir. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz., Enver Behnan Şapolyo, Türk Gazetecilik Tarihi ve Her Yönü ile Basın, Ankara 1969, s. 221-233. 5 Şerafettin Pektaş, Milli Şef Döneminde Cumhuriyet Gazetesi(1938-1950), İstanbul 2003, s. 21. 6 Hasan Ali Yücel, I.Türk Neşriyat Kongresi, 1-5 Mayıs 1939, Ankara 1997, s. 13. (I. Basım 1939 Tıpkı Basım). 7 Refik Saydam, “Açılış Toplantısı”. I.Türk Neşriyat Kongresi , s. 8-11.

Page 117: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

108

ve özel girişimlerin devlet tarafından geliştirilmesi olduğunu vurgulayarak geçmiş

dönemlerdeki kültür değişimlerinin başarısızlığını belirtmiştir8.

İnönü de Kongreye, 5 Mayıs 1939’da bir telgraf göndererek, açılış ve

çalışmalarından dolayı kongre çalışanlarını kutlamıştır9. Aynı gün basın, yayın ve

satış işleri encümeninin hazırlamış olduğu raporun görüşülmesi başlamıştır. Raporda

kültür işlerinin yolunda gitmediği tespit edilmiş ve sebepleri şu şekilde izah

edilmiştir; 1-Gazete, mecmua ve kitap satışları nüfusa göre çok azdır. Bunun en

önemli nedeni Anadolu’nun pek çok il ve ilçesinde bayii teşkilatının kurulamamış

olmasıdır 2-Bir kısım bayiler sattıkları eserlerin paralarını zimmetlerine

geçirmişlerdir 3-Eserlerin basımı çoğu zaman pahalıya mâl olmaktadır 4-Çıkan

eserler yeterince tanıtılamamakta bu durum eserin satışlarına yansımaktadır 5-Kağıt

fiyatları çok pahalıdır. Bundan dolayı yeterince basım yapılamamaktadır 6-Posta

ücretleri oldukça pahalıdır 7-En önemlisi de halkın çoğunun okur-yazar

olmamasından kaynaklanan cehalettir.

Bu sebeplere karşı alınacak tedbirler de komisyon tarafından tespit

edilmiştir. Buna göre, 1. ve 2. madde de ki eksiklikler için devlet matbaa

basımlarının tek elde toplanması istenmiştir. Yine esaslı bayi teşkilatının kurulması

ve çıkacak her eserden birer tanesinin gazetelere, ilgili mecmualara gönderilmesi ve

gönderilen eser mukabilince gazete ve mecmuaların bu eserlerden bahseden yazılar

yayınlayarak tanıtılmasının mecburi kılınmasının sağlanması istenmiştir. Posta ve

gümrük işlerinde tenzilat yapılarak kağıt girişinin ve okuyucuya posta yolu ile ucuza

ulaşması hedeflenmiştir10. Gerçekten de o dönemde kağıt çok pahalıdır. Kongrede

söz alan Ahmet İhsan Tokgöz, kültürel alanda yeterince başarılı olunamamasını,

İzmit kağıt fabrikasının kurulmasıyla birlikte gümrüklerde kağıt ithalatına getirilen

büyük vergilere bağlayarak bu durumun memlekette kağıt sıkıntısına neden

8 Açılıştaki konuşmasında Yücel, “Tarihimizin son asrına baktığımız zaman, devletin kültür meselelerinde nazım müessesi olan Maarif nezaretlerinin basım ve yayın, eski tabiri ile telif ve tercüme işlerinde aldıkları eksik ve başarısızlık derhal gözümüzün önünde canlanır” diyerek eleştiri getirir. Kongre yurt çapında büyük alaka uyandırmış, yerel ve ulusal basında etraflıca tartışılma imkanı bulmuştur. Yine Yücel bundan sonraki çalışmaların kongrede alınan kararlar çerçevesinde Milli Şef İnönü ve başbakan Refik Saydam’ın destekleriyle gerçekleştireceklerini bunun bir kültür meselesi olduğunu beyan etmiştir. Bkz. Hasan Ali Yücel, I. Türk Neşriyat Kongresi, s. 10. 9 İsmet İnönü, “Telgrafı”, I. Türk Neşriyat Kongresi, 1-5 Mayıs 1939, s. 39. 10 I. Neşriyat Kongresi, s. 42-43.

Page 118: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

109

olduğunu, halbuki bu fabrikanın, ülkenin kağıt ihtiyacının ancak onda birini

karşıladığını açıklayarak tenkit etmiştir11.

İnönü dönemi kültür hareketlerine damgasını vuracak olan kararlar kongrede

görüşülerek karara bağlanmıştır. Bu konulardan bazıları şöyledir, 1-Resmi ve özel

yayın teşekkülleri için sermaye ayrılması( kaynak arayışı ve işbirliği) 2-Dilimize

tercüme edilecek klasiklerin yıllara göre planlamasının yapılması 3-Bir çocuk

edebiyatı kütüphanesi oluşturulması 4-Yazma ve basma eski kitaplarımızdan

yeniden yayını icap edenlerin tespit edilmesi 5-Ansiklopedi ve kaynak kitapların

yayınlanması12.

Kongredeki bütün oturumlara Hasan Ali Yücel başkanlık etmiştir. Dördüncü

günün II. Oturumu Gençlik ve Çocuk Edebiyatı Encümeninin raporu ile başlamıştır.

Özellikle ilkokul yaşındaki çocuklara yönelik hazırlanacak kitaplarda Türk

İnkılâbının büyüklüğü ile Atatürk ve Mili Şef İnönü’nün çocukluk, gençlik ve

meslek hayatları ile askeri başarılarının anlatılması kararlaştırılmıştır.

Tercüme Encümeni bir rapor hazırlayarak ileriki yıllarda yapılacak

çalışmaları da tespit etmiştir. Hazırlanan raporda;

1-Tercüme edilecek eserlerin listesi çıkarılmış, bu liste yapılırken özellikle

hümanist kültürle alakalı olan eserlere bilhassa önem verilmesi vurgulanmıştır.

2-Tercümelerin tanzim ve murakabesinin yapılması böylece bir eserin birden

fazla kişi tarafından tercümesi yapılmayarak, maddi kayba sebep olunmaması.

3-Tercüme faaliyeti ile uğraşacak tercüme bürosunun kurulması

4-Tercüme mecmuasının yayınlanması.

5-Çocuk ve halk edebiyatı eserlerinin tercüme ettirilmesi13. Bu rapor

doğrultusunda, Milli Eğitim Bakanı Yücel’in, Bakanlığı döneminde en fazla üzerinde

durup, hassasiyetle çalıştığı konulardan birisi tercüme faaliyetleri olmuştur.

11 Ahmet İhsan Tokgöz, I.Türk Neşriyat Kongresi, s. 48. 12 Yedi dalda encümen oluşturulmasına karar verilmiştir. Bunlar; a-Basım yayın ve satış işleri encümeni b-Dilekler encümeni c-Edebi mülkiyet encümeni d-Gençlik ve çocuk edebiyatı e-Mükafat yardım ve propaganda encümeni f-Neşriyat programı encümeni g-Tercüme işleri encümeni, bkz., I. Türk Neşriyat Kongresi, s. 4. 13 Raporun görüşülmesi esnasında söz alan Ömer Lütfi Barkan, o günkü Türkçe’nin durumunu ortaya koyan bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında “bugün Türkçe anarşi halindedir” diyerek ne imla, ne lügat birliğinin bulunduğundan bahisle, tercümenin önce bu alanlarda birliktelik sağladıktan sonra yapılması üzerinde durmuştu, Nurullah Ataç Bu fikre karşı çıkmıştır. Ömer Lütfi Barkan ve Nurullah Ataç polemiği için bkz., I.Türk Neşriyat Kongresi, s. 128-129.

Page 119: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

110

Bu arada kongrenin bütün aşamaları Türk basını tarafından ilgiyle takip

edilmiş, pek çok köşe yazısı ve makale yayınlanmıştır. Bazı yazarlar kongrede

alınmış olan kararları eleştirirken bazıları da kararların lehinde görüş belirtmişlerdir.

Liberal kimliği ile tanınan Ahmet Ağaoğlu, 1 Mayıs 1939 tarihli İkdam

gazetesi’ndeki yazısında, kongrede alınan kararlarla ilgili olarak, I. maddedeki

“resmi ve özel neşir teşekküllerinin sermaye ve kuvvetlerini azami verim temin

etmek üzere teksif ederek iş birliği etmeleri yollarının araştırılması ve umumi bir

neşriyat programı hazırlanması” 14 ibaresine değinerek bu maddenin devletleştirme

endişesini beraberinde getirdiğini, bu durumun basın-yayının gelişimini

engelleyeceğini ifade etmiştir. Zekeriya Sertel ise, kongresi’nin en önemli neticesi

olarak neşriyat planlamasını görmektedir. Bunu kültür hayatımızda büyük bir

inkılâp olarak değerlendirir15. Sertel, okuma alışkanlığının geniş kitlelere yayılması

gerektiğini, bu gerçekleştirilemezse yapılacak işlerin de pek ehemmiyetinin

kalmayacağını vurgulamıştır16.

Peyami Safa, şimdiye kadar özel teşebbüsün bu alanda çok cılız ve yetersiz

kaldığını ifade ettikten sonra, “mademki Harf İnkılabını devlet yaptı, onun tabi

neticelerine ait bütün külfetlere devlet katlanacak. Parayı devlet verecek. Bu paranın

miktarı senede milyonu aşmadıkça, Neşriyat Kongresi’nin bütün faydası, meslek

adamları arasında neşeli bir sohbet vesilesi olmakla kalacak!” 17 diyerek yayın

hayatında devletin görevini hatırlatmıştır. Peyami Safa, 5 Mayıs’taki yazısında da

eski eserlerin basılması konusunda milyonlarca lira gerektiğini ve bu paranın hususi

teşebbüs tarafından karşılanmasının imkansız olduğu ve kültür buhranına çare

olarak en az yirmi, yirmi beş bin kitabın hazırlanmasını tavsiye etmiştir18.

Falih Rıfkı’da, Ulus gazetesindeki köşesinde, on seneden beri yalnızca ders

kitaplarının temini için matbaaların çalıştığını, ne Latin-Yunan ve Batı edebiyatının

14 Ahmet Ağaoğlu, “Neşriyat Kongresi”, I. Neşriyat kongresi, s. 186, ayrıca makalenin tam metni için bkz, İkdam gazetesi, 1 Mayıs 1939. 15 Zekeriya Sertel, Tan gazetesi, 2 Mayıs 1939. 16 Zekeriya Sertel, “Memleketin Büyük Davası”, Tan gazetesi, 5 Mayıs 1939. 17 Peyami Safa, “ I. Neşriyat Kongresi”, Cumhuriyet gazetesi, 4 Mayıs 1939 18 Peyami Safa, “Hükümetimize Bir Teklif”, Cumhuriyet gazetesi, 5 Mayıs 1939. Peyami Safa 10 Mayıs’ta yazdığı “Nazariyede de Kalmamak İçin” başlıklı makalesinde yine ısrarla vurguladığı şey kongreden müspet netice alabilmek için program, teşkilat ve paraya ihtiyaç bulunduğu üzerinedir. Bkz., Peyami Safa, “Nazariyede Kalmamak İçin”, Cumhuriyet gazetesi, 10 Mayıs 1939.

Page 120: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

111

ne de Türk ve Osmanlı edebiyatının kütüphanelerimizde yer almadığını belirterek,

kongrede alınan kararları bu açıdan olumlu bulmuştur19.

Neşriyat Kongresi kararlarının analizi ve uygulamadaki aksaklıklara gelince,

Kongrenin amacı, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve Başbakan Refik

Saydam’ın konuşmalarında çok açık şekilde izah edilmiştir. Resmi ve özel

müesseseler basım ve yayın işlerini gözden geçirerek bu alandaki engeller ortadan

kaldırılacaktır. Gerçekten bu yönü ile basının pek çok kalemlerinden de övgü

almıştır. Hemen bütün yazarlar bu girişiminden dolayı, Hasan Ali Yücel’i kutlamış

ve desteklerini açıklamışlardır. Çünkü açıklanan amaçlar o günkü Cumhuriyet

şartlarında önemli bir gelişme sayılmıştır. Fakat alınan kararların pek çoğu araya II.

Dünya Savaşının girmesinden dolayı hayata geçirilememiştir. Matbuat ve yayın

alanındaki hareketlenme ancak savaşın sona ermesi ile beraber canlanmıştır. Bunda

hem ekonomik etkenler, hem de demokratik sebepler önemli rol oynamıştır. Hatta

II. Dünya Savaşı yıllarında ki kağıt sıkıntısı ve ithalatında yaşanan problemler

gazetelerin sayfa sayılarının sınırlandırılmasına neden olmuştur.

Özellikle “Özel teşebbüs” olarak ifade edilen yayın evleri gerektiği gibi

çalışamamıştır. Kongrede özel teşebbüsün korunması konusunda karar alınmasına

karşın, devlet özel sermayeye 1946 yılına kadar fazla sıcak bakmamıştır20. Diğer

yandan kabul edilen kanunlarla bu alanda faaliyet gösteren yayınevlerine ağır

vergiler getirilmiştir. Mesela 11 Kasım 1942’de Mecliste kabul edilen “Varlık

vergisi” kanunuyla savaş şartları içersinde pek çok kuruluşa olduğu gibi yayın

evlerine de ağır vergiler getirilmiştir21. Özellikle gayri Müslimlere ait olan yayın

evleri bu vergilerden olumsuz yönde etkilenmiştir. Mesela bu yayın evlerinden biri

olan Cihan Kitap evine, 30.000 TL vergi tahsis edilmiş, kitap evi sahibi Aramanus

Acun, 13 Ocak 1943’te Milli Eğitim Bakanlığı’na yazdığı dilekçede, şimdiye kadar

19 Falih Rıfkı Atay, “Neşriyat Kongresinde”, Ulus gazetesi, 4 Mayıs 1939 20 İsmet İnönü, 1932 yılında Sivas Tren istasyonunda yaptığı konuşmada, şimdiye kadar takip edilen ılımlı devletçilik politikasından vazgeçerek katı devletçilik politikaları takip edileceğini ifade etmiştir. Atatürk ile aralarında meydana gelen görüş ayrılılarının belki de en önemlisi ekonomi olmuştur. Bkz., Kadir Şeker, “Hatay Meselesinin Çözümünde Atatürk’ün Rolü”, Jandarma Eğitim Dergisi, S. 15, Eylül 2000, s. 24-31. 21 Varlık vergisi mülk sahiplerinden özellikle büyük çiftlik sahiplerinden vergi alınmasını öngörüyordu. Kanuna göre 1941 yılı net karlarlarından % 50’si ile % 70 oranında vergi alınmasını zorunlu kılıyordu. Kararlar kesindi ve itiraz söz konusu değildi. Vergisini ödeyemeyenler çeşitli bölgelerdeki yol yapımına gönderilip, bedenen çalışmaları isteniyordu. Geniş bilgi için bkz., Bernard Lewis, a.g.e, s. 296-298.

Page 121: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

112

Türk kültür hayatına yaptıkları katkıyı ifade ettikten sonra, her şeyini satmış olsa

eline ancak 8000 TL geçeneğini bildirmiştir. Tahakkuk ettirilen vergideki yanlışlığı

aktardıktan sonra, isteğinin kabul edilmemesi halinde elindeki eserlerin borcuna

mukabil hükümetçe satın alınmasını teklif etmiştir. Yayın evi sahibi 31 Aralık 1942

tarihine kadar borçlarının ancak 1200 TL kısmını Koca Mustafa Paşa maliye

şubesine yatırabilmiştir22.

Bu konuda diğer bir şikayette o dönemde köklü yayın evi olan Kanaat kitap

evinden gelmiştir. Kitap evi sahibi İlyas Baydar, Milli Eğitim Bakanlığına

gönderdiği 21 Ocak 1943 tarihli dilekçesinde, şimdiye kadar Kanaat Kitap evi’nin

Türk ilim ve kültür hayatına olan katkılarından bahsederek, kendi yayın evine Varlık

vergisi olarak 494.500 TL tespit edilmiş olduğunu, borcunun yaklaşık 250,000 TL

ödediğini belirterek, borcunu ödemek için her şeyini satmak zorunda kaldığını ifade

etmiştir. Sonuçta elinde elli seneden beri yayınlamakta olduğu kitaplarının

olduğunu, kalan borçlarına mukabil, Milli Eğitim Bakanlığınca bu kitapların satın

alınmasını talep etmiştir23.

Görüldüğü gibi kongrede alınmış olan kararların büyük bölümü ki, en

önemlisi özel teşebbüsün desteklenmesi maddesidir, uygulanmadığı gibi yayın

evlerine ağır vergiler getirilmek suretiyle yayın yapmaları engellenmiştir. Diğer

yandan özel teşebbüs bu halde zor anlar yaşarken, 1940-1946 yılları arasında devlet

neşriyatı görülmemiş oranda artmıştır. Devlet yayınlarının önemli bir kısmını da

klasiklerin tercümeleri oluşturmuştur. İzlenen kültür politikaları kapsamında

klasikler, Halkevleri, Üniversite ve Köy Enstitülerine gönderilerek halkın ve

öğrencilerin bu eserleri okumaları sağlanmıştır. II. Dünya Savaşı’nın getirdiği

ekonomik sıkıntılar ve kağıt alanında yaşanan dar boğaz da, klasiklerin basılmasını

engelleyememiş, böylece hümanist kültür anlayışının tabana yayılması hususunda

devlet gerekeni yapmıştır.

22 B.C.A., 030.10-144 31 13. 23 Yayınevi, İngilizce’den Türkçe’ye büyük lügat, Almanca’dan Türkçe’ye büyük lügat yayınlamıştır. Diğer bir eserde “Türk Tarihi” eseridir. Yayınevi sahibi İlyas Baydar, 21 Ocak 1943 tarihinde yazdığı dilekçesini yalvaran ifadelerle şöyle bitirir, “kıymeti ancak tarafımızdan takdir edilebilecek kitaplarımın satın alınmasına ve bu surette vergimi ödememe müsaade buyurulmasına yüksek makamınızın sonsuz merhametinden rica ve istirham ederim” Kanat Kitapevi sahibi, İlyas Baydar. 21 Ocak 1943, Bkz., B.C.A., 030.10.144, 31,13.

Page 122: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

113

2-Hümanist Kültür Açısından Basın-Yayın Politikaları

a-1938-1946 Arası Dönem

Siyasi iktidarlar her dönemde basını hem kontrol altına almayı hem de ondan

yararlanmayı amaçlamışlardır. Bu amaçla bazen basına sınırlamalar getirilmiş,

bazen de teşvikler verilmiştir. Siyasi iktidarlar tarafından, basını sınırlamak için bir

takım sansür kuralları uygulamaya koyulmuştur. Sansür kuralları, yasaların yanı sıra

oluşturulan yeni kurumlar aracılığıyla da yapılmıştır. Bu amaçla 22 Mayıs 1933

tarihinde İçişleri Bakanlığına bağlı olarak kurulan Matbuat Umum Müdürlüğünün

görevi, basın kanunun 4. maddesinde, memleketin içinde ve dışında siyasi ve

kültürel hareketler bakımından bütün yayınları takip etmek, milli matbuatın

inkılapların prensiplerine ve devletin umumi siyasetine göre çalışmasını sağlamak

olarak belirlenmiştir24.

Matbuat Umum Müdürlüğü, İnönü döneminde basına sansür uygulamalarını

daha yakından takip edebilmek amacıyla, kanunda yapılan değişiklikle 22 Mayıs

1940’de Başbakanlığa bağlanmıştır. 1942 yılında ek bir kanunla Anadolu Ajansı’nın

denetimi de Matbuat Umum Müdürlüğüne verilmiştir.

Matbuat Umum Müdürlüğünün teklifiyle 14 Temmuz 1938 tarihinde “Basın

Birliği Kanunu” çıkarılmıştır. Bu kanunun amacı, birliğe dahil Türk basın

mensuplarının maddi manevi, ferdi, müşterek şeref ve vâkarını korumak olarak

açıklanmıştır. Aynı zamanda yeni gazete veya dergi yayınlamaya başlayanların bir

ay içinde birliğe üye olmaları zorunluluğu getirilmiş, böylece yeni çıkan gazete ve

dergilerin denetimi kolaylaşmıştır25.

Matbuat Umum Müdürlüğünün yanı sıra basında çıkacak yazılara,

bakanlıkların teklifi, Bakanlar Kurulunun kararıyla sıkı denetim ve yasaklar

getirilmiştir. Bu uygulamalar kapsamında mesela, İçişleri Bakanlığının 22 Aralık

1938 tarih, 60030 sayılı tezkeresiyle yapılan teklifi ve Bakanlar Kurulunun onayıyla

komünizm propagandası yapan yayınlarla Kürtçülük ve Ermenicilik yanlısı kitap ve

gazeteler yasaklanmıştır. Yine bu kapsamda Reha Oğuz Türkkan’ın “Türkçülüğe

Giriş” isimli kitabı, 1941 yılında Sovyetler Birliği’ni rencide edebilecek nitelikte

24 Şerafettin Pektaş, a.g.e., s. 34. 25 Basın Birliği Kanunu 13 Haziran 1946 tarihinde 4932 sayılı kanunla kaldırılmıştır. Bkz., Resmi gazete, S. 6336, 18 Haziran 1946, s. 10778.

Page 123: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

114

olduğu gerekçesi ile yasaklanan yayınlar arasına girmiştir26. Aşağıdaki tabloda

yasaklanan konular verilmektedir.

Tablo 3.1:İnönü dönemi’nde Yasaklama İle İlgili Kararların Konulara Göre Dağılımı

Komünizm propaganda yayınları 3 Ermenicilik- Kürtçülük yayınları 7 Dış Politika aleyhine yayınlar 7 Dini propaganda Yayınları 36 Ülke aleyhine ve kamuoyunu bozucu Yayınlar

36

II. Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte, 20 Mayıs 1940’ta İstanbul,

Kırklareli, Edirne, Tekirdağ, Çanakkale ve İzmit’te sıkıyönetim ilan edilmiştir.

Sıkıyönetimle birlikte, Örfi İdare Kanununun 3. maddesi sıkıyönetim komutanlarına

tüm basılı eserleri denetleme ve gerektiğinde kapatma yetkisi vermiştir27. Kanunun

kabulünden sonra, bu idarenin sakıncalı gördüğü bütün yayınlar yasaklanmıştır28.

Ayrıca 24 Nisan 1940 tarihinde görüşülen Basın Kanununun 30. maddesi29 ile,

TBMM üyeleri ve Bakanlar Kurulu üyeleri koruma altına alınmış, bu kurumlar ile

şahıslar hakkında yapılacak olumsuz yayınlara hapis cezasına ilave olarak, 100

liradan az olmamak kaydıyla para cezası verilmesi kabul edilmiştir30. Bu kanun

kapsamında ilk uygulamalara Rıfat Ilgaz’ın 1 Ağustos 1944’te aldığı mahkûmiyet

26 Bu kapsamda yasaklanan yayınlardan bazıları şöyledir; K. Bedirhan ve Herbert Oertel tarafından yazılan”Der Adler Von Kürdistan” isimli kitap, Süreyya Bedirhan tarafından İngiltere’de yazılan “The Case Of Kurdistan Againist Turkey”, Taşnak Örgütü tarafından çıkarılan “Aras gazetesi” ve Beyrut Ermenileri tarafından çıkarılan “Ararat”. Yasak yayınlarla ilgili olarak Bkz., Mustafa Yılmaz , a.g.m., s. 193- 195. 27 3. madde 9 kısımdan teşekkül etmiş ve 4. kısımda şöyle denilmiştir, “gazete, kitap vs. matbuatlarının tâb ve neşrini veya hariçten ithalini men etmek ve matbaalarını kapatmak ve matbuat ve telgraf ve mektup üzerine sansür koymak” bu madde ile her türlü meskeni aramak, açık kapalı mekanlarda her türlü toplantıyı menetmek, kahvehane, sinema vs. gibi yerlerin açılıp kapanmasına karar vermek gibi geniş bir alanda yasaklamalar getirilmiştir. Bkz., Resmi gazete, S. 4518, 25 Mayıs 1940, s. 13857, (kanunun kabul tarihi 22 Mayıs 1940 ve kanun numarası 3832’dir). 28 Kapatma kararı verilen bütün neşriyat, aylık olarak yayımlanan Matbuat Umum Müdürlüğü’nün çıkarmış olduğu “Ayın Tarihi” mecmuasında kamuoyuna duyurulmaktadır. Basının pek çoğunun İstanbul’da olduğu düşünülürse kapatma kararının da çoğunun sıkıyönetim komutanlığınca alındığı ortaya çıkmaktadır. Bkz., Resmi gazete, S. 4518, 25 Mayıs 1940, s. 13857. 29 30. Madde devlet büyükleri ile devlet görevlilerini kapsamakta ve bu görevlilere yapılan eleştirilere ağır cezalar getirmektedir. Bu kanuna göre, görevliler hakkında yapılacak olumsuz yayınlara 3 aydan 6 aya kadar hapis ve 100 liradan az olmamak üzere ağır para cezası getirilmiştir. 35. Madde ise daha ziyade umumi adaba aykırı, sosyal münasebetlerin, basın ile olan alakası üzerinde durmaktadır. Bkz., Resmi gazete, S. 4501, 6 Mayıs 1940, s. 13749. 30 Nadir Nadi, Perde Aralığından, İstanbul 1969, s. 217.

Page 124: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

115

kararı örnek gösterilebilir. Rıfat Ilgaz “Çocuklar” isimli şiirde, tahsil çağındaki

çocukların aç olduğundan, “Remzi” isimli parçada ise fakir bir talebenin perişan

halinden bahsetmiştir. Bu konular “cemiyetin iç yüzünü tarizde bulunmak” 31

kapsamında ele alınıp, bilirkişinin hiçbir suç öğesi bulunmadığını açıklamasına

rağmen, kitabın toplatılması gerekçe gösterilerek yazara hapis cezası verilmiştir.

Basın Kanunun 50. Maddesi, Matbuat Umum Müdürlüğü, Basın Birliği, Örfi

İdare Komutanlığı ve Hükümetin, basını kontrol altına almalarını kolaylaştırmıştır.

50. madde ile, bu kuruluşlara herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın, basını

kapatma hakkı tanınmıştır. Bu hususta dönemin olağanüstü şartlarının yanı sıra32

mecliste tek partinin bulunması ve tartışma ortamının oluşmamış olması da etkili

olmuştur. Bu kapsamda Sabiha Sertel, her meselenin nasıl yorumlanacağı

konusunda Matbuat Umum Müdürlüğünün gazetelere bilgi verdiğini bu kuralların

dışına çıkan gazetelerin de kapatıldığını yazmaktadır33. İçişleri Bakanı bu hususu

1939’da Basın Birliği Kongresi’nde,“milletin göz bebeği olan Milli Şefimiz İsmet

İnönü’nün, her vesile ile matbuat ve onun hürriyeti hakkında bize ne güzel dersler

verdiğini hepiniz bilirsiniz. Matbuatın esas prensipleri demek daha doğru olan bu

işaretlere uymak hepimiz için milli ve vatani vazife olduğunu hatırlatmak benim için

borçtur”34 diyerek basını işaret edilen kuralların dışına çıkılmaması konusunda

uyarmıştır. Dolayısıyla basın, 1946’da Mili Şefliğin kaldırıldığı tarihe kadar,

İnönü’nün verdiği direktifler doğrultusunda hareket etmiştir.

Yine o dönem basınının, hükümetin güdümünde ve resmi anlayışla hareketi

hakkında Metin Toker, çok önemli açıklamalarda bulunmuştur. Ona göre, iktidar

yanlısı yayınlar yapmayan basın-yayın organları kapatılma cezası ile

cezalandırılmışlardır35.

