lahzadergisi sayı3

20
lahzadergisi Aylık Fikir - Kültür Dergisi Sayı 3 · Mayıs 2014 Suçu toplum hazırlar, suçlu işler. Buckle

Upload: lahzadergisi

Post on 06-Apr-2016

242 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

lahzadergisiAylık Fikir - Kültür Dergisi

Sayı 3 · Mayıs 2014

Suçu toplum hazırlar, suçlu işler. Buckle

Dergideki yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.İzin alınmadan içerik kullanılamaz.Tüm Hakları Saklıdır.

RedaksiyonBurak Uysal

Zafer Onur Keçe

Tasarım Mehmet Emre Karamuk

İletişim ve Abone Servisi0545-909-09-00

Tür; Yaygın Süreli.Ayda bir yayınlanır.

Genel Yayın Yönetmeni ve İmtiyaz Sahibi Mehmet Emre Karamuk

EditörSema AslanVedat Ekin

Yayın KuruluSema AslanVedat Ekin

Emirhan Ertürk

ResimMehmet Çağlar

twitter.com/LahzaDergi

facebook.com/[email protected]

İçindekiler

www.lahzadergisi.com

1 · Editör’ den2 · Yaşamak Hem de Gurursuzca3 · Son Gecenin Kör Sabahı4 · Mihrimah5 · Uzakta Israrcıyım

6-7 · İstanbul’ un En Güzel Ağabeyi

8-9 · Can Bonomo Röportajı10 · Pencere Bakması11 · Ölü Bekleyişler

12-13-14-15 · Yedi Güzel Adam’ dan Biri16 · Aslında Hayat

OrganizasyonAhmet Namık Baba

Dağıtımİbrahim Taş

lahzadergisi · 1

Söz söyleme niyetiyle çıktık yola. İçimize sığmayan sözleri haykırmaya.Ta ki küçük dilimiz yırtılana, yahut kalemimiz tükeninceye, parmaklarımız nasırlaşıncaya dek. Her birimiz özenle indik söz bahçesine narince seçtik her bir harfi dalından... Acemice ama samimi, içten. Biliyorduk ne kadar değerli olduğunu bir harfin bir noktanın. Sağındaki solundaki ile önündeki arkasındaki ile nasıl bir ahenk içinde olduğunu. En değerlimizdi artık sözler,

harfler hatta ünlem!

Bizim kıymetlimiz kimine gereksiz, kimine boş, kiminede sıradan geliyordu. Bu sahte, mekanik şehirde öyle zorduki söz aşığı bir iki kişiye rastlamak... Amma bulamadık dersem yalan olur; sanki bir lütufta bulunmuşuz gibi gözleri parlayan, sözün özünü konuşan, eli öpülesiler...

Özlü adamlar bir yana özübozuklarla geldik yan yana...Çocuklara değer vermeyen bir dünyada sözlerimize değer verileceğini umut ettik ahmakça.

En değerlimiz, yetimin hakkını rakı sofrasına meze yapan şişkonun elinde parşömen olup kenara atıldığında, içim sızladı; kumsala adını yazan çocuğa vuran bir dalga, pencerimin buğusuna çizdiğim kalbi götüren bir rüzgar oldu adeta. Dokunma, diye haykırmak istedim bu defa.

Boğazımdaki düğümleride aldım koyuldum yola, haykıramadığım kelimelerin pişmanlığı, kıymetlime sahip çıkamanın verdiği eziklikle...Çaldılar sözlerimizide ya da sattık. Hemde iki simit bir çaya...

Editör’ den

Teşekkürler...

10 · Pencere Bakması

16 · Aslında Hayat

lahzadergisi · 2

Meryem Beyza Emen

Ay vurur.Gün biter.Dökülen geçmiş,noksan...Sen bilmiyorsun belki baba amaBen gurur duyulacak bir kimse değilim. Ellerim en azından ellerim,Bir örümcek kederine bürünür geceleriSayıklar sessizce pişmanlıklarınıDüşün baba,Örümcek kederindeki o elin kafatasını düşünOnun senin canından bir parça olduğunu,Düşün ve bil ki babaBen gururu hissettirecek bir kimse değilim. Ve yakarışlara devam...Aralıksız varolmak, yaşamak...Sonludaki ölümü derecelendirme isteğim,Kulaklarımın sağır olma, ellerimin kör olması korkularım,Kuru bir sandalye olma derdim, çabam...Tüm bunlar bu kadar aşikarken,Ben gururlandıracak bir kimse değilim.Yokluktu o günBende bedenimle var değildim zatenAma gördüm görünmezi, ürperdimSudan çıkan balık gibi değil amaBizzat sudaki gibi...Üstüme yürüdü görünmezO an hiç olamazdım, olamadım da...Ve işte şu günBen, bana ait, bence, benim gibi;Yaşıyorum babaSen git kurtar kendini...

