marx’in yabancılasma teorisinde diger bir kavram, fetisizm
DESCRIPTION
Fetisizm ve yabancilasma kavramlari uzerine bir analizTRANSCRIPT
SINIF ÖRGÜTÜNDE YABANCILAŞMA
Arif Mesut PARSIL
Cumhuriyet Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Lisansüstü Eğitim, Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı
Eğitim Programları ve Öğretim Bilim Dalı İçin Öngördüğü
YÜKSEK LİSANS TEZİ
olarak hazırlanmıştır.
TEZ DANIŞMANI
Doç. Dr. Erdal TOPRAKÇI
SİVAS
EYLÜL 2007
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’ne Arif Mesut PARSIL’ın hazırlamış olduğu bu çalışma, jürimiz tarafından Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı Eğitim Programları ve Öğretimi Bilim Dalında YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir. Başkan Doç. Dr. Erdal TOPRAKÇI Üye Yard. Doç. Dr. Ahmet ÇOBAN Üye Yard. Doç. Dr. Hakkı KIZILOLUK Onay Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım. 05/09/2007 Prof. Dr. Zafer CİRHİNLİOĞLU
Enstitü Müdürü
I
ÖZET
Toplumsal yapının içinde yer alan her örgütte olduğu gibi sınıf örgütünde de
yabancılaşma vardır ve tamamen ortadan kaldırılması olanaklı değildir. Önemli olan
yaşanılan/hissedilen yabancılaşmanın düzeyidir. Yüksek düzeyde yaşanması, sınıf
örgütünün işeyişini tehdit etmekte; sağlıklı biçimde işlevini yerine getirmesini
engellemektedir. Geçmişte pek çok düşünürün, bilim adamının üzerinde durduğu
yabancılaşma olgusu; gerek yapısının karmaşık ve değişken oluşu, gerekse her
araştırmacının ona yüklediği anlamın farklılık göstermesi gibi nedenlerle ortak bir
anlayış çerçevesine yerleştirilememiştir. Dolayısıyla üzerinde konsensus sağlanmış
bir yabancılaşma tanımı yoktur. Aynı durum, yabancılaşma olgusunun sınıf örgütü
düzleminde ele alınmasında da söz konusudur. Tanım konusunda ortak bir anlayışın
geliştirilememesi; sınıf örgütünde yabancılaşma sorunsalının kaynakları, yansımaları
ve çözüm önerileri noktalarında bir belirsizlik doğurmuştur. Bütün bunlara, sınıfı
belli bir sürede derslerin işlendiği, efrafı duvarlarla çevrili bir yapı olarak ele alan
görüşün yanlışlıkları da eklenince sorun daha da büyümektedir. Böyle bir fotoğraf,
durumu içinden çıkılmaz, karmaşık bir hâle sokmuştur. Bu araştırma ile bu kaygıları
elden geldiğince azaltmak, belirsizlikleri gidermek üzere; sınıf örgütünde
yabancılaşma olgusunun tanımı ve kapsamı, nedenleri, yaşanma biçimleri ve nasıl
önlenebileceği/azaltılabileceği konularını açıklığa kavuşturmak amaçlanmıştır.
Sınıf örgütünde yabancılaşma olgusu, bireysel ve psikolojik bir olgu olmakla
beraber aynı zamanda toplumsal bir olgudur. Bu bağlamda sınıf örgütünde
yabancılaşma, sınıf yöneticisinin/öğretmenin veya işgörenin/öğrencinin kendi
özünden, ürettiklerinden, doğal ve toplumsal çevresinden koparak onların egemenliği
altına girmesi; kendini yalnız, zayıf ve çaresiz hissederek sınıftan soyutlanması
hâlidir.
Yabancılaşma, örgütsel bir yapı olarak sınıfta iç ve dış olmak üzere pek çok
faktörden etkilenmektedir. Dış (çevresel) faktörler bürokratik yapı (genel yönetim ve
merkez örgütü, eğitim müdürlüğü, okul yönetimi), aile, kitle iletişim araçları ve
II
akran gruplarıdır. İç (örgütsel faktörler ise sınıf yönetimi anlayışı, sınıfın fiziksel
yeterliği ve çalışma koşulları (sınıfın büyüklüğü, estetik, gürültü, yerleşim düzeni,
aydınlatma), bilgi akışı-iletişim, işbölümü, ekonomik-teknolojik ve kültürel yapıdır.
Bütün bu faktörlerin niceliği ve niteliği, sınıf örgütünde yabancılaşmayı ve düzeyini
belirlemektedir.
Sınıf örgütünde yabancılaşmanın güçsüzlük, anlamsızlık, anomi, yalıtılmışlık
ve kendine yabancılaşma olmak üzere beş temel yaşanma biçimi vardır. Bu boyutlar,
sınıf örgütü üyelerinin psiko-sosyal özelliklerine göre, her üyede farklılıklar
gösterebilmektedir. Bazı boyutlar kimi öğrencilerde yoğun biçimde yaşanırken, kimi
öğrencilerde daha alt düzeyde yaşanabilmektedir.
Yabancılaşmanın önlenmesine ilişkin literatür incelendiğinde bunun olanaklı
olmadığı, ancak hafifletilebileceği vurguları ile karşılaşılmaktadır. Her sınıf
örgütünde var olabilecek yabancılaşmanın, ancak azaltılması veya kontrol altına
alınması söz konusu olabilir. Bunun için çeşitli yol ve tekniklerle birlikte, sınıf
örgütünde yönetim süreci aşamalarının etkili biçimde işletilmesi de bir başka yol
olabilir.
ABSTRACT There is alienation in class organization, just like all the structures within society. And this problem is hardly possible to eliminate. The most important aspect in this sense is the level of the felt or endured alienation. Having a life of high rank threatens the functioning class organization, thus preventing it from operating healthily. The phenomenon of alienation, on which many thinkers and scientists focused in the past, has not been settled within a certain framework due to many reasons such as having a complex and varying structure and the investigator’s imposing different meaning to this phenomenon. Therefore there is no consensus about the definition of alienation. The same situation is also valid while handling the mentioned phenomenon at the class level. That a common insight of alienation does not exist has brought about vagueness in its reflections and solution proposals. The problem even gets bigger when the misconceptions of the view that deals with class as a four wall structure in which lessons are covered are added. Such a picture indicates a subtle, complex situation which cannot be solved easily. With this study, in order to eliminate the vagueness and reduce worries about it; the definition, scope, causes of the phenomenon how it is gone through and how it can be reduced or prevented are aimed to be clarified. The phenomenon of alienation in class organization is individual and psychological. In addition to this, it is social. In this context, alienation in class organization is some kind of an abstraction that emerges when the class manager/ teacher or worker/student get away from their natural and social environment, his/her essence and his/her productions. The ones getting out of this class body feel isolated and poor. Alienation in organizational class structure is affected by many exterior and interior factors. Exterior (environmental) factors are bureaucratic structure (general management and central organization, ministry of education, school management), family, mass communication devices and fellow groups. Interior (organizational) ones are the physical capability of the class, working conditions (the size of the class, aesthetics, noise, settlement style, illumination), flow of information and communication, cooperation and cultural structure. All these features’ quality and quantity determine the alienation in class organization and its level. There are five types of enduring alienation in class organization. These are powerlessness, nothingness, anonymity, isolation and estrangement to one’s own self. These situations may differ in every individual according to the psychosocial characteristics of every individual. Some are observed to be intensely affected by these, while others are affected in lower levels. When the literature about the prevention of alienation is examined, it is seen that this is not possible but it can be relieved. The possible alienation in every class organization can only be reduced and controlled. For this, in addition to various methods and techniques, another way can be the effective management of administrative processes in class organization.
III
İÇİNDEKİLER
TÜRKÇE ÖZET………………………………………………………………………. I
İNGİLİZCE ÖZET……………………………………………………………………. III
İÇİNDEKİLER…………………………………………………………………………. V
ÖNSÖZ…………………………………………………………………………………. VIII
I. GİRİŞ ………………………………………………………………………………… 1
1. PROBLEM…………………………………………………………………………… 1
1.1. PROBLEM CÜMLESİ………………………………………………………….. 6
1.2. ALT PROBLEMLER…………………………………………………………… 6
2. ARAŞTIMANIN AMACI…………………………………………………………… 7
3. ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ………………………………………………………….. 7
4. SAYILTILAR………………………………………………………………………... 7
5. SINIRLILIKLAR…………………………………………………………………….. 8
6. TANIMLAR…………………………………………………………………………. 8
II. İLGİLİ ARAŞTIRMALAR…………………………………………………………. 9
1. TÜRKİYE’DE YAPILMIŞ ÇALIŞMALAR……………………………………....... 9
2. YURT DIŞINDA YAPILMIŞ BAZI ÇALIŞMALAR………………………..…….. 15
III. YÖNTEM………………………………………………………………………… 18
IV. BULGULAR VE YORUM………………………………………………………… 22
1. BİRİNCİ ALT PROBLEME İLİŞKİN BULGULAR VE YORUM………………… 22
1.1. YABANCILAŞMA KAVRAMI………………………………………............... 22
1.2. YABANCILAŞMA YAKLAŞIMLARI………………………………………… 27
1.2.1. G. W. FRIEDRICH HEGEL VE YABANCILAŞMA…………………... 28
1.2.2. LUDWIG A. FEUERBACH VE YABANCILAŞMA…………………... 31
1.2.3. KARL MARX VE YABANCILAŞMA…………………………………. 32
1.2.4. HERBERT MARCUSE VE YABANCILAŞMA……………………….. 37
1.2.5. ERICH FROMM VE YABANCILAŞMA………………………………. 38
1.2.6. MELVIN SEEMAN VE YABANCILAŞMA…………………………… 41
1.2.7. GEORGE SIMMEL VE YABANCILAŞMA…………………………… 43
1.2.8. C. WRIGHT MILLS VE YABANCILAŞMA…………………………... 44
IV
2. İKİNCİ ALT PROBLEME İLİŞKİN BULGULAR VE YORUM………………….. 46
2.1. DIŞ (ÇEVRESEL) FAKTÖRLER………………………………………………. 46
2.1.1. GENEL YÖNETİM VE MERKEZ ÖRGÜTÜ………………………….. 47
2.1.2. EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ………………………………………………... 49
2.1.3. OKUL YÖNETİMİ………………………………………………………. 50
2.1.4. AİLE……………………………………………………………………... 52
2.1.5. KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI ………………………………………… 54
2.1.6. AKRAN GRUPLARI…………………………………………………… 56
2.2. İÇ (ÖRGÜTSEL) FAKTÖRLER………………………………………………. 58
2.2.1. SINIF YÖNETİMİ ANLAYIŞI………………………………………….. 58
2.2.2. SINIFIN FİZİKSEL YETERLİĞİ-ÇALIŞMA KOŞULLARI…………... 60
2.2.2.1. SINIFIN BÜYÜKLÜĞÜ………………………………………... 60
2.2.2.2. ESTETİK…………………………………………………........... 62
2.2.2.3. GÜRÜLTÜ…………………………………………………........ 67
2.2.2.4. YERLEŞİM DÜZENİ…………………………………………… 63
2.2.2.5. AYDINLATMA.………………………………………………... 64
2.2.3. BİLGİ AKIŞI…………..………………………………………………… 69
2.2.4. İŞBÖLÜMÜ……………………………………………………………… 68
2.2.5. İNANÇ VE TUTUMLAR……………………………………………...... 69
2.2.6. SINIFIN EKONOMİK ÖZELLİKLERİ………………………………… 70
2.2.7. SINIFIN TEKNOLOJİK ÖZELLİKLERİ ………………………………. 74
2.2.8. SINIFIN KÜLTÜRÜ ……………………………………………………. 78
3. ÜÇÜNCÜ ALT PROBLEME İLİŞKİN BULGULAR VE YORUM……………….. 80
3.1. SINIF ÖRGÜTÜNDE YABANCILAŞMANIN YAŞANMA
BİÇİMLERİ (BOYUTLARI) ……………………………………………….… 80
3.1.1. GÜÇSÜZLÜK…………………………………………………………… 82
3.1.2. ANLAMSIZLIK…………………………………………………………. 83
3.1.3. ANOMİ-NORMSUZLUK………………………………………………. 84
3.1.4. YALITILMIŞLIK………………………………………………………... 86
3.1.5. KENDİNE YABANCILAŞMA…………………………………………. 86
4. DÖRDÜNCÜ ALT PROBLEME İLİŞKİN BULGULAR VE YORUM…………. 87
V
4.1. SINIF ÖRGÜTÜNDE YABANCILAŞMANIN AZALTILMASI…………… 87
4.1.1. SINIF ÖRGÜTÜ BAĞLAMINDA YABANCILAŞMAYI
AZALTMAYA DÖNÜK GELİŞTİRİLEN BAZI YAKLAŞIMLAR…... 92
4.1.2. SINIF ÖRGÜTÜ BAĞLAMINDA YABANCILAŞMAYI
AZALTMAYA DÖNÜK GELİŞTİRİLEN BAZI TEKNİKLER……….. 95
4.2. YÖNETİM SÜRECİ BAĞLAMINDA SINIF ÖRGÜTÜNDE
YABANCILAŞMANIN AZALTILMASI……………………………..…... 97
4.2.1. KARAR VERME SÜRECİ VE YABANCILAŞMANIN
AZALTILMASI………………………………………………………….. 98
4.2.2. PLÂNLAMA SÜRECİ VE YABANCILAŞMANIN
AZALTILMASI………………………………………………………….. 103
4.2.3. ÖRGÜTLEME SÜRECİ VE YABANCILAŞMANIN
AZALTILMASI………………………………………………………… 105
4.2.4. İLETİŞİM SÜRECİ VE YABANCILAŞMANIN
AZALTILMASI…………………………………………………………... 106
4.2.5. EŞGÜDÜMLEME SÜRECİ VE YABANCILAŞMANIN
AZALTILMASI………………………………………………………….. 108
4.2.6. ETKİLEME SÜRECİ VE YABANCILAŞMANIN
AZALTILMASI………………………………………………………….. 110
4.2.7. DEĞERLENDİRME SÜRECİ VE YABANCILAŞMANIN
AZALTILMASI…………………………………………………………... 111
4.2.8. LİDERLİK SÜRECİ VE YABANCILAŞMANIN
AZALTILMASI…………………………………………………………... 113
V. SONUÇ VE ÖNERİLER…………………………………………………………… 115
KAYNAKÇA…………………………………………………………………………… 127
VI
ÖNSÖZ
Bireysel ve toplumsal doğurguları olan yabancılaşma olgusu, sanayileşme ve
kentleşme ile başlayan süreçte her zamankinden daha yoğun biçimde görülmektedir.
Özellikle çağımızda; yaratıcılığın yok olmasına, bireysel ve yığınsal yalnızlığa,
zihinsel bozukluğa ve ruhsal yorgunluğa sürükleyen ögelerin sayısındaki artış,
azımsanmayacak boyutlara ulaşmıştır. Bireyselliğinin yanı sıra toplumsal bir niteliği
de olan yabancılaşmadan en fazla etkilenenler ise yetişmekte olan yeni kuşaklardır.
Her toplum, bireylerini, sağlıklı bir toplumsallaşma süreci sayesinde
yabancılaşmanın olumsuz etkilerinden uzak tutmaya çalışır. Bu süreçte, toplumun en
önemli aracı eğitimdir. Öyle olmakla beraber, eğitimin kendisi de yabancılaşma
tehdidi ile karşı karşıyadır.
Toplumsallaşma süreci ile yabancılaşmanın azaltılmasında/kontrol altına
alınmasında kullanılan en önemli toplumsal kurum okuldur. Okulun bir alt sistemi
olan sınıf örgütü ise toplumsallaşma işlevinin yerine getirildiği asıl yerdir. Konuya
başka bir perspektiften bakıldığında, sınıf, yabancılaşmanın görülme riskinin en fazla
olduğu yapıdır. Böyle olmasına rağmen, günümüzün sınıf örgütünde, yabancılaşma
sorunsalının öneminin tam olarak kavrandığını söylemek güçtür. Yabancılaşma
belirtilerinin gözlendiği öğrencilerin çoğu, yaşadıklarının yabancılaşma olduğunun
farkında değildir. Dolayısıyla yabancılaşmanın azaltılması ya da kontrol edilmesi
büsbütün güçleşmektedir. Diğer yandan ülkemizde, sınıf örgütü üzerinde önemli ve
derin sonuçları olan yabancılaşma olgusuna ilişkin yapılmış çalışmaların sayısı
oldukça yetersizdir.
Bu çalışmayla sınıf örgütünde yabancılaşma olgusu çeşitli yönleriyle ele
alınarak sınıf yönetimi alan yazınına bir katkı getirilmek istenmiştir. Bu temelde;
yabancılaşma sorunsalına sınıf örgütü penceresinden bakılarak çözüm önerileri
geliştirilmeye çalışılmıştır.
VII
Araştırmanın gerçekleşmesinde, pek çok insanın doğrudan ve dolaylı olarak
pek çok emeği oldu. Öncelikle dolaylı emeklerinden ve bilişsel ve duyuşsal dünyama
sağladıkları katkılardan ötürü Yard. Doç. Dr. Ahmet ÇOBAN, Yard. Doç. Dr. Hakkı
KIZILOLUK, Yard. Doç. Dr. Ali ESGİN, Yard. Doç. Dr. Recep ERCAN ve
Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ndeki tüm hocalarıma teşekkürü borç
bilirim. Özellikle gerek lisans gerekse lisanüstü öğrenimim boyunca desteğini
gördüğüm, araştırmaya doğrudan katkıları olan saygıdeğer bilim adamı ve
öğretmenim Doç. Dr. Erdal TOPRAKÇI’ya yer ile gök arasını dolduracak çokluktaki
şükranlarımı sunarım.
SİVAS Arif Mesut PARSIL
Eylül, 2007
1
I. BÖLÜM
GİRİŞ
Bu bölümde, araştırmanın problemi tanımlanmış, amaç ve önemi
vurgulanmış, araştırmaya ilişkin sayıltılar, sınırlılıklar ve tanımlar verilmiştir.
1. PROBLEM
İnsan, toplumda yaşamaya karşı olan eğilimi ve gereksiniminden dolayı
toplumsal bir varlık olarak tanımlanabilir. Hemen hemen her insan, bir toplum içinde
doğar, yaşar ve ölür. Hangi toplumda doğup büyümüşse, o toplumun değer
yargılarını, kültürünü ve yaşamı algılama biçimini benimseme yoluyla da
sosyalleşme sürecine dahil olur. Pek çok deneyim yaşar. Doğuştan getirdikleri ile
yaşadığı toplumsal deneyimlere ilişkin kazanımlarını içselleştirmesiyle toplumsal bir
kişiliğe sahip olur. İşte bireyi toplum içinde “var eden” en önemli karakteristik
niteliği, onun toplumsal kişiliği ve bu kişiliğin toplum yaşamına olan katkılarıdır.
Birey ve ürettikleri, toplum için devamlılık ve gelişim bakımından göz ardı
edilemeyecek bir öneme sahiptir. Bireyin toplumla olan etkileşimi sonucunda
edinilen yeni kazanımlarla yeni değer yargıları üretilir ve böylece toplumun
gelişimi/devamlılığı sağlanır. Bu işlevi yerine getiren bireylerin toplumdan
beklentileri vardır. Beklentilerinin toplum tarafından karşılanması, birey açısından
çok önemlidir. Birey, o topluma karşı aidiyet duygusunu, ancak beklentilerinin
karşılık bulması oranında edinir. Toplum ise bireyin toplumsal, psikolojik, kültürel,
siyasal ve ekonomik beklentilerine dengeli biçimde karşılık vermek durumundadır.
Eğer toplum, içinde yaşayan bireylerin uyumu için gerekli olan davranış kalıplarını
biçimlendirmez, her bireyin kendine özgü bir toplumsal kişilik kazanmasına
yardımcı olmaz ve yeni değer yargılarına / kültür ögelerine karşı konversiyonalist bir
tutum geliştirirse o noktada tıkanma olur. Bireyin toplumsal, kültürel ve doğal
2
çevresine olan uyumu azalır ve sonuç olarak bütün bunlar ve başka birçok benzer
faktör, bireyin yabancılaşmasına yol açar.
İnsanın kendi özünden, ürününden, doğal ve toplumsal çevresinden koparak
onların egemenliği altına girmesi şeklinde tanımlanabilecek yabancılaşma kavramı;
aynı zamanda sosyal bilimlerde bir moda kavram olduğu kadar insanı makinalaştıran,
metalaştıran ve sonunda köleleştiren rasyonalist ve teknokratik bir uygarlık biçimine
karşı oluşan başkaldırının bir simgesi hâline gelmiş bulunmaktadır. Bu doğrultuda
yabancılaşma hem sosyolojik, hem psikolojik, hem de siyasal ve felsefi bir anlam
taşımaktadır (Tolan 1981: 3). Felsefe literatüründe “yabancılaşma” sözcüğü,
kendisine ait olan kişisel nitelikleri, kendisi dışındaki bir varlığa tanıyarak, bizzat
“kendisi”nden kopmuş olan bilinç durumunu gösterir (Kılıç 1984: 24). Sosyolojik
açıklamalarda ise yabancılaşma, bir tür “şeytanla anlaşma” olarak tanımlanmaktadır.
Bu çerçevede de insan emeğinin, işinin ve eylemlerinin yapıldığı andan itibaren
nesnelleşmesi, insanın inisiyatifinin dışına çıkması, insanın denetiminden kurtularak
bir bakıma kapitalistin eline düşmesidir (Göka 1990: 94).
Yabancılaşma kavramının, bilimsel düşünceye yansımasından çok önce
dinsel yazında işlendiği görülmektedir (Ergil 1980: 19). Kavram, ilk kez Eski
Ahid’de puta tapma ile ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Puta tapma, insan tarafından
yaratılmış olan nesnelerin yine aynı inasanlarca kutsal sayılması olgusudur.
İnsanoğlu, kendi yaşamı ile ilgili özel nitelikleri nesnelere aktarmakta ve kendisini
gerçekleştirecek aşma yerine kendi varlığı ile ancak puta tapma yoluyla ilişki
kurabilmektedir. İnsan, böylece kendi gücüne ve kendisinde var olan potansiyelin
zenginliğine “yabancı” kalmakta ve kendi varlığının özelliklerine, ancak putlara
boyun eğerek dolaylı yoldan ulaşabilmektedir. İnsan kendi yaratıcı gücünü putların
varlığına aktardığı ölçüde zavallılaşır ve onlara giderek daha da bağımlı olur. Putlar,
insana, başlangıçtaki varlığının ancak küçük bir bölümünü özgünleştirmesine ve
gerçekleştirmesine izin verirler. Zaman içerisinde bir tanrı, devlet, din, kişi veya
herhangi bir eşya biçimine bürünebilen putlar yalnızca dinsel bir anlamı olan
biçimler içerisinde bulunmaz puta tapma; insanoğlunun yaratıcı gücüyle kendini
3
verdiği ve sonra da kayıtsız şartsız boyun eğdiği herhangi bir şeye ibadettir (Tolan
1983: 283). Putları yapanlar, putlara benzerler; onlara inananların hepsi de öyledir.
Boyun eğerek tapınma eylemleri bu anlamda birer yabancılaşma, birer puta tapma
olayıdır. Tek Tanrıcılık ile Çok Tanrıcılık arasındaki temel ayrım, tanrı sayısında
değil kendine yabancılaşma gerçeğinde yatar. İnsan, enerjisini ve sanatsal
yeteneklerini bir put yapmak için harcar. Sonra da kendi insanca çabasının
sonucunda başka bir şey olmayan puta tapar. İnsanın yaşam güçleri bir nesneye
aktarılmıştır; bu nesne, artık bir put olduğundan, insanın kendi yaratıcı çabalarının
sonunda ortaya çıkmış bir şey değil de sanki ondan kopuk, onun üstünde, ona karşı
olan, insanın tapıp boyun eğdiği bir şey olarak algılanır (Fromm 1996: 117-138).
Kierkegaard’a göre yabancılaşma yaşantısı; hiçlikle karşılaşma, hiçliğin
bilincine varma sonucunda duyulan yaşantı türüdür (Kılıç 1984: 27). Birand’a göre
yabancılaşma, birden bire kendisini hiç tanımadığı bir yerde tek başına bulan bir
insanın ruh durumuna benzeyen bir yaşantıdır. Hiç tanımadığı işaretsiz ve anlamsız
bir dünyada birden bire kılavuzsuz olarak tek başına kalan bir insanın duyacağı
korku ve şaşkınlık duygusu, yabancılaşma yaşantısına benzeyen bir histir.
