m-kÜltÜr ve edeb yat derg s ustos 2009somuncubaba.net/pdf/0106/ filedergisi hediyesi... osmanlı...
TRANSCRIPT
Dergisi Hediyesi...
Osmanlı SarayındaRamazan
Kur’ân’daCömertlik
A U S TO S 2 0 0 9Fiyatı: 7 TLAYLIK L M-KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
AY
LIK
L
M - K
ÜLT
ÜR
VE
ED
EB
YA
T D
ER
GS
AU
STOS 2009
106
1
Başyazı Sebahaddin ATE
KUR’AN AYI RAMAZAN
Ramadan the Month of Holy Quran
Fazilet ve bereketi bol olan ve slâm âleminde “Üç Aylar” diye öhret bulan aylar; Receb, aban ve Rama-zan aylarıdır. Receb ve aban aynı zamanda mübarek Ramazan ayının habercisi ve müjdeleyicisidir. çin-de bulundu umuz bu Üç Aylara “ badet Mevsimi” de denir. Buna sebep de, bu aylarda fazla oruç tutulması,Yüce Peygamberimiz (s.a.v)’in bu ayların fazilet ve bereketinden sık sık bahsetmesi ve nihayet dört tane mü-barek kandil gecesinin bu aylar içerisinde bulunmu olmasındandır.
Bu aylar, bu günler ve bu geceler, her zamankinden daha feyizli, daha bereketli, tevbelerin daha çok ka-bule ayan oldu u vakitlerdir. Bu mübarek mevsimde ahlâkımızı Kur’an ile süslemeli, hayırda yarı malı-yız…
Kısa fasılalarla birbirini takip eden mübarek kandil gecelerimizde pırıl pırıl yanan o kandiller, ı ıklarıy-la karanlık gecelerimizi, nurlarıyla kararan kalplerimizi aydınlatır. Bu kıymetli geceleri sıcak aile yuvasındaveya Allahu Teâlâ Hazretlerinin rahmet ve bereketinin yöneldi i cami ve mescitlerde geçirenlerin duymuoldukları manevî haz sonsuzdur. Onların duymu oldukları bu manevî duyguyu, tatmı oldukları manevî hazzı, yükselmi oldukları mânâ âlemini anlatmak imkânsızdır. Bu mukaddes kandil gecelerinin mânâ ve önemini anlamak için o gecelerdeki manevî hayatı Müslümanca ya amak, o gecelerin mânâ âlemlerinde eri-mek lâzımdır.
Yüce dinimiz slâm; karde lik ve sevgiyi, kar ılıklı güveni, birlik ve beraberli i emreder; tembelli i, ceha-leti, ataleti ve insanı küçük dü ürücü davranı ları iddetle yasaklar. Ramazan-ı erif ayında nazil olan kita-bımız, evlât sevgisi ve terbiyesi, ana-babaya saygı, kom uluk haklarına riayet, çalı ma, bilgi elde etme, helâl kazanç temini, ahlâkî faziletlere sahip olma, büyüklere saygı, küçüklere sevgi gösterme, iffetli ve kanaatkâr olma, hakka rıza ve do ruluktan ayrılmama, hayırda yarı gibi en güzel esasları bizlere ö retir.
nsanları sapıklıktan hidayete, karanlıktan aydınlı a yükselten, hurafeden hakikate, esaretten hürriyete, vah etten medeniyete, cehaletten ilme kavu turan ve kıyamete kadar Allahu Teâlâ’nın himayesinde olacak olan Kur’an-ı Kerim’in, Ramazan-ı erif ayında inme e ba laması, bu ay için ba lı ba ına bir eref kayna ıolmu tur. Bunun içindir ki rahmet ve ma firet ayı olan Ramazan-ı erif’e “Kur’an Ayı” da denmi tir.
Ramazan-ı erif ayı gelince Cebrail (a.s) her gece Peygamberimiz Efendimize gelerek Kur’an-ı Kerim’i okur, Resûl-i Ekrem Efendimiz dinler, sonra kendisi okur Cebrail (a.s) dinlerdi. Böylece Peygamberimiz Efendimiz Ramazan-ı erif’de Kur’an-ı Kerim ile me gul olurdu.
Ramazan ayı, aynı zamanda cömertlik ve hayırda yarı ayıdır. Yüce Allah, yapılan bütün hayırları, iyilik ve takva hususundaki güzel niyetleri ve adakları bilir. Mübarek Ramazan ayında ihtiyaç sahiplerine yardım-cı olmak büyük fazilettir. Allah herkesin yaptı ını bilir ve herkese niyetine göre ecir verir.
Gönülleriniz, kandil nurlarıyla dolsun… Ramazan-ı erif’iniz mübarek olsun…
In Islamic world the months Rajab, Shaban and Ramadan are the holy months when the abundance and the blessings spread over the Muslims and all the creatures. These 3 holy months are also known as “the season of worship” since, in his speeches, Muhammad the Prophet (pbuh) often talked about the im-portance, abundance and blessings of these months, also when the Muslims generally fast and the four holy nights are in these holy months.
The Holy Quran, which has liberated the mankind from enslavement, brought to the enlightenment from ignorance and which will be protected by Allah until the day judgment, was revealed to Muhammad (pbuh) in Ramadan. That’s why Ramadan is also known as “the Month of Holy Quran”. It’s also a time of generosity and benevolence for Muslims. Helping the needers during this month is an excellent moral me-rit. Wish you a blessed Ramadan…
A ustos 20092
SOMUNCU BABA / AYLIK L M - KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın YayınOrganıdır
KurucusuA. emsettin ATE
Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803
YIL: 16 SAYI: 106 A ustos 2009 Basım Tarihi: 01 A ustos 2009
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına
mtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniSebahaddin ATE
Yazı leri MüdürüHulûsi YAYLA
Yayın Editörü Musa TEKTA
KapakJama Camii - Champaner / Gujarat / Hindistan
YapımARTWORKS
Genel Sanat Yönetmenilhan SOYLU
Sanat Yönetmenienol GÜRSOY
TashihAli YILMAZ - Vedat Ali TOK - Yusuf HALICI
Ar ivMuharrem AKIN
AboneBekir Sıtkı CANPOLAT
ReklamYusuf YILMAZ
Basım-Yayım-Da ıtım-PazarlamaV SAN ktisadi letmesi
Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA
Tel: (422) 615 15 00 Fax: (422) 615 28 79www.somuncubaba.net - [email protected]
Da ıtımKültür Dergi Da ıtım
CTP - Kalıp ÇıkıBizim Repro: (312) 341 10 20
Baskı & ÜretimKozan Ofset
Büyük Sanayi 1. Cadde Arpacıo lu 2 hanı 95/11 skitler / ANKARA Tel: (312) 384 20 03
Tek Sayı : 7 YTL - Kurum Abone : 120 YTL1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 70 YTLAvrupa 1 Yıllık Abone : 72 EUROAvrupa Tek Sayı Fiyat : 6 EURO
Avrupa Harici Yurtdı ı Abone : 102 USDPosta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068
Ziraat Bankası (Darende ubesi): 26798480-5001Yurtdı ı Aboneleri çin Hesap No:
IBAN – TR56-0001-0003-2026-7984-8050- 01
KUR’ÂN’DA CÖMERTL K
Ali AKPINAR
Kur’ân bizlere kar ılıksız, severek isteyerek ve sevdi i eylerden vermeyi emreder. Yine o, infakta devamlılı ı ister ve verdiklerimizi sevmemizi emreder.
OSMANLISARAYINDA RAMAZAN
Resul KESENCEL
Altıyüz yıl hüküm süren Osmanlı Devleti döneminde Ramazan ayı ayrı bir hassasi-yetle idrak edilir, ayrı bir ne e ve mutluluk ya anır, maneviyat en üst noktaya eri irdi.
106
Dergisi Hediyesi...06 Osmanl Saray nda
Ramazan48Kur’ân’daCömertlik
A U S TO S 2 0 0 9Fiyat : 7 TLAYLIK L M-KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
EL- ANÎ - Ramazan ALTINTA (10)
ANADOLU’DA KONUKSEVERL K- Kadir ÖZKÖSE (14)
RAMAZAN FIKHI - Abdullah KAHRAMAN (18)
HÜSN Ü A K’TA POET KA VE R ELE T R S - Vedat Ali TOK (26)
CÖMERTL KTE YARI - Musa TEKTA (30)
D NDAR MI D N( ) DAR MI? - Hüseyin ÇALDAK (34)
DO U TÜRK STAN’A - Fazıl Ahmet BAHADIR (37)
HATIRALARLA HULÛS EFEND (k.s.) - Musa TAKÇI (42)
AD Y B. HÂT M - Bünyamin ERUL (46)
KIRK HAD S (47)
ABAN-I VELÎ -Yusuf HALICI (58)
KAYSERi (542) 411 02 53
KONYA (506) 474 51 71 AMASYA (533) 681 33 82
ANNE VE EOLARAKKADIN
MANIN TALEBEYLEM
ehri KARACO KUN
Annelik kadını ikincil bir varlıkde il, tam aksine yüklendi imanevî i lev nedeniyle daha saygıde er ve de erli kılar. An-cak ailede kadının anne olmasıyanında, erkek de...
BATI’NIN TÜRKLEREHAYRANLI I
MANGALDA BALIK
Muhsin lyas SUBA I
Batı ile aramızdaki mesafenin açılma dönemi bitti. imdi ka-panma evresindeyiz. Bu, kaç yıldatamamlanır kestirmek zor.
Raziye SA LAM
Mangalda pi en alabalık ile ilepalamudunun kokusunu duy-dukça, Zeliha’nın i tahı daha çok kabarıyordu. Ka arpeynirli alabalı ı ve palamudu yanındaalgam suyu...
MERHAMET - Aydın TALAY (60)
HRAMCIZÂDE SMA L HAKKI TOPRAK (k.s.) - Fatih ÇINAR (64)
DEPRESYON NASIL TANINIR? - Sefa SAYGILI (68)
BAYRAMLARLA GEL - Bestami YAZGAN (71)
TAR HLE BARI MAK- smail ÇOLAK (72)
K TAPLIK (79)
M SAF R A IRLAMA - Kevser BAK (80)
TE GELD K G D YORUZ - Bekir O UZBA ARAN (83)
M KROPLARIN BA DÜ MANI YO URT - Akın D NDAR (84)
SEM ZOTU - ifalı Bitkiler (86)
HALUJ - Mesude SARI (87)
Enbiya YILDIRIM
Gerçek anlamda dindar, ahlâk ve inanç boyutlarını ya amınahâkim kılmı ve bunlarıprati e geçirmi olandır. nsanancak inanç, ibadet ve ahlâkıya amına hâkim...
A ustos 20094
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)
Otuzsekizinci Mektup
Mektûbât-ıHulûsî-i Dârendevî
55
Ey Gözümün Nuru!
Ayrılık gününün sabahında sizi görüp yolcu
etmek niyetiyle varmı tım. On ya da on be da-
kika önce hareket etti inizin haberini ilkönce Sa-
lih Efendi’den daha sonra henüz gözlerinde dost-
lardan ayrılma gözya ının izlerini gözlemledi im,
kız karde im Fatıma’dan almı tım. Artık dostlar-
dan ayrılmanın getirdi i kaderi tekrar etmeye ge-
rek görmeyerek pek muhterem babamın yanına
u ramadan eve dönmü tüm. Gönül ki, sevmedi-
i yârdan ayrıdır, severse o zaman kalpleri birdir,
(Yâr sevilince yardır. Ancak o zaman gönül bir-
dir.) Do an ve batan güne onlar için birdir, do u
ve batı bir yerde olmasa da.
Nasılsın ey gözüm cânım vefâ-dârım nasılsın
Nasılsın ey garîb-i cân-ı bîmârım nasılsın
Hudâ bilür ki hem-derdim seninle zâra âvâzım
Nasılsın gonca-leb ey gonca-ruhsârım nasılsın
Belâlı ba ına tâc üzre tâc urur Hudâ dertten
Nasılsın derdi ho dermânı hûb yârim nasılsın
Nasîbin rûz-ı evvelde belâ balıyla yo rulmu
Nasîbin ey ezel derde giriftârım nasılsın
Nasılsın ey gözüm nûru sürûr-ı sîne-i cânım
Vücûdun âfiyet kesbetdi mi ey derde
dermânım nasılsın
Hulûsî tek gedânın bu duâsıdır ki Mevlâ’dan
Nasılsın ey vefâlı yâr-ı gamhârım nasılsın
“Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter” (65/
Talak,3) bu duayı dinleyen bir ki i için olan her
eyi yapıp, neticeyi Allah’a bırakan herkesi duyar
ve i itir, ona cevap verir. O’na kul köle olan tevek-
kül eden herkesin i lerine e lik eder, ilgisini kes-
mez. O kullarına yeter. Fakat bir artla! Her iste-
in ve huzurun, her eyi gören, her eyi isteyen ve
istetenin ve gözetenin Allah oldu unu bilirse. Her
türlü i in iplerini elinde iyi tut, sıkıca ba la sa -
lama al ve gerisini Allah’a bırak. üphesiz ki pey-
gamberlerin emirlerine uymakta Allah’a ba lan-
manın bir i aretidir.
Mekke ve Medine’ye denk bir, “Ravzatun min
riyazı’l-cennet” (Cennet bahçelerinden bir bah-
çe) olan mukaddes makamın, bereket ve rahmet
çadırının altında Allah katında makbul namaz-
lardan olan namazlarınızı kılmak erefinden bil-
mem ki sizleri hangi i leriniz uzak tutmakta ve
men etmektedir. O vefa ve kerem sahibi, inciler
ya dıran konu masıyla sohbet ve muhabbetiyle
tekrar ve tekrar yüce anlarını izah edip dünya-
da dördüncü derecede bereket ve rahmet kayna ı
donanmı ve bezenmi tir diye buyurduklarını he-
piniz duydunuz ve ahid oldu unuz di er günler
de il, Cuma günleri Cuma namazı eyh Hamid-i
Veli Hazretleri Camisinde eda edilecek Cuma na-
mazından daha mukaddes bir amel hangi ameli-
mizdir ki, onu tercih ederken o çalı ma ve çabayı
Cuma namazından daha üstün tutarak günah i li-
yorsunuz (Cuma namazını kılma hususunda) ku-
sur ediyorsunuz...
Güncel Çeviri:
Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN
lim ve HayatAli AKPINAR*
A ustos 20096
CÖMERTLİKKUR’ÂN’DA
7
Tüm VersiyonlarıylaVerme
Kur’ân, yardım etme, ikram
etme ve verme ile ilgili olarak
pek çok kavrama yer verir. En
güzel ekilde verme, iyilikte bu-
lunma demek olan ihsan, sahip
olunanları hayır yolunda har-
camak anlamına infak, kulluk-
ta sadakat vergisi demek olan
tasadduk, arınma ve malı arın-
dırma anlamına zekât, ba kası-
nı kendine tercih etme demek
olan îsâr, gönülden ve gönül-
lü olarak verme anlamına nıh-
le, hediye, Yüce Allah’a borç/
ödünç verircesine en güzel bir
ekilde ödünç verme anlamına
karz-ı hasen gibi pek çok kav-
ram Ku’ân’da yer alır.
Bu kadar çok kavram, ver-
menin farklı versiyonlarına,
tüm zamanları ve herkesi kap-
sadı ına i aret eder. Mümin,
herkese infak eder, her zaman
ve her yerde infak eder, zengin-
se de infak eder fakirse de, er-
kekse de kadınsa da infak eder,
zengine de infak eder fakire de.
Kendisi ihtiyaç hâlinde olsa bile
infak eder. Sahip oldu u eyler-
den infak eder. Neye gücü ye-
tiyorsa onu infak eder. Malını,
makamını, enerjisini ve benze-
ri me rû olan her eyini O’nun
u runa feda eder. nfak, bir tut-
kudur, erdemdir, ba ka eyler-
de tadı bulunmayan bir de er-
dir. Her türlü infakın ayrı bir
tadı, ayrı bir lezzeti vardır.
Çünkü vermek, kullarına
kar ılıksız veren, fazlından bol
bol veren, sürekli veren, her-
kese veren Yüce Yaratıcı’nın
ahlâkıyla ahlâklanmaktır. Çün-
kü vermek, insanlık sevdalı-
sı peygamberlerin ve seçkin-
lerin âdetidir. Çünkü veren el,
alan elden üstündür. Çünkü
Peygamberimiz (s.a.v), “Yarın
kıyamet gününde, Rabbimiz
bunlar haklarımızı vermeye-
rek bizlere zulmettiler, dedikle-
rinde vay zenginlerin fakirler-
den çekece ine! Onlara o gün,
Yüce Allah öyle cevap verecek-
tir: Celâlim hakkı için söylerim
ki! Ben, siz fakirleri kendime
yakın edece im, size haklarını-
zı vermeyen zenginleri de rah-
metimden uzak edece im!”1 bu-
yurmu tur.
Kur’ân bizlere kar ılıksız, se-
verek isteyerek ve sevdi i ey-
lerden vermeyi emreder. Yine
o, infakta devamlılı ı ister ve
verdiklerimizi sevmemizi em-
reder.
nfakta ölçülü olmak da
Kur’ân’ın bizden istedi i-
dir. Deniz yahut akarsu ke-
narında bile abdest alırken,
suyu ölçülü kullanma prensibi
ile ölçülü olmayı bizden ister.
mam Gazzâlî, bir eserine el-
ktisâd fi’l ’tikad adını vererek
Müslüman’ın inançta, amelde
ölçülü olmasına vurgu yapar.
Nitekim Kur’ân’da israf gibi,
savurganlık da yasaklanmı tır:
“Eli sıkı olup cimrilik yapma;
büsbütün elini açıp savurgan
da olma. Sonra kınanır, (kay-
bettiklerinin) hasretini çeker
durursun.”2
Kur’ân yönlendirici ayetle-
riyle infaka, cömertli e te vik
ve tahrik eder: “Mallarını Al-
lah yolunda harcayanların du-
rumu, her ba a ında yüz dâne
olmak üzere yedi ba ak ve-
ren bir dânenin durumu gibi-
dir. Allah diledi ine kat kat ve-
rir. Allah’ın lütfu geni tir, O
bilendir.”3
Kur’ân’da, ruhlarındaki cö-
mertli i kuvvetlendirmek için
mallarını hayra sarfedenler4
ifadesi ile cömertli in insanın
özüne yerle tirmesi gere ine
vurgu yapılır. “O takvâ sahip-
leri ki, bollukta da darlıkta da
Allah için harcarlar,”5 “Kendi-
lerine verdi imiz rızıklardan
gizli ve açık olarak (Allah yo-
lunda) harcayan”6 ayetleriy-
le de her hâlükarda vermenin
önemine dikkat çekilir.
Verme edebini de u ekil-
de belirler Kur’ân: “Malları-
nı Allah yolunda verip de son-
ra verdiklerinin ardından ba a
kakmayan ve eziyet etmeyen-
lerin, Rableri katında ödülleri
vardır. Onlara korku yoktur ve
onlar üzülmeyeceklerdir.”7
Kur’ân’da cömertli in zıd-
dı olan cimrilik de buhl ve uhh
kavramlarıyla a ır bir ekilde
yerilir. Bunlardan buhl, ken-
di elindekini ba kasından kıs-
kanmak, uhh ise ba kasının
elindekine göz dikmek olarak
tanımlanmı tır ki her ikisi de
zemmedilmi tir.
“Allah’ın, kereminden ken-
dilerine verdiklerini (infakta)
cimrilik gösterenler, sanma-
sınlar ki o, kendileri için ha-
yırlıdır; tersine bu onlar için
pek fenadır. Cimrilik ettikle-
ri ey de kıyamet gününde bo-
yunlarına dolanacaktır. Gökle-
rin ve yerin mirası Allah’ındır.
Allah bütün yaptıklarınızdan
haberdardır.”8
“ te sizler, Allah yolunda
harcamaya ça ırılıyorsunuz.
çinizden kiminiz (buhl) cim-
rilik ediyor. Ama kim cimrilik
ederse, ancak kendisine cimri-
lik etmi olur.”9
“Kim nefsinin cimrili inden
( uhh) korunursa, i te onlar
kurtulu a erenlerdir.”10
Veren El Ruhu
slâm insanının temel ve ay-
rılmaz özelli idir infak. Allah’ın
A ustos 20098
9
verdi ini, Allah’ın ver dedi i
yerlere, Allah için vermektir.
Bizim kültürümüz, vermeyi ön-
celeyen bir kültürdür.
Veren el ruhu, Yüce Allah’ı
hesaba katarak ya ama bilin-
ci demek olan muttakî olma-
nın temel artıdır. Çünkü Yüce
Mevlâ’mız, muttakîleri tanı-
tırken “Onlar kendilerine rı-
zık olarak verdiklerimizden
verirler.”11 buyuruyor.
Veren el ruhu, sevdi ini, Al-
lah sevgisi ile sevdi ine, seve-
rek isteyerek vermenin adıdır.
Zira Kur’ân’ımız, takvalı kimse-
leri tanımlarken “O, malı, sevgi
ile verir.”12 buyuruyor.
Veren el ruhu, sahip oldu-
unun en iyisini, Allah, ancak
muttakîlerden kabul eder13 di-
yerek Allah’a adayan Âdemo lu
Habil’in ruhudur.
Veren el ruhu, gönlünü
Rahman’a, ruhunu irfana, dili-
ni burhana, malını ihvana, o -
lunu kurbana, canını nirana
veren, misafirsiz sofraya otur-
mayan Halîlullah’ın ruhudur.
Veren el ruhu, airin “Ya
Resulallah, senin cömertli-
ini bulutlara benzeten hata
eder. Çünkü bulutlar, verir-
ken gözya ı dökerler. Sense,
severek, isteyerek ve gülerek
verirsin.” diye övdü ü ve Tev-
hid cümlesinin lâ’sından ba ka
lâ/hayır-yok demedi i bilinen
Habibullah’ın ruhudur.
Veren el ruhu, çoluk çocu-
uma Allah ve Resulünü bırak-
tım, yetmez mi diyerek bütün
varlı ını Allah yoluna koyan
Sıddîk’ın ruhudur.
Veren el ruhu, bu sefer
Ebubekir’i geçmeliyim, dü ün-
cesi ile çoluk çocu una malının
yarısını bırakıp malının di er
yarısını Allah yoluna koyarak
hayırda yarı an Faruk’un ruhu-
dur.
Veren el ruhu, “Biz size sırf
Allah rızâsı için yediriyoruz,
sizden bir kar ılık ve te ekkür
beklemiyoruz.”14 ayetini düstur
edinerek kendi malıyla ordula-
rı donatan, kuyuları vakfeden
Zinnureyn ruhudur.
Veren el ruhu, aç acına oru-
ca niyet edip iftarlıklarını ka-
pıya gelen yoksula, yetime ve
esire veren ve “Onlar, yoksu-
la, yetime ve esire sevdikleri
yeme i yedirirler…”15ayeti ile
müjdelenen Murtaza ile Ehl-i
Beytinin ruhudur.
Veren el ruhu, “Mallarını
gece gündüz, gizli ve açık Al-
lah yolunda verenlerin ödü-
lü Rableri yanındadır. On-
lara korku yoktur ve onlar
üzülmeyeceklerdir.”16 aye-
ti inince dört dirhemi olan ve
Rabbim hiç olmazsa birini ka-
bul eder dü üncesiyle, bunlar-
dan birini gece, birini gündüz,
birini gizlice, birini de açıkça
infak eden Peygamber dama-
dı Allah’ın Aslanı Hz. Ali’nin
ruhudur.17
Veren el ruhu, Allah için
yurtlarından, variyetlerinden
geçen ve varlıklarını Allah’a
adayan Muhâcirlerin ruhudur.
Veren el ruhu, kendileri ihti-
yaç içerisinde iken muhtaç du-
rumda olan karde lerini kendi
nefislerine tercih eden, payla -
manın en güzel örneklerini su-
narak Allah’ın kitabına isimle-
rini yazdıran Ensârın ruhudur.
O halde Kur’ân’ın bu yön-
lendirmeleri ı ı ında özümü-
ze infâk ruhunu, verme a kı-
nı yerle tirerek veren el olmaya
gayret edelim. Unutmayalım
ki Allah’ın bize emanet olarak
verdiklerinden, Allah’ın kulla-
rına vermi olaca ız. Allah’a ait
olanı, Allah’ın kullarından esir-
geme yetkimizin olmadı ını bi-
lelim. Az iken veremeyen, ço a
erince vermekte zorlanaca ı-
nı unutmayalım. Çocuklarımızı
küçük ya ta cimrili e de il, cö-
mertli e alı tıralım. Cömertli i,
savurganlıkla karı tırmayalım.
Ve bilelim ki verene Yüce Allah,
dünya ve ahirette kat be kat faz-
lasıyla verecektir. “Siz hayra ne
harcarsanız, Allah onun yerine
ba kasını verir. O, rızık veren-
lerin en hayırlısıdır.”18
1 Kurtubî, el-Câmi’, XVII, 39.2 17/ sra, 29.3 2/Bakara, 261.4 2/Bakara, 265.5 3/Alu Imran, 134.6 13/Ra’d, 22.7 2/Bakara, 2628 3/Alu Imran, 180.9 47/Muhammed, 38.10 59/Ha r, 9, 64 Te âbün, 16.11 2/Bakara, 4; 8/Enfâl, 3; 22/Hac, 35; 31/Lokman, 4.12 2/Bakara, 177.13 5/Maide, 27.14 76 / nsan, 9.15 76 / nsan, 8.16 2/Bakara, 274, Ayrıca bkz. 13/Ra’d, 22, 14/ brahim,
31, 35/Fâtır, 29.17 bnü’l-Cevzî, Zâdü’l-Mesîr, I, 330.18 34/Sebe’, 39.
Dipnot* Prof. Dr.
HİÇBİR KİMSEYE, HİÇBİR ŞEYE MUHTAÇ OLMAYAN:
Güzel simlerRamazan ALTINTA *
EL-ĞANΓAllah’ın ilim ve malla zengin kıldı ı kimsenin mutlak anlamda yaratanına ihtiyaç
duymaması mümkün de ildir. te ne zaman ki insan, Allah’tan ba kasına muhtaç
olmadı ını kavrarsa, gerçek anlamda “ anî” ismini alır ve
bu ahlakla ahlâklanır.”
A ustos 200910
11
Arapça’da “ anî”, hiçbir eye
ihtiyacı olmamak demektir.
Allah’ın en güzel isimleri ara-
sında yer alan el- anî, hiçbir eye muhtaç olma-
yan kendi dı ındaki her ey O’na muhtaç olan
anlamına gelir.1 Çünkü her eyin sahibi O’dur:
“Göklerde ve yerde ne varsa hep O’nundur. Do -
rusu Allah müsta nîdir, övülme e layıktır.”2 Bu
âyette “ anî, hamîd” terkibinin birlikte kulla-
nılması anlamlıdır. Allah’ın anîli inin dı ın-
da bütün anî olu lar izafile ir. Yerde ve gök-
te olan her ey O’na aittir. nsanların varlıklı
olu u, O’nun varlık denizinin yanında bir dam-
la bile de ildir. Nitekim u âyette bu husus çok
açık bir ekilde dile getirilir: “Ey insanlar! Siz
Allah’a muhtaçsınız, Allah ise müsta nîdir, övül-
me e layık olandır.”3 Bu âyette geçen ve “sizsiniz
Allah’a muhtaç fakirler”, cümlesinde öznenin (el-
fukarâ), marife (elif lamlı) olarak gelmesi oldukça
önemlidir. Bu sebeple insanın mükellef kılındı ı
dinin temel kurallarını hayata geçirme ve ibadet
yapma vazifesine Allah’ın ihtiyacı de il, bizim ih-
tiyacımız vardır. slâm’da emir ve yasakların sa-
yısız hikmetleri olup, her birisi birey ve toplumun
yararınadır. Varlıklar içinde, insan, “zayıf” olarak
yaratılmı tır.4 Hangi konum ve derecede olursa
olsun, her zaman Allah’a muhtaçtır. Dolayısıyla
insan, zayıflı ını bilmeli ve her an Allah’a ihtiyacı
oldu unu kavramalı, O’na olan kullu unda azami
gayret göstermelidir. Hiçbir eye muhtaç olma-
yan ve her eyin kendisine muhtaç oldu u Allah’a
verdi i sayısız nimetlerden dolayı hamd edilme-
li ve ükredilmelidir. Hamd, iste e ba lı yapılan
bir iyili e kar ı gönül açıklı ı ile o iyili in sahi-
bine saygı ifade eden bir övgü sözüdür. Gerçek-
te O’ndan ba ka nimet veren, O’ndan ba ka övül-
me e ve yüceltilmeye layık olan yoktur. Onun için
dilek ve istekleri verirse, ancak O verir.
Gerçek Anlamda Zühd, Mülkiyeti Gerektirir
Tasavvuf ıstılahında kullanılan “fakr” söz-
cü ü, ferdin mal bakımından yoksul olması de-
il, her hususta ki inin kendisini Allah’a muh-
taç hissetmesi5 anlamındadır. Yoksa slâm hiçbir
zaman yoksullu u tebcil etmemi tir. Maddî ve
manevî yoksulluk her türlü kötülü ün ye erme-
sine mümbit bir ortam hazırlar. Dünyada zühdü
övme konusunda vârid olan hadislerden, hiçbir
zaman maddî anlamdaki fakirli i övme kastedil-
mez. Çünkü züht anlam bakımından mülkiyeti
gerektirir. Gerçek zâhid, dünyalı ı elinde bulun-
durmasına ra men onu kalbine sokmayandır.6
te gerçek “fakr”lık hâli de budur. nsan ben-
cilli i bırakmalı, Allah’a ra menli i besleyebi-
lecek her türlü enâniyet duygusundan gönlünü
arındırmalıdır. Nitekim Hz. Mevlâna, Mesnevî
adlı muhalled eserinde “deniz-gemi” metaforuy-
la “ anî-fakr” arasındaki ili ki biçimini çok güzel
yorumlar. Onun büyük anlatısında deniz varlı ı,
gemi ise, benli i ifade eder. E er gemi su alırsa,
helak sebebidir. Geminin altındaki su ise, gemi-
nin yürüme sebebidir. Dolayısıyla mal-mülk gibi
eylerle gönül gemisi doldurulursa, ki i Allah’tan
müsta ni olma gibi bir duruma dü ebilir. te
mal, mülk, saltanat, ilim, servet vb. gibi hususlar
insanı Allah’ı hatırlatmak yerine ondan uzakla tı-
“Yüce Allah hem anî ve hem de mu nîdir. Allah’ın ilim ve malla zengin kıldı ı kimsenin
mutlak anlamda yaratanına ihtiyaç duymaması mümkün de ildir. “
rıyorsa, Mevlâna böyle kimselere mahv ve fakr’lık
bilgisinin gerekli oldu unu söyler. Bu manada in-
san, yoksullu u bir zihniyet hâline getirirse, dün-
ya denizine batmaz, o denizin üstünde durur. Bü-
tün bir dünya onun mülkü olsa bu mülk, gözünde
hiçbir ey de ildir.7 Bundan dolayı gerçek kul-
lu a ula mada Mevlâna’nın en büyük iste i; öz-
gürle mek ve özgürle tirmektir. Onun:“O ul; ba-
ını kopar ve kurtul. Ne zamana kadar altın ve
gümü esiri olacaksın?”8 sözünden bunu anlıyo-
ruz. Bunun için bütün gönül insanları, “insanın
madde ile olan ili kisini dengelemek için; para-
nın avuçta ve cepte ta ınması câizdir, ama kalb-
de lâ yecûz/caiz de ildir.” bakı açısına sahip ol-
mu lardır. Çünkü kalbe servet egemen oldu u
zaman, insan onun emrine girer ve hevâsının yö-
netim ve denetimi altında yürür, e yanın tutsa ı
hâline gelir. Bunun aksine, e yaya egemen olan
kimse ise, manevî özgürlü ünü elde eder ve e -
yaya hükmeder. Böylece Allah’ın el- anî olu-
u kar ısında “hiç”li ini kavrar ve asla tu yanla-
rı oynamaz. Çünkü e yanın kulu-kölesi olmu bir
cimrinin Allah yolunda ihtiyaç sahiplerini görüp-
gözetmesi zordur. Kalpleri katıla mı bu tür in-
sanlar aynı zamanda müstekbir ruhlu hasta in-
sanlardır. Onlar, psikolojik açıdan kendilerini
asla rahat hissetmezler. Gönüllerine Allah hâkim
olmadı ı için, açtırlar. Bu sebeple, nefsanî hazla-
rın pe inden umutsuzca ko tukça ko arlar. Gön-
lü Allah’tan kopuk insanlar ne kadar varlık içeri-
sinde yüzerlerse yüzsünler, doymazlar. Gönüller
ancak her an Allah’a kar ı sorumluluklarının far-
kında olan insanların fazilet mücadelesi yolunda-
ki eylemleriyle huzur bulur.