Yaşamak Hem De Gurursuzca

lahzadergisi · 3

O gün son kez baktı yatak odasının penceresinden yola doğru. Trafik ışıkları yanıp söndükçe, saat dördü kırk

sekiz geçerken... Sahi, bu saatlerde trafik ışıkları bile insanoğlunu önemsemez. Tek renkte yanıp

söner, tutuşmuş tütün kızıllığında. Saat dördü kırk sekiz geçerken, trafik ışıkları göz kırptıkça kör sabaha, bitmek bilmeyen egzoz kokusunu ve Az-

rail’den habersiz yaktığı sigarasının dumanını çekiyordu içine. Osman’ dı adı. Daha önce hiç olmadığı kadar Osman’ dı. Gizlice gö-zetliyordu şehri, geceyle sabahın seviştiği

dakikalarda. Gün doğduğunda o eski Os-man’ dan bir şey kalmayacaktı geriye.

O gece hiç uyuyamamıştı. Yatağında bir sağa bir sola dönüp yuvarlanarak

tam iki buçuk kilometre yol katet-mişti. Bu Osman’ ın son gecesiydi.

Okuduğu romanlara lanet okudu Osman, kurduğu hayallere

tükürdü. Her biri gerçek ola-mayacak kadar masumdu.

Hiçbir şey istemiyordu o boktan yerden. Kokuşmuş

öğretmenlerin bükülmüş gözlüklerinden kendini

görmek istemiyordu. Adımını attığı andan itibaren tiksinmişti okuldan. Hem hani

ülkede eğitim açlığı vardı,

başkaları doyur-sundu karnını!

Osman toktu. Osman mide ilacı istiyordu, okula

başlamak istemiyordu...

Sahi, bu saatlerde trafik ışıkları

bile insanoğlunu önemsemez.

Tek renkte yanıp söner, tutuş-

muş tütün kızıllığında.

Burak UysalSon Gecenin Kör Sabahı

lahzadergisi · 4

Yarın olmadan yanına geleceğim Sen doğmadanVe batmadan tüm acılarını bırakıp,Mavi bir kuğu gibi dalgalarla süzülürken karşına geçeceğimİzleyeceğim bütün anılarımızı Veyahut, şarkılar patlatacağım kıyıya çarpan her dalganın hatrına.Dağıtayım seni gecelere tek tekSantim santim her bir sokağaDünyada hiçbir yer kalmasın ısıtmadığınve hiçkimse yoksun kalmasıngözbebeklerine düşen beyazından.Herkes için farklısın. Sinan için de benim için de farklı Hayal dünyam elbette zengin Ama anlatacak kelime bulamıyorum seni yansıtanVarlığınla yokluğun arasındaki renkleriZaten anlayamazlar onlarBilmedikçe ruhunuKurmadıkça hayalini...Ve bazen de konuşamıyorum.Sönüp kalıyorum karşında, izlerken masum ışıltını.Çoğu zaman anlatamıyorum kimseyeTepelerin ardına sızan turunculuğunuBazen yağmur yağıyor, gökkuşağı filizleniyorLakin sen saklanıyorsun...Ve bazen de şarkılara sığınıyorsun Herkes dinliyor mırıldanmalarını.

MihrimahMuhammed Selvi

lahzadergisi · 5

Süper kahramanlara özene bezene, bir boka benzeyemedim heralde. Hayır,

devamlılığı gelmedi zürriyetsizlerin. Ortaokuldaydım anlamaya başladım. Uçmalar kaçmalar falan. İmamları, konuşmaları bittikten sonra alkışlardım ben. Öyle sadık ve sevgi doluydum. Ama inandırıcılıkları geçmedi. Yok yok. Alkışlamıyorum hala.

Artık kahramanımı seçemiyorum. Bu aralar babam revaçtaydı.Sonra ki kız kardeşimin kahramanı olmuş, bıraktım. Annem olsun en iyisi diyeceğim, o da çiğ

sütü dayamış durmuş gerçi. O yüzden demekki midem çok hassas.Biraz hızlı yesem keser atar kenara kıvranırım. En iyisi dedemin arkadaşı Zeki’ yi seçeyim kendime. Zeki’ yi severdim. İçkiden bacaklarını kestiler de kafam kalana kadar devam derdi. Bir akülü arabada giderken önünden o nevale dolu sepeti ayırmazdı. O kadar istik-

rarlıydı anlıyacağın. Ama yok oda çok içerdi. Ben hiç içmedim ki...

İmamları, konuşmaları bittikten sonra alkışlardım ben.

Mehmet Emre Karamuk

Uzakta Israrcıyım

lahzadergisi · 6

Saçakların altından kafeye doğru yürüyordum. Yere düşen yağmur damlaları sıçrayıp, üstümü mahvediyordu. İlk köşeyi dönene kadar sigaram bitmiş ve dalgın bir

şekilde ikinci sigarayı durmadan yakmıştım. Çok az korkum vardı. Kim bilir belki de

kimsem olmadığı içindir. Kiralık, mutfağının yarısı yanmış bir gecekonduda bulmuştu Tara beni. Aslında tam da evsiz barksız insanlar için uygun bir yerdi benim evim. Babam

öldü, annem umumhaneye düştü. Çok klasik hikayeler bunlar ve herkes sıradanlığa inanır. Çok sorarlar bana kimsen yok mu diye. Cevabımda bu olur. Ama gerçekte annem öldü, babam olacak namussuz nerde bende hiç

bilmiyorum. Tara kafenin girişindeki ilk masada oturmuş, kocaman göz-leriyle kapıya bakıyordu. Beni görünce tebessüm ederek boynu-ma sarıldı. Kan davaları her yerde olur. İran’da bile.Düşmanının

kanına karşılık Tara geleneği bozmuştu. Evlenmeyip Türkiye’ ye kaçmıştı. Şu an 17 yaşında. Tam 6 senedir kan kusuyor ama. İnsan geçmişini eşelemeyi sevmem aynı zamanda köpekleri de.

