kamu emekçileri bülteni 2015 eylül-ekim

16
İHANET VE SATIŞ SÖZLEŞMESİ İMZALANDI Okullar açılırken Savaşlar ve üç farklı eylül! Bir ölür, bin diriliriz ! Yeni bir mücadele yılı bizi bekliyor 2 5 7 11 H ükümetle Memur-Sen arasında önümüzdeki iki yılı kapsayacak olan satış sözleşmesi imzalandı. Sözleşmede zam oranları, % 6+5 ve % 3+4 şeklinde belirlenirken, öğretmenler için tutulan nöbetin üc- retlendirilmesi, sağlık çalışanları için döner sermaye tavan oranlarının yükseltilmesi ve haſta sonu yapı- lan sınav görevlendirmelerinde alınan ücretlerin arttırılması gibi maddeler yer aldı. 4-C çalışanları- nın kadroya alınması hasıraltı edilirken, bu kesimin ücretine 150 TL ek ödeme yapılması kararlaştırıldı. Sözleşmede, ek ödemelerin emekliliğe yansıtılması gündeme dahi alınmadı. Ayrıca sözleşmede, enflas- yon farkının “yüksek çıkması halinde” yansıtılacağı gibi muğlak bir ifade de yer aldı. İhanet ve satış sözleşmesi imzalandı 8 Sınıf mücadelesinde yeni bir adım, güçlü bir soluk... Sahte barış, kirli savaş 14 12 İki aylık bülten * Sayı 52 * Eylül -Ekim 2015 K amu E mekçileri B ülteni KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER, YA HİÇBİRİMİZ!

Upload: sosyalist-kamu-emekcileri

Post on 23-Jul-2016

226 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

Sosyalist Kamu Emekçileri

TRANSCRIPT

Page 1: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Eylül-Ekim

İHANET VE SATIŞ SÖZLEŞMESİ İMZALANDI

Okullar açılırken

Savaşlar ve üç farklı eylül!

Bir ölür, bin diriliriz !

Yeni bir mücadele yılı bizi bekliyor

2

5

7 11

Hükümetle Memur-Sen arasında önümüzdeki iki yılı kapsayacak olan satış sözleşmesi imzalandı.

Sözleşmede zam oranları, % 6+5 ve % 3+4 şeklinde belirlenirken, öğretmenler için tutulan nöbetin üc-retlendirilmesi, sağlık çalışanları için döner sermaye tavan oranlarının yükseltilmesi ve hafta sonu yapı-lan sınav görevlendirmelerinde alınan ücretlerin

arttırılması gibi maddeler yer aldı. 4-C çalışanları-nın kadroya alınması hasıraltı edilirken, bu kesimin ücretine 150 TL ek ödeme yapılması kararlaştırıldı. Sözleşmede, ek ödemelerin emekliliğe yansıtılması gündeme dahi alınmadı. Ayrıca sözleşmede, enflas-yon farkının “yüksek çıkması halinde” yansıtılacağı gibi muğlak bir ifade de yer aldı.

İhanet ve satış sözleşmesi imzalandı 8

Sınıf mücadelesinde yeni bir adım, güçlü bir soluk...

Sahte barış, kirli savaş

14

12

İki aylık bülten * Sayı 52 * Eylül -Ekim 2015

Kamu Emekçileri Bülteni

KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER, YA HİÇBİRİMİZ!

Page 2: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Eylül-Ekim

2 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

Ekonomik ve özlük haklarda büyük kayıplar:Memur-Sen’in imzaladığı ihanet sözleşmesinin üze-

rinden iki yıl geçti. Bu sözleşmede kamu emekçileri ilk defa enflasyon farkı almamış, ücretlere yapılan 123 TL’lik zam ise kısa bir sürede tuzla buz olmuştu. Kamu emekçi-lerinin özlük haklarıyla ilgili hiçbir sorunun görüşülmediği sözleşmede, özlük haklar bakımından da büyük kayıplar yaşanmıştı. Bu sene önümüzdeki iki yılı kapsamak üzere hükümetin ilk önerisinin % 4+4 ve % 3+4 olduğu ve bu önerinin üzerinde yapılan küçük küçük artışlarla müca-deleci-kahraman Memur-Sen imajının yaratıldığı yeni bir sözleşme yürürlüğe konmuştur. Bu sözleşme, ne geçmiş yıllardaki ne de önümüzdeki iki yıllık süreçteki ekonomik kayıpları giderebilecek durumdadır. Yapılan zamlar, sefa-let koşullarının katmerleneceği bir duruma işaret etmek-tedir. Ekonomik kayıpların büyüklüğünün yanında özlük hakların gittikçe tırpanlanması yer almaktadır.

Kadrolaşma hemen hemen tamam:Hükümet eğitimde büyük ölçüde kadrolaşmayı sağla-

mıştır. Milli Eğitim Temel Kanunu’yla kendisine yasal kılıf hazırlayan hükümet, milli eğitimde tepeden tırnağa kad-rolaşmaya gitmiştir. Hükümet, Milli Eğitim müdürlükle-rinde kadrolaşmayı sağladıktan sonra silsile halinde okul müdür ve müdür yardımcılıklarında büyük kıyımı gerçek-leştirmiştir. Binlerce okul müdürünün (Eğitim Bir-Sen’li olmayan) görevine son verildikten sonra, yeni seçilen yandaş müdürlerin yandaş müdür yardımcılarını, yasa-lara dayanarak(!), seçmesi ve bu tercihlerin yine zaten kadrolaşmış olan milli eğitim müdürlüklerince onaylan-masıyla kadrolaşma büyük ölçüde tamamlanmıştır.

Milli eğitimin yönetim organlarında (okul ve yurt mü-dürlükleri, milli eğitim müdürlükleri vb.) kadrolaşmayı tamamlayan hükümet, şimdi de öğretmenler arasında yaygın bir kadrolaşmaya gitmenin hesabını yapmaktadır. Milli Eğitim Temel Kanunu’nda yer alan stajyer öğret-

menlere stajyerliğin kaldırılması için mülakat yapılması ve iki yıl stajyerliği kalkmayan öğretmenin görevine son verilmesi kararı, öğretmen kadrolaşmasının yasal kılıfını oluşturmaktadır. Hükümet, bu sene bu kararı uygulaya-madı, fakat ilk fırsatta hükümetin bu yasaya dayanarak öğretmenler arasında büyük bir kadrolaşmaya gidece-ğinden kimsenin kuşkusu olmasın.

Özel okullara teşvik, devlet okullarında para toplama:

Anayasada temel eğitimin parasız ve zorunlu olduğu-na yönelik yer alan açık ibareye rağmen bugün para top-lanmayan devlet okulu bulunmamaktadır. Bu okullarda toplanan ve miktarı gittikçe artan paralar, gelinen yerde ücretleri gittikçe eriyen emekçi aileleri için çok büyük bir yük haline gelmiş bulunmaktadır. Milli Eğitim, kendisi-ne ayrılan bütçeyi çeşitli teşvikler adı altında özel okul baronlarına peşkeş çekerken, devlet okullarını ödenek-siz bırakarak bu durumun oluşmasına yol açmıştır. Özel okullara kesenin ağzını sonuna kadar açan (özel kreşlere teşvikler, özel okullara öğrenci başı 2500-3000 TL teşvik, vergi indirimleri, arsa tahsisi vb.) milli eğitim, milyonlarca yoksul aile çocuğunun eğitim gördüğü devlet okullarını tamamen ihmal etmiştir. Kaynaksız kalan devlet okulları, her türlü ilkesizliğe ve tavize açık bir şekilde kaynak ara-yışına girişmektedir. Özel okulların hacmini dopingleme yoluyla büyütmeye çalışan hükümet, devlet okullarını itibarsızlaştırmayı da ihmal etmemektedir. Bu durumun eğitimde özelleştirme amacıyla gerçekleştirilen bilinçli bir tercih olduğunu söylemeye bile gere yok.

Dershanelerin özel okullara dönüşmesi:Dershanelerin kapatılmasında hükümet gerekçe ola-

rak, “paralelle mücadeleyi” öne sürmektedir. Fakat gerçek-te dershanelerin kapatılması, özelleştirme politikalarının

OKULLAR AÇILIRKEN: KAOS, KADROLAŞMA, ÖZELLEŞTİRME, GÜVENCESİZLEŞTİRME…

Bugün eğitim çok yönlü kaotik bir görünüm sergilemektedir. Bu kaotik görünümün arkasında ise, eğitimin piyasalaştırılması ve güvencesizleştirme politikaları devreye sokulmaktadır. Toplumun tamamını ilgilendiren ve dolayısıyla devasa bir pazar hacmine sahip olan eğitimin özelleştirilmesi ve alabildiğine sermayenin karlı yatırım alanlarına dönüştürülmesi, sermaye partilerinin tamamının hemfikir olduğu temel bir politikadır.

Kaos bilinçli yaratılmaktadır ve toz duman içinde hedef politikalar, adım adım hayata geçirilmektedir.

Page 3: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Eylül-Ekim

3 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

ve eğitimde özel sektörü büyütmek çabalarının doğru-dan bir sonucudur. Bir kere dershaneler, sınavlara (KPSS, LYS, YGS, TEOG vb.) hazırlık amacıyla ortaya çıkmışlardı. Sonuçta bu kurumların görevi, devlet okullarında okuyan öğrencilerin bir takım akademik eksikliklerini gidererek sınavlara hazırlamaktan ibaretti. Dolayısıyla bu kurumla-rın varlığı, devletin eğitim gibi bir yükten kurtularak bu hizmeti, piyasaya teslim etme ve böylece özel sektör için karlı bir alan haline gitmeye yönelik politikalarıyla tam olarak örtüşmüyordu. Bu nedenle kamu okullarının eksikliklerini gideren, sınav rekabetiyle beslenen ders-haneler yerine bu okulların tam olarak yerini alan Temel Lise benzeri okullar devletin eğitim hizmetinden kurtul-masında çok daha kestirme bir yoldu. Bu yasayla binlerce dershanenin özel okula dönüşmesi sağlanmış ve böylece özel okulların sayılarında belirgin bir artış yaşanmıştır.