Garaudy’ye göre ise yabancılaşma, kurmuş olduğu semboller ve müesseseleri, artık
kendi etkinliğinin ürünleri olarak tanımayan, onları insanlığından bağımsız ve kendi
faaliyetine duyarsız olarak mütalâ eden insanın bölünmesidir. Bu tanım, insanla
nesnenin aynı karakterli varlık alanlarında değerlendirilmesi gibi, aslında insanın
bilişsel yanında var olan bir parçalanmaya işaret etmektedir. İbn-i Haldun,
“yabancılaşma”yı, kişi iradesinin, mal ve servet karşısında yanlış bir tercihi olarak
değerlendirirken doyum bilmeyen arzuların peşinde, yıpratıcı bir alana doğru
kaydırıcı görür (Kılıç 1984: 25-34). Kılıç (1984: 76) da yabancılaşmanın, ruhun
fonksiyonel boyutlarından olan “sevgi” realitesini olumsuz biçimde etkilediğini
belirtmektedir.
Yabancılaşma gerçeğinin insanlık tarihiyle yaşıt olmasına rağmen,
yabancılaşma konusunda yeterince açık ve genel kabul görmüş bir anlayış birliği
yoktur. Bunun olmamasının belki de önemli bir nedeni, yabancılaşanın yabancılaştığı
4
şeyin (insanın vb.) “yabancılaşma”ya kendince verdiği anlam olabilir. Ayrıca her
ideoloji, her çıkar grubu ve her kültür olguyu kendi varoluş gerekçesine haklılık
kazandıracak boyutta değerlendirebilmektedir. Diğer bir neden olarak da,
yabancılaşmanın teknolojik ve sosyal yaşamdaki değişmeye bağlı olarak biçim ve
nitelik açısından farklılaşması gösterilebilir (Yeniçeri 1991: 91). Anlamında birlik
sağlansın sağlanmasın, yabancılaşmanın her toplum ya da topluluk için çözüme
kavuşturulması gereken karmaşık bir sorun olduğu söylenebilir.
Konuya ilişkin önemli olan bir diğer nokta ise, yabancılaşma kavramının,
incelenen olgu ile birlikte anıldığıdır. Bunlar: Dilsel yabancılaşma, kültürel
yabancılaşma, dini yabancılaşma, mesleki yabancılaşma, ekonomik yabancılaşma,
bürokratik yabancılaşma, örgütsel yabancılaşma, teknolojik yabancılaşma ve
benzerleridir. Bazen de çalışılan alanın alt alanlarına göre; örneğin cinsiyete göre
yabancılaşmada kadınların yabancılaşması, erkeklerin yabancılaşması gibi
kavramsallaştırmalara rastlamak olanaklıdır (Sanberk 2003: 5). Vurgulamak gerekir
ki, tüm yabancılaşma biçimleri farklı alanlarda farklı isimler alsa da özü itibarıyla
aynı anlam ve özelliklere sahiptir (Teber 1990: 142).
Toplum, yabancılaşma gibi olumsuzluklara maruz kalmamak için birtakım
savunma mekanizmaları geliştirmiştir. Burada amaç, bireylerin toplumsallaşması
yoluyla yabancılaşmayı önlemek ve toplumun sağlıklı biçimde
gelişimini/devamlılığını sağlamaktır. Toplumsallaşma, bireyin içinde bulunduğu
toplumun değer ve normlarını öğrenerek-benimseyerek o toplumda kendisine düşen
toplumsal rolleri yeterince yerine getirmesini sağlayacak bilgi, görgü, beceri ve
alışkanlıklara sahip olmasına; dolayısıyla ait olduğu toplumun fonksiyonel bir üyesi
hâline gelmesi sürecidir (Erdoğmuş 1978: 102). Toplumca arzu edilen durum,
bireyin toplumun değer sistemlerine ve ideallerine uyum sağlamasıdır. Başka bir
deyişle hedef, bireyin toplumsallaşmasıdır. Çok çeşitli biçimlerde tanımlanan
toplumsallaşma, bir bakıma bireyin eğitilmesidir. Toplum, eğitim sayesinde değer
yargılarını, örf ve adetlerini, kültürünü ve ideal davranış kalıplarını bireye aktarır. Bu
aktarım işlevinin yerine getirilmesi, formal ve informal olmak üzere iki biçimde
5
gerçekleştirilir. İnformal kısmını büyük ölçüde aile üstlenirken, formal kısmını okul
üstlenmiştir.
Akyüz (1992: 223-225)’e göre bireyin toplumsallaşmasında en önemli ve
etkili organ ailedir. Ailenin sosyal, ekonomik ve kültürel durumu, bireyin
sosyalleşmesini belirlemektedir. Her yönüyle sağlıklı bir ailenin sağladığı ortam,
bireyin sosyalleşmesi için en uygun ortamdır. Öyle olmakla beraber, ailede meydana
getirilmeye çalışılan toplumsallaşma olayını tamamlamak üzere, formal bir kurum
olan “okul” devreye girmektedir. Okul, ailenin çeşitli sebeplerle eksik bıraktığı
toplumsallaşma faaliyetini, örgütlü bir biçimde tamamlamaya çalışmaktadır.
Okul, eğitim örgütünün toplum üyeleriyle buluştuğu yer olarak düşünülebilir,
fakat yine de tam bir buluşmanın burada sağlandığı söylenemez. Gerçekte okul
buluşmanın alt yapısının hazırlandığı yerdir. Çünkü, davranışlarında değişiklik
yapılacak bireylerle yüz yüze gelinen yer ‘sınıf’lardır. Eğitim-öğretim etkinliğinin
üretim yeri sınıflardır. Bir başka deyişle sınıflar, eğitimin amaçlarının çocuklar
üzerinde değişiklikler olarak somutlaştığı yerdir. Bütün bir okulun insan ve madde
kaynağı, sınıfta yapılacak işlemlerin destekleyicisi konumundadır (Toprakçı 2004:
19). Burada “sınıf”tan kastedilen derslerin işlendiği, etrafı duvarlarla kaplı olan bir
derslik değil, “örgüt” olarak sınıftır. Toprakçı (2004: 19-21), sınıfın bir örgüt olarak
görülmesi gerekliliğinin birtakım dayanaklara sahip olduğunu belirtir ve sınıfın bir
örgüt olup olmadığını anlayabilmek için bütün örgütlerde geçerli kabul edilen ortak
kavramlara bakmak gerektiğine vurgu yapar. Daha sonra ise bu kavramların amaçlar,
teknoloji, çevre ve düzenleyici mekanizma olduğunu söyler ve sözü geçen
kavramların hepsinin sınıfın bünyesinde var olduğunu akıcı ve ikna edici bir üslûpla
açıklar. Buna göre, örgütsel yabancılaşma kavramı temelinde incelenebilecek önemli
bir kavram da sınıfta yabancılaşmadır.
Öğrencinin toplumsallaştığı biricik yer olan sınıflar, okulun toplumsallaşmayı
tamamlayıcı/yabancılaşmayı önleyici fonksiyonunu yerine getirmesinde en önemli
ögesidir. Toplumsallaşma açısından okulun gerçekleştirdiğine inanılan pek çok
6
işlevin, aslında sınıf örgütü tarafından gerçekleştirildiğini söylemek olanaklıdır.
Denilebilir ki, sınıf örgütü, bireyin topluma uyumunu güçlü bir niteliğe kavuşturarak
yabancılaşmanın önlenmesinde/azaltılmasında en önemli savunma mekanizmasıdır.
Öyle olmakla beraber, sınıf örgütünün kendisi de yabancılaşma tehdidi ile
karşı karşıyadır. Sınıf örgütünün, bu tehlikenin çözümüne yönelik doğru ve kabul
edilebilir bir öneri geliştirmesi, işlevini tam olarak yerine getirebilmesi için şarttır.
Aksi takdirde sınıf örgütü, yabancılaşmayı önleyici/azaltıcı bir yapı olmaktan çıkıp;
yabancılaşmayla başa çıkamayan ve hatta yabancılaşmaya yol açan bir toplumsal
yapı olabilecektir.
1.1. PROBLEM CÜMLESİ
Sınıf örgütünde yabancılaşma nedir, etkileyen faktörler, yaşanma biçimleri
nelerdir ve nasıl önlenebilir/azaltılabilir?
1.2. ALT PROBLEMLER
1. Sınıf örgütünde yabancılaşma nedir?
2. Sınıf örgütünde yabancılaşmayı etkileyen iç ve dış faktörler nelerdir?
3. Sınıf örgütünde yabancılaşmanın yaşanma biçimleri (sonuçları)
nelerdir?
4. Sınıf örgütünde yabancılaşmayı önlemek/azaltmak için yapılması
gerekenler nelerdir?
7
2. ARAŞTIRMANIN AMACI
Bu araştırma ile sınıf örgütünde yabancılaşma olgusunun tanımı-kapsamı,
meydana gelme nedenleri, nasıl yaşandığı ve nasıl önlenebileceği/azaltılabileceği
konularını açıklığa kavuşturmak amaçlanmıştır.
3. ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ
Araştırma sonucunda özellikle:
1. “Yabancılaşma” kavramının sınıf yönetimi literatürüne girişine katkı
sağlayacağı,
2. Sınıfta karşılaşılan birçok sorunsalın (devamsızlık, uyuşturucu, şiddet
vb.) çözüm çabalarına kuramsal bir katkıda bulunacağı,
3. Sınıf yönetiminde yabancılaşmaya ilişkin yeni araştırmalara alt yapı
sağlayacağı,
4. Sınıf yönetimi uygulamasına, yabancılaşmanın önlenebilmesi veya
azaltılabilmesi konularında önemli bir katkı sağlayacağı umulmaktadır.
4. SAYILTILAR
1. Her örgütte yabancılaşma vardır ve o örgüt için bu bir sorundur.
2. Sınıf örgütünde de yabancılaşma vardır ve sorundur.
3. Sınıf örgütünde yabancılaşma olgusunu doğuran birtakım nedenler
vardır.
8
4. Sınıfta yabancılaşmayı kontrol etmek/azaltmak olanaklıdır.
5. SINIRLILIKLAR
1. Bu araştırma, eğitim örgütünün alt sistemi olan sınıf örgütü ile sınırlıdır.
2. Bu araştırma, incelenen dökümanlar ile sınırlıdır.
6. TANIMLAR
Bu araştırmada geçen bazı kavramların tanımı aşağıda verilmiştir.
Öğrenci: Sınıfın bir işgöreni olarak ele alınmıştır.
Öğretmen: Sınıf yöneticisi olarak ele alınmıştır.
Sınıf Örgütü: Sınıfın eğitsel amaçları doğrultusunda bir araya gelen
öğretmen, öğrenci ve diğer araç-gereçlerden meydana gelen bir yapı veya bir
süreç olarak (Toprakçı 2004: 21) ele alınmıştır.
9
II. BÖLÜM
İLGİLİ ARAŞTIRMALAR
Bu bölümde araştırmaya ilişkin yurt içinde ve yurt dışında yapılmış
çalışmalara yer verilmiştir.
1. TÜRKİYE’DE YAPILMIŞ ÇALIŞMALAR
Ülkemizde “yabancılaşma” ile ilgili araştırmaların tarihsel serüveni oldukça
yenidir ve oldukça sınırlıdır. Konuya ilişkin ilk araştırma Ergil (1979)’e ait olmakla
beraber, yabancılaşma olgusu, ülkemizde daha çok sosyolojinin ilgi alanına girmiştir.
Bunun bir nedeni, “yabancılaşma olgusu”nun daha çok sosyolojik bir olgu olarak
düşünülmesi olabilir. Ancak kavramla yakından ilişkili kabul edilebilecek bir bilim
alanı olarak Eğitim Bilimleri’nde, “yabancılaşma” kavramı üzerinde pek durulmadığı
anlaşılmaktadır. Kavramla ilgili hem Eğitim Bilimlerinde yapılan üç çalışmaya ve
hem de sosyal bilimlerin diğer dallarında yapılmış çalışmalara aşağıda yer
verilmiştir.
Ergil (1980), “Yabancılaşma ve Siyasal Katılma” adını taşıyan çalışmasında,
yabancılaşma olgusu ile siyasal katılım arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya
çalışmıştır. Araştırma evreni olarak, 1977 genel seçimleri sonuçlarına göre hiç oy
vermemiş ve seçmenlerinin sadece %10’unun oy verdiği köyler seçilmiştir. Ayrıca
Ergil’in çalışması, bütüncü ve açıklayıcı bir yabancılaşma kuramını da ortaya koyma
çabası nedeniyle önemlidir. Bu çalışmada, sonuç olarak şu bulgular elde edilmiştir:
Siyasal yabancılaşmanın, eski yaklaşımlarda olduğu gibi sadece toplumsal-ekonomik
değişkenlerle açıklanmasının yeterli olmayacağı, çünkü toplumsal ve ekonomik
değişkenlerin siyasal yabancılaşmayla doğrudan ve güçlü bir ilişkisinin olmadığı;
seçimlere katılan ve katılmayan köylerde, 4 ana değişkenin (algılanan değer
10
çatışması, algılanan normsuzluk, algılanan bireysel güçsüzlük ve algılanan sistemsel
yetersizlik) siyasal yabancılaşmada meydana gelen değişmenin büyük bir bölümünü
açıkladığı; doğal toplumsal gruplarının yabancılaşan bireyler üzerindeki etkisinin
sürmesi, grupların siyasal yabancılaşmayı açıklayan değişkenleri etkileyerek
bireylerin bağlılığını kendilerine yönelik tuttuğu; siyasal yabancılaşmanın, bilgi-
haber edinme süreciyle ilişkili olduğu saptanmıştır. Ergil, bu çalışmasında bir çözüm
önerisi de getirir. Sosyal değişmenin bireysel ve toplumsal düzeyde doğurduğu yeni
istemler, siyasal (alt) sistemin ve onun bağlı bulunduğu toplumsal-ekonomik
sistemin yanıt vereceği yeterliliğe/etkinliğe kavuşmasıdır.
Tolan (1981)’ın Çağdaş Toplumun Bunalımı Anomi ve Yabancılaşma adını
taşıyan çalışması, yabancılaşma olgusu ile ilgili Türkiye’de yapılmış çalışmalar
arasında önemli bir yere sahiptir. Tolan, bu çalışmasında şu tespitlerde
bulunmaktadır: Toplumsal farklılaşma süreci ve bu farklılaşmayı oluşturan ekonomik
ve toplumsal sistemin özellikleri ile yabancılaşma olayları arasında sıkı bir ilişki
vardır; yabancılaşma, her toplumu derinden etkileyen ve ortadan kaldırılması
olanaklı olmayan bir olgudur; her varlığın şeyleştiği ve sürenin süresizlik olacağı bu
uygarlık türünde, doğal olarak kuralsızlık temel norm olacak ve anomi ve
yabancılaşma giderek yoğunlaşacaktır.
Aldemir (1983), “Yöneticilerin Güç Tipleri ile İş’e Yabancılaşma ve İş
Doyumu Arasındaki İlişkiler” adlı çalışmasında, akademik yöneticilerin etkileme
aracı olarak kullandıkları güç tiplerini belirlemeyi ve bu tiplerin işe yabancılaşma ve
işten doyum üzerindeki etkilerini ortaya koymayı amaç edinmiştir. Sonuç olarak,
işten doyum sağlayan ve yabancılaşmayı azaltan güç tipleri olarak, uzmanlık ve
çekicilik güçleri olduğu saptanmıştır. Ödül ve ceza güçlerinin işten doyum ve işe
yabancılaşma ile önemli ölçüde ilişkili olmadığı yargısına varılmıştır.
Kılıç (1984), “Yabancılaşma” adlı yapıtında, yabancılaşma kavramına
sosyolojik ve felsefî bağlamda açıklık getirmeyi amaç edinmiştir. Sonuç olarak,
11
toplumsal değerlerin değişiminin yabancılaşmaya yol açan en önemli neden olduğu
yargısına varılmıştır.
Yeniçeri (1987), “Örgütlerde Yabancılaşma Sorunları ve Yabancılaşmanın
Önlenmesinde Yönetime Katılmanın Rolü” adlı çalışmasında, yabancılaşma
olgusunun sosyo-ekonomik ve çevresel koşullardan nasıl etkilendiğini vurguladıktan
sonra, örgütteki yabancılaşma sorunlarını ele almıştır. Sonuçta yabancılaşmanın
insana özgü bir sorun olduğunu ve insanın bulunduğu her yerde yabancılaşma
tehlikesinin de bulunduğunu söylemiştir. Çözüm olarak ise yönetime katılmayı
önermiştir.
Çolak (1991), “Siyasal Katılma ve Yabancılaşma” adlı çalışmasında, betimsel
yöntemi kullanarak siyasal katılma ve yabancılaşma olgusunun günümüzdeki
anlamını ve içeriğini, hangi nedenlerle ortaya çıktığını İlk Çağ’dan örnekler sunarak
incelemeye çalışmıştır. Sonuçta şu bulgular elde edilmiştir: Özel mülkiyetin ortaya
çıkması ile ilk çağlarda var olan toprak sahipleri kendi topraklarında çalıştırdıkları
aşağı sınıflara mensup insanlara ve kölelere karşı fiziksel zor kullanmışlar ve bunu
devlet olgusuyla pekiştirmişlerdir. Topraklarda arı ürünü üreten köleler ve diğer
sınıflar, ürettikleri ürünlerden yararlanamıyor ve dolaylı olarak yabancılaşıyorlardı.
Ayrıca özel mülkiyetin ortaya çıkması ile kadının da köleleştiğine vurgu yapmıştır.
Kısaca Çolak, yabancılaşmanın ortaya çıkışını özel mülkiyetin ortaya çıkışına
bağlamıştır. Çolak, çalışmasında soruna çözüm getirmekten çok sorunun ortaya çıkış
nedenleri üzerinde durmakla yetinmiştir.
Yeniçeri (1991), “Örgütlerde Çatışma ve Yabancılaşma Sorunlarının
Yönetiminde Etkili Bir Araç Olarak Yönetime Katılma ve Bir Uygulama” adlı
araştırmasında/doktora tezinde, örgütlerde meydana gelen çatışma ve yabancılaşma
sorunlarını kavramlaştırmak, bu olguların rasyonel yönetim olanaklarını araştırmak
ve yönetime katılmanın bu konudaki belirleyici rolü ve etkisinin ne olabileceğini
tespit etmek amaçlanmıştır. Çalışmanın sonunda, örgütlerde meydana gelen çatışma
ve yabancılaşma sorunlarının yönetilmesinde, yönetime katılmanın en etkili ve en
12
demokratik araç olduğu; Türk kamu ve özel sektörü örgütlerinde geleneksel çatışma
ve yabancılaşma anlayışının egemen olduğu, buna bağlı olarak da çatışma ve
yabanacılaşma sorunlarının yönetiminde güç, yetki ve baskı ögesinin kullanıldığı;
örgütlerin yönetilme biçimlerinin çatışma ve yabancılaşma sorunlarının yoğunluğunu
ve niteliğini belirlediği; örgütlerde çatışma ve yabancılaşmanın, büyük ölçüde,
çalışanların kendi kaderlerini etkileyen kararlara katılma olanağına sahip
olamamalarından kaynaklanmakta oldukları bulguları elde edilmiştir. Çatışma ve
yabancılaşma sorunlarının çözümüne ilişkin ise “yönetime katılma”ya vurgu
yapılmıştır. Öyle olmakla beraber, yönetime katılmanın bütün örgütsel sorunları
kökünden çözen bir sihirli formül olmadığı, başarısının özelde örgütsel, genelde ise
sosyal, siyasal ve ekonomik bir gelişmişlik düzeyi gerektirdiği belirtilmiştir.
Aybar (1995), “Yabancılaşma ve Yabancılaşmanın İş Tatmini Üzerine
Etkileri” adlı araştırmasında, yabancılaşma olgusunun iş doyumu üzerindeki
etkilerini kuramsal olarak ortaya koymaya çalışmıştır. Çalışma, literatüre dayalı
betimsel yöntemle gerçekleştirilmiştir. Şu bulgular elde edilmiştir; yabancılaşmanın
büyük ölçüde çağdaş teknolojinin, işbölümünün ve örgütsel yapılanmaların bir
sonucudur. Yabancılaşmış insan, Mc Gregor’un X tipi insanı ile benzeşmektedir.
Yabancılaşmış insan tipinin örgütleri rahatsız etmesi veya etmemesi, yabancılaşmış
insanın tipik kişilik yapısının yanında yabancılaşma, örgütün üretim biçimi, yönetim
felsefesi, örgütteki işbölümü ve uzmanlaşma derecesi, örgüt yapısı ve örgütün
büyüklüğüne bağlıdır. Yaratıcılığın yok olması, zihinsel bozukluk, toplumsal
yalıtılmışlık, düzensiz yaşam, sapkın ilişkiler, itaatkârlık ve aşırı bencillik bu
çalışmada tespit edilen “yabancılaşmış insan”ın kişilik özellikleridir. Ayrıca
gecekondulaşma, aile, eğitim, çevre, toplumsal değerlerin değişimi, normsuzluk,
bilimdeki katı pozitivist ve rasyonalist yaklaşımlar faktörlerinin de yabancılaşmaya
yol açtığı sonucuna da vurgu yapılmıştır.
Bayhan (1995)’ın “Üniversite Gençliğinde Anomi ve Yabancılaşma” adlı
araştırması, üniversite gençliğinde görülen anomik ve yabancılaşmış davranışların
toplumsal nedenlerini analiz etmeyi amaç edinmiştir. 1993-1994 öğretim yılında,
13
İnönü Üniversitesi’nin Eğitim, Fen-Edebiyat, İktisâdi ve İdâri Bilimler, Mühendislik
ve Tıp Fakültelerinde kayıtlı bulunan 294’ü erkek, 156’sı kız olmak üzere 450
öğrenciye; bireysel yabancılaşma ve normsuzluk ölçeği ile toplumsal normsuzluk ve
yabancılaşma ölçeğini uygulamıştır. Cinsiyet, aile tipi, sosyal tabaka seviyesi,
hayatlarını uzun süre geçirdikleri yerleşim merkezleri, yaşadıkları ortam, öğrenim
görülen fakülte, maddî ihtiyaçları karşılama durumu, ailelerinin yaşadığı bölge,
ideolojik gruplaşma olup olmaması durumu, dinsel ibadetleri yerine getirme eğilimi,
sosyal değişmede radikal görüşleri, sosyal değişmede muhafazakâr görüşleri,
siyasetle ilgilenme isteği, şiddet eğilimi, sürü olup olmama eğilimi, en önemli sorun,
dünya ülkemizin gelecekte nasıl olacağına ilişkin görüş, kişisel gelecek hakkında
yargı araştırmanın temel değişkenlerini oluşturmaktadır. Sonuçta, sosyal ve kültürel
çevrenin, birey ve üniversite gençliği üzerinde etkisinin önemli olduğu yargısına
varılmıştır.
Soysal (1995), “Tanzimattan Günümüze Yabancılaşma” adlı çalışmasında;
Tanzimat’ın olumlu ve olumsuz yönlerini, toplumumuza getirdiği kültürel değişim
sonucunda yaşanan yabancılaşmaları tarihsel seyri içinde incelemeye çalışmıştır.
Çalışmanın yöntemi betimsel olup, probleme çözüm getirmekten çok problemin
teşhisine yönelik bir çalışma olduğu söylenebilir. Soysal çalışmasında, yabancılaşma
nedenleri olarak; kültürel yozlaşma, sanayide geri kalış, eğitim sisteminin bozukluğu
ve bilimde geri kalış faktörlerini göstermiştir. Sonuçta bu olgunun aşılabilmesi için,
yabancılaşmayı sağlayan faktörlerin dikkatle ele alınarak bu konular üzerinde
hassasiyetle durulması gerektiğini önerir.
Eltugay (1999), “Popüler Kültür ve Yabancılaşma” adını taşıyan
çalışmasında, günümüz insanının genel anlamda enformasyonla, özelde de kitle
iletişim araçlarının hızlı ve yoğun bir biçimde sunduğu popüler kültürel ürünlerle
olan ilişkisi üzerinde durmuştur. Bu çalışmada literatür araştırmasına dayalı betimsel
yöntem seçilmiş olup; popüler kültürün, onu kitle iletişim araçlarıyla tüketenler
üzerindeki etkilerini yabancılaşma kavramı ekseninde açıklamak amaçlanmıştır.