Üstüne titrediğim bir tek Tara var hayatımda. Bir eylem sırasında düşüp ölmesinden çok korkuyorum.

İstanbul’ un En Güzel AğabeyiVedat Ekin

Her buluştuğumuzda ona Arif Abi’ yi anlatırım. Ev-lenirsek nikah şahidimiz, çocuğumuz olunca da kirvesi olur diyorum hep. Tara’ yla tanıştırmamıştım daha. Gündüz ben yokum, gece de Arif Abi. Gerçi olsada pek işe yarayacağını sanmıyorum o kafayla.

Tara’ yla bir saat oturduk kafede. Tabiki konuş-tuklarımız bize kalsın çünkü sözüm var ona. Bizim

ihtiyarda çok severdi Tara’ yı bir kaç defa beni gör-meye meyhaneye geldiği olmuştu. İhtiyar hep sorardı

onu bana nasıl diye. Hatta bir keresinde elimdeki meze tabağıyla beraber kırdığım açılmamış rakı bar-

dağını düşürdüğümde - Sen dua et o kıza yoksa kapı dışındaydın şu an! - demişti bana. Halbuki ben düşürmezdim o tepsiyi sol ayağım

topallamasaydı...

Ertesi gün yine sarhoş ve beyinsiz adamlara mey servis ediyor-dum. Sağ ayağımdan kuvvet alarak. Bu gece benimlesin, sabaha kadar yoğunluk var dedi ihtiyar. Sesimide hiç etmezdim ki ona, bir bakıma

babalık ediyordu bana.

lahzadergisi · 7

Arif Abi’ nin gelme saatiydi artık. Onun masasında iki kişi oturmuş, kör kütük sarhoşlardı. İki yabancıydı ya da iki yolunu bilmeyen mülteci. Arif Abi hiç şaşmazdı. Aynı saatinde gelmişti yine tabi ben beyefendileri uyarmıştım, masadan kalksınlar diye. Alışkanlıklarına çok bağlı, çok da sert bir adam olabiliyordu Arif Abi...Derken ne olduğunu anlamadan bizim ihtiyarın yakasını kavramış nasırlı bir el ve tam yüzüne kilitlenmiş sert bir yumruk...

Korkmuş olmalıyım ki rengim solmuş, ellerim titremeye başlamıştı. En son gördüğüm manzara ise Arif Abi döve döve çıkarı-yordu adamları dışarı. Arkalarından da it oğlu itler diye bağırıyordu. Dönüp bizim ihtiyara -Baba çok mu ihtiyacın var bu soktuğumun yerine ?- dediğinde ise imanım ile inancım yer değiştirmişti artık.Yıllardır ekmeğini yediğim ihtiyarın, aynı zamanda yıllardır rakı servis ettiğim Arif Abi’nin babası olması, içimde anlam veremediğim duygular içerisine sokuyordu beni.

Bizim ihtiyar azıcık dinsiz, biraz da itaatsiz bir adammış. Yaşamayı seven adam dar ağacına bile bakmaz, kaldı ki ihtiyar dar ağacına çıkacakmış. İsyanı kimseye değil sadece İran’ aymış. Arif Abi hiç içmezmiş. İhtiyarla yıldızlar barışmayınca baba oğul ayrı düşermiş. Sadece geceleri gelirdi ya o çöplüğe tek derdi çöpçüyü korumakmış.

Bunlar benim tedirginliğimi bin kat daha arttırıyordu. Aklımda da fikrimde de İran’lı sevdiğim vardı. Bunlar sadece tanrının bir sına-vıydı eyvallah. Ancak bir sorum hala cevapsızdı :Peki ya Tara o kimin kızıydı ?

İnsan geçmişini eşelemeyi sevmem aynı zamanda

köpekleri de

lahzadergisi · 8

Yazarlığınız ile yaşantınız paralel mi seyrediyor. Yaniyaşadıklarınızı, yahut duygularınızı mı aktarıyorsunuz yazıları-nıza ?

Yaşamak için yazmıyorum; bu bana edebiyata her pencereden bakabilme ve sadece yazmak istediğim şeyleri yazma özgürlüğünü veriyor. Yazmak için de yaşamıyorum. O zaman yazmaktan sıkılır ve tek amacı yazacak ya-şanmışlıklar icat etmek olan tek işlevli bir adam olurdum. Özetle yaşayan bir yazarım. Daha derin bir bir boyutu yok.

İnsan dışında bir nesne olmak isteseniz ne olurdunuz?

