kırmızı pazartesi

216

Upload: mehmet-telli

Post on 27-Jan-2016

269 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

türkçe marquez

TRANSCRIPT

Page 1: kırmızı pazartesi
www.princexml.com
Prince - Personal Edition
This document was created with Prince, a great way of getting web content onto paper.
Page 2: kırmızı pazartesi

Gabriel Garcîa Mârquez

KIRMIZI PAZARTESİ

İŞLENECEĞİNİ HERKESİN BİLDİĞİBİR

CİNAYETİN ÖYKÜSÜ

2/216

Page 3: kırmızı pazartesi

ROMAN

İspanyolca aslından çeviren

İNCİ KUT

Page 4: kırmızı pazartesi

CAN YAYINLARI

2

Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün,piskoposun geleceği gemiyi karşılamak içinsabah saat 5.30'da kalkmıştı. Rüyasındakendini koca koca incir ağaçlarından bir or-manın içinden geçerken görmüştü, incecikbir yağmur çiseliyordu, bir an için mutlulukduymuş, ama uyandığında üstü başı kuş pis-likleri içindeymiş duygusuna kapılmıştı."Rüyasında hep ağaçlar görürdü," demiştibana annesi Plâcida Linero, o uğursuz paz-artesinin ayrıntılarını aradan 27 yıl geçtiktensonra anımsarken. "Bir hafta önce de rüy-asında, badem ağaçlarının arasındanuçarken dalların hiçbirine çarpmadan geçipgiden yaldızlı kâğıttan yapılma bir uçağıniçinde tek başına oturduğunu görmüştü."Başkalarının rüyalarını, yemekten önce aç

Page 5: kırmızı pazartesi

karnına anlatmaları koşuluyla, doğru yorum-lamakta üstüne yoktu kadının, ama neoğlunun gördüğü o iki rüyada herhangi biruğursuzluk belirtisi fark etmişti, ne deölümünden önceki sabahlarda kendisine an-latmış olduğu daha başka ağaçlı rüyalarında.

Santiago Nasar, kendisi de bu rüyasınıkötüye yormamıştı. Üstünü başını çıkar-madan yatıp çok az uyumuş, kötü bir gecegeçirmişti; sabahleyin başında ağrı, dam-ağında bakır pasıyla uyanmış, bunları geceyarısından sonraya kadar sürmüş olan düğüneğlencesinin doğal sonucu diye yorum-lamıştı. Dahası var: Saat 6.05'te evinden çık-tığından başlayıp bir saat sonrasında tıpkıbir domuz gibi boğazlanana kadar geçensürede rastladığı pek çok kişi, onu biraz uykumahmurluğu içinde, ama keyifli olarak an-ımsıyordu; hepsine de, pek önemsemez birtavırla, o günün güzel bir gün olduğu yoru-munu yapmıştı. Bunların hiçbiri onunhavadan söz edip etmediğinden pek emin

5/216

Page 6: kırmızı pazartesi

değildi. Pek çok kişi, o dönemlerde güzel birşubat günü beklenebileceği gibi, muz bahçel-erinin içinden geçip gelen bir meltemin estiğipırıl pırıl bir sabah olduğu anısında birleşiy-ordu. Ama çoğunluk, bulanık, kapalı birgökyüzünün altında durgun sulardanyükselen ağır bir kokunun duyulduğu kas-vetli bir hava olduğu, o felaket ânında, tıpkıSantiago Nasar'ın rüyasındaki o ormandagördüğüne benzer ince bir yağmurunçiselediği konusunda söz birliği ediyordu.Bense düğün eğlencesinin ertesinde MariaAlejandrina Cervantes'in o muhteşemkoynunda, telaşla çalman çan seslerininşamatasıyla daha yeni uyanmış, kendime gel-meye çalışıyor, çanları piskoposun şerefineçalıyorlar sanıyordum.

Santiago Nasar, beyaz ketenden bir panto-lonla gömlek giymişti, her ikisi de kolalıdeğildi, bir önceki gündüğün için giydiklerin-in eşiydi. Sayılı günlerde hep böyle giyinirdi.Piskopos gelecek olmasaydı, babasından

6/216

Page 7: kırmızı pazartesi

miras kalan, pek başarılı olmasa da sağduy-uyla yönettiği sığır çiftliği Kutsal Çehre'yeher pazartesi giderken giydiği haki renkligiysisiyle binici çizmelerini giyerdi. Araziyeçıktığında belinde bir de 357 Magnumtaşırdı; 3

dediğine bakılırsa bu yivli silahın kaplamalıkurşunları bir atı bile ortadan ikiye bölebi-lirdi. Keklik mevsiminde eğitilmiş şahinler-iyle birlikte öteki gereçlerini de yanındagötürürdü. Dahası: Dolabında bir 30.06

Mannlicher-Schönauer tüfeği, bir 300 Hol-land Magnum'u, çift ayarlı dürbünü olan bir22 Hornet'i, bir de otomatik Winchester'ivardı. Her zaman, tıpkı babası gibi, yastıkkılıfının arasına sakladığı silahıylabirlikte uy-urdu, ama o gün evden çıkmadan önce mer-milerini içinden çıkarmış, boş silahı ko-modinin çekmecesine koymuştu. "Onu hiçdolu bırakmazdı,"

7/216

Page 8: kırmızı pazartesi

demişti annesi bana. Bunu ben de biliy-ordum, ayrıca silahlarını bir yerde tut-tuğunu, mermileriyse apayrı bir yere sak-ladığını da biliyordum, hani hiç kimse, o sil-ahları evin içindeyken, rastlantı olarak bileolsa, doldurma hevesine kapılmasın diye.Babası tarafından akıllıca konulmuş bir kur-aldı bu, geçmişte bir sabah hizmetçikızlardan biri kılıfını çıkarmak için yastığısilkelediğinde tabancanın yere çarpıp pat-lamasıyla kurşunun odadaki dolabıparçalayıp salonun duvarını aşarak savaşpatlamışçasına bir gümbürtü içinde komşuevin yemek odasından geçip meydanın ta öteyanındaki kilisenin ana mihrabında duraninsan büyüklüğündeki alçıdan bir azizheykelini un ufak ettiğinden beri. O zaman-lar küçücük bir çocuk olan Santiago Nasar,bu talihsizlikten alınan dersi hiçbir zamanunutmamıştı.

Annesinin gözünün önünde oğlundan kalanson hayal, yatak odasının içinden şöyle bir

8/216

Page 9: kırmızı pazartesi

geçmesi olmuştu. Banyodaki ecza dolabındael yordamıyla aspirin bulmaya çalışırken an-nesini uykusundan uyandırmış, kadın daışığı açınca, elinde bir bardak suyla, kapıdadurduğunugörmüştü; sonsuza dek un-utamayacağı bir görüntüydü bu. SantiagoNasar işte o sırada anlatmıştı gördüğürüyayı, ama annesi ağaçları hiçönemsememişti.

"Kuşlarla ilgili tüm rüyalar hayırlıdır," de-mişti ona.

Anıların kırık aynasını ortalığa saçılmış in-cecik onca parçadan bir araya getirme ça-basıyla bu unutulmuş kasabaya geridöndüğümde, yaşlılığının son demlerindeonu bulduğum aynı hamakta yine aynıbiçimde yatarken bakıp görmüştü o sabahoğlunu. Günün yalın aydınlığında bedenininçizgileri zar zor seçilebiliyordu, oğlununyatak odasına son uğradığında kendisinebıraktığı geçmek bilmez baş ağrısına karşı

9/216

Page 10: kırmızı pazartesi

kullandığı şifalı yapraklar vardı şakak-larında. Yan yatmış, doğrulmaya çalışırkenhamağın baş kısmındaki agave elyaflarındanyapılma iplere tutunmuştu, odanın ala-cakaranlığında cinayetin işlendiği sabah benişaşırtmış olan aynı vaftizhane kokusu vardı.

Kapının eşiğinde görünür görünmez beniSantiago Nasar'ınhayaliyle karıştırdı. "İştetam orada duruyordu," dedi bana. "Yalnızcaduru suyla yıkanmış beyaz keten giysisi vardıüstünde, çünkü teni öyle narindi ki, 4

kolanın hışırtısına hiç dayanamazdı."Oğlunun geri döndüğü sanrısı geçip gidenekadar uzunca bir süre hamakta öyleceoturdu, çayırteresi tohumları çiğneyip durdu.Sonra da içini çekti:

"O benim hayatımın erkeğiydi," dedi.

Anasının belleğindeki gibi gördüm ben deSantiago Nasar'ı. Ocak ayının son haftası 21

10/216

Page 11: kırmızı pazartesi

yaşını bitirmişti, inceuzundu, soluk beniz-liydi, Araplarınki gibi gözkapaklarıyla kıvır-cık saçlarını babasından almıştı.

Kadının bir an bile mutluluk getirmemiş birmantık evliliğinde sahip olduğu tekçocuğuydu o. Çocuk, babasınınyanındamutlu olmuştu, ta ki üç yıl önce babası an-sızın ölene kadar. Öldürüldüğü o pazartesigününe kadar da, tek başına kalan ana-sınınyanında babasına benzemeyisürdürmüştü.

İçgüdüsünü anasından almıştı. Babasındanda çok küçük yaştan başlayarak ateşli sil-ahları kullanmayı, at sevgisini, yüksektenuçan av kuşlarını eğitmeyiöğrenmişti, ayrıcacesaretli olma sanatını da, ihtiyatlı olmanınyollarını da babası öğretmişti ona. Baba-oğul, aralarında Arapça konuşurlardı, amakendini dışlanmış hissetmesin diye PlâcidaLinero'nun yanında konuşmazlardı hiç.Kasabaya silahlı olarak indikleri hiç

11/216

Page 12: kırmızı pazartesi

görülmemişti, eğitilmiş şahinlerini kasabayabir tek kez götürmüşlerdi, o da yardımamaçlı bir panayırda yırtıcı kuş yetiştiriciliğikonusunda bir gösteri yapmak içindi. Ba-basının ölümü üzerine, ailenin çiftlik işleriniüstlenebilmek için liseyi bitirdiğinde okulubırakmak zorunda kalmıştı.

Santiago Nasar kendi doğası gereği neşeliydi,barışçıldı, açık yürekliydi.

Onu öldürecekleri gün, annesi oğlunubeyazlar giymiş görünce günlerini şaşırdığınısanmıştı. "O günün pazartesi olduğunuhatırlattım ona," dedi bana. Ama oğlu, olurki piskoposun yüzüğünü öpme fırsatını bulurdiye böyle şık giyindiğini söylemişti. An-nesiyse en küçük birilgi belirtisi göster-memişti. "Piskopos, gemiden inmeyecektirbile," demişti ona. "Her zamanki gibi görevgereği hayır dua edecek, geldiği gibi dönüpgidecektir. Bu kasabadan nefret eder o."

12/216

Page 13: kırmızı pazartesi

Santiago Nasar da öyle olacağını biliyordu,ama kilisenin debdebesi karşı konulmazderecede büyülüyordu onu. "Tıpkı sinemagibi," demişti bir defasında bana. Oysapiskoposun gelişinin annesini tek ilgilen-diren yanı, oğlunun yağmur altındaıslanabilecek olmasıydı, çünkü uykusununarasında aksırdığını duymuştu. Yanına şem-siyesini almasını tembih etmiş, ama oğlu onaeliyle bir veda işareti yaptıktan sonra odadançıkıp gitmişti. Bu onu son görüşü olmuştu.

Aşçı kadın Victoria Guzmân, ne o gün, ne detüm şubat ayı boyunca yağmuryağmadığından emindi. "Tam tersine," dedibana, ölmeden kısa bir süre önce ziyaretinegittiğimde, "güneş ağustostakinden dahaerken ısıtıyordu ortalığı." Santiago Nasarmutfağa girdiğinde o, çevresi soluk 5

soluğa köpeklerle sarılı olarak, öğle yemeğiiçin üç tane tavşanı parçalamaya çalışıyordu."Sabahları hep kötü bir gece geçirmiş gibi bir

13/216

Page 14: kırmızı pazartesi

suratla kalkardı," diye anımsıyordu VictoriaGuzmân, içinde hiçbir sevgi duymadan.Daha yeni gelişip serpilmeye başlamış olankızı Divina Flor, bir önceki geceden kalmasersemliği üstünden atabilsin diye, her paz-artesi yaptığı gibi, içine bol miktardaşekerkamışı alkolü katılmış koca bir fincankopkoyu kahve getirmişti ona. O koskocamutfak, ateşin çıtırtılarıve tüneklerinde uy-uyan tavuklarıyla, ağır ağır soluk alır gibiydi.

Santiago Nasar, bir aspirin daha çiğnemiş,ocağın üzerinde tavşanların içini temizle-mekte olan iki kadından bakışlarını ayır-madan, derin derin düşünerek, oturupkahvesini yavaş yavaşyudumlamayakoyulmuştu.

Victoria Guzmân yaşma rağmen hiç bozul-mamıştı. Henüz biraz kaba saba olan kızıysa,hormonlarının coşkusundan soluk soluğagörünüyordu.

14/216

Page 15: kırmızı pazartesi

Santiago Nasar, boş fincanı elinden almayageldiğinde kızı bileğinden yakalamıştı.

"Artık evcilleştirilecek yaştasın," demişti ona.

Victoria Guzmân da elindeki kanlı bıçağıgöstermişti ona.

"Çek elini kızımdan, beyaz adam!" diye buy-urmuştu ciddi bir tavırla.

"Ben hayatta oldukça sen o pınardaniçemezsin."

Tam yeniyetmelik yaşlarındayken İbrahimNasar baştan çıkarmıştı Victoria Guzmân'ı.Çiftliğin ahırlarında yıllarca gizli gizlisevişmiştikızla, sevgisi tükenince de hizmetetsin diye onu alıp evine götürmüştü.Kadının daha sonraki kocasından olan kızıDivina Flor, kaderinin Santiago Nasar'ınkaçamaklar yaptığı yatağına girmekolduğunu biliyor, bu düşünce onu şimdiden

15/216

Page 16: kırmızı pazartesi

kaygılandırıyordu. "Öyle bir adam bir dahaanasının karnından doğmamıştır," dedibana, o tombul, porsumuş haliyle, çevresibaşka başka aşkların meyveleri olan bir sürüçocukla sarih olarak. "Hık demiş babasının-burnundan düşmüştü," diye karşılık verdiVictoria Guzmân da. "Cenabet herifinbiriydi." Ama tavşanlardan birinin iç organ-larını kökünden söküp dumanı tüten işkem-beyle bağırsakları köpeklerin önüne at-tığında Santiago Nasar'rınasıl dehşetekapıldığını hatırlayınca bir an korkuylaürpermeden edememişti.

"Bu kadar acımasız olma," demişti ona Santi-ago Nasar. "Onu bir insan olarakdüşünsene."

Savunmasız hayvanları öldürmeye alışmışbir adamın birdenbire böyle dehşetekapılabileceğini anlaması VictoriaGuzmân'ın neredeyse yirmi yılını almıştı."Yüce Tanrım!" diye bağırdı korku içinde.

16/216

Page 17: kırmızı pazartesi

"Demek içine doğmuş!" Yine de cinayet sa-bahı içinde geçmişten kalma öyle çok hınçvardı ki, sırf Santiago Nasar'ın kahvaltısınıberbat etmek için köpekleri öteki tavşanlarıniç organlarıyla beslemeyi sürdürmüştü. İştetam o sırada 6

piskoposu getiren geminin tüyler ürperticidüdük sesleriyle tüm kasaba uykusundanuyanmıştı.

Ev, duvarları kaba saba kalaslardan yapılmış,iki katlı eski bir ambardı, çatısı iki yana daeğimli çinkodandı, üstünde limandaki artık-ları gözleyen akbabalar bekleşirdi. Irmağınadamakıllı işe yaradığı zamanlardayapılmıştı, o zamanlar denizde işleyen mavn-alar, hatta bazı açık deniz gemileri, haliçtekibataklıkların arasından buralara kadar sok-ulmayı göze alırdı. İbrahim Nasar, içsavaşların ardından oraya son gelen Ara-plarla birlikte çıkageldiğinde, ırmak yerdeğiştirdiğinden gemiler artık gelmez, bu

17/216

Page 18: kırmızı pazartesi

ambar da kullanılmaz olmuştu. İbrahim Nas-ar, hiçbir zaman açamadığı bir ithal mallardükkânı açmak üzere burayı pek ucuza satınalmış, ancak evleneceği zaman onu içindeyaşanacak bir eve dönüştürmüştü. Zeminkata her işe yarayan bir salon, dip kısmına dadört hayvan konulabilecek bir ahır, hizmetçiodaları, pencerelerinden sularının pis kok-usunun her saat içeri girdiği limana bakanbir çiftlik evi mutfağı yapmıştı. Salonda dok-unmadığı tek şey, bir batık gemiden kur-tarılmış olan sarmal merdiven olmuştu.Eskidengümrük bürolarının bulunduğu üstkata iki tane geniş

yatak odasıylaileride sahip olacağınıdüşündüğü bir sürü çocuk için beş

tane küçük odayapmış, meydandaki bademağaçlarının üzerine, Plâcida Linero'nun martakşamlarında yalnızlığını avutmak içinoturduğu ahşap bir de balkon inşa etmişti.Yapının cephesindeki ana kapıya hiç

18/216

Page 19: kırmızı pazartesi

dokunmamış,tornadan çekilmiş kulpları olanboydan boya iki pencere açmıştı. Arka kapıyıda olduğu gibi bırakmış, yalnız at sırtındageçebilmek için boyunubiraz yükseltmişti,ayrıca eski rıhtımın bir bölümünü de kul-lanılır halde bırakmıştı. Yalnızca hayvanyemliklerine ve mutfağa kolaylıklaulaşıldığından değil, meydandan geçmeyegerek kalmadan yeni limanın sokağına daaçıldığından, en çok kullanılan kapı buydu.Öndeki kapı,bayram günleri dışında, kol de-miri takılı olarak kapalı dururdu hep.

Amayine de Santiago Nasar'ı öldürecek olanadamlar onu arka kapıda değil,bu önkapıdabekliyorlardı; limana varmak için evinetrafında tam bir tur atması gerektiği halde,o da piskoposu karşılamak için bukapıdançıkmıştı.

Onca talihsiz rastlantıya kimse akıl sır er-diremiyordu. Bunları Riohacha'dan gelensorgu yargıcı da kabullenmeye cesaret

19/216

Page 20: kırmızı pazartesi

edemeden hissetmiş olsa gerekti, çünkü busorulara mantıksal bir açıklama getirme ça-bası soruşturma raporunda da kendiniaçıkça belli ediyordu. Meydana açılan bukapıya, gazete tefrikalarına layık bir biçimdeUğursuz Kapı denilerek raporun pek çok yer-inde değiniliyordu. Aslında geçerli tek açık-lama, bu soruya bir anne mantığı yürüterekyanıt veren Plâcida Linero'nunkiolmuştu:"Oğlum iyi giyimli olduğunda asla arkakapıdan çıkmazdı,"demişti. Bu o kadar basitbir gerçek gibi görünüyordu ki, sorgu yargıcıbunu bir kenara not etmiş, ama raporakoymamıştı.

7

Victoria'a Guzmân'a gelince; aşçı kadın, San-tiago Nasar'ı öldürmek için beklediklerini nekendisinin ne de kızının bildiği yanıtınıkesinbir tavırla vermişti. Ama yaşadığı bütün oyıllar boyunca, Santiago Nasar kahve içmek

20/216

Page 21: kırmızı pazartesi

üzere mutfağa girdiğinde her ikisinin debunubildiğini kabullenmişti.

Saat beşten sonra oradan geçip Allah rızasıiçin bir parça süt isteyen bir kadın söylemiştibunu onlara, üstelik bunun nedenleriyle onubekledikleri yeri de açıklamıştı. "Onu uyar-madım, çünkü bunların sarhoş palavralarıolduğunu sanmıştım," dedi bana.Bunakarşın Divina Flor, annesi öldükten çoksonra oraya gittiğim birkeresinde, annesininSantiago Nasar'a hiçbir şey söylemediğini,çünkü ruhunun derinliklerinde onuöldürmelerini istediğini itiraf etti. Oysakendisi o zamanlar tek başına karar vermek-ten aciz, küçücük ürkek bir kızdan başka birşey olmadığı için uyarmamıştı onu ve Santi-ago Nasar,tıpkı ölümün elini andıran buzgibi soğuk, taş gibi sert eliyle onu bileğindenyakaladığında büsbütün korkmuştu.

Santiago Nasar, piskoposu getiren gemininsevinçle çalman düdük sesleri arasında, yarı

21/216

Page 22: kırmızı pazartesi

karanlık evin içinden uzun adımlar atarakyürüyüp geçmişti. Divina Flor, yemekodasında içlerinde kuşların uyuduğukafeslerin, hasır mobilyaların ve salonda asılıduran eğreltiotu saksılarının arasındanpeşinden yetişmesine fırsat vermemeyeçabalayarak ondan önce koşup kapıyıaçmış,ama kapının kol demirini indirdiğinde o eto-bur atmacanın elinden bir kez daha kurtu-lamamıştı. "Oramı sımsıkı avuçladı,"

dedi bana DivinaFlor. "Zaten evin bir köşes-inde beni tek başıma sıkıştırdığında hep öyleyapardı, ama o gün o her zamanki korkuyudeğil, korkunç bir ağlamaisteği duydumiçimde." Dışarı çıksın diye kenaraçekilmiş,yarı açık kapının aralığından mey-danda yeni doğan günün ışıltısı altında kargibibembeyaz görünen badem ağaçlarınıgörmüştü, ama daha fazlasınıgörecekcesareti bulamamıştı kendinde. "O sıradageminin düdük seslerikesildi, horozlar öt-meye başladı," dedibana. "Öyle bir hengâme

22/216

Page 23: kırmızı pazartesi

koptu ki, insanın kasabada bu kadar çokhoroz olabileceğine inanası gelmiyordu, bende piskoposun gemisiyle geldiler sanmıştım."Kızın aslakendisine yâr olmayacak olan oadam için yapabildiği tek şey, acil birdurumolursa yeniden içeri girebilsin diye, PlâcidaLinero'nun emirlerine karşı gelerek, kapınınkol demirini takmamak olmuştu. O aradakimliğihiçbir zaman belli olmayan birisi, zarfiçine konulmuş bir kâğıdı kapının altındanatmıştı, içinde onu öldürmek için birilerininpusuda beklemekte olduğu Santiago Nasar'ahaber veriliyor, üstelik bu komplonun yer-iylenedenleri ve son derece kesin daha başkaayrıntıları da açıklanıyordu. Santiago Nasarevden çıktığında bu pusula yerde duruyordu,ama bunu ne o görmüştü, ne Divina Flor, nede cinayet işlendikten çok sonrasına kadarbaşka herhangi biri.

Saat altıyı vurmuştu, sokak ışıkları henüzyanıyordu. Badem ağaçlarının dallarında vebazı balkonlarda düğünün çelenkleri hâlâ 8

23/216

Page 24: kırmızı pazartesi

asıhduruyordu, bunların piskoposun onur-una daha yeniasıldığını düşünebilirdi insan.Ama kilisenin önünde çalgıcıların oturduğu-platformun bulunduğu avluya kadar döşemetaşlarıyla kaplı olan meydan boş

şişelerle ve halka açık cümbüşten arta kalmışher türlü atıkla dolu bir çöplüğü andırıyordu.Santiago Nasar evinden çıktığında, vapurundüdük seslerinden telaşa kapılan pek çok in-san Umana doğru koşuşmaktaydı.

Meydanda açık olan tek yer, kiliseninbitişiğinde, Santiago Nasar'ı öldürmek içinbekleyen o iki adamın bulunduğu bir sütçüdükkânıydı.

Sabahın ilk ışıkları altında Santiago Nasar'ıilk gören, dükkân sahibesi Clotilde Armentaolmuş, sanki Santiago Nasar'ınüzerindealüminyumdan giysiler varmış izleniminekapılmıştı. "Daha o zamandan hayaleti an-dırıyordu," dedi bana. Onu öldürecek olan

24/216

Page 25: kırmızı pazartesi

adamlar, gazete kâğıtlarına sarılı bıçaklarınıkucaklarında sımsıkı tutarak, dükkândakisıralarda uyuyakalmışlardı, Clotilde Armentada onları uyandırmamak için soluğunututmuştu.

Adamlar ikiz kardeştiler: Pedro'yla Pablo Vi-cario. 24 yaşmdaydılar; birbirlerine o kadarbenziyorlardı ki, onları ayırt etmekmeseleydi. "Halleri tavırları kaba sabaydı,ama iyi huylu insanlardı," deniyordu ra-porda. Onları ilkokuldan beri tanıyan ben deolsam aynı şeyleri yazardım. O sabahsırtlarında hâlâ akşamki düğünden kalma,koyu renk abadan giysileri vardı, bizimKarayipler'e göre fazla kalın ve fazla ciddigörünüyordu bu giysiler, onca saatlik cüm-büşten sonra yorgunluktan bitkin haldey-diler, ama tıraş olma görevlerini yerine ge-tirmişlerdi. Eğlencenin bir gün öncesindenbaşlayarak içkiyi ellerinden bırakmadıklarıhalde, üçüncü günün sonunda sarhoşdeğillerdi de, uykusuzluk çeken

25/216

Page 26: kırmızı pazartesi

uyurgezerlere benziyorlardı. ClotildeArmenta'nm dükkânında neredeyse üç saatbekledikten sonra günün ilk ışıklarıyla uy-uyakalmışlardı, bu da cumadan beri uyuduk-ları ilk uykuydu. Geminin ilk düdük sesiyleşöyle bir uyanır gibi oldularsa da, SantiagoNasar evinden çıktığında içgüdüleri onlarıtümden uyandırmıştı. O zaman ikisi dedürülü gazeteleri sımsıkı kavramışlar, PedroVicario yerinden kalkmaya yeltenmişti.

"Tanrı aşkına," diye mırıldanmıştı ClotildeArmenta, "sayın piskoposun hatırı için olsunbu işi daha sonraya bıraksanız."

"Kutsal Ruh'tan bir esinti olmuştu bu," diyesık sık tekrarlardı kadın.

Gerçekten de takdiri ilahî gibi olmuştu, amageçicibir iyilikti bu. Onun bu sözlerini duy-unca ikiz Vicario kardeşler şöyle bir düşün-müşler, yerinden kalkmış olan Pedro Vicarioyeniden oturmuştu. Her ikisi de, meydanı

26/216

Page 27: kırmızı pazartesi

geçmeye koyulmuş olan Santiago Nasar'ıgözleriyle izliyordu. "Ona daha çok acıyarakbakıyorlardı," diyordu Clotilde Armenta.Tam o sırada, üzerlerinde yetim formalarıyladarmadağınık koşuşan rahibe okulu kızlarıgeçmişlerdi meydandan.

9

Plâcida Linero'nun hakkı vardı: Piskoposgemiden inmemişti.

Yetkililerle okul çocuklarından başka dahapek çok insan vardı limanda; piskoposun ensevdiği yemek horoz ibiği çorbasıolduğundan ona armağan olarak götürdük-leri adamakıllı semirtilmiş horozlarınkafesleri her yanda görülüyordu. Yük iskeles-inde istiflenmiş o kadar çok odun vardı ki,onları gemiye yüklemek için en az iki saateihtiyaç olacaktı. Ama gemi durmamıştı.Irmağın kıvrımında tıpkı bir ejderha gibihomurdana homurdana geldiği görülmüş,

27/216

Page 28: kırmızı pazartesi

bunun üzerine bando piskoposluk marşınıçalmaya başlamıştı, kafeslerin içindekihorozlar da ötmeye koyulmuşlar, kasabadakiöteki horozları ayağa kaldırmışlardı.

O zamanlar odun ateşiyle çalışan o efsaneviyandan çarklı gemilerartık tükenmeküzereydi, hâlâ çalışan pek az sayıdaki gemideartık nelaterna bulunuyordu, ne de balayıkamaraları, akıntıya karşı yol almayızar zorbeceriyorlardı. Ama bu gemi yeniydi, iki tanebaca yerineüzerine pazıbent gibi bir bayrakboyanmış tek bir bacası vardı, kıçtarafındakiahşap çarkı ona bir deniz teknesiymiş gibiitici güçveriyordu.

Üst güvertede, kaptan köşkünün bitişiğinde,yanındaİspanyol maiyetiyle birlikte, beyazcüppesinin içindeki piskoposduruyordu."Tıpkı Noel zamanı gibiydi," demişti kızkardeşim Margot.Anlattığına göre, geminindüdüğü limanın önünden geçerlerkenöylebasınçlı bir istim salıvermişti ki, kıyıya

28/216

Page 29: kırmızı pazartesi

en yakın olanları sırılsıklambırakmıştı. Çokkısa süren bir görüntü olmuştu bu: Piskoposiskeledekikalabalığın hizasına gelince havadaistavroz çıkarmaya başlamış, sonrada gemigözden kaybolup geriye yalnızca horozlarınyaygarası kalana kadar, hiçbir art niyettaşımadan ya da herhangi bir hevesgöster-meden, aynı hareketi düşünmeden yapmayısürdürmüştü.

