konuŞmaci : ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/paneller/2005/08.03.2005...

55
MEDYA VE KADIN PANEL PROGRAMI 14:00 AÇILIŞ AV. VEDAT AHSEN COŞAR ANKARA BAROSU BAŞKANI AV. MÜJDE AVCIOĞLU ANKARA BAROSU KADIN HAKLARI KURULU BAŞKANI OTURUM BAŞKANI : PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR G. Ü. İLETİŞİM FAKÜLTESİ DEKANI KONUŞMACILAR : NURAN BAYER TV PROGRAM PRODÜKTÖRÜ AV. FİKRET İLKİZ İSTANBUL BAROSU YRD. DOÇ.DR. AYSUN YÜKSEL ANADOLU ÜNİ. İLETİŞİM FAK. ÖĞR. ÜYESİ AV. MÜJDE AVCIOĞLU ANKARA BAROSU KADIN HAKLARI KURULU BAŞKANI

Upload: others

Post on 24-Dec-2019

6 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

MEDYA VE KADIN

PANEL PROGRAMI

14:00 AÇILIŞAV. VEDAT AHSEN COŞARANKARA BAROSU BAŞKANI

AV. MÜJDE AVCIOĞLUANKARA BAROSU KADIN HAKLARI KURULU BAŞKANI

OTURUM BAŞKANI : PROF. DR. KORKMAZ ALEMDARG. Ü. İLETİŞİM FAKÜLTESİ DEKANI

KONUŞMACILAR : NURAN BAYERTV PROGRAM PRODÜKTÖRÜ

AV. FİKRET İLKİZİSTANBUL BAROSU

YRD. DOÇ.DR. AYSUN YÜKSELANADOLU ÜNİ. İLETİŞİM FAK. ÖĞR. ÜYESİ

AV. MÜJDE AVCIOĞLU ANKARA BAROSU KADIN HAKLARI KURULU BAŞKANI

08 MART 2005

Page 2: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

BASIN BİLDİRİSİ

KONUŞMACI : Sayın basın mensupları Ankara Barosu Kadın Hakları Kurulu ve Ankara Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonun “08 Mart Kadınlar Günü” nedeniyle hazırlamış olduğu Ortak basın bildirisini sizlere sunuyorum; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, tüketim ekonomisinin yarattığı bir gün değildir. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kadınların, erkeklerle eşit haklara sahip olma yolunda verdiği mücadelenin temsili günüdür. Anneler günü, babalar günü, sevgililer günleri gibi tüketim ekonomisinin yarattığı günlerden biri değildir. Bu özel günde daha duyarlı olup, tüketim toplumunun kıstığı, duyulmasını engellediği sesimizi daha fazla yükseltip, gerçeklere sahip çıkmalıyız. Güncel olması nedeniyle çalışmalarını bu konular üzerinde yoğunlaştırmış olan Ankara Barosu Kadın Hakları Kurulu olarak bizler, 01 Nisan 2005 tarihinde yürürlüğe girecek olan Türk Ceza Kanunu’nun kadınlara karşı ayrımcılığın devamı için yasal zemin hazırlamakta olduğunu ve toplumsal cinsiyet değişikliğini göz ardı ettiğini düşünmekteyiz. Türkiye’de kadın ve çocukların yaşadığı insan hakları ihlallerinin çoğunluğunu oluşturan, cinsel tecavüz, cinsel bütünlüğe tasaddi , namus cinayetleri, zorla evlendirme, çocukların cinsel istismarı gibi suçlar, Türk Ceza Kanununun kapsamı içindedir ve bu suçların ihlal ettiği hakları korumak ceza kanununun temel görevidir. Ancak mevcut Türk Ceza Kanunu bu görevi yerine getirmek yerine, yıllardır kadınları mağdur duruma düşürmekte. Bekaret, namus, edep baskılarıyla yaşamalarına, namus cinayetlerinde öldürülmelerine, tecavüze uğramalarına ve zorla evlendirilmelerine göz yummaktadır. 1.4.2005 tarihinde yürürlüğe girecek olan Türk Ceza Kanunu’nda da bu insan hakları ihlallerinin önüne geçmek için alınan tedbirlerin yetersiz olduğu ve bazı maddelerin, hala yürürlükte olan Türk Ceza Kanunu’nun ayrımcı bakış açısını koruduğu görülmektedir. Yürürlüğe girecek olan Türk Ceza Kanun’da töre cinayetleri, ceza artırımı nedeni olarak sayılırken, namus cinayetleri bu kapsama alınmamıştır. Öncelikle bu haksızlığın giderilmesi gerekmektedir. Yine medeni kanunun, yürürlüğe ilişkin kanunun 10 maddesindeki eşitsizlik, Türkiye Büyük Millet Meclisi eliyle yıkılmış olup, biran önce düzeltilmelidir. Cinsler arasındaki ayrımcılığın önlenmesi için anayasanın 10. maddesine “kadın erkek eşit haklara sahiptir” ibaresinin konulması yeterli olmayıp, “devlet, cinsler arası eşitliği sağlamak için olumlu ayrımcılık dahil, gereken her türlü önlemi alır.” ibaresi de konulmalıdır. Yasalarda ve toplum önünde cinsler arası ayrımcılık giderilinceye kadar çalışmalarımıza devam edeceğiz. Daha uygar, eşit ve aydınlık bir dünyada, kutlayacağımız 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için elele ve yan yana tüm kadınları dayanışma ve mücadeleye çağırıyoruz. Teşekkür ederim.

2

Page 3: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

SAYGI DURUŞU VE İSTİKLAL MARŞI

KONUŞMACI : Bu panelin düzenlenmesi için bu tasarıyı yürüten, Ankara Barosu Kadın Hakları Kurulu Başkanı Avukat Müjde Avcıoğlu’nu, açılış konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum.

AV. MÜJDE AVCIOĞLU : Sayın Başkan, Sayın Yönetim Kurulu Üyelerimiz, Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanımız ve sevgili konuklarımız. Hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Bugün Dünya Kadınlar Günü. Dolayısıyla da zaten panelde de konuşacağım için açılış konuşmasında Dünya Kadınlar Gününden bahsetmeyi tercih ettim ve konuşmama da Pekin +5 Dekorasyonu ve sonuç bildirgesiyle başlamak istiyorum. Kadının ilerlemesi, kadın erkek eşitliğinin sağlanması ve insan hakları sorunudur ve sosyal adaletin bir şartıdır ve sadece bir kadın konusu olarak görülmemelidir. Bunlar sürdürülebilir, adil ve kalkınmış bir toplum icra etmenin tek yoludur. Kadının güçlendirilmesi, kadın erkek eşitliği bütün insanlar için sosyal, ekonomik, kültürel ve çevresel güvenliği başarmanın da ön koşuludur. Bu bir gerçektir ve Pekin +5 dekorasyonu hakikaten önemli kadınlar içinde önemli adımlar atılmış olması bulunmaktadır. Cumartesi günü Ankara dışında kadın günü dolayısıyla bir oturumda konuşma yaptım ve ilginç bir soru geldi. 08 Mart nedir? Ve neden 08 Marttadır? Diyerekten. O zaman aklıma açılış konuşmasından 08 Martın tarihçesine değinmek geldi. 08 Mart bilindiği üzere 1857 yılında Amerika’da yüzlerce tekstil işçisi kadının düşük ücret aldıklarından dolayı grev yapmasıyla başlamış olayların ilkidir. Kadınların yaptığı bu grevin diğer fabrikalara yayılmasını önlemek için patronlar, grev yapan bu kadınları fabrikanın içine kilitlerler ve orada çıkan yangın neticesinde de 140 kadın yanarak can verir. Kadın mücadelesi bu tarihten sonra başlar ve 1909 yılında 28 Şubatta ilk büyük kadınlar günü kutlaması yapılır. 1910 yılında 2. Enternasyonel Kadın Konferansında, Clara Zippgeht isimli bir Alman kadın, Dünya Kadınlar Günü olarak günün tespit edilip kutlanmasın teklifinde bulunur ve bu teklif kabul edilir. 1. Dünya savaşı neticesinde, Dünya Kadınlar Gününün kutlanması kesintiye uğrar. Ancak 1917 yılında, Sen Petersburg’da Rus kadın işçileri seçme hakkı ve emeğinin karşılığını almak için grev yaparlar. Neticede Rusya tarafından Rus kadınlarına seçme hakkı tanınır. 1975 yılında Birleşmiş Milletler Rusya’da ki kadınların seçme hakkının kabul edildiği 08 Mart’ı Dünya Kadınlar Günü olarak ilan eder ve o tarihten beride Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanır geleneği gelmiş olmaktadır. Tabii 1917’den veya 1975 yılından beri çok büyük adımlar atılmış olmakla birlikte, yine de maalesef kadının insan hakları istenen seviyeden hala çok uzaktadır. Bizlerde bu nedenle, şimdi yine kadının insan hakları olarak baktığımız medyadan, medyadan nasıl kadın gözüküyor. O yüzden o konuları bugün işlemek üzere burada toplanmış bulunmaktayız. Aslında gönül ister ki, bundan sonra 08 Martlar, dayaksız, gaz püskürtülmeden ve 08 Martın simgesi olan, sarı mimoza dallarıyla, kadınlar coşkulu bir şekilde kutlasın. Bugünlerde inşallah gelecektir. 08 Mart Dünya Kadınlar Gününüzü kutluyorum ve bu anlamda sizlerle birlikte olmaktan da onur ve mutluluk duyuyorum.

KONUŞMACI : Şimdi konuşmasını yapmak üzere Ankara Barosu Başkanı Avukat Sayın Vedat Ahsen Coşar’ı kürsüye davet ediyorum.

AV. VEDAT AHSEN COŞAR : Sayın konuklar, değerli meslektaşlarım, sevgili stajyerler. Şahsım ve Ankara Barosu adına sizlere hoş geldiniz diyor, Kadın Hakları Kurulumuz tarafından düzenlenen bu etkinliğe katıldığınız için sizlere teşekkür ediyor ve hepinizi

3

Page 4: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

saygıyla selamlıyorum. 1982 Anayasası’nın 34. maddesindeki bölüm, herkes önceden izin almaksızın silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. 1982 Anayasası’nın 11. maddesi “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı makamlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.” demek suretiyle, en üsten norm olarak Anayasanın üstünlüğüne duygu yapılmaktadır*. Yine 1982 Anayasasının 90. maddesi ile hukuk yönünden bağlayıcı olduğu kabul edilen, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 11/1. maddesi ile İnsan Hakları Evrensel Beyanatı bildirgesinin 11/1. maddesi hükümleri herkesin önceden izin almaksızın toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahip olduğu, hal böyleyken kendilerini en üstün hukuk normu olan Anayasanın üzerinde gören, Anayasayı kendi üstün bağlayıcı kabul etmeyen, yine ülkemizin hukuken ve ahlaken taraf olduğu yukarıda değinilen, uluslararası sözleşmeleri tanımayan, iktidarın polis gücü 08 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle, İstanbul Beyazıt Meydanında basın açıklaması yapmak isteyen kadınları izinsiz gösteri yaptıkları gerekçesiyle ve biber gazı da kullanmak suretiyle dağıttı, bir kısmını ise gözaltına aldı. İktidarın polis gücünün, ekonomik, toplumsal, kültürel ve dini baskılar altındaki kadınlarımızın, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış olan kadınlarımızın temel haklarına yönelik bu haksız ve uygar dünya önünde, ülkemizi utanca muhatap eden şiddetin kınadığımızı, hukuka aykırı olan bu tavrı, demokrasiyi işlevleştiremediği için onu araç olarak gören ve öylede kullanan günümüz iktidarının yönetim anlayışının bir çeşitlemesi olarak nitelediğimizi belirtir, bu hususu kamuoyunun dikkatine sunarız. Kadın Hakları Kurumumuzun düzenlediği bu etkinliğe dün yaşanan bu üzücü olayı anımsatmak zorunda kaldığım için sizlerden özür dileyerek konuşmamı sürdürmek istiyorum. Değerli konuklar, “bütün güzel kadınlar zannettiler ki, aşk üzerine yazdığım her şiir kendim için yazılmıştır.” her şair böyle mi düşünür veya duyumsar bunu bilmiyorum. Ama Orhan Veli böyle diyor. İster annemiz, ister eşimiz, ister kız kardeşimiz, isterse sevgilimiz veya arkadaşımız olsun kötü kadının olmadığına inanan ben her türlü ilişki de ama her şeyden önce kadın-erkek ilişkisi bağlamında bir şeye daha inanıyorum; kadın ve erkek olarak birbirimize ihtiyacımız var. Onun için kendimizi feda etmeden vermeyi öğrenmemiz gerekmektedir. İlmi bilip, araştıranlar bilir Freud’un düşünce dünyasının anahtarı olan sözcük “bastırmak”. Freud’ a göre tüm istek bastırma kuramı üzerine yükseliyor. Freudcu bakış açısına göre toplumun özü, bireyin bastırması, bireyin özü de kendisini bastırmasıdır. Eğer kadın insan davranışlarını bile tarihi yönlendirip, koşullandırdığını dikkate aldığımızda kadın özgürlüğü hareketinin temelinde de erkeğin kadını bastırması üzerinde yükseldiğini kabul etmemiz gerekiyor. Bu bağlamda Sadr’ın “siyah adam sorunu yoktur, beyaz adam sorunu vardır.” hareketle kadın sorunu yoktur, erkek sorunu vardır, demek sanırım yanlış ve biz erkeklere haksızlık olmayacaktır. Maddede temelde kötü olan bir dünyada kendini korumak isteyen hükümdarın iyi olmamayı öğrenmesi gerekir, diyor. Bu alıntıda ki hükümdarın yerine kocayı veya erkeği koyabilirsiniz. Kendi iktidarını korumak isteyen erkek veya koca her nasılsa iyi olmamayı çok iyi öğrenmiştir. Peki, erkeğe bunu öğreten veya iyi olmayı öğretenler kim? Bunu da bir zamanlar çok özlü olan bir fıkrayla çeşitlendirmek istiyorum. Fıkra şöyle; Tanrı, biliyorsunuz önce Adem’i yarattı ama Adem yalnızlıktan yakınıyordu, tanrı onu unuttu ve onun kaburgalarından Havva’yı yarattı. Adem hala üzgündü, bunu gören tanrı canını sıkan ne Adem, diye sordu, senin için yarattığım güzel kadına baksana, Adem şöyle yanıtladı, evet ama benim önce bir anneye ihtiyacım var. Sanırım erkek olarak kadınlara bakışımız ve davranışımız konusunda annelerimizi sorgulamamız gerekiyor. Yaptığım bu ironiyle kastettiğim, bizlerin dinsellikler aracılığıyla tevaris ettiğimiz ve erkek olarak çok benimsediğimiz, aklın ve iktidarın erkek olması ilişkin takıntı nevrozumuz, saplantımız ve yanılgımızdır. Sorunun kadın yönünden ele alınması durumunda, ne söylenmesi gerektiğini, Simentoboar’ın, “İkinci Cinsi İsimli” özgün eserinde, birazda yakınarak şöyle ifade ediyor; “Kadınlar, kendi tasarılarını yansıtan herhangi bir erkek yükü kurmamış oldukları içindir ki, hala erkeklerin rüyalarıyla rüya görüyorlar”.

4

Page 5: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

Simentoboar’ın bu eksikliği, kendi bilincine varışta ki can alıcı bir başarısızlığa, kadınların kendilerini bir özne olarak ortaya koyamamış olmalarına, erkeklerle ilişkili olarak, öteki konumda kalmaya göz yummalarına bağlıyor ve ekliyor:”bir mit her zaman umutlarını ve korkularını bir aşkınlık göreviyle yansıtan bir özne ifşa eder.”. Simentoboar’ın kadınlar için çizdiği ideal şudur, kadınlar kendi kendilerine özgürce seçilmiş, tasarı ve serüvenler aracılığı ile kendi aşkınlıklarına, kendi kendini tanımlama ve yargılama durumlarına gelebilmek için içine kapatılmış oldukları içlilikten kurtulmak ve yaşama içliliğinin üzerine çıkan özgür bilinç haline gelmek zorundadırlar. Burada kadının temel özelliği olarak sunulan bu fikrin özgür ve özerk olduğu varsayılan bir varlığın, temel ve egemen olan bir başka egoya göre öteki statüsünü benimsemek zorunda kaldığı özel bir durumdur. Bu anlamda ki öteki olarak alındığında, kadın işkilliğe mahkum edilmiş bir nesne olarak değişmezleştirilir. Aşkınlığın üstü tamamen örtülünür ve bir başka bilinç tarafından aşılır. Sayın konuklar, kadın hakları ve insan hakları ….. işaret ettiği üzere, iç içe geçme ve buna uyan insan hakları rejimi diğer bir deyişle, alt rejimi işlevsel anlamda sınırlı yetkileri olan dünya çapında üyelere sahip olan, organizasyonlarca temsil edilen, toplumsal çerçeveye daha az bağımlı tek konulu insan hakları rejim biçiminde yer alır. Tek konulu rejimler, karşılıklı çıkarların olduğu tek bir alanda geniş katılım sağlamak için kendi faaliyetlerini belirli konular çerçevesinde hazırlayarak, karşılıklı bağımlılıklar anlamında kendilerine bir yer edinirler. İnsan hakları alanında geleneksel olarak, üvey evlat muamelesi gören kadın haklarına ilişkin rejim ırk ayrımcılığı, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunda ve tüm Birleşmiş Milletler merkezleri içinde ele alınan üst başlıklı bir konu iken, aynı Komisyon tarafından, cinsiyete dayalı ayrımcılığı büyük ölçüde kadın statüsü alanına hapsetmiştir. Ama öylede olsa son 15 yıl içinde kadın hakları rejiminin normatif ve usule ilişkin düzenlemeleri önemli ölçüde gelişme kaydetmiş ve kadın haklarına ilişkin konular uluslararası insan hakları tartışmaları arasında yer almaya başlamıştır.Dileğimiz, ulusal kadın hareketlerinin siyasi faaliyetleri ve bilinç yükseltme etkinlikleriyle birlikte gelişip güçlenen kadın haklarının, uluslararası bir çerçeveye oturması, bu bağlamda kadın hakları konusunda uluslararası bir uzlaşının pekişmesidir. Ulusal düzeyde ise, cinsiyet ayırımının önlenmesi amacıyla Anayasanın 10. maddesinin, “Devlet cinsler arası eşitliği sağlamak için pozitif ayrımcılık dahil gerekli her türlü önlemi alır.” biçiminde değiştirilmesi gerekir. Dünya kadınlarının Kadın Hakları Gününü kutlar, dünya erkeklerinin sadece kadın hakları gününde değil, yaşadıkları her günü bir bayram olarak kadınlara armağan edecek bir duyarlılığa kavuşmasını biran önce diliyorum.