Mutlulu un Yolu, Gönül Zenginli inden Geçer
Öte yandan slâm, Müslümanın zihninde “sa-
daka” algısını da de i tirmi tir. Sadaka sade-
ce, maddî anlamdaki varlı ımızı ihtiyaç sahip-
leriyle payla mak de il, aynı zamanda güzel bir
söz söylemek ve ba kalarını yaptıkları hatalar-
dan dolayı ba ı lamak gibi ahlakî de erlerle de
anlam bütünlü üne kavu turulmu tur. Dolayı-
sıyla, maddî anlamda payla ma imkânına sahip
olmayan insanlar, güzel söz söylemek ve ba kala-
rını hatalarından dolayı ba ı lamak suretiyle de
“sadaka verme” iyili ine ula mı olurlar. Bura-
da, maddî varlı ımızı me ru bir çerçevede ihti-
yaç sahipleriyle payla mada insan onurunu ren-
cide etmemek gibi bir ahlakili e sahip olmamız
gerekti i de unutulmamalıdır. Yaptı ımız i in ha-
yır olabilmesi için güzel yapılması da gerekmek-
tedir. u âyette bu hususun altı çizilir: “Bir tatlı
dil ve kusurları ba ı lamak, arkasından eza ve gö-
nül bulantısı gelecek bir sadakadan daha hayırlı-
dır. Allah, hiçbir eye muhtaç de ildir, halîmdir,
A ustos 200912
13
1 Isfehânî, Râgıb, el-Müfredât, stanbul, 1986, s. 549.2 22/Hac, 64.3 35/Fâtır, 15.4 4/Nisa, 28.5 Bkz. Ku eyrî, Risâle, (haz. S. Uluda ), stanbul, 1978, s. 381-391.6 Kardâvî, Yusuf, Mü kiletü’l-Fakr ve Keyfe ‘Âlecehâ el- slâm, Beyrut, 1987, s. 13.7 Mevlânâ, Mesnevî, (çev. V. zbudak), stanbul, I, 111. 8 Mevlânâ, a.g.e., I, 42.9 2/Bakara, 263.10 35/Fâtır, 45.11 27/Neml, 40.
Dipnot* Prof. Dr.
yumu ak davranır.”9 Müslüman zengin, ihtiyaç
sahiplerine yaptı ı iyili i bir vazife olarak yapma-
lı ve hemen unutmalıdır. Bununla birlikte, gönül
alan ho bir söz, ba kalarının ayıplarını örtmek,
saygısızlı a kar ı ba ı ve iyilikle muamele etmek
arkasından her zaman eza verme riskine açık du-
ran sadakadan daha iyidir. Çünkü Allah, hiçbir
eye muhtaç de ildir. O’na, içine gösteri gibi kir-
li eyler sunmak, insanın ahireti açısından felaket
sebebidir. Bundan dolayı insan, asla aklından u
hususu çıkarmamalıdır: Zengin olan ve hiç kim-
seye muhtaç olmayan Allah, bir gün gelir, fakir
kullarını bol nimetlere bo abilir. Onları da sada-
ka verebilecek derecede zengin kılabilir. nsan,
sahip oldu u nimetin de erini bilmeli ve gerek-
li olan ükür vazifesini yerine getirmelidir. Zira
davranı larda riyakârlık, ahiret ameliyle dünya
menfaati gözetmek demektir. Bunun idrakinde
olan her Müslüman, yaptı ı iyilikleri silecek “gös-
teri ” gibi gizli irk unsurlarından iddetle kaçın-
malıdır. Bilindi i gibi irk, Allah’ın affetmedi i
günahlardandır. E er “ irk” içinde insanlar yü-
züyor da hâlâ kendilerini güvende hissediyorlar-
sa bu durum onlar için “hatalarından dönme” ko-
nusunda bir fırsat olarak görülmelidir. Allah’ın
en güzel isimlerinden birisi de “el-Halîm”dir. Bi-
raz önceki âyette “ anî-halîm” isimleri birlikte
geçmi tir. Halîm olan Allah, her günahkârı der-
hal paylamaz. Yaptıkları yardımlarda dünyevî çı-
kar gözeterek gösteri yapan, yoksulların onur ve
haysiyetleriyle oynayan ve gizli irk içinde bulu-
nan kimselere e er cezayı hemen vermiyorsa,
hak etmediklerinden dolayı de il, fakat tevbekâr
olsunlar diye hilminden dolayı vermiyor. Bu bir
mühlettir, asla Allah ihmal etmez. u âyette Yüce
Allah’ın bu konuda izledi i yasa çok açıktır: “Al-
lah insanları i lediklerine kar ılık hemen yakala-
yıverseydi, yeryüzünde bir canlı bırakmaması ge-
rekirdi. Ama onları belli bir süreye kadar erteler.
Süreleri gelince gere ini yapar. Do rusu Allah
kullarını görmektedir.”10 E er Allah günahların-
dan dolayı hemen kullarını yakalayıverseydi yer-
yüzünde insan da dâhil hiçbir canlı nesli kalmaz-
dı. lahi rahmeti ve lütfü ba lamında el-Halîm
isminin bir tecellisi olarak günahkârlara belki dö-
nerler diye süre tanımakta, azap verme konusun-
da acele etmemektedir. O’nun yasasının gere i,
süre geldi i zaman herkesin iyi ya da kötü davra-
nı larına kar ılı ı eksiksiz olarak verilir.
Allah hiçbir eye muhtaç de ildir. Bütün bir
varlık O’na aittir. Bu sebeple O, sınırsız hazinesin-
den beklenti ve kar ılık olmaksızın kullarına ik-
ramda bulunur. Kur’an’da Allah’ın “ anî-kerîm”
vasfının birlikte kullanılmı olması da gerçekten
anlamlıdır: “ ükreden ancak kendisi için ük-
retmi olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki
Rabbim müsta nidir, çok kerem sahibidir.”11 Bu
sebeple insan, sahip oldu u nimetleri kendi gele-
ce ini hazırlamak için ihtiyaç sahipleriyle me rû
bir çerçevede payla malıdır. Nasıl ki Allah kulla-
rına sayısız ihsanlarda bulunuyorsa, insanlar da
ihtiyaç sahiplerine imkânları ölçüsünde keremle-
rinin bir gere i olarak iyilik ve ba ı ta bulunma-
lıdırlar.
Sonuç olarak, Yüce Allah hem anî ve hem
de mu nîdir. Allah’ın ilim ve malla zengin kıl-
dı ı kimsenin mutlak anlamda yaratanına ihti-
yaç duymaması mümkün de ildir. te ne zaman
ki insan, Allah’tan ba kasına muhtaç olmadı ı-
nı kavrarsa, gerçek anlamda “ anî” ismini alır ve
bu ahlakla ahlâklanır. Onun için insan, ilminde
ve varlık sahibi oldu u bütün alanlarda cimrilik
yapmamalıdır. “Varlık”lı olmanın gere ini yeri-
ne getiren kimseler kendinde bir varlık görmeyen
kimselerdir. Böylesi kimselerin hâkim oldu u
toplum yapılarında adâlet, payla ma, merhamet,
efkat dili geçerlidir. Bu de erlerin içselle tirildi-
i bir toplumda ise, huzur vardır, sükûn vardır,
asayi vardır. O halde gelin el- anî olan Allah’ın
yanında “hiçli imizi” ve âcizli imizi idrak edelim
ve O’ndan ba ka her eyden müsta ni olalım. te
o zaman gerçek anlamda slâm’ın onur ve erefini
temsil etmi oluruz.
Sûfî PerspektifKadir ÖZKÖSE*
ANADOLU’DA
KONUKSEVERLİK
A ustos 200914
15
Cömertli i, misafirperverli i ve hayır-
hahlı ı ile tanınan ecdadımızın öncü-
lük etti i medeniyete “Vakıf Medeni-
yeti” adı verilmi tir. Ölümlerinden sonra geriye
kö k, saray ve servet bırakmaktan çok han, ha-
mam, cami, çe me, medrese ve tekke gibi içtimaî
müesseseler bırakmı lar, Anadolu topraklarına
slâm’ın mührünü vurmu lardır. Varlıklarını in-
sanlı ın saadeti için cömertçe harcamı lar, halka
hizmeti Hakk’a kulluk telâkki etmi lerdir.1
Osmanlı toplumunda zengin olsun, fakir ol-
sun herkesin evinin dı ında bir de misafir evi bu-
lunurdu. Misafirler, o evler kendilerine aitmi çe-
sine gönüllerince kalırlardı. Karınları doyurulur,
çok güzel bakılırlardı. Son olarak da giderken
yolda harcamaları için ev sahibi tarafından para
bile verilirdi. Misafir evlerindeymi gibi o evler-
de diledikleri gibi kalırlardı. Ev sahibinin kaldı ı
evde kendilerini o evin kurallarına uymak zorun-
da hissedebilirler ve bu yüzden sıkılabilirler diye
bahçeye konuk evi yaptırmak gibi bir incelik var-
dı. Yemek ve di er lazım olan her ey esas evden
gönderilirdi.2
Müslüman ecdadımızın cömertlik duygula-
rı o kadar geli mi tir ki gelen misafirleri a ırla-
mak için birbirleri ile yarı mı lardır. 14. yüzyıl-
da slâm dünyasını ba tan a a ı gezen me hur
Tunuslu Seyyah bn Batûta (ö. 770/1369)’nın ya-
adı ı dikkat çekici bir olay bunun çok güzel bir
örne idir. bn-i Batûta Anadolu’yu gezerken o
dönemde Lâdik ismiyle anılan Denizli’ye u rar.
Denizli’de ba ından geçen ve kendisini hayretler
içerisinde bırakan bir olaydan eserinde u ekil-
de bahseder:
“Beldeye girdi imiz saatlerde, biz
çar ıdan geçerken bazı kimseler
dükkânlarından çıkıp hayvanlarımı-
zın dizginlerine yapı tılar. Bir ba -
ka grup ise bunlara engel olmaya kalkı tı ve bu
yüzden de aralarında kavga çıktı. Hatta bazı-
ları birbirlerine bıçak çekmeye bile kalkı tı. Ne
söylediklerini anlayamadı ımız için müthi bir
korkuya kapılarak, bölgede yol kesicilik yapan
Germiyanlılarla kar ıla tı ımızı, bu ehrin on-
lara ait oldu unu ve mallarımızı elimizden al-
maya çalı tıklarını sandık. Ortalıkta tam bir
karga a ya anıyordu. Bu sırada Cenab-ı Hak
bizi Arapça bilen bir hacıya rast getirdi. Ondan,
bu ki ilerin bizden ne istediklerini sordum.
‘Korkmayın, bunlar ahîlerdir. Sizi ilk
kar ılayanlar Ahî Sinan’ın, di erle-
ri ise Ahî Duman’ın yolda larıdır.
Her iki grup da kendi zaviyele-
rine inmenizi istiyorlar!’ dedi.
Olacak i de ildi. E kıya ol-
masından korktu umuz bu
adamların yegâne kavga
nedeni, bizim hangi zaviye-
de a ırlanaca ımızdı. On-
ların bu yüksek misafirper-
verli i kar ısında gerçekten
hayretler içerisinde kaldım.
Nihayet, aralarında kur’a çe-
kilmesi ve kur’a hangi tarafa
isabet ederse o tarafın zaviye-
sine misafir olmamız kar ıla -
tırıldı. Böylece araların-
da sulh yapılmı
oldu.
A ustos 200916
Kur’a Ahî Sinan’a dü tü. Bu zat kur’anın ken-
dilerine çıktı ını haber alınca arkada larından
bir grupla gelip bizi kar ıladı. Hep birlikte onun
zaviyesine gittik. Bize çe it çe it yemekler getir-
diler. Sonra Ahî Sinan bizi hamama götürdü.
Bizzat kendisi hamama girerek benim için ko -
turdu u gibi, arkada larından üçü dördü de bir
arkada ımın hizmetinde bulundu. Hamamdan
çıktıktan sonra mükellef bir sofra hazırlandı.
Sofra türlü türlü yemekler, çe it çe it tatlılar ve
bol bol meyvelerle donatılmı tı. Yeme i yedikten
sonra hafızlar Kur’an-ı Kerim okudular. Ondan
sonra hepsi sema ve raksa ba ladılar. Geli imiz
Sultan’a haber verilmi oldu undan, ertesi ak-
am da o bizi davet ediyordu. Davet, Sultan’ın
yanımıza elçi olarak gönderdi i Kadı Alaaddin-i
Kastamonî tarafından iletildi.
Zaviyeye döndü ümüz zaman, bu kez de dün-
kü kur’ayı kaybeden Ahî Duman ile arkada ları-
nı bizleri bekler bulduk. Ekibimizi dostça buyur
edip zaviyelerine götürdüler. Bunlar da aynen
Ahî Sinan grubu gibi yemek ve hamam ziyafetin-
de bulundular. Hatta fazladan bir jest yaparak
hamamdan çıktıktan sonra bize gülsuyu döktü-
ler. Sonra hep birlikte zaviyeye geldik; yine di-
erleri gibi yemekler, tatlılar ve meyvelerle ilti-
fat gösterdiler. Yemekten sonra Kur’an-ı Kerim
okundu. Arkasından da sema ve raksa kalktı-
lar. Bunların zaviyesinde de birkaç gün kalmı
olduk”3
Anadolu halkının konukseverlik gelene ini
yansıtan bir ba ka öykü ise u ekildedir: Eski za-
manlarda seyyahın biri küçük bir Anadolu kasa-
basına gelir. Seyyah ahaliden bir grupla kar ıla ır.
“Bana bu gecelik kalacak yer verecek bir cömert
var mı aranızda? Sabah yolculu uma devam
edece im” der. Ahali, “Evet, misafirleri yediren
içiren biri var. Orada kalırsanız, karnınızı doyu-
rur, yatacak yer verir ve size çok nazik davranır,
fakat sizi uyarmamız lazım, bu adamın çok ga-
rip bir huyu vardır. Sabah olunca oradan ayrıl-
madan önce misafirleri çok kötü pataklar.” der.
Mevsim kı tır ve hava da çok so uktur. Seyyah,
“Vallahi geceyi bu so ukta aç karnına sokakta
geçiremem. Gidip o adamın evinde kalaca ım,
karnımı doyurup sıcak bir odada uyuyaca ım,
sabah ister döver, ister söver umurumda de il.”
der. Seyyah, bahsi geçen cömert adamın evine gi-
dip kapıyı çalar, son derece nazik bir adam kapı-
yı açar. Seyyah, “Tanrı misafiri” oldu unu söyle-
yince, adam kendisini hemen içeri davet eder ve
seyyaha evindeki en güzel yeri ve en iyi yastıkları
verir. Seyyah, “Eyvallah” der. Aralarında öyle bir
konu ma geçer:
- Daha rahat etmenizi temin etmek maksa-
dıyla sırtınıza bir yastık daha koyabilir miyim?
- Eyvallah.
- Aç mısınız?
- Eyvallah.
Ev sahibi mükellef bir sofra donatır ve seyyahı
bir güzel doyurur, daha sonra da biraz daha iste-
yip istemedi ini sorar.
- Eyvallah
- Kahve alır mısınız?
- Eyvallah.
- Yata ınızı yapayım mı?
- Eyvallah.
Ev sahibi son derece rahat bir yatak hazırlar ve
içine ku tüyü yastıklar koyar.
- Uyumadan önce biraz su ister misiniz?
- Eyvallah.
Ev sahibi sabah seyyahtan önce uyanır ve kah-
valtı ister mi diye sorar.
- Eyvallah
Adam yine mükellef bir sofra donatır.
Kahvaltı bittikten sonra seyyah gitme vaktinin
geldi ini fark eder. Duydu u hikâyelerden son-
ra ba ına gelmesi muhtemel akıbetten tedirgin
olur. Hem de ev sahibi, seyyah için neredeyse bir
gün hizmet etmi tir. Korka korka, “Müsaadenizle
imdi ayrılmak istiyorum” der.
Ev sahibi yine son derece nazik bir ekilde,
“Eyvallah” der ve “Paranızın olmadı ını tahmin
ediyorum, size biraz para vermeme müsaade
eder misiniz?” diye sorar.
- Eyvallah
Ev sahibi, seyyaha on altın verir. Bunun üzeri-
ne seyyah, “ imdi yiyece im daya ın, haddi he-
sabı olmasa gerek!” diye dü ünür kendi kendine.
Ev sahibi kendisini kapıya kadar geçirir ve
“Allah’a emanet olunuz. Allah’a ısmarladık” der.
a ıran seyyah, “Ba ı layın, anlayamadım? Or-
talıkta dönen çok yersiz bir dedikodu var. Siz,
imdiye kadar tanıdı ım en cömert insansınız.
Ahali sizin misafirlere çok cömert davrandı ını-
zı fakat sabah giderlerken onları çok kötü döv-
dü ünüzü söylüyorlar. Sizin böyle bir ey yap-
madı ınızı, bunun bir kuru iftira oldu unu ve
harika bir ev sahibi oldu unuzu gidip herkese
yayayım mı?” der. Ev sahibi, “Hayır, hayır... An-
lattıkları tamamen do rudur.” cevabını verir.
a ıran seyyah, “Fakat beni dövmediniz” der.
Ev sahibi de, “Ama siz çok farklıydınız. Di er mi-
safirlerimin hepsi de bana sıkıntı oldular. On-
lara evdeki en güzel yerimi tahsis edince, ‘Yok,
yok siz orada oturun, ben böyle rahatım’ der-
ler. Kahve teklif edince, ‘Bilemiyorum, size sıkın-
tı vermek istemiyorum’ derler. Yemek vermeye
kalkı tı ımda ise, ‘Yok canım, size zahmet olma-
sın!’ derler. Böyle nimet bilmezleri tabii ki döve-
rim!” cevabını verir.4
Bu öyküden de anla ılaca ı üzere, Anadolu
topraklarında ya ayan bazı varlıklı aileler u akla-
rını kapıda beklettirir ve dı arıdan geçen insanla-
rı yeme e davet ederdi. Bu, her Pazartesi ve Cuma
gecesi olurdu. Ramazan’da ise her gece olurdu.
U aklar yeme e davet etmek için o kadar çok ıs-
rar ederlerdi ki, insanları neredeyse zorlarlardı.
Bu günlerde, ekonomik artlar yüzünden her ey
de i ti. Fakat dinimiz ne olursa olsun, bir misa-
fire yapılan hizmeti Allah’a yapılanla denk tutar.
Bu slâm’daki misafirperverlik ilkesidir.5
Özetle, son zamanlara dek hemen hemen is-
tisnasız her Anadolu köyünde mali gücüne göre
5-10 ki iye yetecek yatak, yorgan, yastık, kilerin-
de odun, su testisi, barda ı, oturulan yerin oyma-
larında kahve kavurma, so utma, çekme, pi irme
araçları ve fincanlar bulunurdu. Böylesine yaygın
bir sosyal örgüt ve bunun devam ettirilmesi için
gerekli ahlakî duygunun, hizmet e itim ve alı -
kanlı ının yerle tirilmi olması dünyanın ba ka
hiçbir ülkesinde yoktur. Türkçeye çevrilmi bu-
lunan “Türkler” adlı kitabında ngiliz gazeteci-
si David Hotham, Türklerin bu konukseverlik ve
yabancıya saygı ve yardım hislerini, bir tür a a ı-
lık duygusuna ba laması, onun 7-8 yıl Türkiye’de
kalmı birçok yerini gezmi olmasına ra men,
Türklerin karakterlerini, tarihî gerçeklerini iyi
bilmedi ini, anlayamadı ını gösterir. 6
17
1 Ömer Çelik-Mustafa Öztürk-Murat Kaya, Üsve-i Hasene (Kullukta-Ahlâkta-Adâb-da) En Güzel nsan –sallallahu aleyhi ve sellem-, Erkam Yayınları, stanbul 2003, s. 325.
2 Robert Frager, A ktır Asıl arap, çev. Ömer Çolako lu, Gelenek Yayıncılık, II. Baskı,stanbul 2004, s. 109.
3 bn-i Battuta, Büyük Dünya Seyahatnamesi Tuhfetü’n-Nüzzar fî Garâibi’l-Emsal ve’l-Acâibi’l-Estar, çev. Muhammed erif Pa a, sad. Mümin Çevik, ikinci gözden geçirme ve sadele tirme: Ali Murat Güven, Yeni afak Kültür Arma anı, stanbul 2005, s. 208-209.
4 Frager, A ktır Asıl arap, s. 99-101.5 Frager, A ktır Asıl arap, s. 111.6 Ne et Ça atay, Bir Türk Kurumu Olarak Ahilik, Türk Tarih Kurumu Basımevi, An-
kara 1989, s. 92.
Dipnot* Doç. Dr.
FıkıhAbdullah KAHRAMAN*
RAMAZAN
FIKHI
A ustos 200918
19
Ramazan nedir?
Ramazan, Müslümanların
farklı bir ibadet iklimine girdi-
i, nefis e itimlerine daha çok
özen gösterdikleri, iyi ve güzel
duygularla her hallerini ibadete
çevirme noktasında meleklerle
yarı tıkları bir aydır. Ay olarak
Ramazan’ın on bir ayın sulta-
nı oldu unda üphe yok. Çün-
kü bu payeyi ona veren Yüce
Allah’tır. Fakat esas önem-
li olan bizim ya adı ımız aylar
içerisinde Ramazan ayımızın
elde etti i niteliktir. Bazı insan-
ların Ramazan ayı di er ayları-
na ciddi anlamda fark atar; bu
ayda özellikle manevî olarak
çok kazançlı çıkarlar. Bazı in-
sanlar da aksine bu ayda kâra
geçmek yerine zarar ederler.
Bu en basit ifadesiyle nasipsiz-
liktir. Ramazanımızı di er ay-
lardan farklı ve daha kazançlı
ve bereketli kılmak için elbet-
te dikkat etmemiz gereken bazı
prensipler vardır. Bu yazımızda
kısaca onlar üzerinde duralım.
Ramazan’ın bereketi kaliteli oruçla ba lar
Ramazan ayının bereke-
ti artlarına uygun olarak tutu-
lan oruçla elde edilir. artlarına
uygun oruç ise, tamamen Allah
rızası hedeflenerek, ruhen haz
alarak, hazırlanarak, bütün aza-
larımıza oruç tutturarak, nâfile
ibadetlerle, özellikle teravih-
le, bol bol Kur’an okuyarak, sa-
daka vererek desteklenmi bir
oruçtur. Müslümanın oruçlu
hâli, olumlu anlamda, oruçsuz
hâlinden mutlaka farklı olma-
sı gerekir. Ramazan’dan önceki
kötü alı kanlıklar Ramazan’da
da devam ediyorsa orucumu-
zu gözden geçirmemiz gerekir.
Hatta bu senenin orucu geç-
mi yıla göre bizi ahlâkî yönden
daha ileri götürmelidir. Aksi
halde yerimizde sayıyoruz veya
geri gidiyoruz demektir ki bu da
ciddi bir ziyandır. Çünkü ilgili
âyette (2/Bakara, 183.) de ifa-
de edildi i üzere, orucun hede-
fi takvadır. Takva, bir müminin
Allah’a kar ı sorumlulu unun
bilincini hatırlaması ve gere i-
ni yerine getirmesidir. Bu so-
rumluluk içerisinde, hakkıyla
oruç tutmak kadar, muhtaçlara
yardım, daha çok oruçluya iftar
A ustos 200920
verme, yoksulları görüp gözet-
me, insanların arasını düzelt-
me, küskünleri barı tırma ve
kalbi bütün kötülüklerden arın-
dırma da vardır.
Orucu ehil olanlar tutar
Oruç tutmak öncelikle
âkil-bâli , sa lıklı ve yolculuk
hâlinde olmayan Müslümanla-
ra farzdır. Çocuklar, oruçla yü-
kümlü olmamakla birlikte, alı -
tırma amacıyla beden yapılarına
ve geli imlerine göre birkaç gün
veya günün belli bir kısmına ka-
dar oruç tutabilirler. Hastalar,
doktor raporuyla tespit edilmek
artıyla, ya devamlı veya geçici
hasta durumundadırlar. Geçici
bir hastalı a yakalanmı bulu-
nanlar, oruç tutmaları hâlinde
hastalıkları artacak, güçten dü-
ecek olurlarsa oruçlarını iyile-
ecekleri zamana erteleyip ka-
zaya bırakabilirler. Devamlı bir
hastalı a yakalanmı olanlar ile
a ırı ya lılar ise, her günün oru-
cu yerine bir fidye yani bir fit-
re vererek hem oruç sevabı alır
hem de yükümlülüklerini yeri-
ne getirmi olurlar. çinde bu-
lundukları artlar oruç tutmaya
elveri li olmayanlar da oruçla-
rını daha müsait oldukları za-
manda kaza edebilirler. Fakat
bu konularda mükellefin kendi
ba ına keyfi karar vermesi uy-
gun olmayaca ı için mutlaka
içinde bulundu u durumu dinî
konularda karar verme yetkisi
bulunan kurum veya ahıslara
sorması gerekir.
Ramazan’da bir özür sebe-
biyle orucunu bozan kimsenin
bu özrü iftar vaktinden önce
ortadan kalkarsa bu süre için-
de, dinî terbiye gere i, oruca ve
oruçluya saygı anlayı ı ile oruç-
lu gibi davranması gerekir. Me-
sela, günün belli bir vaktinde
hayız ve nifastan temizlenen
kadın, yolculuktan gelen kimse,
iyile en hasta böyle davranma-
sı gerekenlerdendir.
Oruç sa lam niyetle ba lar
Bütün ameller niyetle ya-
pılır. Niyet insanı tereddütten
kurtaraca ı için kesin olması
gerekir. Tereddütlü bir duruma
niyet denilemez. Mesela: “Ya-
rın davete ça rılırsam oruç tut-
mamaya, ça rılmazsam tutma-
ya niyet ettim.” diyen kimsenin
niyeti geçerli olmadı ı için oru-
cu da geçersiz olur. Oruç için de
niyet arttır. Niyetin dille yapıl-
ması mendup yani te vik edil-
mi ve daha sevap bulunmu -
tur. Ancak dil ile yapılması art
olmayıp kalp ile yapılması da
yeterlidir. Ramazan orucunda
niyetin geceden yapılması art
de ildir. Bu süre içinde oru-
ca aykırı bir davranı yapılma-
mı sa, ertesi günün ö len vak-
ti girmeden önceye kadar niyet
edilebilir. Sahura kalkmak fiilî
niyet sayılabilir. Hatta Malikî
mezhebine göre Ramazan’ın
ba ında yapılan tek bir niyetle
tutulan oruç da geçerli olur. Ra-
mazan orucu için yapılacak ni-
yette: “Niyet ettim Allah rızası
için yarınki Ramazan orucunu
tutmaya.” demek yeterlidir.
Orucun olumlu yan etkileri ve orucu
olumsuz etkileyen eyler
artlarına uygun olarak tu-
tulan bir orucun insanda mey-
dana getirdi i birtakım olum-
lu yan etkiler vardır. Orucun en
temel yan etkisi takva uuruna
erebilmek ve bunu davranı la-
ra yansıtmaktır. Orucu olumsuz
yönde etkileyen davranı lar ise,
orucun maksat ve hedefine uy-
mayan her türlü söz, dü ünce ve
davranı tır. Cinsel duygular ve
çirkin söz ve hareketler bunların
ba ında gelir. Fıkıh kitapların-
da oruçluya mekruh olan davra-
21
nı lar olarak sayılan bu husus-
lardan her biri orucun sevabını
azaltır ve bereketini kaçırır.
Orucun hürmetine dokunan cezasını
çeker
Ramazan ayı kadar tutulan
orucun da dokunulmazlı ı, say-
gınlı ı ve hürmeti vardır. Bu
dokunulmazlı ı ihlal eden ya
misliyle veya daha fazlasıyla ce-
zaya çarptırılır. Beslenme veya
tedavi olma amacı ta ımadan
vücuda giren eyler veya gıda
ve ilacı er’an mazeret sayılan
durumlarda almak orucu bo-
zar ve kazayı gerektirir. Fakat
gıda maddesini ve ilacı er’i bir
özür olmadan, oruçlu oldu unu
bilerek ve kasten almak orucu
bozar. Böyle bir davranı için-
de olmak Ramazan’ın dokunul-
mazlı ını ihlal anlamına geldi i
için Hz. Peygamber (s.a.v) bun-
ların keffâret ödemelerine hük-
metmi tir.
Oruç tutmak veya tutmamak ki ilerin keyfinebırakılmamı tır
Ramazan orucunu tutmak
veya tutmamak için ki ilerin
tercihine de il dinin bu konu-
daki emir ve prensiplerine ba-
kılır. Dinen de kabul edilen bel-
li mazeretleri olanlar oruçlarını
ya erteler veya onu telafi etmek
için fidye verirler. Fakat dinen
ve tıbben geçerli bir mazereti
olmayan müminin canı isteme-
di i için veya sıradan bahane-
lerle orucunu yemesi asla caiz
olmadı ı gibi, müminlik özelli-
ine aykırı bir davranı tır. Bu
duruma dü enler Allah’a ver-
dikleri söze aykırı davrandık-
ları için büyük günah i lemi
olurlar.
Ramazan’ın bereketi, Kur’an tilaveti,
teravih namazlarıve fıtır sadakasıyla
tamamlanır
Ramazan ayında mümin me-
leklerin derecesini bile geçecek
bir ibadet iklimine girer. Çün-
kü mümin gündüz sâim gece
kâim (gündüz oruçlu gece na-
mazda) olma özelli ini yakala-
mı olur. Gündüz tutulan oruç,
okunan hatim ve mukabeleler-
le bereketlenirken, gece kılınan
teravih namazıyla bir kat daha
bereketlenmi olur. Dini ken-
disinden ö rendi imiz sevgi-
li Peygamberimiz Ramazan’ını
bu yollarla bereketlendirmi ve
bu yönüyle de ümmetine en gü-
zel örnek olmu tur. Bu ibadet
iklimiyle yo rulan mümin bay-
rama günahlarından arınmı ,
yeniden nefis e itimi almı ve
kalbinin pasını silmi olarak çı-
kar. Ramazan ayının sonuna bu
ekilde yeti en mümin orucu-
nun kabulüne yardımcı olması
için fakirlere fıtır sadakası yani
fitre verir. Onların da bayrama
sevinçli olarak girmesine vesile
oldu u için ayrıca sevap kaza-
nır. Nitekim bn Abbas’ın nak-
letti ine göre: “Hz. Peygamber
(s.a.v), oruçluları (sarf ettikle-
ri) gereksiz ve çirkin sözlerden
arındırmak ve yoksullara yiye-
cek sa lamak için fitreyi farz
kılmı tır. Fitreyi kim namaz-
dan önce öderse, bu makbul bir
zekât, kim de namazdan son-
ra öderse, herhangi bir sadaka
olur”(Buharî, “Zekât”, 70, 71,
77; Müslim, “Zekât”, 12, 13, 16
* Prof. Dr.