Santiago Nasar'ınkendini hayal kırıklığınauğramış hissetmesi için nedenleri vardı.Peder Carmen Amador'un halka yaptığıçağrılara birkaççeki odunla o da katkıda bu-lunmuş, ayrıca en iştah açıcı ibiklere sahiphorozları kendi elleriyle seçmişti. Ama buhoşnutsuzluk kısa sürmüştü.İskeleninüstünde onun yanında duran kız kardeşimMargot, yuttuğu aspirinler hiç de rahatlat-madığı halde onu son derece keyifli ve eğlen-ceyi sürdürmeye hevesli bulmuştu. "Soğukalmış gibi görünmüyordu, düğünün kaça malolduğunu düşünüyordu yalnızca," dedi bana.

29/216

Page 30: kırmızı pazartesi

Onların yanında duran Cristo Bedoya,şaşkınhğı artıran birtakım rakamlara çık-lamıştı. Cristo Bedoya saat dörtten az önces-ine kadar SantiagoNasar'la ve benimlebirlikte eğlenceye katılmış, sonra da yatmayaanababasının evine gideceğine büyükba-basının evinde sohbete dalmıştı. Eğlenceninmaliyetini hesaplamaya yarayacak pek çokbilgi edinmiştiorada.

Anlattığına göre, davetliler için kırk hindiyleon bir domuz kesmişlerdi, ayrıca damadınkasaba halkı için meydandaki ateşteçevirttiğidört tane dana vardı. 205 kasa kaçak alkollüiçkiyle neredeyse 2.000 şişe 10

şekerkamışı romu tüketildiğini ve bunlarınkalabalığa dağıtıldığını anlatmıştı. Kasabadao güne kadar görülmedik derecede sesgetirenbu eğlenceye şu ya da bu vesileylekatılmamış, zengin ya da yoksul, tek bir kişibile yoktu. Santiago Nasar yüksek sesle duy-urmuştu herkese.

30/216

Page 31: kırmızı pazartesi

"Benim düğünüm de böyle olacak," demişti."Anlata anlata bitiremeyecekler."

Kız kardeşim, sanki kız doğmuş gibi bir sess-izlik olduğunu hissetmişti.

Hayatta onca şeye sahip olan, üstelik o yılınNoel'inde bir deSantiago Nasar'a sahip ola-cak olan Flora Miguel'in ne kadar şanslıol-duğunu bir kez daha düşünmekten kendinialamamıştı. "Ondan dahaiyi bir kısmetolamayacağının birden farkına vardım," dedibana. "Düşünsene: Yakışıklıydı, aklıbaşındaydı ve yirmi bir yaşında kendisineaitbir serveti vardı." Kız kardeşim evde manyokunundan gözleme olduğunda onu kahvaltıyaçağırırdı hep, o sabah da annemgözlemeyapmaktaydı.

Santiago Nasar çağrıyı seve seve kabuletmişti.

31/216

Page 32: kırmızı pazartesi

"Üstümü değişeyim, sana yetişirim," demişti,sonra da saatini komodinin üstünde unut-tuğunun farkına varmış, "Saat kaç?" diyesormuştu.

Saat 6.25'ti. Santiago Nasar, Cristo Bedoya'yıkolundan tutup onu meydana doğrusürüklemişti.

"Bir çeyrek saate kadar senin evindeyim,"demişti kız kardeşime.

Kız kardeşimse hemen birlikte gitmelerindeısrar etmişti, çünkü kahvaltı hazırdı. "Bugarip bir ısrardı," dedi bana Cristo Bedoya."O kadar ki, bazen Margot'un onu öldüre-ceklerini bildiğini ve onu evinde saklamak is-tediğini düşündüğüm olmuştur." Yine deSantiago Nasar, kendisi eve gidip binicikıyafetini giyerken onu önden gitmesi içinikna etmişti, çünkü danaları iğdiş etmek içinKutsal Çehre'ye erkenden gitmesigerekiyordu.

32/216

Page 33: kırmızı pazartesi

Annesiyle vedalaştığı aynı el hareketiyle onaveda etmiş, Cristo Bedoya'nın koluna girerekmeydana doğru uzaklaşmıştı. Kız kardeşiminonu son görüşü olmuştu bu.

Limanda bulunanların pek çoğu SantiagoNasar'ı öldüreceklerini biliyordu. Emekliliğintadını çıkaran ve on bir yıldan beri belediyebaşkanlığı yapan Kurmay Albay Don LâzaroAponte, iki parmağıyla bir selam çakmıştıona. "Artık tehlikede olmadığına inanmakiçin çok geçerli nedenlerim vardı benim," de-mişti bana. Peder Carmen Amador da kaygıduymamıştı. "Onu sağ salim görüncebunların hepsinin asılsız olduğunudüşündüm," dedi bana. Hiç kimse acabaSantiago Nasar önceden uyarılmış mıydı diyemeraketmemişti, çünkü öyle olmamasıimkânsız gelmişti herkese.

11

33/216

Page 34: kırmızı pazartesi

Aslında kız kardeşim Margot, onu öldüre-ceklerinden henüz haberi olmayan pek azkimseden biriydi. "Bilseydim, elini kolunubağlayarak da olsa onu alıp evegötürürdüm," diye ifade vermişti sorgu yar-gıcına. Onun bunu bilmemesi garipti, amaannemin de bilmemesi büsbütün garipti,çünkü kiliseye ayine gitmek için bile yıl-lardan beri sokağa çıkmadığı halde, her şeyievdeki herkesten önce öğrenirdi annem.Okula gitmek için erken kalkmayabaşladığım günden beri onun bu becerisinitakdir etmişimdir. O

zamanlardaki haliyle görürdüm onu, solgunbenizliydi, şafak vaktinin soluk ışığı altındaelinde bir çalı süpürgesiyle usul usul avluyusüpürürken, kahvesinden aldığı her bir yu-dumun arasında, bizler uyurken dünyadaneler olup bittiğini anlatırdı bana.Kasabadaki öteki insanlarla, özellikle dekendi yaşıtı olanlarla arasında gizli iletişimhatları vardı sanki, bazen de ancak kehanet

34/216

Page 35: kırmızı pazartesi

sanatıyla bilebileceği haberleri önceden ver-erek şaşırtırdı bizleri. Yine de annem o sa-bah, gecenin üçünden beri olgunlaşmaktaolan bu facianın kalp atışlarını duymamıştı.Avluyu süpürme işini bitirmişti, kız kardeşimMargot piskoposu karşılamak için dışarıçıkarken gözleme yapmak için manyok köküöğütürken bulmuştu onu. "Horozlarötüyordu,"

derdi annem hep o günü hatırlarken. Amauzaktan uzağa duyulan o yaygarayı pisko-posun gelişiyle değil de, düğünün son artık-larıyla ilişkilendirmişti.

Bizim ev büyük meydandan uzakta, ırmağınkarşısındaki bir mango koruluğununiçindeydi. Kız kardeşim Margot limana kadarkıyıyı izleyerek yürümüştü, insanlar pisko-posun ziyareti yüzünden başka yeniliklerleuğraşamayacak kadar heyecanlıydılar.Hastaları Tanrı'nın şifasından yararlansınlardiye kapı eşiklerine yatırmışlardı, kadınlar

35/216

Page 36: kırmızı pazartesi

ellerinde hindiler, süt domuzları ve her türlüyiyecek maddesiyle koşarak avlulardan dışarıuğruyorlardı, karşı kıyıdan da çiçeklerlesüslü sandallar geliyordu. Ama piskopos to-prağımıza ayak basmadan geçip gittiktensonra, örtbas edilmiş

olan öteki haber artık bir rezalet boyutunaulaşmıştı. İşte kız kardeşim Margot buhaberi o sırada tüm ayrıntılarıyla veacımasızlığıyla öğrenmişti: Angela Vicario,yani bir gün önceki düğünle evlenmiş olan ogüzel kız, ana babasının evine geri gönder-ilmişti, çünkü damat onun bakire olmadığınıanlamıştı. "Sanki ölecek olan benmişim gibihissettim," dedi bana kız kardeşim. "Ama buöyküyü enine boyuna ne kadar evirip çevird-ilerse de, hiç kimse o zavallı SantiagoNasar'ın sonunda böylesine bir komployanasıl olup da bulaştığını bana açıklayamıy-ordu." Kesin olarak bildikleri tek şey, AngelaVicario'nun ağabeylerinin, öldürmek içinonu bekliyor olduklarıydı.

36/216

Page 37: kırmızı pazartesi

Kız kardeşim, ağlamamak için dudaklarınıısırarak eve dönmüştü.

Annemi yemek odasında bulmuştu, olur kipiskopos bizi selamlamak için oradan geçerdiye mavi çiçekli pazar giysisi vardı üstünde,sofrayı kurarken dönmeyen sevgiliyi anlatanbir Portekiz aşk şarkısını söylüyordu.

12

Sofrada alışılandan bir fazla tabak olduğu,kız kardeşimin dikkatini çekmişti.

"Santiago Nasar için," demişti annem ona."Bana onu kahvaltıya çağırdığını söylediler."

"Kaldır o tabağı," demişti kız kardeşim de.

Sonra da olanları anlatmıştı ona. "Ama sankizaten biliyordu," dedi bana. "Yine herzamanki gibi oldu, ona bir şey anlatmayabaşlarsın, öykü daha yarısına varmadan nasıl

37/216

Page 38: kırmızı pazartesi

biteceğini bilir." O kötü haber annem için şi-freli bir bilmece gibiydi. Santiago Nasar'a buadı annemin adından dolayı vermişlerdi, an-nem ayrıca onun vaftiz annesiydi, ama aynızamanda evine geri gönderilen gelinin annesiolan Pura Vicario'yla da bir kan bağı vardı.

Yine de daha haberin sonunu dinlemeden, ozamanlar yalnızca başsağlığı ziyaretlerindegiydiği uzun topuklu ayakkabılarını giymiş,kilisede kullandığı salıyla başını örtmüştü.Ta yattığı yerden olan bitenleri duyanbabam, sırtında pijamasıyla yemek odasındagörünmüş, telaş içinde ona nereye gittiğinisormuştu.

"Dünürüm Plâcida'yı uyarmaya," diyekarşılık vermişti annem. "Oğlunu öldüre-ceklerini herkesin bilmesi, bir tek onunhaberi olmaması haksızlık."

"Vicariolarla ne kadar bağımız varsa onunlada o kadar var," demişti babam.

38/216

Page 39: kırmızı pazartesi

"Her zaman ölüden yana olmak gerek," de-mişti o da.

Küçük kardeşlerim de öteki odalardan çıkıpgelmişlerdi. Facianın haberinden etkilenenen küçükler ağlamaya başlamışlardı. An-nem,hayatta bir kez olsun ne onlara aldırdı,ne de kocasına kulak verdi.

"Bekle de giyineyim," dedi babam.

Annem çoktan sokaktaydı. O zamanlar yediyaşında bile olmayan kardeşim Jaime okulagitmek için bekliyordu. Çocukların içindegiyinik olan tek kişi oydu.

"Annene sen eşlik et," diye buyurdu babam.

Jaime neler olup bittiğini, nereye gittiklerinibilmeden annemin peşinden koşup elinituttu. "Tek başına söylene söylene gidiy-ordu," diye anlattı bana Jaime. "Beş para et-mez bok herifler," diyordu alçak sesle,

39/216

Page 40: kırmızı pazartesi

"ellerinden felakete yol açmaktan başkahiçbir şey gelmeyen hayvan oğlu hayvanlar."Çocuğu elinden tutup götürdüğünün bilefarkına değildi.

"İnsanlar herhalde benim delirdiğimi san-mışlardır," demişti bana.

"Hatırladığım tek şey, ta uzaktan birkalabalığın gürültüsünün geldiğiydi, sankidüğün eğlencesi yeniden başlamıştı daherkes meydana doğru 13

koşuyordu." Ortada bir hayat söz konusuolduğunda her şeyi yapabilme kararlılığıylaadımlarını sıklaştırmış, sonunda ters yönedoğru koşmakta olan biri onun bu şaşkınhaline acımıştı.

"Zahmet etmeyin, Luisa Santiaga," diyebağırmıştı yanından geçerken. "Onuöldürdüler bile."

40/216

Page 41: kırmızı pazartesi

Karısını evine geri gönderen Bayardo SanRoman, ilk kez olarak bir önceki yılın ağus-tos ayında, yani düğünden altı ay öncegelmişti kasabaya. Kemerinin tokalarıylabotlarının halkalarına uyan gümüş

süslemeli heybeleriyle birlikte haftalık sefer-ini yapan gemiden inmişti. Otuz yaşlarınday-dı, ama hiç göstermiyordu, sığırtmaçlar gibiincecik bir beli, ela gözleri vardı, teni, güher-çile yüzünden, ağır ateşte kızarmışabenziyordu.

O gün üzerinde kısa bir ceketle daracık birpantolon vardı, her ikisi de dana derisindenyapılmıştı, ellerine de oğlak derisinden aynırenkte eldivenler giymişti. Onunla aynı gem-ide gelen Magdalena Oliver, bütün yolculukboyunca gözlerini ondan alamamıştı. "İbneyebenziyordu,"

demişti bana, "buna da çok yazıktı, çünküyeme de yanına yat cinsinden bir içim

41/216

Page 42: kırmızı pazartesi

suydu." Böyle düşünen tek kadın o olmadığıgibi, Bayardo San Român'ın ilk bakıştatanınacak bir adam olmadığını fark edecekson kişi de değildi.

Annem ağustos sonlarında bana okula birmektup yazmıştı, bir yerinde laf arasındaşöyle diyordu: "Buraya çok garip bir adamgeldi." Bir sonraki mektubunda da şöyle diy-ordu: "O garip adamın adı Bayardo San Ro-man; herkes onun çok hoş biri olduğunusöylüyor, ama ben onu daha görmedim." Hiçkimse onun kasabaya ne yapmaya geldiğinibir türlü öğrenememişti. Düğünden kısa birsüre önce, bunu ona sorma isteğine karşıkoyamayan birine şu yanıtı vermişti: "Köy-den köye dolaşarak evlenecek birini arıyor-um." Bu doğru olabilirdi, ama daha başka biryanıt da verebilirdi, çünkü öyle bir konuşmatarzı vardı ki, bir şey söylemekten çok gizle-meye yarıyor gibiydi.

42/216

Page 43: kırmızı pazartesi

Kasabaya geldiği akşam sinemadayken,kendisinin demiryolu mühendisi olduğuizlenimini vermiş, ırmağın değişkenliklerinebir çare olarak ülkenin içlerine kadar de-miryolu döşemenin ivediliğinden söz etmişti.Ertesi gün bir telgraf yollaması gerekmişti;telgrafı manipleyle kendisi göndermeklekalmamış, aynı zamanda tükenen pilleri kul-lanmayı sürdürebilmenin yolunu da telgrafmemuruna öğretmişti. O aylarda askereadam yazmak amacıyla oradan geçmekteolan bir askerî doktorla sınır bölgelerindekihastalıklar hakkında konuşurken konuya nekadar hâkim olduğunu göstermişti.Gürültülü patırtılı, sonu gelmeyeneğlencelere bayılıyordu, iyi bir içkiciydi,kavgaları ayırmakta üstüne yoktu, elçabukluğu oyunlarının can düşmanıydı. Birpazar günü kilisedeki ayinden sonra sayısıpek kabarık olan en usta yüzücülere meydanokumuş, 14

43/216

Page 44: kırmızı pazartesi

bunların en iyilerini ırmağı gidiş dönüşgeçme yarışında yirmi kulaç geride bırak-mıştı. Annem bunu bana bir mektubundaanlatmış, sonunda da tam kendine özgü biryorumda bulunmuştu: "Söylendiğine göreaynı zamanda altın içinde yüzüyormuş." Ba-yardo San Român'm yalnızca her şeyi yap-abilecek, üstelik de çok iyi yapabilecek biriolmakla kalmayıp, aynı zamanda bitmektükenmez olanaklara da sahip olduğu biçi-minde çoktan ortalığa yayılmış olan söylen-ceye de uyuyordu bu yorum.

Annem, ekim ayında yazdığı bir mektu-bunda, onu son bir hayır duayla anıyordu:"Dürüst, iyi kalpli biri olduğu için herkes onuçok seviyor,"

diyordu, "geçen pazar Kudas Ayini'ndedizçöküp rahibin elinden şaraplı ekmeğiyedi, ayine de Latince duayla katıldı." Ozamanlar şaraplı ekmeği ayakta almak zatenyasaktı, ayinler de yalnızca Latince olarak

44/216

Page 45: kırmızı pazartesi

yönetilirdi, ama annem konunun ruhunain-mek istediğinde hep bu tür gereksizayrıntılara girer. Yine de, bu kutsayıcı yar-gıdan sonra, hatta Angela Vicario'yla evlen-mek istediğini herkes öğrendikten sonra bile,bana yazdığı iki mektupta Bayardo SanRo-man hakkında hiçbir şey söylemiyordu. O ta-lihsiz evlilikten ancak çoksonra, ekim ayındayazmış

olduğu o mektubu düzeltmek için artık çokgeç olduğu bir sırada bunu öğrendiğini, onuno ela gözlerinin kendisinikorkuyla ürpert-tiğini itiraf ediyordu.

"Bana tıpkı şeytan gibi görünmüştü," diy-ordu, "ama sen kendin de bu tür şeylerinmektupta yazılmaması gerektiğinisöylemiştin."

Noel tatili için oraya gittiğimde, annemintanıdığından kısa bir süre sonra tanımıştım

45/216

Page 46: kırmızı pazartesi

onu, öyle söyledikleri kadar garip debulmamıştım.

Aslında bana çekici biri gibi görünmüştü,ama Magdalena Oliver'in o şiirselgörüşündekinden çok uzaktı. Delişmenliğin-in yarattığı izlenime göre çok daha ciddi bul-muştum onu, ayrıca aşırı zarafetinin ardındazar zor örtbas edebildiği gizli bir gerilimiçindeydi. Ama hepsinden de öte, hüzünlübir adam gibi görünüyordu. Artık o zamanlarAngela Vicario'yla olan aşk ilişkisi resmiyetedökülmüştü bile.

Nasıl tanıştıkları hiçbir zaman tam olarakaçıklığa kavuşmadı. Bayardo San Român'ınkaldığı, yalnızca bekâr erkeklerin yatıp kalk-tığı pansiyonun sahibesinin anlattığına göre,eylülsonlarında bir gün Bayardo San Roman,salondaki salıncaklı sandalyede öğleuykusunu uyurken, Angela Vicario'yla an-nesi, ellerinde yapma çiçekler dolu birer se-petle meydandan geçiyorlardı. Bayardo San

46/216

Page 47: kırmızı pazartesi

Roman, gözlerini aralamış, öğle sonrası saatikideki durgunluğun ortasında sanki tek can-lı varlıklarmış gibi görünen, acımasızkapkaragiysileri içindeki o iki kadını görerek,gencinin kim olduğunu sormuştu. Pansiyonsahibesi de, yanındaki kadının küçük kızıolduğu, adının daAngela Vicario olduğuyanıtını vermişti. Bayardo San Roman,tameydanın öbür ucuna kadar bakışlarıylaizlemişti onları.

15

"Adını iyi koymuşlar.1" demişti.

Sonra da başını salıncaklı sandalyenin ar-kasına dayamış, gözlerini yenidenyummuştu.

"Uyandığımda," demişti, "onunla evlene-ceğimi bana hatırlatın."

47/216

Page 48: kırmızı pazartesi

Angela Vicario, Bayardo San Roman dahaona aşkını ilan etmeden önce, pansiyonsahibesinin kendisine bu olaydan söz ettiğinianlattı bana.

"Çok korktum," dedi. Pansiyonda kalan üçkişi daha bu olayın gerçek olduğunudoğrulamış, ama daha başka dört kişi olayındoğruluğuna inanmamıştı. Buna karşılık,olayın tüm değişik anlatılış biçimleri, AngelaVicario'yla Bayardo San Român'ın ilk olarakekim ayındaki ulusal bayramda, kızın piy-ango çekilişlerini yapmakla görevli olduğuhayır amaçlı bir eğlence sırasında birbirlerinigördüklerikonusunda birleşiyordu.

Bayardo SanRoman eğlence yerine gelmiş,dosdoğru piyango masasına giderek,bileklerine kadar kapalı yas giysileri içindegönülsüzce bekleyen piyangocu hanıma,panayırın ençekici ikramiyesi olan sedef kak-malı gramofonun kaç para olduğunu sor-muştu. Kız da, onun satılık olmadığı, piyango

48/216

Page 49: kırmızı pazartesi

ikramiyesi olarak oradabulunduğu yanıtınıvermişti.

"Daha iyi ya," demişti Bayardo San Roman,"böylesi daha kolay olur, üstelik daha daucuza gelir."

Kız, onun kendisini etkilemeyi başardığınısöylemişti bana, ama aşkla ilgisi olmayannedenlerle etkilenmişti. "Kendini beğenmişadamlardan nefret ederim, bu kadar kibirl-isini hiç görmemiştim," demişti, o günü an-ımsarken, "üstelik ben onu Polonyah san-mıştım." Piyangoda herkesin heyecanlabeklediği gramofonun çekilişi yapılıp da onugerçekten de Bayardo San Romankazandığında büsbütün canı sıkılmıştı. Sırfkendisini etkilemek için onun piyangodakitüm biletleri satın aldığı aklının ucundan bilegeçmiyordu.

Angela Vicario, o gece evine döndüğünde,gramofonu hediye kâğıdına sarılıp organze

49/216

Page 50: kırmızı pazartesi

bir fiyonkla süslenmiş olarak kendisinibekler bulmuştu. "Doğum günüm olduğununereden bildi asla öğrenemedim,"

dedi bana. Kendisine böyle bir hediye yol-laması, üstelik de bunu hiç kimseningözünden kaçmayacak kadar gösterişli birbiçimde yapması için Bayardo San Român'ahiç cesaret vermediğine annesiyle babasınıinandırması zor olmuştu. Sonunda kızınağabeyleri Pedro'yla Pablo, gramofonu alıpsahibine geri vermek üzere otelegötürmüşler, bunu da öyletantanalı birbiçimde yapmışlardı ki, gramofonungeldiğini, sonra da geri götürüldüğünügörmeyen kalmamıştı. Ailenin en aklına gel-meyen şey, 1 İspanyolca'da ângel melek an-lamına gelir. (Çev.) 16

Bayardo San Român'ınkarşı konulmaz çeki-ciliği olmuştu. İkizler ertesi sabah şafak vakt-ine kadar ortalıkta görünmemişlerdi, sonrakafayıçekmiş

50/216

Page 51: kırmızı pazartesi

bir halde gramofonu eve geri götürmüşler,üstelik eğlenceye devam etmek için yanlarınaBayardo San Român'ı da almışlardı.

Angela Vicario, kısıtlı olanaklara sahip bir ai-lenin en küçük kızıydı.

Babası Poncio Vicario, orta halli bir kuyum-cuydu, aileyi namusuyla geçindirebilmek içinaltından onca güzel şey yapmaktan gözleribozulmuştu. Annesi Purisima del Carmen,bir daha ayrılmamak üzere evlenene kadarilkokul öğretmenliği yapmıştı. Uysal, birazda kederli görünümü, sert kişiliğini pek güzelgizliyordu. "Tıpkı rahibeye benzerdi,"

diye hatırlar Mercedes. Öyle büyük birfedakârlık ruhuyla kendini eşinin bakımına,çocuklarının büyütülmesine vermişti ki, in-san bazen onun varlığını unutabilirdi. İkibüyük kızı çok geç evlenmişti. İkiz oğlanlarınardından bir kızları daha olmuş, neyin nesiolduğu bilinmez ateşli bir hastalıktan

51/216

Page 52: kırmızı pazartesi

ölmüştü, aradan iki yıl geçtikten sonra bileevin içinde hafifletilmiş, ama sokakta sıkı biryas tutuyorlardı. Oğlanlar erkek adam olacakşekilde büyütülmüşlerdi. Kızlarsa evlenmeküzere yetiştirilmişlerdi.

Gergef işlemeyi, makineyle dikiş dikmeyi,kukalı dantel örmeyi, çamaşır yıkayıp ütüütülemeyi, yapma çiçekler, kendi uydurduk-ları tatlılar yapmayı, aşk pusulaları yazmayıbilirlerdi. Ölüme saygıyla yaklaşmakültürünü bir yana bırakmışzamanekızlarından farklı olarak, onların dördü deeskiden âdet olduğugibi hastaların başındabekleme, ölüm döşeğinde olanlara güç ver-me,ölüleri kefenleme sanatında birer ustay-dılar. Annemin onlarda kınadığı tek şey,yatmadan önce saçlarını tarama âdetleriydi."Kızlar,"

derdi onlara, "geceleyin saçlarınızı tara-mayın, yoksa denize açılanlar geri dönmektegecikirler."

52/216

Page 53: kırmızı pazartesi

Ayrıca, onlardan daha terbiyeli kızlar ol-madığını düşünürdü hep.

"Onlar kusursuz kızlar," dediğini duyardımsık sık. "Her erkek onlarla mutlu olur, çünküacı çekmek için yetiştirilmişler." Yine de ikibüyük kızla evlenen erkekler için onlarınçemberlerini kırmaları zor olmuştu,çünküher yere birlikte gidiyorlar, yalnızca kadınlariçin danslı partilerdüzenliyorlardı, erkeklerinher davranışının altında bir art niyet bul-maya hazırdılar hep.

Angela Vicario, dört kızın en güzeliydi, tari-hteki büyük kraliçeler gibi göbek kordonuboynunun çevresine sarih olarak doğduğunuanlatırdı annem. Ama öylesine terk edilmişgibi bir hali, öyle bir ruh yoksulluğu vardı ki,belirsiz bir gelecek vaat ediyordu ona. Noeltatillerim boyunca yıllar yılı onu yenidengörüyordum, penceresinde komşu kadınlarlabirlikte oturup bez parçalarından çiçekleryaparak genç kız şarkıları söylerken, her

53/216

Page 54: kırmızı pazartesi

defasında daha da kimsesiz gibi görünüy-ordu. "Şu senin salak kuzinin," derdi banaSantiago Nasar, "artık kızkurusu olup çıktı."

Günlerden bir gün, ablası için yasa girmedenkısa bir süre önce, ilk kez 17

olarak sokakta rastlamıştım ona, kadın gibigiyinmiş, saçlarını kıvırmıştı, aynı kızolduğuna inanamıyordum. Ama anlık birgörüntüydü bu: Ruhsuzluğu aradan geçenyıllarla birlikte büsbütün beter olmuştu.Okadar ki, Bayardo San Român'ın onunlaevlenmek istediği duyulduğunda, pek çokkişi bunun bu yabancının aldatmacasıolduğunu düşünmüştü.

Aile, bunu yalnızca ciddiye almaklakalmamış, aynı zamanda büyük bir şamatada koparmıştı. Bir tek Pura Vicario onlarakatılmamış, Bayardo San Român'ınöncekimliğini kanıtlaması koşulunu önesürmüştü O

54/216

Page 55: kırmızı pazartesi

zamana kadar kimse onun kim olduğunubilmiyordu. Geçmişi, üzerinde sanatçıkılığıyla gemiden indiği akşamın ötesinegeçemiyordu; kökeni konusunda öyle ketum-du ki, en olmayacak söylentiler bile doğruolabilirdi.

Askerî birliklerin komutanı olarak köylerikasıp kavurduğu, Casanare'ye dehşet saldığı,Guyana'da hapisten kaçtığı, Pernambuco'daeğitilmiş bir çift ayıyla para kazanmayaçalışırken görüldüğü, Rüzgâr Boğazı'ndanaltınla yüklü bir İspanyol kalyonununkalıntılarını çıkardığı bile anlatılıyordu. Ba-yardo San Roman, onca varsayıma basit birçareyle son noktayı koydu: Bütün ailesinialıp kasabaya getirdi.

Dört kişiydiler: baba, anne ve ortalığıkarıştırıcı iki kız kardeş. Resmî plakalı birFord-T ile gelmişler, arabanın ördek gibiöten klaksonu sabahın on birinde sokaklarıayağa kaldırmıştı. İspanyolca'yı hâlâ Kreol

55/216

Page 56: kırmızı pazartesi

diliyle karıştırarak konuşan Curacaolu iriyarıbir melez olan annesi Alberta Simonds,gençliğinde Antiller'in en güzel 200 kızıarasında en güzeliseçilmişti. Daha yeni çiçekaçmış olan kız kardeşleri, yerinde duramay-an iki genç kısrağı andırıyorlardı. Ama enbüyük koz babaydı: General Petronio SanRoman, bir önceki yüzyıldaki iç savaşlarınkahramanı,Tucurinca felaketinde AlbayAureliano Buendia'yı yenilgiye uğratanmuhafazakâr birliğin en büyük övünçkaynaklarından biriydi. Kim olduğunuöğrenince onu selamlamaya gitmeyen tekkişi annem olmuştu.