Sonuçta ise, değişen toplumsal tasarımlar ve üretim-tüketim ilişkileri gibi kitle
14
iletişim araçları tarafından yayılan popüler kültürün yabancılaşma olgusunu üreten ve
bu anlamda da meşrulaştıran pek çok etkiyi barındırdığı anlaşılmıştır.
Bayındır (2002), “Ortaöğretim Dal Öğretmenlerinin Mesleğe
Yabancılaşmaları ile Öğretme-Öğrenme Sürecindeki Davranışları Arasındaki İlişki”
adını taşıyan çalışmasında, ortaöğretim okullarında görev yapmakta olan dal
öğretmenlerinin mesleğe yabancılaşmaları ile öğretme-öğrenme sürecindeki
davranışları arasındaki ilişkiyi ortaya koymayı amaç edinmiştir. Araştırma, Eskişehir
il merkezindeki genel liseler, Anadolu Liseleri, Fen Lisesi ve Güzel Sanatlar
Lisesinde görev yapmakta olan 460 dal öğretmeni üzerinde yapılmıştır. Sonuç
olarak, öğretmenlerin mesleğe yabancılaşmalarının, öğretme-öğrenme sürecindeki
davranışlarını olumsuz yönde etkileyen etmenlerden biri olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca
mesleğe yabancılaşan bir öğretmenin, işini kendi dışında bir etkinlik olarak
algılamakta olduğu ve enerjisini işinde harcamadığı kanısına varılmıştır. Bu
durumun, okuldaki öğretme-öğrenme sürecinin etkililiğini ve verimliliğini azalttığı
ortaya çıkmıştır.
Sanberk (2003), lise öğrencilerinin okula ilişkin yabancılaşmalarını ölçmeye
yönelik bir ölçme aracı geliştirmek amacıyla, Öğrenci Yabancılaşma Ölçeği (Bir
Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması) adlı çalışmayı yapmıştır. Çalışmada incelenmeye
çalışılan konu; okul bağlamında bir öğrenci olarak ergenin yabancılaşmasıdır. Madde
havuzu oluşturulurken yabancılaşmanın okul kaynaklı olmasına dikkat edilmiştir.
Okuldan kaynaklanan yabancılaşma duygusu veya okul bağlamı içerisindeki ergen
öğrencide yabancılaşma tutumu ölçülmeye çalışılmıştır. Bu çalışma, okulun özgül
koşullarında öğrenci yabancılaşmasına yönelik bir ölçek geliştirme çalışması olarak,
ülkemizde yapılmış ilk çalışmadır.
Başaran (1997) Eğitim Psikolojisi ve Tezcan (1997a) Eğitim Sosyolojisi adlı
çalışmalarında okul ve yabancılaşma olgularını kısaca alt başlık düzeyinde
incelemişlerdir. Başaran, yabancılaşmanın okuldan kaynaklanan nedenleri, sonuçları
ve okuldan soğuma olgusundan farkı üzerinde durmuştur. Sonuçta Başaran
15
yabancılaşmanın öğrenciye kötü davranılması; okul yönetiminin yetkeci ve okulun
havasının bunaltıcı olması ve öğrencinin okulda saldırılma, düş kırıklığı, engellenme,
zorlanma gibi onu sınıftan kaçırıcı bir yaşantısının olması gibi nedenlerden
kaynaklandığını bulgulamıştır. Tezcan ise daha çok yabancılaşmanın önlenmesi için
yapılması gerekenler üzerinde durmuştur. Sonuç olarak Tezcan toplumda sosyo-
ekonomik reformların gerçekleştirilmesi, plânlı kalkınma, bürokrasinin azaltılması,
gençliğe sorumluluk verilmesi, iletişimin yoğunlaştırılması; kitle iletişim araçlarıyla
gelen yabancı kültürün etkisine karşılık, gençliğe ulusal kültürü geniş ölçüde
aşılamak, öğretmek ve benimsetmek; yeni kuşakların doğru ve hakça olana
yönlendirilmesinin yabancılaşmayı belirli ölçülerde azaltacağını vurgulamıştır.
2. YURT DIŞINDA YAPILMIŞ BAZI ÇALIŞMALAR
Yurt dışında yabancılaşmaya ilişkin yapılan çalışmalarda; yabancılaşmanın
örgütsel iklim, örgütsel bağlılık, başarı gereksinmesi, güç tipleri, örgütsel yapı,
kişilik özellikleri, yönetime katılma, örgütsel kontrol, işten doyum ve çalışma
ortamının özerkliği gibi konular üzerinde durulduğu görülmektedir. Vurgulamak
gerekir ki, yurt dışında da eğitim, okul ve özellikle sınıfta yabancılaşma ile ilgili
çalışmaların ülkemizde olduğu gibi yetersiz olduğu anlaşılmaktadır.
Denhardt (1972), “Yabancılaşma ve Katılma Sorunu” adlı çalışmasında,
yönetim biçimleriyle katılma ilişkisini incelemiştir. Denhardt, araştırmasının sonunda
şu noktalara vurgu yapmaktadır: Katılma isteğine yol açan, yabancılaşmanın
yarattığı güçsüzlük değil, yabancılaşmanın körüklediği “hareket” ihtiyacıdır.
Yabancılaştıklarını hisseden işgörenler, sistemden bazı isteklerde bulunur ve buna
karşılık, amaçlarına erişmek için yetkiye ihtiyaçları vardır. Yabancılaşma
varsayımının belirttiği gibi, yetkiye kendisi için değil, sistemi duyarlı kılmak için
gerek duyulmaktadır.
16
Isherwood ve Hoy (1973) bürokrasi, yabancılaşmanın bir boyutu olarak
güçsüzlük ve öğretmenlerin çalışma değerleri üzerine bir çalışma yapmışlardır. Yetki
ve uzmanlık derecesi açısından oluşturulan okulun bürokratik yapısını Weberist,
otoriter, işbirlikçi ve kaotik olmak üzere dört temel yapı biçiminde ele almışlardır.
Öğretmenlerin çalışma değerleri ise mesleksel çalışma değerleri, örgütsel çalışma
değerleri ve toplumsal çalışma değerleri biçiminde ele alınmıştır. Sonuçta okulun
bürokratik yapısı ile öğretmenlerin güçsüzlük duygusu arasında güçlü bir ilişki
olduğu belirlenmiştir. Güçsüzlük duygusunun düzeyinin, baskıcı yapıdaki okullara
göre işbirlikçi yapıdaki okullarda daha düşük düzeyde olduğu anlaşılmıştır.
Forsyth ve Hoy (1978), eğitim örgütlerinde işe yabancılaşma ve yalıtılmışlık
ile ilgili bir araştırma gerçekleştirmişlerdir. Sonuçta formal denetim ile algılanan
yalıtılmışlık ile işe yabancılaşma arasında ilişki olmadığını belirlemişlerdir. Ayrıca
öğretmenlerin çalışma arkadaşlarından ya da yakın arkadaşlarından kendilerini
soyutlamalarının, işe yabancılaşmayı önemli ölçüde artırdığını belirlemişlerdir.
Warley (1984), A.B.D.’nin Georgia eyaletindeki devlet okullarında görev
yapan öğretmenlerin başarı gereksinmesi ile meslekî yabancılaşma arasındaki ilişkiyi
belirlemeyi amaçlamıştır. Araştırma sonucunda yabancılaşma boyutlarının birbiriyle
ilişkili olduğunu saptamıştır. Yabancılaşmanın aşamaları arasında anlamlı farklılıklar
bulmuştur.
Case (1985), çalkantılı örgüt çevresi ile bürokratikleşme ve yabancılaşma
arasındaki ilişkiyi belirlemeyi amaçlamıştır. Sonuçta bürokratikleşme değişkenleri ile
kontrol düzeyi arasında anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Ayrıca kontrol düzeyi ile işe
yabancılaşma düzeyi arasında da anlamlı bir ilişki saptanmıştır. Bürokratikleşme
düzeyiyle çevrenin çalkantı düzeyi arasında ise herhangi bir ilişki bulunamamıştır.
Thomson (1994) ise, okul iklimi ile bireyin kişilik yapısının yabancılaşma
düzeyi üzerindeki etkisini belirlemeyi amaçlamıştır. Sonuçta zorlu kişilik yapısına
17
sahip öğretmen adaylarının yabancılaşma düzeyleri daha düşük çıkmıştır. Ayrıca
destekçi okul ikliminin zorlu kişilik yapısı üzerinde olumlu etki yarattığı ve
yabancılaşma düzeyinin azalmasına katkıda bulunduğunu belirlemiştir.
Sikkink (1999) ise devlet okullarında yabancılaşmanın toplumsal
kaynaklarını incelediği araştırmada, A.B.D.’deki Protestan ve Katoliklerin
yabancılaşmaya ilişkin yaklaşımlarını belirlemeyi amaçlamıştır. Kentlilik, ırksal
heterojenlik ve dinsel görüşler arasındaki ilişkiyi kültürel yabancılaşma açısından
araştırmıştır.
18
III. BÖLÜM
YÖNTEM
Toplumsal gerçeğin nicel bir biçimde ifade edilmesine verilen değer ve
ağırlık, son yıllarda büyük bir önem kazanmış ve bütün sosyal bilimler, sanki
yaşamlarını sürdürebilmek için zorunluymuş gibi toplumsal gerçeği istatistik ve
matematik modellerde simgeleştirme yolunu seçmişlerdir. Bunun sonucu olarak,
toplumsal gerçeğin, başarılı ya da başarısız olarak simgeleştirilebilen bölüm ve
kesitleri giderek bütünsel toplumsal gerçeği ikame eder görünmüş, istatistik ve
matematiksel bir biçimde nicele dönüştürülemeyen toplumsal ögeler, önemi ve
düzeyi ne olursa olsun bir kenara itilmiştir. Böylece toplumsal gerçeğin bütünlüğü
ikinci kez bir başka düzeyde parçalanmaya ve soyutlanmaya tabi tutulmuştur (Tolan
1981: 6). Benzer durum, toplumsal bir zorunluluk olan eğitim alanında da sözkonusu
olmuştur. Uzun yıllar nicel araştırmalar yapılmıştır. Ancak, son yıllarda yapılan
birçok araştırmanın giderek daha nitel bir özellikte yapılması, eğitimde nicelden
nitele dönüşün bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Gerek bu kaygı gerekse bu
araştırmanın probleminin özellikleri, araştırmacıda nitel bir araştırmanın daha yararlı
olabileceği düşüncesinin oluşmasına yol açmıştır.
“Sınıf Örgütünde Yabancılaşma” adını taşıyan bu araştırmada, betimsel bir
yol izlenmiştir. Buna dayalı olarak, nitel bir araştırma yapılmıştır. Araştırmanın
deseni, durum çalışması; veri toplama yolu ise doküman analizi şeklindedir.
Öncelikle ilgili literatür taranmış ve konuya ilişkin veriler toplanmıştır. Burada,
araştırmaya katkısı olacak ve farklı bakış açıları kazandıracak antropoloji, felsefe,
sosyoloji, psikoloji, dilbilim ve sosyal psikoloji gibi disiplinlerden de
yararlanılmıştır. Bu süreçte kendi özgün anlamıyla ilgili yabancılaşma kavram
açılımları sınıfa transfer edilmiştir. Örneğin Çulpan (1978)’ın “örgüt için idealolan
örgüt üyesinin her zaman örgütsel amaçlara uygun tepkide bulunmasıdır”şeklindeki
vurgusunda örgüt sözcüğü yerine sınıf, örgüt üyesi sözcüğü yerine ise öğretmen
19
ve/veya öğrenci yerleştirilerek kullanılmıştır. Yöntem bakımından bilimsel bir temele
oturtulmamış, daha çok deneme biçimindeki çeşitli dergi ve gazete makaleleri bu
araştırmanın kapsamı dışında bırakılmıştır.
Araştırmanın evreni, yabancılaşmanın beş temel yaşanma biçimi/boyutudur.
Örneklem ise bu beş boyutun sınıf örgütündeki yansımalarıdır. Aslında Yıldırım ve
Şimşek (2005: 102)’in de belirttiği gibi nitel araştırmalarda birkaç yıl öncesine kadar
örneklemeye gereksinim duyulmamaktaydı. Fakat nitel araştırmalarda örneklem
sorununun kuramsal bir kaygı kaynağı olmadığı konusu; günümüz toplumlarının
katmanlaşması ve her katmanın kendi başına bir evren olarak çalışılmasının güçlüğü;
bulunan sonuçların belirli oranlarda ve oldukça sınırlandırılmış tarzda sadece ilgili
durumlara genellenmesi ihtiyacı gibi nedenlerle nitel araştırmalarda bazı örneklem
yöntemleri kullanılmaya başlanmıştır. Bu nedenle araştırmada, örneklem noktasında,
kritik durum örneklemesi tercih edilmiştir.
Araştırmada, birincisi “Sınıf örgütünde yabancılaşma nedir?”; ikincisi “Sınıf
örgütünde yabancılaşmayı etkileyen dış ve iç faktörler nelerdir?”; üçüncüsü “Sınıf
örgütünde yabancılaşmanın yaşanma biçimleri (sonuçları) nelerdir?”; dördüncüsü
ise “Sınıf örgütünde yabancılaşmayı önlemek için yapılması gerekenler nelerdir?”
olmak üzere dört alt probleme yanıt aranmaya çalışılmıştır. Her bir alt problemde
izlenen yollar ve aşamaları aşağıda belirtilmiştir.
Öncelikle “yabancılaşma” olgusunun tanımı ve kapsamı üzerinde
durulmuştur. Kavramın bulanık ve değişken bir anlam taşıması, pek çok düşünür ve
bilim insanının kavrama farklı yaklaşımı bu süreci güçleştirmiştir. Buna rağmen
yabancılaşma olgusu, örgütsel çerçevedeki belirtileriyle ele alınarak sınıf örgütü
zeminine oturtulmuştur.
Yabancılaşma kavramının anlamına sınıf örgütü açısından açıklık
kazandırıldıktan sonra, kavramın kimler tarafından ve nasıl algılandığı yani
20
yabancılaşma yaklaşımları üzerinde durularak kavramın nasıl evrildiği irdelenmiştir.
Bunun için yabancılaşma yaklaşımları ele alınırken kronolojik bir sıra takip
edilmiştir. Yabancılaşma literatüründe klâsikleşmiş veya onunla en çok anılanlardan
olarak Hegel, Feuerbach, Marx, Marcuse, Fromm, Seeman, Simmel ve Mills’in
yabancılaşma yaklaşımları ele alınırken, bunların doğurguları sınıfa genellenmiştir.
Daha sonra, sınıfta yabancılaşmayı etkileyen dış ve iç faktörler üzerinde
durulmuştur. Burada dış (çevresel) faktörleri belirtilirken, büyük ölçüde Toprakçı
(2004)’nın belirlediği sınıf yönetimini etkileyen dış faktörleri temel alınmıştır. Dış
faktörler; bürokratik yapı (genel yönetim ve merkez örgütü, eğitim müdürlüğü, okul
yönetimi), aile, kitle iletişim araçları ve akran grupları başlıkları altında ele
alınmıştır. Sınıfta yabancılaşmayı etkileyen örgüt içi faktörler ise sınıf yönetimi
anlayışı, sınıfın fiziksel yeterliği ve çalışma koşulları (sınıfın büyüklüğü, estetik,
gürültü, yerleşim düzeni, aydınlatma), bilgi akışı-iletişim, işbölümü, ekonomik yapı,
teknolojik yapı ve kültürel yapı başlıklarında ele alınmıştır. Bütün bu faktörlerin
hangi niteliklerinin, sınıf örgütünde yabancılaşmayı doğurduğu-hızlandırdığı ve sınıf
örgütündeki yansımalarının neler olduğu irdelenmiştir.
Daha sonra sınıfta örgtünde yabancılaşma olgusunun yaşanma biçimleri
(boyutları-sonuçları) üzerinde durulmuştur. Bu konuda Seeman’ın sınıflaması
benimsenmiş ve yabancılaşmanın boyutları güçsüzlük, anlamsızlık, normsuzluk,
yalıtılmışlık ve kendine yabancılaşma olmak üzere beş boyutta ele alınmıştır.
Burada, yabancılaşan bir öğrencinin kişilik özellikleri belirtilmiş; tutum ve
davranışları/duygu ve düşünceleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bütün bunlar,
neden-sonuç ilişkisi içerisinde ve yabancılaşmanın, daha çok öğrenci olmak üzere,
öğrenci ve öğretmen üzerindeki etkisi verilmeye çalışılmıştır.
Son olarak sınıfta yabancılaşmanın önlenmesinde ya da azaltılmasında nasıl
bir yol izleneceği üzerinde durulmuştur. Öncelikle yabancılaşmanın önlenmesinin
önemi vurgulanmış, karşılaşılabilecek güçlükler açıklanmıştır. Ardından
yabancılaşmayı önlemeye dönük geliştirilmiş yaklaşımlar ve teknikler ele alınmıştır.
21
Burada, Toprakçı (2004)’dan sınıf yönetimini gerçekleştirmek üzere ileri sürdüğü
yönetim süreci aşamalarının (karar verme, plânlama, örgütleme, iletişim,
eşgüdümleme, etkileme, değerlendirme ve liderlik) yabancılaşmayı azaltmada bir yol
olarak kullanılması deneyimlenmeye çalışılmıştır.
22
IV. BÖLÜM
BULGULAR VE YORUM
Bu bölümde, araştırma sonucunda elde edilen problem ve alt problemlere
bağlı olarak sistematize edilmiş bilgilere ve bu bilgilerin araştırmanın amaçları
doğrultusunda yorumlanmasına yer verilmiştir.
1. BİRİNCİ ALT PROBLEME İLİŞKİN BULGULAR VE YORUM
Bu bölümde, “Sınıf örgütünde yabancılaşma nedir?” şeklinde ifade edilen
birinci alt probleme yanıt verilmeye çalışılmıştır.
1.1. YABANCILAŞMA KAVRAMI
TDK Sözlüğü (1998: 2358)’nde; “Belli tarihî şartlarda insan ve toplum
etkinlikleri ürünlerinin, bu etkinliklerden bağımsız ve bunlara egemen olan
unsurların değişik biçimde kavranması; yabancılaşmak işi” şeklinde tanımlanan
“yabancılaşma” kavramının etimolojik öyküsü, kısaca şu şekildedir: Yabancılaşma
sözcüğü, eskiden akıl hastalarını tanımlamak için kullanılıyordu. Fransızca’daki
“aliéné”, İspanyolca’daki “aliénada” sözcükleri eskiden psikozu, yani bütünüyle
kesinlikle kendisinden kopmuş insanları tanımlıyordu (Fromm 1996: 116).
Latince’de başkası, yabancı anlamlarını gösteren “alienus” kelimesi, zihinsel
hastalıklarla ilgili kılındığında, taşıdığı toplumsal içeriğe ışık tutacak biçimde,
kişinin, kısmen veya tamamen kişilik aidiyetini kaybederek bizzat kendi kendine ve
insanların oluşturduğu topluma yabancılaşıp, kendi öz etkinliklerinin kontrol ve
güdümünü yitirerek eylemlerinden sorumluluğunun sona ermesini ifade eder (Kılıç
1984: 13). Latince’de bu kavramın en az üç değişik anlamıyla kullanıldığı
bilinmektedir. Hukuksal anlamı, devretme, elden çıkartma, zilliyet-mülkiyet hakkını
23
başkasına verme iken; Toplumbilimsel anlamı, ayrılmak; diğer insanlardan,
yurdundan ve Tanrılardan ayrı düşmek, kopmak olup son olarak tıp-psikolojik
anlamı, çılgınlık, tinsel şaşkınlık vb. gibi bir tür bunama ya da psişik bozukluklar
demeti, ruh hastalığıdır (Teber 1990: 136). İngilizce’de bugün bile akıl hastalarına
bakan doktorlara alienist denmektedir (Fromm 1996: 116). Kanungo (1982),
yabancılaşma kavramının, Latince’deki “alienatio” adılından ve “alienaner” fiilinden
türetildiğini belirtmiştir. Birinci kullanımda kavram, bir şeyin sahipliğini bir
başkasına bırakmak anlamındadır; ikinci kullanımda ise iki eleman arasındaki
çözülme ya da ayrılmadır (Elma 2003: 11). Yabancılaşma kavramı, günümüzde ise
dinsel dilde günah olarak nitelenen bir olgunun lâik dildeki eşanlamı oluyor; yani
birey, bir yanda kendi içinde Tanrının varlığını reddetme, öbür yanda da kendi
varlığını reddetme gerçeği ile karşı karşıyadır (Tolan 1981: 144–145).
Yabancılaşma, kavram olarak bireysel psikolojik bir durumdur. Yani bireyin
üyesi olduğu toplumdan uzaklaştırılmış, o topluma ve kültüre düşman olan, reddeden
kişi demektir. Bu yönüyle de toplumsal bir içeriğe sahiptir (Tezcan 1995: 241).
Belirtmek gerekir ki, “yabancılaşma” olgusunun kapsamının geniş ve ideolojik
algılamalara uygun niteliği ile her toplumdaki yansımalarının farklı oluşu gibi
nedenlerle tanımlanmasında farklılıklar söz konusudur. Bazı “yabancılaşma”
tanımları şöyledir: Weisskopf (1996: 11)’a göre, insan doğasının belli yönlerinin
bastırılması; Marx (2000: 11)’a göre, insanı, kendi etkinliğinin ürünlerine, üretken
etkinliğin kendisine, içinde yaşadığı doğaya, kendine, kendi özsel doğasına,
insanlığına ve öteki insanlara yabancılaştıran eylem; Hançerlioğlu (1980: 397)’na
göre, ‘kendinden başka’da belirerek kendine karşıt bir duruma geçme; Fromm
(1996: 137–138)’a göre, peygamberlerin “puta tapma” dedikleri şeydir. Levin (1994:
391)’e göre ise yabancılaşma, bireyin toplumsal rollerinin anlamını yitirmesiyle
ortaya çıkan toplumsal belirsizlik durumudur. Başka bir tanıma göre ise,
yabancılaşma; gerek insansal ve sosyal eylemlerin ürünlerinin (emek ürünleri, para,
sosyal ilişkiler vs.) değişimini ve gerekse insanların özellik ve yeteneklerinin onlarda
bağımsız ve onlara hükmeder hâle gelişinin süreç ve sorunlarının betimleyen bir
kavram; aynı zamanda, bazı fenomenlerin ve ilişkilerin, aslında olduklarında farklı
24
bir şey hâline dönüşmesi, insanların yaşam içindeki gerçek ilişkilerinin onların
zihinlerinde deformasyona uğramasıdır (Rosenthal ve Yudin 1980: 530). Keniston
(1972) ise yabancılaşmanın tanımlanmasından önce “Neye yabancılaşma?” “Yitirilen
bir ilişkinin yerine yenisi yerleştirildiyse bu nedir?” “Yabancılaşmanın kaynağı
nedir?” “Yabancılaşma nasıl ortaya çıkar?” gibi önemli dört soruya yanıt verilmesi
gerektiğini vurgular (Elma 2003: 12–13).
Yabancılaşma olgusuna ilişkin bütün tanımlarda “yabancılaşma”nın; bireyin
toplumsal, kültürel ve doğal çevresine olan uyumun azalması, özellikle çevresi
üzerindeki denetiminin azalması ve bu denetim ve uyum azalmasının giderek, bireyin
yalnızlığına ve çaresizliğine yol açması biçiminde algılandığı (Kongar 1979: 464)
görülmektedir. Bu bağlamda, yabancılaşmayı, ortaya çıkan ya da olagelen durumlara
bir anlam verememe, bu durum karşısında kendisini yalnız ve güçsüz hissetme, yeni
durumu dağarcığındaki norm ve kavramlarla değerlendirememe ve bu sürecin sonucu
olarak değiştirmeye cesaret edemediği eylemsel olguyu “oldubitti” olarak kabul
etmek zorunda kalmanın ortaya çıkardığı iç doyumsuzluk hâli (Yeniçeri 1991: 28)
biçiminde tanımlamak olanaklıdır.