Dü ünceehri KARACO KUN
ANNE VE EŞ OLARAK
KadıNA ustos 200922
23
Hiç üphesiz kadının kendi birey-
selli i, yaratılı ı ve misyonu iti-
bariyle, en ayırt edici vasfı an-
neliktir. Kadının birey olarak, e olarak ve sosyal
hayatın farklı alanlarında etkinlik göstererek ye-
rine getirdi i sorumluluk ve görevleri ne kadar
güzel, ne kadar önemli ve de erli olursa olsun, hiç
biri bir kadını bir insana anne olmak kadar saygın
ve de erli kılamaz. Annelik kadını ikincil bir var-
lık de il, tam aksine yüklendi i bu manevî i lev
nedeniyle daha saygıde er ve de erli kılar. An-
cak ailede kadının anne olması yanında, erkek de
baba rolünü üstlenir. Yani birinin di eri üzerinde
egemenlik kurması ve onu baskılaması için hiçbir
dinî dayanak olamaz. Nitekim her erke in de say-
gı duydu u ve kıymet verdi i bir annesi vardır.
Hatta anneli in saygın ve kutsal
kabul edilmesi, en ilkel toplum-
lardan en geli mi ine kadar her
toplum için geçerlidir. Ama hiç-
bir inanç sistemi, kültür yahut
medeniyet, kadını annelik göre-
vi nedeniyle, cenneti ayaklarının
altında ta ıyan bir varlık olarak
tanımlayacak kadar ona de er ve
saygınlık verememi tir. Dü üne-
biliyor musunuz, bir Müslüman
için dünyada en önemli amaç olan Allah’ın rıza-
sını kazanarak cennete gidebilmenin yolu, an-
nelere de er vererek onların sevgisini ve rızasını
kazanmadan geçmektedir. Nitekim slâm inan-
cında, Allah’ın rızası için anne-babanın rızası art
ko ulacak kadar anne olarak kadına ve sonra da
baba olarak erke e de er verilmi tir. Yani anne-
sinin gönlünü kazanıp, duasını almayan ki i cen-
nete gidemez. Böyle iken, annelik gibi bir gücün,
yani cennete gitmenin yolunun annelerin elinde
oldu unu ifade eden bir peygamberi olan slâm
dininin, kadına verdi i de eri tartı mak ne kadar
abes gözükmektedir. Ama kimi art niyetli ve pe-
in hükümlü yakla ımlar, slâm’da kadına de er
verilmedi i gibi temelsiz görü lerle yüce dinimize
kar ı bir ele tiri yaparak, güya inancımıza zarar
verme giri imlerini tarih boyunca hep devam et-
tirdikleri için, biz de dinimizin gerçeklerini ve ka-
dına verdi i de eri anlatmaya devam edece iz.
Bu konuda oldu u gibi, her konuda bu den-
geyi korumayı ilke edinen yüce dinimiz, ne ca-
hiliye toplumlarında ve maalesef günümüze ka-
dar devam eden kimi geleneksel anlayı lardaki
gibi, kadını ikinci sınıf varlık, ne de kadını yücel-
tip de erli kılarken, erke i de ersiz ve geri plan-
da tutar. Kur’an-ı Kerim’de geçen, konuyla ilgili
ayetlerde bir anne olarak kadının de eri vurgu-
lanırken, erkeklerin de bir baba olarak de erli ve
önemli oldukları üzerinde de durulur. Örne in,
“Anne-babanıza, onlardan birisi yahut her ikisi
ya landı ında “öf” bile demeyin…”1 ayetinde ay-
rım yapılmaksızın çocukların her ikisini de sevip
saymaları gerekti i belirtilir. Bu konuda hadisler
de mevcuttur. Ancak konumuz açısından kadının
anne rolü üzerinde daha fazla durmaktayız.
“Annelik kadını ikincil bir varlık de il, tam aksine yüklendi imanevî i lev nedeniyle daha saygıde er ve de erli kılar. Ancak
ailede kadının anne olması yanında, erkek de baba rolünü üstlenir. Yani birinin di eri üzerinde egemenlik kurması ve onu
baskılaması için hiçbir dinî dayanak olamaz.”
A ustos 200924
Hiç üphesiz anneli in bu derece önemli ol-
ması, sadece annenin çocu u dokuz ay karnın-
da ta ıyıp, me akkatlerle do urması, özellikle be-
beklik döneminde neredeyse zamanının ço unu
ona ayırarak uykusuz geceler geçirmesi vb. nede-
niyle de ildir. Bunlar ve benzerleri elbette bir ka-
dını, bir anneyi son derece saygın ve de erli kıl-
maya yeter. Ama annelik misyonu, çocuk e itim
ça ına geldi i dönemlerde de devam eder. Anne
olmak, çocukları fizikî bakımdan hayat görevini
yerine getirebilecek ekilde yeti tirmenin yanın-
da, onlara Yüce Yaratıcı’nın sevgi ve merhameti-
ni, do ru ve sa duyulu davranı ları ö retebilmek
ve erdemli, ahlâklı, iyi ile kötüyü, do ru ile yanlı ı
ayırt edebilecek bir karaktere sahip kılabilmektir.2
Dolayısıyla çocuklar, ilk ve temel e itimlerini ai-
lede ve özellikle anneden alır-
lar. Anneler çocuklarını bir
yandan besleyip büyütmeye,
ihtiyaçlarını gidermeye u -
ra ırken, di er yandan onla-
ra hayatı ö retirler. Yani an-
nelik, kendi içinde, di er bir
kutsal görev kabul edilen ö -
retmenlik anlamını da ku a-
tır. Okul öncesi dönemde, ço-
cu un ö reticisi anne olup,
okul döneminde de, çocu un
yine destekçisi olur. Çocu u-
na aileyi kutsal bir çatı olarak
algılatıp, ailesine, okul ve ö -
retmenlerine, içinde ya adı ı
topluma kar ı sorumlulukla-
rını ö reten temelde anne ve
bu konularda annenin yardımcısı olan, olması ge-
reken babalardır.
O halde kadınlar, slâm inancına göre, cenneti
ayaklarının altında ta ıyan ve çocuklarına, dinini
ve ahlâkını ö reterek cehennemden koruyan an-
neler olarak, toplumların saygın, de erli ve vaz-
geçilmez temel unsurlarıdır.
E Olarak Kadın
Aile, temelde e ler ve çocuklardan olu ur.
Özellikle e ler arasındaki sevgi ve saygıya daya-
lı i bölümü ve yardımla ma, aileyi sa lıklı ve sü-
rekli kılar. Bu çerçevede slâm’a göre ailenin reis-
li i ve yönetimi babaya verilmi ken, e inden ise,
bu i inde e ine yardımcı ve anlayı lı olması is-
tenmi tir. Yani kadın bir e olarak e ine, özellik-
le aileyle ilgili konu ve kararlarda bir yardımcı ve
destektir. Buradan anla ılaca ı üzere erke in aile
reisi olması, ona aileyle ilgili sınırsız ve sorumsuz
tasarrufta bulunma yetkisi vermeyip, e inin de
dü üncelerini önemseyip dikkate alarak kararlar
geli tirmesini gerekli kılmaktadır. Kadın bir e
olarak ailenin temelini olu turan önemli bir da-
yanak, önemli bir güç kayna ıdır. Hatta ataları-
mızın söyledi i gibi “Yuvayı yapan di i ku tur.”
Yani aile denilince akla, erkekten önce kadın ge-
lir.
Kadının aile için, dola-
yısıyla ailelerden olu an
toplum yapısı için bunca
önemli olması, bir e olarak
ona önemli sorumluluklar
da yükler. Özellikle çocuk-
ların yeti mesi konusunda,
ailesinin iffetini koruma ve
kocasına sevgi ve saygı gös-
termesi hususlarında dik-
katli olmalıdır. Özellikle e i
görevlerini yapmaya gayret
ederek ailesine helâl rızık
temin etmek için u ra ıyor,
çalı ma saatleri elverdi in-
ce e i ve çocuklarıyla ilgile-
nip yardımcı oluyor ve on-
lardan sevgi ve saygısını eksik etmiyorsa, kadına
dü en de onun yardımcı ve destekçisi olmak, olur
olmaz konularda e ini üzmemektir. Tabi bu ekil-
de davranan bir hanıma kar ı, e i de onun yar-
dımcısı ve destekçisi olmalıdır. Özellikle slâm’ın
gereklerini ya ama ve çocuklara kazandırma nok-
tasında her iki e de sorumlu olup, birbirlerine
destek olmak zorundadır. Kur’an-ı Kerim’de bu
konuda öyle buyrulur: “Mümin erkekler ve mü-
min kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiyi em-
reder kötülükten alıkoyarlar; namaz kılarlar,
zekât verirler, Allah’a ve Resulü’ne itaat ederler.
te onlara Allah rahmet edecektir.”3
1 17/ sra Suresi, 23.2 Paul Conloer, Annelik Sanatı, Denge Yayınları, Basım yeri yok, 1995, s. 11.3 9/Tevbe Suresi, 71.4 Tarhan, a.g.e., s. 210.
Dipnot
25
Yine Kur’an-ı Kerim, e lerin birbirleri hak-
kında sevgi ve efkat beslemelerine vesile olması
için, Allah’ın iki cinsi yarattı ını belirtmektedir.
te, iki cinsin evlenerek me ru sınırlar içerisin-
de bir araya gelmesi, sadece sevgi ve efkatle olur.
Bu ba lamda, belki de en çok kadın bu sevgiyi ya-
atacak bir e olarak kocasını mutlu edecek ve ço-
cuklarının sa lıklı, imanlı ve huzurlu olmalarına
temel kaynaklık olu turacaktır. Ancak sorum-
luluk duygusuna dayalı ve “ben” de il “biz” an-
layı ını esas alan bu do rultudaki bir birliktelik,
sa lıklı bir evlili i do urur. Öyle ki kadın, e ine
ve çocuklarına yani ailesine sevgisini ve eme ini
tüm cömertlik ve fedakârlı ı ile verirken, kendisi-
ne de er verilerek takdir edilmeyi bekler. Elbet-
te erkekler de aynı ihtiyacı duyarlar; ama bel-
ki kadınlar daha duygusal olmaları nedeniyle,
bu konularda daha hassastırlar. En güzeli, e le-
rin birbirine destek olarak birbirlerinin ihtiyaç ve
duygularını anlamaya çalı malarıdır. Çünkü evli-
lik, sadece aynı ortamı payla mak de il, aynı duy-
guları da payla maktır.4
Di er bir konu da kadının erkekler için cazi-
be kayna ı olmasıdır. Yüce dinimiz bu açıdan ka-
dınların, dünyanın çekici kılınan alımlı varlıkları
olduklarını belirtir. Mümin erke e dü en, Allah’a
kulluk ekseninde, esas olanın Allah’ı sevmek ve
O’na daha güzel kulluk için kadınların da sevile-
rek birlikte Allah’ın sevgisine ula mak oldu u-
nu unutmamaktır. Yani kadınlarla me ru sınırlar
içinde sevgi ve saygıyla birliktelik demek olan ev-
lilik yapılmaktan özellikle kaçınılmaz ve e er den-
ge gözetilip kadın iki kutuptan birinde görülmez,
yani ne a a ılanır ne de yüceltilirse bu do ru ve
slâmî bir davranı olur. Bunun ötesinde kadını
e olarak kabul edip ona de er vermemek, üze-
rinde baskı kurmak, kendi a ırı kıskançlı ını din
öyle istiyormu gibi göstererek kadın üzerinde
baskıya dönü türmek, hatta daha ileriye giderek
kadına iddet uygulamak asla dinimizin onayla-
yaca ı davranı lar olamaz.
Sonuç olarak kadın bir e olarak, en az koca-
sı kadar zorluk ve me akkatler gö üsleyen ailenin
temelidir. Sevgiyi en çok veren ve en çok sevilme-
yi hak edendir. Kendisine iddet uygulanmasını
dinin ve insanlı ın onaylamadı ı sırf Allah’ın ya-
rattı ı ve de erli kıldı ı bir insan olarak en az er-
kek kadar saygın bir varlık ve ailenin hak ve so-
rumluluklarda e it, sevgide ise daha cömert olan
kadın, erkekler için hayatı kolayla tıran ve hakla-
rı gözetilirse Allah’a yakla tıran e lerdir.
“Hiç üphesiz anneli in
bu derece önemli olması,
sadece annenin çocu u
dokuz ay karnında
ta ıyıp, me akkatlerle
do urması, özellikle
bebeklik döneminde
neredeyse zamanının
ço unu ona ayırarak
uykusuz geceler
geçirmesi vb. nedeniyle
de ildir.”
HÜSN Ü AŞK’TAPOETİKA VE ŞİİR ELEŞTİRİSİ
EdebiyatVedat Ali TOK
A ustos 200926
27
XVIII. asırda Klâsik Türk
Edebiyatı’nın son büyük tem-
silcisi sayılan eyh Gâlip’in
Hüsn ü A k’ı yalnız Türk Edebiyatı’nın de il, iir
vâdisinde dünya edebiyatının da numune-i imti-
sallarından sayılmaktadır. Çünkü bu eser klâsik
bir a k mesnevisinden öte de erler ta ımakta-
dır. Hüsn ü A k; edebî, tasavvufî, sosyal, hatta
siyasal hususlara getirdi i tenkidlerle de dikkat
çekmektedir.1
Hüsn ü A k, eski iirde tenkid yoktur, hükmü-
nü verenlerin, aslında konunun ne kadar câhili
oldu una mü ahhas bir cevaptır. unu ba tan be-
lirtelim ki sadece eyh Gâlip de il, onun gibi ii-
rin zirvelerine tırmanmı büyük airlerin birço u,
iirle ilgili poetik görü lerini hiç olmazsa eserleri-
nin satır aralarına serpi tirmi ve do rusu kendi
zamanlarını da a an tespitleriyle airlik mesle i-
ne ve iire geni açılımlar getirmi lerdir.
eyh Gâlip, Hüsn ü A k’ında zaman zaman sö-
zün güzelli i, ifadenin etkileyicili i ve iirin kud-
reti ile airlerin durumları hakkında ele tirel yak-
la ımlarda bulunur. Zaten ara tırıcılar, onun
eseri için tasavvufa farklı bir boyut getirmedi ini,
bunu kendisinin de ifade etti ini söylerler. Çal-
dımsa da mîri malı çaldım, diyerek Mevlâna’dan
ve onun Mesnevi’sinden açıkça etkilendi ini, hat-
ta Mevlâna’nın görü lerini iktibas etti ini ve ese-
rinin esrarını da ondan aldı ını itiraf eden eyh
Gâlip’in eserini, canlı hayat tasvirleri, airlik ve
iir incisini bulma iddiası orijinal kılıyor.
iir incisini bulabilmek için engin deryalara
dalınması gerekti ini ve bunu kendisinin yaptı ı-
nı söyleyecek kadar kendine güvenen, iddialı bir
air eyh Galip. Kendinden önce gelen airleri ra-
hatça ve nesnel diyebilece imiz ölçülerde tenkid
edebiliyor; zamanın iirleri ve airleri hakkında
çekinmeden rahat hükümler verebiliyor. Kendi
iiri ile ilgili olarak Hüsn ü A k’ta:
Tarz-ı selefe tekaddüm etdim
Bir ba ka lûgat tekellüm etdim
Yahut:
Zannetme ki öyle böyle bir söz
Gel sen dahi söyle böyle bir söz
gibi, Dîvan iirinin gelene inde olan fahriyele-
re çokça rastlanır. Fakat bu fahriyelerde bile sa-
nat ve estetik miyarını ön plânda tutar: “Adam
( air) ona denir ki, sanat ve edebiyattan anlayan-
lara yepyeni ufuklar açsın; sözü aklına geldi i gibi
de il de onu nice tecrübelerle olgunla tırdıktan
sonra söylesin. Ama ben bunu kime anlatayım?
Ke ke ben de o kadar basit söylemeyi becerebil-
seydim (!)” sözleri onun basitlikten uzak oldu u-
nun göstergesidir.
iirden anlayan gerçek münekkidlerin aire
yeni ufuklar açaca ının uurundadır eyh Gâlip:
Bir ehl-i sühân ki ede tahsîn
Bin çarh de er o beyt-i rengîn
( iirden anlayan birinin takdir etti i güzel ve
renkli bir beyit, bin dünyaya bedeldir.) Tabi ki
burada iirden anlayanların takdirinden bahse-
diliyor; yoksa sıradan insanların âferinleri an-
cak aptalları, ahmakları memnun eder. Nitekim
air bir sonraki beytinde “Elimdeki kalem her za-
man bana öyle der: Halkın be enisi benim için
bir felâkettir.” Burada halk sözünden maksat iir-
den anlamayanlardır.
Gûyâ ki o âir-i yegâneGelmi bu kitâb için cihâne
Ziyâ Pa a
A ustos 200928
Günümüzde halkın seviyesine inmek, gibi
anlamsız bir sloganla hâlâ kar ıla ılırken eyh
Gâlip, halkın seviyesinin yükseltilmesinde air-
lerin, âlimlerin rollerine dikkat çeker. Halkın se-
viyesine inece im, kaygısını güden sanatkâr aynı
zamanda kendini de köreltir… öyle diyor Gâlip:
“ airin, i i gücü insanların zihinlerini yormama-
ya çalı mak ve herkesin anlayabilece i sözler söy-
lemek olunca, elbette hayali kısırla ır ve dili de
mânâca fakirle ir. Ama her hâlükârda airlik ka-
biliyeti bellidir ve Allah’ın sana ba ı ladı ı eyler
meydandadır. airlikte üstün kabiliyeti olan ve
mânâdan anlayan biri, hırsızı padi aha hiç e tu-
tabilir mi…”
eyh Gâlip’in airler ve iir hakkındaki görü -
leri günümüzdeki edebî tenkid anlayı ı açısından
da önemlidir. Bakınız onun poetik anlayı ında
nasıl bir air ve iir var:
Gâlip’e göre air, gönül ehli olmalı. air, iyi
huylu ve yumu ak tabiat sahibi olmak demektir:
âir deme ehl-i dil demektir
Ho me reb ü mu’tedil demektir
Yoksa bir alay rezil, vesveseci eytanın artı ı
ile geçinen a a ılık insan güzel iir kadehini içe-
bilir ve gönül vahyine â ina olabilir mi?:
Yoksa bir alay erâzil-i nâs
Pes mânde hor-ı nevâl-i vesvâs
Peymâne-ke -i edâ olur mu
Vahy-i dile â nâ olur mu
eyh Gâlip, tıpkı Fuzûlî gibi dü ünerek dert
çekmeyenin air olamayaca ını söyler. Yani çile
çekmeden air olunamaz. airlik için yanıp yakıl-
mak ve dert gerekir; dert ve belâ onun ayrılmaz
parçasıdır:
âirli e sûz u derd lâzım
Endûh u belâ olur mülâzım
eyh Gâlip, sevgilide fizikî güzelli in ötelerin-
de güzellikler arayan bir airdir. Bu yüzden gerçek
airi, yüz güzelli ine ve duda a tenezzül etmeyen
yüce bir varlık olarak görür ve böyle airlerin de
iir vâdisinde nadîde gülleri derebilece i-
ne i aret eder:
Rûy u lebe etmeyip tenezzül
Açsın çemeni görülmedik gül
Gerçek air, boyutlarla sınırlı de ildir.
Onun hayal ahini her yolda ve yoku ta
uçar durur ve iir ceylanını böylece yaka-
lar; air hayâlin uçurumlarla dolu geçidine
girdi inde, dedikodu devine çarpılmaz:
Her râhda eyleyip tekâpû
âhin-i hayâli ala âhû
Girdikde girîve-i hayâle
Çarpılmaya dîv-i kîl ü kâle
eyh Gâlip, Hüsn ü A k isimli mesnevisinin
“Der Beyân-ı Mâhiyet-i âirî” bölümünde air
ve iir hakkındaki görü lerini uzun uzun anlatır.
Bundan sonraki görü lerini de sadece nesir diliy-
le aktaralım:
“ airin kalemi, bilgi ve marifet bahisleri açıldı-
ı zaman da yazacak kabiliyete sahip olabilmeli-
dir. Gerçek air, dü ünce arabının denizine dal-
dı ı zaman eli bo çıkmayan, incilerle dolandır.
nci dedi imiz ka ve göz kelimelerinin (basit bir
ekilde) bir araya getirilmesinden hâsıl olan söz
de ildir. Süslü, fakat içi bo kelimeleri bir ara-
ya getirerek iir yazdı ını sananlar, bir yumurta
yumurtlamak için kıyametler koparan amatacı
tavuklar gibidir. Böyle airlerin iirlerinde kul-
landıkları ço u Arapça ve anlamı bilinmeyen ke-
limeler de ba tanba a kaba ve a ır sözlerdir.”
“Günümüzde halkın seviyesine inmek, gibi
anlamsız bir sloganla hâlâ kar ıla ılırken eyh
Gâlip, halkın seviyesinin yükseltilmesinde airlerin,
âlimlerin rollerine dikkat çeker.”
29
eyh Gâlip, iirde kelimelerin rast gele sırala-
nı ını da tenkid eder, onların mutlaka estetik bir
sanatla bir araya getirilmesi gerekti ini söyler.
Kelimeleri rastgele sıralayan airleri alaylı bir e-
kilde tasvir eder:
Bak bak ne güzel edâ-yı îrîn
Gül-bûse yanında lâ’l-i nû în
Cem’iyyete kıl u sözde dikkat
Gîsû-yı siyâh âm-ı gurbet
Hançer burada zihî nezâket
Ebrûsuna eylemi i âret
(Bak bak ne güzel, ne tatlı edalı (!) bir söyle-
yi . Gül-öpücük yanında lâl renkli tatlı dudak…
u sözdeki mânâ çe itlili ine (!) dikkat et. Omuza
dü en siyah saçlar, gurbet ak amına benzer. Bu-
radaki hançer sözü ne de ince bir ekilde (!) ka ı-
na i âret ediyor.)
eyh Gâlip, Klâsik Edebiyat’taki mazmunla-
rın herkes tarafından sık sık kullanılmasının i-
ire yeni bir boyut ve güzellik getirmedi ini ifade
ederken, gerçek airden beklentilerin farklı oldu-
unu u sözlerle ifade eder: “Gerçi bu da epeyce
bir hünerdir, ama söz yine ba ka eydir. Temiz
me repli, rint bir air bu duruma uygun olarak
u sözü söylemi tir: “A ızlarda çokça çi nenmi
edaya ve önceden defalarca söylenmi söze tenez-
zül etme!(Biz) nazlı, ince bir üslûba dü kün ol-
du umuz için, ancak taze eda ile söylenmi söze
razı oluruz. Yoksa ne nazikli i ve ne de mazmunu
üstünlük davası ile doldurmak iire güzellik sa -
lar.”
Bütün bu tenkidlerden sonra eyh Gâlip, oku-
yucuya der ki:
Nazm içre olur mu ilm ile lâf
Ya söylemeyim mi eyle insâf
( imdi diyeceksiniz ki, iirin içinde ilim ile il-
gili sözler mi söylenir; peki, insaf eyle, hiç konu -
mayayım mı yani?)
eyh Gâlip’in bu söyleyi i Fuzûlî’nin de iirin
ilimden hâlî olamayaca ı beyanındaki sözlerini
destekler niteliktedir. Ne diyordu Fuzûlî: “ limsiz
iir temelsiz duvara benzer, temeli olmayan bina-
nın da yıkılması gâyet kolaydır.”
eyh Gâlip, sanatta güzelli in her millete göre
de i ti ini söyler. Yani ba ka milletlere göre gü-
zel olan, bize göre çirkin gelebilir. Bu bakımdan
sanat millî özellikler arz eder. Sanatta millîli i sa-
vunan Gâlip, kendinden önceki asırda ya ayan
Urfalı Nâbî’yi tenkid etti i beyitlerinde –ki bilin-
di i gibi Hüsn ü A k, Nâbî’nin Hayrâbâd isim-
li mesnevisinin revaçta tutulmasına tepki olarak,
ondan üstün eserler çıkabilece ini göstermek için
yazılmı tır- Türk iirinde müstehcen ifadelere yer
verilmesinin, bu milletin örf ve ahlâkıyla ba da -
mayaca ını söylerken; açık saçık tasvirlerle dolu
iirlerin Acem iirinde normal kar ılanabildi i-
ni çünkü onların ahlâkî kaygılarının olmadı ını
söyler. Hayrâbâd’ı tenkid ederken öyle der eyh
Gâlip:
“Bir iki ho ça tabir buldum diye cinsî müna-
sebeti tarif etmeye kalkı mak erlik midir? E er
denilirse ki büyük air Nizâmî de bu yola gitmi .
(Ben de derim ki) Onunki Acem tarzıdır, ona a-
ılmaz. Çünkü Acem rintleri pek fazla edep erkân
gözetmezler. Onların her davranı ına uymanın ne
anlamı var? Caiz olsa bile, bu kadar a ırıya gitme-
nin gere i ne? Ayrıca unu da söylemeliyim ki; o
söz sanatkârı (!) kalemini bo u bo una sıkıntılara
sokmu , baldırı çıplak bir hırsızı âdeta Mansur’la
bir tutmak istiyor...”
Hüsn ü A k airi eyh Gâlip, mesnevisinin çe-
itli bölümlerinde fırsat dü tükçe air ve iir hak-
kındaki dü üncelerini sıralar. Hüsn ü A k’taki iir
görü leri ba lı ba ına bir kitap olabilecek kıymet
ve kesafette olup, biz bu muhtasar yazıyla konuya
ilgi duyanlara sadece küçük bir ı ık tutmak iste-
dik. n allah yapılacak ayrıntılı ve bereketli ara -
tırmalarla, dünya çapındaki bu airimizin hakîkî
kıymeti daha da belirginle ecektir.
1 Eserin muhtevası için, Prof. Dr. Muhammet Nur Do an’ın nesre çevirerek notlar ve açıklamalarla destekledi i Hüsn ü A k adlı incelemesine bakılmalıdır: eyh Galib Hüsn ü A k (Nesre Çeviri Notlar ve Açıklamalar), Hazırlayan: Prof. Dr. Muhammet Nur Do an, Yelkenli Yayınları, stanbul 2006.
Dipnot
A ustos 200930
CÖMERTLİKTE
YARIŞCenab-ı Hakk’ın kerem ve ihsanının
sonsuz oldu u Ramazan ayı, Pey-
gamberimiz (s.a.v.)’in efaatini uman
Müslümanlar için cömertlikte yarı ayıdır. Onlar
için Ramazan-ı erif; Allah’ın kendilerine ema-
net olarak verdi i maldan fakir ve muhtaç durum-
da olanlara infak mevsimidir. Bu konuda Cenab-ı
Hakk bir ayet-i celîlede öyle buyurmaktadır:
“Onların mallarında (ihtiyacından dolayı) is-
teyen ve (iffeti istemesine engel olan) yoksulun
hakkı vardır. “1 Bu ayet-i kerimede belirtildi i
üzere slâm, ihtiyaç sahibi ve güçsüzlere yardım
elini uzatmayı malî durumu iyi olan Müslüman-
lara bir görev olarak vermi tir.
Her zaman yapmamız gereken Allah yolun-
Edebiyat Musa TEKTA
31
da yapılan harcama i ine Ramazan ayında se-
vab kat kat verilir. Ayrıca fakir, yoksul ki ilere bu
ayda yardım etmekle onların da Ramazan’ın be-
reket ve feyzinden daha çok istifade etmesi-
ni temin etmi oluruz. bni Abbas (r.a.) öyle
der: “Resûlullah (s.a.v.) halkın en cömerdi idi.
En cömert oldu u zaman da Ramazan ayıydı
ki bu ay Cibril (a.s) kendisine çok gelirdi. Cib-
ril Ramazan’ın her gecesinde Resûlullah’a ge-
lir kendisi ile Kur’an-ı Kerim’i mukabele ederdi.
Bundan dolayı Resûlullah (s.a.v) bu ayda çok-
ça hayır yapmakta hiçbir engele u ramayan
rüzgârdan daha cömertti.”2 Di er bir hadis-i e-
rifte Cabir (r.a): “Resûlullah (s.a.v.) kendisinden
bir ey istendi inde yok dedi i olmamı tır.”3 der.
Böyle cömert ve kerem sahibi olan bir peygambe-
re ümmet olan Müslümanlara da cömert olmak
yakı ır. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazret-
leri bir hutbelerinde öyle buyurur:
“Aziz cemaat! Hazret-i Peygamber sallal-
lahu aleyhi vessellem Efendi-
miz, muhtaç, zayıf ve fukaraya
yardımı sever, nerede yardıma
muhtaç kimse olursa onun yar-
dımına ko ar, ashabına bu hu-
susta emirler verirdi. yilikse-
ver sehî ve cömert idi. Her türlü
tehlike kar ısında; fevkalâde ce-
sarete sahip, do ru sözlü, ashap
ve ehl-i beyti arasında adaletle
muamele etmeyi sever, hiç kim-
seyi incitmezdi. Kimse hakkında kötü söylemez
ve kötü zanda bulunmazdı. Hasbe’l-be er sadır
olan kusurlardan dolayı kimsenin yüz karasını
yüzüne vurmaz, ancak bir daha böyle kötü i ler
yapılmamasını isim zikretmeksizin emir buyu-
rurdu.” 4
Yüce dinimiz, yardımla maya büyük önem
verir Müslümanların birbirleriyle ilgilenmeleri-
ni sevinç ve kederlerini payla malarını emreder.
Bir hadis-i erifte Peygamberimiz (s.a.v.) “Müslü-
manları önemsemeyen ve onlarla ilgilenmeyen
mü’minlerden de ildir.”5 buyurur. Bu hadis-i e-
rifte belirtildi i üzere gerçek Müslüman muhtaç-
lara yardım eden, keder ve ıstıraplarını dindirme-
ye çalı an ki idir. Fertleri birbirinden kopmu ,
bencil duyguların hâkim oldu u, kar ılıklı sev-
gi ve saygının olmadı ı bir toplum, Müslümanlar
için örnek bir toplum de ildir.
nsanın bir anı di erine benzemez. Bu gün
zengin olan yarın fakir olabilir. Bu gün güçlü olan
yarın güçsüz duruma dü ebilir. Ayrıca insan-
lar akıl, zekâ, maddî güç ve yetenek bakımından
farklı olarak yaratılmı lardır. slâm, insanın bu
farklı durumlarını göz önünde bulundurarak on-
ları kayna tırıcı birle tirici prensipler getirmi tir.
slâm’ın dünya ve ahirette mutlu bir toplum mey-
dana getirmek için ortaya koydu u önemli faktör-
lerden biri de maddî durumu iyi olanların fakir
olanlara yardımcı olmalarıdır. Buna i aret eden
bir ayet-i kerime de mealen öyle buyrulmakta-
dır: “Her hangi birinize ölüm gelip de (Rabbim
beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sada-
ka verip iyilerden olsam) demesinden önce size
verdi imiz rızıktan harcayın.”6
Her varlıklı ki i ileriye dönük yatırımlar yap-
mak ister, bu normal bir eydir. Ancak yatırım-
ların en güzeli Allah yolunda yapılan yatırım-
dır. Çünkü bu tür bir yatırımın çalınma, deprem,
yangın gibi felaketlerle yok olması söz konusu de-
ildir. Cenab-ı Hak tarafından kar ılı ı kat kat
verilecektir. Bu konuda Yüce Rabbimiz öyle bu-
yurur: “Allah yolunda ne harcarsanız Allah onun
yerine (daha iyisini) verir. O, rızık verenlerin en
hayırlısıdır.”7
Hulûsi Efendi Hazretleri bir hutbelerinde, Hz.
