kur'an senıpozyumuisamveri.org/pdfdrg/d034967/1995/034967_sarmisi.pdf · lerinde nefret du...
TRANSCRIPT
1. KUR'AN HAFTASI
Kur'an Senıpozyumu 03-05 ŞU?$rl7 1995
Kur'an'ın Aydınlığına Doğ~
YER: 100. YIL ÇARŞISI KQNFERANS SALONU ULUS 1 ANKARA
Fecr Yayı.n}an : 38 '.~·-
TERTİP HEYETI
Prof. Dr. Mehmet BAYRAKDAR
Dr. Mevlüt UY ANIK
Dr. Ömer ÖZSOY
' Osman KAY AER
'YA YlNA HAZlRLAYANLAR
Hüseyin NAZLIA YDIN
Hayrollah TERKAN
Cengiz DEMIREL
Tuncer NAMLI
Dizgi, Mizanpaj: Fecr Yayınevi
Baskı, Cilt, Kapak Baskı: Eramat '•
Kapak Tasanın : tsrnail AKYOL
ISBN '91S-7138-81-8
ı. Baskı: Eylül'95
Fecr Yayınevi
!zmir Cad. 33 / 12 Kızılay 1 ANKARA
Tel: 418 19 23
3. Tebligci
İbrahim SARMIŞ*
SEYYİD KliTUB'UN KUR'AN'A YAKLAŞlMI
· Fi Zilali'l- Kur'an çagdaş bir tefsirdir. Müslümanlar arasında hızla yayılmış ve eşsiz bir kabul görmüştür. Uzun zaman cahiliyye düzenlerinin zulmü altında inleyen müslümanlar ona canla- başla sarılmışlardır. Çünkü aradıklarını onda bulmuş, his ve emellerine tercüman olmuş, Kur'an'ı anlama ve hayata indirgeme, onu muallim ve rehber edinme noktasında düşüncelerini gerçekleştirdigini görmüşlerdir.
Seyyid Kutub Fi Zilali'l-Kur'an'da yeni bir çıgır açmış ve lslam anlayışında bir tecdit gerçekleştirmiştir. Kur'an'ı sosyal hayata indirgeme ve toplumsal açıdan tefsir etme alanında ondan önce kimi çabalar olmuşsa da hiçbiri onun seviyesine çıkamamıştır. Denilebilir ki bugüne kadar degişik zamanlarda yazılmış tefsirlerin hemen hiçbiri onun kadar Kur'an'ı hayat alanına indirgememiş, onunla cahiliyyeye ·karşı bu seviyede savaş açmarnış, müslümanları l\1ekke ve Medine dönemine götürerek şirke karşı topyekün mücadeleye onun kadar sevketmemiş ve bu derece bilinçlendirememiştir. Yine İslami ve cahili kavramların netleştirilmesi ve çagdaş toplumların Kur'an objektifliginde degeriendirilmesi noktasında Fi Zilal hemen hen;ıen eşsizdir. Bilinen klasik tefsifleı- gibi insanlara fıkıh, kelam, tarih, felsefe ve dilbilgisi gibi şeyleri anlatmak için degil, toplum degiştiren ve toplum kuran Kur'an'ı açıklamak isteyen bir tefsirdir.
Onun için Fi Zilal, sadece bir tefsir ve çagdaş bir kitap degil, aynı zamanda bir ~tim ve davet metodu, cihad ve hareket, Islami hayat ve kimlik için yazılmış bir rehberdir. Bu özelliği tarih içinde yazılmış diger tefsirlerde pek göremiyoruz. Belki de Kutub'un yaşadıgı toplum ve şartlar bunu gerektirmiştir.
• Doç. Dr., Selçuk Ü. Ilahiyat Fakültesi
218
Fİ ZİI.ALİ'L- KUR'AN'IN HEDEFLERİ
Belirttigirniz gibi Fi Zilal, sadece bir tefsir degil, cahiliyye toplumu yerine lslam toplumunu gerçekleştirecek nesillerin egitim ve rehber kitabıdır. Davet, hareket, kültür, egitim, strateji, ve cihad kitabıdır. Kur'an'ı müslümanlara yeniden tanıtn'\a ve hayat meydanına indirgerneyi hedefleyen bir kitaptır. Bu nitelikleri gözönünde bulundurularak Fi Zilal'de Kutub'un hedefleri Şöyle özetlenebilir:
1- Asırlardan beri ve özellikle çagımızda müslümanlarla Kur'an arasında meydana gelen büyük boşlugu ve kopuklugu gidermek, kalbieri ve zihinleri ile Kur'an arasında meydana gelen engelleri kaldırmak, Kur'an ile müslümanları kaynaştırmak ve bütünleştirmek. Bu hedef gerçekleştigi takdirde Kutub, Fi Zilal'in _görevini yerine getirmiş olacagını ve aradan çıkabilecegini belirtmektedir.
2- Çagdaş müslümanlara Kur'an'ın arneli hareket metodunu ve dinamik cihad ruhunu gösterme, onları Kur'an'ın hayat veren ruhu ile uyandırma ve cahiliyyeye karşı harekete geçirme. Onlara Islam ve cahiliyye rejimlerinin tabiatını, . . uzlaşmazlıgını ve aralarında sürecek savaşın stratejisini gösterme.
3- Çagdaş müslüman kişiligin ve lslarri toplumunun oluşması. Buriun için Mekke ve Medine dönemlerinden müslüman kişinin ve lslam toplumunun Kur'an ile oluşmasının adım adım izlenmesi. Bu hedefin gerçekleşmesi için Kur'an ayetlerinin bütün bir yapı olarak açıklanması ve Kur'an'da konu bütünlügünün ortaya konulması.