"Evlenecek olmaları bence çok iyiydi," de-mişti bana. "Ama o başka şey, GerineldoMârquez'i sırtından vurmaları emrini vermişbir adamın elini sıkmak başka şey." Oto-mobilin penceresinde görünüp beyaz şap-kasıyla selam vermeye başladığı anda, ünlüportrelerindenherkes tanımıştı onu.

56/216

Page 57: kırmızı pazartesi

Buğday renkli keten bir giysiyle kordonlarıçapraz bağlanmış oğlak derisinden botlargiymiş, burun kemiğinin üzerineklipsle otur-tulup yeleğinin iliğine bir köstekle tutturul-muş altın çerçeveli bir kelebek gözlüktakmıştı.

Liyakat madalyasını ceketininyakasındataşıyordu, elinde de sapma ulusalarma yontulmuş bir baston vardı. Arabadanilk inen o oldu, berbat yollarımızın tozunatoprağına bulanmıştı tepeden tırnağa; ara-badan inip şöyle bir görünmesi, BayardoSanRomân'ın canı kiminle isterse onunla evlene-bileceğini herkesin anlamasına yetmişti.

18

Asıl Angela Vicario'ydu onunla evlenmekistemeyen. "Bana göre fazlasıyla erkekti," de-mişti bana. Üstelik Bayardo San Roman, onubaştan çıkarmaya bile kalkışmamış, hoşluk-larıyla aileyi büyülemişti yalnızca.

57/216

Page 58: kırmızı pazartesi

Angela Vicario, annesiyle babasının, yan-larında kocalarıyla ablalarının, evinsalonunda toplanarak, onun daha yenigördüğü bir adamla evlenmek zorundaolduğuna karar verdikleri o gecekikorkusunu asla unutamamıştı.

İkizlerse kendilerini olayın dışında tut-muşlardı. "Bize kadınları ilgilendiren birkonu gibi gelmişti," demişti bana Pablo Vi-cario. Ana babanın kesin gerekçesi,alçakgönüllülüğüyle saygınlık kazanmış birailenin başlarına konan talih kuşunu horgörmeye hakkı olamayacağı yolundaydı. An-gela Vicario, aşk yoksunluğunun sakıncasınışöyle bir dokundurmaya cesaret edebildiysede, annesi tek bir sözle onu susturmuştu:"Aşk da öğrenilir."

O dönemde gözetim altında tutulan upuzunnişanlılıklardan farklı olarak, onlarınki, Ba-yardo San Român'm acelesi yüzünden yal-nızca dörtay sürmüştü; Pura Vicario, aile

58/216

Page 59: kırmızı pazartesi

yasının sona ermesini beklemeleri koşulunuöne sürmeseydi daha da kısa sürecekti. An-cak Bayardo San Român'ın işleri yoluna koy-maktaki karşı konulmaz yöntemleri sayes-inde hiçbir sıkıntıya düşmeden bol bol yet-mişti bu süre. "Bir akşam en çok hoşumagiden evin hangisi olduğunu sormuştubana," diye anlattı Angela Vicario. "Ben deneden sorduğunu bilmeden, kasabanın engüzelevinin dul Xius'un villası olduğuyanıtını vermiştim." Ben de olsam aynışeyisöylerdim. Rüzgârların kasıp kavurduğu birtepenin üstündeydi bu ev, terasındanbakıldığında mor anemonlarla kaplıbataklıkların uçsuzbucaksız cenneti görülür,yazm berrak günlerinde de KarayipDenizi'nin ufuk çizgisiyle Cartagena deIndias'taki turistik transatlantikler net olarakseçilebilirdi. Bayardo San Roman, hemen ogece Şehir Kulübü'negitmiş, bir parti dominooynamak üzere dul Xius'un masasınaçökmüştü.

59/216

Page 60: kırmızı pazartesi

"Dul Xius," demişti ona, "evinizi satınalıyorum."

"Evim satılık değil ki," demişti dul adam.

"İçindeki her şeyiyle birlikte satın alıyorum."

Dul Xius, o eski tarz terbiyesiyle konuşarak,o evin karısının bütün bir yaşam boyu yaptığıözveriler sayesinde satın alındığını, kendisiiçinhâlâ onun bir parçası olduğunu anlat-mıştı Bayardo San Român'a.Onlarla oyun oy-namakta olan Doktor Dionisio Iguarân,"Bütün içtenliğiyle konuşuyordu,"

demişti bana, "otuz yıldan fazla mutluyaşadığı bir evi satmaktansa ölmeyiyeğlediğinden emindim." BayardoSan Ro-man da anlamıştı onun nedenlerini.

"Tamam," demişti, "öyleyse evi boş olaraksatın bana."

60/216

Page 61: kırmızı pazartesi

19

Ama dul adam, oyunun sonuna kadar savun-muştu kendini. Üç gece sonra, Bayardo SanRoman, daha da iyi hazırlanmış olarak yen-iden oturmuştu domino masasına.

"Dul Xius," diye başlamıştı yeniden. "Ev nekadar eder?"

"Fiyatı yok."

"Herhangi bir fiyat söyleyin."

"Kusura bakmayın, Bayardo," demişti duladam, "ama siz gençler insanın yüreğininnedenlerini anlamıyorsunuz."

Bayardo San Roman, bir an durupdüşünmüş,

"Diyelim ki beş bin peso," demişti.

61/216

Page 62: kırmızı pazartesi

"Dürüst olalım," diye karşılık vermişti duladam, onurlu bir tavırla, "o ev bu kadaretmez."

"On bin," demişti Bayardo San Roman. "He-men şimdi, hem de banknotları bir birsayarak."

Dul adam gözlerinde yaşlarla bakmıştı ona."Öfkesinden ağlıyordu,"

dedi bana, doktor olmasının yanı sıra edebiy-at adamı da olan Doktor Dionisio Iguarân."Düşünsene: İnsanın elinin altında oncamiktarda para olsun da, basit bir gönül zaafıyüzünden hayır demek zorunda kalsın." DulXius'un gırtlağından ses çıkmıyordu, ama hiçduraksamadan başını olumsuz anlamdasallamıştı.

"Öyleyse bana son bir iyilik yapın," demiştiBayardo San Roman.

62/216

Page 63: kırmızı pazartesi

"Beni burada beş dakika bekleyin."

Gerçekten de beş dakika sonra gümüşişlemeli heybeleriyle birlikte Şehir Kulübü'negeri dönmüş, üzerlerinde Merkez Bankasıyazılı bantları hâlâ duran, her biri binerlik ondeste banknotu masanın üzerine koyuver-mişti. Dul Xius, bundan iki yıl sonraölmüştü. "Bu yüzdenöldü,"

dedi bana Doktor Dionisio Iguarân. "Bizler-den daha sağlıklıydı, ama insan onungöğsünü dinleyince yüreğinin içinde fokur-dayan gözyaşlarını duyabiliyordu." Çünküyalnızca evi içindeki her şeyiyle birlikte Ba-yardo San Român'a satmakla kalmamış, aynızamanda parayı azar azar ödemesini deondan rica etmişti, çünkü onca parayı koy-mak için ilaç olsun diye elinde tek bir valizibile kalmamıştı.

Angela Vicario'nun bakire olmadığı, ne kim-senin aklına gelirdi, ne de bunu söyleyen

63/216

Page 64: kırmızı pazartesi

olmuştu. Daha önce sevgilisi olduğu hiç duy-ulmamıştı, demir gibi sert bir annenin sım-sıkı yönetimi altında ablalarıyla birliktebüyümüştü. Pura Vicario, onun Bayardo SanRomân'la oturacakları evi 20

görmeye birlikte gitmelerine bile izinver-memiş, kızının iffetini koruyabilmek içingözleri görmeyen babasını da peşine takarakonlarla birlikte gitmişti.

"Tanrı'dan tek dileğim,kendimi öldürmemiçin bana cesaret vermesiydi,"

demişti bana Angela Vicario. "Ama vermedi."Öyle şaşkın bir durumdaydı ki, bu cehen-nemazabından kurtulmak için gerçeği annes-ine anlatmaya karar vermişken, pencereninönünde oturup bez parçalarından çiçekleryapmasına yardım eden iki sırdaşı onu bu iyiniyetinden vazgeçirmişlerdi.

64/216

Page 65: kırmızı pazartesi

"Onların sözünü körü körüne dinledim,"dedi bana, "çünkü erkeklerin dalavereleri ko-nusunda çok şey bildiklerine inandırmışlardıbeni."

Kadınların hemenhepsinin çocukluklarındageçirdikleri kazalarda bekâretlerini kaybet-tiklerini yeminle söylemişlerdi ona. En zorkocaların bile, gerçeği kimse bilmediğisürece, ne söylense kabullendiklerinde ısraretmişlerdi. Kısacası, erkeklerin büyük birçoğunluğunun zifaf odasına öylesinebüyükbir korku içinde girdiklerine, kadınınyardımı olmadan hiçbir şey beceremedikler-ine, gerçeklerle yüzleşme vakti geldiğinde deneyapacaklarını bilemediklerine onu in-andırmışlardı. "Onların inandıkları tek şey,çarşaflarda gördükleridir," demişlerdi ona.Böylelikle kızlığını yitirmiş gibi görünsün, zi-faf gecesinin sabahında iffetinin izini taşıyanpamuklu çarşafını evinin avlusunda güneşeasabilsin diye ona birtakım kocakarı hileleriöğretmişlerdi.

65/216

Page 66: kırmızı pazartesi

Bu hayalle evlenmişti kız. Bayardo SanRomân'a gelince; o da iktidarının ve servet-inin olağanüstü gücüyle mutluluğu satınalabileceği hayaliyle evlenmiş olsa gerekti,çünküdüğün hazırlıkları arttıkça, düğünüdaha da muhteşem kılacak çılgınca fikirleresiyordu aklına. Piskoposun ziyareti duyul-duğu zaman,kendilerini evlendirebilmesi içindüğünü bir gün geciktirmek istemiş, amaAngela Vicario buna karşı çıkmıştı."Doğrusunu istersen," dedi bana, "çorba yap-mak için yalnızca ibiklerini kesip horozlarıngerikalanını çöpe atan bir adam tarafındankutsanmak istemiyordum ben." Yine depiskoposun hayır duası olmasa da, düğünşenliği baş edilmesiöyle zor bir hale gelmiştiki, Bayardo San Roman artıkipin ucunukaçırmış, sonunda düğün tam bir halkeğlencesine dönüşmüştü.

General Petronio San Romanla ailesi, bu kezUlusal Meclis'in tören gemisiyle çıkagelmiş,düğün sona erene kadar gemi rıhtımda

66/216

Page 67: kırmızı pazartesi

demirleyip beklemişti, onlarla birlikte pekçok ünlü kişi geldiyse de yepyeni yüzlerdenoluşan bu karmaşanın içinde gözdenkaçmışlardı. O kadar çok düğün hediyesigelmişti ki, bunların en güzellerini sergileye-bilmek için eski elektrik santralının unutulupgitmiş olan lokalini elden geçirip yenilemekgerekmiş, geri kalanını da dul Xius'un yenievlileri ağırlamaya çoktan hazır olan eski ev-ine götürüp koymuşlardı. Damada, adı Gotikharflerle fabrika ambleminin altınayazdırılmış üstü açılır bir otomobil armağanedilmişti.

Geline de mahfazası içinde som altındanyirmi dört kişilik bir çatal bıçak 21

takımı. Ayrıca bir dansçılar topluluğuyla ikivals orkestrası getirtilmiş, bunlar yerel ban-dolarla, eğlencenin şamatası içinde coşmuşvurmalı çalgı topluluklarıyla, akordeoncugruplarıyla hiç uyum sağlayamayan parçalarçalmışlardı.

67/216

Page 68: kırmızı pazartesi

Vicario ailesi, duvarları tuğladan örme, damıpalmiye yapraklarından yapılma, gösterişsizbir evde oturuyordu, çatınınüstündeki ikipencereden içeri ocak ayında güvercinlergirip kuluçkaya yatarlardı. Evin ön cephes-inde neredeyse boydan boya çiçek sak-sılarıyla kaplı bir teras vardı, bir de tavuk-ların başıboş gezindikleri, içindemeyveağaçları bulunan büyük bir avlusu.Avlunun dibine ikizler bir domuz ahırı yap-mışlardı, üstünde domuzların kesildiği birtaşla kesilen hayvanlarınparçalara ayrıldığıbir masa da vardı, Poncio Vicario'nun gözleribozulduğundan beri aileye gelir getiren iyibir işyeri olup çıkmıştı burası.Bu işi PedroVicario başlatmıştı, ama o askere gidince ikizkardeşi deöğrenmişti bu kasaplık işini.

Ev, aileyi zorlukla barındıracak kadardı.Zaten bu yüzden ablaları ne büyüklükte birdüğün yapılacağını fark edince, şöleni yap-abilecekleri başka bir yer bulmayaçalışmışlardı. "Düşünsene bir kere," demişti

68/216

Page 69: kırmızı pazartesi

bana Angela Vicario, "onlar PlâcidaLinero'nun evini düşünmüşlerdi, amabereket versin ki annemle babam herzamanki gibi 'Kızlarımız ya bizimfakirhanede evlenirler ya da hiç evlenmezler,'diyerek direnmişlerdi."

Böylelikle evi eskisi gibi sarıya boyamışlar,kapıları düzeltip yerleri onarmışlar, eller-inden geldiğince, böylesine tantanalı birdüğüne yaraşır bir ortam hazırlamışlardı. İk-izler, domuzları alıp başka yere götürmüşler,ortalıktaki pisliği kireç kaymağıyla temi-zlemişlerdi, ama yine de buranın düğüne dargeleceği anlaşılıyordu.Sonunda, Bayardo SanRomân'nın çabasıyla, avlunun tahta par-maklıkları yıktırılarak bitişik avluların danspisti olarak kullanılması sağlanmış, de-mirhindi ağaçlarının sık yaprakları altındayemekyenebilmesi için marangoz tezgâhlarıyerleştirilmişti.

69/216

Page 70: kırmızı pazartesi

Programda beklenmeyen tek aksilik,düğünsabahı damadın yüzünden gerçekleşmiş, An-gela Vicario'yu almaya iki saat geç gidince,kız da, damat eve gelmeden gelinliğini giy-meye yanaşmamıştı. "Düşünsene bir kere,"

demişti bana, "hiç gelmese daha da sevinird-im, ama gelinliğimi giymiş

olarak ortada kalmaya dayanamazdım."Onun bu derece tedbirli davranması doğaldı,çünkü bir kadın için üzerinde gelinliğiylebekletilmekten daha utanç verici bir talihsiz-lik olamazdı. Buna karşılık, AngelaVicario'nun duvağıyla portakal çiçeklerinibakire olmadığı halde takmaya cesaret ede-bilmesi, daha sonra saflığın simgelerine karşıbüyük bir saygısızlık olarak yorumlanacaktı.Onun oyunu hileli kartlarla sonuna kadarsürdürmesini bir cesaret gösterisi olarakdeğerlendiren tek kişi annem olmuştu. "Ozamanlar," diye açıklamıştı bana, "Tanrıböyle şeylere 22

70/216

Page 71: kırmızı pazartesi

anlayış gösterirdi." Buna karşılık BayardoSan Român'ınoyunu hangi kartlarla oyn-adığını hâlâ hiç kimse bilmiyor. Sonundasırtında redingotu, elinde silindir şapkasıylaortaya çıktığı andan acılarının kadınıylabalodan kaçıp gittiği âna kadar, kusursuz birmutlu damat tablosu çizmişti.

Santiago Nasar'ınelinde hangi kozlar olduğuda hiçbir zaman anlaşılamadı. Ben bütün osüre boyunca kilisede de, düğünde de CristoBedoya ve erkek kardeşim Luis Enrique'ylebirlikte onun yanındaydım, içimizdenhiçbirimiz onun halinde en ufak bir değişik-lik sezinlememişti.

Bunu kaç kez tekrarlamam gerekti, çünkü bizdördümüz okulda birlikte büyümüştük, dahasonra tatillerde de birlikteydik, birbirimizlepaylaşmadığımız bir sırrımız olabileceğine,hele hele bu kadar büyük bir sırrın olabile-ceğine kimse inanmazdı.

71/216

Page 72: kırmızı pazartesi

Santiago Nasar tam bir eğlence adamıydı, enbüyük zevkini de ölümünden bir gün öncedüğün harcamalarını hesaplarken yaşamıştı.

Kilisedeyken her tarafın birinci sınıfon dörtcenazeninkine eşdeğerde çiçeklerlesüslendiğini hesaplamıştı. Onun bu kesinhesabı yıllar boyu peşimi bırakmayacaktı,çünkü Santiago Nasar, kendi düşüncesinegöre, kapalı yerdeki çiçeklerin kokusununölümle yakın bir ilişkisi olduğunu sık sıksöylerdi bana, o gün de tapmağa girerkenaynı şeyi söylemişti.

"Cenazemde çiçek istemem ha," demiştibana, ertesi gün oraya çiçek konmamasıişiyle benim uğraşacağımı aklına bile ge-tirmeden. Santiago Nasar, kiliseden Vicari-oların evine giden yol boyunca sokakları süs-leyen rengârenk çelenklerin de hesabını yap-mış, müziğin, havai fişeklerin, hatta bizidüğün evinde karşıladıklarında üstümüzeyağdırdıkları pirinç tanelerinin tutarını bile

72/216

Page 73: kırmızı pazartesi

hesaplamıştı. Öğle saatinin mahmurluğuiçinde yeni evliler avludaki masaları birer bi-rer dolaşmışlardı. Bayardo San Roman, artıkçok yakın dostumuz olmuştu, o zamanlardenildiği gibi o bizim meyhanearkadaşımızdı, masamızda olmaktan da çokmutlu görünüyordu. Duvağını da tacını daçıkarmış olan, terden sırılsıklam olmuş satengelinliğinin içindeki Angela Vicario'nunyüzüne birden evli kadın hali gelmişti. Santi-ago Nasar hesap yapıp duruyordu, düğününo dakikaya kadar yaklaşık dokuzbin pesoyamal olduğunu söyledi Bayardo San Român'a.Gelinin bunubir saygısızlık olarakgördüğübesbelliydi.

"Annem bana başkalarının yanında paradanasla söz edilmemesi gerektiğini öğretmiştir,"demiştibana. Oysa Bayardo San Romanbunu keyifle, biraz da gururla karşılamıştı.

"Hemen hemen o kadar tuttu," demişti, "amadaha yeni başlıyoruz.

73/216

Page 74: kırmızı pazartesi

Sonunda aşağı yukarı iki katını bulacak."

Santiago Nasar bunu son kuruşuna kadarkanıtlamaya niyetlenmiş, buna da ömrü an-cak yetmişti. Gerçekten de, ertesi günölmeden 45

23

dakika önce Cristo Bedoya'nın limandakendisine verdiği son bilgilere dayanarak,Bayardo San Român'ın tahmininin doğruolduğunu saptamıştı.

Bana gelince; başkalarının belleklerindekibilgileri parça parça bir araya getirerek yenibaştan oluşturmaya karar verene kadardüğün şöleniyle ilgili pek bulanık anılar vardıkafamda. Babamın gençliğinde çaldığı ke-manı yeni evliler şerefine yeniden ku-tusundan çıkarıp çaldığı, rahibe olan kızkardeşimin üzerinde manastırın döner

74/216

Page 75: kırmızı pazartesi

kapısında görevliyken giydiği kılıkla mer-engue dansı yaptığı, annemle kardeş

çocukları olan Doktor Dionisio Iguarân'ınertesi gün piskopos geldiğinde orada bulun-mamak için kendisini resmî tören gemisiyleahp götürmelerini sağladığı yıllarcakonuşuldu bizim evde. Bu olayın öyküsünüyazmak için yaptığım soruşturmalar boy-unca, kıyıda köşede kalmış pek çokbilgi edin-miştim, bunlar arasında Bayardo SanRomân'ın kız kardeşlerinin unutulmaz anısıda vardı; sırtlarından altın penslerle tuttur-ulmuş kocaman kelebek kanatları olan kadifegiysileri, babalarınıntüylü sorgucundan,göğsünü bir zırh gibi kaplayan savaşmadalyalarından çok daha fazla ilgi to-plamıştı. Cümbüşün neden olduğu sar-hoşlukiçinde Mercedes Barcha' ya evlenmeteklif ettiğimi pek çok kişi biliyordu,oysa ondört yıl sonra evlendiğimizde kendisinin debana hatırlattığı gibi,o zamanlar ilkokuludaha yeni bitirmişti o. Hiç istenmeyen o

75/216

Page 76: kırmızı pazartesi

pazargünüyle ilgili aklımda kalan en netgörüntü, avlunun tam ortasındaki birt-aburede tek başına oturan yaşlı PoncioVicario'nun hayaliydi. Belki deonur köşesiolduğunu düşünerek oturtmuşlardı adam-cağızı oraya; davetliler durmadan ona takılıptökezliyorlar, onu bir başkasıyla karıştırıyor-lar, ayak altında kalmasın diye yerinideğiştiriyorlardı, o dayüzünde gözlerini dahayeni kaybetmiş birinin şaşkın ifadesiyle kargibi bembeyaz kafasını bir o yana bir bu yanaçeviriyor, kendisine sorulmayan sorularıyanıtlıyor, kimsenin vermediği selamlarabelli belirsiz karşılık veriyordu; üzerindekaskatı kolalanmış gömleği, elinde onadüğün için satın aldıkları pelesenk ağacındanbastonuyla, unutulduğu köşesinde mutlugörünüyordu.

Resmî tören akşam saat altıda sona ermiş,onur konukları veda edip ayrılmışlardı.Gemi, ardında laternadan yükselen valsmüziğinden bir iz bırakarak pırıl pırıl yanan

76/216

Page 77: kırmızı pazartesi

ışıklarıyla uzaklaşmış, sonunda birbirimiziyeniden tanıyıp eğlence batagına gömülenekadar bir an için bir belirsizlik uçurumununtepesinde havada kalakalmıştık. Yeni evlilerkısa bir süre sonra o karmaşanın içindenkendine zorlukla yol açabilen üstü açık oto-mobilin içinde görünmüşlerdi. Bayardo SanRoman, havai fişekleri patlatmış,kalabalığınkendisine uzattığı şişelerden içki içmiş, An-gela Vicario'yla birlikte arabadan inerekcumbiamba dansına katılmıştı. En sonundada ömrümüz yetene kadar onun hesabınadans etmeyi sürdürmemizi istemiş, dehşetiçindeki eşini alarak, dul Xius'un bir zaman-lar mutluluğu tattığı, rüyalarının evinegötürmüştü onu.

24

Halka açık eğlence, gece yarısına doğru yeryer dağılmaya başlamış, yalnızca ClotildeArmenta'nın meydanın bir yanındaki işyeri-açık kalmıştı.

77/216

Page 78: kırmızı pazartesi

Santiago Nasar'la ben, yanımızda kardeşimLuis Enrique ve Cristo Bedoya'yla birliktekalkıp teselli bulmaya MariaAlejandrinaCervantes'in evine gitmiştik.Daha başka birçoklarının yanı sıra Vicariokardeşler de oraya uğramış, bizimle birlikteiçki içmişler, Santiago Nasar'ı öldürmedenbeş saat önce onunla birlikte şarkılarsöylemişlerdi. Asıl düğün eğlencesinin artık-ları oraya buraya dağılmış olarak hâlâsürüpgidiyor olsa gerekti, çünkü her yandan müziksesleri geliyor,kavga edenlerin gürültüleriuzaklardan dalga dalga duyuluyordu, busesler her seferinde biraz daha hüzünlü birhal alarak, piskoposu getirenvapurun düdüksesi duyulmadan az öncesine kadar da ku-lağımıza gelmeyi sürdürdü.

Pura Vicario, büyük kızları düğünündağınıklığını biraz olsun düzeltmesineyardım ettikten sonra gece saat on birdegidip yattığını anlatmıştı anneme. Saat onsularında, kimi sarhoşlar avluda hâlâ şarkı

78/216

Page 79: kırmızı pazartesi

söyleyip dururken, Angela Vicario eve birinigönderip yatak odasındaki dolapta bulunanbazı kişiseleşyalarını küçük bir çantaya koy-up kendisine yollamalarını istemiş, annesigündelik giysilerini koyduğu bir valizi de onayollamak niyetindeymiş, ama gelen ulağınacelesi varmış. Kapı çalındığında Pura Vi-cario mışıl mışıl uyuyormuş. "Kapı ağır ağırüç kere çalındı," diye anlatmış anneme, "amasanki kötü bir haber varmış gibi bir acayipçalınıyordu," demiş. Kimseyi uyandırmamakiçin kapıyı ışığı yakmadan açtığını anlatmış,sokak lambasınınışığı altında, sırtındadüğmeleriaçılmamış ipekli gömleği, ayağındalastik askıyla tutturulmuş

süslüpantolonuyla Bayardo San Român'ıgördüğünü anlatmış. "Yüzü rüyalardaki gibiyemyeşildi," demiş Pura Vicario, anneme.Angela Vicario gölgede duruyormuş, öyle kiancak Bayardo San Roman kolundan tuttuğugibi ışığın altına getirince görebilmiş onu.Saten giysisi lime limeymiş, beline kadar bir

79/216

Page 80: kırmızı pazartesi

havluya sarılıymış. Pura Vicario arabaylauçurumun dibine yuvarlandıklarını, oradaölü yattıklarını sanmış.

"Ulu Tanrım," demiş, dehşet içinde. "Söyley-in hâlâ bu dünyada mı yaşıyorsunuz?"

Bayardo San Roman içeri girmemiş, tek sözetmeden eşini yavaşça evin içine doğru itmiş.Sonra Pura Vicario'yıyanağından öperek, sonderece keyifsiz, ama çok da sevecen bir sesleşöyle demiş:

"Her şey için teşekkürler, anne. Siz birazizesiniz."

Ondan sonraki iki saat boyunca Pura Vicario'nun neler yaptığını bir tek kendisi biliyordu,bu sırrı da kendisiyle birlikte mezaragötürdü."Hatırladığım tek şey, bir eliylesaçlarımdan tutmuş, öteki eliyle öyle biröfkeyle vuruyordu ki, beni öldüreceğinisandım," diye anlattı 25

80/216

Page 81: kırmızı pazartesi

banaAngela Vicario. Ama onu bile öyle usul-ca yapıyordu ki, öteki odalarda uyumaktaolan kocasıyla iki büyük kızının, felaketingerçekleştiği şafak vaktine kadar hiçbir şey-den haberleri olmamıştı.

İkiz kardeşler, annelerinin acil çağrısınauyarak saat üçten az önce dönmüşlerdi eve.Angela Vicario'yu yemek odasındakikanepelerden birinin üzerinde yüzükoyunyatar bulmuşlardı, suratı yediği yumruk-lardan mosmor olmuştu, ama ağlamayı ke-smişti. "Artık korkmuyordum," dedi bana."Tam tersine, sonunda ölümün ağırlığınıüstümden kaldırmışlar gibi hissediyordum;tek istediğim şey, yatıp uyumak için her şey-in bir an önce bitmesiydi." İki kardeşten enkararlısı olan Pedro Vicario, kızı belindentuttuğu gibi kaldırmış, yemek masasınınüzerine oturtmuştu.

"Hadi kızım, anlat," demişti ona, öfkedentitreyerek, "kim olduğunu söyle bize."

81/216

Page 82: kırmızı pazartesi

Kız, onun adını ancak söyleyebilecek kadarbir süre duraksamıştı.

Karanlıkların içinde aranmıştı o adı, budünyada ve öteki dünyada birbirine karışmışonca ad arasından ilk bakışta bulupçıkarmıştı onu; tıpkı ölüm fermanı ezeldenberi yazılı olan iradesiz bir kelebekmiş gibi,isabetli bir atışla onu duvara mıhlayıvermiş,

"Santiago Nasar," demişti.

Avukat, cinayetin namus uğruna meşrumüdafa olduğu tezini savunmuş, bu damahkeme heyeti tarafından kabul edilmişti;davanın sonunda ikizler bu suçu aynı neden-lerle bin kez de olsa yeniden işleyeceklerinibeyan etmişlerdi. Cinayeti işledikten birkaçdakika sonra kiliseye gidip teslim olduklarıandan itibaren savunmanıngerekçesiniöngörenler yine kendileri olmuştu. Peşler-inde öfkeden kudurmuş bir grup Arap'labirlikte soluk soluğa rahibin evine

82/216

Page 83: kırmızı pazartesi

dalmışlar,uçları tertemiz bıçaklarını PederAmador'un masasına bırakmışlardı. Her ikiside işledikleri bu vahşi cinayet nedeniylebitkin bir durumdaydılar,üstleri başları vekollarıyla suratları terden sırılsıklam olmuş,taptaze kana bulanmıştı, ama rahip gelipböyle teslim olmalarını son dereceonurlu birdavranış olarak hatırlıyordu.