İşlevsel bir şey olmak isterdim. Halat gibi. Ya da bıçak. Kullanıcıya hayal gücü imkanı vermek açısından. Mesela bir kemeri pantalonunuzu belinize sabitlemek için kullanabilirsiniz ve bunun hiç bir marjinal yanı yoktur. Hayal gücü trafikte yaşanan bir öfke anında pantalonunuzun düşecek olmasına aldırmaksızın kemerinize sarılmanızı gerektirir. Bir eşyaya işlevsellik katan şey aslında ona o işlevi atayan kişidir. Ben hayalcilerin aklına çok sık gelecek bir eşya olmak isterdim.

Turgut Uyar’ ı seviyorsunuz.Dediği gibi ‘ Falanca durağa...’ varabildiniz mi?

Göğe bakma durağında göğe bakıyorum henüz.

Bir eşyaya işlevsellik katan şey aslında ona o işlevi

atayan kişidir.

canbonomo

röportajı

lahzadergisi · 9

Popülarizm’ e uymak mı yoksa bireysel farklılığınız mı sizin içinönemli?

Sıradan olmaya çalışmanın farklı olmaya çalışmak kadar amaçsız ve trajik bir çaba olduğunu düşünüyorum. İki yolun sonunda da özünden uzaklaşmış ve başkalarına yaranma çabası içerisi-ne girmiş bir birey(imsi)ye dönüşürsünüz. Kendim olurken popüler ya da farklı olarak addedil-mem ise yalnızca “var” olduğumu gösterir. Ben var olma ve üretme çabası içerisinde fonksiyon gösterebiliyorum. Geri kalan şeyler bana sahte ve üzücü geliyor.

‘Ben nasıl böyle bir eşşeklik yaptım.‘ dediğiniz oldu mu ? Ne ?Gitar dersi almayı bıraktım çocukken. Hala devam ediyor olsaydım iyi bir gitarist olabilirdim. Şimdiyse derdimi anlatacak kadar çalabiliyorum.

Can Bonomo, bugün tanınan bir insansın. Kariyerinde bayağı yüksek,ne gerek var bunlara?

Birinin benim fikirlerimi benim ağzımdan yazması gerekiyordu. Benden başka kimse de çıkıp ben yaparım abi demedi.

Kariyerinizde ailenizden ve sosyal çevrenizden gelen tepkiler siziileri mi götürdü yoksa geri mi itti?Eleştiriye her zaman açık oldum. Eleştirilmek güzeldir. İnsanların sizi önemsediğini, ciddiye aldığını ya da sevmediğini gösterir. İnsanlarda bir duygu uyandırabilmek için çalışıyo-ruz. Geri dönüşleri hiçe saymak kabahat işlemek olur.

‘lahzadergisi’ olarak yeni bir üslup oluşturmaya çalışıyoruz. Dergimizi nasıl buldunuz?

Heyecanlı, dinamik ve samimi.

Madrid mi barça mı?

Hiç anlamam futboldan :)

lahzadergisi · 10

Memnun değilim ırmaklardanBöyle olmaklardanBir güle bakıp da için için ne bileyimMemnun değilim gece vakti yalnız kalmaklardanBeni insana benzeten o renkli haplardanAbuk subuk hitaplardanOkunması gereken kalın ama bomboş kitaplardanAramaklardan sormaklardan Memnun değilimYani diyorum ki buralardanOralardan da memnun değilim, Bir içim acıdı bugün bakarken pencerelereHasret soldum soldum diyorumÂşık oldum oldumMemnun değilim bu şehirlerdenArkamdan sinsice akan bu nehirlerdenBu kalabalık çarşılardanHer şeye karşılardanKötü masalları yani ne bileyimKeşke demekler o pencereye bakıp daBunları bunları okudum okudumÂşık oldum oldumMemnun değilim Fatma’lardanHer duygunun içine binlerce düşünce katmalardanTereciye tere satmalardanHal bu ki şu pencereden dışarı bakıp...

Ne bileyim...

Pencere BakmasıCan Bonomo

lahzadergisi · 11

Samsun garının soğuğa bakan tarafında oturmuş, yoldan geçen insanları derin bakışlarla süzüyordu. Uzun yıllar görmediği bir simayı ararmış gibi . Böyle zamanlarda herkes tanıdık gelir sana... Kapıdan gelen insanlarda geçmişin simasını ararsın. Fakat gelmeyecek hiçbir zaman.

Sen sadece bakıp kalacaksın. Hayal kırıklığının en incinmiş yerinde. Zamanla içini kemiren heyecanın boka karışıp gidecek. Sen kalacaksın geriye, yalnızlığın tanınmış bütün simalarıyla beraber... Kafanı trenin camına yaslaya-rak kurduğun hayallerin boka karıştığını, karşında ayakta bekleyen adamın si-garasından aldığı hüzünlü dumanı etrafına savurduğu zaman anlayacaksın. Seni saran mutlu ezgilere farklı bir elbise giydireceksin, kederli elbiseler... Tanrının yıldızları eksik yarattığını düşüneceksin. Az önce senin payına düşen yıldızın ka-yıp gitmesiyle... Ayaklarını ve ellerini buz kestiren bu düşünceler yoğunluğunda, içini ısıtmak için sol cebine eline atacaksın. Paketinin boş olduğunu göreceksin. Sonra aklına gelecek az önce son sigaranı tanrıyla paylaştığın.