31 Çetin Yetkin, a.g.e., s. 218-219. 32 Mesela takip edilen dış politika konusunda İçişleri Bakanlığına danışılmaksızın İngiltere ve Fransa ile yapılan görüşmeler konusunda basına yorum yapılmaması konusunda emirler gönderilmiştir. Bkz., Şerafettin Pektaş, a.g.e., s. 35–39. 33 Sabiha Sertel, Roman Gibi ( 1915–1950), İstanbul 1978, s. 235. Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü vazife ve memurları hakkında kanun için bkz., Resmi gazete, S. 5462, 22 Temmuz 1943, s. 5561. Ayrıca bkz., Servet Rıfat İskit, Türkiye’de Matbuat İdaresi ve Politikaları, Ankara 1943, s. 273. 34 Çetin Yetkin, a.g.e., s. 216. 35 Yazara göre, halkın ruh haleti gayet kötü iken, gazetelerde kısmen emirle, ama daha çok tabiatlardaki küçüklüğün sonucu, Milli Şef hakkında yapılan pohpohlayıcı, onu göklere çıkaran edebiyat, İnönü’ye kızgınlığı daha çok artırmıştır. Bu kapsamda Erdal İnönü’ye Türk kuşu brövesinin takılması, TBMM Başkanı, Başbakan ve Bakanların törende bulunmaları, Erdal İnönü’ye nutuklarla

Page 125: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

116

Metin Toker, İnönü’nün bu yasaklar karşısındaki tavrını anlattığı anılarında,

Milli Şefin mahzurlu saydığı her şeyin Türkiye’de yasak olduğu, 1943’te

Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladığında yazı işleri müdür yardımcısı Ahmet

İhsan Beyin arkasındaki dolapta, bir dosyanın kilitli bulunduğunu, bu dosyanın da

yasak kararlarıyla dolu olduğunu vurgulamaktadır36. Hükümetin iradesi dışında

herhangi bir haberin yayınlanamadığını, ancak resmi politika uygulamalarının

yayınlanabildiğini açıklamaktadır. Anılardan anlaşıldığı kadarıyla her alanda olduğu

gibi 1938-1945 arası dönemde Milli Şef, basın konusunda da tam bir otoriteye

sahiptir ve onun iradesi dışında basında iç ve dış meselelerle ilgili haber ve yorumlar

yapılamamaktadır.

Nadir Nadi de, o yıllardaki hükümet, basın ilişkilerine ışık tutması açısından

şu cümleleri yazar, “Milli Şefe, Hükümete ve CHP’ye dil uzatmak yasaktı.

Hükümetin genel tutumu hiçbir şekilde tenkit edilemezdi. Her gün oh ne iyi

ediyorsunuz diye yukarı alkış tutacaksın. Baştaki sağa saparsa sen bir adım arkadan

sağa, sola saparsa sen yine bir adım arkadan sola. O yerinde duruyorsa sen de

yerinde mıhlanacaksın. Yürürse yürüyeceksin, hep arkadan”37.

Diğer yandan bu dönemde TBMM yapılan görüşmelerin basın tarafından

izlenmesi engellenmemiş, fakat bu görüşmelerin bütün basın kuruluşları tarafından

istedikleri gibi yayınlamalarına müsaade edilmemiştir. Haberler, ancak meclis zabıt

kaleminin gönderdiği kadarı ile gazetelerde yayınlanabilmiştir. Bu bakımdan her

yağcılık yapıyor olmaları ve gazetelerin bunları fotoğraflı haberlerle vermeleri halkı yönetime karşı tavır almaya zorlayan sebeplerden olmuştur. Yazara göre, 1944’lerde çok ihtiyatlı şekilde muhalefet yapmaya yönelmiş Vatan ve Tan gibi gazetelerde bile, Cumhurbaşkanına dalkavukluk etmeyi bir güven sübabı olarak görmeye başlamışlardır. Bkz., Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları ( 1944-1973),Tek Partiden Çok Partiye (1944-1950), İstanbul 1992, s. 25. 36 Metin Toker yazısının devamında bu yasaklarla ilgili olarak, “gün geçmezdi ki birinci şubeden bir memur gelip yeni bir yasak kararını getirmesin ve dosyayı şişirmesin. Sonradan bu dosyayı gözden geçirmek fırsatı bulmuşumdur. Neler yoktu ki…Hangi haberin kaçıncı sayfada kaç sütun üzerine hangi puntolu haberlerle gösterilmek gerektiğinden, hava durumunun yazılmaması emrine kadar…Gazeteye gelen emirler ararsında bazen, nasıl yorumlar yazılması gerektiği bildiriliyordu. Radyo gazetesi ise dikkatli bir şekilde resmi görüşü aksettiriyordu. Başka emirlerde ise, Milli Şef hatta Milli Şef’in ailesi ile ilgili haberlerin büyük verilmesi bildiriliyordu. Bu mutlak hakim İsmet İnönü’nün kudretini dosta düşman gösterecekti...Bütün savaş yılları sırasında Cumhurbaşkanı bir konserde, bir temsilde, at yarışlarında gösteren fotoğraflar devlet zoru ile gazetelerde çarşaf çarşaf yayımlandı…Gayet iyi hatırlarım. Bir gün Cumhuriyet gazetesi’nde Basın Müdürlüğü’nden telefon edilmişti ve Sayın Bayan İnönü’nün İstanbul’a teşrifleri haberi birinci sayfada değil de, iç sayfada verildi diye biri güzel zılgıt geçilmişti” diyerek yasakların katılığını anlatmaktadır. Bkz., Metin Toker, a.g.e., s. 21. 37 Nadir Nadi, Perde Aralığından, s. 46.

Page 126: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

117

kalem sahibinin istediği gibi yazma hürriyetine sahip olmadığı açıktır. Cemil Koçak,

basının iç siyasi politikaya geniş yer ayıramadığını, bunun en önemli nedeninin de

basın-yayın hayatının hükümetin ve sıkıyönetim komutanlığının etkin denetim

altında olmasıyla açıklamaktadır38.

Milli Şef, basını bu şekilde sınırlamak suretiyle II. Dünya Savaşı boyunca,

basın ve kültür kurumlarında tam hakimiyet kurmuştur. Hükümetin iradesi dışında

herhangi bir yayının yapılamamış olmasıyla da, topluma hümanizm resmi

ideolojisinin biletilmesine hız verilmiştir39.

Basın konusunda hükümetin sıkı denetim kurmasını kolaylaştıran bir diğer

konu da büyük gazete sahiplerinin çoğunun CHP milletvekili olmalarıdır40. CHP

nizamnamesinde, gazete sahibi olan milletvekillerinin uyacakları kurallar, “Partili

Gazetecilerin Riayet Edecekleri Noktalar”41 adıyla yer almış, bu ilkeleri kabul eden

basın sahipleri milletvekili yapılmış, böylece onlar vasıtasıyla resmi kültür

politikaları halka anlatılmaya çalışılmıştır. Bu kurallara uymayanlar ise seçim

dönemlerinde tasfiyeye uğrayarak hem milletvekilliklerini kaybetmiş hem de

partiden kopmaları sağlanmıştır.

1944 sonlarına doğru mecliste, hükümetin kültür, ekonomik ve siyasi

politikalarına yönelik yapılan tenkit ve eleştirilerin bir kısmı basın aracılığıyla

kamuoyuna duyurulmaya başlanmıştır. Metin Toker, bu olayı kamuoyunun şimdiye

kadar alaşık olmadığı bir tutum olarak nitelendirmektedir42. Devletin uyguladığı

politikaların bazı basın organları tarafından kamuoyuna duyurulması karşısında,

38 Cemil Koçak, a.g.e., s. 135. 39 Gül İnanç, Ankara Radyosu (1938–1945), Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir 1994, s. 35. Savaşın sonlarına doğru dünyada gelişen demokrasi rüzgarıyla, hükümetin ve Milli Şefin icraatları bazı basın organları tarafından eleştirilmeye başlanmıştır. Eleştiriler üzerine Başbakan Saraçoğlu’nun isteği ile, CHP meclis grubunca kurulan bir komisyon tarafından, basının yürüttüğü muhalefetle ilgili bir rapor hazırlanmıştır. 4 Nisan 1944 tarihli raporda, “Milli basın ve yayından beklenmeyecek” ve “Kemalist rejimi sarsacak” nitelikte yayınların arttığı belirtilerek, önlemlerin alınması istenmiştir. Bu konu ve CHP’nin tavrını eleştiren yazılar için bkz., Nadir Nadi, “Yapıcı Basın”, Cumhuriyet gazetesi, 7 Nisan 1944, Yavuz Abadan, “Basın Politikamızın Değişmeyen Esasları”, Cumhuriyet gazetesi, 11 Nisan 1944. 40 Gazeteci milletvekilleri şunlardı; Cumhuriyet gazetesi sahibi ve başyazarı Yunus Nadi, Vakit gazetesi’nden Asım Us, Tanin gazetesi’nden Hüseyin Cahit Yalçın. Bkz., Cemil Koçak, a.g.e., s. 136. 41 CHP Nizamnamesinde ki hüküm şöyleydi, “Sahibi partili olan gazete ve mecmuların yazıları ile parti azalarının neşriyatı, parti prensipleri bakımından göz önünde tutulur”. Bkz., Cemil Koçak, a.g.e., s. 136. 42 Metin Toker, a.g.e., s. 31.

Page 127: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

118

iktidara yakın olan basın meslek grupları, muhalif basını, devlet politikalarının

dışında hareket etmemesi konusunda uyarmıştır. II. Basın Birliği Umumi Kongresi

Başkanı ve Ulus gazetesi imtiyaz sahibi Atıf Akgüç, basının takip etmesi gereken

yolu, “Hürriyetçilik ve disiplin”43 olarak göstermiş, bazı durumlarda basın

hürriyetlerinin kısıtlanabileceği uyarısını yapmıştır. Yine Başbakan Rüştü

Saraçoğlu, Ahmet Emin Yalman’a, gazetecilerin haddini bilmesini, eğer konulan

sınırları aşarlarsa mutlaka cezalarını çekeceklerini açıklamıştır44. Bu açıklanan

kurallara uymayan ve uyarıları dikkate almayan gazeteler, hükümet

kararnameleriyle kapatılmıştır45.

Zekeriya Sertel’de, 1938-1945 arası dönemde yani İnönü’nün

Cumhurbaşkanlığına gelmesinden sonra diktatörlüğün arttığını ve polis devletinin

kurulduğunu belirtir. Basının onun elinde olduğunu, Bakanların ve Basın Yayın

Umum Müdürlüğünün her gün vermiş olduğu emirlerle gazeteleri yönlendirdiğini,

bu emirlere uymayan gazetelerin de kapatıldığını belirtmektedir46. Gerçekten de

1938–45 yılları arasında basın, devletin güdüm ve kontrolü altında sıkı takipte

olmuş, objektif olarak kamuoyunu bilgilendirme vazifesi yapamamıştır. Basın

toplumsal sistemin bir parçasından çok, tek partinin amaç ve uygulamalarının halka

anlatıldığı bir araç olarak kullanılmaya çalışılmıştır47. Basın konusunda tarafsızlık

43 Ayın Tarihi, 1-31 Aralık 1943, S. 121, s. 17. 44 Şükrü Saraçoğlu’nun ilk başbakan olduğu dönemde, Yalman, Başbakana basının içinde olduğu durumu anlatan bir eleştiri yazısı yazmış, Saraçoğlu bu yazıyı olgunlukla karşılamıştır. Ne var ki ilerleyen günlerde başbakanın tavrı değişmiş ve basına karşı çok sert davranışlara başlamıştır. Bir gün Yalman kendisine, “Tenkitten hoşlanmıyorsanız neden sansür koyuyorsunuz? Bugünkü sistemde tenkit de hürsünüz diyorsunuz, bizde vazife ve mesuliyetimiz icabı olarak bu hürriyeti memleketin hayrına olarak kullanmak zorunda kalıyoruz. Derhal başımız belalara uğruyor. Hâlbuki siz apaçık sansür usulünü yürütürseniz, bizim hiçbir mesuliyetimiz kalmaz, mesuliyet size geçer. Sizde rahat edersiniz bizde” demesi üzerine Saraçoğlu, basına göz dağının dozunu artıran şu cevabı verir, “Ben sansür koymam. Anayasanın emrinin dışına çıkamam. Fakat sen haddini bileceksin, bunu aşamayacaksın, aşarsan cezasını göreceksin.” Yalman bu gelişmeler üzerine şöyle yazar; “gazeteciliği bir nevi ticaret kabul eden gazeteler için mesele yoktu. Suya sabuna dokunmadan yazı yazıyor, etliye sütlüye dokunmamaya dikkat ediyorlardı”. Bkz., Ahmet Emin Yalman, a.g.e., s. 305. Ayrıca bu konuda bkz., Murat Güvenir, II. Dünya Savaşında Türk Basını, İstanbul 1991. 45 Uyarıları dikkate almadığı için pek çok gazete kapatılmıştır. Kapatılan gazetelerden biri de, “Türkische Post” gazetesidir. 13142 numaralı kararname ile “Devletin harici siyasetine mugayir yazılar yazmak” suçuyla geçici olarak kapatılması İçişleri Bakanlığının 26 Mart 1940 tarih ve 2157 sayılı tezkeresiyle, matbuat kanunun 50. maddesine dayanılarak Bakanlar Kurulunca uygun görülmüştür. Bkz., Resmi gazete, S. 4473, 1 Nisan 1940, s. 13575. 46 Hıfsı Topuz, 100 Soruda Türk Basını, İstanbul 1973, s. 163. 47 Murat Sadullah Çebi, “Türkiye’de Siyasal Sistem ve Medya İlişkilerinin Tarihi Boyutu”, Cumhuriyet IV, s. 2747. CHP Halkevlerini de sıkı bir şekilde denetlemiştir. Kitap yazarları birer nüshalarını Parti Genel Merkezine göndermek zorundadır. Uygun görülürse ancak o zaman alınmakta

Page 128: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

119

ilkesi uygulanamamış, hükümete yakın olan basın kuruluşları desteklenirken,

muhalif basının önerileri dikkate alınmadığı gibi, kapatma cezalarıyla objektif yayın

yapmaları engellenmiştir48.

Bu gelişmelerin bir sonucu olarak, 1938-45 arası dönemde, basın hayatının

hükümetin kontrolünde olması ve CHP’nin uygulamış olduğu hümanist ideolojinin

halka benimsetilmesi amacıyla kullanılması, gazete tirajlarını etkilemiştir49. Takip

edilen basın politikaları sayesinde aynı yıllar arasında toplam gazete sayısı 100 bini

bulmamıştır. Yani gazete tirajları istenilen sevilerde değildir. Tirajların düşük

olmasının diğer nedenleriyse, halkın alım gücünün düşük olması, okur-yazar

oranının istenilen seviyelerde olmamasıyla, ulaşımda yaşanan sorunlar olarak

karşımıza çıkmaktadır50.

Aynı yıllar arasında basının büyük bölümü para cezası ve kapatılma

korkusuyla, yaşadığı dönemin kültürel ve siyasi anlayışını desteklemiş ve bu

doğrultuda yayınlar yapmıştır. Fakat, hükümetin takip etmiş olduğu hümanist kültür

anlayışı, gazete tirajlarının istenilen seviyelerde olmamasından dolayı, geniş

kitlelere ulaştırılamamıştır.

b-1945-1950 Arası Dönem

II. Dünya Savaşı’nın demokrasi ile yönetilen ülkelerce kazanılması, dünyada

da demokrasi rüzgarlarını esmesine neden olmuştur. Ülkemizde dünyadaki

gelişmeler paralelinde, 1945 yılının sonuna doğru “demokrasiye geçiş süreci” olarak

ifade edilen gelişmeler yaşanmaya başlamıştır. Sovyetler Birliğinin ülkemize

yönelik tehditleriyle gerilen Türk-Sovyet ilişkilerinde Türkiye, Batı bloğu içinde yer

ve Halkevlerinde okutulmaktadır. Aynı konuda Avukat İhsan Serim İmzasıyla CHP Genel Sekreteri Memduh Şevket Esendal’a gönderilen “Umumi Kültür Davası” isimli eser incelenmiş ve Halkevlerine alınması reddedilmiştir. Mektubun ayrıntıları için bkz., B.C.A., 490.01-866.413.1,yine konu ile alâkalı olarak, B.C.A., şu belgelere bakılabilir; 490.01-866.413.1., 490.01-866.413.1, 490.01-866.413.1, 490.01-866.413.1, 490.01-866.413.1, 490.01-866.413.1, 490.01-866.413.1, 490.01-866.413.1. 48 Fuat Oral, İnönü’nün basın konusunda çelişki içinde olduğunu açıklar ve şu görüşlere yer verir, “İnönü kendi dönemi içinde basın hakkında iler sürdüğü fikirlerde de uyuşmazlık içine düşmüştür…Bence bir gazetenin hasletleri şunlardır. İyi ve açık söylemek, bir hâkim gibi hükümlerinde adil olmaya çalışmak, memleketi kendi idare ediyormuş gibi mesuliyet hissi taşımak” derken diğer yanda CHP’nin resmi yayın organı Ulus’u korumasını çelişki olarak nitelendirir. Bkz., Fuat Süreyya Oral, Cumhuriyet Basın Tarihi 1923-1973, Ankara 1973, s. 170. 49 Gazete tirajlar ve fiyatları konusunda bkz., Bülent Özükan, “Basında Tirajlar”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.I, İstanbul 1983, s. 230. 50 Alpay Kabacalı, “Milli Şef Döneminin Örtülü Sansürü”, Tarih ve Toplum, S. 38, Ocak 1987, s. 83.

Page 129: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

120

almıştır. Bu gelişmeler siyasal iktidarın tedricen liberalleşmesi sonucunu

doğurmuştur.

Demokratik gelişmelerden basın da etkilenmiştir. Mesela kanunlarda basın

özgürlüğünü kısıtlayan bütün maddeler olduğu gibi duruyor olmasına karşın,

uygulamada esneklikler yaşanmaya başlamıştır. Yani hükümetin uygulamış olduğu

politikaları eleştiren basın-yayın organları kapatılmamış, böylece basın hükümetin

kontrolünden kısmen kurtulabilmiştir51.

II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte ülkemizde basın hürriyetinin

genişletilmesi ve bunun kanunlarla da desteklenmesi hususunda adımlar atılmaya

başlamıştır. Bu alanda ki ilk ciddi adım, Celal Bayar tarafından atılmıştır. Haziran

1945 başlarında Celal Bayar, 50. maddenin değiştirilmesi için önerge vermiştir. Bu

önergeyle yayın organı kapatma yetkisi, Bakanlar Kurulu’ndan alınıp mahkemelere

verilmesi amaçlanmıştır. Gelişmeler basında geniş yankı uyandırmış ve konuyla

ilgili olarak 16 Haziran 1945’te Nadir Nadi, Cumhuriyet gazetesindeki yazısında,

“bugün daha açık konuşur, daha açık söylerken, basın hürriyetini dizginleyen her

türlü kanuni engellerin de ortadan kaldırılmasını düşünüyor ve istiyoruz”52 diyerek

girişime destek vermiştir.

Bu gelişmeler üzerine İnönü, 1 Kasım 1945’te yaptığı konuşmada 50.

maddenin günün şartları içersinde ve çaresizlikten çıkartıldığını, yeni hallere göre

değişiklik yapılması gerektiğini, en azından kapatma cezası alabilecek gazetelere

savunma hakkının verilebileceğini ifade etmiştir53. Basın konusunda yaşanan bu

olumlu havaya rağmen, 1946 yılında Recep Peker hükümeti, basını sınırlayan yeni

basın kanunu teklifi hazırlayarak meclisin gündemine getirmiştir.

Basın kanunu tasarısına en şiddetli eleştiriyi, Kütahya Milletvekili Adnan

Menderes, Demokrat Parti’nin görüşlerini yansıtan konuşmasıyla yapmıştır.

Menderes konuşmasında, bu tasarının anayasa hükümlerine aykırı ve demokrasi

prensiplerine karşı olduğundan bahisle, memlekette DP ile kurulan ve 1946

seçimleri ile tohumları atılan demokratik ortamın geliştirilmesini bizzat halkın

beklediğini ifade ederek, matbuat hürriyetine yöneltilmiş olan bu tasarının derhal

51 Metin Toker, a.g.e., s. 101. 52 Nadir Nadi, “Ellinci Madde”, Cumhuriyet gazetesi, 16 Haziran 1945. 53 Ulus gazetesi, 2 Kasım 1945.

Page 130: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

121

geri çekilmesini istemiş, CHP’yi de başlatılan özgürlükçü havayı sabote etmekle

suçlamıştır. Hükümet adına basın kanunu tasarısını savunma görevini Adalet Bakanı

Mümtaz Ökmen yapmıştır. Ökmen konuşmasında, her kalem sahibinin namuslu

olmadığını, basın hürriyetinin hiçbir zaman basını cezadan kurtarmayacağını ifade

ederek tasarıyı savunmuştur. Uzun tartışmalardan sonra meclis, kanun tasarısını bazı

değişiklikler yaparak 1 Haziran 1946 günü kabul etmiştir. Ayrıca kabul edilen yeni

yasayla hükümete gazete kapatma yetkisi veren 50. madde 18 Haziran 1946

tarihinde kaldırmıştır54. Böylece 4935 Sayılı Kanunla, gazete kapatma yetkisi

mahkemelere verilmiştir55.

Meclise gelen bir kanunun, Milli Şef’e rağmen ilk kez böyle bir muhalefetle

karşılaşmış olması, kurulan siyasal ortamla alakalıdır. Bundan önceki dönemde

meclise getirilen kanun tasarıları hiçbir muhalefet olmaksızın kabul edilirken, DP

kurulmasıyla birlikte CHP ilk kez ciddi muhalefetle karşılaşacak ve ancak tasarıdaki

54 50. Maddenin kaldırılmasıyla ilgili olarak bkz., Resmi gazete, S. 6336, 18 Haziran 1946, s. 9636. Görüşmeler TBMM 13 Haziran da olmuştur. Bkz., Metin Toker, a.g.e., s. 110 55 Şerafettin Pektaş, a.g.e., s. 30. Kanunda yapılan değişiklikler Resmi gazete de yayınlanmıştır. Buna göre; 20 Eylül 1946 tarihinde matbuat kanunun 9.12.15.17.18.27.30.34.35.48.55. maddeleri değiştirilmiştir. 9. madde gazete çıkaracakların verecekleri beyanname ile ilgilidir. 1931 kanununda beyannamede yapılacak değişiklikler 3 gün içinde bildirilmesi istenirken, yapılan değişiklikle bu süre 5 güne çıkarılmıştır. 12. maddede 1931 tarihli kanunda gazete ve dergi çıkaracakların yüksek mektep veya lise-lise muadili bir okuldan mezun olmaları şartı aranırken, bu şart 1946 da ki kanunla kaldırılmıştır. 17. madde beyanname kanunun aradığı malumatı ihtiva etmediği takdirde “en büyük mülki amiri en kısa zamanda ikmalini ister” cümlesindeki en kısa zaman ibaresi değiştirilerek “üç günde ikmalini ister” şekline dönüştürülmüştür. 15. madde 1931 kanununda; gazete veya mecmua başmuharriri ile umumi neşriyatın idare eden zatın yüksek mektepten mezun olması ve bunlarla umumi müdür ve yazı işleri müdürünün 12. maddede yazılı diğer vasıf ve kayıtlara haiz olması ibaresinden yüksek okul mezunu olma şartı çıkarılmıştır. 17. madde beyanname vermeksizin yayınlanan neşriyata verilecek cezaları artırmıştır. 1931 de yüz liradan beş yüz liraya tekrarı halinde bir aydan altı aya kadar hapis üç yüz liradan az olmaksızın para cezası iken 1946 da beş yüz liradan eksik olmaksızın tekerrür halinde bir aydan altı aya kadar hapis ile, beş yüz liradan eksik olmamak üzere ağır para cezası getirilmiştir. 30 maddede devlet büyükleri ile devlet memurlarına hakarete hapis cezaları artırılmıştır. 34. madde bilerek yanlış metin, yada metin doğru olmakla beraber içeriği tahrif edilmiş metinler tasnif edilerek cezaları ağırlaştırılmıştır. 35. maddeye ek yapılarak devlet güvenliği ile ilgili eserler hakkında tahkikatın sadece devlet tarafından verilen kısmının yayınlanabileceği hükmünü getirilmiştir. 48. maddede herhangi bir kurumu yada devlet memuru hakkında kasıtlı olarak yapılan yanlışlıkların düzeltilmesi ve cevap hakkı ile alâkalıdır. Eğer cevap hakkı kullandırılmazsa beş yüz liradan bin liraya kadar para cezası getirilmiştir.(1931 kanununda 25 liradan 100 liraya kadar). Aynı zamanda mahkeme bu davaları 10 gün içinde karara bağlamakla görevlendirilmiştir. 1931 Matbuat Kanunu ile 1946 yılında yapılan kanuni değişiklikleri hakkında detaylı bilgi için bkz., Resmi gazete, S. 1867, 8 Ağustos 1931, s. 731–736, değişiklikler için bkz., Resmi gazete, S. 6416, 24 Eylül 1946, s. 11241–11243.

Page 131: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

122

bazı maddeleri çıkarmak suretiyle kanunun meclis tarafından kabul edilmesini

sağlayacaktır.

Hükümetin, mecliste Basın Kanunu konusunda böyle bir muhalefetle

karşılaşması, CHP’de şahinlerin sinir katsayılarını yükseltmiş ve 1947’deki 12

Temmuz bildirisine kadar, CHP ve DP arasında şiddetli polemiklerin yaşanmasına

neden olmuştur. Aslında bu durumu, CHP’nin uzun yıllar iktidarda kalması,

ekonomik politikalarda başarılı olamaması ve halk arasında Partiye karşı

hoşnutsuzluğun artmasının ağresifliği olarak değerlendirebiliriz. Şevket Süreyya’nın

ifadesi ile CHP’de iktidar yorgunluğu başlamış, 1946 seçimlerinde usulsüzlük

yapılmıştır. Eğer bu gelişmeler yaşanmamış olsaydı muhtemelen DP iktidara

gelecek ve böylece 1947’den itibaren özellikle dini alanda verilen tavizlerle kültürel

alanda yavaşlayan hümanizm, yara almamış olacaktır56.

İnönü, bu gelişmelerden sonra daha demokratik bir görüntü içinde olmaya

başlamıştır. Sert tavırlarıyla bilinen Recep Peker Hükümeti istifa etmiş ve CHP

içinde şahin kanadın hem partiden hem de bürokrasiden tasfiyesine başlanmıştır. 17

Kasım 1947’de toplanan 7. CHP büyük kurultayı sertlik yanlıları ile ılımlıların

mücadelesine sahne olmuş, Kurultayda sertlik yanlıları ve tek parti ruhunu taşımak

isteyenler tasfiye edilmiştir. Bu gelişmeler basın-yayın alanına da yansımıştır. 5

Kasım 1947’de Ulus gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay, İnönü’den aldığı işaretle

istifa etmiş, yerine CHP içinde ılımlı kişiliği ile ön plana çıkan Nihat Erim

getirilmiştir57.

CHP, kendi isteği dışında gelişen yeni döneme ayak uydurmak için

kadrolarını yenilemeye başlamıştır. Bu kapsamda, CHP Genel Sekreteri Nafi Atıf

Kansu görevden alınarak, Hilmi Uran getirilmiştir. Hilmi Uran CHP’de ılımlı

kişiliği ile dikkat çeken bir politikacıdır58. Bu gelişmeler paralelinde Recep Peker

Başbakanlıktan istifa etmiş ve CHP içindeki radikal kanat tasfiye edilmiştir.

56 Aydemir bu konuda şunları yazar, “fakat ortada büyük bir hastalık vardı. Adı söylenmeyen, fakat herkes tarafından bilinen ve gittikçe artan bir hastalık: iktidar yorgunluğu! Evet iktidar artık hastaydı. İktidar yorulmuştu…İktidar her gün biraz daha halsizleşiyordu…Kanaatim hem de eski bir Halk Partili olarak şudur ki, iktidar, eğer 1946’da değişseydi çok daha iyi olurdu”, bkz., Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Ankara 1959, s. 216-217. 57 Cemil Koçak, Çağdaş Türkiye Tarihi 1908–1980, C. IV, s. 148 58 Recep Peker ise tek parti döneminin geleneklerinin sürdürülmesi taraftarıydı. Recep Peker, hükümeti bırakmadan önce mecliste güvenoyu almak istemiştir. Fakat, CHP içinde Otuz beşlikler olarak bilinen ve İnönü’nün işaretini alan milletvekilleri tarafından kendisine güvenoyu verilmemiştir.