"Onu bilinçli olarak öldürdük," demiştiPedro Vicario, "ama biz masumuz."

"Belki Tanrı katında öylesinizdir," demiştiPeder Amador.

"Tanrı katında da, insanların gözünde de,"demişti Pablo Vicario da.

"Bu bir namus sorunuydu."

Dahası vardı: Olayların canlandırılmasısırasında gerçekte olduğundan çok daha

83/216

Page 84: kırmızı pazartesi

acımasız bir vahşet sergilemişlerdi,öylesineki, 26

Plâcida Linero'nun evinin bıçak darbeleriyledelik deşik olan sokak kapısının bile devletparasıyla onarılması gerekmişti. Şartlısalıverme için kefalet parasını ödeyecekhalleri olmadığından davanın sonuçlan-masını üç yıl bekledikleri Riohacha kapalıcezaevindeki en kıdemli mahpuslar, onlarıiyi huylu, arkadaş canlısı olarak hatırlıyor-lardı, ama ikisinde de hiçbir pişmanlık be-lirtisine rastlamamışlardı. Yine de işin aslınabakılırsa, Vicario kardeşler Santiago Nasar'ıhiç kimsenin haberi olmadan, hemenöldürmek için gereken hiçbir şeyiyapmamışlardı, tam tersine biri çıkıp da onuöldürmelerini engellesin diye akla gelebile-cekher çareye başvurmuşlar, ama bunusağlamayı başaramamışlardı.

Yıllar sonra bana söylediklerine göre, onusaat ikiye kadar birlikte oldukları Maria

84/216

Page 85: kırmızı pazartesi

Alejandrina Cervantes'in evinde aramakla işebaşlamışlardı. Daha başka pek çokları gibi bubilgi de soruşturma raporunda yer almıy-ordu. Aslında Santiago Nasar, ikizlerin onuaramaya gittiklerini söyledikleri saatte artıkorada değildi, çünkü evden eve dolaşıp ser-enat yapmak için biz hep birlikte sokağa çık-mıştık, ama her ne olursa olsun onlarınoraya gittikleri doğru değildi. "Buraya gelmişolsalardı bir dahaasla çıkamazlardı," demiştibana Maria Alejandrina Cervantes. Ben deonu o kadar iyi tanıyan bir kişi olarak bu söz-lerinden asla kuşku duymamıştım. Oysa on-lar Santiago Nasar'ı beklemek için kalkıpClotilde Armenta'nınevine gitmişlerdi, amakasabanın yarısı oradan geçse de SantiagoNasar'ın oraya uğramayacağını biliyorlardı."Açık olan tek yerorasıydı," diye ifade ver-mişlerdi sorgu yargıcına. Beraat ettiktensonra da, "Er geç oradan geçecekti," de-mişlerdi bana. Ancak Plâcida Linero'nunevinin sokak kapısının gündüz vakti bile

85/216

Page 86: kırmızı pazartesi

içerden kol demiriyle kapalı olduğunu, arkakapının anahtarlarını da Santiago Nasar'ınher zaman yanında taşıdığını herkes biliy-ordu. İkiz Vicario kardeşler bir saattenfazladır onu ön kapıda bekleyip dururlarken,gerçekten de Santiago Nasar eve dönüp içeri-ye arka kapıdan girmişti, daha sonra pisko-posu karşılamak için meydana açılan önkapıdan çıktıysa da, bunu öyle beklenmedikbir nedenle yapmıştı ki, sorgu yargıcı bile birtürlüanlayamamıştı.

İşleneceği bu kadar açıkça duyurulmuş bircinayet olamazdı. Kız kardeşleri o adı onlaraifşa ettikten sonra ikiz Vicario kardeşler, kas-aplık gereçlerini sakladıkları domuz ahırınagiderek en iyi iki bıçağıseçmişlerdi: Bun-lardan biri, on parmak uzunluğunda, ikibuçuk parmakeninde bir et parçalama bıçağı,öbürü de yedi parmak uzunluğunda, birbuçuk parmak eninde bir et ayıklamabıçağıydı. Onları bir bez parçasınas-armalamışlar, bazı tezgâhların yeni yeni

86/216

Page 87: kırmızı pazartesi

açılmaya başladığı kasaplar çarşısına bile-meye götürmüşlerdi. Günün ilk müşterileripek azdı, amayirmi iki kişi onların nelersöylediklerini duydukları yolunda ifade ver-mişlerdi, bunların hepsi de Vicarioların tekamacının o sözleriherkesin duyması olduğuizleniminde birleşiyordu. Kasaplık yapanFaustino Santos adındaki bir arkadaşları, 27

sakatat tezgâhını daha yeni açtığında saat3.20'de onların içeri girdiklerini görmüş,pazartesi günü, üstelik de üzerlerindedüğünde giydikleri koyu renk giysileriyleneden o kadar erken saatte orada olduklarınıanlayamamıştı. Onları cuma günleri, amabiraz daha geç saatte, hayvan kesmek içinkullandıkları deri önlükleriyle görmeyealışıktı. "Herhalde öyle sarhoş olmuşlarki,yalnızca saati değil günü de şaşırmışlar di-ye düşündüm," demişti bana Faustino San-tos. Onlara günlerden pazartesi olduğunuhatırlatmıştı.

87/216

Page 88: kırmızı pazartesi

"Onu bilmeyecek ne var, salak," diye karşılıkvermişti Pablo Vicario, sakin bir tavırla, "bizyalnızca bıçaklarımızı bilemeye geldik."

Bıçakları döner bileği taşında her zamanyaptıkları gibi bilemişlerdi: Pedro iki bıçağıbirden tutup sırayla taşa sürtüyor, Pablo damanivelayı çeviriyordu. Bir yandan dadüğünün şatafatından söz ediyorlardı ötekikasaplarla. Kimileri, meslektaş olduklarıhalde düğün pastasından paylarına düşenialamadıklarından yakmıyordu. Onlar dadaha sonra pastadan yollatacaklarına sözvermişlerdi. En sonunda bıçaklarını bileğitaşına sürterek tiz bir ses çıkartmışlar, sonraPablo kendininkini lambaya doğrukaldırarak çeliğin nasıl parladığına bakmış,

"Santiago Nasar'ı öldüreceğiz," demişti.

İyi insanlar olarak öyle nam salmışlardı ki,kimse aldırış etmemişti onlara. "Biz o sözler-in sarhoş palavraları olduğunu sanmıştık,"

88/216

Page 89: kırmızı pazartesi

diye ifade vermişlerdi kasapların birçoğu,tıpkı onları daha sonra gören VictoriaGuzmân'la daha başka pek çok kişi gibi. Benbir keresinde, kasaplık mesleğinin insanınruhunda adam öldürmeye yatkınlıkolduğunu gösterip göstermediğini sor-muştum kasaplara, ama onlar karşı çık-mışlardı: "Biz bir hayvan kestiğimizde göz-lerinin içine bakmaya cesaret edemeyiz,"diye.

İçlerinden biri, daha önceden bildiği, helehele sütünü içtiği bir ineği kesemeyeceğinisöylemişti bana. Ben de onlara Vicariokardeşlerin kendi yetiştirdikleri, adlarıylaçağıracak kadar yakından bildikleri aynıdomuzları kestiklerini hatırlatmıştım."Doğru," diye karşılık vermişti bir tanesi,"ama dikkat ederseniz onlara insan adlarıdeğil, çiçek adları koyuyorlardı."

Pablo Vicario'nun savurduğu tehditte ger-çeğin ışıltısı olduğunu sezinleyen tek kişi

89/216

Page 90: kırmızı pazartesi

Faustino Santos olmuş, daha önce ölmeyihak edenonca zengin adam varken nedenkalkıp da Santiago Nasar'ı öldürmelerigerektiğini şaka yollu sormuştu onlara.

"Santiago Nasar, nedenini iyi bilir," diyekarşılık vermişti Pedro Vicario.

Faustino Santos, içinde bir kuşku uyandığını,belediye başkanının kahvaltısı için yarım kilociğer almak üzere az sonra uğrayan bir polismemuruna bunu haber verdiğini anlattıbana. Soruşturma raporuna göre bu polismemurunun adı Leandro Pornoy'du, ertesiyıl kasabanın 28

koruyucu azizleri onuruna yapılan şenlik-lerde şah damarına bir boğanın indirdiğiboynuz darbesiyle ölmüştü. Bu yüzden deonunla hiç konuşamadım, ama Clotilde Ar-menta, ikiz Vicario kardeşler SantiagoNasar'ı beklemek üzere içeri girip

90/216

Page 91: kırmızı pazartesi

oturduklarında dükkânına gelen ilk kişinin oolduğunu doğrulamıştı bana.

Clotilde Armenta, tezgâh başında kocasınınyerini daha yeni almıştı.

Her zaman uyguladıkları bir yöntemdi bu.Dükkânda günün ilk ışıklarıyla süt, gün boy-unca da yiyecek maddeleri satılıyordu,akşam saat altıdan sonra da meyhaneyedönüşüyordu. Clotilde Armenta dükkânı sa-bah saat 3.30'da açardı. İyi bir adam olankocası Don Rogelio de la Flor da kapatmasaatine kadar meyhaneyi işletirdi. Ama ogece düğün eğlencesinde yoldan çıkmış okadar çok müşteri olmuştu ki, dükkânıkapatamadan saat üçten sonra girebilmiştiyatağa, Clotilde Armenta da her zaman-kinden daha erken kalkmıştı, çünkü pisko-pos gelmeden önce işi bitirmek istiyordu.

Vicario kardeşler saat 4.10'da girmişlerdiiçeri. O saatte yiyecek maddesinden başka

91/216

Page 92: kırmızı pazartesi

bir şey satılmıyordu, ama Clotilde Ar-menta,yalnızca onları beğendiğinden değil,aynı zamanda kendisine göndermiş olduklarıdüğün pastası nedeniyle minnettar daolduğundan, onlara bir şişe şeker kamışı ro-mu satmıştı. Birkaç koca yudumda bütünşişeyi içip bitirmişler, ama bana mısın de-memişlerdi. "Kafalarındaki saplantıya öylebir dalmışlardı ki," demişti bana Clotilde Ar-menta, "lambanın gazını bile içseler üzerler-indeki baskıdan kurtulacak durumdadeğillerdi." Sonraaba ceketlerini çıkarıpbüyük bir dikkatle sandalyelerinin arkasınaasmışlar, bir şişe daha ısmarlamışlardı.Üzerindeki kurumuş terdengömlekleri pislikiçindeydi, bir önceki günden kalma sakallarıdağ adamı görünümü veriyordu onlara.İkinci şişeyi, Plâcida Linero'nun karşıkaldırımda pencereleri karanlık duranevinden gözlerini ayırmadan,oturduklarıyerde ağır ağır içmişlerdi. Balkondaki enbüyük pencere Santiago Nasar'ın yatak

92/216

Page 93: kırmızı pazartesi

odasının penceresiydi. Pedro Vicario, open-cerede ışık görüp görmediğini sormuştuClotilde Armenta' ya, o dagörmediğinisöylemişti, ama onun bu ilgisinigaripsemişti.

"Ona bir şey mi oldu?" diye sormuştu.

"Yoo," diye karşılık vermişti Pedro Vicario."Yalnızca öldürmek için onu arıyoruz da."

Bu öyle beklenmedik bir yanıt olmuştu ki,kadın kulaklarına inanamamıştı. Ama ikiz-lerin elinde mutfak bezlerine sarılı iki kasapbıçağı olduğu dikkatini çekmişti.

"Peki onu bu kadar erken saatte nedenöldürmek istediğinizi sorabilir miyim?" diyesormuştu.

29

93/216

Page 94: kırmızı pazartesi

"Nedenini kendisi bilir," diye karşılık ver-mişti Pedro Vicario.

Clotilde Armenta, onları dikkatle incelemişti.İkiz kardeşleri o kadar iyi tanırdı ki,birbirlerinden ayırt edebilirdi, özellikle dePedro Vicario askerden döndüğünden beri."Tıpkı iki çocuğa benziyorlardı," demiştibana. Ve bu düşünce onu korkutmuştu,çünkü ancak çocukların her şeyi yapabile-ceklerini düşünürdü hep. Böylece süt ka-plarını hazırlamayı bitirip dükkânda nelerolup bittiğini anlatmak üzere gidip kocasınıuyandırmıştı.

Don Rogelio de la Flor yarı uykulu bir haldedinlemişti onu.

"Saçmalama," demişti karısına, "o ikisi kim-seyi öldüremez, hele zengin birini hiç."

Clotilde Armenta, dükkâna geri döndüğünde,ikizler belediye başkanının sütünü almaya

94/216

Page 95: kırmızı pazartesi

gelmiş olan polis memuru Leandro Pornoy'lasohbet ediyorlardı. Ne konuştuklarınıduyamamıştı, ama adamın dışarı çıkarken obıçaklara bakışından, niyetleri hakkında birşeyler söylemiş

olduklarını tahmin ediyordu.

Albay Lâzaro Aponte, saat dörtten az öncekalkmıştı. Polis memuru Leandro Pornoy,Vicario kardeşlerin niyetlerini kendisineaçıkladığında tıraş olmayı daha yenibitirmişti. Bir gece önce o kadar çok arkadaş

kavgasını yatıştırmıştı ki, bir tanesini dahahalletmek için acele etmesine gerek yoktu.Sakin sakin giyinmiş, papyon kravatı kusur-suz olana kadar birkaç kez çözüp baştanbağlamıştı, sonra da piskoposu karşılamayagitmek üzere boynuna Meryem AnaTarikatı'nın göğüslüğünü takmıştı.

95/216

Page 96: kırmızı pazartesi

Halka halka doğranmış soğanlı ciğeryahnisiyle kahvaltısını ederken, eşi büyük birheyecanla Bayardo San Român'm AngelaVicario'yu evine geri gönderdiğini anlatmış,ama albay olayı onun kadar dramatikgörmemişti.

"Tanrım," diye onu alaya almıştı, "kim bilirpiskopos ne düşünecek?"

Yine de kahvaltısını bitirmeden önce emirerinin az önce ona söylediklerini hatırlamış,bu iki haberi bir araya getirince bir bul-macanın iki parçası gibi birbirine tıpatıp uy-duğunu anlayıvermişti. Bunun üzerine yeniliman sokağından kasaba meydanına git-mişti, buradaki evler piskoposun gelişiylecanlanmaya başlamıştı. "Saatin neredeysebeş olduğunu, yağmur yağmaya başladığınıkesin olarak hatırlıyorum," dedi bana AlbayLâzaro Aponte. Yolda giderken karşısınaçıkan üç kişi, Vicario kardeşlerin SantiagoNasar'ı öldürmek için beklediklerini gizlice

96/216

Page 97: kırmızı pazartesi

anlatmıştı ona, ama bunlardan yalnızca biribiliyordu nerede beklediklerini.

Albay Aponte, Vicario kardeşleri ClotildeArmenta'nın dükkânında bulmuştu. "Onlarıgördüğümde tamamen kabadayılık tasladık-larını düşündüm," dedi bana, o her zamankimantıklı haliyle, "çünkü sandığım kadar sar-hoş değillerdi." Niyetlerini anlamak için on-ları sorgulamamıştı 30

bile, yalnızca ellerinden bıçaklarını alıp on-ları yatmaya göndermişti.Eşinin telaşınıyatıştırdığı o her zamanki gönül alıcı tavrıylakonuşmuştuonlarla.

"Düşünsenize bir kere," demişti, "sizi bu dur-umda görecek olursa piskopos ne der!"

Onlar da çekip gitmişlerdi. Clotilde Armenta,belediye başkanının işi bu kadar hafife al-masıyla bir kez daha hayal kırıklığınauğramıştı, çünkü işin doğrusu açığa çıkana

97/216

Page 98: kırmızı pazartesi

kadar ikizleri tutuklatması gerektiğinidüşünüyordu. Albay Aponte, son bir gerekçeolarak bıçakları göstermişti ona.

"Artık ellerinde kimseyi öldürecek bir şeykalmadı," demişti.

"Sorun o değil ki," demişti Clotilde Armentada. "O zavallı çocukları üstlerine çöken okorkunç yükten kurtarmak gerek."

Kadın sezinlemişti neler olduğunu. Vicariokardeşlerin bu hükmün infazını yerine ge-tirmek kaygısında olmaktan çok, biri çıkıpbir iyilik yaparak kendilerini engellese diyedüşündüklerinden kesinlikle emindi.

Ama Albay Aponte'nin vicdanı rahattı.

"Sırf kuşkulara dayanarak kimseyi tutuk-layamazsmız," demişti. "Şimdi bütün iş, San-tiago Nasar'ı uyarmakta, ondan sonra sensağ ben selamet."

98/216

Page 99: kırmızı pazartesi

Clotilde Armenta, AlbayAponte'nin tıknaz,bodur görünümünün onu oldukça mutsuz et-tiğini hatırlıyordu her zaman; oysa ben,yazışma yoluyla öğrendiği ispritizmaseanslarını tek başına uygulamaktan birazcıkkafası karışmış olmakla birlikte, mutlu birinsan olarak anmışımdır onu. O

pazartesi günkü davranışı, düşüncesizliğininkesin kanıtıydı. Aslında limanda görenekadar Santiago Nasar'ı bir daha aklına ge-tirmemiş, o zaman da doğru kararı aldığı içinkendi kendini kutlamıştı.

Vicario kardeşler, niyetlerini, dükkâna süt al-maya giden on ikiden çok kişiye anlatmışlar,onlar da saat altıdan önce bu haberi dört biryana yaymışlardı. Haberin karşıdaki evdeduyulmamış olması Clotilde Armenta'yaolanaksız geliyordu. Santiago Nasar'ın oradaolmadığını düşünüyordu, çünkü yatakodasının ışığının yandığını görmemişti,

99/216

Page 100: kırmızı pazartesi

önüne çıkan herkese onu nerede görürlerseuyarmalarını tembih etmişti.

Rahibeler için süt almaya gelen çömez kızaracılığıyla Peder Amador'a bile haber yol-lamıştı. Saat dörtten sonra, PlâcidaLinero'nun evinde mutfak ışıklarınınyandığını görünce de, her gün Allah rızasıiçin bir parça süt istemeye gelen dilencikadınla Victoria Guzmân'a son olarak acil birmesaj yolladı. Piskoposun gemisinin düdüğüöttüğünde neredeyse herkes onu karşılamaküzere uyanmıştı, ikiz Vicario kardeşlerinSantiago Nasar'ı öldürmek üzere bekledikler-ini bilmeyenimiz de pek azdı, üstelik bununnedeni de tüm ayrıntılarıyla biliniyordu.

31

Clotilde Armenta, sütünü satmayı henüzbitirmemişken, Vicario kardeşler gazetekâğıtlarına sarılı iki bıçak daha alarak geridönmüşlerdi.

100/216

Page 101: kırmızı pazartesi

Bunlardan biri, on iki parmak uzunluğunda,üç parmak eninde, sert çeliği pas içinde bir etdoğrama bıçağıydı, savaş yüzünden Almanbıçaklarının gelmediği dönemde küçük birtesterenin metalinden Pedro Vicario kendisiyapmıştı onu. Obür bıçak daha kısaydı, amaağzı enli ve kıvrıktı. Sorgu yargıcı, belki detanımlayamadığından, raporuna onun re-smini çizmiş, kıvrık bir minyatür hançerebenzediğinibelirtirken pek de yanılmamıştı.

Cinayet işte bu iki bıçakla işlenmişti, herikiside çok kullanılmış, son derece ilkelbıçaklardı.

Faustino Santos, neler olup bittiğini bir türlüanlayamamıştı. "Bıçakları bilemeye yenidengeldiler," dedi bana, "Santiago Nasar'ınkarnını deşeceklerini herkes duysun diyeyine avaz avaz bağırdılar, ben de palavra at-tıklarını sandım, özellikle de bıçaklara dikkatetmediğim için, onların aynı bıçaklarolduğunu sanmıştım." Oysa bu kez Clotilde

101/216

Page 102: kırmızı pazartesi

Armenta, daha onların içeri girdiklerinigörür görmez, eskisi kadar kararlı olmadık-larını fark etmişti.

Aslında iki kardeşin arasında ilk uyuşmazlıkpatlak vermişti.

Görünürde tıpatıp birbirlerine benzediklerihalde iç dünyalarında yalnızca çok farklı ol-makla kalmıyorlar, zor durumlarda birbirler-inden tümüyle zıt karakterde oldukları or-taya çıkıyordu. Biz arkadaşları bunu dahailkokuldayken fark etmiştik. Pablo Vicario,kardeşinden altı dakika daha büyüktü, yeni-yetmelik dönemine kadar da ondan dahahayalperest, daha kararlı biri olmuştu. PedroVicario, bana her zaman daha duygusal biriolarak görünmüştü, yine dedaha otoriterdi.20 yaşma geldiklerinde askerlik şubesinebirlikte gitmişler, Pablo Vicario, ailesininbaşında kalabilmesi için askerlikten muaftutulmuştu. Pedro Vicario, askerlik hizmetinion bir ay boyunca kolluk kuvvetlerinde

102/216

Page 103: kırmızı pazartesi

devriye görevi yaparak tamamlamıştı. Ölümkorkusuyla daha da pekişen ordu disip-lini,onun emretme eğilimini, büyük kardeşiyerine karar verme alışkanlığını geliştirmişti.Onbaşı rütbesiyle terhis olup askerî tıbbın ensert yöntemlerine, Doktor DionisioIguarân'ın arsenik iğneleriyle permanganatlavmanlarına bile direnen belsoğukluğuhastalığıyla askerden dönmüştü.

Ancak sonradan hapisteyken onu iy-ileştirmeyi başarabilmişlerdi. Pedro Vicario,tam bir asker ruhuyla sol böğründeki kurşunyarası izini her isteyene göstermek için göm-leğini yukarı sıyırmak gibi yeni bir alışkan-lıkla geri döndüğünde, dostları olan bizler,Pablo Vicario'da kısa sürede küçük kardeşinekarşı acayip bir bağımlılık geliştiği düşünces-inde birleşmiştik.

Hatta kardeşinin bir savaş madalyasıgibi ser-gilediği büyük adamlara yaraşır

103/216

Page 104: kırmızı pazartesi

belsoğukluğu hastalığı karşısında bir türhayranlık duymaya bile başlamıştı.

32

Kendi ifadesine göre, Santiago Nasar'ıöldürme kararını Pedro Vicario almış,başlangıçta büyük kardeşi onun peşindengitmekten başka bir şey yapmamıştı. Ancakbelediye başkanı ellerinden silahlarını alınca,görevlerinin sona erdiğini kabul eden de,görünüşe göre yine o olmuş, bunun üzerinePablo Vicario dizginleri ele almıştı. Sorguyargıcı önünde ayrı ayrı verdikleri ifadelerdeikisi de bu anlaşmazlıktan söz etmemişti.

Ama Pablo Vicario, kardeşini son karara razıetmenin kolay olmadığını kaç kezdoğrulamıştı bana. Belki de aslında bu geçicibir panik duygusundan başka bir şey değildi,ama ortada bir gerçek vardı, o da PabloVicario'nun öteki iki bıçağı almak üzeredomuz ahırına tek başına gitmiş olmasıydı, o

104/216

Page 105: kırmızı pazartesi

arada kardeşidemirhindi ağaçlarının altındabüyük bir acı içinde damla damla işe-meyeçalışıyordu. "Ağabeyim bunun nasıl birşey olduğunu asla bilmemiştir," demişti banaPedro Vicario, yaptığımıztek görüşmede."Tıpkı öğütülmüş cam işer gibiydim." PabloVicario elinde bıçaklarla geri döndüğündeonuhâlâ ağaca sarılmış olarak bulmuştu.

"Çektiği acıdan soğuk terlerdöküyordu," de-mişti bana, "kimseyi öldürecek hali olmadığıiçin debenim tek başına gitmemi söylemeyeçalıştı." Pedro Vicario düğün yemeği içinağaçların altına yerleştirilmiş olan marangozmasalarındanbirine oturmuş, pantolonunudizlerine kadar indirmişti.

"Penisine sardığı gazlı bezi değiştirmek içinyarım saat kadar uğraştı,"

dedi bana Pablo Vicario. Aslında ondakikadan fazla sürmemişti, ama bu iş PabloVicarioiçin o kadar zor, o kadar anlaşılmaz

105/216

Page 106: kırmızı pazartesi

bir şeydi ki, gün ışıyana kadar vakitkazan-mak için kardeşinin yeni bir hilesi olarakyorumlamıştı bunu.Böylelikle bıçağı onuneline tutuşturarak, kız kardeşlerinin kirlen-ennamusunu temizlemek üzere onu neredey-se zorla alıp götürmüştü.

"Başka çare yok," demişti ona, "sen bunuoldu bitti say."

Avlulardaki köpeklerin gürültü patırtısıarasında, ellerinde hiçbir şeye sarmadıklarıbıçaklarla, domuz ahırının büyük kapısındandışarı çıkmışlardı. Hava aydınlanmayabaşlamıştı. "Yağmur yağmıyordu," diyehatırlıyordu Pablo Vicario. "Tam tersine," di-ye hatırlıyordu Pedro da,

"denizden rüzgâr esiyordu, yıldızlar da hâlâparmakla birer birer sayılacak kadar belir-gindiler." Haber artık ortalığaöyle biryayılmıştı ki, Hortensia Baute onlar tamevinin önünden geçerlerken kapıyı açmış,

106/216

Page 107: kırmızı pazartesi

Santiago Nasar için ilk gözyaşı döken de oolmuştu. "Onu öldürdüklerini sandım,"

dedi bana, "çünkü ellerindeki bıçakları sokaklambasının ışığı altında görmüştüm, üzerler-inden kanlar damlıyor gibi gelmişti bana." Okuytu sokakta açık olan pek az evden biri de,Pablo Vicario'nun nişanlısı olan PrudenciaCotes'in eviydi. İkizler o saatte oradan hergeçişlerinde, özellikle de çarşıya gittiklericuma günleri, günün ilk kahvesini içmek içinoraya uğrarlardı. Avlunun kapısını itipaçmışlar, üstlerine saldıran köpekler 33

sabahın alacakaranlığında onları hementanımıştı; Prudencia Cotes'in mutfaktaki an-nesini selamlamışlardı. Kahve henüz hazırdeğildi.

"Sonraya kalsın," demişti Pablo Vicario,"şimdi acelemiz var."

107/216

Page 108: kırmızı pazartesi

"Tahmin edebiliyorum, çocuklar," demiştikadın da. "Namus meselesi beklemez."

Ama yine de beklemişlerdi, işte o zamanPedro Vicario ağabeyinin bile bile vakit kay-bettiğini düşünmüştü. Onlar kahveleriniiçerlerken, Prudencia Cotes de, yeniyet-meliğinin tüm güzelliği içinde, ocağın alevinicanlandırmak için elinde bir tomar eski gaz-eteyle mutfağa girmişti. "Neyin hazırlığıiçinde olduklarını biliyordum," dedi bana,"yalnızca onlarla aynı fikirde olmaklakalmıyordum, erkeklik görevini yerine ge-tirmeyecek olursa onunla asla evlenmeyecek-tim." Kız mutfaktan çıkmadan önce Pablo Vi-cario, elindeki gazetelerden iki sayfa ayırıpbıçakları sarsın diye kardeşine vermişti.Prudencia Cotes, onların avlu kapısındançıkıp gittiklerini görene kadar mutfaktabeklemişti, Pablo Vicario hapisten çıkıp daonun ömür boyu eşi olana kadar da üç yılboyunca en küçük bir umutsuzluğakapılmadan beklemeyi sürdürecekti.

108/216

Page 109: kırmızı pazartesi

"Dikkatli olun," demişti onlara.

İşte bu yüzden de Clotilde Armenta, ikizlerieskisi kadar kararlı görmemekte haksız sayıl-mazdı, ikiz kardeşleri niyetlerinden büs-bütün vazgeçirmek umuduyla bir şişe kurt-pençesi rakısı ikram etmişti onlara. "O

gün biz kadınların bu dünyada ne kadar yal-nız olduğumuzun farkına vardım!" dedi banasütçü kadın. Pedro Vicario ondan kocasınıntıraş

takımını ödünç olarak istemiş, kadın dafırçayı, sabunu, duvara asılan aynayı, yeni birjiletle tıraş makinesini getirmişti, ama PedroVicarioet doğrama bıçağıyla tıraş olmuştu.Clotilde Armenta, bunun maçoluğun sonhaddi olduğu düşüncesindeydi. "Tıpkısinemalardaki kabadayılara benziyordu,"dedi bana. Oysa kendisi bana sonradan açık-lamıştı, dediği de doğruydu, kışladayken ber-ber usturasıylatıraş olmayı öğrenmiş, bir

109/216

Page 110: kırmızı pazartesi

daha da asla başka türlü tıraş olamamıştı.Ağabeyine gelince; Don Rogelio de la Flor'unödünç aldığı makinesiyle kolay tarafındantıraş

olmuştu o. En sonunda da şişedeki içkiyi,büyük bir sessizlik içinde, karşıdaki evin ışık-sız pencerelerini hiç uyumamış insanlarınmahmurluğu içinde seyrederek, ağır ağıriçmişlerdi; o arada hiç gerekmediği halde sütalmaya gelen sözde müşteriler dükkânauğruyor, satılmayan yiyecek maddelerini sor-uyorlardı, bunların niyeti öldürmek için San-tiago Nasar'ı gerçekten bekleyip beklemedik-lerini görmekti.