Temel Liseler, özel ilkokullar, kreşler:Devletin eğitimde özelleştirme politikaları, yaygın bir

şekilde meyvesini vermeye başlamıştır. Bu sene başta İstanbul olmak üzere tüm yurtta temel liselerin reklam-ları bilboardları süslemektedir. Devletin burada tekrarla-maya gerek olmayan bin bir türlü teşvikiyle palazlanan özel okul sektörü, beraberinde yoğun bir rekabeti de ge-tirmiştir. Kapitalizmde mutlak bir eğilimi ifade eden te-kelleşme yasası daha şimdiden bu “sektörde” kendisini göstermeye başlamış, bazı eğitim firmaları(!) yaptığı bü-yük yatırımlarla ön plana çıkmıştır. Temel liselerle atılım yapan özel okul girişimcilerinin(!) hızla ilkokul ve kreşlere de el attığı görülmektedir. Burada da devletin bonkörce teşvikleri yine alabildiğine devam etmektedir.

Eğitimde hızlanan emek yoğunlaşması: Perfor-mansa dayalı değerlendirme ve ücretlendirme:

Milli eğitimde, uzun süredir internet üzerinden, öğrenci ve velilerin okul yönetimi ve öğretmenleri; öğ-retmenlerin birbirlerini ve okul yönetimlerini; okul yö-

netimlerinin öğretmenleri değerlendirdiği anketler ya-pılmaktaydı. Bu anketlerle ısınma evresini geçiren milli eğitim, ilk fırsatta performans kriterlerine dayalı bir üc-retlendirmeye geçmeyi planlamaktadır. Hükümet, per-formansa dayalı değerlendirme ve ücretlendirmeyle, bir taşla iki-üç kuş vurmayı hedeflemektedir. Bir kere yandaş sendika üyelerinin, tıpkı müdürlük sınavlarında olduğu gibi bu performans değerlendirmelerinde de çok daha başarılı olacağından (!) hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Dolaysıyla yandaş sendikaya üye olmak yüksek perfor-mans sağlamak için önemli bir unsur haline gelecektir. Performansa dayalı değerlendirme ve ücretlendirmeyle, kamu emekçileri arasında zaten zayıflamış olan dayanış-ma tamamen ortadan kalkacak ve oluşacak yoğun re-kabet ortamında kamu emekçileri, istenilen koşullarda, daha kolay denetlenip yönetilebilecektir. Rekabet koşul-ları, rekabette geri kalmak istemeyen emekçilerin mes-lek saygınlığını da hiçe sayarak kölece çalışma koşularına boyun eğmesini beraberinde getirecektir. Eğitim emek-çilerinin iş yoğunluğu her geçen gün artarken, çalışma saatleri de telafi, takviye, kurs, seminer, etkinlik vb. adlar altında alabildiğine uzayacaktır.

Özelleştirme-Güvencesizleştirme:Güvencesizleştirme, özelleştirmenin kaçınılmaz bir

sonucudur. Özelleşen hizmet, doğrudan doğruya bir kar-zarar ve maliyet konusu haline gelmekte ve bir ser-maye girdisine dönüşen emekçi, en ucuza mal edilme-si gereken bir unsura dönüşmektedir. Devlet, özelleşen hizmetlerin karlılığının yükselmesi amacıyla, bu hizmet sektörlerinde çalışan emekçilerin haklarını alabildiğine tırpanlayarak sermayeye en kullanışlı haliyle sunmak istemektedir. Özelleştirme kıskacındaki eğitimde de emekçiler böylesi bir politikanın girdabı içine sokulmuş bulunmaktadır. Özelleştirmenin bir boyutunu özel eği-tim kurumlarına yapılan teşvikler oluştururken diğer bo-yutunu güvencesizleştirme oluşturmaktadır.

Page 4: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Eylül-Ekim

4 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

Atanamayan öğretmenlerin, ücretli ve güven-cesiz çalışan eğitim emekçilerinin durumunda değişen bir şey yok:

Devlet, eğitim fakültelerinde yetişen yüzbinlerce eğitim emekçisini özel okulların vicdanına terk etmiş-tir. Hiçbir güvencesi olmayan bu emekçiler, haftada 60 saate yakın çalıştırılmaktadır. Eğitimde yedek iş gücünü oluşturan yüzbinlerce atanamayan öğretmen, çalışan bu kesimin ücret ve hakları üzerinde doğrudan bir basınç oluşturmaktadır. Dolaysıyla eğitim emekçisinin çalışanı da çalışmayanı da ölüsü de dirisi de para etmektedir.Hükümetle işbirlikçi Memur-Sen arasında yürütülen gö-rüşmelerde atanamayan öğretmenlerin durumu görüş-me konusu dahi yapılmazken; sayıları yüz bine yaklaşan sözleşmeli ve güvencesiz çalışanların durumu hasıraltı edilmiştir. Her seçimde popülist bir vaat olarak gündeme gelen, atanamayan öğretmenlerin atamasının yapılma-sı ve güvencesizlerin kadroya alınması vaadi, seçimden sonra en çabuk unutulan vaat olmuştur.

Sınavlarda yaygınlaşan rezalet ve bir kadro-laşma yöntemi olarak mülakat:

Gerek ÖSYM ve gerekse milli eğitim tarafından yapı-lan sınavlar, gittikçe birer skandala dönüşmektedir. Ge-çen sene yaşanan TEOG rezaletinden sonra bu sene KPSS sınavında 12 sorunun yanlış çıkması, gittikçe büyüyen bu rezaleti açıkça ortaya koymaktadır. Sorun bununla da sı-nırlı değildir, cinsiyetçi vurgular içeren, toplumdaki farklı inançlara karşı geliştirilmiş ön yargıları kaşıyan ve inanç ayrımcılığını ifade eden soru tipleri de her geçen gün yaygınlaşmaktadır. Hemen her sınavda, sınav sorularının cevaplarının yüzlerce hatta binlerce kişinin eline geçiyor olması da cabası.Bu durum, şüphesiz tesadüf değildir. Sınavlarda yaratılan şüphe ve belirsizlik, hükümetin kadrolaşma ihtiyacına dönük oluşturduğu bilinçli bir durumdur. AKP hükümeti, gittikçe yaygınlaştırdığı mülakat uygulamaları karşısında sınavları anlamsızlaştırmaya ve dolaysıyla gereksizleştir-

meye çalışmaktadır. Sınavlarda gerçekleşen bu türden “hatalar(!)”; bunun sonucunda oluşturulan İtibarsızlık ve kaos, hükümete kadrolaşma için gerekli olan sisli ha-vayı yaratmaktadır.

Eğitimde dincileşme:Bir yandan çok sayıda imam hatip okulları açan hü-

kümet, diğer yandan normal okulları imam hatip okul-larına çevirerek bu okulların sayısını alabildiğine arttır-mıştır. Okullarının birden bire imam hatibe dönüştüğünü gören velilerin tepkisi ise, ya görmezden gelinmiş ya da “inancımızı öğreniyoruz” demagojisi eşliğinde ve polis marifetiyle bastırılmıştır. Bu uygulamayla hükümet, aynı zamanda başta Aleviler olmak üzere, toplumdaki farklı inanç kesimlerini hiçe saymıştır. Buradaki asıl kurnazlık ise imam hatip okullarını bitiren kişilerin diyanete atan-dıktan sonra buradan diğer kuramlara geçiş yapması ve bu geçişlerle sürekli boşalan yerlere diyanetin sürekli yeni kadrolar almasıdır. Böylece hükümet imam hatipleri kadrolaşmanın bir ayağı olarak kullanmaktadır.

Sonuç:Okullar açılırken, eğitim emekçileri ve eğitim hizme-

tinden yararlanan kesimler, özelleştirme, piyasalaştırma ve güvencesizleştirme politikalarının çok yönlü sonuçla-rıyla karşı karşıyadır. Bu politikalar, toplumun büyük bir kısmını etkilemektedir. Bu aynı zamanda eğitimin, top-lumda artık en uç noktalara varmış olan sınıfsal farklılaş-maya uygun hale getirilmesi anlamına da gelmektedir. Bunun toplumdaki somut karşılığı, paran kadar eğitim-ken; eğitim emekçilerindeki karşılığı ise her türlü güven-ceden yoksun kölece çalışma ve yaşam koşullarıdır. Bu duruma son verilmesi ise tıpkı diğer toplumsal sorunla-rın çözümü gibi emekçilerin birleşik eylemli müdahale-sinden geçmektedir.

Sosyalist Kamu Emekçileri

Page 5: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Eylül-Ekim

5 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

SAVAŞLAR VE ÜÇ FARKLI EYLÜL...! EKİM UMUTCAN

Yazı başlığının ilk elden çağrıştırdıkları ve düşündür-dükleri dile getirilmek istenirse neler söylenebilir?

Bu soru bağlamında yazı başlığının ilk bölümü için verilebilecek ilk yanıt; insanlar, bugüne kadar türlü tür-lü savaşlar içinde yer almış ve bu savaşların doğurduğu olumlu ya da olumsuz sonuçlardan paylarına düşeni ya-şamış ve yaşamaya da devam etmektedirler. Sözgelimi dünya çapındaki emperyalist savaşlar, bölgesel savaşlar, dinsel savaşlar, etnik temelli savaşlar ya da ulusal kurtu-luş savaşları ve sosyalist kurtuluş temelli iç savaşlar v.b gibi.

Yazımızın başlığının ikinci kısmı ‘ÜÇ FARKLI EYLÜL’ yani ÜÇ FARKLI BARIŞ kavramının çağrıştırdıkları ve dü-şündürdüklerini ise tarihsel bir bilgi niteliğinde dile getir-mek mümkündür. “Dünya Barış Günü (İngilizce: Interna-tional Day of Peace, Fransızca: Journée internationale de la paix) - 21 Eylül tarihinde kutlanıyor.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1981’deki 57. bir-leşiminde, Genel Kurul’un açılış günü olan her Eylül’ün üçüncü Salı gününü’nü ‘Uluslararası Barış Günü’ ilan et-miştir. Yıllar sonra Genel Kurul’un 7 Eylül 2001 tarih ve A/RES/55/282 sayılı kararı ile 21 Eylül’ü Barış Günü olarak kabul edilmiştir.