Page 132: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

123

Hasan Saka ve Şemsettin Günaltay hükümetleri ile yumuşama sağlanmış ve

bu gelişmeler hükümetin kontrolü dışında muhalif basının gelişmesine zemin

hazırlamıştır. Diğer yanda, 1940’lı yıllardan itibaren uygulanan sıkıyönetim de 23

Aralık 1947’de kaldırılmış59, böylece basın özgürlüğünü sınırlandıran ve kontrol

altına alan hukuksal düzenlemeler sona ermeye başlamıştır. Bu durum aynı zamanda

1939 yılından beri uygulanmakta olan hümanizm yanlısı politikaların da tedricen

sonunu getirmiştir60.

1947 sonlarından itibaren yakınlaşan Türk-Amerikan ilişkileri çerçevesinde

kültür politikalarında önemli değişimler yaşanmıştır. Dış politikada yaşanan bu

değişimle birlikte Avrupa kökenli hümanist fikrin yerini, ABD kökenli liberal fikir

ve eğitim politikaları almaya başlamıştır. Fakat politika değişiklikleri çok ani

gerçekleşmediğinden, liberal kültür ve siyasal politikaların uygulama şansı

Demokrat Parti’nin iktidarı döneminde gerçekleşmiştir.

3- Basında Gruplaşmalar ve Kapatma Kararları

Basının kamuoyu oluşturma ve olayları yansıtma özgürlüğü hiçbir zaman

sınırsız olmamıştır. Genel olarak düşüncelerin açıkça ortaya konulması yöneticileri

rahatsız etmiş, böyle durumlarda basına yasaklamalar getirilmiştir. Özellikle

muhalefetin bulunmadığı tek partili ülkelerde, basın muhalefet görevini üstlenmiş, bu

gelişmeler iktidarı memnun etmemiştir61.

II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla beraber Türkiye içerde ve dışarıda bir dizi

tedbirler almıştır. Bu tedbirlerin en önemlisi 1947’ya kadar İstanbul ve çevresinde

devam edecek olan sıkıyönetim ilanıdır. Sıkıyönetim kanunlarının ağırlıklı olarak

uygulandığı alanlardan en önemlisi de basın olmuştur. Hükümetin iradesi dışında

yayın yapan gazeteler, süreli veya süresiz kapatılmış, yada ağır para cezaları

Bu olay Peker hükümetinin düşüşünü hızlandırmıştır. Cemil Koçak, Çağdaş Türkiye Tarihi 1908-1980, C. IV, s. 151. 59 Türkiye’deki gelişmeler Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir dönemin başlamasına ivme kazandırdı. Nisan 1946’da ABD en büyük uçak gemisi olan Missouri, Büyükelçimiz Münir Ertegün’ün naşını getirme dolayısı ile Türkiye’yi ziyaret etmiş, bu ziyaretle Türkiye, Sovyetlerin istekleri konusunda kendisini güvende hissetmeye başlamıştır. Diğer yandan Batının önemli kriteri olan demokratikleşme konusunda yeni açılımları uygulamaya koymaya başladı. Bu konuda İnönü, “Amerikan donanmasına mensup gemiler bize ne kadar yakın olursa o kadar iyi olur” diyerek bu yakınlaşmadan dolayı memnuniyetini açıklamıştır. Bkz., Ahmet Emin Yalman, a.g.e., s. 125. 60 Ahmet Emin Yalman, a.g.e., s. 68. 61 Şerif Mardin, “ Türkiye’de Muhalefet ve Kontrol”, Türk Modernleşmesi Makaleler IV, İstanbul 1991, s. 176-193

Page 133: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

124

verilmiştir. Aşağıdaki tabloda İnönü döneminde çeşitli nedenlerle kapatılan

gazeteler ve kaç defa kapatıldıkları verilmektedir.

Tablo 3.2: Bu Dönemde Kapatılan Gazeteler, Sayıları ve Kaç Kez

Kapatıldıkları62.

Gazeteler Kapatılma Süreleri

Kaç Kez Kapatıldığı

Nasıl Kapatıldığı

Cumhuriyet 5 Ay 9 Gün Süre İle

/Aralıklarla

Beş Kez 3 Hükümet, 2 Sıkıyönetim

Kararı Tan 2 Ay 13 Gün Ve

12.8.1944 Ten İtibaren Süresiz

7 Kez 4 Hükümet 3 Sıkıyönetim

Tasvir-İ Efkar 3 Ay. 30.9.1944’den İtibaren Süresiz

8 Kez 4 Hükümet 4 Sıkıyönetim

Vatan 7,5 Ay 9 Gün Ve

30.9.1944’den İtibaren Süresiz

9 Kez 5 Hükümet 4 Sıkıyönetim

Vakit 12 Gün 2 Kez 1 Hükümet 1 Sıkıyönetim

Akbaba 47 Gün 4 Kez 2 Hükümet 2 Sıkıyönetim

Son Posta 11 Gün 4 Kez 4 Kez Hükümet Haber 10 Gün 2 Kez 2 Kez

Sıkıyönetim

Kapatma cezaları Sıkıyönetim kanununun 50. maddesine dayanılarak ve

yargı kararı olmaksızın yapılmıştır. Bu cezalarından sadece muhalif basın değil,

bazen iktidara yakınlığı ile bilinen gazeteler de etkilenmiştir. Mesela CHP’den

milletvekili olan Nadir Nadi’nin Cumhuriyet gazetesi zaman zaman muhalif

yayınlar yüzünden kapatılmıştır. Çeşitli nedenlerden dolayı sık sık kapatılan

gazetelerin tirajları da bu dönemde istenilen düzeylere gelmemiştir. Aşağıdaki

tabloda 1938-1949 arası dönemde çıkan bazı ulusal gazetelerin ortalama satış

rakamları verilmiştir.

62 Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, Ankara 1995, s. 389. Ayrıca bazı dergiler komünizm propagandası yaptıkları gerekçesi ile kapatılmışlardır. Kapatılan dergiler için bkz., B.C.A.., 030.10-85.561.8.

Page 134: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

125

Tablo 3.3: Ortalama Gazete Tirajları

Gazeteler Tirajları Cumhuriyet 15–16 Bin Adet Ulus 10–12 Bin Adet Tan 10–12 Bin Adet Vatan 7–8 Bin Adet Yeni Sabah 8–10 Bin Adet Vakit 4–5 Bin Adet

Tablodan da anlaşılacağı üzere bütün gazetelerin toplam tirajı yüz bini

bulmamaktadır. Bunun nedenini Çavdar; basın hürriyetinin olmamasına ve bütün

gazetelerin bir nevi resmi gazete gibi yayın yapmasına bağlamaktadır. İç politika

konusunda haber ve yorumlar oldukça kısıtlıdır. Daha ziyade Anadolu Ajansının

vermiş olduğu haberler gazete manşetlerini süslemiştir. Dış politikada ise basın iki

kutba ayrılmıştır. Bunlardan Cumhuriyet, Tasvir-i Efkar ve Vakit gazeteleri

Almanya’yı desteklerken, Tanin, Vatan, ve Tan gazeteleri müttefiklerin yanında yer

almıştır63. Bazı basın organları da Almanya veya müttefikler tarafından parasal

yardım yapılmak suretiyle desteklenmiştir. Beyoğlu, İstanbul, Yeni Dünya, Signal

Dergileri ile Turkische Post gazetesi Almanya tarafından desteklenmiştir. Do You

Speak English, Parade, İmages, Realite, ve USA gibi dergilerse müttefiklerce

desteklenen yayınlardır64.

Diğer yandan, 1930’lu yıllarda hızlanan feminizm akımı, kadınlara siyasal

yaşama katılma hakkının verildiği 1934 yılından sonra artarak devam etmiştir. Bu

gelişmenin bir sonucu olarak, kadınlara yönelik yayınlar yapılmaya başlanmıştır. Bu

alanda çıkan gazete ve dergilerden bazıları şunlardır; Sedat Simavi’nin 1936-1948

tarihler arasında çıkardığı “Model”, Tahsin Demiralay’ın 1937-1941 tarihleri

arasında çıkardığı “Ev-İş dergisi”, Faruk Gürtuna tarafından çıkarılan “Ev-Kadın

dergisi”, Halil Lütfü Dördüncü tarafından çıkarılan “Hanımeli dergisi”, Nisan

1947’de Yapı Kredi Bankası tarafından Vedat Nedim Tör yönetiminde çıkarılan

“Aile dergisi”, haftada bir yayınlanan ve 1947 Martında çıkarılan “Kadın”

gazetesidir.65

63 Tevfik Çavdar, a.g.e., s. 391. Ayrıca gazete tirajları ve kapatılmaları konusunda bkz., Cemil Koçak, a.g.e., s. 136-139. 64 Tevfik Çavdar, a.g.e., s. 391 65 Hatice Özen, Tarihsel Süreç İçinde Türk Kadın ve Gazete Dergileri (1868–1990), İstanbul 1994, s. 34–42.

Page 135: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

126

1938-50 arası döneminde ulusal yayınlanan gazete ve mecmualar şunlardır66;

1-Ulus, hükümetin yarı resmi organıdır. Okuyucu kitlesi TBMM mensupları

ve bürokratlardır. 20 bin civarında satış rakamı vardır

2-Ankara, yarı resmi gazete statüsündedir. Ulus gazetesi’nde yayınlanan

makaleleri özetleyerek yayın hayatına atılmıştır.

3-Cumhuriyet, Alman yanlısı yayınlar yapmıştır. Ayrıca Fransızca basılan La

Republigue adında bir gazete çıkarmıştır.

4- Tasvir- i Efkâr, Alman yanlısı yayınlar yapmıştır. Laik kanunların yeniden

yorumunu istemesi en önemli sloganı olmuştur.

5-Son Posta, Almanyanın savaşı kazanacağına inanmaktadır. Bu yüzden

Alman yanlısı yayınlar yapmıştır.

6-Yeni Sabah, İngiliz dostudur. Hüseyin Cahit Yalçın tarafından

yönetilmiştir. Yalçın, Atatürk döneminde karşı devrimci olmak suçundan sürgüne

gönderilmiştir.

7-Son Telgraf, Savaş sırasında İngilizleri desteklemiştir.

8- Görüşler ve Tan gazeteleri, 1945’te Eski Matbuat Umum Müdürü ve

milletvekili Zekeriya Sertel tarafından yönetilmiş, sonraları eski Dışişleri Bakanı

Rüştü Aras’da yazılar yazmıştır. Tan ve Görüşler de Sovyet yanlısı yazılarıyla

bilinen gazetelerdir.

9. Çınaraltı, 1928–1945 tarihleri arasında Orhan Seyfi Orhon ve Yusuf Ziya

Ortaç tarafından çıkarılmıştır. Milliyetçilik konusundaki yazılarıyla tanınmıştır.

10. Gerçek gazetesi, 1943–1944 tarihleri arasında Türklük ve Türk

milliyetçiliği konularında çıkmıştır.

11. Kopuz, 1943–1945 tarihleri arasında Fethi Tevetoğlu tarafından

çıkarılmıştır. Turancılık davası esnasında kapatılmıştır.

12. Tek Dünya, sosyalizmi savunmuş ve bu dergi Şevki Seren tarafından

kurulmuştur.

13. Demir Kırat gazetesi, Bedi Faik’in yazı işlerini yürüttüğü gazetedir.

14. Kuvvet, 1947’de Kenan Öner, Ali Rıza Barkan tarafından çıkarılmış, yıl

sonunda hükümet tarafından kapatılmıştır.

66 1944 Türkiye basınının ayrıntıları için bkz. “Kitabiyat”, Toplumsal Tarih, C. VII, S. 37, s. 60.

Page 136: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

127

15. Kudret, 1947–1951 tarihleri arasında çıkarılmıştır.

16. Hürriyet, 1948 tarihinde Sedat Simavi tarafından çıkarılmaya

başlanmıştır.

17. Kahkaha, 1948–1954 tarihleri arasında Avni İnsel tarafından aylık siyasi

mizah dergisi olarak çıkarılmıştır.

18. Zaman, 1948–1954 tarihleri arasında Nusret Safa Çoşkun tarafından

çıkarılmıştır.

19. Zafer, 1948–1960 yılları arasında Demokrat Parti tarafından“Zafer

Demokrasinindir” sloganıyla çıkmaya başlamış, 27 Mayıs 1960 darbesiyle birlikte

kapatılmıştır.

20. Ağaç, 1949–1951 tarihleri arasında çıkarılmıştır.

21. Memleket gazetesi, 1949’da çıkmaya başlamıştır. Ulus gazetesi gibi yarı

resmi gazete niteliğindedir.

22. Milliyet gazetesi, 3 Mayıs 1950 tarihinde çıkmaya başlamıştır.

23.Yurt ve Dünya gazeteleri, Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes, Behice

Boran tarafından çıkarılmıştır. Siyasi ve ekonomik makalelerle Marksizm’i

savunmuştur.

24. Marko Paşa, Sabahattin Ali ve Aziz Nesin tarafından çıkarılmıştır.

25. Zincirli Hürriyet, 1947–1948 tarihleri arasında Mehmet Ali Baydar

tarafından çıkarılmıştır67.

1946 tarihinden sonra çıkan gazete, dergi ve kitaplarda büyük artışlar

yaşanmıştır. Bazıları günümüze kadar yayın hayatını devam ettirirken, bir kısmı

ekonomik ve siyasi nedenlerle kapanmışlardır. 1947 yılında Ulus gazetesinin yanı

sıra Memleket gazetesi de yarı resmi gazete olarak yayın hayatına girmiştir.

Hasan Ali Yücel’in bakanlıktan ayrılmasından sonra Sabahattin Ali de Milli

Eğitim Bakanlığındaki görevinden ayrılarak, Aziz Nesin ile “Marko Paşa” dergisi’ni

çıkarmaya başlamıştır. Bu derginin kapatılmasından sonra sırasıyla “Malum Paşa”

daha sonra “Hür Marko Paşa”, “Hasan Paşa”, “Öküz Paşa” ve son olarak “Yeni

Baştan” gazetelerini çıkarmıştır. Fakat hepsi yönetime muhalefetten dolayı

kapatılmıştır. Milliyetçi dergiler olarak da Orhon, Gökbörü, Bozkurt, Gerçek,

67 İnönü döneminde ulusal olarak yayınlanan gazete ve dergilerin tamamı için bkz., Fuat Süreyya Oral, Cumhuriyet Basın Tarihi 1923-1973, s. 146-163.

Page 137: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

128

Orkun dergileri yayın hayatına atılmışlar, fakat 3 Mayıs 1944’te Turancılık davası

esnasında bunlardan pek çoğu kapatılmıştır.

Sonuç olarak özellikle 1938-1946 döneminde basına, devletin uygulamış

olduğu hümanist kültür politikaların halka aktarılması konusunda önemli misyonlar

yüklenmiştir. Hükümetin yayın politikalarının dışına çıkan ve uygulamalara

muhalefet eden basın organları, yargı kararı olmaksızın kapatılmış yada ağır para

cezaları verilmiştir. Fakat çok partili hayatın başlamasıyla birlikte basına,

muhalefetlerinden dolayı verilen cezalar uygulanmamıştır. Böylece hükümetin

yürütmüş olduğu kültürel, ekonomik ve siyasi politikalara ciddi eleştiriler

getirilmiştir. Dolayısıyla 1946-50 arası dönemde basın-yayın, daha az hükümetin

güdümünde olarak yayın hayatına devam etmiştir. Zaten bahsedilen dönemde takip

edilen hümanist yaklaşımlarda bir gevşeme meydana gelmiş, çok partili hayata

geçilmesiyle birlikte CHP ve DP, halkın istek ve arzularını göz önüne almaya

başlamıştır.

4- Hümanist Kültür Açısından Radyo Yayınları

İnönü döneminde en az basın kadar tartışma konusu olan diğer bir kurum da

radyo ve yayınları olmuştur. Özellikle 1938-45 arası dönemde, basın gibi radyo da

CHP ve hükümetin resmi ideolojisinin halka benimsetilmesine yönelik faaliyet

göstermiştir.

II. Dünya Savaşı boyunca radyo yayınlarının % 60’ını haber programları

teşkil etmiştir. Anadolu Ajansı tarafından hazırlanan haberler, radyo vasıtasıyla

halka duyurulmuştur68. Özellikle öğlen 12-13 saatleriyle, akşam 20-21 saatleri

arasında yayınlanan Ajans haberleri, Dünya Savaşından haber ve yorumlar

aktarmıştır.

Diğer yandan radyo programı yapan ve sunanlar halka moral vermesi

açısından sıklıkla devletin gücünden, otoriteyi pekiştirmesi açısından da Milli Şef’in

kudretinden söz ederek, halkı uyarmışlardır69. Bu amaca hizmet gayesiyle de devlet

ve hükümet, radyoyu bir propaganda aracı olarak kullanmıştır.

68 Gül İnanç, a.g.t., s. 63. 69 Ankara Radyosunda 12-13 ve 20-21 saatleri arası haber programı yayınlanmaktadır. Pazar hariç her gün saat 20.15-20.45 arasında Radyo gazetesi, Nurettin Artan tarafından, Burhan Belge’nin hazırlayıp sunduğu “Günün Meseleleri” programı yapılmaktadır. Bkz., Gül İnanç, a.g.t., s. 64-69.

Page 138: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

129

Haber programlarının yanı sıra radyodan konferanslar yayınlanmıştır.

Radyodan verilen konferans konularının çoğu, aile kavramı ile vatandaşın devlete

karşı sorumlulukları hakkında olmuştur. Aynı dönemde radyodan yayınlanan

temsillerin çoğu da batı klasiklerinden uyarlamalardır. Bu yönüyle dönemin kültür

politikası olan hümanist yaklaşımların toplum tabanında yerleşip kökleşmesi için o

dönemde kitle iletişim araçlarının en önemlisi olan radyo, CHP ve Hükümet

tarafından kullanılmaya çalışılmıştır. Bu anlamda hükümet, kurumda çalışanları

ekonomik olarak da desteklemiştir. Reel olarak incelendiğinde kurumda çalışanların

maaşlarının diğer devlet memurlarına oranla çok iyi durumda olduğu

görülmektedir. Aşağıdaki tablo da bu durum daha iyi anlaşılmaktadır.

Tablo. 3.4: Bazı Radyo Çalışanlarının Aldıkları Maaşlar70.

Radyo Müdürü 400 Lira Radyo Mühendisi 300 Lira Spiker 200 Lira Kütüphane Memuru 150 Lira Daire Memuru 120 Lira

Aynı yıllarda birinci derecede profesör maaşı 125 lira, bir öğretmen maaşı da

yaklaşık 40 lira civarındadır. Oysa tablodan da anlaşılacağı gibi radyo müdürünün

maaşı 3 profesör maaşına eşittir.

Ankara da faaliyet gösteren radyo, Türkçe yayınlarının yanı sıra farklı

dillerde yayınlar da yapmıştır. Fakat bu alandaki yayınlar dönemin dış politika

gelişmelerinin paralelinde cereyan etmiştir. Mesela 1938 yılında “Radyo Postası” ve

“Türkiye Konuşması” gibi İngiltere ve ABD’ye yönelik yapılan yayınlar, savaşın ilk

yıllarında kesilmiştir. II. Dünya Savaşı’nın Müttefiklerce kazanılacağının

anlaşılması üzerine, 1943 Kasımından itibaren bu yayınlar yeniden başlamıştır.

Sovyetlerle bozulan ilişkilerimiz ve Türkiye’nin Batı bloğunun içinde yer almasıyla

beraber İngilizce yayınlar 1944 yılından itibaren haftada üç güne çıkarılmıştır71. Bu

tarihlerden sonra kültürel anlamda Batının etkisi Halkevlerinden sonra, Ankara

Radyosu yayınlarında da ağırlığını hissettirmeye başlamıştır.

70 Resmi gazete, S. 4221, Haziran 1939, s. 11881. diğer bürokratların maaşları için bkz., Resmi gazete, S. 4258, 14 Temmuz 1939, s. 12272. 71 Uygur Koçabaşoğlu, Şirket Telsizinden Devlet Radyosuna, Ankara 1980, s. 244. 1945’te ABD ile olan ilişkiler sıklaşmıştır. ABD Başkanı M. Roosevelt’in ölümü nedeniyle İnönü radyodan ABD halkına başsağlığı mesajı yayınlamış ve resmi dairelerin bayrakları yarıya indirilmiştir. Uygulama için bkz., Ulus gazetesi, 14 Nisan 1945.

Page 139: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

130

Ankara Radyosu, resmi kültür politikalarını halka benimsetmek gayesiyle

halk okulu ve kürsüsü olarak kullanılmak istenmiştir. Fakat radyo cihazının, sayı

olarak istenilen düzeyde olmaması bu amaca ulaşılmasını engellemiştir. Böylece

radyonun hitap edebildiği kitle sayısı sınırlı kalmıştır. Bunun önemli iki nedeni

vardır; Birincisi, radyo cihazının fiyatının halkın alım gücünün üstünde olmasıdır.

Orta yollu bir radyo 350 lira civarındadır. Bir devlet memurunun ortalama eline

geçen aylık maaş ise yaklaşık 35-40 liradır. Savaş şartlarında toplumun diğer

kesimlerine göre, durumu nispeten iyi olan bir memurun bu cihazı alabilmesi için

aslî ihtiyaçlarını karşılamaksızın 10 ay çalışması gerekmektedir.

Aşağıdaki tabloda ülkemizin muhtelif şehirlerinde bulunan radyo

cihazlarının sayıları verilmiştir.

Tablo 3. 5:1942 Yılında Bazı İllerdeki Radyo Cihazı Sayıları72.

İstanbul 40458 Ankara 12834 İzmir 5674 Isparta 408 Burdur 250 Hakkari 15 Bingöl 24

1942 Yılı itibari ile Türkiye’deki toplam abone sayısı 105.653 olarak

gerçekleşmiştir. Bu rakamlar Temmuz 1943’te toplam 148,488’e ulaşmıştır. İstanbul

50,588 ile radyo sayının 1/3’i bulundururken Ankara 15,921, İzmir 9064’le üçüncü

sıradadır. Bu dönemde Isparta’da 602, Burdur da 508 radyo cihazı mevcuttur. Az da

olsa batı illerinde rakamlarda artış söz konusudur. Fakat aynı yıl radyo sayısı

Hakkari’de 7, Bingöl’de 22 olarak gerçekleşmiştir. Yani artış beklenirken düşüşler

yaşanmıştır73. Bu durumun temel nedeni ekonomik olmakla beraber, frekansları

ulaştıracak vericilerin henüz bu bölgelere kurulamamış olmasıdır.

İkinci husus ise, ülkenin tamamına ulaşabilecek radyo yayın ağı

yapılanmasının henüz kurulamamış olmasıdır. Yapılan radyo yayınlarının frekans

olarak yetersizliği konusunda radyo çalışanı Hasan Refiğ Ertuğ, Ankara

Radyosunun uzun dalga üzerinden yaptığı yayınların, yurdumuzun bazı kısımlarında 72 Abonelerle ilgili geniş bilgi için bkz, Radyo mecmuası, C. I, S. 9, Ankara 1942, s. 16. 73 Radyo mecmuası, C. III, S. 27, Ankara 1944, s. 24.

Page 140: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

131

çok az ve kötü şekilde dinlenmekte olduğunu, bazı bölgelerinde ise hiç

dinlenemediğini vurgulamaktadır74. Bu gerçeği fark eden hükümet 15 Eylül 1944

tarihinde TBMM’ye sunduğu 5814 sayılı kanunla yeni radyo istasyonları

kurulmasını kararlaştırmıştır. Fakat teknik imkansızlıklar ve bu alanda yeterince

yetişmiş elemanın olmaması gibi nedenlerle, İstanbul Radyosu daha deneme

aşamasında kapanmak zorunda kalmıştır75. Bu sıkıntı sadece kurulması öngörülen

yeni radyo istasyonlarında değil, Ankara Radyosu’nda da yaşanmıştır. O dönemde

yurdumuzda yetişmiş hemen hiç radyo mühendisi yoktur76.

Diğer yandan radyo yayınları konusunda yaşanan tartışmaların en önemlisi,

kültür politikaları kapsamında değerlendirilen alafranga ve alaturka müzik yayınları

oluşturmuştur. Devlet, radyoda Batı müziğine daha fazla yer vererek, bu müziği

yaymak ve yurt çapında kulakları bu müziğe alıştırmak için çalışmalar yapmıştır. Bu

çalışmaları başarıya ulaştırmak için konservatuarlar kurulmuş, opera temsilleri

verecek kabiliyette müzik ustalarının yetiştirilmesine önem verilmiştir. Hatta Batı

müzik terbiyesi, okullar aracılığıyla yurdun her tarafına yerleştirilmeye

başlamıştır77.

Aynı dönemde milli musiki bir kenara bırakılmış, Batı müziği ve onun

enstrümanlarının kullanılması teşvik edilmiştir. Bu gelişmelere rağmen halk ve

geleneksel müzikle ilgilenenler Türk müziğinden kopamamışlardır. 1942 yılında

Radyo Evi tarafından “Ses Artistleri” yarışması düzenlenmiştir. Yarışmaya yüzü

aşkın müracaat yapılmış, fakat katılanların icra ettikleri müzik beğenilmemiştir. Bu

durumu değerlendiren dönemin Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör,

yarışmaya katılanların büyük çoğunluğunun imtihan için özene bezene seçip

hazırladığı şarkıların aşağının bayağısı piyasa şarkıları olduğunu vurgular. Ona göre

piyano ile yapılan kulak denemelerinde çok az kişi piyanoda verilen tonları

bocalamadan bulabilmiştir78.

74 Hasan Refik Ertuğ, “Yurdumuz, Yeni Radyo İstasyonlarına Kavuşuyor”, Radyo mecmuası, C. III, S. 35, Ankara 1944, s. 1. 75 Hasan Refik Ertuğ , “İstanbul Radyosu Niçin Kapandı?”, Radyo mecmuası, C. III, S. 35, s. 9. 76 Hasan Refik Ertuğ, “Yeni Radyo İstasyonlarımız”, Radyo mecmuası, C. III, S. 36, Ankara 1944, s. 5. 77 İ. Tugrul Nişbay, “Alaturka, Alafranga ve Radyomuz”, Radyo mecmuası, C. I, S. 9, Ankara 1942, s. 2 78 Vedat Nedim Tör, “Ses ve Zevk Sefaleti”, Radyo mecmuası, C. I, S. 9, Ankara 1942, s. 6,.

Page 141: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

132

Bu arada radyo programlarını halka duyurmak amacıyla Radyo mecmuası

çıkartılmıştır. Radyonun çeşitli kesimler tarafından nasıl dinlenildiği hakkında da

Radyo mecmuasında çeşitli karikatürler yayınlanmaya başlanmıştır79. Ayrıca

mecmuada, II. Dünya Savaşı boyunca yabancı yayınlar ve frekansları sürekli olarak

yer almış, bu yayınların dinlenmesi yasaklanmamış, fakat her sayının üst kısmına

vatandaşı uyarıcı ilanlar konulmuştur80.

Diğer yandan radyo cihazına sahip vatandaşları ilgilendiren “Radyo

Tesisatına Ait Kanuni” hükümler de konulmuştur. 3222 Sayılı Kanunla radyo

sahibinin mutlaka ruhsatname alması zorunluluğu getirilmiştir. Ruhsatname

almaksızın radyo dinleyenlerin bir aydan altı aya kadar hapis cezası ile

cezalandırılmaları kararlaştırılmıştır. Ayrıca radyo satın alanlar senelik vergi vermek

zorundadır. Vergi ücretleri radyonun çeşidine göre değişmektedir. Buna göre, a-

Yalnız kulakla dinlenen, lambasız, hoparlörsüz ahizeler 2 lira, b- Nüfusu 10 binden

az olan yerlerde dinlenen radyolardan 5 lira, çok olan yerlerde dinlenenlerden 10

lira, c-Kara ve deniz vasıtalarında bulunanlardan 10 lira d-Yolcu vapurlarının

güvertelerine monte edilenlerden 30 lira e-Nüfusu 10 binden az olan yerlerdeki

umuma açık yerlerdeki radyodan 10 lira alınmaktadır81.

Bu gelişmelerle beraber CHP Halkevlerinde toplu radyo dinlenmesini teşvik

etmiştir. Mesela 19 şubat 1939 tarihinde, Halkevlerinin kuruluş yıldönümü

dolayısıyla Ankara’dan yapılan ve radyodan yayınlanan konuşmalar, Bursa Halkevi

tarafından, partinin önünde toplanan halka dinletilmiştir. Yine Samsun Halkevi

tarafından satın alınan radyo parka konan iki hoparlör sayesinde halka dinletilmiştir.