Ali (r.a)’nin mahdûmu mükerremleri Hz. Hasan
(r.a)’a nasihatlerinden bize misaller verir, ö üt-
lerini aktarır:
“ nsanın bir anı di erine benzemez. Bu gün zengin olan yarın fakir olabilir. Bu gün güçlü olan yarın güçsüz duruma
dü ebilir. Ayrıca insanlar akıl, zekâ, maddî güç ve yetenek bakımından farklı olarak yaratılmı lardır. slâm, insanın bu
farklı durumlarını göz önünde bulundurarak onları kayna tırıcıbirle tirici prensipler getirmi tir.”
A ustos 200932
“Nefsini karde li e kat’i rahm etti inde sıla-i
rahme, yüz çevirdi inde lutfa, pintili inden cö-
mertli e, uzakla tı ında yakınlı a, iddetlendi-
inde yumu ama a, suç i ledi inde itidala sevk
et.
Öyle ki; sanki sen onun kölesi o senin veli-
nîmetin imi (gibi davran). Sakın bir hareketi
yersiz olarak yapma. Dostunun dü manını dost
edinme ki, dostuna dü manlık etmi olursun.
Kin ve kızgınlı ı hazmet çünkü ben, sonu bundan
daha tatlı, daha leziz bir lokma görmedim.”8
Allah yolunda yaptı ımız harcamaların seva-
bını kazanmamızın artı, ise gösteri karı tırma-
mak iyilik yaptı ımız kimseyi küçümsememek ve
ba a kakmamaktır. yilikte bulundu umuz kim-
seyi hor görmek ahsiyetini rencide edici davra-
nı larda bulunmak ve riya karı tırmak sevap ye-
rine günah getirir. Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim
bu hususu öyle açıklar:
“Ey iman edenler malını gösteri için hayra
veren gerçekte Allah’a ve ahiret gününe inanma-
yan kimseler gibi ba a kakmak ve eziyet etmek
suretiyle yaptı ınız hayırlarınızı iptal etmeyin
böylesinin durumu üzerinde biraz toprak bu-
lunan kayaya benzer. Sa anak ya an bir ya -
mur isabet eder de onu sert kaya haline getiri-
verir (topra ı gider kaya kalır). Yaptıklarını bu
ekilde Allah için yapmayanlar kazandıkların-
dan hiç bir eyi tutma a muktedir olamazlar.
Allah nankör kimselere do ru yolu göstermez.”9
Bu ilahi emirleri yerine getirerek rahmet ve ma -
firet sofrası olan Ramazan ayını gere i gibi de er-
lendirelim. Allah ve Resûlünün verdikleri müjde-
lere nail olalım.
Allah yolunda yaptı ımız harcamalarla malı-
mız noksanla maz. Aksine artar ve bereketlenir.
Bu konuda Resûlullah (s.a.v.) öyle buyurur: “Sa-
daka malı noksanla tırmaz. Allah bir kulun af-
fetme (huyunu) artırırsa mutlaka onun izzet ve
erefîni de artırır. Allah kendisi için tevâzu gös-
teren bir ki iyi de mutlaka yüceltir.” 10 Etrafın-
daki fakir ve güçsüzleri görüp gözeten varlıklı bir
Müslüman mesut ve huzurludur. Cimri, pinti olan
ki i de bedbahttır. Resûlullah öyle buyuruyor:
“Zulümden sakınınız zira zulüm kıyamet günü
(sahibini saran) karanlıklar olacaktır. Cimrilik-
ten de sakınınız. Çünkü cimrilik sizden öncekile-
ri, haramı helal saymak ve birbirlerinin kanını
akıtmak suretiyle helâk etti.” 11
Bir ba ka hadisi erifte ise Resûlullah (s.a.v.):
“Kulların sabahladı ı hiçbir gün yoktur ki, iki
melek inip de biri, Allah’ım! Hayır yolunda har-
cayana bedelini ver, di eri de Allah’ım malını
hayra sarfetmeyip tutana telef ver, demesin.”12
buyuruyor.
Ramazan Dostlukları Ö retir
Sevgilerin, dostlukların üphe ile kar ılandı-
ı, insanın sahip oldu u de er hükümleriyle de il
de onun elbisesi mesabesinde olan ârızî kıymet-
lerle ölçüldü ü günümüzde, dinî ho görüyle yar-
dımla maya ne kadar çok ihtiyaç vardır. Cemiyet
hesabına fedakârlık ve feragat günleri sayılan Ra-
mazan, bizlere sevgilerin, dostlukların dünyalık
de erlere de il, dinî temellere dayanmasını ö -
reten bir aydır. Çünkü cihan ümul rahmetin mü-
messili olan Peygamberimiz bu ayda pek cömert
davranırdı. O, hayırhahlıkta, herhangi bir engele
çarpmayan ve her eye faydalı olan bâd-ı sabadan
da cömertti ve bu sahavet ve cömertli in sebebi
de Ramazan gecelerinde Hz. Cibril’in kendisine
çokça gelip gitmesi ve Kur’an-ı Kerim’in kar ılıklı
müzakeresi idi. te bu sebeple o ho görüde ve af-
fedicilikte de bu derece ihsan sahibiydi. Peygam-
ber Efendimiz (s.a.v)’in yolundan gidenler, onun
sünnetini devam ettirenler elbette, insana hiz-
meti en büyük gaye kabul ederler. Hulûsi Efendi
Hazretleri bu hakikate öyle i aret buyurur:
Peygamberimiz bir hadisi eriflerinde, “Bir
karde inin, bir insanın i ini görmek için gece ve-
yahut gündüz bir saat yürümek, o i i, ister gör-
sün isterse görmesin, iki ay itikâftan hayırlıdır.”
buyuruyor. Burada beyan buyrulan itikâfın ma-
nası udur. tikâf; bir mescide girip orada kim-
se ile görü meyerek gece gündüz ibadet etmektir.
Peygamber Efendimiz bir insanın i ini görmek
33
için bir saat yürümenin, bir kö eye çekilip ibadet
etmekten daha hayırlı oldu unu söylüyor. Bun-
dan da anla ılıyor ki, iyilik yapmak çok hayırlı bir
i tir. Elden geldi ince her vakit iyilik yapmalı ve
cemiyete faydalı bir insan olmaya çalı malıdır.”13
Bir Cömertlik Tablosu
Sevgili Peygamberimizin hayatında insanı
candan etkileyici tablolar çoktur. Çünkü o bütün
tebli ini sevginin ve müsamahanın sıcaklı ıyla
hemcinslerine arzediyor, imanla küfür arasında-
ki mesafeyi merhale mer-
hale katediyor gönüllere
a ırlık veren küfrün zul-
metini perde perde yırtı-
yordu.
Ayrıca Peygamberi-
miz çok kadirbilirdi, iyi-
li i unutmazdı. Buna bir
örnek olması bakımından
Es-Seyyid Osman Hulûsi
Efendi Hazretlerinin bir
sohbetlerinde nakleti i
u güzel örnekle yazımızı
ba layalım:
“Bir sava ta alınan
esirler arasında sütkar-
de i eyma da bulunu-
yordu. Beraber oynadı ı
çocukluk arkada ını görünce onu yanına ça ırdı,
iltifat etti. Derhal serbest bırakılmasını emretti,
onu memnun etti, ihsanda bulundu.
Araplar arasında cömertli i ila tanınmı
Hatem’in kabilesi sava ta esir dü tü. Esirler ara-
sında Hâtem’in kızı da vardı. Hz. Peygamberin
yanına gelerek dert yandı ve öyle dedi:
‘Yâ Resûlallah, cömertli i ile ün salmı ba-
bam Hâtem öldü, karde im kaçtı, ben pek çare-
siz kaldım. Hürriyetim için sana sı ınıyorum.’
Bostan ve Gülistan eserlerin sahibi Sa’di bunu
pek canlı anlatarak der ki:
Hâtem’in kızıyım, dedi bir kadın
Duydun elbette Hâtem’in adın
O nama hürmetten ey âlicenâb
Beni affeylemek etmez mi icab
Peygamberimiz onun dile ini kabul etti ve onu
serbest bıraktı. Fakat o bununla yetinmedi, yal-
varmasına devam etti, bütün kabilenin affını is-
tedi.
‘Yalnız beni kayırma, arkada ları benden
ayırma’ dedi.
Hz. Peygamber (s.a.v) onu kırmadı, bütün ka-
bileyi serbest bıraktı. Her eyde en güzel örnek
oldu u gibi bu hususta da örnek oldu. Salât ona,
selâm ona ve bütün âli ashabına...”
1 51/Zariyat, 19.2 Tecrid-i Sarih, C. 1, s. 16, Hadis No: 63 Sahih-i Buhari C. 7, Bab/39 s. 824 Ate , Es-Seyyid Osman Hulûsi, eyh Hamid-i Veli Minberinden Hutbeler,
(Haz.:Prof. Dr. Mehmet Akku -Prof. Dr. Ali Yılmaz) s. 172, Nasihat Yay., stanbul, 2006.
5 Ke f’ul-Hafa, Hadis no: 23796 63/Münafikun, 10.7 34/Sebe, 36. 8 Ate , Hutbeler, s. 453. 9 2/Bakara, 26410 Riyazüssalihin, s. 223,11 Riyazüssalihin, s. 226,12 et-Tac, C:5 Hadis No: 71113 Ate , Hutbeler, s.218-219.
Dipnot
GüncelHüseyin ÇALDAK*
DİN(İ) DAR MI?DİNDAR MI
A ustos 200934
35
Dindarlık, genel olarak dinini
hakkıyla ya amaya çalı an in-
sanlar için kullanılan bir terim-
dir. Literatürde ise, insanın iman-amel temelinde
ortaya koydu u dinî tutum, deneyim ve davranı
biçimini; inanılan dinin emir ve nehiyleri do rul-
tusunda ya amayı ifade eden ve inanç, tecrübe,
ibadet, gibi boyutları olan bir olgu olarak anla ı-
labilir. Ülkemizde dindarlık kavramı da maalesef
birçok kavram gibi gerçek anlamı dı ına çıkmı ,
geli igüzel kullanılır olmu tur. Herkesin kendi
dü üncesine göre demokrasi, laiklik, kamu ala-
nı vb. konularındaki tanımları gibi dindarlık ke-
limesi de rastgele kullanılmaktadır. Bu anlamda
dinini ya ayan ile uzaktan ilgisi olanın, hatta dini
su-i istimal eden için aynı kavram kullanılmakta-
dır. Bu da gerçekten dindar olan insanları renci-
de etmektedir.
Nedir dindarlı ın ölçüsü? Dindarlı ın tanı-
mında verdi imiz gibi, esas olan iman-amel ili -
kisidir. Dolayısıyla dindarlı ın iki boyutu vardır.
nsanın iç dünyası ve davranı larına yansıyan yö-
nüdür. nsanın birinci yönünü yani iç âlemine
yönelik davranı larını tespit etme imkânı yoktur.
Bunda gösteri de olmaz. Ancak ikinci yönü olan
davranı larında, samimiyet olaca ı gibi, göste-
ri de olabilir. te dindarlık denen olgu insanın
iç âlemindeki dü üncelerin oldu u gibi davranı -
lara yansımasıdır. Ancak iç âlemde olanın farklı
ekilde yansıması riyakârlık, gösteri , desinler ve
yapmacık davranı lar eklinde tezahür eder. te
din(i) darlık dedi imiz olgu insanın bu ikinci du-
rumundan kaynaklanmaktadır.
Bizim üzerinde duraca ımız konu ise daha çok
slâm Dinini ya ayan ya da “ya ıyorum” diyen in-
sanlarla ilgilidir. Ancak dini ya arken, farklı yo-
rumlarla, sadece kendi dü üncesine göre, belli
kalıplar içerisinde ya ayan ve dini, ya adı ından
ibaret sanan insanların sayısı azımsanmayacak
kadar çoktur. Yani dine dar bir kalıp ile dar bir
çerçeveden bakıp ya amaya çalı an, inanç esas-
larına göre ya amak de il, ya adı ı gibi inanç
esaslarına inanan insanlardır asıl konumuz. te
bunlar için “din(i) dar” kavramını kullanmak is-
tiyorum. Yanlı anla ılmalara sebep olmaması
açısından, bu kavramı küçümseme ve alaya alma
maksadıyla kullanmadı ımı da özellikle belirt-
mek istiyorum. Çünkü ülkemizde belki dünyada
bu anlamda slâm Dinine, bundan dolayı birçok
ele tiri yapılmaktadır.
nsanların, slâm Dinini tam anlamıyla bilme-
mesi, belki ö renmemesi, bunun sonucu da yanlı
ya aması ahıstan ziyade tüm Müslümanları ilgi-
lendiren bir meseledir. Dünyadaki Müslümanlar-
la ilgili imajın olu masında, adı geçen insanların
payı büyüktür. Çünkü ki inin yaptı ı yanlı lık, pe-
in hükümlülerce ve art niyetlilerce hemen dine
yüklenmektedir. Onun için dindarlık adına ya a-
nanların, dinimize ne kadar uydu unu bilmek zo-
runlulu u bütün Müslümanlara gereklidir. Zira
“biz Müslümanlar, slâmiyet’i hakkıyla ya ayabil-
A ustos 200936
sek, sair dindeki insanlar bile, bu mukaddes dine
girerler.” Bu meyanda ba ta Peygamber Efendi-
mizin (s.a.v) sünnet-i seniyyesini çok iyi bilmek
durumundayız. Ondan sonra slâmiyet’i hakkıy-
la ya ayan slâm büyüklerinin hayatlarını bilmek
ve onlar gibi ya amaya çalı mak gayretini sarf et-
meliyiz. Hal-i hazırda hayatta olan birçok Müslü-
man âlimin hayat tarzlarını model kabul etmek,
onlara göre hareket etmek bizim için birer pusu-
la görevi görür. Bu ise yanlı yapma ihtimalini o
derece azaltır.
Günümüzde özellikle medya aracılı ıyla, din
adına her zaman her konuda hiç susmadan ko-
nu mayı vazife addeden sözde din âlimleri(!)
maalesef bu dinin asıl kendilerinden korunma-
sı gereken insanlardır. Çünkü bu tür insanların
ya antılarına! (hayatlarına de il) baktı ımızda,
din adına yerine getirdikleri hiçbir dinî vecibe-
leri olmadı ını üzüntüyle görmekteyiz. Ama din
adına ahkâm kesmekte kimseye söz vermemek-
te ve kimseyi kabul etmemektedirler; kendilerini
de din konusunda otoriter olarak lanse etmekte-
dirler. te “din(i) dar” dedi imiz insanların ba-
ında bunlar gelmektedir. Bir de slâmiyet’i harfi-
yen hayatlarına rehber edinen, hakkıyla ya ayan
ve tebli görevini her daim yapan dindar insanla-
rımız vardır çok ükür. Ancak bunları kimse bil-
mez, çünkü medyatik de ildirler, zaten kesinlikle
istemezler. Maatteessüf, dindarların din konu-
sunda itibar görmedi i, din(i) darların a alı bir
ekilde kabul gördü ü ve referans olarak alındı ı
bir zamanda ya ıyoruz.
O halde birer Müslüman fert olarak, yapma-
mız gereken slâmiyet’i görüntü ve desinler diye
de il, ata dini olarak de il, hakkıyla ya manın
yolunu bulmak zorundayız. Çünkü slâmiyet gö-
rünmek de il, olmaktır. Kim ne için, ne kadar
bulandırırsa bulandırsın, dinimizin, tüm atılan
iftiralardan beri oldu una ve bütün güzelliklerin
dinimizde var oldu una kanaatimiz tamdır. Zira
“ slâmiyet güne gibidir, üflemekle sönmez, gün-
düz gibidir, göz kapamakla gece olmaz. Gözünü
kapayan yalnız kendine gece yapar.”
Dindarlık kavramının su-i istimali sadece sa-
mimiyetsizlikten dolayı de il, yukarıda da belirt-
ti imiz gibi, cehaletten, samimi ama yanlı bil-
mekten de kaynaklanabilir. Çünkü eksik ve yanlı
bilgiler üzerine sa lıklı bir dindarlık bina edile-
mez. Zira bidat ve hurafelerin ço u samimî, fa-
kat bilgisizce ortaya konan inanç ve davranı lar-
dan meydana gelmektedir. Bütün Müslümanlar,
neye niçin inandı ını bilmeli ve bu bilgisini gö-
nülden teslimiyetle tasdik edip ameline yansıt-
malıdır. Müslümanın yanlı bilgilenmesi, bilgi-
sizlere tabi olması, kendisini dinsizli in kuca ına
dü ürebilir. Din duygusu ve dine olan ihtiyaç fıtri
oldu undan, mutlaka inanılması gereken bir yol
bulunaca ı için, slâmiyet’i hakkıyla ö renmek,
ö retmek ve ya amakla mükellefiz.
* Yrd. Doç. Dr.
37
DO U TÜRK STAN’Aki damla gözya ı Taklamakan Çölü’ndeVahalar ye ertecek elbet günün birinde.
Tanrı Da ı’ndan esen rüzgâr körükleyecekHürriyet ate imiz hiç mi hiç sönmeyecek.
Gökyüzü kadar mavi Ay Yıldızlı Bayra ın,Dü medikçe gölgesi yüzü gülmez topra ın.
Biz ki o topraklarda tarihten evvel vardık.Efsanelerle do ar, destanlarla ya ardık.
lk orada yazıldı, tarihe an yapraklar,Hunlar’ın, Göktürkler’in ya adı ı topraklar.
Mazisi Türk, hâli Türk, âtisi Türk gülistanKutlu ülke,anayurt,candan aziz Türkistan.
Çin topra ı dese de kapanası a ızlar.U runda ölmek için hazır o ullar, kızlar.
Bu sözler dökülseydi, bir yabancı a ızdan,“Tarihe sor da ö ren.” denirdi en azından.
Biz derdinle yanarken, bizden de ildir mesutBahtsız Do u Türkistan, Aziz Vatan, Anayurt.
Fazıl Ahmet BAHADIR
KültürEnbiya YILDIRIM*
İMANIN TALEBİ
EYLEM
A ustos 200938
39
Kur’an’ın ta-
nımlamasına
göre, Allah in-
sanı kabiliyetleri ve özellikle-
ri açısından de erler skalasının
en üstünde yaratmı tır. Görüp
i itebilmesi, konu abilmesi ve
hepsinden de önemlisi aklede-
bilmesi sayesinde dünyayı dö-
nü türebilecek güçtedir. Zira
Allah, yeryüzündeki her eyi di-
er varlıklara göre çok üstün
meziyetleri olan insanın hizme-
tine sunmu tur. Ancak unut-
mamak gerekir ki, Yüce Yara-
tıcı onu yeryüzündeki halifesi/
vekîli yaptı ından insanın yer-
yüzündeki varlı ı Allah adı-
nadır ve O’nun adıyla görev
yapmaktadır. Dolayısıyla dün-
yaya Allah’ın görevlendirme-
siyle gelmi tir.1 Bu nedenle
Allah insana, ne için yaratıldı-
ını, üzerine yüklenen sorum-
lulu un gere ini yerine getir-
mesi gerekti ini ve ya amının
bir sınanmadan ibaret oldu u-
nu hatırlatır: “Cinleri ve insan-
ları ancak bana kulluk etmeleri
için yaratmı ımdır.”2 “Verdik-
leriyle denemek için sizi yeryü-
zünün halifesi yapan ve kimi-
nizi kiminize derecelerle üstün
yapan O’dur.”3 “Sonra onların
ardından nasıl i yapaca ını-
za bakmak için sizi yeryüzün-
de halifeler yaptım.”4
Kur’an’dan anla ıldı ı üze-
re, hayatın anlam kazandı ı
tek gerçeklik, kulun yaratılma
nedeninin zirvesinde Allah’a
kulluk etmenin yer aldı ıdır.
Kur’an insanın neden yaratıl-
dı ını bu ekilde gerekçelendir-
dikten sonra sorumluluk yükler
ve artık gere ini bekler. Dola-
yısıyla insandan beklenilen ön-
celikle iman etmesi, bunun ar-
dından da söylemi peki tiren
ibadet ve ahlâkî görevlerin ye-
rine getirilmesidir. Zira inanma
salt tasdikten ibaret olmayıp,
inanılan ey do rultusunda ha-
reket etmeyi, inancın isteklerini
yerine getirmeyi gerekli kılar.
Kur’an’a ve hadislere baktı-
ımızda, slâm’ı din olarak ka-
bul edenlerin yerine getirmeleri
istenilen görevlerin çe itli ba -
lıklar altında kategorize edilme-
di ini görürüz. Örne in ahlâkla
ilgili olanlar ve olmayanlar ek-
linde bir tasnif söz konusu ol-
maz. nsanın tüm hayatını belli
bir disiplin altına almayı amaç-
layan buyruklar yerine göre
ahlâkla, yerine göre ibadetle,
yerine göre de bir ba ka eyle
ilgili olabilmektedir. slâm in-
san ya amında bo luk bırak-
mayan yapısıyla her alanla ilgili
genel kurallar koyar. Dinin top-
lumu ekillendirmesi bu çerçe-
vede gerçekle ince, Allah’ın ve
elçisinin yaptı ı Müslümanla-
ra emretmek, müminlere dü en
de bu buyrukları yerine getir-
mek olmaktadır.
Sorumluluk emrin yerine ge-
tirilmesi olunca, her görev Al-
lah veya Resûl buyru u olarak
dinî vechede olmaktadır. Bu
nedenle de kesinlik arz etmek-
te ve itaat edilmesi icap etmek-
tedir. Zira kurallar, uygulanma
gerekçelerini dinden, bir ba ka
ifadeyle Allah’ın kitabı ve pey-
gamberden almaktadırlar. Ni-
tekim emirlerini herhangi bir
sınıflandırmaya tabi tutmayan
Allah’ın “Sana ölüm gelip ça-
tıncaya kadar Rabb’ine kulluk
et.”5 buyurması, insan sorum-
“Gerçek anlamda dindar, ahlâk ve inanç boyutlarınıya amına hâkim kılmı ve bunları prati e geçirmi olandır.
nsan ancak inanç, ibadet ve ahlâkı ya amına hâkim kıldı ında dindar olarak tanımlanmayı hak eder.”
lulu unun hem mecburili i-
ni hem de süreklili ini göster-
mektedir.
Kur’an’a imanın eylem talep
etmesi boyutundan baktı ımız-
da, imanın kesinlikle amelden
ayrı tutulmadı ını ve amelsiz
imanın imkâniyetinin sözünün
dahi edilmedi ini görmekteyiz.
Nitekim Kur’an, imandan ya
da müminlerden bahsederken
imanla ameli sürekli bir arada
anar. yi amellerden söz etmek-
sizin imandan bahsetmesi ise
yalnızca, “inananları” “inanma-
yanlar” ile mukayese etmesinde
söz konusu olur.
Buradan hareketle, gerek
Kur’an’ın ve gerekse Hz. Mu-
hammed (s.a.v)’in inanç ve ey-
lem adına ortaya koydu u her
eyin, sosyal ya amda yeri olma-
yan esâtîr olmadı ı açıktır. Pek
çok ayette amelin ve amel sa-
hiplerinin övülmesi bu gerçek-
li in dile getirilmesidir. Önce
Allah’a ibadet edilmesini, irk-
ten uzak durulmasını, ardından
da ahlâkî hususlara uyulmasını
emreden ayet bu durumu yan-
sıtmaktadır: “Allah’a kulluk
edin, O’na bir eyi ortak ko -
mayın. Ana babaya, yakınla-
ra, yetimlere, dü künlere, ya-
kın kom uya, uzak kom uya,
yanınızdaki arkada a, yolcu-
ya ve elinizin altında bulunan
kimselere iyilik edin. Allah,
kendini be enip ö ünenleri el-
bette sevmez.”6 Dolayısıyla ge-
rek Kur’anî ve gerekse nebevî
tüm buyruklar eyleme geç-
mek içindir. Nitekim Kur’an,
bilmeyi ö ütlemi 7, bildikleri-
ni ya amayanları da kitap ta ı-
yan merkeplere benzetmi tir.8
Aynı ekilde Hz. Peygamber
(s.a.v) de faydası olmayan bil-
giden Allah’a sı ınmı 9, sahip
oldu u ilmi nerede kullandı-
ı sorulmadan insanın Rabb’in
huzurundan ayrılmayaca ını
belirtmi tir.10 Özetle, ibadetler
ve ahlâka yönelik nasslar, in-
san zihninde prati i olmayan
bir tasavvur olarak kalması için
sunulmamı tır. Nihaî hedef, in-
sanın kemâle erdirilmesidir.
Bu da eylemle gerçekle ecektir.
Dolayısıyla insana dü en so-
rumluluk, tatbik etmektir.
nanç Eylem Çeli kisi
nsanlar ahlâkla dini bir ara-
da dü ünürler ve ikisi arasında
kopmaz bir ba lantı varsayar-
lar. Bu nedenle gündelik ya-
amda dinin emirlerini yerine
getirmekte titiz davrandıkları-
nı dü ündükleri ki ilerin, keza
dindar olarak tanımladıkları-
nın davranı larında herkesten
fazla ahlâkî olmalarını bekler-
ler. Bu yüzden, dindar olarak
de erlendirdikleri ki ilerin
ahlâkî de erlere uymada zaaf
içinde olduklarını gördüklerin-
de, olumsuz durum dikkatlerini
fazlasıyla çeker, tepkilerine ne-
den olur. Böylesi durumlar din-
darların kendilerinin, bazen da
–yanlı olmakla birlikte- din-
lerinin ele tirilmesine sebebi-
yet verir. Kendileri ikiyüzlülük,
riyakârlık ve sahtekârlık gibi
suçlamalara maruz kalır. Bu
nedenle, teist olanların en çok
ele tiri aldıkları hususlardan
birinin, ya amlarıyla inançla-
rı arasındaki uyumsuzlu un ol-
du unu söylemek mümkündür.
Sosyal bir gerçeklik olarak, aynı
zafiyetler dindar olmadı ı dü-
ünülen kimselerde ortaya çık-
tı ında fazla yadırganmaz.
Nitekim günlük ya amında,
dinî sembol kabul edilen husus-
lara önem veren bir insanın ti-
carette ahlâken do ru olmayan
davranı lar içine girmesi veya
kar ısındaki insana haksızlık
etmesi, dindarlı ının sorgulan-
masına ve dini bütün bir insan
olmadı ının dile getirilmesi-
ne neden olabilmektedir. Kar-
ısındaki insan onun kıyafetleri
ile dini arasında paralellik kur-
makta ve dine uygun bir davra-
nı tarzı beklemektedir. Benzer
durum, ibadetleri yerine getir-
mede hassas olan bir kimsenin
toplumu rahatsız edecek davra-
nı lar sergilemesinde söz konu-
su olur. Ahlâkî de erleri içsel-
le tirememi olması nedeniyle
ele tiriye maruz kalır. Dolayı-
sıyla görünür dindarlık, insan
davranı larının de erlendiril-
mesinde bir unsur olmaktadır.
Büyük bir çeli kiyi ve ikile-
mi barındıran böylesi bir ya-
am tarzının dinin istedi i veya
dindarlık olarak adlandırılma-
yı hak eden bir ya am olmadı ı
a ikârdır. Zira “dindarlık” ifa-
desi yapısı itibarıyla ahlâklılı ı
da ihtiva eden bir kavramdır.
Ahlâklılı ın dindarlıktan ayrı
dü ünülmesi söz konusu ola-
maz. Bu nedenle bir insanın
dindar olmakla birlikte ahlâkî
olmayabilece i tasavvur edile-
mez. Gerçek anlamda dindar,
ahlâk ve inanç boyutlarını ya-
amına hâkim kılmı ve bunla-
rı prati e geçirmi insandır. Ta-
A ustos 200940
mamen dinin emsiyesi altında
ekillenen ibadetler ve ahlâkî
ya antı hayatının temel dina-
mikleri olmu tur. Buradan ha-
reketle insan; inanç, ibadet ve
ahlâkı ya amına hâkim kıldı-
ında dindar olarak tanımlan-
mayı hak etmektedir, denebilir.
Ahlâkî kuralları ya ama hâkim
kılmadan bir dindarlıktan bah-
setmek söz konusu olamaz.
Dolayısıyla, çeli kili ve ikir-
cikli bir ya am süren insa-
nın dindarlı ı sadece ekilsel
ve sözde kalan bir dindarlıktır.
Gerçek anlamda dindarlık ola-
rak adlandırılmayı hak etme-
mektedir. Zira dindarlık, ha-
yatın bütün alanlarını, Kur’an
yanında Resûlullah’ın ya amıy-
la sundu u örnekli e göre dü-
zenleme çabasıdır. Dolayısıy-
la bu özellikleri yansıtmayan
bir ya antının, ibadet hayatı ne
kadar yo un olursa olsun, din-
darlık olarak adlandırılmayı
hak etmedi i söylenebilir. Hat-
ta Allah sevgisi ve O’nun kul-
lardan ne bekledi i uuru in-
san bilincinde gerçek anlamda
yerini alamadı ı için, icra edi-
len ibadetlerin bile ekilsel ol-
du undan söz etmek mümkün-
dür. Bunun tersi bir durum söz
konusu olmu olsaydı, nama-
za önem veren bir insanın, na-
mazı bırakmama emri ile yalan
söylememe emri arasında ittiba
açısından bir fark olmadı ının
bilincinde olması gerekirdi.
Çeli ik ya am sergileyen ki-
ilerdeki ikilem kar ısında; di-
nin inanç, ibadet ve ahlâk bo-
yutlarıyla içselle tirilmemi
olmasından, bilinç düzeyinin
zayıflı ından, hatta ifa edilen
ibadetlerin temel sâikinin taklit
oldu undan söz edilebilir. Oysa
Hz. Muhammed (s.a.v)’in kıya-
met gününde sevapların tartı-
laca ı teraziye güzel ahlâktan
daha a ır bir ey konmayaca ını
söylemesi11, mümine en yarar-
lı hasletin takva oldu unu dile
getirmesi12 , Allah’tan korkma-
nın ve güzel ahlâk sahibi olma-
nın insanı cennete sokan temel
de erler oldu unu dile getir-
mesi13 sözü edilen kimselerin
yaratıcılarına kar ı olan iman-
larında, sevgilerinde, yakla ım-
larında ve onunla aralarındaki
ba da sorun oldu unu göster-
mektedir.
Dile getirdi imiz bu gerçek-
li e ra men, ahlâk noktasında
zaafları olmakla birlikte ibadet-
lere titizlik gösteren insanların
bu dü künlüklerinin davranı -
larını müspet yönde düzeltme-
de katkı sa layaca ını söylemek
mümkündür. Zira insan titiz-
lik gösterdi i ibadetleri zaman-
la eklî boyuttan derûnî boyuta
ta ıyarak ibadetleri yerine ge-
tirme ile ahlâkî buyruklara uy-
mak arasında fark olmadı ı-
nı anlayabilir. Bu da belli bir
süreç sonunda ki inin olumlu
yönde de i mesiyle sonuçlana-
bilir. Nitekim hac, umre ve Ra-
mazan orucunun pek çok in-
san üzerindeki olumlu etkileri
bu ba lamda zikredilebilecek
örneklerdir.14
41
1 4/Nisâ, 36.2 5/Zâriyât, 56.3 6/En’âm, 165.4 10/Yûnus, 14.5 15/Hicr, 99.6 4/Nisâ, 36.7 21/Enbiyâ, 7.8 62/Cum’a, 5.9 Muslim, Zikr, 19.10 Tirmizî, Sıfatu’l-kıyâme, 1.11 Tirmizî, Birr, 62.12 bn Mâce, Nikâh, 5.13 Tirmizî, Birr, 62.14 Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı Sempozyu-
mu, Çorum-2007, s. 93-104
Dipnot* Prof. Dr.
HatıraMusa TAKÇI
A ustos 200942
HATIRALARLAHATIRALARLA
HULÛSİHULÛSİEFENDİEFENDİ
(k.s.)(k.s.)