Ölü BekleyişlerVedat Ekin

Tanrının şu hayatta bize verdiği en güzel şeyleri böyle soğuk günlerde alması içimizdeki ateşin bizi yakması için mi? Bu sırada içindeki ateşle karşıdaki büfeden aldığın kırmızı winston‘ u çoktan yakmış olacaksın. Aklından geçen milyonlarca düşüncenin içerisinde bir tek o kafanda zonklamaya başlayacak ve boynunu bükeceksin... Böyle durumlar arabanın sileceklerine benzer hiç bir zaman kavuşamazlar. Sadece birbirleri-ne yaklaştıklarında boyunlarını bükerler. Sigaranın dumanı gözyaşlarına karıştığında ayakların seni gitmeye zorlayacak. Karabasanların üstüne çöktüğü yerden. Boşver bu defa da duyguların piç kalsın.Sen ayaklarına inan. Ne de olsa 67 yaşına kadar onlar seni ayakta tuttu. Ve duygularını emekliye ayır.

Dışarıda soğukta bekleyen mendilciyle yanaklarını sil kimse öpmesin bir daha. Utansın artık ellerın değmesin ölülere. Sıcak bir hoşçakal bırak, bırak soğumuş cesetlere. Ölüme inan, seni soğukta bırakmaz.

lahzadergisi · 12

Yedi Güzel Adam’ dan Biri (Rasim Özdenören)Sıddık Akbayır

Çok Sesli Bir Fotoğraf

Baktığı her pencereyi güleç; el attığı her uğraşı anlaşılır, söz aldığı her konuyu, güneşli sular gibi berrak kılan, çağdaş Türk hikâyesinin yaşayan en büyük ustalarından biri…

Son dönemlere en önemli tanık…En çok düşünce üreten aydınlardan biri…Denemeleriyle bir nesli etkileyen, eğiten yazar…Romanına ad olarak da seçtiği ‘Gül Yetiştiren Adam…’ ‘Yedi Güzel Adam’dan biri...

Mürşidinin Yunus için ‘Bizim Yunus’ demesi gibi, çevresinde hep ‘Bizim Rasim’ olarak anılan vefalı bir dost, bir ağabey…

Bir Bozkır Dervişi

‘Müslümanca Düşünme’nin yöntemini, çağdaş duyarlılıkta sorgulayan bir bilge… ‘Bulanık ezberler’e, ‘kafa karıştıran kelimeler’le ‘çakıl taşlarındaki yıldız seslerini taşıyan bir uzun yol rehberi...’Aynı sorulara, her seferinde farklı yanıtlar verebilen; özel sayıların, dosyaların değişmez özel konuğu...

‘Zor Vakitler’de, karanlığı yazılarıyla ışıtan bir dost…

Her toplantıda, konferansta, ‘yağmur sonlarının yedi rengi gibi açan’, ortaya yakın kısa boylu, gözlüklü, ak saçlı, mükemmel bir anlatıcı…Büyük Doğu’dan Diriliş’e, Edebiyat’tan Mavera’ya dek, bir düşü, bir gülü büyütür gibi büyüten bir sabır… Zamanın ve hayatın derin ırmağındaki ağır bir suyu, sanatın bahçesine sevinçle, telaşla taşıyan bir ‘çok sesli’ bir bozkır dervişi…Arif Ay’a göre, “İlk ve ortayı Sütçü İmam’da okuyan; Varlık lisesine devam eden; Büyük Doğu Üniversitesi’nden mezun olan; Diriliş İslâm Medeniyeti Enstitüsü’nde yüksek lisans, Edebiyat, Ortadoğu ve Yeryüzü Enstitüsü’nde doktora yapan; Mavera’da kürsü açan; öğren-cilerini mezun etmeyen bir isim…

Yazılarına pusula konulduğunda hep kıbleyi gösteren bir cümle mühendisi…

Gazetelerdeki köşesini dergi gibi kullanan, piyasa gündemine takılmayan, kendi güncelini - insanlığın güncelini- gündemleştiren bir isim…

lahzadergisi · 13

Bir Gün“Doğal olarak bütün günlerim birbirine benzemez. Bu, dönem dönem değişir. Çok geç yatmama karşın, oldukça erken bir saatte uyandım. Öğlen 12’ye kadar pazar günkü yazımı bitirdim. Gazeteye elektronik posta yoluyla gönderdim.

Arkadaşlarla telefonlaştım. Beni arayanlar, benim aradıklarım oldu. Değişmez buluşma yerimiz Kızılay’dır. Kızılay’daki kitapçılar… Birleşik, Fatih, Kurtuba kitabevleri, görüşme, buluşma, konuşma mekânlarımızdır. Özellikle, Kurtuba Kitabevi’nde geç saatlere kadar otururuz. Burada, kahve reyonu vardır. Dışarıda yemek yeme alışkanlığım pek yoktur. Evde, Maraş usulü bir kâse çorbayla gıdamı alırım.

Ankara’da tiyatro, sinema, bale, opera alışkanlığım yoktur. Ömrümde, seyrettiğim oyun sayısı 10’u zor bulur sanırım. Operaya hayatımda bir kez gittim. İstanbul’da Nuri Pakdil ve Erdem Bayazıt’la gitmiştik. Opera müziğini severim.

