kadir ÖzkÖse - somuncu baba dergisi · 2018. 10. 11. · dünyaya nizam veren muhteşem süleyman...

47
www.somuncubaba.net AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 216 • EKİM 2018 • Fiyatı: 12 TL 00216 Mekke’den Doğan İslâm Güneşi İslâm Birliğinin Oluşumunda Kardeşliğin Rolü Gönül Birliğinin Merkezi: Darende Sosyal Tesisi Anadolu’nun Yetiştirdiği Büyük Ruh: Yûnus Emre Kanûnî Sultan Süleyman’ın Sûfî Zümrelerle İrtibatı Kadir ÖZKÖSE Abdullah KAHRAMAN Resul KESENCELİ Bilal KEMİKLİ Ramazan ALTINTAŞ

Upload: others

Post on 05-Sep-2021

13 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

www.somuncubaba.net

AYLIK

İLİM K

ÜLTÜ

R V

E EDEB

İYAT DER

GİSİ

AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 216 • EKİM 2018 • Fiyatı: 12 TL

216

0 0 2 1 6

Mekke’den Doğanİslâm Güneşi

İslâm Birliğinin Oluşumunda Kardeşliğin Rolü

Gönül Birliğinin Merkezi: Darende Sosyal Tesisi

Anadolu’nun Yetiştirdiği Büyük Ruh: Yûnus Emre

Kanûnî Sultan Süleyman’ın Sûfî Zümrelerle İrtibatı

Kadir ÖZKÖSE

Abdullah KAHRAMAN

Resul KESENCELİ

Bilal KEMİKLİ

Ramazan ALTINTAŞ

Page 2: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

basyazı Bekir AYDOĞAN

Muntazam Kanunlarla Âdil Bir Yönetici: Kânûnî Sultan SüleymanYüce Osmanlı Devleti’nin 10. padişahı olan Kanûnî Sultan Süleyman, babası Yavuz Sultan Selim’in

1520’de vefatı üzerine, tahta çıkmıştır. Kısa zamanda güçlü bir iktidar kurarak, sağlam ve dürüst bir ida-re tesis etmiştir. Kânûni Sultan Süleyman tahta çıkmadan daha önce çeşitli yerlerde sancak beyliği gö-revlerinde bulunmuş, bu da onun devlet idaresi konusunda tecrübe edinip, başarılı olmasını sağlamıştır. Muntazam kanunlar çıkartıp, adaletli bir yönetim şekli sergilediği için “Kanûnî” olarak anılmıştır. Ayrıca bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu çok zengin ve geniş topraklara sahiptir. Karada ve denizde Osmanlı kuvvetleri büyük bir güç arz etmektedir. “Sultan”lık unvanı da bu açıdan değerlendirilebilir. Babası Yavuz Sultan Selim’in, Mısır’daki Abbasî Halifeliği’ne son verip, İslam Dünyasının liderliği anlamındaki halifeliği Osmanlı Devletine kazandırması ve Kanûnî’nin tahta çıkınca bu makama sahip bulunması da büyük bir önem taşımaktadır. Kanûnî Sultan Süleyman’ın hükümdarlığı döneminde Osmanlı Devleti, zamanın Dünya devletleri ve imparatorlukları arasında bir süper güç mevkiinde bulunmaktadır. 46 yıl süren hükümdarlığı döneminin on yıldan fazlasını sefer ve savaşlarda geçirmiş, Osmanlı İmparatorluğu’na, dolayısıyla İslâm’a büyük bir düşmanlık besleyen Hıristiyan Avrupa’nın Haçlı zihniyetine büyük darbeler indirmiş, Avrupalıla-ra hiç bir zaman göz açtırmadığını ve Türk tarihine Mohaç gibi büyük bir zafer kazandırmıştır. 0, esasen İslâm’ın ruhunda var olan, Âyet ve hadislerle sabit bulunan cihad, yani Allah’ın dinini ve nizâmını yeryü-zünde yaymak ve cihanşümul İslâm nizâmını kurmak için çaba sarf etmiştir. Kanûnî Sultan Süleyman’ın bu şerefli hayatı, yine şerefli bir şekilde 1566 tarihinde Macaristan seferi sırasında son bulmuştur. Kanûnî Sultan Süleyman, eğitim ve öğretime de çok çok önem vermiştir. Dönemindeki medreselerde dînî ilimler yanında hukuk, matematik, fen ve diğer ilimler de okutulmaktaydı.

Büyük ceddi Fatih Sultan Mehmed, Fatih Camii’nin yanında Sahn-ı Semân’ı yaptırmıştı. Kanûnî de, ken-disinin yaptırmış olduğu Süleymaniye Camii’nin civarında, Sahn-ı Süleyman adında bir üniversite yaptırmış-tır. Kanûnî Sultan Süleyman büyük bir imparatorluğun idarecisi olup, hükümdarlığının büyük bir kısmının seferler, savaşlar ve çeşitli sorunlarla geçmesine rağmen, aynı zamanda sanat ve edebiyatla da ilgilenip, Muhibbi mahlası ile Türkçe ve Farsça şiirlerden oluşan büyük bir divan meydana getirmiştir. Ahmed Fevrî tarafından kaleme alınan Ahlâk-ı Süleymânî adlı eserde Kanûnî Sultan Süleyman hakkında hulâsa olarak şu bilgiler verilmektedir: “Kanûnî’nin kendini tanımak hususunda tarikat ehli gibi düşünmekte olduğunu, ahlâken, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ahlakına, sadakatte Hz. Ebû Bekir (r.a.)’e adalette ise Hz. Ömer (r.a.)’e benzediği, beyitlerinden de örnekler verilerek belirtilmektedir. Şiirlerinde Allah’a olan samimî bağlılığını gösterdiğini, dünyamda yaşamaktan muradın, Allah (c.c)’ın rızası olduğunu, Ondan başkasıyla muhabbet ve sohbetten geçip, Fenâfillah’a ulaşmak ve Bekâ-billah dairesine erişmenin esas gayesi olduğunu beyit-lerinden örnekler vererek açıklamaktadır.” Kanûnî’nin savaş yerinde kahramanlığı Seyyid Battal Gâzî’ye, vuruşta Hz. Hamza’nın celadetine benzetilir. Kanûnî için harb, dîn-i mübîn’in yayılması için canın hak yo-lunda feda edilmesidir. Padişahlığının yanında tasavvuf ve dervişliğe meyyal, olan Kanûnî’nin şiirlerinde, Bâyezîd-i Bistâmî ve İbrahim-i Edhem gibi büyük sûfilerin zühd ve feragati görülür. Ayrıca, şiirlerinde nasi-hat ve vaaz kabilinden manzumelerine de rastlanır. Kanûnî Sultan Süleyman, umumiyetle gazellerinde aşk konusunu işlemektedir, işlediği aşk konuları mecazı ve hakiki aşk, yâni aşk-ı ilahî olarak da yorumlanabilir.

A Fair Leader With Systematic Laws: Kanûnî Sultan Suleiman

Being the 10th Sultan of the Ottoman Empire, Kanuni Sultan Suleiman (Also known as Suleiman the Magnificient- The Lawgiver) succeeded to the throne in 1520 after the death of his father Yavuz Sultan Selim. In a short time, he had a compelling power and established a stong and honest administration. Due to the systematic laws he enacted, he was also known as the Lawgiver- Kanuni. In his reign, the Ottoman Empire had rich and large lands. The empire was so powerful both in land and maritime. After his father’s being the Khalifa of Islam by ending the Abbasi Calpihate, he also became the Kahlife of Islamic World beside his Sultanate. ek

im/2

018

somuncubaba 1

Tasavvuf ve MenakıpMehmet Bahâeddin EfendiMüellif: Mehmet Bahâeddin Efendi (Tokatlı Mustafa Hâki Efendi (k.s.)’nin oğlu)

Çeviren ve Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Halil İbrahim ŞİMŞEK

Karton Kapaklı, 16x24cm, 304 sayfa ISBN: 78-9944-774-45-1

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Örnekliğinde Güzel Ahlâk

Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM

Karton Kapaklı, 14x21cm, 331 sayfa

Güncel Dinî Konular veFıkhî Hükümler

Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN

Karton Kapaklı, 14x21cm, 414 sayfa

Gönül Dostlarının Dilinden Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) ve Hamid Hamideddin Ateş Efendi

Musa TEKTAŞ

Karton Kapaklı, 14x21cm, 368 sayfa ISBN: 978-9944-774-44-1

ISBN: 978-9944-774-43-7

ISBN: 978-9944-774-46-8

Önemli Bir Değer OlarakHayâ ve İffet

Ayşegül KÖSTE

Adını Tarihe YazdıranHürrem Sultan

Zühal ÇOLAK

İffet-UtanmaDuygusu

Sümeyye Büşra YILDIZ

Kız ÇocuklarınıFıtrata UygunYetiştirememek

M. Emin KARABACAK

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı - VİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No: 71 (44700) Darende / MALATYATel: (422) 615 15 00 - Faks: (422) 615 28 79

www.somuncubaba.net

Aile Eki

ÇIKTI

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44

Page 3: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44

ABONE İLETİŞİM HATTI

KurucusuA. Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803

Yıl: 25 Sayı: 216 - Ekim 2018

Basım Tarihi: 01 Ekim 2018

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adınaİmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniBekir AYDOĞAN

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüM. Hulusi ERDEMİR

Yayın EditörleriM. Nazmi DEĞİRMENCİ

Musa TEKTAŞ

Yönetim Yeri-Basım-Yayım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesiZâviye Mahallesi Hacı Hulûsi Efendi Caddesi No: 71

44700, Darende / MALATYA

Tel: (0422) 615 15 54 • Faks: (0422) 615 28 79

www.somuncubaba.net • [email protected]

Yapım

www.grafiturk.com.tr

Tel: 0506 876 17 17

Genel Sanat YönetmeniSerkan ÖZTÜRK

Baskı ve ÜretimSalmat Basım Yayıncılık Ambalaj San. Ltd. Şti.

Tel: (0312) 341 10 24

Yayın KuruluProf. Dr. Nihat ÖZTOPRAK / Prof. Dr. Ali YILMAZProf. Dr. Sebahat DENİZ / Prof. Dr. Bilal KEMİKLİProf. Dr. Abdullah KAHRAMAN / Prof. Dr. Ali AKPINAR

Danışma KuruluProf. Dr. Mehmet AKKUŞ / Prof. Dr. Mehmet SOYSALDIProf. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL / Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSEProf. Dr. Mahmut YEŞİL / Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK

Kurum Abone : 180 Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068Ziraat Bankası : TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01Vakıf Bank : TR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen arayınız.

Somuncu Baba Dergisi’nin içeriğinde bulunan yazılar ile ilgili çıkabilecek olan hatalı bilgilerden dolayı dergi herhangi bir sorumluluk kabul etmemektedir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına ilanların sorumluluğu ise reklam verenlere aittir. Dergimizde bulunan fotoğrafların ve görsellerin kullanılması ve kopyalanması yasaktır. Yazılar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir. Somuncu Baba Dergisi’nin bütün telif hakları VİSAN İktisadi İşletmesi’ne aittir.

İÇİNDEKİLER

Mekke’den Doğan İslâm Güneşi

Ramazan ALTINTAŞ

Enbiya YILDIRIM

Önce Kendimizi Düzeltmek

İslâm’ın Mekke Dönemi, itikâdî yapılanmanın önemli bir aşamasını teşkil eder. Bütün peygamberler gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) de önceliği tevhîd çağrısına vermiştir.

Başkalarının kusurlarıyla meşgul olmanın çeşitli sebepleri vardır. Ancak en önemlisi kişinin kendi hatâlarına gözlerini kapaması, nefsini âdetâ kusursuz görmesi, kibrinin kurbanı olmasıdır.

Muntazam Kanunlarla Âdil Bir Yönetici:Kânûnî Sultan Süleyman ...................................................1Bekir AYDOĞAN

Sihre Karşı Mûcize: Âsây-ı Musâ ......................................6Ali AKPINAR

Mazhar Cân-ı Canân (k.s.) ..................................................10Kadir ÖZKÖSE, H. İbrahim ŞİMŞEK

Gel! .........................................................................................13Bekir OĞUZBAŞARAN

Mekke’den Doğan İslâm Güneşi .......................................14Ramazan ALTINTAŞ

Kanûnî-Onuncu Sultan .......................................................19Halil GÖKKAYA

Kanûnî Sultan Süleyman’ın Türbesi ................................20Mustafa BAŞ

“Gaflet” Uykusundan Uyanmak ........................................24Musa TEKTAŞ

Kanûnî Sultan Süleyman’ın Sûfî Zümrelerle İrtibatı ........30Kadir ÖZKÖSE

Yâ Rabb! .................................................................................35Hanifi KARA

Önce Kendimizi Düzeltmek ...............................................36Enbiya YILDIRIM

Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman ................40İsmail ÇOLAK

İslâm Birliğinin/Vahdetin OluşumundaKardeşliğin Rolü ..................................................................44Abdullah KAHRAMAN

Gönül Birliğinin Merkezi Darende Sosyal Tesisi ...........48Resul KESENCELİ

Şeyh Abdurrahman-ı Erzincanî’ninSosyo-Kültürel Hayata Yansımaları ..................................52Cemil GÜLSEREN

Anadolu’nun Yetiştirdiği Büyük Ruh: Yûnus Emre ........56Bilal KEMİKLİ

Muhteşem Bir Sultan, Muhteşem Bir Şair:Kanûnî Sultan Süleyman ...................................................60Mustafa ÖZÇELİK

Alçaklar Karşısında Baş Eğmeyiz .....................................64Vedat Ali TOK

Ey İnsan!.. ..............................................................................67İbrahim SAĞIR

Osmanlı’nın “Muhteşem” Devri veKanûnî Sultan Süleyman ...................................................68M. Nihat MALKOÇ

Bilim Tarihi Sohbetleri .......................................................74Yusuf HALICI

Aile ve Toplum Mahremiyeti .............................................76Mustafa KARABACAK

“Öğretmen” Örnek Bir Rehber Olmalı ............................80Ali ÖZKANLI

Mahzun Çeşmeler ...............................................................83Yusuf DURSUN

Kur’an’a Göre Doğru ve Güzel Söz ..................................84Mukadder Arif YÜKSEL

Yûnus Var! .............................................................................87Hanifi KARA

Mustafa BAŞ

İsmail ÇOLAK

Kanûnî Sultan Süleyman’ın Türbesi

Dünyaya Nizam VerenMuhteşem Süleyman

Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran Hacerü’l-Esved Taşı yer alır.

Osmanlı siyasî, askerî, iktisadî sahalarda olduğu gibi kültür-medeniyet noktasında da en ideal dönemini Kanûnî zamanında yaşamıştır.

“Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Hazretleri, bir gönül sesi olarak bugün Darende’de yankılanmaktadır. 24 Ağustos 2018 Cuma günü Darende Sosyal Tesisi açılarak hizmete sunulmuştur.”

Resul KESENCELİ

Gönül Birliğinin MerkeziDarende Sosyal Tesisi

14

20

36

40

48

Page 4: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Dîvân-ı Hulûsî-i DârendevîEs-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)

1. Pür-safâdır gönlümüz yârın hevâsıyla gezer

Âşinâdır ol ki yârın âşinâsıyla gezer

2. Gerçi kim aşkı anın yağmaya verdi varımız

Varına fânî vücûd anın bekâsıyla gezer

3. Devlet-i dünyâ ve mâ-fîhâ gözetmez bendeyiz

Gönlümüz ol devlet-i fakr u fenâsıyla gezer

4. Âkılın her gördüğü bir perdedir mahbûbuna

Âşıkın ‘aynı müdâm dostun likâsıyla gezer

5. Zâhidân ârzû-yı Cennet hûr u gılmân isteyü

Âşıkân seyr-i likâ zevk ü safâsıyla gezer

6. Kâ’be-i ulyâsıdır âşıkların dost eşiği

Tavf-ı kûyu Hacc-ı Ekber’dir temennâsıyla gezer

7. Ey Hulûsî âşıka her devlet ki var dost vaslıdır

Şol ne âşıkdır ki dostun mâsivâsıyla gezer

Page 5: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Yılan, eskiden beri insan hayatında yeri

olan bir hayvandır. Hilekâr ve öldürücü

bir sürüngen olarak bilinir. Hem karada

hem denizde yaşayan, binlerce çeşidi olan bir

hayvandır. İki bin yedi yüz kadar çeşidi olan bu

hayvanların, dört yüz kadarının zehirli olduğu

söylenmiştir.

Eşiyle beraber cennette yaşayan Hz. Âdem’i

aldatmaya kalktığında İblis’in yılan sûretinde

cennete girdiği kaynaklarda anlatılır. Şeytana

yol verdiği için de o zamanlar deve gibi iri yarı,

ayakları üstünde yürüyebilen bir hayvan olan

yılanın sürünmeye mahkûm olduğu da eklenir.1

Kur’ân’da yılan, bir ayette hayye, ikişer ayet-

te sü’bân ve cânn olarak toplamda beş yerde

geçmektedir. Elbette bu kelimelerin delâlet

ettiği mânâlarda farklılıklar vardır. Şöyle ki; dil

bilginlerine göre hayye, genel bir lafızdır. Erkek

dişi, büyük, küçük her çeşit yılan için kullanılır.

Başkalarının hayatını sonlandırdığı için yahut

ondan kurtulan varlık kendisine hayat bahşedil-

miş sayıldığından yılana bu isim verilmiştir.

Arapçada sü’bân, büyük ve korkunç yılan,

ejderhâ için kullanılır. Cânn ise sür’atli ve nârin

hareket eden anlamına gelmektedir. Aynı kök-

ten türeyen cinn kelimesinde de bu anlamlar

vardır. Kur’ân-ı Kerim’de geçen yerlere baktığı-

mız zaman şöyle bir sonuç çıkmaktadır:

Her üç kelime de Hz. Mûsâ (a.s.)’a verilen

‘Asâ Mûcizesi’ ile ilgili olarak kullanılmıştır.

Hz. Mûsâ Peygamber, Medyen yurdundan aile-

siyle birlikte Mısır’a dönerken yolda kendisine

nübüvvet görevi verilir. Kutsal Tûvâ Vâdîsi’nde

bu görev verildiğinde peygamberliğine delâlet

eden bir mûcize olmak üzere elindeki âsâsını

yere atması istenir, yere atılan değnek yılana

dönüşür ve bu hayye olarak Kur’ân’da geçer.

“Allah, Ey Mûsâ! Sağ elindeki nedir? Mûsâ, ‘O

benim değneğimdir, ona dayanırım, onunla dava-

rıma yaprak silkerim, ondan daha birçok işlerde

faydalanırım.’ dedi.

Allah, ‘Ey Mûsâ at onu.’ dedi. Atınca, değnek

hemen, koşan bir yılan (hayye) oluverdi. Allah,

‘Onu al, korkma; biz onu yine eski durumuna çevi-

receğiz. Daha büyük mûcizelerimizi sana göster-

memiz için elini koltuğunun altına koy da, diğer

bir mûcize olarak, kusursuz, bembeyaz çıksın.’

dedi.”2

Burada yılan için hayye kelimesi kullanılmış-

tır. Zira burada Hz. Mûsâ’yı korkutma gibi bir

amaç yoktur. Tam aksine onu peygamberlik ko-

nusunda takviye etme vardır. Onun için burada

asanın koşan bir yılana dönüvermesi söz konu-

su edilmiştir.

İkinci olarak Fir’avun’a tevhidi anlatmak için

onun huzuruna çıkan Mûsâ Peygamber, pey-

gamberliğini ispat için ona mûcize göstermek

için asâsını yere atar ve değnek yılana dönüşür.

Bu konu anlatılırken sü’bân kelimesi kullanılır.

“Mûsâ, asasını yere atar atmaz apaçık bir yı-

lan (sü’bân) oluverdi; elini çıkardı, bakanlar bem-

beyaz olduğunu gördüler.”3

Sihre Karşı Mûcize:

Âsâ-yı Musâ

İLİM VE HAYAT Ali AKPINAR*

“Âsânın yılana dönüşmesindeki amaç sihirbazlara gözdağı vermek ve onların

sihirlerini yutup yok etmektir. Onun için değneği daha önce yılana/hayyeye

dönüştüğünde korkup kaçmayan Hz. Mûsâ, korkup kaçmak istemiştir.”

“Arapçada sü’bân, büyük ve korkunç yılan, ejderhâ için kullanılır. Cânn ise sür’atli ve nârin hareket eden anlamına gelmektedir. Aynı kökten türeyen cinn kelimesinde de bu anlamlar vardır.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba6 7

Page 6: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

“Bunun üzerine Mûsâ değneğini attı, besbelli

bir yılan (sü’bân) oluverdi.”4

Burada amaç tanrılık davasında bulunan ve

Hz. Mûsâ’nın peygamberliğini ve tevhîde çağ-

rısını kabul etmeyen Fir’avun’u korkutmadır.

Onun için iri yarı ve korkunç yılan/ejderhâ için

kullanılan sü’bân kelimesi kullanılmıştır.

Üçüncü olarak Fir’avun, Mûsâ Peygamber’i

susturmak için tüm sihirbazları toplar ve onların

huzurunda Mûsâ Peygamber asâsını yere atar,

onların gözleri önünde değnek hareket eden bir

yılana dönüşür ve sihirbazların insanların gözle-

rini boyayarak aldatmak için attıkları ip ve değ-

nekleri yer yutar, sihirlerini etkisiz hale getirir. Bu

hâdise anlatılırken cânn kelimesi kullanılır.

“Değneğini at! Mûsâ, değneğinin yılan (cânn)

gibi hareketler yaptığını görünce, arkasına bak-

madan dönüp kaçtı. Allah şöyle dedi: ‘Ey Mûsâ!

Korkma; Benim katımda peygamberler korkmaz;

yalnız haksızlık eden bunun dışındadır. Kötü hali

iyiliğe çeviren kimse bilsin ki ben şüphesiz ba-

ğışlarım, merhamet ederim. Elini koynuna sok,

Fir’avun ve milletine gönderilen dokuz mûcizeden

biri olarak kusursuz, bembeyaz çıksın. Gerçekten

onlar yoldan çıkmış bir millettir.”5

“Değneğini at!’ Mûsâ, değneğin yılan (cânn)

gibi hareketler yaptığını görünce, dönüp arkasına

bakmadan kaçtı. ‘Ey Mûsâ! Dön gel; korkma; şüp-

hesiz güvende olanlardansın.’ denildi.”6

Dikkat edilirse burada asânın yılana dö-

nüşmesindeki amaç sihirbazlara gözdağı ver-

mek ve onların sihirlerini yutup yok etmektir.

Onun için değneği daha önce yılana/hayyeye

dönüştüğünde korkup kaçmayan Hz. Mûsâ,

korkup kaçmak istemiştir. Aslında yılana dönü-

şen asâsından korkup kaçmak istemesi, onun

mûcize olduğunun da göstergesidir. Zira şayet

Hz. Mûsâ’nın yaptığı, sihirbazların yaptığı gibi

bir göz boyaması olsaydı korkup kaçmasına ge-

rek olmazdı. Çünkü sihirbaz, yaptığı düzmece

işin mâhiyetini kendisi bildiği için ondan korkup

kaçmaz. Memleketin dört bir yanından toplanıp

gelen sihirbazlar da değneğin gerçekten yıla-

na dönüştüğüne şahit olup imana gelmişlerdir.

Zaten sihirbazların yapmaya çalıştıkları sihir ile

Hz. Mûsâ’nın elinde gerçekleşen mûcize arasın-

daki fark da buydu. Sihirbazların hareket eden

değnek, ipleri el çabukluğu ve bir göz boyama-

dan ibaretti, gerçekliği yoktu. Hz. Mûsâ’nın attı-

ğı değneği ise gerçekten yılana dönüşüyor, va-

zifesini yerine getirdikten sonra tekrar değneğe

dönüyordu. Bu hissî mûcize sihirbazların küfür

ve inkârdan vazgeçmelerine sebep olmuştu.

Bunun için de burada asâ, hareket yapan yılana

benzetilmiştir.

Bir değneğin yılana dönüşmesi, sonra tekrar

eski haline dönmesi, insan aklının kavramak-

ta zorlanacağı bir şeydir. Ancak mûcize tam

da bu noktada kendini gösterir. Çünkü insanın

güç ve kapasitesini aşan ve onu aciz bırakan

mûcize, Yüce Allah’ın dilemesiyle gerçekleşen

hârikulâde şeydir. Aslında Yüce Allah’ın yaptığı

ve yarattığı bütün her şey olağanüstüdür. Ancak

onların pek çoğu sürekli tekrar ettiği için ve biz

onlara alışageldiğimiz için olağan gibi görün-

mektedir. Sözgelimi anne baba vesîlesiyle ana

rahminde bir çocuğun teşekkül etmesi sıradan

bir şey değil, muhteşem bir hâdisedir. Ancak

biz onu normal bir şey olarak görürüz. Yüce Al-

lah için ise bizim hârikulâde gördüğümüz şey-

le, normal gördüğümüz şey arasında kolaylık

zorluk, imkân imkânsızlık açısından herhangi

bir fark yoktur. Yüce Allah’ın ilk insan ve eşini

ana baba vesîlesi olmadan yaratması, Hz. İsa’yı

baba olmadan bir anne vâsıtasıyla dünyaya

getirmesi, diğer doğan çocukları anne baba

vesîlesiyle halk etmesi erişilmez kudreti açısın-

dan O’na kolaydır ve imkân dâhilindedir. Onların

hepsi O’nun bir yasasının tecellîsidir.

Bu anlatımda yılan gibi hareketler yapan

asâ mûcizesi, sihirbazların iman etmesine se-

bep olurken; Fir’avun’un inkâr ve küfrünü artır-

mıştır. Yılan zehrinin öldürücü özelliği yanında,

onun ölçülü ve yerinde kullanılması halinde şifâ

kaynağı olması gibi. Yılan mûcizesi hem imana,

hem de inkâra sebep olmuştur. Nitekim öte-

den beri zehri ile hatırlanan yılan, pek çok ila-

cın yapımında kullanıldığından aynı zamanda

tabâbetin de sembolü sayılmıştır.

Görüldüğü üzere Kur’ân kelimeleri özenle

seçilmiş ve hikmet dolu anlamlarla yüklüdür.

Çünkü Kur’ân, her söylediğinde ve her eyle-

diğinde sonsuz hikmet olan, hikmet kaynağı

olan Yüce Rabb’in hikmetli kitabıdır. “Hikmetli

Kur’ân’a andolsun!”7 Onun bu hikmetlerini kav-

ramak için gayret edenlere de müjdeler olsun!

“O hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmiş-

se şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Bundan

ancak akıl sahipleri ibret alır.”8

Dipnot* Prof. Dr. Ali AKPINAR

1. Abdullah Aydemir, İslamî Kaynaklara Göre Peygamberler, TDV. Yayınları, s, 23-25.

2. 20/Tahâ, 19-23.3. 7/A’râf, 107-108.4. 26/Şuarâ, 32.5. 27/Neml, 10-12.6. 28/Kasas, 31.7. 36/Yasîn, 2.8. 2/Bakara, 269.

“Bir değneğin yılana dönüşmesi, sonra tekrar eski haline dönmesi, insan aklının kavramakta zorlanacağı bir şeydir. Ancak mûcizedir.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba8 9

Page 7: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Mazhar Cân-ı Canân (k.s.), 1113/1702’de Agra/Ekberabad yakınındaki Kalabadağ kasa-basında doğdu. Esasen Mazhar, onun şiirlerinde kullandığı mahlası olmasına rağmen meşhur olup isminin bir parçası hâline gelmiştir. Onun nesebi Muhammed b. Hanefiyye vasıtasıyla Hz. Ali(r.a.)’ye dayandırılmaktadır. Babası Mirza Can, Babür idaresiyle iyi ilişkiler kurmuş ve Ev-rengzib Dönemi’nde orduda görev almış bir as-kerdi. O, dönemin yönetici kesimiyle iyi ilişkileri olan Kaşgal kabilesindendi. Mazhar’ın doğduğu yıl Çiştiyye Tarikatı’na intisap ederek askerî gö-revinden ayrılıp münzevi ve fakir bir hayat yaşa-mayı tercih etti.

Mazhar Cân-ı Canân (k.s.), babasından Fars-ça ve diğer dillerdeki bazı küçük risâleleri oku-du. Kırâat ve tecvîdi Abdürresûl’den, aklî ve naklî ilmleri yörenin büyük âlimlerinden tahsil etti. Babasının 1130/1718’de vefatından sonra ileri düzeyde okumalarını Muhammed Efdal’den yaptı. Abdurresûl Dihlevî’den kıraat ilmini tahsil etti. Daha sonra o, Ekberabad/Agra’dan ayrıla-rak Delhi’ye gitti. Burada orduda görev almak istediyse de başvurusu kabul edilmedi. Çiştî şeyhi Kutbüddin Bahtiyar Kakî’nin tavsiyesiyle tasavvufa yöneldi. Bu sırada bölgede meşhur olan Müceddidiyye’nin kudretli şeyhi Muham-med Nur Bedeûnî (k.s.)’ye intisap etti. Onun bu intisap aşaması Makâmât-ı Mazhariyye’de şöyle anlatılır:

“Bir zât bana Seyyid Nûr Muhammed Bedeûnî Hazretleri’nin büyüklüğünden, kemâlâtından bahsetti. Onun üstün vasıflarını işitince gayri ihtiyârî kalbim ona tutuldu. Huzuruna erişmek saadetine kavuşmak arzusu peydâ oldu. Huzu-runa gidip o hazretin marifet yağdıran mübârek yüzünü görmekle şereflendim. Dinin emirlerine riâyet eden, sünnet-i seniyyeye uyan, Allahu Teâlâ’nın ahlâkıyla ahlâklanmış bir zât olduğu-nu gördüm. Mübarek sohbeti kalbe safâ veriyor, cana can katıyordu. İyice anlamıştım ki, arayan-lar maksada onun huzurunda kavuşuyor. Ölmüş kalpler onun huzurunda dirilip itminâna eriyor. Hakk’a kavuşmak orada müyesser oluyordu.

Bana niçin geldiniz buyurdular. “İstifâde için geldim.” diye arz ettim. İstihâresiz talebe kabul etmezler, tarikatı telkin buyurmazlardı. Fakat Allahu Teâlâ’nın lütuf ve ihsânıyla hiç durakla-ma göstermeden bu fakire teveccüh buyurdu-lar. Beş latifem “Allah” ismini zikretmeye baş-ladı. Bir teveccühle beş lâtifenin Allahu Teâlâ’yı zikretmesi sâlikin tecelli-i sıfata mazhar olması, o büyüklerin husûsiyetlerindendir. Teveccühü bâtınıma öyle tesîr etti ki, kendimi aynada onun sûretinde buldum. Gönlümde ona karşı tam bir muhabbet ve derin bir bağlılık hâsıl oldu.”