Schein (1978) örgütü, iş ve işlev bölümü yapılarak, bir otorite ve sorumluluk
hiyerarşisi içerisinde, ortak ve açık bir amacın gerçekleştirilmesi için bir grup insanın
etkinliklerinin ussal eşgüdümü olarak tanımlamaktadır (Toprakçı 2004: 14). Bu
tanımın gölgesinde; amacı, üyeleri, teknolojisi, çevresi ve düzenleyici mekanizması
bulunan sınıf da bir örgüttür (Toprakçı 2004: 20–21). Levent (1990)’in de
vurguladığı gibi, genelde tüm insanlar yaşamlarının üçte ikisini örgütlerde geçirirler
(Demir 1999: 30). Birey, gelişiminin özellikle yetişkinliğe kadar olan bölümünü
sınıflarda (Okul öncesi, ilköğretim, ortaöğretim, yükseköğretim, meslekî öğretim
sınıfları gibi) geçirmektedir. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda sınıf örgütü,
herhangi bir bireyin sağlıklı bir gelişim süreci açısından yaşamsal bir öneme sahiptir.
Öyle olmakla beraber, sınıf örgütü, işleyişi boyunca küçük büyük sorunlarla karşı
karşıya kalır. Bu sorunlar çözülmeden sınıfın amaçlarını gerçekleştirmesi, plânlanan
düzeye ulaşamaz (Başaran 1996: 29). Kuşku yok ki, “yabancılaşma” olgusu da sınıf
25
örgütünün işleyişini tehdit eden ve çözüme kavuşturulması gereken sorunlardan
biridir.
Sınıfa yabancılaşma, öğrenci okula başladıktan sonra ortaya çıkar. Öğrenci
ilkin sınıfta kendine yer edinmeye (sınıfı yerimsemeye) çalışır. Bu girişiminde
başarılı olamaz ise giderek sınıfı umursamaz, sınıftan soğur ve sonunda sınıfa
yabancılaşır. Öğrencinin sınıfa yabancılaşma sürecinin okuldan/sınıftan kaynaklanan
nedenlerinin önemlileri şunlardır (Başaran 1997: 180):
• Öğrenciye kötü davranılması,
• Okul/sınıf yönetiminin yetkeci ve okulun/sınıfın havasının bunaltıcı
olması,
• Öğrencinin herhangi bir kümeye üye olamaması; öğrencilerce dışlanması,
aşağılanması, yalnızlığa gömülmesi,
• Öğrencinin sürekli başarısızlık içinde olması, kendine başarısızlığını
yenmede kılavuzluk edenin olmaması,
• Gelişim geriliği ya da özrü yüzünden öğrencinin savsaklanması,
• Öğrencinin okulda/sınıfta saldırılma, düş kırıklığı, engellenme, zorlanma
gibi onu sınıftan kaçırıcı bir yaşantısının olması,
• Okulun/sınıfın öğrenciye anlamsız gelmesi; çalışma, hastalık gibi değişik
nedenler yüzünden sınıfa devam edememesi.
Sınıf örgütünün etkinliği, amaçlarına ulaşma derecesiyle ölçülür.
İşgörenin/öğrencinin doyum ve mutluluk derecesi ise kendisini bireysel amaçlarına
26
ulaştıracak araçlara sahip olma olanağıyla ölçülebilir. Sınıf örgütünün işlerliği
açısından ideal olan, öğrencinin kendi amaçlarını başarmada, sınıf amacına katkı
sağlamanın bir araç olacağını düşünmesini sağlamaktır (Baysal ve Tekarslan 1987:
188). Öğrenci, sınıfın bir üyesi olarak çeşitli uyarılar (buyruk ve istemler) alır ve bu
uyarılara karşı birtakım tepkilerde bulunur. Öğrencinin tepkileri, sınıfın beklentisi
doğrultusunda olup olmamasına göre değişiklik gösterir. Sınıf için ideal olan,
öğrencinin her zaman örgütsel amaçlara uygun tepkide bulunmasıdır (Çulpan 1978:
13).
Diğer yandan öğrenci, sınıf örgütüne katılırken kendi amaçlarına
ulaşabileceği beklentisi içindedir. Öğrenci, ancak sınıf örgütüne girdikten sonra,
örgütün amaçları hakkında gerçekçi görüşlere sahip olur. Bu iki grup görüşün
birbirine uygunluğu, hem sınıf için hem de öğrenci için istenilen bir durumdur
(Tekok, Bumin ve Aytek 1978: 22). Öğrencinin maddî ve moral gereksinimlerinin
doyumu hâlinde, daha iyi ve olumlu davranışlar geliştirdiği gözlenmiştir (Adalı
1986: 6). Arzu ve gereksinimlerinin sınıf tarafından tatmin edilmediğine inanan
öğrenciler, sınıfla bütünleşme sürecine girmezler ve olumsuz tutumlara sahip olurlar.
Doyumsuzluk hâli uyuşmazlıkların, yabancılaşmanın ana nedenlerini meydana getirir
(Eren 1989: 185). Belirtmek gerekir ki, tatmin edilmiş öğrencilere sahip olamayan
bir sınıf örgütü, hiçbir zaman yeterli gelişme ve etkinlik içinde olamayacaktır
(Yeniçeri 1991: 14). Eğer Batı toplumu bütünüyle incelenir ve Maslow’un
tanımladığı birey gereksinimleriyle karşılaştırılırsa insanların ısı, yiyecek ve
korunma gibi “alt” düzey gereksinmelerinin çoğunlukla karşılandığı görülür. Bu
gereksinimler yeterince karşılandığında insanlar daha yüksek düzeyde gereksinimler
duyarlar. İşte bu gereksinimler karşılanmadığı takdirde yabancılaşma görülür (Drake
ve Peter 1978: 34). Öğrencilerin, sınıf amaçlarını gerçekleştirmeye çalışırken aynı
zamanda kendi bireysel amaçlarına hizmet ettikleri düşüncesine sahip olmaları,
onları daha verimli ve anlamlı çalışmaya yöneltir (Yeniçeri 1991: 13).
Sınıf örgütünde gerek düzen ve disiplin sağlanmaz, gerekse sınıf
yöneticisi/öğretmen ve işgören/öğrenci beklentileri gerçekleşmezse, sınıfta
27
huzursuzluklar ortaya çıkar. Bu huzursuzluklar, öğretmen ve öğrencilerin bazı
davranışlarını etkiler ve olumsuzlukların ortaya çıkmasına neden olur (Bingöl 1990:
176). Sınıfın amaçlarına yardımcı olmayan ve doyumsuzluktan kaynaklanan verimsiz
davranışlardan bazıları şunlardır: Gevşeklik, yabancılık, kendini işe vermemek,
keyfilik, güvensizlik, yeni fikirleri kabul etmemek ve risk almamak yalnızca
bunlardan birkaçıdır (Adalı 1986: 6).
Bütün bu bilgilerin ışığında, sınıf örgütünde yabancılaşma olgusu şu şekilde
tanımlanabilir: Sınıf yöneticisinin/öğretmenin veya işgörenin/öğrencinin kendi
özünden, ürettiklerinden (öğretmen için öğretme, öğrenci için öğrenme), doğal ve
toplumsal çevresinden koparak onların egemenliği altına girmesi; kendini yalnız,
zayıf ve çaresiz hissederek sınıftan soyutlanması hâlidir.
1.2. YABANCILAŞMA YAKLAŞIMLARI
Yabancılaşma kavramı dünya yazınında birkaç yüzyıldır yer almaktadır.
Özellikle din bilim yapıtlarında işlenen yabancılaşma kavramı, lâik felsefeye Hegel
ile ekonomi ve siyaset alanına Marx ile girmiştir. Bu düşünürlerin etkisiyle de, sosyal
bilimlerin pek çok disiplininde temel konulardan biri olmuştur. Hele Batı ve özellikle
ABD kaynaklı çağdaş bilimsel araştırmalarda, en fazla kullanılan kavramlar
arasındadır yabancılaşma (Ergil 1980: 31). Sosyal Bilimlerin birçok disiplininin bu
kadar ilgisini çeken yabancılaşma kavramının, kimler tarafından ve nasıl
tanımlandığını/algılandığını belirtmek, kavramın nasıl bir evrim izlediğini görmek
bakımından önemli olacaktır.
Yabancılaşmaya ilişkin yaklaşımlar aynı zamanda kronolojik olarak iki başlık
altında incelenebilir. Birincisi Hegel, Marx ve Feuerbach’ın görüşlerini kapsayan
“Klâsik Yaklaşım”; ikincisi ise daha çok 1950 sonrasını kapsayan Marcuse, Fromm,
Seeman, Simmel ve Mills’in görüşlerini içine alan “Çağdaş Yaklaşım”dır (Ergil
28
1980; Tolan 1981; Elma 2003). Ayrıca bu bölümde yabancılaşmaya ilişkin bütün
yaklaşımlar, sınıfa da genellenmiştir.
1.2.1. G. W. FRIEDRICH HEGEL VE YABANCILAŞMA
İnsanın kayıtsız ve hatta düşman bir evrende kendi başına, yalnız olduğu
anlamında yabancılaşma, neredeyse tüm insan ve toplum bilimlerinde iki yüzyıldır
önemli bir tema olmakla birlikte, yabancılaşma kavramını ilk kez felsefi bir kavram
hâline getiren Hegel’dir (Marx 2000: 10). Hegel’in bu alandaki en önemli katkısı,
yabancılaşmayı düşünceyi aşan ve Öte’yle birleştiren bir durum olmaktan çıkartarak
yeniden düşünce alanına, dolayısıyla “insan” alanına taşımasıdır. Hegel,
yabancılaşmayı insanın bilgi alanındaki zenginleşmesini sağlayacak geçici bir evre
olarak tanımlamaktadır (Demirer ve Özbudun 1998: 11–12). Ona göre insanlık tarihi,
aynı zamanda insanoğlunun yabancılaşmasının tarihidir (Lefebvre 1990: 45). Hegel
insansal etkinliklerin bir sonucu olarak, yabancılaşmayı diyalektik bir yöntemle ele
alırken varlık sorununa da değinmektedir (Kızıltan 1986: 19):
“Var olan ancak başkalığı içinde, ‘başka olmayı, yabancılaşmayı ve bu yabancılaşmanın aşılmasını gerçekleştirdiğinde’ somut gerçeğine varmaktadır. Çünkü o, karşıtların barışması ile kendi kendine eşit olur.”
Özellikle 1808’de yayınlanan Fenomenoloji adlı olgunluk çağı yapıtına kadar
“yabancılaşma”, Hegel’in düşünce sisteminde merkezî bir yer tutmaz. Bu yapıtının
giriş bölümlerinde Hegel, sağduyu hakkındaki yaygın kanılara ve doğa bilimlerinin
dünyanın insan bilincinin dışında birbirinden kopuk nesnelerden oluştuğu
biçimindeki basitleştirmelerine karşı çıkmıştır. Ona göre, düşünen özne(ler) olarak
oluşum hâlindeki insanla ilişkili olmayan hiçbir gerçek olamaz. Gerçek, insanın
gerçeğidir. Doğa dünyasının sözde nesnelliği, aslında, bir yabancılaşmadır (Ergil
1980: 32).
29
Hegel’de yabancılaşma kendinin bilincinde varolan özgürlüğün, kendi
kendine gerçeklik kazandırma yolundaki hareketinde ortaya çıkan bir kavram ve
durumdur (Kızıltan 1986: 11). Ona göre; insan doğal ve sosyal çevresi ile
yabancılaşmakta, kendisini seven, hisseden ve düşünen bir yaratık olarak değil, fakat
yarattığı ve ürettiği mal ve eşya dolayısıyla hatırlanır hâle geldiğini görmektedir.
Birey, kendi anlamını ve değerini yitirdiği düşüncesine sahip olmaktadır.
Yabancılaşma kavramı; fiziksel anlamda insan var oluşu ile ruhsal anlamda varlığı
arasındaki uzaklığa dayanmaktadır (Erkal 1984a: 126).
Hegel’e göre, insan sınırsız gereksinimlerini karşılayabilmek için sürekli
olarak daha çok etkinlikte bulunmak zorundadır. İnsan bu yoğun etkinliği sırasında
kendisini, tasarımlarını, yani özünü “fiziksel nesnelerde, toplumsal kurumlarda,
kültürel ürünlerde” dışsallaştırmaktadır. İnsan emeğinin bu dışsallaşması, Hegel
açısından emeğin yabancılaşması olmaktadır (Tolan 1983: 284–285).
Hegel’de bilişsel bir durum olarak analiz edilen yabancılaşma, yabancı
doğayı, kendi oluşunun bir uğrağı olarak koyan Mutlak Tin’in kendine özgü
etkinliğidir. Aslında, doğa, özne ve nesnenin özdeşliği olan Tin’in kendine dönüş
aşamasında başka bir şey olmadığından, Hegel’de yabancılaşma, kendi içinde, kendi
ortadan kaldırılışını içerir. Yabancılaşma öteki varlıktır, bilincin ve özbilincin,
nesnenin ve öznenin karşıtlığıdır. Dolayısıyla yabancılaşmanın aşılması gereken özü,
insan-varlığın, kendisi tarafından, Tin’den ayrı olarak, nesneleştirilmesidir (Marx
2003: 10–11). Hegel her nesnelleşmeyi, özellikle de doğanın ve şeyler dünyasının
nesnelleşmesini, bir çeşit yabancılaşma sayıyordu; sanki bizler bir şey yaratırken,
yaptığımız şeyde kendimizi yitiriyorduk (Lewis 1987: 60–61). Hegel’e göre, ruh
amacına ulaşmak isterken amacı ruhun önüne geçer. Başka bir deyişle ruh (tin,
mutlak ide), kendi dışında bir dünya yaratır ve fakat yarattığı bu dünyanın kendi
ürünü olduğunun farkına –bir süre için- varamaz ve kendine yabancılaşır (Kızıltan
1986: 11). Düşünce, evrensel bir temel olma bakımından saltıktır. Yeniden kendisine
dönmek ve sonsuza kadar saltık kalmak üzere bir maceraya çıkmıştır. Böylece
düşünce (ruh, bilinç), kendisine yabancılaşarak doğallaşmıştır. İnsan bilincinde
30
kendisini tanıyarak bu yabancılaşmayı aşmış ve macerasını tamamlamış
bulunmaktadır (Hançerlioğlu 1980: 157).
Hegel’e göre, Hz. İbrahim (Yahudiliğin simgesi olarak) yabancılaşmıştır.
Çünkü karşısında kendisini aşan tanrı vardır. Tanrı ‘efendi’, İbrahim ise ‘köle’ dir.
Köle efendisinin irade ve isteklerine boyun eğmekte, ona bağımlı olmakla yoksuldur,
değersizdir. Buna karşılık eski Yunan sitesinin yurttaşları tanrıları ‘göklerin tiranı’
olarak görmez, sitenin bütünlüğünü, ahengini bilir. Demek ki ‘panteist antikitenin
insanı’ yabancılaşmış değildir (Özel 1992: 69). Yabancılaşma kavramının ait olduğu
düşünceye getirdiği öne sürülen bu ‘hümanist boyut’ içinde ‘Tanrı imgesi’
yabancılaşmanın en büyük engeli olarak sunulmaktadır (Doğan 1998: 30).
Dolayısıyla; insan gerek kendini çevreleyen ve onu bütünsel insan olmaktan alıkoyan
maddî koşulların üstesinden gelmedikçe, gerekse kendini gerçeğin yegâne ve gerçek
temsilcisi olmaktan alıkoyan Tanrı düşüncesini yaşamından çıkarmadıkça hümanist
olamaz, yabancılaşmış bir insan olarak varlığını sürdürür (Özel 1992: 72). Onun
öğretisinde ruh, kendini geliştiren gerçektir. Ruh önceleri, kendi dışında olduğuna
inandığı bir dünya yaratmıştır. Ama daha sonra bu dünyanın kendi ürünü olduğunu
anlamıştır. Dünya, yalnızca onun eyleminin içinde ve sonucunda vardır. Bu sürecin
başlangıcında ruh, kendini dışladığının ya da yabancılaştırdığının farkında değildir
(Ergil 1980: 32).
Hegel yabancılaşma sürecini, bireyin kendisiyle tekrar bütünleşmek üzere
toplumsal bütünden ayrılması olarak tanımlar ve yabancılaşma sürecinin aşılabilmesi
için, bireyin yabancılaşma sürecinin farkına varması gerektiğini savunur (Demirer ve
Özbudun 1998: 13). Hegel (1961)’e göre yabancılaşma, ancak insanlar tümüyle öz-
bilinçlerine kavuştukları, kendi çevrelerinin ve kültürlerinin Ruh’tan kaynaklandığını
anladıkları zaman son bulacaktır. Özgürlük bu anlayışta yatmaktadır ve özgürlük
tarihin amacıdır (Ergil 1980: 33).
Hegel’in görüşleri sınıfa genellendiğinde, şunları söylemek olanaklıdır:
İşgören/öğrenci başlangıçta (sınıfa geldiği ilk günler) sınıfa yabancıdır ve bunun
31
farkında değildir. Öğretmen ise tanrı konumundadır. Öğrenci, bu “tanrı öğretmen”
karşısında kul-köle öğrenci modelini temsil eder. Öğretmenin her söylediği doğru,
her davranışı kusursuzdur. Doğru ve geçerli bilginin kaynağı öğretmendir. Derslerin
işlenişinde de öğretmen aktif, öğrenci edilgendir. Öğrenci, öğretmenin uygun
gördüğü her bilgiyi kayıtsız şartsız kabul etmek durumundadır. Öğretmen açısından
ise okul yönetimi tanrının yerini almıştır. Okul yönetimi karşısında öğretmen, zayıf
ve çaresizdir. Okul yönetimince alınan bütün kararlara boyun eğmek durumundadır.
Bu sürecin aşılabilmesi için öğretmen ya da öğrencinin öz bilinçlerine kavuşmaları
gerekir. Öğretmen ya da öğrenci, bu yabancılaşma sürecinin farkına varmadıkça
yabancılaşmış bir insan olarak yaşamını devam ettirir.
1.2.2. LUDWIG A. FEUERBACH VE YABANCILAŞMA
Feuerbach, 1839’dan itibaren düşünceyi maddî dünyanın varoluş nedeni
yapan Hegel’in idealist görüşünü eleştirmektedir. Ona göre, Hegel’in felsefesi;
gerçeği, somut varlığı, yani insanı açıklamak yerine mutlak varlık (tanrı) üzerine
kurulmuş yeni bir teolojidir. Oysa Feuerbach’a göre insanı yaratan tanrı değil, tanrıyı
yaratan insandır (Sezgin 1989: 32). Feuerbach, Hegel’in felsefesinin dinsel
yabancılaşmayı meşru göstermeye yarayan bir sistem olarak nitelendirmektedir
(Sezgin 1989: 35). Feuerbach, yabancılaşma sürecini dine dayandırarak açıklamıştır.
Ona göre din, insanın temel istek ve güçlerinin yansımasından başka bir şey değildir.
Tanrıya atfedilenler, aslında insanın kendi nitelikleri olduğundan, insan kendisinden
uzaklaşmış ve sonunda yabancılaşmıştır (Ergil 1980: 33). Kendi özlerine ve
güçlerine yabancılaşan insanlardaki ahlâki yozlaşmanın da kaynağı, dinin
(dolayısıyla Tanrı’nın) bu yabancılaştırıcı özelliğidir (Bilgi 1987: 41). İnsan Tanrı’yı
yaratarak ve onun karşısında köle durumuna düşerek yabancılaşır.
Başka bir deyişle Feuerbach’a göre, yabancılaşma, insanın özünü “kendi
dışına yansıtma” hâlidir. Tin’e oluşturucu bir kudret atfederek nesnel tarih alanını ve
dışsal doğa alanını kuran “yabancılaşma”nın gerçek olduğunu savunan Hegel’in
aksine, Feuerbach, onun imgesel olduğunu belirtir. İnsanın “Tanrı” olarak sunulan
32
kurmaca bir “öz” imal etmesidir. Ona göre yabancılaşmanın sahip olabileceği tek
olumlu yön, insanı “özünü” dışında aramasından sonra içinde aramaya yönelten bir
ara evre oluşturmasıdır. Şu durumda, Feuerbach için bir yabancılaşma olan din ve
Tanrı imgesi, insana bir büyütme aynası görevi görmektedir. Feuerbach, “Din insanın
çocuksu özüdür” demektedir (Demirer ve Özbudun 1998: 15–16).
Feuerbach’ın görüşleri sınıfa genellendiğinde, şunları söylemek olanaklıdır:
Öğrenci, tanrı imgesinin yerine öğretmeni koymuştur. Öğretmenin her söylediğinin
doğru, her davranışının kusursuz olduğunu kabul eder. Kendi oluşturduğu “tanrı
öğretmen” modeli karşısında yine kendisini zayıf, çaresiz, köle gibi hisseder. Onun
söylediklerini yapmakla yükümlü olduğunu; aksi takdirde başarısız olacağını,
cezalandırılacağını ve derin bir suçluluk duygusu içinde yaşayacağını düşünür.
Derslerin işlenişinde ise öğretmen istediği kadar demokratik olsun öğrenci onu tanrı
olarak görmeye devam eder. Feuerbach ve Hegel’in yabancılaşma yaklaşımlarında,
öğretmenin tanrı, öğrencinin kul-köle modelini simgelemesi ortak nokta gibi
görülmektedir. Farklılık, Hegel’in bu modelleri bir oldubitti, var olan bir durum
olarak işlemesi; Feuerbach’ın ise bu imajları, öğrencinin yarattığı gerçeği üzerinde
durmasıdır.
1.2.3. KARL MARX VE YABANCILAŞMA
Marx’ta yabancılaşma, büyük ölçüde üretim araçları, üretim ilişkileri ve
kapitalist örgütlenme biçimiyle ilgili bir sorundur. Ona göre yabancılaşma “İnsanın
kendi eylemleri, onun tarafından yönetilmek yerine, onun üstünde, ona karşı işleyen
yabancı bir güç olur çıkar” (Fromm 1996: 135) biçiminde özetlenebilir.
Marx kendisinden öncekilerden farklı olarak, soyut insan anlayışını eleştirmiş
ve onun yerine somut insanı koymak gerektiğini birçok kez yinelemiştir. Bu somut
insan nasıl tanımlanabilir? Marx açısından insan, hem doğal hem de toplumsal yani
türsel bir varlıktır. Doğal bir varlık olarak insan, gereksinmelerini karşılamak için
33
üretimde bulunmakta, çevresini emek aracılığı ile değiştirmektedir. Toplumsal bir
varlık olarak insan, kendi türüyle ilişki içine girmekte, üretim süreci içinde bir
yandan çevresini değiştirirken, diğer yandan da kendisini değiştirmektedir. İnsan-
doğa ve insan-toplum ilişkisi bakımından böyle bir karşılıklı etkileşim sonucunda
Marx, evrensel bir insan yerine somut koşullar içinde biçimlenmiş insanı ele
almaktadır. Marx kavramını, evrensel, değişmez bir insan doğası üzerinde değil,
çevresini değiştirirken, aynı zamanda çevresiyle birlikte değişen bir insan kavramı
üzerine temellendirmiştir (Tolan 1993: 287).
İnsan, kendi faaliyetinin ürünü olan şeylerden, kendisini bir köle, güçsüz ve
bağımlı bir varlık olarak ilişki kurduğu, ayrı, bağımsız ve güçlü bir nesneler dünyası
meydana getirmekle kendi kendine çeşitli şekillerde yabancılaşır (Cevizci 1997:
517). İnsanın kendi yarattığı şeylerden kopması, bunları kendi dışında birer soyut
varlık, üstün birer güç gibi görmesi, bunların karşısında kişiliğinden, insanlığından
olması, bunların boyunduruğu altına girmesi, Marx’ın dilinde yabancılaşma
(aliénation) kelimesi ile dile getiriliyor. Bütün yabancılaşmaların temelinde
ekonomik yabancılaşma vardır. Dinler, daha genel deyimle egemen sınıfların
ideolojisi aslında bu yabancılaşmaya hizmet etmektedir. Sınıflı bir toplum olarak,
kapitalist burjuva düzeninde hüküm süren yabancılaşmanın ortadan kaldırılması
ancak devrimle olasıdır. Bu devrimi gerçekleştirmek görevi de işçi sınıfına
düşmektedir. İşçi sınıfının kuracağı komünist toplumda bireyin özellikle sınıflı
toplumlarda görülen kısıtlı, kusurlu, eksik ve sakat yaşamın yerini tam gelişmiş,
toplum yaşamına egemen ve özgün insan yaşamı alacaktır. Marxist düşüncede de bu
duruma ‘bütünsel insana varmak’ denir. Bu hâliyle yabancılaşma kavramı Tanilli
tarafından “Marksist düşüncenin bir hümanizm olmasını sağlayan bir kavram” olarak
sunulur (Doğan 1998: 30).