Bu hedefın gerçekleşmesini gölgeteyecek ve okuyucuyu ayetlerin atmosferinden uzaklaştıracak muhtelif Kur'an ilimleri ve klasik tefsirlerdeki bilgilere fazlaca yer vermekten kaçınmaya özen göstermiştir. Çünkü ayetlerin oluşturdugu Kur'an atmosferinden okuyucuyu uzaklaştıracak diger bilgilere fazlaca yer verilmesi metod hatasından başka bir şey degildir.
4- Fi Zilal'in hedeflerinden biri de, lslam toplumunu oluşturacak neslin yetişebitmesi için Ashab nesiinin yetişme metodu ve onların cihadının ortaya konulmasıdır. Çünkü onlar Kur'an ile yetiştiler, toplumlarını Kur'an ile kurdular ve düşmana karşı Kur'an ile mücadele verdiler. Onun için tefsirde bu gerçegin ve tecrübenin müslüman nesle tam ve net bir şekilde aktarılması gerekir. Zira yeryüzünde Kur'an'ı yaşayan ve örnek olarak canlandıran müslüman bi~ toplum olmadıkça Kur'an'ın yeterince aillaşılması ve ortaya-konulması mümkün degildir.
219
Prensip olarak Seyyid Kutub, Kur'an'a her çeşit önyargıdan ve peşin k;:ınaatlardan uzak bakmanın gereğine inanmaktadır. Yani kurumsallaşmış fırka, mezhep, ve ekallerin gözlüğ'iyle Kur'an'a bakmanın Kur'an'ı tarafsız ve doğru anlamayı engellediğini söylemektedir. Her türlü önyargıdan ve bağnazlıktan uzak olarak Kur'an'a bakmadığımız takdirde Kur'an'ın bizi yönlendirmesi yerine bizim onu yönlendirmemiz ve amacından saptırmamız sözkonusudur.
Yine Kur'an'ı hayatı yönlendiren, şekillendiren ve değerlendiren bir kitap olarak görmektedir. Onu konu bütünlüğü ve hedef birliği gözü ile ele alma,kta ve tefsir etmektedir. Mümkün olduğu kadar tevillerden kaçınmaktadır. özellikle müslümanların çağdaş uygarlık karşısında uğradıklan hezimet sebebiyle Kur'an ayetlerinin çığırından çıkarılarak ve müslümanların bugün yaşadıkları hezi-
. metlerle dolu hayatiarına uydurularak tefsir edilmesine kesinlikle karşıdır. Bu duyarlılığını özellikle cihad ayetleri, Allah'ın hükümleriyle hükmetme ·ve cahiliyye düzenlerine karşı tavır koyma alanlarında açıkça görüyoruz.
Kutub, tefsirinde bilgilendirmekten çok Kur'an'ın pratik olarak yaşanması, mürnin cemaat tarafından uygulanması ve pratiğe dönüştürülmesi üzerinde ısrarla durmakta ve Kur'an'ı tefsir edenlerin ancak bu metodu izledikleri takdirde onu anlayabileceklerini söylemektedir. Onun için yaşama ve uygulama metodunu, hareket metodunu tefsirinde esas almaktadır.
YAŞAMA VE UYGULAMA METODU İLE TEFSİR.
Seyyid Kutub'un bir yazar ve araştırmacı olarak Kur'an'la tanışrrıası
. "Kur'an'da Edebi Tasvir" konulu çalışmasıyla başlamıştır. Tefsirini ·de buradan hareketle önce sanat ağırlıklı yazmıştır. Daha sonra bu yazdığı eseri sanatdüşünce ağırlıklı olarak yeniden kaleme almıştır.
Nihayet Müslüman Kardeşler'le beraber uzun süre hapis yattı. Onlarla be"\raber işkence ve eziyetlere maruz kaldı. Birçok müslüman şehid oldu, aileler
dağıldı, yuvalar yıkıldı ve yirminci asrın cahiliyyetine yakışır cinayetler işlendi.
Bütün bunlar olurken büyük çoğunluğu müslüman olan Mısır halkının olaylara seyirci kaldığını gördü. Cahiliyyenin bu uygulamalarından kimileri içlerinde nefret du ysa bile zalimin zulmüne karşı tavır koymadılar.
Kutub, namaz kılan, oruç tutan, ve dinin birçok tezahürleriyle beraber
220
yaşayan toplumun duyarsızlığının sebebini uzun uzun düşündü. Kendisinin ve arkadaşlarının başına gelenlerin sebeplerini araştırdı. Toplum neden bu şekilde duyarsızdı? Müslümanlar neden bu sonuçlarla karşı karşıya gelmişlerdi?
Kur'an'ın indiği Mekke dönemi şartlarını ve ortamını gözünün önüne getirerek Kur'an'a yöneldi. O günün şartlarında müslümanlar bir yandan kendilerini Kur'an'la şekillendiriyor, diğer yandan .yine Kur'an'la cahiliyye toplumuna karşı mücadele veriyordu. Cahiliyye toplumuna karşı "Lailahe illallah" için ölüm kalım savaşı veriyordu. Onların adımlarını Kur'an yönlendiriyordu.
Günümüz müslümanında ise akide belirsizliği, zihninde ve hayatında akide sönüklüğü ve donukluğu yaşanıyordu. Kur'an dinamizmi yoksuniuğu vardı? Kur'an Müslümanların hayatından, yok denecek kadar uzaktı. Taklidin ötesinde inançlarını, değer yargılarını, dünya görüşlerini, cahiliyye ve Islam kriterlerini, hak ve batı! ölçülerini kısaca kainata, hayata, insana ve Allah'a bakış açılarını insanlar Kur'an'dan almıyorlardı. Geleneksel tekrarın ötesinde "Lailahe illallah" kelimesinin gerçek anlamını ve kapsamını bilmiyorlardı. Cahiliyye toplumuna karşı yaşayan bir Kur'an'la çıkmamışlardı.