Mazhar Cân-ı Canân (k.s.), Bedeûnî (k.s.)’nin gözetiminde dört yıl süren seyr ü sülûktan son-ra ondan tarikatta hilafet ve irşad icazeti aldı. Muhammed Bedeûnî’nin ölümünden sonra altı yıl onun kabrini ziyaretle onun ruhaniyetinden istifade etti. O bu süreçte birçok mânevî hâli tecrübe ettiğini belirtmektedir. Bedeûnî’nin ve-fatının üzerinden bir müddet geçtikten sonra Mazhar Cân-ı Canân (k.s.), Nakşî şeyhlerinden Şah Muhammed Zübeyr, Şah Hâfız Sadullah ve Muhammed Abid Sünamî’den tasavvufî terbiye aldı. Sünamî ona Kadirî, Sühreverdî ve Çiştî Ta-rikatlerinin usûlüne göre seyr ü sülûk yaptıra-rak bu tarikatlardan hilafet icazeti verdi.

Mazhar Cân-ı Canân (k.s.), şeyhi Sünamî’den aldığı tasavvufî terbiyenin kendisine çok fayda sağladığını ve bu sayede mânevî makamların yüceliklerini tecrübe ettiğini belirtmektedir. O, şeyhinin teveccühleriyle bâtın nisbetinde de-rinlik ve genişlik meydana geldiğini ifade eder. Ona göre söz konusu bu durumu keşf yoluyla anlamak ve görmek mümkün değildir. Dahası o, Sünamî’nin teveccühüyle kendisinin tecrübe ettiği tasavvufî makamlarda oluşan kuvveti ve derinliği açıklamanın övünme olacağını söyle-mektedir. Böylece o, şeyhinden çok fazla feyz aldığını vurgulayarak aralarında üst düzey bir yakınlık meydana geldiğini ve bu sayede ondaki bazı mânevî hasletlerin kendisinde zuhur ettiği-ni belirtmektedir.

Mazhar Cân-ı Canân (k.s.), Delhi’de bir tekke kurarak irşad faaliyetlerini sürdürdü. Bu sayede

Mazhar Cân-ı Canân (k.s.)

Hat: Emre ÖZDEMİR

ALTIN SİLSİLE Kadir ÖZKÖSE* H. İbrahim ŞİMŞEK**

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba10 11

Page 8: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

o, Pencap’taki karışıklıkların tekkeyi ve Nakşî-Müceddidî hareketi etkilemesinden kurtar-mış oldu. O, Muharrem 1195/Ocak 11781’de tekkesindeyken büyük ihtimalle Şiî bir grubun saldırısıyla bıçaklanarak şehid edildi. Cenazesi Delhi’de defnedildi.

Mazhar Cân-ı Canân (k.s.), vahdet-i şühûdçu bir sûfîydi. Ancak o, vahdet-i vücudu da reddet-medi. Çünkü ona göre hem vahdet-i vücud hem de vahdet-i şühûd hakikat yolcuğunun makam-larıdır. Bu sebeple o, vahdet-i vücud hakkında reddedici bir tutuma yönelmemiştir. Hakikat konusundaki fikirlerini daha ileri bir düzeye taşı-yarak Hinduların Allah ve âhiret inançları oldu-ğunu, onların dünyayı fânî kabul ettiklerini ve bu hususlarda Müslümanlarla benzer düşünceye sahip olduklarını belirtmektedir. Hatta o, her iki kesim arasındaki ortak özellik arama işini daha ileriye taşıyarak sûfîlerin rabıtasıyla Hindula-rın heykeller önünde yaptıkları meditasyonları birlikte değerlendirerek onların benzerliklerine

de işaret etmektedir. Çünkü ona göre bu kişiler,

heykellerin önünde yaptıkları meditasyonlarla

Allah(c.c.)’a yakınlaşmayı arzu etmektedirler.

Yoksa onlar heykellere tapınma ve ibadet etme

niyeti taşımamaktadır. Mazhar Cân-ı Canân

(k.s.)’ın bu yorumu bir kısım Hindu’nun tasav-

vufa ilgi göstermesini sağlamasına karşın bazı

Müslümanları rahatsız etmiştir.

Mazhar Cân-ı Canân (k.s.)’ın Şiîler hakkındaki

görüşü oldukça serttir. Çünkü ona göre Şiîlerin

pek çoğu sahabîlerin büyüklerini küfürle itham

etmekte ve onları kötü sözlerle anmaktadırlar.

Nitekim onun Şiîlerin taziye ve anma törenle-

rinde yaptıklarını eleştirmesi ve onlara aşağı-

layıcı ifadeler kullanması canına kıymalarına

neden olmuştur.

Dipnot* Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE - ** Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK

1. Bu makale Prof. Dr. Kadir Özköse ve Prof. Dr. H. İbrahim Şimşek’in Nasihat Yayınları’ndan neşredilen Altın Silsileden Altın Halkalar kitabının 363-366. sayfalarından özetlenmiştir.

Eğer hizmet ehli isen atla, gel!Arı gibi ağzındaki tatla gel!

Yolundaki engelleri aşarakMeşakkatli mesâfeyi katla, gel!

Hoş gör kulu Yaradan’dan ötürüMuştucu olduğunu ispatla, gel!

Nasuh tevbesiyle günahtan arın Vesîle olan muhterem zat’la gel!

İster dağ, ister çöl, ister göl, denizİster uçak, tren, ister yat’la gel!

Karayel, poyraz, sam yeliyle değilRuh okşayan meltemle, imbatla gel!

Kerem ile Aslı, Tâhir’le ZühreMecnun’la Leylâ, Şîrin-Ferhad’la gel!

Bülbül gibi terennüm et aşkınıCırcır böceği misâli çatla, gel!

Dâvetine uy Hazret-i Monlâ’nın Koşa koşa, ısrarla, inatla gel!

Bekir OĞUZBAŞARAN

Gel!

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba12 13

Page 9: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Mekke’den Doğanİslâm Güneşi

“İslâm’ın Mekke Dönemi, itikâdî yapılanmanın önemli bir aşamasını teşkil eder. Bütün peygamberler gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) de önceliği tevhîd

çağrısına vermiştir.”

İTİKAT Ramazan ALTINTAŞ*

Kur’an-ı Kerim, levh-i mahfuzdan dünya semâsına topluca, oradan da vâkıalara uygun olarak tedrîcî bir sûrette mîlâdî

610 yılının Ramazan ayının yirmi yedinci gecesi Cebrail (a.s.) vâsıtasıyla Hz. Peygamber (s.a.v.)’e indirilmeye başlanmıştır. Bir dâvânın ortaya çı-kabilmesi için bir kitleye, tabana ve kamuoyu oluşturmaya ihtiyacı vardır. Bu sebeple İslâm’ın ilk yıllarında Rasûlullah (s.a.v.) dâvet vazifesini yüklenen kimselerden bir “çekirdek kadro” oluş-turduktan sonra kitleye açılmada yöntem ola-rak halka modelini tercih etmiştir. Çünkü İslâm bir hayat nizâmı olduğu için mutlaka cemâat olmaya büyük önem verir.

İslâm’ın Yayılışında Gizli Dâvet Dönemi

Bütün peygamberlerin dâvetlerinin ilk mer-halesi, gizli bir yapılanma taşır. Meselâ Kur’an-ı Kerim’de Hz. Nuh (a.s.) diliyle, “Onları gizliden gizliye dâvet ettim.”1 buyrulur. İşte bunun gibi gizli dâvet merhalesi, Peygamberimiz’in Hira Mağarası’nda risâletin kendisine verilmesiyle birlikte başlamış, peygamberlikten üç yıl sonra, “En yakın akrabâlarını uyar.”2 ve, “Emrolundu-ğun şeyi açıkça ortaya koy ve müşriklerden yüz çevir.”3 âyetlerinin inişine kadar devam etmiştir. İslâm’da nitelikli azınlık, niteliksiz çoğunluktan evlâdır. Bu sebeple kadro, bir işin yürütülmesi için özel niteliklere sahip kişilerden meydana getirilen çekirdek topluluk demektir. Bundan do-layı Hz. Peygamber (s.a.v.), Mekke Dönemi’nde nitelikli bir kadro oluşturmaya ağırlık vermiştir. İnsanlığa her yönüyle numûne olacak örnek bir neslin yetişmesine ihtiyaç vardır. İnsanlar, soyut düşüncelerden ziyâde somut örnekliklerin pe-şinden giderler. Mekke’de İslâm’ın ilk günlerine baktığımız zaman Hz. Peygamber (s.a.v.), hemen hemen bütün toplum kesimlerini temsil eden bir kadro ile işe başlamıştır. İslâm’ın ilk çekirde-ğini oluşturan fedakâr şahsiyetler arasında: Hz. Hatice, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, Zeyd b. Hârise gibi zevâtın yer alması bunun en açık örnekleridir. Mekke’de yaşayan Müslüman toplumun ¼’ü ka-dınlardan oluşuyordu. Evli olan gençlerden ço-ğunun eşi de Müslüman oluyordu. Hz. Ömer’in

eniştesi Said ve kız kardeşi gibi. Habeşistan’a hicret eden Müslümanların kâhir ekseriyeti hanımlarıyla birlikte Müslüman olmuşlardı. İş-kence altında şehit düşen Hz. Sümeyye bunlar arasındadır. Gökteki yıldızlar konumunda olan sahâbeler, zor zamanda söz Müslümanlığından ziyâde söz Müslümanlığı ile birlikte harmanla-nan hâl Müslümanlığını görünür kılmışlardır. Onların Müslümanlığının içini; ilim, amel, ihlas, hasbîlik, samimiyet ve güzel ahlâk gibi hasletler doldurmuştur.

İslâm’ın Mekke Dönemi, itikâdî yapılanma-nın önemli bir aşamasını teşkil eder. Bütün peygamberler gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) de önceliği tevhîd çağrısına vermiştir. Mekkî sûre ve âyetlerin muhtevâsında; iman, tevhîd, şirk ve küfür gibi itikatla ilgili konular üzerinde du-rulmuştur. Çünkü itikad, bir binânın su basmanı gibidir. Ameller de onun çatısını oluşturur. Güç-lü bir iman olmadan sıkıntılara göğüs germek zordur. İmandan sonra, namaz gelir. Namaz İslâmî hareketin başıdır, sonu değil. Beş vakit namaz farz kılınmadan önce, Mekke dönemin-de Müslümanlar sabah ve yatsı vakitlerinde ikişer rekât namaz kılarlardı. Ayrıca Rasûlullah kuşluk namazı da kılardı. Bu namazlar bazen Kâbe’de, ama çoğu zaman Mekke vâdîlerinde ve kayaların arasında gizli olarak kılınırdı. Bu durum Hz. Hamza ve Hz. Ömer’in Müslüman oluşuna kadar devam etmiştir. Ayrıca her dö-nemde olduğu gibi özellikle Mekke Dönemi’nde Kur’an’ın okunmasına, anlaşılmasına ve ya-şanmasına büyük önem verilmiştir. Örnek bir Kur’an nesli yetiştirmek için buna ihtiyaç vardır. Allah’ın vahyiyle olan günlük buluşmalar, insa-nı değiştirir. Müzzemmil ve Müddessir Sûreleri okunduğunda dâvetçilerin ne denli Kur’an’la

“Yakın akrabâların İslâm’a dâvet edilmesinden sonra ikinci aşama, uzak akrabâların İslâm’a dâvet edilmesiydi.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba14 15

Page 10: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

içli dışlı olmalarının zarûreti anlaşılacaktır. Her gün Allah’ın âyetlerinden belli bir mikdârı okumak, Müslüman’ın günlük virdi olmalı-dır. Mânevî yönümüzün inkişafı gelişmesi ve mânevî kanallarımızın açılması için buna ihti-yaç vardır. Zira Mekkî sûre ve âyetlerde rûhî ve fikrî arınmaya dayalı mânevî eğitim üzerinde durulmuştur. İnananların imanlarını güçlü tut-maları ve çoşkusal bir İslâm anlayışına sahip olmaları, ancak böyle bir eğitimle sağlanabilir.

Zorlukların üstesinden gelmek ancak böyle bir mâneviyatla aşılabilirdi. Gece Kur’an okumak, Allah’ı tesbîh, namaz ve zikir, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şahsında bütün ümmete tavsiye edil-miştir: “Ey örtünüp bürünen Muhammed! Gece-nin yarısında, istersen biraz sonra, istersen biraz önce bir müddet için kalk ve ağır ağır Kur’an oku. Doğrusu biz, sana, taşıması ağır bir söz vahye-deceğiz. Şüphesiz gece kalkışı daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir. Çünkü gündüz, seni uzun uzun alıkoyacak işler vardır.”4 Bununla birlikte elbette düzenli yapılan sohbetler ilim ve irfan hayatını kuvvetlendirdiği gibi, dâvetçilerin kendilerine olan güvenlerini artırır, azim ve çabalarını daha çok kuvvetlendirir. Bu sebeple Mekke döneminde sahabeden Erkâm b. Erkâm (r.a.)’ın evi, karargâh olarak seçilmişti. Bu evde; hem iman ve ibadetlerin tâlimi yapılmış ve hem de İslâm’ın yayılış stratejisi çizilmiştir. Sağlam bir çekirdek kadro oluşturulduktan sonra dâvet açığa vurulmuştur.

İslâm’ın Yayılışında Merkezden Muhîte Açılma Dönemi

Hz. Peygamber (s.a.v.), üç sene gizli dâvetten sonra, Yüce Allah’ın emriyle dâvet, alenî hale dönüştürüldü. O bunu, iki aşamada gerçekleş-tirdi. İslâm’a dâvet halkasının ilkini aile ve yakın akrabâlar oluşturur. Bir dâvâ adamı sahip oldu-ğu yüz elli metre karelik toprak parçası üzerin-de aile fertlerine söz geçiremezse, milyonlarca kilometre karelik yüz ölçümüne sahip bir toprak parçası üzerinde nasıl söz sahibi olacak? Bu se-beple Mekke’de Hz. Peygamber (s.a.v.)’e: “En ya-kın akrabâlarını uyar.”5 âyetinin inişiyle birlikte İslâm kitleleşmeden kadrolaşmaya adım atmış oldu. Çünkü yakın akrabâ, dış çevre ile irtibatı kolaylaştıran bir dâvet halkasıdır. Bir kimsenin fikrini, zikrini, yaşantı ve alışkanlıklarını yakın akrabâ daha iyi bilir. Onlara karşı inandırıcı ol-mak daha kolaydır. Hz. Peygamber (s.a.v.), Yüce Allah’ın emriyle Hâşim ve Abdülmenâf Oğulları olan akrabâlarından otuz ya da kırk beş kadarını verdiği bir ziyâfetle evinde topladı. Onlara inzâr ve tebşîrde bulundu. ‘Lâ ilâhe illa’llah’ deyin

kurtulun, dedi. Burada Ebû Leheb’in büyük tep-kisiyle karşılaştı. Ama buna rağmen o yılmadı, kitlelere ulaşmaya çalıştı.

Yakın akrabâların İslâm’a dâvet edilmesin-den sonra ikinci aşama, uzak akrabâların İslâm’a dâvet edilmesiydi: “Emrolunduğun şeyi açıkça ortaya koy ve müşriklerden yüz çevir.”6 âyetiyle birlikte artık İslâm ve ilk Müslüman kadro top-luma açılıyordu. Hz. Peygamber (s.a.v.), Kâbe’ye en yakın tepe olan Safâ Tepesi’ne çıkarak: “Ya Sabâhâh!” diye seslendi. Bütün Mekke hal-kı onun akrabâsıydı. Etrâfına toplanan Mekke halkına soy soy, isim isim hitap ederek tebliğ-de bulundu. Artık Rasûlullah’ın çağrısı bütün Mekke evlerinde yankılanıyordu. Gittikçe dâvet halkası genişliyordu. Mekke’de İslâm’ın konu-şulmadığı ev kalmamıştı. Artık sıra, yakın ve uzak akrabâların İslâm’a dâvet edilmesinden sonra kabîlelerin dâvet edilmesine gelmişti. Rasûl-i Ekrem Efendimiz, dâvet çalışmalarında hiçbir ayırım yapmadan herkese ulaşıyordu. Müslüman bulunduğu ortamı ve fırsatları iyi değerlendiren, zamanı ve mekânı İslâm’ın lehi-ne dönüştürme çabasına giren kimsedir. Tarih boyunca Mekke; ekonomik ve dinî merkez olma vasfını korumuştur. Mekke özellikle hac mevsi-minde çeşitli yerlerden gelen Arap kabîleleriyle dolup taşardı. Allah Rasûlü (s.a.v.) bunu fırsata çevirirdi. Hac günlerinde kurulan Ukâz, Mecen-ne ve Zü’l-Mecâz gibi panayırlardan da istifade ederek alenî dâvet emrini yerine getirirdi. Gücü nisbetinde herkese İslâm’ı duyurmaya çalışırdı.

İslâm Alenî Bir Dindir ve Açıkça Temsil Edilmelidir

İslâm, bütün insanlık için gelmiş evrensel bir dindir. Bu din toplumdan koparak ıssız dağ başlarında değil, rasyonel anlamda bir top-lum içinde yaşanacaktır. Mekkî bir sûrede Hz. Peygamber (s.a.v.)’e “hicret” emredilmektedir: “Putperestlerin söylediklerine sabret. Onların yanlarından güzellikle ayrılır.”7 Bu âyette geçen “hicret”; inancınla, ibadetinle, giyim-kuşamınla, aile hayatınla, yeme-içmenle, oturup-kalkman-la, komşuluk ve uluslararası ilişkilerinle farklılaş

demektir. Elbette İslâm’ın görünür kılınmasının artıları ve eksileri olacaktır. İnsanların bir kısmı, görünür Müslümanlık uygulamaları sebebiyle ihtidâ edecek, bir kısmı da inançlarıyla çatışa-cağı için karşıt bir mücâdele başlatacaktır. Nite-kim böyle de oldu. Mekke müşriklerinin baskıları sebebiyle ihtidâ edenler az olurken, Müslüman-lara karşı işkence ve baskı politikası şiddetlen-dirildi. İslâm’ın toplumda taban oluşturmaması için elden gelen yapıldı. Rasûl-i Ekrem’i karala-ma cihetine gidildi. Ona “sihirbaz, kâhin, şâir” gibi etiketler yapıştırıldı. Müşrikler bununla da yetinmedi, âlemlere rahmet olarak gönderi-len elçiyi alaya aldılar, hakâret ettiler, yollarına dikenler döktüler. Hatta Mekke’nin ileri gelen yöneticileri, halkı Müslümanlara karşı kışkırt-tılar: “Yürüyün, tanrılarınıza bağlılıkta direnin. Sizden istenen şüphesiz budur.”8 dediler. Dahası, ayrımcılık yaparak nefret suçu işlediler. Müslü-manları Şîb-i Ebî Tâlib mahallesinde muhasara altına aldılar. Her türlü sosyal, ekonomik ilişkiyi

“İslâm, bütün insanlık için gelmiş evrensel bir dindir. Bu din toplumdan koparak ıssız dağ başlarında değil, rasyonel anlamda bir toplum içinde yaşanacaktır.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba16 17

Page 11: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Beş asırdır cihad meşâlesini,Yakıyor Kanûnî Sultan Süleyman Zigetvar’da gördüm, son gölgesini,Bakıyor Kanûnî Sultan Süleyman...

Sıhhat demiş dünyânın her kahrında,Örselenmiş Viyana’nın zehrinde,Destân olup seferlerin nehrinde,Akıyor Kanûnî Sultan Süleyman...

Belgrad üstünde kelebek gibi,Tuna’da, Sava’da bir çiçek gibi,Kadir gecesinde bir şimşek gibi,Çakıyor Kanûnî Sultan Süleyman...

Estergon’da altın haçın toz hâli,Camiye çevirir Muhteşem eli!Katedralin tepesine hilâli,Takıyor Kanûnî Sultan Süleyman...

Haçlı ordusuna vermiyor ara,İki saat yeter, yüzler kap kara!Mohaç’ta Macar’ı bataklıklara,Döküyor Kanûnî Sultan Süleyman...

Preveze yenik düştü restine,Cerbe’de haçlıyı gömdü postuna!Barbaros’la düşmanların üstüne,Çöküyor Kanûnî Sultan Süleyman...

Zembilli Ali’yle Rodos’u açın,Yahya Efendi’yle dergâha geçin,Zehirli otları, Adalet için,Söküyor Kanûnî Sultan Süleyman...

Süleymaniye der dileklerini,Piri Reis çizer emeklerini!Düşmanın bükülmez bileklerini,Büküyor Kanûnî Sultan Süleyman...

Ebusuud eler söz kumlarını,Sinan’ı bilmeyen, bilmez kârını!Kırk altı yıl sevgi tohumlarını,Ekiyor Kanûnî Sultan Süleyman...

Celil coştu, nasıl sığsın bendine,Dalıp gitmiş Osmanlı’nın fendine,Muhibbî aşk ile bizi kendine,Çekiyor Kanûnî Sultan Süleyman...

Halil GÖKKAYA

Kanûnî-Onuncu Sultan

Dipnot* Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞFaydalanılan Eserler:

Ahmet Önkal, Rasûlullah’ın İslâm’a Dâvet Metodu, Konya, 2016, ss. 157-191.

Münir Muhammed Gadban, Nebevî Hareket Metodu, Çev. Tarık Akarsu, İstanbul, 1998, ss. 27-191.

1. 71/Nûh, 9.2. 26/Şuarâ, 214. 3. 15/Hicr, 94.4. 73/Müzzemmil, 1-7.5. 26/Şuarâ, 214. 6. 15/Hicr, 94. 7. 73/Müzzemmil, 10. 8. 38/Sâd, 6.

kestiler. Müslümanların çocukları açlıktan öldü.

Nihâyetinde bu zulüm üç yıl sürdü. Bütün bunla-

ra rağmen Allah Rasûlü ve inananlar yılmadılar,

aksine, fırsat buldukça var güçleriyle dâvet ça-

lışmalarına devam ettiler.

İslâm’a Dâvete Hâricî Üsler Arama: “Mekke’nin Dışına Açılma”

Hz. Peygamber (s.a.v.), hayatı boyunca ken-

disini himâye eden yakın destek gösteren baş-

ta sevgili eşi Hz. Hatice Vâlidemiz olmak üzere

amcası Ebû Tâlib’in vefatlarıyla birlikte derin bir

üzüntü yaşadı. İslâm tarihinde bu yıla “Hüzün

Yılı” denilir. Ama o, Mekke’de İslâm’ın boğulma

girişimlerine rağmen, yeni üsler aramak ama-

cıyla dışa açıldı. İslâm’da ümitsizlik ve yılgınlık

yoktur. Cenab-ı Hak, bir kapıyı kapatırsa, başka

kapılar açar. Kendi yolunda gayret gösteren kul-

larına yollarını kolaylaştırarak gösterir. İşte Hz.

Peygamber (s.a.v.), hem Mekke’nin sisli ve pus-

lu havasından kurtulmak ve hem de yeni dâvet

üsleri aramak maksadıyla Tâif’e gitti. Orada

ayak takımı tarafından taşlanmasına rağmen,

İslâm’ın halkasına Utbe ve Şeybe b. Rabîa gibi yeni Müslümanlar katıldı. Dirâyetli ve ferâsetli yöneticilerin ana vazifesi, yönetilenleri tehlike-lerden korumaktır. Bundan dolayı yöneticilerin efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.) de şirkin elinin uzanamayacağı, güvenli bir yer arayışı içine girdi. Hem Müslümanları korumak ve hem de İslâm’ı dış dünyaya açmak için ilk hicreti Habeşistan’a yapmalarını sağladı. Oraya gönderdiği Müslü-manlara, orada âdil ve özgürlükten yana görüş-leriyle tanınan bir hükümdar olduğunu söyledi. Çünkü hicret, bir kaçış değil, çevreden merkezi kuşatma hareketiydi. Bu sebeple Habeşistan’a birinci ve ikinci hicret gerçekleşti. Bu hicretten de birçok hayırlar doğdu. İslâm Câfer-i Tayyâr kanalıyla hem Habeşistan’ın üst yönetimine ve hem de gayr-i Müslimlere anlatıldı. Nihâyetinde Kral Necâşî’nin Müslüman olması sağlandı. Ay-rıca Hz. Peygamber (s.a.v.)’in en sıkıntılı günle-rinde gerçekleştirilen İsrâ ve Mi’raç Mu’cizesi, bir tesellî ve dâvâ yolunda bir şevklendirme oldu. Mekke’de Fahr-i Kâinât Efendimiz boş dur-madı. Bir taraftan da yeni bir üs olarak Medîne görülmüştü. Mus’ab b. Umeyr oraya öğretmen olarak gönderildi. Medîne hicrete hazırlanıyor-du. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in her yıl hac mev-siminde Arap kabîlelerine İslâm’ı anlatması Medînelilerin kalbinin de İslâm’a açılmasına se-bep olmuştu. Bu yüzden I. ve II. Akabe Biatları gerçekleşecek ve Medîne’de İslâmî bir ortam meydana gelecekti. Artık İslâm Medîne aşama-sıyla birlikte dış dünyaya açılacak, Medîne’nin barış ortamında İslâm devletleşecek ve bütün bir cihana yayılacaktı.

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba18 19

Page 12: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Kanûnî Sultan Süleyman’ın türbesi, Sü-

leymaniye Külliyesi içinde yer alır.

Kanûnî’nin ölümünden sonra Mimar Si-

nan tarafından inşa ettirilmiştir. Kanûnî Sultan

Süleyman 1566 Zigetvar Savaşı’nda şehit düş-

müş, Sokullu Mehmet Paşa, orduda karışıklık

çıkmaması amacıyla Kanûnî’nin vefatını giz-

lemiştir. Bu bağlamda Kanûnî’nin iç organları

öldüğü yere gömülmüş, cesedi mumyalanarak

İstanbul’a getirilmiştir.

Kanûnî’nin iç organlarının gömülü oluğu

yere, tahta çıkan oğlu II. Selim’in, emri ile Bu-

din Valisi Sokullu Mustafa Paşa tarafından bir

türbe yaptırılmıştır. Sonraki yıllarda IV. Meh-

met bu türbeyi onartmıştır. Osmanlıların

Macaristan’dan çekilmesinden sonra bu türbe

yıktırılmış, türbenin olduğu yere bir kilise inşa

edilmiş, kilisenin adına da “Süleyman’ın kalbinin

gömülü olduğu türbe” anlamına gelen “Turbek”

denmiştir.

Kanûnî Sultan Süleyman’ın Türbesi

KÜLTÜR Mustafa BAŞ

“Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran Hacerü’l-Esved Taşı yer alır.”

Foto: Orhan Dinç

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba20 21

Page 13: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Bugün Macaristan’da, Kanûnî’nin mezarı

olarak bilinen yer, 1994 yılında Zigetvar’ın gi-

rişinde açılan, Türk-Macar Dostluk Parkı’ndaki

temsilî bir mezardır.

Süleymaniye Külliyesi içinde yer alan 1566

tarihli Kanûnî Sultan Süleyman Türbesi, kes-

me taştan sekizgen planlıdır ve köşeleri hafifçe

pahlanmıştır. Gövdenin alt kısmını çepeçevre

saran, geniş saçaklı, sivri kemerli revak uygula-

ması çok farklı olup, daha sonra başka bir yapı-

da uygulanmamıştır. Revak, her cephede renkli

beş sütunla taşınmaktadır ve sütunlar arasına

Bursa kemerli korkuluklar yerleştirilmiştir. Re-

vakın her bir kemer açıklığına denk gelecek

şekilde türbe gövdesine, dikdörtgen çerçeveli,

mermer söveli pencereler açılmış; pencerele-

rin iki renkli sivri kemerli alınlıkları mermer ile

kaplanmıştır.

Türbenin her cephesinde üst sırada yer alan

pencereler, iki renkli mermerlerle örülmüş ge-

niş bir sivri kemer içerisinde üçlü pencere gu-

rupları şeklindedir. Bunlardan ortadaki pence-

reler yanlardakinden daha geniş ve daha yüksek

tutulmuştur. Pencere kemerleri sivri formlu ve

iki renk mermer örgülüdür. Türbenin cephesi,

mukarnaslı bir friz ve palmetli bir tepelik son

bulur. Yapının üst örtüsü, iç içe iki kubbe şeklin-

de olup, kubbesi kasnaksızdır.

Türbenin 5 açıklıklı giriş revakının kemerle-

ri, yandakilere göre daha sivri ve daha yüksek

tutulmuş, kemerler mukarnas başlıklı sütunlar

üzerine oturtulmuştur. Bu bölüm dıştan geniş

bir çatı ile örtülmüştür. Türbe girişinin tam üs-

tünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak

duran Hacerü’l-Esved Taşı yer alır. Kapı kanat-

ları kabartmalı ve fildişi kakmalıdır. Birinde;

“Lailahe illallah” diğerinde ise “Muhammedü’r-

Rasûlullah” yazılıdır. Kapının iki yanında, 16.

yy.’a ait, bitkisel kompozisyonların egemen ol-

duğu çini panolar bulunmaktadır.

Sekizgen planlı türbenin üzerini örten kub-

be, sekiz sütunun taşıdığı geniş pandantifler

üzerine oturtulmuştur. Pandantiflerin yüzeyle-

rine “Allah”, “Muhammed”, “Ebu Bekir”, “Ömer”,

“Osman”, “Ali”, “Hasan”, “Hüseyin” isimleri ya-

zılıdır. Yapının içi, XVI. yüzyılın çinileri, kalem iş-

leri ve ağaç işçiliğinin örnekleri ile bezenmiştir.

Abanoz kapı kanatları sedef ve fildişi kakmalarla

bezenmiş; bunların üzerine kelime-i tevhit ya-

zılmış ve geometrik süslerle de bezenmiştir. İç

mekân duvarları, beyaz zemin üzerine lacivert,

firuze ve kırmızı renklerin ağırlıklı olduğu bitki-

sel kompozisyonlu çinilerle kaplanmıştır. Kubbe

kalem işleriyle tezyin edilmiştir. Türbenin içinde

yer alan abanozdan yapılmış, fildişi kakmalı iki

dolabın ahşap kapakları, devrin en güzel ahşap

işçiliğinin örneklerindendir.

Türbede, Kanûnî Sultan Süleyman, Sultan II.

Süleyman, Sultan II. Ahmet, Mihrimah Sultan,

Saliha Dilaşûp Valide Sultan, Asiye Sultan ve

Rabia Sultan’a ait toplam yedi sanduka bulun-

maktadır.

“Sekizgen planlı türbenin üzerini örten kubbe, sekiz sütunun taşıdığı geniş pandantifler üzerine oturtulmuştur.”