Halka dinletilen programların büyük kısmını konferans ve ajans haberleri

oluşturmuştur82. Önemli günler ve haftalarda, yapılan etkinlikler de halka, radyo

vasıtasıyla duyurulmuştur. Yayınlar içerikleri itibariyle, CHP tarafından

79 Bkz., Ekler, s.198-200. 80 Uyarı, her ay yayınlanan Radyo mecmuası’nda yapılmaktadır. İlan şöyledir, “Yurttaş!Yurdumuz, yabancı radyo neşriyatının dinlenmesi yasak olmayan nadir memleketlerinden biridir. Her millet kendi radyosu ile kendi menfaatinin propagandasını yapar. Onun için yabancı radyoları dinlerken daima dikkatli ve uyanık ol!”. Uyarı ve yabancı yayınlar için bkz., Radyo mecmuası, C. I, S. 9, s. 16, Bkz., Ekler, Fotograf 5, s. 195 81 Cem Yorulmaz, “Radyo Tesisatına Ait Kanuni Hükümler”, Radyo, C. I, S. 9, Ankara 1942, s. 16. Geniş bilgi için bkz., Radyo mecmuası, C.I, S. 9, Ankara 1942, s. 16-20. 82 II. Dünya Savaşı boyunca Halka savaş haberlerini radyodan duyurmak amacıyla hazırlanan metinler uzman bir kadroya yazdırılmış ve Nurettin Artam tarafından sunulan “Radyo gazetesi” programıyla halka aktarılmıştır. Hazırlanan programlar hakkında bkz., Işıl Çakan, a.g.e., s. 276-278.

Page 142: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

133

yönlendirilmiştir. Ayrıca Cumhuriyet bayramı gibi geniş çaplı kutlanan günler için

özel programlar yapılmış, genelgelerle bu programlar resmi kurumlara tebliğ

edilmiştir.

Haber programlarının ağırlıklı olarak yer almasına karşın, azda olsa

bölgelerin kültür ve folklor özelliklerini ilişkin programlarda yapılmıştır. Mesela 29

Eylül 1942’de Kırşehir gecesi programı yayınlanmış, Cevat Hakkı Tarım, Kırşehir

tarihi ve Ahilik üzerine konuşma yapmıştır. Ankara radyosu tarafından hazırlanan

Ankara folklor gecesi programı bu tür yayınlar arasında gösterilebilir. Fakat bu

çalışmalardan yeterince olumlu sonuç alındığını ve yayınların geniş kitlelere

ulaştırıldığını söylemek zordur.

Sonuç olarak 1938-50 arası dönemde radyo, resmi kültür politikalarının

halka anlatılması ve benimsetilmesi konusunda araç olarak kullanılmak istenmiştir.

Gerek yayın politikalarının içeriği, gerekse çalışanlarına verilen ücretler bu durumu

ortaya koymaktadır. Fakat teknolojik alt yapının yeterli olmaması ve yetişmiş

eleman sıkıntısından dolayı radyo yayınları geniş kitlelere ulaştırılamamıştır.

Yayınlanan Batı müziği, halkı memnun etmemiş, mevcut radyo cihazı sahipleri

yayınlarını daha iyi dinleyebildikleri Mısır ve diğer Arap radyosu frekanslarına

ayarlamak durumunda kalmışlardır. Bunun doğal bir sonucu olarak Arabesk tarz

müzik, toplumun tabanında gelişerek yayılmaya başlamıştır. 7 Temmuz 1940’ta

CHP, yabancı radyo kanallarının umuma açık yerlerde dinlenmemesini önermiş,

fakat bunu engelleme adına girişimleri olmamıştır. Diğer yandan yabancı radyo

kanallarını engelleyecek teknolojinin kurulamamış olması da, devlet tarafından

uygulanan kültür politikalarının tabana ulaştırılmasını zorlaştırmış ve istenen sonuç

alınamamıştır. Yani devlet, radyo kanalıyla hümanist politikaların meyvesini almak

isterken, istemediği bir sonuçla karşılaşmış ve 1950’lerden sonra Arabesk müzik

kültürü toplumda yayılmaya başlamıştır.

B-HÜMANİZMİN BENİMSETİLMESİNDE GÜZEL SANATLAR

İnönü döneminde uygulanan hümanist kültür politikaları, basın-yayın

kuruluşlarının yanı sıra güzel sanatlar kullanılarak da halka benimsetilmeye

çalışılmıştır. Kimi zaman tiyatro ve sinema, kimi zaman da opera ve bale sanatlarıyla

resmi politika tabana yayılmaya çalışılmıştır.

Page 143: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

134

Batı sanat ve düşünce dünyasının halka yansıtılmasında tiyatro, sinema ve

resim önemli rol üstlenmiştir. Özellikle hümanizm anlayışı, yurdun muhtelif

yerlerinde faaliyet gösteren Halkevleri tiyatro kolları ve Ankara dan gönderilen

CHP’den izinli özel tiyatro toplulukları vasıtasıyla halka benimsetilmeye

çalışılmıştır.

1-Sinema ve Tiyatro

a-Sinema

Türkiye’de ilk sinema salonu 1906 yılında Tepebaşında açılmış, ilk Türk filmi,

Enver Paşa’nın 1914’te kurmuş olduğu Merkez Ordu Sinemasında, Fuat Uzkınay’ın

yapımcılığını üstlendiği “Ayestefenos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” adlı belgeselle

gerçekleştirilmiştir83.

Cumhuriyetle birlikte sinema sektörüne ayrı bir önem verilmiştir. Atatürk de,

sinemanın icadını, elektriğin hatta kıtaların keşfinden daha önemli olduğunu ve

dünyanın kaderini değiştireceğini belirterek ifade etmiştir84. Fakat o yıllardaki

yetişmiş eleman azlığı, sinema araç ve gereçlerinin temininde yaşanan sıkıntılar

nedeniyle Türk sinema sektörü istenilen gelişmeyi gösterememiştir. Daha ziyade bu

sektör yabancıların elinde kalmıştır. Mevcut birkaç salonda, ağırlıklı olarak Fransız

filmleri gösterilmiştir.

Aynı yıllarda İstanbul da üç sinema salonu bulunmaktadır. Bunlar Merkez

sineması, Majik sineması ve Elhamra sinemasıdır. Her üç sinema salonu da fiziki

şartları itibariyle çok iyi durumda değildir85. Bu sinemalarda haftalık olarak İtalyan,

Fransız ve Alman filmleri oynatılmakta, küçük sinemalarda ise Amerikan filmleri

korsan olarak oynatılmaktadır. Halkın sinemaya ilgisi daha çok duygusal ve komedi

filmlerine yoğunlaşmış bulunmaktadır. Sinemalarda günlük müşteri üç bin olarak

tahmin edilmiş, giriş ücretleri 1.sınıf 50 ila 90 kuruş, II. Sınıf 35 ila 50 kuruş, III.

83 Halit Refiğ, “Bırakın Oynasın Çocuk”, Cumhuriyet IV. Kültürel Değerlendirme, Ankara 1998, s. 3158. 84 Atilla Dorsay, “Cumhuriyetimizin Bir Diğer Kurumu Sinemamıza Bir Bakış Denemesi”, Cumhuriyet IV, s. 3163. 85 1920’lerde ABD sinema sanayisin de büyük hamleler kat ederek Avrupa sinema sanayisiyle yarışmaya başlamıştır. ABD, Dünya pazarına açılmak için çeşitli ülkelerde ki elçilikleri vasıtasıyla, o ülkenin sinema potansiyelinin(seyirci, salon, seyircinin sevdiği film tarzı, Amerikan sinemasına tepkinin olup olmadığı vs) araştırılmasını istemiştir. Bu arada ülkemizdeki sinema salonlarının potansiyeli bir raporla ABD yönetimine sunulmuştur. Bu konu için bkz., Orhan Duru, Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları, İstanbul 2002, s. 253-255.

Page 144: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

135

Sınıf ise 20 ila 30 kuruş olarak belirlenmiştir. Filmleri ithal eden ve bu filmlerin

gösterimini yapanların büyük kısmını da yabancılar oluşturmuştur86.

1914–50 arası Türk Sinemasının emekleme dönemidir. Özellikle 1923-1940

yılları arasında çekilen filmlerin konusu daha çok, Cumhuriyet taraftarlığı ve Milli

Mücadele kahramanlıkları çevresinde oluşmuştur. Bu filmlerin temel vurgusu da

kendi öz benliğimizi koruyarak çağdaşlaşmaktır.

Aynı yıllarda sinema salonları İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirlerde

yoğunlaşmıştır87. Sonraki yıllarda inkılapların halka anlatılması için Anadolu’da da

sinema salonlarının inşa edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu kapsamda kurulan film

şirketleri Anadolu’da yeni salonlar inşa etmiştir. Dönemin en önemli yapımcısı

Muhsin Ertuğrul’dur. Muhsin Ertuğrul ve İpek Film müessesesi bu amacı

gerçekleştirmek için Türk filmleri çekmiştir88.

Aynı yıllarda din propagandası yapan, askerlik şerefini rencide eden, toplum

ahlakını ve güvenliğini zedeleyen ve ülke aleyhine olan filmlerin gösterimine

müsaade edilmemiştir89. 1939’da film sektöründeki hızlı yükseliş, filmlerin ve film

senaryolarının kontrolüne dair yeni nizamnamenin yürürlüğe girmesine neden

olmuştur. Kanunla sinema komisyonu kurulmuş ve geniş yetkilerle donatılmıştır. Bu

nizamnamenin 18. maddesine göre her ne surette olursa olsun sinema filmi çekmek

isteyen yerli ve yabancı şahıslardan senaryonun kontrol gördüğüne dair tasdik

belgesi almaları şart koşulmuştur90. Bu tüzük gerçekte İçişleri Bakanlığına geniş

yetkiler vermektedir. Özellikle 10. maddenin yorumu herkese göre faklılık arz

edeceğinden hükümet yetkilileri, filmleri tam anlamıyla kontrol altına almıştır. Bu

86 İthal filmleri ülkemize getiren şirketlerin büyük çoğunluğunun merkezi Galata’da dır. Aynı yıllarda sinema filmlerinden 100 kilo başına 33.750 kuruş gümrük vergisi alınmaktadır. Bkz., Orhan Duru, a.g.e., s. 280. 87 Pembe Behçetoğulları, Türkiye’de Ulusal sinema ve Ulusal Sinema Söylemi, Ankara Üniversitesi. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2002, s. 107. 88 Çekilen filmlerden, “İstanbul Sokakları” misyonerlik faaliyetlerini, “Kaçaklar” filmi bir ailedeki iki kardeşten biri inkılâbın koruyucusu, diğeri yıkıcısı, “Söz Bir Allah Bir” filmi ise ahlâksızlığı anlatmıştır. Bkz., Özkan Tikveş, Mukayeseli Hukukta ve Türk Hukukunda Sinema Filmlerinin Sansürü, İstanbul 1968, s. 13. 89 Özkan Tikveş, a.g.e., s. 14. 90 Bu nizamnameye göre, 1-Her hangi bir devletin propagandasını yapmak 2-Irk ve milleti aşağılamak 3-Dost devletler aleyhine olmak 4-Din propagandası yapmak 5-Rejime aykırı propaganda içermek 6-Umumi ahlaka ve milli duygulara ters düşmek 7-Askerlik şerefini kırmak 8-Güvenlik bakımından mahzurlu olan 9-Türkiye aleyhine sahneleri olan, 10.Cürüm işlemeye tahrik eden filmler yasaklanmış, ayrıca bütün filmlerde Türkçe açıklama bulunması şartı konulmuştur. Nizamname için bkz., B.C.A., 030.10-86.571.9.

Page 145: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

136

bağlamda 1944 yılına kadar savaş filmlerinin yasaklar arasına girdiği, Basın Yayın

Genel Müdürlüğünün, Başbakanlığa yazdığı 6 Eylül 1944 tarihli resmi yazıdan

anlaşılmaktadır91. Bunun yanı sıra bahsedilen resmi yazıyı destekler mahiyette

eleştiriler de yapılmıştır. Meselâ Faruk Kenç, komisyonun tutumu ve sansür

konusunda, bir filmde beğenmedikleri sahneyi diğer bir filmde kabul ettiklerini

dolayısıyla sinema sektörünün hiç garantisinin olmadığını belirtmiştir. Burhan Arpad

da sansür konusunda, bir sokağın bozuk kaldırımları, bir şehrin kenar semtleri,

köylülerin yamalı giyimleri, yalınayak çocukların bulunduğu sahnelerin yasak

gerekçelerinden olduğunu, eğer sansür kurulunun canı çekerse cürüm işlemeye teşvik

eder görüp filmleri yasakladığını belirtir. Ona göre sansür kurulunu oluşturanlar film

ve sanattan anlayan kişiler değildir. Bu bakımdan filmin nasıl yapıldığı ve

senaryonun nasıl yazıldığını pek bilmediklerini belirtmektedir 92.

Diğer yandan illere gönderilen filmlerin dağıtımını Basın-Yayın Genel

Müdürlüğü üstlenmiştir. Nitekim 1949’da Müdür Şükrü Esmer imzası ile CHP Genel

Sekreterliğine gönderilen yazıda Zonguldak iline evvelce bir kaç defa Genel

Müdürlüğünün filmlerinden gönderilmiş olduğunu ve bundan böyle de valilik adına

gönderilmesine devam edileceği belirtilmektedir93. Filmlerin bu kurum aracılığıyla

gönderilmesi yönetim açısından denetimleri kolaylaştırmış, böylece iktidarın hoşuna

gitmeyen filmlerin taşrada gösterilme şansı kalmamıştır.

İlerleyen yıllarda CHP ve Hükümet, sinemayı geliştirmek ve kültürel

politikaların uygulanması konusunda yeni düzenlemeler yapmıştır. Bunlardan en

önemlisi 1942 yılında kabul edilen 4243 sayılı kanunla ithal filmlerin dolusundan 15,

91 Yazıda “ahlaki, içtimai, iktisadi ve siyasi prensiplere aykırı bulunmayan yabancı aktüalite filmleri ile mevzulu harp filmlerinin gösterilmesine müsaade alınmasının yüksek makamına arzına karar verilmiştir” denilmiştir. Filmlerin ve film senaryolarının kontrolüne dair nizamname 19 Temmuz 1939’da kabul edilmiş, Resmi gazete’nin 31 Temmuz 1939 sayısında yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu konuda geniş bilgi için bkz., Resmi gazete, S. 4272, 31 Temmuz 1939, s. 12373. 92 Şükrüm Sim, a.g.e., s. 63. Bu dönemde yerli sinema girişimleri artacaktır. Fakat sinemacıların karşılaştıkları en önemli sorun boş sinema filmi temin etmedeki güçlüklerdir. O sıralarda yaklaşık 90-100 bin lira bir para yurt çapında boş fil ihtiyacını karşılamakla beraber savaşın sıkıntıları dolayısıyla teminde ve akreditifte güçlükler yaşanmaktadır. Boş film sıkıntısı konusunda Marmara Film Stüdyosu Anonim Şirketi, Başbakanlığa bir dilekçe ile başvurarak, sıkıntıları anlatmış ve önlem alınmasının istemiştir. Dilekçe için Bkz, B.C.A., 030.10–146.44.15. 93 B.C.A., 490.10-231.910.1.

Page 146: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

137

boşundan 12 lira olarak alınan gümrük vergisini % 75 nispetinde indirmesidir94.

Fakat alınan kararlara rağmen Türk Sineması esas gelişmesini 1946’dan sonra

göstermiştir.

Ülke yönetiminde yaşanan demokratikleşme sürecinde, yurt içinde pek çok

film şirketi kurulmuş ve bu şirketler faaliyete geçmiştir. Bunlardan en önemlisi

“Ankara Sinema İşleri Türk Anonim Ortaklığı” Sitaş’tır. 10 bin lira sermaye ile ve

dört yıl süreyle kurulan bu şirket 10 Haziran 1946 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı

ile faaliyete geçmiştir95.

1948’de yerli filmlerden alınan belediye vergisi, yabancı filmlerden alınan

vergiye göre % 50 oranında indirilerek yerli film yapımı teşvik edilmiştir. Bu karar

film yapımının artmasına neden olmuştur. Nitekim, 1917–44 yılları arasında yılda

ortalama 1,46 film yapılırken, bu oran 1945–59 yılları arasında 41,46’ya çıkmıştır.

Atilla Dorsay, bu verginin kaldırılmasından sonra 1960’lı yıllara kadar Türkiye’nin

Dünyanın en parlak film çeken birkaç ülkesi arasında yer aldığını belirtir.

Dolayısıyla yeni filmlerin yapımı ve seyircinin artışına paralel olarak salon sayısında

da artışlar görülmüştür96.

Bu çabalara rağmen 1938-50 yılları arası dönemde Türk sinema filmlerinin

dünya sinema standardında ve istenilen düzeyde yapılamadığı gözlenmektedir.

Bunun en önemli nedenleri arasında, araç-gereç temini ve yetişmiş eleman

konusundaki sıkıntılardır. Daha ziyade görsellik tiyatroyla giderilmek istenmiş, bu

alana devlet fazla yatırım da yapmamıştır. Bundan dolayı Muhsin Ertuğrul dışında

yerli yönetmen yetiştirilememiştir. Aynı zamanda yerli sinemanın alt yapısı

oluşturulamamış ve ciddi senaryolar ortaya çıkarılamamıştır. Daha ziyade tiyatro

94 Bu kanun, İcra Vekilleri Heyetince ve 19 Ağustos 1938 tarihinde kabul edilmiştir. Fakat çeşitli nedenlerden dolayı yürürlüğe girmemiştir. Ancak 29 Mayıs 1942 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bkz., Resmi gazete, 29 Mayıs 1942. 95 Resmi gazete, S. 6371, 29 Temmuz 1946, s. 10998. 96 Atilla Dorsay, a.g.m., s. 3164. Bu arada filmlerin öğretimde kullanılması için, eğitici ve öğretici filmlerin yurt dışından getirtilerek kullanılması için değişik kurumlar başvuruda bulunmuştur. Mesela Milli Eğitim Bakanlığı yaklaşık 77 öğretici film alımı için 700 dolarlık Akreditif açılması talebiyle Ticaret Bakanlığına başvurmuştur. Bu dönemde ABB filmleri eğitici ve öğretici olarak ithal edilmiştir. Her ne kadar 1926 yıllarında ABD Konsolosluğu Türk Sinema Salonları ve sinemaya gösterilen ilgi konusunda rapor hazırlamışsa da, ABD Sinemalarına oluşan tepkilerden dolayı 1946 yıllarına kadar korsan sinema dışında ABD filmleri pek görülmez. Ders tatbikatı konusunda Milli Eğitim Bakanlığı’nın alınmasını talep ettiği filmler ve açılmasını istediği 700 dolarlık akredif için bkz. B.C.A., 030.10-143.26.19.

Page 147: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

138

kökenli sanatçılarla yaz aylarında çekilen filmlerle Türk seyircisine yerli sinema

örnekleri sunulmaya çalışılmıştır97.

Diğer yandan 1946’dan sonra dünya sinema sektöründe, ABD ve Avrupa

arasında çok çetin bir rekabet yaşanmıştır. 1914’te dünyada gösterilen filmlerin %

90’ı Fransız filmleriyken, II. Dünya Savaşından sonra Avrupa sinema sanayi savaşla

çöküntüye uğramış, böylece Hollywood dünya sinema piyasasının % 80’ini ele

geçirmiştir98. Bu gelişmenin sonucu olarak 1946’lardan sonra Amerikan Film

sanayinden etkilenen Türk yapımcılar, sonraki yıllarda Türk kültür dünyasının

dışında olan Killing, Drakula, Tarzan, Tom, Braks, Kaptan, Swing gibi yapımları

Türk sinemasına uyarlayarak çekmişlerdir99.

b-Tiyatro

1938-50 arası dönemde sinemanın dolduramadığı kültürel propaganda

hareketleri tiyatroyla doldurulmaya çalışılmıştır. Bu anlamda tiyatro ve kültür

arasında sıkı bir bağ kurularak, tiyatro, kültürel değişimin önemli araçlarından biri

haline getirilmiştir. Tiyatroyu geliştirmek ve takip edilen politikaları halka

benimsetmek maksadıyla çeşitli kurumlar oluşturulmuş ve bu kurumlarda okuyan

öğrenciler teşvik edilmiştir. Mesela Devlet Konservatuarının tiyatro, opera, bale

şubeleri öğrencilerinden devlete hizmet taahhüt etmiş olanlara, 26 Aralık 1942’de

yürürlüğe giren kanunla, mezun olduklarında bedeli 250 lirayı geçmemek üzere

giyim ihtiyaçlarının temin edilmesi kararlaştırılmıştır100.

97 Atilla Dorsay, a.g.m., s. 3163. 98 II. Dünya Savaşı Avrupa sinema sektörüne uzun yıllar kaldıramayacağı ve ABD ile rekabet yapma şansını kaybedeceği bir darbe vurmuş, savaş esnasında pek çok stüdyo tahrip olmuştur. Mesela İngiltere Savaş sırasında 330 sinema salonu yıkılmıştır. Berlin’in bombalanması Alman sinema sektörüne büyük darbe vurmuş ve % 60 oranında kayba neden olmuştur. Fransa’da da sinema sektörü bu olaydan nasibini almıştır. Avrupa’da sinema sektöründe tek ayakta kalan ülke İtalya olmuştur. İlerleyen yıllarda Faşist diktatörlük, sinemayı bir dikta aracı olarak görmüştür. Bu maçla çeşitli kurumlar kurulmuş ve 1938 yılında İtalya’da Sinema filmi sayısı iki katına çıkmıştır. Bkz, Pembe Behçetoğulları, a.g.t., s. 82. 99 İhsan Kabil, “Türk Sinemasının Cumhuriyet Dönemi Zihniyet Yapılanması”, Cumhuriyet IV, s. 3168. 100 Bu kanun, 23 Aralık 1942 tarih ve 4339 sayılı kanunla kabul edilmiş ve 26 Aralık 1942 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanun metni için bkz., Resmi gazete, S. 5292, 29 Aralık 1942, s. 4195. Yine Milli Musiki ve Temsil Akademisinin 20 Nisan 1940 tarihinde yasa ve yönetmeliği çıkarılmıştır. Yasanın çıkışı esnasında İsmet İnönü, TBMM yaptığı konuşmada, musiki ve tiyatro sanatında Türk çocuklarının yaratma kabiliyetlerini iyi bir inkişaf yolunda gördüğünü ve memnun olduğunu belirmiştir. Devlet Konservatuarı hakkındaki kanun ve bu kanunun kabulü esnasında İnönü’nün yapmış olduğu konuşma için bkz., Resmi gazete, S. 4517, 24 Mayıs 1940, s. 13849.(Kanun no:3829, kabul tarihi 20 Mayıs 1940)

Page 148: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

139

1935’ten sonra özel tiyatrolar kurulmaya ve bunlar zamanla yurt turnelerine

çıkmaya başlamışlardır. Bu tiyatrolarda oynanacak oyunlar CHP ve hükümet

tarafından denetlenmiştir. Bu kapsamda CHP Genel Sekreterliğinden izin almadan,

özel tiyatroların Halkevlerinde temsil vermesi yasaklanmıştır. İzin verilenlerin de

hangi kurallara uyacakları yine CHP Genel Sekreterliği tarafından belirlenmiştir.

Mesela Süheyla Bedri tiyatrosunun gideceği illerdeki Halkevlerinde sahneleyecekleri

oyunlarla ilgili olarak CHP Genel Sekreterliği ilgili Halkevlerini uyarmıştır. Uyarıda,

1-Heyetin, Halkevinde temsil etmesine izin verilen yedi eser dışında temsil

vermemesi101, üç temsilden fazla temsil verilmesi durumunda bir temsilin de sosyal

yardım yararına verilmesi istenmiştir. Ayrıca gönderilen uyarı yazısında topluluğun

temsil verirken şu kurallara uyması talep edilmiştir; a)Fazla açık esprilere yer

verilmemesi b)Kanto oynanmaması c)Artistlerin aile kadınlarının temsile

gidebilmelerini men edebilecek kadar açık şekilde sahneye çıkmamaları. Eğer böyle

haller meydana gelirse Halkevi yöneticilerinin derhal olaya el koyması ve gösterinin

yasaklanması istenmiştir102. CHP genel merkezinden izin almayan toplulukların yurt

turnelerinde Halkevlerinde gösteri yapmalarına kesinlikle müsaade edilmemiştir.

Mesela “Hadi Poyrazaoğlu ve Arkadaşları Asri Kukla Tiyatrosu” adlı tiyatro

topluluğu CHP Genel Merkezinden izin almadığı için Halkevlerinde temsil

vermesine müsaade edilmemiştir. Bu durum CHP Genel Sekreteri Kırklareli

milletvekili N. Kansu imzası ile Halkevlerine gönderilen uyarı yazısında, böyle bir

heyetin CHP’den izin almadığı, dahası “tutulan yola aykırı” temsiller verdiği

belirtilerek Halkevlerine sokulmaması ve gösteri düzenlenmesinin engellenmesi

istenmiştir103. Tutulan yoldan kasıt, takip edilen kültür politikalarının dışında temsil

anlayışıyla hareket etmesi olarak gösterilmiştir.

Halkevlerinde gösterilen temsiller zaman zaman halkın duyguları, inanışları

ve değer yargılarıyla dalga geçmiş, onları küçümsemiştir. Mesela bu temsillerden

biri, 23 Şubat 1942 tarihinde Çankırı Halkevinde oynan temsildir. Temsilde bir

şehirli, köydeki amcasını medeni hayattan iyi bir gece ve eğlenceli bir alem

101 Oynanacak yedi oyundan bazılarının ismi şöyledir; 1-Vur Patlasın 2- Kadınlar Güzel 3- Kadınlara İnanma 4-Esmerim 5-Yengeç Ali. Bkz., B.C.A., 490.01-5.26.9. 102 B.C.A., 490.01-5.26.9. 103 Olay 30 Mart 1945 tarihinde meydana gelmiş, CHP Genel Sekreterliği 5/2613 sayılı yazı ile Halkevlerini uyarmıştır. Bkz., B.C.A., 490.01-5.26.9.

Page 149: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

140

yaşatacağı vaadiyle şehre çağırır. Sahneye iki koltuğunda kara kaplı iki kitapla,

sarıklı cüppeli bir hoca getirilir ve köylü amcanın yanına oturtulur. Bu manzaradan

hoşlanmayan köylü amca öfkelenir ve şehirli akrabasına dönerek, “bu eşek herifi, bu

kaba herifi, bu ayı herifi yanıma oturtup bana hakaret etmek için mi beni çağırdın”

diyerek ve kollarını hakaretle sallayarak yanından kalkıp gider. Olay halkın şikayeti

ile Çankırı Müftülüğünce Diyanet İşleri Başkanlığına bildirilmiş, dönemin Diyanet

İşleri Başkanı Şerafettin Yaltkaya da temsilden duyduğu üzüntüyü Başbakanlığa arz

ederek, hiçbir meslek sahibi bugünkü ve geçmişe ait kıyafetleri ile sahnelerde

hakaret görmediği halde sadece din adamlarının tahkir edilmesi ve bunun tekrar

edilip durmasının sıkıntısını anlatmıştır104. Bu çeşit temsillerin Halkevlerinde

verilmesi, Halkevlerini kültürel kalkınmanın temeli yapmak isteyen devletle halkın

ciddi anlamda birbirlerinden soğumalarına sebep olmuştur.

1939’da Halkevlerine gönderilen ve oynanması istenilen repertuar listesinde

özellikle milliyetçilik cereyanlarını ve İnkılap ruhunu canlı tutacak temsillerin

tavsiye edildiği gözlenmiştir. Behçet Kemal Çağların yazdığı üç perdelik Atilla, yine

aynı isimle Kemal Er’in yazdığı üç perdelik oyun, Münir Hayri’nin yazdığı Bir Ülkü

Yolu, Nihat Şevki’nin yazdığı Ergenekon (3 perdelik), Faruk Nafiz Çamlıbel’in

yazdığı Kahraman (3 perde), Yaşar Nabi Nayır’ın yazdığı Mete (3 perde),

Necmeddin Halil tarafından yazılan Oğuzlar(3 perde), Faruk Nafiz’in yazdığı Özyurt

(3 perde) milliyetçilik hislerini canlı tutmak isteyen oyunlardır. İnkılâplar konusunda

Bir Ülkü Yolu(Münir Hayri), Devrim Yolcuları (Celal Tuncer 3 perde), İnkılâp

Yolcuları (Yaşar Nabi 1 perde), İstiklal (Reşat Nuri 1 perde), On Yılın Destanı (Halil

Fahri (3 kısım 8 tablo), vb oyunlar yazılmıştır105.