Birleşmiş Milletler, Barış Günü’nde, dünya çapında çatışmaların önlenmesi ve barışın tesisi yolunda bilinç-lenmeyi amaçlıyor. Her 21 Eylülde, Birleşmiş Milletler Merkezi’ndeki ‘Barış Çanı’ çalınıyor. Savaşlardaki insa-ni kıyımın anısına Japonya tarafından yaptırılan bu çan, dünyanın tüm kıtalarından çocukların bağışladıkları bo-zuk paralarla üretilmiştir. Çanın üzerine, ‘Çok Yaşa Mut-lak Barış’ yazısı kazınmıştır.” (Kaynak: Vikipedi, özgür an-siklopedi)

Bu, kapitalist batı dünyasının Eylülü ya da barış gü-nüdür. Kapitalist dünya için barış, iki savaş arasında bir mola ya da soluklanma anlamına geldiği için, kapitalist dünya; bugüne kadar yaptıklarıyla barış çanının üzerine kazıdığı “Çok Yaşa Mutlak Barış” hedefine ulaşamamıştır. Görünen o ki, bundan sonra yapacaklarıyla da söz konu-su hedefe ulaşamayacaklardır.

Bir diğeri, “Eskiden Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Varşova Paktı üyesi ülkeler barış içinde bir dün-ya mücadelesi görevini hatırlatmak amacıyla Hitler fa-şizminin 1939 yılında Polonya’yı işgal ederek ikinci dünya

savaşını başlattığı tarih olan 1 Eylül’ü ‘Dünya Barış Günü’ olarak ilan etmiştir. SSCB’nin ve Varşova Paktı’nın dağıl-masından sonra hiçbir ülke 1 Eylül’ü Dünya Barış Günü olarak kutlamamıştır.” (Kaynak: Vikipedi, özgür ansiklo-pedi) Bu da o dönemki sosyalist dünyanın Eylülü ya da barış günüdür. Görünen o ki, sosyalist dünyanın o tarih-sel konjonktürde ve o tarihsel koşullarda yaptıkları da hedefin kalıcı hale getirilmesinde yeterli olamamıştır.

Üçüncü Eylül ya da barış günü ise Sovyet döneminden miras alınarak, dünya emekçilerinin ve yoksul halklarının reformizmin etkisinde kutlaya geldikleri “1 Eylül Dünya Barış Günü”dür. Türkiye’de de dünya barış günü 1 Eylül-de kutlanıyor. Çünkü Türkiye emekçi sınıflarının ve yok-sul halklarının da barış diye bir sorunu var. Peki, Türkiye halkları, yaklaşmakta olan 1 Eylül Dünya Barış Gününü nasıl bir atmosferde kutlayacak? Dahası bu tarihsel ko-şullarda Türkiye emekçi sınıfları ve halkları barış soru-nuna nasıl yaklaşmalıdır? Daha da önemlisi, Türkiye’de gerçek, kalıcı ve onurlu bir barışın gerçekleşme koşulları nelerdir?

Meramımızı daha açık-seçik ve daha somut bir şekil-de dile getirebilmek için son bir soru: Mevcut koşullarda Türkiye düzleminde Türk ve Kürt emekçi sınıflarının, kirli savaş konusunda uzmanlaşmış ve bu kirli savaşı gelene-ği haline getirmiş “Homo Erectus Cumhuriyeti” ( Kaynak: Markopaşa, facebook. M. Üstün) ya da “Homo Erectus Diktatörlüğü”yle barışmaları mümkün müdür?

Bu sorduğumuz son soruyu, ilk bakışta okuyuculara çelişkiliymiş gibi gelebilecek; Bu “Homo Erectus Dikta-törlüğü”yle barışmak hem mümkündür hem mümkün değildir şeklinde yanıt verilebilir. Evet mümkündür, eğer bir toplumun ya da o toplumu oluşturan katmanların toplumsal belleği zayıfsa diğer bir ifadeyle söz konusu toplum unutkan, uyuyan bir toplumsa ve böyle bir top-lumda görevi uyuyanları uyandırmak, toplumsal belleği canlı tutmak olan öncü, ilerici ve devrimci güçler henüz örgütlü müdahale etme ve yönlendirme olanakları ba-kımından bir yeterliliğe sahip değillerse barışmak (!?) mümkündür. Doğaldır ki bu durumda “barış”, “barış sü-reci” ya da “çözüm süreci”, “Homo Erectus Diktatörlü-ğü”nün yürüttüğü kirli savaşı perdeleyen argümanlardan öte bir anlam taşımaz.

Page 6: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Eylül-Ekim

6 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

Yok eğer o toplumun emekçi sınıfları ile yoksul halkla-rı tarihsel bir bilince sahipse ve toplumsal belleği güçlüy-se, sözgelimi Kemalist Hükümetin “daha cumhuriyetin hemen başında bu topraklarda işgale karşı verilen müca-deleye destek olmak için gelen Mustafa Suphi’yle birlikte 15 komünisti Karadeniz’de katlettiğini ve Mustafa Sup-hi’nin aynı zamanda yoldaşı, eşi olan kadını genelevlere sattığını unutmamışsa…

Devletin Ermeni halkına soykırım uyguladığını; Der-sim’i yaktığını ve Munzur’un derelerinden günlerce kan aktığını unutmamışsa; 6-7 Eylül’de zulüm estirdiğini, Sa-bahattin Ali’nin katlini ve kanlı infazların Vedat Demirci-oğlu cinayetiyle hız kazandığını unutmamışsa; 16 Mart’ta Bahçelievler’de, devrimcilerin ve aydınların öldürüldüğü kanlı pusularda, sokak infazlarında katilin robot resminin T.C olduğunu hafızasına kazımışsa; Deniz’i, Yusuf’u ve Hüseyin’i astığını, Sinanları, Ulaşları, Kızıldere’de Mahir-leri katlettiğini, İbrahim’i işkencehanelerde parça parça ettiğini unutmamışsa; Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta ve 77 1 Mayısında, grev çadırlarına saldırılarda aynı karanlık odaklar olduğunu belleğine yerleştirmişse…

12 Eylül ile birlikte artık her günü kanlı bir bayram yerine çevirenleri, “Netekim”, “asmayıp da besleyecek miyiz?” diyenleri; idam sehpalarında yargılı, sokaklarda yargısız infazlarla, kaçırıp kaybettikleriyle ve düzenle-rini kanla besleyenleri unutmamışsa; bu homo erectus sermaye devletinin Sivas’ta yaktığını, Gazi’de taradığını, Ulucanlarda, 19 Aralıklarda, Reyhanlı’da, Soma’da, Su-ruç’ta, Haziran Direnişi’nde ve daha birçok katliamda kanlı imzasının olduğunu unutmamışsa…

Vaktiyle Kürt ulusunu “kurucu ulussunuz” diye kan-dırdıktan sonra Kürtleri önce Kürdistan mebusu olarak parlamentoya davet edenlerin sonrasında hani eşit ko-şullarda yaşayacaktık diyen Kürt halkının isyanlarını kan-la bastıranları unutmamışsa; İstiklal mahkemelerinde binlerce kürdün asıldığını unutmamışsa; Kürt kimliğini, kültürünü yasaklayanları ve “Tek vatan, tek bayrak, tek dil, tek mezhep” tekerlemesi ile “dahiyane buluşlar”a(!?) imza atanları unutmadığı sürece; Kürtlerin evrimine yö-nelik faşist ve şövenist kafaların uydurduğu “Dağ Türkü”, “kart-kurt” safsatalarını kanıtlama cehaleti gösterenleri unutmamışsa…

İmha ve inkârdan sözde çözüm sürecinde bile vaz-geçmeyenleri; adları eşkıyaya, kaçakçıya çıkan bir hal-ka yaşam şansı tanımayanları, Kürt kadınlarına tecavüz edenleri unutmamışsa; Kestikleri gerilla başlarıyla poz vererek IŞİD canilerine ilham kaynağı olanları unutma-mışsa; kulak koleksiyonu yapanları, Kürt halkına insan dışkısı yedirenleri, infaz başına para alan-ları ve çocukları, köylüleri öldü-rüp PKK’nin üstüne atan-

ları unutmamışsa; uyuşturucuyu bu ülkeye panzerlerle sokanları, para için her şeyi yapanları unutmamışsa…

Lice’de defalarca katliam yapanları, Zilan’da, Güçlüko-nak’ta, Dersim’de, Newrozlar’da adı yasaklanan coğraf-yayı kana bulayanları unutmamışsa; on binlerce Kürdü öldürdükten sonra asit kuyularına, garnizon bahçelerine gömenleri ve her yeri kayıplar mezarlığı yapanları unut-madığınız sürece; Kürt çocuklarını öldürmede İsrail ile yarışanları, 12 yaşındaki Uğur’u 13 kurşunla, babası ile birlikte öldürenleri, gerçekten yavru bir ceylan olan Cey-lan Önkol’un bedenini bombalarla paramparça edenleri ve bedeninin her bir parçasını annesinin eteğine topla-tanları unutmamışsanız, unutamamışsanız…

Yüzlerce askerin, polisin, gardiyanın ve devlet görev-lisinin tecavüzle yargılanmasına rağmen bir tekine bile ceza vermeyenleri unutmamışsa; Pozantı’da çocuklara akla gelmeyecek işkenceler, tecavüzler yapanları ve sa-dece bunu haber yapan gazetecileri hapse atanları unut-mamışsa…

Ve ez cümle, bugüne kadar alçakça bir kirli savaş yü-rüterek bütün bu insanlık suçlarını işleyen “Homo Ere-ctus Diktatörlüğü” ile yani sermaye devletiyle barışmak mümkün değildir. Aslolan ve yapılması gereken konusun-da Lenin’i dinlemenin tam zamanı:

“Sosyalistler, ikiyüzlü laf cambazlarının, demokratik bir barış olasılığı üzerine söz ve vaatlerle halkı aldatma-larına fırsat vermemeli, her ülkede o ülke hükümetine karşı devrimci bir savaşımlar dizisi verilmedikçe, demok-ratik barışa uzaktan-yakından benzer bir sonuca varma olasılığı bulunmadığını yığınlara anlatmalıdırlar. Sosya-listler, burjuva siyaset adamlarının, ulusların özgürlüğü üzerine söylevler vererek insanları aldatmalarına fırsat vermemeli, ezen ulusların halk yığınlarına, öteki ulusların ezilmesine yardım ettikleri ve o ulusların kendi kaderleri-ni tayin hakkını, yani ayrılma özgürlüğünü tanıyıp yüce tutmadıkları sürece, kendilerinin özgürlüğe kavuşmayı beklememeleri gerektiğini anlatmalıdırlar. Barış soru-nuyla ulusal sorunda, emperyalist siyasetten farklı ola-rak, bütün ülkelerde güdülecek sosyalist siyaset budur. Bu tutumun, birçok durumda, devlete ihaneti cezalan-dıran yasalarla uyuşmaz olduğu, onlara karşı düştüğü doğrudur, ama ezen ulusların hemen hemen tüm sosya-listlerinin utanmazca ihanet ettikleri Basel kararıyla da uyuşmaz olduğu, ona karşı düştüğü de doğrudur. Seçim, sosyalizmle, Joffre’nin ve Hindenburg’un yaptığı yasalara boyun eğme arasındadır; devrimci savaşımla emperya-lizme kölelik arasındadır. Orta yol yoktur. Proletaryaya en büyük zararı, ‘orta yol’ siyasetinin ikiyüzlü (ya da duy-gusuz) mimarları veriyor.” (Kaynak: Kızıl Bayrak, Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete. Sayı: 2015/31)

Page 7: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Eylül-Ekim

7TEMMUZ - AĞUSTOS 2015

BİR ÖLÜR, BİN DİRİLİRİZ!Her gün beş kadının katledildiği bir ülkede yaşamak,

hele de bir kadın olarak yaşamak çok zor. Kadınlar, sokak ortasında öldürülüyor. Hem de devletten koruma talep ettiği halde. Kadınları korumakla görevli olan kolluk güç-leri, bizzat kendisi teslim ediyor cellatlarının eline. Bazen de yeri geliyor kendisi tecavüz ediyor ve katlediyor ka-dınları. Devletin kolluk güçleri böyle iken hukuk sistemi-nin de bunlardan geri kalır bir yanı yok. İyi halden, kravat takmasına kadar her ince detay dikkatlice incelenip katil-ler aklanıyor ya da az bir ceza ile paçayı kurtarıyor.

Düşmanından intikam almanın araçlarından biridir feodal toplumlarda kadın bedeni. Modernleştiklerini söyleyen, ileri demokrasiden dem vuran bir ülkede hala kadın bedenin bir intikam aracı olması egemen güçlerin mayasının aynı olduğunu göstermektedir aslında. Sıkı-şan egemen güçler, ister feodal toplumda ister modern kapitalist toplumda olsun en rezil ayak oyunlarına ve katliamlara başvurmaktadırlar. Eğer bir de bu kadınlar mücadelenin ön saflarında ise her türlü kirli yol meşru görülmektedir. Türkiye’deki egemen güçler daha kurul-ma dönemlerinde bu kirliliğe bulaşmışlardır. Mustafa Suphileri bin bir türlü ayak oyunuyla Karadeniz’in azgın sularında boğdurtan eller, onun karısı ve yoldaşı Maria ’ya hayatı boyunca işkence etmişlerdir. Suphi ve yoldaş-larının ölümünden birinci derecede sorumlu olan adam tarafından, günlerce tecavüze uğramış başkalarına ‘he-diye ’edilmiş ve bir eğlence sırasında katledilmiştir. Ma-ria’nın yaşadıklarını düşünmek bile tüyler ürpertici. 1938 Dersim’de kız çocuklarının ana-babalarını, kardeşlerini gözlerinin önünde katleden devlet, bu kızları, kendi cel-latlarına evlatlık olarak vermiş, kız çocukları üzerinden bir halk asimile edilmeye çalışılmıştır. Dersimin kayıp kızlarının öyküsü, devlet eliyle yapılan en büyük işken-celerden biridir. Diyarbakır zindanlarında hem de devlet eliyle Sakine CANSIZ şahsında, tüm Kürt kadınlarına iş-kence edilmiş, iradeleri teslim alınmaya çalışılmıştır. Nice yiğit kadın işkencelerden geçirilmiş, tecavüze uğramış, tecavüz sonucu düşmanın çocuğunu doğurmak zorun-da kalmıştır. Yıllar önce Bosna’da bir Sırplı tarafından tecavüze uğrayan ve bunun sonucunda çocuk doğuran bir kadının hayatını anlatan ‘Sen Doğmadan Önce’ adlı bir film izlemiştim. Bu filmde yaşananlar, savaş yıllarında gerçekleşmiş bir olaydan esinlenilmişti. Savaşta bunların yaşanması bile bizi insanlığımızdan utandırırken ülke-mizde yaşananlar, savaş günlerini aratmayacak cinsten. Kevser Eltürk (Evin Wan)yaşamını davasına adamış bir kadın savaşçı. Kürt halkının öncü-savaşçı kadınlarından biri. Kürt halkına karşı girişilen kirli savaşta yaşamını ça-tışarak yitirdi. Ancak düşman öldürmekle yetinmedi. Ölü bedeni üzerinden intikam almaya da kalktı. Belki de in-sanlığın en ilkel ahlak anlayışından bile geri olan bir an-

layışla. İnsan insanlığından utanıyor, utanmalı da zaten. İnsanlıktan nasiplenmemiş bu anlayış, Kevser’in ölü be-deninin fotoğraflarını sosyal medyada yayınlayarak faşist devletin çirkin yüzünü bir kez daha gösterdi. Bununla da kalmadı, Muş Valiliği, olayın kendisini soruşturmak yeri-ne bu resmi çeken ve yayınlayanlar hakkında soruşturma açılmasına karar verdi. Yani sermaye devletinin bürok-ratı, durumun kendisinden değil de duyurulmasından rahatsız oldu. Her istediğinizi yapın ancak halk görme-sin dercesine… Aradan bir kaç gün geçtikten sonra er-kek gerilla bedenlerine, işkence edilmiş ve Türk askerleri kanlı çizmeleriyle ölü bedenlerin üzerinde poz veriyordu. Ortadoğu’yu kana bulayan IŞİD barbarlarının derslerini kimden aldığı belli. Kürt halkı bu zulmü, cumhuriyet ta-rihi boyunca yaşadı. Ancak her defasında kendini tekrar tekrar yarattı. Nice Kevserler, Zilanlar, Beritanlar, Arinler bu uğurda ölümsüzleşti.

Bu devletin mayasında katliam vardır. Bu devlet, ken-dinden olmayan herkese düşmandır. Ermeni’ye Kürde, Süryani’ye, Alevi’ye, kadına, erkeğe en çok da muhalife düşmandır. Tüm varlığını onları susturmaya, pasifize et-meye, yok etmeye adamış bir devlettir. Her türlü ahlak ilkesinden yoksun kendi halkına savaş açmış bir devlet. Bu savaş ki, o var olduğu sürece de devam edecektir. Son süreçte devletin katliamcı yüzünün tekrar ortaya çıkma-sıyla 90’lara mı dönüyoruz sorusu çokça sorulur oldu. Sermaye devletinin işleyişini bilenler bilir, sermaye, işi-ne geldiğinde 90’lara da geri döner, kendi koyduğu ya-saları da çiğner. İnsani değerlerin yerine, daha çok kar elde etme arzusu üzerine kurulu bir düzende ve bunun için insanın insanı sömürdüğü bir devlette insan olarak yaşamak mümkün değildir. İnsanlık, ya bu pisliğin içinde insanlığını yitirecek ya da bu kirli güçleri ortadan kaldır-

mak için savaşarak insanlığa ulaşacaktır. Bir yol ayrımına vardık çoktan. Ya yapılanlara sessiz kalıp utanç içinde

yaşayacağız ya da kendimizi ve tüm in-sanlığı bu utançtan kurtaracak mücadele-

yi seçeceğiz. İnsanlaşmak için mücadeleye!

Bir Eğitim Emekçisi

Page 8: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Eylül-Ekim

8 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

Hükümetle Memur-Sen arasında önümüzdeki iki yılı kapsayacak olan satış sözleşmesi imzalandı. Sözleşmede zam oranları, % 6+5 ve % 3+4 şeklinde belirlenirken, öğ-retmenler için tutulan nöbetin ücretlendirilmesi, sağlık çalışanları için döner sermaye tavan oranlarının yüksel-tilmesi ve hafta sonu yapılan sınav görevlendirmelerin-de alınan ücretlerin arttırılması gibi maddeler yer aldı. 4-C çalışanlarının kadroya alınması hasıraltı edilirken, bu kesime 150 TL ek ödeme yapılması kararlaştırıldı. Sözleş-mede, ek ödemelerin emekliliğe yansıtılması gündeme dahi alınmadı.

Daha ilk oturumdan itibaren toplu sözleşme görüş-meleri “ücret” maddesine sıkıştırılırken, hükümet adına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik başkanlı-ğındaki Kamu İşveren Heyeti tarafından üç oturum bo-yunca ücret önerisi getirilmedi. Hükümet zam teklifini ancak 14 Ağustos’ta gerçekleştirilen dördüncü oturum-da açıkladı. Bu oturumda hükümetin, %4+4 ve %3+3 zam önerisiyle gelmesi üzerine, Memur Sen temsilcileri Çelik’in konuşmasının ardından ayağa kalkarak, işveren heyetinin teklifini yeniden gözden geçirmesi temennisiy-le diğer konfederasyonlara konuşma hakkı verilmeden “Cumanın feyzi ve bereketini almak” -yani Cuma nama-zına katılma- bahanesiyle toplantıdan ayrılmak istedikle-rini dile getirdiler. Bunun üzerine Bakan Çelik toplantıyı bitirmek istediklerini belirterek KESK ve Kamu Sen tem-silcilerini dinlemeden toplantıdan Memur Sen heyetiyle

birlikte ayrıldı.Memur Sen, Cuma namazı bahanesiyle toplantıdan

ayrılmasını “teklifin kabul edilemez olması karşısında alınan tutum” ve “masayı terk etme” olarak yutturma-ya kalkmış, üstelik diğer iki konfederasyonu “masada kalmakla” suçlamış ve böylece pişkinlikte ne kadar ileri gidebileceğini ortaya koymuştur. Çalışma bakanını, fıtrat-ları gereği, el pençe divan karşılayan Memur Sen tem-silcilerinin böyle bir tutum sergilemesi, elbette danışıklı dövüşün ve önceden hazırlanan senaryonun bir parça-sıydı. Memur Sen, yapmacıklığı, bayağılığı ve samimiyet-sizliği ayan beyan ortada olan bu tutumu ile milyonlarca kamu emekçisinin zekâsını hiçe saymıştır.