Marx’a göre yabancılaşma şöyle tanımlanabilir: Yabancılaşma, üretici olarak
insan –ki Marx’a göre işçi, emekçi- ile onun aktivitesinin ürünleri arasındaki
farklılaşmadır. Süreç içinde ürünler giderek üretenlerin iradesi dışında gelişen
otonom (özerk) bir yeteneğe ulaşırlar. Bunun en karakteristik örneği bilim adamı ile
34
ürünleri arasındaki ilişkide görülebilir. Atom, bilim adamının buluşudur. Hayatı
değiştiren bu buluş karşısında insanoğlu güçsüz kalmakta (Hiroşima ve Nagazaki’nin
bombalanması), sürekli bu ürünün tehdidini üzerinde hissetmektedir. Bu olay,
ürünlerin onları üretenlerin iradelerine bağlı olmayan apayrı bir işlev ve etkiye sahip
olabileceğini gösteren bir örnektir (Doğan 1998: 29).
Marxizm’de yabancılaşma süreci, felsefi ya da metafizik bakımından
kaçınılmaz bir süreç olmak yerine, sosyolojik bir sürecin anlatımı hâline gelmektedir.
Yabancılaşma sosyolojik olarak yorumlandığında, var olan toplumsal düzenin
tarihsel, ahlâki ve sosyolojik bir eleştirisini ifade etmektedir. Bu bağlamda, Marx’a
göre kapitalist rejimde insanlar yabancılaşmıştır, toplulukta kaybolmuşlardır (Aron
1986: 172). Kapitalizmde, her insan, bir başkasında onu yeni bir özveriye zorlamak,
yeni bir bağımlılık içine sokmak ve bir yeni haz türü ile kandırıp böylece ekonomik
bakımdan yıkmak için yeni yeni gereksinimler bulmak konusu üzerinde durur.
Herkes, başkaları üzerinde yabancı bir otorite kurmak ister. Kendi kişisel gereksinimi
için bu yolla tatmin olmaya çalışır. İşte bu yüzden, nesnelerin çoğalmasıyla birlikte
insanın karşılaştığı yabancı varlıklar alanı da genişler. Her yeni ürün, yeni bir
karşılıklı aldatma ile hırsızlık olanağı hazırlar. İnsan, insan olarak gittikçe artan bir
şekilde yoksullaşır. Gerçekte düşmanı durumuna gelen varlığı ele geçirmek için,
daha fazla paraya gereksinim duyar. Öyleyse ekonominin başlıca görevi, paraya olan
gereksinimi çoğaltmaya çalışmaktır. Oysaki yaşamımızın amacı, bizi kuşatan zorunlu
ilişkiler çemberini aşarak insansal faziletlerimizi geliştirmek olmalı; dolayısıyla meta
bolluğunun, yaşamın iç zenginliğini gölgelendirdiğini görmeliyiz. “Ne kadar azsan,
yaşamını ne kadar az görkemli kurmuşsan, o kadar çok şeyin var demektir ve
görkemsiz yaşamın o denli büyüktür… Ekonomi, senin yaşamın ve insanlığından
aldığı şeylerin yerine, sana para ve zenginlik verir.” Böylece insan daha çok
zenginleşirken, dıştaki eşyaya bağlılığı ve tutsaklığı fazlalaşır. Bu bağlılık onu,
insansal gerçekleri karşısında küçültürken, kendi yaşamının anlamını anlamaktan
gittikçe uzaklaşır. Daha çok “sahip oldukça”, daha az “var olur”, daha çok
yabancılaşır (Kılıç 1984: 18–19).
35
Marx’ın kullandığı anlamda, bir eylem (veya içinde bulunulan bir durum)
aracılığıyla, bir kişi, bir grup, kurum veya toplum, (1) kendi özgün etkinliğinin
sonuçlarına ya da ürünlerine (yahut etkinliğin kendisine) ve/veya (2) içinde yaşadığı
doğaya ve/veya (3) diğer insanlara ve buna ek olarak (1) ile (3) arasında belirtilenlere
ve bu belirtilenler yoluyla aynı zamanda (4) kendi kendisine (kendi özgün tarihsel
olarak oluşturulmuş insanî kapasitelerine) yabancı duruma gelir (veya böyle bir
durumda kalır). Böyle kavrandığında yabancılaşma, her zaman kendine
yabancılaşmadır, yani insanın (öz benliğinin) kendisinden (kendi özgün etkinliği
aracılığıyla) yabancılaşmasıdır. Ve kendine yabancılaşma, yabancılaşma
biçimlerinden biri değil, fakat yabancılaşmanın temel yapısıdır (Marxist Düşünce
Sözlüğü 2002: 621).
Marx’ın yabancılaşma teorisinde diğer bir kavram fetişizmdir. Fetişin sözlük
anlamı “tapılacak nesne”dir. İlkellerde fetiş, çoğu kez insan ürünüdür; puttur,
totemdir. Fetiş, insanın kendi gücünün ve olanaklarının ötesindeki yararları elde
etmeyi umduğu nesne ya da varlıktır. Marx, insanın başkalaşması durumunu dile
getirmek için, yabancılaşma kavramının yerine fetiş-meta kavramına önem
vermektedir. Kapitalizmde insan, yalnızca kendisi için değil, aynı zamanda başkaları
için de çalışmaktadır ve emeği toplumsal bir biçim almıştır. Böylece ürün de, varlık
şartını pazarda dolaşmakta bulmuş, üreticisinin bilinç ve iradesinden bağımsızlaşıp,
ona hükmeden bir nitelik kazanmıştır (Çubukçu 1993: 6). Kapitalist pazarda fetiş,
ilkel dünyanın fetişinin taşıdığı bütün ilginç ve saygıdeğer özelliklerini yitirmiş,
insanın kendine yabancılaşmasının kendisi olarak dolaşmaktadır. İlkel fetiş, örtük bir
biçimde de olsa, bir güç gösterisini, bir böbürlenmeyi ve gururu, insanın kendisine
saygısını içerirken; meta hâline gelmiş fetiş, düşürülmüşlüğü, aşağılık duygusunu,
şizofrenik bölünmeyi temsil etmektedir. İlkel fetiş aracılığıyla insan, doğanın
kendisine karşıt güçlerini etkileyebileceğine, onun aracılığıyla dünyayı kendine
yararlı bir biçimde değiştirebileceğine inanıyordu. Ancak, meta hâline getirilen
çağdaş bütün fetişler aracılığıyla insan, kendisine karşı olan bütün güçleri bağrına
basmakta ve dünyanın değiştirilemez olduğuna kanıt olarak bu putları göstermektedir
(Çubukçu 1993: 8).
36
Marx’a yöneltilen eleştirilerden biri, yabancılaşma kavramını ekonomi-
politiğin ve felsefenin temel kavramları arasına koyması ve gereğinden fazla
kullanmasıdır. Pek ideolojik bir kelime olduğu söylenen yabancılaşmanın, Marx’ın
sonraki yapıtlarında kullanılmamış olmasının da, Marx’ın kendisinin yabancılaşma
kavramının bu özelliğinin farkına varmasından kaynaklandığı belirtilmektedir. Marx
da kapsamlı çalışması olan ve geç dönemde yazdığı Kapital (1986)’de yabancılaşma
kavramını kullanmamış, onun yerine gelebilecek “meta fetişizmi” kavramını
kullanmıştır. Ne var ki, son dönemlerinde bu sözcüğü kullanmamayı tercih etmiş olsa
da, kavram insanbilimlerinde yayılarak tartışılmaya devam etmiştir (Çapar 1996: 11).
Marx’ın görüşleri sınıfa genellendiğinde, şunları söylemek olanaklıdır:
Başlangıçta, pek çok etkinliğe istekli olarak katılan öğrenci, sınıfta ortaya koyduğu
ürünlere git gide yabancılaşmaktadır. O ürünü değil, ürün onu kontrol eder hâle
gelmektedir. Aynı durum, sınıfta kullanılan araç-gereçler için söylenebilir. Bir
projeksiyon makinesi buna örnek verilebilir. Başlangıçta öğrenci makineyi
kullanmayı ve onu kontrol etmeyi öğrenir, çeşitli etkinliklerde bulunur. Bir süre
sonra, projeksiyon makinesinin işlevini yerine getirirken karşılaşılan problemler,
arızalar gösterir ki; aslında öğrenci makineyi değil, makine öğrenciyi kontrol
etmektedir. Daha öteye gidilerek artık dersin rengi bile projeksiyona uygun olan
yönüyle sınıfa getirilir. Öğrenci kendini makine karşısında güçsüz hisseder. Diğer
ders araç-gereçleri ve bilgi için de aynı durum söz konusudur. Öğrenci, eğitim-
öğretim süreci boyunca pek çok yeni bilgi ile yüzleşir. Öğrenci, bilgiyi kontrol eder
gibi görünse de aslında bilgi öğrenciyi yönetir durumdadır. Bunun ileri evresi,
öğrencinin kendini araç-gereçler ve bilgi karşısında çaresiz hissetmesidir. Ayrıca
Marx’a göre öğrenci, yalnızca kendisi için değil, aynı zamanda başkaları için de
çalışmaktadır. Öğrencinin, başarılı olmanın bir göstergesi olarak karne notlarının
yüksek olması, sınıfının birincisi, ikincisi ya da üçüncüsü olması, pek çok sosyal
etkinlikte en önde yer alması; onun sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir öğrenim
yaşamından daha önemli duruma gelmiştir. Sonuç olarak öğrenci yabancılaşır.
37
1.2.4. HERBERT MARCUSE VE YABANCILAŞMA
Herbert Marcuse, “Yabancılaşma kavramının sınırları Marx’taki esas
anlamsal içerik yitirilecek kadar genişletilmiş; bu kavram her türlü psikolojik
sorunları anlatmak için kullanılmaya başlanmıştır.” diyerek anlamının gittikçe
genişlediğini ve belirsizleştiğini vurgulamakta, eski anlamsal çerçevesine
kavuşturulması gerektiğini belirtmektedir (Magee 1985: 67). Marx’ın toplumdaki
yabancılaşan sınıfın işçiler olduğunu ve işçilerin bundan kurtulması gerektiği
iddiasına karşılık; ileri sanayi toplumunu irdeleyen Marcuse, toplumun tek
boyutlulaşma süreci olarak nitelendirdiği yabancılaşmayı, toplumun tüm temel
sınıfları için geçerli saymaktadır (Bayhan 1995: 32).
Marcuse, çağdaş iletişim araçlarındaki gelişmenin ve çağdaş kapitalist sürecin
bugünkü boyutlarının, insanı tümüyle tutsak ettiğini; sömürgeleştirdiğini; tavır ve
davranışının bilincinde olmayan, ama toplumu yönetenlerin istediği şeyleri, istediği
ölçüde, istediği yer ve zamanda tüketen bir robot hâline getirdiğini ileri sürmüştür
(Tuna ve Ekin 1970: 139).
Marcuse, işçi sınıfının Marx’ın beklediği doğrultuda yabancılaşmayı sona
erdirebilecek güçten artık uzaklaşmış olduğunu vurgular. Özel olarak
yabancılaşmanın ve genel olarak ileri derecede sanayileşmiş kapitalist toplumun
sorunlarının aşılmasında, işçi sınıfından çok toplumdaki marjinal kesimlere ağırlık
verir. Bu bağlamda özellikle öğrencilerin, etnik azınlıkların ve toplum dışı kesimlerin
toplumsal değişmedeki önemini vurgulayan Marcuse’a göre, ileri derecede
sanayileşmiş kapitalist toplumlarda, sistemle aşırı ölçüde bütünleşmiş işçilerden bir
şey beklemek olanaklı değildir (Tolan 1981: 159).
Marcuse’ün görüşleri sınıfa genellendiğinde, şunları söylemek olanaklıdır:
Çağdaş iletişim araçlarındaki gelişme ve çağdaş kapitalist sürecin bugünkü boyutları,
öğrenciyi tümüyle tutsak etmiş; onları tavır ve davranışlarının bilincinde olmayan
38
birer robot hâline getirdiğini ileri sürmüştür. Televizyon buna bir örnek olabilir. Bu
araç, yaşamın içine girerek öyle bir yönlendirici güç olmuştur ki, artık ona karşı
konulamaz olmuştur. Öğrenciler televizyonda seyrettikleri reklamlardan, haberlerden
vs. o kadar etkilenmektedirler ki; tutum ve davranışlarını ona göre
geliştirmektedirler. Toplumu yönetenlerin haberdar olunmasını istedikleri şeylerden
haberdardırlar, ama yönetenlerin haberdar olunmasını istemedikleri şeylerden
haberdar değildirler. Seçtikleri idoller bile, artık renkli camın içindekilerden
oluşmaktadır. Televizyon dışındaki dünya, onlar için ikincil (yabancı) bir dünyadır.
1.2.5. ERICH FROMM VE YABANCILAŞMA
Günümüzde yabancılaşma, felsefî-sosyolojik bazdan çok sosyal psikoloji ve
giderek de psikoloji düzeyine kaydırılmıştır (Teber 1990: 163). Yabancılaşmayı
psikolojik yönden ele alan düşünürlerin en başında Fromm’un geldiğini söylemek
yanlış olmayacaktır. Marxizm’i psikolojiye uyarlayan Fromm, birçok yapıtında
yabancılaşma olgusunu işlemiştir.
Fromm için yabancılaşma; peygamberlerin puta tapma dedikleri şeydir. Puta
tapan insan, kendi elleriyle yaptığı şeyin önünde eğilir. Puta tapanların putları
gümüştür, altındır ve insan eliyle yapılmıştır. Putları yapanlar, putlarına benzerler ve
onlara inananların hepsi de öyledir. Boyun eğerek tapınma eylemleri bu anlamda
birer yabancılaşma, birer puta tapma olayıdır (Fromm 1996: 137–138). İnsanın kendi
yaptığına tapınması, yabancılaşmanın nesnel bir boyutuyken aynı zamanda
zihinlerdeki putlaşmış düşünceler de diğer bir yabancılaşmayı ifade eder. Bu durumu
düşünce yabancılaşması olarak nitelendiren Fromm’a göre, insan çoğu kez bir şey
aracılığıyla düşünmüş olduğuna, düşüncelerinin kendi düşünce etkinliğinin sonucu
olduğuna inanır. Gerçekte ise, beynini kamuoyuna, putlara, gazetelere, iktidara ya da
siyasal bir lidere aktarmıştır. Onların kendi düşüncelerini dile getirdiklerine
inanmaktadır. Oysa gerçekte onlara ait düşünceleri kendi düşünceleriymiş gibi
benimsemektedir. Çünkü onları, putları, bilgelik ve bilgi tanrıları olarak seçmiştir.
Putlarına kesinlikle bu nedenden bağımlıdır ve onlara tapınmaktan bir türlü
39
vazgeçemez. O, bu putların kölesidir. Çünkü beynini onlara emanet etmiştir (Fromm
1989: 68).
Bu bağlamda Fromm’a göre, endüstri toplumunun çağdaş insanı ile bir puta
tapar arasında bu bakımdan ve özde hiçbir ayrım yoktur. Ancak, çağdaş insan
putların biçimini değiştirmiş ve onlara kendi hayatında daha geniş bir yer vermeye
başlamıştır. O, kendi yaşamını yöneten kör ekonomik güçlerin bir nesnesi olmuştur.
O, kendi ellerinin ürünlerine tapar ve böylece kendisini bir şey’e dönüştürür.
(Kızıltan 1986: 55). Dolayısıyla Fromm’un sözleriyle; “toplum, idari bürokratlar ve
profesyonel politikacılar tarafından yönetiliyor, insanlar kitle telkiniyle güdüleniyor,
amaçları, kendi içinde amaç olarak daha çok üretmek ve daha çok tüketmektir. Bütün
etkinlikler ekonomik hedeflere tabidir, araçlar amaç olmuştur; insan, iyi beslenen, iyi
giyinen ama özgün insan niteliğine ve işlevine hiçbir nihai ilgi duymayan bir robota
dönüşmüştür. İnsan sevebilecekse buna en büyük önemi vermesi gerekir. Onun
ekonomi makinesine değil, ekonomi makinesinin ona hizmet etmesi gerekir”
(Fromm 1993: 112).
Fromm açısından yabancılaşma, bireyin kendisine bir yabancı gibi duyduğu
deneyim biçimidir. İnsan, kendisine yabancı birisi olmuştur. Kendisini, dünyasının
merkezi, hareketlerinin yaratıcısı olarak görmez, tersine, hareketleri ve
davranışlarının sonuçları, onun boyun eğdiği, hatta taptığı efendileri olmuştur.
Yabancılaşmış insan, başka herhangi bir kişiden koptuğu gibi, kendisinden de
kopmuştur (Fromm 1996: 134). Herkes gibi o da, kendisini nesneleri algıladığı gibi
beş duyusu ve sağduyusuyla algılar; ama bunu yaparken kendisiyle ve dış dünyayla
üretici bir ilişki içinde değildir (Fromm 1996: 16). Yani Fromm (1955: 120) için
birey artık deyim yerinde ise, kendinden uzaklaşmıştır. O, kendini artık kendi
dünyasının merkezi, kendi hareketlerinin yaratıcısı olarak algılamaz (Ergil 1980: 71).
Çağdaş toplumdaki durumuyla yabancılaşma, hemen hemen her yeri
kaplamıştır; insanın işiyle, tükettiği şeylerle, devletle, başkalarıyla ve kendisiyle
ilişkilerini belirler. İnsan ilk kez, bütünüyle insan elinden çıkma nesnelerden oluşan
40
bir dünya yaratmıştır; yarattığı teknik çarkı yönetsin diye karmaşık bir toplumsal
çark kurmuştur. Ne var ki kendi eliyle yarattığı bütün bu şeyler onun üstüne
çıkmıştır; ondan yüksektedir. Kendisini bir yaratıcı, bir merkez olarak değil de
elleriyle yarattığı bir Golem’in (robot, otomat) kölesi olarak algılar. Başıboş bıraktığı
güçler ne ölçüde güçlü ve büyükse insan olarak kendisini o ölçüde güçsüz duyar.
Yarattığı şeylerde kendi güçlerinin, nesneleşmiş, kendisinden kopmuş biçimiyle yüz
yüze gelir. Yarattıkları ona sahip olmuştur; o artık kendi kendisinin sahibi değildir
(Fromm 1996: 138–139). Fromm, yaşam alanlarımızdaki nesneleşmeyi şu biçimde
betimlemektedir: “Mülk edinmek için mülk edinmek 19. yüzyılda yaygındı,
günümüzde insanlar doyumu, elde tutulacak nesnelerden çok, kullanılan nesnelere
sahip olmakta buluyorlar. Ne var ki bu, kullanılan nesnelerden alınan zevkte,
üstünlüğün getirdiği doyumun çok baskın olduğunu gözlerden silemez. Araba,
buzdolabı, televizyon gerçek işlevleri dışında gösteriş için de kullanılır. Sahiplerinin
toplum içindeki üstün yerlerini belirler. Damağımız, bedenimiz aslında kendilerini
ilgilendiren yeme eyleminin dışında bırakılmıştır. Markalardır içtiğimiz. Bir şişe
Coca-Cola içerken, Coca-Cola reklâmındaki söylemiyle ‘Hayatın gerçek tadı’nı
içeriz; Amerikalıların o büyük tiryakiliğini içeriz; bu seçmede damağımızın yeri en
sonda gelir… Nesnelerle herhangi bir somut ilişki kuramadan, ürettiğimiz gibi
tüketiriz onları; nesnelerden oluşan bir dünyada yaşarız; onlarla tek ilişkimiz de
onları nasıl kullanacağımızı, nasıl tüketeceğimizi bilmektir” (Fromm 1996:147–
148). “Bizim ahlâk problemimiz, insanın kendisine karşı duyduğu kayıtsızlıkla
ilgilidir. Bunun temelinde, bireyin önemi ve biricikliği duygusunu yitirmiş olmamız,
kendimizi kendi dışımızdaki amaçlar için araç hâline getirmemiz, kendimizi pazarda
satılacak bir mal olarak görmemiz ve bu şekilde ele almamız ve kendi gücümüzün
kendimize yabancılaşmış olması gerçeği yatmaktadır. Nesneler hâline gelmişiz, bize
yakın olan insanlar da birer nesneden başka bir şey değil. Bunun sonucu olarak,
kendimizi güçsüz hissediyoruz ve güçsüzlüğümüzden ötürü de kendimizi küçük
görüyoruz. Kendi gücümüze güvenmediğimiz içindir ki, insana da inanmıyoruz,
kendimize de inanmıyoruz, güçlerimizin yaratabileceği şeylere de inanmıyoruz.
Hümanist anlamda vicdanımız yok bizim, çünkü verdiğimiz yargılara güvenme
cesaretini gösteremiyoruz. Tuttuğumuz yolun sonunda bir gayenin var olması
41
gerektiğine inanan bir sürüden başka bir şey değiliz, çünkü herkesin aynı yolu
tuttuğunu görüyoruz.” (Fromm 1994: 282).
Fromm’un görüşleri sınıfa genellendiğinde, şunları söylemek olanaklıdır:
Öğrenci, genellikle düşüncelerinin kendi düşünce etkinliğinin sonucu olduğuna
inanır. Gerçekte ise öğretmene veya başkalarına ait düşünceleri, kendi
düşünceleriymiş gibi benimsemiştir. Bir çeşit “bilgi tanrı”ları yaratma çabası
gütmektedir. Sınıfta öğretmeninden veya dışarıda bir başkasından dinlediği görüşleri
ya da bir kitapta okuduğu düşünceleri, artık kendine mâl etmiştir. Başka ortamlarda,
aslında kendisine ait olmayan bu düşünceleri, kendisininmiş gibi savunabilmektedir.
Kendisini, davranışlarının yaratıcısı olarak görmez; tersine, davranışlarının sonuçları,
onun boyun eğdiği efendileri oluvermiştir. Herhangi bir dersin sınavından kötü not
alan bir öğrenci, bunun kendisinin yeteri kadar çalışmamasından ileri geldiğini
düşünmez. Kötü not aldığı için çalışmaması gerektiğine inanır. Ayrıca öğrencinin
bütün etkinlikleri, ekonomik hedeflere göre programlanmıştır. Araçlar, artık amaç
olmuştur. Öğrenci, iyi beslenen, iyi giyinen, ama özgün insan niteliğine ve işlevine
hiçbir ilgi duymayan bir robota dönüşmüştür. Onun için pahalı elbiseler, son model
arabalar, lüks bir yaşam her insanî değerin üstündedir.
1.2.6. MELVIN SEEMAN VE YABANCILAŞMA
Seeman’ın araştırmalarının odak noktasını, yabancılaşmış emek, çalışanın iş
sürecindeki katılımı/denetimi/sıradanlaşması ile yönetimden uzaklaşması
oluşturmuştur. Melvin Seeman, yabancılaşmanın belirlediği beş ayrı boyutu şöyle
belirtmiştir (Ergil 1980: 77; Alkan ve Ergil 1980: 254; Tolan 1983: 302-303;
Türkdoğan 1985: 59; Başaran 1992: 229; Demirer ve Özbudun 1998: 39-41):
• Güçsüzlük: Bu duygu bireyin yalnız başına bir şey yapamayacağı
başaramayacağı duygusu olarak da tanımlanabilir. Seeman’a göre,
yabancılaşmanın bu ögesi işçinin kapitalist toplumdaki durumuna ilişkin
42
Marxçı görüşte ortaya çıktığı biçimiyle yabancılaşma nosyonunu verir.
Burada, işçi karar ayrıcalığı ve araçları yönetici işletmeciler tarafından
sahiplenilecek ölçüde yabancılaşmıştır. Seeman’a göre yabancılaşmanın bu
varyantı, bireyin kendi davranışının aradığı sonuçları ya da destekleri
belirlemeyeceği beklentisi ya da olasılığı olarak kavranabilir.
• Anlamsızlık: Bireyin davranış sonuçlarını yorumlayan ve yargıda
bulunmasını sağlayan kesin bir inanç sisteminin eksikliği olarak tanımlanır.