Kutub, bu gözlem ve tecrübe sonunda Kur'an'ın uygulama ve yaşama metodu ile tefsir edilmesi gerektiğini kavradı. Mekke ve Medine'de müslümanların Kur'an'ı algıladığı ve pratik hayatta uyguladığı şekilde tefsir edilmesi gereğini anladı.
O gün olduğu gibi günümüzde de cahiliyye mensuplarının lslam'a ve müslümanlara karşı savaşı sürüyordu. O gün cahiliyye mensuplarına karşı savaşta mürninler Kur'an'ı mücadele alanına i~dirdiği gibi bu gün de Kur'an'ın mücadele meydanına indirilmesi g~rekiyordu. Toplumun fikren ve ruhen yetiş-
. mesi için mutlaka r:ur'an'a yönelmesi, onunla mütekamil kişiliğini oluşturması ve Allah'a giden ya. u onunla alması icabediyordu. Her biri ayrı bir ortamda ve başka amaçla yazılan klasik tefsirlerin metodlarıyla bunu gerçekleştirmenin mümkün olmadığını görüyordu.
Önce sanat ve soyut düşünce ağırlıklı yazdığı ciltleri bu anlayışla tekrar gözden geçirdi. Tesbit ettiği dinamik metodu içermediğini gördü. Bu haliyle çağdaş müslümana kimliğini, muhtaç olduğu dinamizm ve akide eğitimini kazandıramayacağını anladı. Bunun için "el-Menhacu'l-Hareki" (Uygulama Metodu ile Tefsir) adını verdiği yeni metodla tekrar kaleme aldı.
Kutub'a göre bu metod, Kur'an'ı anlamak için onun atmosferinde ve or-
221
tamında yaşama metodudur. Çünkü dinamizm, pratiklik ve hayat içinde yaşanan hareketlilik Kur'an'ın en bariz özelligidir. Bu konuda şöyle demektedir:
"Bizi> Kur'an'ın bu özelliğini, pratik ve dinamik karakterini ısrarla belirtiyoruz. Çünkü bize göre bu, Kur'an'ı anlamanın ve onunla kaynaşmanın hedef ve stratejisini idrak etmenin anahtandır."
"Bu Kur'an'ın zevkini ancak böyle bir mücadeleyi yaşayanlar anlar. Yönlendirmek ve karşı koymak için indigi o şartları ve atmosferi yaşayanlar ancak anlama zevkini tadarlar. Oturdukları yerden Kur'an'ın anlam ve delaletlerini yakalamaya çalışanlar, sadece kültür, sanat ve edebiyat olarak inceleyenler onun hakikat ve diriliginden fazla bir şey bulamaziar."
Kur'an'ın indigi Mekke. ortamını ve yaşanan şartları gözönünde bulundurdugumuz zaman, Seyyid Kutub'a hak vermemek mümkün ~egildir. Tarih içinde pek çok tefsirin yazılmasına ragmen Islam toplumunun gittikçe yozlaşması, dinamizmini yitirmesi, Kur'an bilinci ile daha çok bilinçlenecegi yerde kendisiyle Kur'an arasında vadilerin oluşmasının sebebi biraz da bu soyut düşünce ve toplumdan uzak bilgilendirme metodları olsa gerekir.
Seyyid Kutub, cahiliyyeye karşı mücadelede Kur'an'ın topluma ve lslam cemaatine rehberlik yapması geregi konusunda da şöyl~ demektedir:
"Ashab Kur'an'ı anlamak ve uygulamak üzere ögreniyorlardı. Hayatlarını ona göre düzenleyip örnek bir Islam toplumu kurdular. Uygulamak üzere ögrenmek onların önünde ufuklar açıyordu.Kur'an onların ruhlarına ve hayatIarına karıştı. Yaşadıkları hayata dönüştü. Zihinlerde veya sayfalar arasında kalmayan diri ve aktifbir kültür oldu."
Ama ondan sonra gelen nesiller bu yoldan saptıkları ve Kur'an'a inceleme ve araştırma, zihinsel ve akli bir kültür birikimi oluşturma amacıyla baktıkları için geri kaldılar. ·
Kur'an'ı anlamak için ilk nesil müslümanların cahiliyye ve şirke karşı, müşrik ve ehli kitap düşmaniarına karşı verdikle~ cihad ortamında korku ve
•. _.../emniyet, yoksulluk ve gurbet, zayıflık ve kuvvet, zafer ve hezimet ortamında muhasara, ~?askı ve işkence, nihayet hicret ve Medine'de komplolar, düşman saldırıları, münafıklar ve Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye, Fetih, Tebük ve Huneyn ortamında yaşamak, Islam ümmetinin dogması, oluşması, devletin kurulması ve nizarnının gerçekleşmesi atmosferinde yaŞamak gerekir. Kur'an atmosferinde yaşamak ve o atmosferi hissetmek budur. Ancak bu ortam ve at-
222
mosferde yaşayanlar Kur'an'la kaynaşır, bütünleşir, ve onu canlandırabilirler. Bu heyecanı duyanlar ancak onu insanlara diri, dinamik ve pratJk bir hayat kitabı olarak sunabilirler.
Tekrar diyorum ki, Kur'an atmosferinde yaşamak onu sadece okumak ve ilimlerine muttali olmak demek degildir. Bizim kastettigimiz ashabın Kur'an'la, yaşadıgı atmosferdir. Bugün insanın düşüncesini anlayışını, hayatını ve kalbini işgal eden cahiliyyeye karşı mücadele verildi~i atmosferdir.