SUNUCU : Panelimize geçmeden önce Oturum Başkanımız, UNESCO Türkiye Komisyonu Başkan vekili, aynı zamanda İletişim Komitesi Başkanı ve Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sayın Korkmaz Alemdar’ı kürsüye davet ediyorum

PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR : Değerli konuklar, aslında ben Baro’nun Sayın Başkanından daha çok konuşmak isterdim. Açılış konuşmama hemen başlarken, aslında biraz geç kaldım. İsterseniz hemen Konuşmacıları davet edeceğim ama bu demek değil ki, sizlere de söz vereceğim. Böyle bir yükümlülük altına girmiyorum. İzninizle konuşmacıların buradaki yerlerini almalarını istiyorum. Aysun Yüksel Hanım Anadolu Üniversitesinden, Fikret İkiz Bey, aslında Fikret İkiz Bey yok diye seviniyordum. Bir tek ben olacaktım diye ama yinede tabii, şanssızlık, Nuran Bayrak Hanımefendi ve Sayın Müjde Avcıoğlu. Onu tanıyorsunuz. Bu seçkin topluluğa neden “Medya Ve Kadın” konuşuyoruz, diye aslında düşünmüyor değilim. Çünkü İletişim Fakültesinde toplantı yapılsaydı herhalde konu ne olacaktı? Medya ve Kadın olacaktı ama Baro’da neden “Medya ve Kadın” diye düşünüyorum. Çünkü zannediyorum, Sayın Başkan Freud’dan söz etti. Muhtemelen bir bildiği var ama son yıllarda maalesef o kadar, yargı alanında da o kadar çok yaşadık ki.herhalde yargı mensupları

5

Page 6: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

biraz daha arınmak, kendilerinden daha çok eleştiri konusu yapılabilecek alan olduğu için onun kadına ilişkin bütün binaları sergilemesi gerektiğini..gerek diye düşünüyorum. Aksi takdirde hukuk olsaydı ben zaten burada olmazdım. Çünkü hukuk ve kadın deyince, benim hep tanıdığım örnekler çok zarif, çok alımlı, iyi bilen ve çaba sarf eden örnekler. Onlar iyi örneklerin hiçbirisinden uzun boylu söz etme olanağı yok. Örnek illa negatif unsurlar taşıyacak ki, onun hakkında biraz daha uzun uzun konuşma fırsatı doğsun. Kadın hakkı yada kadınların hakkı konusu gerçekten son yıllarda çok gündemde. Türkiye’de de giderek bu konu gelişiyor, tartışılıyor ama ben iki örnekten size söz edip konuşmalara geçmek istiyorum. Birincisi, İçişleri Bakanlığı’nın düzenlediği insan hakları eğitimi programlarından bir örnek, ben insan hakları tesadüfen 17. Ulusal Komitesi olarak bunlara katılmıştım. Bu kaymakam ve vali yardımcılarına dönük olarak yapılan bu eğitim faaliyetleri genellikle 1 hafta olarak olarak yürütülüyordu ve bu haftanın da en sonunda biz yer alıyorduk. Biz kim? İletişim haklarını anlatan ben ve kadın haklarını anlatan bir başka meslektaşım, kadın ve çocuk haklarını anlatıyordu. Fakat ne hikmetse tabii hepte bizim programın sonrasında sertifika dağıtım töreni oluyordu ve istisnasız her gittiğimiz yerde de valinin programı çok yoğun olduğu için bizim program kısaltılıyordu, sertifika törenine daha çabuk geçiliyordu ama sonunda şu anlaşıldı ki, çoğu erkek olan yöneticiler kadın ve çocuk hakları konusunda pek laf dinlemekten hoşlanmıyor. Yani onlara kadın haklarını anlatmak o kadar ilginç değil, çünkü yani bir taraftan haklılar o kadar yoğun iş baskısı ve sorunlarla karşı karşıyalar ki, birkaç hocanın kadın hakkı diye onların kafasına şişirmesine pek gerekli gibi bakmıyorlar. Ne kadar çabalasanız da eğer bu düzende bir diyalog kuramıyorsanız,yada bunu gerçekten önemli bir sorun olarak paylaşamıyorsanız, o zaman sorun gibi görünün konuyu aşmanın pek imkanı olmuyor. 2. örnek, geçen yıl Birleşmiş Milletler desteğiyle Gazeteciler Cemiyetinin yine farklı illerde yaptığı toplantılardan bir örnek, hangi ile gidersek gidelim, sabahleyin erkeklerle kadınlar arasına bir nifak sokmak için konuşuyorlar. Ben değil tabii Birleşmiş Milletler elemanları konuşuyordu. Kadınların ne kadar kötü durumda olduğu, ne kadar ihmal edildiği, ne kadar eğitimsiz oldukları, ne kadar her 30 saniyede bir kadının şu yada bu nedenlerle öldürüldüğüne dair istatistikleri verip, dünyanın gerçekleri ama sorunları da çözmek pek yardım etmediği için tabloyu çiziyorlardı. Ardından da gazeteciler aslında böyle bir sorunun olmadığının, Türk erkeklerinin kadına o kadar önem verdiklerinin örneklerle anlatıyorlardı ki, mesela verdikleri örneklerden iki tanesi şuydu: o kadar önemliydi ki kadın, üzerinde yaşadığımız yurda Anadolu diyorduk, temel yasamıza da Anayasa diyorduk. Bu iki noktadan hareketle, Türk topraklarında kadına çok önem verildiğini, sabah oturup ta onlara ne kadar kötü davrandığını anlatıyorduk, öğleden sonrada aslında onları çok sevdiğimizin kanıtlarını sergilediler. İnsan hakları bu, bunun gelişmesi gerekiyor. Fakat tabii ben genelde böyle insan kaklarını bir bütün olmaktan çıkartıp, farklı farklı haklardan söz edilmesini bir türlü içime sindiremediğim için bu konuda çenemi tutmayı tercih ediyorum. Çünkü madem ki bir kadın hakları var, evrensel düzeyde tanınıyor ve bende buradayım, özel olarak korunması gereken bir alan olduğunu da kabul etmek zorundayım. Bu sadece bizi ilgilendirmiyor. Dün yabancıların bir gazetesinin, çok seçkin bir gazetenin baş yazısında Fransa’da beş yıl önce çıkmış bir yasaya dayalı olarak Fransa’da da yerel yönetim temsilcilerinin seçildiği meclisler de kadın oranının nasıl ciddi olarak arttığını gösteren bir makale yayımlandı. Çıkarttıkları yasadan gelişmiş Batı ülkelerinde ne yapıyorlar çok mutluluk duyduklarını anlatıyorlar. Yani özel bir alan toplumun dikkat etmesi gereken bir alan, gerektiğinde de yasalarla güçlendirilmesi gereken bir alan tıpkı bizim 1930’lu yıllarda yaptığımız gibi. Ama unuttuk, yapılanları unuttuk, şimdi yeni baştan Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla keşfetmeye uğraşıyoruz ama zararın neresinden dönülürse kardır diyoruz ve ben nereden başlayayım diye düşünüyordum, sanıyorum, genelden özele gitmek, belki biraz daha iyi olacak diye düşünüyorum. Genelden özele gitmek deyince, bu genel meselelere bakan Fikret İlkiz vardır. Ne için, kendisi hem basına bakar, hem radyo televizyonlara bakar, hem günlük hayata çok

6

Page 7: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

dikkatli bakar, takip eder. O bize belki bir çerçeve çizerse, kafamızda bir bütünlük oluşur. Ondan sonrada reklam diye konuşabiliriz. Belki dil diye konuşabiliriz. Çok farklı alanlardır, muhtemelen irdeleme şansımız olur. Onun için söz önce Fikret İlkiz’de bakalım ne söyler ve ne kadar zamanda söyler? Zannediyorum eğer konuşmacılar şey yapmıyorlarsa, bir 15-20 dakika civarında bir tur bir atalım izninizle, kalan zamanda da tekrar sizinde eleştirilerinizle, tekrar sürdürmeye çalışalım. Buyurun efendim.

AV. FİKRET İLKİZ : Efendim çok teşekkür ederim. Tabii Ankara’da olmaktan dolayı Hocamı biraz hüsrana uğrattım. Ben tabii son çıkıp geldiğim programda yoktum ama tabii Dünya Kadınlar Günü bakımından, özellikle üç ana konuşmacı ve üç meslektaşımla birlikte konuşmaktan da çok memnunum. Yani Dünya Kadınlar Günü bizim açımızdan da gelişme bakımından memnuniyet verici diye düşünüyorum. Beni genelde bazı konuları anlatmam için ilk sözü verdi ama ben hem genel bir çerçeve çizmeye çalışacağım hem de bu genel çerçeve içerisinde medya ve kadın denildiği zaman özellikle yer alış biçimi hakkında bir tek veya iki örnek vererek aslında içinde bulunduğumuz durumu bilginize sunmaya çalışacağım. Gerçekten, 2000 yıllarında uluslararası bir anlaşmaya göre örneğin gazetelerde %77 oranında erkek, %23 oranında kadın, televizyonlarda ise, %63 oranında erkek, %37 oranında kadın çalışmaktadır. Buna karşılık radyolarda haber muhabiri olarak kadın bulunuyor ama sunucu kadınlar ise %72 oranında radyolarda görev yapıyormuş. Türkiye’de ise, Basın Ve Enformasyon genel verilerine baktığımız zaman 2000 yılı itibarıyla bu oranlar basın kartı olarak medyada 1998 kadın 8321 erkek çalışıyormuş ama 2004 yılına ulaştığımız zaman bu rakamların bir hayli arttığı gösteriliyor. Kadın gazetecilerin yaşlarına bakıldığı zaman istatistiksel olarak söylüyorum %56.7 oranıyla 20 ile 30 yaş arasında gazeteciler var. Bunun yanında kadın gazeteciler arasında İletişim Fakültesi mezunu olanlar ise, aşağı yukarı %52.8 dir. Bu anlamda kadınların, özellikle medyada yani, kitle iletişim araçlarında ki yönetim kademesinde yer almaları ise,..bakımından yönetim kademesinde oranları %88.3 civarında. Dolayısıyla kadınlarla ilgili olmak üzere konularak, rüyada olunması ve kadın gazetecilerin en azından en zor görevleri dahi üstlenmesi bakımından bazı sorunlar vardır. Örneğin, kadınlar arasında kadın gazetecileri arasında, polis-adliye muhabirliği yapan kadın gazeteci sayısı Türkiye’de yok denecek kadar az. Ama bunu genelde gazetecilik kavramı bakımından polis-adliye muhabirleri olmasının veya olmamasının nedeni gazeteci sıfatıyla gazetelerde veya basında yer almasından dolayı, kadının toplumdaki, genel konumundan kaynaklanan sorunlardan kaynaklandığı bu uluslararası bir araştırmada 2000 yılında tespit edilmiş durumda. Kadının kitle iletişim araçları bakımından konumu veya bu anlamda örneğin ilk kez Türkiye’de kadının kültür anlamında veya sinemada, tiyatroda, radyoda, derneklerde ve gazetelerde görünümü ile başlamış. Kısa bir gezinti yapacak olursak, aşağı yukarı Türk sinemasında kadını ele alan ilk filmi Sedat Simavi çekmiş ve bu çekilmiş olan filmin adı “Pençe”. Yine konulu filmlerin arasında yer alan ve Ahmet Veli’nin çektiği 1919 tarihli “Mürebbiye” filmi kadının gerçekten Türk sinemasında ki göründüğü en önemli filmlerden birisi. 1922’de ise, Muhsin Ertuğrul tarafından “İstanbul’da Bir Faciayı Aşk” isimli, uzun metrajlı bir film çekilmiş. Bunlar Türk kadınının, özellikle sinemada yer aldığı ve önemli sayıda ve herkesin yine hafızalarında yer alan, yine Muhsin Ertuğrul tarafından çekilmiş olan “Aysel Bataklı Damın Kızı” Cahide Sonku’nun özellikle Aysel rolünü üstlendiği bu film Türk sineması severleri bakımından bir aşk filmi olarak izlenen ve hafızalarda yer alan en önemli filmlerden biridir. Daha sonra yani 1933yılında ilk mayolu kadınların yer aldığı filmin adı “Karım Beni Aldatırsa” başlıklı bir film. Bunlar bizim Türk sinemasında kadınların yer aldığı ve hafızalarda yer alan filmler arasında sayılabilecek olan filmler. Bunları geçiyorum. Özellikle televizyonlarda ve radyolarda kadınların durumu ile ilgili olmak üzere bilgi vermek için. Gerçekten, daha özel radyo televizyonlar çıkmadan önce TRT 1’de ilk kez yapılan

7

Page 8: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

programın adı, “Hanımlar Sizin İçin” adlı bir programdı. Burada yapısı ve içeriği bakımından bakıldığı zamanda gazetecilerin ve gazetelerinde aslında hedef kitlesi, örneğin magazin eklerinde ise, magazin eklerinde neler yer almışsa, TRT 1’de yapılan, ilk kadınlara ilişkin bu programda onların aynı yer almış. Yani ev işlerini kolaylaştırıcı öğütler verilmiş, yöntemler anlatılmış, yemek tarifleri verilmiş, günün modasından bahsedilmiş, kadının cinsel sağlığıyla ilgili bilgilere yer verilmiş. Daha sonra, 1992 yılında yani TRT’de ki kimliğin kısmen kırıldığı, ortadan kalktığı yeni programlar, kadınlarla ilgili yeni TV programları yapılmaya başlandığı zamanda bizim karşımızda sohbet programları, tartışma programları, yarışma programları ve reality showlarla, pembe diziler, TV dizileri anlamında ilk kez kadınla ilgili olmak üzere karşımıza çıkan TV programlarıdır. Bunların, yani ilk kez özel radyo televizyonların gündeme geldiği zaman, oranlarına bakıldığı zaman, genelde bu programlar içerisinde pembe dizilerin ağırlıklı olarak yayımlandığını görüyoruz ve ilk yıllarda yapılan araştırmalara baktığımızda reklamların %75’inde kadınların ev için kullanılan ürünlerdeki tüketim programlarına ve tüketim elemanlarına da çok ağırlık verilmiştir. Nihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok TRT 1’de başlayan ve daha sonra özel radyo ve televizyonlarla devam eden evin saati, ev, ev için gibi programlar 1970 yılına kadar ve kadının yer aldığı programlar olarak devam eden programlar olarak gözüküyor. 1974-80 yıllarında ise kadın dünyası, TRT 2’deki, “Kadın ile Aile” programı dikkatimizi çekiyor. 1980’li yıllardan itibaren ise, özellikle bu programlar çeşitleniyor ve 1992 yılından itibaren de artık çeşitleri sayılamayacak derecede de artıyor. Bunlar bizim, radyo televizyonlar anlamında ve kadının yer aldığı programlar anlamında geçirmiş olduğumuz yere kadar bütün bu evrelerin dışında ben sadece özellikle bir istatistik, yapılmış olan bir istatistikteki bilgilerinize sunmak ve bu bilgiye sunuş içerisinde de kadınla ilgili olan bazı konuların nasıl yer aldığını örneklemek istiyorum. Özellikle, 1998 yılında yani 31 Ocak 1998 Cumartesi günü ve 1 Şubat 1998 Pazar günü ulusal düzeyde yayın yapan 12 TV kanalının ana haber bültenleri incelemeye alınmıştır. İki günlük bu inceleme içerisinde ana haber bültenlerinin de içeriğinde yer almış. Bu ulusal düzeyde yayın yapan TV kanalları içerisinde toplam haberler, yani Cumartesi ana haber bültenlerinin 8 saat 15 dakika. Bu, 93 haberle %42.27, ikinci günde ise, 98 haberle %40.50 oranında ana haber izleyicilerini ve dinleyicilerine sunulmuştur. Bunların içerisinde ağırlıklı olarak terör haberleri, siyasi haberler, ekonomik haberler, magazin haberleri, spor, dini haberler, adli haberler ve trafik haberleri sıralama olarak bu sıralama içindedir. Ancak bu 8 saatlik program içerisinde, 8 saat 15 dakika, içerisinde bir haber bülteninde yer alan bir bülten ve bir TV kanalının bülteni 71 dakika sürmüş ve 26 haber vermiş Cumartesi günü. İkinci gün, 72 dakika 54 saniye sürmüş ve toplam 26 ayrı haber. İşte bu TV kanalıda haberlerin içerisinde bir haber var, bu haberi seçmişler, bunun içerik analizini de gerçekleştirmişler. O haberin başlığı, “genç kızlara ibret” başlığıyla verilen bir haber. Bu haber iki gün bu başlıkla, üst üste ve kuvvetlendirilerek verilmiş. Cumartesi günü saat 20:04’te başlamış ve tam 9 dakika sürmüş. Bu habere ait 3 alt yazı geçmişler ve 3 ayrı fragman vermişler. Pazar günü bu haberi biraz kuvvetlendirmişler. 20:03’te başlamışlar tam 12 dakika sürmüş ve habere ait 8 alt yazı, 2 fragman geçmişler. Haber, 1. gün fragmanlar dahil olmak üzere 10.5 dakika sürmüş, 2. gün ise fragmanlar dahil olmak üzere 13 dakika sürmüş. Şimdi bu haberin özelliği yani bu haberde yer alan kişi bir kadın. 31.01.1998 Cumartesi günü şikayette bulunduğu birkaç erkek hakkında ki bunlar kadın satıcıları, onları 33 kez tokatlamış ve yumruk atmış. 23 kez tekme atarken, iterken yakasından tutup sarsarken gösterilmiş ve toplam 56 adet bedensel şiddet eylemi uyguladığı sırada Cumartesi günü haberlerde gösterilmiş. Aynı haber, ertesi gün, bu kez Pazar günü biraz daha güçlendirilmiş, biraz daha şiddetlendirilmiş ve 53 kez tokatlanması, yumruk atması, 18 kez onun tekme atması, itelenmesi, yakasından tutularak başka kişileri onun sarsması şeklinde, 71 adetle bedensel şiddet eylemi uygulandığı ekranlarda gösterilmiş. Peki, bütün bunlar anlatılırken, bu olay verilirken, yani genç kızlara ibret başlığıyla kamuoyuna duyurulan bu haber için spikerin

8

Page 9: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

kullandığı kelimeler neler. Bu olayı izleyiciye aktarırken spiker, kadın tacirleri, tokat üzerine tokat, fuhuş batağı, erkeklere pazarlanan kadın, kadının son müşterisi gibi ifadeler kullanmış ve 50’ye yakın spiker tarafından kadının başına gelenler anlatılırken ve kadının kıstırıldığı anlatılırken, argo kelimeler kullanmış. Bu kelimeler, affınıza sığınarak TV ekranında anılan tabirlerde verildiği için tekrarlıyorum, lan, ulan kelimesi 26 kez tekrarlanmış, kanımı emdiniz, 6 kez yayınlanmış, git bacını sat, 4 kez yayınlanmış, sat benim gibilerini sözü 2 kez tekrarlanmış, karını zaten satıyorsun kelimesi yine Cumartesi, Pazar yayınlanan haberler bakımından 2 kez tekrarlanılmış ki, arada diğer kelimeleri artık tekrarlama gereği duymuyorum. Ama “genç kızlara ibret” başlıklı bu haber Cumartesi, Pazar günleri bu şekilde yayınlanmış olmakla arada kullanılan bazı kelimeleri de biplemek suretiyle vermişler. Yani 13 ve 15 dakika süren bu haberlerde kamu oyunda kelimeler anlaşılmasın ve belli olmasın diye düşündükleri için o kelimelerin geçtiği yerleri biplemek suretiyle dinleyiciye duyururken, örnek buyurmuşlar ki, zaten bunların anlaşılmaması mümkün değil. Dolayısıyla Cumartesi, Pazar günü yayınlanan bu iki habere baktığımız zaman, özellikle bu haberlerin niteliği ve bu haberlerin içeriği bakımından bu konu TV lerde gösterilen kadın şiddetlerinin en önemli örneklerinden birisidir. Tabii bu arada çok ilginç, özellikle bazen yayınlanır, belki de yayınlanmasında çok büyük fayda vardır. “Alo RTÜK“ hattına bu tür haberleri izleyen veya bizler bu haberleri izlediğimiz zaman şikayetçi olduğumuz bazı konular var. örneğin o konulardan bir tanesi ilk aklıma gelen şikayetler anlamında değerlendirdiğim zaman, doğrudan doğruya kadın haysiyetini hedef alan bir yarışma programında ki, siz patronlarınızın kucağına oturan sekreterlerden ve az kullanılmış cüzdanlardan* yine ana haber bültenlerinde nataşaların fiyatı yarı yarıya gibi arttı, yarı yarıya azaldı ve yarı yarıya indi gibi sözler toplumun her kesiminden Alo RTÜK hattında tepki almış veya şarkıcı, showmen Aydın’ın sunduğu gelin-kaynana isimli programda bu programdaki anlatılan ve gösterilen hanımlarla ilgili, kadınlarla ilgili doğal olmayan tarzdaki tabirler yine çocuklara kötü örnek olduğu iddiasıyla, Alo RTÜK hattında doğrudan doğruya etki ve doğrudan doğruya şikayet almış programlar veya bir hanımın müstehcen tarzda davranışlara örnek olarak bayan konuğun göğsünü sıkması, küçük konuğu kucağına oturtması, erkeklere ilişkin sözler sarf etmesi Alo RTÜK hattında şikayete neden olan konular. Kaldı ki, bazı klipler var yine Alo RTÜK hattına gelen şikayetler içerisinde bu kliplere bakıldığı zaman bunlarında tepki çektiği görülür. Bütün bunları niye söyledim? Aslında sözlerimi bitirmeden önce en son bunlarla ilgili olmak üzere yapılmış olan araştırmalar, sayın konuşmacılar tarafından belki teker teker anlatılacak, değerlendirilecektir ama kadın statüsü sorunlarıyla ilgili olmak üzere TV dizileri bakımından en iyilerinin hangisi olduğunu seçmeye çalışmışlar. Yani olumlu anlamdaki programlar nelerdir? Bunları kendi içinde kategorize etmişler ve kendi içlerinde kadınla ilgili olan programlardan hangisini seçelim diye düşünmüşlerdir. Bu seçicilik anlamında da kategorileri şöyle ayırmışlardır. Örneğin, yerli dizilerde ATV’de yayınlanan “Baba Evi”, ülkemizde kadının yaşadığı sorunlara dikkat çekmesi ve özgürlükçü yaklaşımı nedeni ile seçilmiş, 2. bir kategori, gündüz kuşağında, kadın programları anlamında TRT’de yayınlanan “Dört Mevsim Kadın” adlı program her konuda kadınları aydınlatmaya çalıştığı ve bu konuda çaba gösterdiği için seçilmiş. Yine belgesel anlamında “Bir Yudum İnsan” yani ATV’de yayınlanan programda toplumumuzun farklı kesimlerinden kadın ve erkeklerin yaşam öykülerini sunduğu için onu gösterdiği için seçilmiş, bu programda Arzu Okay ile Nesrin Topkapı’nın toplumda bilinen yönlerinin dışında bilinmeyen, gerçek yaşam öykülerini anlattığı için seçimine doğru bir tespitle bununda kadınlarla ilgili program anlamında iyi bir program olarak yer almış. Diğer bir kategori ise TV kanalı amacında NTV, cinsiyete dayalı ayrımcılığı kırma noktasında özel çabası olmamasına rağmen özenli yayın politikasıyla seçilmiş. Yani burada cinsel obje olarak göstermeden ve kadının ayrımcılık öğeleri içermeyen yayıncılığı içerdiği için seçilmiş. Jüri özel ödülünde ise, Perran Kutman’a çeşitli TV dizilerinde temsil ettiği toplumu iyimser ve güçlü mesajları sunmadaki başarısından dolayı