Bireyin neye inanması gerektiği konusunda net olmadığı, bireyin karar
almada minimum açıklık standartlarının karşılanmadığı durumlarda
anlamsızlık anlamında yabancılaşmadan söz edilebilir. Seeman’a göre, birey
alternatif yorumlar konusunda seçim yapamamakta; çünkü işlevsel
akıcılıktaki artış ve uzmanlaşma ve üretim üzerindeki vurgusu böylesi bir
seçimi olanaksızlaştırmaktadır.
• Normsuzluk: Toplumca belirlenen amaçlara varmak için bireylerin
toplum tarafından yasaklanan yöntemlere ve davranışlara başvurmalarından
kaynaklanan durumdur. Seeman, yabancılaşmaya getirdiği bu ölçütü,
Durkheim’ın anomi kavramına dayandırır. Seman, kolektif standartların
disipline edici etkisi zaafa uğradığında ve kültürel olarak öngörülmüş
hedeflerin elde edilebilmeleri için gerekli amaçlarla örtüşmediği durumlarda
anomi ve normsuzluğun kültürel bakımdan meşru olsun olmasın, teknik
bakımdan en etkili işlemin kurumsal olarak öngörülen davranışın yerini
alacağı ölçüde gelişeceğini söyler.
• Yalıtılmışlık: Genel olarak yalıtılmışlık duygusu, temel yerleşik değer ve
kuralları benimsememiş ya da kısmen benimsemiş insanlarca duyulur.
Yalıtılmış anlamındaki yabancılaşmışlığı, verili bir toplumda tipik olarak
yüksek sayılan inanç ya da hedeflere düşük ödül değeri vermeyle tanımlayan
Seeman; bunun genelde aydınların durumunu betimlemede kullanıldığını,
aydınların popüler kültürel standartlardan kopukluğuna işaret ettiğini belirtir.
43
• Kendine Yabancılaşma: Kişinin davranışlarının kendinin geliştirdiği
gerçek değer, düzgü, gereksinme ve isteklerine dayanmaması hâlidir. Yani
bireyin kendi yetenek ve öz güçlerini kendisi dışında, kendine yabancı
görmesi olarak betimlenebilir.
Seeman’ın görüşleri sınıfa genellendiğinde, şunları söylemek olanaklıdır:
Öğrenci, yalnız başına bir şey yapamayacağını düşünür. Kendi yeteneklerini, kendine
yabancı görmektedir. En basit eylemleri bile tek başına gerçekleştiremeyeceğine olan
inancı çok güçlüdür. Öğretmenin vereceği herhangi bir sorumluluğu, ancak
arkadaşları veya öğretmeni yanında olursa başarabileceğine inanır. Öğrenci, aynı
zamanda davranışlarının sonuçlarını yorumlamasını sağlayan bir inanç sisteminden
de yoksundur. Neyin iyi ve doğru, neyin kötü ve yanlış olduğuna karar vermekte
güçlük yaşar. Dolayısıyla amaçlarına ulaşmak için toplumca yasaklanmış
uygulamalara eğilimli bir profil çizer. Hippilik ve benzeri illegal kimliklere bürünme
isteğindedir. Toplumdan uzaklaşma çabası içindedir.
1.2.7. GEORGE SIMMEL VE YABANCILAŞMA
Simmel (1964) için yabancılaşmanın kökeninde, metropoliten (kalabalık
kentteki) yaşama biçimi yatar. Büyük kent yaşamı, bireysel benliğin sıradan (rutin)
rollere bürünmesine, kişinin kendisini ve diğerlerini tanıma yeteneğinin körleşmesine
yol açıyor (Sanberk 2003: 30). Onun için metropol; kalbin değil, aklın kültürünün
ürünüdür. Ona göre cemaat olgusu bir yanda, yabancılaşma diğer yanda, insanın
dışsal kimliğinin iki kutbunu oluştururlar (Ergil 1980: 67).
Simmel’e göre, üretim sürecinde yaşanan işbölümünde etkili olan üç süreç
vardır: (1) Üretimin çeşitli dallarındaki farklılaşma, (2) İmalat sürecindeki
yabancılaşma, (3) Uzmanlaşma yani kafa ve kol emeğinin ayrışması. İşçinin üretim
araçlarından kopması, Simmel’e göre, nesnel ve öznel çalışma koşulları arasında bir
44
farka yol açmaktadır. Meta üretim sürecinde işçinin yaptığı ile üretim araçları ve
ürün birbirinden kopmuştur. İşçinin işgücüne ise bir meta karakteri yüklenmiştir.
İşgücü metalaştığında, kişiliğin bölümlerinde farklılaşma yaşanır; bunlar kişilikten
bağımsızlaşarak bağımsız nesneler hâline gelirler. Makine-insan ilişkisine
bakıldığında, makinenin giderek insanın işinin artan bölümünü üstlendiğini ve
bütünleştiğini görürüz. İnsan bütünlüğünü yitirerek makinenin bir aksamına
indirgenir, kişiliğiyle hiçbir ilgisi olmayan işler gerçekleştirir. Bu da, insanın
nesnelere, yani kültürün içeriğine yabancılaşmasını getirir. Nesneleşen kültür
genişlerken bireyin kültürü yoksullaşmaktadır. Kitlesel üretim hem çokluğu hem de
karışıklığı ve hızlı değişim nedeniyle şeyleri bireye yabancılaştırır. Yine Simmel’e
göre, modadaki hızlı değişim nesnenin kişiliğin bir parçası hâline gelişini olanaksız
kılıyor (Demirer ve Özbudun 1998: 17).
Simmel’in görüşleri sınıfa genellendiğinde, şunları söylemek olanaklıdır:
Simmel, sınıfta yabancılaşmanın kaynağı olarak büyük ve karmaşık kent yaşamını
gösterir. Kent yaşamının yapısı gereği, insanlar arası ilişkilerin yerini nesneler arası
ilişkilerin almıştır. Bu da öğrencilerin yabancılaşma süreçlerini hızlandırmaktadır.
Kalabalık okullar, kalabalık sınıflar öğrencilerin birbiriyle olan ilişkilerini
zayıflatmış; eğitim-öğretim sürecine olan ilgilerini azaltmıştır. Deyim yerindeyse
sınıflar sınıf olmaktan çıkmış, birer yığın hâline gelmiştir. Nasıl insanlar kent
yaşamında kaybolarak yabancılaşıyorsa, sınıflarda da öğrenci sayısı arttıkça öğrenci
de yabancılaşmaktadır.
1.2.8. C. WRIGHT MILLS VE YABANCILAŞMA
C. W. Mills, çağdaş kapitalist toplumun, siyasal eylemde bulunabilecek
yeteneklere sahip bireylerden oluşan etkin bir kamu yerine; bilgisiz, güdülen,
örgütsüz ve bireyci kişilerden oluşan bir kitle toplumu yarattığına dikkati
çekmektedir (Tolan 1991: 85). Beyaz yakalılar üzerindeki incelemesinde Mills,
hizmetler sektöründe çalışan, sayıları giderek artmasına rağmen oluşturdukları
toplumsal gücün bilincinde olmayan ücretlilerin, yani büro memurları, satıcılar vb.
45
grupların özellikle yabancılaşma koşulları üzerinde durmaktadır. Bu yabancılaşma
sürecinin üstyapısal niteliklerini Mills şöyle betimlemektedir (Tolan 1981: 162–163):
“Beyaz yakalıları tehdit eden tehlikeler aslında yirminci yüzyılın bütün insanları için ortak bir nitelik taşıyan tehlikelerdir. Çağımız bunalımının nedenleri temel bir olguda yatmaktadır: Politikada ve ekonomide, aile yaşamında ve dinsel yaşamda ve yaşamımızın tüm alan ve bölümlerinde, 18. ve 19. yüzyılların sarsılmaz gerçekleri ya yıkılmış, ya da çözülmüş bulunmakta; buna karşılık çağdaş yaşamı çerçeveleyen görenekleri belirginleştiren yeni toplumsal değerler görülmemektedir. Böylece ne kabul etme, ne de reddetme olanağına sahibiz; ne isyan, ne de umut etmek için bir şevk ve heyecanımız kaldı. Yaşamımız yön gösterici bir çizgiden yoksun bulunuyor. Beyaz yakalılarda bu bunalım daha da büyük; zira belirli bir inanç sisteminin yokluğu onları bireysel düzeyde silâhsız bırakmış ve kollektif düzeyde güçsüz kılmış bulunuyor. Vahşi bir çağın oldukça yeni bir ürünü olan beyaz yakalı, kendisini doğuran ve kendisine karşı gittikçe daha fazla yabancılaştırmak için çaba sarf eden kitle uygarlığını saymazsak, kendine özgü bir kültüre de sahip değildir. Kendisini güvenlik içerisinde hissetmek için bağlar aramakta, ancak hiçbir topluluk, hiçbir örgüt onun bu gereksinmesine cevap verebilmek için oluştuğu izlenimini vermemektedir. Bu yalnızlığı onu, basın, sinema, radyo ve televizyon gibi ucuz halk kültürünün yapay ürünleri için, bulunmaz bir müşteri hâline getirmektedir. Genellikle kentlerde oturduğundan, onu prefabrike eğlencelerin gelenekçiliği ve tutuculuğu içinde tutmak kolay olmaktadır. Beyaz yakalı, yaratmadığı bir dünyada yaşamaktadır. Beyaz yakalının içinde yaşadığı dünyada, işçinin kendi emeğinin ürünlerine göre yabancılaşması, Kafkavari bir mükemmeliyet içerisinde doruğuna erişmektedir.”
Mills, kitle toplumu olarak nitelediği Amerikan toplumunda görünürde
demokratik bir nitelik taşıyan mekanizmanın, sosyolojik anlamda hiçbir geçerliliği
ve işlerliği olmadığını iddia eder. Bugünkü şartlarda özerk, etkin ve söz sahibi gibi
görünen kitle örgütlerinin, meslek kuruluşlarının, derneklerin ve diğer kamu
kuruluşlarının toplumsal karar almada ve uygulamada söz sahibi olmadığını
vurgular; çünkü Amerika’da bir kamu toplumunun varlığından söz etmek artık
mümkün değildir. Bunun yerini siyasal ve toplumsal açıdan yabancılaşmış bireylerin
oluşturduğu kitle toplumu almıştır (Tolan 1981: 163).
46
Sıradan insanlar, yaşadıkları gündelik hayatın dünyasını aşacak güçte
değildirler. Kaldı ki, iş, aile ve komşuluk ilişkilerinden oluşan bu yaşamı, sıradan
insanların ne yönetebilecekleri ne de kavrayabilecekleri nitelikteki güçler
biçimlendirmektedir. ‘Büyük değişimler’ onların denetimi dışındadır, ama bu
değişimler onların edimlerini ve dünyaya bakış tarzlarını etkilemekten geri
kalmamaktadır. Modern toplumun biçimlendiği bu aynı çerçevenin baskıcı zoruyla,
sıradan insanlar kitle toplumunun üzerine çöreklenen bu değişimlerden başkasını
düşünememekte; dolayısıyla, kendilerini güçsüz ve amaçsız bırakan bir çağın
insanları saymaya itilmektedir (Mills 1974: 385).
Mills’in görüşleri sınıfa genellendiğinde, şunları söylemek olanaklıdır: Mills
de Marx ve Marcuse gibi yabancılaşmanın kaynağının, çağdaş kapitalist toplumun
kendine özgü yapısı olduğunu öne sürmektedir. Çağdaş kapitalist toplum; bilgisiz,
kolay yönlendirilebilen ve bireyci öğrenciler yetiştirmektedir. Kültürünün olmayışı,
davranışlarını yorumlayacak bir inanç sisteminin yokluğu ve öğrencinin kendi
yaratmadığı bir dünyada yaşamak; öğrencilerin kendilerini güçsüz ve amaçsız
saymalarına ve böylece yabancılaşmalarına yol açmaktadır.
2. İKİNCİ ALT PROBLEME İLİŞKİN BULGULAR VE YORUM
Bu bölümde, “Sınıf örgütünde yabancılaşmayı etkileyen dış ve iç faktörler
nelerdir?” şeklinde ifade edilen ikinci alt probleme yanıt verilmeye çalışılmıştır.
Bunun için sınıfı etkileyen faktörler iç ve dış faktörler şeklinde iki başlıkta
incelenmiştir.
2.1. DIŞ (ÇEVRESEL) FAKTÖRLER
Çevre, sınıf örgütünün içinde yaşadığı ortamdır. Bu ortam elverişli olduğunda
örgüt yaşamını sürdürebilir. Sınıf örgütünün çevresi, kontrol edilmesi ve etkilenmesi
47
zor olan, fakat buna karşılık örgüt yapısını, etkinliklerini ve yönetimini etkileyebilen
dış faktörlerin tümüdür (Hicks 1979: 106–107). Sınıf örgütü geliştikçe çevresi ile
ilişkileri daha karmaşık, daha yoğun ve daha çok yönlü olarak artar. Sınıf
örgütlerinin yaşamlarını sürdürebilmeleri, çevre ile olan ilişkilerindeki düzene ve bu
konuda gösterdikleri özene bağlıdır. Devamlı değişen aktif çevreye ayak uydurmak
zorunda olan sınıf örgütleri, bunu başaramadıkları takdirde etkisizleşirler. İşte bu
bakımdan sınıf örgütleri, çevreye direkt olarak bağlıdırlar (Şimşek 1975: 20–30).
Sınıf örgütü, çevresine iki biçimde tepkide bulunabilir (Hicks 1979: 307): (1) Çevre
koşullarına pasif tepkide bulunarak uyum sağlamaya kendini zorlar, (2) Çevreyi
kendi amaçları doğrultusunda değiştirme çabası verir. Dinamik bir parçası olarak
aktif bir ilişki içinde olur.
Toprakçı (2004)’nın belirttiği ve sınıf örgütünün yönetimini etkileyen genel
yönetim ve merkez örgütü, eğitim müdürlüğü, okul yönetimi, aile, kitle iletişim
araçları ve akran grupları gibi dış faktörler, aynı zamanda sınıf örgütünde
yabancılaşmayı etkileyen dış (çevresel) faktörlerdir.
2.1.1. GENEL YÖNETİM VE MERKEZ ÖRGÜTÜ
Eğitim örgütlerinin yönetiminde iki türlü örgütlenme ve çalışma vardır.
Bunlardan birincisi merkezden yönetim, ikincisi yerinden yönetimdir. Merkezden
yönetilen örgütlerde politikalar ve plânlar merkezde geliştirilir ve kararlar alınarak
bağlı ve taşra birimlerine direktifler verilir. Yürütme hizmetleri ile görevli taşra
birimleri, merkezin emir ve açıklamaları doğrultusunda etkinlikte bulunurlar.
Uygulamalar sırasında ortaya çıkan yeni durum hakkında nelerin nasıl yapılacağı
merkezden sorulur ve alınan talimatlara göre çalışmalar yürütülür (Kalkandelen
1986: 19). Okul ve sınıf açısından bu merkeziyetçilik,
Merkez örgütü → Sınıf
48
şeklinde doğrudan olabilmekte, bazen okulu bile devreden çıkarabilmektedir. Öyle
ki, bakanlıktan gelen bir şube müdürünün, herhangi bir okula ve sınıfa uğraması ve
resmî olmasa da birtakım söz veya davranışlarının yaptırım şeklinde algılanması
doğal bir olay olarak görülmektedir (Toprakçı 2004: 36).
Genel yönetimin, genel bütçeden eğitime ayırdığı payın bile sınıf üzerinde bir
etkisi vardır (Toprakçı 2004: 36). Örneğin malî yetersizlik sonucu sınıfta eğitim-
öğretim için gerekli araç-gereçlerin hazır olmayışı, eğitim-öğretimi aksatır. Bu
durum yabancılaşma sürecini hızlandırır.
Ülke genelinde yeni okul binalarının yapımı ve sınıfların modern bir
görünüme kavuşması, genel yönetim ve merkez örgütünün ödevleri arasındadır.
Yeteri kadar okulun olmayışı, var olan sınıflardaki öğrenci sayısını artıracaktır.
Kalabalık bir sınıfta, sağlıklı bir eğitim-öğretimin yapılması neredeyse olanaksızdır.
Soru sorulamaz, her öğrenciye yeteri kadar ilgi gösterilemez. Böyle bir ortamda
bulunan öğrenciler; dersleri, sınıfı ve okulu anlamsız ve gereksiz bulabilirler.
Öğrenci, böyle bir sınıftan olabildiği kadar uzak durmak isteyecek, soyutlanacak ve
en sonunda sınıfa yabancılaşacaktır.
Okutulan derslerin öğretim programlarını hazırlamak, genel yönetim ve
merkez örgütünün bir başka görevidir. Hazırlanan programın program geliştirme
ilkelerine uygun, toplumsal değer ve yargılara saygılı, bilimsel gerçeklere göre
hazırlanması çok önemlidir. Bu ölçütlere uymayan bir program, öğrencilerin, eğitim-
öğretim sürecine, sınıfa ve okula anlamsızlık yüklemesine neden olabilir. Neyi, niçin
öğrenmesi gerektiğini anlamlandıramayan bir öğrencinin yabancılaşması
kaçınılmazdır.
Ayrıca merkez örgütünün patolojileri, sınıf yöneticilerini çeşitli yollardan
etkiler. Değişik ve hatta birbiriyle çelişik politika kararları, farklı iletişim engelleri,
merkezden yönetimin aşırı eğilimleri, yetki-sorumluluk dengesizlikleri genellikle bu
49
patolojilerin sonuçlarıdır (Bursalıoğlu 2005: 71). Örneğin bir eğitim-öğretim yılı dik
temel harflerle, bir eğitim-öğretim yılı bitişik eğik yazı ile ilk okuma-yazma eğitimi
verilmesi gibi çelişkili kararlar, öğretmenlerde yabancılaşmanın anlamsızlık ve
anomi boyutlarının doğmasına neden olabilmektedir.
Merkez eğitim örgütü karar yetkilerini aşırı derecede topladığı zaman, sınıf
yöneticilerinin karar yetkileri de yorumlama eylemlerinden biraz öteye
geçebilecektir. Hâlbuki sınıf yöneticisinin çevreye yapmasını beklediğimiz etki,
yönetici olarak yaratacağı imajın bir ürünüdür. Kendi çapında bağımsız karar ve
yürütme yetkileri olmadan, sadece yorumlama ve bunun gerektirdiği uygulama
yoluyla böyle güçlü bir imaj yaratabilmesi beklenmemelidir (Bursalıoğlu 2005: 96–
97).
2.1.2. EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ
Merkez örgütü, uygulamada ortaya çıkabilecek aksaklıkları yerel düzeyde
çözüme kavuşturmak üzere eğitim müdürlüklerini kurmuştur. Eğitim müdürlüğü,
okul ve sınıf üzerinde anlamlı bir güç merkezi olarak değerlendirilebilir. Sınıf ve
okul yönetimi çoğu zaman alacağı en sıradan kararlarda bile müdürlüğüne danışmak
zorunda kalmakta ve müdürlük de okul ve sınıflardaki en küçük gelişmelere dahi
müdahale edebilmektedir (Toprakçı 2004: 37–38). Bu müdahaleler, öğretmen ve
öğrenciler üzerinde sınıftan uzaklaştırıcı etkiler yapabilir. Örneğin öğrenciler
tarafından sevilen bir öğretmenin, eğitim müdürlüğü tarafından başka bir okulda
görevlendirilmesi öğrencileri sınıftan uzaklaştırabilmektedir. Eğitim müdürlüğünün,
okulun ya da sınıfın fiziksel görüntüsünde tepkiyle karşılanabilecek değişiklikler
yapma kararı alması da öğrencileri sınıftan soyutlayabilir. Öğrencilerin alıştığı sınıf
ortamının bir anda değişmesi, onları boşluk ve anlamsızlığa itecektir.
Eğitim müdürlüğünün sınıf üzerindeki etkisine bir diğer örnek de, eğitim
müdürlüğü görevlilerince sınıfa gerçekleştirilen ziyaretlerdeki tutum ve
50
davranışlarıdır. Ziyarete gelen görevlinin, öğrenci ya da öğrencilere yönelik olumsuz
tutum ve davranışları, öğrencilerin sınıfa olan bağlarını zayıflatabilir. Öğrenci
kendisinin bir işe yaramadığı, sınıftaki varlığının hiçbir öneminin olmadığı
düşüncesine kapılıp sınıf örgütüne yabancılaşır.
2.1.3. OKUL YÖNETİMİ
Sınıfın en yakın fiziksel çevresini okul oluşturmaktadır. Sosyal bir sistem
olarak okul, öğrenciyi toplumdan alır ve yetiştirerek tekrar topluma sunar. Öğrenci,
teneffüs aralarında ve ders dışı boş zamanlarında, okul ortamı içinde kalmak
zorundadır. Okulun kantin ve kafeterya mekânları, spor salonu ve okul bahçesindeki
oyun alanları öğrencinin zamanının en fazla geçtiği alanlardır. Öğrenci boş
zamanlarında okulun kütüphanesinden ve varsa bilgisayar laboratuarlarından
yararlanabilir. Okul, fiziksel olarak öğrenciye ne kadar fazla seçenek sunarsa,
öğrenci davranışları üzerinde o kadar etkili olmaktadır (Çelik 2003: 30).
Okul yönetimi, eğitim yönetiminin sınırlı bir alana uygulanmasıdır. Bu alanın
sınırlarını eğitim sisteminin amaçları ve yapısı belirler. Okul yönetiminin görevi
okuldaki tüm insan ve madde kaynaklarını en verimli biçimde kullanarak, okulu
amaçlarına uygun olarak yaşatmaktır. Bir okulun yönetiminde rol oynayan önemli
ögeler vardır. Bu ögeler iç ve dış olmak üzere şöyledir: İç ögeler yöneticiler,
öğretmenler, uzmanlar, eğitici olmayan diğer personel; dış ögeler ise merkez
yöneticileri, veliler, baskı grupları, gönüllü kuruluşlar veya meslek kuruluşları,
endüstri temsilcileridir. Okul yöneticisinin bu görevi başarı ile yerine getirebilmesi,
okulu bir roller sistemi olarak görmesine, davranışlarını her zaman ilişkili olduğu
öğretmenler ve diğer personelin rol ve beklentilerini de göz önünde tutarak
ayarlamasına bağlıdır (Bursalıoğlu 1978: 6–36).
51
Okul yöneticisi tarafından biçimlendirilen okulun yönetim anlayışı doğrudan
öğrenci davranışını etkiler (Çelik 2003: 30). Yetkeci yönetim anlayışıyla yönetilen
bir okulda, eğitim-öğretime ilişkin kararlar okul yönetimince verilir ve bu kararların
koşulsuz olarak öğretmen ve öğrencilerce uygulanması istenir. Okulun yönetimine
ilişkin ilkeler, kurallar sorgulanamaz. Böyle bir okulda öğrenciler üzerinde müthiş
bir “müdür korkusu” esip durur (Başaran 1997: 242). Bu korku öğrencileri okuldan
ve sınıftan soğutup, onları okula/sınıfa yabancılaştırabilir. Ayrıca okul yöneticisi ile
sınıf yöneticisi arasında doğabilecek bir gerginlik, anlaşmazlık öğrencileri doğrudan
etkiler. Bu istenmeyen durumun uzun süreli olması, öğrencileri sınıftan uzaklaştırıcı,
onları yabancılaştırıcı bir nitelik taşır.
Okul yönetiminde demokrasinin olması, sınıfta demokratik yönetim
biçiminin uygulanmasını da kolaylaştıracaktır. Demokratik okul yönetiminde
öğretmenlerin yanında öğrenciler de kendilerini ilgilendiren konularda karar verme
sürecine katılır. Demokratik yönetim biçimine sahip olan okullarda öğrencinin
kişiliğine saygı gösterilir ve öğrenci değerli bir varlık olarak görülür. Ayrıca
demokratik okullarda öğrenci katılımının özendirildiği sosyal ve kültürel etkinliklere
önem verilir (Çelik 2003: 31).