Filmleri, artık evimde seyrediyorum. 1970’li yıllarda, tam bir sinema delisiydim. Günde, 6-7 filmi seyrettiğimi biliyorum. Ne işim olursa olsun, seyredeceğim bir film varsa, nerede olsa giderdim.

Araba kullanmam. Gideceğim her yere taksiyle giderim.

Yazmak için mekân tercihim yoktur. Konuşurken, dolaşırken, seyahat ederken zihnimde yazacağım metni düşünür, kurgularım. Yazmak için kalem kâğıt dışında herhangi bir şeye, yere ihtiyacım olmaz. Yemek masasının bir köşesinde yazdığım birçok yazı vardır.”

Ülkemizdeki birçok entelektüelin ikametgâh için tercih etmediği Ankara’da yaşar. Kırk yılı aşkın bir zamandır siyasetin merke-zinde yaşamasına rağmen herhangi bir politik yapılanmanın ve bir iktidarın sözcüsü durumunda olmaz.

Sezai Karakoç

Sezai Karakoç’la tanıştıkları ilk gün, Karakoç bir dergi çıkarmaktan bahseder ve ‘Keşke bir dergimiz olsa da bu konuştukla rımızı orada yazsak…’ der. Özdenören de ‘Türk Sanatı dergisinin çıkartılmasını bize teklif etmişlerdi, isterseniz o dergiyi çıkar tabiliriz.’ önerisini geti-rir. Karakoç’un ‘Ama, biz Müslümanız!’ cümlesiyle sarsılır. Bu cümle, 22 yaşındaki Özdenören’in o güne kadar kafasında kategorik ola-rak öbeklenen bütün fikirlerin bir anda yerli yerine otur masını sağlar. Özdenören şu soruları, Karakoç’a asla sormaz: ‘Peki biz Müslümanız da onlar Müslüman değil mi? Biz Müslüman’ız da ötekiler ga vur mu? Biz niye kendimize Müslümanız diyoruz?’ Bu tür şeyleri tekrarlatmaz,

o cümle kendisi için yeterlidir.

lahzadergisi · 14

Sinema

İki hikâyesi, Çok Sesli Bir Ölüm ve Mor Salkımlar, 1977’de Çok Sesli Bir Ölüm adıyla televizyon filmi ola rak çekilir. Çok Sesli Bir Ölüm 1978’de Prag’da yapılan ya rışmada Jüri özel ödülünü kazanır. Bu ödül, Türkiye’de ilk ve tektir.Ardından, Çözülme, TV filmi olarak çekilir. 50 dakika olan filmler, siyah beyaz olarak Maraş’ta filme alınırlar. Hikâyelerin doğal mekânları Maraş’tır ve film-lerin de o bölgede çekil mesi uygundur. Yapımcı Ahmet Bayazıt da Maraşlıdır. Özdenören hikâyelerinin seçilme sebebi, sinemaya uyarlanma açısın dan çok uygun olmalarıdır. Hem anlatı mı hem

de süre olarak sinemaya çok uygun hikâ yelerdir.

Çok Sesli Bir Ölüm, 12-13 yaşlarında bir köy çocuğunun, hasta babasını at sırtında, yaşadıkları dağ köyünden şehre, doktora götürmesini ko nu alır. Çözülme ise Anadolu insanı nın yaşadığı bazı sorunlar, ilişkiler üze rine kurulur.

Çok Sesli Bir Ölüm’ün yönetmenliğini Yücel Çakmaklı ve Tuncay Öztürk yapar. Çözülme’nin yönetmeni ise Yücel Çakmaklı’dır.

Vüs’at O. Bener ve Yusuf Atılgan’la birlikte Yeni Dönem Türk Sineması’nın beslendiği kaynak metinlerin yazarıdır. Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerindeki zaman-mekân-insan ilişkisine dikkat edildiğinde, bu filmlerin Bener’den, Atıl-gan’dan, Özdenören’den izler taşıdığı görülecektir.

Mavera

Özdenören’in mürid’leri, tilmizleri, taraftarları yoktur; dostları, okur-ları, ba ğımsız bir entelektüel dünyası vardır. Yaz mak, onun için toplumsal bir so rumluluktur, siyasal bir faaliyettir.

Mavera çevresi, Mavera or tamı; unutulmaz dostlukların, sohbetle rin, dayanışmaların, kayda geçecek ve kayıtlarda kalacak dostlukların orta-mıdır. 1980’li yılların başlarında, Mave ra bürosunda ilginç kimi tartışmalar, yorumlar, değerlendirmeler yapılır. Bunların başlıcaları, ‘Tasav vufu nasıl anlamalıyız?’, ‘Sanat/edebiya tı nasıl anlamalıyız?’, ‘İran İslam Devri-mini nasıl anlamalıyız?’, ‘Politik partiler içerisinde siyaset yapmayı nasıl anlama lıyız?’ gibi tartışmalardır.

Çay ve sigara eşliğinde, Cahit Zarifoğlu bir köşede, Erdem Bayazıt başka bir köşede şiirini yazarken Rasim Özdenören son öyküsü üzerinde çalış-maktadır.

lahzadergisi · 15

Hatırlıyorum

Çocukluk: İki buçuk yaşıma kadar hatırlıyorum. Özellikle, dede-mi… Bunu, nereden biliyorum? Çünkü, Dedem, 1943 yılının Mart

ayında ölmüş. Biz 1940’ın mayıs ayında doğmuşuz.