Mekke'de müslümanlar cahiliyye toplumu tarafından ezildi, dışlandı, sürüldü ve cahiliyye kurallarına afkırı yaşarnalarına müsaade edilmedi. Seyyid Kutu b ve beraberindeki müslümanlara da yeni cahiliyye benzer uygulamada bulundu. Kutub, o zor ve çetin Mekke döneminde müslümanların Kur'an ile çıktıkları, egemen toplumlarını kurdukları gibi, bugün de müslümanların Kur'an ile içinde bulundukları yürekler acısı durumdan çıkabileceklerini ve Islam toplumunu onlar gibi kurabileceklerini sık sık vurgulamaktadır. Deyim yerinde ise, ilk müslümanlar gibi yeniden Kur'an'a demektedir. Modern cahiliyyeye karşı ilk müslümanların yaptıgı gibi Kur'an potansiyelini kullanmaya çagırmaktadır. Tefsirinde baştan sona k~dar okuyucuya bu mesajı vermeye çalışmaktadır. Bu ideolojik diyebilecegimiz tefsirine örnek olarak cahiliyye hakkında söylediklerini ve onun yerine Islam toplumunu gerçekleştirmenin yolunu gösteren açık
lamalarını özet olarak vermek istiyorum.
Fİ ZİLALİ'L- KUR'AN VE CAHİLİYYE
Fi Zilal'in en büyük özelliklerinden, hatta hedeflerinden biri cahiliyye hayatını tüm çıplaklıgıyla gözler önüne serrnek ve insanların ondan nasıl kurtulacagını göstermektir. Cahiliyye karşısında müslümanları içine düştükleri
çaresizlik, eziklik ve yenilgiden kurtarmak, lslam'a ölan güven ve baglılıklarını pekiştirmek, cahiliyyeye karşı topyekün savaş vermeye çagırmak belli başlı görevlerin den dir.
Bunun için Kutub cahiliyye karşısında özürcü, te'vilci, yahut uzlaşmacı bir metod yerine, inancına ve kendine güven dolu bir yüreklilikle. cahiliyyeye meydan okumakta, bütün çıplaklıgı ve çirkinligiyle gözler önüne sermektedir. Sosyal, siyasal, ekonomik, ahlaki ve . felsefi olarak cahiliyyenin Allah'a karşı gökte uluhiyet ve egemenligi Allah'a tanıdıgı halde yeryüzünde O'na egemenlik
223
hakkını tanımadıgını, onun bildirdigi kanun ve kurallar yerine insanlan kendi kanun ve kurallarıyla yönettigini belirtmektedir. Bunun da açıkça Allah'ın ulu
. hiyet, rububiyet ve hakimiyet hakkını gaspetmek oldugunu Kur'an ayetlerine dayalı olarak açıklamaktadır.
Kutub, eski cahiliyye ile yeni cahiliyye arasında karşılaştırma da yapmakta, yeni cahiliyyenin her yönden eski cahiliyyeden çok ileri oldugu, kimi inanç unsurları taşıyıp bir taraftan Allah'a inandıgını iddia ederken, diger taraftan insanın yaratılışına aykırı ne varsa yapısında bulundurdugunu, zulüm, ahlaksızlık, sömürü, sınıf ayırımı, vb. Allah'ın yasakladıgı bütün kötülüklerin kol gezdigi bilgi yönünden eskisinden daha sinsi ve örgütlü olduğunu ifade etmektedir.
Fi Zilal'de hemen her münasebette bu gerçekler vurgl,llanmaktadır.
Okuyucu Fi Zilal'i okuduğu zaman önünde cahiliyye ve lslam net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Zihninde ve yaşantısında taşıdığı anlayış ve değerleri sorgulamaya başlamakla ve Kur'an'a aykırı gördüklerini değiştirmeye gitmektedir. '' Cahiliyyeye karşı çağdaş müslümanın içinde bulunduğu eziklik yahut belirsizlik ve şaşkınlığın yerini netlik, güven ve cihad ruhu doldurmaktadır. Cahiliyye hayatına ve mensuplarına karşı yerini ve tavrını açık bir şekilde tesbit edebilmektedir ..
Fi Zilal'in hemen başında Kutub cahiliyyeyi sorgulamaya ve tanıtmaya başlamaktadır. insanın ve evrendeki ilahi nizamın tabiatma aykırı olduğunu, Allah'ın gösterdiği yolun yerine şeytan ve tağutun yolu olduğunu insanı tağuta ve şeytana kul yaptığını belirterek şöyle demektedir:
"Kur'an'ın gölgesinden yeryüzünü kaplayan cahiliyye ve mensupianna basit ve değersiz hedeflerine baktım. Cahiliyye mensuplarının sahip oldukları çocuksu anlayış, ve tasavvurlar, çocuksu hedefleri büyük insanın seyrettiği gibi seyrettim. Bu insanlar neden maddi ve manevi mikropların kaynaştığı bu cahiliyye bataklığına saplanmakta, onunla yaşamaktadır? Neden insanın ömrünü yücelten, değerli kılan ve arındıran bu yüce sese, bu ilahi çağrıya kulak vermemektedirler?!"
· Müşrik Arapların cahiliyyetinde bulunan fuhuş, içki, kumar, çapulculuk, milliyetçilik, soy ve sop iftiharı, kölelik, kadın ticareti, zayıfların ezilmesi,azınlık bir sınıfın sermaye, faiz ve tekeleilikle insanları sömürmesi taşların tanrılaştırılması ve insanların zorunlu sınıf ayrımına tabi tutulması, hayatın sadece maddi hedeflerden ve zevklerin tatmininden ibaret görülmesi, insanların pazar ve panayırlarda eşya gibi alınıp satılması, toplum yaşayışının düzenlenmesi için
224
egemen güçlerin kendi kendilerine kanun ve kurallar koyması ve kitleleri bu kurallara boyun egmeye mecbur tutması, Allah'a ibadet ve itaat olarak sadece bazı ayin ve törenierin tahsis edilmesi, yeri geldigfnde Allah'ın koydugu kuralları kendi heveslerine göre degiştirmesi veya tanımaması gibi özelliklerin fazlasıyla günümüz cahiliyyesinde bulundugunu belirtmektedir.
tki cahiliyyeyi karşılaştırdıgımız zaman tesbitlerin.e katılmamak mümkün degildir. Hatta günümüz cahiliyyesinin daha bilinçli, örgütlü; kapsamlı, barbar ve ilkel oldugunu görüyoruz. Inanç olarak geçmişte oldugu gibi insanlar sayısız: put ve ideolojiye inanmaktadır. Hayat nizarnı olarak Allah'ın izin vermedigi birtakım izm'lere inanmakta ve uygulamaktadır. Eski cahiliyyede oldugu gibi insan yarısıyla Allah'a inanıp itaat etmekte, diger yarısıyla isyan etmekte egemenlik ve Rablık hakkını Allah'a vermemektedir.