Hükümetin 17 Ağustos’ta gerçekleştirilen beşinci otu-rumda 2016 yılı için yüzde 5+4 ve 2017 yılı için yüzde 3+3 öneri getirmesi üzerine, kasanın açıldığını(!) ve dolaysıyla da masanın açıldığını öne süren mücadeleci konfederas-yon(!) Memur Sen yetkilileri, müzakerelere devam edile-ceğini belirtmiştir. Hükümetin önceki önerisine göre ilk 6 ay için yalnızca yüzde 1’lik bir artış sağlayan bu yeni tek-life Memur Sen’in alelacele böyle bir açıklamayla sahip çıkması, bu konfederasyonun fıtratında var olan işbirlik-çiliği ortaya koymaktadır. Son görüşmede, zam oranlarını % 6+5 ve % 3+4 şeklinde öneren hükümet, sanki ortada bir pazarlık varmış ve bu pazarlığın sonucunda ve diren-gen(!) Memur-Sen’in bastırmasıyla oranlar artıyormuş gibi bir izlenim yaratmaya çalıştı.

İHANET VE SATIŞ SÖZLEŞMESİ İMZALANDI

Page 9: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Eylül-Ekim

9 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

İşbirlikçi yandaş Memur-Sen, bu toplu sözleşme gö-rüşmelerinde en ucuzundan bir ortaoyunu sergilemiştir. Bu ucuzluk, AKP’nin en üst kadrolarından tabana doğru bir salgın gibi yayılmış olan ve taşıyıcısı yandaş medya olan bir politikaya dayanmaktadır. Her türden manipü-lasyon ve yalanla kitlelerin gözünü boyamak, bu politi-kaların esasını oluşturmaktadır. Memur-Sen’in sitesinde yer alan “Memur-Sen bastırdı, teklif yenilendi” başlığıyla yayınlanan haber bizlere, Sabah, Akşam, Yeni Akit vb. yandaş gazetelerin yayınladığı (Kabataş yalanı vb.) binler-ce manipülatif haberi çağrıştırmaktadır. Yine Memur-Sen genel başkanının, toplu sözleşme görüşmeleri sırasında KESK yürütme kurulu üyesi Gülistan Atasoy’a kalkıp yer veren Lami Özgen’e “Sizin niyetiniz gerçekten kadınların haklarını savunmak olsaydı, devlet eliyle kadına uygu-lanan baskılara karşı çıkardınız.” şeklinde çıkışması, bu konfederasyonun, manipülasyonda, yalanda ve arsızlıkta ne kadar ileri gidebileceğini göstermektedir.

Şüphesiz Memur-Sen, gelecek tepkilere karşı, “mü-cadele ettik”, “kabul etmedik”, “direndik” vb. cevaplar üretmek için, toplu sözleşme süreci boyunca bu tutumu-nu sürdürmüştür.

Görüşmeler boyunca bir yanına işbirlikçi Memur-Sen’i alan hükümet diğer yanına da yeni Takrir-i Sükûn yasala-rını almıştı. TİS günü toplanmaya başladığımız AŞTİ’de, daha arabalardan iner inmez başlayan polis müdahale-si, Çalışma Bakanlığı’nın önüne kadar sürdü. Hükümet, çıkardığı baskı yasalarını devreye sokarak, görüşmeleri kamu emekçilerinden arındırmayı ve böylece de kölelik koşullarını rahatça kabul ettirmeyi amaçlamıştır.

Toplu sözleşme görüşmelerinde ilgi tümüyle zam oranlarında yoğunlaştı. Medya bu ilginin dağılmaması için özel bir çaba gösterdi. Bununla birlikte iki yıllık enf-lasyon farkları, ek ödemelerin emekliliğe yansıtılması, eşit ücret vb. diğer ekonomik talepler hasıraltı edildi. Kamu emekçilerinin geçmişe dönük ciddi kayıplarının yanısıra, kadrolaşma, müdürlerin sürgün edilmesi, rotas-yon, stajyer öğretmenlere mülakat yapılması, sözleşmeli personelin kadroya alınması, mobbing vb. özlük haklarıy-la ilgili sorun ve taleplerinin hiçbiri gündeme getirilmedi.

Hükümet ve yandaş Memur-Sen, emekçilerin ilgisinin zam oranları üzerinde yoğunlaşmasını sağlayarak ekono-mik ve özlük haklarla ilgili diğer kayıpları gözden kaçır-maya çalışmıştır. İlginin zam oranları üzerinde yoğunlaş-ması bu alanda bir mücadele verildiği anlamına gelmez. Hükümetle Memur-Sen, ya bir ortaoyunu eşliğinde sefa-let zamları üzerinde anlaşacaklardı ya da bu oyunu biraz daha gerçekçi göstermek için Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvuracaklardı. Sonuçta ilki gerçekleşti.

İşbirlikçi Memur-Sen’in bu kadar rahat davranmasın-da, KESK’in sürece yeterli ve doğru müdahalede buluna-maması önemli bir etkendir. Burada görüşmelerin tatil döneminde gerçekleştirilmesi tamamen tali bir durum-dur ve görüşmelerdeki zayıflığı açıklamamaktadır. Her şeyden önce KESK, kamu emekçilerinin, ekonomik kayıp-larının yanısıra, özelleştirme, kadrolaşma, güvencesizleş-tirme, esnek çalışma uygulamaları ve performansa daya-lı ücretlendirme gibi uygulamalarla kıskaca alındığı, tüm haklarını kaybetmekle karşı karşıya olduğu bir dönemde gerçekleşen toplu sözleşme görüşmelerinin önemi nok-tasında bir netliğe sahip değildir. Bir kere görüşmeler öncesi -ki bu iki yıllık bir süreçtir-, hiçbir çalışma yürütül-memiş; kamu emekçileri kayıpları noktasında yeterince bilgilendirilmemiş; Memur-Sen’in ihanet sözleşmesinin etkili bir teşhiri yapılmamıştır. Toplu sözleşme görüşme-lerini programsız, günü birlik ve rastlantısal politikalarla karşılayan KESK, mevcut zayıflığı bir takım çıkışlarla ab-sorbe etmeye çalışmıştır. Toplu sözleşme görüşmelerinin yapılacağı gün Ankara’da oldukça zayıf bir katılımla ger-çekleştirilen yürüyüş ve Lami Özgen’in toplu görüşmele-rin yapıldığı toplantı salonunda yaptığı bir takım çıkışlar bu çabayı ortaya koymaktadır. Her geçen gün tabandan biraz daha uzaklaşan ve günübirlik politikalarla hareket eden, işin özü, gelişmelerin arkasından kontrolsüzce sü-rüklenen KESK, tabandan koptuğu oranda politik-öncü kadroların yorgun ve zorlama eylem ve çıkışlarıyla baş başa kalmaktadır.

Lami Özgen Çalışma Bakanlığı’nın önünde gerçekleş-tirdiği basın açıklamasında, metal işçilerini örnek göster-miş, mevcut hükümetin geçici olması nedeniyle bu söz-

Page 10: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Eylül-Ekim

10 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

leşmenin imzalanamayacağını belirtmiş ve görüşmelerin ertelenmesini talep etmiştir. Burada örnek gösterilen metal işçileri her türden bürokratik aygıtı saf dışı bıra-karak fiili bir durum yaratmış ve grev yasağı karşısında boyun eğen sendika bürokrasisine nasıl mücadele veri-leceği noktasında iyi bir ders vermiştir. Metal eylemleri, gücünü kitleselliğinden ve yarattığı fiili-meşru durumdan almaktadır ve her şeyden öte doğrudan taban iradesine dayanmaktadır. Metal işçisine yön veren irade ise sınıf politikalarını esas almaktadır. KESK ise uzun süre önce, fiili meşru mücadele çizgisini ve taban iradesini terk et-miştir. Lami Özgen’in üzerinde durduğu, hükümetin ge-çici olmasının fazlaca bir önemi yoktur, sonuçta dönüp dolaşıp şu soruya gelinir: “Sen bu sürece ne kadar hazır-landın?” Eğer siz bir program dâhilinde taban dinamiz-mini harekete geçirmek üzere uzun soluklu ve sistemli bir çalışma yürütmemişseniz hükümet ister geçici olsun isterse de kalıcı, hiçbir kazanım elde edemezsiniz.