Kaynakça

http://www.degisti.com/index.php/archives/4621. (Erişim Tari-hi: 07.09.2018)

Foto: Cemil ŞAHİN

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba22 23

Page 14: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Tasavvufun ilk dönemlerinde, dinin hü-

kümlerine büyük bir dikkatle riayet eden-

lere “âbid” ve “zâhid” denilmiş; zamanla

ortaya çıkan bidatlere karşı ehl-i sünnet seç-

kinleri her an Allah ile birlikte olma ve gaflet-

ten sakınma gayretleri gütmüşlerdir. Tasavvufî

terbiye, müridin kötü huy ve vasıflarını yok edip

onların yerine iyi hasletler kazanmasını; ceha-

letin yerine ilmin, gafletin yerine zikrin, zulmün

yerine adaletin, nankörlüğün yerine şükrün,

günahın yerine ibadetin geçmesini öncelemiş-

tir. Tasavvufun başı tevfik ve gaflet uykusundan

uyanmak, nefsin alışkanlık ve arzularını bırak-

mak, salih amel işleyen kâmil velilerin izlerini

takip etmektir. Eğer nefsi bu konuda kendisine

itaat edip şerlerden kurtuldu ise bu kez salik

kalbini düzeltmeye çalışır. Ne zaman ki kalp ve

nefis tam yola gelirler, işte o zaman ikisini de

Allah’a teslim eder. Gafletten kurtulmak için

ayetlere, hadislere ve tasavvuf büyüklerinin

nasihatlerine uyar, insan-ı kâmilin sohbetinde

gönlünü olgunlaştırmaya çalışır.1

Ahlâk ve tasavvuf terimi olarak gaflet; “Bir

şeyin gerekliliği ortada iken bunun idrak edile-

memesi, nefsin kendi arzusuna uyması, zama-

nın boş geçirilmesi, yeterince uyanık ve dikkat-

li davranılmadığı için insana arız olan yanılgı

hali” şeklinde tarif edilmiştir. Zâhid ve sûfîler

gaflet konusu üzerinde önemle durmuşlardır.

İbn Ebü’l-Havârî, gafleti “en büyük musibet ve

kasvet” olarak tanımlar. Ona göre en derin uyku

gaflet uykusudur. Gaflet uykusundan uyanma-

yan gönül, gül için ağlayıp sızlamayan bülbül

gibi kıymetini, hakikatini bilemez:

Hâb-ı gafletden uyanmaz nice bir dil olası

Güle zâr eylemeye yâ nice bülbül olası2

Gaflet olmasaydı insan nefsinin arzularına

kul olmazdı. Cüneyd-i Bağdadî, Allah’tan ga-

fil olmanın ateşe girmekten daha zor olduğu-

nu söyler. Ebû Ca’fer Sinan’a göre, bir insanın

işlediği günahtan tövbe etmesi gerektiğinden

gafil olması o günahı işlemesinden daha kötü-

dür. Kalbin gaflet içinde bulunmamasını isteyen

Dârânî’ye göre gafleti kalpten kovmanın tek

yolu Allah korkusudur. İbn Mesrûk ise gafletle

cehalet arasında bir ilgi kurarak cehaletin gaf-

lete yol açtığını söyler. Ebû Bekir eş-Şiblî’nin

gaflete düşmemek için zaman zaman vücudunu

kırbaçladığı rivayet edilir.3

Ehl-i irfan tasavvuftan ve ilahî aşktan nasi-

bini alamayanları gaflet içerisinde gördüklerin-

den onları uyarmak ihtiyacı duymuşlardır. Onun

için Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri

bir beytinde şöyle buyurur:

Yatarsın gaflet içre ey gönül bir gün sana derler

Uyan ey gâfil uyan gör ki vakt-i irtihâl oldu4

Yine Hulûsi Efendi Hazretleri, Hutbeler adlı

eserinde bu hususta şu hatırlatmalarda bulunur:

“Gaflet”Uykusundan Uyanmak

“Yatarsın gaflet içre ey gönül bir gün sana derler Uyan ey gâfil uyan gör ki vakt-i irtihâl oldu”

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)

EDEBİYAT Musa TEKTAŞ

“Ehl-i irfan tasavvuftan ve ilahî aşktan nasibini alamayanları gaflet içerisinde gördüklerinden onları uyarmak ihtiyacı duymuşlardır.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba24 25

Page 15: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Sâlih insanlardan gönüllere huzûr ve ferahlık

aksettiği gibi, gâfil kimselerden de huzursuzluk

ve kasvet akseder. Bu bakımdan gönül erbâbı,

hallerini muhafaza için mümkün olduğu kadar

gâfillerden uzak durmalı; sâlih, mâneviyatlı

kimselerle ülfet etmeli ve onların meclislerinde

bulunmalıdır.

Hz. Dâvûd (a.s.), Cenâb-ı Hakk’a zaman za-

man şöyle ilticâ eder:

“Allah’ım, beni gâfillerin meclisine yönelmiş

görürsen, daha oraya varmadan ayaklarımı kır

ki onların yanına gidemeyeyim. Böyle yapman,

benim için büyük bir lütuf olur.”

Gaflet hâlinin eşyaya bile sirayet ettiğini

gösteren şu olay ne kadar ibretlidir:

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri bir gün, içinde

bir huzursuzluk hâli hisseder ve bir türlü kendi-

sini bu halden kurtaramaz. Meclisinde bulunan-

lara:

- Hele bir bakın, aramızda yabancı biri var

mı, der.

Araştırırlar, kimseyi bulamazlar. Fakat

Bâyezîd-i Bistâmî ısrar eder:

- Hele iyi araştırın! Asâların olduğu yere de

bakın, der.

Tekrar araştırırlar ve gâfil birinin asâsını bu-

lurlar. O asâyı dışarı çıkarırlar; Bâyezîd-i Bistâmî

Hazretleri’nin gönül huzuru da yerine gelir.

Gaflet, Hak ehli için büyük bir felâket sebebi

olup mânevî bir hastalıktır. Allah dostları; gâfil

kimseleri, kurtarılmayı bekleyen birer hasta

olarak telakkî etmişlerdir. Bâyezîd-i Bistâmî

(k.s.) şöyle buyurur:

“İnsana zararı en şiddetli olan şeyin ne ol-

duğunu bilmek istedim. Bunun gaflet olduğunu

anladım. Gafletin insana yaptığı zararı, cehen-

nem ateşi yapmaz. Yâ Rabbî, bizleri gaflet uy-

kusundan uyandır! Lütuf ve kereminle bu duayı

kabul eyle!”9

“Ey Gaflet Uykusunda Uyuyanlar, İyi Biliniz ki Sizi Yaratan Uyumuyor.”

En büyük gaflet, insanın Allah’tan gafil kal-

ması, O’nun emir ve yasaklarından habersiz

olmasıdır. Gafletten daha kötü bir şey yoktur.

Allah’ı unutturan her şey, sahibi için dünya ve

ahirette uğursuzluktur. Nitekim büyük veli Ebû

Abdullah en-Nibâcî (k.s.) şöyle demiştir:

“Allahu Teâlâ’yı unutmak, O’ndan gafil olmak,

cehenneme girmekten daha şiddetli bir haldir.

Allahu Teâlâ’dan başka şeyleri anmak, onlardan

bahsetmek kalpte kasvete, katılığa sebep olur.”

Biri Zünnün-ı Mısrî’yi (k.s.) rüyasında görür

ve:

“Allahu Teâlâ sana nasıl davrandı?” diye so-

rar. Zünnûn şöyle cevaplar:

“Allah beni huzurunda durdurdu ve;

“İnsan garib bir mahlûktur, daldığı gaflet uy-

kusundan uyanması, icab eden yüzlerce mukni,

hakimane hitabeler kulağına mütemadiyen çar-

par durur da insan yine uyanmaz.

Kâinata hayat veren binlerce rahmet çeş-

meleri, ale’d-devam cereyan eder de insan yine

susuzluktan kurtulamaz. Gözleri önünde birçok

hidâyet çırağı parlar durur da insan yine yolu-

nu gaib etmekten halâs olamaz. İşte bu hâle

tarih-i âlem şehâdet etmektedir. İlk babamız

olan Hazret-i Âdem (a.s.)’dan itibaren, insanlara

vakit vakit, birçok Peygamberler gönderilmiştir.

Hâlbuki insanlara doğru yoldan çıkmak, nefis-

lerinin hevasına uyarak pek korkunç vadilere

sapmışlardır.”5

Dünya hayatı, insan ruhunun ebedî hayatın-

da geçici bir aşamadır. Gaybî olan can, maddeye

katıldıktan sonra ona alışır, onunla meşgul olur

ve semavî aslını unutursa bu dünya onun için

bir zindana dönecek, kemali aramaya, yetenek

ve becerilerini sergilemeye mecali kalmayacak-

tır. Şu halde ayaklarından maddî şeylere olan

bağını koparıp, kendini bu kendi yaptığı zin-

dandan kurtarmaktan başka çıkış yolu yoktur.

Mevlâna’nın şiirlerinde yerilen dünya, cismanî

lezzet tuzağına dalmış olmaktan kaynaklanan

gaflettir. Dünyaya kanmak; Allah’tan gafil ol-

maktır. Dünyanın eksikliği, çirkinliği, geçiciliği,

darlığı, kötülüğü, aldatıcılığı; kemal, güzellik,

ebedilik, genişlik, iyilik ve hakikatle karşılaştırıl-

dığında anlaşılır.6

Bu hususla ilgili Üçüncü Murad’ın bir ilahîsini

hatırlamadan geçmeyelim. Padişah 3. Murad

âdeta nefsi ile mücadelesinin macerasını ve Al-

lahu Teâlâ’ya tazarrusunu dile getirdiği şiirine

şu mısralarla başlıyor.

Uyan ey gözlerim gafletten uyan

Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Azrail’in kastı canadır inan

Uyan ey gözlerim gafletten uyan

Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Nefsine uyup nice günah işleyenler; yaptık-

ları ibadetlerden, kıldıkları namazlardan, infak

ettikleri sadakalardan zevk alamamış, ihlâs ko-

kusunu hissedememişlerdir. Gaflet içerisinde

ibadet eden bu kişilerde namazın dönüştürücü

bir tesiri olmadığı için namazı şeklen kılarlar,

ondan zevk almazlar. Günahları da kolaylıkla

işledikleri için Allah, onları namaz zevkinden

mahrum bırakarak cezalandırmaktadır. Böy-

le kişilerin ibadetlerini içi boş cevize benzeten

Mevlâna, cevizlerin çok ama içlerinin boş olduk-

larını söyler. “İçi boş olan ceviz nasıl ki ağaç ola-

mazsa ihlâssız namaz da âhirette altında gölge-

lenecek bir ağaç olmaz.” der.7

Allah’ı Zikretmekten Gâfil Olanlar

İnsan yaratılışı gereği zaman zaman gaflete

düşebilen bir varlıktır. Bu sebeple insanın gaf-

lete düşüp yanılmaması için her zaman ve her

yerde uyanık ve tedbirli olması gerekir. Gaflet

içinde yaşayan insan, sonunda pişmanlık duyar

ve kendisini suçlu bulur. Öyleyse insan, gaflete

düşmemek için, uyanık, tedbirli, iyi ve doğru ol-

malıdır. İnsanın gaflete düşmesini ve bu sebep-

le de yanlış yapmasını önleyebilecek bir başka

yol da kâmil bir mürşid ile istişare etmektir.8

Gafletten kurtulmanın tek çaresi, Allahu

Teâlâ’yı gönülden anmaktır. Bu sayede kalb,

gafletten uyanır ve iman nûru ile dolar. Allah’ı

zikretmekten gâfil olanlara ise şeytan musallat

olur.

Kalbî huzurun muhafazası için, gâfil ve

fâsıklarla ünsiyetten şiddetle sakınmalıdır.

“Allahu Teâlâ’yı unutmak, O’ndan gafil olmak, cehenneme girmekten daha şiddetli bir haldir.”

“İnsanın gaflete düşüp yanılmaması için her zaman ve her yerde uyanık ve tedbirli olması gerekir.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba26 27

Page 16: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

leyse, içinizde ölüm için gerekli hazırlığı yapan

ayağa kalksın.’ dense kimse ayağa kalkmaz. Bu

hal büyük bir gaflettir, bundan kurtulmaya ça-

lışmalıdır.”

Hulûsi Efendi Hazretleri; gaflet ateşi bu dün-

yada insanı yakarsa, ömrünün geçtiğini bilmez

de bekâ âleminde cehennem ateşine maruz

kalacağını ifade der. Aynı zamanda aldanan

insanın, yaslandığı, gururlandığı geçici dünya

varlığının bir gün son bulacağını şu mısralarda

hatırlatır:

Ey gaflet oduna yanan

Gâfil ömür geçdi gider

Bu yokluğu bâkî sanan

Gâfil ömür geçdi gider

Aldanıp vara yandığın

Mağrûr olup dayandığın

Bâkî kalacak sandığın

Gâfil ömür geçdi gider11

Her ne kadar dünya, insanı meşgul etse ve

ölümü bize unuttursa da bizim ölümden asla

gafil olmamamız gerekir. Çünkü insanlar, sa-

dece bu dünya için yaratılmamışlardır. Yaratı-

lışlarının asıl gayesi, kendisinden sonra fena ve

ölümün bulunmadığı, bâki olan ahiret yurduna

hazırlanmaktır.

Mevlânâ, ölümü anlatırken onu güz mevsi-

mine benzetir. Nasıl güz mevsiminde bütün bit-

kiler tazeliklerini ve güzelliklerini kaybederse,

ölümle birlikte insan da solar ve canını teslim

eder. İnsanın ölüm esnasında aklı başına gelir,

olayları ve gerçekleri fark eder ama iş işten

geçmiştir. O zamana dek ölüm kendini hissettir-

mek için her şeyi yapmıştır. Ama insan gafletin-

den dolayı bî haber kalmıştır.12

Hulûsi Efendi Hazretleri gönlü uyanık olma-

ya çağırarak, bu fani dünyadan ebedî âleme se-

fer edeceğini hatırlamamanın gaflet olduğunu

beyan buyurur:

Eyâ gâfil gönül dâim yatarsın hâb-ı gaflette

Bu vîrânhâneden hâtırına nâgâh sefer gelmez13

İnsanlar genelde ölümle hiç beklemedikleri

bir anda, hiç beklemedikleri bir yerde karşıla-

şırlar. Gerçekten, kişinin nefsini ölülerden sa-

yıp kendisini mezarlardaki insanlar arasında

görmesi gerekir. Çünkü gelmekte olan her şey

yakındır; uzakta olan ise hiç gelmeyecek olan-

dır. Bir şeye hazırlanmanın en kolay şekli, onu

kalben devamlı anmak ve ondan gafil olma-

maktır. İrtihal vakti gelip çatmadan, can boğaza

düğümlenmeden gafletten uyanıp, ârif olmak

gerekir. Uyanık bir gönül sahibi olmak gerekir.

Yazımızı Hulûsi Efendi Hazretleri’nin kelamıyla

bağlayalım:

“Bir gönül ki mânâ nurundan, mâneviyat

ziyasından aydın değildir. Ona gönül deme, o

taştır, demirdir. Bu gönül gaflet üzerinden pas

tutmuş olur, Öyle bir gönülden taşlar, demirler

bile utanır. Hâsılı insana gaflet yakışmaz, artık

uyanmalı, artık güzel amellerde bulunmaya ça-

lışmalıdır. Gayret bizden tevfik Allah’tandır!”14

‘Ey iddiacı, ey yalancı! Beni sevdiğini iddia et-

tin, sonra benden gafil oldun!’ dedi.”

Arifler de bu vb. uyarıları dikkate alarak gaf-

letten uzak kalmanın gayreti içinde olmuşlar,

her anını Allah’ı zikretmekle geçirmişlerdir.

Hulûsi Efendi (k.s.) bu gönül zikrini şöyle dillen-

dirir:

Dilde dem-i feryâdımız

Her lahza cânda yâdımız

Sensin gamımız şâdımız

Evrâdımız ezkârımız10

Bilâl b. Sad (r.a.) şöyle der: “İnsanlar acaba

cehennem azabına inanmıyorlar mı? İnanıyor-

larsa niye hazırlanmıyorlar? Bu nasıl gaflettir?”

Ahmed Yesevî (k.s.) şöyle diyordu: “Ey gaflet

uykusunda uyuyanlar, iyi biliniz ki sizi yaratan

uyumuyor.”

Şeyh Sadi Şirazî şöyle der:

“İş görmeden ücret istemek ne mümkün!

Gaflet uykusuna yatanları kendi hallerine bırak-

ma ki yarın yaptıklarından pişman olmasınlar.

Onlar, tandır kızgın ateşteyken ekmeklerini pi-

şiremeyenlere benzerler. Ekinler harman vak-

ti ürün verir. İş, işten geçtikten sonra çürüyen

ekinlerin kime, ne faydası olur! İşte gaflette bu-

lunup gevşeklik gösterenler, çürüyen bu ekinler

gibidir.”

Şâh-ı Nakşbend Hazretleri çoğu zaman ye-

mek pişirme ve sofra hizmetinde bizzat çalışır,

yemek yerken uyanık olmak ve kalp huzurunu

sağlayabilmek için dervişlere devamlı tavsiye-

lerde bulunur.

Müridleriyle birlikte yemek yediğinde, on-

lardan biri bir lokmayı ağzına gafletle götürse,

derhâl onu yumuşak bir lisanla ikaz eder ve bir

lokmayı bile gafletle yemelerine gönlü râzı ol-

maz. Şayet bir yemek öfkeyle, gönülsüz olarak

ve zorla pişirilmişse, onu yemediği gibi talebe-

lerinden birinin yemesine de râzı olmaz:

“Bu yemekte zulümât (karanlıklar) var, bizim

ondan yememiz münâsip değildir!” buyurur.

Bir gün, Gadîvet bölgesine giderler. Bir der-

viş önlerine yemek getirir. Hâce Hazretleri:

“Bizim bu yemeği yememiz münâsip değil-

dir. Çünkü o, öfke ile pişirilmiştir. Unu elekten

geçiren, hamuru yoğuran ve pişiren kişi öfkeliy-

miş!” buyurur.

Eğer bir kepçeyi öfkeyle ve gönülsüz olarak

bir çömleğe soksalar, Nakşbend Hazretleri o ye-

meği de yemez, şöyle buyurur:

“Öfke, gaflet, gönülsüzlük ve zorla yapılan

bir işte hayır ve bereket yoktur. Zira o işe nefsin

hevâsı ve şeytan karışmıştır.”

Ölümden Gafil Olmak

Süfyân-ı Sevrî (k.s) şöyle diyor:

“Büyük bir kalabalık bir yere toplansa ve iç-

lerinden biri, ‘İçinizden akşama kadar kim ya-

şayacak, bilsin.’ dese, kimse bilemez, işin şaşı-

lacak tarafı şurasıdır ki eğer o kimselere, ‘Öy-

Dipnot

1. Ebu Abdurrahman Sülemi, Sülemi’nin Risaleleri ( Tasavvu-fun Ana İlkeleri),Çev. Süleyman Ateş, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1981, s. 7.

2. Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, (Haz. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz), Nasihat Yayınları, Anka-ra, 2013, s. 412.

3. Süleyman Uludağ, “Gaflet” Mad., - TDV İslâm Ansiklopedi-si, Cilt: 13; Sayfa: 284

4. Ateş, Divan, s. 293.5. Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş, Şeyh Hamid-i Veli Minbe-

rinden Hutbler, (Haz. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz), Nasihat Yayınları, Ankara, 2013, s. 27.

6. ”Rahman Moshtagh Mehr, Mevlânâ’ya Göre Varlık ve İnsan Hayatı Kavramı II, (Çev. Kadir Turgut), İ.Ü. Şarkiyat Mecmuası Sayı 20 (2012-1) 173-195, s. 173

7. Mevlana, Mesnevi, Cilt: II:, s.3365-97.8. Mehmet Akgün, “Kutadgu Bilig’te İnsan ve Kamil İnsan”,

Paü. Eğitim Fak. Dergisi. 1997, Sayı:3, s.59. Evliyâlar Ansiklopedisi, c.3, s.386. 10. Ateş, Divan, s. 102.11. Ateş, Divan, s. 72.12. Mevlânâ, Celâleddin Rûmî, Mesnevî, (Ter. Veled İzbudak),

MEB Yay, İstanbul 1995, C.I, s. 64.13. Ateş, Divan, s. 106.14. Ateş, Hutbeler, s. 285.

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba28 29

Page 17: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Y avuz Sultan Selim’in kısa süren saltana-

tından sonra Osmanlı Devleti’nin başına

geçen oğlu Kanûnî Sultan Süleyman da

babası ve dedeleri gibi tasavvufa meyilli bir padi-

şahtı. Hatta o tasavvufa meyli bakımından selef-

lerinden daha özellikli bir konuma sahipti. O biz-

zat kendisini, “Bende-i Hudâ, Süleymân-ı bî-riyâ”

diye vasıflandırmakta ve aşk yolundan haberdar

olduğu için Allah’a şükretmektedir.1 Kanûnî Sul-

tan Süleyman yaşadığı mânevî aşk duygusunu

şiirlerinde şu şekilde dile getirmiştir:

Ger muhabbet sırrını sorsan bana şerh eyleyem

Hamdülillah kim tarîk-i aşkdan âgâhıyam.

Cennete kılmaz heves ol hûr u gılmân istemez

Âşık-ı sâdık olan dîdârun eyler ârzû.

Eyledüm ızhâr aşkun gerçi ben Mansûr-vâr

Dostum zülfünden özge bu gönül dâr istemez.

Sırr-ı aşkı âşikâr etdim ser-i zülfin görüp

Aşk Mansûr’u olup geldim benim dâr isteyen.

Padişah şemâillerinin yazıldığı ‘Kıyâfet-i

İnsâniyye’ kayıtlarında Kanûnî Sultan

Süleyman’dan “mütevâzı, derviş ruhlu, aktâb

derecesinde bir sultan” gibi ifadeler kullanıl-

makta, gayb erenleriyle arkadaş olduğundan

söz edilmektedir.2 Kanûnî’nin derviş ruhluluğu

ve mütevâzı kişiliği şiirlerinde açıkça görülmek-

tedir:

Zâhirâ baksan eğerçi berr ü bahrun şâhıyamBir ulu dergâhun ammâ ben gubâr-ı râhıyâm

Fahr-ı âlem bakmadı dünyâya fakr itdi kabûlOl mübârek cismine bak gör ki şâl üstündedür.

Kim ki dünyâda müsâhip oldu ehl-i hâl ile Atlas u dîbâyı bir görmek gerek ol şâl ile.

Ey Muhibbî sen sen ol bakma sakın âyîneye

Yüz karasın göresin korkum bu ola rû-be-rû.

Kendisi hakkında “Zâhirde ve bâtında anın

hükmü revândır.” tanımlaması kullanılmış,

Abdülvahhâb-ı Şa’rânî ona, “Kutbü’z-zâhir” un-

vanını, Nakşbendiyye ricâlinden Abdurrahman

Gubârî (ö.974/1566-67) ise, “Mazhar-ı envâr-ı

sultan-ı rusül” gibi dinî ve tasavvufî açıdan çok

önemli bir vasfı lâyık görmüştür.

Tasavvufa yatkın, derviş ruhlu bir şahsiyete

sahip olan Kanûnî’nin muhtelif tarîkat şeyhle-

rinin telkin ettiği evrâd u ezkârı uygulayarak

mânevî dereceler elde etmeye çalıştığı anla-

şılmaktadır. Kaynakların verdiği bu bilgileri,

padişahın gönül dünyasını yansıtan şiirleri de

teyit etmektedir. Nitekim o, bazı şiirlerinde ne-

fis mücâdelesinden, benliğinden soyulmaktan,

gözyaşı dökerek istiğfâr ve tevhîd zikrine de-

vamdan söz etmektedir:

Bilmedim ahvâlimi ne hal üstündedirŞol kadar bildim ki nefs ile cidâl üstündedir

Giydim ihrâmı harîm-i kûyına vardum bugünYerk edip varlık libâsın külli uryân olmışâm

Giceler tâ subha dek ney gibi efgân eylerüzBu ümîde ne getirir görelüm takdîrümüz

Günâhın an Muhibbî eyle zârîOla ki cürmünü afv ide Rahmân

Giceler tevhîdi elden koma her dem zâkir olRûz-i mahşer derdine oldur devâ eden hemîn

Zikr u tevhîd ile gel kalbini mesrûr eyle

Kalmasın dilde keder zulmetini dûr eyle.3

SÛFİ PERSPEKTİF Kadir ÖZKÖSE*

“Tasavvufa yatkın, derviş ruhlu bir şahsiyete sahip olan Kanûnî’nin muhtelif tarîkat şeyhlerinin telkin ettiği evrâd u ezkârı uygulayarak mânevî dereceler elde etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır.”

Kanûnî Sultan Süleyman’ın

Sûfî Zümrelerle İrtibatı

“Padişah şemâillerinin yazıldığı ‘Kıyâfet-i İnsâniyye’ kayıtlarında Kanûnî Sultan Süleyman’dan ‘mütevâzı, derviş ruhlu, aktâb derecesinde bir sultan’

gibi ifadeler kullanılmakta, gayb erenleriyle arkadaş olduğundan söz edilmektedir.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba30 31

Page 18: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Büyük bir devlet adamı olan Kanûnî Sultan

Süleyman aynı zamanda ünlü bir şairdi. Meşhur

şiirlerinden birisi şudur:

Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi,

Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi.

Saltanat dedikleri bir cihân kavgâsıdır,

Olmaya baht ü saâdet dünyâda vahdet gibi.

Kanûnî Sultan Süleyman ömrü boyunca

meşâyıha hürmette kusur etmemiş, şeyhle-

re ait hâtıralara saygı duymuş; Hak dostlarına

yakın olmayı tercih etmiştir. Bu özelliğinin bir

göstergesi olarak Geyikli Baba’nın türbe ve

zâviyesini ziyâreti sırasında, ona ait kılıcın üçte

birini kırdırarak bu parçayı saray hazînesinde

Hz. Peygamber (s.a.v.)’le halîfelerinin ve onların

büyük serdarlarının silahları yanına koydurmuş-

tur. Tarîkat şeyhlerine olan ilgisine dikkat çeken

Atâî onun hakkında; “Kanûnî Sultan Süleyman

hâtır-nüvâz-ı âyân-ı tarîkat ü hakîkat (tarîkat ve

hakikat erbâbının gönlünü hoş eden), padişah-ı

âlî-himmet idi.” tanımlamasında bulunmakta-

dır.4

Bizzat kendi ifadesiyle Kanûnî Sultan Süley-

man yüzden fazla şeyhle görüşmüş, Mevleviyye,

Nakşbendiyye, Halvetiyye ve Bayramiyye’den

zikir almıştır. Kanûnî Sultan Süleyman döne-

minde tarîkatlara ve şeyhlere önceki dönem-

lere nazaran daha fazla imkânlar sağlamıştır.

Şeyhlere berât verilmiş, şeyhlerin adına tekke-

ler kurulmuş, meşâyıha vakıf tahsis edilmiş ve

meşâyıh vergiden muaf tutulmuştur. Bu dönem-

de bir kısım şeyhlere maaş bağlanmış, genel-

de ulemâya verilen kimi görevler bu dönemde

şeyhlere de verilmeye başlanmıştır. Kanûnî Sul-

tan Süleyman döneminde şer’î ölçülere riâyet

eden Sünnî tarîkatlar devlet desteğini elde et-

miş, hızla gelişip yayılma fırsatı edinmiştir.5

Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin türbesini

ziyâreti esnasında sandukasının saçaklarını

öpen Kanûnî Sultan Süleyman, ziyâretten son-

ra Mesnevî-i Şerîf okumuş, semâ eden derviş-

lerin meclisine iştirâk etmiş ve hayatı boyunca

Mevlevî zümrelere yakınlık göstermiştir. 1539-

1542 yılları arasında Şeyhülislâmlık görevini

yürüten Şeyhülislâm Çivizâde Muhyiddin Meh-

med Efendi, Mevlânâ’nın kâfir olduğuna dair bir

fetvâ yazıp kendisine gönderdiğinde, bu fetvaya

çok üzülmüş ve:

Âşığa ta’n eylemezdi müftî-i bisyâr-fen,

Fenn-i sırr-ı aşktan bilseydi bir mikdâr fen,

Şeyhulislâmım diyen, bir tıfl-ı ebcedhân olur,

Mekteb-i aşkında ol yâr, edicek izhâr-fen.

dörtlüğünü yazarak Çivizâde’yi tenkit etmiş,

daha sonra da onu şeyhülislâmlıktan azletmiştir.

Kanûnî’nin Mevleviyye yanında irtibat içeri-

sinde olduğu ikinci önemli tarîkat Nakşbendiyye

idi. Babası Yavuz Sultan Selim’in çok güvenip

sevdiği hocası Nakşbendiyye’den Halim Çelebi

(ö. 922/1516), aynı zamanda Kanûnî’nin eğiti-

mini de üstlenmiştir. Nakşî şeyhlerinden Şeyh

Mahdûmî’den zikir telkini almıştır. Nakşbendiy-

ye ricâliyle gençliğinde başlayan ilişkisini, tahta

geçtikten sonra da devam ettirmiştir. İlk seferi

olan Belgrad seferi sırasında (927/1521) aske-

rin mâneviyâtını yükseltmede çok mühim yardı-

mını gördüğü, Nakşbendiyye’den Yorgancı Emir

Efendi’ye (ö.977/1569) sefer sonrası günlük

50 akçe maaş bağlamak istediğinde şeyh bunu

reddetmiştir.6 Kendisini sık sık saraya davet

ederek tesirli sohbetlerinden saray erkânının

da istifade etmesini sağlamıştır. Yorgancı Emir

Efendi doğru bildiğini söylemekten çekinme-

yen bir karaktere sahipti. Etkili konuşmalarıyla

dinleyenlerin kalbini âdetâ muma çevirirdi. Bu

özelliğinden dolayı Kanûnî Sultan Süleyman

kendisine ayrı bir önem verirdi.

Kanûnî Sultan Süleyman’ın hürmet edip

irtibat kurduğu bir diğer şeyh, Bayramiyye

meşâyıhınden Mehmed Üftâde (ö.988/1580)

olmuştur. Menkabeye göre Şeyh Üftade bir ara

üç dört dervişiyle birlikte padişahı ziyâret etmiş,

sohbet sırasında Kanûnî, şeyhın Bursa’daki tek-

kesi için birkaç köy vakfetmek istediğini belirtip

kendisinin de oğulluğa (müridlik) kabul edilme-

sini istemiştir. Şeyh Üftade de vakıfları nazikçe

reddetmiş, ancak padişahın oğulluk talebini ka-

bul etmiştir.7

Kanûnî’nin irtibat kurduğu bir diğer Bayra-

miyye şeyhi, Bayramiyye-yi Melâmiyye’den Ali

Alâaddin Aksarayî’dir (ö. 944/1537-38). Birinci

İran Seferi’ne giderken Konya’da ziyâret eden

Kanûnî, Ali Aksarayî’yi dönüşte de ziyâret et-

miş, kendisine emlak ve tarlalar vermek iste-

diğini söylemiş, fakat Aksarâyî bu bağışları ka-

bul etmemiştir. Benzer bir şekilde üçüncü İran

Seferi’ne (1553-55) hazırlanırken, 1000 altın

gönderip sefere katılmasını istediği Amasyalı

Şeyh Nuh (ö. 977/1569), “Bu parayı tâlibi olan-

lara versinler. Maksat duâ ise, biz vazifemizi bi-

liriz.” diyerek padişahın ihsanına karşı müstağnî

davranmıştır.8

Bayramiyye meşâyıhınden Bahâeddinzâde

(ö.952/1545), Kanûnî’nin sadrazamı İbrahim

Paşa zamanında yapılan bazı yanlış işleri ko-

nuşmuş, rahatsızlığını dile getirmiştir. Sevenleri

şeyhi doğruları doğrudan ve net bir şekilde ko-

nuşmasının başına iş açacağından, sadrazamın

kendisine zarar vermesinden korkmaya başla-

mıştı. Sevenlerinin bu korkularına karşılık Şeyh

Bahâeddinzâde şu sözleriyle âdetâ sadrazama

meydan okumuştur: “Gerçekleri açıklıyorum

diye bana nasıl bir cezâ verecek? Öldürecek

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba32 33

Page 19: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

olsa, bu bizim için şehâdet rütbesine ermektir.