Vicario kardeşler, o pencerede ışık yandığınıgöremeyeceklerdi.

Santiago Nasar evine saat 4.20'de girmişti,ama yatak odasına varmak için hiçbir ışıkyakmasına gerek yoktu, çünkü merdivendekiküçük lamba 34

110/216

Page 111: kırmızı pazartesi

bütün gece açık bırakılıyordu. Üstünü çıkar-madan karanlıkta kendini yatağın üstüne at-mıştı, uyumak için yalnızca bir saati vardı;Victoria Guzmân, piskoposu karşılaması içinuyandırmaya yukarı çıktığında onu böylebulmuştu işte. Saat üçten sonrasına kadarMaria Alejandrina Cervantes'in evindeonunla birlikte olmuştuk, o saatte kadınkendisi çalgıcıları sepetlemiş, melez hayatkadınları dinlenmek üzere tek başlarına yat-sınlar diye avlunun ışıklarını söndürmüştü.Üç günden beri geceli gündüzlü hiç dinlen-meden çalışıyorlardı, önce gizlice onur ko-nuklarını ağırlamışlar, sonra da düğün cüm-büşünde hevesini alamamış

olan bizlerle vur patlasın çal oynasın eğlen-mişlerdi. Ancak öldüğünde uyuyacak ded-iğimiz Maria Alejandrina Cervantes, ömrüm-de tanıdığım en zarif, en sevecen kadındı,yatakta da en doyurucu, ama aynı zamandaen sert olanıydı. Burada doğmuş, buradabüyümüştü, kiralık bir sürü odası, avlusunda

111/216

Page 112: kırmızı pazartesi

Paramaribo'daki Çin pazarlarından aldığı içiboş kabaktan yapılma lambalarla aydınlanankoskoca bir dans pisti olan, kapıları herkeseaçık bir evde, burada yaşıyordu. Benimkuşağımın bekâretini silip süpüren de oolmuştu. Öğrenmemiz gerekenden çok dahafazlasını öğretmişti bizlere, ama her şeyinüstünde de hayatta hiçbir yerin boş bir yatakkadar hüzünlü olamayacağını öğretmişti.Santiago Nasar onu ilk gördüğü andan it-ibaren aklı başından gitmişti. Ben onuuyarmıştım:Savaşçı balıkçılla düşüp kalk-maya cesaret eden şahini tehlike bekler, diye.Ama o, Maria Alejandrina Cervantes'inSirenleri çağrıştıran büyüleyici şarkılarıylakendinden geçmiş bir halde bana kulakasmamıştı. Kadın onun için deliliğe varanbirtutku halini almış, 15 yaşında bir gencinuğruna gözyaşları döktüğü aşk ilahesi olupçıkmıştı, ta ki sonunda İbrahim Nasar,oğlunu kayışla döve döve kadının yatağındansöküp alarak bir yıldan fazla bir süreKutsal

112/216

Page 113: kırmızı pazartesi

Çehre'ye kapatana kadar. O zamandan beride derin bir sevgiyle birbirlerine bağlı kal-mayı sürdürmüşlerdi, ama bu ilişkide aşkınkarmaşasına yer yoktu, kadın ona öyle büyükbir saygı besliyordu ki, o oradayken başkakimseyle bir daha yatmamıştı. O son tatilim-izde yorgun olduğu gibi sudan bir bahaneylebizi erkenden yolluyor, ama ben gizlicedönüp geleyim diye kapının kol demirinitakmadan koridorunışığını açık bırakıyordu.

Santiago Nasar'ın kılık değiştirmekteşaşırtıcı bir yeteneği vardı, en sevdiğieğlencesi de melez kızların kimliklerinibirbirleriyle değiştirmekti.

Kimilerinin giysi dolaplarını ötekileri giy-dirmek için altüst eder, sonunda hepsikendilerini başka türlü hissederler, olmadık-ları kişiler olup çıkarlardı.

Bir keresinde kızlardan biri kendini birbaşkasında öyle kusursuz bir biçimde

113/216

Page 114: kırmızı pazartesi

kopyalanmış görmüştü ki, hüngür hüngürağlamaya başlamıştı.

"Kendimi sanki aynadan dışarı çıkmışım gibihissettim," demişti. Ama o gece Maria

35

Alejandrina Cervantes, SantiagoNasar'ınkılık değiştirtme becerileriyle sonkez eğlenmesine izin vermemiş, bunu da öylesaçma bahanelerle yapmıştı ki, o anınınbıraktığı burukluk bütün hayatınıdeğiştirmişti.

Böylelikle çalgıcıları yanımıza alarak tur atıpserenat yapmaya çıkmış, ikiz Vicariokardeşler öldürmek için Santiago Nasar'ıbekleyip dururlarken, biz de eğlenceyi kendihesabımıza sürdürmüştük. Saat neredeysesabahın dördü olduğunda, dul Xius'un evininbulunduğu tepeye tırmanıp yeni evlilere

114/216

Page 115: kırmızı pazartesi

serenat yapma fikri de Santiago Nasar'dançıkmıştı.

Yalnızca pencerelerin altında şarkılarsöylemekle kalmamış, bahçede havai fişekleratıp kestanefişekleri de patlatmıştık, ama vil-lanın içinde en küçük bir hayat belirtisi bilegörememiştik. Özellikle de yeni araba kapıdadurduğundan, içeride kimse olmadığıaklımıza bile gelmemişti, arabanın üstü hâlâaçıktı, şenlik sırasında taktıkları saten kur-delelerle parafinden yapılma portakal çiçeğidemetleri de duruyordu. O zamanlar bir pro-fesyonel gibi gitar çalan erkek kardeşim LuisEnrique, yeni evlilerin onuruna mutsuz evli-liklerden dem vuran doğaçlama bir şarkıçalmıştı. O

saate kadar yağmur yağmamıştı. Tam tersineay, gökyüzünün tam ortasındaydı, hava ber-raktı, tepenin ta altındaki mezarlıkta ışıl ışılparlayan ateşlerin ışığı bir çizgi halindegörünüyordu. Öte yanda da ay ışığının

115/216

Page 116: kırmızı pazartesi

altında masmavi görünen muz bahçeleri,hüzünlü bataklıklar ve Karayip Denizi'ninfosforlu ufuk çizgisi seçilebiliyordu. SantiagoNasar, denizde yanıp sönen bir ışığı göster-miş, Senegal'den yüklediği kölelerle Cart-agena de Indias'ın geniş ağzında batmış birzenci köle gemisinin hayaleti olduğunusöylemişti. İçinde herhangi bir vicdan azabıolduğunudüşünmek mümkün değildi, zatenAngela Vicario'nun kısacık ömürlü evlilikyaşantısının iki saat önce sona erdiğinden osırada haberi bileyoktu. Bayardo San Roman,motor sesi bahtsızlığını vaktinden önce elev-ermesin diye karısını yayan olarak babasınınevine götürmüş, sonra dul Xius'un vaktiylemutlu olduğu evde, ışıklar kapalı olarak, yen-iden tek başına kalmıştı.

Tepeden aşağı indiğimizde erkek kardeşimçarşıdaki meyhanelerde kızartılmış balıklakahvaltı yapmaya davet etmişti bizi, amaSantiago Nasar, piskopos gelene kadar birsaat olsun uyuyabilmek için kabuletmemişti.

116/216

Page 117: kırmızı pazartesi

Yanında Cristo Bedoya'yla birlikte, eski li-manda ışıkları yanmaya başlayan salaşlokantaları izleyerek ırmak boyunca yürüyüpgitmiş, köşeyi dönmeden önce durup bize elsallamıştı. Bu onu son görüşümüz oldu.

Daha sonra limanda buluşmak üzeresözleştiği Cristo Bedoya, evinin arkakapısında vedalaşmıştı onunla. Köpekleronun girdiğini duyunca her zamanki gibihavlamışlar, ama o alacakaranlıkta anahtar-larını 36

şıngırdatarak yatıştırmıştı onları. Mutfaktangeçip evin içine doğru ilerlerken, VictoriaGuzmân ateşin üzerindeki kahve cezvesinigözlüyordu.

"Beyaz adam," diye seslenmişti ona, "kahvehazır olmak üzere."

Santiago Nasar, kahveyi daha sonra içeceğinisöylemiş, Divina Flor'un kendisini beş

117/216

Page 118: kırmızı pazartesi

buçukta uyandırmasını, üzerindekinin eşiolan bir kat temiz giysiyi odasına götürmes-ini istemişti. O yatmaya çıktıktan bir dakikasonra VictoriaGuzmân, Clotilde Armenta'nınsüt dilenen kadınla yolladığı mesajı almıştı.Saat 5.30'da Santiago Nasar'ı uyandırma em-rini yerine getirmiş, ama Divina Flor'u yolla-mak yerine elinde onun ketengiysisiyle yatakodasına bizzat kendisi çıkmıştı, çünkü kızınıefendisinin pençelerinden korumak içinhiçbir fırsatı kaçırmazdı.

Maria Alejandrina Cervantes evinin kapısınakol demirini takmamıştı.

Kardeşime veda edip melez kızların kediler-inin lalelerinarasında birbirlerine sokulupuyudukları koridoru geçerek yatak odasınınkapısını vurmadan itmiştim. Işıklar sönüktü,ama içeri girer girmez ılık kadın bedeni kok-usunu almış, karanlıkta ışıl ışıl parlayan birçift panter gözünü görmüştüm, daha sonra

118/216

Page 119: kırmızı pazartesi

çanlar çalınmaya başlayana kadar bir dahakendime gelemedim.

Erkek kardeşim eve giderken sigara almakiçin Clotilde Armenta'nın dükkânınauğramıştı. O kadar çok içmişti ki, okarşılaşmayla ilgili anıları hep bulanıkolmuştur, ama Pedro Vicario'nun kendisineikram ettiği o ölümcül içkiyi hiç unutamaz."Alev gibi bir şeydi," demişti bana. Artık uy-uklamaya başlamış olan Pablo Vicario, onuniçeri girdiğini hissedince irkilerek uyanmış,bıçağını göstererek,

"Biz Santiago Nasar'ı öldüreceğiz," demişti.

Kardeşim bunu hatırlamıyordu bile. "Amahatırlasaydım bile inanmazdım," demiştirbana kaç kez. "İkizlerin kalkıp da adamöldürecekleri hangi sersemin aklına gelirdi,hem de bir domuz bıçağıyla!"

119/216

Page 120: kırmızı pazartesi

Sonra ona Santiago Nasar'ın neredeolduğunu sormuşlardı, çünkü o ikisinibirliktegörmüşlerdi, kardeşim onlara nekarşılık verdiğini de hatırlamıyordu. AmaClotilde Armenta'yla Vicario kardeşler onunyanıtını duyunca okadar şaşırmışlardı ki,soruşturma raporunda ayrı ayrı verdikleriifadelerde bunu açıkça belirtmişlerdi. Onlarabakılırsa kardeşim şöyledemişti: "SantiagoNasar öldü." Sonra piskoposvari birhareketle herkesi kutsamış, kapının korku-luğuna takılıp tökezlemiş, sendeleyerekdışarı çıkmıştı. Meydanın orta yerinegeldiğinde Peder Amador'la karşılaşmıştı.Sırtında ayin cüppesi, peşinde çıngırak çalanbir papaz çömezi ve piskoposun açık hava ay-ini için kullanılacak mihrabı taşıyanbir sürüyardımcısıyla, limana doğru gidiyordu. On-ların geçtiğini görünce Vicario kardeşleristavroz çıkarmışlardı.

37

120/216

Page 121: kırmızı pazartesi

Clotilde Armenta, rahip, evlerinin önündengeçip gidince son umutlarını da yitirdiklerinianlattı bana. "Mesajımı almadığını sandım,"

dedi. Oysa Peder Amador, yıllar sonra,Calafell'deki kasvetli Huzurevi'neçekildiğinde, Umana gitmeye hazırlandığısırada Clotilde Armenta'nınve dahabaşkalarının acil mesajlarını gerçekten dealdığını itiraf etmişti bana.

"Doğrusunu isterseniz ne yapacağımı bile-memiştim," dedi. "İlk aklıma gelen şey,bunun beni değil sivil yetkilileri ilgilendirenbir sorun olduğuydu, ama sonra PlâcidaLinero'ya uğrayıp ayaküstü bir şeylersöylemeye karar verdim." Yine de meydanıgeçerken bu konuyu tümüyle unutmuştu."Beni anlamazsınız," dedi bana. "Tam ouğursuz gün piskopos geliyordu."

Cinayet ânında öyle büyük bir umutsuzluğadüşmüş, kendini öylesine aşağılık hissetmişti

121/216

Page 122: kırmızı pazartesi

ki, alarm çanlarının çalınmasını emretmek-ten başka yapacak bir şey gelmemişti aklına.

Kardeşim Luis Enrique, babam içeri gird-iğimizi duymasın diye annemin kilitlemedenbıraktığı mutfak kapısından girmişti eve.Yatmadan önce banyoya gitmiş, ama heladaotururken uyuyakalmıştı; küçük kardeşimJaime okula gitmek için kalktığında, karo-ların üzerine yüzükoyun yatmış, uykusundaşarkı söylerken bulmuştu onu. Akşamdankaldığı için piskoposu karşılamayagidemeyecek olan rahibe kız kardeşim deonu uyandırmayı başaramamıştı. "Banyoyagittiğimde saat beşi çalıyordu,"

dedi bana. Daha sonra öteki kız kardeşimMargot, limana gitmek üzere hazırlanırken,banyoya girdiğinde, Luis Enrique'yi zorluklakaldırıp yatak odasına götürmeyi becermişti.Uykusunun içinde, hiç uyanmadan, pisko-posun vapurunun ilk düdük sesleriniduymuştu. Sonra akşamki eğlenceden

122/216

Page 123: kırmızı pazartesi

tükenmiş bir halde horul horul uyumuştu, taki kız kardeşim yatak odasına girip biryandan rahibe kılığını giymeye çalışırken çıl-gınlar gibi bağırarak onu uyandırana kadar:

"Santiago Nasar'ı öldürdüler!"

Bıçak kesikleri, Doktor Dionisio Iguarân'ınyokluğu nedeniyle Peder Carmen Amador'unyapmak zorunda kaldığı acımasız otopsininyalnızca başlangıcıydı. "Sanki öldükten sonraonu bir kez daha öldürmüştük,"

demişti bana yaşlı rahip, Calafel'deki inzivayerinde. "Ama belediye başkanının emri öy-leydi, ne kadar aptalca olursa olsun o gaddarherifinemirlerinin yerine getirilmesi gerekiy-ordu." Bu pek de doğru değildi.

O inanılmaz pazartesinin karmaşası içinde,Albay Aponte, eyalet valisiyleacil bir telgrafkonuşması yapmış, o da bir sorgu yargıcı yol-lanana kadarhazırlıkları tamamlaması için

123/216

Page 124: kırmızı pazartesi

ona yetki vermişti. Belediye başkanı,adaletişlerinde hiçbir deneyimi olmayan eskibir subaydı, bilen birine işe neredenbaşlaması gerektiğini soramayacak kadar dakibirli biriydi.Huzurunu ilk kaçıran şey buotopsi olmuştu. Tıp öğrencisi olan CristoBe-doya, Santiago Nasar'la yakın dostluğunedeniyle kendisini bu 38

işten muaf tutmalarını sağlamıştı. Belediyebaşkanı, Doktor Dionisio Iguarândönenekadar cesedin buzdolabında saklanabile-ceğini düşünmüş, ama insan boyunda birbuzdolabı bulamamıştı, çarşıda bu iş içinbulabildiği en uygun doapsa hizmet dışıydı.Ceset, cenaze için şatafatlı bir tabut yapılanakadar daracık bir portatif demir karyolanınüzerine yatırılıphalkın görmesi için salonunortasına yerleştirilmişti. Yatak odalarındakive bazı komşu evlerdeki vantilatörleri alıpgetirmişlerdi, ama onu görmeye can atan okadar çok kişi vardı ki, mobilyaları bir ken-ara çekip kafeslerle eğreltiotu saksılarını

124/216

Page 125: kırmızı pazartesi

yerlerinden indirmek gerekmişti, öyle bile sı-caklık dayanılır gibi değildi. Üstelik ölümünkokusuyla azmış olan köpekler huzursuzluğubüsbütün artırıyorlardı. Ben eve girdiğimdenberi ulumayı kesmemişlerdi, Santiago Nasarhenüz mutfakta can çekişirken,Divina Flor'uavaz avaz ağlarken, köpekleri kalın birsopayla hizayasokmaya çalışır bulmuştum.

"Yardım et bana!" diye bağırdı. "Bağırsak-larını yemek istiyorlar!"

Onları ahıra kapatıp kapıya asma kilit taktık.Plâcida Linero daha sonra cenaze bitenekadar onları uzak bir yere götürmeleriniemretmişti.

Ama öğlene doğru, nasıl olduğunu kimsebilemeden, bulundukları yerden kaçmışlar,deli gibi evin içine doluşmuşlardı. PlâcidoLinero ilk kez olarak kendini kaybetmişti.

125/216

Page 126: kırmızı pazartesi

"Cenabet köpekler!" diye bağırdı. "Hepsinigebertin!"

Bu emir derhal yerine getirilmiş, ev yenidensessizliğe bürünmüştü. O

zamana kadar cesedin durumuyla ilgili hiçbirtedirginlik duyulmamıştı.

Yüzü, şarkı söylediği zamanlardaki aynıifadeyle el değmemiş gibi duruyordu, CristoBedoya iç organlarını yerli yerine koymuş,keten bir bezle sarıp sarmalamıştı. Ama yinede öğleden sonra yaralardan sızmaya başlay-an şurup renginde bir su, sinekleri oraya çek-miş, üst dudağının üzerinde beliren mor birleke, tıpkı suyun üzerine vuran bir bulutungölgesi gibi, yavaş yavaş saç diplerine kadaryayılmıştı. Her zaman hoşgörülü bir ifadetaşıyan yüzü, düşmanca bir havaya bürün-müş, annesi de onu bir mendille örtmüştü.Albay Aponte bunun üzerine artık daha fazlabeklemenin mümkün olmadığını anlamış,

126/216

Page 127: kırmızı pazartesi

Peder Amador'a otopsiyi yapmasını emret-mişti. "Onu bir hafta sonra mezardan çıkar-mak daha beter olacaktı," dedi bana. Peder,Salamanca'da tıp ve cerrahlık eğitimigörmüş, ama mezun olmadan papaz okulunagirmişti, zaten belediye başkanı da biliyorduonun yapacağı otopsinin yasal bir değeri ol-mayacağını. Ama yine de emrinin yerine ge-tirilmesini sağlamıştı.

Not tutan eczacıyla tatilini orada geçirmekteolan bir tıbbiye birinci sınıf öğrencisinin deyardımıyla, halk okulunun salonunda, tambir kıyımgerçekleştirildi. Yalnızca ufak tefekcerrahi aletleri vardı ellerinde, 39

geri kalanı birtakım zanaatkar gereçleriydi.Cesedi kesip biçmesi bir yanabırakılacakolursa, Peder Amador'un raporu doğru gibigörünüyordu, sorgu yargıcı da bunu yararlıbir belge olarak raporuna iliştirmişti.

127/216

Page 128: kırmızı pazartesi

Santiago Nasar'ın aldığı sayısız yaralarınyedisi ölümcüldü. Karaciğeri ön yüzündenaldığı iki derin yarayla neredeyse parçalan-mıştı. Midesinde dört kesik vardı, bunlardanbiri o kadar derindi ki, mideyi delip geçmiş,pankreası parçalamıştı. Kalınbağırsağındadaha küçük altı kesikle incebağırsağındasayısız yaralar vardı. Belkemiğinin üçüncüomuru hizasında sırtından aldığı tek darbesağ böbreğini delip geçmişti. Karmboşluğunda büyük miktarda kan pıhtılarıbirikmişti, midesindeki bulamacın içindeSantiago Nasar'ın dört yaşındayken yutmuşolduğu altın Bakire Carmen madalyonu dur-uyordu. Göğüs boşluğunda iki kesikgörünüyordu: Bunlardan biri sağ tarafındakiikinci kaburga aralığından girip akciğerietkilemiş, biri de sol koltukaltının çokyakınma girmişti. Ayrıca kollarıyla ellerindedaha küçük altı yara, iki tane de enlemesinekesik vardı: Bunlardan biri sağ uyluğunda,öteki de karın kaslarındaydı. Sağ elinin

128/216

Page 129: kırmızı pazartesi

avcunda derin bir yara açılmıştı. Rapordaşöyle deniyordu: "Çarmıha gerilen İsa'nınyara izini andırıyordu." Beyin kütlesi normalbir İngiliz'in beyninden altmış gram dahaağırdı; Peder Amador,Santiago Nasar'ınüstün bir zekâya sahip olduğunu, kendisiniparlak birgeleceğin beklediğini raporundabelirtmişti. Ancak raporun son bölümündekaraciğerde aşırı büyüme olduğunu saptıyor,bunu iyi tedaviedilmemiş bir sarılıkhastalığına bağlıyordu. "Yani," dedi bana,"zaten ancak birkaçyıllık ömrü kalmıştı."

Santiago Nasar'ın gerçekten de on ikiyaşındayken geçirdiği sarılığını tedavi etmişolan Doktor Dionisio Iguarân, bu otopsiyihatırlarken son derece sinirleniyordu. "Bukadar ahmak olmak için ancak papaz olmakgerekir," demişti bana. "Bizler gibi tropikalbölgede yaşayanların karaciğerinin İspanyol-larınkinden daha büyük olduğunu adamınkafasına sokmak bir türlü mümkün olmadı."Raporda sonuç olarak ölüm nedeninin en

129/216

Page 130: kırmızı pazartesi

büyük yedi yaranın herhangi birinin başlat-tığı ağır kanama olduğu belirtiliyordu.

Bize geri verdikleri ceset bambaşkaydı. Ka-fatasının yarısı delgi işlemiyle parçalanmış,ölümün bile koruduğu yakışıklı delikanlıyüzü sonunda tanınmaz hale gelmişti. Ayrıcarahip, parçalanmış iç organlarını kökündensöküp çıkarmış, ama sonunda bunları neyapacağını bilemediğinden öfke içinde kut-sadıktan sonra çöp tenekesine atmıştı. Halkokulunun pencerelerine toplanmış olan sonmeraklıların artık daha fazla merakıkalmamış, otopsiye yardım eden tıp öğren-cisi baygınlık geçirmişti; halkı bastırmahareketlerinde onca katliam görmüş, oncakıyıma neden olmuş olan AlbayLâzaroAponte bile sonunda ispritizmacılığın yanısıra bir de vejetaryen olup çıkmıştı. İçine bezparçaları, kireç kaymağı tıkıldıktan sonrakalın kenevir sicimiyle çuvaldızlarlaüstünkörü dikilmiş olan içi boş

130/216

Page 131: kırmızı pazartesi

40

ceset, ipek kapitone kaplamalı yepyenitabuta koyduğumuzda neredeyse dağılmaküzereydi. "Böylece daha uzun süre korun-acağını düşünmüştüm," dedibana PederAmador. Ama tam tersi olmuştu: Şafaksökerken onu alelacele defnetmek zorundakalmıştık, çünkü o kadar kötü birdurumday-dı ki, artık evin içinde varlığına dayanmakimkânsızdı.

Kasvetli bir sah sabahı güneş doğuyordu. Oboğucu günün sonunda gidip tek başımayatacak cesareti bulamamıştım kendimde,sürgüyü sürmediğini umarak Maria Ale-jandrina Cervantes'in evine gittim, kapısınıitip içeri girdim. Ağaçlara asılmış içi boşkabaktan yapılma lambalar hâlâ yanıyordu,avluda yanan bir sürü odun ateşinin üzerineyerleştirilmiş

131/216

Page 132: kırmızı pazartesi

dumanları tüten koca koca kazanların içindemelez kızlar şenlik giysilerini yas rengineboyuyorlardı. Maria Alejandrina Cervantes'iher zamanki gibi şafak vakti uyanık bul-muştum, evde yabancılar bulunmadığızamanlar hep olduğu gibi çırılçıplaktı.Kraliçelere yaraşır yatağının içinde, çeşitli yi-yeceklerle Babil kulesini andıran koca birtepsinin karşısına bağdaş

kurup oturmuştu: Dana pirzolaları, haşlan-mış tavuk, domuz bonfilesi, beş

kişiye yetecek kadar muzla sebze garnitürlerivardı. Ölçüsüz miktarda yemek yemek herzaman onun tek ağlama yöntemi olmuştu,onu böylesine büyük bir acı içinde hiçgörmemiştim. Hiç konuşmadan, giyinikolarak yanma uzandım, ben de kendimceağlıyordum. Santiago Nasar'ın kaderininacımasızlığını düşünüyordum: 20 yıllıkmutlu yaşamını yalnızca canını alarak son-aerdirmekle kalmamış, aynı zamanda

132/216

Page 133: kırmızı pazartesi

bedenini paramparça ederek ortalığa dağıtıpyok etmişti. Kucağında bir kız çocuğuyla birkadının odaya girdiğini gördüm rüyamda,çocuk soluk almadan, kıtır kıtır mısıryiyor,yarı çiğnenmiş mısır taneleri kadının kolsuzbluzuna düşüyordu. Kadın, "Hiç düşün-meden çiğneyip duruyor, öylesine, neyediğine bakmadan," dedi bana. Birdenaceleci parmakların gömleğimin düğmeleriniaçtığını duydum, arkamda yatan aşk canav-arının o tehlikeli kokusunu duyumsadım,onun sevecenliğinin oynak kumlarınınhazzına gömüldüğümü hissettim. Ama sonrabirden durdu, ta uzaklardan öksürdü, hay-atımdan geçip gitti.

"Yapamam," dedi, "onun kokusunutaşıyorsun."

O gün yalnızca ben değil, her şey SantiagoNasar gibi kokuyordu.

133/216

Page 134: kırmızı pazartesi

Belediye başkanının onları ne yapacağınıdüşünene kadar kapattığı zindanda Vicariokardeşler de duyuyorlardı bu kokuyu."Sabun ve tahta beziyle ne kadar ovalarsamovalayayım, o kokuyu bir türlü gideremiy-ordum," demişti bana Pedro Vicario. Üç ge-cedir uyku uyumamışlardı, ama dinlenemiy-orlardı, çünkü birazcık içleri geçmeyebaşlarken o cinayeti yeniden yaşıyorlardı.Pedro Vicario, artık neredeyse yaşlı bir adamolduğunda, o bitmek bilmez günkü halinibana anlatmaya çalışırken, hiçbir zorlukçekmeden şöyle demişti: "Sanki iki kezuyanık 41

olmak gibi bir şeydi." Onun bu sözü üzerine,zindandayken onlar için en dayanılmaz olanşeyin kafalarının berraklığı olduğunudüşünmüştüm.

Kaldıkları hücre üç metre uzunluğundaydı,ta tepede demirparmaklıklı bir hava deliği,portatif bir hela, el yıkamak için bir

134/216

Page 135: kırmızı pazartesi

ibrikleleğen, üstlerine ot şilte serili iki tanede taş örme kerevet vardı. Burayıkendisiyaptırmış olan Albay Aponte, buradan dahainsancıl bir yerolamayacağını söylüyordu.

Kardeşim Luis Enrique de aynıfikirdeydi,çünkü bir gece çalgıcılar arasındaçıkan bir dalaşma yüzünden onu orayakapat-mışlar, belediye başkanı sırf merhametindenmelez kızlardan birinin ona eşlik etmesineizin vermişti. Belki Vicario kardeşler de sa-bahınsaat sekizinde, kendilerini Araplarınelinden kurtulmuş hissettiklerindeaynı şeyidüşünmüş

olabilirlerdi. O dakikalarda töreyi yerine ge-tirmişolmanın saygınlığı avutuyordu onları,tek huzursuzlukları geçmekbilmeyen o kok-uydu. Bol miktarda su, arapsabunu ve tahtabeziistemişler, kollarındaki, yüzlerindekikanları temizlemişlerdi, ayrıcagömleklerinide yıkamışlardı, ama bir türlü rahat edemiy-orlardı. PedroVicario, müshilleriyle idrar

135/216

Page 136: kırmızı pazartesi

söktürücü ilaçlarını, sargısını değiştirmekiçinbir rulo da gazlı bez istemiş, sabahleyiniki kez işeyebilmişti. Yine de günilerledikçehayat onun için o kadar çekilmez bir halalmıştı ki, o kokuikinci planda kalmıştı. Öğlesonrası saat ikide sıcağın verdiği uyuşukluk-laeriyecek hallerdeyken, Pedro Vicario artıko kadar yorgundu ki, yatağauzanıp yatamıy-ordu, ama aynı yorgunluk ayakta durmasınıdaengelliyordu. Kasıklarındaki ağrı boynunakadar çıkıyordu, çişiniyapamaz olmuştu, öm-rünün geri kalanı boyunca bir dahauy-uyamayacağından emin olarak dehşetekapılmıştı. "On bir ayboyunca gözümü kırp-madım," dedi bana, bunun doğru olduğunubilecek kadar iyi tanıyordum onu. O gün öğleyemeği de yiyememişti.