9

Page 10: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

kategori içerisinde yer almış, yine jüri özel teşvik ödülünde “Görsel Medyada Kadın” programıyla, Şeref Turgut, yani ATV de erkek mesleği olarak bilinen savaş muhabirliğinde göstermiş olduğu üstün performansı nedeniyle kategorik anlamda da seçilen ve 08.12 1999 tarihinde bu nedenlede ödüle layık görülen programlar arasında yer almış. Kısaca bu tur anlamında veya bu sözler anlamında en son içinde bulunduğumuz durum veya bu durumla bağlantılı olarak TV de özellikle kadının yer alması için bir küçük yapılmış röportajda gelinen sonuçları da bilginize sunup, 2005 yılı için ve gelinen noktada özellikle kadın gazetecilerin, kadının medyada yer alması konusundaki sözlerinden çıkan sonuçları bilginize aktarmak istiyorum. Medyanın öteki tarihte yapıldığı Aralık ayında yapılmış olan toplantıda, kadın gazeteciler Türkiye’de ve Yunanistan’dan gelen kadın gazeteciler bu tarihi buluşma noktasında birbirinden ilginç tespitlerde bulunmuşlar. Milliyet Gazetesi yazarlarından Recep Mehmetkıran* medya yöneticilerinin etraflarında güzel kızlar görmek istediğini anlatmış ve demiş ki, “artık eli yüzü düzgün olmayan, iyi fotoğraf veremeyen kadın gazetecilere medyada yer yok.”, bu onun sözleri. Devamında, “bundan böyle Türkiye de medyada, yayın organlarında, hangi gazeteye giderseniz gidin, çok fazla kadın gazeteci çalışıyor. Aslında kadınlar çalışıyor, erkekler fikir üretiyor.” demiş. Devamında ise, “bu anlamdaki yazarlık için,”Sex And The City” yazarlığının ortaya çıktığını ve bir taraftan namus cinayetleri işlenirken diğer taraftan da bu kadar özgür ve güzel kadınların olduğu hiçbir kurumlar* yaklaşım olduğunu olması için söyledim demiş. Zaman Gazetesinin yer verdiği bir şikayette ise, özellikle eleştiri bakımından kendisini, bilgisinin, saçlarının renginin ve küpelerinin eleştirildiğinin altını çizmiş. Zeynep Göğüş ise, kadın örgütlerinin güçlenmesi gerektiğinden yana ve sadece üye sayısının arttırılması değil, kadın örgütlerinin etkinliklerinin de arttırılması gerektiğini söylemiş. Yunanlı bir gazeteci ise Enata… * kadın gazeteciler 40 yaşından sonra iyi bir hammadde olamazlar onlar daha pahalıdır, sermaye daha az ücret alan genç meslektaşlarını tercih eder görüşünü ileri sürmüş. Sonuç olarak 2005 yılı bakımından tespit edilmiş olan sonuçlara göre basın kuruluşlarında tıpkı, banka şubeleri gibi çok kadın çalışmaktadır. Kadınlar çalışırken erkekler fikir üretmektedir. Kadın gazeteciler arasında “Sex And The City” yazarlığı ortaya çıkmıştır, bir taraftan namus cinayetleri işlenirken, diğer taraftan bu kadar özgür kadınların ortaya çıkmasını oldukça ironik bir tablo sergilemektedir. Basında kadınların erkeklere rekabetinden çok bu rekabetteki ayrımcı bakış açısı öne çıkmaktadır; ayrım olarak da bu ayrımcılığı herkes yapmaktadır. Basında erkek yöneticiler hatta çalışan kadınlar meslektaşının ilgisini yaptıkları, ürettikleri değil, saçlarının rengini, küpelerini, dudak boyasını, giydiği kıyafeti eleştirmektedirler. Başarılı, güzel ve akıllı kadın gazetecilerin erkekler tarafından hoş karşılanmadığı açıktır. Erkekler başarılı kadınları kendilerine hakaret olarak görmektedirler. Kadın gazeteci kendisine hakaret edilse bile terbiyeli kız çocuğu imajını korumaktır. Kadın gazeteciler erkek meslektaşlarına göre mesleklerinde daha fazla bedel ödemektedirler. Kadın gazeteciler, kadınlıklarını kaybetmeden gazetecilik yapabileceklerinde ısrar etmektedirler. Kadın gazetecilerle, erkek gazeteciler arasındaki ayrımın kalkması için kadın örgütlerinin güçlendirilmesi gereklidir. Bu örgütlerin sadece üye sayısının artması değil, aslında etkinliklerinin arttırılması zorunludur. Dolayısıyla kadın gazeteciler 40 yaşından sonra iyi bir hammadde olarak görünmemektedir. Kadın gazetecilerin aldığı ücret yükseldikçe medya patronları daha az ücret alan genç meslektaşlarını tercih etmektedir. Reklamlarda kadının yer alması kavramını ayrı bir konu, televizyonlarda reklam konusunda kadınların kullanılması konusu yine başlı başına ayrı bir konu ama sözlerimi daha fazla uzatmadan bu tespitlerle şimdilik sonlandırmak istiyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.

PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR : O kadar çok örnek konulandı ki medya ve kadın konusunda ve bunlarda. Bu arada Sayın Başkan, stajyerler kaçıyor. Bu masanın etrafında yer alan konuşmacılar konuya uygun olarak kaçınılmaz bir biçimde ve çok yerinde olarak

10

Page 11: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

örnekleri de sergileyecekler ve bu örneklerle ortaya çıkan tabloda tahmin edeceğiniz gibi olumlu sonuça çünkü iyi örnek çok nadir. Ben arada sırada bir bir konuşmacının sözü öbürüne geçilirken biraz bağlantıyı yada vurguyu toplumsal gelişmeye yapmak istiyorum çünkü eğer bunu da gözden kaçırırsak bugün çok meraklısı olduğumuz ele aldığı her konu hakkında saatlerce, günlerce konuşup nefes tükettiğimiz bu kitle iletişim araçlarının çalışma biçimi konusunda dikkatlerimizi dağıtabiliriz, örnekler üzerindeyiz. Size söylemem gereken birinci nokta, bugün ne kadar şikayet edersek edelim, ulaştığımız nokta oldukça geçmişe göre daha iyi anlamdadır. Ne anlamda iyi anlamdadır? Osmanlı imparatorluğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında bir kadının gazeteci olabilmesi için ya babasının patron olması gerekiyordu yada kocasının yazı işleri müdürü olması yada çok nadir bir biçimde seçkin bir ailenin biraz laf söz dinlemeyen, hırçın ama yazarlık yeteneğini ön plana çıkarmak isteyen bir çocuğu olması gerekir. Bu özellik uzun süre devam etti. Bunun en iyi örneği Nazlı Ilıcak Hanımefendidir. Nazlı Ilıcak Hanımefendi seçkin eğitiminden sonra yaptığı izdivaçla gazetecilik kimliğini öğrenmemize fırsat vermiştir. O Beyefendi aramızdan ayrılınca da bu özelliğini maalesef biraz geri plana gittiğini görüyoruz. Peki, bizde kadın gazeteciler ne zaman arttı? Özel bir politikamı güttük? Hayır, tuhaf bir şekilde 1980’den sonra arttı. İletişim fakültelerinin sayısı arttı, mezunların sayısı arttı ve iş gücü olarak daha doğrusu özel bir şey yapılmadan bu insanlar kendilerine iş aradılar ve Fikret İlkiz’in söylediği bir takım işleri yapmaya aday oldular her toplumda ve bunu gerçekleştiler. Bugün tablo aşağı yukarı budur, kadın gazetecisi sayısı giderek artmaktadır. Bunların sektörün değişik kademelerinde yerler konusunda eleştiri vardır. Genel yayın yönetmeni değildirler, bir tane denendi, pek başarılı olmadı fakat bütün bunları düşünürken kadın konusunda vurgu yapmak önemli, doğru fakat birde bazen bulunduğunuz toplum, o toplumun çalışma biçimi, o toplumun haber toplamadaki gereksinimlerinin gerçekleştirme koşullarının da dikkate almak zorundasınız. Bir genel müdür hatırlıyorum, bu iletişim kurumlarından birinde görevliyken çok içtenlikle hiçbir özel karşılığı olmamasına rağmen kadın gazetecilerle sorunlar yaşadığımız oluyordu, buna ait biz şimdi kızabiliriz ama bütün bunları dikkate almak zorundayız. Eğer kendi kafamızdan daha sağlıklı bir sonuç yaratmak istiyorsak. Çünkü hanım gazeteciler evleniyorlar, erkek evlenmiyor mu? Evleniyor ama hamile kalıyorlar, çocuk büyütüyorlar saat 17’te de işlerini bırakıp gitmek istiyorlar. Dolayısıyla hukukçularla konuştuğum için mesleğin bazı dikkate alınması gereken noktalarını göz ardı ederek de sadece kadına verilen değer ve onun sömürü biçiminde ortaya çıkan yapısıyla da konuyu sağlıklı bir şekilde ne yapamayız, tartışamayız. Peki, bu demek istediğim nedir? Yani mevcut yapı sağlıklımıdır? Yoo, sadece bundan sonra bir hanım konuşmacıya söz vereceğim, ona buna benzer yada bununla ilgili başka eleştiri konuları var mıdır? Yok mudur? Söylesin diye. Şimdi söz Nuran Bayer’de sol tarafımda, TRT yapımcısı popüler anlamda özel televizyonların örneklerinden şikayet edecektir. Çünkü TRT ilk defa “Hanımlar Sizin İçin” programını yaptığı vakit, o bile akademisyenler tarafından eleştirilmiştir, hala konuşuyorlar. Buyurun Nuran Hanım,

NURAN BAYER : Teşekkür ederim. Aslında benim anlatacağım konuya çok güzel bir alan açtınız, sürekli hanım hanım deyice kanım kaynamaya başlamıştı zaten. Ben daha çok konuşmamda zaten kurumsal cinsiyetin yarattığı şeylerden söz edeceğim, medyada onlardan biri, onun için medyada ki örnekleri günlerce anlatabiliriz, yani sizler hepinizde izliyorsunuz ama onlara biraz şöyle altını kazıyarak bakmak gerekir. Bugün mesela birlikte bir şeyin altını kazıyalım sizinle. Ben 2000 yılında bir program yapmıştım, sevgili.. Erdoğan’la birlikte sunduğumuz, “Aynanın İki Yüzü” diye. Buda kadın ve erkeğin rol modellerinin irdelendiği, tartışıldığı bir programdı. Onlardan bir tanesi de, bir çok başlıkları alıyoruz, ceza yasalarını ele aldığımız bir programdı. O zaman daha Türkiye’de ceza yasaları üzerine yapılan bu yoğun tartışmalar başlamamıştı. Tabii iyi programcı olmanın getirdiği ve birazda mükemmeliyetçi olmanın, ben ceza yasasını elime aldığımda hatmetmeye çalışıyorum. Yani ne haddime hukuk

11

Page 12: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

konusunda o ağır dille yazılmış şey ama hiç değilse belli şeyleri kaldırayım ki ilerde çok iyi hukukçular var yani Ordinaryüs Profesör, rahmetli .... vardı programımızda. Girişte tanımlamalar vardır. Şimdi işte o gözle bakmak böyle bir şey onu anlatmak istiyorum size. Normalde okur ve geçeriz, farkına varmayız, dilin ve bir çok şeyin. O sayfayı okurken hukukçular varken böyle bir şeyi konuşmak çok zor ama tanımlar vardır, Ceza Yasasının ilk sayfasında, değiştirilmeyenlerden bahsediyorum daha önceki, orada belli şeyleri tanımlar önce. Çünkü daha sonra onlara gönderme yapacak cezaları, o tanımlar üzerine oturtacak Yasadaki. İşte ateşli silahlar der, tanımlar, top der tanımlar, orada iki kelime daha vardı orada, Kadın tanımı ve kız tanımı. Ceza Yasasının, cins sayfası. Biz programda bunu çok değerli hukukçularımızla tartıştık, sorduk ve orada bize hep kadın ve kız tanımının da ayrılmasının olmasını kadınları korumak adına olduğunu, bunu bizim algılayamayacağımızı, aldığımız Fransız yasalarının da böyle ön gördüğünü söyleyerek, çok büyük laflar ettiler. Tabii biz işin sonunu bırakmadık. Sonunda bunun anlamsızlığı üzerine derken bir sona erildi. Sonra diğer maddelere bakıldığında ve Ceza Yasasının tartışıldığını gördüğünüz zaman bir şeyi anlıyorsunuz ki, aslında bu kavramlar çok önemli. Çünkü yasanın içerisinde cezaların oranları bile bu iki kavram üzerine oturtulmuştur. Kız ve kadın. Kızda ceza nasıl olur? Kadınsa ceza nasıl olur? Belki de evlenmemişse, bekareti bozulmamışsa onu kaçırırsanız cezası nedir? Hakim ona farklı verecek, öbür türlü ise, kadınların çok önemli olduğunu görüyorsunuz. Hayatınızda çok önemli olduğunu görüyorsunuz. Aslında tabii biliyorum ki hiçbir art niyet olmadan, bir ağız alışkanlığıyla hanım denir. Aslında hanım diye hitaba gerek yok. Kadın ve erkek var. Hanım şöyle bir şey, hanım hanımcık olmaktan gelen bir hanımlık var. Buradaki hanımlığı tanımlar. Bu aslında üretile üretile, hanım yerine hitap ettiğiniz zaman hanım formatına yakışır bir hanım olduğunu aklınıza getirebilirsiniz. Böyle bir şey, böyle gider. Sonra… yok diye düşünürken, çok önceden okuduğum bir şey geldi, hanımlara ben bayağı ciddi takmışım ki ben okuyorum. Türk Dil Kurumu Sözlüğünü açıp hiç kadın ve erkek tanımını okuyan var mı aranızda ? Okumuştum daha doğrusu. Sonra bugün bunları size bahsetmeden önce dedim ki, ben galiba Türk DİL Kurumu’nun sözlüğü çok eski okuduğum kitapta çok önceki yıllarda basılmıştır. Herhalde yani……….var………var. Türk Dili Kurumu da herhalde bunu değiştirmiştir. Ama yinede emin olamadım. Gelmeden önce hatta size yazmıştım, okuyacaktım burada internetten giripte, o son değişikliklerde acaba bir değişiklik var mı diye bakayım dedim. Değişiklik derken, atasözü ve deyimleri ele aldım. Ama bunu okumama lütfen izin verin. Hayatınız kurgulandığını kadınlar ve erkekler için daha iyi anlayacaksınız. Önce kadını okuyorum. Birinci anlamı, iki cinsten ilişkili insan, erkek veya adam karşılığı. Altlarında da A.Ş* Hisar’dan bir cümle yer alıyor, yanlarında kendileri ile ahbaplık edecek dostlar, hizmetlerine koşacak kadınlar ve erkekler demek isterler. Örnek bir cümle vermiş. İkinci anlamı “evlenmiş kız”, üçüncü anlamı “eskimiş bayan”, yine bir, tırnak içerisinde, bunu açıklamak adına bir cümle verilmiş, “mutlu kadın toplantıyı yüreklendirmek için herkesin kendine bazı şeyler sormasını teklif ediyordu”. Dördüncü anlamı sıfat olarak kullanılıyor, “Analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri olan.”. Beşinci anlamı mecaz, hizmetçi,*. Şeyleri karıştırmadan hemen size erkeği okuyayım ki karşılaştırma şansımız olsun; birinci anlamı, “insan, hayvan ve bitkilerin, dişiyi dölleyecek cinsten olanı”. İkinci anlamı biyoloji, “sperm oluşturan organizma”. Üçüncü anlamı, “yetişkin adam, kadın karşıtı.”, yine tırnak içinde Kaygılı’dan bir cümle, “erkekler gelince buraya, kadınlar işte böyle kaçar.” Örnek cümlemiz bu. Dördüncü anlamı, “koca”. Beşinci anlamı, sıfat ve mecazla birleştirmişler, ayırmamışlar, “sözüne güvenilir, mert.”. Altıncı anlamı yine bir sıfat, “girintili ve çıkıntılı olmak üzere bir oluşturan nesnelerden, çıkıntılı olanı.” Erkeğe yazmışlar. Birazdan dişiyi açıklayacağız. Birinci anlamı yine bir sıfat, “sert, kolay olmayan”. Biraz önce ise sözlükte, parantez içinde bir açıklama var, madenler için kullanılıyor şey var açıklama var ama burada onu da tanımlamışlar. Şimdi atasözü, deyimle birleşik fiiller diye de örnekler veriliyorlar. Kadın için verilen örnekte, “kadının fendi erkeği yendi.” Pardon, evet,

12

Page 13: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

bunlar deyim ve atasözleri. “Kadının yüzünün karası, erkeğin elinin kınası.” Ve kadın olmak. Şimdi erkek için karşılığında verilen atasözü ve deyimler neler, “erkek Fatma” veya “erkek gibi”, “erkek olma”. Sonra birleşik sözlere geliyoruz. Birleşik sözler erkeklerde çok az ve bunlarda hep erkek, anahtar erkek, erkeğe erkek, terzisi erkek, demir erkek, bakır erkek, erkek hamamı gibi birleşik sözler. Kadınların birleşik sözlerine bakıyoruz. Kadın ana, kadın avcısı, kadın kadına, gündelikçi kadın, Ayşe kadın, kötü kadın, bilim kadını, ev kadını, temizlikçi kadın, yazıcı kadın, hayat kadını, sokak kadını. Birde dişi kadını var artık onu size okumayacağım. Burada gördüğünüz gibi kadın ve erkeği birleştiren iki nokta döllenmedir konusunda, bunu okusaydım. Bunu size niye okudum? Bu çok önemli, farkında olmadan yerleştirdiğiniz şeyler, yani Türk Dil Kurumu sözlüğü çok önemli, herkesin başvurduğu ve bütün formatların üzerine oturtulduğu bir kaynak, bilmediğimiz şeyleri buluyor. Şimdi düşünün genç öğrencileri, Türk Dil Kurumu sözlüğünü açtılar, onlara ödevler verilir. Atasözleri, deyimler. Hemen bir deyim bulalım diye karşılığından açtılar ve baktılar buraya. Hemen kadın için sözler buldular. Bunlar kitaplarda yer aldı, akıllarda yer aldı, gazetelerde yer aldı. Yerleşti, yerleşti, yerleşti ve toplumun bize biçtiği kadın rollerine kadar uzandı, gitti. Şimdi biraz önce brifing yapmak lazım dedim ya, birazda ondan bahsedeceğim. Yani temele inersek aslında bugün oluşan şeylerin değişimini nasıl yaparız, medyayı nasıl değiştirirsizi belki değiştirebilirsek, gücümüz yeterseyi görmek adına bunları söylüyorum……..bende aslında bunu çok eskiden öğrendim ama tarihsel bakımdan bakıldığı zaman, söylemler, her şey kadının ve erkeğin bugün ki konumunu belirleyen şeyler aslında. Kadın ve erkek varoluşuna ilişkin bilgiler bırakmışızdır. Yada bahsettiğimiz Girit...yani nasıl bir ilişkisi var medyayla, biraz sonra göreceğiz. Şimdi Girit, başka bir örnek bize aslında birde Ortaçağda yer alır. Bu öğreti de aslında Musevi adetlerinde var olarak meydana gelmektedir. Bensara*…aynı zamanda orada kadın ve erkeğin yaratılışına ait kadının yaratılması ile ilgili olarak bilinir. Tanrının ilk yarattığı kadın Havva, Adem ile aynı maddeden yaratılıyor. Bu aynı madde………….eşitlik talep eder. Onunla aynı düzeyde (toplantı salonunda hareketlilikler)………Girit,………bu düzene Adem’i terk eder. Adem, şikayet eder. Tanrı Adem’e üç tane melek yollar. Girit, bu meleklerden kurtulmak için onlara bir yalan söyler. Bu yalanda şöyle, onları korkutmak için kendisinin dünyaya çocuklara hastalık vermek için gönderildiğini ve ancak eğer onu bırakırlar ve üç melekten birinin adını yazan bir nazarlık, çocukların başı üzerine asılırsa, bu tehlikeden kurtulacağını söylüyor. Bunun üzerine bırakıyorlar. Bu söylenti o zamandan gelir. Çocuklarımızı nazardan ve kötü gözlerden korumak için bir iyiliktir. Girit’ten korumak için başına böyle bir şey asmalısınız, bu biraz önce bahsettiğim ** alfabesinin Musevilerin öğretilerinden gelen bir şeydi. Şimdi kadın tabiri hep böyle sarkaçlar halinde dönüşmüştür. Bir tarafta Adem’le Havva, bir tarafta Girit öyküsü. Yani bir tarafta isyan eden, olduğu konumu kabullenmeyen bir kadın, öbür tarafta, ondan sonra çünkü tanrı Havva’yı gönderiyor ama Havva’yı bir kadın olarak göndermiyor, bir eş olarak karı olarak gönderiyor. İşte belki birçok kadın bu eşlik, Giritlik* arasında gidip geliyoruz. Artık bizim nesilde bunu çok yaşayan bir kuşak oldu. Şimdi size aslında biraz önce çok hoş bir şey öğrendim, bunu bilmiyordum ve bir kez daha onurlandım. Benim geçen yıllarda yaptığım, yani bir dönem önce yaptığım belgesel, “Sesimi Duy” adlı bir kadın belgeseliydi, 2004 Sedat Simavi Ödülünü aldı. Kadın duyarlılığı ve sosyal açıdan araştırmacı bir belgesel olduğu için aldık bu ödülü. Sedat Simavi’nin, teşekkür ediyorum bu arada ilk kadın filmini yapan olduğunu duymakta beni çok onurlandırdı. Bu arada** kadın programının yapımcısıyım ben aynı zamanda, kadın sorunlarının. Şimdi bizi kullanarak anlatılır medyada onun farklılandığı. Belki geçen günlerde dikkatinizi çekmiştir, bir haber vardı. Hürriyet Gazetesinin en üstünde,“sığınma evinde fuhuş operasyonu” diye. Bu haberin çok ciddi bir araştırmacı gazeteci yazmış ve yapmış. Türkiye’nin önde gelen ve o nedenle de çok ödül verilen bir gazeteci yapmış. Belki bunda ne var diyeceksiniz ama çok şey var. Bir sığınma evinin adının böyle geçmesi ki, bu sığınma evinin adını birazdan size açıklayacağım. Bu sığınma evi değil,