Hapsedecek olsa, bu yolumuz olan uzlet ve hal-

vettir. Sürgüne gönderse, bu da hicrettir. Her üç

halde de Allah’tan sevap umarım.”9

Kanûnî Sultan Süleyman, padişahlığının ilk

yıllarında bazı iç isyanlarla uğraştı. Mısır’ın fet-

hinden sonra Yavuz Sultan Selim’in Şam Valisi

olarak atadığı Canbirdi Gazeli’nin çıkardığı isyan

bunlardan ilkidir. Amacı Memlük devletini yeni-

den kurmak olan Canbirdi Gazeli, 1521 yılının

Ocak ayında Dulkadiroğullarından Şehsuvaroğ-

lu Ali Bey komutasındaki Osmanlı kuvvetleri ta-

rafından bozguna uğratılarak yakalandı ve idam

edildi.

Kanûnî Sultan Süleyman, sonraki yıllarda

yine Mısır’da sadrazamlık hakkının kendisin-

de olması gerektiğini savunan Ahmet Paşa,

Anadolu’da Safevîlerin desteğiyle ortaya çıkan

Kalender Çelebi ve vergi sistemini bahane ede-

rek ayaklanan Baba Zünnûn (1527) isyanlarıyla

uğraştı. Çıkan bütün bu isyanlar Osmanlı kuv-

vetleri tarafından başarıyla bastırıldı.

Safevî Hânedânı’nın Şîîliğe dayalı anlayış ve

propagandaları, II. Bâyezîd ve Yavuz dönemle-

rinde olduğu gibi, Kanûnî devrinde de zaman

zaman devam etti. Muhtelif zamanlarda İran ile

yaptığı değişik çatışmalar neticesinde, Şîîliğe

karşı dikkatli siyaset izleyen Kanûnî de, selef-

lerinin yaptığı gibi, Şîî akâidi ile mücâdele için,

tarîkat erbâbını bu yola tevcih etmeye ayrı bir

önem vermiştir. “Şer’î esaslara aykırı tarîkat

anlayışını sapıklık”10 telakkî eden ve bulundukla-

rı her yerde Şîî akîdesine karşı olan ve Sünnîliği

ile temâyüz eden Nakşbendîler ile diğer Sünnî

tarîkat sâliklerini himâye ederek Anadolu’nun

vahdetini temine gayret sarfetmiştir.11

Bâtinî ve Şîî faaliyetlerine karşı Nakşbendiy-

ye meşâyıhından istifâde etmek isteyen Kanûnî

Sultan Süleyman, Kalenderîleri tenkilden sonra,

Seydi Gâzî Zâviyesi’ne, Nakşî şeyhlerinden Şeyh

Enverî (ö.973/1565)’yi tayin etmekle, bu fikri

gerçekleştirmeye çalışmıştır.12

Sultan Süleyman zamanında, Hacı Bektaş

neslinden geldiğini iddia eden bir Kalenderînin,

etrafına topladığı dervişlerle kıyâm etmesi,

devletin başına bir gâile açmış ve isyan İbrahim

Paşa tarafından bastırılabilmiştir.13

Düşürme bizleri elden ayağaÎmansız, Kur’an’sız, yaşatma yâ Rabb! Âzâ noksanlığı verme bizlereÎmansız, Kur’an’sız, yaşatma yâ Rabb!

İyilikte yarış, geride kalmaSakın gönül kuşun yâd ele salmaCanımı almadan aklımı almaÎmansız, Kur’an’sız, yaşatma yâ Rabb!

Islah eyle, düşman olan nefsimiBoş geçirme gençlik denen mevsimiİslâm’dan ayırma n’olur neslimiÎmansız, Kur’an’sız, yaşatma yâ Rabb!

Yük ağırdır, taşıyamaz dizleriKalpten yüze vurmuş günah izleriSen affedicisin affet bizleri Îmansız, Kur’an’sız, yaşatma yâ Rabb!

Dilinden düşürme unutma O’nuİnşallah hayrolur Kara’nın sonuAcıtma alırken bedenden canıÎmansız, Kur’an’sız, yaşatma yâ Rabb..!

Hanifi KARA

Yâ Rabb!

* Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE

1. Reşat Nuri Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, İz Yayıncılık, İstanbul, s. 263.

2. Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 263.3. Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 250-255.4. Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 263.5. Tabakoğlu, (2016), Nureddinzade, s. 31-32.6. Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 242.7. Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 243, 254.8. Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 242.9. Öngören, (2000), Osmanlılarda Tasavvuf, s. 243-244.10. İmam-ı Rabbani, (1986), Mektubat, I/136.11. Kufralı, (1949), “Molla İlâhî ve Kendisinden Sonraki Nakş-

bendiyye Muhiti”, III/145.12. Kufralı, (1949), “Molla İlâhî”, III/145;Gündüz, (1983), Os-

manlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri, s. 65.13. Gündüz, (1983), Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetle-

ri, s. 65.

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba34 35

Page 20: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

En sevdiğimiz arkadaşımızın kim olduğunu

zihnimize getirelim. Sonra önümüze bir

kağıt alalım ve onun ne kadar eksiği, ku-

suru, yanlışı, sevilmeyen yönleri varsa, hepsini

tek tek tesbit etmeye çalışıp yazmaya koyula-

lım. Yaza yaza sayfanın bir yüzünü kısa sürede

doldururuz. Bir de bakmışız ki, arka sayfadan

devam ediyoruz. Aramızın pekiyi olmadığı bir

insan için benzeri bir işi yapacak olsak, herhal-

de birkaç kâğıt gerekir. Lakin göz ardı ettiğimiz

bir husus var. O da şudur: Hatâlarını kağıda

döktüğümüz yakın arkadaşımızdan bizim yaptı-

ğımız şey istenecek olsa, yani ona bizim kusur-

larımızı bir kağıda dökmesi istense acaba sonuç

ne olurdu? Kağıt yine arkalı önlü dolardı değil

mi? Belki de doldurmak için ikinci bir kağıda

bile ihtiyaç duyardı. Zaten biz bile vicdanımız-

la baş başa kalsak ve kusurlarımızı sıralamaya

çalışsak, yazdıklarımız arkadaşımızın bize dair

yazdıklarından az olmaz tam tersine fazla olur.

Demek oluyor ki, bir insanı ne kadar seversek

sevelim veya biz birileri tarafından ne kadar çok

sevilirsek sevilelim, bunlar göz önüne getirilme-

ye çalışıldığında görülecektir ki, hepimizin pek

çok kusuru var. Velhasıl, hatâ aradıktan sonra,

herkese takılacak birkaç kulp bulmak ve bazı

yönleri nedeniyle suçlamak hiç zor değildir. İn-

san yeter ki kusur aramaya koyulsun… Hâlbuki

hatâdan masûn, yani korunmuş olan sadece

Allah’tır Allah.

Başkalarının kusurlarıyla meşgul olmanın

çeşitli sebepleri vardır. Ancak en önemlisi kişi-

nin kendi hatâlarına gözlerini kapaması, nefsi-

ni âdetâ kusursuz görmesi, başka bir ifadeyle

kibrinin kurbanı olmasıdır. Çünkü etrafındaki-

lerin yapıp ettiklerinde kusur aramak, burun

kıvırmak, sürekli olumsuzluklara odaklanmak,

kendisini olgun ve hatâsız bir insan görmenin,

daha doğrusu nefsinde var olduğunu bildiği

kusurları görmezlikten gelmesinin, başka bir

ifadeyle kendisini putlaştırmasının sonucudur.

Böylesi güven vermeyen, gözleri fıldır fıldır olan

ve şeytânî bir bakışa sahip olan bir insan için

civarındaki herkes kusurludur, yaptıkları işlerin

hiçbiri doğru düzgün değildir, bir tek kendisi

hatâsızdır. Dünyanın merkezinde âdetâ o vardır.

Doğruluğun ve yanlışlığın ölçütü kendisidir. Tam

anlamıyla iblise ait bir vasıf! Zira iblis, Allah’tan

affını dilemek yerine, diklenmeyi sürdürerek

huzurdan kovuldu ve başkalarıyla uğraşmaya

başladı. Onun yolunu takip edenin varacağı son

nokta da haliyle hayırlı olmayacaktır. Böylesi bir

insanda gerçekten de âhiret korkusu olduğunu

söylemek mümkün değildir. Burada bahsettiği-

miz durumu özellikle dünyalık elde etmiş bazı

zenginlerde, hak etmeden bazı makamlara gel-

miş kişilerde görmemiz mümkündür.

Kibir yanında, başkalarıyla uğraşmanın te-

mel sebeplerinden birisi de hasettir. Çekeme-

yen kişi etrafındakilerin başarılarından ve mut-

luluklarından keyif almaz. Onların ayaklarının

sürçerek tökezlemelerinden haz alır. Çevresinde

küçültmek için de diğerlerinin eksiklerini sürekli

diline dolar. Amacı çevresindekilerin kazandığı

itibarı törpülemektir. Bunu başarabildiği takdir-

de, kendisi bir faydasını görmeyecektir, ancak

kötülediği kimselerin küçük düşmesinden büyük

keyif alacaktır. Nitekim kitaplarımızda hasede

dair şöyle bir kıssa anlatılır ve çekemeyen kim-

senin durumunu çok güzel yansıtır:

Allahu Teâlâ’nın görevlendirdiği bir melek

bir adama gözükmüş. Ona bir kereliğine isteme

hakkı olduğunu, ancak her ne isterse iki katının

komşusu için geçerli olacağını söylemiş. Adam

“Başkalarının kusurlarıyla meşgul olmanın çeşitli sebepleri vardır. Ancak en önemlisi kişinin kendi hatâlarına gözlerini kapaması, nefsini âdetâ kusursuz

görmesi, başka bir ifadeyle kibrinin kurbanı olmasıdır.”

Önce Kendimizi Düzeltmek

KÜLTÜR Enbiya YILDIRIM*

“Kibir yanında, başkalarıyla uğraşmanın temel sebeplerinden birisi de hasettir. Çekemeyen kişi etrafındakilerin başarılarından ve mutluluklarından keyif almaz.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba36 37

Page 21: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

larını takip etmekten nefsini kurtaramaz. Bazen

pişmanlıklar içine düşerek, nefsini ıslah etme-

ye gayret etse bile, bir müddet sonra eski hale

dönüverir. İstikrarlı bir duruş sergileyemez. Hz.

Peygamber’in buyruğu bunu ne güzel ifade et-

mektedir: “Cennet zorluklarla, cehennem ise

nefsânî arzularla çevrilmiştir.”1

Böylesi bir insanın temel sorunu tevbeyi ve

pişmanlığı kalbine hâkim kılamamasıdır. Oysa

kat etmesi gereken büyük bir yol vardır. Sürekli

ileri gitmesi gerekmektedir. Bu sebeple, yürü-

yüşünü kemâlâta doğru devam ettirmek yerine

birileriyle meşgul olarak geldiği yerde sayması

veya geri geri gitmesi mâkûl bir davranış de-

ğildir.

Hepimizin gördüğü üzere, günümüz Müslü-

manlarının en büyük sorunu, kendi günahlarına

ağlayarak hayatlarına çeki düzen veremeyişler-

dir. Belki de bunu başarmanın tek yolu, ruhlarını

doğru bir istikâmet üzerinde tutacak olan iyi or-

tamlarda bulunmalarıdır. Yoksa sabahtan akşa-

ma kadar haramlara bakarak, televizyonlarda

her türlü menfi görüntüleri seyrederek, etrafta

bir tek doğru söz konuşulmaksızın akşamı ede-

rek kalbi düzeltmek ve bütün bu hengâme içinde

sadece kendine yönelmek oldukça zordur. Çün-

kü yoğun bombardıman altında insanın nefsine

sahip olması, halini düzeltmesi tam anlamıyla

bir yiğitlik ister. Oysa insan kendisini yaslayaca-

ğı güzel bir muhit bulamazsa, çevre onu ken-

disine çok çabuk benzetir. Unutmayalım ki, biz

etrafımızı etkileyip onları peşimizden hayırlara

sürükleyecek kadar Müslümanlığı kuvvetli in-

sanlar değiliz. Şeytan ve nefsimizin bizi alt edip

kendi boyunduruklarına almaları çok kolaydır.

Bu yüzden, bizi bir arada tutan ve imanımızın

güzelliğe doğru yücelmesine yardımcı olan top-

luluklarımızdan kopmamalıyız. Her türlü fırsatı

değerlendirerek bir arada olmaya çabalamalı-

yız. Aksi takdirde, kendi başımıza kaldığımızda,

değerlerimizden fire vermeye başlamamız ve

güzelliklerimizi yavaş yavaş yitirmeye başlama-

mız an meselesidir.

Rabb’imiz “O, hanginizin daha güzel amel

yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yara-

tandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayan-

dır.” buyurmaktadır.2 Bu demektir ki, öldükten

sonra geri dönüş yok. Dünyada ne yaptıysak o.

Bütün sermayemizi beraberimizde götürece-

ğiz: “İnsanlar, ‘İnandık.’ demekle imtihan edilme-

den bırakılacaklarını mı zannederler? Andolsun,

biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah

doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da

mutlaka bilir.”3

Sonuç olarak, başkalarıyla ilgilenmek yeri-

ne nefsimize bir bakalım, kendi günahlarımıza

ağlayıp tevbe edelim. Başkaları hakkında dü-

şündüğümüz fenalıklar ve haset yüzünden yeni

günahlar yüklenmeyelim. Allah bizleri sevdikle-

rinden ve sevdiği yoldan ayırmasın.

düşünmüş ve demiş ki: “Benim bir gözümü kör

et.” Başkaları hakkında fesat düşünmenin zirve-

si böyledir işte.

Acınacak durumdaki bu insan, hayatını ken-

disine odaklı yaşamak yerine başkalarına ba-

karak yaşadığı için esasında zavallıdır. Ömür

sermayesini yanlış yollarda zaman harcayarak

heder etmektedir, “âhiret yevmiye defterine”

güzel bir şey yazılmamaktadır. Bu insanın duru-

mu esasında şuna benzer:

Adam bir iş yerinde çalışmaktadır. Ailesi-

nin maişetini temin etmekle mükelleftir, ancak

sabah işe geldikten sonra görevini hakkıyla

yapmak yerine savsaklamaktadır. Müşterileri

seyretmekle, onlar hakkında fikir yürütmekle

ve zamanı boşa geçirmekle meşguldür. Bunun

sonucu ne olur? İlk olarak iş yeri sahibi bu du-

ruma tahammül edemez. Bu sebeple ona gere-

ken şey, üstlendiği işi hakkını vererek yapmaya

gayret etmesidir. Kulluk da bunun gibidir. Kendi

işini yapmayı bir yana bırakıp başkalarını takip

ederek ömürlerini tüketenler, yaşadıkları ha-

yattan manevî kâr sağlamayanlardır. Kıyamette

“manevî aylık” beklentileri boşa çıkacak, tam

tersine cezâ yiyeceklerdir. Hiç şüphe yok ki, def-

terlerin soldan verilmesinin sebeplerinden bi-

risi de budur.

Bu şekilde nefsinin günahlarına ağlamayı bı-

rakarak başkalarıyla meşgul olan insan, kendi

kalbinin de düşmanıdır. Etrafındakilere odak-

lanması sebebiyle yüreğine çöken kasâvet ve

haset sebebiyle kalbini strese sokar, kalp san-

cıları çeker. Başkalarını takip sebebiyle, görüp

duyduğu pek çok şey kendisini üzer. Bu sebeple

her an huzursuzdur, manevî mutluluğu bulama-

mış biridir. Yığınla derdi varken, başkalarını da

özel dertleri arasına katmıştır. Bu da pek akıllı

biri olmadığını gösterir. Doğrusu bir kişi kendi-

sine ancak bu kadar düşman olabilir.

İşin en kötü tarafı ise, kişinin, içine düşmüş

olduğu bu durumun son derece günah olduğu-

nun farkında olmasıdır. Başkaları yerine kendi

nefsine yönelmesi gerektiğinin bilincindedir.

Buna rağmen kapıldığı kötü gidişten ve başka-

Dipnot

* Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM

1. Müslim, 2822.2. 67/Mülk, 2.3. 29/Ankebût, 2.

“Başkalarıyla ilgilenmek yerine nefsimize bir bakalım, kendi günahlarımıza ağlayıp tevbe edelim.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba38 39

Page 22: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Kanûnî Sultan Süleyman sadece Türk ya da Osmanlı tarihine değil, adını insanlık ta-rihine yazdırmış büyük bir hükümdardır.

Padişahlık kudreti, cihangirliği, fütuhatçılığı, idarî ve hukukî alanlardaki başarılı düzenlemeleri ile beşeriyet tarihinde silinmez izler bırakmıştır.

Osmanlı siyasî, askerî, iktisadî sahalarda ol-duğu gibi kültür-medeniyet noktasında da en ideal dönemini Kanûnî zamanında yaşamıştır. Osmanlı’yı dünyanın en süper devleti mevkiine Kanûnî getirmiştir. Fatih zamanında başlayan Osmanlı Rönesans’ı, Kanûnî devrinde zirveye ulaşmış ve müteakip asra da damgasını vur-muştur.

Süleyman Asrı’ndan Dünyanın Zirvesine

Yılmaz Öztuna’nın deyimiyle 16. asır, Osman-lı tarihinin doruk noktasıdır; Sultan Süleyman da bunun en büyük mimarıdır: “Kanûnî devrin-de Türkiye öyle bir güç derecesine erişti ki, dün-yanın geri kalan bütün devletlerinin güçlerinin toplamı, Osmanlı Devletininkinden daha aşağı-da kalıyordu.” İlber Ortaylı da aynı kanaattedir: “Kanûnî Sultan Süleyman devri, Osmanlı’nın hatta bütün Türk tarihinin zirvedeki, en parıltılı zamanı olarak bilinir.”

Bu yüzden, bazı Avrupalı tarihçiler bile 16. asra “Türk-Osmanlı Asrı” ya da “Süleyman Asrı/Çağı” demişlerdir. Öyle ki, nihai sınırlarına ulaş-tığı dönemde Osmanlı, yüzölçümünü 24 milyon km²ye ulaştırmış ve tesiri altındaki coğrafyalar-la birlikte dünya genelinin %37,8’ini (nüfus ola-rak da %40,1’ini) idaresinde bulunduruyordu. Başka bir ifadeyle, devletin sınırları “Osmanlı Dünyası” ya da “Osmanlı Kıtası” tabirini hak edecek bir evsaf ve azamete erişmişti.

Osmanlı tarihçisi İsmail Hakkı Uzunçarşılı, 16. yüzyıl itibariyle Osmanlı’nın, eriştiği devlet ve toplum yapısı ile kültür ve medeniyet seviye-sini şu tespitlerle takdir etmiştir:

“Osmanlı Devleti 16. asrın ortalarına doğru idarî, hukukî ve iktisadî teşkilatı, ilmî ve içtimaî müesseseleriyle yüksek bir İslâm Medeniyeti’nin

bütün vasıflarını haiz olarak görülmektedir... (Kanûnî) Yarım asra yakın süren hükümdarlığı zamanında Türkiye, fütuhat, siyaset, ilim, irfan ve sanat itibariyle en parlak devrini yaşadığı gibi hukuk ve yeniden vazedilen kanunlar ile de medenî bir devlet olduğunu göstermiştir.”

Solakzade’nin ifadesiyle Kanûnî; “devranın hükümdarı, cihan mülkünün maliki ve zamanın Süleyman’ı” unvanlarını hak edecek parlak bir saltanata kavuşmuştur. Padişahlığı zamanında Osmanlı, dünyaya hükmetti, süper güç haline geldi ve kurduğu düzeni, tesiri altındaki devlet ve topluluklara kabul ettirdi. Osmanlı’nın rızası ve tasdiki olmadan dünya siyasetinde ve denge-lerinde herhangi bir değişiklik yapılamaz oldu.

Kanûnî dönemini idrak eden Şair-Yazar Latifî’nin 1546’da padişaha sunduğu eserinde geçen şu sözler, Osmanlı’nın yakaladığı gücün çarpıcı ifadelerindendir: “Bir sultan-ı azimü’ş-şandır ki, her hıttada (ülkede) hutbesi yürür ve bin bir kal’ada (kalede) nevbeti vurulur.”

Batı’nın “Yenilmez Türk’ü” Takibi

Kanûnî’nin, Balkanlar, Avrupa, Asya, Afrika, Akdeniz, Karadeniz ve Hint Okyanusu’na ger-çekleştirdiği seferler, dünya ticaret yollarını ele geçirme mücadeleleri ve Avrupa’daki ilerleyişi-ni engellemeye çalışan Kutsal İttifakı dağıtmak için yaptığı siyasî, askerî ve ticarî manevralar, Osmanlı’nın cihan çapında bir güce eriştiğinin müşahhas delilleridir.

Bu anlamda, Osmanlı’nın, Kanûnî zamanın-da Almanya ve Papalığın başını çektiği Katolik Hıristiyan cepheyi parçalamak için Fransa, Ve-nedik, Lehistan, İsveç gibi ülkeleri çeşitli siyasî

Dünyaya Nizam Veren

Muhteşem Süleyman

TARİH İsmail ÇOLAK

“Osmanlı siyasî, askerî, iktisadî sahalarda olduğu gibi kültür-medeniyet noktasında da en ideal dönemini Kanûnî zamanında yaşamıştır.”

“Fatih zamanında başlayan Osmanlı Rönesans’ı, Kanûnî devrinde zirveye ulaşmış ve müteakip asra da damgasını vurmuştur.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba40 41

Page 23: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

ve ticarî anlaşmalarla yanına çekmesi, hatta Protestanlığın öncüsü Martin Luther’i siyaseten desteklemesi, Avrupa özelinde cihanşümul öl-çekte siyaset yapıcı ve düzen kurucu vasfa sahip olduğunun bariz göstergelerindendir.

1796’da İsveç’in Osmanlı büyükelçisi olan Mouradgea D’Ohson da bunu teyit etmektedir: “Almanya, Rusya, Polonya ve Venedik gibi dört büyük devletten yıllık vergi alan Sultan Süley-man, Fransa’yı da himayesine aldı.”

Bu dönemde Osmanlı’nın eriştiği muazzam gücün etkisine kapılan İngiltere, “Yenilmez/Bü-yük Türk” olarak vasıflandırdığı Osmanlıların, nasıl bir devlet yapısına sahip olduğunu ve ida-resi altındaki farklı millet ve dinleri/kültürleri nasıl bir arada tuttuğunun sırrını çözebilmek için daha o zamandan ilmî araştırmalar yaptır-mış, Osmanlı coğrafyasına seyahatler düzen-letmiş ve 1581’den itibaren İstanbul’da daimî elçi, birçok şehirde de konsolos bulundurmaya başlamıştır. Bu ilginin kendini en fazla belli etti-ği dönemlerin başında Kraliçe I. Elizabeth devri (1558-1603) gelmiştir.

Kraliçe Elizabeth, III. Murad’a gönderdiği mektupta, Kanûnî devrinde idrak edilen Os-manlı ihtişamının hâlâ devam ettiğinin delili olabilecek şekilde, devrin Osmanlı hükümdarını “Doğu’nun en büyük, en ihtişamlı ve yenilmez padişahı” hitabıyla methetmiştir.

Fransa’yı Kurtaran Kanûnî

1525 yılındaki Pavia Savaşı’nda Fran-sa, Almanya’ya yenilmiş ve Kral I. Fransuva (François),V. Şarlken’e esir düşmüştür. Ülkesi de esaret altına girmek üzereyken mektup yazarak cihan sultanı Kanûnî’nin yardımına sığınmıştır.

Kanûnî’nin verdiği cevap; Osmanlı’nın azametli zamanlarının muhteşem bir hatırası olduğu kadar, cihan çapındaki gücünün de göstergelerindendir:

“Hükümdarların sığındığı kapımın eşiğine uzattığın mektuptan malumum oldu ki, memle-ketinin toprakları düşman tarafından zapt olunup sen dâhi şu anda onlar elinde esir bulunmaktasın. Kurtulmaklığın için bizden yardım dilemektesin. Yüreğiniz teselli bulsun. Ümidinizi kesmeyin. Yüce seleflerimiz, Allah onların kabirlerini nur içinde tutsun, düşmanlarını kahretmek ve sayısız fetih-lere ermek maksadıyla her vakit cihat için kılıç çekmek fırsatını kaçırmayıp, ben dâhi onların aç-tığı çığırda harekete geçip, her gün zorlu kaleler ve girilmesinde engeller bulunan şehirler fethet-miş bulunmaktayım. O sebepten gece ve gündüz atımız eyerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. Hak Subhanehu ve Teâlâ hayırlar müyesser eyleyip, ne dilerse öyle olacaktır.”

Kanûnî’nin ihsanı ve merhamet eli sayesinde 1526’da kazanılan Mohaç Zaferi’nin bir neticesi olarak Fransuva esaretten kurtarıldığı gibi dev-leti de yıkılmaktan kurtarılmıştır. Öyle ki Fransu-va, selamet bulduktan sonra; “Hastalığım olma-sa, bizzat gelip, padişahın ayaklarını öpeceğim!” diyerek minnet ve şükranını ifade etmiştir.

Fransa’ya Dansı Yasaklattı

Fransa üzerinde kurduğu otoriteyi yeri gel-diğinde kullanmasını da bilmiştir. Hammer’in

Kaynakça

Feridun M. Emecen, “Sultan Süleyman Çağı ve Cihan Devleti”, Türkler Ansiklopedisi, c.9, Ankara, 2002.

Yılmaz Öztuna, Kanûnî Sultan Süleyman, İstanbul, 2006.

İlber Ortaylı, Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek, İstanbul, 2007.

Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, c. 1, İstan-bul, 1980.

İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara, 1988.

Solakzâde Mehmed, Solakzâde Tarihi, Hazırlayan: Vahid Çubuk, c.1, Ankara, 1989.

Gerald MacLean, Doğu’ya Bakış: 1800 Öncesi Dönem İngiliz Yaz-maları ve Osmanlı İmparatorluğu, Ankara, 2009.

Seyfi Kenan, “Sosyal ve Kültürel Farkındalığın Sınırlarında Os-manlılar ve Avrupa”, Osmanlılar ve Avrupa, İSAM, İstanbul, 2010.

Hamit Dereli, Kraliçe Elizabeth Devrinde Türkler ve İngilizler, İs-tanbul, 1951.

Netice Yıldız, “İngiliz Yaşamında Türk İmgesi ve Etkileri”, Türkler, c. 11, Ankara, 2002.

Kemal Beydilli, “Avrupa”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedi-si, c.4, İstanbul, 1991.

N. Ahmet Asrar, Kanûnî Sultan Süleyman Devrinde Osmanlı Devleti’nin Dinî Siyaseti ve İslam Âlemi, İstanbul, 1972.

meşhur Osmanlı Tarihi’nde (10. Cilt) nakletti-ğine göre Fransa’da dans icat edildiği zaman, Osmanlı elçisi durumu Kanûnî’ye bildirmiş; o da Fransa’yı titreten muhteşem bir mektup yaz-mıştır: “Ben ki, 48 krallığın İmparatoru Kanûnî Sultan Süleyman’ım. Elçimden aldığım mek-tupta, memleketinizde dans adı altında, kadın erkek birbirine sarılarak, açıkça halk önünde oynadığını işittim. Sınır olmamız dolayısıyla bu rezaletin memleketime bulaşması ihtimali doğrultusunda, mektubum elinize ulaştığından itibaren, bu rezalete son verilmediği takdirde, ordumla bizzat gelip, bu rezaleti ortadan kal-dırmaya gücüm var!” Mektup o kadar etkili ol-muştur ki, Fransa’nın geri adım atmaktan başka şansı kalmamıştır. Hatta Fransa’da dans, tam yüz yıl yasaklanmıştır.

Batı’ya Açılması ve Luther’i Desteklemesi

Avrupa’daki gelişmeleri yakından takip eden Kanûnî, Osmanlı’nın Batı’ya doğru açılmasını sağlamak maksadıyla fırsatlardan ve mevcut dengelerden istifade etmeyi merkeze alan aktif bir siyaset gütmüştür. Reform Hareketleri sıra-sında Avrupa’daki karışıklıklardan faydalanarak Protestanlık Mezhebi’nin lideri Martin Luther’i desteklemesi bu siyasete verilebilecek çarpıcı misallerdendir.

Protestanlığın ortaya çıkışı Kanûnî’ye Arna-vutluk sahillerinde yer alan Draç Sancağı’ndaki Mehmet isimli subaşı tarafından 1517’de şöyle rapor edilmiştir: “Hazret-i Sultanım! İki ay mik-tarı vardır ki, Alaman taraflarından Fıra Martin Lutru nam bir bey kendinden bir din peyda edip İspanya melûnunâyin-i batılasına muhalefet edip otuz bin miktarı asker cem’ edip...”

Luther taraftarları bir dış desteğe ihtiyaç duymuşlar ve o sırada Şarlken’e cephe alan Kanûnî’den yardım istemeyi uygun bulmuş-lardır. Kanûnî’nin, Muharrem adında biri ara-cılığıyla gönderdiği cevabî mektupta geçen şu sözler, padişahın Luther taraftarlarının yardım talebine olumlu yaklaştığını ortaya koymakta-dır: “İspanya memleketlerinde Lüteran mez-

hebi üzere olan beyler ve beyzadeler ve sair Lüteran mezhebi âyânı... Siz, Papalığa kılıç çekip merhamet-i şahanemiz sizin tarafınıza masrûf olup kara ve deryadan her hâl ile size muavenet-i husrevânemiz zuhura gelmek ve ol zalim-i bî-din elinden sizi halâs ve hak dine sevk etmek lâzım gelmiştir; imdi size olan dostluk ve muhabbetimizin îlâmı hayliden beri maksûd-ı hümâyunumuz olmuştur...”

Aslında bu durum, Şarlken öncülüğünde-ki Batı Avrupalı devletlerin Osmanlı’nın kendi toprakları üzerindeki ilerleyişini engelleme po-litikasına karşı geliştirdiğialternatif bir siyasî manevradan ibarettir. Bu meyanda Kenneth M. Setton’un yorumu dikkat çekicidir: “Sıkça tek-rarlanan bir husustur ki, Protestanlık Türkleri desteklemiştir. Aynı şekilde Türkler (Kanûnî) de Protestanlığın oluşumuna yardım etmişlerdir.”