Açıkalın (1994: 111), sınıfı etkileyen önemli bir faktör olarak okul
yönetiminin, tüm yönleriyle istikrarlı bir nitelik göstermesi gerektiğini ve okul
yönetimindeki bir kadro değişikliğinin okuldaki dengeleri bozacağını belirtir
(Toprakçı 2004: 39). Çok sevilen bir öğretmenin, okul yönetimi ile yaşadığı bir
anlaşmazlık nedeniyle görev yerinin değiştirilmesi, öğrencilerin okul yönetimine
karşı güvensizlik duymasına yol açar. Bunun sonucunda sınıf, öğrenci için
çekiciliğini kaybedip, itici bir güç olur çıkar.
Ayrıca okul yönetimi, öğrencilerin gereksinimleri arasındaki farklılıkları göz
önünde bulundurarak gerekli yapıları oluşturmak durumundadır. Örneğin ailesinin
ekonomik durumu iyi olmayan ve kitap okumayı çok seven kimi öğrenciler
düşünüldüğünde; bunların kitap alacak paraları olmayabilir. Okul yönetimi, bu
52
öğrencilerin kitap okuma gereksinimlerini karşılayacak yapıyı (kütüphane, kitaplık
vs.) oluşturmak zorundadır. Aksi takdirde bu öğrenciler, büyük bir eziklik, zayıflık
ve dışlanmışlık hissedebilirler.
2.1.4. AİLE
Aile, kişilerin birbirlerini tamamlamak, birbirlerine yardım etmek ve
çoğalmak için bir araya geldikleri bir yer veya çeşitli ahlâki ve hukuksal kurallarla
bir araya geldikleri için, bu rollerin icra edildiği bir yapı olarak tanımlanabilir
(Akyüz 1992: 237). Aile, yüz yüze ve içten ilişkilerin en güçlü olduğu birincil
gruplardandır. Bu nedenle, bireyin tutum ve değerlerinin oluşumunda birincil
etkileşimi sağlaması yönünden ayrı bir öneme sahiptir (Tezcan 1997: 142). Ayrıca
aile yapısı, sınıf örgütünde yabancılaşma olgusu açısından önemli bir dış faktördür.
Aile, öğrencinin temel kişilik özelliklerini şekillendiren en önemli kurumdur.
Çocuk, okula başlamadan önce temel eğitimini aileden alır. Bu dönemde kişilik
gelişiminin önemli evrelerini ailede tamamlar. Aile ortamında kazanılan tutum ve
davranışlar, öğrencinin sınıf ortamındaki davranışlarını etkiler (Çelik 2003: 160).
Bruner (1960)’ e göre öğrencinin hızlı gelişiminin olduğu ve kişilik özelliklerini
yerleştirdiği ilk çocukluk evresinde aile ortamı, eğitim açısından çok önemlidir.
Ailenin eğitsel ortamı, öğrencinin okulda öğrendiklerini pekiştirebilir; ya da
köreltebilir (Başaran 1997: 226). Olumsuz aile ortamından gelen çocuklar, sınıf
ortamında daha fazla istenmeyen davranışlar gösterirler (Çelik 2003: 160).
Ailenin yapısı kadar, bu yapının yönetim biçimi de çocukları etkiler.
Demokratik bir aile yönetimi kişilikli çocuklar yetiştirmeye çoğunlukla elverişlidir.
Yetkeci bir aile yönetimi altında yetişen çocuklar yetkeye saygı ile değil korkuyla
boyun eğerler (Başaran 1997: 228–230). Böyle bir aileden gelen öğrenciler, diğer
öğrencilerle ve sınıf yöneticisi ile sağlıklı iletişim kurmakta güçlük yaşarlar. Sınıf
yöneticisinin isteklerini birer emir olarak algılayıp ona göre davranabilir ve sonuçta
güçsüzlük, anlamsızlık ve kendine yabancılaşma yaşayabilirler.
53
Ailenin öğrenci üzerinde etkili olduğu diğer bir nokta da toplumsal
konumdur. Öğrenciler birbiriyle etkileşirken, kümeleşirken ailelerinin toplumsal
konumuna göre davranışlarını biçimlendirirler. Bu durum, sınıf ortamına da yansır.
Yüksek katmandan bir öğrencinin sınıftaki davranışı ve sınıfa karşı tutumu, orta ya
da alt katmandan bir öğrencininkinden ayrılık gösterir. Yüksek katmandan olan
ailelerin bazıları da, çocuklarına zenginlikleriyle iyi bir gelecek
hazırlayabileceklerini düşünerek, sınıfı pek umursamayabilirler (Başaran 1997: 225).
Yüksek katmandan gelen öğrencilerin çoğunlukta olduğu bir sınıf düşünüldüğünde;
orta ya da alt tabakadan gelen bir öğrenci, arkadaş edinmekte ve sınıfa uyum
sağlamakta zorlanabilir; kendini yalnız ve güçsüz hissedebilir. Bu durum o öğrenciyi
sınıftan uzaklaştırarak yabancılaştırabilir.
Ölüm, boşanma ya da ayrı yaşama yüzünden ananın, babanın ya da her
ikisinin aileden ayrılması da öğrencilerin yetişmesini tehlikeye düşürür. Öğrencilerin
yüzüstü bırakılma, reddedilme yüzünden geliştirdikleri duygular, onların ruh
sağlığını olumsuz yönde etkiler (Başaran 1997: 227). Bu durumdaki bir öğrenci
sınıfa uyum sağlamakta çok büyük güçlükler yaşayacaktır. Ana-babası bir arada olan
arkadaşlarının arasında kendini yalnız ve güçsüz hissedebilecektir. Sonuçta ise
kendini arkadaşlarından ve sınıftan soyutlayacaktır.
Ayrıca ailenin ekonomik durumu ve ana-babanın eğitim düzeyi de çocuğun
sınıftaki davranışları üzerinde etkilidir. Ailesinin ekonomik durumu kötü olan bir
öğrenci, gereksinimlerini karşılamada güçlük çekebilir. Bu tip öğrenciler, maddî
olanakları daha iyi olan öğrencilere karşı kin duyabilirler. Bunun yanı sıra eğitim
düzeyi yüksek olan ana babalar, çocuklarının eğitimine karşı daha duyarlı
olmaktadırlar (Çelik 2003: 27). Böyle ebeveyne sahip öğrenciler, sınıftaki
arkadaşlarından aykırı bir davranış gördüklerinde onları dışlarlar ve bu da bu iki tip
öğrenciyi de ayrı ayrı yalnızlığa iter.
54
Çocuğun sınıftaki davranışları üzerinde etkisi olan ögelerden biri de ana-baba
ve öğretmen ilişkisinin niteliğidir. Ana-baba genellikle öğretmen hakkında iyi niyet
besler. Unutmamak gerekir ki, ana-baba çocukları gibi geçirmiş oldukları
yaşantıların ürünüdür. Eğer öğretmen, ana-babadaki davranış bozukluklarını bu
yaşantılara kadar izleyebilir ve bu bozuklukların nedenlerini bulabilirse daha tarafsız
kalabilir ve onlara karşı uyanacak olumsuz duygularını kontrol altına alabilir
(Bursalıoğlu 2005: 50). Ana-baba ve öğretmen arasında oluşabilecek herhangi bir
anlaşmazlık, sınıftaki yabancılaşma olgusu üzerinde doğrudan bir etkisi söz
konusudur. Bu anlaşmazlık durumu, öğrenciyi ev ile sınıf arasında, ana-baba ile
öğretmen arasında çelişkiye sürükler ve öğrencinin sınıftan ve evden soğumasına
neden olur. Bu anlaşmazlıkların uzun süreli olması ise öğrenciyi yabancılaştırır.
Ana-baba ve öğretmen arasındaki anlaşmazlık nedenlerinden biri, her iki
tarafın çocuktan olan beklentilerindeki farklılıktır. Bazen, bunlardan birinin çocuğa
aşılamak istediği fikir veya davranışı diğeri silmek ister. Ana-baba ile öğretmen
arasındaki anlaşmazlık nedenlerinden bir diğeri, çocuğa ayrı açılardan bakma
eğilimleridir. Öğretmen sınıfındaki çocukların tek tip olmadığını, ana-baba ise kendi
çocuklarının sınıftaki tek çocuk olmadığını unutmamalıdır. Bu yüzden, ana-baba ile
öğretmen arasındaki kurulacak anten, her iki tarafın çocuk kadar kendilerini tanıması
ile çalışabilir. Çevrenin öğretmen ve özel hayatı üzerindeki baskıları, öğretmenin
uyumunu engeller (Bursalıoğlu 2005: 50–51).
2.1.5. KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI
Birtakım bilgilerin, sembollerin, birtakım hedefler tarafından üretilmesi,
geniş insan topluluklarına iletilmesi ve insanlar tarafından yorumlanması sürecine
kitle iletişimi; kitle iletişiminde kaynak ile hedef arasındaki kanallara ise kitle
iletişim araçları adı verilir (Dökmen 1994: 31). Kitle iletişim araçlarıyla sınıf
arasında karşılıklı etkileşim vardır. Kitle iletişim araçları, haberleriyle sınıfı
yönlendirme gücüne sahiptir (Dökmen 1994: 36). Televizyondaki bir belgeseli
izleyen bir öğrencinin yeni bir elementin daha bulunduğunu öğrenmesi, ertesi gün
55
ilgili derste element sayısının bir arttığını duyurmasına yol açabilir. Son zamanlarda,
Pokemon adlı çizgi filmin çocuklar üzerinde yarattığı olumsuz etki de bir başka
örnek olarak değerlendirilebilir (Toprakçı 2004: 47).
Kitle iletişim araçları, bazen sınıftaki öğrencilerin iç çatışmalarına neden olur,
bazen de çatışmaları azaltabilir. Örneğin, sınıftaki bir öğrenci beğendiği, örnek aldığı
yöneticisi veya arkadaşı hakkında kitle iletişim araçlarında çıkan olumsuz eleştiriler
karşısında bilişsel çelişkiye düşebilir. Öğrenciler bütün çelişkilerden kurtulabilmek
için, seçici algılamaya yönelebilirler, savunma mekanizmalarını kullanabilirler.
Bütün bunlar sınıftaki öğrencilerle onların örnek aldığı kişiler arasındaki olumsuz ön
koşullanmalara yol açabilir; buna yol açan kitle iletişim araçları da bu konuda
yardımcı olan birer yabancılaştırıcı öge olarak görülebilir (Dökmen 1994: 33).
Günümüzde alabildiğine gelişmekte olan “iletişim” teknikleri sayesinde her
türlü bilgi hızla çok geniş insan kitlelerine ulaştırılabilmekte, böylelikle bir anlamda
da dünya küçülmektedir (Erdoğan 1990: 82). Bilgi ve onun getirdiği yeni değerler ve
davranış kalıpları, sınıf örgütünü zorlamakta; yeni toplumsal değerlerin kavranma,
algılanma ve özümlenmesi yaşanamadan yeni değer ve davranış kalıpları gündeme
gelmekte ve öğrencilere sunulmaktadır (Berkay 1990: 44). Durkheim’e göre, bunun
sonucu olarak anomik durum ortaya çıkmıştır (Avcı 1990: 59). Medyanın sunduğu
bilgisel bombardıman, sınıfta yabancılaşmaya neden olmaktadır (Bayhan 1995: 64).
Özellikle TV’nin sunduğu imajların rolü ile giyimden, yiyeceğe; öğrencinin
selamlaşma, şaka ve mizah anlayışına kadar yaşamının her alanında yabancılaşma
görülmektedir (Bayhan 1993: 30). Yaşadığı hayatın ekonomik, toplumsal ve
psikolojik bunalımına medyanın mesajlarıyla daha da bunalım eklenen öğrenciler,
yabancılaşmaktadırlar (Bayhan 1995: 70).
İletişim ve bilgi-işlem teknikleri aracılığıyla enformasyonun sınır tanımadan
iletilmesi, öğretmen ve öğrencilerin özel yaşamlarına ilişkin özel bilgilerin başkaları
tarafından elde edilmesini gündeme getirmektedir (Bayhan 1992: 205). Kötü amaçlı
birisinin bilgisayar programlarına girerek, bir öğrenci ya da öğretmen hakkında bütün
gizli kalması gereken mahrem bilgileri öğrenmesi, özel yaşamın gizliliğini tehlikeye
56
düşürmektedir (Bayhan 1995: 131). Özel yaşamına tecavüz edilen öğretmen ya da
öğrenci, utanç, nefret, aşağılık gibi duyguların etkisiyle sınıftan uzaklaşmak, kendini
sınıftan ve toplumdan soyutlamak isteyecektir. Öğretmen ve öğrenciler hakkındaki
bütün bilgilerin bilgisayarlara fişlenmesi, devletin eğitim, sağlık, hukuk ve güvenlik
hizmetleri için fonksiyonel olmaktadır. Öyle olmakla beraber böyle bir durumda
bireyler birbirlerine, devlete ve topluma kuşkuyla bakabilmekte, güvensizlik
duyabilmekte, dolayısıyla yabancılaşma meydana gelebilmektedir (Bayhan 1995:
131). Bunun önlenmesi için “özel yaşam gizliliği” kanunları, ABD’den başlayarak
diğer ülkelerde de çıkartılmaktadır. Ancak bu konuda tam anlamıyla doyum sağlayıcı
önlemler alınamamıştır (Bayhan 1992: 205).
2.1.6. AKRAN GRUPLARI
Akran grupları, çocuğun yakın çevresini oluşturan ve onun kişiliğinin
oluşumunda önemli rolü olan gruplardır (Tezcan 1997a: 167). Akran grupları, her
yaştaki çocuklar ve gençler arasında kurulabilir (Toprakçı 2004: 45). Çocuk,
birbirinden farklı iki toplumsal çevrede büyür. Birincisi, ana-babası, öğretmenleri,
akraba ve komşularının oluşturduğu yetişkinler çevresi; ikincisi ise akranlarından
oluşan çevredir. Yetişkinler çevresinde ikincil statüde olan genç, akran grubunda
yaşıtlarıyla eşit konumdadır (Tezcan 1997a: 167). Akran gruplarında yüz yüze
ilişkilerde samimiyet söz konusudur. Grubun amacı, bireyin amacıdır anlayışı
egemendir.
Akran gruplarının, yabancılaşma açısından olumlu yönlerini şöylece
sıralamak olanaklıdır (Tezcan 1997: 170–172):
• Öğrencinin toplumsallaşmasını sağlar. Öğrenciye çeşitli öğrenme fırsat ve
etkinlikleri hazırlar.
• Akran grubu bağlılık, cesaret ve katılma duygularını besler ve güçlendirir.
57
• Öğrenciye eşitlik tipindeki ilişkilerde deneyim olanakları sağlar.
• Öğrenci, yetişkin yaşamında öğretilmesinden kaçınılan yasak (tabu)
konuların burada özgürce tartışılması ve konuşulması olanağını bulur.
Örneğin seks konusu gibi. Özellikle toplumumuzda akran grubu, cinsel
eğitimini sağlayan bir gruptur. Birey, akran grubunda rahat bir ortam
bulur. Evde yapamadığı uğraşları grupta yapar. Evde çeşitli söz ve
hareketleri eleştirilen ve direnişle karşılanan birey, bu ortamı özler ve ona
katılır. Yetişkinleri kendi aralarında karşılaştırıp değerlendirirler. Kendi
tutumlarını, yargılarını kısmen özgür biçimde ifade eder.
• Üyeleri eğlendirir, hoşça vakit geçirmesini sağlar.
• Normlara uymak, normlara bağlanmak ve onları benimsemek, yine akran
gruplarında kazanılan davranışlardır.
• Liderlik yeteneği olanlara akran grupları, liderlik deneyimi sağlar.
• Akran grubu, öğrenciye kişisel olmayan otoriteyi öğretir.
• Birçok durumda, toplumsal hareketliliğe yardımcı olur.
• İşbirliği ve takım ruhunu öğrenim, akran grubunda gelişir.
• Öğrencinin meşru biçimdeki macera gereksinimi akran grubunda
karşılanır.
Akran gruplarının olumlu işlevlerinin yanında olumsuz işlevleri de vardır. Bu
işlevlerden biri de “yabancılaşmayı doğurma ya da yabancılaşma sürecini
hızlandırma”dır. Akran grubuna olması gerekenden fazla bağlanan bir öğrenci,
58
sınıftaki ilişkilerden doyum sağlayamayacağına olan inancının sonucu olarak,
kendini sınıfta yalnız hissedecek ve sonunda sınıftan uzaklaşmak isteyecektir.
Akran grubunun, yabancılaşma bakımından olumsuz işlevlerinden biri de
gruptakilerin illegal ya da anti-sosyal eylemleridir. Birey, bu nitelikteki eylemlere
katılması ile toplumsallaşma sürecinin dışına çıkabilir. Sınıftaki arkadaşlarının ve
öğretmenlerinin tepkisiyle karşılaşarak onlarla çatışabilir, yabancılaşabilir.
2.2. İÇ FAKTÖRLER
İç faktörler sınıfın fiziksel yeterliği ( sınıfın büyüklüğü, estetik, gürültü,
yerleşim düzeni, aydınlatma) (Toprakçı, 2004); sınıf yönetimi anlayışı, bilgi akışı-
iletişim, işbölümü, ekonomik yapı, teknolojik yapı ve kültürel yapıdır.
2.2.1. SINIF YÖNETİMİ ANLAYIŞI
Sınıf yönetimi literatürü incelendiğinde, yönetim anlayışına ilişkin temel
olarak iki bakış görülmektedir. Birincisi, yöneticisinin dersin öğretmeni olduğu
klâsik bakış (Celep 2000; Başar 2001; Halis 2001; Aydın 2002; Çelik 2003; Erdoğan
2004; Erden 2005); ikincisi ise sınıfı bir örgüt olarak görüp, öğretmeni de kapsayan
bir yöneticinin olduğu yeni bakış/sınıfa örgütsel bakış (Toprakçı 2002, 2004)tır.
Toprakçı’nın getirmeye çalıştığı bu yeni anlayışta öğretmen yine öğretmendir. Ancak
sınıf yöneticisi, içinde o sınıfın derslerine giren öğretmenlerin de bulunduğu sınıf
örgütünü yönetme görevinde olan kimsedir. Bu anlayışta, artık öğretim etkinliği,
yönetsel bir içeriğe bürünmektedir. Öğretmen/sınıf yöneticisi, bu iki bakıştan
hangisini temele alıyorsa, sınıf yönetimi anlayışını da ona göre belirleyecektir.
Bir sınıf yöneticisinin yönetim biçimi, öğrencilerini güdülemek ve yetkilerini
kullanmak için takındığı tutuma, sınıfa ya da öğrenciye yönelik olmasına göre nitelik
kazanır (Budak 1991: 237). Plânlama, organize etme, koordine etme, yürütme,
59
denetleme vb. konularda bu farklılıklar ortaya çıkar. Her sınıf yöneticisinin kendine
özgü bir yönetim tarzı bulunmaktadır. Öğrenciler yöneticinin bu yönetim stilini her
zaman benimsemeyebilirler (Ertürk 1994: 135). Bu da sınıf örgütünde
yabancılaşmanın ortaya çıkmasına neden olabilir. Sözgelimi, otoriter bir yönetim
anlayışını arzu etmeyen öğrenciler; etkinliklere katılma noktasında ve amaçları doğru
algılama konusunda anlamsızlık yaşabilirler. Klâsik bakışta etkinlikler, öğrencilerin
büyük bir bölümünün katılımı olmaksızın plânlanmakta, örgütlenmekte ve
yönetilmektedir. İyi öğrenci, düşünen/sorgulayan öğrenci değil de talimatlara tam
olarak uyan öğrencidir. Öğrenci sürekli olarak dışarıdan yönetilir bir duruma
gelmiştir. Öğrenci etkinliklere kendi kişiliğiyle katılamamaktadır. Çünkü çalışma
etkinliğinin anlamı hakkında bir fikre sahip değildir ve bu yüzden de bu etkinliğe
gerçek bir ilgi duyamamakta, dolayısıyla yabancılaşmaktadır (Pars 1982: 109–110).
Denilebilir ki, sınıf yönetimini 40 dakikalık bir dersin yönetimi şeklinde yorumlayan
her anlayış yabancılaşmayı artıracaktır.
Gnagey (1965)’a göre, yetkeci yönetimi uygulayan öğretmen, öğrencilerinden
tam bir sessizlik içinde çalışmalarını; çok düzenli olmalarını; anlattıklarına sürekli
dikkat kesilmelerini; verdiği buyruklara kesin kes uymalarını; kesinlikle başarılı
olmalarını ister. Öğrencilerine, onların yeterlilikleri üstünde ödevler verir ve
onlardan bu ödevleri zamanında ve üstün düzeyde yapmalarını ister. Böyle bir sınıf
örgütünde öğrencilerin öğretmene boyun eğmesi ve yabancılaşmanın tüm boyutlarını
yaşaması kaçınılmazdır. Başıboş yönetim, öğrencilerin sınıfça belirlenmiş ilke ve
kurallara göre değil, kendi istek ve eğilimlerine göre davranmasına izin verir. Böyle
bir sınıf örgütündeki öğrencilerde anlamsızlık ve anomi egemen olur. Koruyucu
yönetim biçiminde ise öğrenciler, öğretmence sürekli ve aşırı düzeyde korunur.
Öğretmen öğrencilerin her isteğini kolayca yerine getirir. Böyle bir sınıfta, öğrenciler
amaçsızlık, ilgisizlik ve kuralsızlık duygularını yoğun biçimde yaşarlar (Başaran
1997: 249). Öğrencilerin; öğretmenin tutumlarından, davranışlarından, ilgilerinden,
ihtiyaçlarından, değerlerinden ve benzeri kişilik özelliklerinden etkilendiğini gösterir
hayli fazla çalışma vardır. Bu çalışmalar öğretmenin bu özelliklerinden, öğrencinin
yalnızca bilgi düzeyinin değil, tüm kişiliğinin etkilendiğini ortaya koymaktadır
60
(Küçükahmet 2003: 26). Kısacası öğretmenin sergileyebileceği her olumsuz tutum ve
davranış, öğrencinin yabancılaşmasını kolaylaştırıcı nitelikte olabilir. Bu bağlamda
öğretmenin sınıfta öğrenmeyi kolaylaştırıcı ortamı ve koşulları sağlamaması,
öğrencinin etkileşeceği çevreyi düzenlememesi (Tekin 1991: 7–8), sınıf örgütünde
yabancılaşma sürecinin hızlanmasına neden olabilir.
2.2.2. SINIFIN FİZİKSEL YETERLİĞİ VE ÇALIŞMA KOŞULLARI
Sınıf örgütünün fiziksel yapısının, sınıf örgütünde yabancılaşmayı olumlu ya
da olumsuz yönde etkileyici bir işlevi vardır. Öğretmen ya da öğrenciyi fiziksel
gerilime ve dolayısıyla yabancılaşmaya iten fiziksel faktörleri şöyle sıralanabilir:
Sınıfın büyüklüğü, gürültü, estetik, yerleşim düzeni ve aydınlatma (Toprakçı 2004:
48–57). Burada belirtilmesi gereken nokta, bu ögelerin niteliğinin, sınıf örgütünde
yabancılaşma olgusunun oluşumu ve derecesini ortaya çıkaran önemli etkenler
olduğudur. Sınıftaki öğretmen ve öğrenci, eğitim-öğretim sürecinin hangi
aşamasında görev yaparsa yapsın, yukarıda sıraladığımız koşullardan kendini
soyutlayamaz (Yeniçeri 1991: 106–107). Dolayısıyla öğretmen ve öğrenci, sınıf
örgütünde, büyük ölçüde koşulların ürünü olan davranış biçimleri geliştirmek
zorunda kalmaktadırlar. Bu ortama uymak için ortaya konan fizyolojik refleksler,
öğretmen ve öğrencilerin kendi bilinç orijinlerinden uzaklaşmalarına neden
olmaktadır (Demir 1999: 75).
Bireylerin yapılarının farklılığı, yaşadığı, çalıştığı ve ilişkilerde bulunduğu
ortamdan etkilenme oranını da farklı kılmaktadır. Bununla birlikte, sınıfın fiziksel
yeterliğinin ve çalışma koşullarının bütün öğretmen ve öğrencileri çeşitli derecelerde
etkilediği bir gerçektir. Sınıfın fiziksel yeterliğinin ve çalışma koşullarının olumsuz
yönünün ezdiği, susturduğu, tükettiği ve nihayet yabancılaştırdığı binlerce öğretmen
ve öğrenciden söz etmek olanaklıdır (Yeniçeri 1991: 105–107).