13

Page 14: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

başka bir yer. Orada madde bağımlıları için sağlıklama yapılan bir yer aslında. Ama sığınma evinin kadınların hayatında ne kadar önemli bir yer olduğunu yansıyan bir medyadan söz ediyoruz. Sığınma evi için yıllarca benimde arasında olduğum, Kadın Dayanışma Vakfı, ilk bağımsız sığınma evini açan vakıf, sığınma evi kavramını olması gerekliliğini, oranın varlığının burada örtüştürülmeye çalışıldığı bir işlevde olmadığını anlatmak için yıllarını verdi. Gördüğünüz gibi bir sürmanşet, burada yok edildi bu çok çirkin bir şey. Bu çirkinliği anlamanız için size belgeselimden, izninizle küçük bir yeri Sayın Başkanım izin verirse göstermek istiyorum. Kadınların, yani gerçeklik denen şeyin bize nasıl kurgulandığını ama bu kadınların şiddeti ve onları intihara götüren şiddeti nasıl yaşadıklarını benim belgeselimden, küçük bir bölümle gösterelim istiyorum. Biraz önce arkadaşımız herhalde bağlandı,oradan itibaren, sessiz bir anlamı olmayacak çünkü oradaki kadın gerçekliklerini duymanızı istiyorum.

TRT YAYINI- BELGESELDEN BİR BÖLÜM SUNUMU

NURAN BAYER : Biraz başa alıp, tekrar, ses yok, gelmiyor bu arada. Aktarılamıyor mu, o zaman izleyemeyeceğiz. Sessiz bir anlamı olmayacak çünkü gerçek seslerini duymanızı istemiştim.Görüntüler değil aslında burada, çünkü orada biliyorsunuz Batman’da kadın intiharları olmuştu ve bir çok sosyolojik araştırma yapıldı onun üzerine. Cidden bu belgeselde şiddet üzerine röportajlar vardı. Orada onlarla derinlemesine mülakat yaptık. Çünkü onların yaşadıklarını anlatmaları çok zor. Burada kadınlar niye intihar ettiklerini anlattılar ve tabi nasıl şiddete maruz kaldıklarını Ama tabii bunları onların sözleriyle dinlemelisiniz. Benim sözlerim aynı tepkiyi uyandırmayacaktır. Çünkü bir tanesi sizin için çok anlamlı olabilir. 16 yaşındaki bir genç kızımızın söylediği bir şey vardı. Neden intihar ettiğini sorduğumda şöyle dedi, babası şiddet uyguluyordu annesine çok çirkin bir şekilde ve 16 yaşında bir kız intihar etmişti. Sen niye intihar ettin dedim, şiddetten uzaklaşmak anlamında mı, hayır dedi. Çünkü annem babama benim için katlanıyor, ben olmasam ona katlanmayacak. Ben olmazsam ona katlanmaz düşüncesiyle intihara kalkıştığını, iki kere yaptığını ama olmadığını söyledi. Şu cümlesi ise inanılmaz bir cümleydi, 16 yaşında ve Doğuda yaşayan bir kızın söylediği bir cümleydi bu, “benim varlığım, aslında annemin benim için ona katlanıyor olması aslında bu şiddeti benim anneme uygular olmam gibiydi.”. Bu çok ciddi bir şeydi ve bu toplumsal ayrımdan uzak çok medyada bu konular yer aldı. Buda onlardan biriydi. Günlerdir bilmem farkında mısınız? Kadınlar, kadın örgütleri. Bu konuda belki Baro bir şey yapabilir. Galeyan ediyorlar, ne yapabiliriz diye. Çünkü orada eğer o kadınların sığınma evi olanakları olsaydı, intihar etmeyeceklerdi. O kadın o şiddeti çekmeyeceklerdi. Bu konuda KADER’in bir açıklaması vardı, okudunuz mu bilmiyorum, 63 kadın namus cinayetinden kurtarıldı. Varlığının böyle olduğu var olması bu kadar gerekli olan bir ülkede bir anda, bir haberle, başlıkla ve sürmanşetten bir haberle bir anda bu kurumun yok ediyoruz. Varlığının nedenini yok ediyoruz. Bu medya adına çok ciddi bir şey. Aslında size anlatacak çok şeyim vardı ama bunları gösteremeyince üzerine olmayacağı için tartışmalarla devam ederiz diye anlatmayacağım şimdi ama bir şeyi yapılamaz olarak görmemek lazım; son günlerde Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanının açıklamalarıyla gündeme gelen bir şey vardı: bu özellikle “gelin-kaynanayla” ilgili olan programların yasaklanması. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, korkunç bir vaka. Tabi ki öyle programları olmaması gerekiyor ama olmamasının nedeni toplumsal yarar adına değil. Hatırlarsanız, Ceza Yasasının değiştirilmesinde ki en önemli etken biraz önce bahsettiğim kadın ve erkek tanımlarından yola çıkarak, ceza yasasının girişindeki kadın ve kız tanımlarının oturtulduğu bir şey vardı, topluma karşı işlenen suçlar, kadına karşı işlenen suçlar, kadının bedenine yada kadına karşı işlenen suçlar mümkün, bu yasayla o değiştirildi. Aynı mantık burada güdüldü sürekli. Aslında oradakiler, genel ahlak, genel adap, insanların nasıl, kamu yararı. Bunlardan öte bir şey. Orada fark edilmeyen bir şey

14

Page 15: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

var, bir kız çıkabiliyor orada yani bu onu pazarlamak gibi bir şey. İyi bir kadın olmak nasıl bir şeydir? Sen nasıl bir kadın olabilirsin ki, oradaki kaynana seni alsın. Fark edilmesi gereken orada o iken tam farklı bir şey söyledik. Toplumsal yarardan söz ettik. Aslında toplumsal yaradan öte orada farklı bir şey var, işte bunu görmüyoruz çoğu zaman. Sayın RTÜK Başkanım çok iyi niyetli biri, çok hoş bir girişim ama altında çıkış noktanız farklı olsa değişimler daha radikal ve daha hızlı olabilecek beklide ama bunu görmekten biraz kaçınıyoruz. Her şeyi topluma mal ediyoruz. O zaman kadının bedeli hep toplumun denetimi altında oturtulması gereken hep onun yararına işler yapması gereken gibi görülüyor. Bireyselliği, kişiselliği yok ediliyor. Bu filmi izleyemediğimiz için üzerine konuşamıyoruz. Bir dahaki turda devam etmek üzere konuşmama biraz ara veriyorum, sonra devam edeceğiz.

PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR : Nuran Bayer’e çok teşekkür ediyorum. Keşke sözünü ettiği o çok acıklı demeyeyim ama toplumsal gerçekliği çok daha yakından görürdük. Nuran Bayer’in sözünü ettiği tartıştığı konu belki tek başına alındığında çok haklı ve yerinde bir yargı yani bir kötülüğün bertaraf edilmesiyle belki olumlu olarak değerlendirebiliriz ama bizim burada oturumuş seçkin toplumun aslında bunun biraz ötesinde daha bir şeyler düşünmesi gerektiğini sanıyor. Oda şu, acaba Türkiye’de bazı kötülüklerin ki, bunların kaynağı 1990’lı yıllardan beri radyo televizyon yayıncılığıdır. Orada yapılan kötülüklerin, orada topluma karşı işlenen suç demeyeceğim çünkü o çok geri bir kavram olur, ben haksızlığın nedeni nedir diye baktığımızda acımasızca, değişen dünya düzeninin Türkiye’ye dayandığı çıkarlardır. Bizim oluşturduğumuz kurullarda ki RTÜK bunların en önemlisi, o sürecin yarattığı kötülüklerle, sistematik ve doğru dürüst ilgilenmediği için bu noktaya geldi. Herkes hatırlar, çok farklı program türleri vardı, herkesin şikayetine konu olmuştur. Bir ülke ortaya çıkan TV programları türleri üzerine bu kadar çok konuşarak enerjisini, zamanını tüketme hakkı var mıdır? Acaba daha uygun bir radyo televizyon sistemi, daha uygun bir denetim, öz denetim biçimi, bütün bunların yarattığı sorunları ortadan kaldırmaya yetmez mi? Yıllar önce 900’lü hatlara ses çıkarmadılar, anlamsız yarışma programlarına ses çıkarmadılar, geçtiğimiz yıllarda bütün dünyada yaygın olan bizde de gelen “biri sizi gözetliyor” programına, işin özüne yapılacak şekilde ses çıkarmadılar. Hatta ve hatta haber programlarının hangi biri haber programına benzemekte? Adına haber programı dediğiniz programlar içinde haber bulunmakta mıdır sorusunu sormamakla sürdürdüler. Sonra değişen dünya koşulları, özel durum isterseniz, o bir programa karşı tepki duymayı yada onu yayından çıkartmayı, bugüne kadar yapılan yanlışları yada günahları ortadan kaldırmaya izin veren bir şey değil. Kuşkusuz Nuran Bayer’in sözünü ettiği sevgili hocamız, büyük sosyolog, ceza hukuku konusunda hala hayatta olsaydı hala bu yasaya da etki edilemez diyen Suphi Dönmez Hoca, dünya değişiyor ama yasaları yapanlar değişmiyor, Şikayetler artıyor ama aynı bakış açısı hala etkisini sürdürüyor. İşte bütün bunları düşünürken, belki Baro’lar yasaları kimin yapacağı konusunda fikir üretecektir. bu yasaları yapan kurumlar içinde kadınların yada başka üst kategori gruplarının olup olmadığı konusunda düşünecektir. Çünkü bunları yüksek sesle düşündük şeye belki bugün hepimize çok sevimli gelen Adalet Bakanımızın da birkaç yıl önce neleri, nasıl söylediğini hatırlamamız hem mümkündür, hem de belki şunu hissetmemiz mümkündür, değişim güzel bir şey ama değişim ne zaman gerçekleştiğinde güzel bir şey? İktidarın bunu sürdürmek üzere sözde değişim mi güzel bir şey? Yoksa gerçekten ortaya çıkan sonuçları çözümünde bulunan yöntemlerde ki değişiklik mi güzel bir şey gibi. Bugün çok konuşacağım ama Nuran Bayer bunları bana düşündürttü. Şimdi bir akademisyene döneceğiz, Aysun Yüksel’e. Bakalım Anadolu’dan ne tür sesler gelmiş, orası bu tür araştırmalara ilgi duyan bir üniversitedir. “Hanımlar Sizin İçin”i sözünü ettiği TRT’nin yayınladığı programı da ilk kez orası yüksek lisans tez konusu yapmıştır. O tarihten bu yana da devam ediyor. Buyurunuz lütfen,

15

Page 16: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

YRD. DOÇ. DR. AYSUN YÜKSEL : Ben daha çok reklamlara bakmak istiyorum ama önce şöyle bir giriş yapalım; cinsel kimliklerimizi belirleyen şeyler ne? Hangi süreçler belirleyici oluyor, çok kısa bahsedecek olursak; öncelikli olarak çok seçme şansımızın olmadığı biyolojik bir sürecimiz var. Formonel değişimlerimiz, anatomik yapımız, bu zaman kadar getirdiğimiz üretkenlik, doğurma sürecimiz vesaire gibi şeyler biyolojik sürecimizi oluşturuyor. Bir başka süreç sosyal süreç; çevremizin bizden beklediği davranış, duygu ve düşüncelerin nasıl kadın ve erkek olarak bunları nasıl yaşatmaktayız, ne yaparsak kadın gibi, ne yaparsak erkek gibi davranmış oluruz? Sosyal süreçte bunları içeren bir duyguya sahip. Birde tarihsel süreç var, buda daha çok kemikleşmiş değerleri içeren bir süreç. Tarihsel olarak taşıdığımız aile tarihimizin taşıdığı yinelenen pratiklerle ve bütün bunlar bizim cinsel kimliğimizin üzerinde etkili oluyor. Cinsel roller, genel olarak kadın ve erkek olarak bizim ne yapmamız halinde, çevremizden onay almamızı sağlayacağını gösteren bir şey yani kadın olarak ne yaparsınız, erkek olarak ne yaparsınız, genel olarak ikiye bölünme var. Bu ikiye bölünme evet var, bunu tartışabiliriz. İlk önce cinsel rolleri öğrendiğimiz yer aile. Hanım hanımcık kız olmayı yada aslan gibi delikanlı olmayı biz aileden öğreniyoruz. Ondan sonra okul devreye giriyor. Ders kitaplarında çocuklarımızın ilk aşamalarıyla bakacak olursanız, cinsel rollerin ders kitaplarındaki resimlerle nasıl pekiştirildiğini görebilirsiniz. Kız ve erkek çocuklar, anne babalarına yardım ederler. Kız çocuklar ev işlerinde, çamaşır yıkarken yardım eder, erkek çocuklarda babalarına tamirat, boya badana işlerinde yardımcı olurlar. Nuran Hanım’ın dediği gibi, dilimiz ve değer içeren bileşkedir ve dil aracılığıyla neyin doğru veya yanlış olan bir takım yargılara sahip oluruz. Örneğin, devlet babadır, toprak anadır. Biz meslek isimlerini söylediğimiz zaman sekreter yada şoför dediğimizde, cinsiyetin beraberinde hemen kendimiz yükleyebiliriz. Ata sözlerimizle birlikte, işte dişi köpeğin kuyruğunu salmaması ile birlikte yapılacağını yada yuvanın kimin tarafından yapılması gerektiğini de öğreniveririz. Adam gibi olmayı öğreniriz cinsiyetimizin hiç önemi yoktur, adam gibi olmalıyızdır. İşadamı olunur, bilim adamı olunur, bu arada biz ne oluruz onu bilemiyorum. İş ortamında da istihdam alanlarına baktığımız zaman böyle bir ayrılanmanın söz konusu olduğunu görüyoruz. Yasalar bizim nasıl evleneceğimizi, nasıl boşanacağımızı, malı nasıl paylaşacağımızı söylüyor. İnandığımız din bize hangi pratiklerle doğru kadın ve erkek olarak davranmamız gerektiğini söylüyor. Yani aslına bakarsanız günlük hayatta çok içselleştirdiğimiz, çoğu zaman üzerinde düşünüp sordurulmadığımız şeyler bize kadın ve erkek olmanın yollarını gösteriyor ve belli roller olarak deyim yerinde ise dayatılmış oluyor. Şimdi erkekten ve kadından neler bekleniyor, toplumumuzun dayalı olarak yaptığı bir ayrımlama var, hemen şöyle bir görebilirsek eğer yumuşak, uyum gösteren, güçsüz, kararsız, başarı peşinde koşmayan, çaresi ve edilgen olmaması gerek yanlarımız. Sert, güçlü, yargılayıcı, başarılı, bağımsız, çözüm getiren, etkin ve yani tek olduğumuzda hoşlanılmayan çok fazla onaylanan bir şey değil. Aynı şey erkekler içinde geçerli. Bugün tabi kadınları baz alarak konuştuğumuz için erkeklere de aslında belli noktalarda haksızlık yapıldığını düşünüyorum çünkü duygunun bana göre örselenmesinin cinsiyeti yoktur. Kadınlar da erkeklerde ama sanki bu hakları bizim elimizden alınmış gibi yaşam pratiklerimiz bunlar üzerine kurulmuş. Şimdi aile ilk etapta bu rolleri öğrenmemizde, anne ve babamıza bakarak ilk onlara bakarak biz kadınlığı ve erkekliği öğreniyoruz ama tek yer aile değil, ondan da önce kitle iletişim araçlarında biz belli rollerle karşı karşıyayız. Bunlar neler? Mesela bir haberin aktörlerinin nasıl yerleştirildiği, kimin önde, kimin arkada yer aldığını, öne çıkartıldığını, kurmacalar da yaratılan karakterlerin tipleri olaylar karşısında nasıl pozisyonda yer aldığı ve nasıl içlerini doldurduğu ve hatta belki de medyanın cinsiyeti bizzat kendisinin cinsiyeti bile tartışılabilecek bir şey. Kitle iletişim araçlarında tek başvurulan yer değil, reklamlarda en çok karıştığımız program türlerinden, tanıtım türlerinden, tanıtım araçları olarak karşımıza çıkıyor şimdi reklam dediğimiz özellikle benim size vereceğim reklamlarım olacak, nasıl bir mantığı