Toplu sözleşme görüşmelerinin sendika bürokratla-rıyla hükümet arasında gerçekleşen bir pazarlığa indir-genmesi ve emekçilerin görüşmeler boyunca, bu “yetkili kişilerin” arasında süren pazarlıkları edilgen bir şekilde izlemeye koyulmaları, sendikalara yerleşen bürokratik anlayışın doğrudan bir sonucudur. KESK’e hâkim anla-yışlar, tüm uyarılara ve tepkilere rağmen, bürokratik an-layışın tabanda ve sendika organlarında kurumsallaşıp yaygınlaşmasını engellemek için hiçbir şey yapmamışlar, tam tersine, bürokratik anlayışı ve yarattığı sonuçları kullanarak sendika yönetim organlarını ele geçirmenin yoluna bakmışlardır. Pragmatik ve kısa vadeli çıkarlara dayanan bu politikalar, bir yandan bu bürokratik anlayı-şın konfederasyon bünyesinde ve emekçilerin bilincine yerleşmesine neden olurken, diğer yandan bu bürokratik anlayışı yerleştirdiği oranda gerisin geri dönüp sendika-nın mücadele olanaklarını zayıflatmıştır. Lami Özgen’in görüşmeler sırasında diğer konfederasyonları “ortak eyleme” çağırması da bu bürokratik anlayışı açığa vur-maktadır. Sonuçta Lami Özgen, iş yeri iş yeri, bölge bölge, komiteler, meclisler ve birimler halinde örgütlenilmesi-

nin, tüm olanakların seferber edilmesinin ve KESK’in bü-tün kamu emekçilerini kucaklayacak ve tabanın iradesini esas alacak şekilde harekete geçmesinin çağrısını da ya-pabilirdi. Şüphesiz bu tercih, tıpkı on yıllardır yapılagelen tercihler gibi bir tesadüften ya da hatadan kaynaklı değil bir politik-ideolojik zemin ve tutumdan kaynaklanmakta-dır. Bugün hükümetle Memur-Sen arasında oynanan or-taoyununa karşı etkili bir müdahalede bulunulamaması-nın gerisinde bu bürokratik anlayışın yarattığı tahribatın önemli bir etkisi bulunmaktadır.

Gelinen yerde kamu emekçileri, çok yönlü saldırı po-litikalarıyla karşı karşıyadır. Şovenist Kamu-Sen bir tara-fa bırakılacak olursa KESK, mevcut saldırı politikalarına cevap üretmekten ve toplu sözleşme ortaoyununu etkili bir şekilde teşhir etmekten son derece uzaktır. Saldırılar yoğunlaşırken sendikal mücadele zayıflamakta ve örgüt-süzlük teslimiyeti ve çaresizliği beraberinde getirmek-tedir. Mevcut sendikal anlayış, kamu emekçilerini birer seyirci pozisyonuna düşürmüş ve dolayısıyla da mücade-leden koparmıştır. Kamu emekçileri, bu güvensizlik için-de kendini bireysel olarak koruma yoluna başvurmuş ve yandaş konfederasyonun sendikalarına sığınarak bu sen-dikaların üye sayılarının şişmesine neden olmuştur. Bu-nunla birlikte güvencesizlik, özelleştirme, kadrolaşma ve ekonomik kayıplar, alabildiğine artmış ve tabanda büyük hoşnutsuzların birikmesine neden olmuştur. Çözüm, bir kez daha bürokratik sendikal çizgiyi aşan; taban örgüt-lenmelerini ve iradesini esas alan; tıpkı metal işçilerinin yaptığı gibi fiili-meşru mücadele çizgisinde hareket eden; komiteler, meclisler ve iş yeri organları biçiminde örgüt-lenen ve buradan alınan kararlara dayanan bir mücadele anlayışının hayat bulmasında yatmaktadır. Zaten süreç, böylesi bir anlayışın zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Gelinen yerde, bu anlayışı temel alan ve kamu hareke-tine öncülük edecek olan böylesi bir iradenin açığa çıkıp çıkmayacağı en esaslı sorun olarak karşımızda durmak-tadır.

Sosyalist Kamu Emekçileri

Page 11: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Eylül-Ekim

11TEMMUZ - AĞUSTOS 2015

YENİ BİR MÜCADELE YILI BİZİ BEKLİYOR!Emekçi Kadın Komisyonları olarak 30-31 Temmuz ve 1-2

Ağustos tarihlerinde gerçekleştirdiğimiz kamp önümüze koyduğu görevlerle sona erdi. Dört gün süren kampta; ka-dın sorunun tarihsel kökenleri ve ideolojik mücadele, ka-dın işçi ve emekçilerin örgütlenmesi, Bolşevikler ve İlerici Kadınlar Derneği ışığında tarihsel deneyimler, kadın işçi ve emekçilerin örgütlenmesinde güncel sorunlar ve görevleri-miz başlıkları tartışıldı. Bu tartışmaların dışında eğitim, ba-sın-yayın ve ajitasyon-propaganda atölyeleri kuruldu.

Tartışmalarda Emekçi Kadın Komisyonlarının kadın soru-nuna bakıştaki ideolojik üstünlüğü vurgusu yapılırken; bu ideolojinin içselleştirilmesi, tüm bileşenlere nüfuz etmesi, çalışma alanlarımızda bu ideolojinin taşıyıcısı olan kadrola-rın, bu ideolojiyle donanmasının önemi belirtildi. İşçi kadın-lara ulaşmanın yol- yöntem ve araçları, tarihsel deneyimler ışığında tekrardan arandı. Kitle eylemlerinde reflekslerimiz tartışılırken bu eylemlere öncülük etmenin önemi bir kez daha vurgulandı. Bu alanda mücadele yürüten siyasal özne-lerin taleplerinin işçi-emekçi kadını kucaklamadığını, işçi-e-mekçi kadınların orta sınıf taleplerle kendilerine gelen bu siyasetlerle yol yürümediğini, sınıfın bir parçası olarak gör-düğümüz işçi-emekçi kadınların ancak ve ancak bizim ide-olojimiz ve bizim çalışmalarımızla mücadeleye katılacağını bu bilinçle hareket edilmesi gerektiğinin altı çizildi. Sınıfın bir parçası olan kadınların; kadın olmaktan kaynaklı yaşadı-ğı özgül sorunları sınıfsal sorunlarıyla birlikte ele alan, birini diğerinin alternatifi olarak görmeden ve küçümsemeden ele alan bir pratiği hayata geçirmeliyiz vurgusu yapıldı. İş-çi-emekçi kadın çalışmamızın sorunlarının sınıf çalışmamı-zın sorunlarından bağımsız olmadığı, sınıf çalışmasında ala-cağımız mesafenin işçi-emekçi kadın çalışmamızı büyütece-ğini aynı şekilde işçi-emekçi kadın çalışmasında alacağımız mesafenin sınıf çalışmamızı büyüteceği vurgusu yapıldı.

Kampta öne çıkan diğer vurgular ise kısaca şöyle: Kadın sorununun özünde bir işçi-emekçi kadının sorunu olduğunu döne döne vurgulamak, bundan kaynaklı işçi-emekçi kadın-lara ulaşmak ve onları kadının çifte ezilmişliğinin sorumlusu olan kapitalizme karşı devrim mücadelesinde taraflaştır-mak en temel görevimizdir. Kadın çalışmamız, sınıf çalış-mamızın bir parçasıdır. Kadının kurtuluşu mücadelesi işçi sınıfının kurtuluşu mücadelesinden ayrı ele alınamaz. İşçi sınıfının parçası olan işçi kadının, üretim alanında tuttuğu yer itibariyle kapitalizmin mezar kazıcılarıdır aynı zamanda. İşçi kadınlara öncelikle üretim alanlarında yani fabrikalarda ulaşmalı, kendi kaderlerini ellerine almada Emekçi Kadın Komisyonları olarak öncülük etmeliyiz. Her çalışma alanı-

nın bir kadın boyutu ol-malı, her çalışma alanı işçi-emekçi kadınların özgül sorunlarını da ele alan alt çalışma birimleri oluşturmalı, bunu yapa-

mıyorsa bu alanda yetkinleşmiş ajitatörler yetiştirmelidir. Üstünlüklerimizin farkına varıp onlarla bütünleşmeli, eksik-liklerimize çubuk bükerek üstüne gitmeliyiz.

EKK çalışmalarının bölge değerlendirmelerinin yanı sıra kamu emekçileri cephesinden de değerlendirmesi yapıla-rak belli kararlar alındı. Tüm Türkiye’de esen reformist tas-fiyeci rüzgâr, işçi-emekçi kadınları ve özelinde en çok da kamu emekçisi kadınları etkilemektedir. Bunun en temel nedeni, kamu emekçilerinin örgütlü olduğu ilerici sendika-lara hâkim reformist anlayışların kadın sorununa bakışları-nın ideolojik yansıması olan feminizmi kendilerine bayrak yapmasıdır. İşçi-emekçi kadınların öfkesini düzene değil kendi sınıfdaşları erkeklere yöneltmesi feminizmin bilinçli bir çabasıdır. Ancak örgütlü-örgütsüz kamu emekçisi kadın-ların büyük bir çoğunluğu sendikalarda egemen olan bu re-formist-feminist anlayış ve pratikten rahatsızdır. Sorun, bu rahatsızlığı dile getirebilecekleri mekanizmalardan yoksun olmaları bununla birlikte ve daha da önemlisi bu rahatsız-lığı, örgütlü bir güce dönüştürecek öncünün şimdilik onlar-la buluşamamasıdır. 7 Haziran seçimleriyle birlikte devrim sözcüğünü bile ağzına almayan, ondan bilinçli bir şekilde uzak duran reformist anlayışlar, işçi kadın ve erkeklerin kur-tuluşunun parlamenter zeminde olacağının yanılsamasını kitlelere mal etmeye çalışmaktalar. Bu çabalarında şimdilik bir başarı da elde etmişlerdir. Bulunduğumuz tüm alan-larda; kamu emekçilerinin işçi sınıfının bir parçası olduğu, kamu emekçisi kadınların sorunlarının işçi kadının sorun-larından toplamda sınıfın sorunlarından bağımsız olmadığı ideolojik bakışıyla hareket edilecektir. Bununla birlikte çö-zümün de kadın- erkek birlikte verilecek sınıf mücadelesiy-le mümkün olacağı perspektifiyle hareket edilecektir. Buna uygun mekanizmalar yaratılarak kamu emekçilerinin, hem sendikalarımıza egemen olan reformist- feminist anlayışlar-dan hesap sorması, onu aşması ve düzene karşı taraflaşma-sını sağlayacak pratik bir hat örülecektir. En temel görevi-miz; hem işçi-emekçi kadınlar içinde hem kamu emekçileri içinde hem de sınıf içinde odak yaratmak ve işçi-emekçileri devrim mücadelesine seferber etmektir.