43
Dört arkada -
tık: Özcan,
enol, Le-
vent ve ben. Lise son sınıf ö -
rencisi olmanın kendi çapımız-
da keyfini çıkarıyor, açıkçası
biraz da sıra dı ı olmaya çalı ı-
yorduk. Okudu umuz kitaplar,
okul dı ı faaliyetlerimiz ve bazı
hocalarımızla kurdu umuz ili -
kilerle farklı bir yol tutturmu -
tuk. Dört lise ö rencisinin bu
denli frekanslarının uyu ması
da ilginçti do rusu. Âdeta fark-
lı yönlerimizle birbirimizi ta-
mamlıyorduk. Aramızda güçlü
bir ba vardı. En büyük ortak
yönümüz muhafazakâr doku-
muzdu. Okudu umuz kitaplar
da bu dokuya hitap eden tür-
dendi. Do al olarak bu kitap-
ların etkisi altında kalıyor ve
kendi anlayı ımız, algımız çer-
çevesinde konu uyor, tartı ı-
yor, kısacası okuduklarımızı
sindirmeye çalı ıyorduk. O za-
manki Gürün Müftüsü Meh-
met Bey ile en az haftada bir
görü üyor ve kafamıza takılan
meselelerle ilgili fikir teatisin-
de bulunuyorduk. Aynı zaman-
da bir yazar olan müftünün ho
bir konu ma tarzı vardı. Olay-
ları anlatırken kullandı ı etki-
li dil, verdi i çarpıcı misaller
bizi âdeta can evimizden vuru-
yordu. O kadar yo unlu una
ra men bize zaman ayırır, bizi
dinler, dü üncelerimize saygı
duyar ve meselelere farklı açı-
lardan bakmamız yönünde bize
telkinlerde bulunurdu. Gerçek-
ten de onunla konu tuktan son-
ra kendimizi daha rahat, daha
mutlu ve daha umutlu hisse-
derdik. En önemlisi ise bir ara-
yı içine girerdik…
Yine bir gün arkada larla
okul çıkı ı bir çay bahçesinde
muhabbet ederken, konu tari-
katlardan, evliyalardan ve evli-
yaların gösterdi i kerametler-
den açılmı tı. Bu konularda her
birimizin söyleyece i bir eyler
vardı. Kitaplardan ö rendikle-
rimize bir de kulaktan dolma
bilgilerimiz eklenince konu -
malarımız dallanıp budakla-
nıyordu. Keramet konusun-
da ayrıldı ımı6z noktalar daha
fazlaydı. Arkada ın biri hemen
yanı ba ımızda Darende’de ya-
ayan Hulûsi Efendi’den bahse-
diyor ve kerametlerini sıralıyor-
du. Bir di er arkada , keramet
olayına kar ı çıkıyor, böyle ey-
lerin slâm’da olmadı ını ileri
sürüyordu. Uzun süren tartı -
malarımız sonunda bir kara-
ra varmı tık: En kısa zamanda
Hulûsi Efendi’yi ziyaret ede-
cektik. Açıkçası kendi gözleri-
mizle ‘bir keramet’ görmek isti-
yorduk. Daha sonraki günlerde
ziyaretin günü de belli olmu tu:
Yarıyıl tatilinin ilk cuma günü.
O gün gelip çatmı tı. Plana
göre Adana’ya giden Zengibar
otobüsüyle gidecektik. Arkada -
lar Gürün’den binecek, ben de
Suçatı’dan katılacaktım araları-
na. Cuma günü sabah, sözle ti-
imiz gibi Suçatı Belediyesinin
önünde beklemeye ba lamı -
tım. Biraz geç kalmı olmalıyım
ki bir türlü, önünde “Zengibar”
yazan otobüs gelmiyordu. So-
nunda otobüsü kaçırdı ımı dü-
ünerek Do u’ya giden bir ba -
ka otobüsle Darende’ye gittim.
Hulûsi Efendi’nin ikamet etti-
i yeri bilmedi im için sokakta
rastladı ım bir amcaya sordum.
Tarif üzere “Zaviye” denilen yeri
buldum. Daha önce babamlar-
dan duydu um, ‘Balıklı Havuz’u
büyük bir ilgiyle izlemeye ba -
ladım. Ortam çok güzeldi. Bir
an önce Hulûsi Efendi’nin ika-
met etti i dergâhı bulmalıydım.
Ama görünürde dergâhı andı-
racak yapı falan yoktu. Bir za-
man ortamın manevî havasını
teneffüs ederek gezindim.
Vakit ilerliyor ben ise çe it-
li alternatifler üzerine kafa yo-
ruyordum. in ilginç tarafı do-
la tı ım yerlerde kimsecikler
yoktu. Bir müddet sonra otuz
be -kırk ya larında bir adam
adırvana abdest almaya geldi.
Adamı gözüme kestirdim. “Bü-
yük ihtimal bu adam da Hulûsi
Efendi’yi ziyarete gelmi tir, en
iyisi bu adamı takip edeyim.”
diye geçirdim içimden. Adam,
abdestini aldıktan sonra bir
yöne do ru yürümeye ba ladı.
Ben de adamı biraz geriden ta-
kip etmeye ba ladım. Adam bi-
raz sonra güzel bir apartmanın
kapısına dayandı. Evin önün-
de park halinde bir sürü araba
vardı. Kuvvetle ihtimal Hulûsi
Efendi’nin dergâhı burasıydı.
Adamın pe inden ben de dal-
dım içeriye. Adam önde ben ar-
kada, çıktık merdivenleri. Oda
kapısından içeri girdi imizde
ilk dikkatimi çeken ey, içeride-
ki kalabalık olmu tu. Neredey-
se oturacak yer yoktu. Adam
sol kö ede oturan beyaz sakal-
lı ihtiyara do ru yöneldi. Evet,
Hulûsi Efendi o ki i olmalıydı.
Adam büyük bir saygıyla e i-
lerek Hulûsi Efendi’nin elini
öptü. Aynı eyleri ben de yap-
tım. Hulûsi Efendi’nin elini öp-
A ustos 200944
tükten sonra oturaca ım yer ko-
nusunda kısa süreli de olsa bir
tereddüt ya adım. Hulûsi Efen-
di bu tereddüdü anlamı olacak
ki eliyle hemen yanındaki yeri
i aret ederek, oturmamı istedi.
Ben de oraya oturdum. Odada-
ki insanları öyle bir göz ucuy-
la süzerken kapının hemen ya-
nında bana bakan arkada ları
fark ettim. Dikkat çekmeyecek
bir ekilde arkada larla uzak-
tan uza a beden diliyle selam-
la tık.
Odada derin bir sessizlik var-
dı. Herkes görülmemi bir saygı
ve sükûnetle Hulûsi Efendi’nin
a zından çıkacak sözlere odak-
lanmı tı. Hulûsi Efendi pek ko-
nu muyordu. Ara ara odada bu-
lunanlara bakıyor ve yanındaki
ihtiyarların konu malarına e -
lik ediyordu. Yalnız bir ara, u
an hatırlamadı ım bir hadisten
bahsetmi ve kısaca bu hadisi
açıklamı tı. Etkileyici bir bakı-
ı, güven veren bir siması var-
dı. Bakı larındaki derinlik ve
kararlılık do rusu çok etkileyi-
ciydi. Ben de di er arkada lar
gibi dikkatli bir ekilde Hulûsi
Efendi’yi izliyor, âdeta fark-
lı bir eyler yakalamaya çalı ı-
yordum. Bu arada, hakkında
duydu umuz kerametler aklı-
ma geliyor, sanki her an bir ke-
rametine ahit olacakmı ız gibi
tetikte bekliyordum. Ama ola-
an dı ı bir olay cereyan etmi-
yordu. Her ey normaldi… Bi-
raz sonra çay servisi ba lamı tı.
çti im o çayın kokusunu ve lez-
zetini hâlâ unutamıyorum. San-
ki bir farklılık vardı o çayda.
Çaydan sonra hep beraber
Cuma namazını kılmak için
balıklı havuzun yanındaki ca-
miye gitmi tik. Bu arada arka-
da lardan, Zengibar otobüsü-
nün Suçatı’dan kaçta geçti ini
ö renmi tim. Velhasıl otobüsü
on-on be dakika ile kaçırdı-
ım ortaya çıkmı tı. Caminin
içine girdi imizde üzerimdeki
manevî havaya yeni boyutlar
eklenmi ti. Tüm kötülükler-
den uzakta ve en temiz duygu-
larla gökyüzüne do ru yüksel-
di imi hissediyordum. Berrak
bir duyguydu hissettiklerim. O
an için dünyevî zevkler silin-
mi ti sanki hafızamdan. Na-
mazı Hulûsi Efendi kıldırmı -
tı. Sesindeki samimiyet, içimi
saran huzurun sınırlarını daha
da geni letmi ti.
Namazdan sonra eve geri
dönmü tük. Sırada yemek var-
dı. Oturdu umuz büyük oda
dâhil, birkaç küçük odaya sof-
ra kurulmu tu. Sanki yemek-
lerde de ayrı bir tat ve ayrı bir
çekicilik vardı. Galiba biraz da
acıkmı olaca ız ki sofradan
en son kalkanlar arasınday-
dık. Yeme in ardından ziya-
retçiler teker teker ayrılmaya
ba lamı tı. Biz biraz daha kal-
dıktan sonra ayrılmı tık.
Dönü yolunda arkada lar-
la günün kriti ini yapmı tık.
Ya adı ımız günle ilgili de-
erlendirmelerimiz a a ı yu-
karı aynıydı. Mekânın manevî
havasından hepimizin etki-
lendi i bir gerçekti. Evet, o
gün, belki Hulûsi Efendi’nin
bir kerametini görememi -
tik. Ama o kadar insanın böy-
lesine huzur dolu bir ortam-
da bulu ması, ibadet etmesi,
manevî havayı teneffüs etmesi
de bir keramet sayılmaz mıy-
dı? Sonuçta bir âlim ve onu
ziyarete gelen Müslümanlar
söz konusuydu. Elbette ki ni-
yetleri gerçek anlamda oku-
yan Allah’tı. Kimse hakkında
pe in hükümle karar vermek
do ru de ildi…
45
Adı : Adiy
Do um yılı : M. 568.
Do um yeri : Tebük’ün do u tarafları.
Baba adı : Hâtim b. Abdullah et-Tâî
Anne adı : Nevvâr bint Remle / Sermele.
E (ler)i : Tespit edilemedi.
Akrabaları : Seffâne kızkarde idir.
O ulları : Adiy, Muhammed, Yezid, Abdul-
lah, Vatî’
Kızları : Bir kızı vardı, Amr b. Hureys ile
evliydi.
Kabilesi : Tayy
slam’a giri i : H. 7. veya 9. yılı.
Sohbet süresi: 2-3 yıl.
Rivayeti : 66
Ya adı ı yer : Medine, Kufe.
Mesle i : Tay kabilesinin reisiydi. Avcılık
yapmaktaydı ve Hz. Peygamber (s.a.v)’e av ile il-
gili çe itli sorular sormu tu.
Hicreti : Medine.
Sava ları : Hz. Ebu Bekir devrinde Suriye,
Hz. Ömer devrinde ise Halid b. Velid ile birlikte
Irak taraflarında birçok sava lara katıldı. Sıffîn
Sava ı’nda Hz. Ali’nin sancaktarlı ını yaptı.
Görevleri : Tayy ve Esed O ulları’ndan zekât
tahsil görevi. Sava larda Halid b. Velid’in yardım-
cılı ını yaptı.
Fiziki yapı : Cemel Sava ında bir gözünü kay-
betti.
Mizacı : Cömert, cesur, soylu, hitap ve yö-
netim bakımından güçlü,
Ayrıcalı ı : Uzun ya ayan sahabilerdendir.
Ömrü : 120
Ölüm yılı : H. 67.
Ölüm yeri : Kufe.
Ölüm sebebi : Ya lılık.
Hakkında : Hz. Ömer’in halifeli i sırasında
yanına gelip: “Sanırım beni tanıyamadın?” deyin-
ce Hz. Ömer: “Seni nasıl tanımam? Resulullah’ın
(s.a.v) yüzünü ilk a artan, aydınlatan zekât Tay
Kabilesinin zekâtı idi. Ben seni tanırım. Ba kala-
rı inkâr ederken sen iman etmi tin. Ba kaları ar-
kalarını dönüp giderken sen gelmi tin. Ba kaları
ahde vefasızlık ve hıyanet ederken, sen vefakârlık
etmi tin” dedi. Adiy: “Bana bu iltifatın yeter ey
müminlerin emiri!” dedi.
Hadisleri : “Yarım hurma vererek de olsa,
cehennemden sakının! Onu da bulamazsanız, bari
güzel söyleyerek sakının!” “Kim yemin eder de ye-
mini bozmayı daha hayırlı görürse, o hayrı yapsın,
yeminine de kefaret versin.”
Sahabe AlbümüBünyamin ERUL*
* Prof. Dr.
Kaynaklar: Tabakat, IV. 57-59; sâbe, II, 468-9; Üsd, IV. 8-10; Nubela, III. 162-5; D A, I. 380; Sahabiler Ansiklopedisi, s. 68-70; Müsned, IV. 257, 378)
ADİY B. HÂTİM
A ustos 200946
“Hiçbiriniz, Allah’tan lütuf beklentisi içinde olmaksızın ölmesin.”
(Muslim, Cenne, 19)
KırkHadis
YirminciHadis
Yorum
Türkçe Açıklaması
Tezhib: �ehnaz Özcan
( eyh Hamid-i Veli, Kırk Hadis, (Haz: Prof. Dr. Enbiya Yıldırım), Nasihat Yayınları, 2007.)
eyh Hamid-i Veli Hz. (Somuncu Baba)
“Hadiste, Allah Teâlâ’nın ‘Allah sana nasıl ihsan ettiyse, sen de öyle
iyilik et’(28/Kasas, 77) kavlinde i aret edilen ihsana i aret vardır.
Allah Teâlâ’nın kula ihsanı, kulun ibadetleriyle O’na olan ihsanından
öncedir. Allah’ın kendisine tevfik etmesi suretiyle ihsanda bulundu u
kimse Allah’a itaat etmek için çabalar. Bu nedenle talibin, iman
makamında ihsan makamını elde etmek için çalı ması gerekir.
Çünkü ameli iyi olanın zannı da güzel olur.
yi amel ise güzel tevfikle gerçekle ir.”
KültürResul KESENCEL
OSMANLI SARAYINDA
RAMAZAN
A ustos 200948
49
Altıyüz yıl
hüküm sü-
ren Os-
manlı Devleti döneminde
Ramazan ayı ayrı bir hassasi-
yetle idrak edilir, ayrı bir ne e
ve mutluluk ya anır, mane-
viyat en üst noktaya eri irdi.
Ramazan ayı ba lamadan bir-
kaç gün önce insanların bu ayı
daha rahat ve huzurlu bir e-
kilde geçirebilmeleri için dev-
rin yöneticileri tarafından bazı
kurallar halka duyurulurdu.
Tembihnâme adıyla duyurulan
bu yönetmeliklerde halka du-
yurular yapılırdı. Ak am ezanı-
na yakın bekçiler: “Tembih var
ak am camiye buyurun” diye
sopalarını kaldırımlara vurup
yüksek sesle ba ırarak mahal-
leyi dola ır, herkese haber ve-
rirlerdi. Ak am namazından
sonra da imam efendi tembihi
halka bildirirdi.
Tanzimat’ın ilanından son-
ra yayınlanan bir ilanda unla-
ra yer verilmi ti: “Padi ahımı-
zın camilere te rif buyuraca ı
umuldu undan, herkesin edep
dâhilinde hareket edece inden
üphe etmiyoruz. Herkesin in-
tizamla camiler ve di er yerler-
de vakit geçirmelerine diyecek
yoktur. Ancak çar ı içinde, Be-
yazıt ve ehzadeba ı’nda, Do -
ruyol üzerindeki dükkânlarda
halkın birikmesi yasaktır. Ge-
celeri büyük caddelerde iskem-
le ile sokak ortalarında, halkın
gidip gelmelerine mani ola-
A ustos 200950
cak ekilde oturmak yasaktır.
Kurallara uyula!... Araba-
lar arasında dola ıp arabalı ve
arabasız gelen geçen kadınla-
ra insanlık terbiyesine aykı-
rı hareket edenler olursa ceza-
landırılacaklardır. Arabalar da
Beyazıt ve ehzadeba ı’nda so-
kak ortalarında durmayıp geze-
ceklerdir. Halkın, hele kadınla-
rın elbiselerine dair evvelce ilân
edilen kararlar bilindi inden
herkesin bu tembihlere uyması
ve hilafına hareket etmemeleri
icap etmektedir.”
Osmanlı Sarayında Matbah-ı
Amire, Ramazan ayı gelme-
den tatlı bir tela içine girer-
di. Kilerdeki uçsuz bucaksız
ta odaların, özenle seçilen yi-
yeceklerle doldurulması saray-
da Ramazan’ın en önemli ha-
bercisiydi. Taptaze yiyeceklerin
renkleri, ta odaların so uklu-
unu hissettirmezdi. Ramazan
ayında, Osmanlı Sarayı’nda ki-
lerlerin özenle seçilen malze-
melerle doldurulmasından,
hazırlanacak iftar ve sahur sof-
ralarının zenginlik ve bereket
içinde geçece i belli olurdu. Bu
bereket tüm topraklarda tesiri-
ni gösterir ve Müslüman, Hıris-
tiyan, Musevî demeden herkes
tarafından payla ılırdı.
Ramazan sofralarının ilki
olan iftar sofrası iki a amalıdır.
Birinci a ama “ ftâriye” deni-
len ilk fasıl, ikincisi de yemek-
lerin yendi ikinci fasıl. Sofra-
nın muazzam görüntüsü nefis
yemek kokularıyla birle ince,
insanda bir imrenme duygusu
yaratırdı. Top atılır atılmaz da
yemekler yenmeye ba lanırdı.
Eskiden sofralar alçak iskemle-
ler üzerine bakır siniler konul-
mak suretiyle hazırlanırdı. Et-
rafına minderler dizilir, sininin
çevresine bir halka olu turula-
rak oturulurdu. Hizmetçilerin
ayakta pe kirleri herkesin dizi-
ne rast gelecek ekilde atmaları
ise birer hüner sayılırdı. Ezana
birkaç dakika kala sofraya otur-
mak, iftarın artlarından idi.
Osmanlı’da oruç açmak bü-
yük törendi. Ne yemek yapı-
laca ı, neyin ne zaman sofra-
ya gelece i ve hangi yiyece in
ne zaman sofrada yenece i bel-
liydi. ftar sofrasında oruç, if-
tariyeliklerle açılırdı. Damak
lezzetine hitap edecek tüm ifta-
riyelikler ayrı ayrı yerlerden alı-
nırdı. Çe it çe it peynirler, siyah
ve ye il zeytinler, farklı kaplar-
da gelen rengârenk mis koku-
lu reçeller, pastırma, hurma ve
ekmek yerine bir Ramazan kla-
si i olan pide, iftariyeliklerin
olmazsa olmazlarındandı. fta-
riyeliklerin ardından çorba ser-
vise sunulur ve çorbalar bitiril-
dikten sonra et, sebze ve balık
yeme i çe itleri Padi ahın sof-
rasını donatırdı. Ramazan’ın
ba tatlısı olan güllaç ve bunun
gibi pek çok tatlı ana yemekler-
den sonra yenirdi. Tüm bu yiye-
ceklerin pi irilmesi, sofraya ge-
“Osmanlı SarayındaMatbah-ı Amire,
Ramazan ayıgelmeden tatlı bir tela
içine girerdi. Kilerdeki uçsuz bucaksız ta
odaların, özenle seçilen yiyeceklerle
doldurulması sarayda Ramazan’ın en önemli
habercisiydi.”
51
tirilmesi, sofradan kaldırılması
adabına göre gerçekle tirilir,
sofraya hizmet eden de sofra-
dan yemek yiyen de iftara hür-
met gösterirdi.
Osmanlı sultanlarının iftar
sofraları gerçekten e i benzeri
bulunmaz bir nefaset ve çe ide
sahiptir. Sarayda her kesim, if-
tarı kendi arasında açardı. Bü-
yük siniler salonlara dizilir, sa-
raylılar öbek öbek sofranın
çevresine sıralanıp iftar açar-
lardı. Eski Kadın Efendi’lerin
yalılarına iftara gelenlerin iti-
barlı olanlarını Ba A a’nın
odasına, daha küçük rüt-
bede bulunanları, di er
Harema aları ve Baltacı-
lar odalarına alınırlardı.
Osmanlı toprakları üzerin-
de yer alan yörelerin ken-
dine has tazelikleri ve be-
reketi günler öncesinden
toplanmaya ba lanırdı.
Bu yörelerin özel lezzetle-
ri özenle saraya ta ınırdı.
Malatya Darende ‘nin ka-
yısıları, Ankara’nın balları,
Antep’in kuru baklavaları, fıs-
tıklı, bademli, cevizli sucukları,
zmir’in kuru incirleri, vi nele-
ri, üzümleri ve bunun gibi daha
pek çokları ramazan sofraların-
da damaklara layık olacak bi-
çimde toplanır, özenle saklanır
ve on bir ayın sultanı ramazan
için hazır bekletilirdi.
ftardan sonra harema ala-
rı vasıtasıyla Sultan ve Kadın
Efendilere saygılar iletilir, kar-
ılı ında iltifatla beraber, de-
recelere göre hediye ve para
alınırdı. Getiren Harema ası,
hediye veya parayı teslim et-
meden önce öpüp ba ına koyar
sonra sahibine verirdi. Alan da
aldı ı hediyeyi öpüp ba ına koy-
maya mecburdu. Ancak padi a-
hın iftar sofrasındaki ihti am
hiçbirine benzemezdi, Osman-
lı hükümdarları Ramazan’a çok
önem verir, her gün iftar sofra-
ları kurulurdu.
Teravih namazı ve sahurlar
ise insana ayrı bir keyif verir-
di. Sahur yeme i, sabaha kar-
ı yenir, bu yeme in misafiri ol-
mazdı. Ev halkı arasında yenir.
Gündüz, insanı susatmayacak,
ama tok tutacak yemekler yapı-
lırdı. Mideyi yoracak et yemek-
lerinden ziyade, karnı bütün
gün tok tutacak hamur i leri,
pilav ve vücudun eker ihtiya-
cını kar ılayacak kurutulmu
meyvelerden yapılan ho aflar
yenirdi.
Ramazan’ın en önemli özel-
liklerinden biri de iftar sofrala-
rına davetsiz gidilebilmesiydi.
Osmanlı Sarayı’na Ramazan ayı
boyunca iftara davetsiz olarak
gelinebilirdi. Bunun haricin-
de Osmanlı Sarayı’nın özel da-
vetleri de olurdu. Ramazan’ın
ilk on gününde Padi ah, ayan
ve mebusan reisleriyle birlikte
vükelayı saraya iftar için davet
ederdi. Sadrazamın ba kö e-
de oturdu u bu sofra di er iftar
sofralarına göre çok daha mü-
kellef olur ve hep birlikte daha
çok vakit geçirilirdi. Bu sofra-
larda zengin ve leziz yemek-
lerden ziyade ‘Di Kirası’ asıl
büyük hediyeydi. Kahve ve er-
betler içilirken Mabeyn Müdü-
rü, Enderun Efendisi ile salona
girerdi. Enderun Efendi’sinin
elinde büyükçe bir gümü tep-
si yer alırdı. Tepsinin üzerinde
davetlilerin isimlerinin yazıl-
dı ı hediyeler olurdu. Bu hedi-
yeler para, kıymetli e ya
ve saatlerden olu urdu.
Böylece iftara katılan her-
kese ikramlardan sonra
‘Di Kirası’ olarak hediye-
ler verilir, muhabbet tesis
edilmi olurdu. Sarayla
da halk arasında ileti im
sa lanmı olur, kayna -
ma meydana gelir, güven
duyguları perçinle irdi.
Toplumun yüksek kül-
türünü olu turan en önemli Ra-
mazan geleneklerinden biri de
arife gününde Osmanlı sultan-
larının kutsal emanetleri ziyaret
etmesiydi. Hazreti Muhammed
(s.a.v)’in vasiyet ederek Veysel
Karani’ye hediye etti i hırkanın
bulundu u Hırka-i erif’e ari-
fe günü gitmek Osmanlı Sarayı
için en önemli geleneklerden bi-
riydi. Böylece manevî bir atmos-
fer olu ur, Hazreti Peygamber’e
duyulan saygı ve sevgi en üst
noktada hatırlanırken O’nun
ümmeti olmanın uuruna varı-
lıp, manen olu an sevgi seli tüm
gönülleri kaplardı.
KültürMuhsin lyas SUBA I
A ustos 200952
Batı ile aramız-
daki mesa-
fenin açılma
dönemi bitti. imdi kapanma
evresindeyiz. Bu, kaç
yılda tamamlanır kes-
tirmek zor. Açılmaya
ba ladı ı tarihi dikka-
te alırsak, kapanma için
o kadar zamana taham-
mülümüzün oldu u-
nu dü ünemiyorum. 18.
asırdan itibaren açılma-
dan söz edilir; Batı’da
Rönesans hareketiyle
birlikte reformların ba -
laması, sanayi devrimi-
nin buna ba lı olarak geli me-
si aramızdaki mesafeyi açmaya
ba ladı ve bu neredeyse üç asır-
lık bir zamanı aleyhimize kul-
landı.
A a ıdaki ifadelerden de an-
layaca ımız gibi, biz aslında çok
çabuk intibak edebilen, kolek-
tif dü ünceyle hamle stratejisi-
ni çok iyi uygulayan bir milletiz.
Tarih boyunca bunun sayısız
örnekleri vardır. Ba arımız ve
gücümüz de buradan kaynak-
lanmaktadır. Ne var ki, basiretli
yöneticiler bunu de erlendire-
bilirse sonuç verir, hesaba kat-
maz, toplumun önünü tıkarsa-
nız geli me ansınız yoktur.
Bizim aydınımızın kaybetti-
i “özgüven” duygusunu yeni-
den sosyal karakterimize otur-
tabilmek için, neler yapmamız
gerekti i konusunda tarihin
derinliklerine do ru bir yolcu-
luk yaptım. Bu çalı ma, “Batı
Türk’ü Tanıdıkça” adıyla ya-
yımlanan bir kitap olu turdu.
Orada, batılı aydınlar bize na-
sıl bakıyor? Onu irdeledim. Sa-
dece Osmanlı akınlarıyla de il,
Osmanlılardan çok önceleri,
Hunlar, Peçenekler, Bulgarlar
gibi Türk boyları Avrupa top-
raklarına yerle tikleri ve Sel-
çuklular da Balkanlara geçtikle-
ri için, 10 asra yakın bir zaman
Demokles’in Kılıcı gibi tepele-
rinde durulmu . Bu da do al
olarak Avrupalıda bir korku psi-
kolojisi olu turmu ve politika-
cılar kendi ülkelerinde hep bu
korkuyu ciddi bir paranoyaya
dönü türerek kullanıp iktidar
olmu lar. Ama Batılı aydınlar
onlar gibi bakmıyor meseleye.
Bugün bizim kendimiz için
söyleyemedi imiz birçok olum-
lu dü ünce ve tavrı Batılılar bi-
zim için söyleyebilmi lerdir.
Hatta hatır için övmek yerine
daha ileri giderek bir hayran-
lık duygusuyla diyebil-
mi lerdir: Bakın mesela,
siyasî arenada Batılılar
bizi i galci bir millet ola-
rak gösterirler. Michel
Balıvet: “Avrupa’nın
Türk’e dü manlı ı, dün
oldu u gibi bugün de
sabit kalmı bir söylem-
dir!” diyerek bu yanlı a
i aret ederken Franz Ba-
binger i in gerçek cep-
hesine parmak basıyor:
“Eski kavimlerin yerle emedik-
leri Anadolu’yu Türkler yurt
hâline getirdi!” diyerek i in
do rusunu tarihin malzeme-
si olarak sunuyor bize. Tabii bu
görü te Babinger yalnız de il-
dir: Aynı görü ü bir ba ka Ba-
tılı yazar Herbert Adams Gıb-
bons da payla ır ve öyle der:
“Anadolu, XIII. asırda Bizans
tarafından tamamen Selçuklu-
lara terk edilmi tir!” Bir ba ka
ara tırmacı, Vasilij Viladimiro-
viç Barthold ise “Hıristiyanlar,
Selçuk Türklerini ‘kurtarıcı’ sı-
fatıyla kar ıladılar!” demek
suretiyle yukarıdaki görü leri
kuvvetlendiriyor. Bundan yakı-
nan bir ba ka Batılı bilim adamı
olan Claude Cahen, bu mesele-
yi bir düzeltme anlayı ıyla öy-
le ele alıyor ve “Batı’da her ey
birbirine karı tırılmı ve Türk-
53
BATI’NIN TÜRKLERE
HAYRANLIĞI
ler yanlı yorumlanmı tır. Bu
yanlı lı ı düzeltmek gerekir!”
diyor. Bugün bizim aydınımız
bizi do ru yorumlayamamak-
tadır. Bunun temel sebebini ise
bir ba ka Batılı aydın Poul Du-
mont, çok acı bir tespit yapa-
rak öyle açıklar: “Reform sü-
reci (Tanzimat), hiç ku kusuz
bir kültürel sömürgele meyi
de beraberinde getirdi!” Bugün
temel problem budur i te, bu
kültürel sömürgele medir ki,
biz meselemizi çözecek aydın-
ları yeti tiremedik. in acı ta-
rafı, Helmut Vodn Moltke’nin
söyledi i gibi “Avrupa, Türki-
ye ile Türkiye’nin kendi ken-
disiyle oldu undan daha faz-
la ilgilidir!” Onlar Türkiye’nin
ve Türklerin Batı tarihinin üze-
rinde oynadı ı rolü çok iyi bil-
dikleri için öneminin farkında-
dır ve bunu kendi hesaplarına
nasıl kullanacaklarının da ça-
lı masından geri durmamakta-
dırlar. Çünkü onların hesabını
Lui Ramber, çok iyi bir yakla-
ımla de ifre eder: “Batılılar,
Türkiye’ye söz dinletecek du-
rumda bulundukça haksız im-
tiyazlarını koruyacaklardır!”
Ancak Georgina Max Muller,
bir gerçe in farkındadır: “Tür-
kiye, onu yutmak isteyenin bo-
azından geçmeyecek kadar
büyük ve sert bir lokmadır!”
diyerek do ruya i aret eder. Bu
do runun en sa lıklı yorumu-
nu ise, Jean Poul Roux yapar
ve “ ki bin yıl boyunca Türkle-
rin dehalarına pek çok kez ta-
nık olduk; geçmi gelece in
garantisiyse Türklerden çok
ey beklenebilir!” der. Çünkü
Türkler, Paul Coles’in ifadesiy-
le “Türkler, Avrupa’da son de-
rece yüksek dinî müsamahayı
temsil ederler!”
imdi biz dı arıdan böy-
le gözüken bir millet olarak bu
alanda kendimizi yeniden ke -
fetme durumundayız.
Bizim bugün kendimize ba-
kı ımızda bir yenilenme sa la-
yacaksak, dı ımızdakilerin söy-
lediklerinin de önemi oldu unu
dü ünüyorum. Onun için bu ki-
tabımda kendilerine yer verdi-
im Batılı aydınların, görü le-
rini konu ba lıkları olarak arz
edeyim istedim. Bunların de-
taylarını merak edenler, “Batıslam’ı Tanıdıkça” ve “Batı
Türk’ü Tanıdıkça” isimli ki-
taplarıma bakabilirler…
“Batı’nın ya da Batılının
söyledi i o kadar da önem-
li mi?” diyenlerimiz olacaktır.