16

Page 17: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

vardır? Belli bir programın arasına girer, tek başlarına yer almazlar, reklam kuşağı diye adlandıracağımız bir dizi reklamın arasında .. genelde zaping diye geçiyor ama kanallar arasında zıplarken o reklama takılıp kalabileceksiniz yani çarpıcı olacak, süresi kısıtlı yani öyle dakikalarca izleyeceğiniz bir şey değil, reklamlarda böyle bir imkan yok. Dolayısıyla da ilk bakışta rahat kavranacak, akılda kalacak nitelikte olması lazım. Yaratıcılık adına çok sıra dışı örnekler verilebiliniryor. Eğer hatırlayacak olursanız bir dönem televizyon ve yanlış hatırlamıyorsam … markanın bir reklamı vardı tüketici bir kişinin o marka ile illegal bir ürün arasında tercih yapması isteniyordu tüketicinin ve o tüketici de ne hikmetse tanıdığı, bildiği markayı ve onun üzerine ciddi, herkesin rahatsız olduğu bir tokat yiyerek kullanılıyordu. Bu ve benzeri örnekler var. Genellikle bakıyoruz, reklamlarda cinsel rollere çok sık rastlanıyor, çok fazla kullanılmaya başlanıyor. Mesela küçük ev aletleri, annelerin, kadınların veya sigorta reklamlarına baktığınızda eğer hatırlayacak olursanız Anadolu Hayat diye bir reklam vardı. Anne kızının işyerine yemek götürürdü, baba oğluna lüks bir restoranda yemek ısmarlardı. Hani babanın şöyle yaptığı, hatırlıyor musunuz? Anne evde tanımlanıyordu, baba para kazanan, para harcatmayan, erkeği o anlamda da destekleyen bir baba olarak karşımıza çıkıyordu. Bakıyoruz çamaşırlar Ayşe Teyze alanı reklamına, dünya güzeli mutfaklar dünya güzeli Azra Akın’ın. Yani biz sürekli ve sürekli, tekrarlayan biçimde izliyoruz. Reklam ve kadın dendiği zaman genellikle bakış açımız ki bu yöndeki çalışmalarda bizim ufkumuzu açan Batının, kadının bedenini çok cinsel obje olarak ortaya konulması, sömürü nesnesi haline getirilmesi, en çok konuşulan konulardan bir tanesi. Tabi ki bunu yadsımıyorum. Kadın bedeninin sergilenmediği ve erkeğin bakış açısı haline gelen reklamlar var, hala da var. Mesela o sözünü ettiğimiz ayrımlamada kadınlarda belki erkeklere hayranlıkla bakıyorlar ama ne için hayranlıkla baktıkları da önemli. Şimdi iki tane reklamımız var, bir tanesi Coca Cola’nın reklamı, iki genç kızı gözetliyorlar, görüntülü reklam, eteği açılacak mı açılmayacak mı, mesele bu ve bunun üzerini iddiaya giriyorlar. Orada bir trans hali var yani deyim yerinde ise gözünü alamıyor kırmızı giysisi olan delikanlı bir türlü delikanlı. Kadınlarda erkeklere zaman zaman hayranlıkla bakıyorlar ama onların hayranlıklarının nedeni dış görünümleri değil, sahip oldukları güç. Bu güç her zaman fiziksel bir güç değil. Biliyorsunuz, biz erkeklerde her anlamda güç bulabiliyoruz yani erkeğin elini attığı her alanda çok güçlü olması gerekiyor. İşte, Axess reklamında orada da bir trans hali var, o Axess kredi kartına sahip olmanın belli bir ifade ettiği bir şey vardır. Belli bir alım gücünüz vardır, almak için, ona sahip olmak için bir güce sahipsiniz. Teknik sorunu ne yazık ki yine yaşıyoruz. Ben size böyle yardımcı olmaya çalışıyorum, (teknik ses ayarlamaları) Ben devam edeyim eğer sakıncası yoksa. Şimdi, evet bu bir bakış açısı, kadının sömürücü bir nesne olarak ortaya çıkarılması ama bu rollerin desteklenmesi de tekrar ve tekrar, defaatle yinelenmesi, bunların tartışılmaz doğrular gibi algılanması merak ediyorum. Yani kadın evet, evde olmalıdır, dışarıda olmalıdır, çocuklar eğer kızsa annenin yanında erkekse babanın yanında olmalıdır, bu doğrultuda yaşamlarını devam ettirmelidirler. Reklamlarda aslında çocuklarla ilgili örneklerle karşılaşıyoruz. Bir Opel reklamı var, ben bir taraftan anlatayım, bu reklamda da baba oğul otomobil içerisindeler gördüğünüz gibi başından gitmek istemiyor hayranlıkla bakıyor, ona bir ideal olarak sunulmuş. Dolayısıyla babası diyor ki büyüdüğün zaman bunu sende kullanırsın ve o büyüme, ona sahip olma öyle duygular taşıyor ki adeta kendisini sündürme yoluna gidiyor. Bir başka reklam yine otomobil reklamı, burada erkek çocukla babayı bir arada görüyoruz, baba zaten tamir yapmaktadır, bir şeylerle uğraşmaktadır, oyunla başlayan, otomobil, baba, oğul dışarıya taşınır ve dışarıda ilişkilerini sürdürürler. Peki sadece, erkek, … reklamı var bunun arkasından, yine rollerle ilgili inceleyecek olursak bu reklamda da anne ve kızı bir arada görüyoruz. Anne bebek bekliyor, kız çocuk orada bebeklerin saçlarını tarıyor. Bu aslına bakarsanız, gelecekteki anneliğe hazırlandığını gösteren bir süreç. Öte yandan anne su içmekte ve son damla gördüğünüz gibi damlamak üzere. Onun ve bebeğin sağlığı için su içmesi önemli bir şey. Kızı, ilk çocuğu damlayı avucuna alıyor ve naif bir biçimde anneyle

17

Page 18: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

özdeşleşerek o sağlayacağı yararı suyun, onlarla paylaşıyor karnına vererek. Yani iki aşamaları olarak biz annelik rolüne çocuğun hazırlandığını görüyoruz. Salt izlediğiniz de bile, çok naif, çok sevimli reklamlar olarak algılayabilirsiniz ama, salt, yalın gözle baktığınızda bile, işte erkek çocuk babanın yanındadır, kız çocukları da anneleriyle birlikte içeride. Bizim Bulyo’nun reklamında anne biraz masal havası katılarak, kız çocuğuyla ve onu gözlemleyen, nasıl yemek yapacağını gözlemleyen bir kız çocuğu birlikte yemek yapıyorlar, masal olarak anlatıyor işte böyle bir prenses varmış, bugün ne yapmış, şöyle güzel yemek yapmış. Burada önemli bir nokta reklamda anlatılan şey, Bulyon sadece lezzetli yemek yapmayı sağlamıyor. Aynı zamanda çok çabuk yemek yapmayı da sağlıyor. Peki kadın arta kalan bu zamanının nerede değerlendiriyor? Yine çocuğuyla. Hatırlayacak olursanız Arçelik’ in küçük ev aletleriyle ilgili reklamı vardı. Annem bana kalır sloganıyla, sevgiye zaman kalır sloganıyla yansıtılırdı. Yani kadının kendini var edişi ancak anneliğiyle, anneyse kadın anlamlı ve değerli ve eğer zamanı kalırsa bunu değerlendireceği alan çocuğu olacaktır. Yani biz hiçbir zaman neredeyse, mutlaka istisnalar vardır, ama benim taramalarımda ve düşündüğüm zaman aklıma gelen olmadı yani kadın oturup da boşta kalan zamanında kitap falan okumuyor. Eğer onu çocuğu gözlemliyorsa, oturup çocuğuyla birlikte masal kitabı okuyacak. Böylelikle var olan o cinsel rolü bir kez daha üretilmiş olacaktır. Peki baba, kız ilişkileri yok mu? Şu anda da gösterimde olan reklam filmleri var. Baba, kız birlikte pasta yapıyorlar, yanlış hatırlamıyorsam Doktor Ötker’ in vanilyasıyla falan alakalı. Bir başka reklam da bir hazır çorba reklamı. Baba salında aşçı ve eve gelip kızının yaptığı çorbayı içince hayranlık duyuyor. Şimdi bu reklamlara bana kalırsa şöyle bakmak lazım. Yani baba, kız birlikte zaman geçiriyorlar ama baba, kızını kendi alanına, ona hak olarak verilmiş dışarıda, kamusal alana kız çocuğunu çekmek yerine kızının olmasından memnun olduğu alana, eve, içeriye, özel alana konuk olmayı tercih ediyor. Böylelikle tersten bir okumayla bakacak olursak yine kadının evde olması daha çocukluk aşamasında onaylanan ve tekrar, tekrar karşımıza çıkan bir rol olarak ortaya çıkıyor. Şimdi burada otomobil meselesine birazcık gelmek istiyorum. Yani Opel reklamındaki baba, oğul gibi, veya Megan reklamındaki baba oğul gibi, siz hatırlıyor musunuz yani kız çocuğuyla baba otomobilde, kız çocuğunun heveslendiği, sürmesi için istek duyduğu bir reklam hatırlıyor musunuz? Şahsen ben hatırlamıyorum, burada otomobil önemli bir metamorfoz, sadece bir taşıt mıdır? Otomobil aynı zamanda güç ifade eder, öncelikli olarak maddi bir güce sahip olmalısınız yani çalışan , para kazanan, emekçi bir güç. Peki, o parayla ne yapacaksınız? Yıllık bakımlarının yanı sıra,bu araba suyla çalışmıyor değil mi? yakıt alacak maddi güce sahip olacaksınız. Aynı zamanda kapalı bir alan olduğu için güvenli bir araçtır. Size sunduğu olanaklara, beygir gücüyle hız yapabilirsiniz iktidar sağlar size. Evet kısa süre çok uzun mesafe kat edindiği için böylece sana ne sağlar, bağımsızlık, özgürlük sağlar. Şimdi bu anlamda baktığımızda otomobil reklamları ve hatta otomobille ilişkilendirilen reklamlara göz atmak da istiyorum, çünkü burada aslında toplumsal, günlük pratiklerimizle çok alakalı bazı şeylerle karşılaşıyoruz. Tahmin ediyorum hemen hepinizin bir biçimde duyduğu, belki trafikte giderken, kendi kendinize söylendiğiniz, bir de kesin kadın sürücü. Kamusal alan, otomobilin sağladığı, birde şöyle bir şey var siz otomobili kapınızın önüne park edip orada oturmuyorsunuz, kamusal alandasınız, caddeler, otobanlar. Dolayısıyla o çok önceden dedim ya biyoloji, sosyal ve tarihsel süreç var. Tarihsel olarak taşıdığımız bir şey var, dolayısıyla otomobile bu gözle bakalım diyorum ve bu gücü kadınlar reklamlarda nasıl kullanıyor, bu konuda ne kadar becerikliler, erkeklere hangi değerler otomobil ile ilişkili, kadınlara hangi değerler yükleniyor ona bakalım. Şimdi ilk örneğimiz, Biskrem reklamı, belki hatırlarsınız, kadın sürücü dar ve tek yönlü yola ters yönden girer, taksi şoförüyle karşı karşıya kalır ve taksi şoförü söylenmeye başlar, hep beni mi buluyor bunlar, zaten hep böyle yapıyorsunuz, hiçbir şey bilmiyorsunuz, bu mealde bir sürü şey söyler, kadın sürücü umursamaz bu tavırları. Yani yapmıştır bir hata. Zaten o alanın insanı değildir, o bir biçimde o gücün aslına bakarsanız metobolik anlamda da dar bir alanı

18

Page 19: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

sağlayan, böyle büyük cipler falan kullanmamaktadır kadınlar. Otomobil reklamlarına bakın, kadınlar için sunulan otomobillerin çoğunluğu küçük, rengarenk, cıvıl, cıvıl az yer kaplayacak olan otomobillerdir. İşte orada da kadın kurnazlığıyla işte bir Biskrem vereyim sen de benim dediğimi yap. Olmayacak bir şey istemektedir. Erkeklerin ise otomobil ile ilişkisinde, reklamlara baktığımız zaman, böyle bir şeyle karşılaşıyor muyuz? Erkeklerin eğer kural tanımaz bir otomobil sürme edimleri varsa bunun mutlaka haklı bir neden vardır. Bir kere ya ulvi bir nedeni vardır, hastaneye falan birilerini yetiştirmektedirler, bu arada reklam akabilir oldukça uzun çünkü, ya polisten falan kaçmaktadırlar ya teröristlerin peşine düşmüşlerdir ya da otomobilin gücüyle kendi yetkinliklerini birleştirerek bir şeyi kanıtlama çabasındadırlar. Transit reklamı bu, Ford Transit, işte orada göreceksiniz, hastaneye kadın yetiştirilmekte, bir taraftan da bir terörist takip meselsi vardır. Evet kural tanımaz bir biçimde kullanıyor ama, haklı bir nedeni var. Sloganında da eğer yanlış hatırlamıyorsam, her insanın içinde bir kahraman yatar. Yani kahraman olma, bir erk ilişkisini kurma, dışarıda olma, eyleyen olma, eylemin içinde olma, çok önemli faktörler olarak karşımıza çıkıyor. Biraz hızlı gidebiliriz, sanıyorum genel tema anlaşıldı. Diğer reklamımız Mustafa Sandal’ın da yer aldığı Doğuş Otomotiv sponsorluğuyla konser dizininin yer aldığı. Yani erkekler aslında dağ taş tepe demeden istedikleri gibi otomobillerini kullanırlar ve o kadar yetkinlerdir ki sukünetlerini bozmazlar, paniğe kapılmazlar hatta şarkı bile söyleyebilirler, bunun ardından göreceğiniz eğer kadın erkek birliktelerse mesela Nissan reklamı var, aksiyon gerektiriyor, hız gerektiriyor, belli bir beceriyi gerektiriyor, tercih erkekten yana. Bir başka reklam var eğer hatırlayacak olursanız, polisten kaçıyor, arabaların değiş tokuş edilmesi gerekiyor, kadın da aynı arabayı getiriyormuş meğer, o kadar yetkin bir araba ki anahtarları yine erkek alıyor, ikinci arabaya da yine erkek sürücü koltuğuna oturarak binip gidiyorlar. Kadınlar da kullanıyor ama daha eğlenceli, keyifli. Mesela Seat’ın bir reklamı vardı hemen aklınıza gelebilecek. Sonra Blendax’ın otopark reklamını hemen hatırlarsınız, yani kadınlar eğer otomobil kullanıyorlarsa aslında onlardan beklenen değerleri nedeniyle çok rahatlıkla kullanmaktadırlar. Saçlarını savurarak otoparka rahatlıkla girebilirler, otomobillerini rahatlıkla park edebilirler, aslında o alanın insanı değillerdir. Onlar sadece başka değerlerle bu işi götürüler. Şimdi son iki reklam üzerinde konuşalım otomobilin cinsiyetini, yani otomobilinize bir isim taksanız cinsiyeti ne olur. Panda reklamın bakalım belli ki bu neredeyse su götürmez bir biçimde erkek, çünkü kadın hışımla içeri giriyor, saçları falan ıslanmış bu arada bakışın nesnesi oluyor barda oturan bir başka erkek tarafından onu da umursamıyor çünkü çok öfkelenmiş birisi onu aldatıyor. Hovardalığa çıkmış ondan habersiz, öfkeleniyor. Ama öfkelenip de onu terk etme, cezalandırma gibi bir şey söz konusu değil. Panda onu teklemesiyle, takılmasıyla durumu yumuşatmaya çalışıyor. Burada aslında bakarsanız yine kadınlık rolünün, yani her ne koşulda olursanız olun erkeğin yanında olma, bağışlayıcı olma, affedici olma, alttan alma gibi bizden beklenen rollerin pekiştirildiğini görüyoruz. Bir başka reklamımız var. Orada, aslında Aygaz reklamı, otomobiller için üretilen gaz reklamı, şarkının sözlerini duymanızı çok arzu ederdim ama belki daha önce izlediyseniz hatırlayabilirsiniz, otomobilimizin adı Süheyla, yani burada herhangi bir çözümleme yapmamıza gerek yok, doğrudan adının Süheyla olduğu söyleniyor. Süheyla tabi doğal olarak hovardalığa falan çıkamaz, o sahibini kapının önünde beklemektedir ve sürücüsü onu takdir etmektedir çünkü Süheyla onu hiç yarı yolda bırakmaz. Rampaları rahatlıkla aşar, zor koşullarda yanında olur, her zaman hazırdır, soğuk hava koşullarında bastığında hemen çalışır. İşte orada aslında bakarsanız, reklamın mantığına baktığınızda Süheyla ve otomobil daha doğrusu çok ön plana çıkıyor. Gazın reklamı arka planda kalıyor, ama gazın da etkisinden söz ediliyor bir miktar ama Süheyla, şarkı doğrudan bunun üzerine kurulu olduğu için bize pek gazı düşündürtmüyor açıkçası. Dolayısıyla burada da yine aynı rolleri, isterseniz iki ayağı üzerinde duran Tuğba Ünsal olun, isterseniz dört teker üstündeki Süheyla erkeğin yanında olacaksınız, bağışlayıcı olacaksınız, onu destekleyeceksiniz, yarı yolda

19

Page 20: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

bırakmayacaksınız. Şimdi belki bunlar bana göre şöyle önem arz ediyor, çok daha alanımızı daraltarak otomobil üzerinden gittik, çünkü bunlar aslında kanıksadığımız, erkek gibi, bize atfettiği biçimde ve fesatça bakmadığımız reklamlar. Yani izliyoruz, aman ne kadar şirin çocuklar var, ne kadar güzel bir müzik kullanılmış. Ama arka planına baktığınızda bu bize yüklenen ve aslında sorgulamamız ve daha derin bakmamız gereken değerlerin yeniden ve yeniden üretildiğini ve işin kötüsü çok sevimli ve sıcak yollarla iletildiğini ve dolayısıyla uzaklaşmak konusunda biraz güçlük çektiğimizi düşünüyorum ve bugünün özelinde yalnızca bakan değil, gören yalnızca duyan değil dinleyen insanlar olması gerektiğini düşünüyorum ve kadın olmak sadece kadın bakış açısına sahip olmanın biricik nedeni değildir, kadın bakış açısına sahip erkeklerde var. Kadın olmasına rağmen erkek bakış açısından hiç uzaklaşamayan çok fazla sayıda kadın var. Bu sadece, işte sözünü ettiğim gibi görmeyle, dinlemeyle, sorgulamayla gerçekleşebilecek bir şey. Bu konuda birazcık uyanık olmak gerektiğini düşünüyorum ve hepinize çok teşekkür ediyorum, Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutluyorum. İlave ile bugünkü gazetelere özellikle bakmanızı rica ediyorum, bazı ürünlerin sloganları var, aslında dünden yayınlanan bazı örnekleri var, yine rollerimizde anne olarak, güzel olarak, Avon gibi reklamlarda yine güzelliklere birtakım mesajlar iletiliyor ve son olarak Altınbaş’ın reklamı var, mücevherat olarak kendimizi var etmemiz, kendimizi bu biçimde tanımlamamız belirtiliyor. Aslında artık bu tek yol değil 08 Mart sanki sevgililer gününden, yılbaşından çok farksız bir günmüş gibi algılanmaya başladı. Ne yazık ki içinde bulunduğumuz sistem bunun da içini boşaltıyor. Bu yüzden bir kere daha söylüyorum, yalnızca bakan, gören yalnızca duyan, dinleyen insanlar olmamız gerekli diye düşünüyorum. teşekkürler.

PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR: Aysun Yüksel’e çok teşekkür ediyorum. Ben reklamların çok öyle takipçisi değilim ama söylediklerinden bir şey hatırladım; aslında kadınların reklamlarda otomobille birlikte görüldüğü durumlarda var, arabayı hatırlamıyorum ama bir kadıncağız duvardan atlayıp … düşüp, çekilince bütünüyle tek yasaklı bir reklam oldu bu. Çünkü şimdi anlıyorum ki tüm insan haklarına ve bireyin taşıttan önce geldiği kaygısı da var. Anladığım kadarıyla böyle değilmiş. Neden bir kadın otomobilden daha farklı bir yere konabilirmiş. Yasaklamış ama belki bunu bize Müjde Hanım dolaylı olarak anlatabilir, Müjde Hanım hem toplantıyı az önce tanık olduğumuz gelmeyenler, geç gelenler için toplantıyı düzenleyen kişi, kişilerden biri Müjde. Hem RTÜK Kurulu hem de UNESCO Türkiye … İletişim Komisyonu üyesi. Şimdi onun da pek çok şeyi var, şimdi anlatacak becerisini, buyurun efendim.