Yapılan eğitim seminerlerinin yanı sıra herkes kendi is-tediği ve eksiklik duyduğu atölye çalışmasına katıldı. Atölye çalışmaları çok verimli geçti. Atölye çalışmalarının sonunda sunumlar yapıldı. İşçi emekçi kadınlarla bağ kuran kadro-ların eğitimi kararlaştırıldı. İşçi-emekçi kadınlara seslenme-de sanatın önemli bir araç olduğu, sinema ve edebiyattan daha fazla yararlanılması gerektiği vurgulanırken film ve ki-tap listeleri oluşturuldu. Basın-yayında işçi-emekçi kadınları daha fazla işlememiz, bu alanda yayınlarımızı beslememiz kararlaştırıldı.

Dört gün boyunca birlikte üretmenin, paylaşmanın eğ-lenmenin hazzını yaşamak, kolektif yaşamın kurulacağına olan inancımızı perçinlemiştir.

Bir Eğitim Emekçisi

Page 12: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Eylül-Ekim

12 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

Sahte barış, kirli savaş!

Daha 7 Haziran seçimleri öncesinde yaşanan gelişme-ler, seçim sonrasında Türkiye’yi kaotik bir siyasal atmos-ferin beklediğini gösteriyordu. Seçimler öncesinde “Dol-mabahçe Mutabakatı” olarak ifade edilen 10 maddelik mutabakatın hükümet ve HDP yetkililerince kamuoyuna açıklanması, “çözüm süreci” olarak kodlanan “oyalama” sürecinin yeni bir evreye girdiğinin işareti sayılıyordu. Dahası öyle bir hava estirilmişti ki, Türkiye demokratik-leştirilecek, PKK ise silah bırakacaktı! Fakat daha muta-bakatın mürekkebi kurumadan Erdoğan’ın “mutabakat ifadesini asla kabul etmiyorum, benimle mutabakata varmadan hareket ettiler” çıkışı geldi. Sonradan “muta-bakat!” sürecinin her aşamasından haberdar olduğu or-taya çıksa da, Erdoğan’ın bu çıkışı seçim sürecine dönük hesapların ürünü olmuştu. Önceleri “açılım”, sonra ise “çözüm” süreci olarak nitelenen oyalama manevralarının AKP’ye ve sermaye düzenine hizmet ettiği dönemlerde “çözümde ısrar” görüntüsü çizenler, dış ve iç politikadaki dengelerin değişmesi ile sahte “çözüm” masasını devir-diler. Öyle ki, düne kadar “Kürt sorununu çözmekten” dem vuranlar, Erdoğan’ın Ukrayna yolunda söyledikle-rinin ardından “Kürt sorunu yoktur” çizgisine çekildiler.

HDP’nin daha Ocak ayında parti olarak seçime gire-ceğini açıklaması ve başkanlık sistemi karşısında aldığı tutum, AKP şefini fazlasıyla rahatsız etmişti. Dış politi-kada yaşanan çöküşe, içeride, çöküş sinyalleri eşlik edi-yor, düzende oluşan çatlaklar polis devleti uygulamaları ile kapatılmaya çalışılıyordu. Uzunca bir süre “çözüm” aldatmacası ile Kürt halkının barış özlemini sömürmeyi ve kendi iktidarını sağlamlaştırmanın aracı olarak kullan-mayı başaran AKP ve sermaye iktidarı, Haziran Direni-şi ile ciddi bir toplumsal tepki ile karşılaşmıştı. Haziran günlerinde iktidarını bir kez daha “çözüm” aldatmacası ile elde tutmayı başardı. Öcalan’ın “AKP iktidarını tama-men bize borçlu” sözleri bu gerçeğin daha açık bir bi-çimde dile getirilmesinden başka bir şey değildi. Haziran direnişinin ardından AKP-Cemaat koalisyonu çatırdadı ve tüm pislikler ortalığa saçıldı. 17-25 Aralık rüşvet ope-

rasyonları, ayakkabı kutularında saklanan kirli paraların açığa çıkması, kaset yarışları ile AKP önemli bir yıpranma yaşarken, tam da “çözüm” aldatmacasını sürdürebilmesi sayesinde “paralel yapı” olarak kodladığı Cemaat’e karşı savaşımı kazasız belasız atlatmayı başarabildi.

Ne var ki AKP, “çözüm” aldatmacasından olabildiğin-ce yararlanırken, Suriye’de yaşanan gelişmeler AKP’nin bölgesel politikalarına darbe üstüne darbe vuruyordu. Suriye’deki kanlı savaşın başladığı dönemde emperya-lizmin maşalığını büyük bir şevkle üstlenen AKP iktidarı, “bölgesel aktör” hayalleri ile IŞİD gericiliğini desteklemek yolunu seçmişti. IŞİD’in denetimden çıkması ve Suriye Kürtlerinin IŞİD karşısında gösterdiği destansı direnişle ABD emperyalizmi yönelim değiştirirken, AKP iktidarı ise IŞİD’e verdiği desteği sürdürmeye devam etti. Bu deste-ğin en açık göstergesi, IŞİD’in saldırılarını Kobanê’ye çe-virmesi ile neredeyse sevinç naraları atan AKP iktidarının şefi Erdoğan’ın “Kobanê düştü düşecek” açıklamasıydı. MİT tırları, ağır silahların taşınmasına ilişkin görüntüler vb. ise bu siyasal desteğin fiili kanıtları olmaktan öte bir anlam taşımıyor ve buz dağının yalnızca görünen yüzünü oluşturuyor. Yüzü aşkın Türkmen köyünün IŞİD canileri tarafından ele geçirilmesinde dahi sesinin çıkmaması, Konsolosluk çalışanlarının rehin alınması karşısında “mü-tevaziliğini” koruması, Türkiye’nin IŞİD ile olan ilişkileri konusunda başkaca bir kanıta da yer bırakmıyor.

Kürtlerin, Suriye’ye karşı başlatılan kirli savaş ve IŞİD saldırıları karşısında elde ettikleri bölgesel kazanımları-nı sindiremeyen AKP iktidarı, içeride “çözüm” aldatma-casını sürdürürken, dışarıda ise Kobanê’nin düşmesini bekliyordu. Fakat işler umduğu gibi gitmedi. Kobanê’de IŞİD çetesine karşı gösterilen destansı direniş ve Kürt kentlerinde isyan dalgasına dönüşen 6-8 Ekim Kobanê ile dayanışma eylemleri ile AKP iktidarı Haziran Direnişi’nin ardından bir büyük şamar daha yiyordu. Yine de AKP ik-tidarı, tüm bu kritik evrelerde “çözüm” aldatmacasına sarılarak iktidarını sürdürmeyi başardı.

Page 13: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Eylül-Ekim

13 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

Ne var ki AKP Haziran Direnişi’nin ardından önle-nemez biçimde zirveden düşmeye başlamıştı. HDP’nin seçimlere parti olarak girmesi ile tek başına iktidar ol-masının tehlikeye girdiğini gören AKP, sahte “çözüm” masasını devirdi ve provokasyonlar devreye sokuldu. HDP bürolarına yapılan saldırılar ile başlayan saldırgan-lık, Diyarbakır mitinginde patlatılan bombalarla seçim öncesinin doruğuna ulaştı.

Savaş ve saldırganlıkla iktidarını koruma hesabı

7 Haziran seçimleri sonucunda tek başına iktidar ola-mayan AKP, çözümü, savaşı ve şovenizmi körüklemekte buldu. Görünürde IŞİD tarafından yapıldığı söylenen ve onlarca gencin ölümüne yol açan Suruç katliamının he-men ardından, Kürt hareketine, ilerici ve sol güçlere kar-şı kirli savaş başlatıldı. IŞİD çetesinin yaptığı katliamı bir taraftan kınar gibi görünüp öbür taraftan bu katliamın Kürt hareketine ve ilerici kesimlere dönük başlatılan linç kampanyasının bahanesine dönüştürülmesi, Suruç katli-amının perde arkasına ışık tutmaktadır. Daha dün bizzat Kürtlerin üzerine salarak IŞİD’den yararlananlar, bugün ise IŞİD tarafından yapılan katliamdan saldırganlıklarının bahanesi olarak yararlanma yolunu tuttular. Dengeleri değiştirip değiştirmeyeceği bilinmez ama bu saldırganlı-ğın tek başına AKP’nin iktidar hırsı ile açıklanamayacağı açık. Her ne kadar AKP’nin iktidar hırsının belirgin bir yeri olsa da, devletin tüm aygıtlarının ve sermayenin koro ha-linde “terör” bahanesine sarılması, sermaye düzeninin Kürt sorununun “şiddete dayalı” ‘çözümünden’ başka bir çözüm yolu bilmediğini gösteriyor.

Kandil’e dönük bombardımanını yargısız infazlara, si-vil yerleşim alanlarının bombalanmasına kadar götüren sermaye iktidarı, yer yer Rojava sınırından Rojavalı sivil-

lere de kurşun yağdırıyor. AKP, “savaş” tamtamları içeri-sinde “erken seçim” hazırlıkları yaparken, her gün ölüm haberleri geliyor. Sivil vatandaş, asker ve gerilla ölümleri ile ülkenin her köşesinde ailelerin feryadı yükseliyor. AKP, Kürt ve Türk işçi - emekçi gençlerinin cesetlerine basa basa iktidar olmanın hesabını güdüyor.

Sermaye düzenine karşı savaşmadan barış olmaz

Yaşananlar bir yandan kapitalist düzende parlamen-ter sistemin sınırlarını ve gerçek yüzünü ortaya sererken, öte yandan da sermaye düzeni var oldukça savaşların ve etnik boğazlaşmaların önüne geçilemeyeceğini gösteri-yor. Sermaye düzeni ve AKP, yükselttikleri saldırganlıkla Türk ve Kürt halklarının kardeşlik duygularına darbe vu-ruyor. Milliyetçiliğin körüklenmesi ile AKP, akan kanı oy pusulalarına yansıtmanın ve tek başına iktidar olmanın hesabını güdüyor.