Fakat 1943’lardan sonra durum değişmiş, takip edilen hümanizm

politikalarıyla birlikte klasik eserlerin çevrilmesiyle klasik temsiller ağırlık

kazanmıştır. Bu husus 24 Eylül 1945 tarihli CHP’nin Halkevlerine göndermiş olduğu

yazıda açıkça ortaya konmaktadır. Yazıda eski piyes repertuarının tarandığını, bazı

klasik tercümelerle yeni piyesleri de içine almak suretiyle meydana getirilen yeni

104 Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 29.4.1942 tarih ve 523 sayılı yazısı için bkz., B.C.A., 030.10-26.151.17. Başka bir yazıdan anladığımız kadarıyla bu olaylar münferit yaşanmamıştır. Dönemin politikaları gereğince benzer hadiseler yurdun değişik yerlerinde görülmüştür. 23 Ocak 1939 tarih ve 97 sayılı yazı ile Ağrı Vilayeti’nde de böyle bir temsil verilmiş, durum Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Başbakanlığa bildirilmiştir. Bkz., B.C.A., 030.10-26.151.17 105 Oyunların tamamı için bkz., B.C.A., 490.01-4.20.38.

Page 150: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

141

repertuar listesinin ilişik olarak gönderildiği belirtilmektedir. Yeni repertuarın

dışında temsil verilmesi de yasaklanmıştır. Oynanması istenen klasik eserlerin listesi

şu şekilde oluşturulmuştur; Moliere’den “Hekim Uçtu, Kibarlık Budalası, Cimri,

Hastalık Hastası, Çehovtan “Teklif”, Charles Vildrac’ın, “Dünya Gözü İle”,

Baumarchaisin, “Sevil Berberi”, Moliereden “Scapinin Dolapları, Lessing’in

Define”, ve Goldoni’den “Yabancı Piyesleri”106. Bu temsilleri sergilemek için

İstanbul Şehir Tiyatrosu görevlendirilmiş, heyetin seyahatlerini kendi hesabına

yapmaları ve masraflarını kendilerinin karşılaması istenmiştir107.

1935 yılında, yani Atatürk döneminde Atilla, Uyanış, 10 Yılın Destanı,

Kahraman, İnkılap çocukları gibi milli duyguları ön plana çıkaran piyesler tertip

edilirken108, İnönü döneminde takip edilen hümanist kültür politikalarıyla birlikte bu

tarz oyunlardan vazgeçilmiş ve Batı klasiklerine ağırlık verilmeye başlanmıştır.

Böylece Batı düşüncesinin kaynağı olarak görülen hümanizm halka benimsetilmeye

çalışılmıştır. Atatürk’ün vefatından sonra para ve pullar üzerindeki Atatürk

resimlerinin yerine Milli Şef İnönü’nün resimlerinin alması gibi, temsillerde ve

benzeri kültürel faaliyetlerde de aynı eğilimler yaşanmaya başlanmıştır. Mesela

Atatürk döneminde yazılan ve yazarı belli olmayan “Yurdumuzu Geziyoruz” isimli

temsil, İnönü döneminde de oynanmış ve düzeltmeler bölümünde Atatürk’ün adı

çıkartılarak Milli Şefin ismi konmuştur.

“Yanlış

-Bütün bu işleri kime borçluyuz

Atatürk’e

Öyle ise çocuklar hep beraber bağıralım

Atatürk sen yaşa varol

Hep beraber-Atatürk sen yaşa varol

106 Yerli oyunlar ve CHP Genel Sekreterliğin yazısı için bkz., B.C.A., 490.01-5.27.27. 107 İstanbul Şehir Tiyatroları 1939 yılında Konya, Adana, Mersin, Antalya, Antep, Diyarbakır, Mardin, Elazığ, Malatya, Akşehir, Afyon, Isparta, Burdur illerinde temsiller verdikten sonra 11 Haziran 1939’da Ankara’ya hareket etmiştir. Oynan temsiller şunlardır, “Bir Muhasip Aranıyor, Oğlumuz, Satılık Kiralık, Korkunç Gece, Zehirli Kucak, Sürtük, Sözün Kısası” oyunları oynanmıştır. 29 ila 31 Mayıs tarihleri arasında Isparta da, 1-4 Haziran tarihlerinde Burdur da temsiller vermiştir. Bkz., B.C.A., 490.01-4.20.4. 108 Işıl Çakan, a.g.e, s. 246.

Page 151: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

142

“Doğru

-Bütün bu işleri kime borçluyuz

Cumhuriyete

Öyle ise çocuklar hep beraber bağıralım

Yaşasın cumhuriyet

Yaşasın İsmet İnönü109.

Bu arada Batı klasik temsillerin yurt genelinde oynanması için değişik

bölgelerden talepler gelmiştir. Bunlardan Bergama’yı Sevenler Cemiyeti, İnönü’ye

yazdıkları uzunca bir mektupta klasiklerin yeni düzenlemiş bulundukları antik

tiyatroda oynanmasını, böylece Türk milletinin Batılılaşma yönünde az zamanda

aldığı yolun büyüklüğünün bütün dünyaya gösterileceğini ve Batı kültürünün temeli

olan hümanizmin benimsendiğinin göz önüne konacağı belirtilmiştir. İnönü,

cemiyete gönderdiği mesajda, klasiklerin harpten sonra bütün dünyaya Bergama

tiyatrolarında gösterileceğini ve bu olayın Türk kültüründe değerli bir başarı

sayılacağını belirtmek suretiyle bu tarz temsillere verdiği desteğini açıklamıştır 110.

İnönü dönemi tiyatro anlayışı, yönünü Batıya döndürürken, aynı zamanda

benimsenen hümanizmin halka anlatılması amacıyla geleneksel tiyatro kahramanları

olan Hacivat ve Karagöz tiplemelerinden de yararlanmak istenmiştir. Bu amaçla

1941 yılında çalışmalar hızlandırılmıştır. CHP, dönemin halk bilimcilerinden ve

yazarlarından, takip edilen kültür politikalarını özümsemiş yeni Karagöz oyunlarının

yazılması talep etmiştir. Bu isteğin sonucu olarak yedi karagöz oyunu yazılmış111 ve

bu oyunlarda devletin takip etmiş olduğu kültür politikaları anlatılmıştır. Mesela

İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun yazmış olduğu “Karagöz Köy Muhtarı” adlı oyunda dil

devrimi, Karagözün ifadeleriyle sunulmuştur.

Hacivat- Benim dilimde ne var? Benim dilim kitap dili, ulema dili efendim.

İfadelerine,

Karagöz-Eh benim dilimde Türk dili, halk dili(Tokatlar)

Hacivat- Ben bu dili medreseden aldım.

109 Işıl Çakan, a.g.e, s. 261. 110 B.C.A., 030.10-146.45.6. 111 Bu amaçla 1941 yılında yedi Karagöz oyunu yazılmıştır. Bunlardan İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun “Karagöz’ün Köy Muhtarlığı ve Köylü Evlenmesi”, Rahmi Balaban’ın “Kel Oğlan, Dağ Deviren ve Deli Dumrul”, Hayri Küçük Ali’nin yazdığı “İyilik Eden İyilik Bulur ve Tayyare Safası” isimli oyunlardır. Bkz. Işıl Çakan, a.g.e., s. 264.

Page 152: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

143

Karagöz-Ben de bu dili halkımdan aldım(Tokatlar) 112diyerek cevap vermiştir.

Aynı piyeste Karagöz ile köy öğretmeni arasında geçen konuşmalarda, Köy

Enstitüsünde yetişmiş bilgili bir öğretmenin köyün sorunlarıyla ilgilenmesi ve köyü

yeniden yapılandırması anlatılmış ve piyes yukarıdaki ifadeleri pekiştirici cümlelerle

sona ermiştir. Görüldüğü gibi hümanist kültür politikaları halkın sevdiği karakterler

vasıtasıyla halk ile buluşturulmak istenmiştir.

Karagöz-Hacivat, Meddah, Orta oyunu gibi geleneksel tiyatro sanatları,

benimsenen kültürü geniş kitlelere aktarmakta araç olarak kullanılırken

konservatuarların hemen hiçbirinde bu tarz bölümler açılmamıştır. Sadece oyunların

partinin ilkelerini anlatması bakımından Halkevlerinde oynanması teşvik edilmiştir.

Karagöz tarzı oyunlar mahalli yada babadan oğula sanatçılarla ayakta kalabilmiş,

yeterli profesyonel destek görmeyen bu tarz oyunlar uluslararası alana

taşınamamıştır. İ. Hakkı Baltacıoğlu, CHP için piyes yazmasına karşın o dönem

tiyatrosunu, “bizde modern olarak milli tiyatro yoktur” ifadeleriyle eleştirmiştir113.

Gerçekten bir süre sonra “milli tiyatro” konusu tartışılmaya başlanmış, bu sanatı icra

eden sanatçıların Türkçe’yi doğru dürüst konuşamadıkları ve Frenk taklidi yaptıkları

eleştirileri getirilmiştir. Bu düşünceyi savunan Galip Aklan, milletlerarası şöhreti

olan sanat eserlerinin yanı sıra milli benliğimize uygun eserlerin de sahne sanatları

tekniklerine uygun olarak ortaya konulmasını istemiştir114.

Diğer yandan tiyatro, opera ve bale gibi sanat alanlarına yüksek meblağlarda

yatırımlar yapılmış, temel ihtiyaçlar karşılanmadan bu alanlara yapılan yatırımlar

bazı aydınlar tarafından eleştirilmiştir. Mesela 1938 sonlarında İstanbul Şehzade

başında yarım milyon liralık bir tiyatro binasının yapımı kararlaştırılmış ve ihale

edilmiştir. Peyami Safa bu girişimi Cumhuriyet gazetesi’nde yazdığı “Elzem ve

Lazım” isimli makalesinde, İstanbul’un bir değil beş tiyatro binasına ihtiyacı

bulunduğunu, fakat bu şehrin tiyatro binasından önce yol, temizlik ve sağlık

yatırımlarına ihtiyacının olduğunu vurgulayarak eleştirmiştir. Ona göre yapılan

tiyatro binası lüzumlu fakat elzem değildir115. Bu yazı aynı zamanda o yıllarda Türk

toplumunun karşılaştığı sıkıntı ve problemleri aktarması bakımından önemlidir. Asli

112 Işıl Çakan, a.g.e, s. 266. 113 Ayla Agabeğüm, “Tiyatroda Edebi Zorlamak”, Cumhuriyet IV, s. 3131. 114 Galip Alkan, “Milli Tiyatro”, Ülkü mecmuası, Temmuz 1947, s. 3. 115 Peyami Safa, “Elzem ve Lazım”, Cumhuriyet gazetesi, 7. Birinci kanun 1938.

Page 153: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

144

ihtiyaçlarını karşılamayan halk, bu yatırımlar karşısında dönemin politikacılarına

tavır almıştır. Tiyatro, opera ve bale gibi sanat alanlarına yapılan yatırımlar bir grup

insana hitap eden müesseseler olarak algılanmıştır. Oysa bu dönem tiyatro

anlayışından beklenen, toplumun yaşantısının, beklentilerinin ve umutlarının sahneye

yansıtılmasıdır. Halk uyarlama olmadan kendine özgü ve kahramanları kendisinden

çıkan eserler beklemiştir. Atatürk, bizzat yazarlardan bunu istemiş ve yazılanlara bu

bakımdan müdahale etmiştir. Oysa İnönü dönemi tiyatro anlayışı Avrupa’dan

uyarlamanın en hızlı olduğu dönemdir.

2-Resim

Cumhuriyetin ilanı, resim ve heykel alanında devlet himayesinin başladığı

dönemdir. 1926 yılında Türk Ressamlar Birliği, resim heykel müzik, edebiyat ve

tiyatro alanında faaliyet gösterecek Sanayi-i Nefise Mektebini, Milli Eğitim

Bakanlığının himayesi ile kurmuş ve Alay Köşkü’nde çalışmalarına başlamıştır.

1932 yılında kurulan Halkevleri, bütün sanatların yanı sıra resimle de önce

yerel bazda ilgilenmiştir. Buralarda düzenlenen resim yarışmaları mahalli sanatçılar

için bir basamak oluşturmuştur. CHP ve Devlet kurumları, Halkevlerinde düzenlenen

resim sergilerinden destekleyici mahiyette tablolar alarak, devlet dairelerine astırmış,

böylece maddi anlamda ressamlar desteklenerek, resim sanatının önünün açılması

sağlanmıştır. Mesela 1933 yılında açılan sergiden Milli Eğitim Bakanlığı 3.175

liralık alım yapmıştır116.

Atatürk’ün 1938 yılında vefatından sonra da devletin bu alandaki çalışma ve

faaliyetleri devam etmiştir. 1939’da Ankara’da sergi evinde açılan resim sergisine

dönemin Başbakanı Refik Saydam ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel

katılmıştır. Hasan Ali Yücel, I. Devlet Resim ve Heykel Sergisinde yaptığı

konuşmada Cumhuriyetin güzel sanatlara verdiği önemi anlatarak, sanatçıları genç

yaşlarda ellerinden tutup Avrupa’nın çeşitli sanat muhitlerinde yetiştirdiklerini

vurgulamıştır. Ankara’da açılan resim sergileri o kadar ciddiyetle üzerinde durulan

sergilerdi ki; 26 Ocak 1939 tarihli, İktisat Vekili’nin imzasıyla, bundan böyle

116 1933-50’li yıllarda bir memur maaşı 30 lira civarındadır. Özellikle dönemin ekonomik durumu göz önüne alındığında devletin resim tablolarına ödediği rakamlar oldukça fazladır. Bu durumun en önemli nedeni, devletin bu sanatları toplumun tabanına yayma isteğidir. Bkz., Asiye Aslan, Cumhuriyetin Kültür Atılımlarında Devlet Resim ve Heykel Sergilerinin Yeri ve Önemi, Marmara Üniversitesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1993, s. 13.

Page 154: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

145

Ankara’da açılacak serginin 20 Mayıs’tan 20 Haziran’a kadar sergi evinde açılması

ve bu müddet zarfında burada başka bir faaliyetin oluşturulmaması talep

edilmiştir117.

Yurdun değişik yerlerinde karma, yurt gezisi sergileri, inkılâp sergileri

düzenlenmiştir. Sergilerde dereceye giren eserlere ödüller verilmiş, bunun için seçici

jüriler oluşturulmuştur. Devlet resim ve heykel sergilerinde dereceye giren eserleri

seçmek için oluşturulan jüriler, Milli Eğitim Bakanlığının başkanlığında Güzel

Sanatlar Akademisi resim öğretmenlerinden oluşan yedi kişiden meydana gelmiştir.

Sergilerde dereceye giren resimlerin çoğu da çeşitli bakanlıklarca satın alınmıştır118.

Mesela III. sergide teşhir edilmekte olan eserlerden, sergi jürisinin devlet daire ve

müesseselerine tavsiye ettiği sekiz tablo, Başbakanlık tarafından satın alınmıştır119.

Ayrıca her yıl düzenlenen resimler de yine Milli Eğitim Bakanlığı tarafından

kataloglanmıştır120. İnönü döneminin son sergisi 15 Nisan 1950’de açılmış ve bir ay

süre ile sergilenmiştir. İlk yıllarda katılım sınırlı ve az sayılarda gerçekleşirken

sonraki yıllarda bu rakam giderek artmış, son sergiye 147 ressam 417 eserle

katılmıştır121.

Ankara’da, diğer illerin Halkevlerinin de katılımıyla, Halkevlerinin kuruluşu

yıl dönümlerinde resim sergileri açılmıştır. Bu eserler teşhir edilmiş ve

derecelendirilmiştir. 1946 yılında yapılan ve sergilenen resimlerden bir kısmı CHP

Genel Sekreterliği tarafından satın alınmış, diğerleri gelen illere geri yollanmıştır.

Aşağıdaki tabloda Ankara Halkevinde diğer Halkevlerinin katkılarıyla açılmış olan

resim ve fotoğraf sergisinde derece alan eserlerin listesi verilmiştir.

117 B.C.A., 030.10-146.44.7. 118 Asiye Aslan, a.g.t., s. 15. 119 B.C.A., 030.10-146.44.12. 120 Türk Ansiklopedisi, C. III, Ankara 1976, s. 176. Ayrıca bu kataloglar için bkz., Maarif Vekaleti, I. Devlet Resim ve Heykel Sergisi Katalogu, Ankara 1939. 121 1941 yılındaki III. Sergiye 72 ressam 311 eserle, 1942 yılındaki IV sergiye 72 ressam 341 eserle, 1949 yılındaki IX. Sergiye 128 ressam 382 eserle katılmıştır. Yıllar itibari ile katılanlar ve sergilenen resimlerde bir artış gözlenmektedir. Bu durum verilen teşviklere bağlanılabilir. Bkz., Aslan, a.g.t., s. 70.

Page 155: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

146

Tablo 3.6: Resimde Dereceye Giren Eserler 122

Derece Mükafat Halkevinin Adı

Eser Sahibinin Adı

Eserin Adı

I. 150 lira Turgutlu A.İhsan Ira Natürmort 2. 125 Ankara Müfide

Argüden Manzara

3. 100 Turgutlu Tahsin Derinsu

Manzara

4. 90 Ankara Sevin Onursal Saksıda çiçek 5. 75 Sivas İsmail Silo 6. 60 Bursa Haris Manzara 7. 50 Sarıkamış İsim

verilmemiş Dumlu Dağları

8. 40 Afyon İdris Zeytinciler 9. 35 Eminönü Hüseyin Peyzaj 10. 25 Karabük E. Bayındırlı Manzara Toplam 750

Tablo 3.7: 1946 Fotoğraf Yarışmasında Dereceye Girenler123

Derece Mükâfat Halkevinin Adı

Eser Sahibinin Adı

Eserin Adı

1. 75 lira Ankara Necdet Pençe Ağaç 1. 75 Ankara Hidayet

Arıkan 3 çocuk

2. 50 Eminönü Hikmet Ildız Araba 2. 50 Ankara Rıfat Tümer Sigaraiçen

kadın 3. 25 Eminönü Kadri

Dorinçay Bahar

3 25 Çankırı Korman Bahar Toplam 300 lira

mükâfat

Türkiye’nin değişik yerlerinden gelen eserler hem yarışmış hem de

sergilenmiştir. Böylece resim ve fotoğraf sanatının gelişmesi için uygun koşullar

meydana getirilmeye çalışılmış, bu sanatı teşvik etmek için çeşitli oranlarda parasal

ödüller verilmiştir.

Bazen yurt dışında da sergi açmak için girişimler olmuştur. Bunlardan biri,

Türk-Hollanda Cemiyeti’nin Türk ürünlerini ve Türk sanatını tanıtmak maksadıyla

122 B.C.A., 490.01-6.29.18. 123 B.C.A., 490.01-6.29.18.

Page 156: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

147

yaptığı tekliftir124. Tekliflere olumlu cevaplar verilmekle birlikte, II. Dünya

Savaşı’nın devam ettiği dönemde devlet bu aktivitelere katılmamıştır. Mesela

bunlardan bir tanesi 1943 Nisan’ın da Milano’da yapılması düşünülen VIII. Tezyin

Sanatları Sergisidir. Sergiye ülke olarak davet edilmemize karşın Bakanlar Kurulu

kararı ile bu sergiye iştirak edilmemiştir125.

Cumhuriyetin ilk döneminde sanat merkezi Ankara’dır. Devlet desteği

Ankara’da oldukça fazla hissedilmektedir. Özellikle imkânları bakımından Ankara

Halkevi diğer Halkevlerine oranla oldukça iyi durumdadır. Devletin değişik birimleri

ile iç içe ve iş birliği içinde sanatsal faaliyetlerin odak noktası durumundadır. Bu

durumun en önemli kanıtı 1941 yılında Ankara’da muhtelif ressamlar resimlerini

Ankara Halkevi salonunda açarken, İstanbullu ressamların resimlerini sergileyecek

mekanları yoktur. Onlar da Taksim’de derme çatma bir dükkân kiralamış ve

sergilerini açmıştır126.

İnönü döneminin resim alanındaki en önemli değişikliği, Atatürk’ün

portrelerinin yanına hem devlet dairelerinde hem de Halkevlerinde kendisinin

resimlerinin de asılmasıdır. Bu amaçla İbrahim Çallı ile Feyhaman’a yaptırılan yağlı

boya resimlerin çoğaltılması için Alman Frankfurt Oder’de Kunstverlag Trowittzsch

Und Sohn firması ile 30.000 adet resmin basımı 55.660 Mark karşılığı anlaşılmıştır.

Bu iş için Berlin konsolosumuz olan Kemal Aziz Tayman’a vekâlet verilmiştir. İlgili

firma ile üç seri baskı üzerine mukavele imzalanmış ve her üç serinin basım adedi 30

bin olması kararlaştırılmıştır. Aynı zamanda firmanın müessese müdürü olan Bay

Schmidt Ankara’ya gelmiş basılacak portreler konusunda İnönü ile de görüşmüştür.

Yapılan anlaşma uyarınca I. ve II parti mallar ülkemize getirilmiş, fakat III.

parti malların gelişi ve incelenmesi sonucu bu malların siparişe uygun olmadığı

görülmüştür. Teksir edilmiş olan resimlerin incelemesinde gerek kalite gerekse sanat

bakımından aslına uygun olmadığı bir raporla da tespit edilmiştir. Firma ile III. parti

malların ulaşımı konusunda da anlaşmazlık yaşanmıştır. Şirket mallarını

gönderdiğini, dolayısıyla parasını talep ederken; CHP Genel Sekreterliği ise malların

124 B.C.A., 030.10-239.614.21. 125 Davet metinin orijinali için bkz, B.C.A., 030.10–239.613.12. 126 Cemal Tollu, “Ankara Halkevi Resim Galerisi”, Çığır mecmuası, C.X, S. 103, Ankara 1941, s. 175.

Page 157: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

148

ulaşmadığını, bundan dolayı son parti ile gönderilecek olan asıl portrelerin parasını

şirketten istemiştir.

Bu arada ülkeye ulaşan resimler CHP Genel Sekreterliğinin yazıları ile bütün

bakanlıklara gönderilmiş ve devlet dairelerine asılması istenmiştir. CHP yürüttüğü bu

faaliyetlerde her kurum ve kuruluşa bedelini, Ankara’daki CHP Genel Merkezine

yatırmak suretiyle bu resimleri alıp duvara asmakla yükümlü tutmuştur. İnönü’nün

resimlerinin bulunmadığı pek çok kurumda bu emre istinaden taleplerini bildirmiştir.

Portrelerin satılmasından elde edilen gelirler de CHP’ye kalmıştır. Bazen valilikler

aldıkları resimlerin paralarını peşin ödeyememişler, bunun üzerine borçları

taksitlendirme yolu ile tahsil edilmiştir127.

Alman firmasıyla yapılan anlaşma, bazı yerli firmaların tepkisini çekmiştir.

bunlardan Foto Süreyya, CHP Genel Sekreterliğine göndermiş olduğu yazıda, yağlı

boya teksirin hiçbir zaman fotoğrafın yerini tutamayacağını, enerjik bir pozun

bulunmayacağını, bundan dolayı işin kendi firmalarına verilmesini talep etmiştir.

“Rıza İsmail Sanayi Makineleri ve Tesisatı” isimli firma da bu işin kendilerine

verilmesini talep etmiş, fakat ne Foto Süreyya’nın ne de Rıza İsmail Sanayi

Makineleri ve Tesisatı isimli firmanın bu isteklerine olumlu cevap verilmemiştir128.

II. Dünya Savaşı’nın zor şartları altında o döneme göre yüksek sayılabilecek

bir miktara böyle bir işin yurt dışında yaptırılmış olmasını anlamak gerçekten zordur.

Sosyal ve ekonomik sıkıntılar had safhaya ulaşmıştır. Dolayısıyla bu girişimler

basında yer aldıkça İnönü’ye karşı bir kamuoyu oluşmuştur.

Diğer yanda heykelin gelişimi için Atatürk döneminde başlatılan çalışmalar bu

dönemde de devam ettirilmiştir. 1937 yılında ülkeye gelen Prof. Belling, İnönü

döneminde de heykel çalışmalarını yürütmüştür129. Atatürk’ün resimlerinin yanına

İnönü’nün resimlerinin asılmasında olduğu gibi büstler konusunda da aynı yol takip

edilmiş, Atatürk’ün büstlerinin yanına İsmet İnönü’nün büstleri yapılmaya

başlanmıştır. Kurtuluş Savaşının önemli yerlerinden olan Metris Tepe’de İnönü’nün

bir abidesinin yapılması için I. Kolordu Levazım I. Sınıf muamelat memurluğundan

emekli olan ve CHP üyesi olan Tevfik Erkan, CHP Genel Sekreterliğine, “masraf ne

127 B.C.A., 490.01-230.909.02 ayrıca bakınız, B.C.A., 490.01-7.37.4. 128 B.C.A., 490.10-230.908.1. 129 İsmet İnönü Heykel Broşürü, İstanbul 1982, s. 5-6.

Page 158: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

149

olursa olsun hepsini, bir nişane-i şükran olmak sevinciyle ifasına necip sinesini açık

bulunduran bu muhterem milletimizin bugünkü Şefine olan bağlılığını samimi eser

ve tezahürünü göstermiş olmasına meydan verilmek lazımesini teklif etmek ve bu

şeref uğruna şu üç aylık tahsisatımı seve seve terk eylemekle müftehirim” diyerek

büstün yapımı için teklifte bulunmuştur130.

Bu büstler Demokrat Parti’nin iktidara geldiği Mayıs 1950’den itibaren

kaldırılmış, fakat büstlerin kaldırılışı esnasında iki parti mensupları arasında

istenmeyen olaylar yaşanmıştır131. Bu olaylar toplumun gruplaşmasına ve

gerilmesine neden olmuştur.

3-Opera ve Bale

a-Opera

Atatürk, opera konusunda Cumhuriyet öncesi dönemde Sofya’da seyretmiş

olduğu Tosca Operası’ndan ve Almanya gezisi esnasında dinlediği orkestralardan

etkilenmiştir. Cumhuriyet sonrasında İran Şahının 1934’te Ankara ziyareti esnasında,

metnini Münir Hayri Egeli’nin yazdığı, Ahmet Adnan Saygun’un yirmi bir gün gibi

kısa zamanda bestelediği Türk soyunun kaynağı ve gelişimi temalarını anlatan

“Özsoy Operası” sergilenmiştir132. Hemen arkasından opera konusunda profesyonel

çalışmalarda bulunmak maksadıyla 1936’da Paul Hindemit Ankara’ya çağrılmıştır.

İnönü’nün Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte operada yeni bir dönem

başlamış, Carl Ebert idaresinde Ankara’da Mozart’ın gençlik eseri olan “Bastien und

Bastienne ile Tosca’nın II. Perdesi” sahnelenmiştir. Pek çok araştırmacı bu iki olayı

Türkiye’de hakiki opera ile ilk temas olarak değerlendirmiştir133.

130 B.C.A.,030.10-1.8.2. 131 Pek çok yerde yapılan İnönü büstleri 1950 Mayıs’ında Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte kaldırılmıştır. Bu durum Demokrat Parti ile CHP arasında tartışma konusu olmuştur. Bazı yerlerde istenmeyen olaylar meydana gelmeye başlamıştır. Mesela Çanakkale Ordu evindeki büst ile Düzce Çilimli Beldesindeki kahvede bulunan İnönü resmi ve Konya Ereğli’de ki bez fabrikasında bulunan İnönü resimleri yerlerinden kaldırılmıştır. CHP teşkilatları bu olaylara şiddetle tepki vermiştir. Hatta CHP Genel Merkezinden konunun basın organlarına yansıtılmasını talep etmişlerdir. Bkz., B.C.A., 490.01-231.912.1. 132 Bu operanın konusu bizzat Atatürk tarafından belirlenmiştir. Ona göre yerli bir konu olmalı, ama Batı tarzı ile sahnelenmelidir. Bkz., Fatma Efsane Çolpan Erez, Cumhuriyet Dönemi Türk Operaları, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimleri Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1994, s. 159. 133 Fatma Efsane Çolpan, a.g.t., s. 71.