Kutub~ eski cahiliyyeyi degiştirmek için müslümanların nasıl mücadele ettiklerini, sabır ve sebat ile ona karşı direndiklerini, sonunda üstün gelip yerine Allah'ın nizarnını egemen kıldıklarını belirterek, bugün de müslümanların aynı , şeklide insanları cahiliyye tahakkümündan kurtarıp Allah'a kul yapmak için mücadele etmeleri gerektigini ifade etmektedir. Insanın yaratılışına aykırı bu izm'lerin ve şirk düzenlerinin yerine tevhid inancına dayanan hayat sisteminin gerçekleştirilmesinin müslümanların görevi oldugunu, bunu bir emanet olarak üsttendiklerini belirtmektedir.
o Cahiliyyenin bariz karakteri olan şirk konusunda Kutu b şöyle demektedir: "Şirk çeşitli oldugu gibi müşrikler ve ortak koşulanlar da çeşitlidir. Esas şirk; Aliah'a mahsus hak ve özelliklerin başka bir varlıga verilmesidir. Bu özellikler ister evrenin yaratılışı ve idaresi, ister ibadet ve itaata ancak kendisinin layık olması, ister kanun ve kuralların konulması ve uygulanması olsun hepsi aynıdır. Bu alanların hepsinden es)d ve yeni cahiliyyenin birbirine benzedigi ve Allah'a şirk koştugunu görüyoruz. Kimisi idaresini Allah'tan başka varlıklara vermiştir. Kimisi, ibadet ve itaatları Allah'tan başkası için yapmaktadır. Kimisi Allah'ın kulları olım insanları Firavun'un yaptıgı gibi kendine kul edinmiş ve yaşadıkları mülkün sahibinin kendisi oldugunu, onları yönetme hakkının elinde bulundugunu ve
. . insanların kendisine itaatla yükümlü olduklarını söylemiştir. Kimisi yasama, he-la! ve hararnı belirleme hakkını bir sınıfa veya topluma vermiş, ona itaat etmeyi şart koşmuştur.
Bütün bu alanlarda yapılanlar birer şirktir ve eski cahiliyye ile yeni cahiliyye arasında ortaktır. Bu tarzda yasama, itaat etme ve hükmetme yetkisini
225
Allah'tan başka vartıklar veya güçlere veren toplumlar da birer cahiliyye toP- . lumudur. Bu toplumlarda müslüman fertler olabilir ama toplum kimligi ve niteligi itibariyle cahiliyye toplumudur. Batıdan doguya kadar bu özellikleri taşıyan toplumlar bunun içine girmektedir."
Kutub, eski cahiliyyede olsun yeni cahiliyede olsun, cahiliyye mensuplarının hiçbir zaman Islama karşı savaş ve müslümanları Islamdan uzaklaştırma arzu ve çabalarından vazgeçmediklerini belirtmektedir. Çünkü aradaki savaş·akide savaşıdır. Müşrikler, münafıklar, ehli kitap Yahudi ve Hıristiyanlar başka alan ve işlerde aralarında ihtilaf etse bile bu hedef üzerinde ittifak etmektedirler. Kur'an bu gerçegi açık seçik olarak bize ifade etmektedir.
Müşrikler için şöyle demektedir: "Güçleri yeterse, dininizden ayırmak için sizinle savaşmaya devam edeceklerdir." Münafıklar için şöyle demektedir: "Kendileri kafır oldukları gibi sizin de küfre girmenizi ve onlarla aynı olmanızı isterler." Ehli Kitap yahudi ve hıristiyanlar ~çin de şöyle demektedir: "Dinlerine uymadıkça yahudi ve hıristiyanlar senden memnun olmayacaklardır." "Gerçek kendilerine açıga çıktıktan sonta ehli kitaptan birçokları kıskançlıklanndan sizi iman ettikten sonra kafır yapmak istemektedirler."
Kutub, cahiliyye ve İsiariıla ilgili tevhid, şirk, ibadet, yasa~ yetkisi ve itaat gibi kavramların netleşmiş ve bütün boyutlarıyla hem insanların zihnine hem de topluma yerleşmesi için uluhiyet, rububiyet ve hakimiyet kavramları üzerinde ısrarla durmaktadır. Burada üstadı Mevdudi'nin yolunu izlc:;mekte, ondan yararlandıgını belirtmektedir.
Kutub, kısaca tasvir etmeye çalıştıgımız cahiliyyenin. şirk ve zulmünden insanların kurtulması ve Islam toplumunun kurulması için Mekke ve Medine döneminde Kur'an'ın izledigi metodu izlemek gerektigi ve o insanlar gibi Kur'an'ı mücadele alanına indirmenin kaçınılmaz oldugunu belirtmektedir.
CAHİLİYYE TOPLUMU VE YERİNE İSLAM TOPLUMU
Bu konuda Seyyid Kutub En'am suresinin girişinde şöyle demektedir: "lslam zihinlerden ve toplumdan cahiliyyeyi silip yerine tevhidi yerleştirmek için geldi. Insanları Allah'ın dinini benimsemeye ve bu dini pratik hayatta gerçekleştirecek sosyal bir düzen kurmaya çagırdı. özellikle Mekke döneminde Hz. Peygamber sürekli "Lailahe illallah" gerçegini yerleştirmeye çalıştı.