Türk, Kürt ve tüm milliyetlerden işçi ve emekçilerin, sermaye düzeninin kirli savaşından hiçbir çıkarı yoktur. Gerçek ve kalıcı bir barışın sağlanmasının, Kürt halkının meşru direnişini işçi ve emekçilerin sermaye düzenine karşı mücadelesiyle birleştirmekten, kapitalist sömürü düzenine son vermekten başka bir yolu yoktur. Sermaye düzeninden “barış” istemek ve onunla “barış” masasına oturmak, iki savaş arasında geçici bir mola vermekten başka bir anlam taşımayacaktır. Yaşananlar bir kez daha bu gerçeği ortaya koymaktadır. Kürt sorununun kalıcı çö-zümünün, sömürünün, işsizliğin ve açlığın ortadan kal-dırılmasının yolu kapitalist sömürü düzenine karşı sınıf savaşını yükseltmekten geçmektedir.

Sosyalist Kamu Emekçileri

SARAYLARA SAVAŞ,

KULÜBELERE BARIŞ...

Page 14: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Eylül-Ekim

14 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

Merkezinde Bursa otomotiv işçilerinin yer aldığı fakat tüm temel sanayi havzalarına yayılmış olan metal işçileri hareketi, gelinen aşamada hızı ve yoğunluğu azalmış olsa da devam ediyor. 2014-2015 TİS’inin bir kez daha Türk Metal sendikasının ihaneti ve Birleşik Metal ve Çelik İş sendikasının teslimiyetiyle sonuçlanmıştı. Hem TİS önce-si dönemde hem TİS günlerinde hem de TİS’ den sonra işçilerin talep ettiği hiçbir şey dikkate alınmamış, buna rağmen her yerde Türk Metal sendikası tarafından zafer mizansenleri düzenlenmişti. TİS’ in imzalanması ve sahte zafer mizansenlerine rağmen işçiler, Bursa BOSCH fab-rikasında imzalanan sözleşmenin TİS kapsamında tüm fabrikalar için emsal olmasını istiyorlardı. Üstelik eğer bu talepleri kabul edilmezse 5 Mayıs günü Türk Metal Sen-dikasından istifa edeceklerini hem yöneticilere hem de kamuoyuna deklare etmişlerdi.

Ancak Türk Metal denilen örgütlenme, bir sendika-

dan çok çete ve mafya örgütlenmesi olduğu için sendi-kacı değil mafya refleksleriyle davrandı. İşçilerin meşru taleplerini tehdit ederek, işçi kanı dökerek bastırmaya ve böylece üyelikten istifanın önüne geçmeye kalktı. Fakat böyle yaparak muhtemelen farkında olmadan ve umma-dığı bir biçimde bardağı da taşırmış oldu.

Türk Metal çetesinin işçilerin kanını dökerek bastır-maya çalıştığı mücadele, Bursa’da RENO ve TOFAŞ’tan başlayarak ülkenin temel tüm sanayi havzalarına hızla

yayıldı. Binlerce Metal işçisi yıllarca satılmış ve ihanete uğramış olmanın hesabını, ilk planda üyelikten istifa ede-rek soruyordu. Kuşkusuz ki bu basit bir biçimde kısa bir dilekçe ile üyelikten çekilmek ya da internetten tek tık ile istifa etmek basitliğinde düşünülmemelidir. Öne çıkan her bireyin başının kolayca ezilebildiği bir kontra örgüt-lenmesi içinde bu ancak kollektif bir hareket ve dirayetli bir önderlikle başarılabilinirdi.

İşte tam da bu aşamada MİB (Metal İşçileri Birliği), hem mevcut metal işçileri hareketinin ve hem de top-lam sınıf mücadelesinin geleceği açısından son derece kritik bir rol oynadı. Yıllardır temel sanayi havzalarında metal işçilerinin gündelik hak mücadelesi içinde kendini var ederek, irili ufaklı işçi direnişlerine önderlik ederek, her kritik evrede aldığı tutum ve söylediği söz ile metal işçileri karşısına bir taraf olarak çıktı. Elbette ki yıllardır verilen mücadele, harcanan emek ve ödenen türlü be-deller kendi anlamlı sonuçlarını da üretecekti. Yıllara dayalı olan bu hazırlığın ürünü olarak MİB, metal fırtına-sının yanında yöresinde değil tam da kalbinde yer aldı. Birbirinden kopuk ve birleşme olanaklarından mahrum işçileri kendi şemsiyesi altında toparlayarak ve kritik za-manlarda kritik yönlendirmeler yaparak metal işçileri-nin mücadelesini saman alevi olmaktan kurtardı. Fakat MİB’in metal fırtınan kırılamamasında belki de en kritik rolü, ihanete uğramaktan bıkmış olan işçilere verdiği güven ve en ağır zorluklar ve saldırı karşında göstermiş olduğu olağan üstü dirayettir. 12 Eylül cuntasından bu-yana tarihleri ihanet, satış ve hayal kırıklıklarıyla yazılmış olan metal işçilerinin en çok ihtiyaç duydukları da zaten buydu. Düşünelim ki her yönüyle bir mafya örgütlenme-si olan Türk Metal, tek tek fabrikaların patron ve yöne-ticileri, bir bütün olarak MESS (Koçlar, Sabancılar, OYAK vb. yani Türkiye’nin büyük burjuvazisi), resmisi sivili, çeviği ve “Terörle Mücadelesiyle” polis hepsi topyekün olarak hareketin başını ezmeye çalışıyorlar. Şovenizmle kuşatılarak, mafya bir sendikanın denetimi altında sınıf bilincinden uzak tutulmuş, bu yönüyle son derece dene-yimsiz ve geri bir bilince sahip işçi profili pekâlâ kolayca ezilebilirdi. MİB’in toparlayıcılığı, verdiği güven ve gös-terdiği dirayetin işçilerin birikmiş öfkesi ve kararlılığıyla birleşmesi sayesinde, hareket mevziler kazanarak bugü-ne kadar kendini savunabildi.

Metal işçileri aylara yayılan bu mücadelenin ürünü

Sınıf mücadelesinde yeni bir adım, güçlü bir soluk…

Türkiye Otomobil ve Metal İşçileri Sendikası (TOMİS) kuruldu

Page 15: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Eylül-Ekim

15 KAMU EMEKÇİLERİ BÜLTENİ

olarak geçtiğimiz günlerde yeni ve güçlü bir adım daha attı. Türk Metal gibi bizzat patronların beslediği ihanet-çi mafyatik sendikacılığa, Birleşik Metal gibi soluksuz ve iradesiz sendikacılığa karşı kendi alternatifini ortaya koydu. Bizzat hareketin öncülerinin içinde yer aldığı ve metal işçileri hareketinin zemini üzerinde yükselen Tür-kiye Otomobil ve Metal İşçileri Sendikası (TOMİS) kurul-du. Elbette TOMİS’in gelecek günler için metal işçileri-ne ve sınıf mücadelesine ne katacağı üzerine şimdiden varsayımlar yapmak gerekli değildir. Ancak şimdiden şu kadarını rahatlıkla ifade etmek gereklidir. Metal işçileri yılların birikimi ve deneyimiyle mücadele içinde sınan-mış olan MİB’in yanı sıra azımsanmayacak önemde ikinci bir mevzi olarak TOMİS’i kazanmıştır. Sendikal mücadele anlayışı ve işleyişi ile ihanetçi ve dirayetsiz sendikacılık anlayışına meydan okuyarak ortaya çıkmış bir mücadele mevzisi olarak kuşkusuz metal işçilerinin kaderini değiş-tirme iddiasındadır. Bu yönüyle hem metal işçisinin hem de yüreği sınıf mücadelesi içinde atanların TOMİS’ e dair güçlü beklentiler içinde olduğuna kuşku yoktur.

TOMİS’in özellikle metal işçileri içerisinde ve metal hareketinin fırtınalı günlerinde mücadelenin yükünü çekmiş olan fabrikalarda güçlü bir heyecan yarattığını bizler de gözlemiyor ve bu heyecana her adımda ortak oluyoruz. Ancak hem metal işçilerinin mücadelesinin hem de TOMİS’in geleceği, özellikle de güçlü mevziler yaratarak yolunu yürüyebilmesi metal işçilerinin TOMİS’ i ve bizzat fabrikalarında sürmekte olan mücadeleyi ne düzeyde sahiplendiklerine sıkı sıkıya bağlıdır. Eğer MİB’i sahiplenme ve şemsiyesi altında birleşme yöneliminin bir benzeri TOMİS’ e gösterilirse (ki şimdiden yüzlerce

üyelik ile bu yönde atılan umut verici adımlar vardır) sı-nıf mücadelesinin geleceğine biraz daha güvenle bakabi-leceğiz. Kuşkusuz işin bir başka yanı da TOMİS’in ortaya koyacağı mücadele kapasitesi, işçilere verdiği güven, ka-zandığı mevziler, bunların yanı sıra mücadeleci sendikal çizgi, işçiler karşısında açıklık ve tutarlılıktır.

Biz Kamu Emekçileri olarak şimdiden TOMİS’in me-tal işçilerine ve tüm Türkiye işçi sınıfına yeni bir soluk ve heyecan taşıyacağına olan inancımızı TOMİS üyesi sınıf kardeşlerimizle paylaşmak istiyoruz. Metal işçileri mü-cadelesinin öz ürünü olan TOMİS’ i ve onun ortaya çık-masına katkı sağlayan, emek veren, mücadele eden tüm dostlarımızı yürekten selamlıyoruz.

Yaşasın sınıf dayanışması Yaşasın Metal işçilerinin direngen soluğu…

Sosyalist Kamu Emekçileri

Page 16: Kamu Emekçileri Bülteni 2015 Eylül-Ekim

Kamu Emekçileri Bülteni Sayı: 52 * Fiyatı: 25 Kr * Eylül 2015 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Tayfun Altıntaş * Yayın Türü: Yerel süreli, siyasi, ayda bir, Türkçe * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Meşrutiyet Mah. Kodaman Sk. No: 11/15 Şişli/İstanbul * Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * Baskı: Özdemir Mat Davutpaşa Cad Güven Sanayi sit C Blok No: 242 Topkapı İstanbul * 577 54 92

e-mail: [email protected]

facebook: www.facebook.com/ske.kamu

Yayınlarımızı takip etmek için:

http://issuu.com/sosyalistkamuemekcileri

Hem doğa katliamının hem de saldırganlığın gerisinde sermayenin kar hırsı var.

KAPİTALİZM ÖLDÜRÜR !