Page 159: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

150

1934 Özsoy operasından uzun bir süre sonra ilk kez yerli bir opera 1942–43

sezonunda Cemal Reşit Rey tarafından yazılan “Çelebi” sahneye konulmuştur. Bu

aynı zamanda bir ilktir. İlk kez bir Osmanlı sultanının yaşamı tema olarak operada

incelenir. Bunu “Bay Önder Operası” takip etmiştir. Necil Kazım Akses tarafından

yazılan bu eserde, Cumhuriyet İnkılâplarını gerçekleştiren Mustafa Kemal

Atatürk’ün hayatı anlatılmıştır.134 Dönemin önemli sanatçıları Adnan Saygun,

Cemal Reşit Rey, Necil Kazım Akses, Nevid Mehmet Kodallı’dır. Adnan Saygun ve

Cemal Reşit Rey, 1940-50 arası dönemde özgün operetler ortaya koymuştur. Bu

alanda Adnan Saygun ciddi alt yapısı olan bir sanatçıdır. Adnan Saygun, 1 Nisan

1947’de Paris Pleyel Salonunda, Yunus Emre Oratoryosunun seslendirilmesiyle

dünyaca ün sahibi olmuştur135. İnönü dönemi bütün Batı sanatlarında olduğu gibi

opera ve bale konusunda da tartışmasız Batıdan uyarlamaların yapılmış olduğu

dönemdir. İnönü bizzat bu sanatları devlet politikası olarak desteklemiş, temsillere ve

konçertolara gitmiş, hatta ABD’de bulunan oğlu Erdal İnönü’ye yazdığı mektuplarda

opera ve baleye gitmesi konusunda da sık sık tavsiyelerde bulunmuştur. Mesela 26

Aralık 1947 tarihli mektubunda, “Annen gece İranlıların bale oyunlarına gitti.

Memnun olmuş”136 diyerek bu ilginin aileden gelmiş olduğunu vurgular. 23 Ocak

1948 tarihli mektubunda ise, “opera binası açılmadı. Hazırlıkları devam ediyor. Öyle

görülüyor ki şubat ortasına kadar ne tiyatro, ne de konser var. Selamlar sevgiler”137

diyerek bir anlamda ülkemizdeki opera sanatıyla ilgili yatırımlar ve gelişmeler

hakkında bilgi verir. 3 Mayıs 1949 tarihli mektubunda,“operaya gitmişsin, poloya

gidecekmişsin(bir tür spor) ne güzel. İyi çalış, iyi dinlen”138 diyerek bu sanatlara ilgi

duyan Erdal İnönü takdir hisleriyle teşvik edilmiştir.

134 Fatma Efsane Çolpan, a.g.t., s. 159. 135 Fatma Efsane Çolpan Erez, a.g.t., s. 92. 136 Sevgi Özel, a.g.e., s. 31. 137 Bu sıralarda Ankara’da bulunan eski sergi evi, 2 Nisan 1948’de tamamlanarak Devlet Operası olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bkz., Sevgi Özel, a.g.e., s. 39 138 İnönü Oğlu Erdal İnönü’ye gönderdiği mektupların pek çoğunda bu sanatlara ilgi duymasını ve fırsat buldukça gitmesini önermiştir. Bunlardan bir kaçı şöyledir. 11 Ocak 1950 tarihli mektupta “akşama Operaya gideceğiz. Palyocoyu oynayacaklar” diyerek fiili olarak desteğini ifade eder. 28 Ocak 1950 tarihli mektupta yine oğlu Erdal İnönü’ye tavsiyelerde bulunur, “arada konsere gitmeyi, bir opera dinlemeyi ihmal etmemelidir. Ruhun gıdasız kalmasın. Benim zevkimce, ruh gıdası müzikten ve edebi eserden alınıyor”, 2 Şubat 1950 tarihli mektup da, “bu akşam operaya gideceğiz. Cavalleria Rusticana’da Saprano rolünü Newyork’tan gelen bir sanatkâr yapacak. Yani bizimkilerle beraber oynayacak. Birbirinin dilini bilmeyenlerin birlikte oynamalarını seyredeceğiz”. 6 Nisan 1950 tarihli mektup da, “Carl Ebert sonbaharda bir ay kadar bize gelecek. Dün akşam burada Karmen’i seyrettik.

Page 160: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

151

b –Bale

Bale sanatı Cumhuriyetin ilanından yaklaşık on yıl kadar sonra ülkemizde

gelişmeye başlamıştır. Atatürk, TBMM’de 1936 yılında, Devlet Konservatuarı,

müzik, tiyatro ve opera bölümlerinin açılışı esnasındaki konuşmasında, “güzel

sanatlara da alakanızı yeniden canlandırmak isterim. Ankara’da bir konservatuar ve

bir temsil akademisi kurulmakta olmasını zikretmek benim için bir hazdır. Güzel

sanatların her şubesi için kurultayın göstereceği alaka ve emek, milletin insani ve

medeni hayatı ve çalışkanlık veriminin artması için tesislidir”139 diyerek bu

çalışmaların hızlandırılmasını istemiştir. Konservatuar kurulurken Batılı sanatların

ülkemizde yapılandırılması hususunda devlet, Avrupa’dan elemanlar getirerek, ilgili

bölümlerin oluşumunu bu sanatçılara bırakmıştır. Paul Hindemit müzik, Carl Ebert,

opera ve tiyatro bölümlerini düzenlerken baleyi de düzenleme görevi kendisine

verilmiştir140.

Balenin Türkiye’ye girişi 1921’li yıllara kadar uzanmasına karşın bu yıllarda

devlet desteği verilmemiştir. Rusya doğumlu olan Krasso Arzumanova141 bu yıllarda

Türkiye’ye gelmiş ve klasik balo derslerini İstanbul’da anlaştığı “Bale

Stüdyosu”isimli özel bir firmada vermiştir. İnönü dönemine gelince, II. Dünya

Savaşı sonlarına doğru Türkiye ile Müttefikler arasında artan siyasi ilişkiler

sonucunda kültürel antlaşmalar yapılmaya başlanmıştır. Bu ilişkilerin bir sonucu

olarak 1947 yılında İngiltere Sadler’s Wells (Kraliyet Balesi)’nin kurucusu olan

Ninette de Valois ülkemize davet edilmiştir142. Valois, o yıllardaki hatıralarını

anlatırken, “İngiltere’de insanlar bu girişimimi 1001 gece masaları gibi görüyorlardı.

Bu işi ciddiye alan bir ben vardım bir de Türkler” demektedir.

Konser, opera fırsatını kaçırma. Ebert’i görürsen selam söyle”. Bahsi geçen mektuplar için bkz., Sevgi Özel, a.g.e, s. 100–143. 139 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. I, Ankara 1961, s. 387. 140 Jac Deleon, Cumhuriyet Dönemi Türk Balesi, İstanbul 1992, s. 7. 141 Krassa Arzumanova, Petersburg Bale Okulunda eğitim görmüş 1921 yılında İstanbul’a gelmiştir. Ülkemizde Klasik bale eğitiminin temellerini atmıştır. İlk temsilini 1931 yılında Cas D’Italia Salonunda vermiştir. Tanıtım amacıyla düzenlenen kitapçıkta, “Rus devlet tiyatrosu sabık değerli sanatçılarından Krassa Arzumanova ve yetirtirmiş olduğu küçük balerinleri görüp takdir etmek imkânı bulacaksınız. Memleketimizde bulunduğu müddetçe her taraftan takdirler toplamış olup kendisi hoca değil, dans şairidir” denilerek tanıtımı yapılmıştır. Bkz., Jac Deleon, a.g.e., s. 42. 142 Ninette Valoıs, 1898 İrlanda da doğmuş, Londra’da müzikal gösteriler ve revülerde dans etmiş, 1931 yılında Wells Balesini kurmuştur. 1947 yılında Türkiye’ye gelerek balenin kurulmasına katkı sağladıktan sonra, 1958’de İran’a giderek, bu ülkede balenin kurulması için çalışmıştır. Bkz., Jac Deleon, a.g.e., s. 8.

Page 161: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

152

Valoisle beraber gelen Joy Newton, İstanbul Yeşilköy’de kurulan Bale

okulunun yöneticiliğini üstlenmiştir. Akademi 6 Ocak 1948’de açılmış, açılışı

esnasında yetkililer, baleyi milletlerarası sanâta intibakımızı sağlayacak gelişme

olarak görmüşlerdir. 1950 Martında çıkan yasa ile Yeşilköy Bale Okulu, Ankara

Devlet konservatuarının bölümü olmuş ve Ankara’ya taşınmıştır. Bu yıllarda balede

İngilizlerin etkileri görülür. Bu etkiler Joy Newton ve Audrey Knight 1951’de

Londra’ya döndükten sonra da devam etmiştir. Yerlerine Kraliyet Saray

balerinlerinden yeni isimler gönderilerek tesir devam ettirilmiştir143.

Yeşilköy Bale Okulu 1948’de açılmış ve 1950’ye kadar çeşitli programlarda

farklı bale oyunları sergilenmiştir. Bu oyunlar incelendiğinde öğrencilere ve temsili

izleyen kitlelere, İngiliz kültür hayatının ağırlıklı olarak aktarıldığı gözlenir. Mesela

J. Deleon’un verdiği Yeşil Köy Bale okulu programında dini temalar vurgulanmıştır.

Bu program çerçevesinde gerçekleşen gösterilerin birinde, “güzel bir yaz günü

çayırda çocuklar oynarken bir ilah ve güzel ilaheler tatillerini geçirmek üzere

yeryüzüne inerler. Çocuklar bunları görünce şaşırırlar. Fakat sonra ilahlarla arkadaş

olmak için yanlarına sokulurlar. İlahlar bundan evvela memnun olmazlarsa da yaz

güneşi, çocukların kahkahası kalplerine neşe verir ve beraber mesutça dans

ederler”144 denilmektedir. Yine Arzumanova’nın oluşturduğu özel grupla

Halkevlerinin 12. kuruluş yıl dönümü münasebetiyle “Bir Orman Masalı” isimli

Beethoven, Brahms, Schuman, Liszt ve Glazounov’un bestelerinden oluşan gösteriler

sunulmuştur145. Temalar göstermektedir ki İngiltere’den gelen öğretmenler

ülkemizde misyoner gibi çalışarak, kültürlerini Türk çocuklarına aktarma imkanını

yakalamışlardır. Bu gelişmelere karşın devlet hiçbir önlem almamış, böylece kültürel

değişime destek olmuştur.

Bu gelişmelerin bir sonucu olarak Yeşilköy bale okulunda öğretim programı

İngiliz Kraliyet Bale Okulu örnek alınarak düzenlenmiştir. İnönü döneminin sonunda

143 İngiltere’den gönderilen yeni isimler şunlardır; Beatrice Appleyard, Lorna Mossford ve Robert Lunnor. Bkz., Jac Delon, a.g.e.,s. 11. 144 Jac Deleon, a.g.e., s. 13. 145 Efza Topuz, Türkiye’de Bale Sanatı, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2001, s. 10. Arzumanova “Antikacı Dükkânı, Bir Orman Masalı, İncinin Kitabı” gibi oyunlar oynamıştır. Bu oyunlar ve oyunların içerikleri için bkz., Jack Deleon , 200 Bale ve Dans, İstanbul 1997, s. 56-151-341. Ayrıca bkz., Jac Deleon, “Türk Devlet Balesi”, Cumhuriyet IV, s. 3136.

Page 162: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

153

açılan bale okulunun ilk gösterisi, 2–3 Haziran 1950’de dönemin Cumhurbaşkanı

Celal Bayar’ın huzurunda “Bale Salonu”, “Fındıkkıran”“, “Coppelia”, “Les

Syiphides” gibi balelerden seçilmiş danslar yapılarak gerçekleşmiştir. Bu çalışma ve

eğitimlere rağmen 1968 tarihine kadar bir Türk kareoğrafın eseri sahneye

konamayacaktır146. Yani bu alandaki çalışmalar da yabancı unsurların tekelinde,

onların ilgi ve istekleri göz önüne alınarak devam etmiştir. Böylece halka, hümanizm

düşüncesi batı sanatlarıyla, batılı sanatkarlar tarafından organize edilmiş şekliyle

sunulacaktır. Dolayısıyla bu sanatlar icra edilirken halk, Türk kültür unsurlarının

motiflerini görme imkanı bulamamıştır.

Sonuç olarak, özellikle 1946 yıllarından sonra İngiltere ve ABD ile gelişen

ilişkiler çerçevesinde Batı kültür normlarının hızlı şekilde toplumumuza girişi

sağlanmıştır. Halkevleri ve Halk Odalarıyla sinema, tiyatro, opera bale gibi güzel

sanatlar alanında yaşanan, Attila İlhan’ın deyimi ile Batı taklitçiliği, Atatürk dönemi

millileşme anlayışına derin darbeler indirmiştir. Güzel sanatlar, uzunca bir dönem

yabancı unsurların tekelinde faaliyet göstermiştir. Batıdan getirilen yabancılar kendi

düşünce dünyaları doğrultusunda eleman yetiştirmek için çaba sarf etmiştir. Doğal

olarak halkı bütünüyle kucaklayan temsiller verilememiştir. Diğer yandan Türk

tiyatrosunun önemli karakterleri olan Orta oyunu, Hacivat-Karagöz temsilleri

uluslararası gösterimden uzak, mahalli sanatlar olarak kalmıştır.

146 Ancak 1968’de Sait Sökmen’in “Çerk” adlı eseri sahnelenebilmiştir. Bkz. Necmettin Bodur, Türkiye’de Balenin Gelişimine Etki Eden Politika ve Uygulamalar, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2002, s. 19.

Page 163: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

154

SONUÇ

Türkiye’de Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile başlayıp Meşrutiyetle devam eden,

süreçte, kültürel değişim ve kültür politikaları daima tartışma konusu olmuştur.

Cumhuriyet ilan edilerek yeni devletin kuruluşuyla birlikte Atatürk, milli kültür ve

milli kimlik üzerinde durarak, milli bilincin oluşması için politikalar üretmiştir. Milli

kültürün korunması ve gelecek nesillere aktarımı konusunda Türk Tarih Kurumu ve

Türk Dil Kurumu gibi iki önemli cemiyet kurularak ortak plan ve proje kapsamında

çalışmaları sağlanmıştır. Özellikle Türk tarihinin kaynakları Orta Asya’ya bağlanmak

suretiyle Osmanlı Devleti döneminde ihmal edilen, İslam Öncesi Türk Tarihi ile ilgili

kopukluk giderilmeye çalışılmıştır.

Atatürk’ün vefat etmesi ile hem siyasi hayatta hem de kültürel hayatta yeni

bir dönem başlamıştır. 1938-1946 yılları arası dönem kültürel politikaları, kurum ve

kuruluşlarıyla tam anlamıyla her şeye hakim olan güçlü bir Milli Şef’in otoritesinde

cereyan etmiştir. Milli Şef döneminin ilk yıllarında, Atatürk dönemi kültür

politikaları devam ettiriliyor görülse de kültür anlayışındaki farklılaşmalar gözden

kaçmaz. Dönemin resmi kültür politikası hümanizmdir. Bahsedilen dönemde

hümanizmi yaratmak amacıyla eski Yunan ve Latin kaynaklarına inen çalışmalar

yapılmaya başlanmış, edebiyatta Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Nurullah Ataç gibi

yazarların başlattığı “New Yunanilik” akımı güçlenmiştir. Bu akımın önemli özelliği,

hümanist kültürle, Türk kültürünün kaynaştırılarak bir Türk hümanizmi meydana

getirme arzusudur. Bu kapsamda Dünya klasiklerini dilimize çevirmek için Tercüme

Bürosu kurulmuştur. Batı klasikleri tercüme edilerek, özellikle eğitim kurumlarında

okunmaları teşvik edilmiş, böylece toplumsal desteğin alt yapısı oluşturulmak

istenmiştir.

1940 yılından sonra güçlenen hümanizm merkezli kültür anlayışı, Halkevleri,

Üniversiteler ve Köy Enstitüleri vasıtasıyla toplumun tabanına yayılmak istenmiştir.

Halkevlerinde yapılan gösteri faaliyetlerinin büyük bölümü ile, DTCF’de Latince’nin

zorunlu ders olarak okutulması, bu alanda yapılan çalışmaların en önemlilerindendir.

Diğer yandan uzun yıllar İstanbul Üniversitesi Türkiye’nin tek üniversitesi olarak

varlığını sürdürmüştür. Ankara başkent olmasına karşın, DTCF, Siyasal Bilgiler

Okulu ve Adalet Bakanlığına bağlı Hukuk Fakültesi kurulabilmiş, yeni bir üniversite

Page 164: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

155

kurulamamıştır. Ankara, ancak 1946’daki Üniversite Kanunu ile üniversiteye

kavuşmuştur. Diğer yandan döneme özgü gelişmeler, üniversiteyi hep kamuoyunun

gündeminde tutmuştur. Üniversitenin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olması ve

öğretim üyelerinin özlük haklarının Bakanlık tarafından yürütülmesi, çalışanlar

üzerinde baskı yaratmıştır. Öğretim üyelerinin çeşitli görüşlere sahip olması ve bu

düşüncelerinden dolayı cezalara çarptırılmaları kamuoyunda tartışılmıştır.

Kültür kurumları olan Halkevlerinde mevcut statü devam ettirilirken,

1943’den sonra yakınlaşan Türk-İngiliz ilişkileri çerçevesinde bu kurumlarda İngiliz

kültürü giderek etkinlik kazanmaya başlamıştır. Halkevlerinde verilen konser,

konferans ve gösterilen filmlerde İngiliz yaşamı yakından tanıtılarak, İngiliz kültür

unsurlarının ülkemizde yerleşmesi için mevcut ortam hazırlanmıştır. Halkevlerinin

önemli etkinlik alanlarından birisi de tiyatro çalışmalarını organize etmek olmuştur.

Fakat hangi oyunların oynanıp oynanmayacağına CHP Genel Merkezi karar

vermiştir. Bu bakımdan Halkevleri, Halk Odaları ve Köy Enstitüleri gibi temelinde

kültür yatan müesseseler, halkı yönlendirmek amacıyla faaliyet göstermiş, halkın

istek ve arzuları bu tür müesseselerin faaliyetlerinde etkili olmamıştır.

Kültürün önemli unsurlarından biri olan dil konusunda 1940’lı yıllar, imlâ ve

öz Türkçeleşme tartışmaları içinde geçmiştir. Aynı yıllarda Atatürk’ün 1936’da terk

etmiş olduğu dilde özleşme çalışmalarına geri dönülmüştür. Fakat bu dönemde,

Atatürk dönemi dil olgusunun en önemli özelliği olan, Orta Asya kökenli kelimeler

yerine, Avrupa kökenli kelimeler hümanizmin gereği olarak dilimizde yerlerini

almaya başlamıştır. Bu konuda çeşitli aydınların yapmış olduğu uyarılar dikkate

alınmamıştır.

Atatürk döneminde başlayan Orta Asya merkezli tarih çalışmaları kısmen

devam etmekle beraber, Türk tarihinin kaynakları Avrupa tarih kaynakları ile

özdeşleştirilmek istenmiştir. Özellikle 1943 yılında toplanan Tarih Kurultayında

sunulan bildiri ve tebliğlerin önemli bir kısmı Türk tarihini Yunan tarihi ile

irtibatlandırma noktasında olmuştur. Bu görüşü desteklemek amacıyla Tarih

Kurumuna geniş bütçeler ayrılmış ve kaynakların büyük kısmı yapılan kazı

çalışmalarına harcanmıştır.

İnönü döneminde, 1939-1946 yılları arasında basın-yayın hayatı yönetim

tarafından kontrol edilerek, önemli kısıtlamalar getirilmiştir. Güzel sanatlar ile basın-

Page 165: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

156

yayın, devletin resmi politikalarının halka benimsetilmesi amacıyla kullanılmış, bu

hususa riayet etmeyen gazete ve mecmualar cezalandırılmıştır. Fakat basın-yayın

hayatındaki yasak ve sınırlamalar, 1946’da Türkiye’nin çok partili hayata geçmesiyle

yavaşlamıştır. Özellikle aynı yıl hükümete, yargı kararı olmaksızın gazete ve

mecmua kapatma yetkisi veren 50. maddenin kaldırılması bu alanda yaşanan önemli

bir gelişmedir. Yine 1940 yılında kabul edilen Örfi İdare kanununun 3. maddesi,

sıkıyönetim komutanlarına tüm basılı eserlerin yayımını engelleme, kapatma hakkı

vermiştir. Bu kanunda II. Dünya Savaşının sona ermesi ile beraber 1947’de

kaldırılmış, böylece basın özgürlüğü konusunda önemli bir adım daha atılmıştır.

Aynı dönemde kültür değişmeleri içinde sanat önemli yer tutmuştur. Batılı

sanatların halka benimsetilmesi için yoğun çalışmalar yapılmıştır. Bunun için

Avrupa’dan sanatçılar getirtilmiştir. Bale ve opera gibi Batı kültür hayatını temsil

eden sanat dalları halka benimsetilmek istenmiştir. Bu arada milli kültürün içinden

çıkmış olan Hacivat-Karagöz, Meddah gibi karakterler, dönemin kültür anlayışını

benimsetmek amacıyla kullanılmış, fakat bu sanat dallarının uluslararası düzeyde

tanıtımı için çaba sarf edilmemiştir. Devletin uygulamış olduğu hümanizm anlayışa

yönelik eleştiriler, Türkiye’nin çok partili hayata geçmesiyle birlikte artmıştır.

Muhalefet partileri ve bazı aydınların eleştirileri sonucu, hümanizm anlayışında

tavizler verilmeye başlamışsa da, aynı anlayış 1950’lere kadar mevcut yönetim

tarafından devam ettirilmiştir.

Sonuç olarak, 1940-1950 arası dönemde, Latin-Yunan medeniyetinin

kaynaklarına inilmesini amaçlayan hümanizm merkezli kültür anlayışı, devlet

politikası olarak kabul edilerek uygulanmıştır. Böylece milliyetçilik anlayışı,

faşizmle açıklanmakmış, uygulanan politikalarla, millilik etrafında bireyler

yetiştirme anlayışı, evrensel vatandaş yetiştirilmesine dönüşmüştür.

Page 166: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

157

BİBLİYOGRAFYA A-ARŞİV VESİKALARI

1-BAKANLAR KURULU KARARLARI ARŞİVİ; 030.18.01-110.15.1.,

030.18.01.02-96.88.2., 030.18.01.02-118.79.5., 030.18.01.02-113.37.4.

2-CUMHURİYET HALK PARTİSİ ARŞİVİ; 490.01.880-457.1, 490.01-

230.909.1., 490.01-4.20.1., 490.01-8.66.413.1., 490,01–735.8.1., 490.01-735.8.1.,

490.01.-735.8.1., 490.01-735.81., 490.01-230.909.02., 490.01-7.37.4., 490.01-

231.912.1., 490.10-230.908.1., 490.01-6.29.18., 490.01-6.29.18., 490.10-231.910.1.,

490.01-5.26.9., 490.01-5.27.27., 490.01-4.20.4., 490.01-4.20.38., 490.01-866.413.1.,

490.01-866.413.1., 490.01-866.413.1., 490.01-866.413.1., 490.01-866.413.1.,

490.01-866.413.1., 490.01-866.413.1., 490.01-866.413.1., 490.01-866.413.

3-MUAMELAT GENEL MÜDÜRLÜĞÜ ARŞİVİ; 030.10-26.151.17., 030.10-

146.44.12., 030.10-146.44.7.,030.10-239.614.21., 030.10–239.613.12.,030.10-

213.448.23., 030.10-1.8.2., 030.10-86.571.9., 030.10–146.44.15., 030.10-143.26.19.,

030.10-26.151.17., 030.10-146.45.6., 030.10-146.45.6., 030.10-144.31.13, 030.10-

144. 31.13., 030.10-144.33.12

4-DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI ARŞİVİ; 051.33-4.30.7

B-BİBLİYOGRAFYA ve KATALOGLAR

Cunbur, Müjgân- Kaya, Dursun;

Türkiye Basmaları Toplu Katalogu Arap Harfli Türkçe Eserler (1729-1928), C.I, 1. Bl., Ankara 1990.

Erzi, Adnan S.; Belleten Dizini-I (Cilt I-XXV, Sayı 1-100), Ankara 1988.

Erzi, Adnan S.; Belleten Dizini-II (Cilt XXVI-XXXV, Sayı 101-140), Ankara 1988.

Koraltürk, Murat; Osmanlı Ekonomik ve Toplumsal Tarihine İlişkin Türkçe Makaleler Bibliyografyası Denemesi (1910-1997), İstanbul 1998.

Koray, Enver; Türkiye Tarih Yayınları Bibliyografyası (1729-1955), C.I, İstanbul 1959.

Koray, Enver; Türkiye Tarih Yayınları Bibliyografyası (1968-1977), C.III, İstanbul 1985.

Koray, Enver; Türkiye Tarih Yayınları Bibliyografyası (1978-1984), C.IV, İstanbul 1987.

Merçil, Erdoğan; Belleten Dizini-III (Cilt XXXVI-LI, Sayı 141-200), Ankara 1994.

Tuncer, Ferit Ragıp; Milli Eğitim Yayınları Bibliyografyası (1923-1985), C.II, İstanbul 1989.

Page 167: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

158

C-GAZETELER

AKŞAM GAZETESİ; 4 Mayıs 1939, 16 Son kanun 1941

CUMHURİYET GAZETESİ; 12 Kasım 1938, 7 I. Kanun 1938, 11 I. Kanun 1938,

18 I. Kanun 1938, 27 I. Kanun 1938, 5 Mayıs 1939, 21 I. Kanun 1939,4 Mayıs 1939,

6 Mayıs 1939, 10 Mayıs 1939, 1 Temmuz 1939, 4 Ağustos 1939, 15 Aralık 1939, 16

Aralık 1939, 22 Aralık 1939, 24 Aralık 1939, 24 Ocak 1940, 1 Şubat 1940, 30 Mart

1940, 23 Temmuz 1940, 15 Ekim 1940, 27 Son kanun 1940, 7 Nisan 1944, 20 Mayıs

1944, 21 Ekim 1944, 25 Ekim 1944, 31 Ekim 1944, 16 Haziran 1945, 27 Eylül 1945,

13 Nisan 1985, 30 Nisan 1985.

MİLLİYET GAZETESİ; 11 Kasım 1974.

ULUS GAZETESİ GAZETESİ; 4 Mayıs 1939, 12 Mayıs 1939, 21 Şubat 1940, 7

Mayıs 1940, 9 Ağustos 1940, 29 Eylül 1940, 4 Ekim 1940, 19 Son teşrin 1940, 29

Son kanun 1940, 26 Eylül 1941, 18 Temmuz 1942, 28 Eylül 1942, 9 Mayıs 1944, 13

Mayıs 1944, 14 Mayıs 1944, 15 Mayıs 1944, 18 Mayıs 1944, 19 Mayıs 1944, 21

Mayıs 1944, 11 Ocak 1945, 2 Şubat 1945, 6 Kasım 1945, 12 Kasım 1945, 17 Kasım

1945, 26 Kasım 1945, 27 Kasım 1945, 1 Aralık 1945, 22 Şubat 194, 26 Eylül 948, 22

Haziran 1948, 8 Temmuz 1950.

RESMİ GAZETE; 25 Temmuz 1931, 8 Ağustos 1931, Haziran 1939, 31 Temmuz

1939, 1 Nisan 1940, 6 Mayıs 1940, 20 Mayıs 1940, 24 Mayıs 1940, 25 Mayıs 1940,

13 Haziran 1941, 22 Nisan 1942, 29 Mayıs 1942, 29 Aralık 1942, 22 Temmuz 1943,

18 Haziran 1946, 18 Haziran 1946, 18 Haziran 1946, 29 Temmuz 1946, 24 Eylül

1946, 10 Eylül 1947, 24 Kasım 1947,.

TAN GAZETESİ; 2 Mayıs 1939, 5 Mayıs 1939, 8 Mayıs 1944, 19 Mayıs 1944, 20

mayıs 1944, 21 Mayıs 1944, 4 Aralık 1945.

TANİN; 9 Mayıs 1944, 19 Mayıs 1944, 20 Mayıs 1944.