Georges W. Forell’in “Luther ve Türklere Yö-nelik Savaş” isimli makalesi de kayda değerdir: “Osmanlı’nın Avrupa’ya girişi, (Katolik olan) İmparator’un Luther hareketine karşı sert ve acımasız tedbirler almasına engel olmuştur. Zira Türklerle olan savaşında İmparator, Evan-jelik prenslerin yardımına ihtiyaç duymuş ve Luther’in hareketini yok etme planını ertele-miştir. Bu itibarla

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba42 43

Page 24: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

İslâmî birliğin oluşumunda kardeşliğin

merkezî bir rolünün olduğu mâlumdur. İslâm

gelmeden önce onun ilk muhâtabı olan Arap

toplumunu bir arada tutan birtakım değerler

elbette vardı. Ancak İslâm geldikten sonra o

toplumda insanlar iki temel kategoriye ayrıldı-

lar: Mü’minler ve müşrikler.

İslâm’ın geldiği Arap toplumu, İslâm gelme-

den önce, tarih boyunca ciddî bir devlet oluştu-

ramamıştır, kanun yapamamış ve iç huzuru bir

türlü sağlayamamıştır. Tarihçilerin kaydettiğine

göre; Arap toplumu kabîleler halinde, kavmiyet-

çilik taassubu içerisinde ve puta taparak hayat-

larını sürdürmekte idiler. O günün Araplarının

en büyük özellikleri arasında çapulculuk, yağ-

macılık, sudan bahânelerle kan dökme, kabîle

değerlerini her şeyden üstün tutma gibi şeyler

sayılabilir.

Buradan anlaşılmaktadır ki, İslâm öncesinde

Arapları bir araya getiren en önemli iki faktör

kabîlecilik ve puta tapıcılıktır. Diğer bir ifade ile

Araplar iki şeyde birleşiyorlardı. Bunlardan biri-

si kabîle menfaati ve kabîlecilik duygusu, ikinci-

si ise putlara tapma hususundaki fikir ve eylem

birliği idi. Ancak bu iki faktörün toplumu gerçek-

ten bir arada tutmaya ve insanlar arası vahdeti

sağlamaya elverişli olmadığı tarihen sabittir.

1. Kabîlecilik: Her şeyden önce bu faktör

sadece aynı kabîleden olan insanları birbirine

yaklaştırabildiğinden oldukça bölgesel ve etki

sahası dar gözükmektedir. Ayrıca bir kabîlenin

kabîlecilik sâikiyle kendi kabîlesine sahip çık-

ması diğer kabîlelerle haklı ya da haksız olarak

kavga etmesine yol açmakta idi. Çünkü Araplar

kendi kabîlelerinden olana gösterdikleri iyi dav-

ranışları başka kabîleden olana göstermemekte

idiler. Arapların, “Kardeşin zâlim de olsa maz-

lum da olsa ona yardım et.” sözünden anlaşılan

da budur. Öyleyse putperest olmakta ortak olan

insanların karşılıklı menfaatlerde kabîle kabîle

ayrılıp, davranış birliği göstermemeleri söz ko-

nusu ise, bu, kabîleciliğin vahdete/birliğe engel

olduğunu ve birliği sağlamaya yeterli olmadığı-

nı göstermektedir.

2. Puta Tapıcılık: İslâm öncesi Araplarında

özellikle Amr b. Luhayy isimli şahsın Suriye’den

değişik put modellerini getirmesinden sonra

yoğun bir puta tapıcılığın baş gösterdiği bilin-

mektedir. İlk etapta Araplar puta tapmakla san-

ki bir gaye etrafında birleşmiş ve birlik sağlamış

görülebilirler. Ancak her kabîlenin değişik bir

putu olduğu ve Kâbe’de 360 tane putun bulun-

duğu hatırlanırsa Arapların İlah birliği de ya-

pamadıkları, yani putların da birliği sağlamaya

yetmediği rahatlıkla anlaşılabilir.

Şimdi esas konuya geçelim ve vahdetin olu-

şumunda İslâm kardeşliğinin rolüne bakalım.

Tarihte bir türlü toplumsal birliği sağlaya-

mayan Araplara gönderilen son peygamber Hz.

Muhammed (s.a.v.)’ın temel hedeflerinden biri

toplumsal birliği sağlamak idi. Bu konuda ge-

len âyetler de bütün toplum kesimlerine hitap

ederek hep birlikte Allah’ın ipine sarılmalarını

emrediyordu. Çünkü daha önce kabîlecilik ve

İslâm BirliğininVahdetin Oluşumunda

KardeşliğinRolü

FIKIH Abdullah KAHRAMAN*

“Medîne’de yapılan anlaşmada kardeşlerin birinin sırtından geçinme ve onu sömürme anlayışı içerisinde olmadıklarını görmekteyiz.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba44 45

Page 25: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

bakımından yeterli ipucunu vermektedir. Hatta

bu ilk antlaşmada Muhâcirlerden bir Müslüman

Ensârlardan birine kardeş yapılıyor ve Ensârın

malı kendisi ile Muhâcirden olan kardeşi arasın-

da yarı yarıya pay ediliyordu. Dahası bu antlaş-

manın imzalandığı ilk günlerde bu antlaşmaya

dâhil olan kardeşler birbirine vâris bile olabi-

liyorlardı. Ancak daha sonra Ahzâb Sûresi’nde

yer alan bir âyetle bu hüküm değiştirilmiştir.

Burada şunu da belirtmek gerekir ki,

Medîne’de yapılan anlaşmada kardeşlerin biri-

nin sırtından geçinme ve onu sömürme anla-

yışı içerisinde olmadıklarını görmekteyiz. Yani

Muhâcirler, “Nasıl olsa kardeşim bana malının

yarısını verdi öyle ise ben de sadece bunu işletip

yiyeyim.” demiyorlardı. Kendi el emeği ile çalışıp

geçimini temine çalışıyordu. Meselâ Abdurrah-

man b. Avf ile kardeş olan zat Abdurrahman’a,

“Kardeşim al malımın yarısı senin istediğin gibi

tasarruf edebilirsin.” dediği zaman Abdurrah-

man (r.a.) ona, “Bana pazarın yolunu göster,

bir şeyler alıp satayım.” diyor, pazara gidip bir

şeyler alıp satarak iktisâdî durumunu düzeltiyor

ve kendine bütün samimiyetiyle bağrını açan

kardeşine yük olmak istemiyordu. Allah (c.c.)

da Kur’an’da bu ilk örnek İslâm kardeşlerini

şöyle bize anlatıyor: “Ve onlardan önce o yurda

(Medîne’ye) yerleşen, imana sarılanlar (Ensâr)

kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara

verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç (eğili-

mi) duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi,

(göç eden yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih

ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte

onlar umduklarına erenlerdir.”5

İşte bu esaslara bağlı olan İslâm kardeşliği

birliğinin ilk meyvesini Bedir Savaşı’nda gös-

teriyordu öyle ki, kardeş öz kardeşine, baba

oğluna ve kabîle kabîlesine karşı savaşıyor ve

böylece kardeşliğin dünyada misli görülmemiş

numûnesini veriyorlardı. Baba ile oğlu, kardeş

ile kardeşi karşı karşıya getiren bu savaş İslâm

kardeşliğinin nesep kardeşliğine tercih edildiği-

ni göstermektedir.

Kardeşin kardeşe düşman olduğu -dün ol-

duğu gibi- bugün de insanların makam ve mev-

kilerine, siyâsî nufüz ve maddî güçlerine göre

değer kazandıkları, güçlünün zayıfı ezdiği, zâlim

güçlerin mazlumları inim inim inlettiği, Müslü-

manların çeşitli hiziplere ayrılarak birbirlerine

düşman kesildiği ve birliğin bozulduğu bu çağ-

da insanları gerçek mutluluğa erdirecek, Müs-

lümanlar arasında vahdeti tesis edecek ve on-

ları küfre karşı tek yumruk haline getirecek ve

“Zafer inananlarındır.”, “İnanıyorsanız en üstün

sizsiniz.” sırrına erdirecek yegâne faktör İslâm

kardeşliğidir. İslâmî birliği sağlayacak en etkin

araç budur. Zira Allah bunu emretmiş, Hz. Pey-

gamber (s.a.v.) bu prensibi uygulamış ve tarih

buna şâhit olmuştur. Bu kardeşlik rûhu olma-

dıktan sonra Müslüman milletler dünyayı ve

insanlığı sömüren güçlerin oyuncağı olmaya

mahkûmdurlar.

puta tapıcılığın sağladığı kısmî birlik, iyi hedef-

lere hizmet etmiyordu. İslâm’ın kuracağı birlik

ve vahdet ise insanlığın hayrını ve kurtuluşunu

hedefliyordu. Zira her şeyden önce bütün insan-

lığın, özellikle iki türlü birliğe ihtiyaçları vardı.

Bunlar da İnanç birliği ve toplumsal birlik idi.

Acaba İslâm bu iki birliği nasıl sağladı? Bu soru-

yu kısaca şöyle cevaplayabiliriz:

1. İnanç Birliği: Kur’an-ı Kerim, Arap top-

luluğuna geldiğinde onların tapmakta olduğu

bütün sahte ilahlarını reddetti. Onların sahte

tanrılar olduklarını, insanlara fayda ve zarar

vermeyeceklerini kendine mahsus ilâhî üslu-

buyla açıkladı ve insanlara gerçek ilâhı yani

Allah’ı şöyle tanıttı: “Sizin ilâhınız ancak bir

olan ilâhtır. Ondan başka ilâh yoktur o Rahmân

ve Rahîm’dir.”1, “De ki; ‘Allah birdir.”2 , “Allah’tan

başka ilâh çağırmayın, Allah’tan başka ilâh yok-

tur. O’nun zâtı müstesnâ her şey yok olacaktır.

Hüküm O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz.”3 Bu

ve bunlara benzer Kur’an âyetlerin insanların

yönelmesi, bağlanması ve ibadet etmesi gere-

ken Allah’ın Bir olduğunu ve insanların ancak bu

Allah’a kulluk etrafında birleşebileceklerini ilan

etmiştir. Böylece Allah yerine konulan bütün

sahte ilâhlar reddedilmiş ve insanlara gerçek

ilâhları tanıtılmıştır.

2. Toplumsal Birlik: İslâm insanlar, özellik-

le de Müslümanlar arası birliği sağlamak için,

değişik yollar ortaya koymuştur. Bunlardan

en önemlisi şüphesiz kardeşliktir. İnsanların

kabîlelerine makam, mevki ve nüfüzlarına göre

değer kazandıkları ve hürmet gördükleri bir

dünyada insanlara bütün ırkî bağlardan, renk

ve dil farklılıklarından, zengin ve fakir ayrımın-

dan kurtararak gerçek birliğe götüren ve bu

birliği sağlayan çok kuvvetli bir faktör elbette

gerekliydi. İşte İslâm bunu sağlamak için yuka-

rıdaki farklılıkları tamâmen ortadan kaldıran

“İslâm kardeşliği” esasını getirdi. Zira derileri-

nin renkleri, dilleri, kabîleleri, kültür ve gelenek-

leri, makam ve mevkileri tamamen farklı olan

insanları bir tek çatı altında toplayabilecek,

onların birliğini sağlayacak yegâne faktör “din

kardeşliği”dir. İslâm bunu, “Ancak mü’minler

kardeştir/Mü’minler ancak kardeştir.”4 esası ve

emr-i ilâhîsiyle ilan etmiş ve yerleştirmiştir.

Âyet-i kerîmenin mü’minleri kardeş ilan eder-

ken nesep kardeşliğini dikkate almadığı dikkat

çekicidir. Nesep kardeşliği inkâr edilmemek-

le birlikte burada farklı, özellikli ve gerçek bir

kardeşliğe dikkat çekilmektedir ki, o da “inanç/

din kardeşliği”dir. Yine âyete göre din kardeşli-

ğinin nesep kardeşliğinden üstün olduğu da an-

laşılmaktadır. İslâm birlik için kardeşliğe büyük

önem verdiğinden dolayıdır ki, Medîne’ye hicret

edildiğinde Hz. Peygamber (s.a.v.) mü’minler

arasında muâhat/kardeşlik anlaşmasını yap-

mıştır. Daha başka faktörler ve anlaşmalar

varken Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kardeşlik ant-

laşmasına başvurması bunun önemini anlama

“İslâm kardeşliği birliğinin ilk meyvesini Bedir savaşında gösteriyordu öyle ki, kardeş öz kardeşine, baba oğluna ve kabîle kabîlesine karşı savaşıyordu.”

DipnotProf. Dr. Abdullah KAHRAMAN

1. 2/Bakara, 163.2. 112/İhlâs, 1.3. 28/Kasas, 88. 4. 49/Hucurât, 10.5. 59/Haşr, 9.

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba46 47

Page 26: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Hazretleri,

bir gönül sesi olarak bugün Darende’de

yankılanmaktadır. 24 Ağustos 2018

Cuma günü Darende Sosyal Tesisi açılarak hiz-

mete sunulmuştur. Vakfımız tarafından yap-

tırılıp açılışı gerçekleştirilen Sosyal Tesis vesi-

lesiyle çifte bayramı birlikte kutladık, bu güzel

açılışımızla tarihe şahitlik ettik.

Es-Seyyid O. Hulûsi Efendi (k.s.) Divan-ı Şeri-

finde şöyle buyurmaktadır:

Gönülden sürer gamı bayram olur her demi

Yârın olup mahremi kalmaz özge kâr-ı aşk

Darende Sosyal Tesisi İnşaatının Teknik Bilgileri

Darende Sosyal Tesisi’nin arsa alanı 9552

m2 olup toplam inşaat alanı 7021 m2’dir. Dik-

dörtgen planlı olan yapıda binanın oturum alanı

999 m2’dir. Sosyal Tesis’te Cenab-ı Allah’ı se-

venler Allah için bir araya gelirler. Burası birlik

ve gönül merkezidir. Bunun nişanesi olarak Sos-

yal Tesis’imize Altın Silsile’den pirlerimizin ism-i

şerifleri çok güzel bir hat yazısı ile yazılmış lev-

ha olarak asılmıştır. Hanımlar bölümüne de bü-

yüklerimizin valide ve eşlerinin isimleri hüsn-i

hat levhası olarak asılmıştır. Tasavvuf büyükle-

rimizin isimlerinin tuğra olarak yazılması tarik-i

aliyyenin ve Nakşî-Halidî-Hakî-Darendevî kolu-

nun âdeta mührü olmuştur.

Nakşî dergâhlarında avlunun bulunması bir

gelenek olarak görülmektedir. Yapılan Sosyal

Tesis’imizde ise bir hanımlar için ve bir erkek-

ler için olmak üzere iki ayrı avlunun bulunması

ve her avlunun 1000 kişilik kapasitede olması

bu kapının, yolun büyüklüğünü göstermektedir.

Nakşî geleneğinde dergâhların genel olarak tek

kattan oluştuğu görülmektedir. Ancak büyük

veliler ve zamanın Kutbu’l-Azamları iki ve daha

fazla kattan oluşan dergâhlar inşa etmişlerdir.

Bunun en güzel örneği ise Darende’de inşa edil-

miş olan Sosyal Tesis’imizdir.

TARİH Resul KESENCELİ

“Somuncu Baba ve Hulûsi Efendi Hazretleri, bir gönül sesi olarak bugün Darende’de yankılanmaktadır. 24 Ağustos 2018 Cuma günü

Darende Sosyal Tesisi açılarak hizmete sunulmuştur.”

Gönül Birliğinin Merkezi Darende Sosyal Tesisi

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba48 49

Page 27: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Gelenek ve Modern Mimarî Bir Arada

Modern mimarî olarak her şey düşünülmüş, tesise giden alanlarda yeni yollar açılarak ula-şım en güzel şekliyle sağlanmıştır. Otoparklar yapılmış, tüm ihtiyaçlar tamamlanmıştır.Taş işlemeciliği, ahşap işlemeciliği en güzel hâliyle yapılmış, mermer kullanımına ayrı bir özen gös-terilmiştir. Modern mimarî tarzda aydınlanma, havalandırma, ses sistemleri kurulmuş, temizlik adabına uygun abdesthaneler en güzel şekliy-le yapılmıştır.Sosyal Tesis başta olmak üzere bugüne kadar, Vakfımıza ve yaptığımız bütün hizmetlere, maddî-manevî desteklerini esirge-meyen tüm emeği geçen ve fedakârca hizmet eden gönül dostlarımıza,Vakfımız adına teşek-kürlerimizi sunuyoruz. Bu tesise yaptıkları kat-kılardan dolayı bazı arkadaşlara plaket verilmek suretiyle taltif edilmişlerdir. Gönül birlikteliğimi-zin sonsuza kadar devam edeceği inancıyla...

Sosyal Tesis’imizdeki erkek ve ve hanımlara

mahsus büyük sohbet salonları için iki ayrı gi-

riş bulunmaktadır. Bu ise kadın ve erkek giriş

ve çıkışlarını düzenli hâle getirmektedir. Bu iki

girişte bulunan 8 köşeli Selçuklu yıldızının her

bir köşesi bir erdemi simgelemektedir ki, bu

erdemler İslâm’ın temel direkleri olarak kabul

edilirler. Bunlar; merhamet, sabır, doğruluk, sır

tutmak, sadakat, mütevazılık, cömertlik, şük-

retmek olarak sıralanır. Sosyal Tesis’imizde 42

adet çini, 16 adet taş olmak üzeretoplamda 58

adet motif kullanılmıştır. Bu rakam tesisin bani-

si olan Efendi Hazretleri’nin yaşını simgelemek-

tedir. Cenab-ı Hak ömrünü uzun, hizmetlerini

âlî, yolunu bakî eylesin.

“Sosyal Tesis başta olmak üzere bugüne kadar, Vakfımıza ve yaptığımız bütün hizmetlere, maddî-manevî desteklerini esirgemeyen tüm emeği geçen ve fedakârca hizmet eden gönül dostlarımıza, Vakfımız adına teşekkürlerimizi sunuyoruz.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba50 51

Page 28: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Şeyh Abdurrahman-ı Erzincanî’nin Sosyo-Kültürel Hayata Yansımaları

KÜLTÜR Cemil GÜLSEREN

“Susuz topraklara can suyu olan Tohma misali bu gönül insanları, bu Allah dostları da bu yörenin insanının manevî gözeleri olmuşlardır.”

Abdurrahman Erzincanî Hazretleri Bir ruh

mimarı, bir gönül sultanıdır. Soyu Orta

Asya’dan gelerek Erzincan’a yerleşmiştir.

Evlad-ı Rasûlden olup Yıldırım Bâyezîd devri

meşâyihindendir.1

Bilindiği üzere Timur’un Anadolu’yu istilasın-

dan ve Moğol baskılarından rahatsız olan Ab-

durrahman Erzincanî Amasya’ya giderek o yö-

redeki dağların tepesinde yaşamakla halk arsın-

da ün yapmıştır. Şeyh Abdurrahman Erzincanî

Hazretleri Amasya’dan sonra Tokat’a, Çankırı’ya

ve Kastamonu’ya da gitmiştir. Kastamonu’da

bazı insanların onu rahatsız etmesi sebebiyle,

sakin bir yer aramış ve nihayet Darende’nin o

zamanki adıyla Gerimter beldesine gelip yerleş-

miştir. Neydi onu bu beldeyi vatan edinmeye ka-

rar kılan? Kerpiç evler mi, topraktan damlar mı,

çarpıdan ağaran duvarlar mı, yeşile bürünmüş

vadisi mi? Yoksa bizim bilmediğimiz başka ilâhî

ilham mı? Somuncu Baba da aynı sebeplerle

Darende Zaviye mahallesini mekân tutmamış

mıydı? Bu şehirde tabiatla tarihin tatlı bir ahen-

gini, kültürle inancın tutku haline gelişini biz bi-

liyoruz. Susuz topraklara can suyu olan Tohma

misali bu gönül insanları, bu Allah dostları da bu

yörenin insanının manevî gözeleri olmuşlardır.

Battal Gazi’nin güzergâhı Darende, Hasan

Gazi’nin istirahatgâhı Darende, Abdurrahman

Erzincanî’nin uzletgâhı Balaban, Şeyh Hamid-i

Veli’nin halvetgâhı Darende, Seyyid Hulûsi

Efendi (k.s.)’nin tahtgâhı Darende. Bunca veli-

yullahın kadem bastığı bu topraklarda haram

yok, haram yemek vallahi de haram, billahi de

haram. Bu Allah dostlarına nasıl bakarız yoksa?

Ne yüzle huzura çıkarız? Onlardır buralara ne-

fes veren. Manevîyatları burada. Manevîyat de-

nilince hâlâ halk arasında söylenen menkıbeleri

de aynen aktarıyorum:

Moğol Askerleri-Geyik Menâkıbı

Şeyh Abdurrahman Erzincanî Hazretleri, mü-

ritleriyle Sarıçiçek Yaylası’nda iken çadırına bir

grup Moğol askeri gelir. İçlerinde Cengiz Han’ın

bir de kumandanı vardır. Askerlerinin karnını

doyurmasını ister. Hanımı: “Efendi, ikram edile-

cek hiçbir şey yoktur.” der. Hiç endişelenmeyen

Erzincanî Hazretleri; “Allah kerimdir hatun.” deyip

konuklarının yanına gelir. Öteden bir geyik sürüsü

görünür. Moğol askerleri ok ve yaylarına davra-

nırlar. Şeyh onlara engel olur ve o sırada uzaktan

geçmekte olan geyik sürüsüne seslenir: “İçinizde

misafirlerime fedâ-yı can olmak isteyen var mı?”

Sürüden uzun ve çatal boynuzlu semiz bir geyik

gelerek çadırdan içeriye girer. Hâl diliyle: “Beni ke-

sip konuklarına etimi ikram edersin.” der gibi haz-

retin elini, yüzünü koklamaya başlar. Oradakiler

yabanî bir geyiğin bu halini hayret ve şaşkınlıkla

izlerler. Şeyh Moğol komutanına : “İçinizde bu ge-

yiği kesip parçalayacak birisi var mı?” diye sorar.

Onlardan cevap alamayınca Cenâb-ı Allah, bunu

bize rızık diye gönderdi. Geyik gelip kendi lisanıyla

bunu bana bildirdi. Hayvan boğazlanmaya hazır-

dır.” Kesilen bu geyik etiyle sekiz yüz asker doyar.

Bu kerametten etkilenen askerlerin şeyhin elini

öperek Müslüman oldukları söylenir.2

Bu menkıbe Âşık Beyanî ile Âşık Musa Tektaş’ın

‘Karşılaşması’nda şöyle geçer.

Soru Tektaş:

Kimdi Erdebil’de seyran eyleyen

Geyiği gönlüyle kurban eyleyen

Büyük bir orduya ikram eyleyen

Peygamber otağı şifredir Âşık.

Cevap Beyanî:

Erdebil’de dakikayı ay eden

Geyiği gönlünde besleyip güden

Erzincanî idi kesip pay eden

Orduya açılmış sofradır Tektaş

“Bir beldenin kişi ve yer adları boy-soy-oymak-cemaat adları ile birlikte, iç içe yaşamakta bir milletin ‘tapu kayıtları’nı oluşturmaktadır.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba52 53

Page 29: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Bu yüce gönül sultanları, Allah dostları da

çevrelerindeki insanların kalplerine şifalar sun-

muştur. Ruhları şad olsun. Onların gönülleri-

nin güzelliği bütün beldeye sirayet etmiş ki bu

memleketin insanı gönlü güzel, yüreği yufka,

yüzleri nurlu, elleri nasırlı, rızkının peşinde, he-

lalden şaşmayan, haramı aşırmayan, sıcakkanlı,

sempatik insanlardır. Riya, kibir, hased gibi bü-

tün kötülüklerden temizlenen ruh, takva, huşû,

merhamet, sabır, şükür, tevâzu, kanaat ve ka-

dirşinaslıkla hemhal olmaktadır. Boşuna deme-

miş şair Mehmet Gözükara:

Çirkini methetmem kötüyü övmem

Meyvesiz ağacın dalını eğmem

Dalkavuk, yalaka şak-şakı sevmem

Akıl kıymet katar başa Balaban

Ateşten deryada yüzer mi gemi

Âşığı ağlatan aşkının demi

Bülbüle hoş gelir gülün sitemi

Goncalar dayanmaz kışa Balaban3

Yeri gelmişken bir hususa dikkatinizi çekmek

istiyorum. Kırk yıldır memleketimin dışındayım.

Gelip gidiyorum. Diyeceğim o ki dışarıdan Da-

rendeli şöyle anılır ve bilinir: Dürüsttür, ilkelidir,

ticarette prensipli ve güvenlidir. Yalana uzak,

tembelliğe karşı. Hele bir tespit var ki özdeyiş

gibi: Bir Darendeli çift elle çalışıp Tekel’e ver-

mez. Yani içki-sigaradır kast edilen. Âşık Hökkeş

Yanık da der ki:

Muhabbet gönülde emsalsiz duygu

Dileriz olmasın gam keder kaygı

Gönüle yerleşmiş sevgiyle saygı,

Olmaz kavga cidal, şer Darende’de

Yüzyılların neticesidir bu hayat tarzı. Bu mi-

rası hoyratça harcamamak gerekir. Onlara, on-

ların adlarına yaraşır yaşamak zorundayız.

Adlarımız

Bir beldenin kişi ve yer adları boy-soy-

oymak-cemaat adları ile birlikte, iç içe yaşa-

makta bir milletin ‘tapu kayıtları’nı oluşturmak-

tadır. Dilcilerin, halk bilimcilerin ve tarihçilerin

ilgi alanına giren kişi adlarının kaynaklarını biz

şöyle sıralayabiliriz:

1. Mezar taşları, 2. Nüfus kütükleri, 3. Kadı

(Şeriyye Sicilleri), 4. Vakfıyeler; Modern çağda

ise 5. Telefon rehberleri, 6. Okul kayıt defterle-

ri,7. Evlilik kayıt defterleri, 8. Doğum evi kayıt

defterleri, 9. Ölüm kayıt defterleri. Şeyh Abdur-

rahman Erzincanî Hazretleri’nin ismi yüzlerce

yıldır Balaban’ı bırakın Darende ve çevre köyler-

de de yoğun olarak kullanılmaktadır. Darende

Merkez, Yenice, A. Ulupınar, Y. Ulupınar ve Toh-

ma boyu köylerinde sıklıkla rastladığımız isim-

ler: Abdurrahman, Şeyh Abdurrahman, Şeyih,

Şeyih Ağa, Şıhlı, Apo Hacemmi, Abdo, Şeyho. Bu

adlara hemen her ailede rastlanır. Darende’de

aynı şekilde Hamid, Hamideddin, Hulûsi, Hasan,

Hasan Gazi, Taceddin, İsmail Hakkı, Turan Gazi,

Battal, Türkmen, Balaban, soyadı olarak da yine

Balaban, Akbalaban, Kösebalaban, Gerimter

(Uşak’a göçmüş bir Balabanlı ailenin soyadı

idi.) gibi ilim irfan ve hak dostlarının adlarının

yaşatılması hem Darende hem de Balaban için

geçerlidir. Yer adlarında da sadece Balaban’dan

birkaç örnek vererek konunun genç akademis-

yenlere tez çalışması olabileceğini de buradan

hatırlatmak isterim: Şeyihli mahallesi, Şeyh Pı-

narı (kaynak suyu). Kısaca büyüklerin hatırasına

hürmeten yüzyıllardır bu adlar yaşatılmaktadır.

Şeyh Abdurrahman Erzincanî Hazretleri yüz-

lerce yıl manevîyatıyla, hatırasıyla Balabanlıyı

ve çevresini birbirine bağlamış, yakınlaştırmış;

insanî, uhrevî değerlerle bezemiş kısaca adı bile

yaşatılarak bugünlere yetişmiş.

Adıyla Ünlenen Cami

Gerimter nahiyesinde vefat eden Abdurrah-

man Erzincanî’nin kabrine ait eski türbe horasan

harcı ile kare planlı, ahşap piramit örtülü olarak

1960 yılına kadar mevcuttu. Bu kârgir türbeye ait

olduğu kabul edilen halen mevcut taş kitabede:

Hâza’l makamü’l müslim ber tamam

El-hayrat Şeyh el-hac Ebubekir b. Hasan bin

Abdirrahim tarih sene 1000

Buna göre miladi 1591 yılında ilk türbe ya-

pılmıştır. Balaban beylerinden Balaban b. Bekir

b. Mehmet b. Halil H. 463/M. 1701 tarihinde

türbeye bitişik cami yaptırır. Daha sonra (M.

1866) yılında camii genişletilerek onarılmıştır.

1961 yılında Es Seyyid Osman Hulûsi

Efendi’nin Mimar Yücel Sarı ve Mimar Şerif Ali

Akkurt Beylere yaptırdığı durum tespitine göre

camii, kerpiç duvarlı, ardıç direk üzeri, ahşap

düz, örtü ve toprak damdır. Minaresi mevcut de-

ğildi. Yeni bir camii inşa etmek gayesi ile 1961

yılında kurulan cami yaptırma derneği Şerif Ali

Akkurt’un proje teklifini kabul eder. (1962). Bir

yıl sonra da proje başlatılır. Bu derneğin başka-

nı Osman Hulûsi Ateş’tir. Derneğin muhasipleri

ise Mehmet Gülseren, Yakup Durmaz ile vezne-

darı Abdurrahman Gülseren’dir.4 1975 yılında

ibadete açılır. Lakin genişletme, iyileştirme ça-

lışmaları o günden bugüne hep sürdürülmekte-

dir. 1994 yılında Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi

Vakfı tarafından caminin çatısı bakırla kaplatıl-

mış, iç dekorasyon ve dökülen alçı kaplamalar

onarılmıştır. Yenilemeler ve bakım onarım hiz-

metleri hâlen bu vakıf tarafından sürdürülmek-

tedir. Bu durumu şair Ali Aygün şöyle dizelere

dökmüş:

Abdurrahman Erzincanî Camii’ni

Beraberinde kütüphanesini

Şeyh Hamid-i Veli’nin çeşmesini

Yapmaya üstünde duranlardandır.