Aslında öyle de il, bugün Avru-
pa Birli i’ne gireceksek bunlar
önem ta ıyacaktır. Giremesek
de önemi vardır. Çünkü a i-
ret de il, devletseniz ve dün-
ya siyasî ortamında yerinizi bil-
meye ihtiyaç vardır. Kınross’un
dedi i gibi: “Türkiye, geçmi -
te Do u’nun Batı Gücüydü,
bugün ise Batı’nın Do u gü-
cüdür!” Bunun farkındaysak,
üstelik bu ilgiye zaruret de var-
dır. Aydın olmak, sadece ken-
dimizle yetinmek de ildir! Bu-
rada kendilerinden nakiller
yaptı ımız insanları okursanız
bunun ne kadar gerekli oldu-
u daha iyi anla ılacaktır sanı-
rım. Sözü bu insanlara bırakı-
yorum:
GUMILEV: “Türklerin ulus
sistemi, ordu disiplini, diplo-
A ustos 200954
BAB NGER:
“Eski kavimlerin
yerle emedikleri
Anadolu’yu Türkler yurt
hâline getirdi!”
JEAN POUL ROUX:
“ ki bin yıl boyunca
Türklerin dehalarına
pek çok kez tanık
olduk; geçmi gelece in
garantisiyse Türklerden
çok ey beklenebilir!”
masi ve mükemmel bir dünya
görü üne sahip olmaları hayre-
te ayandır!”
KOMMENA: “Yi itli iyle
ünlü O uzlar, deriden yapılmı
kalkanı maharetle kullanmada
usta bir sava çı idi!”
BATRHOLD: “Hıristiyanlar,
Selçuk Türklerini ‘kurtarıcı’ sı-
fatıyla kar ıladılar!”
RASONY : “Batılı milletler-
den daha önce Türklük, dünya-
mızın her ça ında büyük rol oy-
namı tır!”
KIENITZ: “Hun, Avar, Bul-
gar, Macar ve Peçenek gibi Türk
boyları, manevî temeli kaybe-
dince eridiler.”
CAHEN: “Batı’da her ey
birbirine karı tırılmı ve Türk-
ler yanlı yorumlanmı tır. Bu
yanlı lı ı düzeltmek gerekir!”
DURANT: “Yaptıkları abide-
ler, Türklerin ’barbar’ oldu unu
iddia edenleri hayal kırıklı ına
u ratmaya yeter!”
BUSBECG: “Türkleri ‘Üstün
Irk’ hâline getiren, liyakat ve
mükâfata verdikleri önemdir!”
VOLTAIRE: “Bütün ta-
rihçilerimiz, Osmanlı
imparatorlu u’nu istibdada da-
yanan bir devlet olarak göster-
mekle bizi çok aldatmı lardır!”
PEDRO: “Türkiye’ye gidip
i lerini yoluna koyamadan dö-
nenler, Türklere iftira etmekten
geri duramazlar!”
THEVENOT: “Türkler,
Müslüman, Hıristiyan yahut
Musevî herkes için iyi eyler is-
terler!”
RICAUT: “Tanrı, Türkleri,
Hıristiyanların kusurlarını ce-
zalandırmak için yüceltip des-
teklemi gibidir!”
MONTAGU: “Türk kadınla-
rının fikir sahibi, nazik ve biz-
ler kadar hür olduklarını gör-
düm!”
CHISHULL: “Vitray, Hıristi-
yanlı ın bir kaybı olarak Türk-
lerde kaldı!”
TOTT: “Sancak-ı erif, Türk-
lerin güvenlerinin tek kayna ı
ve birle melerinin kutsal nok-
tasıdır!”
HAMMER: “Kolları Avrupa
ve Asya’yı ku atan Osmanlı yı-
kıldı ı zaman, enkazı dünyanın
üç kıtasını örtecektir!”
RACZYNSK : “Osmanlıla-
rı barbarlıkla ya da bilgisizlikle
suçlamak, onlara kar ı yaptı ı-
mız haksızlı ın en büyü üdür!”
UBICINI: “Türkiye’de hiç-
bir zaman ne asilzadeler sınıfı
mevcut olmu tur ne de imtiyaz-
lı tabakalar.”
MOLTKE: “Avrupa, Türki-
ye ile Türkiye’nin kendi kendi-
siyle oldu undan daha fazla il-
gilidir!”
HOWARD: “Türkler çok ter-
biyeli ve mümtaz insanlar, bu
özellikleri hangi mevkide olur-
sa olsun de i miyor!”
FONTMAGNE: “Türklerde
eski ça ların irfanı hissedilir,
alınlarında ise kökten gelen bir
aydınlı ın asaleti parlar!”
MULLER: “Türkiye, onu
yutmak isteyenin bo azından
geçmeyecek kadar büyük ve
sert bir lokmadır!”
RAMBER: “Batılılar,
Türkiye’ye söz dinletecek du-
rumda bulundukça haksız imti-
yazlarını koruyacaklardır!”
ELIOT: “ slâm’ın disipline
soktu u Türkler, tarihte yine
önemli roller oynayacaktır!”
LECOMTE: “Avrupa, Do u
mimarisinden müspet bir ekil-
de faydalanmı tır!”
55
LAMARTINE:
“Anadolu’ya yerle en
Türkler, slâmiyet’in
a ılmaz kalesi
olmu lardır!”
FARRARE: “Türkler, Hıris-
tiyanlardan daha uurlu ve vic-
danlı bir millettir!”
COLES: “Türkler, Avrupa’da
son derece yüksek dinî müsa-
mahayı temsil ederler!”
DAVISON: “Osmanlı, inan-
cın, kutsal kentlerin ve özellikle
de Sünnili in koruyucusuydu.”
BALIVET: “Avrupa’nın
Türk’e dü manlı ı, dün oldu u
gibi bugün de sabit kalmı bir
söylemdir!”
ALDERSON: “Batı,
Osmanlı’da devletin devamlılı-
ı için gerekli olan evlat katlini
sürekli istismar etti!”
D’OHSSON: “Be eriyeti le-
keleyen, mahkemeleri deh ete
dü üren kötülükleri Türkiye’de
göremezsiniz!”
IMBER: “Çökü dönemin-
de bile Osmanlıların ordularını
ikmal ve arazide tutabilme ka-
biliyeti hayranlık uyandırmı -
tır!”
DABA YAN: “Dönemin Ba-
tılı devletleri Osmanlı’yı yıka-
bilmek için Ermenileri kullan-
mı lardır!”
NEAVE: “ slamiyet’in ve
Türklerin korudukları de erler,
modern medeniyet adına mer-
hametsizce kenara itildi!”
GIBB: “Osmanlı airinin ba-
arısı, birçok barda ın arasında
onları devirmeden dans etmede
gösterdi i kabiliyete benzer!”
LOTI: “Türkler, Yakın
Do u’nun en temiz, en kuvvet-
li medeniyet unsurudur!”
CARDINI: “Avrupa ile slâm
arasındaki ili ki, Hıristiyanlık
ile slâm arasındaki çatı manın
yeni bir biçimidir!”
SHAW: “Rusya ve Avustur-
ya ba kenti stanbul olan yeni
bir Ortodoks devleti kurma ha-
yalindeydi!”
FINKEL: “ sli camdan ba-
kan Batılılar, Osmanlı’yı dinle-
meden onun niteli i hakkında
varsayımlarda bulunmu lar-
dır!”
FINDLEY: “Türklerin uygar-
lık e iklerini geçerken kimli ini
koruyup kendine nasıl dönü -
türdü ünde ö renecek önemli
dersler vardır!”
OLIVIER, “Hıristiyan aile-
ler çocuklarını para u runa acı-
madan satarken Türkler onlara
esir de il, evlat muamelesinde
bulunurdu!”
W H E A T C R O F T :
”Osmanlı’nın erdemleri yüzyıl-
lar boyu de i meden kalmı -
tır!”
ROUX: “ ki bin yıl boyunca
Türklerin dehalarına pek çok
tanık olduk; geçmi gelece in
garantisiyse Türklerden çok ey
beklenebilir!”
MANTRAN: “Batı,
Osmanlı’nın geli mesini önle-
mek için reform giri imlerini
sürekli engelledi!”
GRAMMONT: “Selim dö-
neminde, 40.000 Alevî’nin kı-
rılması efsanesini destekleyen
hiçbir kanıt yok elimizde!”
VATIN: ”Osmanlı
mparatorlu u’nda çepeçevre
ku atılmı küçük bir Rum ta-
cir devletin varlı ı tarihe aykı-
rılıktı!”
. BELD CEANU: “Osman’la
Orhan, tarih sahnesine çıkmak
için, talihi, zekâyı ve askeri ye-
tenekleri birle tirmeyi bildi-
ler!”
A ustos 200956
GIBBONS: “Anadolu,
XIII. asırda Bizans
tarafından tamamen
Selçuklulara terk
edilmi tir!”
57
N.BELD CEANU: ”Osman-
lı Sultanı’nın iktidarı keyfî ol-
maktan uzaktı!”
BAZIN: “Osmanlı mpara-
torlu u dilleri, dinleri ve kül-
türleri farklı yı ınla halkı Türk
yönetiminde bir araya getirmi -
tir!”
VE NSTE N: “Osmanlılar,
Balkanlarda gerçek bir etnik ve
siyasal mozai i tek bir egemen-
lik altına yerle tirmi oldular!”
DUMONT: “Reform süre-
ci (Tanzimat), hiç ku kusuz bir
kültürel sömürgele meyi de be-
raberinde getirdi!”
RAYMOND: “Osmanlıların,
gerçek bir tutarlılık ta ıdı ının
ve belli bir sa lamlık kazandı-
ının tartı ılmaz kanıtını Ma -
rip verir!”
MANSFIELD: “Büyük dev-
letler mparatorlu u ya atmaya
kararlı gözükseler de, toprakla-
rını ele geçirmekte asla durak-
samamaktaydılar.”
McCARTHY: “Osmanlı’yı
yıkmanın sorumlulu u, bunun
neye mal olaca ını hesaplaya-
mayan emperyalistlere yüklen-
melidir!”
STRZYGOWSK : “Türk Sa-
natı Asya’yı, Avrupa’yı, hatta
Çin’i bile etkisi altına almı tır!”
GLÜCK: “Türklerin yarat-
tıkları sanatlar, sabit milli top-
raklardan gıdalanmı olup asla
yabancı kültürlerin do urdu u
bir mahsul de ildir!”
AMICIS: “Hiçbir ehir, için-
de ya ayan halkın tabiatını ve
felsefesini stanbul kadar tem-
sil edemez!”
PALMER: “Sovyetlerin
hızlı çökmesiyle, Rusya’nın
Karadeniz’deki rakibi Osmanlı-
lar tekrar güncellik kazanmak-
tadır.”
LEWIS: “Türk varlı ının
devamını slâm dini ile dilleri
Türkçe sa lamı tır!”
ANNA MASALA: “Mevlâna,
Yunus ve Hacı Bekta , manevî
hocalarımdır!”
KINROSS: “Türkiye, geç-
mi te Do u’nun Batı gücüydü,
bugün ise Batı’nın Do u gücü-
dür!”
POPE: “Batı’nın Türkiye’yi
anlayamaması, onu sömürge-
le tirememesinden kaynakla-
nıyor!”
GEORGEON: “Hıristiyan-
Müslüman zıtlı ı, Türk kimli i-
nin temel unsurudur!”
GREGOIRE: “Türklerin sa-
hip oldu u zenginlikleri ele ge-
çirme arzusu, antla maların üs-
tüne çıkmı tı!”
NAKRACAS: “Arapların
Anadolu’da üç yüz yılda ya-
pamadıklarını Türkler on yıl-
da ba ardılar!”
HOTHAM: “Türkler her
zaman yöneten, ama hiçbir
zaman yönetilmeyen soylulu-
a sahiptir!”
LLOYD: “Türkiye’de kal-
mı bir yabancı, bu ülkede
gerçekle tirilen de i imin ne
denli a ırtıcı oldu unu kabul
etmek zorundadır!”
MANDEL: “Geçmi yüz-
yılda seyyahlardaki hayran-
lık, Türkiye’deki hayatın in-
sani kalitesine olmu tur!”
FULLER: “Demokratik
karakteri ve me ru hüküme-
ti Türkiye’ye muazzam bir
güç ve devamlılık sa lamak-
tadır.”
Kastamonu de-
yince hatıra he-
men aban-ı
Velî hazretleri gelir. Güzel
Anadolu’muzun on altıncı yüzyıl-
da yeti tirmi oldu u büyük âlim
ve velîlerinden olan aban-ı Velî,
bu ilimizin Ta köprü ilçesi Çakır-
çayı köyünde do ar. Do um tarihi
konusunda kesin bir bilgi yoktur. Küçük ya larda
anne ve babasını kaybetmesiyle yalnız ve kimsesiz
kalır, sonrasında ise kimli i ve ya amı hakkında
fazla bilgi bulunmayan bir kadın tarafından evlat
edinilir. Kendisini öz evladı gibi seven bu kadın
Hazretin tahsilini yapmasında maddî ve manevî
yardımlarını esirgemez. Hatta tahsilini tamamla-
ması için stanbul’a gönderir.
Do du u köyün mektebinde Kur’an e itimi ile
ba layan e itim hayatını, aklî ve naklî bilimlere
sahip olabilmek için daha sonra Kastamonu’da
devam ettirir. Burada Osmano lu Hoca Velî’den
tefsir ve hadis dersleri okudu u hatta tahsili sıra-
sında kendisinden icazet aldı ı bilinir.
Ancak memleketindeki tahsille yetinmeyerek
ilim ve fazilet diyarı olan stanbul’a gider ve tah-
siline stanbul Fatih Medreseleri’nde devam eder.
Kur’an-ı Kerim ilmini önceden tahsil etmi olma-
sı ona özellikle tefsir ve hadis ilimlerinin kapıları-
nın rahatlıkla açılmasını sa lar.
Ö renim yıllarında güzel
ahlâkı, a ırba lılı ı ve çalı kanlı ı
ile hocalarının teveccühüne maz-
har olur.
stanbul medreselerinde uzun
zaman e itim gören aban-ı Velî,
zamanla içinde bir bo luk hissetmi , aldı ı dinî
e itimin kendisini tatmin etmedi ini görmü -
tür. Sonunda ilahî sırlara da vasıl olmayı arzu-
layan ve Bâtınî ilmi tahsil etmeye kararlı olan
Hz. Pir, kendisini irfan yolunda ir at edecek bir
mür id-i kâmil aramaya ba lar ve bu kapsam-
da stanbul’daki bazı din büyüklerine hâlini arz
eder. Bu arada Fatih Medreseleri’nden icazetna-
mesini de alır. Hocalarının medresede müderris
olarak kalma teklifine kar ılık, kararını vermek
için kendilerinden zaman ister.
Bu sırada gece rüyasında memleketine, sıla-
ya gitmesi gerekti i söylenir. Kastamonu’ya dön-
mek için manen i aret alan aban-ı Velî, sılasına
giderken Bolu’da bulunan, adını ve methini duy-
du u Hayreddin Tokadî hazretlerine u rayıp zi-
yaret etmek ister.
Bolu’ya geldi i ilk ak am Tokadî hazretleri-
nin zikir halkasına katılır. Bu halkada, kalbin-
Örnek HayatYusuf HALICI
ŞABAN-I VELÎ
A ustos 200958
59
deki parlak
ilahi ı ıkla o
hale gelir ki ora-
dan ayrılmak için
kendinde derman bu-
lamaz. Bu hâl birkaç gün
böyle devam eder ve bu süre
zarfında dergâhta misafir kalır.
O, gönül sıkıntılarını Hayreddin
Tokadî’ye anlatıp bütün varlı ı ile ona ba -
lanır. Biat ederek maddî manevî her eyini
Tokadî’ye teslim eder ve dünya halini tamamen
terk eder. Bu ba lanma ile aban-ı Velî’nin için-
deki sıkıntılar ber-taraf olmaya, ruh dünyasını
huzur ve sükûn kaplamaya ba lar. Yakla ık on iki
yıl Hayrettin Tokâdî hazretlerinin yanında kala-
rak onun rahle-i tedrisinden geçer ve ona hizmet
eder. Bu süre içinde seyr ü sülûkunu tamamla-
yarak tasavvufta kemale erer ve sonunda mür i-
dinin hilafetine mazhar olur. Hayreddin Tokadî
hazretleri kendisine icazet vererek “Sana hilafet
verildi, memleketine dön! r at soframızı orada
kurarak â ık ve sâdıkları ir at et.” buyurur.
aban-ı Velî hazretleri, Kastamonu’ya geli i-
nin ilk zamanları, Seyyid Sünnetî Mescidi yakın-
larındaki Cemaleddin Camii avlusunda kalır. Bir
süre burada münzevî bir hayat geçirir. Bu sıralar-
da onu görenler, haline acıyarak yardım etmek is-
terlerse de o bunu kabul etmez. Hazretin, Seyyid
Sünnetî mescidindeki erbainini tamamlaması ile
hâli, halk nazarında açı a çıkmaya ba lar. Onun
yüce ki ili ini görenler ve onu anlamaya ba la-
yanlar, yava yava onun sohbet halkasına katı-
lırlar.
Bir süre Honsalar Camii’nde vaaz ve ir adda
bulunan aban-ı Velî, bu caminin yanması üze-
rine kendisi Hisarardı Seyyid Sünnetî Mescidi’ne
yakın bir eve ta ınır ve ir at görevini de Seyyid
Sünnetî hazretlerinin yaptırdı ı dergâhta devam
eder.
Rivayete göre, Seyyid Sünnetî zaman zaman
Hızır (a.s.) ile görü üp mütalaada bulunurmu .
Hayatının sonlarına do ru kendisinden sonra ye-
rinin bo kalaca-
ını dü ünüp hü-
zünlendi i bir gün,
Hızır (a.s.) yanına ge-
lir ve yerinin bir süre bo
kalaca ını, ama ondan son-
ra büyük bir eyh tarafından
doldurulaca ını müjdelemi tir.
Gerçekten de Seyyid Sünnetî’nin
vefatından sonra, onun bo lu u eyh
aban-ı Velî’ye kadar doldurulamamı ve
Hızır (a.s.)’ın müjdesi de böylece gerçekle -
mi tir.
aban-ı Velî hazretleri, Seyyid Sünnetî mesci-
dinde ba ladı ı ir at hizmetini sonradan Honsa-
lar Camiinde sürdürmü ve halkasına katılanlar
günden güne artmı tır. Hz. Pir, zahirî ilimler-
le ba layarak bir süre devam ettirdi i camii soh-
betleri, zamanla yerini batınî ilimlere bırakarak
tasavvufî ir ada yönelmi tir.
Ya amı boyunca pek çok ki inin yardımına
ko an aban-ı Velî, namazlarını zaman zaman
Kâbe’de kıldı ı gibi çe itli kerametler göstermi se
de bunların anlatılmasını, konu ulmasını ve bi-
linmesini hiç istememi tir. Bu konuda anlatanla-
rı azarladı ı ve hatta inkâr etti i görülmü tür.
Hayatının son dönemlerini halvete çekilerek
geçiren Hazretin, bazı rivayetlere göre yedi yıl in-
zivada, uzlette kaldı ı ifade edilmektedir. Vefat
edece ini hissetti inde talebelerini yanına topla-
yarak onlara ayrı ayrı dua ve tavsiyelerde bulu-
nan eyh aban-ı Velî 4 Mayıs 1569’da Rahmet-i
Rahman’a kavu mu tur.
KültürAydın TALAY
A ustos 200960
61
Bir zamanların huzur ve sükûn
diyarı diye oryantalist eserle-
rinde uzun uzun konu edinilen
ülkemiz imdilerde ne yazık ki güvensiz yerlerden
biri haline mi geldi? Ba ta hırsızlık olmak üze-
re çe itli utanç verici vakalar rekor seviyede ya-
anıyor. Niyetimiz kara bir tablo ile evkinizi kır-
mak de il ama yarım asır öncesine kıyasla maddî
yönden bir elimiz ya da bir elimiz balda olması-
na ra men iddet, kabalık ve cinayetler had saf-
hada. Hangi sokak ba ında ne tür bir vakıa ile
kar ıla aca ımızı kestiremez hale geldik. Daha
üç asır evvel stanbul’un som altınla bile tartıl-
masının az olaca ını ve cennet-i âlânın bu eh-
rin altında mı yoksa üstünde mi oldu unu iirin-
de hayranlıkla dile getiren Divan airimiz Nedim
bir de imdi sa olsa ne derdi acaba? Bize ne olu-
yor dostlar. Gülmeyen yüzler, selâmsız sokaklar,
u ranmayan kom ular, en küçük bir yanlı kar ı-
sında gayz küpü haline gelmeler… Kafamıza koy-
du umuzu yapıyor anlık maddî hazlar için etrafı
ate e salabiliyoruz. Sorgulayanlar kar ısında öz-
gürlük nutukları atıyoruz.
Bunların sebepleri nelerdir, halledilmesinde
her birimize dü en sorumluluk ve görevler neler-
dir diye ço u zaman dü ünmüyoruz bile. Bu yara-
mıza yıllar önce parmak basan merhum Mehmet
Âkif öyle diyordu:
Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır
Fazilet duygusu insanlarda Allah korkusundandır
Çekilmi yüreklerden farzedilsin
havf-i yezdan’ın
Ne irfanın kalır tesiri katiyyen ne vicdanın.
Hayat artık behîmidir. . .
Hayır ondan da alçaktır;
Oyuncak sanmayın! Ahlâk-ı millî, ruh-i millidir
Onun iflası en korkunç ölümdür:
Mevt-i küllîdir.
Evet dostlar, efkat ve merhamet duyguları-
mız özellikle son yıllarda büyük çapta erozyona
u radı. Sadece akıl ve nefsî isteklerinin emrine
uyan insanın gittikçe canavardan beter olaca-
ı kaçınılmazdır. Bu bakımdan özellikle genç ku-
akların elimizden kayıp gitmemesi için fert ve
toplum olarak onların kalp ve gönüllerine silin-
mez gönül harfleriyle sevgi ve muhabbet halesi-
ni i lemekten geri kalmamalıyız. Ho görü, saygı
ve insan haklarının kâ ıt üzerinde ve konu ma-
larda yer alması yetmiyor. Ya amada, icraatta ve
MERHAMET “Ba ta ulema olmak üzere bütün Müslümanlar sadece kendi çocukları için de il;
akrabaları, çevreleri, millileti ve tüm insanlık için bıkmak bilmeyen merhamet
fedaileri olabilirlerse ça ın ve insanlı ın kurtulu u için bir ı ık yakabilir.”
A ustos 200962
müfredatta nerede oldu umuzun vakit geçirme-
den sorgulanmasına geçmeliyiz artık.
slâm’ın esas aldı ı efkat ve merhamet ör-
ne ini ba ka yerlerde aramak akıl kârı de ildir.
“Oku” emri ile Kur’an-ı ba latan Rabbimiz haya-
tın her safhasında karde olmamızı emretti i gibi
ömrü boyunca tek bir ferdin dahi kaybedilmesi-
ne gönlü razı olmayan engin efkat timsali Efen-
dimiz (s.a.v.)’in hayatı gözlerimizin önündedir.
Mekke’nin fethinden sonra Mekke’ye devesi üze-
rinde ba ı e ik ve tevazu içinde giren Peygamberi-
miz, Yusuf (a.s)’ın kendisine büyük zulüm yapan
fakat kapısına gelen mahcup karde lerine dedi-
i gibi demi ti: “Bugün size ayıplama yok. Allah
sizi ba ı lasın. O merhamet edenlerin en merha-
metlisidir.” (12/Yusuf, 4) Müslümanlara en fazla sı-
kıntıyı veren Ebu Süfyan’ın evine girenler kurtul-
mu tur emrini vermi ti.
Günümüzde kötülü ün kar ısında aile ve mü-
esseseler olarak yavrularımıza yeterince sa lıklı
e itim veremedi imizin altını çizmek istiyorum.
Güzel örnekleri, sadece nasihatle yetinmeyip
ya ayarak aile, çevre ve okulda ço altmaz isek
merhamet hissimiz Allah korusun dumura u -
rayabilir. Çocu umuzun arkada çevresi ve ilgi-
lendi i alanlarda yardımcısı olup merhametten
uzak alanlara bırakırsak sonradan dizi dövmenin
bir anlamı kalmaz. Sorumlu makamlar, terbiyeci-
ler ve anne babalar bekleneni verece ine ço u kez
anlık tedbirlerle i i geçi tiriyorlar. Hâlâ daha dini
öcü gibi görüp gösteren hastalıklı ve kiralık ka-
falara rastlıyoruz. Hâlbuki Allah’ın yüce Resulü
(s.a.v. ): “Merhamet edenlere Allah da merhamet
eder. Yeryüzündekilere merhamet edin ki gökte-
kiler de size merhamet etsin.” buyurarak insanlı-
ın efkatten ibaret oldu unu tebarüz ettirmi tir.
Dernek, cemiyet, vakıf ve benzeri sosyal ku-
rulu lar nesillerin ahlâken en güzel biçimde yo -
rulmasında sorumluluk ve gayret ta ımıyor. Yı-
ınlarca hem ehri dernekleri dert ve sıkıntılara
tercüman olarak birer terbiye yuvası halinde
hizmet verece ine vakitleri oyunla geçirmekte-
dir. Hâlbuki huzur ve saadetten ekonomik istik-
rara kadar her eyin yolu karde olmaktan geçi-
yor. Karde lik, efkat ve merhametin kayna ı ise
Allah korkusu ile onun emirlerine inkıyattır. Suç
i leyenlere bakarsanız ço unlukla alın teri dök-
mekten ve Allah korkusundan bîhaber, bedava
kazanca can atan ve er güçlerin oyunlarına ça-
bucak kanan cahil tipler oldu unu görürsünüz.
Okullarda müfredat programları hayatla ve terbi-
ye ile iç içe olmadı ı gibi bilgi hamalı olarak ye-
ti en gençlerin mezuniyetten sonraki intibakını
güçle tiriyor.
Yunus Emre merhum yedi asırdır insanımızı
ne güzel sıygadan geçirir:
lim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır
Okumaktan ma’nî ne ki i hakkı bilmektir
Çün okudun bilmezsin ha bir kuru emektir
Çevrelerine ı ık saçan, de i ik meslek ve fay-
dalı hizmetlerde bulunan ve unutulmayan in-
sanları birer birer inceleyiniz. Bunların öncelikle
sa lam bir edeb ve terbiye almı , ciddi bir mânevî
e itimden geçmi insanlar olduklarını hayranlık-
la göreceksiniz. Sorumluluk bilincine sahip anne
babalar, “Bırak çocu un üzerine fazla dü me za-
manla her eyi kazanır” dememi mum gibi tü-
kenme pahasına kaliteli insan ortaya çıkarmı lar-
dır. Devrin kıt imkânlarına ra men yaya, at veya
deve ile ülkeleri bir ba tan bir ba a katederek fa-
zilet ve ahlakla bezenmi ilim yolunda a ırtıcı
mesafe almı lardır. stanbul’umuzun medar-ı if-
tiharı Eba Eyyüb’el Ensarî, tek bir hadis dinlemek
için Medine’den Mısır’a kadar olan yolu vasıtanın
bulunmadı ı o dönemde me akkatle katetti ini
anlatır. Bu güzide insanlar ö rendiklerini adım
adım ya amasalardı bugün bizler nasıl aydınla-
nacaktık.
Ba ta ulema olmak üzere bütün Müslüman-
ların sadece kendi çocukları için de il akraba ve
çevresi için de bıkmak bilmeyen bir fedai olması
elzemdir. efkat ve merhamet fedaileri olmadık-
ça ba ka türlü cinayet, soygun ve gaspçıların sonu
gelmeyecektir
Allah’ın Habibi Efendimiz (s.a.v.); ”Müminler
63
birbirini sevip merhamet etmede tek vücut gibi-
dirler. O vücudun bir organı rahatsız olsa di er
organlar da acı çeker.” Bugün çevremize, arka-
da ve akrabamıza kar ı ilgisiz hale gelmekle ne
kendimize yar ne dı dünyaya kar ı onurlu ola-
biliyoruz. im yok ki niye arayayım i in ucunda
ne menfaat ver mantı ı ve aklı ile bir yerlere va-
ramayız. Çocu a güzel davranı lar kazandırma-
nın çok faziletleri vardır. Çünkü Allah korkusu,
ibadet lezzeti, sevgi ve muhabbet, itaat güzelli i
hep ilim ve hikmet pe inde ko makla ve genç ya -
ta elde edilebilir. Böylece her an sadaka vermi
gibi sevap ve hayır kazanılmı olur. Atalarımız er
güçlerin gençlerin arasına çe itli oyunlarla girip
onları bozmalarına asla müsaade etmez, ciddi di-
siplinle kültür de erleri olan din, dil, co rafya ve
ahlaklarına sahip çıkarlardı. Sadece fert olarak
kötülü ü terk etmekle i imiz bitmiyor. Rahata,
rehavete, sefahat, gaflet ve tembelli e dü meden
iyiyi do ruyu ve güzeli yaymayı prensip edinme-
liyiz. Gençlerin iman ve ahlâkını kurtaracak zat
ve kurulu lara her türlü yardım ve deste i ihmal
etmemeliyiz. Yumu aklı ın her eyi süsledi i-
ni fakat sertli in çirkinle tirdi ini unutmayaca-
ız. Her türlü er odakları ve cazgır din dü man-
larının sinsi çalı malarını bo a çıkaraca ız. Aksi
halde Cenab-ı Hak geçmi kavimlerde görüldü ü
gibi helâk etmeye her an kadirdir. Nitekim sra
Suresinin 8. âyetinde öyle buyrulur: “Siz boz-
gunculu a dönerseniz biz de sizi a a ılık kılma-
ya ve cezalandırmaya döneriz.” Me hur Fransız
matematikçisi Blase Pascal ‘Dü ünceler’ adlı ese-
rinde öyle der: “Ey zavallı akıl ve ey zalim nefis
âcizli inizi anlayınız ve Rabbin yoluna dönünüz.
”. Ba kalarına hayrı, güzel ahlâk yollarını tavsiye
edip de kendisi yapmayan ki ilere itibar etmeme-
liyiz. Böylelerinin yüzünden gençler ve çocuklar
sıkıntı, bunalım ve yalnızlı a itilmektedir. Dünya
menfaatini ahirete tercih edenleri Kur’an-ı Kerim
Bakara Suresinin 44. âyetinde iddetle uyarmak-
tadır. “(Ey alimler) insanlara iyili i emreder de
kendinizi unutur musunuz?” Ba kalarının hata-
larını tashih ederken incitmeden ve en uygun bi-
çimde davranaca ız. Hazreti Ali (r. a.)’in sevgi-
li kuzuları Hasan ve Hüseyin daha çocuk ya ta
iken bir ihtiyarın yanlı abdest aldı ını görmü -
lerdi. Bir müddet dü ünüp dedeye biz iki karde-
iz. Abdestte hangimiz do rudur diye iddiala ıyo-
ruz. Acaba do ru abdest hususunda bize hakem
olur musun diyerek Eûzu-besmele çekip dikkatli
bir ekilde abdest alırlar. htiyar çok dikkat etti-
i halde onlarda bir hata bulamayıp kendi yanlı ı-
nı anlar ve boyunlarına sarılıp onları sever. Do -
ruyu bildirdikleri için de ükranlarını bildirir. Saf
Suresinin 3. âyetinde kendimiz i lemeden ba ka-
larına nasihat etmeye bir hakkımız olmadı ı öy-
le vurgulanır: “Yapmayaca ınız eyi söylemeniz,
Allah katında en sevilmeyen bir eydir.” Dünya-
da halka iyilik ve do rulu u emredip de kendileri
yapmayan zevatın ahirette dudaklarının ate ten
makaslarla kesilece i bildirilmektedir. erlilerin
en korkuncu da ulema-i sû diye tabir edilen kötü
bilginlerdir. Hele idarecilerle hakkı tebli için de-
il de sırf, menfaat ve yakınlık için temas kuran-
lar iyi te his edilmelidir.