Pablo Vicario'yagelince; getirdikleri her şey-den birer parça yemiş, aradan on beş dakik-ageçtikten sonra pis kokulu bir ishal başgöstermişti. Akşam saat altıda,Santiago Nas-ar’ın cesedine otopsi yaparlarken, belediye

136/216

Page 137: kırmızı pazartesi

başkanı acil olarak çağrılmıştı, çünkü PedroVicario, ağabeyini zehirlediklerindenemindi."Su gibi gidiyordum," demişti bana Pablo Vi-cario, "bunun Türklerin1 marifeti olduğudüşüncesini kafamızdan bir türlü söküpatamıyorduk."

O zamana kadar portatif hela iki kez ağızağızadolmuştu, gardiyan da Pablo Vicario'yualıp altı kez belediyenin helasınagötürmüştü. Albay Aponte onu orada bul-muştu, kapıları olmayanhelada gardiyan, sil-ahının namlusunu ona çevirmişti, öyle sugibi ishaldi ki, zehirlendiğini düşünmek ol-mayacak şey değildi. Ama yalnızca suiçtiği,Pura Vicario'nun yolladığı yemeği yediği an-laşılınca bu olasılığı hemen göz ardı et-mişlerdi. Yine de 1 Güney Amerika ülkeler-inde Ortadoğu'dan göçen Arap kökenlilereTürk gözüyle bakılır. (Çev.) 42

belediye başkanı bu durumdan okadar etki-lenmişti ki, sorgu yargıcı gelip onları

137/216

Page 138: kırmızı pazartesi

Riohacha Hapishanesi'nenakledene kadar,mahpusları alıp kendi evine götürerek özelgözetim altında tutmuştu.

İkizlerin duyduğu korku, sokaktaki insan-ların ruhsal durumuna da uyuyordu. Ara-pların misilleme yapabilecekleri olasılığıgözden uzak tutulmuyordu, ama Vicariokardeşlerin dışında hiç kimse zehirlenmeolasılığını aklına getirmemişti. Daha çok ge-ceyi bekleyerek tepe penceresinden içeri ben-zin döküp mahpusları zindanın içinde diridiri yakacakları varsayılıyordu. Ama bu bileoldukça kolay bir tahmindi.

Araplar, yüzyılınbaşlarında en ücra, en yok-sul Karayip köylerine yerleşmiş

barışçı göçmenlerden oluşan bir topluluktu,hayatlarını oralarda kalıppanayırlarda renkrenk kumaşlarla incik boncuk sataraksürdürmüşlerdi. Birbirlerine bağlıydılar,çalışkandılar, Katolik olmuşlardı.

138/216

Page 139: kırmızı pazartesi

Kendi aralarında evleniyorlardı, buğdaylarınıdışarıdan getirtiyor, avlularında koyun be-sliyorlar, mercanköşk ve patlıcan yetiştiriy-orlardı, en büyük tutkuları kâğıt oyunlarıydı.Yaşlılar ülkelerinden getirdikleri taşraArapçası konuşmayı sürdürmüşler, bu diliaile içinde ikinci kuşağa kadarhiçdeğiştirmeden korumuşlardı, ancak Santi-ago Nasar'ın dışında üçüncü kuşaktan olan-ların hepsi ana babalarının Arapça söyledik-lerini anlar, ama onlara İspanyolca karşılıkverirdi. Böylelikle hepimizin suçlu olabile-ceğimiz bir cinayetin öcünü almak içintaşralı ruhlarını bir andadeğiştirebilecekleridüşünülemezdi. Buna karşılık, servetleritükenene kadar güçlü, mücadeleci insanlarolan, taşıdıkları ad sayesinde başlarına birşey gelmeyen bir sürü meyhane kabadayısıyetiştirmiş olan Plâcida Linero ailesinden birmisilleme olabileceğini kimse aklınagetirmemişti.

139/216

Page 140: kırmızı pazartesi

Söylentilerden kaygılanan Albay Aponte,Arap aileleri teker teker ziyaret etmiş, hiçdeğilse bu sefer doğru bir sonuca ulaşmıştı.Onları evlerindeki dua köşelerinde yassimgeleriyle şaşkın, üzgün görmüştü;kimileri yere oturmuş avaz avaz ağlıyor, amahiçbiri içinde intikam duygusu beslemiy-ordu. Sabahki tepkiler cinayetin hemen ar-dından sıcağı sıcağına gösterilmişti, bunlarıgerçekleştirenler de hiçbir zaman yumruk-lardan öteye geçmeyeceklerini itiraf et-mişlerdi. Dahası vardı: Pablo Vicario'nunishalini kesen, aynı zamanda ikiz kardeşininrahat rahat işemesinisağlayan mucizeviçarkıfelek ve pelin çayını salık veren de Suse-meAbdala adındaki yüz yaşında bir yaşhkadın olmuştu. Bunu içtikten sonra PedroVicario tatlı bir uyuşukluğa gömülmüş,ağabeyi de vicdan azabı çekmeden ilkuykusuna dalabilmişti. Purisima Vicario,belediyebaşkanı kendisini alıp onlarla

140/216

Page 141: kırmızı pazartesi

vedalaşmaya götürdüğünde, salı sabahısaatüçte çocuklarını böyle bulmuştu işte.

Kocalarıyla birlikte büyük kızları da dahil ol-mak üzere bütün aile, Albay Aponte'nin gir-işimiyle kasabadan çekip gitmişti. Halkınbitkin düşmesi 43

sayesinde kimse farkına varmadanayrılmışlardı kasabadan. O arada geridönüşü olmayan o gün uyumadan ayaktakalmış bizlerden başka kimse yoktu, biz deSantiago Nasar'ı gömmeye çalışıyorduk. Vi-cario ailesi, belediye başkanının kararmauyarak, heyecan yatışana kadar uzaklaşmakniyetiyle çekip gitmiş, ama bir daha da geridönmemişti. Pura Vicario, darbe izlerinikimse görmesin diye kızının yüzünü bir bezparçasıyla örtmüş, gizli sevgilisinin yasınıhâlâ tuttuğunu sanmasınlar diye de sırtınaparlak kırmızı renkte bir giysi geçirmişti.Ayrılmadan önce Peder Amador'dan oğul-larına hapishanede günah çıkartmasını

141/216

Page 142: kırmızı pazartesi

istemişti, ama Pedro Vicario bunayanaşmamış, ağabeyini de pişman olacakhiçbir şeyleri olmadığına ikna etmişti. Oradatek başlarina kalmışlardı, Riohacha'ya na-kledilecekleri gün öylesine kendilerinegel-mişlerdi, haklı olduklarından da o kadar em-indiler ki, aileye yapıldığı gibi kasabadan ge-celeyin çıkarılmak istememişler, yüzleriniörtmeden güpegündüz çıkmayıyeğlemişlerdi. Babaları Poncio Vicario,bundan kısabir süre sonra öldü. "Onu vicdanazabı götürdü," demişti bana Angela Vicario.İkizler beraat ettikten sonra, ailenin yaşadığıManaure'ye bir günlük uzaklıktakiRiohacha'da kalmışlardı. Prudencia Cotes de,babasının atölyesinde altın işçiliğini öğrenipsonunda iyi bir kuyumcuolan PabloVicario'yla evlenmek için kalkıp oraya git-mişti. Ne eşi ne deişi olan Pedro Vicario'ysaüç yıl sonra yeniden Silahlı Kuvvetler'ekatılmış, başçavuş rütbesine kadar yük-selmişti; güzel bir sabah, birlikte olduğu

142/216

Page 143: kırmızı pazartesi

devriye müfrezesi, genelev şarkıları söy-leyerek gerilla bölgesinegirmiş, onlardan birdaha haber alınamamıştı.

Kasaba halkının çok büyük bir çoğunluğuiçin ortada tek bir kurban vardı, o da Ba-yardo San Român'dı. Trajedinin ötekikahramanlarının hayatın kendilerine uygungördüğü rolleri ağırbaşlılıkla, biraz da soylu-lukla oynadıkları kanısmdaydılar. SantiagoNasar, yaptığı kötülüğün kefaretini ödemiş,Vicario kardeşler erkekliklerini kanıt-lamışlardı, aldatılan kız kardeş de namusunuyeniden kazanmıştı. Her şeyini kaybeden tekkişi Bayardo San Roman olmuştu. Yıllaryılıherkes onu "Zavallı Bayardo" diye an-mıştı. Yine de ertesi cumartesi günü ay tutul-ması geçene kadar kimse aklına getirmemiştionu; o gün dul Xius, belediye başkanına, eskievinin tepesinde kanat çırpıp duran fosforlubir kuş gördüğünü, bunun evini geri isteyeneşininruhu olduğuna inandığını anlatmıştı.Belediye başkanı da elini alnına vurmuştu,

143/216

Page 144: kırmızı pazartesi

ama bu hareketinin dul adamın gördüğüşeyle hiç ilgisi yoktu.

"Hay Allah kahretsin!" diye bağırmıştı. "Ozavallı adamı tamamen unutmuşum!"

Yanına bir koruma alarak tepeye tırman-mıştı, villanın önünde üstü açık arabayı bul-muş, yatak odasındatek bir ışık görmüştü,ama 44

seslenmelerine kimse karşılık vermemişti.Bunun üzerine yandaki kapılardan birini zor-lamışlar, ay tutulmasının hafifçe aydınlattığıodaları dolaşmışlardı. "Her şey suyunaltındaymış gibi görünüyordu," diye anlattıbana belediye başkanı. "Bayardo San Romanyatağında bilinçsiz yatıyordu, PuraVicario'nun pazartesi sabahı onu gördüğügibi aynı süslü pantolonla ipekli gömlekvardı üzerinde, ama ayakkabıları yoktu.Yerde boş şişeler duruyordu, yatağın yanındada açılmamış daha pekçok şişe vardı, ama

144/216

Page 145: kırmızı pazartesi

yiyecek namına hiçbir şey yoktu." Acil olarakçağrılan Doktor Dionisio Iguarân, "Alkol ze-hirlenmesinin son aşamasındaydı," demiştibana. Ama birkaç saat içinde kendini topar-lamış, aklı başına gelir gelmez de, olab-ildiğince terbiyeli davranarak, herkesi kapıdışarı etmişti.

"Kimse canımı sıkmasın," demişti. "Taşaklıbir gazi olan babam bile."

Belediye başkanı, telaş içinde bir telgraf yol-layarak, bu son edebi cümleye varana kadarbütün olayı General Petronio San Român'anakletmişti. General San Roman, oğlunun buisteğine harfi harfine uymuş

olsa gerekti, çünkü onu almaya kendi gel-memiş, kızlarıyla birlikte eşini, ayrıca kızkardeşleri gibi görünen yaşlı iki kadını dahaoraya göndermişti.

145/216

Page 146: kırmızı pazartesi

Kadınlar, Bayardo San Român'ın başınagelenfelaket yüzünden gırtlaklarına kadarkapalıyas giysileri içinde, saçları çektikleriacıdan darmadağınık bir halde, bir yük gem-isiyle gelmişlerdi. Karaya adım atmadanönce ayakkabılarını çıkarmışlar, öğle vaktin-in yakıcı toz toprağı içinde sokakları çıplakayakla geçerek tepeye tırmanmışlardı,saçlarını başlarını kökünden yoluyorlar, öylecanhıraş feryatlarla ağlıyorlardı ki, sanki sev-inç çığlıkları atar gibiydiler. Ben onlarıngeçtiğini Magdalena Oliver'in balkonundangörmüştüm, bu kadar büyük bir üzüntününancak daha büyük utançları örtbas etmekiçin gösterilebileceğini düşündüğümühatırlıyorum.

Albay Aponte, tepedeki eve kadar onlara eş-lik etmiş, daha sonra Doktor DionisioIguarân da acil durumlarda bindiği eşeğiyleonlara katılmıştı. Güneşin kızgınlığı azalıncabelediyeden iki adam Bayardo San Român'ı,bir battaniyeyle tepesine kadar örtülü olarak,

146/216

Page 147: kırmızı pazartesi

peşinde de ağıt yakan kadınlardan maiyetiylebirlikte, bir sırığa asılı hamağının içindeaşağı indirmişlerdi. Magdalena Oliver onunöldüğünü sanmıştı.

"Collons de deu!1" diye bağırmıştı.

"Adam ziyan oldu gitti!"

Bayardo San Roman bir kez daha alkoldenserilmiş yatıyordu, ama onu götürürlerkenhayatta olduğuna inanmak zordu, çünkü sağkolu yerde 1 Collons de deu: Katalan dilinde"Tanrı'nın taşakları" anlamına gelen kaba birünlem. (Çev.) 45

sürünüyordu, annesi kolunu alıp hamağıniçine koyar koymaz yeniden aşağı sarkıy-ordu, öyleki tepenin üstünden geminingüvertesine kadar yerde bir iz bırakmıştı.Ondan bize geriye kalan son şey buydu işte:Bir kurbanın anısıydı belleklerimizde kalan.

147/216

Page 148: kırmızı pazartesi

Villayı öylece bırakmışlardı. Kardeşlerimleben, tatillerde eve döndüğümüzde, eğlencegecelerimizde orayı keşfe çıkardık, terkedilmiş

odaların içinde her defasında daha az sayıdadeğerli eşya bulabiliyorduk.

Bir keresinde Angela Vicario' nun düğün ge-cesi annesinden istemiş

olduğu küçük el çantasını bulmuş, ama hiçönemsememiştik. İçinde bulduklarımız birkadının temizliği, güzelliği için gerekli olandoğal tuvalet malzemesi gibi görünüyordu,ben onların gerçekten ne işe yaradığını, an-cak yıllar sonra Angela Vicario kocasını ald-atmak için kendisine öğretmiş oldukları ko-cakarı hilelerinin neler olduğunu bana anlat-tığında öğrenmiştim. Beş saat boyunca evlibir kadın olarak yuvası olmuş bu yerde ar-kasında bıraktığı tek izdi bu el çantası.

148/216

Page 149: kırmızı pazartesi

Yıllar sonra, bu olayla ilgili son tanıkları bul-mak için geri döndüğümde, Yolanda deXius'un mutluluğunun son kalıntıları bileyok olup gitmişti.

Albay Lâzaro Aponte'nin inatçı gözetiminerağmen eşyalar birer birer kaybolmuştu,Mompoxlu usta şarkıcıların kapılardansığmadığı için evin içinde monte etmekzorunda kaldıkları altı camlı koskoca vitrinbile yok olmuştu. Önceleri dul Xius, bunun,eskiden kendisinin olan şeyleri alıpgötürmek için eşinin ölümünden sonrabaşvurduğu bir çare olduğunu düşünerekmutlu olmuştu. Albay Lâzaro Aponte, onualaya alıp duruyordu.

Ama bir gece bu sırrı aydınlatmak için bir is-piritizma seansı yapmak esmişti aklına,Yolanda de Xius'un ruhu, kendi eliyle yazdığıbir notta, ölüler diyarındaki evini donatmakiçin mutluluğunun son kalıntılarını gerçek-ten de kendisinin geri aldığını doğrulamıştı.

149/216

Page 150: kırmızı pazartesi

Villa dökülmeye başlamıştı. Düğün arabasıda kapının önünde parça parça dağılıyordu,sonunda kötü hava yüzünden çürümüş birkarkastan başka bir şey kalmamıştıgeriye.Uzun yıllar boyunca arabanın sahibiyle ilgilihiçbir haber alınamadı. Soruşturma ra-porunda onun da ifadesi vardı, ama bunlar okadar kısa, öylesine beylik laflardı ki, âdetyerini bulsun diye son anda oraya eklenmişgibiydi. Aradan 23 yıl geçtikten sonra onunlakonuşmaya çalıştığım ilk ve son defasındabeni oldukça saldırgan bir tavırla karşıladı,bu faciaya kendisinin ne gibi bir katkısıolduğunu birazcık olsun aydınlatabilecek enküçük bilgiyi vermeye de yanaşmadı. Her neolursa olsun, kendianası babası bile bizimbildiğimizden fazlasını bilmiyordu, bu ücrakasabaya görünürde daha önce hiçkarşılaşmadığı bir kadınla evlenmektenbaşka bir amacı olmaksızın ne yapmayageldiği hakkında en küçük bir fikirleri yoktu.

46

150/216

Page 151: kırmızı pazartesi

Buna karşılık Angela Vicario'dan her zamangelen kısa haberler kafamda onunla ilgili hoşbir hayal yaratmamı sağlamıştı. Rahibe olankız kardeşim, son putperestleri dinedöndürmeye çalışarak bir süre YukarıGuajira'da dolaşmıştı, Karayipler'in tuzuylacayır cayır yanan, annesinin onu diri dirigömmeye çalıştığı köye de ara sıra uğrayıponunla sohbet ediyordu. "Kuzininden selamvar," derdi bana hep. İlk yıllarda onuziyareteden kız kardeşim Margot da, rüzgârlarınher yönden estiğikoskoca avlusu olan bir evsatın aldıklarını anlatmıştı, tek sorun gecel-eri deniz kabardığında ortaya çıkıyordu,çünkü helalar taşıyor, sabahlarıbalıklar yatakodalarında zıplayıp duruyordu. O dönemdeonu görenherkes, iş

işleme makinesini ustalıkla kullanıp kendiniişine verdiği, bu uğraş

sayesinde her şeyi unutmayı başardığı ko-nusunda birleşiyordu.

151/216

Page 152: kırmızı pazartesi

Çok sonraları, Guajira'daki köylerde dolaşıpansiklopediler ve tıp kitapları satarak kendikendimi anlamaya çalıştığım belirsizdönemlerimden birinde, bir rastlantı sonucuben de yerlilerin ölüm kalım savaşı verdiği oköye gitmiştim. Denize karşı olan evlerdenbirinin penceresinde, saçlarına sarımtırakaklar düşmüş, tel çerçeveli gözlüklü, yarı yaskılığında bir kadın oturmuş günün en sıcaksaatinde makineyle iş

işliyordu, başının üstünde de içinde hiç dur-madan öten bir kanaryanın bulunduğu birkafes asılıydı. Onu pencerenin o şiirsel çer-çevesi içinde böyle görünce, düşündüğümkadın olduğuna inanmak istemedim, çünkühayatın en sonunda kötü bir romana bukadar benzeyebileceğini kabul etmek gelmiy-ordu içimden. Ama oydu: Faciadan 23 yılsonra Angela Vicario'ydu o gördüğüm kadın.

Bana her zamanki gibi, uzak bir kuzin olarakdavrandı, sorduğum sorulara da büyük bir

152/216

Page 153: kırmızı pazartesi

mizah duygusu içinde son derece aklıbaşında yanıtlar verdi. O kadar olgun, öyles-ine hünerliydi ki, aynı kadın olduğuna in-sanın inanası gelmiyordu. Beni en şaşırtanşey de, ensonunda hayatına nasıl bir anlamverdiğini görmek olmuştu. Birkaçdakikasonra, ilk bakışta gördüğüm kadar yaşlıgörünmüyordu artık, neredeyse anılarımdakikadar gençti, 20 yaşında sevmeden evlen-meye zorladıkları kızla da hiçbir ortak yanıyoktu. İçine sindiremediği kadar yaşlanmışolan annesi, istenmeyen bir hayalet gibikarşılamıştı beni.Geçmişten konuşmayayanaşmamıştı, bu öyküde kullanmak içinonun annemle yaptığı sohbetlerinden alınmatek tük birkaç cümleyle, kendi anılarımdantoparlayabildiğim birkaç sözüyle yetinmekzorunda kaldım. Angela Vicario'nun canlı bircenaze olması için elinden geleni fazlasıylayapmış, ama kızı, talihsizliğini hiç saklama-yarak onun bu niyetini boşa çıkarmıştı. Tamtersine: Duymak isteyen herkese başına

153/216

Page 154: kırmızı pazartesi

gelenleri enküçük ayrıntısına kadar anlatıy-ordu, açıklığa kavuşmayan bir tek şeydışında: O da mağduriyetine neden olan ger-çek kişinin kim olduğu,bunu nasıl, ne zamanyaptığıydı, çünkü aslında hiç kimse onunSantiago Nasar olduğuna inanmamıştı. On-lar iki ayrı 47

dünyanın insanıydılar. Onları hiç kimsehiçbir zaman birlikte görmemişti, hele başbaşa hiç. SantiagoNasar ona dönüp bakmay-acak kadar kendini beğenmiş biriydi. Ondansöz etmesi gerektiğinde hep "Senin şu salakkuzinin," derdi. Üstelik, o zamanlar hep ded-iğimiz gibi, karı peşinde koşan zamparanıntekiydi.Tıpkı babası gibi tek başına dolaşır, odağlarda önüne çıkan ne kadarbaşıboş kızvarsa hepsinin tadına bakardı, amakasabadayken Flora Miguel'le sürdürdüğüklasik ilişkinin, bir de on dört ay boyuncaonu çılgına çeviren MariaAlejandrinaCervantes'le yaşadığı fırtınalıaşkın dışında, başka hiç

154/216

Page 155: kırmızı pazartesi

kimseylegörülmemişti. Olayın belki de en ah-laksızca olduğu için en çok anlatılan biçimi,Angela Vicario'nun gerçekten sevdiği birkişiyi koruduğu,ağabeylerinin SantiagoNasar'a dokunmaya cesaret edebileceklerinihiç düşünmediği için onun adını seçtiğiyolundaydı. Ben de bütün gerekçelerimihazırlayarak onu ikinci kez ziyaret ettiğimdeağzından bu gerçeği almaya çalışmıştım, amao, kanıtlarımı çürütmek için işinden gözlerinibile kaldırmadı.

"Bunu artık daha fazla düşünme, sevgilikuzenim," dedi bana. "Oydu."

Sonra düğün gecesi olan felakete varanakadar her şeyi hiç çekinmeden anlattı bana.Kocasını yatakta kendinden geçene kadarnasıl sarhoş edeceğini, adam ışığı söndürsündiye nasıl gerçekte duyduğundan çok dahabüyük bir utanç içindeymiş gibi görüne-ceğini, bakire pozuna geçmek için şaplakendisine nasıl adamakıllı bir lavman

155/216

Page 156: kırmızı pazartesi

yapacağını, ertesi gün de yeni evli olarakgirdiği evin avlusunda sergileyebilmek içinçarşafını nasıl cıva kromuyla boyayacağınıkızarkadaşlarının kendisine öğrettiklerini birbir anlattı. Suç ortakları yalnızca iki şeyi gözönüne almamışlardı: Bunlardan biri, Ba-yardo San Român'un içkiye görülmedik dere-cede dayanıklı olmasıydı, öbürü de, AngelaVicario'nun, annesinin zorla kabul ettirdiğiaptal görünümünün altında gerçekten dürüstbir insan olmasıydı. "Onların söylediklerininhiçbirini yapmadım," dedi bana, "çünkü nekadar çok düşünürsem, bütün bunların kim-seye yapılamayacak kadar rezil şeylerolduğunun o kadar çok farkına varıy-ordum,hele benimle evlenmek talihsizliğineuğramış zavallı bir adama hiç yapılamazdıbunlar."

Bu yüzden de, kendisine öğretilmiş, hayatınıcehenneme çevirmiş olan bütün o korkularıbir yana bırakarak, ışıklarıyanan yatak

156/216

Page 157: kırmızı pazartesi

odasında onun kendisini soymasına hiç karşıkoymadan göz yummuştu. "Çok kolay oldu,"

dedi bana, "çünkü ölmeye kararlıydım."

Doğrusunu isterseniz, başka bir talihsizliği,içini yakıp kavuran o gerçek talihsizliği ört-bas edecek herhangi bir utanç duygusunakapılmadan anlatıyordu başına gelenfelaketi. Bayardo San Român'ın, onu ahpbaba evine geri götürdüğü andan başlayaraksonsuza dek hayatına girdiği, kendisi banaanlatmaya karar verene kadar hiç kimseninaklının ucundan bile geçmemişti. Umutsuzdurumda olan birine daha fazla 48

acı çekmemesi için indirilen son darbeolmuştu bu. "Annem beni döverken, birdenonu düşünmeye başladım," dedi bana. Yum-ruklar gittikçe daha az acıtıyordu, çünküonun uğruna acı çektiğini biliyordu.

157/216

Page 158: kırmızı pazartesi

Yemek odasındaki kanepeye yığılmışhıçkırırken, kendi kendisine şaşarak yineonu düşünmeye devam ediyordu. "Neyediğim yumruklar için ağlıyordum, ne debaşıma gelenlere," dedi bana, "onun uğrunaağlıyordum." Annesi yüzüne öküzgözü pan-sumanı yaparken de onu düşünmeyisürdürüyordu, sokaktaki bağrışmaları, kilisekulesinde çalman alarm çanlarını duy-duğunda büsbütün onu düşünüyordu; sonraannesi içeri girip artık uyuyabileceğinisöylemişti, çünkü en kötüsü atlatılmıştı.

Hiçbir umuda kapılmadan uzun zamandanberi onu düşünüp dururken, bir gün bir gözmuayenesi için Riohacha Hastanesi'ne kadarannesiyle gitmek zorunda kalmıştı. Dön-erken yolda sahibini tanıdıkları LimanOteli'ne uğramışlar, Pura Vicario bara giripbir bardak su istemişti.

Sırtı kızma dönük olarak suyunu içerken,Angela Vicario kafasındaki düşüncenin

158/216

Page 159: kırmızı pazartesi

salonun sayısız aynalarına yansıdığını farketmişti. Soluğunu tutarak başını çevirmiş,onun kendisini görmeden yanından geçipgittiğini, otelden çıktığını görmüştü. Sonrayüreği paramparça olarak dönüp yeniden an-nesine bakmıştı. Pura Vicario suyunu içmeyibitirmiş, dudaklarını giysisinin koluyla kur-uladıktan sonra barda durup gözündekiyepyeni gözlüklerle ona gülümsemişti. An-gela Vicario, doğduğundan beri ilk kezolarak, o gülümsemede onu gerçekte olduğugibi görmüştü: Kendi kusurlarını yüceltmişzavallı bir kadındı o. "Allah kahretsin," de-mişti kendi kendine. Kafası öyle karışmıştıki, geri dönerlerken bütün yol boyunca yük-sek sesle şarkı söylemiş, eve gelince dekendini yatağa atıp üç gün boyuncaağlamıştı.

Sanki yeniden dünyaya gelmişti. "Onun içindeli oluyordum," dedi bana, "hem de tımar-hanelik deh." Onu görmek için gözleriniyumması yetiyor, denizde soluk aldığını

159/216

Page 160: kırmızı pazartesi

duyuyor, yatağın içinde bedeninin sı-caklığıyla gece yarısı uyanıyordu. O haftanınsonunda, bir an bile huzur bulamamış birhalde, ilk mektubunu yazmıştı ona. Gelenek-sel bir pusulaydı bu, onu otelden çıkarkengördüğünü anlatıyor, o da kendisini görmüşolsaydı hoşuna gideceğini söylüyordu. Mek-tubuna yanıt almayı boş yere beklemişti. İkiay sonra, artık beklemekten usandığında,önceki gibi sitemli bir mektup daha yol-lamıştı,mektubun tek amacı sanki onunnezaketsizliğim kınamaktı. Aradan altı aygeçtiğinde hiçbir yanıt alamadığı altı mektupyazmıştı, ama mektupların onun elinigeçtiğini bilmekle yetiniyordu.

İlk kez kendi yazgısına hükmeden Angela Vi-cario, işte o zaman nefretle aşkın karşılıklıtutkular olduğunu keşfetmişti. Ona ne kadarçok mektup gönderirse, içindeki ateşin kor-ları o kadar canlanıyordu, ama 49

160/216

Page 161: kırmızı pazartesi

annesine karşı duyduğu hınç da içini dahafazla ısıtıyordu. "Onu yalnızca görmekle bilemidem kalkıyordu," dedi bana, "ama annemigördükçe onu hatırlamadan da edemiy-ordum." Evine geri gönderilmiş evli kadınyaşantısı, bekârlık yaşantısı kadar basitti;eskiden bez parçalarından lalelerle kâğıttankuşlar yaptığı gibi, bu kez de hep kızarkadaşlarıyla makinede iş işliyordu, amaannesi gidip yattığında odada kalıp sabahakadar hiçbir geleceği olmayan mektuplaryazıyordu. Kafasının içi berraklaşmış, başınabuyruk olmuş, kendi iradesinin efendisi olupçıkmıştı, yalnızca o adam için yenidenbakireydi artık, kendisininkinden başkaotorite tanımıyor, kendi saplantısına boyuneğmekten başka birşey düşünmüyordu.