226
Görünüşe ve sınırlı insan aklına göre izledigi yol çok çetin, uzun ve meşakkatli bir yoldu. Karşılaştıgı zorluklara bakılırsa bu yol en kestirme ve en elverişli yol görünmüyordu. Onun yerine mesela milliyetçilik, sosyal adalet ve ahlaksızlıkta savaş yolunu izleyebilirdi.
Halbuki Rasulullah Yüce Allah'ın yönlendirmesiyle uzun, çetin ve çok büyük fedakarlık isteyen "Lailahe illallah" kelimesinin anlamırtı zihinlere yerleştirme yolunu seçti. Şüphesiz Yüce Allah, en dogru ve tutarlı yol olduğu için
· davetin bu yolla yapılmasını istiyordu.
Bilindigi gibi "Lailahe illallah" arapça bir sözdür. Araplar ve özellikle aydınları dillerinde bu sözün yüce egemenlik anlamına geldigini çok iyi biliyorlardı. Ilahlık yetkisini birleştirerek ve ellerinden alarak sırf yüce Allah'ın tekeline vermek anlamına geldigini biliyorlardı Böylece Y-üce Allah'ın hem vicdanlar üzerinde, hem ibadet amaçlı davranışlar üzerinde, hem pratik hayatın gelişmeleri üzerinde, hem mal mülk üzerinde, hem yasal kurallar üzerinde, hem
· ruhlar ve bedenler üzerinde, tek egemen ofdugu ilkesini onaylamış olacaklarını biliyorlardı.
Başka bir deyimle, günün Arapları "Lailahe ill~llah" cümlesinin ilahlıgın en önemli özelliklerine haksız yere el koyan yeryüzü kaynaklı otoriteye başkaldırı oldugunu, bu haksız el koymaya dayalı bütün oldu bittilere karşı isyan etmek anlamına geldigini, Allah'ın iznine dayanmayan kendilerince uydurolmuş yasalarla toplumları yöneten bütün otorite odaklarına fiilen karşı çıkmak oldugunu biliyorlardı.
Ana dilleri ve "Lailahe lll allah" çagrısının gerçek anlamını iyi bilen Araplar, bu çagrının oldu bittilere dayalı sosyal sistemlerin liderlik mekanizmalan ve egemenlik sistemleri açısından ne demek oldugunun bilincinde idiler. Böyle oldugu içindir ki bu çagrıya bilindigi gibi sert tepki göstermiş, ona karşı amansız bir ölüm kalım savaşına girmişlerdir.
O halde lslam'a çagrı hareketi acaba neden bu meseleyi başlangıç noktası olarak seçti? Acaba ilahi hikmet, neden bütün ilgiyi bu nokta üzerinde yogunlaştırarak işe buradan başlamayı gerekli gördü?
Bakıyoruz, Peygamberimizin bu dini yaymakla görevlendirildigi günlerde Arabistan'ın en verimli ve zengin bölgeleri Arapların elinde olmayıp yabancı milletierin elinde bulunuyordu: Kuzeyde Şam bölgesi tümü ile Bizanslıların elinde idi. Bizans tarafından atanan Arap kökenli valiler tarafından yönetiliyordu.
227
Arabistan'ın dogusu ve güneydeki Yemen bölgesi tümüyle Persler'in ege~ menligi altında idi. Persler tarafından atanan Arap kökenli valiler tarafından yönetiliyordu. Arapların elinde sadece Hicaz ve onun etrafında bulunan bazı yeşil vahalar dışında hiçbir verimli yeri olmayan kupkuru çöller kalmıştı.
Öte yandan Hz. Muhammed (as)'in Peygamber olmadan önce çevresinin güvenini kazanmış ve dürüst bir insan olarak tanınmıştı. Gerek en, soylu Haşimogulları kabilesine mensup olması ve gerekse daha genç yaşlarında Ku;. reyş'in hakemlige uygun görecegi kadar sevilir ve güvenilir olması sebebiyle isteseydi iç ayaklanmalarla yerel kavgaların yiyip bitirdigi Arap kabilelerini bir araya getirmeyi amaçlayan bir arap milliyetçiligi kampanyası başlatabilirdi. Arapları milliyetçi bir ülkü etrafında birleştirerek kuzeyde Bizans ve güneyde Pers imparatorlukları tarafından sömürgeleştirilen toprakları kurtarmaya yöneltebilir, Araplık ve Arapçılık bayragını dalgalandırıp yarımadanın tümü üzerinde ırkçılıga dayalı güçlü bir birlik kurabilirdi.
Eger Peygamberimiz o gün böyle bir davanın bayra:ktarlıgını üstlenseydi, kuvvetle muhtemeldir ki her yöreden bütün Araplar çagrısına koşa koşa katılacaklar, böylece onüç yıl boyunca yetkili ve egemenlerinin arzularıyla çelişen dogrultudaki mücadelesinin agır sıkıntıianna katlanmak zorunda kalmayacaktı.
Denilebilir ki Peygamberimiz böyle bir çagrı ile kendisini Araplara kabul ettirdikten, liderlik ve önderlik koltuguna oturduktan, bütün egemenlik yetkilerini avucunun içine toplayıp prestijinin doruguna yükseldikten sonra, tüm bu imkanları Allah tarafından insanlara benimsetmek üzere gönderildigi "Tevhid" inancını yerleştirme ugruna kolayca kullanabilir, insanları şahsi otoritesinin boyundurugu altına aldıktan sonra onlara Allah'ın otoritesini benimsetebilirdi.