AV. MÜJDE AVCIOĞLU : Teşekkür ederim Hocam. Bende örnek vermekle başlayacağım. Çünkü bu Toyota reklamı hakikatten benim de çok ilgimi çekmişti. Yalnız bu iki yönden ilgimi çekti. Bütün araba reklamlarında erkekler kullanmışken, Toyota reklamında neden bir kadın vardı? Niçin bir genç kız vardı, genç bir erkek yoktu? Sonra içeriğine bir baktım aslında orada verilmek istenen mesaj toplumsal değer yargılarımızdan biraz uzak, bencillik, maddiyatçılık, yardımlaşmadan uzak bir takım değerleri gösteriyor gibi bir görüntü yarattığını görünce, bu tabi kadınlara yaraştırılması daha uygun olur. Erkek yapımcılardı, televizyon yapımcılarıydı diye düşündüm. RTÜK bunu yasaklamadı, Radyo Televizyon Üst Kurulu zaten sansür kurulu değildir biliyorsunuz. Sadece çocukların izleyeceği saatlerde yayınlanmaması için uyarıda bulundu. Şimdi burada tabi daha ziyade medya ve kadın olarak aldık. Niçin medya ve kadın doğal olarak soruldu hocamız tarafından. Hukukçular niye böyle bir panel düzenlediler? Aslında medya artık hepimizin bildiği gibi, birinci güç haline gelmiştir, dördüncü güç değil. Ve medyada kadın izleyici oranı her zaman erkek isleyici oranından çok daha fazladır. Bir nevi kadınlara yönelik olarak yapıldığı düşünülen programlarda, bunlar diziler olsun, filmler olsun, kadınlara yönelik programlar olsun veya

20

Page 21: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

ortak seyredilen şeyler, kadına biçilmiş bir rol var. Nuran Hanım’ında Aysun Hanım’ın da belirttiği gibi, nedir bu rol? Geleneksel bir roldür, iyi ev kadını, iyi anne, güzel, iyi eş diye gösterilir. Ve bu geleneksel rollerin dışına çıkarılmasına da imkan verilmek gerekmez. Verilmesi de istenilmez. Çünkü genel de ve biraz önce de değindiğim gibi televizyon şirketlerinin yönetim kurlu üyeleri, genel müdürleri, yani üst düzey yöneticilerin hepsi erkektir. Erkek bakış açısıyla o zaman programlar yapmaktadır. Televizyon medya sektöründe çalışan kadın oranına baktığınızda, belki fazla gibi gözüküyor ama nerelerde, sekreter olarak veya prodüktör yardımcısı olarak gibi daha alt düzeylerde yer alıyor. Bunları tabi doğal olarak ne yapıyorlar? Filmlerinde, dizilerinde bile yansıtıyorlar. Dikkat ediniz bir dizide çoğunlukla doktor erkektir. Kadın da hemşire rolündedir. Hasbelkader hemşire rolü vermeyip de eğer o dizide veya başka bir eserde doktor rolü vermişlerse bu taktirde mutlaka bir cümleyle “canım sen doktor olacağına, hemşire olsaydın daha iyi olurdu” gibi rol içinde bir cümle geçmektedir. Bundan da anlaşıldığı kadarıyla en önemli sorunumuz alsında burada yayıncılık sektöründe çalışan üst düzey kademelerin erkek olmasından kaynaklanmaktadır. Tabi bu zaman içinde belki bir parça daha kadın hareketleriyle biraz daha kadına karşı eşitlik sağlanmaya çalışılmıştır medyada ama burada da ne çıkmıştır o zaman. Daha değişik bir konum ortaya çıkmıştır. Nasıl? Kadına demişlerdir ki tamam, ürünlerde, medya ürünlerinde özgürsün ama nereye kadar, kendini özen alanında görevlendirilmiş görevlerini yaptığın sınıra kadar özgürsün. Yani sen gene iyi bir ev kadını olacaksın, iyi bir eş olacaksın, iyi bir anne olacaksın ancak bunları yaptıktan sonra geriye kalırsa özgür olacaksın. Tabi bu tip dizilerde bunu vermeye çalıştığı zaman, kadın da isyan ediyor havaya girdiği zaman ortaya bu sefer ne geliyor? Şiddet. Ekranlarda şiddeti görüyoruz. Fiziki şiddet, psikolojik şiddet. Her ikisini birden görüyoruz. Eskiden fiziki şiddeti görürdük, şimdi de psikolojik şiddet yanında gelmeye başladı. Dikkat ediniz Türk filmlerinde kadına bir tokat atılır, hiçbir şey yapılmasa mutlaka bir tokat atılır. Kadın mutlaka tecavüze uğrar, bütün Türk filmlerinde bu böyledir. Ben bazen oturup sayarım, kaç tane, saymak için Türk filmini izlerim. Yani kadının asıl gerçek rolünden sonrası özgür olarak kabul edilebilmektedir. Ve bunun için de özel çaba harcanmaktadır. Savaş filmlerine bakalım, haberlerine, burada bile kadın kullanılmaktadır. Burada kadın timsah gözyaşları dökülerek en mağdur olan kadınlar olarak gösterilmektedir. Ama başka bir şey söylenmemektedir, sadece budur. Öte yandan Irak’ ta Amerika Birleşik Devletleri’ nin bir kadın askeri esir alındı, günlerce haber yapılır. Bir erkek Türk mühendisi Afganistan’ da esir alınır, çok küçük bir haber olarak geçer. Çünkü burada önemli olan cinsiyet. O esir alınan askerin kadın olmasıdır. Savaşlar bile kadınlar üzerinden sömürülmektedir. Bakınız en çok dizilerden ve sitcomlardan büyük bir kısmının yapımcısı, isim veremeyeceğim, medyada cinsiyetçi yapının nasıl işlediğini yapılan bir röportajla oldukça açıkça göstermiştir. Yapım şirketi sahibinin kadını tanımlama biçimi, hem yapımcı hem yapım şirketinin sahibi, kadın zayıf, zarif, naif ve güzel, kadın kullanılmaya muhtaç, iyi davranılması gereken bir canlı, onlara cam fanus içinde çiçek gibi bakmak, zaman, zaman güneşe çevirmek, suyunu vermek gerekir. Bunu bir yapımcı söylüyor, televizyon yapımcısı ve meşhur bir yapımcı. Demektir ki aslında bu yapımcı kadının doğal, geleneksel kalıplarından dışarıya çıkmamasını isterken, diğer taraftan da bu kalıpları tüm dizilerinde tekrar, tekrar üreterek yaptığının toplumun genel yapısına uygun olduğunu savunuyor. Böylece standart bir kadın tipi kafalara yerleştiriyor. Sarışın ve aptal sanatçılara cinsel tacizi bir komiklik olarak gösteriyor ve meşrulaştırıyor. En çok reyting alan dizi yapımcısının medyadaki cinsiyetçi yapının nasıl kurulduğu ve meşrulaştırdığını görmek için önemli olan şu röportajın bir kısmını okuyacağım. Gazeteci soruyor; “En son Kumsaldaki İzler’ de yine Kadir İnanır ile çalıştınız, birlikte çalıştığınız bazı oyuncuları bazı konularda önceden uyarma ihtiyacı duydunuz mu hiç? “ Cevap; “Bekarlarsa erkek oyuncu arkadaşların çapkınlıklarına karışmam, zevk de duyarım. Aferin, yapın derim. Hele bir de gençlerse, ama kadın oyuncuya zaman, zaman dikkatli olun demişimdir.” Soru; “Yani siz ciddi,ciddi cins ayırımcılığı mı yapıyorsunuz?” Cevap; “Örnek olarak veriyorum, bu

21

Page 22: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

oyuncumuz sizi de köylü kızını oynuyor. Magazin dergilerinde de mini şortla dans ederken resimleri var, her tarafı açık. Şimdi burada bir imaj uçurumu yok mu?” Soru; “Namuslu aile babasını oynayan erkek oyuncu, her gece başka bir kadınla Laila da dans ediyorsa onu da ikaz ediyor musunuz?” Cevap: “O pek problem olmaz. Toplum böyle. Bizim firmanın prensipleri de kadın oyunculara daha fazla dikkat ettirilir. İşte bu Türkiye’nin önde gelen yapımcılarından birinin kafa yapısı ve bu kafa yapısıyla da çektiği dizilerin kadın rollerini çok açıkça biz görmekteyiz. Bu sitcomlarda genellikle yapılan tacizler, şiddetten dolayı ben Hocamın neden Medya ve hukukçular dediğinin cevabına gelmek istiyorum dönüp. Bu normalmiş gibi algılanmaya başladı toplumda. Çünkü toplumun değer yargıları genelde bu şekilde olduğu düşünüldüğünden o zaman o kadının hayatında da, gerçek hayatında da toplumsal, psikolojik ve fiziksel şiddet dağılımı var. Nitekim bakınız gelen şikayetlerde %87 kadına yapılan şiddet var. bunda medyanın hiç rolü yok mu? Tabi ki işte bu tip bir şeyde sahnede medyanın rolü olduğunu da çok rahatlıkla görüyoruz. Böyle yapımcılarla çekilen filmler neticesinde şiddetin daha çoğaldığını da görmek bence mümkündür gibi geliyor. Biz kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesine dair bir sözleşmenin gölge raporunu hazırlayan bir grubun içindeydim ben de, hükümetin raporunun yanı sıra bir de gölge rapor hazırlandı. Bu gölge raporda CEDAW sözleşmesi de göz önüne alınarak CEDAW’ın 5. Maddesi, pardon 11. Maddesi medyayla ilintili olduğundan çalışmalarımıza medyayı da kattık ve atölye çalışmasında medyayı da ele aldık. Ve çıkan netice şu, medya ve kadın mevcut durum, kamu ve özel yayın kuruluşlarının karar mekanizmalarında kadınların yer almaması, erkek egemenliğinin vurgulandığı, kadının şiddet gördüğü, ihanete uğradığı, kumalığın özendirildiği, kadın kişiliğinin yok edilmeye çalışıldığı konuları işleyen dizilerin çoğunlukta olması, görüntülerde kadının imajının seks objesi olarak tanımlanması, cinsel meta olarak kullanılan kadının üretken değil, tüketici birey imajının verilmesi, geleneksel cinsiyet rollerinin pekiştirildiği programların yaygın olması. Medya kuruluşlarının karar mekanizmalarında erkek yöneticilerin hakimiyetinin söz konusu olması. Çoğu şiddet, çoğu kez toplumsal şiddete bağlı olarak ele alınmakta ve şiddetin benimsenmesi, pekiştirilmesi rolü medya tarafından üstlenilmektedir. Kaliteli kadın programlarına sponsor bulunmamakta, kaliteli yapımcılara maddi olanak sağlanamamaktadır diye raporlar yazıldı ve bu rapor New-York’da CEDAW İhtiyat protokolüne sunuldu. Çözüm rolleri derken neler çözüm rolleri olabilir diye bakıyoruz. Aslında radyo ve televizyonların kuruluş ve yayınları hakkında bir kanun var. Bu kanunun 4. maddesi var, 4. maddesi yayın ilkelerini sayar. O yayın ilkelerinin içinde de kadına, güçsüzlere, küçüklere karşı şiddetin ve ayırımcılığın teşvik edilmemesi ilkesi yer almaktadır. Ancak ne kadar, ne şekil uygulanabilecek tabi bu mümkün değil. %90 bu şekil yayın yapıldığı sürece hemen her yayın kuruluşuna da bizim … maddemiz olan 33. maddeyi uygulama olanağımız tabi mümkün değil. Ben bu arada ikinci tura RTÜK’den gelen alo 178 hattına gelen şikayet oranlarının neler olduğunu ikinci turda anlatmak istiyorum. Şimdilik bu kadar teşekkür ediyorum.

PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR : Şimdi dilerseniz sizin katkılarınız ve sorularınıza sıra geldi. Eğer katkınız varsa lütfen onu alalım, sorunuz varsa sorularınızı yanıtlayalım. Soru sormak isteyen.

KATILIMCI : …(mikrofonsuz) Reklamlar gerçek hayatı ne kadar yansıtıyor benim hayatımı yansıtmıyor yani Amerikan kültüründe olduğu gibi son derece güzel evler, hayatlar gibi bir masalsı dünyalar çiziliyor ikincisi de İletişim fakültelerinde reklam senaryoları yazdırılırken nasıl bir konu veriyorsunuz? Kadın erkek eşitliği burada söz konusu oluyor mu? Senaryolarda size ne gibi reklam senaryoları sunuluyor ..... yani ekran bunları fark etmiyor mu?

PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR : Bütün soruları almak istiyorum. ….

22

Page 23: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

KATILIMCI : Ben Kadın Dayanışma Vakfı’ndan katılıyorum Birkaç sorum olacak birisi RTÜK de genelde yayını denetlerken şey yapıyor, müstehcenlik veya çocukların zarar görmesi üzerinden denetim yapıyor. Ama toplumsal cinsiyet ilkesinin çiğnenmesi üzerinden yapılamaz mı? Yani kadınların geleneksel rollerde gösterilmesi, erkeklerin de aynı şekilde. Kadınların cinsel nesne olarak gösterilmesi üzerinden bir denetim gerçekleştirilemez mi? Bir bunu sormak istiyorum. Gazetelerle ilgili bir şey sormak istiyorum. Son zamanlarda karşılaştığımız bir şey var burada gazetelerde taciz ve tecavüz haberleri verilirken bir kadının ismi yer alıyor zaman, zaman burada, adresine varıncaya kadar. İkincisi yaşadığı olay erotize diliyor. Yani oradan şey bir insanın bedeni üzerine istemediği bir şey yapılması üzerinden değil de, sanki bu bir erotik hikaye ve hani bu anlatılıyor biz. bununla ilgili olarak bir şey yapılabilir mi? Yani üçüncü kişilerin bununla ilgili bir şey yapması mümkün olabilir mi? bir onu sormak istiyorum. Bir de şey, Korkmaz beye bir şey soracaktım. İletişim Fakültesi öğrencilerine toplumsal cinsiyet dersi veriyor musunuz, bunun yolları nedir? Çünkü bazen bir şeyler gündeme geliyor … gazeteyle röportaj yapıyorsunuz, sizin haberinizi veriyor, sizin haberiniz birinci sayfada yer alırken, üçüncü sayfada bir mesela namus cinayetiyle ilgili bir demeç veriyorsunuz, bu demeç yer alıyor. Sonra da üçüncü sayfa da namus cinayetiyle ilgili haberi görüyorsunuz. Haber de şey var, işte öfkeden çılgına döndü, karısını öldürdü falan gibi. Yani şey gibi, bu bir cinayet, bu bir suç. Çünkü haberlerde de zaten yorumsuz verilmiyor. Orada verilen yorum insanlara şunu düşündürtüyor. Adamın öfkelenmeye hakkı var, adam öfkeden çılgına dönüyor ve bunu yapıyor. Sanki doğal bir süreçmiş gibi. Yani eğer onu içselleştiremiyorsa yazan muhabir ya da editör, şey çok önemli değil. Hani haber olarak sizin gazetede yer almanız çok önemli değil. Çünkü habere ilişkin aslında bizim açımızdan hatalı yapımlar var.

KATILIMCI: Benim burada söyleyeceklerim aslında soru olarak belki ifade edilmeyecek ama daha çok katkı olarak değerlendirilebilir. Amerika’da yapılmış olan ...... gazete özellikle reklamlar konusunda açısından önemli olduğu ... şimdi süper marketlerde alış veriş edenlerin yüzde oranına bakılmış ve bunların büyük çoğunluğunun kadınlar olduğu saptanmış. Onun için reklam firmaları reklamlarını yaparken daha çok kadına yönelik, kadın rollerinin yer aldığı reklamlara yer vermeye başlamışlar. Çünkü Amerikan ekonomisinin yönlendirilmesinde kadınların önemli rol oynadığı ifade edilmişti. Çok önemli bir açıklama bu yalnız. Belki bir çok araştırmanın sonucu da olabilir bu araştırma. Öte yandan medyada kadının yer alması konusuna gelince yine yapılmış araştırmalar ve çok yerlere gittiğimiz zaman kadınların medyada hiç yer almadığı, alsa bile çok alt düzeylerde görev aldığı konusu üzerinde basın ve yayın alanında çalışanların dikkatini çekmiş. Ve ondan sonra kadının gerçekten yaratıcı gücü, dahası kadınların çiftliklerde yaşarken bile çok önemli edebi eserle ortaya koydukları dikkati çekmiş ve ondan sonra kadınların medyada görev alması konusunda yayıncılar,basın alanında çalışanlar ve yayın alanında çalışanlar daha fazla yer alması konusunda hem fikir olmuşlar. Ondan sonra kadınların yavaş, yavaş yapımcı rollerinde ve yazar rollerinde, programcı rollerinde görmeye başlamışlar. Fakat hiçbir zaman toplumda yer aldığı kadar medyada yer almamış özellikle üst düzey görevlerde. Yine Türkiye’ de ki filmlere baktığınız zaman başından bugüne kadar hep hanımların ikinci düzeydeki rollerde görev aldığını da görüyoruz. Ama son zamanlarda daha çok başrolleri verilmeye başladı ama bunların yanında sınırlı olduğunu görüyoruz. Ben bu kadar katkı yapacağım. Teşekkür ediyorum.

KATILIMCI : Ben Müjde hanıma sormak istiyorum. Konuşmasında bunun bir bölümüyle, ne kadar ilgili bilmiyorum ama. Irak’ ta esir alınan Amerikan askeri, işte medyada çok haber yapıldığını ama, Türk mühendisinin medyada yer almadığını söyledi. Buna ilişkin olarak

23

Page 24: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

sormak istiyorum. Belki çok alakalı olmayabilir ama. Peki o zaman Radyo Televizyon Üst Kurulu Irak’ ta öldürülen kamyon şoförlerinin haber yapılmasını neden engellemiyor?

PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR :Başka efendim?

KATILIMCI: Şimdi ben, biraz önce Müjde hanım da söyledi, .... baktığımızda büyük oranını kadınlar oluşturuyor. Ve bu kadınların büyük bir bölümü de çok eğitimli kadınlar değiller. Televizyonda kanallarında verilen kadın tiplemesini, anlatılan kadın tiplemesini kendileriyle çok özdeşleştiriyor kadınlar. Bizim Kadın Danışma Merkezimize gelen kadınlarda ben şunu görüyorum. Televizyonda onlara verilen bir kadın imajı var ve kendilerini o imaja ne kadar yakın, ne kadar uzak, buna göre bir değerlendirmeye alıyorlar. Hiç unutmuyorum bir kere merkezimize gelen bir kadın vardı, eşinden şiddet görüyordu ve Ailenin Korunmasına Dair Kanun’ u uygulamıştık, bir gün geldi şöyle dedi; “avukat hanım ben vazgeçtim bunu yapmaktan.” Neden dedim, “e benim durumumda da bir şey yok ki, geçen televizyonda Güllü çıkmıştı, kocası onu da dövmüştü, koskoca şarkıcı kocası onu da dövüyor, e bende dayak yemiştim bende affettim kocamı” dedi. Şimdi birde şu var gelen kadınlar genellikle şiddete uğramıştır, nafaka istemiştir, alamamıştır. Şöyleydi, eskiden Reha Muhtar vardı şimdi Serap Ezgü’ler var. Ben “Kadının Sesi” programına çıkacağım, kendimi orada anlatacağım en son çare o. Medyada görünmek ve medya kendisine yardım edecek. Böyle olmuyor, medya bu kadınları kullanıyor ama hiçbir yardımda bulunmuyor. Medyaya Türkiye’ de çok büyük görev düşüyor, bizim kadınımız, kadın değil erkeğimiz de öyle okumuyor. Eğitme amaçlı yayınlar çok, çok önemli ve televizyonlarda maalesef bunlar yok. medyadaki kişiler unutmasınlar, kadınlar kendilerini televizyondaki kadınla kendini özdeşleştiriyorlar. Ya mankenle ya da orada ezilen kadınla. Bu ikisinin ortası bulunmalı diyorum, teşekkür ediyorum.

KATILIMCI: Hepinize iyi günler diliyorum. Ben, Avukat Yasemin Hanıma bir hafta önce gitmiştim. Bir ay önce de birkaç kere meselem olmuştu ve gitmiştim, çok heyecanlandım. Yasemin hanımla aynı konuyu paylaşmak istiyorum. Ben de Gazi Üniversitesi Mezunu emekli bir öğretmenim. Panelinize kadın sorunları var diye, merak içerisinde, heyecanla geldim. Ama biraz özür dilerim, Medya ve Kadın olduğu için sürekli medyanın konuşulacağını düşünememiştim. Çünkü ben de çok şiddet yaşayan bir kadınım. Ve hâla ne yapacağımı bilemiyorum, başa çıkamıyorum ki ben eğitimli olduğum halde. Eğitimsiz kadın ne durumda yani bilemiyorum. Sadece bunu söylemek istedim. Teşekkür ederim.

KATILIMCI: Bir önceki arkadaşımız, medyadaki durumu tespit ettiniz. Çok sağ olun. Aslında hepimizde bilimsel olmasa bile, farklı şekilde bu uyaranların ucundayız. Ama ne öneririz noktasında baktığımızda iletişim fakültelerinde toplumsal cinsiyetle eğitimi belki bir yolu olarak önerildi bir arkadaş tarafından ama, diğer bir arkadaşımızın söylediği şey çok daha önemli bence. Karar mekanizmalarında, medyanın karar mekanizmalarında kadının olmaması, özellikle kadın bakış açısı olan, toplumsal cinsiyet bakış açısı olan kadınların olmaması, aslında dönüşümü yavaşlatan bir şey. Belki bunu kıracak bir şeyler olanı değiştirir diye görüyorum. Nuran arkadaşımızın yaptığı programlarla ilgili belki bir gözlem, her ikisi de çok takdir aldı. Bildiğim kadarıyla da Nuran, kadın çalışmalarından gelen Türkiye’deki tek kadın belki medyada çalışan. Ama Türkiye'de kadın çalışmaları diye bölümler var üniversiteleri. Buradan çıkan insanlar mastırlar yapan insanlar, değişik farklı lisanslardan gelme insanlar kendi alanlarına dönüp, kadın bakış açısını yerleştirmeye çalışıyorlar. Medyada böyle insanların varlığı, karar mekanizmalarındaki varlığı şu sorunları çok daha sanıyorum. Benim sorum yok, bir katkı olsun anlamında söyledim.