TASVİR-İ EFKAR; 24 Ocak 1941, 29 Ocak 1941, 5 Şubat 1941, 15 Şubat 1941, 20

Mayıs 1941, 21 Mayıs 1941, 24 Mayıs 1941, 16-20 Temmuz 1941, 26-31 Temmuz

1941, 6 Ağustos 1941, 16 Ağustos 1941, 21 Ağustos 1941, 31 Ağustos 1941, 13

Kasım 1941, 11 Aralık 1941, 6 Mart 1942, 26 Mart 1942, 7 Nisan 1942, 16 Nisan

1942, 28 Eylül 1943, 14 Kasım 1945, 14 Kasım 1945.

VAKİT; 21 Son kanun 1941, 21 Temmuz 1943, 21 Mayıs 1944.

VATAN; 21 Mayıs 1944, 25 Mayıs 1944.

Page 168: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

159

D-ARAŞTIRMA VE İNCELEMELER

“Bu Karar Üniversiteye ve Millete Karşı Hürmetsizliktir”, Çığır, C.18,

S.183, Şubat 1948, s.17-18.

“Halkevlerine Bildirimler”, Ülkü mecmuası, Ocak 1947, s. 47.

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara 1961.

TBMM Zabıt Ceridesi D.VI İ.3,İ, 68. 3 Haziran 1942.

Türk Ansiklopedisi, C. III, Ankara 1976.

I.Tarih Kongresi, Konferanslar Münakaşalar, Ankara 1932.

Belgelerle Türk Tarih Dergisi, S. 38-40, İstanbul 1988, s. 41-43.

Kongreye Sunulan Tebliğler “Kongre Çalışma Özeti” TTK, III Türk

Tarih Kongresi, Ankara 1948, 15-20 Kasım 1943.

Türk Tarih Kurumunun Faaliyetleri”, Ülkü mecmuası, S.69, Ankara

1938, s. 249–250.

Belleten, C.IX, S. 11, Ankara 1943, s. 148.

“TTK Yayınları Kataloğu”, Belleten, C.XII, S. 45, Ocak 1948, s.38.

I. Maarif Kongresi, Ankara 1932.

TBMM, Tutanak Dergisi, C. IV, 14 şubat 1947, s. 153

“Haberler”, Tercüme Dergisi, , C. I, S. 1, s. 112-113.

İnönü Ansiklopedisi, C.I, Ankara 1946, s. 1.

“Biz Türküz,Türkçüyüz”, Çığır mecmuası, C.XII, Temmuz 1942, s.1-3

Bozkurt Dergisi, Haziran 1941.

“Türk Gençliği ve Tahrikçiler”, Ülkü mecmuası, S. 135, 1 Mayıs

1944.

Tebliğler Dergisi, C.IX, S. 421, 21 Kasım 1947,

“Kitabiyat”, Toplumsal Tarih, C.VII, S. 37, s. 60.

İsmet İnönü Heykel Broşürü, İstanbul 1982.

Abadan, Yavuz;

“Basın Politikamızın Değişmeyen Esasları”, Cumhuriyet gazetesi, 11

Nisan 1944.

Adıvar, Halide Edip; “Klasikler ve Tercüme”, Akşam gazetesi, 4 Mayıs, 1939.

Page 169: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

160

Adıyaman, Süleyman; “Yüksek Köy Enstitülerinde Yabancı Dil”, Köy Enstitüleri dergisi,

Ocak 1945, s. 88-90.

Agabeğüm, Ayla; “Tiyatroda Edebi Zorlamak”, Cumhuriyet IV, Ankara 1998, s. 3130-

3135.

Akşin, Sina; Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi, Ankara 2001.

Aktaş, Şerif ; “Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı Hakkında”, Cumhuriyet IV,

Ankara 1998, s. 2884-2891.

Akyıldız, Kaya;

Nurullah Ataç’ın Eleştiri Pratiğinde Uygarlık Sorunu, Bilkent

Üniversitesi Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Y.

Lisans Tezi, Ankara 2002.

Alkan, Galip; “Milli Tiyatro”, Ülkü mecmuası, Temmuz 1947, s. 3.

Alkım, Bahadır; “Karatepe Kazısının Arkeolojik Sonuçları”, Belleten, C.XII, S.48,

s.533.

Altan, Ahmet; “Küreselleşmenin Yeni İdeolojisi: Pan-Hümanizm”, Sabah gazetesi, 29 Ağustos 2005.

Arat, Rahmeti; “Türk Dilinin İnkişafı”, III. Türk Tarih Kongresi(Ankara 15-20 Kasım

1943) Kongreye Sunulan Tebliğler, Ankara 1948, s.598–611.

Aslan, Asiye;

Cumhuriyetin Kültür Atılımlarında Devlet Resim ve Heykel

Sergilerinin Yeri ve Önemi, Marmara Üniversitesi, Yayınlanmamış Y.

Lisans Tezi, İstanbul 1993.

Ata, Bahri; “John Dewey ve Türkiye’de İlköğretimde Tarih Öğretimi,(1923-1930),

http://www.gef.gazi.edu.tr/akademik/bata/DEWEY.htm.

Atabinen, Saffet;

“Türklerin Avrupalılarla Müşterek Troya Menşeleri Meselesi Efsanesi

Üzerine Araştırma”, III. Türk Tarih Kongresi(Ankara 15-20 Kasım

1943) Kongreye Sunulan Tebliğler, Ankara 1948, s. 543-556.

Ataç, Nurullah; “Tercümeye Dair Notlar”, Ulus gazetesi, 4 Ekim 1940.

______________; “Eski Edebiyatımız”, Ulus gazetesi, 9 Ağustos 1940.

______________; “Çeviri Üzerine”, Tercüme dergisi, C.I, S.ı, s.15-16.

______________; “Günümüz Mercellus’u”, Ulus gazetesi, 6 Kasım 1945.

______________; “Şairler”, Ulus gazetesi, 29 Son kanun 1940.

______________; “Neye İnanalım”, Ulus gazetesi,15 Mayıs 1944.

Page 170: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

161

______________; “Söz Arasında”, Ulus gazetesi, 12 Kasım 1945

______________; “Ilımlı Devrim”, Söz Arasında, Ankara 1957.

Atatürk, M. Kemal; Nutuk(1919-1920), C. I, İstanbul 1969.

______________; Türk Dili Belleten, S. 23–26 Ankara 1938. s. 32.

Atay , Falih Rıfkı; “Cumhuriyetimizin Nutku”, Ulus gazetesi, 21 Mayıs 1944.

______________; “Milli Şefin Hitabı ve Daveti”, Ulus gazetesi, 28 Eylül 1941.

______________; “Osmanlıca’nın Tasfiyesi 27 Sene Evvel Başladı”, Ulus gazetesi, 21

Şubat 1940.

______________; “Üniversite Cumhuriyetin Eseridir”, Ulus gazetesi, 22 Şubat 1946.

______________; “Pazar Konuşması”, Ulus gazetesi, 2 Şubat 1945.

______________; “Irkçılık Turancılık”, Ulus gazetesi, 9 Mayıs 1944.

______________; “Biz Tek Bir Cepheyiz”, Ulus gazetesi 13 Mayıs 1944.

______________; “İmla Lügatine Dair”, Ulus gazetesi, 19 Son teşrin 1940.

______________; “Neşriyat Kongresinde”, Ulus gazetesi, 4 Mayıs 1939.

______________; Çankaya, İstanbul 1980.

______________; “27 Eser ve Bir Sergi”, Ulus gazetesi, Son teşrin 1942.

Atsız, Nihal Orhun dergisi, S.15. 1 Mart 1944.

______________; Makaleler I, İstanbul 1997.

______________; Makaleler IV, İstanbul 1992.

______________; Orhun dergisi, S.16, 1 Nisan 1944.

______________; Türk Tarihinde Meseleler, İstanbul 1997.

Avcı, Nazmi; Türkiye’de Modernleşme Açısından Din Kültür Siyaset (1839-1960), İstanbul 2000.

Aydemir, Ş. Süreyya İkinci Adam, İstanbul 1967.

______________; İnkılap ve Kadro, İstanbul 1986.

______________; Suyu Arayan Adam, Ankara 1959.

Aydın , Faruk; “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkçülük1923-1945”, Cumhuriyet, C.I,

Ankara 1987, s. 789.

Ayverdi, Semiha; Türk Kültür ve Medeniyeti, C.I, Ankara 1976.

______________; Milli Kültür Meselesi ve Maarif Davamız, İstanbul 1976.

Baltacıoğlu, İsmail

Hakkı;

“Kendine Dön!” Cumhuriyet Dönemi Düşünce Yazıları Seçkisi,

Hazırlayan Konur Ertop, Ankara 1998, s.242-245.

Page 171: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

162

______________; “Dil Devrimine Takılanlar”, Ulus gazetesi, 17 Kasım 1945.

Banarlı, Nihat Sami ; Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri, İstanbul 1984.

______________; Türkçe’nin Sırları, İstanbul 2002.

Banguoğlu, Tahsin ; “İlk İşimiz Yabancı Teşkil Kalıplarını Sökmektir”, Ülkü mecmuası,

S.VII, s. 5-6.

______________; Devlet Dili Türkçe Üzerine, Ankara 1945.

______________; “IV Tarih Kongresindeki Açış Nutku”, Ayın Tarihi, S.180, 1–30

Kasım 1948, s. 42–43.

______________; “Anayasamız Türkçeleşirken”, Çığır mecmuası, C.XV, S.146, Ocak

1945, s. 102.

Banoğlu, Niyazi Ahmet; Türk Kahramanları İsmet İnönü, İstanbul 1943.

Barlas, Mehmet; Türkiye’de Darbeler ve Kavgalar Dönemi, İstanbul 2000.

Başgil, Ali Fuat; Ali Fuat Başgil’in Hatıraları, İstanbul 1990.

Baycan, Nusret;

“İsmet İnönü” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S.16, Ankara 1989,

s. 633.

Bayraktar, Nuray;

Halkevlerinin Ülke Kültürüne, İnsanın Gelişimi ve Dönüşümü

Açısından Katkılara ve Öneriler, Ankara 1999.

Behçetoğulları, Pembe Türkiye’de Ulusal Sinema ve Ulusal Sinema Söylemi, Ankara

Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi,

Ankara 2002.

Berhumoğlu, Canan; Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde 1940 Toplumcu Gerçekçi Kuşağın

Yeri, Mersin Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış

Y.Lisans Tezi, Mersin 2001.

Berkes, Niyazi Türkiye de Çağdaşlaşma, İstanbul 1978.

______________; Batıcılık,Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler I, İstanbul 1997.

______________; “Milli Kültür ve Batı Kültürü ile İlişkiler”, Cumhuriyet Dönemi

Düşünce Yazıları Seçkisi, Hazırlayan Konur Ertop, Ankara 1998, s.

245-249

______________; Batıcılık,Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler II, İstanbul 1997.

Berktay, Halil;

“Tarih Çalışmaları”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.IX,

İstanbul 1983, s. 2465.

Page 172: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

163

Bodur, Necmettin ;

Türkiye’de Balenin Gelişimine Etki Eden Politika ve Uygulamalar,

Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Y.Lisans

Tezi, Ankara 2002.

Bostancı, Naci; Kadrocular ve Sosyo-Ekonomik Görüşleri, Ankara 1990.

Bozkurt, M. Esat; “Kongreden Sonra”, Ulus gazetesi, 12 Mayıs 1939.

Burian, Orhan

“Tercümeciliğimiz”, Cumhuriyet Dönemi, Edebiyat Yazıları Seçkisi,

Hazırlayan Öner Yağcı, Ankara 1999, s. 257-262.

______________; “Hümanizma ve Biz”, Cumhuriyet Dönemi Düşünce Yazıları Seçkisi,

Hazırlayan Konur Ertop, Ankara 1998, s.135-141.

Cevizoğlu, Hulki; Bütün Kaleler Zapt Edilmedi, Ankara 2004.

Cimi, Mehmet; Tonguç Baba, Ankara 2001.

Çakan, Işıl;

Konuşunuz Konuşturunuz Tek Parti Döneminde Propagandanın Etkin

Silahı: Söz, İstanbul 2004.

Çavdar, Avni; Biyografi, Ankara1939, s. 17-30.

Çavdar, Rıza ;

“Devletlü Komünistler”, İsmet İnönü ve Komünizm, İstanbul 1950.

Çavuşoğlu, Fahri; “Ortaokul Tarih Kitapları”, Ülkü mecmuası, Nisan 1947, s. 12.

Çebi, Murat Sadullah; “Türkiye’de Siyasal Sistem ve Medya İlişkilerinin Tarihi Boyutu”,

Cumhuriyet IV, Ankara 1998, s. 2747.

Çecen, Anıl; Halkevleri, Ankara 1990.

Çelikkol, M.Galip; Sevgili Milli Şefimiz İsmet İnönü, İstanbul 1944.

Çıkar, Musa; Hasan Ali Yücel ve Türk Kültür Reformu, Ankara 1997.

Çoşkuner, Kemal Fedai; “Üç Mayıs Marşı”, 3 Mayıs 1944 50. Yıl Türkçülük Armağanı, İzmir

1994.

Darendelioğlu, İlhan; Türkiye’de Milliyetçilik Hareketleri, İstanbul 1968.

Deleon, Jack 200 Bale ve Dans, İstanbul 1997.

______________; “Türk Devlet Balesi”, Cumhuriyet IV, Ankara 1998, s. 3136-3154.

______________; Cumhuriyet Dönemi Türk Balesi, İstanbul 1992.

Demirkent, Nezih; “Cumhuriyet Döneminde Basın”, Cumhuriyet, C.IV, Ankara 1998, s.

2817-2819.

Deny, Jean; Türk Dili Grameri, Çeviren Ali Ulvi Elove, İstanbul 1944.

Page 173: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

164

Deren, Seçil;

“Kültürel Batılılaşma”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce:

Modernleşme ve Batıcılık, C. III, İstanbul 2002.

Diker, Handan; Cumhuriyet Türkiye’sinde Dil Devrimi ve Türkçe’nin Sadeleştirilmesi

Sorunu, Yıldız Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,

yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1990.

Dilmen, İ. Necmi ; “Onuncu Dil Bayramı Münasebetiyle”, Varlık mecmuası, C.13, S.222,

1 Eylül 1942, s. 125.

______________; “Türk Tarih Tezinde Güneş Dil Teorisinin Yeri ve Değeri” III. Türk

Tarih Kongresi (Ankara 15-20 Kasım 1943) Kongreye Sunulan

Tebliğler, Ankara 1948, s. 85.

______________; “Cumhuriyet yıllarında Dil Çalışmaları”, Ülkü Mecmuası, II. Teşrin

1938, s. 69.

Doğan, Mehmet; Dil Kültür Yabancılaşma, Ankara 1984.

Dorsay, Atilla; “Cumhuriyetimizin Bir Diğer Kurumu Sinemamıza Bir Bakış

Denemesi”, Cumhuriyet IV, Ankara 1998, s. 3163-3168.

Dursun, Tuncay; Tek Parti Dönemindeki C.H.P. Kurultayları, Ankara 2002.

Duru, Orhan; Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları, İstanbul

2002.

Duverger, Maurice; Siyasi Partiler, Çeviri Ergun Özbudun, İstanbul 1974.

Ekinci, Necdet ;

Sanayileşme ve Uluslaşma Sürecinde Toprak Reformundan Köy

Enstitülerine, Ankara 1997.

______________; II. Dünya Savaşı’ndan Sonra Türkiye’de Çok Partili Düzene Geçişte

Dış Etkenler, İstanbul 1997.

Eminoğlu, Necmettin Türkçe’nin Karanlık Günleri, İstanbul 1972.

Emre, Ahmet Cevat;

“Dil Davamızın Morfolojik İspatı Üzerine” III. Türk Tarih

Kongresi(Ankara 15-20 Kasım 1943) Kongreye Sunulan Tebliğler,

Ankara 1948, s. 178–194.

Er, Fatma; Milli Şef Döneminde Çağdaşlaşma Anlayışı ve Uygulamaları,

Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü,

Yayınlanmamış Y. Lisans Tezi, Ankara 2000.

Erbaba, İbrahim; İnönü Dönemi Öğrenci Olayları(1938–1950), İnönü Üniversitesi,

Page 174: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

165

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Y. Lisan Tezi, Malatya

1999.

Ercilasun, Ahmet ;

“Cumhuriyetin 75. Yılında Türk Dili”, Cumhuriyet IV, Ankara 1998, s.

2829-2835.

Erdem, Galip; Suçlamalar,Irkçılık, C.II, Ankara 1976.

Erden, Ali Fuat; İsmet İnönü, İstanbul 1952.

Erez, Fatma Efsane

Çolpan ;

Cumhuriyet Dönemi Türk Operaları, Marmara Üniversitesi, Sosyal

Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Y. Lisans Tezi, İstanbul 1994

Ergün, Mustafa;

“Hasan Ali Yücel’in Eğitim ve Kültür Politikası”, Afyon Kocatepe

Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, S.1, Afyon 1998, s. 25–37.

Erhat, Azra;

“Tercüme Bürosu”, Cumhuriyet Dönemi Düşünce Yazıları Seçkisi,

Hazırlayan Konur Ertop, Ankara 1998, s. 299-305.

Erkin, Feridun Cemal; Türk Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Ankara 1968.

Ertan, Temuçin Faik; Kadrocular ve Kadro Hareketi, Ankara 1994.

Ertuğ, Hasan Refik;

“Yeni Radyo İstasyonlarımız”, Radyo mecmuası, S. 36, Ankara 1944,

s. 5.

______________;

“Yurdumuz, Yeni Radyo İstasyonlarına Kavuşuyor”, Radyo mecmuası,

S.35, Ankara 1944, s. 1.

Eyuboğlu, B. Rahmi; “Kendi Dilinde Şiir Bulamayanlar”, Ulus gazetesi, 7 Mayıs 1940

Galip, Reşit;

“Türk Milletinin Tarihini Yeniden Buluşu ve Türk Tarih Tezi

Esasları”, Çığır mecmuası, S.8, Ankara 1934, s. 147-148.

Georgeon, Français; Osmanlı-Türk Modernleşmesi (1900-1930), Çeviren Ali Berktay, İstanbul 2006.

Göde, Kemal; Türk- İslam Kültür ve Medeniyet Tarihi, Kayseri 1992.

Gökalp, Ziya Türkçülüğün Esasları, İstanbul 2003.

______________; Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, Ankara 1976.

Gökay, F. Kerim; “Gençlik ve Saf İlim Aşkı”, Cumhuriyet gazetesi, 31 Ekim 1944.

______________;

“Yüksek Öğretimde Tahdit Meselesi”, Cumhuriyet gazetesi 25 Ekim

1944.

Gölen, Zafer; “Atatürk’ün Tarih Anlayışı”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.

XVIII, S. 52, Ankara 2002, s.159-185.

Page 175: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

166

Güloğlu, Faruk; İsmet İnönü, Hayatı ve Şahsiyeti, İstanbul 1940.

Gündüzalp, Fuat;

“Tarih- Coğrafya- Yurttaşlık Bilgisi”, Öğretmen dergisi, S.17, Mart

1949, s. 5-7.

Güngör, Erol; Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, İstanbul 1986.

______________; Türk Kültürü ve Milliyetçilik, İstanbul 1990.

______________; Dünden Bugüne Tarih- Kültür-Milliyetçilik, Ankara 1982.

Güntekin, Reşat Nuri; “Tehlikeli Yol”, Ayın Tarihi, S.162, 1-31 Mayıs 1947, s. 34-35.

Gürkan, Nilgün; Türkiye’de Demokrasiye Geçişte Basın (1945-1950), İstanbul 1998.

Gürler, Fikri; Türkiye Türkçe’sinde Nurullah Ataç’ın Dilciliği, Atatürk Üniversitesi,

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Y. Lisans Tezi, Erzurum

2000.

Güvenir Murat II. Dünya Savaşında Türk Basını, İstanbul 1991.

Güz, Nurettin;

“Tek Partili Yönetimde Basın”, Cumhuriyet C.IV, Ankara 1998, s.

2768-2775.

Hancıoğlu, Murat;

Tek Parti Dönemi Tarih Anlayışı ve Öğretimi(1931-1950), Gazi

Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Y. Lisans Tezi,

Ankara 1998.

Hard, Engel; Türkiye ve Tanzimat”, İslam- Türk Ansiklopedisi, C.I, İstanbul 1985.

Heper, Metin; İsmet İnönü. Yeni Bir Yorum Denemesi, İstanbul 1999.

Heyd, Uriel; Türk Ulusçuluğunun Temelleri, Çeviren Kadir Günay, Ankara 2002.

Hızlan, Doğan;

“Köy Enstitülerinde Yetişenler ve Gerçekçi Edebiyat”, Hürriyet, 20

Nisan 2000.

Irmak, Sadi; “Dil Gününde”, Ulus gazetesi, 26 Eylül 1948.

Isparta Valiliği; Isparta 1923–1938, Ankara 1938.

İlhan, Attila ; Hangi Batı, Ankara 1998.

______________; Nazımın İki Talihsizliği, Hangi Edebiyat, Anılar ve Acılar, Ankara

1993.

______________; Ulusal Kültür Savaşı, Ankara 1998.

______________; Hangi Atatürk, Ankara 1998.

İlhan, Nahid Sırrı; “Yeni Dil Meselesinden Biri”, Varlık mecmuası, S.41, 15 Mart 1935,

s.272.

Page 176: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

167

İnalcık, Halil ”Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkiler”, Belleten, C.XXVII,

Ankara 1964, s.429.

______________; “ Osmanlılarda Batıdan Kültür Aktarması Üzerine”, Osmanlı

İmparatorluğu, İstanbul 1996, s. 425-431.

______________; Tarihçilerin Kutbu“Halil İnalcık Kitabı”, Söyleşi Emine Çaykara,

İstanbul 2006.

İnan, Abdülkadir; Fuat Köprülü-Yusuf Ziya münakaşası üzerine”, Maarif Vekaleti,

Ankara 1932.

İnan, Afet;

Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara

2000.

İnanç, Gül;

Ankara Radyosu (1938–1945), Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk

İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yayımlanmamış Y. Lisans Tezi,

İzmir 1994.

______________; “Yarım Asırlık Bir İmaj: Milli Şef”, Toplumsal Tarih, C.II, Ağustos

1994

İnönü İsmet; “VIII. Dil Bayramı”, Türk Dili Belleten, S.7–8, Mart 1941, s.13-14.

______________; “Dilimiz İçin”, Çığır mecmuası, C.XI, S.107, İlkteşrin 1941, s. 108–

125.

______________; Hatıralar, C. II, Hazırlayan Sabahattin Selek, İstanbul 1985.

______________; “İnönü Telgrafı”, I.Türk Neşriyat Kongresi, 1-5 Mayıs 1939, s. 39-40.

İnönü, Erdal; Anılar ve Düşünceler I, İstanbul 1998.

İpekçi, Abdi ; İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, İstanbul 1968.

İskit, Servet Rıfat; Türkiye’de Matbuat İdaresi ve Politikaları, Ankara 1943.

Kabacalı, Alpay;

“Milli Şef Döneminin Örtülü Sansürü”, Tarih ve Toplum, S.38, Ocak

1987, s. 83-86.

Kabil, İhsan; “Türk Sinemasının Cumhuriyet Dönemi Zihniyet Yapılanması”,

Cumhuriyet IV, Ankara 1998, s. 3168-3170.

Kafesoğlu, İbrahim; Türk Milliyetçiliğinin Meselesi, İstanbul 1999.

Kalkanoğlu, Semih; İsmet İnönü Din ve Laiklik, İstanbul 1991.

Kanat, H. Fikret; Millet İdeali ve Top Yekün Milli Terbiye, Ankara 1942.

Kansu, Nafi; “Halkevlerimiz”, Ülkü mecmuası, S.69, Ankara 1938, s. 214.

Page 177: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

168

Kansu, Ş. Aziz; “Ankara Üniversitesi”, Ülkü mecmuası, S.88, Haziran 1940, s.291-

294.

Kansu, Ş. Aziz;–

Tunakan, Seniha;

“Karaoğlan Höyüğünden Çıkarılan Eti, Friğ ve Klasik Devir

İskeletlerinin Antropolojik İncelemesi”, Belleten C.XII., S.48, s. 759.

Kantarcıoğlu Selçuk; Türkiye Cumhuriyeti Hükümet Programlarında Kültür, Ankara 1990.

Kaplan, Mehmet ; Kültür ve Dil, İstanbul 2004.

Kaplan, Mevlüt; Aydınlanma Devrimi ve Köy Enstitüleri, Ankara 2002.

Karacasu, Barış; “Mavi Kemalizm Türk Hümanizmi ve Anadoluculuk”, Modern

Türkiye’de Siyasi Düşünce Kemalizm, İstanbul 2001.

Karadağ, Nurhan; Halkevleri Tiyatro Çalışmaları(1933-1951),Ankara 1998.

Karakaş, Turan; Siyasal Belgelerde Kültür ve Sanat, Ankara 2000.

Karal, Enver Ziya; ‘Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’, Ülkü, S.5, Ankara 1941, s. 6-7.

Karaosmanoğlu,

Yakup Kadri

Yaban, İstanbul 2003.

______________; Ankara, İstanbul 2002.

______________; “Hümanizmaya Doğru İlk Adım”, Cumhuriyet gazetesi, 15 Ekim 1940.

______________; Politikada 45 Yıl, İstanbul 2002.

Karaömerlioğlu, M.

Asım;

“Köy Enstitüleri”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm,

İstanbul 2001.

Karpat, Kemal ; Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul 1967.

Katoğlu, Murat; Türkiye Tarihi IV. Çağdaş Türkiye 1908-1980, Yayın Yönetmeni Sina

Akşin, İstanbul 1992.

Kemal, Yaşar;

”Kültür”, Cumhuriyet Dönemi Düşünce Yazıları Seçkisi, Hazırlayan

Konur Ertop, Ankara 1998 s. 249–251.

Kırby, Fay; Türkiye’de Köy Enstitüleri, Ankara 1962.

Kısakürek, Necip Fazıl; Türkiye’de Komünizma ve Köy Enstitüleri, İstanbul 1962.

Koçabaşoğlu, Uygur; Şirket Telsizinden Devlet Radyosuna , Ankara 1980.

Koçak, Cemil;

Türkiye Tarihi IV. Çağdaş Türkiye 1908-1980, Yayın Yönetmeni Sina

Akşin, İstanbul 1992.

Koçak, Kemal; Cumhuriyet Döneminde Tarih Öğretimi ve Tarih Çalışmaları (1923–

Page 178: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

169

1960), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Y.

Lisans. Tezi, Ankara 1991.

Kodaman, Bayram Abdülhamit Devri Eğitim Sistemi, Ankara 1999.

______________; Cumhuriyet’in Tarihi- Fikri Temelleri ve Atatürk, Isparta 1999.

Komisyon; Tanzimat I ve II , İstanbul 1999.

Konur, Tahsin; “Cumhuriyet Döneminde Tiyatromuz”, Cumhuriyet IV, s.3104-3125.

Koppers, Wilhelm; “İlk Türklük ve İlk İndogermenlik”, Belleten, Ankara 1941, C.V, s.

439–480.

Korkut Hüseyin; Türk Üniversiteleri ve Üniversite Araştırmaları, Ankara 1984.

Köke, Nevzat; Cumhuriyet Dönemi Tarih Anlayışları, Süleyman Demirel Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih A.B.D. Yayınlanmamış Doktora Tezi,

Isparta 2003.

Köstüklü, Nuri; Kazım Karabekir ve Eğitim, Konya 2001.

Kumyacı, Hasan; I. Neşriyat Kongresi, s. 203.

Kushner, Davit; Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, Çeviren Zeki Doğan, İstanbul 1998.

Kutay, Cemal; Atatürk’ün Son Günleri, İstanbul 2006.

Küçük, Yalçın;

“Cumhuriyet Dönemi Aydınlar ve Dergileri”, Cumhuriyet Dönemi

Türkiye Ansiklopedisi, C.I, İstanbul 1983, s. 140.

Lahbabi, M. Aziz; Milli Kültürler ve Medeniyetler, İstanbul 1980.

Lee, Non A; Peyami Safa’nın Eserlerinde Doğu-Batı Meselesi, Ankara Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara

1996.

Levet, Agah Sırrı; Türk Dili Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara 1972.

Lewis, Bernard; Modern Türkiye’nin Doğuşu, İstanbul 1984.

Maarif Vekaleti ; I Devlet Resim Ve Heykel Sergisi Katalogu, Ankara 1939.