Ders ve ibret almayıp Hakk’a isyan ve ahlak-
sızlı a devam eden kavimlerin sonlarına dair
acıklı tespitler Kur’an-ı Mübin’de uzun uzun yer
alır. lâhî emirleri küçümseyenlerin zaman za-
man huylarının domuz ve maymuna çevrildi-
i muhtelif ayetlerde beyan edilmektedir. Hulûsi
Darendevî Hazretlerinin divanındaki Nasihat ii-
rinden bir dörtlük ile sözlerimizi noktalıyoruz:
Âlemi sen kendinin kölesi kulu sanma
Sen Hakk için âlemin kölesi ol kulu ol
Nefsin hevası ile ma rur olup aldanma
Yüzüne bassın kadem; her aya ın yolu ol
GüncelFatih ÇINAR
A ustos 200964
PEYGAMBER SEVGİSİVE SÜNNET ANLAYIŞI
İHRAMCIZÂDE İSMAİL HAKKI TOPRAK (K.S.)’ın
hramcızâde, ola-
rak tanınan smail
Hakkı Toprak Efen-
di (k.s), memleketimizin son dö-
nemine damgasını vuran mane-
viyat erlerinden birisidir. Onun
özellikle Sivas ve çevresine yap-
tı ı hizmetler hâlâ devam et-
mekte ve yeni yeti en nesillerce
hayranlıkla tema a edilmekte-
dir. Tabii, Efendi Hazretlerinin
maddî ve manevî anlamdaki bu
büyük hizmetlerinin temelinde,
Kur’ân ahlâkı ile bezenmi bir
insan olması, çok önemli bir et-
kendir. Onun Kur’ân’a bakı ını ise Hz. Peygam-
ber (s.a.v)’in sünneti ekillendirmektedir. sma-
il Efendi, “Ya ayan Kur’ân” olarak nitelendirilen
Hz. Peygamber’in çok sıkı bir takipçisi olmayı he-
deflemi tir.
Efendi Hazretleri, her halinde Hz. Peygam-
ber (s.a.v)’i örnek alırdı. Öyle ki, oturup kalkma-
sından, yemesinden içmesinden ibadet hayatı-
na varıncaya kadar Hz. Peygamber’in içerisinde
oldu u bir hayat ya amaya gayret ederdi. Mu-
habbet ve hürmetinden dolayı onun ismini ab-
destsiz a zına almazdı. Hatta bir defasında bir
ihvanına “ sminiz nedir?” diye sormu , o da;
“ smim Muhammed’dir, Efendim” deyince,
“Allah’ını seversen sus, abdestimizi tazeleye-
lim de ondan sonra adınızı söylersiniz” buyur-
mu lardır.
hramcızade, Hz. Peygamber
(s.a.v)’i sevmenin sadece kuru
bir iddia olmaması gerekti i an-
layı ını savunan; sünnetin, ha-
yatın akı ı içerisinde faal/aktif
bir rol oynaması gerekti ini dü-
ünen bir anlayı a sahipti. Onun
sünnet anlayı ı/peygamber sev-
gisi, hiçbir zaman teoride kalma-
mı , günlük hayatta mutlaka kar-
ılık bulmu tur.
Efendi Hazretleri’nin Hz. Pey-
gamber (s.a.v) sevgisini somut-
la tırdı ı sünnetleri, öyle sırala-
yabiliriz:
hramcızâde smâil Hakkı Toprak ve Sünnete Bakı ı:
Hz. Peygamber (s.a.v)’i yürüyen bir Kur’ân
olarak dü ünürsek, onun Kur’ân’a verdi i önem
hemen zihnimizde canlanacaktır. Hz. Peygam-
ber (s.a.v), attı ı her adımı Kur’ân’a göre atan,
Kur’ân-ı Kerim’de bizlere uyulması gereken bir
rehber olarak sunulmu tur. Efendimizin bu
Kur’ân sevgisi smail Efendi’de ne et bulmu tur.
O, Kur’ân-ı Kerim’i o kadar çok severdi ki, Kur’ân’ı
kalplerinde barındıran hafızlara ayrı bir önem ve-
rirdi. Bir hafız meclise geldi inde aya a kalkarak
onu kar ılar, onu ba kö eye oturturdu. Kur’ân’a
hizmet etmeyi gaye edinen Efendi Hazretleri, Ulu
Cami dernek ba kanlı ı döneminde birçok ha-
65
“Efendi Hazretleri, her halinde Hz. Peygamber (s.a.v)’i
örnek alırdı. Öyle ki, oturup kalkmasından, yemesinden
içmesinden ibadet hayatına varıncaya kadar Hz.
Peygamber’in içerisinde oldu u bir hayat ya amaya
gayret ederdi. Muhabbet ve hürmetinden dolayı onun
ismini abdestsiz a zına almazdı.”
A ustos 200966
fızın yeti mesine vesile olmu , böylece Kur’ân-ı
Kerim’in nesilden nesile sa lam bir ekilde akta-
rılmasına katkıda bulunmu tur. Kur’ân-ı Kerim’e
son derece â inâ olan Efendi Hazretleri’nin haya-
tına Kur’ân-ı Kerim ile anlam katması, dikkat çe-
kilmesi gereken en önemli konulardan bir tanesi-
dir. O, Allah’ın kelâmının, hiçbir zaman raflarda
bırakıp tozlanmasına rıza göstermemi , tam aksi-
ne, Kur’ân-ı Kerim’i, aksiyon adamı olması gerek-
ti ine inandı ı Müslümanın hareket noktasının
ba langıcı olarak görmü tür.
Hz. Peygamber (s.a.v)’in en büyük özelliklerin-
den birisi olan, namaz ibadetine çok önem verme-
si de Efendi Hazretleri’nin hayatında yansımasını
bulmu tur. Efendi Hazretleri, gece namazlarına/
teheccüt namazına çok önem verir, kendisi sabah
namazlarını daima cemaatle edâ ederlerdi. “Kar-
de lerim! Ömrümüz memuriyet ile geçti ama na-
filelerimizi bile terk etmedik” diyerek bu konu-
daki hassasiyetlerini göstermektedirler. Ayrıca
sürekli abdestli bulunma sünnetini kendisi ko-
rumaya azami derecede önem verir, ihvanları-
na da bu önemli sünneti ihya etmeleri konusun-
da uyarılarda bulunurdu. Hz. Peygamber (s.a.v)
bu dünyadan ayrılırken son söz olarak: “Namaz
vakti geçti mi?” diye sormu lardır. Efendi Haz-
retlerinin de bu dünyaya ait son sözleri: “Nama-
zınızı kılın!”olmu tur. Ölüm anında dahi sünnet-i
seniyyeden ayrılmayan kâmil bir mümin, Allah-ü
Teâlâ efaatlerine nâil eylesin.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) sohbete çok önem
verirlerdi. Etrafındaki insanları sohbetleri ile ir at
ederler, onların do ru yola girmesine vesile olur-
lardı. Efendi Hazretleri de: “Bizim yolumuz soh-
bet üzere kurulmu tur!” diyerek sohbete verdik-
leri önemi dile getirmi lerdir. “Garda larım! Her
sohbette vuslat vardır, vuslatsız sohbet olmaz.
Sohbetlerde edep ve muhabbetinize sahip olun”
diyerek sohbet adabının önemini belirtirlerdi.
Resulullah (s.a.v) engin bir ho görüye sahipti.
Mescidin bir kö esine küçük abdestini yapan bir
bedeviyi dahi ho görecek bir karaktere/yapıya sa-
hipti. Onun bu engin ho görüsü Efendi Hazretle-
rinde de kendini göstermi tir. Bir gün Ulu Camiye
giderken bir meczup kar ısına çıkar ve: “Bu ka-
dar milleti topladın, nereye götürüyorsun?”der.
Efendi Hazretleri tebessüm eder ve etrafındaki-
lere: “Böyle bir durumla kar ıla sanız, i ini mi
görürsünüz yoksa tersler misiniz?” diyerek dai-
ma ho görülü olmak gerekti ini ifade etmi lerdir.
Resulullah Efendimiz (s.a.v) hakka ve hukuka ay-
kırı olan hiçbir eyde müsamaha göstermezdi. Ha-
tırlanaca ı üzere hırsızlık yapan bir bayanın elinin
kesilmemesi için kendisine ricaya gelenlere: “Val-
lahi, kızım Fâtıma bu fiili i lemi olsaydı, ona da
bu cezayı uygulamaktan geri durmazdım”, diye-
rek cevap vermi tir. Efendi Hazretleri de, sigara
konusunda aynı hassasiyeti göstermi , sigaranın
maddî ve manevî zararları ve israf olması nede-
niyle, “Sigara içen ya bizi terk eder ya da sigara-
yı terk eder” demi lerdir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) misafire ikram
konusuna da ayrı önem verirlerdi. Bizzat misa-
firine hizmet eder, “Misafir on rızkıyla gelir, bi-
rini yer dokuzunu ev sahibine bırakarak gider”
buyururlardı. Bu meselenin uurunda olan Efen-
di Hazretleri, evinde misafirin eksik olmamasını
isterdi. Zaten her gün birçok ziyaretçisi onu yal-
nız bırakmazdı. Kendisi misafirleri ile birebir ilgi-
lenir, onları sevgi ve muhabbet ile kar ılar, “Gelen
gelsin saadetle, giden gitsin selâmetle” derler-
di. “Misafirin üç hakkı vardır: stirahat ettiriniz,
karnını doyurunuz ve hamama gönderiniz” bu-
yururlardı.
Peygamber (s.a.v): “Müminin i i gerçekten a-
ılacak bir i tir. Zira i inin hepsi onun için hayır-
lıdır. Bu meziyet yalnız mümine mahsustur. Zira
o sevinince ükreder. Bu ise onun için hayırdır.
Ba ına bela gelirse sabreder bu da onun için ha-
yırdır” buyurmaktadırlar. Onun hayatı incelendi-
inde sabrın zirvesinde bir insan oldu u rahatlık-
la anla ılacaktır. Efendi Hazretleri de çok sabırlı
idi. u olay onun sabrını göstermesi açısından son
derece önemlidir: O lu Kemal Toprak’ı tren kes-
mi , paramparça olan vücudu bir torbaya konula-
rak defnedilmi ti. smail Efendi, o lunun vefatını
büyük bir sabır ve teslimiyet ile kar ılamı : “Rab-
bime, o lumun vefatında bana sabır verdi i için
ükrediyorum” buyurmu lardı.
67
Hz. Peygamber (s.a.v) Medine’ye hicretten
sonra yapılan mescide biti ik olarak faaliyete
ba layan ve “Ashab-ı Suffe” olarak isimlendiri-
len, i leri Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i erif oku-
mak, ezberlemek ve halka anlatmak olan ö -
renciler yerle tirmi ti. Hz. Peygamber (s.a.v)
burada e itim-ö retim hayatı devam eden ö ren-
cilere çok büyük de er vermi , onların maddî ve
manevî tüm dertleri ile ilgilenmi ti. Efendi Haz-
retleri de Kur’ân ve Sünnet’in anlatıldı ı, vatan ve
ilim a kıyla dolu insanlar yeti tirece ine inandı ı
mam Hatip Lisesi’nin açılması için elinden gelen
her eyi yapmı tır. mam Hatip Lisesi’nin dernek
ba kanlı ını üstlenerek bu okulun açılmasını sa -
lamı ve ö rencilerinin dertleri ile tek tek ilgilen-
mi lerdir.
Mustafa Takî Efendi tarafından nesir ola-
rak yazılan mevlîd-i erîfi 175 beyitten olu an bir
manzumeye çevirmesi de smail Hakkı Toprak
Hazretleri’nin Peygamber (s.a.v) sevgisini göste-
ren en önemli i aretlerden birisidir.
Tabii ki smail Efendi’nin Hz. Peygamber
(s.a.v) sevgisini ve sünnet anlayı ını bu zikredi-
len örneklerle sınırlamamız mümkün de ildir.
Hayatın her alanında onun tek hedefi âlemlere
rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed Mus-
tafa (s.a.v)’yı örnek almak ve O’nun ya adı ı gibi
madden ve mânen temiz bir hayata ula maktı.
Efendi Hazretleri o yüzden: “Garda larım! Adam
olamadık, adam olmak me er ne zormu ” buyu-
rurlardı.
Sonuç
Efendi Hazretleri’nin bu anlayı ı günümüz
Müslümanları olarak hepimize örnek olmalı-
dır. Hayatın dı ında, ula ılamayan, uzaklarda bir
peygamber anlayı ını tamamen reddeden, Hz.
Peygamber (s.a.v)’i hayatın merkezine koyarak
hareket eden bir anlayı ı benimsemeye her za-
mankinden daha fazla ihtiyacımız var. Hz. Pey-
gamber (s.a.v)’in sabrını, ho görüsünü, hiz-
metini, Kur’ân anlayı ını, ibadet hayatını, aile
reisli ini, komutanlı ını, devlet ba kanlı ını, ö -
retmenli ini, babalı ını, kom ulu unu vs. kısaca
her yönünü çok iyi anlayıp hayatımıza yansıtma-
mız en büyük kazancımız olacaktır. Büyük ah-
siyetlere dikkat etti imizde görmekteyiz ki, onla-
rın en büyük özelli i “Ey Habibim! Muhakkak ki
sen yüce bir ahlâk üzeresin” övgüsüne mazhar
olan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’nın yoluna
sıkı sıkıya ba lı olmalarıdır.
Zamanımıza çok yakın bir dönemde ya aya-
rak, Hz. Peygamber (s.a.v)’in hayat ölçülerinin
nasıl ya anaca ını gözlerimizin önüne seren s-
mail Hakkı Toprak (k.s)’ı rahmetle anıyor, yüce
Mevla’dan Kur’ân ve Resulullah (s.a.v)’ın ahlâkını
bizlere de nasip etmesini niyaz ve temenni ediyo-
ruz.
Yazımızı Efendi Hazretlerinin çok sevdi i bir
ilâhî ile noktalayalım:
Canım kurban olsun senin yoluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Gel efaat eyle kemter kuluna
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Mümin olanların çoktur cefâsı
Ahirette olur zevk u sefâsı
On sekiz bin âlemin Mustafası
Adı güzel kendi güzel Muhammed
Psikoloji Sefa SAYGILI *
A ustos 200968
DEPRESYONNASIL TANINIR?
69
Depresyon ço u zaman farke-
dilmez veya tedavi edilmez.
Hâlbuki yorgunluk, ba a rısı
veya uykusuzluk gibi ikâyetler depresyondan ile-
ri gelebilir. Depresyondaki bireyler ço u defa bul-
gularını inkâr ederler, önemsiz gösterirler veya
stres deyip geçerler. Birçok hasta da doktora git-
mekten kaçınır. Çünkü depresyon te hisini hatalı
bir ekilde irade zayıflı ı veya karakter güçsüz-
lü ü ile ili kilendirirler.
Depresyon stresli, acılı bir olay ile tetik-
lenebildi i gibi belirgin bir sebep olmak-
sızın da geli ebilir. Bulgular ani bir e-
kilde ortaya çıkabilir veya yava yava
belirebilir.
u belirtiler aklımıza depresyo-
nu getirmelidir:
Devamlı hüzünlü olma: Sü-
rekli a lıyor veya kendimizi
duygusuz hissediyorsak.
Alınganlık: Kolayca
alınabiliyorsak.
Endi e duyguları:
Alı ılmadık bir e-
kilde gergin, endi-
eli veya küçük
sorunlarla zihnimiz me gulse.
Hayattaki ilgi ve zevklerin kaybı söz konusuysa.
Kendimize bakmıyor, temizlik ve giyime dik-
kat etmiyorsak.
tah: tahsızlık veya a ırı yiyerek kilo alıyor-
sak.
Uyku düzeninde bozulma: Gece uykuya dal-
mada zorluk olabilir, sık sık uyanabilir veya sa-
bah erken kalkıp tekrar uyuyamayabilir. Bazen de
çok fazla uyuyabilir, günün büyük kısmını yatak-
ta geçirebiliriz.
Yorgunluk ve enerji kaybı: Enerji seviyesi dü-
ük olabilir veya kendimizi her zaman yorgun his-
sedebiliriz. Hareketlerimiz yava layabilir ve daha
yava bir ekilde konu abiliriz.
Konsantrasyonda, dikkat ve hafızada azalma
oluyorsa.
Haleti ruhiyede a ırı de i meler: Kısa süre içe-
risinde a ırı ne e halinden ümitsizli e kadar de-
i ebilen gel gitler ya ıyorsak.
Çaresizlik duyguları varsa.
Karamsarlık ve ümitsizlik: Gelece e ait endi-
“Depresyon stresli, acılı bir olay
ile tetiklenebildi i gibi belirgin bir
sebep olmaksızın da geli ebilir.
Bulgular ani bir ekilde ortaya
çıkabilir veya yava yava
belirebilir.”
A ustos 200970
eler, her eyin kötüye gidece i hissi mevcutsa.
De ersizlik veya suçluluk duyguları: Çevre-
mizdeki insanlar kadar iyi olmadı ımızı hisse-
derek di er insanlardan uzakla ıyorsak, gereksiz
yere kendimizi suçlu görüyorsak ve bunlarla zih-
nimiz fazlasıyla me gulse.
Sürekli olumsuz dü ünce söz konusuysa.
Ba a rıları, sindirim bozuklukları veya müz-
min a rılar çekiyorsak.
Ölüm ve intihar dü ünceleri varsa.
Saydı ımız belirtilerin bir kısmını tanıyorsak
depresyonda olabiliriz. Bu durumda uzmandan
yardım istemeli, tedavi olma yoluna gitmeliyiz.
Depresyon Oranları
Depresyon kadınlarda erkeklerde görüldü ün-
den iki kat daha yaygındır. Hayat boyunca erkek-
lerde yüzde 10 oranında rastlanırken kadınların
yakla ık yüzde 20’sinde görülmektedir.
Depresyon kadınlarla ereklerden daha erken
ya larda, sıklıkla 25-44 ya ları arasında görülür.
Kadınların erkeklere göre daha fazla depres-
yona girmesinde kadın hayatına özel bazı tıbbi,
psikolojik ve sosyal faktörlerin etkili oldu u dü-
ünülmektedir. Bunlar:
• Kadın cinsiyet hormonları zaten mizaç de i-
iklikleri ya ar. Yani genç kızlıkta, menitruasyon
sırasında, annelikte, menapozda kadın ayrı hale-
ti ruhiyeye sahiptir.
• Kadınlar hem i hem de aile hayatına ait so-
rumlulukları daha fazla omuzlamak durumunda
kalmaktadır. Ayrıca erkeklere oranla daha faz-
la cinsel veya fiziksel travmaya maruz kalma ihti-
malleri mevcuttur.
• Sosyal ve kültürel farklılıklar sebebiy-
le kadınların erkeklere göre problemleri-
ni çözmeye çalı ma e ilimleri daha azdır. Bir
hastam bunu öyle ifade etmi ti: “Erkek sı-
kılınca, üzülünce gece de olsa çıkar, dola ır.
Veya kahveye, arkada larıyla balı a, ava gi-
der. Ama ben kadınım, evde kalıp devam-
lı problemimi dü ünmek zorunda kalırım.
Doç. Dr.
BAYRAMLARLA GEL
-Do u Türkistan’dan esenrüzgârın ça rısıdır bu-
Al ile ye ili dü te görürüm,Sorarım hilâli her gün afaktan.Can vergisi benli imi veririm,Bayramı, dü ünü unuttum çoktan.
Ey zincirler bâri sizler a layın,A layan yok, gülenim çok arkamdaZindancılar daha sıkı ba layın,Nasıl olsa bugün dostlar bayramda.
Her sabah kapımı çalma durmadan,Benimle e lenme deli rüzgâr git!Vefâya sormadan, öze sormadanÇorak topra a mı ekmi im ümit?
Zafer türküsüyle yası sil artık,Mendilim yok, diye bahane etme.Bu kaçıncı bayram, haydi gel artık,Daha fazla yollarını gözletme.
Her en nöbettedir ümit ku larım,O kutlu haberi özlemekteyim.Gerçek bayramların mu tusu için,Her gece hilâli gözlemekteyim...
Bestami YAZGAN
71
A ustos 200972
nsan, Toplum, Devlet Hayatı ve
Tarih
Tarih, insano lunun yara-
tılmasıyla ba layan ve sade-
ce onun varlı ıyla anlam kaza-
nan bir ilimdir. nsanı, üstün
ve mesul kılan vasıflardan biri
de bir tarihinin olmasıdır. Ta-
rihe, yaratılı tan kıyamete ka-
dar, insanın kendini arayı ının
seyir defteri veya serüven dolu
hayat akı ının grafi i de deni-
lebilir. Aynı zamanda tarihi, in-
san ile hayat arasındaki, çok bi-
linmeyenli karma ık denklemi
çözmeye muktedir, en tılsım-
lı anahtarlardan biri olarak da
kabul edebiliriz.
Maalesef, tarihi okuma, in-
celeme, tefekkür ve muhake-
me etmede gerekli uura eri e-
medi imiz; mâlumatfuru luk
olarak gören ezberci anlayı tan
kurtulamadı ımız; tarih bilin-
ci ve sevgisini a ılayıcı e itim-
den hâlâ uzak oldu umuz ve ni-
hayet bugünü anlamlandırma,
yarını belirleme misyonundan
onu soyutlayıp, düne hapsetme
hastalı ından kendimizi kurta-
ramadı ımızı inkâr edemeyiz.
Ciddi sıkıntılarımızdan biri
de; tarihi, analizci/sentezci bir
metotla ele alıp, çetrefilli mese-
leleri çözmede anahtar olarak
kullanamamaktır. Hâsılı, haya-
tımızın hakiki rotasını bulma-
sı ve kültür ve medeniyetimi-
BARIŞMAKTARİHLE
Tarihsmail ÇOLAK
73
zin in asında, kö e ta larından
olma rolünü tarihe verdi imi-
zi söylemeyiz. Zikrini etti i-
miz bahisler hakkında Samiha
Ayverdinin görü leri öyledir:
una inanmak yerinde olur ki,
ilmin hafızasına devrolmu ta-
rih realiteleri; vakti geçmi , va-
zifesi tamamlanmı keyfiyet-
ler de ildir. Gelece in temelini
te kil etti i için cemiyet ola-
rak, uurlu bir tecessüsle (ara -
tırma merakı) üstünde durma-
mız gereken gerçeklerdir. Zirâ
istikbalin kula ına söylenecek
söz, gözüne gösterilecek istika-
met; vâdesini tamamlamı bu
tarih hazinesinin derinliklerin-
de saklıdır.
Di er taraftan, tarihin, mil-
letlerin uur altını ve hafıza-
sını olu turdu u, herkesin
tasdik etti i bir hakikattir. Mil-
leti millet yapıp, benli ini/ta-
biatını dokuyan unsurların ba-
ında tarih gelir. Hafızasını ve
kimli ini kaybeden milletle-
rin varlı ını devam ettirmesiy-
se imkânsızdır. Mehmet Kapla-
nın tahlili, buna u ekilde ı ık
tutmaktadır: Tarih milletlerin
uur altını te kil eder. Binlerce
yıllık tecrübenin mahsulüdür.
Tarihî kültürün terbiyesini al-
mayan yeninin vücuda getirdi i
eserler ham ve çirkin olur.
Bu çerçevede, ABD’li me-
deniyet tarihçisi Will Durantın
yakla ımı da anlam yüklüdür:
Ya anmı cehennem olmak-
tan çıkan tarih neticede, binler-
ce evliyanın, devlet adamının,
âlimin, sanatkârın ve filozo-
fun ya adı ı, ö retti i ve sana-
tını icra etti i bir cennet kö e-
sine döner. Bu üstün insan, Hz.
Muhammed gibi insan ruhunu
fetheden bir peygamberse her
sözü, gayet basit ve geri bir mil-
lete dâhi muazzam güç kazan-
dırıp, insanı hayrete dü üren
akıl almaz hâdiseler meydana
getirebilir.
Fransız dü ünür Montesgu-
ieu, tarihin; zamanın ı ı ı, ha-
kikatin sâdık âhidi, iyi nasihat
ve tedbirin kayna ı, davranı
ve âdetlerin kaidesi oldu una
i aret etmektedir. Bundan ötü-
rü bir devlet adamımız; Tarih,
en büyük muâllim-i siyâsettir
(siyaset hocasıdır); hiçbir fert
onun rahle-i tedrisinden (der-
sine) müsta nî (ihtiyaç duyma-
dan) kalamaz te hisini koymu -
tur. nsan aklının özü, geçmi
ku akların tecrübelerini birikti-
rip gizli kâbiliyet ve hasletlerini
geli tirmesinden müte ekkildir.
Leon-E. Halkın, insan ve ha-
yat arasındaki karma ık denk-
lemi çözmede, tarihin katkısına
u analizle dikkat çekmekte-
dir: Tarih olmadan, ya adı ı-
mız asrın ve ülkenin sınırlarına
hapsedilmi , kendi bilgileri-
mizin ve dü üncelerimizin dar
çemberine sıkı tırılmı bir e-
kilde, dünyanın geri kalan kıs-
mına yabancıla an bir tür ço-
cukluk ça ında; bizi çevreleyen
ve önce gelen her eye kar ı de-
rin bir cehâlet içinde kalırız.
Hayatın Muallimi ve bret Sandalı
Bilindi i gibi, insanın maya-
sında hata yapma e ilimi var-
dır ve do ru yolu bulabilmesi
için her daim hayatının muha-
sebesini yapması gerekir. nsa-
nı hesaba çekecek ve hayatının
dengesini kuracak en hassas te-
razilerden biri de tarihtir.
Esas olan da, mâziden ebe-
de do ru akıp giden zaman
nehrindeki hâdiseler selinde
bo ulmamak için tarihin ib-
ret sandalına binmektir. Ha-
yat gemisini rotasından sap-
madan, sâlimen menziline
ula tırmak için tarihin aktar-
dı ı koordinatlardan istifade
etmek çok hayatidir. Frekan-
sımızı tarihe ayarlı kıldı ımız
takdirde, gelece i in a etme
ve selâmete eri me adına yo-
lumuzu a ırmak söz konu-
su bile olmayacaktır. Yeter ki,
onun bize bah etti i tecrübe-
ler definesine ilgi gösterelim;
ibretler sarayına dikkat kesile-
lim ve istikbâlimize yön veren
trafik levhalarına itibar ede-
lim.
Zamanın acımasız di lile-
ri arasında ö ütülmek istemi-
yorsak; tarih belle imizden
süzülüp gelen bilgi ve tecrübe-
lerden uygun formüller dev ir-
mek ve benzer vakaların çözü-
mü için kullanı lı anahtarlar
geli tirmek mecburiyetinde-
yiz. Bugünkü her pi manlı ın,
dünkü ihmâl ve gafletin acı
bir meyvesi oldu u hakikatini
hakkıyla bilip, hayattan akset-
mi ibret levhalarıyla dolu mâzi
medresesinin kazanımlarını
kâr hanesine maksimum sevi-
yede kaydedenler, hiç üphesiz
gelece e ba arıyla hükmeden
ve istikamet verenler olacaktır.
A ustos 200974
HikâyeRaziye SA LAM
75
MANGALDA
BALIK
Mangalda pi en alabalık ile ile
palamudunun kokusunu duy-
dukça, Zeliha’nın i tahı daha
çok kabarıyordu. Ka arpeynirli alabalı ı ve pala-
mudu yanında algam suyu, ezilmi kırmızıbiberli
so an ve Antep ezmesiyle ne güzel yiyece inin ha-
yalini kurarken, kocası Safi, (Aslında ismi dedesi-
nin adı olan Safiyüddin’di. Ama çok uzun oldu u
için babası Nadir Bey dı ında herkes kısaca“Safi”
diyordu.) pi en balıkları tam da Zeliha’nın önüne
koydu. Zeliha balıklara bakarken a zının sulandı-
ını hissetti. Çatalı uzatırken, içinden bu anın hiç
bitmemesi için dua ediyordu. Önce alabalıktan bir
parça kopardı. Ka arpeyniri üzerinde ne güzel eri-
mi ti. Kopardı ı lokmayı a zına do ru götürürken
ka arpeyniri uzadı uzadı ve Zeliha a zını açtı. Tam
balı ı yiyecekken,
“Anneeee! Tuvaletim geldi!”
Seslenen yeni tuvalete alı an iki buçuk ya ında-
ki o lu Nadir’di. Zeliha birden gözlerini açtı. Par-
makları hâlâ çatal tutar ekildeydi ve burnunda
mangalda pi en balıkların kokusu vardı. Rüyaya
kaldı ı yerden devam edebilmek için hemen tek-
rar gözlerini kapattı, ama Nadir’in susmaya niye-
ti yoktu. Tekrar ve bu defa daha yüksek bir sesle
ba ırdı. Safi’nin uykusu çok a ır oldu undan o la-
A ustos 200976
nı duymuyordu. Çaresiz Zeliha kalktı. Nadir’i tu-
valete götürdü, bir bardak da süt içirdikten sonra
yata ına yatırdı. Kendi de gidip yattı, ama gözü-
nün önüne hep mangaldaki balıklar geldi i için
bir türlü uyuyamıyordu. Üç aylık hamileydi ve ilk
defa canı bir eyi bu kadar çok istiyordu.
Kahvaltıda Safi’ye rüyasını anlattı. Safi “Ye-
mekten hemen sonra a a ı çar ıya iner alırım.
Mangal da yakarım bir güzel pi iririz.”
“Acaba gidip bir yerde mi yesek. imdi git al
temizle pi ir. Bir sürü i . Ne dersin?”
“Bu mevsimde lokantalarda taze balık zor bu-
lunur. Ço u ithal palamut onların. Ben bir ko u
gider alırım, sen merak etme.”
“Baba ben de geliyim. N’olur?”
“O lum bu sıcakta senin ne i in var.”
Nadir’in vazgeçmeye niyeti yoktu. Safi çaresiz
onu da yanına aldı. Evde kalan Zeliha da hemen
bula ıkları yıkamaya koyuldu. Balı ın yanında yi-
yecekleri, ezmeyi, salatayı hazırlamak istiyordu ki
balık pi ti i anda hemen yemeye ba layabilsin.
Safi ile o lu sokakta bir süre yürüdükten son-
ra, çar ıya giden yola dönmek için hamle yapa-
cakken kar ıdan hızla gelen arabayı fark edip
kenarda beklediler. Araba tam yanlarından ge-
çerken acı bir fren sesiyle durdu. Yanlarında-
ki bahçe duvarının üzerinden Habibe Hanım’ın
simsiyah kedisi arabanın önüne dü mü tü. Ara-
ba son anda durdu u halde yine de kediye çarp-
tı. Fren sesini duyan Habibe Hanım a layıp ba-
ırarak soka a fırladı. Kedisinin yerde hareketsiz
öylece yattı ını görünce, var gücüyle dizlerini dö-
vüp “Ah yavrum! Seni ne hallere getirdiler!” di-
yerek a layıp ba ırmaya ba ladı. Ortalık bir anda
ana baba gününe dönmü tü. Her kafadan bir ses
çıkıyor kazayı gören görmeyen kendince bir fikir
beyan ediyordu.
“Araba da ne kadar eski. oför garanti acemi-
dir.”
“Eee! N’olacak, önüne gelene ehliyet verirler-
se olaca ı budur.”
“Aslında suç Habibe’nin. Yedirdi, yedirdi, hay-
vanca ız sonunda kendini ta ıyamayıp duvardan
lap diye dü tü.”
“Ben de gördüm, kedi kendi dü tü, arabanın
önüne.”
“ yi de hırsızın hiç mi suçu yok. Sokak arasın-
da bu kadar hızlı gidilir mi?”