24

Page 25: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

KATILIMCI: Ben Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden geliyorum. Şimdi aslına bakarsanız kitle iletişim araçları meselesi yapısı gereği sistemin kendini yeniden üretmesi gibi bir anlamla karşı karşıya. Ve yaman bir paradoksta kitle iletişim araçlarının karşısında duruyor. Yani bir taraftan egemen varolanı sürdürmek bir taraftan topluma yenilikler sunmak gibi. Bu anlamda baktığınızda kitle iletişim araçlarının toplumda gördüğü bu işlevi kadın sorunu açısından ayrıca değerlendirdiğimizde ortaya enteresan bir tablo çıkıyor ama. ama asıl sorun, bilmiyorum ben bunu bir tür soru olarak desenlemeye çalışacağım, becerebilirsem. Asıl sorun bizzat kadınların bu egemen ideolojiyi yeniden üretme konusunda inanılmaz bir gayret içerisinde olma meselesi. Yani böyle bir yapılanma fevkalade rahatlatıcı bir şey çünkü burada son derece azınlıktayız, bunu itiraf etmekten kaçınıyoruz falan ama, yani bu erkek egemen toplumun uzantıları bizim için fevkalade rahatlatıcı olabilir. Ancak bizzat kadınların böylesi bir şeyi üretmeleri, örnek anneannem, annem evden gelin olup çıkarken şunu söylüyor, “beyaz gelinliğinle çıkıyorsun ama, beyaz kefenle dönersin ancak”. Yani kocana biat edeceksin, ne yaparsa yapsın sen ona uymak zorundasın. Anneannemi çok iyi hatırlıyorum, aynı zamanda işte kendi kocasının ona yaptığı baskılardan fevkalade söz eden, bunun haksız bir tavır olduğunu söyleyen bir kadın. Bunu bir sürü örneklerini şu anda çevremde çalışan arkadaşlarımda da görüyorum. Yani bu yaman paradoksun bir tarafta da denetim araçlarının sürekli giydirdiği birtakım değerler bir tarafta da kadınların sürekli ürettiği bu tür bir sistem meselesi, acaba ne yolla, -eğitim şart sloganı dışında- çözülebilir? çok merak ediyorum. Ve bir de gendır eğitimi dedi hanımefendi, okul, iletişim fakültesinde olduğumu için, bizim fakültemizde sanıyorum uzun bir süredir mastır ve lisans düzeyinde gendır dersi veriliyor. Bilmiyorum Gazi de durum nedir? Teşekkür ederim.

PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR: Galiba sorular bu kadar, katkı da. Şimdi ben aşağı yukarı beş dakikayı aşmamak üzere konuşmacılara yine söz vereceğim. Fakat size yeteri kadar ayrılan oldu, artık açıklayabilirim. Baro toplantıdan sonra bir kokteyle davet ediyor sizleri. Ama şundan emin değilim, muhtemelen hanımlara gazoz, erkeklere şarap verecekler. Şimdi şaka bir tarafa gerçekten de konunun ne kadar karmaşık olduğunun farkındayız. Yani işin çok karmaşık bir toplumsal bileşke ilişkisi var. öbür taraftan bir sektörün kendi işleyişine ilişkin bir takım sorunları var. ama aslında bütün bunlar sadece bizde olan biten şeyler değil. aşağı yukarı bütün gelişmiş ülkelerin tamamında da aynı sorunlar var. Aynı şekilde, benzer şekilde yaşanıyor. Fakat bizdeki tuhaf tarafı bizi çok fazla meşgul ediyor. Yani bizim ana sorunumuz haline geliyor ve çözümsüzlüğü de biraz o yüzden mutsuz ediyor. Nereden başlayayım diye düşünürken, sondan başlayayım. Çünkü bu sefer Müjde Hanımla başlayalım.

AV. MÜJDE AVCIOĞLU : Şimdi müstehcenlik ile ilgili bir soru vardı herhalde yanılmıyorsam. Toplumsal cinsiyetten dolayı müeyyide uygulanıp, uygulanmayacağı yönünde. Tabi biz toplumsal cinsiyetten dolayı bir müeyyide uygulamamız olanaksız. Kanunumuzun maddeleri belirli. Kanunumuzun 4. maddesi d. bendinde; insanların din, renk, ırk, cinsiyet vb. nedenlerle hiçbir şekilde kınanmaması ve aşağılanmaması ilkesini koymuştuk ve biraz önce vurguladığım gibi u bendinde de kadına karşı şiddetin ve ayrımcılığın teşvik edilmemesi ilkesi getirmiştir. Bu iki ilkeye dayanaraktan tabi ki uygulamalarımız mevcuttur. Yayınlarımızda zaten bu ilkeye bağlı olarak ilgili raporlar yazılıyor ve sunulmaktadır müstehcenlikten de … kuruluşları korunmaktadır zaten bizim şeyimiz, demin onu unutmuşuz meğerse, ben de şimdi söyleyeyim fırsat bilip alo 178 telefon hattına gelen şikayetlerin oranlarına bakarsak ilgili daire başkanı arkadaşımız da burada, kendisine teşekkür ederim, kendisi hazırlayıp bana bugün ilettiler. Müstehcenlik hemen hemen kadına yönelik özel ürünlerdeki şikayetler sarı olarak gösterilendir. Müstehcenlik yeşil olarak gösterilendir, cinsel olarak gösterilen, bunlar şikayetler. Maalesef şu koyu renkli olarak gösterilen de kadın

25

Page 26: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

haklarına aykırılık şikayetleridir. Evet müstehcenlik her zaman için çok daha fazla ağır basmaktadır. Şiddette de öyle psikolojik şiddetin rengi sarıyla gözükendir. Bakınız şikayet oranı olarak %13, sarıyla gösterilmiş. Mavi ,koyu olan, %52 toplumsal değerlere aykırılık özellikle de gençlere yönelik yayınlar için kullanılmıştır. Ben ikinci soruya geçmek istiyorum, onu yalnız Fikret beye bırakacağım çünkü yazılı medyayla ilgili bir sorudur. Sayın İlkiz benden çok daha iyi açıklamada bulunabilir bu konuda. Haber yapılmasının engellenmesi, Irak’ ta öldürülen kamyon şoförlerinin neden haber olarak verilmesi engellenmiyor diye soruldu. Ben böyle bir şey bilmiyorum, böyle bir engelleme de olmadı. Belki de yanlış aksetme oldu bilmem. Ama böyle bir haberin engellendiği RTÜK tarafından olmadı. Herhalde bana yeni bir soru yok yönelten.

PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR : Aysun Hanım lütfen,

YRD. DOÇ. DR. AYSUN YÜKSEL: Bana şu soruldu, eğer yanlış anladıysam lütfen düzeltin beni. Masalsı dünyalar yaratılıyor, benim yaşantımda çocukların, kız çocuklarının babaları ile ilişkiyi de gerçekten doğruyu, gerçek hayatı mı yansıtıyor diye soruyorsanız, öncelikle şunu söyleyeyim, şöyle bir örnekten yola çıkalım televizyona özellikle bakıldığında çok fazla böyle güç sahibi olduğuna dair kanı var oysa örneğin çocukların şiddet uygulaması ile ilişkilendirilerek yapılan araştırmalarda eğer evde şiddet varsa çocuğun televizyondaki şiddetten daha fazla etkilendiği kendi yaşantısına kattığına dair bir takım sonuçlar var. bu demek oluyor ki iletişim araçları tek başına belirleyici değil. yani içinde bulunduğu ortamda son derece önemli. Eğer çocuk içinde yetiştiği ortamda eşitlikçi bir yapıyı gözlemleyebiliyorsa, medyada karşılaştığı bulmacalar olsun, reklamlar olsun başka şeyler olsun, karşılaştığı cinsel rollerde ona göre etkilenecektir. Yani olduğu gibi, bir sünger gibi çekmesi söz konusu değil, onu algılamayı hazırlayan öncüller var. yani sizin kendi yaşantınız var. bu bir bakış açısı. Bir de şu açıdan bakacak olursak, yine çocuklar üzerinde yapılan bir çalışma var. kız çocuklarıyla erkek çocuklarının kendilerine yönelik hazırlanmış öykülerde kahramanlarla kendilerini ne kadar özdeşleştirdikleri sorgulanıyor ve bakılıyor ki çocuklar için hazırlanmış bu kitapların asıl kahramanları çoğu erkek çocukları ve kız çocukları özdeşleşmekte güçlük çekiyorlar, çünkü temsiliyetleri yok. şimdi demek ki temsiliyet meselesi de önemli. Reklamlara bakacak olursak eğer, temsiliyeti var mı, yani kadını biz görüyor muyuz? Evet görüyoruz. Peki ne yaparken görüyoruz? Anlatmaya çalıştığım çoğunlukla kadının ya cinsel obje olarak konumlandırıldığı, ya itici iş kadınları olarak konumlandırıldığı ya da evde iş gören olarak konumlandırıldığı. Bu açıdan baktığınızda temsiliyeti var ama ne biçimde temsil ediliyor, bunu sorgulamamız gerektiğini söylüyorum. Reklamlar kısa yollar, kestirme yollar, yani çok kısa sürede bir çok şeyi anlatmak zorundalar. Dolayısıyla da bu cinsel rollere daha fazla başvuruyorlar. Bunun ayırtında olmamız gerektiğini vurgulamaya çalışmıştım. E tabi ki reklamda ürünün yüceltilmesi gerekiyor. İşte bu ürünü aldığınızda size ya statü sağlayacak ya işinizi kolaylaştıracak, yaşantınıza yeni bir boyut katacak. Dolayısıyla bir ütopya sunuluyor çoğu zaman reklamlarda. Yani çok nadirdir, çirkin diye tanımlayacağımız insanları göremeyiz, çocuklara içimiz akmadan bakamayız reklamlarda. Yani bütün çocuklar mı bu kadar güzeldir, bu kadar sevimlidir. Bütün insanlar bu kadar ideal ölçüler içerisinde midir? Tabi ki masalsı bir hava var, tabi ki bir ütopya, belki hiç birimizin ulaşamayacağı bir ideal gösteriliyor. Ev kadınları resmedilirken, tanımlanırken, biçimlendirilirken yani kaçınız çevrenizde gördüğünüz ev kadınları gibi ev kadınlarıyla karşılaşıyorsunuz? Dolayısıyla bu çok idealleştirilmiş şeylerin arkasında bile, bize neyin anlatılmaya çalışıldığını, neyin yeniden üretildiğini sorgulamamız gerektiğini söylemeye çalışıyorum. Okulumuzdaki reklamcılık bölümüyle ilgili eğitimi soruyorsanız eğer Sinema, Televizyon Bölüm hocasıyım, dolayısıyla bu konuda deyim yerindeyse ahkam kesmek istemiyorum. Ama fakültemizde her bölüme açık olarak toplumsal cinsiyet dersi

26

Page 27: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

verilmektedir, lisans ve yüksek lisans düzeyinde. Oradan faydalanan öğrencilerin umuyor ve diliyorum ki daha farklı bir bakış açıları vardır. süreç içerisinde bu tahmin ediyorum ki giderek artacaktır, bu konuda biraz direnç göstermek gerektiğini, çabuk yılmamak gerektiğini düşünüyorum. Ve biraz sabırlı olmak lazım, zaman içerisinde bu iş hallolacaktır diye düşünüyorum açıkçası. Sacide Hocama çok teşekkür ediyorum katkısından dolayı, evet amerikan ekonomisi kadınlar üzerinde duruyor, haklı ve doğru bir tespittir. Ama kadınlar tüketici oldukları için Amerikan ekonomisi bunlardan etkileniyor, onlar ürettikleri için değil. yani satın alan, tüketen, Altınbaşın reklamından çok da uzak bir şey değil. kadınlar para harcayacaklar, ekonomi öyle ayakta duracak. Kendimizi bir şey satın alarak var etmemizin ne kadar doğru olduğunu sorgulamamız gerekiyor. Son bir şey, yaşadığınız şiddeti bizimle paylaşmanız çok manidar bir şeydir. Yani şiddeti yaşayıp bunun üstünü örten, görmezden gelen, görmemeye çalışan çok fazla insan vardır. Bunu dillendiriyor olmak aslında bu yolda çok önemli bir adımdır. Bu nedenle çok teşekkür ediyorum.

NURAN BAYER: Ben öncelikle arkadan gelen bir soruyu birazcık cevaplamak istiyorum, kadınlar egemen rollerin üretilmesinde daha gayretli oluyorlar dendi. Doğru haklılar, çünkü bilinen toplumsal cinsiyet, toplum tarafından öğretilen cinsiyettir. Yani doğduğumuz zaman değil, daha sonra öğrendiğimiz. Bunu sadece aileden öğrenmiyoruz. Toplumdan da, kültürler de bize öğretiyor. Diyebilirsiniz ki toplumsal cinsiyetin farklı kültürlerde farklı tanımları var. Örnek vereyim size mesela Trobian Adalarına giderseniz orada çocuk yetiştirmek erkeklerin görevidir. İran kültüründe duygusuz erkeğe yer yoktur, güvenilmez, duygulu erkeğe güvenilir. Şimdi bu sadece gördüğünüz gibi annenin, anneannenin öğrettiği şeyler değil, kültürlerinde öğrettiği şeyler. Sizin anneanneniz de daha önceki kültürlerden aldı. Çözümü kültürden bazında bakıp, gelenekler bazında bakıp yok etmek yoksa sadece ev içine hapsedersek toplumsal cinsiyetin öğrenilmesini değil. Biraz önce reklamlarda gördük kızın eteğinin kalkışına bakan erkek şimdi burada cinsellik var mı, yok mu? Korkunç bir cinsellik var, ciddi bir cinsellik var. RTÜK bunu yasklıyor mu? Hayır. Ama bazı filmlere cinsel ilişki bulunan filmlere yani insanların çok doğal, erotik bile olmayan filmlere işaretler koyarak tehlikeli olduğunu söylüyor. Orada bir şey öğretiliyor aslında erkek çocuklara, sizin hakkınız, buna bakarsanız tecavüzde edersiniz ilerde. Eğer kadının eteği kalkıyorsa ona tecavüz etme hakkınız doğar. Şöyle bir şey, nasıl baktığınız önemli benim size baştan beri söylemek istediğim o. Bir şey yapmak istiyorsanız, her yerde her şeyi yapabilirsiniz. Yani bugün şu yasa aslında kısıtlamıyor. Bugün imza attığımız CEDAW var, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi sözleşmesi. Bu sözleşmeye göre bu reklamların, bu yayınların hepsi durdurulabilir. Bu bir özgürlük değil, bu bir demokrasi de değil. Bu bir çok seslilik de değil sadece kavramlar yozlaştırılıyor ve bize kavramlar yozlaştırılarak kuru bir özgürlük, medyanın özgürlüğü.. Böyle bir özgürlük yok aslında. Bu çünkü benim özgürlüğümü kısıtlıyor. Benim kız çocuğumun ya da erkek çocuğumun. Şimdi böyle bakarsak olaya çözüme ulaşabiliriz. Yoksa o yasayla bu yasayla değil. belediyelere baktığınızda da görürsünüz sığınma evi konusunda. İki alternatifi vardır belediyenin. Elinde parası vardır ya yol yapar, ya sığınma evi açar. Ama belediyeler yol yapar. Bu bir seçimdir. Onun için aslında Türkiye'de bunların hepsini engelleyebileceğiniz yasalar var, uygulayabileceğiniz alanlar var. ama istenmiyor. Önemli olan istenmesi. İstenmesi içinde belki kadınlar, zaten her şey için gayret ediyorlar. O kadar yoruldular, yani gazetede çıkan şu haber için, orada yayınlanan bir kelime için her şey için mücadele vermek zorunda kadınlar. Artık yoruldular. Yani erkeklerin, burada olan erkekler de çok hoş, bu kadar erkeğin olması bile bir mucize. Çoğu zaman bu tür toplantılara erkekler gitmezler. Hiç unutmuyorum, sizin toplantılarda belki Avrupa Birliği’nde bir takım espri konusu oluyor ama bizim, Avrupa Birliği konusunda denetlemeye gelen üst düzey bir erkek yönetici, bir kadın toplantısında çıktığında bana şunu dedi, “siz” dedi “eğer bu toplantılara üç tane erkek gelmiyorsa Avrupa’yı zor görürsünüz” dedi. yani oradan başlıyor, erkeklerden

27

Page 28: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

başlıyor aslında bütün çözümler. Çünkü o egemen ideoloji. Kadınlar medyada çok fazla. Evet, aslında bizde TRT’de bakın kadın prodüktör neredeyse erkek prodüktörden çoktur ama karar mekanizmalarına yok kadınlar. Karar mekanizmalarına olduğu zaman da kadınların kadın bakış açısıyla karar aldığını da sanmayın. Böyle bir şey de yok. çünkü yıllardır olagelmiş bir formatlama var kadınlar için. Siyasette de bunu gördük. Yani iktidarın cinsiyeti diye bir şey var. Aynen medyada da cinsiyeti var. Çünkü iktidarın cinsiyeti erkek ve oraya giren kadın eğer erkekleşemezse, en azından transseksüel olamazsa varolamıyor. Bunda da aynı şey. Varolabilmesi için o düzeneği sürdürmek zorunda. O kadını suçlayamayız. Yani çünkü öyle olmazsa o meslekte varolamayacaktır. Aynen kadın işi erkek işi gibi medyada yaptığınız programların da bir değeri var. Kadın konuları ile uğraşıyorsanız, sizin programlar değerli değildir. Siz arkeolojiyle ilgili bir belgesel yapmanız çok daha değerlidir bir kadın belgeseli yapmanızdan. O sizden daha iyi saatlerde yayınlanır. Bunların hepsi böyle üst üste biniyor. Yani bunlar orada kadınların daha çok, daha az olmasıyla falan ilintili değil. sadece biz CEDAW’ı uygulasak Türkiye'de sadece şunu uygulasak bunların çoğu zaten çözümlenir. Ama önemli olan bunları uygulamayı istiyor olan bir iktidara sahip olmamız. Teşekkür ederim.