Hayatının yarısını ona her hafta bir mektupyazarak geçirmişti. "Bazen ne yazacağımıbilemiyordum," demişti bana gülmektenkırılarak, "ama onların eline geçtiğini bilmekbana yetiyordu." Başlangıçta aşk

161/216

Page 162: kırmızı pazartesi

pusulalarıydı bunlar, sonra kaçamak bir sev-gilinin gönderdiği kâğıt parçaları, geçipgidiveren nişanlılık döneminin mis kokulunotları, iş

mektupları, aşk belgeleri, en sonunda da onugeri dönmeye zorlamak için acımasızhastalıklar icat eden terk edilmiş bireşinyazdığı öfkeli mektuplar olup çıkmıştı.Keyifli olduğu bir gece mürekkep hokkasıyeni bitirdiği mektubun üzerine devrilmiş,mektubu yırtıp atmak yerine altına birdipnot eklemişti: "Aşkımın kanıtı olarak sanagözyaşlarımı yolluyorum." Bazı zamanlarağlamaktan usanç getirerek kendi çılgınlığınıalaya alıyordu.

Postanede çalışan kızı altı kez değiştirmişler,altısının da işbirliğini sağlamıştı. Aklına gel-meyen tek şey vazgeçmekti. Yine de BayardoSan Roman, onun bu çılgınlığına duyarsızdı:Sanki mektup yazdığı hiç kimse yoktukarşısında.

162/216

Page 163: kırmızı pazartesi

Onuncu yılda, rüzgârların estiği bir sabah,onun yatağında çıplak olduğu duygusuylauyanmıştı. Bunun üzerine, o uğursuz ge-ceden beri yüreğinde kokuşmuş olarakgizlediği bütün acı gerçekleri hiçbir ar duy-gusuna kapılmadan anlattığı yirmi sayfalıkateşli bir mektup yazmıştı.

Bedeninde sonsuza dek bıraktığı izlerden,dilindeki tuzdan, Afrikalı penisinin yakıcıgücünden söz etti ona. Her cuma öğledensonra mektuplarını alıp götürmek üzere ev-ine gidip onunla birlikte iş işleyenpostanedeki kıza verdi mektubu, içini dök-tüğü bu son itirafının çektiği acıların da sonuolacağına inanmıştı. Ama hiçbir yanıtgelmedi. O günden sonra artık ne yazdığınınbilincinde olmadığı gibi kime yazdığından dapek emin değildi, ama on altı yıl boyunca hiçara vermeden yazmayı sürdürmüştü.

Bir ağustos günü öğle vakti, kızarkadaşlarıyla birlikte iş işlerken, kapıya

163/216

Page 164: kırmızı pazartesi

birisinin geldiğini hissetmişti. Kimolduğunuanlamak için bakmasına gerekyoktu. "Şişmanlamış, saçları dökülmeyebaşlamıştı, 50

daha iyi görebilmek için artık gözlüğe ihtiy-acı vardı," dedi bana. "Ama oydu işte, takendisiydi!" Korkmuştu, çünkü kendisi onunekadar yaşlanmış görüyorsa, onun da kend-isini o kadar yaşlanmışgördüğünü biliyordu,kendisindeki gibi içinde buna katlanacakkadarsevgi olduğunu da sanmıyordu. Göm-leği, tıpkı panayırda ilk kez gördüğü zamankigibi terden sırılsıklam olmuştu, belinde aynıkemer,omzunda kenarları sökülmüş olangümüş süslemeli aynı heybeler vardı.Ba-yardo San Roman, şaşkın şaşkın bakan ötekiişlemeci kadınlara aldırmadan ona doğru biradım atmış, elindeki heybeleri dikiş makin-esinin üzerine koymuştu.

"Tamam," demişti, "geldim işte."

164/216

Page 165: kırmızı pazartesi

Orada kalmak üzere getirdiği içi giysi dolubir valiz vardı yanında, bir de kendisineyazdığı neredeyse iki bin mektubu koyduğuaynı büyüklükte bir başka valiz. Mektuplartarihlerine göre sıraya dizilmiş, renkli kur-delelerle demetler halinde bağlanmıştı;hiçbiri açılmamıştı.

Yıllar boyu bundan başka bir şey konuşamazolmuştuk. O zamana kadar tekdüze birtakımalışkanlıklar içinde geçen günlük yaşantımız,aynı ortak kaygının çevresinde dönmeyebaşlamıştı birdenbire. Günün ilk ışıklarıylahorozlar ötmeye başladığında, bu saçmaolayın gerçekleşmesine katkıda bulunansayısız rastlantılar zincirini sıraya koymayaçalışırken yakalıyordu bizi, bunu da sırlarıaçıklığa kavuşturma kaygısıyla yapmadığımızbesbelliydi, içimizden hiçbiri kaderin onuniçin seçtiği yerin ve görevin neler olduğunukesin olarak bilmeden hayatınısürdüremezdi.

165/216

Page 166: kırmızı pazartesi

Birçok kişi bunu asla öğrenemedi. Büyük bircerrah olan Cristo Bedoya, uyarmak içinkendisini şafak sökene kadar bekleyen ana-babasının evine gidip yatmak yerine, pisko-pos gelene kadar nedenbüyükbabasınınevinde iki saat bekleme dürtüsüne boyuneğdiğinihiçbir zaman açıklayamayacaktı. An-cak cinayeti engelleyebilmek için bir şeyleryapabilecekken yapmayanların çoğu, namussorunlarının ancakfaciada rol almış kişilerinerişebildiği kutsal alanlar olduğu bahanesiylekendilerini avutmuşlardı. "Namus aşktır,"dediğini duyardım annemin. Olaya tekkatkısıhenüz kana bulanmamış o iki bıçağıkan içinde görmek olan Hortensia Baute,gördüğü bu hayalden o kadar etkilenmişti ki,bir pişmanlık nöbetine tutulmuş, gününbirinde buna daha fazla dayanamayarakkendini çırılçıplak sokaklara atmıştı. Santi-ago Nasarin nişanlısı Flora Miguel, nispetolsun diye sınır bölgesinde görevli bir

166/216

Page 167: kırmızı pazartesi

teğmenle kaçmış, adam ona Vichada'dakikauçuk işçileri içinfuhuş

yaptırmıştı. Üç kuşağın doğumuna yardımetmiş olan ebe AuraVilleros, haberi aldığındabir mesane krizi geçirmiş, işeyebilmek içinölene kadar sonda kullanmak zorundakalmıştı. Clotilde Armenta'nın 86 yaşında bircanlılık mucizesi olan iyi huylu kocası DonRogelio de la Flor,Santiago 51

Nasar'ı kendi evinin kapalı sokak kapısınınönünde nasıl delik deşik ettiklerini görmekiçin son kez yatağından kalkmış, ama buheyecana dayanamamıştı. Plâcido Linero bukapıyı son anda kapatmış, ama suçluluktankendini tam zamanında kurtarmıştı."Kapıyıkapattım, çünkü Divina Flor, oğlum-un içeri girdiğini gördüğüne yeminetmişti,"dedi bana,

"Oysa doğru değilmiş." Buna karşılık,ağaçlarla ilgili hayırlı rüya tabirini o uğursuz

167/216

Page 168: kırmızı pazartesi

kuşlarınkiyle karıştırdığı için kendini asla af-fetmemiş, o dönemde yaygın olan çayırteresitohumları çiğnemek gibikötü bir alışkanlıkedinmişti.

Cinayetten on iki gün sonra, sorgu yargıcı,karşısında son derece üzgün bir kasaba halkıbulmuştu. Belediye Sarayı'ndaki ahşapdöşemeli kasvetli bürosunda oturmuş, aşırısıcağın neden olduğu seraplara karşışekerkamışı romuyla kaynatılmış kahveiçerken, faciada kendisinin ne kadar önemlibir rol oynadığını gösterme kaygısıylaçağrılmadan ifade vermeye koşan kalabalığıyatıştırmak için takviye güçler istemişti. Sor-gu yargıcı, öğrenimini daha yeni bitirmişti,Hukuk Okulu'nun siyah kadife cüppesi vardıhâlâ sırtında, parmağında da mezuniyetamblemini gösteren altın bir yüzük taşıy-ordu, çiçeği burnunda mutlu bir devletmemurunun kibirli, coşkulu tavırlarını ser-giliyordu. Ama adını hiç öğrenememiştim.

168/216

Page 169: kırmızı pazartesi

Onun hakkında bildiğimiz ne varsa hepsinisoruşturma raporundan öğrenmiştik, cinay-etten yirmi yıl sonra o raporu RiohachaAdalet Sarayı'nda bulmama pek çok kişiyardım etmişti. Arşivlerde herhangi bir sını-flandırma yapılmamıştı; iki gün için GeneralFrancis Drake'in kışlası olarak kullanılmışolan sömürgecilik döneminden kalma buköhne binada, yüz yıldan eski dosyalaryerlere yığılmış duruyordu. Denizkabardığında alt katı sular basıyor, dikişleriaçılmış ciltler bomboş bürolardasuyunüstünde yüzüyordu. Pek çok kez ben kendimayak bileklerimekadar sulara girerekkapatılmış dosyaların bulunduğu raflarıaraştırmıştım; beş yıllık bir araştırmanınsonunda 500 sayfa olması gereken rapordankopup ayrılmış

yaklaşık 322 sayfayı ancak birrastlantı so-nucu ele geçirebildim.

169/216

Page 170: kırmızı pazartesi

Bunların hiçbirinde yargıcın adına rastlan-mıyordu, ama edebiyat ateşiyle yanan bir kişiolduğu besbelliydi. İspanyol ve bazı Latinklasiklerini okuduğuna kuşku yoktu,zamanının yargıçları arasında en sevilen yaz-ar olan Nietzsche'yi çok iyi tanıyordu. Sayfakenarlarına düşülmüş notlar sanki kanlayazılmıştı, bu izlenimi veren de yalnızcamürekkebin rengi değildi. Kısmetine düşmüşolan bu gizemliolaydan aklı öylesinekarışmıştı ki, birçok kez konudan ayrılarakmesleğinin sertliklerine hiç uymayan liriktanımlamalara girişmişti. Özellikle de işlene-ceği böylesine açıkça duyurulmuş bircinayetin hiçbir aksihkle karşılaşmadan ger-çekleşmesi yolunda hayatın edebiyatta bilegörülmeyen onca rastlantıdan yararlanmış

olması ona büyük bir haksızlık gibigörünmüştü.

52

170/216

Page 171: kırmızı pazartesi

Yine de aşırı çalışmasının sonunda onu ençok telaşlandıran şey, aslında Santiago Nas-ar’ın bu namus cinayetine yol açan kişiolduğunu gösterecek tek bir belirtiye, en in-anılmaz bir ipucuna bile rastlamamış

olmasıydı. Bu aldatmaca oyununda AngelaVicario'nun suç ortakları olan kızarkadaşları, onun düğünün çok öncesindenberi kendilerini sırrına ortak ettiğini, amaonlara o kisinin adını açıklamadığını uzunsüre anlatıp durmuşlardı. Rapordaki ifadel-eri şöyleydi: "Bize mucizeden söz etti, amaazizin adını vermedi." Angela Vicario'yagelince; konumunu hiç değiştirmemişti o.Sorgu yargıcı, ona dolaylı bir biçimde,öldürülen Santiago Nasar'ın kim olduğunubilip bilmediğini sorduğunda, kız hiç istifinibozmadan şu yanıtı vermişti:

"Beni bu hale getiren adamdır."

171/216

Page 172: kırmızı pazartesi

Bu ifade raporda yer alıyordu, ama olayınnasıl, nerede gerçekleştiği hakkında başkahiçbir bilgi verilmiyordu. Yalnızca üç günsüren duruşma sırasında savcılık temsilcisi,suçlamanın zayıflığı üzerinde önemle dur-muştu. Sorgu yargıcı, Santiago Nasar'ın aley-hine kanıt bulunmaması karşısında öyleşaşkına dönmüştü ki, özenle hazırladığı ra-por hayal kırıklığı nedeniyle yer yer aksıy-ordu. 416'ncı sayfanın kenarına eczacıdanaldığı kırmızı mürekkeple, kendi el yazısıylaşu notu düşmüştü: Bana bir önyargı verin,dünyayı yerinden oynatayım. Bu karamsaryorumun altına da, kan rengindeki aynımürekkeple yapılmış keyifli birkaç kalemdarbesiyle, içinden ok geçen bir kalp resmiçizmişti. Santiago Nasar'ın en yakınarkadaşları için olduğu gibi, sorgu yargıcıiçin de, son saatlerindeki davranışbiçimionun suçsuzluğunun kesin kanıtıydı.

Gerçekten de Santiago Nasar, öleceği sabah,kendisine yüklenen namussuzluğun neye

172/216

Page 173: kırmızı pazartesi

mal olacağını çok iyi biliyor olmasına rağ-men, bir an bile kuşkuya kapılmamıştı.İçinde yaşadığı dünyanın erdem taslamamerakını biliyordu, ikizlerin ilkel doğalarınınbu şekilde aşağılanmaya direnemeyeceklerinide biliyor olması gerekiyordu. Bayardo SanRomâni hiç kimse iyi tanımıyordu, ama San-tiago Nasar, o kibirli görünüşünün altındaonun da herkes gibi önyargılarına bağımlıolduğunu bilecek kadar iyi tanıyordu onu. Buyüzden de Santiago Nasarin bu bilinçlivurdumduymazlığı onun intiharı demekolmuştu. Üstelik Vicario kardeşlerin kend-isini öldürmek için beklediklerini son andaöğrendiğinde gösterdiği tepki, anlatıldığıgibi, panik olmamış, daha çok masum bir in-sanın şaşkınlığı olmuştu.

Benim kişisel izlenimim, neden öldüğünüanlamadan öldüğü yolundaydı. Kız kardeşimMargot'a kahvaltı etmeye bizim evegide-ceğine söz verdikten sonra, Cristo Bedoyarıhtımda onun koluna girmişti, ikisi de her

173/216

Page 174: kırmızı pazartesi

şeyden o kadar habersizdiler ki, insanlarınboş yere birtakım hayallere kapılmalarınaneden olmuşlardı. "O kadar neşeligörünüy-orlardı ki," demişti 53

bana Meme Loaiza, "Tanrı'ya şükret-tim,çünkü olayın kapandığını sanmıştım."Elbette Santiago Nasar'ı herkes onun kadarçok sevmiyordu.

Elektrik santralının sahibi olan PoloCarrillo,soğukkanlılığının suçsuzluk değil, edepsizlikolduğunudüşünüyordu. "Parasının kendisinedokunulmazlık kazandırdığını sanıyordu,"demişti bana. Karısı Fausta Löpez de şu yor-umda bulunmuştu: "Buradaki bütün Türklergibi." Indalecio Parto, ClotildeArmenta' nındükkânına uğramış, ikizler ona piskoposgider gitmez Santiago Nasar'ı öldüreceklerinisöylemişlerdi. Onca başkaları gibi o dabunlarm uyku uyumamış insanlarınsaçmahkları olduğunu düşünmüştü, amaClotilde Armenta bunun doğru olduğunu ona

174/216

Page 175: kırmızı pazartesi

anlatmış, Santiago Nasar'a yetişip onuuyarmasını istemişti.

"Hiç zahmet etme," demişti Pedro Vicarioda, "ne olursa olsun, sen artık onu öldü bil."

Fazlasıyla açık bir meydan okumaydı bu. İk-izler, Indalecio Parto'yla Santiago Nasararasındaki bağları biliyorlardı, kendilerimah-cup duruma düşmeden bu cinayeti engel-leyebilecek en uygunkişinin o olduğunudüşünmüş olsalar gerekti. Ama IndalecioParto,Santiago Nasar'ı Cristo Bedoya'yla kolkola limandan çıkmakta olangruplarınarasında görmüş, onu uyarmaya cesaret ede-memişti. "Zayıf tarafıma geldi," demiştibana^

İkisinin de omzuna birer şaplak in-dirmiş,geçip gitmelerine göz yummuştu.

Onlarsa düğünün hesabına öyle dalmışlardıki, bunun farkına bile varmamışlardı.

175/216

Page 176: kırmızı pazartesi

İnsanlar onlarla aynı yönde yürüyerek mey-dana doğru ilerliyorlardı.

Ortalık mahşer yeri gibi kalabalıktı, amaEscolâstica Cisneros, iki arkadaşınkalabalığın tam ortasındaki boş bir halkanıniçinde hiç zorluk çekmeden yürüdüklerinigörür gibi olmuştu, çünkü insanlar SantiagoNasar'ın öleceğini biliyorlar, ona dokunmayacesaret edemiyorlardı. Cristo Bedoya dakendilerine karşı farklı davranıldığınıhatırlıyordu. "Sanki suratımızı boyamışızgibi bakıyorlardı bize," demişti bana. Dahasıvardı: Sara Noriega ayakkabıcı dükkânınıtam onlar oradan geçerlerken açmış, Santi-ago Nasar'ın yüzünün solgunluğundan ürk-müştü. O da onu yatıştırmıştı.

"Düşünsenize bir kere, küçük Sara," demiştiona, duraklamadan,

"kırba gibi içki içtik durduk!"

176/216

Page 177: kırmızı pazartesi

Celeste Dangond, sırtında pijamasıyla evininkapısında oturmuş, piskoposu karşılamakiçin boşuna giyinmiş olanlarla alay ediyordu,osırada oradan geçen Santiago Nasar'ı kahveiçmeye davet etmişti. "Bir şeyler düşünenekadar vakit kazanmak için öyle yapmıştım,"dedi bana.Ama Santiago Nasar, kızkardeşimle birlikte kahvaltı etmek üzeregidipüstünü değişmek için acelesi olduğunusöylemişti. "Ben 54

deüstelemedim," diye anlattı Celeste Dan-gond, "çünkü ne yapacağından okadar eminolduğuna göre onu öldüremezler gibigelmişti bana." Niyet ettiği şeyi yapabilen tekkişi Yamil Shaium olmuştu. Söylentiyi duyar-duymaz bakkal dükkânının kapışma çıkmış,uyarmak için Santiago Nasar'ı beklemeyekoyulmuştu. İbrahim Nasar'la birlikte gelenson Araplardan biriydi o, ölümüne kadaronun oyun arkadaşı olmuştu, ailenin gele-neksel danışmanı olmayı da sürdürüyordu.Santiago Nasariakonuşmakta kimse onun

177/216

Page 178: kırmızı pazartesi

kadar yetkili olamazdı. Yine de söylentininaslı astarı yoksa onu boş yere tel-aşlandıracağını düşünmüş, belki daha fazlabilgi sahibidir diye önce Cristo Bedoya'yadanışmayı yeğlemişti. Geçerken onu yanmaçağırmıştı. Cristo Bedoya, artık meydanınköşesine vardıklarında Santiago Nasar'msırtına bir şaplak indirmiş, kendisini çağıranYamil Shaium'un yanma gitmişti.

"Cumartesiye görüşürüz," demiştiarkadaşına.

Santiago Nasar ona yanıt vermemiş, YamilShaium'a dönerek Arapça bir şeylersöylemişti, o da gülmekten kırılarak yineArapça karşılık vermişti ona. "Her zamançok eğlendiğimiz bir kelime oyunuydu bu,"demişti bana Yamil Shaium. Santiago Nasarhiçduraklamadan eliyle ikisine de vedaişareti yapmış, sonra meydanınköşesini dön-müştü. Bu onu son görüşleri olacaktı.

178/216

Page 179: kırmızı pazartesi

Cristo Bedoya, Yamil Shaium'un verdiğihaberi duyar duymaz Santiago Nasar'ın ar-kasından yetişmek için koşa koşa dükkândançıkmıştı. Onun köşeyi döndüğünü görmüş,ama meydana dağılmaya başlayan gruplarınarasında rastlayamamıştı arkadaşına. Onusorduğu birçok kişi, aynı yanıtı vermişti:

"Ben de onu az önce seninle gördüm."

Bu kadar kısa sürede evine varmış olmasıimkânsız görünmüştü ona, yine de sormakiçin içeri girmişti, ön kapıyı sürgüsüz, yarıaralık bulmuştu.

Yerdeki kâğıdı görmeden içeri girmiş,gürültü etmemeye çalışarak alacakaranlıktasalonu geçmişti, çünkü ziyaretiçin saat henüzçok erkendi, ama evin arka bölümündekiköpekler tedirgin olmuşlar, onu karşılamayaçıkmışlardı. O da sahiplerinden öğrendiğigibi elindeki anahtarlarla yatıştırmıştıköpekleri, sonra da peşinde onlarla birlikte

179/216

Page 180: kırmızı pazartesi

mutfağa doğru yoluna devam etmişti. Kor-idorda, elinde bir kova su ve tahta beziylesalonun yerlerini silmeye giden Divina Flor'arastlamıştı. Kız, Santiago Nasar'ın eve dön-mediğini söylemişti. Mutfağa girdiğindeVictoria Guzmân, tavşan yahnisini ocağadaha yeni oturtmuştu. Kadın durumu hemenanlamıştı. "Kalbi yerinden fırlayacakmış gibiatıyordu," demişti bana.

Cristo Bedoya, Santiago Nasar'ın evde olupolmadığını sormuş, o da yapmacık bir içten-likle henüz yatmaya gelmediğini söylemişti.

55

"Durum ciddi," demişti Cristo Bedoya,"öldürmek için onu arıyorlar."

Victoria Guzmân, masum tavrını bir yanabırakmış,

180/216

Page 181: kırmızı pazartesi

"O zavallı çocuklar kimseyi öldürmezler,"demişti.

"Ama cumartesiden beri içiyorlar," demiştiCristo Bedoya da.

"Daha iyi ya," diye karşılık vermişti kadın,"kendi bokunu yiyecek sarhoş yoktur."

Cristo Bedoya, Divina Flor'un pencerelerihenüz açtığı salona geri dönmüştü. "Tabiiyağmur yağmıyordu," dedi bana. "Saat yediolmak üzereydi, pencerelerden içeri altınsarısı bir ışık girmişti bile." Divina Flor'a,Santiago Nasar'ın eve salondaki kapıdangirdiğinden emin olup olmadığını sormuştu.Bu kez ilk seferki kadar emin değildi kız.Cristo Bedoya, Plâcida Linero'yu sormuş, oda kahvesini daha bir dakika önce gece mas-asının üzerine bıraktığını, ama onu uyandır-madığını söylemişti.

181/216

Page 182: kırmızı pazartesi

Her zaman öyle yapardı: Saat yedide uyanır,kahvesini içer, sonra öğle yemeği için talimatvermeye aşağı inerdi. Cristo Bedoya saatinebakmıştı: Saat 6.56'ydı. Bunun üzerine San-tiago Nasar'ın dönmediğinden emin olmakiçin ikinci kata çıkmıştı.

Yatak odasının kapısı içerden kilitliydi,çünkü Santiago Nasar annesinin yatakodasından geçerek dışarı çıkmıştı. Cristo Be-doya yalnızca bu evi kendi evi kadar iyi tanı-makla kalmıyordu, aynı zamanda aileyle öylesamimi ilişkiler içindeydi ki, yandaki odayageçebilmek için Plâcida Linero'nun yatakodasının kapısını itmişti. Tozlu bir güneş

huzmesi tepe penceresinden içeri giriyordu,hamağında yan yatmış, bir genç kızınkinebenzeyen elini yanağına dayamış uyuyan ogüzel kadının gerçekdışı bir görünümü vardı."Sanki bir hayalet gibiydi," demişti banaCristo Bedoya. Güzelliğiyle büyülenerek onubir anseyretmişti, sonra yatak odasının

182/216

Page 183: kırmızı pazartesi

içinden sessizce yürüyerek banyonun-önünden geçmiş, Santiago Nasar’ın yatakodasına girmişti. Yatağa el sürülmemişti,binici şapkası koltuğun üzerindeydi, yerdemahmuzların yanında çizmeleri duruyordu.Santiago Nasar’ın gece masasının üzerindekikol saati 6.58i gösteriyordu. "Birden silahınıalıp yenidendışarı çıktığını sandım," dedibana Cristo Bedoya. AmaMagnum'ukomodinin çekmecesindebulmuştu.

"Silahla hiç ateş etmemiştim," dedi CristoBedoya, "ama Santiago Nasar'a götürmeküzere tabancayı yanıma almaya karar ver-dim." Silahı gömleğinin içine beline takmış,silahın boş olduğunun ancak cinayettensonra farkına varabilmişti. Tam çekmeceyikapatırken elinde kahve fincanıyla kapıdaPlâcida Linero görünmüştü.

"Ulu Tanrım!" diye bağırmıştı heyecanla."Beni çok korkuttun!"

183/216

Page 184: kırmızı pazartesi

56

Cristo Bedoya da korkmuştu. Üzerinde altınrenkli tarlakuşları olan sabahhğıyla, saçlarıdarmadağınıkbir halde gün ışığının altındagörüyordu onu, o büyülü hava yok olmuştu.Biraz da şaşırarak Santiago Nasar'ı aramayagirdiğini söylemişti.

"Piskoposu karşılamaya gitti," demişti Plâ-cida Linero.

"Piskopos buraya uğramadan geçip gitti," de-mişti o da.

"Bunu tahmin ediyordum," demişti kadın."Orospu çocuğunun tekidir o."

Kadın, Cristo Bedoya'nın ne yapacağınıbilemediğini fark edince sözlerine devam et-memişti. "Dilerim Tanrı beni bağışlar," dedibana Plâcida Linero, "ama onu o kadarşaşkın görmüştüm ki, birden hırsızlık etmeye

184/216

Page 185: kırmızı pazartesi

girdiği geldi aklıma." Nesi olduğunu sor-muştu ona. Cristo Bedoya kuşkulu bir dur-umda olduğunun bilincindeydi, ama doğruyusöylemeye cesaret edememiş,

"Bütün gece bir dakika bile gözümü kırp-madım da," demişti.

Sonra daha fazla bir açıklamada bu-lunmadan çekip gitmişti."Zaten,"

dedi bana, "o her zaman bir şeylerininçalındığını sanırdı."Kasaba meydanına çık-tığında, elinde yapılamayan ayinin süslemel-eriylekiliseye geri dönmekte olan PederAmador'a rastlamıştı, ama Santiago Nasar'ınruhunu kurtarmaktan başka bir şey yapabile-ceğini sanmıyordu. Cristo Bedoya tam yen-iden limana gidecekken kendisine ClotildeArmenta'nın dükkânından seslenildiğiniduymuştu. PedroVicario, elinde testereçeliğinden kendi yaptığı aynı kaba sababıçakla,beti benzi atmış, saçları

185/216

Page 186: kırmızı pazartesi

darmadağınık bir halde kapıda duruyordu,gömleğinin düğmeleri açıktı, kollarınıdirseklerine kadar sıvamıştı. Davranış biçimidikkati çekecek kadar küstahtı, yine decinayeti işlemesini engellemeleri için o sondakikalarda yaptığı tek kışkırtıcı hareket buolmamıştı.

"Cristöbal!" diye bağırmıştı ona, "SantiagoNasar'a söyle, öldürmek için onu buradabekliyoruz."

Cristo Bedoya bir iyilik yapıp onu engelleye-bilirdi. "Tabancayla ateş

etmesini biliyor olsaydım, Santiago Nasarşimdi hayatta olurdu," dedi bana. Ama yivlisilah kurşununun tahrip gücü konusundabütün o anlatılanları duyduktan sonra,bunun bir tekdüşüncesi bile onu heyecan-landırmaya yetmişti.

186/216

Page 187: kırmızı pazartesi

"Bak seni uyarayım, bir motoru bile delipgeçebilecek güçte bir Magnum tabancası varelinde," diye bağırmıştı.

Pedro Vicario bunun doğru olmadığını biliy-ordu. "Üzerinde binici giysisi yoksa asla silahtaşımazdı," dedi bana. Ama her ne olursa 57

olsun,kız kardeşinin namusunu temizlemeyekarar verdiğinde onun silahlı olabileceğiniöngörmüştü.

"Ölüler ateş edemez!" diye bağırmıştı.

Tam o sırada Pablo Vicario görünmüştükapıda. O da kardeşi kadar solgundu,düğünde giydiği ceket vardı üzerinde, elindede gazete kâğıdına sarılı bıçağı. "Öyle ol-masaydı," dedi bana Cristo Bedoya,

"ikisinden hangisinin hangisi olduğunudünyada bilemezdim." O sırada PabloVicario'nun arkasında Clotilde Armenta

187/216

Page 188: kırmızı pazartesi

görünmüştü, Cristo Bedoya'ya acele etmesiiçin bağırmıştı, çünkü ibnelerle dolu bukasabada ancak onun gibi bir erkek bu fa-ciayı önleyebilirdi.