Cami iki katlıdır. Tamamen beyaz taştan ya-

pılmıştır. Caminin üzerinden kuş bakışı bakıl-

dığında kıbleye doğru uçan bir jet uçağı görü-

nümünü vermektedir.5 Giriş katta kütüphane,

Kur’an Kursu ve çalışma odaları bulunmakta-

dır. Yan tarafından taş merdivenle çıkılan ve

genişçe bir sahanlıktan girilen ikinci katta ise

beşgen biçiminde namaz kılınan mekân, son

cemaat yeri; arka bölümde ise Hazret’in ve aile

efradının bulunduğu sandukalar, daha arkada

ise derslik biçiminde kurs salonu bulunmak-

tadır. Cami-minare-türbe-kütüphane-şadırvan

ve çalışma odaları ile adeta küçük bir külliye

görünümündedir.6 Uzay mekiğini andıran, beşli

bir betonarme omurga ve dönel bir merdive-

ni olan minare kırk basamaklı, otuz beş metre

yüksekliktedir. Ana mekân beş köşelidir. Se-

mavi Eyice, İslâm Ansiklopedisi ‘Cami’ madde-

sinde şöyle yazmıştır: “Darende yakınlarında

Abdurrahman Erzincanî Türbesi yanına inşa

edilen cami, türbe, kütüphane ve meşrutadan

meydana gelen küçük külliye, çadır şeklindeki

mescidi, mızrak ucu şeklindeki minaresi ve di-

ğer yapılarıyla modern mimari anlayışta inşa

edilmiş bir başka eserdir.”7 Halk şairlerinin di-

zelerinde minareyi anlatan iki dörtlük ile yazı-

mızı tamamlayalım:

Şeyh Abdurrahman Erzincanî Camii

Yoktur dünyada eşi benzeri

Minaresi andırır sanki bir füzeyi

Sen bir cennetsin güzel Balabanım.8

Erzincanî Camii minare bize

Göreni etkiler sanırlar füze

Çadırına atfen Efendimiz’e

Göreni çağırır gel oldu şimdi.9

Dipnot

*Dr. Cemil GÜLSEREN

1. Sicill-i Osmani, C.3,s.309.

2. Bknz. Malatya Mutasavvıfları, Mehmet Gülseren vd.,. Ma-latya, 1996.s.5-7.

3. Elbistanın Sesi, 27 Eylül 2016.

4. Naci Toprak, Şeyh Abdurrahman Erzincani Camii, Somun-cu Baba, S.4, s.29-33.

5. Ahmet Şentürk, Mehmet Gülseren, Ali Helvacı, Malatya Ca-mileri, Malatya, 1992, s.101.

6. Ahmet Akgündüz, Sait Öztürk, Yaşar Baş, Darende Tari-hi, Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı - Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi Yay., İst., 2002.

7. Semavi Eyice, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi “Cami” Maddesi, 7. Cilt s.87.

8. M. Erol Akbalaban.

9. Bayram Eke

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba54 55

Page 30: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Anadolu’nun Yetiştirdiği Büyük Ruh:

Yûnus Emre

KÜLTÜR Bilal KEMİKLİ*

“Yûnus Emre, tefekkürün engin zirvesine çıkmış bir düşünce adamıdır. O bilgiyi içselleştirmiş, kâinatı içindeki küreden seyrederek ilm-i ledün

sırrına vakıf olmuş, büyük bir okyanustur.”

Bu toprakları maddî ve mânevî anlamda

işleyip bizlere kazandıran aziz ve büyük

ruhların huzurunda sizleri selamlıyorum.

Bir düşünürümüz diyor ki; “Büyük mezarların

üstünde büyük vatanlar vardır.” Sonra ekliyor;

“Büyük ölüleri olmayan milletler ebedî olamaz-

lar.” Bu düşünürümüz ilhamını bu büyük vata-

nın tarihinden alıyor. Tarihin en eski ve en köklü

medeniyetlerinden birine sahip olan Türkler,

tarihin her döneminde büyük mezarlara, büyük

ruhlara sahip olmuşlardır.

Yüce gayeye selam,

Yüce ümide selam,

Yüce ülküye selam…

Zira “Üzerinde büyük ruhların sevildiği top-

raklarda ebedî hayat ağacı yeşeriyor; gerçek ha-

yat, gerçek saâdet tadılıyor. Onlarsız yeryüzünde

yetim yaşıyoruz. Yaşadığımız bu yeryüzünde top-

rağın rûhu yoksa bizde de hayat olamıyor.”

Çünkü toprağı vatan yapan, ana yapan ve bu

vatanda devlet ve millet olmayı öğreten bu bü-

yük ruhlardır.

Şunu açıkça ifade etmek isterim ki; bizim

arşivlerimizdeki tarihi vesîkalarımız, maddî ve

mânevî kültür varlıklarımız bu denli zengin ol-

masaydı bile, bir Yûnus deyişi, Yûnus sözü kal-

saydı; bu bile bizim millet olarak büyüklüğümü-

ze ve dilimizin zenginliğine delil olarak yeterdi.

Niçin? Çünkü Yûnus Emre, demek; zengin ve

geniş anlamlarıyla, sanat, edebiyat ve bilim dili

demektir; Türkçe demektir. Çünkü Yûnus Emre

demek, sabır ve metanetle, tesâmüh ve özve-

riyle çalışıp çabalayarak bu büyük coğrafyaya

hayat vermek demektir.

Ara sıra kendi kendime şu soruyu sorarım;

Yûnus Emre kimdir? Şimdi de soruyorum, sizle-

re soruyorum; Kimdir Yûnus?

Bir kısmınız diyeceksiniz ki, Yûnus Emre

büyük bir şairdir. Doğru. Yûnus şiirin zirvesine

çıkmış bir şairdir. Sanat kaygısı gütmeden, için-

den geldiği gibi söyler; ama bu onu bayağılığa

götürmez. Aksine estetik ve duyarlılığın zirve-

sindedir.

Bir kısmınız da diyeceksiniz ki, Yûnus Emre

büyük bir velîdir, yüce bir sûfîdir. Bu da doğru…

Yûnus Emre, velâyetin en üst katında: bir aşk

adamı. Terk ve farka ulaşmış, sabır ve sebâtla

olgunlaşmış, idrâkini ve muhayyilesini latif duy-

gularla doyurmuş, akıl ve kalp ikilemini aşmış,

kendisiyle, hem cinsleriyle ve tabiatla barışık

bir derviş... İçindeki öz beni keşfetmiş bir sûfî.

Tevhîd ateşiyle pişmiş bir mümin.

Sonra bir kısmınız, “Yûnus kimdir?” soru-

suna, “O büyük bir düşünürdür.” diyeceksiniz.

Elhak doğrudur. Yûnus Emre, tefekkürün engin

zirvesine çıkmış bir düşünce adamıdır. O bilgi-

yi içselleştirmiş, kâinâtı içindeki küreden sey-

rederek ilm-i ledün sırrına vâkıf olmuş, büyük

bir okyanustur. O, gönül aynasını tasfiye etmiş,

müşâhede ve murâkabe ile derin düşünceleri,

herkesin anlayacağı seviyede ele alan büyük bir

düşünürdür.

Soruları ve cevapları çoğaltabiliriz. Ama

son günlerde, “Yûnus kimdir?” sorusuna ben,

“Elementleri bileştirerek yeni bir madde elde

eden bir kimyâgerdir.” diye cevap veriyorum.

Evet, Yûnus bir kimyâgerdir. O bütün bir tabi-

atı laboratuar olarak algılamış, dağ demeden,

taş demeden, uzak, yakın kaygısı gütmeden

Anadolu’yu karış karış gezerek insanların yü-

reğine barış, sevinç ve huzur üflemiş büyük bir

“Yûnus, gönül aynasını tasfiye etmiş, müşahede ve murakabe ile derin düşünceleri, herkesin anlayacağı seviyede ele alan büyük bir düşünürdür.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba56 57

Page 31: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

kimyâgerdir. Niçin? Çünkü Yûnus, sözüyle ve

düşünceleriyle, hem döneminin o zor siyâsî ve

sosyal şartları içerisinde insanların sığınacağı

liman olmuş, hem de acımasız zaman değirme-

ninin dişlilerine direnip bu günlere gelerek pa-

ramparça olan ruhlara hayat iksirini sunmuştur.

Bu bakımdan Yûnus’tan yola çıkarak bir büyük

medeniyetin tahlili yapılabilir.

Gerçekten de Yûnus’un tarihsel hayatına

baktığımızda, her şeyden önce yaşadığı dönem,

siyâsî, sosyal ve kültürel anlamda bir kaos…

Gerçi Anadolu’da Selçuklu’nun siyâsî bir gelene-

ği var; büyük bir medeniyetin devamı niteliğin-

de olan bu gelenek, her ne kadar Anadolu için

sulh ve sükûn getirmiş ise de; bu sükûn ve huzur

ortamı devam edememiştir. Selçuklu, bilindiği

gibi, Anadolu’yu bir uçtan öbür

uca, medrese, kervansaray, cami

ve çeşme gibi medeniyetin temel

unsurları olan yapılar ve kurum-

larla örmüştür. Ama bir yandan

Haçlı saldırıları, öte yandan Mo-

ğol baskıları, bu sükûn ve huzur

ortamını bozmuştur. Dışardan

gelen bu baskıya paralel olarak

içerde de sosyal ve kültürel çatış-

ma baş gösteriyor; bir yandan et-

nik ve cemâat çatışması öte yan-

dan beylerin iktidar mücâdelesi

bu kaosu üretiyor. İnsanlar tedir-

gin. Ekonomik yönden iflâs etmiş

durumdalar. Can ve mal güvenliği

yok. Hayat, şairimizin benzetme-

siyle, âdetâ bir “ağulu aş”tır. Bu

sebepten diyor ki;

Ben bir aceb ile geldüm kimse

hâlim bilmez benim

Ben söylerem ben dinlerem

kimse dilim bilmez benim

“Bir aceb ile geldim.” diyor.

Bu “aceb il”, şairin, sözünün an-

laşılmadığı ve dilinin bilinmediği

bir ülkedir. Biz biliyoruz ki, Yûnus,

Anadolu’nun belli başlı merkez-

lerini gezdi. Yani onun sözünün

anlaşılmadığı, dilinin bilinmediği

ülke, bu gezip dolaştığı diyarlar-

dan başka bir yer değildir.

Bu demektir ki; Yûnus’un yaşadığı dönem,

öylesine kaos içinde, öylesine dağınık bir dö-

nemdi ki… İnsanlar, bu kaos ortamında bildikleri

dili unutmuşlar, söylenen sözü anlayamaz ol-

muşlar! Öte yandan dil, gelenek içerisinde tevri-

yeli olarak iki anlamda kullanılır; lisan ve gönül.

Her bakımdan pırıl pırıl ve sağduyulu bir hayatı,

tesâmüh ve saygıyı esas alan Selçuklu dirlik ve

düzeni, yerini kaosa bırakınca, insanların gönül-

leri paramparça oldu. Gönül aynası yere düştü;

param parça, tuz buz oldu.

Bir ülkede dirlik ve düzen yok ise, sosyal ve

ekonomik çöküntü baş göstermişse, siyâsî ve

kültürel anlamda değerler çözülmüş ise; o ül-

kede ne dil ne de anlayış kalır. Yûnus bunu gö-

rüyor. Bu paramparça olmuş hayatlara, bu bö-

lünmüş zihinlere ve bu yokluğa mahkûm olmuş

hayallere “yeni bir ruh” üflüyor. İşte Yûnus’un

kimyâsı bu… Bu yeni ruh.

Bu öyle bir ruh ki, âdetâ İsa Peygamber’in ölü

ruhlara üflediği nefes gibi, insana hayat bahşe-

diyor. Huzur ve sükûn veriyor. Kanaat ve şükür

hazînelerini sunuyor. Ânı anlamlandırıp, yarına

mâkûl ve mantıklı bakmayı öğretiyor. Umut ve-

riyor. Kaybolan hayalleri yeniden canlandırıyor.

Nedir bu yeni ruh? Bu yeni ruh, kurak top-

raklara düşen yağmur tanesi gibi, uğradığı yere

yeşilin bütün tonlarını taşıyan bir iksirdir. Bu ruh,

aşktır. Evet, günümüzde televole mantığı içe-

risinde tükettiğimiz, içini boşaltarak anlamsız

kıldığımız bir kavramdan bahsediyorum ve di-

yorum ki, Yûnus’un kimyâsı aşktır! Aşk, sıradan

insanı ölümsüzleştiren iksirdir. Ne diyor Yûnus?

Ölen hayvân imiş âşıklar ölmez

Aşk, büyük bir tecellîdir. Nereye ve kime uğ-

rarsa, orayı Tur Dağı gibi raksa getirip parçala-

yan bir kudrettir. Ancak bu parçalanma, olum-

suz anlamda yok etme değil, yokluk ve terkle

yeniden var etmedir. Dikkati ve hayali teke in-

dirme ameliyesidir.

Aşk öyle bir kimyâdır ki; toprağı altın yapar.

Zindanı güllük gülistanlık bir bahçeye tebdil

eder. İnsanı meleklerin de ulaşamayacağı bir

yüce makama ulaştırır.

İşidin ey yârenler kıymetlü nesnedir aşk

Degmelere bitimez hürmetlü nesnedir aşk

Hem cefâdur hem safâ Hamza’yı atdı Kâf’a

Aşk iledir Mustafâ devletlü nesnedir aşk

Dağa düşer yel eyler gönüllere yol eyler

Sultanları kul eyler cür’etlü nesnedir aşk

Kime kim aşk urdu ok gussayıla kaygu yok

Feryad-ıla âhı çok firkatlü nesnedir aşk

Denizleri kaynadır mevce gelir oynadır

Kayaları oynadur kuvvetlü nesnedir aşk

Akılleri şaşırır deryâlara düşürür

Nice ciğer pişirir key odlu nesnedir aşk

Miskin Yûnus neylesin derdin kime söylesin

Varsın dostı toylasın lezzetlü nesnedir aşk

İşte Yûnus’un üflediği ruh bu… Bu ruh, insana

yaşama sevinci veriyor. Hayatı anlamlandırma-

sına, varlığın mâhiyetini anlamasına, olayları ve

karşılaşılan halleri mâkûl çerçevede değerlen-

dirmesine ve belki bunlardan daha da önem-

lisi insanın kendisini tanımasına ve kendisiyle

barışmasına imkân veriyor. Aşk ateşi, öyle bir

yakıcı unsurdur ki, İbrahim peygamberin içine

atıldığı ateş gibidir; içine düşenin fazlalıklarını

ve malayani taraflarını yakar, geride özünden

oluşan bir bahçe sunar. Bu bahçe, arınmış gö-

nüldür; saflaştırılmış, temizlenmiş ve arıtılmış

gönüldür.

Dipnot

* Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ

Bu metin, Gönen Kaymakamlığı’nın 26.06.2004 tarihinde dü-zenlediği XIII. Yûnus Emre ve Aşure Şenlikleri dolayısıyla konferans olarak sunulmuştur.

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba58 59

Page 32: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Muhteşem Bir Sultan, Muhteşem Bir Şair:

Kanûnî Sultan Süleyman

Asıl adı Süleyman… “Muhteşem Süleyman”

yahut “Süleyman-ı evvel” olarak da bilinir.

Muhteşemliği üstün yönetici şahsiyetin-

den ve devrinde Osmanlı’nın en muhteşem gün-

lerini yaşamasından gelir. Devlet yönetimi, askerî

başarıları Osmanlı tarihi için tam bir yüz akı olan

olaylardır. Bunu anlamak için 46 yıl süren salta-

natının (1520-1566) ilk yıllarında Batı’ya seferler

düzenlediğini, Belgrat (1521) ve Mohaç (1526)

zaferlerinden sonra Safevilere karşı Irakeyn,

Tebriz ve Nahcivan seferlerini düzenleyerek Bağ-

dat, Tebriz, Doğu Anadolu, Azerbaycan ve Irak-ı

Acem’i Osmanlı topraklarına kattığını söylemek

yeterli olacaktır. Bununla da kalmamış, fetih ve

zaferlerle süslenen yönetim tarzı, mimariden şi-

ire kadar hemen her alanda Osmanlı’nın en gör-

kemli zamanını oluşturmuştur. Öyle ki etrafı ilim

ve sanatkârlarla dolu olup her biri eserleriyle bu

muhteşem devri daha da taçlandırmışlardır. Yüz-

yılın en önemli şairlerinden Bakî bu devri anlatır-

ken şöyle der: “Her yâneden ayağına altun akup

gelür/Eşcâr-ı bağ himmet umar cûybârdan.” Bu

anlatım her şeyi özetlemeye yeter, fakat bunları

uzun uzun anlatmak tarihî içerikli bir yazının ko-

nusu olacağından bunu bir yana bırakıp biz onun

şairliğine bakacağız.

Edebî Yönü ve Şairliği

Kanûnî, büyük dedesi Fatih, dedesi II. Bâyezîd

ve babası Yavuz gibi şiir sanatıyla yakından ilgi-

lenmiş bir isimdir. Öyle ki Osmanlı edebiyatının

padişah şairleri ve diğer Divan şairleri arasında

en çok şiir yazanlar içerisinde üç bin civarındaki

şiiriyle ilk sırada yer alma başarısını göstermiş-

tir. Mesele elbette şiirlerinin sayısal çokluğu de-

ğildir. Bu şiirlerin gerek kendi devrinde gerekse

sonraki zamanlarda büyük bir beğeni ile karşı-

lanmış olmasıdır. Yazdığı aşk, heyecan, kahra-

manlık ve tefekkür şiirleri zamanında ve sonraki

asırlarda büyük bir beğeni ile karşılanmıştır.

Bu, elbette şiire verilen ciddi bir emeğin ne-

ticesidir. O, ilk zamanlarında dil, duygu ve içerik

açısından henüz olgunlaşmamış örnekler orta-

ya koysa bile daha sonra çevresinde bulunan

önemli şairlerle yakınlığı, onlarla yaptığı şiir

sohbetleri ve tartışmaları neticesinde büyük bir

şair olmanın imkânlarına da kavuşmuştur.

Kanûnî şiiri, gelişmiş Osmanlı Divan şiirinin

bütün özelliklerini taşır. Her şeyden önce bu

metinler, duygu ve fikir dünyasının zenginlikleri

bakımından dikkate değer metinler olarak kar-

şımıza çıkar. Onda da temel duygu aşktır. Ama

yazan bir sultan olunca bu temayı kahramanlık,

iyi yetişmiş bir kişim olduğu için de bilgelik ve

duygulu yüreğinden dolayı heyecan öne çıkan

vasıflar olmuştur. Hatta bunlar arasında atasö-

zü gibi dilden dile dolaşan şiirler de vardır. Me-

sela; “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet

gibi/Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”

EDEBİYAT Mustafa ÖZÇELİK

“Şiirlerinde Muhibbî bazen de Muhib, I. Süleyman, Meftunî, Âcizî mahlaslarını kullanan Kanûnî, önceden de söylediğimiz gibi Divan edebiyatında en fazla gazel yazan şairdir.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba60 61

Page 33: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

beytiyle başlayan muhteşem gazeli buna örnek

olarak gösterilebilir ki bu ve benzeri gazelleri

zamanı aşarak günümüze kadar aynı ilgi ve be-

ğeni ile okunan metinler olmuştur.

Eserleri

Şiirlerinde Muhibbî bazen de Muhib, I. Sü-

leyman, Meftunî, Âcizî mahlaslarını kullanan

Kanûnî, önceden de söylediğimiz gibi Divan

edebiyatında en fazla gazel yazan şairdir. Bu

şiirleri bir Divan’da toplanmış ve Divan ilk defa

Âdile Sultan tarafından bastırılmıştır (İstanbul

1308). Çeşitli kütüphanelerde pek çok yazma

nüshası mevcuttur. Muhibbî’nin biri Farsça ol-

mak üzere dört divançesi vardır.

Bugün de Sevilerek Okunan Bir Gazeli

Muhibbî’nin aşağıdaki gazelinin matla beyti

Türk şiirinde çok ilgi görmüş, her zaman sev-

giyle karşılanmış ve bu beyit Türk halkı arasın-

da dilden dile dolaşarak bir atasözü değeri ka-

zanmıştır. Sadece bu gazel bile Muhibbî’nin ne

kadar güçlü bir şair olduğunun ispatı olmuştur.

“Halk içinde mu’teber bir nesne yok devlet gibi/

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” bey-

tiyle başlayan bu gazelin bu girizgâhı “sağlık”

konusunu öne çıkarır. Ona göre sağlıklı yaşa-

mak, devlet kademesinde itibarlı bir mevkide

olmaktan daha iyidir. “Saltanat didükleri ancak

cihan gavgasıdur/Olmaya baht u saadet âlem-i

vahdet gibi” beytinde ise saltanatın gelip ge-

çiciliğine vurgu yapar. Kişi, ona göre böyle bir

kavganın insanı olmak yerine kişinin kendi kö-

şesine çekilerek kendi kendinin efendisi olmak

işin en doğrusudur. “Ko bu ayş u işreti çünkim

fenadur akıbet/Yâr-i baki ister isen olmaya tâat

gibi” beytinde ise dünyavileşmeye bir itiraz gö-

rülür. Buna göre kişi eğlenceyi, yeme içmeyi bı-

rakmalı, yok olmayan baki bir sevgiliye ibadet

etmelidir. “Olsa kumlar sayısınca ömrüne hadd

ü aded/Gelmeye bu şişe-i çarh içre bir saat gibi”

beyti de ömrün faniliğinden söz eder. Bu yüz-

den ömre kıymet verilmemelidir. Son beyit olan

“Ger huzur itmek dilesen ey Muhibbî fâriğ ol/Ol-

maya vahdet cihanda kuşe-i uzlet gibi” beyti de

öncekilere bağlı olarak huzur kaçıran her şeyin

terk edilmesini öğütler. Burada aynı zamanda

“Vahdet, birlik olma düşüncesinin peşinde ol” de-

nilerek vahdet-i vücut anlayışına göndermede

bulunur.

Diğer İki Önemli Şiiri

Bunlardan ilki onun ne kadar duygulu bir yü-

rek olduğunu gösteren şiirleridir. Bunlar, büyük bir

aşkla bağlı olduğu Hürrem Sultan’a yazılmış me-

tinlerdir. Bunlar arasında en meşhur olanı “Celîs-i

halvetim varım habîbim mâh-ı tâbânım/Enîsim

mahremim varım güzeller şâhı sultânım” beytiy-

le başlayan ve “Kapında çünki meddâhım seni

medh ederim dâim/Yürek pür-gam gözüm pür-nem

Muhibbî’yim hoş hâlim” beytiyle biten gazelidir.

Sözünü edeceğimiz diğer şiiri ise oğlu şehza-

de Bâyezîd’le ilgili olanıdır. Şehzade, annesinin

ölümünün ardından yalnız ve korumasız kalmış,

bu esnada kardeşi Şehzade Selim ile girişti-

ği taht kavgaları ve mücadeleleri sonucunda

mağlup olarak babasından af dilemiş fakat bu

özür kabul görmeyerek asi olduğu gerekçe-

siyle babasının emriyle 23 Temmuz 1562’de

boğdurularak öldürülmüştür. İşte bu olayın ön-

cesinde aralarındaki manzum yazışmalar da

bir hayli trajik metinlerdir. Bir fikir vermesi açı-

sından Bâyezîd’in af dilediği şiirin ilk bölümüyle

Kanûnî’nin ona verdiği cevabi şiirin ilk bölümü-

nü buraya alıyoruz. Şehzade Bâyezîd, “Ey sera-

ser âleme Sultan Süleyman’ım baba/Tende Ca-

nım, Canımın içinde cananım baba/Bayezîd’ine

kıyar mısın benim canım baba” derken babası

da ona şöyle demiştir: “Ey demâdem mazhar-ı

tuğyan ü isyanım oğul/Takmayan boynuna hergiz

tavk-ı fermanım oğul/Ben kıyar mıydım sana ey

Bâyezîd Han’ım oğul/Bîgünahım dime bari tevbe

kıl canım oğul/.”

Sonuç Olarak

Kanûnî Sultan Süleyman, iyi yetişmiş bir

şehzade, başarılı bir sultan ve yine iyi bir şair

olarak müspet özellikleriyle anılması gereken

bir padişahtır. Fakat evlatlarıyla yaşadığı ha-

diseler, dün de bugün de sorgulanmaktadır.

Oğlu Mustafa’nın idamından sekiz sene sonra,

1561’de bir başka oğlunu, Şehzade Bâyezîd’i

beş çocuğu ile beraber boğdurması izahı müm-

kün olmayan bir trajik durumdur zira. Bu du-

rum, Osmanlı tarihinde Cem Sultan hadisesin-

den sonra yaşanan en hüzünlü hadiselerden biri

olarak kayda geçmiştir. Ama bizim asıl konu-

muz şairliği olduğu için sözü şöyle bağlayalım.

Yaptığı fetihleri, adına açılan Süleymaniye Med-

reseleri ve devrinde yaptığı kültürel gelişmeleri

kendisinin de oldukça başarılı sayılabilecek şi-

irleri ile süsleyen Kanûnî, divan sahibi Osmanlı

sultanlarının en önemlilerinden biri olarak ede-

biyat tarihimizde de anılması gereken önemli

bir isimdir. Sözü Ahdî’nin Kanûnî’nin şairliği ile

ilgili şu sözü ile bitirelim: “Türkî dilinde eş’âr-ı bî-

nihâyesi hûb ve zebân-ı risîde-güftâr-ı bî-gâyesi

mergûbdur.”

Kaynakça

Coşkun Ak, “Süleyman I (Edebî Yönü)”, Türkiye Diyanet Vakfı İs-lam Ansiklopedisi, İstanbul, C. 38, s. 74-75. İstanbul, 2010

Kemal YAVUZ, Orhan YAVUZ, Muhibbî Dîvânı (Bütün Şiirleri), Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul, 2016.

Reşad Ekrem KOÇU, Âşık ve Şair Padişahlar, Doğan Kitap, İs-tanbul, 2016

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba62 63

Page 34: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

EDEBİYAT Vedat Ali TOK

“Baş eğmeziz edanîye dünyâ-yı dûn için Allah’adır tevekkülümüz îtimâdımız.”

Bâkî

Alçaklar Karşısında

Baş Eğmeyiz

(Aşağılık/fani dünya menfaatleri için aşağılık olan kimselere baş eğmeyiz; çünkü biz sadece Allah’a tevekkül ederiz, yalnız O’na itimat ede-riz.)

İnsan eşref-i mahlûkat olarak yaratılmıştır. Yaratılmışların en şereflisi olma payesine layık olmak için birtakım şartlar gerekiyor. Bunla-rın en başında da kul olmak, yalnız ve sadece Allah’a, kendini şerefli yaratan Allah’a, kul olmak gerekiyor. Allah’a layıkıyla kul olan insan haya-tında O’ndan gayri ne varsa hiçbirini Yaratıcısı-nın önüne geçiremez. Masivaya, yani Allah’tan gayrisine, tapmaz.

Bizi yaratan, bizim neler düşünebileceğimi-zi iyi bildiği için Zümer Sûresi’nin 38. ayetinde şöyle buyuruyor:

“And olsun, eğer onlara, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan elbette, ‘Allah!’, derler. De ki: ‘Peki söyleyin bakalım, Allah’ı bırakıp da iba-det ettikleriniz var ya; eğer Allah bana herhangi bir zarar dokundurmak isterse, onlar Allah’ın do-kundurduğu zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilese, onlar onun rahmetini en-gelleyebilirler mi?’ De ki: ‘Allah bana yeter. Tevek-kül edenler ancak O’na tevekkül ederler.”

Kul karşısında eğilip bükülenlerin çoğunda rızık endişesi görülür. Rızkın da kuldan geldiği-ne inananlar için Peygamber Efendimiz’in şöyle bir uyarısı var: “Sizler, Allah’a gereği gibi tevekkül etseydiniz, (sabahleyin) aç olarak gidip (akşam) tok olarak dönen kuşu rızıklandırdığı gibi, elbette sizi de rızıklandırırdı.”

İnsanı yüce kılan en temel değerlerden biri onurlu duruşudur. Kendini bilen insan, dünya ni-metleri için başkasına baş eğmez. Hiç kimsenin önünde bir makam, bir mevki için izzet-i nefsi ayaklar altına alan davranışlar sergilemez.

Elbette insan bulunduğu konumdan daha iyi mevkilere gelmek için çaba sarf edecektir. Bu, herkes için olması gereken fıtrî bir davranıştır. Çalışmak çabalamak ve daha iyi noktalara gel-mek için mücadele etmek gerekiyor. İki günü

birbirine eşit olan ziyandadır, hükmü yarını bu-günden her bakımdan farklı olmayı da daha iyi ve üst makamlara gelmeyi de ihtiva eder. Yalnız bunun şartı da vardır: Çalışıp bütün tedbirleri aldıktan sonra işin sonunu Allah’ın takdirine bı-rakmak, yani tevekkül etmek…

Sosyal hayatın sağlıklı bir şekilde yürümesi için saygı ve sevgi kurallarına dikkat etmek ge-rekir. Nitekim milletimizin köklü geleneğinde bu

kavramlar bir terbiye şeklinde çocukluktan itiba-ren öğretilen ders niteliğindedir. Büyüklere say-gı, küçüklere sevgi güzel bir töredir. Aynı şekilde memurun amirine gösterdiği saygı da bir kurum-daki işlerin disiplinli yürümesi için gereken kural-lardandır. Ancak saygı ile dalkavukluğu birbirine karıştırmamak gerekiyor. Mesela, bir memurun, amirinin odasına girerken amirinin kapısını vur-ması, amirinin karşısında laubali hareketlerden kaçınması, konuşma esnasında ciddi bir tavır al-ması, saygı ifade eden sözlerin dışına çıkmaması normal bir davranıştır. Ancak amirinden farklı bir muamele görmek adına onun karşısında iki bük-lüm olması, hatta itibar görmek ve bir menfaat elde etmek için arkadaşlarının sözlerini taşıması, dedikodu yapması saygı kavramı ile izah edile-mez. Bugün falan amirine böyle davranan, yarın durum değiştiğinde filan amirine de yaranmak için belki önceki inancının tam tersine davranış sergileyecektir.

“Kul karşısında eğilip bükülenlerin çoğunda rızık endişesi görülür. Rızkın da kuldan geldiğine inananlar için Peygamber Efendimiz’in şöyle bir uyarısı var: “Sizler, Allah’a gereği gibi tevekkül etseydiniz, (sabahleyin) aç olarak gidip (akşam) tok olarak dönen kuşu rızıklandırdığı gibi, elbette sizi de rızıklandırırdı.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba64 65

Page 35: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Davranışlarda tabii olmak gerekiyor. Bu dün-ya hayatının kısalığını ifade etmek için “üç gün-lük dünya” tabiri kullanılır. Hakikaten öyledir. Ebedî bir âlem için bir bakıma imtihan merkezi olan dünyada kimin kulu olduğunu unutarak in-sanlara yaranmaya çalışan, rızık endişesinden kurtulmak için insana sarılan, hele hele menfa-at için saygıya layık olmayan kimselere müdara eden, onlardan imdat ve şefaat bekleyen insan ne büyük bir gaflet içindedir. Zaten önemli mev-kilerdeki bilge kişiler böylelerini yanına bile yak-laştırmaktan imtina ederler.

İnsana rızık veren de makam, mevki veren de Allah’tır. Çalışıp çabaladıktan sonra sonucu Rabbinden isteyen mütevekkil insan olmak ne kadar güzel bir makamdır. Tanzimat döneminin bilge şairi Ziya Paşa tevekkül hususunda güzel bir beyit söyler:

Allah’a tevekkül edenin yaveri Hak’tır

Nâşâd gönül bir gün olur şâd olacaktır

(Allah’a tevekkül edenin yardımcısı yine Allah’tır; (tevekkül sahibi olan) üzüntülü bir in-san gün gelir sevinçlere gark olur.)