______________; Tarih II , İstanbul 1934.

______________; Cumhuriyetin 21.Yıldönümünde Yayımlanan 105 Klasik ve Modern

Eserin Listesi, Ankara 1944.

______________; Irkçılık Turancılık, , Ankara 1944.

______________; Tarih, C.I, İstanbul 1931.

______________; İnönü Ansiklopedisi Programı, Ankara 1942, 1–15 Ocak 1941.

Page 179: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

170

______________; IV Maarif Şurası, İstanbul 1999.

______________; II. Maarif Şurası, 15-21 Şubat 1943.

______________; Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara 1943.

Manisalı, Erol; Attila İlhan’la 1000 Saat, Ankara 2001.

Mansel, Arif Müfit;-

Baysun, Cavit;-Karal E.

Ziya;

Yeni ve Yakın Çağlar Tarihi Lise III. İstanbul 1942.

Mardin, Şerif;

“Türkiye’de Muhalefet ve Kontrol”, Türk Modernleşmesi Makaleler

IV, İstanbul 1991, s. 176-193.

Mersinli,Cemal; “Roma-Rum Kelimeleri”, Belleten C.V, S.18, Ankara 1941, s.159–

161.

Milli Eğiti Bakanlığı;

III. Milli Eğitim Şurası 2-10 Aralık 1946, İstanbul 1991, M.E.B. IV

Maarif Şurası, 22-31 Ağustos 1949, Tıpkı Basım, İstanbul 1991.

Miyasoğlu, Mustafa;

“Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı”, Cumhuriyet IV, Ankara 1998, s.

2915-2919.

Molez, Abraham A.; Kültürün Toplumsal Dinamiği, Çeviren Nuri Bilgin, İzmir 1983.

Mory, F.; “Tarih Öğretimi”, Öğretmen dergisi, Çeviren H. Şükrü Selçikoğlu,

Aralık 1950, s. 19–20.

Mumcu, Uğur; 40’ların Cadı Kazanı, Ankara 1997.

Müftüoğlu, Mustafa; Milliyetçiliğimizin Meseleleri ve Kurtuluş Yolumuz, İstanbul 1970.

Nadi, Nadir Perde Aralığından, İstanbul 1964.

______________; “Yapıcı Basın”, Cumhuriyet gazetesi, 7 Nisan 1944.

______________; “Ellinci Madde” Cumhuriyet gazetesi, 16 Haziran 1945.

______________; “Basına Kıymayın” Cumhuriyet gazetesi, 9 Kasım 1949.

______________; “Atatürk ve İsmet İnönü”, İsmet İnönü Albümü, Derleyen İsmail Safa,

İstanbul 1939.

______________; “Türk Milletinin Sesi”, Cumhuriyet gazetesi, 20 Mayıs 1944.

Nadi, Yunus; “Ayranoz Kadısı”, Adlı Film Münasebetiyle” Cumhuriyet gazetesi, 18

I. Kanun 1938.

Nayır, Yaşar Nabi “Liselerimizde Edebiyat Dersi” Varlık mecmuası, C.XV, S. 294–295,

1–15 Ekim 1945, s. 85-86.

Page 180: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

171

______________; “Gene Kelime Üretimi Meselesi” Çığır mecmuası, C.XI, S.182, s.323.

______________; “İnönü Ansiklopedisi” Varlık mecmuası, C.XI, S. 98, s.5-6.

______________; “Klasiklerin Tercümesinde Yeni Bir Başarı” Varlık mecmuası, C.XV,

S.296-297, 1-15 Kasım 1945, s.113-114.

_____________; “Değişen Dile Ayak Uydurmalıyız”, Varlık mecmuası, C.XIII, S.231,

15 Şubat 1943, s.301-302.

_____________; “Şiir Tercümeleri”, Varlık mecmuası, S.310-311, 1-15 Haziran 1943,

s. 320-321.

______________; “Dilimiz İçin”, Varlık mecmuası, C.XII, S.198, 1 Ekim 1941, s. 121-

122.

Nişbay, İ. Tugrul;

“Alaturka, Alafranga ve Radyomuz”, Radyo mecmuası, S.9, 15

Ağustos 1942, s. 2-3.

Okay, Orhan; “Cumhuriyet Devri Edebiyat Üzerine Bazı Dikkatler”, Cumhuriyet IV,

s.2891-2898.

Oktay Ahmet; Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı(1923–50), Ankara 1993.

Oral, Fuat Süreyya

Türk Basın Tarihi Osmanlı İmparatorluğu Dönemi 1728-1922, 1831-

1922, Ankara 1962.

______________; Cumhuriyet Basın Tarihi, Ankara 1973.

Orkun, Hüseyin Namık ; “Okullarımızda Tarih Öğretimi”, Ülkü mecmuası, Ocak 1947, s. 15-

16.

Ortaylı, İlber; Gelecekten Geleneğe, İstanbul 2001.

Oruz, İffet Halim;. “Kadınlar Birliği”, Kadın Gazetesi, 5 Nisan 1947.

Öktem, Necdet; Atatürk Döneminde Darülfünun Reformu, İzmir 1973.

Önder, Ali Rıza;

“Bir Ansiklopediye Siyasa Bulaşmamalı”, Cumhuriyet gazetesi, 30

Nisan 1985.

Öz, Esat; Türkiye’de Tek Parti Yönetiminin Gelişimi ve Siyasal Katılma

(1923-1945), Ankara 1992.

Özadaşık, Mustafa;

Cumhuriyet Dönemi Yeni Bir Nesil Yetiştirme Çabaları, 1925-1950,

Konya 1999.

Özakpınar, Yılmaz; Kültür ve Medeniyet Üzerine Denemeler, İstanbul 1998.

______________; İslam Medeniyeti ve Türk Kültürü, İstanbul 1997.

Page 181: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

172

Özdağ, Ümit;

Atatürk ve İnönü Dönemlerinde Ordu ve Siyaset İlişkileri, Gazi

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara 1990.

Özdemir, Emin; Dil Devrimimiz, Ankara 1980, s. 54.

Özel, Sevgi; Baba İnönü’den Erdal İnönü’ye Mektuplar, Ankara 1998.

Özen, Hatice;

Tarihsel Süreç İçinde Türk Kadın ve Gazete Dergileri (1868–1990),

İstanbul 1994.

Özkan, Hande; “Falih Rıfkı Atay”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce:Kemalizm,

İstanbul 2001.

Özkan, Salih;

1938–50 Arası Türkiye’nin Eğitim-Kültür Politikası, Erciyes

Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi,

Kayseri 1996.

Özükan, Bülent;

“Basında Tirajlar”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.I,

İstanbul 1983, s. 230-235.

Pektaş, Şerafettin;

Milli Şef Döneminde Cumhuriyet Gazetesi(1938-1950), İstanbul 2003.

Perin, Cevdet; Atatürk Kültür Devrimi, İstanbul 1987.

Refiğ, Halit;

“Bırakın Oynasın Çocuk” Cumhuriyet IV, Ankara 1998, s. 3158-3162.

Reşat , Ali; Umumi Tarih Lise I, Ankara 1929.

Safa Peyami ; “Gene Terim Meselesi”, Cumhuriyet gazetesi, 16 Aralık 1939.

______________; “Hastanın Başındaki Şamata”, Tasvir-i Efkar, 14 Kasım 1945.

______________; “ I. Neşriyat Kongresi”, Cumhuriyet gazetesi, 4 Mayıs 1939.

______________; “Nazariyede Kalmamak İçin”, Cumhuriyet gazetesi, 10 Mayıs 1939.

______________; “Bir Rivayetin Ortaya Çıkardığı Mesele”, Eğitim, Gençlik Üniversite,

İstanbul 1999.

______________; “İstanbul Üniversitesi”, Cumhuriyet gazetesi, 21 1. Kanun 1939.

______________; “Bir Rivayetin Ortaya Çıkardığı Mesele”, Eğitim, Gençlik Üniversite,

İstanbul 1999,s. 281-282.

______________; “Elzem ve Lazım”, Cumhuriyet gazetesi, 7. Birinci kanun 1938.

______________; “Telaşa Lüzum Yok”, Cumhuriyet gazetesi, 22 Aralık 1939.

______________; “Yanaşma Kelimeler”, Cumhuriyet gazetesi, 1 Temmuz 1939.

Page 182: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

173

______________; “Lisan İstiklali”, Cumhuriyet gazetesi, 31 Temmuz 1939.

______________; “ Istılah Davası”, Cumhuriyet gazetesi, 4 Ağustos 1939.

______________; “Terim Rezaleti”, Cumhuriyet gazetesi, 15 Aralık 1939.

______________; Türk İnkılabına Bakışlar, İstanbul 1999.

______________; Fatih-Harbiye, İstanbul 1999.

______________; “Allahım Bu Ne Anarşidir”, Tasfir-i Efkâr, 5 Şubat 1941.

______________; “Medeniyet Treni ve Bedeviyet Kervanı”, Cumhuriyet gazetesi, 23

Temmuz 1940.

______________; “Hükümetimize Bir Teklif”, Cumhuriyet gazetesi, 5 Mayıs 1939.

______________; “Yabancı Kelimelerden Korkumuz”, Tasvir-i Efkâr 15 Şubat 1941.

______________; “Aydın Dili”, Ulus gazetesi, 8 Temmuz 1950.

______________; “Gramersiz Olmaz”, Tasvir-i Efkâr, 24 Ocak 1941.

______________; “Mefkûremi, Ülkümü, İdeal mi?”, Tasvir-i Efkâr 29 Ocak 1941.

______________; “Bir Lisan Kongresi Şarttır”, Tasvir-i Efkâr, 21 Mayıs 1941.

______________; “Türk Gramerinin Esasları”, Tasvir-i Efkâr, 16–20, 26–31 Temmuz- 6

Ağustos 1941.

______________; “Esasta Anlaşmak Şarttır”, Tasvir-i Efkâr, 16 Nisan 1942.

______________; “İdda Bolluğu ve Eser Kıtlığı”, Cumhuriyet gazetesi, 27 Son kanun

1940.

______________; “İsmet İnönü’nün Nutku” Tasvir-i Efkâr, 20 Mayıs 1944.

______________; “Seve Seve, Azara Azar ve Yavaş Yavaş”, Tasvir-i Efkâr, 13 Kasım

1941.

______________; “Arap Harfleri”, Cumhuriyet gazetesi 24 Ocak 1940.

______________; “Gramer Terimleri”, Tasvir-i Efkâr, 16 Ağustos 1941.

______________; “Neden Böyle Oldu”, Tasvir-i Efkâr, 28 Eylül 1943.

______________; “Ayıptır Arkadaşlar Ayıp”, Tasvir-i Efkâr, 6 Mart 1942.

______________; “Yapma Çiçek Bahçeleri”, Tasvir-i Efkar, 26 Mart 1942.

______________; “Daima Daha Türkçe’ye Doğru”, Tasvir-i Efkâr, 11 Aralık 1941.

______________; “Söylendiği Gibi Yazılamaz”, Tasvir-i Efkâr, 24 Mayıs 1941.

______________; “Hastanın Başındaki Şamata”, Tasvir,14 Kasım 1945.

______________; “Aydınlanmak İstiyoruz”, Tasvir-i Efkâr, 7 Nisan 1942.

Page 183: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

174

______________; “Dost ve Düşman Kelimeler”, Tasvir-i Efkâr, 13 Ağustos 1941.

______________; “İlk Basamak”, Cumhuriyet gazetesi 30 Mart 1940.

Saffet, Reşit; Türklük ve Türkçülük İzleri, Ankara 1930.

Sancar, Necdet; İsmet İnönü İle Hesaplaşma, Ankara 1973.

Savant, Jean;

La Turguıe D’Ismet Ineunu,(İsmet İnönü’nün Türkiye’si). Toplumsal

Tarih, C. VII, S. 37, Ocak 1997, s. 60-63.

Seren, Suat;

“Anadolu Üniversitesi”, Çığır mecmuası, C.XI, S.107, Ankara 1941, s.

9-11.

Sertel, Sabiha; Roman Gibi ( 1915–1950), İstanbul 1978.

______________; “Gazeteden Değil, Umumi Efkârdan Korkmalı”, Tan gazetesi, 4 Aralık

1945.

Sertel, Zekeriya. “Beşinci Kol”, Tan gazetesi, 8 Mayıs 1944.

______________; “Memleketin Büyük Davası”, Tan gazetesi, 5 Mayıs 1939.

Sezen, Yummi; Hümanizm ve Atatürk İlkeleri, İstanbul 1998.

Sinanaoğlu, Suat; Türk Hümanizmi, Ankara 1980.

Smith, Anthony D; Milli Kimlik, Çeviren, Bahadır Sina Şener, İstanbul 1994.

Su, Kamil; - K. Nami

Duru

Orta Okullar İçin Tarih III, Ankara 1944.

Şapolyo, Enver Behnan; Türk Gazetecilik Tarihi ve Her Yönü ile Basın, Ankara 1969.

Şenyürek, Süleyman; “Alaca Höyükte Bulunan Üç Kafatasına Ait Bir Not” Belleten C.XIV,

S. 53, Ocak 1950, s. 57.

______________; “TTK Adına Yapılan Karahöyük Kazısından Çıkarılan Kafataslarının

Tetkiki”, Belleten, C.XIII, S.49, Ocak 1949, s.1.

Şişman Adnan;

Tanzimat Döneminde Fransa’ya Gönderilen Osmanlı

Öğrencileri(1839-1876), Ankara 2004.

Tahir, Kemal; Bozkırdaki Çekirdek, İstanbul 1995.

Talat, Ziya; “Okullarımızda Milli Tarih Öğretimi”, Çığır mecmuası, C.XIII, S.

125, Nisan 1943, s.18-19.

Talu, Ercüment; “Dil Devrimimiz”, Anadolu gazetesi, 26 Eylül 1942.

Tarih Araştırma Grubu;

“Atatürk’ten Sonra İlk cumhurbaşkanı- İlk Hükümet İsmet İnönü-

Celal Bayar”, Belgelerle Türk Tarih Dergisi, S.44-46, Ankara 1988,

Page 184: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

175

s.13-20.

Taylak, Muammer;

Saltanat, II. Meşrutiyet ve I. Cumhuriyette Öğrenci Hareketleri,

Ankara 1969.

Tezgit, Bedri;

“Almanca Bir Türk Hikayeleri Antolojisi Münasebetiyle”, Varlık, 1-15

I.Kanun 1943, s.203-204.

Toker, Metin ;

Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları ( 1944-1973),Tek Partiden Çok

Partiye (1944-1950), İstanbul 1992.

Tollu, Cemal;

“Ankara Halkevi Resim Galerisi”, Çığır mecmuası, C.X, S.103,

Ankara 1941.

Tonguç, İsmail Hakkı; “Köy Eğitimi ve Öğretimi Amaçları”, Köy Enstitüleri, C.II, Ocak

1945, s. 3.-4.

______________; Mektuplarla Köy Enstitüleri, Ankara 1999.

Topuz, Efza;

Türkiye’de Bale Sanatı, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü, Yayınlanmamış Y.Lisans Tezi, Ankara 2001.

Topuz, Hıfsı; 100 Soruda Türk Basını, İstanbul 1973.

______________; Tavcan Savaş Yıllarında Kültür Devrimi, İstanbul 2005.

Tökin,İsmail Hüsrev; İsmet İnönü, Şahsiyeti ve Ülküsü, Ankara1946.

Tör, Vedat Nedim; “Ses ve Zevk Sefaleti”, Radyo mecmuası, S.IX., S.6, 15 Ağustos 1942.

Tunakan, Seniha; “TTK Alacahöyük Kazılarında Şimdiye Kadar Çıkarılan İskeletler

Üzerinde Yapılan İncelemelerin Bibliyografyası”, Belleten C.XIII,

S.50, Nisan 1949, s. 339.

Tuncel, Bedrettin;

“Tercüme Meselesi”, Cumhuriyet Dönemi Edebiyat Yazıları Seçkisi,

Hazırlayan Öner Yağcı, Ankara 1999, s.269-277.

Turan, İlter; Cumhuriyet Tarihimiz, İstanbul 1969.

Turan, Şerafettin ; Türk Devrim Tarihi, Çağdaşlık Yolunda Yeni Türkiye, (Kasım 1938-

14 Mayıs 1950) C.IV, Ankara 1999.

______________; İsmet İnönü, Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, Ankara 2003.

______________; Türk Kültür Tarihi, Ankara 1994.

Turgut, Erol;

Halkevleri ve Halk Eğitimi,(1938–1950), Gazi Üniversitesi, Eğitim

Bilimleri Enstitüsü, Yayınlanmamış Y. Lisans Tezi., Ankara 1998.

Turhan, Mümtaz ; Kültür Değişmeleri, İstanbul 1987.

Page 185: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

176

______________; “Köy Enstitüleri Masalı”, Türk Yurdu, S.8 , Ankara 1969, s. 23.

Türk Tarih Kurumu; “Kongre Çalışma Özeti”, III. Türk Tarih Kongresi(Ankara 15-20

Kasım 1943) Kongreye Sunulan Tebliğler, Ankara 1948, s. 19.

Türk, Ömer; “Konuşmalar ve Ülkü”, Çığır mecmuası, C. XI, S.105, Ağustos 1941,

s. 59-60.

Türkdoğan, Orhan;

“Millet Olma Sürecinde Milli Kültürün Önemi”, Türk Dünyası

Araştırmaları Dergisi, S. 55, İstanbul 1988, s. 22.

Türkeş, Alparslan 1944 Yılı Milliyetçilik Olayı, İstanbul 1992.

______________; Şahinlerin Dansı, Ankara 1975.

Türkkan, Reha Oğuz; Tabutluktan Gurbete, İstanbul 1975.

Unat, Faik Reşit ; İsmet İnönü, Ankara 1945.

Uyar, Hakkı Mahmut Esat Bozkurt(1892-1943), Ankara 2000.

______________; Türkiye’de Tek Parti Döneminde İktidar Muhalefet (1923-1950), 9

Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri Araştırma Merkezi, Doktora Tezi,

İzmir 1998.

Uyguner, Muzaffer;

Necip Fazıl Kısakürek Yaşamı, Sanatı, Yapıtlarından Seçmeler,

İstanbul 1994.

Uygur, Ali; “Köy Enstitülerinin İç Yüzü”, Türk Yurdu, C. III, 1963, s. 6.

Ünal, Kemal; “Halk Odalarım”, Ülkü mecmuası, C. XIV, S.19, Eylül 1939, s. 13-

14.

Ünalan , Şükrü; Dil ve Kültür, Ankara 2004.

______________; “Cumhuriyet Sonrası Dilimizin Hali/ Pürmelali”, Cumhuriyet IV,

Ankara 1998, s. 2868-2880.

Varlık, M. Bülent; “Ülkü: Halkevleri mecmuası”, Modern Türkiye’de SiyasiDüşünce:

Kemalizm, İstanbul 2001.

Witmann, Horst; Atatürk ve Üniversite Reformu, İstanbul 2000.

Yağcı, Öner; Cumhuriyet Dönemi Edebiyat Çevirileri Seçkisi, Ankara 1999.

Yalçın, Alemdar; “Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı Genel Değerlendirme”,

Cumhuriyet IV, Ankara 1998, s. 2912-2915.

Yalçın, Semih;

“1944 yılı Türkçülük Turancılık Davası ve Alparslan Türkeş”, Ülkü

Ocağı Dergisi, Başbuğ Özel Sayısı, S.47, Nisan 1998, s. 20-27.

Page 186: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

177

Yalman, Ahmet Emin;

Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim (1922-1944), C. III,

Ankara 1970.

Yeğen, Mesut; “Kemalizm ve Hegemonya”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce:

Kemalizm, İstanbul 2001.

Yeşilkaya, G. Neşe; “Halkevleri”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm, İstanbul

2001.

Yeşilyurt, Süleyman ; Atatürk İnönü Kavgası, Ankara 2001.

Yılmaz, Mustafa;

“İnönü Döneminde Bakanlar Kurulu Kararı İle Yasaklanan Yayınlar

1938-1945” Türk Kültürü Araştırmaları Dergisi, Dr. Orhan Fuat

Köprülüye Armağan, S. 12, Ankara 1998, s.193-195.

Yiğit , Ali Ata;

Atatürk Dönemi Kültür Politikaları, Hacettepe Üniversitesi, Atatürk

İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi,

Ankara 1996.

Yorulmaz, Cem; “Radyo Tesisatına Ait Kanuni Hükümler”, Radyo mecmuası, S.9,

Ankara 1942, s. 16.

Yücel, Hasan Ali I.Türk Neşriyat Kongresi, 1-5 Mayıs 1939, Ankara 1997, (I. Basım

1939 Tıpkı Basım), s. 13-14.

______________; Pazartesi Konuşmaları, Ankara 1998.

______________; Fransa’da Kültür İşleri, İstanbul 1936.

______________; Köy Enstitüleri Dergisi, C. II, Ocak 1945, s.1-2.

______________; “Önsöz” Tercüme Dergisi, C. I, S.1, 19 Mayıs 1940, s. 1-2.

______________; Davam, Ankara 1947.

Page 187: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

178

EKLER

A-BELGELER

Belge 1: Memurin Kanunun 60. Maddesine Göre DTCF’den Uzaklaştırılan Üniversite Hocalarının,

Danıştay Kararı İle Görevlerine İadesi Hakkında, B.C.A.,030.10-143.24.21.

Page 188: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

179

Belge 2: CHP’nin, Devlet Büyüklerinin Resimlerinin Kamu Kurumlarına Nasıl Asılacağı Hakkındaki Açıklaması, B.C.A.,490.01-230.909.1.

Page 189: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

180

Belge 3: Resimlerin Devlet Dairelerine Nasıl Asılacağının Tespiti Hakkında, B.C.A.,490.01-230.909.1., s.1

Page 190: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

181

Belge 4: Resimlerin Devlet Dairelerine Nasıl Asılacağının Tespiti Hakkında, B.C.A., 490.01-230.909.1., s.2.

Page 191: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

182

Belge 5: CHP Genel Sekreterliğinin İngiliz Kültür Heyeti Tarafından Halkevlerinde

Verilecek Konferanslar Hakkında Yetkilileri Uyarması ve Katılımın Sağlanması Hakkında, B.C.A., 490.01-6.28.22.

Page 192: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

183

Belge 6: İngiliz Kültür Heyeti’nin Ankara Halkevindeki Etkinlikleri Hakkında, B.C.A., 490.01-735.8.1.

Page 193: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

184

Belge 7: İngiliz Kültür Elçilerinin Halkevlerinde Yapacakları Kültürel Etkinlikler Hakkında, B.C.A., 490.01-735.8.1

Page 194: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

185

Belge 8: İngiliz Kültür Elçilerinin Halkevlerinde Yapacakları Kültürel Etkinlikler Hakkında, B.C.A., 490.01-735.8.1

Page 195: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

186

Belge 9: Anayasa’nın öz Türkçe’ye Çevrilmesi Dolayısı İle Eski İsimle Basılan Eserlerin Nasıl Değerlendirileceği Hakkında, B.C.A., 030.10-144.33.12

Page 196: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

187

Belge 10: Komünizme Yakın İlgi Gösteren Adımlar Dergisi’nin Kapatılmasının Başbakanlıktan Talep Edilmesi Hakkında, B.C.A., 030.10-85.561.8, s.1.

Page 197: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

188

Belge 11: Komünizme Yakın İlgi Gösteren Adımlar Dergisi’nin Kapatılmasının Başbakanlıktan Talep Edilmesi Hakkında, B.C.A., 030.10-85.561.8, s.2.

Page 198: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

189

Belge 12: Bedri Edis Tarafından Yazılan Kültür Düsturları İsimli Eserin CHP’Genel Sekreterliğine

Halkevlerine Tavsiye Edilmek Üzere Aldırılması Ricası, B.C.A., 490.01-866.413.1

Page 199: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

190

Belge 13: Kültür Düsturları İsimli Kitaptan Halkevlerinin Almalarını İsteyen CHP Genel

Sekreterliği’nin Emirleri, B.C.A., 490.01-866.413.1

Page 200: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

191

Belge 14: Tiyatro Çalışmalarının CHP. Genel Sekreterliği Tarafından İlgili Halkevlerine

Duyurulması ve Edinilen İzlenimlerin Merkeze Rapor Edilmesi Hakkında, B.C.A., 490.01-7.39.22.

Page 201: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

192

B-FOTOĞRAF ve KARİKATÜRLER

Fotoğraf 1: Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü TBMM’nin. 7. Toplanma Devresi I.Yılında 1 Sonteşrin 1943’de Açılış Konuşması Yaparken. Radyo mecmuası, S.24, Ankara 1943, s.23.

Fotoğraf 2 : Dönemin Kültür Anlayışını Yönlendirenlerden MEB Hasan Ali Yücel, III. Türk Tarih

Kongresinde Konuşma Yaparken, Radyo mecmuası, S.25, Ankara 1943, s.13

Page 202: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

193

Karikatür 1: Dönemin Tercüme Çılgınlığını Yansıtan Karikatür.

Varlık mecmuası, S.117, Ankara 1946, s.17.

Page 203: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

194

Fotoğraf 3: İnönü Döneminde Tercümesi Yapılan Klasiklerden Bir Bölümü. Varlık mecmuası, S.120, Ankara 1947, s.16.

Page 204: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

195

Fotoğraf 4: Bir Haftalık Radyo Programı, Radyo mecmuası, S.21, Ankara 1943, s.25

Page 205: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

196

Fotoğraf 5: Uluslararası Türkçe Yayın Yapan Radyo İstasyonları ve Bunların Dinlenmesi

Hususundaki Devletin Tavrı, Radyo mecmuası, S.17, Ankara 1943, s.19

Page 206: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

197

Karikatür 2: Radyo ile Beraber Değişen

Değerler. Radyo mecmuası, S.19, Ankara 1943, s.23

Karikatür 3:Radyo İle Beraber Değişen

Değerler. Radyo mecmuası, S.21, Ankara 1943, s.23.

Karikatür 4: Radyo İle Beraber Değişen Değerler,

Radyo mecmuası, S.26, Ankara 1944, s.21.

Karikatür 5:Radyoda Meydana Gelebilecek

Bir Kazanın Mizahi Anlatımı, Radyo mecmuası, S.27, Ankara 1944, s.23.

Page 207: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

198

Karikatür 6: Radyo Dinleyicisinin Yayınlara

Verdiği Tepkiler.

Radyo mecmuası, S.28, Ankara 1944, s.21.

Karikatür 7: Dönemin Ekonomik Durumunu

Yansıtan Karikatürlerden. Radyo mecmuası, S.29, Ankara 1944, s.21.

Karikatür 8: Radyo ile Değişen İhtiyaçlar.

Radyo mecmuası, S.17, Ankara 1943, s.20

Karikatür 9: Muhtelif Meslek Gruplarının

Radyoyu Dinleme Şekilleri. Radyo mecmuası, S.24, Ankara 1943, s.22.

Page 208: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

199

Karikatür 10: Muhtelif Meslek Gruplarının

Radyoyu Dinleme Şekilleri. Radyo mecmuası, S.32, Ankara 1944, s.23

Karikatür 11: Muhtelif Meslek Gruplarının

Radyoyu Dinleme Şekilleri. Radyo mecmuası, S. 22, Ankara 1943, s.15.

Page 209: inönü dönemi kültür hayatı (1938-1950)

200

ÖZGEÇMİŞ:

Adı ve Soyadı: Kadir ŞEKER

Doğum Tarihi: 20.08.1970

Doğum Yeri: Isparta/Yalvaç

YÜKSEK ÖĞRETİM DURUMU:

Lisans: Uludağ Üniversitesi Necatibey Eğitim Fakültesi

Yüksek Lisans: Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Tarih Anabilim Dalı.

Bilim Uzmanlığı: Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Tarih Anabilim Dalı

Tez Konusu: Suriye Devleti’nin Kuruluşu ve Bugünkü Durumu

Tez Danışmanı: Doç.Dr. Mehmet Ali ÜNAL

Doktora: Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Tarih Anabilim Dalı

Tez Konusu: İnönü Dönemi Kültür Hayatı (1938-1950)

Tez Danışmanı: Prof.Dr. Bayram KODAMAN

Akademik Geçmiş: Süleyman Demirel Üniversitesi

Burdur Eğitim Fakültesi, İlköğretim Bölümü

Sosyal Bilgiler Eğitimi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi

Yabancı dil: İngilizce (ÜDS-52.250)

Medeni Hal: Evli, İki Çocuklu