O andan sonra olan her şey halkın gözleriönünde cereyan etti.

Limandan dönmekte olan insanlar,bağrışmalardan telaşlanarak, cinayete tanıkolabilmek amacıyla meydandaki yerlerini al-maya başlamışlardı.

Cristo Bedoya, tanıdığı birçok kimseye Santi-ago Nasar'ı sormuştu, ama onu gören yoktu.Şehir Kulübü'nün kapısında Albay LâzaroAponte'ye rastlamış, Clotilde Armenta'nındükkânının önünde olup bitenleri onaanlatmıştı.

"Olamaz," demişti Albay Aponte, "çünkü benonlara gidip yatmalarını emretmiştim."

188/216

Page 189: kırmızı pazartesi

"Ellerinde domuz bıçaklarıyla daha şimdigördüm onları," demişti Cristo Bedoya da.

"Olamaz, çünkü onları yatmaya gönder-meden önce bıçakları ellerinden almıştım,"demişti belediye başkanı. "Sen onları dahaöncegörmüş olmalısın."

"Daha iki dakika önce gördüm,ikisinin deelinde birer domuz kesme bıçağı vardı," de-mişti Cristo Bedoya.

"Hay Allah kahretsin," demişti belediyebaşkanı, "öyleyse gidip başka bıçaklaralmışlar."

Bu konuyla hemen ilgileneceğine söz vermiş,ama o gece domino oynamak için randevuyazdırmaya Şehir Kulübü'ne girmişti,dışarıçıktığındaysa cinayet işlenmişti bile. Osırada Cristo Bedoya tek ölümcül hatasınıyapmıştı: Santiago Nasar’ın üstünüdeğişmeden önce bizim evde kahvaltı etmeye

189/216

Page 190: kırmızı pazartesi

gitmeye son dakikada karar verdiğini san-mış, onu aramaya oraya gitmişti. Irmakkıyısından aceleyle yürürken, önüne çıkanherkese onun oradan geçtiğini görüp-görmediklerini soruyordu, ama kimsegörmemişti. Telaşa kapılmamıştı, çünkü biz-im eve giden başka yollar da vardı. Dağlıkbölgeden gelen bir taşralı olan PrösperaArango, piskoposun üstünkörü kut-samasından bir yarar görmeyip evininönündeki 58

kaldırımda can çekişmekte olan babasıiçinbir şeyler yapsın diye yalvarmıştı ona. "Benonu oradan geçerkengörmüştüm," demiştibana kız kardeşim Margot, "suratı zaten ölügibiydi." Cristo Bedoya hastanın durumunusaptayana kadar aradan dört dakika geçmiş,acil bir tedaviuygulamak üzere daha sonradöneceğine söz vermişti, ama onu yatako-dasına taşımak için Pröspera Arango'yayardım ederken üç dakika daha kaybetmişti.Yeniden dışarı çıktığında uzaklardan

190/216

Page 191: kırmızı pazartesi

bağrışmalar duymuş, meydan tarafındanhavai fişekler atıldığını sanmıştı. Koşmayaçalışmıştı, ama beline iyi takamadığı tabancakoşmasını engelliyordu. Son köşeyidöndüğünde, en küçük kızını neredeysesürükleye sürükleye götüren annemi ar-kasından tanımıştı.

"Luisa Santiaga!" diye bağırmıştı. "Vaftizoğlun nerede?"

Annem, yüzü gözyaşları içinde, zorlukladönüp bakmıştı.

"Ah, yavrum," diye karşılık vermişti, "dedik-lerine göre onu öldürmüşler."

Öyle de olmuştu. Cristo Bedoya onu arayıpdururken, Santiago Nasar, nişanlısı FloraMiguel' in evine girmişti, onu son gördüğüköşeyi döner dönmez hemen oracıktaydınişanlısının evi. "Orada olabileceği aklımınucundan bile geçmemişti," dedi bana, "çünkü

191/216

Page 192: kırmızı pazartesi

o insanlar hiçbir zaman öğleden önce yatak-larından kalkmazlar." Bütün ailenin, cemaat-in en bilge adamı olan Nahir Miguel'in em-riyle, saat on ikiye kadar uyuduğunu herkesanlatırdı. "Zaten bunun için elini sıcak sudansoğuk suya sokmayan Flora Miguel bir gülgibi taptazeydi," der her zaman Mercedes.Aslında pek çokları gibi onlar da evi çok geçsaate kadar kapalı tutarlardı, ama erkenci,çalışkan insanlardı. Santiago Nasar'la FloraMiguel'in babaları onları evlendirmek içinanlaşmışlardı. Santiago Nasar bu nişanlılığıdaha yeniyetmeyken kabul etmişti, belki deevliliği babası gibi yararlı bir kurum olarakgördüğünden, bu nişanlılığı sonuna kadargötürmeye de kararlıydı.

Flora Miguel'e gelince; o taze bir çiçek gibiolmanın tadını bir dereceye kadar çıkarıy-ordu, ama zarafetten ve sağduyudan yoksunbir kızdı, kendi kuşağından tüm kızlarındüğününde nedimelik yapmıştı, bu yüzdende bu anlaşma onun için Tanrı'dan gelen bir

192/216

Page 193: kırmızı pazartesi

çözüm olmuştu. Kolay bir nişanlılık dönemigeçiriyorlardı, ne resmî ziyaretler vardı, nedekalp çarpıntıları.

Birçok kez ertelenen düğünün en sonundagelecek Noel yapılması kararlaştırılmıştı.

Flora Miguel o pazartesi günü piskoposu ge-tiren vapurun ilk düdük sesleriyle uyanmış,çok kısa bir süre sonra da ikiz Vicariokardeşlerin öldürmek için Santiago Nasaribeklemekte olduklarını öğrenmişti.

Felaketten sonra onunla konuşan tek kişiolan rahibe kız kardeşime, bunu kendisinekimin söylediğini bile hatırlamadığını anlat-mıştı. "Yalnızca 59

sabahın altısında bunu herkesin bildiğinibiliyorum," demişti. Ancak Santiago Nasarıöldürecek olmaları inanılır gibi gelmemiştiona, buna karşıhk namusunu temizlemekiçin onu Angela Vicario'yla zorla

193/216

Page 194: kırmızı pazartesi

evlendireceklerini gelmişti aklına. Kendinison derece küçük düşmüş

hissediyordu. Halkın yarısı piskoposubekleyip dururken o, yatak odasındaöfkesinden ağlıyor, Santiago Nasar’ın ok-uldayken gönderdiği mektupları kutusununiçinde düzene sokuyordu.

Santiago Nasar, Flora Miguel’in evininönünden her geçişinde, içeride kimse olmasabile, elindeki anahtarları pencerelerdeki telesürterdi. O

pazartesi kız, kucağında o mektup kutusuylabekliyordu onu. Santiago Nasar sokaktanbakınca göremezdi onu, ama kız, dahaanahtarlarısürtmeden önce, telin ardındanonun yaklaştığını görmüştü.

"İçeri gel," demişti ona.

194/216

Page 195: kırmızı pazartesi

O güne kadar hiç kimse, hatta bir doktorbile, o eve sabahm saat 6.45'inde girmemişti.Santiago Nasar, Cristo Bedoya'yı daha yenibırakmıştı Yamil Shaium'un dükkânında,meydanda onun gelmesini bekleyen o kadarçok kişi vardı ki, nişanlısının evine girdiğinihiçbirinin görmemesi anlaşılır şey değildi.Sorgu yargıcı, onu görmüş olan hiç değilsebir kişiyi aramış, bunu da benim kadar inatlayapmıştı, ama o kişiyi bulmak mümkündeğildi. Raporun 382'nci sayfasının kenarınakırmızı mürekkeple bir yargı daha yazmıştı:Kader bizleri görünmez kılar. Aslında Santi-ago Nasar, herkesin gözleri önünde önkapıdan girmişti içeri, görünmemek için dehiçbir şey yapmamıştı. Flora Miguel, öfkedenbeti benzi atmış bir halde, üzerinde unutul-maz durumlarda her zaman giydiği volanlırüküş giysilerinden biriyle salonda bekliy-ordu onu, mektup kutusunu elinetutuşturmuş,

195/216

Page 196: kırmızı pazartesi

"Al şunları," demişti. "İnşallah öldürürlerseni!"

Santiago Nasar o kadar şaşırmıştı ki, kutuelinden düşüvermiş, aşktan söz etmeyenbütün o mektupları yerlere saçılmıştı. FloraMiguel'i yatak odasına girmeden yakalamakistemiş, ama kız kapıyı çarparak sürgüyüsürmüştü. Birkaç kez kapıyı vurmuş, o saatiçin fazlasıyla telaşla seslenmişti ona, böyle-likle bütün aile korku içinde koşup gelmişti.Bütün hısım akraba, büyüğü küçüğü, on dörtkişiden fazlaydılar. Dışarı en son uğrayanbabaları Nahir Miguel olmuştu, kızılsakallıy-dı, ülkesinden getirdiği ve evin içinde her za-man giydiği kukuletalı Bedevi cüppesi vardıüzerinde.

Ben onu pek çok kez görmüştüm, iriyarı,ağırbaşlı bir adamdı, ama beni her zaman ençok etkileyen müthiş otoritesi olmuştu.

196/216

Page 197: kırmızı pazartesi

"Flora," diye seslenmişti kendi diliyle, "aç şukapıyı."

60

Bütün aile öylece Santiago Nasar'abakakalmışken, kızının yatak odasınagirmişti o. Santiago Nasar salonda diz çök-müş, yerden mektupları toplayıp kutununiçine yerleştiriyordu. "Sanki günahlarınınke-faretini ödüyordu," diye anlatmışlardı bana.Nahir Miguel birkaçdakika sonra yatakodasından çıkmış, elinin bir hareketiylebütün aile ortadan kaybolmuştu.

Santiago Nasar'la Arapça konuşmayısürdürmüştü. "Daha ilk andan ona söyledik-lerim hakkında en küçük bir fikri ol-madığınıanlamıştım," dedi bana. Bununüzerine Vicario kardeşlerin öldürmek içinkendisini aradığından haberi olup ol-madığını kesin bir ifadeyle sormuştu. "Betibenzi attı, soğukkanlılığını öylesine

197/216

Page 198: kırmızı pazartesi

kaybetmişti ki, rol yaptığına inanmak imkân-sızdı," dedi bana. Bu davranışınınkorkudançok şaşkınlık olduğu konusundabenimle aynı fikirdeydi.

"Onların haklı olup olmadıklarını sen kendinbilirsin," demiştiona. "Ama her ne olursaolsun, artık önünde iki yol var: Ya senin deevin olan burada saklanırsın ya da tüfeğimiahp dışarı çıkarsın."

"Hiçbir halt anlamıyorum," demişti SantiagoNasar da.

Söyleyebildiği tek şey bu olmuş, onu daİspanyolca olarak söylemişti.

"Sırılsıklam olmuş yavru bir kuşu andırıy-ordu," demişti bana Nahir Miguel.

Kutuyu elinden almak zorunda kalmıştı,çünkü kapıyı açmak için onu nereye koy-acağını bilemiyordu.

198/216

Page 199: kırmızı pazartesi

"Bire karşı iki kişi olacaklar," demişti ona.

Santiago Nasar dışarı çıkmıştı. İnsanlar geçittörenlerinde olduğu gibi meydanda yerlerinialmışlardı. Herkes görmüştü onun dışarı çık-tığını, kendisini öldüreceklerini artıkbildiğini herkes anlamıştı; o kadar telaşlıydıki, evinin yolunu bulamıyordu. Dediklerinegöre balkonlardan birinden birisi bağırmıştı,"Hey Türk, o taraftan değil, eski limanyolundan!" diye.

Santiago Nasar sesin ne taraftan geldiğinebakınmıştı. Yamil Shaium dükkânına girmesiiçin bağırmıştı ona, sonra da av tüfeğini al-mak için içeri koşmuş, ama mermileri nereyekoyduğunu hatırlayamamıştı. Her yandanbağırmaya başlamışlardı ona, Santiago Nas-ar, aynı anda her kafadan çıkan onca sestenşaşırarak, bir o yana bir bu yana dönüpduruyordu.

199/216

Page 200: kırmızı pazartesi

Mutfak kapısından evine girmek üzere otarafa yöneldiği belliydi, ama birden öndekisokak kapısının açık olduğunun farkınavarmış olsa gerekti.

"İşte geliyor," demişti Pedro Vicario.

İki kardeş onu aynı anda görmüşlerdi. PabloVicario ceketini çıkarmış, taburenin üstünekoymuştu, kıvrık bir hançeri andıran bıçağınsarih olduğu kâğıdı açmıştı. Dükkândandışarı çıkmadan önce, birbirleriyle an-laşmadan, ikisi de istavroz çıkarmıştı. Bununüzerine Clotilde Armenta, 61

Pedro Vicario'yu gömleğinden yakalamış,Santiago Nasar'a bağırarak koşmasını, yoksaonu öldüreceklerini söylemişti. Bu o kadarcanhıraş bir feryattı ki, bütün ötekibağrışmaları bastırmıştı. "Önce korktu," dedibana Clotilde Armenta, "çünkü kendisinekimin bağırdığını da bilmiyordu, sesin nere-den geldiğini de." Ama kadını gördüğünde,

200/216

Page 201: kırmızı pazartesi

bir itişte onu yere deviren Pedro Vicario'yuda görmüştü, sonra da ikiz kardeşini. Santi-ago Nasar evinin 50 metre ötesindeydi,sokak kapısına doğru koştu.

Ondan beş dakika önce, Victoria Guzmân,artık herkesin bildiği şeyi mutfakta PlâcidaLinero' ya anlatıyordu. Plâcida Linero, sin-irleri kuvvetli bir kadındı, bu yüzden dehiçbir telaş belirtisi göstermemişti.VictoriaGuzmân'a, oğluna bir şey söyleyipsöylemediğini sormuştu, oda bile bile yalansöylemiş, oğlu kahvesini içmeye aşağı in-diğinde kendisinin henüz hiçbir şeybilmediği yanıtını vermişti. Salonda hâlâyerleri silmekte olan Divina Flor, aynı andaSantiago Nasar'ın meydantarafındakikapıdan içeri girip yatak odalarına gidengemi merdiveninden yukarı çıktığınıgörmüştü.

"Net bir görüntüydü bu," diyeanlattı banaDivina Flor. "Üzerinde beyaz giysisi vardı,

201/216

Page 202: kırmızı pazartesi

elinde de ne olduğunu iyi göremediğim birşey taşıyordu, ama bana bir demet gül gibigelmişti." Bu yüzden de Plâcida Linero onaoğlunu sorduğunda, Divina Flor onuyatıştırmış,

"Bir dakika önce odasına çıktı," demişti.

Tam osırada Plâcida Linero, yerdeki kâğıdıgörmüş, ama eğilip onu almak aklına gel-memişti, içinde ne yazdığını ancak dahasonra facianın karmaşası içinde birisi onukendisine gösterdiğinde öğrenecekti.Kapının aralığından bıçaklarını çekmişolarak eve doğru koşa koşa gelmekte olan Vi-cario kardeşleri görmüştü. Bulunduğu yer-den onları görebiliyordu, ama başka biraçıdan kapıya doğrukoşmakta olan oğlunugöremiyordu. "Onu evin içinde öldürmekiçin içeri girmek istediklerini sanmıştım,"dedi bana.

202/216

Page 203: kırmızı pazartesi

Bunun üzerine hemen koşmuş, bir itiştekapıyı kapatmıştı. Tam kol demirini taka-cakken Santiago Nasar’ın haykırmalarınıduymuştu, onun dehşet içinde kapıya inenyumruklarının sesini de, ama oğlununyukarıda olduğunu, yatak odasınınbalkonundan Vicario kardeşlere hakaretleryağdırdığını sanıyordu. Onun yardımına koş-mak için yukarı çıktı.

Santiago Nasar’ın içeri girmek için ancakbirkaç saniyeye ihtiyacı varken kapıkapanıvermişti. Yumruklarıyla kapıya birkaçkez vurabilmiş, hemen arkasından düşman-larına karşı kendini bilek gücüyle savunabil-mek için geriye dönmüştü. "Onu öndengörünce korktum," dedi bana Pablo Vicario,"çünkü gerçekte olduğundan iki kat dahairiyarıymış

gibi görünüyordu." Santiago Nasar, elindekidüz bıçakla sağ tarafından saldırıya geçenPedro Vicario'nun ilk darbesini durdurmak

203/216

Page 204: kırmızı pazartesi

için elini kaldırmış, "Orospu çocukları!" diyebağırmıştı.

62

Bıçak sağ elinin avcunu delip geçmiş, sonradibine kadar böğrüne saplanmıştı. Acıylahaykırdığını herkes duymuştu:

"Ay anam!"

Pedro Vicario, kasap bileğinin gücüyle bıçağıgeri çekmiş, neredeyse aynı yere ikinci birdarbe indirmişti. "İşin tuhafı, bıçak her de-fasında tertemiz çıkıyordu," diye sorgu yar-gıcına ifade vermişti Pedro Vicario.

"Ona en az üç kez vurdum, tek bir damla kanbile akmadı." Santiago Nasar, üçüncü bıçakdarbesinden sonra kollarını karnının üzer-inde kavuşturarak iki büklüm olmuş, danagibi böğürerek onlara sırtını dönmeyeçalışmıştı. Elindeki kıvrık bıçakla sol

204/216

Page 205: kırmızı pazartesi

tarafında duran Pablo Vicario, bunun üzer-ine sırtına o tek darbeyi indirmiş, büyük birhızla fışkıran kan gömleğini sırılsıklam et-mişti. "Kendisi gibi kokuyordu," demiştibana. Üç kez ölümüne yaralanmış olan San-tiago Nasar, bir kez daha onlara yüzünü dön-müş, sanki yalnızca kendisini eşit darbelerlebir an önce öldürmelerine yardımcı olmakistiyormuş gibi en küçük bir direnç göster-meden, sırtını annesinin kapısına dayamıştı."Artık bir daha bağırmadı," demişti PedroVicario, sorgu yargıcına. "Tam tersine; banaöyle geldi ki sanki gülüyordu." Bunun üzer-ine ikisi de onu kapıya dayandığı yerde,birbiri ardına kolaylıkla indirdikleri darbel-erle, bıçaklamayı sürdürmüşlerdi, korkuyuda aşıp öte yanda buldukları göz kamaştırıcıbir su birikintisinin üzerinde yüzüyorlardısanki. Kendi işlediği cinayetin dehşeti içindeçığlık çığlığa bağrışan halkın sesini deduymuyorlardı. "Sanki dörtnala giden biratın sırtındaymışım gibi hissediyordum

205/216

Page 206: kırmızı pazartesi

kendimi," diye ifade vermişti Pablo Vicario.Ama ikisi de birdenbire gerçek hayata geridönmüşlerdi, çünkü bitkin bir haldeydiler,yine de Santiago Nasar sanki hiç yere devril-meyecekmiş gibi gelmişti onlara. "Allahkahretsin, kuzenim," dedi bana Pablo Vi-cario, "bir insanı öldürmenin ne kadar zorbir şey olduğunu tahmin edemezsin!" Bu işisonsuza dek bitirmekamacıyla Pedro Vicario,kurbanının kalbini bulmaya çalışmış, amadomuzların kalbinin bulunduğu takoltukaltında aranmıştı onu. Ashlında Santi-ago Nasar’ın bir türlü yere düşmemesininnedeni, bıçakdarbeleriyle onu kapıya mıh-lamış olmalarıydı. Umutsuzluğa kapılanP-ablo Vicario, karnına yatay bir bıçak darbesiindirmiş, bütün bağırsakları bir patlamayladışarı fışkırmıştı. Pedro Vicario da aynı şeyiyapacaktı, ama duyduğu dehşetten bileğiburkulmuş, yönünü şaşırarak bıçağıuyluğuna saplamıştı. Santiago Nasar, kendiiç organlarını güneşin altında tertemiz,

206/216

Page 207: kırmızı pazartesi

masmavi görene kadar bir an daha kapıyayaslanmış

olarak kalmış, sonra dizleri üzerineyığılmıştı.

Plâcida Linero, oğlunu yatak odalarındabağıra çağıra arandıktan ve onun olmayanbağrışları nereden geldiklerini bilemedenduyduktan sonra, meydana açılan pencere-den uzanıp bakmış, kiliseye doğru koşmaktaolan 63

ikiz Vicario kardeşleri görmüştü. Hemenarkalarından elinde kaplan tüfeğiyle YamilShaium ve silahları olmayan başka Araplarkoşuyorlardı, Plâcida Linero, tehlikeningeçtiğini sanmıştı. Sonra yatak odasınınbalkonuna çıkmış, Santiago Nasar’ı kapınınönünde, kendi kan gölünün ortasında kalk-maya çabalayarak tozun toprağın içindeyüzükoyun yatarken görmüştü. Yan yataraktoparlanmış, dışarı sarkan iç organlarını

207/216

Page 208: kırmızı pazartesi

elleriyle tutarak, rüyadaymış gibi yürümeyebaşlamıştı.

Evin çevresini tam olarak dolanıp mutfakkapısından içeri girebilmek için yüz metre-den fazla yürümüştü. Daha uzun bir yol olansokaktan gitmek yerine, bitişik evden içerigirmeyi düşünebilecek kadar aklı başındaydıhenüz. Poncho Lanao, karısı ve beş çocuk-ları, kapılarının 20

metre ötesinde olupbitenlerden henüzhaberli değillerdi. "Bağrışmaları duyduk,"dedi banakarısı, "ama piskopos için yapılanşenlikler olduğunu sandık." Tam kahvaltıyayeni oturmuşlarken, Santiago Nasar’ınsalkım saçak iç organlarını elleriyle tutarakkan revan içinde içeri girdiğini görmüşlerdi.Poncho Lanao bana şöyle dedi: "Hiç unuta-madığım şey, o korkunç bok kokuşuydu."Oysa büyük kızı Argenida Lanao, SantiagoNasar’ın, adımlarını ölçe biçe her zamankizarif haliyle yürüdüğünü, kıvırcık saçları

208/216

Page 209: kırmızı pazartesi

darmadağınık olmuş Arap yüzünün herzamankinden dahayakışıklı olduğunu anlattıbana. Kahvaltı masasının önünden geçerkenonlara gülümsemiş, evin arka kapısındançıkıp gidene kadar yatak odalarının içindenyürümeyi sürdürmüştü. "Korkudandonakalmıştık," dedi bana Argenida Lanao.Halam Wenefrida Mârquez, ırmağın öteyanındaki evinin avlusunda bir tirsi balığınınpullarını temizlemekle uğraşıyordu, SantiagoNasar’ın eski rıhtımın merdivenlerini inipkendinden emin adımlarla evine doğruyürüdüğünü görmüştü.

"Santiago, yavrum!" diye bağırmıştı. "Neyinvar?"

Santiago Nasar, onu tanımıştı.

“Beni Oldürdüler, Wene Hala,” demişti.

Son basamakta tökezlemiş, ama kendini he-men toparlamıştı. “Hatta bağırsaklarına

209/216

Page 210: kırmızı pazartesi

bulaşan toprağı eliyle silkelemek titizliğinibile gösterdi,”

dedi bana Wene Halam. Sonra saat altıdanberi açık olan arka kapıdan evine girmiş,mutfağın içine yüzükoyun yığılıp kalmıştı.

- SON -

64

Can Yayınları: 52

Çağdaş Dünya Edebiyatı: 25

Cronica de Una Muerte Anunciada, GabrielGarcia Mârquez © Gabriel Garcia Mârquez,1981 © Can Sanat Yayınları Ltd. Şti., 1991

1. basım: 2005 18. basım: Temmuz 2006

Kapak Tasarımı: Erkal Yavi Kapak Düzeni:Semih Özcan Dizgi: Serap Bertay Düzelti:Rılya Tükel Montaj: Mine Sarıkaya

210/216

Page 211: kırmızı pazartesi

Kapak Baskı: Çetin Ofset

İç Baskı ve Cilt: Şefik Matbaası

ISBN 975-510-116-0

CAN SANAT YAYINLARI

GABRIE

YAPIM. DAĞITIM. TİCARET VE SANAYİLTD. ŞTİ. Hayriye Caddesi No. 2, 34430 Gal-atasaray, İstanbul Telefon: (0212) 252 56 75-252 59 88 - 252 59 89 Fax: 252 72 33 ht-tp://www.canyayinlari.com e-posta:yayınevini canyayinlari.com

L GARCIA MARQUEZ’İN

CAN YAYINLARI'NDAKİ ÖTEKİKİTAPLARI

ALBAYA MEKTUP YAZAN KİMSE YOK /öykü ANLATMAK İÇİN YAŞAMAK / ani

211/216

Page 212: kırmızı pazartesi

AŞK VE ÖBÜR CİNLER / romun BENİMHÜZÜNLÜ OROSPULARIM / romanBAŞKAN BABAMIZIN SONBAHARI / ro-man BİR KAÇIRILMA ÖYKÜSÜ /

roman BİR KAYİP DENİZCİ / anlatı İYİKALPLİ ERENDİ RA / öykü HANIMANANİN CENAZE TÖRENİ / öykü KOLERAGÜNLERİNDE AŞK / roman

KÖTÜ SAATTE / öykü LABİRENTİNDEKİGENERAL / roman ON İKİ GEZİCİ ÖYKÜ /öykü ŞİLİ'DE GİZLİCE / anlatı YAPRAKFIRTINASI / öykü YÜZYILLIK YALNIZLIK/ roman Gabriel Garcia Mârquez, 1928'deKolombiya'nın Aracataca kentinde doğdu.Büyükannesiyle büyükbabasının evinde veteyzelerinin yanında büyüdü. BaşkentBogota'daki Kolombiya UlusalÜniversitesi'ndebaşladığı hukuk ve gazeteci-lik öğrenimini yarım bıraktı.1940'lardanbaşlayarak uzun yıllar gazetecilikyaptı. Öykü yazmaya 1940'ların sonlarında

212/216

Page 213: kırmızı pazartesi

başladı. Yayınlanan ilk önemli yapıtı, YaprakFırtınası''ydı. 1961'de yayınlanan AlbayaMektup Yazan Kimse Yok, ülkesi uğrunasavaşarak yaptığı hizmetlerin karşılıksızkaldığını anlayan bir subayeskisininöyküsüdür. Bunu Hanım Ana'nın CenazeTöreni (1962) adlı öykü kitabı veMacondo'daki siyasal baskıları anlatan KötüSaatte (1962) izledi.

Garcia Mârquez, en tanınmış romanıYüzyıllık Yalnızlıktı (1967), Meksika'ya ilkgidişinde yazdı. Yüzyıllık Kıhıızhfc'taki birbölümden esinlenerek yazdığı öykülerini iyiKalpli Erendim (1972) adlı kitapta toplayanyazar daha sonra birbiri ardı sıra Mavi BirKöpeğin Gözleri (1972) adlı öykü kitabını,askerî diktatörlükleri yeren BaşkanBabamızın Sonbaharı'm (1975), onur uğrunaişlenen bir cinayet çerçevesinde gelişen olay-ların ele alındığı Kırmızı Pazartesi'yi (1981),aşkta bağlılığı konu alan Kolera GünlerindeAşk'ı (1985), Simon Bolivar'm yaşamının son

213/216

Page 214: kırmızı pazartesi

aylarını konu edinen Labirentin-dekiGeneral'i (1989) yayınladı.

Yazarın Türkiye'de de yayınlanan öteki yapıt-ları arasında Bir Kayıp Denizci, Sevgiden ÖteSürekli Ölüm, Aşk ve Öbür Cinler, Şili'deGizlice, On İki Gezici Öykü ve Bir Kaçırılma.Öyküsü sayılabilir.

Garcia Mârquez, 1982'de Nobel EdebiyatÖdülü'ne değer görüldü.

İnci Kut, lise öğrenimini Ankara Koleji'ndetamamladıktan sonra Ankara ÜniversitesiDil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili veEdebiyatı ve Varşova Üniversitesi İspanyolFilolojisi bölümlerinden mezunoldu.Türkiye'deki İspanyolca öğreniminekatkıda bulunmak amacıyla, bu alandailkkez, İspanyol dili ve grameri üzerine çeşitliyöntemler ve değişik boyutlarda sözlüklerhazırlayarak yayınladı. 1990 yılından başla-yarak edebî çeviri alanına yönelerek başta

214/216

Page 215: kırmızı pazartesi

Miguel Delibes, Gabriel Garcia Mârquez, Isa-bel Ailende, Mario Vargas Llosa veJoseMauro de Vasconcelos olmak üzere öndegelen birçok İspanyol ve Güney Amerikalıyazarın roman ve öykülerini Türkçe'yekazandırdı.

65

215/216

Page 216: kırmızı pazartesi

@Created by PDF to ePub