“Do ru diyon, ya önüne çıkan ço-
cuk olaydı…”
oför bir anda toplanan bu gürül-
tücü kalabalıktan korkarak bir süre
arabasından inmedi. Sonra üzerine
dikilen bakı lardan rahatsız olup bir
an önce orada uzakla mak için Ha-
bibe Hanım’a “Kediniz kımıldanıyor, hem görü-
nü te bir yara bere de yok. Ama yine de isterseniz
hemen bir veterinere götürelim.” dedi. Safi ise ka-
labalık toplanmaya ba ladı ı andan itibaren ora-
dan uzakla mak için fırsat kolluyordu. “En iyisi
geri dönüp arka yoldan çar ıya gitmek” diye dü-
ünüp o lu ile oradan savu maya çalı ırken Ha-
bibe Hanım’ın tiz sesiyle irkildi. “Safi Bey o lum
Safirimle beni yalnız bırakma, n’olur sen de has-
taneye gel bizimle.” Safi “Yanımda çocuk var abla,
hem evden de beklerler.” derken onca kalabalı ın
“Bu anda zavallı kadını yalnız mı bırakacaksın?”
der gibi yüzüne baktıklarını görünce çaresiz “Ta-
mam haydi gidelim bari.” dedi.
Veteriner 15 dakikalık bir yoldaydı, ama ma-
alesef yerinde yoktu. Kapıda “Bir hafta sonra dö-
“Trafikte iyice ısınan arabada, bunalarak yol almaya
çalı ırken Nadir babasını “Baba inelim, tuvaletim geldi”
diye dürtmeye ba ladı. Safi “O lum imdi sırası mı
biraz sonra hastaneye varırız orada girersin.” dedi”
77
nece im.” yazıyordu. Kâ ıtta tarih yoktu, ama on-
lar için u anda önemli de de ildi zaten. Arabada
yaralı kediyle bekleyen Habibe Hanım veterine-
rin olmadı ını duyunca tekrar a layıp sızlanma-
ya ba ladı. Bir yandan da a ıt yakar gibi kedinin
ne kadar akıllı oldu undan ne kadar söz dinledi-
inden bahsediyordu. Safi içinden kadına söyle-
nerek “Zeliha’nın rüyası benim kâbusum oldu.”
diye dü ünüyordu.
Bir yandan da oför devamlı söyleniyordu.
“Pazar günü ba ıma bela oldunuz. Hayvan has-
tanesine de götürürüm, sonrasına karı mam ha
teyze.”
“ una bak hem suçlu hem güçlü. Az daha Safi-
rimi öldürüyordun. Konu aca ına sür u külüstü-
rü de bir ey olmadan yeti tirelim yavruca ı.”
Trafikte iyice ısınan arabada, bunalarak yol al-
maya çalı ırken Nadir babasını “Baba inelim, tu-
valetim geldi” diye dürtmeye ba ladı. Safi “O -
lum imdi sırası mı biraz sonra hastaneye varırız
orada girersin.” dedi, ama çocu un dinleyecek
hâli yoktu. Bir yanda oturdu u yerde kıpır kıpır
hiç durmuyor, bir yandan a layarak “Baba ya!
Çabuk!” diye ba ırıyordu. oför “Sizi bana sayıy-
la mı verdiler?” diye söylenerek arabayı yol kena-
rına çekti. Safi çocu u kuca ına alıp, etrafta tu-
valet ararken ileride bir cami gördü. Oraya do ru
tam gaz ko arken, aya ı ta a takıldı. Çocukla bir-
likte dü memek için yalpalarken, yanında bulu-
nan simit tezgâhına çarptı. Simitler yere saçılır-
ken Safi dü memeyi ba armanın sevinciyle tekrar
camiye do ru yöneldi. Simitçi “Heeey! Hem e-
rim. Tezgâhı devirdin nereye kaçıyorsun?” diye
ba ırarak pe lerine dü tü. Onlar ba larına ba ka
bir kaza gelmeden i lerini bitirip çıktıklarında, si-
mitçiyi kızgın bakı larla kapıda bekler buldular.
Simitçi hırsla Safi’nin yakasına yapı acakken Safi
“Dursana hem erim. Zararın ne ise öderiz.” di-
yerek adamın elini yakasından çekti ve tezgâhta
bulunan simitler için en az iki kat para ödeyerek
adamın elinden kurtuldular. Safi “Ke ke bir balık
lokantasına gitseydik. Daha az ödeyip, hiç yorul-
madan balı ımızı yerdik” diye söylenirken aklına
Zeliha geldi. “ imdi bizi ne kadar merak etmi -
tir. Bir arayım da merak etmesin” diye elini ce-
bine attı; ama telefonu evde kalmı tı. Hastaneye
varınca etraftaki bir kontörlüden aramaya karar
verdi. Bu sırada Nadir ilerideki bir parkı i aret
ederek
“Baba n’olur parka gidelim!” diye yalvarmaya
ba ladı. Safi hiç âdeti olmadı ı halde iyi bir küfür
savuracakken son anda kendini tuttu ve çocu un
dikkatini ba ka yöne çekmek için oradan geçen
pamuk helvacıdan büyük pembe bir pamuk hel-
va aldı. Nadir pamuk helvadan bütün yüzüne bu-
la tırarak kocaman bir parça kopardı ve a zı dolu
gülümseyerek “Baba ne güzel geziyoruz di mi? “
Bütün sinirleri gerilmi olan Safi birden bo-
alarak katıla katıla gülmeye ba ladı ve “Evet o -
lum. Bugün Pazar ya, konu kom u hep beraber
gezmeye çıktık.”
“Ak ama kadar böyle gezecez mi? Hani balık
alacaktık?”
“Alaca ız almasına da önce u Safirle Habibe
Hanım’dan kurtulmamız lazım. Sonra do ru ba-
lık pazarına.”
Dur-kalklarla on dakikalık yolu kırk be daki-
kada alarak hastaneye vardılar. Kedi bu arada kı-
mıldanmaya ba ladı. Hastanede kiminin yanında
köpe i, kimi kafesiyle ku u, en çok da kucakla-
rında kedileriyle insanlar bekliyordu. oför “ n-
sanlara bu kadar bakmazlar. Hastalar hastane
kapılarında ölür kimsenin kılı kıpırdamaz, tövbe
tövbe.”
Bekleyenlerden biri alınarak ters ters “Bize mi
diyorsun, hayvan dü manı!” diye diklendi. oför
altta kalır mı “Hee sana diyorum, yalan mı? So-
kaklarda hasta muhtaç birini görseniz…”
Bekleyen hastanın sırası gelmeseydi müna-
ka a daha çok uzayacaktı, ama Allah’tan ça ırdı-
lar da içeri girdi. Safir ise di er hayvanları görün-
ce gözlerini açtı ve mırıldanarak etrafa bakmaya
ba ladı. Görünü te bir eyi yoktu. Nitekim mua-
yene eden doktor da bir ey olmadı ını çarpma-
nın etkisiyle kısa süreli bir ok geçirdi ini söyledi
de ba ta Safi olmak üzere hepsi ayrı sebepten de-
rin bir nefes aldı. Hastaneden çıkarken Safi “ n-
allah u oförün ho gönlüne gelir de bizi tekrar
götürür. yice geç kaldık diye söylenirken, o ana
kadar didi en Habibe Hanım’la oförün birbirle-
rine “o lum”, “anne” diyerek, gayet samimi ko-
nu tuklarını gördü. Safirin iyile mesi ikisinin de
sinirlerini düzeltmi ti anla ılan. Hep birlikte ara-
baya bindiler. Habibe Hanım yemek için ısrarla
oförü eve davet etti. Safi “Habibe Abla çok güzel
yemek yapar, bence bu daveti atlama.”
Böylece geldikleri gibi semtlerine aynı araba
ile döndüler. Tabi yolda Nadir için bir mola daha
vererek.
Balık pazarına girdiklerinde vakit iyice ak a-
ma yakla mı tı. Bütün tezgâhlara baktılar maa-
lesef balık yoktu. Bütün balıkçılar a ız birli i et-
mi gibi “Abi az bir balık geldi onu da mangalcılar
aldı.”
Safi “Biz de mangalcı olacaktık ya neyse…”
diye söylenip eli bo eve dönecekken mangalda
balık kokusu duydu. Kokuyu takip etti. leride bir
balıkçının bir kaç tane çingene palamudu pi irdi-
A ustos 200978
7979
ini gördü. Hemen yanına yakla ıp fiyatını
sordu ve onu yıkan cevapla kar ıla tı. “Ba-
lık yok abi, son kalanları da kendimiz için
pi iriyoruz.”
Safi yalvardı, adam “Yok” dedi. Safi de-
erinin çok üstünde fiyat teklif etti. Adam
yine “Yok.” dedi. Ne dese ikna olmuyor-
du. Sonunda karısının hamile oldu unu ve
bunu almadan eve giderse çok üzülece i-
ni söyleyince adam ikna oldu ancak sadece
Zeliha’ya yetecek kadar balı ı ekmek arası-
na koydu verdi. Safi ona da ükrederek aldı
fakat ne kadar ısrar ettiyse adam para al-
madı.
Safi “Hiç de ilse elimiz bo dönmedik
diye sevinerek zile bastı. Otomatik açılıp da
apartmana girince keskin bir balık kokusu
kar ıladı onları. Evden de çok ses geliyor-
du.
“Misafir mi geldi acaba?” diye dü üne-
rek merdivenleri çıktılar. Koku kendi ev-
lerinden geliyordu. Zeliha gülerek kapıda
kar ıladı onları. “Ho geldiniz. Safir nasıl?”
Safi “Olanları duydun mu?”
“Evet ya kom unun kızı görmü sizi ara-
baya binerken. Cepten arayacaktım yanına
almamı sın.”
Safi gururla balık ekmek paketini uzatır-
ken “Senin için aldım. Annemler mi geldi?”
“Evet. Sizden biraz sonra, annenler abin-
ler hepsi birlikte geldiler. Gelirken abin ba-
lık da almı . Geç gelece inizi dü ünüp sizi
beklemedik. Ama hakkınızı ayırdık.”
Safi kâbus gibi geçen o günü dü ünür-
ken birden çok acıktı ını hissetti ve on-
ların ayırdı ını de il de büyük emeklerle
aldı ı çingene palamudunu yemeye ba -
ladı. Nadir ise o sırada dilinin döndü ün-
ce nasıl gezdiklerini anlatıyordu.
797979
Kitaplık
kence Ko u larından
Siyaset Meydanına
ALPEREN
A. Kadir SELV - Erhan SEVEN
Nesil Yayınları
Tel: 0 212 551 32 25
Sufi’nin Dünyası
Metin KARABA O LU
Sufi Yayınları
Tel: 0 212 513 8415
Avrupa’nın
50 Büyük Yalanı
Mustafa Arma an
Tima Yayınları
Tel: 0212 511 24 24
Babam Abdulhamid
adiye OSMANO LU
L&M Yayınları
Tel: 0 212 511 24 24
Türk Edebiyatında
Mara lılar
Ya ar ALPARSLAN- Lütfi ALICI
Serdar YAKAR
Ukde Yayınları
Tel: 0 344 225 13 00
79
A ustos 200980
AileKevser BAK
AĞIRLAMAMİSAFİR
“Misafir olarak gidilen evdeki kurallara uyulması gerekir. Ev sahibine kar ı saygılıdavranılmalı, be enilmeyen eyler fazla belli edilmemelidir. Ev sahibinin i ine fazla karı ılmamalı, fikir sorulursa onları incitmeyecek ekilde dü ünceler açıklanmalı.
Misafirlikte yemek seçmek, ikramı be enmemek, çok fazla yiyip-içmek ho bir davranı de ildir. “
81
Bizi biz yapan
birçok özelli-
imiz vardır.
Bizi di er toplumlardan ayıran
bu özelliklerimizden birisi de
misafirperverli imizdir. Misafir
bizim için çok önemlidir. Çün-
kü misafir a ırlamak bize göre
bir ereftir, bir onurdur. Türk
Milleti her zaman misafirini en
iyi ekilde a ırlamaya çalı ır.
Ona evinin en güzel odasını ayı-
rır. En güzel yemekleri yapar.
htiyaçlarını gidermeye çalı ır.
Misafiri el üstünde tutar.
Misafirlerimize cân-ı gönül-
den ilgi göstermek ve gerekli ik-
ramı yapmak, dinimizin ve kül-
türümüzün bizlere bıraktı ı en
güzel miraslardan birisidir. Mi-
safire ilgi göstererek bizlerden
ho nut olarak ayrılmalarını sa -
lamak, Yüce Rabbimizin razı ol-
du u bir davranı olacaktır.
Peygamber Efendimiz
(s.a.v.) bir hadisi eriflerinde:
“ u üç ki inin duası kesinlik-
le geri çevrilmez: Mazlumun
duası, misafirin duası ve ana-
babanın evladına duası.” bu-
yurmaktadır. Peygamber Efen-
dimiz (s.a.v.)’in sofrasından
hiçbir zaman misafir ya da ih-
tiyaç sahibi kimse eksik olmaz-
dı. Misafiri çok sever, onlar-
la yakından ilgilenir, ikramda
bulunurdu. Misafirin çe itli sı-
kıntılarına katlanır, nezaketi el-
den bırakmazdı. Misafiri külfet
de il nimet gibi görürdü. Pey-
gamberimiz misafir a ırlanan
bir eve mutlaka hayır ve bere-
ketin ula aca ını bildirmi tir.
mkânı oldu u halde evine mi-
safir kabul etmeyen, evinde mi-
safir a ırlamayanları için ise;
“Misafir a ırlamak istemeyen
kimsede hayır yoktur.” buyu-
rarak uyarmı tır.
Evimize gelen misafir ba ı-
mızın tacıdır. Misafirin üzülece-
i ve kendisini yük hissedece i
tavır ve sözlerden özenle kaçın-
malıyız. Misafire daima güler
yüz ve tatlı dilli olmaya, yanla-
rında ev halkı veya ba kalarıy-
la fısılda mamaya, ev halkı ara-
sında herhangi bir tartı manın
olmamasına, birbirimize kızıp,
ba ırıp ça ırmamaya özen gös-
A ustos 200982
termeliyiz. Herhangi bir ekilde
misafir ile nizahla arak, onunla
tartı ma derecesinde iddiala -
mamalıyız. Onu rahat ettirecek
bütün imkânları kullanmalıyız.
Aksi takdirde misafir, kendisi-
nin yük oldu u ve istenmedi-
i kanaatine varabilir. Misafirin
geli inden mutlu oldu umuzu,
giderken selametle gitmesini,
bundan sonra yine gel-
mesinin bizi sevindirece-
ini belirtmeliyiz. Hedi-
yele mek aradaki sevgiyi
artırdı ından ve âdet ol-
du undan, küçük de olsa
bir hediye vermeliyiz. Gi-
yinirken giysilerini tutup,
ayakkabılarını düzeltme-
liyiz.
Evimize gelen misa-
fire zengin-fakir, köylü-
ehirli, yerli-yabancı ayı-
rımı yapmadan aynı
ikramı yapıp, aynı saygı-
yı göstermeliyiz. Misafi-
rimizi her geldi inde ilk
defa geliyormu gibi kar-
ılamalı, ho sohbetler-
de bulunmalıyız. Çocuk-
larımız misafire ikramı,
hürmeti, saygıyı ve neza-
keti bizden ö renecekler.
Evimize gelecek misafiri i imi-
zin yo unlu unu bahane ede-
rek kabul etmezsek, yolda tanı-
dık bir kimseye rastladı ımızda
yönümüzü dönerek yolumuzu
de i tirirsek; zamanla çocukla-
rımız misafire bir “ho geldin”i
esirger, misafirin kendi rahatını
ve huzurunu kaçırdı ını dü ü-
nür. Misafirden önce bereketi-
nin geldi ine önce biz inanmalı,
sonra çocuklarımızı inandırma-
lıyız.
slâm’da misafirli in müd-
deti ve hukuku vardır. Ev sahi-
bi kendisine misafir olarak ge-
len kimseyi üç gün a ırlamakla
yükümlüdür. Misafirlik üç günü
geçerse ev sahibinin misafiri
a ırlaması sadaka niteli inde-
dir. Misafirin zorunlu olmadı-
ı müddetçe uzun süre kalması
ve ev sahibini zor durumda bı-
rakması helâl de ildir. Peygam-
ber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i
eriflerinde öyle buyurmak-
tadır: “Allah’a ve ahiret günü-
ne inanan kimse misafirine ik-
ram etsin. Misafirine bir gün
bir gece ikram eder. Misafirlik
ise üç gündür. Sonrası sadaka-
dır. Ev sahibi sıkılıp kapı dı a-
rı edinceye kadar kalmak helâl
de ildir.”
Misafirin de dikkat etme-
si gereken önemli noktalar var-
dır. Misafir olarak gidilen evde-
ki kurallara uyulması gerekir.
Ev sahibine kar ı saygılı dav-
ranılmalı, be enilmeyen ey-
ler fazla belli edilmemelidir. Ev
sahibinin i ine fazla karı ılma-
malı, fikir sorulursa onları in-
citmeyecek ekilde dü ünceler
açıklanmalı. Misafirlikte yemek
seçmek, ikramı be en-
memek, çok fazla yiyip-
içmek ho bir davranı
de ildir. Sofraya konu-
lan yeme i be endi ini
söylemek bir nezaket-
tir. Misafirli e gidilen
yerde çok sık dı arı çı-
kıp, içeri girmek, odala-
rı, e yaları iyice incele-
mek uygun de ildir. Ev
sahibi gezdirip, göste-
rirse de “hayırlı olsun,
iyi günlerde kullanın,
Allah daha iyilerini na-
sip etsin” gibi dilek ve
temennilerde bulunul-
malı. Yeme in hemen
arkasından ya da çayın
hemen arkasından ka-
çarcasına gitmek yakı-
ık almaz. Misafirli e
gidilen evde ho lanıl-
mayan birileriyle kar ı-
la ılsa bile ev sahibinin hatırına
katlanmak gerekir. Misafir ne
zaman kalkması ve gitmesi ge-
rekti ini kendisi kavrayabilme-
lidir. Gitmeyi bilmeyen misafir
de makbul sayılmaz.
Ev sahibinin görevi misafiri
a ırlamak oldu u gibi, misafirin
görevi de kendisine ikram edi-
len eyleri memnuniyetle kabul
etmek ve bu ikramları asla kü-
çümsememektir.
TE GELD KG D YORUZ
Rüzgârdaki yaprak gibiSürüklenip gidiyoruzHeyelanda toprak gibiSürüklenip gidiyoruz
Mesafeler a a a aKona göçe da a ta aSelâm verip kurda ku aSürüklenip gidiyoruz
Yollar gibi tozlanarakGözya ıyla tuzlanarakAte lerde közlenerekSürüklenip gidiyoruz
Ne hikmettir olan biten Sarma dola gülle dikenUykuda ve uyanıkken Sürüklenip gidiyoruz
Dilde zikir, duâ ileSabır, ükür, senâ ile Gönülde mâverâ ileSürüklenip gidiyoruz
O uz, hayırdır in allahman bir tılsımlı silahYardımcımız olsun Allah...Sürüklenip gidiyoruz
Bekir O UZBA ARAN
83
A ustos 200984
YOĞURTMİKROPLARIN BAŞ DÜŞMANI
Sa lıkAkın D NDAR
Do umdan itibaren, hayatın her
döneminde iyi bir ekilde ya a-
mak ve sa lıklı kalmak isteyen-
ler sütü ve süt ürünlerini ihmal etmemelidirler.
Sütten imal edilen bütün gıdalar her ya ta tüke-
tilmesi gereken besinlerin ba ında gelir. Çünkü
besleyicilik açısından, vücudun ihtiyacı olan ele-
manların hemen hepsini ihtiva ederler.
Yo urt; serinletici, lezzetli, sa lıklı bir besin
maddesidir. Sindirimi süte göre daha kolaydır ve
sütün yerini tutabilir.
Kalsiyum kayna ı
Yo urt, süt ekerinin maya dedi imiz süt asi-
ti bakterileriyle reaksiyonu sonucunda ortaya çı-
kan süt ürünüdür. Bu ekliyle ya ayan canlı bir
yiyecektir. htiva etti i bakteriler sütte birtakım
de i ikliklere yol açtı ından yo urt, daha koyu ve
kıvamlıdır. Ancak sütün bütün besleyici özellik-
leri korunur. Dolayısıyla proteinler, ya ve eker-
ler, A, B ve D vitaminleri, özellikle de kalsiyum
gibi mineraller yo urdun içinde de mevcut olma-
ya devam eder. Ayrıca yo urt, sütü sindirme ko-
nusunda problemleri bulunan insanların, süt ye-
rine tercih edebilecekleri besin türüdür. Bunların
yanı sıra yo urt ihtiva etti i laktik asit sayesinde
kalsiyum emilimini artırır. Günde bir kâse tüke-
tildi i takdirde yeti kin bir insanın günlük kalsi-
yum ihtiyacının dörtte birini almasını sa lar. Bu
hâliyle yo urt, tabii bir kalsiyum kayna ıdır.
Bir bardak az ya lı veya ya sız yo urt yeter-
li miktar kalsiyum ihtiva eder. Özellikle kadınlar-
da osteoporoz geli mesinin önlenmesi için 1000
mg kalsiyum almaları gerekti i dü ünülürse, yo-
urdun hayatî önemi ortaya çıkar. Kalsiyum süt-
te, dolayısıyla da yo urtta bulunan laktoz saye-
sinde kolayca emilir.
Sindirim sistemini korur
Yo urdun içinde bulunan bakteriler, nor-
malde ba ırsa ın tabii ortamında ya amadık-
ları için, inanılmaz bir hızla ço alırlar ve bü-
85
tün sindirim sistemini dezenfekte ederler. Yani
temizlerler. Yo urt, ba ırsakların görevini tam
olarak yerine getirebilmesi için ba ırsak duvar-
larını kaplayan bakteri tabakasını güçlendirerek
etki gösterir. Bu tabakanın güçlendirilmesi, or-
ganizma tarafından gerçekle en vitamin ve mi-
neral emilimini artırır. Kısacası yo urt, sindirim
sisteminin bütün hastalıklarıyla mücadele eder.
Düzenli olarak yenildi inde kabızlı ı, mide ülse-
rini önler, mideyle ba ırsakları zinde tutar. Da-
hası metabolizmayı düzeltir. Düzenli olarak ilaç
alması gereken ya lılar yo urtla ba ırsaklarını
güçlendirebilirler.
Hazmı kolaydır
Yo urdun sindirimi kolaydır, hatta ileri ya -
larda süt içmeyen ki iler bile yo urdu korkmadan
yiyebilirler. Yo urt gerçek bir protein kayna ıdır.
Ayrıca ya sızı ba ka imkânlar sa lar. Yo urt, tıp-
kı süt gibi bol protein ihtiva eder.
Yo urt hem serinleme hem de doygunluk his-
si verir. Kullanım sahası çok geni tir. Sa lıklı ya-
amak, diyet yapmak ve kilo vermek bunlardan
birkaç tanesidir. Fransız bakteriyolog Prof. Mets-
chinikow yo urt için “Gençlik kayna ı bir besin,
bir hayat iksiri” demekte ve unları vurgulamak-
tadır:
“Kendini sa lıklı bir hayat ritmi içinde bulan
insanları uzun süre genç ve dinç tutar.”
Do al antibiyotiktir
Yapılan birçok ara tırma, yo urdun ihtiva et-
ti i yararlı bakteriler ve di er maddeler sayesin-
de, adeta tabii bir antibiyotik oldu unu göster-
mi tir. Yo urtta bulunan 7 çe it madde bakteriler
üzerinde güçlü antibiyotik tesiri yapmaktadır.
Antibiyotik alındı ında bol miktarda yo urt
yemekte fayda vardır. Çünkü antibiyotikler ba-
ırsak florasını, yani ba ırsaktaki yararlı bakteri-
leri yok ederek sindirim zorlu una veya kabızlı a
yol açarlar. Antibiyotikle birlikte yo urt yenirse
bu mahzur önlenmi olur.
Yo urtta kanseri önleyici maddeler oldu u bi-
linmektedir. Bol yo urt tüketenlerin kansere ya-
kalanma riskleri dü mektedir.
Yo urt doktorların ve beslenme uzmanlarının
uzun yıllardan beri ilgisini çekmi tir. Ara tırma-
cılar, Balkanlarda düzenli olarak yo urt yiyen çok
ya lı insanlar üzerinde inceleme yaptıkları zaman
yo urt mucizesine ahit olmu lardır.
Bu ya lı insanlardan adeta sa lık fı kırmak-
taydı. Fransızların yaptı ı incelemeler de bu göz-
lemleri do rular mahiyettedir.
Yo urt, bakır zehirlenmesine, ba a rısına,
dermansızlı a, adale a rılarına, atalete, sıkıntı ve
endi eye iyi gelir. Parlak bir cilt sahibi olmak iste-
yenler vücudun toksinleri atmasını sa lamak için
tüketebilirler. Yo urttan elde edilen tuzlu ayran,
güne çarpmalarına kar ı ba arıyla kullanılır.
Ya sız yo urt, yüksek kolesterolden ikâyetçi
olan ki ilerin kolesterolünü dü ürür. Beyindeki
birtakım maddeleri harekete geçirerek konsant-
rasyonu ve dikkati artırır.
Yo urt taze, canlı ve tabii bir gıdadır. Atı tır-
mak için ideal bir besindir. Yıllardır, sahip oldu-
u özellikleri öve öve bitirilemeyen yo urt, gerçek
bir sa lık kayna ıdır.
Organizmanın savunma sistemini güçlendi-
rir, vücuda faydalı mikroplarla zararlı bakterile-
ri yener ve sindirim sisteminin düzgün çalı ma-
sını sa lar.
Faydaları
Bakterileri öldürür.
Ba ırsak enfeksiyonlarını önler ve tedavi eder.
Ba ırsakları çalı tırır.
shale kar ı etkilidir.
Kandaki kolesterol oranını azaltır.
Kalbe yararlı olan HDL kolesterolünü yükseltir.
Ba ı ıklık sistemini güçlendirir.
Ülser önleyici maddeler ihtiva eder.
Kanseri önler.
A ustos 200986 A ustos 200986
ifalı Bitkiler
SemizotuSemizotu (semizebe) : Semizotugiller famil-
yasından; bir yıllık otsu bir bitkidir. Gövdesi top-
rak üzerine yatık, yaprakları sapsız ve etlidir. Ye-
nilen kısmı, küçük, yuvarlak ye il yaprakları ve
körpe saplarıdır. C vitamini ve Demir bakımında
zengindir. çeri inde kuzukula ı asidi bulundu-
undan tadı biraz mayho tur.
Faydası: Mide ve ba ırsak kanamalarında ve
kanlı idrarda faydalıdır. Kanı temizler. Vücuda se-
rinlik verir. eker hastalarının susuzlu unu gide-
rir. drar söktürür. Kabızlı ı giderir. Zayıflamaya
faydalıdır. Dalak hastalıklarında ikâyetleri geçi-
rir. Uykusuzluk, sinirlilik ve zihin yorgunlu unda
faydalıdır. Lapası, yanık ve apsede rahatlık verir.
Semizotu, içerdi i yüksek oranlı lifiyle peklik
(kabızlık) çekenlere iyi gelir.
Ya lı, hasta ve diyet yapan ki iler için çok uy-
gun bir sebzedir.
Semizotunun içerdi i omega 3 doymamı ya -
lar, balıklarınkiyle kıyaslanabilecek düzeydedir:
Geleneksel olarak gut hastalı ına, ba a rısı ve
bedendeki di er a rılara iyi geldi ine inanılmak-
tadır. Günümüzde yapılan bilimsel ara tırmalar,
semizotunun sa lı a yararlı bu etkisinin varlı ını
do rulamaktadır.
Semizotunun, kanama hastalıklarında ve
peklikte çok faydalı oldu unu kaydeden uzman-
lar, kanı temizledi ini, bol idrar söktürdü ünü,
kanı, üre ve benzeri pisliklerinden temizledi i-
ni, sinir krizleri ve beyin yorgunlu unu geçirdi-
ini, böbrekteki kum ve ta ı döktü ünü bildiri-
yor.
8787
Gönülden kramlar Mesude SARI
HalujMalzemeler:
1 kg un
1 yemek ka ı ı tuz
Su
çinin Malzemeleri:
2,5 kg patates
2 ba kuru so an
1 çay barda ı zeytinya ı
1 yemek ka ı ı pul biber
1 yemek ka ı ı salça
1 çay ka ı ı karabiber
Sosunun Malzemeleri:
3 yemek ka ı ı tereya ı
3 tatlı ka ı ı pul biber
Yo urt
4-5 di sarımsak
1 çay ka ı ı kuru nane
Hazırlanı ı:Haluj hamuru için; un, su ve tuzdan ku-lak memesi yumu aklı ında hamur yo u-ruyoruz. Hamuru kolay kullanım için kü-çük parçalara ayırıyoruz. Üzerine nemli bez örterek bir kenarda dinlenmeye bı-rakıyoruz. 2 ba kuru so anı ufak ufak do rayıp, orta boy tavada 1 çay barda-ı zeytinya ı ile öldürüyoruz. Üzerine pul
biber, salça ve karabiber ekleyip karı tırı-yoruz. Daha sonra bu karı ımın içerisine ha lanmı ve püre haline getirilmi pata-tesleri de ekliyoruz. Dinlenen hamurdan küçük bezeler alıyoruz. Un serpip açıyo-ruz. Büyükçe bir bardak a zıyla yuvar-lak bir ekilde kesti imiz hamurun içine karı ımdan bolca koyuyoruz. ki ucunu birle tirip yarım ay ekline getirdi imizhamuru kapatıyoruz. (Parmaklarınızla ha-
murun kapandı ı yerlere sıkı sıkı bastı-rın. Arzu ederseniz kapanma yerlerini bir makas-bıçak yardımı ile örgü haline geti-rilebilirsiniz. Hamurları tam yapı tıramaz-sanız pi erken da ılabilir.) Hazırladı ımızhalujları birbirlerine de meyecek ekildebir tepsiye diziyoruz.Orta büyüklükte bir tencerenin yarısınakadar su koyup kaynatıyoruz. Su kayna-yınca bir tatlı ka ı ı tuz atıyoruz. Halujlarıbu suyun içinde hafifçe karı tırarak ha -ladıktan sonra alıyoruz.
Tereya ını eritip pul biber ve sarımsak-la harmanlıyoruz. Servis taba ındaki ha-lujları da bu sosla karı tırıyoruz. Yo urt ve üzerine serpti imiz nane ile servis ya-pıyoruz. AF YET OLSUN…
Bekir SARI
A ustos 200988
Adı / Soyadı:
Kurum Adı:
Ünvan:
Dergi Teslim Adresi:
Posta Kodu: ehir:
Telefon: ( )
Faks: ( )
E-posta: @
Türkiye : 70 TL Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD
Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont li iktedir.
Posta Çeki Hesap No: 1361068Ziraat Bankası Darende ubesi : 26798480-5001
Faturayı adıma kesiniz
Faturayı irket adına kesiniz
Vergi Dairesi:
Vergi No:
Abone Ba langıç Tarihi:
mza
Derginizin elinize sa lıklı bir ekilde ula abilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir ekilde doldurunuz.
Her satırını okurken farklı boyutlarıylafarklı manevi iklimlerde gezece iniz bu dergiyi elinizden bırakamayacaksınız.
Visan ktisadi letmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected]
Çocuk ekiyle birlikte yıllık abone bedeli 70 TL
106
Dergisi Hediyesi...06 Osmanl Saray nda
Ramazan48Kur’ân’daCömertlik
A U S TO S 2 0 0 9Fiyat : 7 TLAYLIK L M-KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
105
Dergisi Hediyesi...14 Amel-i Sâlih ve
Helal G da54KültürEtkinlikleri
T E M M U Z 2 0 0 9Fiyat : 7 TLAYLIK L M-KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
Ayl k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - A ustos 2009
Y l: 3 Say : 32
Ayl k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Temmuz 2009
Y l: 3 Say : 31