Herhangi bir işin olumlu ya da olumsuz so-nuçlanması asla insan iradesi ile açıklanamaz; çünkü her gün yaşadığımız olaylara şöyle bir baktığımızda görürüz ki netice bütün tedbirleri almamıza rağmen istediğimiz, beklediğimiz şe-

yin aksine çıkabilmektedir. Zaten böyle olmasa güçlü olan her zaman kazanır, zayıf olan her zaman kaybederdi. Fakat bakıyoruz ki Allah’ın iradesi ve adaleti basit bir mantıkla yürümüyor. Bu durum bize insanın ilah olmadığını, nereye kadar yükselirse yükselsin sonuçta kul olduğu gerçeğini ispatlıyor ve Rabb’imiz bizden şöyle dua ve bu dua ile iman etmemizi istiyor ki insan fıtratına da yakışan budur: “(Allah’ım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dile-riz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıkla-rınkine değil.” (1/Fatiha, 5-7)

16. yüzyılın şairler sultanı Bâkî, ebedî dün-yanın yanında esamisi bile okunamayacak ka-dar kısa ve fani bir dünyada mutlu olma adına aşağılık kimselere boyun eğmenin aşağılık kim-selere yakışacağına dikkat çektiği beytinde, en sağlam kapının Allah’ın kapısı olduğunu ve yal-nız O’na inanmanın, yalnız O’ndan yardım dile-menin gerektiğini ifade ediyor.

“Marifetname” ismiyle meşhur eserin müel-lifi Erzurumlu İbrahim Hakkı ile sözümüzü bağ-layalım:

Sen Hakk’a tevekkül kıl Teslîm ol da rahat bul Her işine râzı ol Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler

Ömürler geçerken fark edilmeden,İç içe saklanır sevinç ve keder,Fırsatlar gelir gider bilmeden,Halden hale koyar insanı kader.

Zamanla bakarsın söner arzular,Sevgiler o eski sevgiler değil.Bölünür bin türlü dertle uykular,Belirir duvarda binlerce şekil.

Duygular değişir mantığa inat,Yaşanmış anılar sisler ardında.Sırlara aşina yaşlı kainat,Manalar gizlenir sesler ardında.

Avutmaz insanı kalabalıklar,Yalnızlık gülümser gelir de bir anBozulur gün olur başta sağlıklar,Dost gözüyle bakar ölüme insan

Bir ezeli göçtür sürer muttasıl,Kimse bilmez sıra kimin,yol kimin.Karışınca ten toprağa velhasıl,Belli olmaz ayak kimin,kol kimin.

Durmaz avcunda akar su ömür,Varlığın et,kemik,birkaç damla kan,Bir mermi hızıyla geçer bu ömür,Ey hırsına esir zavallı insan.

İbrahim SAĞIR

Ey İnsan!

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba66 67

Page 36: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

KÜLTÜR M. Nihat MALKOÇ

Osmanlı padişahlarının onuncusu, 89.

İslâm halifesi olan ve “Muhteşem Sü-

leyman” olarak anılan Kanûnî Sultan

Süleyman 1494 (bir rivayete göre ise 1495)’te,

babası Yavuz Sultan Selim’in sancakbeyi (vali)

olarak bulunduğu Trabzon’da dünyaya gelmiş-

tir. Babası I. Selim (Yavuz), annesi ise Ayşe Hafsa

Valide Sultan’dır. O aynı zamanda II. Bâyezîd’in

torunudur. Kanûnî Sultan Süleyman’ın eşleri

başta Hürrem Sultan olmak üzere Fülane Ha-

tun, Mahidevran Sultan ve Gülfem Hatun’dur.

Fakat onun hayatında Hürrem Sultan’ın ayrı bir

yeri vardır. O, Hürrem Sultan’la hem büyük bir

aşk yaşamış hem de çalkantılı bir dönem geçir-

miştir. Kanûnî’nin çocukları arasındaki taht kav-

galarında Hürrem başrol oynamıştır.

Kanûnî’nin çocukluğu babasının sancak

beyi olarak görev yaptığı Trabzon’da geçmiş-

tir. Şehzâde Süleyman, diğer şehzâdeler gibi,

en üst düzeyde eğitim görmüştür. İlk eğitimini

Trabzon sarayında kendisine tahsis edilen hoca-

lardan almıştır. Rivayetlere göre ilk hocası Hay-

reddin Efendi’dir. Trabzon’da iken sütkardeşi,

Kadı Ömer Efendi’nin oğlu Yahya ile (Beşiktaşlı

Yahya Efendi) birlikte bir Rum’dan kuyumculuk

öğrenmiştir. 1509’da 14 yaşında iken, babası-

nın Trabzon Sancağı’na yakın Şebinkarahisar

(Karahisâr-ı Şarkî) sancak beyliğine gönderil-

miştir. Daha sonra 1509’da Sultan Bâyezîd, to-

runu Şehzâde Süleyman’ı, Kırım’da Kefe Sancak

Beyliğine tayin etmiştir. Şehzâde, Kefe’de üç

yıla yakın valilik yapmıştır. Yavuz’un tahta geç-

mesiyle tek oğlu olan Şehzâde Süleyman veli-

aht olmuştur. Henüz 17 yaşındayken Saruhan

(Manisa) sancak beyliğine tayin edilmiştir. An-

nesiyle Manisa’ya gitmiş, Manisa’daki bu göre-

vini, babasının saltanatı boyunca sürdürmüştür.

Yavuz Sultan Selim üçüncü seferine çık-

mak üzereyken, ordusunun içinde, otağ-ı

hümâyûnunda elli yaşında, Edirne yakınlarında

ölünce Osmanlı tahtı Kanûnî Sultan Süleyman’a

kalmıştır. Sultan Süleyman, yaklaşık 2.373.000

km2 topraklar üzerinde uzanan bir imparator-

luğu devralıp, 8 yıl içinde bunu 2,5 misline ve

yaklaşık 6.557.000 km2’ye çıkaran babası Yavuz

Sultan Selim’in devletini teslim almıştır. Kanûnî

Sultan Süleyman Han 46 yıl süren saltanatı

döneminde devletin yüzölçümünü 14.983.000

km2’ye çıkarmıştır.

Yavuz Sultan Selim’in tek oğlu Şehzade Sü-

leyman olduğu için taht kavgaları olmamıştır.

Bu açıdan bakıldığında sancılı bir süreç yaşan-

mamıştır. Fakat Kanûnî’nin çocukları sayıca faz-

la oldukları için babaları kadar şanslı değillerdir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarının

en geniş olduğu dönem III. Murad dönemi sonu

olsa da Osmanlı’nın siyasî açıdan en muktedir

dönemi Kanûnî Sultan Süleyman (I. Süleyman)

zamanıdır. Onun içindir ki XVI. yüzyılda dünya

devletleri içerisinde en güçlü sultandı kendisi.

Adalet ve siyaset alanındaki başarıları nedeniy-

le Doğu milletleri tarafından kendisine “Kanûnî”

denmiştir. Batı’daki namı da “Muhteşem/The

Magnificent”dir.

Kanûnî Sultan Süleyman dindarlık, şefkat,

fazilet, hamiyet ve adalet gibi insanî özellikle-

riyle de temayüz eylemiş seçkin bir şahsiyettir.

Onun büyüklüğü sadece fetihleriyle değil, insanî

vasıflarının üstünlüğüyle açıklanabilir. Cihangir-

lik onu hiçbir zaman şımartmamıştır. Bütün hâl

ve hareketlerinde Müslümanlığı ölçü edinmiştir.

Onun bu üstün özelliklerini yerli ve yabancı bü-

tün insaflı tarihçiler ağız birliği edercesine tes-

lim etmiştir.

“Muhteşem Kanûnî sanata ve sanatçıya kıymet veren, sanat ve edebiyat dostu bir padişahtı.”Osmanlı’nın “Muhteşem” Devri ve

Kanûnî Sultan Süleyman

“Kanûnî Sultan Süleyman dindarlık, şefkat, fazilet, hamiyet ve adalet gibi insanî özellikleriyle de temayüz eylemiş seçkin bir şahsiyettir. Onun büyüklüğü sadece fetihleriyle değil, insanî vasıflarının üstünlüğüyle açıklanabilir.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba68 69

Page 37: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Muhteşem Kanûnî sanata ve sanatçıya kıy-

met veren, sanat ve edebiyat dostu bir padişah-

tı. Onun ömrünün önemli bir kısmı seferlerde

geçse de o aynı zamanda 16. yüzyılın en büyük

Divan şairlerinden biridir. Şiirlerini “Muhibbî”

mahlasıyla kaleme alan Kanûnî Sultan

Süleyman’ın Divan’ında 2799 gazel, 1 elifnâme,

1 tercî-i bend, 18 muhammes, 30 murabba, 5

nazım, 51 kıt’a ve 217 beyit bulunmaktadır. Bu

rakamlar onun diğer şair padişahlardan çok

daha fazla şiir yazdığını göstermektedir. Hat-

ta Kanûnî, Zâtî’den sonra en çok gazel yazan

yegâne şairimizdir. Kendisinin Türkçe ve Farsça

iki dîvanı vardır. Sir William Stirling Maxwell’in

de dediği gibi “Birinci Süleyman 16. asrın en

büyük hükümdarlarından biriydi.” Bu büyüklük

sadece savaşçılığıyla ilgili değil, ahlâkı ve haya-

ta bakışıyla da ilgiliydi.

Babası Yavuz Sultan Selim’in ölümü üzerine

25 yaşında tahta çıkan Kanûnî Sultan Süleyman

46 yıllık uzun saltanatı süresince, tabir caizse

yerinde durmamış, 13 büyük sefere çıkmıştır.

Tek gayesi İslâm’ın hükmünü ve merhametini

dünyaya yaymaktı. O, padişahlığının on yılı aşkın

zamanını at üzerinde kılıcı elinde olduğu halde

seferlerde geçirdi. İlk sekiz seferini Batı’ya, di-

ğer beş seferini Doğu’ya yaptı.

Tahtta kaldığı süre içerisinde seferden se-

fere koşan Kanûnî 1553’ten sonra uzun süre

sefere çıkmadı. Avusturya ile ilişkilerin bozul-

ması ve halkın aleyhindeki dedikoduları üzeri-

ne, hastalığına bakmadan 1566’da sefere çıktı.

Sefere çıkılırken asıl niyet Eğri Kalesi’nin fethiy-

ken, serhatlerden gelen bilgiler üzerine seferin

yönü Zigetvar oldu. 7 Ağustos 1566’da Zigetvar

muhasarası başladı. Zigetvar tamamen düşmek

üzereyken 6-7 Eylül gecesi “Büyük Türk”, “Muh-

teşem Süleyman” öldü. Zigetvar kuşatmasında

sona gelinmişti. Böyle bir durumda padişahın

ölümünün asker arasında duyulması bir aylık

çabayı boşa çıkarabilirdi. Veziriazam Sokollu

Mehmed Paşa padişahın ölümünü sakladı. 7

Eylül’de Zigetvar fethedildi.Muhteşem Kanûnî Sultan Süleyman 1566’da

Macaristan’da, Avusturya sınırında, Zigetvar’da,

yeni bir seferdeyken savaşan ordusunun içinde-

ki otağında öldü. İç organları oraya gömüldü.

Cenazesi İstanbul’a getirilip, yaptırdığı camiin

içindeki türbesine gömüldü. Sultânü’ş-Şuarâ

Bâkî, Kanûnî Sultan Süleyman’ın ölümü üzerine

yazdığı mersiyesinde şu duygulara yer vermiş-

tir: “Gün doğdu, Şâh-ı Âlem uyanmaz mı hâbdan/

Kılmaz mı cilve hayme-i gerdun-tın âbdan//

Yollarda kaldı gözlerimiz gelmedi haber/Hâk-î

cenâb-ı südde-i devlet-meâbdan//Tîgın içirdi

düşmene zahm-î ziyanları/Bahsetmez oldu kimse

kesildi zebanları//Şemşîr gibi rûy-i zemîne taraf

taraf/Saldın demir kuşaklı cihan pehlivanları.”

Kanûnî devri her açıdan muhteşemlikleri

içinde barındıran müstesnabir dönemdir. Bu

devirde devlet yönetiminde büyük maharet

sahibi olan Sokollu Mehmet Paşa “sadrazam”,

dinî ilimler sahasında parlayan yıldız hükmünde

olan Ebusuud Efendi “şeyhülislâm”, denizlerin

hâkimi büyük komutan Barbaros Hayreddin

Paşa “kaptan-ı derya”, taşları konuşturarak

yüzlerce esere hayat veren “Koca Sinan” olarak

bilinen Mimar Sinan “mimarbaşı” olarak görev

yapmıştır. Gönüller Sultanı (Kanûnî’nin sütkar-

deşi) Yahya Efendi, Divan edebiyatının zirve

şahsiyetleri Fuzûlî ve Bâkî, Amerika’yı gösteren

ilk dünya haritası ve Kitab-ı Bahriye isimli kitabı

ile tanınan Türk denizci ve kartograf Piri Reis,

tarihçi Hoca Sadeddin Efendi bu devrin parla-

yan ve alanlarında parmakla gösterilen müm-

taz şahsiyetleridir.

Kanûnî’nin Hayratı ve Mimarîde Zirve Mabet: Süleymaniye Camii

Ecdadımızın hayır ve hasenata meyilli oluşu

hepimizin malumudur. Hayırda yarışan padişah-

larımızdan biri de Kanûnî Sultan Süleyman’dır.

Kanûnî Sultan Süleyman uzun saltanatı döne-

minde hayırseverliği, vakıfları ve hayratıyla da

Foto: Orhan Dinç

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba70 71

Page 38: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

yaşadıktan sonra Zigetvar’da bir sefer sırasın-

da, yeni ve yüce hayaller peşinde koşarken her

fâni gibi Rabbine rücû etti. O son nefesine kadar

canından aziz bildiği milletini ve memleketini

düşündü. İslâm’ın hayırda muzaffer olması için

bir ömür harcadı.

Kanûnî Sultan Süleyman Han’ın naaşı, misk,

amber ve ezfer ile mumyalandı, iç organları ise

Zigetvar’da gömüldü. Otağ-ı Hümayun’un al-

tına bir mezar kazıldı ve mumyalanmış naaşı,

toprağa gömüldü. Kırk iki gün sonra naaşı bura-

dan alınarak, İstanbul’a getirildi. Kanûnî Sultan

Süleyman Han’ın, Zigetvar’daki vefat ettiği yere

sonradan bir türbe inşa edilmiştir. Osmanlı ida-

resi zamanında, ziyaretgâh olan bu türbe son-

raları bakımsızlıktan harap olmuş ve 17. yüzyıl-

da da kilise hâline gelmiştir. Bugün söz konusu

türbe mevcut değil.

Cihan padişahı Kanûnî’nin türbesi, Mimar

Sinan’a yaptırdığı muhteşem bir sanat eseri

olan İstanbul’daki Süleymaniye Camii bahçe-

sindedir. Yani o büyük padişah, günde beş vakit

ezanların okunduğu görkemli minarelerin göl-

gesinde sonsuzluk uykusunu uyumaktadır.

Kanûnî Türbesi, Süleymaniye Külliyesi içinde

heybetli görüntüsüyle dikkatleri çeker. 1566 yı-

lında tamamlanan, Mimar Sinan’ın çok değişik

bir anlayışla meydana getirdiği, sekizgen planlı,

kesme taştan inşa edilmiş türbe, etrafını çepe-

çevre dolanan revakı ve içte sekiz sütuna otu-

ran iç kubbesiyle o vakte kadar yapılmış olan

türbelerden çok farklı olup, daha sonra da hiç

tekrarlanmamıştır. Revak her cephede renkli

beş sütunla taşınır.

Türbenin girişinin tam üstünde, Mevlevî sik-

kesi şeklinde kesilmiş olarak duran “Hacerü’l-

Esved Taşı” yer almaktadır. Kapı kanatları ka-

bartmalı ve fildişi kakmalıdır. Birinde; “Lailahe İl-

lallah” diğerinde ise “Muhammedu’r-Rasûlullah”

yazılıdır. Kapının iki yanında, 16. yüzyıla ait çini

panolar yer almaktadır. Türbenin iç mekânı, yine

16.yüzyıla ait İznik çini panolarla kaplanmıştır.

Bu panonun üzerinde yer alan çini yazı kuşa-

ğında, Besmele ile başlayan Bakara Suresi’nden

Ayet-el Kürsi’yi ihtiva eden 255. ve 256. ayetleri

yazılmıştır. Kubbe pandantiflerinde ise; “Allah”,

“Muhammed”, “Ebu Bekir”, “Ömer”, “Osman”,

“Ali”, “Hasan”, “Hüseyin” isimleri okunur. Kubbe,

kalem işleri ile süslüdür. Türbenin içinde yer alan

abanozdan yapılmış ve fildişi kakmalı iki dolabın

ahşap kapakları, devrin en güzel ahşap işçiliği-

nin örneklerindendir. Türbede; Kanûnî Sultan

Süleyman Han’a, Sultan II. Süleyman’a, Sultan II.

Ahmed’e, Mihrimah Sultan’a, Saliha Dilaşup Vali-

de Sultan’a, Asiye Sultan’a ve Rabia Sultan’a ait

olmak üzere toplam yedi sanduka vardır. Allah

hepsine rahmet eylesin.

diğer padişahlardan bir adım önde yer almış-

tır. Zamanında devrin en mahir mimarı Mimar

Sinan’a pek çok abidevî eser yaptırmıştır. Bun-

ların başında cami ve külliyeler gelmektedir. Bu

eserler Bizans’tan aldığımız İstanbul’un (o za-

manki adıyla Konstantinopolis) İslâmbol olma

sürecinde çok önemli bir yer teşkil etmiştir. Bu

eserlerin başında şüphesiz ki Süleymaniye Ca-

mii gelmektedir.

Kanûnî Sultan Süleyman, İstanbul’un imarı

için büyük bir gayret sarf etmiştir. Eski adıyla

Konstantinopolis’in Müslüman-Türk İstanbul ol-

ması için gecesini gündüzüne katmıştır. Kanûnî,

bu çerçevede babası Yavuz Sultan Selim’in baş-

lattığı Yavuz Sultan Selim Camii’ni de tamamla-

mıştır. Onun vakıf eserlerine oğulları Mehmed

ve Cihangir için yaptırdığı camileri de eklemek

gerekir. Bunların yanında Mihrimah Sultan’ın

Edirnekapı ve Üsküdar camileri, eşi Hürrem

Sultan adına inşa ettirdiği Haseki Sultan Camii

ve Külliyesi, Kanûnî’nin milletimize hediyesidir.

Onun, bunun gibi daha nice eseri bugün de in-

sanlığa hizmet vermektedir.

Kanûnî Sultan Süleyman sadece mabet

yapmamıştır. Bunun dışında insanlara hizmet

eden başka faydalı eserler de inşa ettirmiştir.

İstanbul’un Kırkçeşme denilen suyolları onun

eseridir. Muhteşem Sultan’ın Mimar Sinan’a

yaptırdığı Büyükçekmece Köprüsü bir mimarî

şaheser olarak bugün de dikkat çekmektedir. O,

bunun yanında Anadolu’da da, Anadolu’nun dı-

şında da imar faaliyetlerini büyük bir azimle ve

gayretle sürdürmüştür. Bağdat’ta İmam-ı Âzam

Türbesi ve yanına inşa ettirdiği cami-imaret,

yine burada Abdülkadir-i Geylani Türbesi ve Ca-

mii, Konya Mevlâna Türbesi yanında iki minareli

cami, semahane ve imaret; Seyyidgazi’de büyük

tekke ve cami; Şam’da büyük bir cami ve imaret

bu çerçevede sayılabilir. Öte yandan fethedilen

şehirlerdeki pek çok kilise onun adına camiye

çevrilmiştir. Yine Kudüs’te Müslümanların ilk

kıblesi Mescid-i Aksa ile Kubbetü’s-Sahra’yı ve

Kâbe’yi o tamir ettirmiştir. Medine ve Mekke’de

önemli imar faaliyetlerinde bulunmuştur.

Süleymaniye’nin Gölgesinde Uyunan Sonsuzluk Uykusu Yahut Kanûnî Türbesi

Onuncu Osmanlı padişahı, 89. İslâm halifesi

olan Kanûnî Sultan Süleyman 72 yıllık bir hayat

Foto: Orhan D

inç

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba72 73

Page 39: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Türkler geçmişini unutup bugün kendini Batı karşısında aciz hissettiğini ve bunu değiştirmek gerektiğini şu cümlelerle ifade ediyor: “Müze gelişiyor, açılırsa, istediğim şekilde kurulursa ki, öncelikle Türkler, mensubu bulundukları mede-niyetin ne kadar yüksek olduğunu görecekler; benim ilk hedefim bu. Sonra birçok Müslüman, Arap bunu görecek. Tahmin ediyorum birkaç milyon turist bunu görecek. Müslümanlarda bir aşağılık duygusu var, Avrupa medeniyetini yan-lış tanıma var, oradaki yerini bilmeme var. Bu durumu tasfiye etmiş olacağız.”

Fuat Sezgin’e göre bilimsel gelişme tüm me-deniyetlerin ortak çabası ile ortaya çıktığını, onu yalnızca Batı’ya mâl etmenin büyük bir yanlışlık ve tarafgirlik olacağını şu şekilde açıklıyor: “Bi-lim insanlığın ortak mirasıdır. Rönesans’ı doğ-rudan doğruya Antik Çağ’a bağlayan düşünce yanlıştır. Hiçbir ülkenin ya da toplumun tekelin-de değildir. Onda herkesin katkısı vardır.

Ben medeniyet tarihini bir bütün olarak kabul ediyorum. Bu, bütün insanlığın müşte-rek malıdır. Eğer Kongo’daki insanların bugün o medeniyetin gelişmesine katkıları yoksa da, onlar bizim Afrika’nın ücra bir köşesinde kalan kardeşlerimizdir. Bizler, Yunanlılar ve bugünkü modern Avrupalılar modern teknolojiyi geliştir-mişlerse, o başka bölgelerde yaşayan insanların da bu süreçte katkısı vardır. Ben bilimler tarihi-ne böyle bakıyorum. Bilimler tarihinin gelişmiş safhalarında, insanlığın büyük ve müşterek tari-hinden öğrendiğimize göre Babillileri, Çinlileri, Hintlileri, Mısırlıları da buluyoruz. Yunanlıları da… Bu böylece gelişiyor.

Biz, İslâm kültür çevresinin yaratıcı bilginle-rinin, bir alma ve özümleme döneminin ardın-dan 900-1600 yılları arasında gösterdikleri ba-şarılarını ortaya koymak istiyoruz. Bu başarılar 16. yüzyılın ikinci yarısından bu yana Avrupa’da-ki yaratıcılığın zeminini oluşturdular.”

KİTAPLIK

Türklerin TarihiYazar: İlber OrtaylıTimaş YayınlarıTel: 0 212 511 24 24

Tasavvuf TarihiYazar: Hayrani AltıntaşAkçağ KitabeviTel: 0 (312) 432 17 98

İslamda Ahlak ve Ahlak EkolleriYazar: Süleyman Uludağ Sufi Kitap Yayınları Tel: 0212 511 24 24

Osman Yüksel SerdengeçtiYazar: Abdurrahim Balcıoğlu Mihrabad Yayınları Tel: 0 212 514 28 28

Sünnete Göre Günlük HayatYazar: Mehmed Paksu Nesil Yayınları Tel: 0 212 551 32 25Bilim Tarihi Sohbet-

leri, dünyaca ünlü âlimlerden Fuat

Sezgin’le yapılan röpor-

tajların derlendiği bir ça-

lışma. Bu kitabı hazırlayan

Sefer Turan’ı da bu vesi-

leyle tebrik etmek gerekir.

Biz bu röportajları okurken

Fuat Sezgin’in ne kadar

büyük bir ilim adamı ol-

duğunu ve onun bilimler

tarihi üzerine düşünceleri-

ni görüyoruz. Fuat Sezgin

İslâm bilimleri tarihi hak-

kında, ülkemiz hakkında ve

hayatı hakkında etkileyici

ve yararlı ayrıntıları paylaşıyor bu sohbetlerde.

Fuat Sezgin Hoca “Bilimler Tarihçisi Fuat

Sezgin” kitabında derlenen konuşmalarında

günde 17 saat çalıştığını ve Arapçayı 6 ayda

öğrendiğinden şu şekilde söz ediyor: “Evimizde

babamdan kalma 30 ciltlik bir Taberî Tefsiri var-

dı. Onu okumaya başladım. Başlangıçta anlamı-

yordum. Türkçe tefsirlerle karşılaştırarak, ya-

vaş yavaş tefsirin içine girmeye çalıştım. Günde

aşağı yukarı 17 saat çalışıyordum. Erken kal-

kıyordum, gece geç yatıyordum, evden hemen

hemen hiç çıkmıyordum. 6 ay sonra Taberî Tefsiri’nin 30 cildini bitirmiş oldum. Başlangıçta hemen hemen hiç anlayamadığım bu tef-siri 6 ayın sonunda gazete gibi okuyordum. O hızla, yani 17 saatlik bir tempoy-la çalışırsanız bunu siz de başarırsınız, bundan emi-nim.”

Fuat Sezgin Hoca’nın kurduğu İslâm Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi’nde Müslümanlar tarafından geliştirilmiş 800’den fazla

çalışma sergilenmektedir. Bu konuda Fuat Hoca şunları söylemekte: “Ben başlangıçta bunları maket halinde, model halinde ortaya koymaya başladım. Acaba 30 aleti bir araya getirebilir miyim? Bir müze olmasa bile, bir odayı doldu-rabilir miyim diye düşünüyordum, çok mütevazı bir şekilde başladım. Gittikçe iş ilerledi. Bugün aşağı yukarı enstitümüzde yapmış olduğumuz aletlerin sayısı 800’ü geçti.”

Müzeyi kuruşunun nedenlerinden birisinin de Türklerde ortaya çıkan aşağılık duygusunu yok etmek olduğunu belirten Fuat Sezgin Hoca,

Bilim Tarihi Sohbetleri

KİTAP Yusuf HALICI

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba74 75

Page 40: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Mahrem kelimesi Arapça “haram”

kelimesinden gelmektedir. “Mahrum”,

“hürmet”, “muharrem”, “tahrim”

gibi kelimeler de aynı köktendir. Sözlükte

“helâl olmayan, yasaklanan şey” manasındaki

mahrem kelimesi, fıkıh terimi olarak kendileriyle

evlenilmesi dinen yasaklanmış bulunan belli

derecelerdeki akrabayı ifade eder. Farsça bir

terkip olan “nâmahrem” ise “aralarında evlenme

yasağı bulunmayan kişiler” demektir. Aynı kökten

gelen mahremiyet ise, gizlilik, bir şeyin (mahrem)

gizli hali ve gizlilik durumu, demektir. Bir anlamda

buna insanın dokunulmazlığı da denebilir.

Mahrem ve mahremiyet kavramlarının

insanın, hemcinsiyle ve karşı cinsiyle olan

ilişkilerinde önemli bir yeri vardır. Mahremiyeti

belirlemede kültürün önemli bir etkisi olmakla

birlikte esas sınırlarını çizen dindir. Bu anlamda

da İslâm dini fert, aile ve toplum mahremiyet

ölçülerini belirlemiştir. Bunu birkaç başlık

altında işlemek mümkündür.

1. Aile Mahremiyeti

Öncelikle mahremiyet denince aile

mahremiyeti akla gelmektedir. Aile kendi içinde

özel sırları barındıran toplumun en küçük

birimidir. Ailenin bazı sırları toplumun diğer

kesimlerine ve fertlere kapalıdır. Başkalarının

bu sırlara muttali olmaması için evlere izin

almadan girilmesi âyette yasaklanmıştır. “Ey

iman edenler! Kendi evinizden başka evlere,

geldiğinizi fark ettirip (izin alıp) ev halkına selâm

vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir;

herhalde (bunu) düşünüp anlarsınız. Orada hiçbir

kimse bulamadınızsa, size izin verilinceye kadar

oraya girmeyin. Eğer size, “Geri dönün!” denilirse,

hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir

davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir.”1

Müslümanlar, Allah Rasûlü’nün evine de vakitli

vakitsiz girme ve orada gereğinden fazla kalma

konusunda uyarılmışlardır: “Ey iman edenler!

Yemek için çağrılmaksızın ve yemeğin pişmesini

beklemeksizin (vakitli vakitsiz) Peygamber’in

evlerine girmeyin, davet edildiğiniz vakit girin.

Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete

dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber’i

üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten)

utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten

çekinmez. Peygamber’in hanımlarından bir şey

istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu,

hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için

daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah’ın Rasûlü’nü

üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını

nikâhlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah

katında büyük bir günahtır.”2

Allah Rasûlü, başkasının evine girmede izin

isteme anında kapının neresinde durulacağını

dâhi belirtmiştir: “Sizden biri başkasının evine

girmeye izin istemek için geldiğinde (kapı açık ise)

kapının tam karşısında değil; sağında veya solunda

dursun. Ev halkına da ‘es-Selâmüaleyküm, es-

Selâmüaleyküm’ diye de seslensin.”3 Bu durumda

girmek için izin alınacağında kapı kapalı ise

kamera veya dürbünden görünmek için kapının

veya kameranın önünde durmak hadise daha

muvâfıktır. İzin istemede çok ısrarcı olunmamasını

Allah Rasûlü şöyle belirtmektedir: “İzin istemek üç

defadır. Şayet izin verilirse ne âlâ yoksa geri dön!”4

Başkasının evine izinsiz girmek yasaklandığı

gibi uzaktan evi gözetlemek de yasaklanmıştır.

Allah Rasûlü şöyle buyurmaktadır: “Hiç kimsenin

izinsiz olarak bir başkasının evinin içine bakması

helal değildir. Eğer bakarsa izinsiz eve girmiş

demektir.”5 Hatta bu konuda bazı hadisler çok

daha tehditkârdır: “Bir kimse izinleri olmaksızın

bir kavmin evine bakarsa, gözünü çıkarmaları

onlara helâl olur.”6 Enes b. Mâlik de şöyle bir

olay anlatmaktadır: “Bir adam Allah Rasûlü’nün

hücrelerinden birine baktı. Allah Rasûlü de

yayla yahut yaylarla ona doğru ayağa kalktı.

Ben Rasûlullah’ın yaralamak için onu kolladığını

hâlâ görür gibiyim.”7

Aile ve ToplumMahremiyeti

KÜLTÜR Mustafa KARABACAK*

“Ailede eşlerin mahremiyetinin ayrı

bir önemi vardır. Kur’an, eşleri

birbirlerinin sırlarını ve kusurlarını

örten birer elbise/örtü mesâbesinde

olduğunu belirtmektedir.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba76 77

Page 41: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Ailede eşlerin mahremiyetinin ayrı bir

önemi vardır. Kur’an, eşleri birbirlerinin

sırlarını ve kusurlarını örten birer elbise/örtü

mesâbesinde olduğunu belirtmektedir: “…Onlar

sizin için elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz.”8

Allah Rasûlü, birbirlerini örten eşlerin özellikle

ilişkilerini üçüncü bir şahsa anlatmalarını en

büyük ihanetlerden biri olarak nitelenmiştir:

“Kıyamet günü Allah katında (hesabı sorulacak)

en büyük ihânetlerden biri, kişinin eşiyle birlikte

olduktan sonra onun sırrını ifşa etmesidir.”9

İslâm, eşler arasındaki mahremiyete o

kadar önem vermiştir ki, aile fertlerinden olan

çocukların anne balarının odalarına girerken izin

almaları gerektiği belirtilmiştir: “Çocuklarınız

ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden

öncekiler (büyükleri) izin istedikleri gibi onlar da

izin istesinler. İşte Allah, âyetlerini size böyle

açıklar. Allah alîmdir, hakîmdir.”10 Âyette izin

almanın hangi vakitlerde olması gerektiği de

belirtilmiştir: “Ey müminler! Ellerinizin altında

bulunan (köle ve cariyeleriniz) ve içinizden

henüz ergenlik çağına girmemiş olanlar, sabah

namazından önce, öğleyin (öğle uykusu için)

soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından

sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa

izin istesinler. Bunlar, mahrem (kapanmamış)

halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin

dışında ne sizin için ne de onlar için bir mahzur

yoktur. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. İşte

Allah âyetleri size böyle açıklar. Allah, (her şeyi)

bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”11

2. Kişi Mahremiyeti

Kişi mahremiyeti derken, kişinin başkalarının

bilmesini istemediği özel durumları

anlaşılmaktadır. Bu anlamda İslâm’da başkasının

özel hallerinin araştırılması yasaklanmıştır.

Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Allah

Rasûlü şöyle buyurdu. “Zandan sakının! Çünkü

zan yalanın kendisidir. Birbirinizin konuştuğuna

kulak kabartmayın, birbirinizin özel hallerini

araştırmayın, birbirinizle üstünlük yarışına

girmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize

kin beslemeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey

Allah’ın kulları kardeş olun!”12 Allah Rasûlü,

Müslümanların gizli hallerini araştıranları Allah

Teâlâ’nın peşin peşin bu dünyada rezil edeceğini

bildirmektedir: “Ey diliyle iman edip, kalbine iman

girmemiş olan kimseler! Müslümanların gıybetini

yapmayın ve onların gizli hallerini araştırmayın.

Çünkü her kim onların gizli hallerini araştırırsa

Allah da onun gizli hâlini araştırır. Allah kimin gizli

halini araştırırsa onu evinde bile (gizlice yaptıklarını

ortaya çıkararak) rezil eder.”13 Başka bir hadiste

de Allah Rasûlü şöyle buyurdu: “İnsanların

açıklarını, ayıplarını araştırırsan ya aralarına fesat

sokmuş olursun ya da aralarında fesat çıkmasının

yolunu açmış olursun.”14 Abdullah b. Mesud’a

“Falan kişinin sakalından içki damlıyor.” denilince

“Bizim, insanların kusurunu araştırmamız

yasaklandı. Fakat bir suça açıkça muttali olursak

onu cezalandırırız.” cevabını vermiştir.15

Allah Rasûlü, Müslümanın gizli halini

araştıranların âhiretteki azabını Abdullah b.

Abbâs’ın rivayetine göre şöyle tarif etmektedir:

“…Kim hoşlanmadıkları ya da kendisinden

uzaklaştıkları halde bir grubun konuşmalarına

kulak kabartırsa, kıyamet günü kulağına kurşun

dökülür.”16

Hadislerde, başkalarının gizli hallerini açıklayanları tehditkâr ifadelerin yanında ayıplarını örten kişiler ise büyük mükâfat olduğu belirtilmiştir. Ukbe b. Âmir’in bildirdiğine göre Allah Rasûlü şöyle buyurdu: “(Bir Müslümana ait) herhangi bir kusuru görüp de onu saklayan kimse diri diri mezara gömülen bir kız çocuğunu mezardan çıkararak hayata kavuşturan kimse gibidir.”17

3. Toplum Mahremiyeti

Her kişi ve ailenin başkalarının bilmesini istemedikleri sırları olduğu gibi toplumların da sırları vardır. İnsanlar yaşadığı toplumun sırlarını başka toplumdaki kişilerle paylaşmaması gerektiği gibi onları dost da edinmemelidir. “Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir. Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamber’i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse) doğru yoldan sapmış olur. Şayet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman kesilecekler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatacaklardır. Zaten inkâr edivermenizi istemektedirler. Kıyamet günü yakınlarınız ve çocuklarınız size fayda vermezler. Çünkü Allah aranızı ayırır. Allah, yaptıklarınızı görendir.”18

Bu âyetlerin inmesine sebep olarak şu olay anlatılmaktadır: Sahabenin ileri gelenlerinden İbn Ebû Beltea (ö. 30/650) diye bilinen Hâtıb, Mekke’nin fethi için yapılan hazırlıkları görünce orada bulunan akrabalarının hayatından endişe duyar. Kureyş’in bazı ileri gelenlerine olayı haber verirse onların bundan memnun kalıp yakınlarını himaye edeceklerini düşünür. Allah Rasûlü ise yaptığı hazırlıkları karşı tarafın bilmesini istemiyordu. Rasûl-i Ekrem’in asıl maksadını kendilerine açtığı birkaç sahâbîden biri olan Hâtıb, Kureyş’in ileri gelenlerine hitaben bir mektup yazar ve

o sırada Medine’ye gelen bir kadına verdiği

mektubunda ‘Allah Rasûlü’nün güçlü bir ordu

ile üzerlerine gelmek üzere olduğunu ve

Rasûlullah tek başına da kalsa Allah’ın onu

muzaffer kılacağını, zira bunun Allah’ın ona bir

vaadi olduğunu yeminle bildirir. Olayı vahiyle

öğrenen Rasûl-i Ekrem Hz. Ali, Zübeyr b. Avvâm

ve Mikdâd b. Amr’ı, kadını yakalayıp getirmekle

görevlendirir ve onu bulabilecekleri yeri de

haber verir.19 Görevlendirilen sahâbîler Mekke-

Medine yolunda kadını yakalayıp mektubu

ortaya çıkarırlar ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e

getirirler. Rasûl-i Ekrem Hâtıb’ı çağırtarak

mektubu gösterir ve niçin böyle davrandığını

sorar. Hâtıb, Allah Rasûlü’nden acele karar

vermemesini isteyerek aralarında bir

anlaşma bulunan Kureyş’e samimiyetle bağlı

olmadığını, muhacirlerin Mekke’deki mallarını

ve ailelerini koruyacak yakınları olduğu halde

kendi yakınlarını himaye edecek kimsesi

bulunmadığını, bu sebeple Mekkelileri kendisine

minnettar bırakmak suretiyle akrabalarını

korumak istediğini belirtir. Hatasından dolayı

özür diler ve Allah Rasûlü de Bedir ashabından

olması dolayısıyla kendisini affeder.20

Müslüman olarak; ferdî, ailevî ve toplumsal

mahremiyete azami derecede dikkat etmemiz

gerekir.

1. 24/Nûr, 27-28.2. 33/Ahzâb, 53.3. EbûDâvûd, Edeb, 127, 128.4. Buhârî, İsti’zân, 13;

Müsim, Âdâb, 33, 34, 35, 37; EbûDâvûd, 127, 130; Tirmizî, İsti’zân, 3; İbnMâce, Edeb, 17.

5. Tirmizî, Salât, 148; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 280.

6. Müslim, Âdâb 43; EbûDâvûd, Edeb, 126, 127.

7. Buhârî, İsti’zân, 11; Müs-lim, Âdâb 42; EbûDâvûd, Edeb, 126, 127.

8. 2/Bakara, 187.

9. Müslim, Nikâh, 124;

EbûDâvûd, Edeb, 32.

10. 24/Nûr, 59.

11. 24/Nûr, 58.

12. Buhârî, Edeb, 57; Müslim,

Birr ve Sıla, 28-31.

13. EbûDâvûd, Edeb, 35.

14. EbûDâvûd, Edeb, 38.

15. EbûDâvûd, Edeb, 37.

16. Buhârî, Ta’bîr, 45.

17. Ebû Dâvûd, Edeb, 38.

18. 60/Mümtehıne, 1-3.

19. Buhârî, “Meġāzî”, 46.

20. Buhârî, Cihâd ve Siyer, 195,

Dipnot*Dr. Mustafa KARABACAK

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba78 79

Page 42: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Öğretmenlerin öğrenciler üzerinde ge-

rek söz gerekse davranışları açısından

olumlu veya olumsuz etkileri olduğu

muhakkaktır. Öğretmen dersi sevdirmek için

öncelikle kendini sevdirmeli. Öğretmeni seven

öğrenci, dersi de sever. İyi bir rehber öğretme-

nin öğrencilerle olan ilişkileri son derece iyi ol-

malı, öğrenciyi dinleyen, ona değer veren, so-

runlarıyla ilgilenen bir özelliğe sahip olmalıdır.

Öğretmenlik, sadece derse girip çıkmak de-

ğildir. Çocuklar bizlere verilen bir emanettir.

Emanete ihanet etmemek en başta öğretmen-

lerin görevidir. Öğretmenler gerek söz gerekse

de davranışları ile öğrencilerine örnek olmak

zorundadır. Hayırlı insanların yaptıklarının gü-

zelliklerle anılacağı muhakkaktır. İyilik yap, in-

sanlar seni ansın; kötülük yap, insanlar senden

kaçsın.

Değerli okuyucularım; şimdi size üzerimde

çok emeği olan Allah’ın rahmetine kavuşan Zeki

Soyak Hoca’mdan ve onun altın değerindeki

sözlerinden bahsetmek istiyorum. Rahmetli ho-

cam kırmadan yumuşak bir dille gönüllere hi-

tap ederdi. Zorlaştırmayıp kolaylaştıran, nefret

ettirmeyip sevdiren bir metodu uygulardı. Öğ-

renciye değer veren, onu dinleyen ve anlayan,

yardımcı olan, öğrencinin kalbini kazanabilen,

Öğrencilerle ilişkilerini çok iyi tutan, diyalogla-

rında kırıcı olmayıp yapıcı olan, öğrenciye okulu

ve dersleri sevdiren, öğrenciyi bir rakip olarak

değil öğrenci olarak gören, notunu silah gibi

kullanmayan gerçek bir muallimdi.

Hocam, gerek konuşması gerek eserleriyle

insanların akıl ve ruh dünyalarına en güzel bir

şekilde hitap ederdi. Kardeşler, diye yumuşak

bir dille konuşarak insanları etkilerdi. Eğitim

konusuna büyük önem verir, gençlerin eğitim-

leriyle yakından ilgilenirdi.

Gerçek eğitimcilerde bulunması gerekli hu-

susları dikkatlere sunar, eğitimde takip edilecek

metotları birer birer izah ederdi. Eğitimde en

önemli unsurlardan birinin öğretmenler oldu-

ğunu söyler, öğretmenlere çok büyük görevler

düştüğünün altını defalarca çizerdi. Öğretmen-

lerin üretici olmasını, zamanlarını en iyi ve ve-

rimli bir şekilde geçirmesi gerektiğini belirtirdi.

Kendisi yıllarca eğitimin içinde öğretmen ve yö-

netici olarak bulunmuştu. Kendi yaşadığı tecrü-

beleri bizlere anlatır, yol gösterir, önümüze ışık

tutardı.

Öğretmen, garipliğin acısını yüreğimizde

dindirir, çorak mevsimi, çöl iklimini bir vahaya

çevirir, sayısız çiçekler yetiştirirdi. Hocamızı

hüzün dolu duygularla ebedi âleme yolcu ettik.

Kendi güzel, gönlü güzel insandı. Onun gönül

dünyası manevi âlemin güzellikleri ile doldurul-

muştu. Gönül ve fikir dünyasını her kesimden

insana açar, onların dertleriyle dertlenir, se-

vinçleriyle mutlu olurdu. Elinde yetişen sayısız

öğrencinin elinden tutmuş, onların şahsiyet ve

karakter kazanmaları için uğraşmış, onlara etki

etmiş yol göstermiştir. Kendini yetiştirmiş bir

âlim, hayatı anlayan bir fikir sahibi, bildiğini ya-

şayan bir gönül adamıydı.

Eğitimcilerin yüksek idealleri olması ge-

rektiğini söylerdi. Bunun için boşa harcayacak

zamanımızın olmadığını belirtir, bizzat kendi-

si yapar bizlere de örnek olurdu. Yaptığı işler-

de hiçbir dünyevî menfaat beklemez, sadece

Allah’ın rızasını kazanmayı arzulardı. Yaptıkla-

rının hesabını yapmaz, bunları dile getirmezdi.

“Fedakârlıklarının hesabını yapanlar bu davayı

yürütemezler. Bir insanı kazanmak zor, ama

kaybetmek kolaydır. Hizmet heyecanını kaybe-

den insanlar; damarlarındaki kanı kuruyan in-

sanlar gibidir. Bir işi yaparken sevdan ve sancın

varsa o zaman çileler zevke dönüşür,” derdi.

Rabbim rahmetiyle muamele eylesin. Ruhu şâd

mekânı cennet olsun. Âmin...

Değerli okuyucularım; öğrencilerimizde

gözlemlediğimiz olumsuz davranışlar ve ben-

zeri problemler karşısında hemen onlara ceza

“Öğretmen”Örnek Bir Rehber Olmalı

EĞİTİM Ali ÖZKANLI

“Öğretmenlik, sadece derse girip çıkmak değildir.Çocuklar bizlere verilen bir emanettir. Emanete ihanet

etmemek en başta öğretmenlerin görevidir.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba80 81

Page 43: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

vermek, azarlamak, terslemek yerine en uygun

bir zamanı seçerek “Seninle mutlaka konuşma-

lıyım.” dememiz ve uygun zaman gelince de

mutlaka konuşmamız gerekir. Öğrencilerimizle

konuşurken veya onları dinlerken çok önem-

li bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum. O

an kendinizi konuşmaya veya dinlemeye hazır

hissetmiyorsanız, zoraki dinleme yapmayınız.

Yardımcı olayım derken zarar verebileceğimizi

unutmayalım. Zaten isteksiz olarak dinlediğimi-

zi öğrencimiz fark edecektir. Amaç öğrencinin

fark edip etmemesi değil ona yararlı olup ola-

madığımızdır.

“Dayağın eğitimde savunulacak bir tara-

fı yoktur. Çocuk eğitiminde kaba kuvvetin yeri

olamaz. Ceza yerine ödül daha etkili olur. Çocuk

takdir edilip övüldüğünde olumlu yönde etki-

lenmektedir. Çocuğumuz bizden anlaşılmak ve

keşfedilmek istiyor. Değer verilmeyi, kendisiyle

ilgilenilmesini, başarısında taltif edilmeyi bekli-

yor. Çocuğu anlayarak onun ruhunu keşfetme-

miz gerekir. Adam yerine konan çocuğun kişiliği

gelişir, kendine güveni artar.”

“Eğitimciler; emreden, dikte eden eğitim

metotlarından vazgeçmek ve çocukla iletişim

kurmak zorundadır. Çocuğu anlamak, ona ha-

yatı anlatmak, problemler karşısında çözüm

üretmesini ve sorumluluk yüklenmesini sağ-

lamamız gerekir, Eğitimciler daha fazla sabırlı

olmalı, pedagojik metotlarla donanmalı, çocuk-

lara her zamankinden daha fazla önem vererek

yanlışlar yapmamalıdır.”

Çocuklarımıza karşı sevgi ve şefkat dilimizi,

güler yüzümüzü göstererek, onları çok sevdiği-

mizi belli ederek onun başarılı yönlerini bulup

onu överek cesaretlendirmeliyiz. Çocuklarımız

bulunduğu her ortamda sevgi, şefkat ve güven

içinde yaşamanın zevkini doyasıya çıkarmalıdır.

Sevgi ve şefkat eksikliğinden dolayı maale-

sef çok üzücü acı olaylar yaşanmaktadır. Şöyle

topluma bir baktığımızda evinden kaçan, uyuş-

turucu vb. kötü huy ve alışkanlıklar edinen ba-

taklığa saplanan gençleri her gün görmekteyiz.

Bu gençleri dinlediğimiz zaman genelde teşhis

aynı. Sevgisizlik, iletişimsizlik karşımıza çıkıyor.

25 yıllık meslek hayatımda karşılaştığım bu tip-

te veya buna benzer olaylarda çocuklar şunu

söylüyor: “Annem-babam beni sevmiyor, beni

anlamıyor.”

Meslek hayatımda tespit edebildiğim kada-

rıyla problemli ve başarısız çocukların genelde

dağılmış ailelerin çocukları olduğunu söyleye-

bilirim. Aile huzursuzluklarının ileri boyutunda

evdeki şiddet, baskı ve dayak, sorunun kayna-

ğını oluşturmaktadır. Ailede görülen basit bir

huzursuzluk, aile bireylerinin hastalığı bile ço-

cuğun başarısını etkilemektedir. Bir öğrencinin

ifadelerini ibretle okuyalım:

“…Evde beni hiçbir Allah’ın kulu sevmiyordu.

Hiç mutlu değildim. Kimse beni anlamıyor, din-

lemiyordu. Her gün kavga, her gün dayak. Da-

yanamayıp en sonunda evden kaçtım. Günlerce

sokaklarda kaldım ve sonunda uyuşturucu kul-

lananlarla arkadaş oldum. Bir müddet sonra da

kullanmaya başladım.”

Sular çiçek açtı gönül bağında,Her adım başına kondu çeşmeler.Şırıl şırıl akıp yaz sıcağında,Susayana bir can sundu çeşmeler.

Güvercinler muhabbete alıştı,Su başında yavuklular buluştu,Bir tas suyu iki âşık bölüştü,Bu devran sürecek sandı çeşmeler.

Billur gözelerdi kaynağı suyun,Şavkını taşırdı güneşin, ayın; Yolunu gözledi bir kuru çayın,Derin bir hüzünle dondu çeşmeler.

Yüzüne yansımış taşın çilesi,Duaya durmuştur kırık lülesi,Bu sessiz çığlığı kimler bilesi? Âh ile tutuştu, yandı çeşmeler.

Boynu bükük kitabesi bir yanda,Mahzun tuğrasının acısı canda…Perişan hâlini gördüğüm anda,Gözlerimde yaşa döndü çeşmeler.

Yusuf DURSUN

Mahzun Çeşmeler

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba82 83

Page 44: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Kur’an-ı Kerim, kendisine iman eden bir

mü’min için yine Kur’an’ın kendi ifade-

siyle bir öğüt, gönüllerde olana şifa,1 hak,

rahmet, nur, nimet ve yol gösterici rehberdir.2

Sözün en güzelinin rehberliğinde eğitilen ve

aydınlanan insanın özü Kur’an’a mutabık, sözü

de özüne muvafık olacaktır. Demek ki sözün en

güzeli ya Kur’an’ın kendisidir, ya Kur’an’ın bir

âyetidir ya da yaşayan Kur’an haline gelen in-

sanın sözüdür.

Allahu Teâlâ, sözlerin en doğrusunu ve en

güzelini söylediğini şöyle beyan eder: “Allah,

kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. And ol-

sun, sizi kıyamet gününde mutlaka bir araya top-

layacaktır. Bunda asla şüphe yoktur. Kimdir sözü

Allah’ınkinden daha doğru olan?”3

Kur’an-ı Kerim, bizim inancımıza göre bir Al-

lah kelâmı olarak sözün en doğrusu ve güzelidir.

Kur’an’a göre sözlerin en temiz ve güzel olanı

imandır.4 Yani Allah’ın birliğini, yüceliğini, Hz.

Muhammed (s.a.v.)’in O’nun kulu ve elçisi oldu-

ğunu ikrar etmektir. Allah, güzel sözü şöyle bir

benzetme ile açıklar:

“Allah’ın, güzel-doğru bir söz için nasıl bir mi-

sal verdiğini görmüyor musun(uz)? (Güzel söz),

kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir

ağaç gibidir. (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman

yemişini verir. Çirkin bir sözün durumu ise, kökü

toprağın üzerine çıkarılmış, bütünüyle kararsız,

dayanıksız, çürük bir ağaç gibidir.”5

Söz (kelime), kavramsal alanı itibarı ile fikir,

vaad ve önerme/kaziye anlamlarına gelir. Buna

göre, güzel ve doğru bir söz, öz itibarıyla doğru,

ahlaki ölçülere uygunluğu ve yararlılığı itibarı

ile de güzel olan fikir ve önermeyi tanımlar. Bu

bağlamda, doğru, ahlâkî ve yararlı olan sözler,

Allah’ın mesajına ya da razı olacağı durumlara

işaret eder. Çirkin söz de, ilâhî mesajın zıddını,

gayr-i ahlâkî durumları, manevî alanda yıkıma

götüren inanç, düşünce ve öğretileri ifade eder.6

Sözün güzeli ya da güzel sözlülerin kimler ol-

duğu ise şu âyette meâlen şöyle beyan ediliyor:

“(İnsanları) Allah’a çağıran, salih amel (işi doğ-

ru ve güzel yapmak) işleyen ve ben Müslümanlar-

danım diyenden daha güzel sözlü kim vardır?”7

Âyette bahsi geçen üç güzel sözlüden ilki-

nin hakkı söyleme, insanları İslâm’a davet etme

hususiyetine, ikincisinin, işini doğru ve güzel

yapışına8 üçüncüsünün ise şahsiyetli duruşuna

vurgu yapılmaktadır. Doğru konuşmayanlara ve

sözün güzelini söylemeyenlere Allah’ın uyarısı

şöyledir: “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söy-

lesinler. Sonra şeytan aralarını bozar.”9

Sözün güzelini söylemek ve sözün en gü-

zeline uymak ilâhî bir emirdir. Bu durumda

mü’minlere düşen bu emre itaat etmektir. Ni-

tekim Allah’ın salih kullarının bu emre tabi ol-

dukları yine Yüce Yaratıcı tarafından teyit edil-

mektedir:

“Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar

var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kim-

EĞİTİM Mukadder Arif YÜKSEL

Kur’an’a GöreDoğru ve Güzel Söz

“Sözün güzelini söylemek ve sözün en güzeline uymak ilâhî bir emirdir. Bu durumda mü’minlere düşen bu emre itaat etmektir.”

“Kur’an-ı Kerim, bizim inancımıza göre bir Allah kelâmı olarak sözün en doğrusu ve güzelidir. Kur’an’a göre sözlerin en temiz ve güzel olanı imandır.”

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba84 85

Page 45: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Foto: Ayhan İŞCEN

Burcu burcu kokan gonca güllerde,Dostluğa uzanan sıcak ellerde,Sevgiyi anlatan bütün dillerde,Aşk ile söylenen sözde Yûnus var.

Barışın rehberi olan illerde,Ahengi sağlayan ince tellerde,Benlikten arınmış saf gönüllerde,Aşk ile girilen özde Yûnus var.

Semada çınlayan ezan sesinde,Güneşle kaybolan sabah sisinde,Canlının aldığı her nefesinde,Aşk ile gidilen düzde Yûnus var.

Yağmur ile esen serin yellerde,Nehirlere koşan coşkun sellerde,İçten alev alev yanan çöllerde,Aşk ile sönmeyen közde Yûnus var.

Dillerden düşmeyen şiir ezgide,Nefreti kökünden silen çizgide,Hakk’a ulaşılan yüce sezgide,Aşk ile görülen gözde Yûnus var.

Göklere el açan karlı dağlarda,Ruhlara yön veren güçlü bağlarda,Destanlar yazılan nice çağlarda,Aşk ile nurlanan yüzde Yûnus var.

Yeşil yaprak dolan kuru dallarda,İşi kolay kılan gerçek kullarda,Birlikte yürünen mutlu yollarda,Aşk ile sürülen izde Yûnus var.

Bilgide, teknikte, ilim irfanda,Gelin tanış olun diyen mekanda,Nedimi’nin yari; iki cihanda,Aşk ile bilinen gizde Yûnus var.

Hoşgörü isteyen her merhamette,İnsanlık erdemi iyi niyette,Dostluk meclisinde içli sohbette,Aşk ile çalınan sazda Yûnus var.

Mevsimi gelince eriyen karda,Pınarda kaynayan duru sularda,Sonbahardan sonra kışta, bahardaAşk ile beklenen yazda Yûnus var.

Kainatı saran sonsuz ummanda,Kardeşlik hasreti çeken zamanda,İman duygusuyla giden kervanda,Aşk ile alınan hızda Yûnus var.

Damla damla yaşlar döken bulutta,Sevgi yılındaki sabır sebatta,Kalbimizde açan binbir umutta,Aşk ile büyüyen hazda Yûnus var.

Dr. Nedim UÇAR

Yûnus Var!selerdir.”10 Kurtubî (ö.671/1272), bu âyetin tef-

sirinde, sözün en güzelini dinleyenlerin kimler

olduğu ve neleri dinledikleri hakkında şunları

nakletmiştir:

1- Onlar güzel ve çirkin sözü dinlerler, güzel

olanı konuşurlar, çirkin olandan uzak durur-

lar ve onu konuşmazlar.

2- Onlar, Kur’an’ı ve başka sözleri dinlerler ama

Kur’an’a tabi olurlar

3- Onlar, Kur’an ve sünneti dinlerler, onların

en muhkem olanına uyarlar ve onunla amel

ederler.

4- Onlar, ruhsat ve azimeti duyarlar fakat azi-

meti tercih ederler.

5- Onlar, kendi lehlerine olan cezayı uygulamak

yerine affı tercih ederler.11

Hac Sûresi’nin 24. âyetinde geçen “sözün

en güzeli” anlamına gelen “et- tayyibmine’l-

kavl” tabiri ile Zümer Sûresi’nin 23. âyetindeki

“Ahsene’l-hadis/En güzel söz: Kur’an” tabiri an-

lamca birbirine yakın görünmektedir. Süddi (ö.

127/745), “et- tayyibmine’l-kavl”den maksadın

Kur’an olduğunu söylemiştir.12 Sabunî de bu ta-

biri, cennetliklere güzel ve faydalı söz söyleme

melekesi verilmesi anlamında tefsir etmiştir.13

Allah’ın, Peygamberimiz’e telkin ettiği çeşitli

davet metotlarından biri de “güzel öğüt”tür.14

Güzel öğüt, gerçekleri güzel takdim etmek, mu-

hatabı ikna etmede yapıcı, onure edici, umut ve-

rici bir üslup kullanmak, muhatap ikna olmasa

bile en azından davete saygısını temin edecek

bir diyalog kurmaktır. Yani Peygamberimiz’in,

“Siz kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, zorlaştırıcı

olarak değil.”15 ikazına uygun bir üslup kullan-

maktır. Bu tavsiye, sözün güzelleşmesinde de

belirleyici bir öneme sahiptir.

Buna göre, en doğru, en güzel söz Allah’ın

kelamı olan Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerdir.

Ayet-i kerimelere mutabık ve muvafık olan be-

şer sözüne de doğru ve güzel güzel söz demek

mümkündür. Doğru ve güzel beşeri söz; içinde

yalan, yanlış, suizan, küfür, itham, ilzam, mala-

yani olmayan sadece iyiye, hayra delalet eden

sözlerdir.

Dipnot

1. 10/Yûnus, 57.2. 2/Bakara, 2.3. 4/Nisa,87.4. Bkz. 14/İbrahim, 27.5. 14/İbrahim,24-26.6. Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı, Terc. C. Koytak-A. Ertürk,

İşaret yay. İstanbul, 1996, s. II, 506.7. 41/Fussilet, 33.8. Not: Salih amel, en sade ifadesiyle bir işi içten, doğru ve usu-

lüne uygun bir şekilde yapmak demektir.9. 17/İsra, 53.10. 39/Zümer, 18.11. Kurtubî, el-CamiuliAhkami’l-Kur’an, XV, 159.12. Razî, Fahreddin, Mefatihu’l-Ğayb, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1990,

XXIII, 23.13. Sabunî, M. Ali, es-Safvetü’t-Tefasir, II, 287.14. 16/Nahl, 125.15. Tirmizi, Taharet, 112.

ekim

/201

8

somuncubaba somuncubaba86 87

Page 46: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

Derginizin, elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

Visan İktisadi İşletmesiZâviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad.

No: 71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00

Gsm: (546) 544 60 44 Faks: (422) 615 28 79

[email protected] www.somuncubaba.net

2018 yılında aboneliğinizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.

Onların da abone olmasını sağlayın.

Aile ve ÇocukEkiyle Birlikte

Yıllık Abone Bedeli

140

2018 Yılı

Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068Ziraat Bankası TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01

Vakıf Bank TR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58Halkbank TR 49 0001 2001 4740 0010 1000 23

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen arayınız.

Adı / Soyadı:

Kurum Adı:

Ünvan:

Dergi Teslim Adresi:

Posta Kodu: Şehir

Telefon:

Faks:

E-posta:

Vergi Dairesi: Vergi No:

Abone Başlangıç Tarihi: İmza:

Faturayı adıma kesiniz

Faturayı şirket adına kesiniz

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.

Türkiye : 140

(0422) 615 15 54444 36 61

ABONE İLETİŞİM HATTI

(0546) 544 60 44

Tasavvuf ve MenakıpMehmet Bahâeddin EfendiMüellif: Mehmet Bahâeddin Efendi (Tokatlı Mustafa Hâki Efendi (k.s.)’nin oğlu)

Çeviren ve Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Halil İbrahim ŞİMŞEK

Karton Kapaklı, 16x24cm, 304 sayfa ISBN: 78-9944-774-45-1

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Örnekliğinde Güzel Ahlâk

Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM

Karton Kapaklı, 14x21cm, 331 sayfa

Güncel Dinî Konular veFıkhî Hükümler

Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN

Karton Kapaklı, 14x21cm, 414 sayfa

Gönül Dostlarının Dilinden Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) ve Hamid Hamideddin Ateş Efendi

Musa TEKTAŞ

Karton Kapaklı, 14x21cm, 368 sayfa ISBN: 978-9944-774-44-1

ISBN: 978-9944-774-43-7

ISBN: 978-9944-774-46-8

Önemli Bir Değer OlarakHayâ ve İffet

Ayşegül KÖSTE

Adını Tarihe YazdıranHürrem Sultan

Zühal ÇOLAK

İffet-UtanmaDuygusu

Sümeyye Büşra YILDIZ

Kız ÇocuklarınıFıtrata UygunYetiştirememek

M. Emin KARABACAK

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı - VİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No: 71 (44700) Darende / MALATYATel: (422) 615 15 00 - Faks: (422) 615 28 79

www.somuncubaba.net

Aile Eki

ÇIKTI

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44

Page 47: Kadir ÖZKÖSE - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 10. 11. · Dünyaya Nizam Veren Muhteşem Süleyman Türbe girişinin tam üstünde, Mevlevî sikkesi şeklinde kesilmiş olarak duran

somuncubaba90

www.somuncubaba.net

AYLIK

İLİM K

ÜLTÜ

R V

E EDEB

İYAT DER

GİSİ

AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 216 • EKİM 2018 • Fiyatı: 12 TL

216

0 0 2 1 6

Mekke’den Doğanİslâm Güneşi

İslâm Birliğinin Oluşumunda Kardeşliğin Rolü

Gönül Birliğinin Merkezi: Darende Sosyal Tesisi

Anadolu’nun Yetiştirdiği Büyük Ruh: Yûnus Emre

Kanûnî Sultan Süleyman’ın Sûfî Zümrelerle İrtibatı

Kadir ÖZKÖSE

Abdullah KAHRAMAN

Resul KESENCELİ

Bilal KEMİKLİ

Ramazan ALTINTAŞ