Dedem: Dedemin hem öldüğü günü hatır lıyorum, hem de ölmeden önce o hasta ya tağında yatarken Alaeddin ile beraber onun etrafında

oynardık. Bizi karnının üzerine oturturdu. Çok büyük olsak zaten oturtması söz konusu değildi. Fakat her şey bir tarafa, dedemin

ölüm tarihi günü gününe belli. Bizim doğum tarihimiz yak laşık olarak günü gününe belli. Onun ra hatsızlığı epeyce sürmüş. Bir yıl kadar

sür müş. O hastalık sürecini hatırlıyorum ben. Tabiî daha da öncesini hatırlıyoruz. Bu al tı ay öncesine kadar gitmiş olsa, evet, nere deyse iki-iki buçuk yaş diyelim, çünkü o senenin, 43 senesinin Mayıs’ında üç yaşı mıza gireceğiz. Üç yaşımıza girmeden ön ce olan bitenleri

hatırlıyorum ben. Ninem: Çok dindar bir kadındı. Beş vakit namazını kılardı. Tespihi boncuktandı, onu hep tespih çekerken hatırlarım. Bize oruç tuttu-rurdu Ramazanlarda. ‘Öğleye kadar tutun, yarın da öğleye kadar

tutarsanız bir oruç yapar.’ diye tembih ederdi. Ben tabiî bunun sahih bir oruç ol mayacağını bilirdim; ama ona da kanmış görünürdüm.

Orucu, namazı ninem sev dirmiştir bize. Ortaokula liseye gelinceye kadar biz bütün dünyayı Müslüman diye düşünürdük. Kovboy filmle-rine gittiği mizde, ilkokulda, sinemayı çok severdim, gerek Maraş’ta

gerek Malatya’da kovboy filmlerinde zaman zaman haç çıkarırdı kah-ramanlar. Kilise sahneleri olurdu. O tür sahneler gelince, sinemadaki tüm ço cuklar, hepsi ufak, 12 yaşından büyük de ğil, bilemedin 15’te

olsunlar, hep beraber canla başla yuh çekerdik. İstavroz çıkar tanlara akıl erdiremezdik. Biz onları Müs lüman diye düşünürdük. Nasıl olmuş da böyle tuhaf şeyler yapıyorlar, kiliseye gidiyorlar diye yuhalardık.

Onları da Müslüman diye düşünürdük.

Doğum Günü: Nüfus cüzdanımızda 20 Mayıs yazıyor. Annemin söylediği şuydu. 6 Mayıs Cuma günü. Fakat benim elime bir takvim geç mişti. 6 Mayıs’a baktığımda cumaya rastla mıyordu. Halbuki annem çok kesin diyor ki, doğduğunuzda cuma salası veriliyor-

du. 6 Mayıs doğru olmayabilir; fakat cuma ol duğu kesin.

Lise: Okul dan, dersten kaytarmak gibi bir derdim yoktu. Ders-lerle çünkü aram çok iyiydi. Fen ve matematik derslerini sınıfta dinler dim ve dinlediğim yeterdi bana. Ödev fa lan yapmazdım, fen ve matematik dersle rine hazırlandığımı hiç hatırlamam.

Bun ları, sınıfta dinlerdim can kulağıyla.

Bir daha tekrarı da olmazdı onun. Ak lımda tutardım. Çok da severdim mesela. Kimya’dan çok fazla hazzetmezdim ama fizik dersini enikonu severdim, matematik dersini

enikonu severdim ve çok da dikkatle dinlerdim. Fakat ho-calarım beni an lamadı. Hiçbir matematik hocam anlama dı beni. Ben onları anlardım, onlar beni anlamazdı. Bugün şu anda karşıma gelse ‘Hocam niye böyle yaptın?’ diye hâlâ

sorasım gelir onlara.

İlk

İlk kitap: İlkokul 2. sınıftayken akrabalarımızdan biri-sinin armağan ettiği bir hikâye kitabıydı. Kitabın kapağı var mıydı, bilemiyorum. Ancak, içerisindeki hikâyeler

hâlâ aklımdadır. Özellikle, bir Kızılderili hikâyesi beni çok etkilemişti.

İlk karnem: İlk karnemi hatırlıyorum. İlkokul öğretmen-lerimden birini bir de… Dersimize çok az bir süre gelmişti. Yanılmıyorsam ismi Müzeyyen’di. Soy isminin Bayazıt oldu-ğunu ise hiç unutmadım. Erdem Bayazıtlara gelin gelmiş

biri olmalıydı.Yayımlanan İlk Öykü: Varlık dergisinin Ocak 1957 sayısın-da ‘Akar Su’ adlı öyküsüne yer verilir. Bu, Özdenören’in

yayımlanan ilk öyküsüdür. İlk söyleşi: İlk söyleşiyi kimin yaptığım hatırlamıyorum,

ancak Eskişehir’de yayınlanan Gelişme dergisinden, Atasoy Müftüoğlu’nun dergisinden mülakat istediler, o problem

olmuştu, onu hatırlıyorum. Nuri Pakdil onu problem etmiş-ti. ‘Senle ilk söyleşiyi ben yapacaktım. Niye başkalarıyla

söyleşiyorsun!’ diye.İlk Telif: 1000 lira almıştım. Ankara’ya geldiğim ilk yıllardı.