. '
Fakat herşeyi bilen ve her işi mutlak hikmete dayanan Yüce Allah Pey-gamberini böyle bir yöne yöneltmedi. Bunun yerine "Laileha illallah" diye haykırarak ortaya çıkmaya, böylece hem kendisini ve hem de çagrısına karşılık ver~o.mümin azınlıgı o bildigirniz bütün sıkıntılara katlanmaya yöneltti.
Acaba niçin? Hiç kuşkusuz Yüce Allah ne Peygamberini ve ne de çevresindeki mürninleri sıkıntıya sokmak, sebepsiz yere zora koşmak istemez. Tersine, yüce Allah sözü edilen yöntemin, yani milliyetçilik çagrısıyla ortaya çıkma yolunun çıkar yol olmadıgını bildigi için Peygamberini bu zahmetli yola yöneltti. Evet, toprakları, yurtları Bizanslı tagutların, yahut Persli tagutların pençesinden kurtarıp Arap kökenli bir tağutun eline vermek çıkar yol degildi. Topraklar, ül-:keler Allah'ındı ve böyle yapılsaydı hiç bir ülke Allah adına kurtanimış olamazdı.
228
Tıpkı, bunun gibi, bu topraklar üzerinde yaşayan insanları Bizanslı yahut Persli bir tagutun pençesinden kurtararak Arap soyundan gelen bir tagutun eline vermek de bir çıkar yol degildi. Çünkü tagutların hepsi taguttur. Insanlar ise sırf
Allah'ın kullarıydılar. Fakat başları üzerinde "Lailahe illallah" sancagı dalgalanmadıkça Allah'ın kulları olamazlardı.
Burada anadilinin inceliklerini bilen bir Arabın anladıgı anlamdaki "Lailahe illallah" sancagını kasdediyoruz. Yani egemenlik sırf Allah'ın elindedir. Allah katından gelen yasal sistem dışında hiçbir geçerli yasal sistem yoktur. Hiçbir kimse başkasının üzerinde egemenlik kurmaya yetkili degildir. Çünkü egemenlik Yüce Allah'ın elindedir ve çünkü lslamın insanlar için öngördügü "tabiiyet" Arabıyla, Acemiyle, Bizansiısıyla bütün Irklardan ve renklerden insanları Yüce Allah'ın sancagı altında eşitleştirip kaynaştıran inanç baglılığıdır. Işte çıkar yol budur!
Öte yandan Peygamberimizin bu dini yaymak göreviyle gönderildigi zaman Arap toplumu sosyal adalet ve gelir dagılımı açısından son derece kötü bir durumdaydı. Tüm gelir kaynakb.rı ve ticaret bir avuç azınlıgın elinde idi. Bu küçük azınlık faize dayalı işlemlerle ticari gelirlerini ve servetlerini sürekli katlıyordu. Geriye kalan büyük çogunluk sefaletten ve açlıktan başka bir şeye sahip degildi. Servet sahipleri aynı zamanda itibar ve nüfuzun hatta iktidarın sahipleri idiler. Çogunluk ise sefil ve yoksul bir hayat sürmeye mahkumdu.
Peygamberimiz isteseydi sosyal adalet bayragı dalgalandırarak ortaya çıkabilirdi. Varlıklı sınıfa karşı girişilecek bir savaşın önderi olabilir, getirdigi dini yerleşik düzeni degiştirmeyi amaçlayan, zenginlerin servetlerini ellerinden alıp yoksullara dagıtmayı amaç edinen bir çagrı olarak seslendirebilirdi.
Peygamberimiz eğer o gün böyle bir çagrı ile ortaya çıksaydı, büyük ihtimalle Arap toplumu iki sınıfa ayrılır ve halkın çogunlugu bu yeni çağrının tarafında yer alarak setvet ve itibar sahibi azınlıgın karşısına dikilirdi. Böylece o günierde "Lailahe illallah" ilkesinin ufuklarına tırmanabilmiş bir avuç seçkin müslümanin dışında kalan halk çogunlugunun bu çagrıya karşı safbaglayan toplu direnişiyle karşılaşılmazdı. Denebilir ki Peygamberimizin bu yolla halk çogunhrgunun destegini kazanıp onların başına geçerek bu kuvvetle mutlu azınlığı yenip liderliğini pekiştirdikten sonra kazanacağı otoriteyi ve yaptırım gücÜnü, görevi olan tevhid inancını yerleştirmek için kolayca kullanabilir, ilk aşamada şahsi otoritesinin boyundurugu altına aldığı halk yığınlarına ikinci aşamada Rablerinin egemenligine girmeyi ona kul olmayı zahmetsizce kabul ettirebilirdi.
229
Fakat herşeyi bilen ve her işi bir hikmete dayanan Yüce Allah, onu böyle bir yöne yöneltrİıedi.
Çünkü Yüce Allah bunun çıkar yololmadıgını biliyordu. Sebebine gelince: Yüce Allah, toplumda sosyal adaletin yaygın ve kapsamlı bir inanç sisteminden kaynaklanmasının gerektigini biliyordu. Bu irıanç sistemi her meseleyi Yüce Allah'a havale etmeyi, onun kararlaştıracagı serv~ bölüşümünü ve herkesi gözeten sosyal dayanışmayı öngörüyordu.
Herkes hoşnutlukla ve gönüllü olarak kabul etmeli, bu inanç sistemi sayesirlde alanın da, mülküne el konanın da kalbine Yüce Allah'ın buyruguna dayalı bir düzene uydugu düşüncesi yerleşmeli, her iki taraf da bu konuda Allah'ın emrine uyarak dünyada ve ahirette iyilik kazanacagını ummalıdır.
Böyle olunca kimi kalbler ihtirasla ve kimileri kinle dolmayacak, her konuda kılıca, sopaya, korkutma ve yıldırmaya başvurma zorunlulugu dogmayacak ve "Lailahe illallah" dışı temellere dayanan düzenlerde görüldügü gibi manevi sarsıntılar ve çalkantılar meydana gelmeyecektir.