AV. FİKRET İLKİZ : Ben tabi önce şu kafamda kalanı bir söylemek istiyorum. Şu Türk filmleri meselesi, ben orada kaldım çünkü. Niye kaldığımı da söyleyeyim. Yani benim meslektaşım filmlerde tokat atılan kadını bekliyor. Ben izliyorum tabi o daha hassas olduğu için. 1960 yıllardan sonra Türkiye’ de 1970’lerde şöyle bir akım gelişti, bunlardan birisi özellikle ortaya çıkan filmler, toplumsal kesitli filmler bir diğer ise seks filmleri. Ve bu da toplumda akıl almaz bir ölçüde, yaygın bir şekilde baskın hale geldi. Ama aynı dönemde Türkiye'de 1970’li yıllarda farklı filmler yapıldı ki bu farklı filmleri hatırlatmak için söylüyorum, bunların tümünde de kadın bakış açısının Türkiye'de ne kadar önemli olduğunu gösteren filmlerdir. Toplumsal içerikli filmlerde de kadına bakış açısı ciddi bir biçimde gerçekleştiriliyordu. Lütfü Akat’ın Gelin, Düğün, Diyet, Ömer Kavur’ un Yatık Emine’ si, Yılmaz Güney’ in Arkadaş filmi, Süreyya Duru’nun Bedrana’sı, Kara Çarşaflı Gelin’i, Türkan Şoray’ın Dönüş filmi, Atıf Yılmaz’ın Selvi Boylum Al Yazmalım filmi, Ali Özgentürk’ün Hazal’ı, Zeki Ökten’ in Sürü filmi doğrudan doğruya kadına gerçekçi bakış açılarıyla çekilmiş ve Türkiye'de de önemli bir yer almış olan filmlerdir. Bakın bunun devamı vardır. Atıf yılmaz 80-89 yılları arasında 17 film çekmiştir, 13’ü doğrudan kadınlarla ilgilidir yani kadın filmidir. Bir: Delikan, 2:Mine, 3:Bir Yudum Sevgi, Kadının Adı yok, Dul Bir Kadın, Ölü Bir Deniz Atıf Yılmaz’ın kadın üzerine çektiği şaheserlerdir bana göre. Ömer Kavur’un Ah Güzel İstanbul 1980 yılında çekilmiş olan önemli bir filmdir. Türkan Şoray’ın Yılanı Öldürseler, Şerif Gören’ in Derman, Erdem Kral’ın Ayna, Yavuz Turgul’ un Fahriye Abla, bilge Olgaç’ ın Kaşık Düşmanı, Sinan Çetin’ in 14 Numarası, Halit Refiğ’ in ...., Süreyya Duru’nun Fatmagül’ün Suçun Ne, Yusuf Kurçenli’ nin Gramofon Avrat ve Şahin ........... Afife Jale gibi filmleri en önemli filmlerdir. O nedenle ben biraz sinema filmleri ile ilgili olmak üzere tabi ki izlediğimiz filmlerde tokat atılan kadınların olduğu filmleri de görüyoruz. Ama bu filmlerin Türkiye olgusunda ve Türkiye gerçeğinde bu filmlerle beraber çok önemli yer aldığını görmüşüzdür. Bunları niye söyledim? Biraz önce Türk filmlerden de bahsedildi, reklamlardan da bahsedildi, reklam çözümlerine baktığımız zaman da kadınla ilgili reklamlarda olsun örneğin, diğer reklamlarda olsun olgular anlatılır. Sayın meslektaşım da gerçekten verileri değerlendirdi. Alo RTÜK hattına gelen 2003 yılında toplam telefonların kayıtları, şikayet 46.149 şikayet var. bunun %98’i radyo ve televizyon yayınlarının içeriğine ilişkin hususta, %2’si ise teknik konularda. Ve net bir tablo ortaya çıkmış. Kadının cinsel obje olarak kullanılmasına ilişkin şikayetler birinci sırada, yani %45. Biraz önce gösterildi. İkinci sırada kadınlar tarafından kullanılan hijyenik ürünleri içeren reklamlar, o da %36. Kadın haklarına aykırılık yönünden gelen şikayetler ise veri olarak %19 civarında. Şimdi bunlara

28

Page 29: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

böyle baktığınız zaman, bu şikayetlerin alo RTÜK hattından geldiğini dikkate alırsanız, dönüp 3984 sayılı yani kamu oyunun RTÜK diye bildiği kanuna bakmak lazım. Şimdi bu kanuna bakıldığı zaman neredeyse bu kanun madde, madde gidiyor. Bir taraftan Anayasa Mahkemesi gönderiyor, bir taraftan yeni kanunlar yapılarak bazı maddeler ortadan kaldırılıyor. Bu yasada yayın ilkeleri var, 4. Maddede. Şimdi 4. Maddedeki yayın ilkelerine baktığınız zaman alfabedeki z harfine kadar gidiyor. Yayın ilkeleri, hangi ilke olursa olsun yasayla belirlenmesi kadar tehlikeli bir olgu yoktur. Hükümetler gelir, önerilerini sunar, isterlerse bu yayın ilkelerini değiştirirler. Ama asıl olan evrensel ilkelerin yaşama geçmesi konusunda son konuşmacı olan hanım arkadaşımın söylediği gibi bazı uluslar arası sözleşmelerin yaşama geçirilmesini görev edinmektir. Neden? Bakın RTÜK’ teki yayın ilkelerinin özellikle u beni; kadınlara, küçüklere ve güçsüzlere şiddetin ve ayrımcılığın teşvik edilmemesi, bu bir yayın ilkesi. Bunun hemen üzerinde yani u bendinden önce s bendi; program hizmetlerinin bütün unsurları çok net, bütün unsurları insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı olması. Bu iki ilke de zaten böyledir. Bunun için ne yasaya, ne yayın ilkesine bakmak gerekir. Ama önemli olan siz, yapamadığınızı eğer bu anlamda şikayet konusu yaparsanız veya yaparsak o zaman da birilerine RTÜK dersiniz, onlarda bir izleme, değerlendirme dairesi oluştururlar, tüm bunların hepsini eleştiri için söylemiyorum, olanı söylüyorum, gerekirse de en sert biçimde de eleştiririm. O zaman bu bakış yani şu anda konuştuğumuz bakış açısına göre bu maddeler değerlendirilir. Bu bakış açısına göre maddelerle ilgili olmak üzere kitle iletişim araçları üzerinde gerekirse ifade özgürlüğüne aykırı sınırlandırmalar yaratırsınız. Dolayısıyla bazen bu anlamdaki bir takım yasal olgulara bakarak yol almamız veya bu yasal önlemlerin yaşama geçirilmesi konusunda ödev almamız gerekir. Bunu niye söylüyorum, bir yıl önce 2004’te kamu oyuna yasa yapıcıları, hükümet görevlileri dediler ki kadına verilen önem nedeniyle Anayasa’ da değişiklik yapıyoruz. Hatta ve hatta eşitlik anlamında yapıyoruz dediler. Bakın o da 07.05.2004 tarihinde Anayasa’nın 10. Maddesine hüküm olarak girdi. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Zaten öyledir. Peki Anayasa’ya yazdınız, devamındaki cümle şu, devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür devlet bu eşitliği toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanan ve Ankara Barosu Sayın Başkanının ifade ettiği biçimde yaşama geçirmiştir. Bunun yanlış olduğu söylenmiştir. Niçin bu kadar tepki gösterilmemiştir. Tepki göstermeme konusunda ileri sürdükleri gerekçe ise zaten onu gerçekleştiren kadınlar olduğu için daha az dövmeleri gerekir denmiştir. Bir başka cevap, hukukçu bir bakandan gelmiştir. Avrupa Birliği’ de küresellik karşıtı insanlara yapılanları görmüyor musunuz? Yani o evladır, o halde bu yapılması gerekir. Şimdi bu çerçevede ortaya çıkan ve parlamentoda üretilmiş olan bu Anayasa’ya baktığınız zaman o zaman daha evrensel bir konudan söz etmek gerekir. Yanı başımızda savaş var. bakın bu savaşta anneler var, bu savaşta kadınlar var. Gerçekten, yani yorgun olduklarını söylüyorlar ama yaşam yorulmaya izin vermiyor. Anne Rosfer Türkiye’ye 19 Şubat’ta geldiği zaman bu Amerika’daki Asker Aileleri Konuşuyor Örgütünün başındaki bir kadın, doktor. Yani 25 yıldan beri de sosyal adalet için dünya üzerinde iş yapıyor ve toplum sağlığı eğitiminde akademisyen birisi. Oğlu işte Musul’a gitmiş, Irak’ta savaşıyor. Asker Aileleri Konuşuyor Örgütünün başında bulunan bu kadınla bir söyleşi yapılıyor. Kadına diyorlar ki “Yani siz bütün bu işlemleri yapıyorsunuz, toplantılar düzenliyorsunuz, acaba bunların bir etkisi oluyor mu? Yani siyasilerle görüşmeniz, bunları yapmanız, karar alma mekanizmalarını etkiliyor mu?” Bakın yüzyılımızda, 19 Şubat 2005 tarihinde verilen yanıtta kadın diyor ki “Biz bir kamuoyu yaratmaya çalışıyoruz, barış örgütlerini devamlı harekete geçirmeye çalışıyoruz ama genel kamuoyuna ulaşmak açısından yeterince iyi tanınan bir örgüt değiliz çünkü Amerika’ da ve dünya üzerinde, Amerika bunun başlıca nedeni olarak medyanın sesimizi bastırmaya çalışmasıdır” diyor. Yani bu sesi medya bastırıyor. Bizim asıl konuşmamız gerekli olan budur. Bunun bizim tarafımızdan tartışılması gerekmektedir. “Hatta ve hatta medya asker ailelerinin Irak’taki durumu konusunda herhangi bir şekilde yayın yapmaya kalkarsa, bu yönde enformasyon vermiyor, bu yönde bilgi

29

Page 30: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

vermiyor” diyor. “Yani burada olup biten ve savaşla ilgili olan acıların ne olduğu konusunda medyanın kendisi bir önleme görevi yerine getiriyor” diyor. Nasıl çözeceğiz? Bakın nasıl çözeceğiz sorusu en önemli olan sorulardan birisidir. Ülkenizde ekmek parası için Irak’a giden şoförlerin ne olduğunu haber haline getirirseniz o haber birilerini harekete geçirebilir. Bu medyanın bir başka türlü de görevidir. Bu görüntüler çok vahşi olabilir, buna vahşiliğini en aza indirerek özen gösterirsiniz. Ama bunu yayınladığınız zaman RTÜK tarafından görüntülerin vahşi olması nedeniyle uyarılır o uyarıdan sonra da gerekirse ikinci bir uyarı verileceği konusunda uyarı gelmiştir. Sonra da dava açılmıştır, iptal edilmiştir. Sanıyorum meslektaşımın gözünden kaçan ama yaşadığımız dava dosyalarından biridir. Mutlaka böyle olması gerekir diye bir savunma yapmıyorum. Ama en azından olup biten ve yaşanılan olaylar içerisinde bizim karşılaştığımız sorunlardan bir tanesi de bu görevi yerine getirirken, budur. Geliyorum en önemli ve geçekleştirilmesi gerekli olan son diyeceklerime. Ama ondan önce sorulmuş olan diğer yazılı basınla ilgili olan soruya yanıt vereyim. Eskiden 5680 sayılı kanun vardı, yani Basın Kanunuydu. Şimdi yürürlüğe giren, haziran ayında yürürlüğe giren yeni Basın Yasası var. Yeni Basın Yasası’nda sözünü ettiğimiz sınırlandırmalarla ilgili hükümler var. yani 19. maddeden sonra gelen 20. maddede yer alan özellikle bu görüntülerle ilgili olsun veya bu sözünü ettiğimiz başlıklarla ilgili olsun sınırlandırma maddeleri gelmiştir. Bu şekildeki haberler yüksek derecede para cezalarıyla cezalandırılmaktadır. Biraz daha mı rahat etmek istiyorsunuz? Görüşünüze katılmayarak söylüyorum, düzenlenmesi konusundaki görüşünüze katılmayarak söylüyorum. 01 Nisan 2005 tarihinde yürürlüğe girecek olan yeni Türk Ceza Yasası’nda belki de bu görüntüler olmayacak, yani bu haberler belki de verilmeyecek. Ama şikayetçi olduğumuz, üçüncü sayfa haberleri diye değerlendirdiğimiz yazılı basındaki konu bir sorundur, dünya üzerindeki bir sorundur. En son sayın hocama söylediği kavram anlamında, reklamlarla ilgili olmak üzere de ve kadınlarla ilgili olmaz üzere her şeyden şikayetçi olabilirsiniz. Daha başka türlü bir varsayımla söyleyeyim, yapılanlar için bir iddianame düzenleyebilirsiniz, sanık olarak da erkekleri koyabilirsiniz. Yargılarsınız, mahkum edersiniz. Cezası neyse, müebbet derse müebbet hapis cezası verirsiniz. Bizim sorunumuz bence bu değil, daha doğrusu ben bizim meselemizin bu olmadığı fikrindeyim. Ama kadınlara, somut, özel, belirli, ayrıcalıklı ve cinsiyetçi yaklaşımlardan uzak güç ve statü imgelerinin tümü yüklenmelidir ve verilmelidir. Ve bu anlamda benlik oluşumları da kesin kez güçlendirilmelidir böylece onların kendi bilincinin varlıklarının varmaları demek giderek toplumun kendi bilincinin varlığına varması anlamına gelecektir. Ve Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi’ ne sunulan 2. ve 3. birleştirilmiş dönemsel ilke raporunun birinci maddesi Türkiye ile ilgilidir. Türkiye’nin kadın, erkek eşitliğini sağlamada mücadele etmesi gereken konular arasında, kentli, orta sınıflı kadınlarda, kırsal yöre kadınları arasındaki statü ve fırsat eşitsizliği, özel alanda kadına yönelik şiddet, medya alanında kadın profesyonellerin sayısının arttırılması, medyanın kadın ilerlemesine katkıda bulunmasının güçlendirilmesi, kadını anne ve eş gibi geleneksel rollerde resmetmek sürdüren eğitim materyallerinin gözden geçirilmesini tanımlamıştır. Benzer bir biçimde siyasi partilerce kota uygulanmasına rağmen parlamento ve siyasette katılımın da kadın oranının düşük olduğu belirtilmiştir. Bu 7. maddede Türkiye ile doğrudan doğruya ilgili olan sunulan rapordaki tespittir. Kadını geleneksel roller içinde gösteren reklamlar, erkek egemen bakış açısıyla oluşturulmuştur. Bu tür yaklaşımların karşısına çıkılan yasalarla kadının üzerindeki baskı, cinsiyetçi dayatma ve rol yüklemesi

I. VİDEO KASETİ SONU2. VİDEO KASETİ

AV. FİKRET İLKİZ : Bu sözleşmenin tarafı olan 179 devlet 5. madde çerçevesinde kadın erkek eşitsizliğin temelinde yatan önemli bir unsurun ayrımcı toplumsal değer ve kalıp yargıların olduğunu ifade etmektedir. Ve taraf devletler toplumdaki cinsiyete dayalı

30

Page 31: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

ayrımcılık içeren bütün geleneksel ve kültürel davranış kalıplarını ve tutumlarını dönüştürme yükümlülüğünü üstlenmişler ve bunun için etkin faaliyette bulunmuşlardır ama görev devletin değildir görev bizimdir. Hepinize saygılar sunarım.

PROF. DR. KORKMAZ ALEMDAR : Toplantıyı bitirmek üzereyim ama sayın Kenan kardeşimiz bize bir şiir yazmış ama şiir medya ve kadınla ilişkili olmadığı için okuyamadık. Daha çok toplumsal destekle ilişkili bir dahaki toplantıda okuruz belki. Şimdi şöyle bir sorun yaşıyoruz. Birisi sorunlardan biri ve önlenmesi, kendi yaşadığımız toplum ve onun sorunlarının ağır baskısı altındayız ve mutlu değiliz. Yana yaşadığımız ülkeden keyif alamıyoruz. Kadın erkek ilişkilerinden keyif alamıyoruz, çalışma ortamından keyif alamıyoruz, üniversitedeki eğitimden mutsuzuz, insanların büyük çoğunluğuna sorduğumuzda, nerede yaşamak istersiniz diye sorduğumuzda insanlar ezici bir çoğunluğu buranın dışında bir yerde yaşamak istiyorlar. Gelirden memnun değiliz, gelir dağılımından memnun değiliz, başımız sıkıştığında yargıdan memnun değiliz, siyasal iktidardan hiç memnun değiliz ve bu ağır yük altında da çözüm arıyoruz. Çözüm ararken de bir kısmımız bizi daha iyi adam edebileceklerini zannettikleri dışarıdaki o evrensel gelişmenin parçası olarak algılanan işte bazen Avrupa, bazen Amerika yani uluslar arası normları, hukuk normları yada yaşam normları getiren baskıdan medet umuyoruz. Çünkü haklılar. Çünkü hükümete güvenilmiyor, bakanlığına güvenilmiyor bu hem evrensel ilkeleri uygulamaya kalkan insanların tavırlarına güvenilmiyor. Bir taraftan diyorsunuz ki uluslar arası normlara uyacağız diyorsunuz, bir değişiklik yapıyorsunuz, yapa yapa ucube işler çıkartıyorsunuz. Öbür taraftan da içinde yaşadığı toplumun kurallı olmasını isteyenler var. çünkü birinciler sanki içerdeki yapılan düzenlemelere karşılar çünkü bunların hep kötü, yetersiz ve yanlı uygulandığını düşünüp mutsuz oluyorlar. Şimdi aslında herkesin buluştuğu nokta aynı. Daha iyi bir yaşam, daha insancıl daha çağdaş bir toplum. Ama nasıl yapılacak. Kural dediğimizde hedef kuralları sanki sadece RTÜK uyguluyor gibi dehşetle karşı çıkıyor. İyi ama yaşadığımız toplumda kurallar yoksa ve kuralları da titizlikle uygulamıyorsa size katılıyorum Nuran Bayer’e bu işleri öyle teknolojinin katkıları, bunların uygulanma biçimi, evrensel normlarla falan çözemiyor. Çünkü batı dünyası geliştirdiği kuralları zaten güçlü olduğunu bildiği ve başka toplumları da ciddi olarak dönüştüreceğini bildiği için gücün etkisindeki kuralların uygulanmasını istiyor. Yani kendi yarattığı teknoloji, kendi yarattığı toplumsal sistem ve onun normlarının egemen olmasını istiyor. Şimdi biz; adamdan şikayetçiyiz çünkü kötü davranıyor. Çünkü beğenmiyoruz yani bir biçimde sorunlarımız var. kadın erkek ilişkisini kastediyorum. Bunu eğitemiyoruz, bunu dönüştüremiyoruz, toplumun kurumları bu dönüşüme kısa vadede bizim yaşamımızı kolaylaştıracak şekilde çare bulamıyor, ne yapacağız., nereden çözüm bulacağız. Çok ciddi sorun. Medyaya dönüyorum, acaba medya yardım eder mi. çünkü istediğiniz kadar güvenmeyin, istediğiniz kadar nefret edin Türkiye’de herkesin son tahlilde güveneceği kurumlardan biri medyadır. Neden. Çünkü herhangi bir şekilde ikna ederse onu rahatsız eden unsurları yayınlayabilecek, baskı kurabilecek, birilerini biraz caydırabilecek bir güçtür. İyi ama artık öyle bir olanak fiilen yok ki. Medya dediğimiz güç tamamen dışa bağlanmış, büyük ölçüde, hepsi değil ama tirajının çok büyük bir kısmı, televizyon kanallarının çok büyük bir kısmı sanki dışarıda üretilen, sadece dışarıdan getirilen ve sadece dışardan yönlendirilen politikaların ışığında çalışıyor. Peki ne yapacaksınız. Meseleyi sadece kadın erkek konusuna takarsanız çözüm yok. Orada yapacak çok şey var onunla uğraşmak gerekiyor. Bu zahmetli, zor, insanların eğitimini gerektiriyor, zaman istiyor, acı veriyor. Kadınların televizyondan etkilenmeleri yeni başlamadı ki. Dallas dizesi başlayınca bunu yaşamıştık. Çocuğu olmayan insanlar kendini Suelen kaderiyle ortak özdeş görüyorlardı. Onun da çocuğu olmuyor pardon Pamela benim de çocuğum olmuyor diyorlardı. Güneş görmeyen bir mekanda oturan zavallı diyebileceğimiz eğitimsiz bir kadın, Amerika’nın seçkin bir ailesinde her türlü olanaklara sahip bir insanla kendi yaşamını özdeş görüyordu. Biz ne

31

Page 32: KONUŞMACI : Ortak basın bildirisini sizlere …eski.ankarabarosu.org.tr/PANELLER/2005/08.03.2005 MEDYA... · Web viewNihayet radyoda kadının sunumuna bakıldığı zaman en çok

yaptık. Biz bunları akılcı, ne olduğunu anlayabilecek iletişim fakülteleri eğitim politikası ile desteklemek yerine biz bunların ayrıntıları ile uğraştık. Söylemek istediğim konu şu; basitten karmaşığa giden yapıyı dikkate almazsanız çözüm yok. Kadın konusunda problemler var, hakları var, bu hakların desteklenmesi, korunması gerekir, çünkü az önce başlarken söyledim. Fransızlar bile yasadan medet umuyorlar aksi takdirde diyorlar, kadınlar o yandaki küçük taburelerden kalkıp, koltuklara oturamayacak diyorlar. Kadınların yeri tabureler, hatta yer. Başka türlü bunlara şans yok. Fakat bu minik ve önemli sorunlara kafa yorup, çözüm ararken, o evrensel bizi yönlendiren güçleri ve onların yarattığı ortamı da dikkate almak durumundayız. Onları dikkate almadan hiçbir şeye ulaşmak mümkün değil. Amerikalılar Centar*diye bir araştırma konusu yarattılar. Sevgili arkadaşlarım bana da sordu iletişim fakültelerinde buna yeterince ehemmiyet veriyor musunuz diye. Evet bazılarında fazla da ehemmiyet veriliyor. İşi gücü bıraktık toplumun temel sorunları yerine kadın araştırmaları meselesini konuşmaya başladığımız yerler var. Ama bizim sorunumuz sadece kadın meselesi değil ki, bizim sorunumuz top yekun kalkınma meselesi. O kalkınmada kadına zaten o işi verebiliyorsanız, az önce söylediklerimi yadsımıyorum onların özel bir eğitim ve ilginin önemi olduğuna inanıyorum ama Allah aşkınıza sorunları çözmek için kadına iş, kadına bir ücret ve kadına başını sokabileceği bir mekan verin. Bunu vermeden ne erkeğin eğitimi mümkündür nede kadının kendi durumunu iyileştirmesi mümkündür. O yüzdendir ki birbirimizi yemek yerine, birbirimize kızmak yerine aşağı yukarı aynı ortak noktalarda birleştiğimizi bilerek ama basitten karmaşığa giden, yeryüzünde yaşanan belaların esas sorunlarının nasıl çözüleceğini hiç olmazsa günde iki dakika, yani Allah kahretsin deyip adam konusunda söylenirken, o adamı o hale getiren güçlerin de kimler olduğunu düşünmeyi eğer becerebilirsek top yekun hak etmişizdir.teşekkür ediyorum.

TOPLANTI SONU

32