Kıyafet ve kitaba yatırmıştım bu parayı.İlk Kedi: İlk kedim 5 yaşında sahip olduğum Tekir’di.

Dayımlar, Adıyaman’a giderlerken kedilerini bize emanet etmişlerdi. Evcil, çok uysal bir kediydi.

Kucağıma aldığımda bana bir arkadaş gibi davranır-dı. Daha sonra, Tekir’in yavruları oldu. Kedilerin, başka kedilerin yavrularını yemek gibi bir davra-nışları vardır. Ben de kedi yavrularını, korumak, başka evlerin avlularına açılan avlumuzda onları tek başlarına bırakmamak için dışarı çıktığımda

bir sandığa kapatmıştım. Sandıktan çıkmak isteyen yavruların, başlarının sandıkla kapak arasında kalıp sıkışıp öldüklerini gördüm. 60 yılı aşkın bir süredir o

görüntü, gözlerimin önünden hiç gitmez. Sıddık Akbayır

lahzadergisi · 16

Ben iyi bir yazar değilim, sanatçı hiç değilim. Benim tek derdim insanlara, hayal bile edeme-

yecekleri kadar kıymetli olduklarını hatırlatmak.Burası kötü bir yer bilirim! Hiç bir şeyden zevk alamadığın olur, boğulduğunu sandığın günlerin.

Hayatının en boktan zamanlarını yaşıyorsun belki de en diptesin. Sana ver elini o bataklık-tan çekip çıkarayım demiyorum, diyemiyorum.

”Neden böyle oluyor ?” diyor musun kendi kendine, dur ben senin yerine sorup bu seferlik

ben cevaplayayım.Bu ne acizliktir ki kötümserlik ruhumuza nüfuz

etmiş, bu dünyadaki anlamını aramaktan yorulmuş gözler görüyorum her an her yerde. Biz insanlar bencil ve asla yetinmeyi bilmeyiz,

kişisel sorunlarımız insanların sıkıntılarının üstüne yorgan gibi serilmiş durumda kaldırıp bakabilene aşk olsun! Kendimizden başkasıyla ilgilenmez merak etmez, insanlara kör ve sağır olduk, içimize gömüldük, vicdanımızı gömdük!

Derdini küçümsemiyorum sadece bencilliğini bir köşede unutup, kaldırıp başını, yenik başlayan

insanlara dön bir bak diyebiliyorum.Evet derdi başından aşkın arkadaşım, sahip

olduğun hayat sorun odaklı yaşamak için fazla kıymet bilmez. Gel şu kısacık ömründe mutlu-luğu gözleyelim, bugün sevinç günü ilan edilsin, bırakın da işin tadını çıkaralım. Sen neye ina-nıyorsan hayat O ’dur. Anlamı da özü de sende saklı, bırak kurcalama bu hiçbir şeyi değiştire-

meyecek.

Aslında HayatAslıhan İslamoğlu

Neden sonra bu kötü yerde bir şeyleri anlama-ya çalışmakla ömrünün tükendiğini farket ve

işe hayal ederek, düşleyerek başla… Hiç tanımadığın bir insan için fedakarlık yap mesela. Daha az kirlenerek daha fazla umut

ederek giyin merhamet hırkanı. 0layların gülünç yönlerini yakala,kendini bulmadan bir yaşantı arama. Tanığın hiç kimse ve yaptığın hiçbir şey için pişman olma çünkü seni sen yapan şeylerdir, onlar zenginliklerindir. Çok

sev koşulsuz. En kötü insan bile sevilmeyi hak eder o seçmemiştir çünkü kötü olmayı. Bulun-duğu ortam ve koşullar onu zorlamıştır. Ya fikri

yoktur ya parası...Bunları yapmanın dünyanın en zor işiymiş gibi görünmesinin sebebi ise farkında olmadığımız bilinç altımızın bize oynadığı oyundur. Şöyle

ki:Doğduğumuzdan bugüne dek sorunların, yanlış giden şeylerin farkına varmamız istendi biz-den. Hata yapma dendi! Ve bizler bu durum-dan şikayetçi değildik. Çünkü kusursuzluğu arzuladık. Bu sorumluluğun altında ezilmeyi mükemmeli bulmak için kabul ettik. Şaşılma-yacak sonuç ise mutlu olmanın sırlarını değil

de mutsuz olmamanın yollarını ararken bulduk kendimizi. Farkına bile varamadık hayallerimi-zin sorun odaklı düşünceler halinde tüm hüc-

relerimize dağılıp yeniden aynı bedende buluş-tuğunun. Bu ölüp yeniden dirilmek gibiydi… Hayatta başarılı olmayı değil mutlu olmayı gözle, bunu herkes için dile haydi aşk ile…

Bu Alana Reklam Verebilirdik...

Bizlere göndermek istediğiniz yazıları, resimleri [email protected] adresinden gönderebilirsiniz.

ahza