Peygamberimizin görevlendirildigi dönemde geçmiş inanca ve saf bedevilige dayanan bazı fazilet unsurlannın varqlmasına ragmen, Arap yarı
madasında ahlak düzeyi birçok bakımlardan çok düşüktü. Çok yönlü zulüm ve hak çigncme gelenegi toplumda geçerli ve yaygın halde idi. Bunu meşhur "Haklı da olsa, haksız da olsa kardeşini destekle" cahiliyye deyiminden rahatlıkla anlıyoruz
Öte yandan, fuhuş, içki, kumar, hırsızlık, yagmacılık, soy sopla ögünme ve insanları buna göre sınıflandırma, zayıfı ve kimsesizleri ezme, kölelik, kadınlara irısanlık dışı muamele yapma, bugün bilinen nikah şekli yanında iQSan haysiyet ve şerefiyle bagdaşmayan evlilik şekilleri cahiliyye toplumunun bariz nitelikleriydi.
\,,· · Buna göre Peygamberimiz isteseydi bu dini, ahlak çöküşünü önlemeyi, toplumu arındırmayı ve vicdanlan temizlerneyi amaçlayan bir reform, bir ısiahat çagrısı olarak ortaya atabilirdi.
Peygamberimiz bu yola başvurdugu takdirde her ahlak reformcusunun herhangi bir toplumda bulabilecegi sosyal kokuşmuşluktan rahatsız olan, ıslah ve arıtma çagrılarına katılmaktan iftihar ve vicdan huzuru duyan temiz insanların destegini yanında bulabilirdi.
Denilebilir ki, Peygamberimiz eger böyle davransaydı, "Lailahe illallah"
230
çagrısının daha yolun başında gördügü sert tepki ile karşılaşacagına, toplumun bu temiz ahlaklı ve yüce ruhlu gurubunun destegini ilk günlerinde yanında bulur, böylece onların bu inanç sistemini kabul edip taşımaya yatkın karakterlerinin avantajından yararlanabilirdi.
.Fakat her şeyi bilen ve her şeyi bir hikmete dayanan Yüce Allah, peygamberini böyle bir yola iletmedi. Çünkü Yüce Allah bu yolun çıkar yol ol~ madıgını biliyordu.
Sebebine gelince: O, ahiakın ancak bir inanç sistemine dayandıgıtakdirde ayakta durabilecegini biliyordu. Bu inanç sisteminin ölçülerini ortaya koymalı, deger yargılarını belirlemeli ve ölçüler ile deger yargıianna kanat gerecek siyasi otoriteyi oluşturmalıydı. Ayrıca bu siyasi otorite yetkisini kullanarak kanat gerdigi ölçülere ve deger yargıianna uyanları ödüllenditip bunları çigneyenleri cezalandırmalıydı. Bu inanç sistemi toplumda yerleşmedikçe sözkonusu deger yargıları tümü ile havada ve saliantıda kalacagı gibi bu deger yargıianna dayanan ahlak sistemi de havada ve sallantıda kalacak, kuraldan, otoriteden ve yaptırımdan yoksun olacaktır.
Nitekim, zorlu ve sıkıntılı bir dönemden sonra, o inanç sistemi yerleşince arkasında bu inanç sistemine kanat gerecek siyasi otorite oluşunca, insanlar Rablerini tanıyarak sırf ona kul olmayı benimseyince, ihtiraslarının boyundumgundan kurtulunca, kısacası; "Lailahe illallah" ilkesi kalbierde kökleşince Yüce Allah bu din e ve baglılanna sözü edilen farklı metodları önerenierin öngördükleri başarıların tümünü nasip etti.
. Arap yarımadası Bizanslılardan ve Perslerden temizlendi. Fakat bu temizlenme sözkonusu sömürgecilerin yerine Arap egemenlgi kurulsun diye olmadı. Onların boyundurugu yerine Yüce Allah'ın egemenligi yerleşsin diye oldu. Yarımada Bizanslı, Persli, Arap kökenli olsun her türlü tagutun boy-undumgundan kurtuldu. .
Toplum sosyal haksızlıkların ve zulmün her türlüsünden bütünüyle anndı. Yüce Allah'ın buyurdugu adaleti yürürlüge koyan, onun terazisiyle tartan, sırf Yüce Allah'ın adına sosyal adalet sancagını dalgatandıran ve ona bir başka ad eklemeksizin İslam sancagı adını veren; ve üzerinde "Lailahe illallah" yazılı olan
. lslam düzeni kuruldu.
Vicdanlar ve ahlak temizlendi. Ka1bler ve ruhlar arındı. Bu amaca ulaşmak için sayılı kimi istisnalar dışında Yüce Allah'ın koydugu sert ya da yumuşak yasal
231
önlemlere gerek duyulmadı. Çünkü kalbiere işleyen bir denetim mekanizması kuruldu.
lşte Kur'an, inanan insanle..rı bu şekilde yönlendiriyor, bir toplumu degiştirip onun yerine başka bir toplumu bu şekilde kuruyordu."
Şüphesiz tefsir bir ihtiyaç üzerine yazılmaktadır. Bugün toplum birçok yönden Kur'an'ın indigi o günkü topluma benzemektedir. Kur'an o günkü toplumu degiştirip yerine kendi toplumunu kurarken hangi yolu ve metodu iz
lemişse, bugün de toplumu degiştirmeye ve yeniden oluşturmaya yönelik tefsirin bu metodla yazılması gerekir. Çünkü Kur'an insanı yetiştirmek ve kendi topImunu kurmak için gelmiş bir kitaptır. Yani Kur'an, toplum kitabıdır ve toplumu yönlendirecek şekilde tefsir edilmelidir. Seyyid Kutub tefsirinde bunu yapmış ve
Kur'an'ın Islam toplumunu kurarken izledigi metodu izlemiştir. Kur'an'a yaklaşımı budur.
232