61
2.2.2.1. SINIFIN BÜYÜKLÜĞÜ
Büyüme, sınıfın eski amaçlarının daha etkin biçimde elde edilmesini
sağlayacak teknik ve yönetsel gelişmeyi kapsar (Hicks 1979: 123). Burada
kastedilen, sınıfın hem hacim ve alan bakımından büyüklüğü hem de öğrenci sayısı
açısından büyüklüğüdür.
Sınıf kalabalıklaştıkça amaçlarda açıklık azalır, denetim zorlaşır ve ilişkiler
(zorunlu olarak) daha formal bir nitelik kazanır (Toprakçı 2004: 186); işbölümü
genişler (Soysal 1995: 63) ve gürültü artar. Öğrenci sayısının fazlalığı, sınıfta
öğrenci-öğrenci ve öğrenci-öğretmen etkileşimine izin vermemektedir (Toprakçı
2004: 52). Öğretmen, her bir öğrenciyle yeteri kadar ilgilenemez, her öğrencinin
etkinliklere katılımı sağlanamaz. Sonuçta öğretmende yorgunluk, bıkkınlık ve
güçsüzlük; öğrencilerde ise anlamsızlık, yalıtılmışlık ve kendine yabancılaşma
gözlenir. Bu durum, sınıfın işleyişi açısından istenmeyen ve yabancılaşmayı
pekiştirici bir içerik taşır. Bununla birlikte kalabalık nedeniyle oluşan gürültü, sınıf
üyelerinin sınıfa ve eğitim-öğretim sürecine anlamsızlık yüklemelerine neden
olabilir. Aynı zamanda sınıfın alan ve hacim bakımından küçüklüğü-büyüklüğü veya
genişliği-darlığı da sınıfta yabancılaşmayı etkiler. Hacmi büyük, alanı geniş
sınıflarda iletişim sağlıklı işlemeyecek; öğretmen ve öğrenciler arasında gerekli bilgi
akışı tam ve etkili biçimde sağlanamayacaktır.
Ayrıca büyük sınıflarda öğrenciler arasında da etkili iletişimin sağlanması
çok zordur. Büyüklük nedeniyle etkinliklere tam olarak katılamayan öğrenciler;
katılan öğrencilere karşı düşmanlık besleyebilir, kendilerinin bir işe yaramadığı
düşüncesine kapılarak güçsüzlük duyabilirler. Büyük sınıfların temizliği de sorundur.
Kirli bir sınıfla karşılaşan öğretmen ve öğrencilerde, sınıfa karşı hoş olmayan
tutumlar gelişmesine neden olabilmektedir. Bütün bunlar, öğretmen ve öğrencilerin
sınıftan soğumasına, uzaklaşma isteklerinin artmasına, en sonunda
yabancılaşmalarına neden olacaktır. İdeal olan küçük sınıflardır. Küçük sınıflar,
öğretmen ve öğrenci açısından rahatlığı sağlamaktadır. Küçük sınıf, öğretmen
62
bakımından daha az sınav kâğıdı okuması, daha az test uygulaması, daha az ödev
incelemesi, daha az öğrenciyle etkili iletişim, sınıfı daha rahat denetimde
bulundurmak; öğrenci aşısından ise etkinliklere katılım, eğitim-öğretim sürecinden
zevk alış, etkili iletişim demektir (Tezcan 1997a: 254).
2.2.2.2. ESTETİK
Demir ve Acar (1997), estetiği; bir gereksinimin giderilmesinde kullanım
gerekliliklerinden öte uyum, iç düzen, insan algılarına çekici görünme gibi
özelliklere sahip olma durumu olarak tanımlamaktadır. Sınıf içi düzenin öğrencilerin
özelliklerine paralel biçimde oluşturulması; kullanılan araç-gereçlerin ve duvarların
renginin öğrenci estetiğine hitap eder özellikte olması, sınıfta yabancılaşma açısından
önemlidir (Toprakçı 2004: 51). Okul ve sınıfın duvarlarında kullanılan renklerin
tamamının soğuk ve koyu renkler olması, sınıf örgütünde karamsar bir havanın etkili
olması sonucunu doğurur. Bu karamsarlık, sınıf üyelerinin sınıfa karşı olumsuz
tutum ve davranışlar geliştirmelerine neden olabilir. Sınıfın iç düzeninin öğrenci
estetiğine aykırı biçimde olması da öğrencilerde anomi, anlamsızlık ve eğitim-
öğretim sürecine ilgisizlik gibi olumsuz duyguların gelişmesine yol açabilir. Yine
aynı şekilde sınıfta bulunan araç-gerecin öğrenci estetiğine uygun olmayan biçimde
tasarlanması, yabancılaşma açısından olumsuz bir durumdur. İç karartıcı bir sınıfla
karşılaşan öğrencilerin yabancılaşma süreci, hızlı işleyecektir.
2.2.2.3. GÜRÜLTÜ
Yapılan çok sayıdaki deney, bireyin sağlığı açısından gürültünün önemli
sorunlar yarattığını ortaya koymuştur. Gürültünün bir etkisi de iletişim konusunda
ortaya çıkmaktadır. Öğretmen ve öğrenciler, gürültü yüzünden ilişki kurmakta,
anlaşmakta ve konuşmakta büyük sıkıntılar çekmektedirler. Bu durum, iletişimi
azaltmak ve zorunluluk durumlarıyla sınırlandırmaktadır. Sonuçta öğretmen ve
öğrenci, ilişki kurma olanakları ortadan kaldırılmış olarak yalnızlaşmakta,
yabancılaşmaktadırlar (Yates 1986: 51). Özellikle monoton işlerin yapıldığı ve
63
öğretmen-öğrenci ya da öğrenci-öğrenci arasındaki iletişimin az olduğu çalışma
ortamlarında, gürültünün sınıf üyeleri üzerindeki bu etkisinin daha çok olduğu
anlaşılmaktadır (BİT 1993: 66). Singer ve Glass, gürültü ve aşırı kalabalık gibi
çevresel gerilim kaynaklarının birey üzerinde sahip olduğu etkileri dört grupta
toplamaktadır. Birincisi çevresel gürültü kaynağının genelde ani fiziksel zarar
yaratacak kadar yoğun olmaması durumudur. Bu durumda rahatsızlık hemen
hissedilmemesine rağmen gerilimin fiziksel etkisi uzun vadeli ve birikimsel
olmaktadır. İkincisi, gürültünün sosyal ve duygusal yapısı, gerilime sebep olan
fiziksel özellikler kadar önemlidir. Üçüncüsü, insanlar gürültüye genelde uyum
gösterirler. Dördüncüsü ise, bazı psikolojik ve sosyal etkenler gürültünün etkilerini
artırabilirler (Yates 1986: 52).
Gürültü, bireyin iletişim kurma olanağını azaltarak bireylerin sosyal
uzaklıklarının açılmasına neden olabildiği gibi kişilerin düşünme, bilinç ve zihinsel
yapılarının da daralmasına neden olabilmektedir. Bu yönüyle de gürültü bireyin
örgütle özdeşleşmesini önler onu iç ve dış çevreye yabancılaştıran bir fonksiyon
görevini otomatik olarak üstlenmiş olur (Yeniçeri 1991: 108).
2.2.2.4. YERLEŞİM DÜZENİ
Sınıfta etkili bir öğrenme ve öğretme ortamı oluşturabilmenin en önemli
değişkenlerinden biri de sınıfın yerleşim düzenidir (Toprakçı 2004: 52). Bugün
dünyanın pek çok yerinde bulunan sınıflardaki yerleşim düzeni, klâsikleşmiş bir
yerleşim düzenidir: Öğretmen masasının karşısında, arka arkaya dizilmiş öğrenci
sıraları. Toprakçı (2004: 53), böyle bir yerleşim düzeninin eğitim-öğretimde ne kadar
etkili olduğunun tartışılması gereken, önemli bir ayrıntı olduğunu belirtmektedir.
Klâsik yerleşim düzeninde arka sıralara oturmak zorunda kalan bir öğrenci,
kendisinin eğitim-öğretim sürecinden ve arkadaşlarından soyutlandığı hissine
kapılarak sınıfta bir yabancı gibi davranabilmektedir. Aynı şekilde, arka sıralara
64
oturmak isteyen bir öğrencinin ön sıralara oturtulması, o öğrencide derse karşı
ilgisizlik ve kuralsızlık duygusunun doğmasına yol açabilir. Öğrenciler, yerleşim
düzeni konusunda serbest bırakıldıklarında ise, sınıfta kargaşa doğabilmektedir.
Çünkü bir öğrencinin oturmak istediği yere başka bir öğrenci de oturmak isteyebilir
ve her ikisini de tatmin etmek güç olabilir.
Klâsik yerleşim düzeninin bir diğer sıkıntılı yanı da öğretmen-öğrenci ve
öğrenci-öğrenci iletişimini engelleyici niteliğidir. Böyle bir yerleşimde, öğretmen ve
öğrencilerin birbirine ulaşması güçleşmektedir. Bu da eğitim-öğretim süreci
bakımından sıkıntı doğurmaktadır. İletişimin tam ve etkili biçimde olmayışı,
yabancılaşma sürecini hızlandırır.
2.2.2.5. AYDINLATMA
Sınıfta yabancılaşmayı etkileyen etmenlerden biri de, öğretme ve öğrenmeyi
en iyi koşullarda yapmayı sağlatacak olan aydınlatmadır. Aydınlatma iki açıdan
büyük önem taşır. Birincisi okulun mimarisi ile ilgili olup; sınıfların gün ışığından en
fazla yararlanacak şekilde yerleşim plânına girip girmemesine ilişkindir. İkincisi ise
yapay aydınlatma olup; ışık dağılımının, şiddetinin ve dalga boyunun ölçülerek
gerçekleştirilmesine ilişkindir (Toprakçı 2004: 48). Gerek mimari gerekse yapay
aydınlatma ile ilgili olsun; aydınlatmanın eğitim-öğretim sürecini engelleyici
özellikte oluşu ve öğrencilerin gelişim düzeylerine uygun olmaması, sınıf örgütünde
yabancılaşmayı hızlandırıcı bir işleve sahiptir. Örneğin yeterli aydınlatması olmayan
bir sınıfta, öğrenci tahtaya yazılanları veya yapılan etkinlikleri sağlıklı biçimde
gözlemleyemediği gibi sınıf yöneticisinin gerçekleştirdiği pek çok etkinliği de tam
olarak takip edemez. Bu durum, öğrencinin sınıftan soğumasına ve yabancılaşmasına
yol açar.
65
2.2.3. BİLGİ AKIŞI
Sınıf açısından örgütsel iletişim; sınıfın işleyişini sağlamak ve hedeflerini
gerçekleştirmek amacıyla gerek sınıfı meydana getiren çeşitli ögelerle, gerekse
çevresi ile gerekli ilişkilerin kurulmasına olanak sağlayan toplumsal bir süreçtir
(Toprakçı 2004: 203). İletişim sürecinin olmadığı herhangi bir sınıf düşünmek
olanaklı değildir. Sınıf örgütlerinde kararlar verilmekte, uygulanmak üzere
öğrencilere iletilmekte, sonuçlar değerlendirilmekte, cezalar ve ödüller verilmekte,
bunun için yazılar yazılmakta, konuşmalar yapılmakta ya da mimiklerle tepkilerin
olumlu ve olumsuz olduğu belirtilmektedir. Bunların tümü bir çeşit iletişimdir (Yağcı
1995: 4).
İnsanlar ortak bir dile sahip olmadıkları zamanlar, birbirleriyle
haberleşebilme yeteneğinden yoksun kalırlar ve birlikte çalışamayacak duruma
gelirler. Örgütler belirli amaçları gerçekleştirebilmek için çalışmak üzere kurulurlar.
Bu kuruluşta yöneticiler, yönetilenler, aynı düzeyde görevli kişiler ve dışsal çevrenin
örgütün iletişim süreci ile birbirlerine kenetlenmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Bundan başka, amaçlara ulaşabilmek için örgütlerde liderliğin uygulanması,
insanların motive edilmesi, kararların uygulanması, çabalarda eşgüdüm sağlanması
ve etkinliklerin kontrol edilmesi gerekir. Bu fonksiyonların her birisi kişiler arası
etkileşimi ve dolayısıyla iletişimi gerekli kılar (Hicks 1979: 249).
Şu durumda iletişim, öğretmen ve öğrencileri birbirine bağlayan ve onların
ahenkli bir şekilde çalışmalarını sağlayan bir bağdır. Bu bağın, öğretmen ve
öğrencileri ya da iki öğrenciyi, bazen yaklaştırıcı bazen de uzaklaştırıcı rol
oynadığını ifade etmek yanlış olmayacaktır (Yağcı 1995: 5). Öğretmen ve
öğrencilerin, bulundukları sınıfta hoşnut olmaları ve bu hoşnutluğun derecesi geniş
ölçüde iletişim sistemin istenilen biçimde işleyip işlememesine bağlıdır (Yağcı 1995:
61). İletişim süreci için önemli olan nokta; çifti yönlü akış, eğitim-öğretim süreci için
de önemlidir. İyi bir öğretim, ancak yüz yüze ilişkinin olduğu sınıf atmosferinde
oluşur. Çift yönlü, yüz yüze ilişkinin olduğu bir sınıf atmosferi, öğrenci ve öğretmen
66
açısından da önemlidir (Küçükahmet 2003: 26–27). Gordon (1999: 74–80), sınıftaki
iletişimi engelleyebilecek faktörleri emir vermek, uyarmak, gözdağı vermek, ahlâk
dersi vermek, öğüt vermek, nutuk çekmek, yargılamak, eleştirmek, suçlamak, ad
takmak, alay etmek, avutmak, çapraz sorgulamak, sözünden dönmek, oyalamak,
konuyu saptırmak gibi durumlar olduğunu öne sürerken; sınıftaki iletişimi
kolaylaştıran faktörleri ise edilgin dinleme, kabul tepkileri, etkin dinleme,
konuşmaya çağrı olarak belirtmektedir.
Bir sınıfta, bilgi akışı olmaksızın, bir arada ve örgütlenmiş bir etkinlik söz
konusu olamaz (Hicks 1979: 350). Örgüt üyeleri, bilgi akışı yoluyla hareket
serbestisi sınırlarını, hangi kurallara uyacaklarını ve hangi durumlarda ne şekilde
davranacaklarını öğrenirler (Bingöl 1990: 92–93). Eğer öğrenci, sınıf yöneticisi ile
olduğu kadar örgütteki arkadaşlarıyla da biçimsel ya da doğal ilişkiler kurmakta
güçlük çekiyorsa böyle bir durumda insancıl ilişkilerin iyi olduğu söylenemez
(Sabuncuoğlu 1987: 101).
İletişim teknik ve uygulamalarındaki olumsuzluklar, gerek öğretmenler ve
gerekse öğrenciler açısından iş yürütümü ve iş doyumu yönünden de aksaklıklar
ortaya çıkarır. Bir sınıf örgütü içerisinde, öğrenciler, yeterince bilgi alamadıkları
durumlarda kendi hâllerine terk edildikleri, kendilerine önem verilmediği kanısına
kapılırlar. Böyle durumlarda sınıfın çalışmaları hakkında yeterince bilgi
alamadıklarını ve kendi katkılarını sunamadıklarını söylerler (Yağcı 1995: 28).
Duygu dünyalarında anlamsızlık, normsuzluk ve yalnızlık egemen olur ve en
sonunda yabancılaşırlar.
Değişik kültürlerden gelen öğrenciler için iletişim kurma daha da güçleşir.
Bireylere belirli bir topluluğun algılama ve davranış biçimlerini, kültürel özdeşliği
kazandıran kültür, iletişim biçiminin bir toplamıdır. Toplumlar ile kültürler gerçekte
iletişim aracılığıyla var olmuş ve gelişebilmişlerdir; paylaşılan deneyimlerle,
alışkanlıklar dizisiyle belirli bir konuma oturmuşlardır. Paylaşılmayan deneyimler ya
da alışkanlıklar ise özdeşleşmeyi sağlamayacağı için değişik kültür ya da topluluktan
67
öğrencilerle etkili bir iletişime girme olasılığı da azalır. Kaldı ki, bugün dünyadaki
değişim hızı ve karmaşıklığı bireyleri kendi toplumlarına ya da kültürlerine bile
“yabancı” yapabilecek ölçüdedir (Yağcı 1995: 29). Diğer bir önemli konu da,
öğrencinin içinde bulunduğu grubun ya da daha geniş sosyal oluşumun haberleşme
sisteminin birey üzerindeki etkisidir. Eğer bilgi edinme sürecinde yakın çevrenin
etkisi geniş çevreden daha fazlaysa, öğrenciyi çevreden koşullara göre değişen bir
ölçüde tecrit eder (Alkan ve Ergil 1980: 283).
Sınıfta bulunan öğrenciyi diğerine bağlayan en önemli bağ, örgüt çıkarıdır.
Bu çıkarın zarara uğramaması ve dolayısıyla onu sağlamakla görevli öğrencinin
bundan kaybının olmaması için ilişkiler kurulur. Bu ilişkiler de sözcüğün tam
anlamıyla modüler ilişkilerdir (Yeniçeri 1991: 134). Günümüzde, sosyolojik ve
psikolojik literatürün geniş bir bölümü, ilişkilerin parçalanması sonucu doğan
yabancılaşmaya ayrılmıştır (Toffler 1981: 90).
Kentlerin geniş ve kozmopolit olduğu ve burada öğrencilerin temaslarının;
kişiliklerinin bütün yönleriyle değil, sadece uzmanlaşmış rolleriyle mümkün
olabildiği sıkça belirtilmektedir (Kahl 1981: 204). Bir öğrencinin evdeki sorunları ya
da umutları, düşleri ve sıkıntılarıyla ilgilenilmediği sürece o, aynı yeterlikteki başka
bir öğrenciyle değiş tokuş edilebilecek bir öğrencidir. Elden çıkarılabilir,
değiştirilebilir ve vazgeçilebilir öğrenci böylece yaratılmış olur. Bu öğrenci, bir çeşit
modüler öğrencidir (Toffler 1981: 89). Modüler öğrenci ilişkileri, gelip geçici süreler
içinde olmakta, başlamakta fakat bir sonuç verecek kadar sürmeden kesintiye
uğramaktadır. İlişkiden ilişkiye geçiş çok kısa, çok sık ve çok hızlıdır. Yaşanan sınıf
içi ilişkiler, kalıplaşmış davranış düzenlemeleri içinde olmaktadır. İlişkiler orijinal ve
bireysel değildir; derinlik ve yoğunluktan yoksundur (Oskay 1990: 52).
Fizyolojik gereksinimlerin giderilmesi zorunluluğuna bir de sınıf örgütü
üyelerinin kesik, kopuk, başladığı yerde biten, kalıcılık özelliği olmayan ve modüler
ilişki biçimi eklenince, öğrenciler örgütte öksüz tutsaklar hâline gelmekte ve
yabancılaşmaktadırlar (Yeniçeri 1991: 136).
68
2.2.4. İŞBÖLÜMÜ
İşbölümü, toplu bir çabayı gerektiren bir işin, çeşitli öğrenciler tarafından
yürütülebilecek bir biçimde ussal olarak kendi ögelerine ayrılmasıdır (Toprakçı
2004: 184). İş bölümünün, sınıf örgütünün ayrılmaz bir parçası olduğunda herkes
birleşmektedir. Ancak sınıf üyeleri açısından, önemli sorunlar ortaya çıkardığı da bir
gerçektir (Edmund ve Sproat 1977: 8).
Balcı (1996)’ya göre; verimliliği artıracağı düşünülerek geliştirilen aşırı
işbölümü sonucunda öğrenciler, eğitim-öğretim sürecinde sürekli olarak işin tek bir
parçasını yapmakta ve böylece yaptığı işe yabancılaşmaktadır. Öğrencilerin hep aynı
etkinliği tekrarlamalarının yol açtığı monotonluk yüzünden uzun dönemde strese,
doyumsuzluğa, yabancılaşmaya ve performans düşüklüğü gibi sorunlara neden
olduğu görülmüştür (Demir 1999: 26). İşbölümü dolayısıyla etkinliklerin sadece
belirli bölümüne katılan öğrenciler, eski gurur ve doyumlarını da kaybederek
güçsüzleşirler (Ekin 1987: 10). Yapılan etkinlikler, sosyal anlamlarını yitirmeye
başlar. Öğrenciler, şemada nerede yer aldıklarını göremez duruma gelirler ve
çabalarının değerini kavrayamazlar. Güçsüzlük ve yapılanların anlamsız olduğu
duygusu yoğunlaşınca, öğrencide psikolojik sorunlar ortaya çıkabilir (Davis 1984:
297). Pek çok bilim adamı, aşırı işbölümünün öğrenciyi monoton, tekdüze hareket
eden bir robot yaptığını ileri sürmektedirler. İşbölümünün bu doğasının da öğrenciyi
yabancılaştırıcı bir fonksiyonu vardır (Dicle 1980: 40).
Aşırı işbölümünün, çoğu kere öğrencinin yaptıklarının neye yaradığını
anlayamamasına ve amacın kaybolmasına yol açtığı bilinmektedir. Amaçsız olarak
69
yapılan bir etkinlik, onu yapan için bütün anlamını yitirmiş olmaktadır. Diğer yandan
yapılan etkinliğin gerek önemine ve değerine aşırı özellik yüklemek de bir başka
yabancılaşma biçimi olarak önümüze çıkmaktadır. Yani öğrencinin kendisini güçsüz
hissetmesi kadar aşırı güçlü hissetmesi de yabancılaşma belirtisidir. Yine öğrencinin
yaptıklarını önemsiz görmesi kadar aşırı önemli görmesi de yabancılaşma açısından
önemli bir durumu ifade eder. Ayrıca işbölümüyle birlikte ortaya çıkan uzmanlaşma
da sınıf örgütünde yabancılaşma açısından oldukça önemli durumlar meydana
getirebilir (Tannenbaum 1978: 3). Örgüt yapısında farklı konumlarda bulunan
öğrencilerin farklı biçimlerde ödüllendirilmeleri, işbölümü olgusunun kaçınılmaz bir
sonucu (Toprakçı 2004: 184) olup; aynı zamanda, sınıf örgütünde yabancılaşma
sürecini hızlandırıcı bir özelliğe sahiptir.
2.2.5. İNANÇ VE TUTUMLAR
İnançlar, bireylerin kendi dünyalarının bir yönü ile ilgili algıların ve
tanımların meydana getirdiği sürekli duygular ağıdır. İnançlar; bilgi, kanaat ve imanı
kapsayan psikolojik bir olaydır. İnançlar, çoğu durumlarda bireysel ilkelerin kaynağı
hâline gelirler. İnsanlar bilgi, kanaat ve inançlarını açığa vurmak istedikleri zaman,
bunu davranış ve tutumları ile belli etmeye çalışırlar (Eren 2006: 173). Tutum ise,
bireylerin belirli objelere karşı, geçirdiği çeşitli deneyimler sonucu düzenli bir tavır
alışları, davranış biçimleridir. Bireysel tutumlar, bireyin yetişme tarzı ve yaşam boyu
geçirilen deneyimler sonucu oluşmakta ve bireyi diğer bireylerden ayıran özellikler
arasında yer almaktadır (Özkalp ve Kırel 1996: 93).
Ana-baba, öğrencilerin oluşturdukları tutumların ilk kaynağıdır. Arkadaş
çevresi de aynı şekilde tutum oluşumuna etki eder. Müziğe, giyim ve saç biçimine,
davranış tarzına ve bunun gibi birçok tutum objesine yönelik tutumlar, arkadaş
çevresinden etkilenir (Kağıtçıbaşı 2004: 120). İnanç ve tutumların birbirlerinden
ayrılan önemli bir yönü vardır. Tutumlar öğrenci davranışlarında lehte veya aleyhte
olarak yorumlanabildikleri hâlde; inançlar hakkında böyle bir yargılama yapılamaz.
Yani inançlar yansız ve nötrdürler. Tutumlar dayandıkları inanç ve değer yargıları
70
devam ettikçe, devamlılıklarını sürdürürler. Bütün tutumlarda, ilgili konu hakkında
gerekli inançlar da bulunur; bununla beraber, belirli bir tutum içinde mutlaka bütün
inançların varlığı söylenemez (Eren 2006: 174).
Sosyal bilimcilerin paylaştıkları kanıya göre, toplumsal birliğin ve
bütünleşmenin gerçekleşmesi değerler ve inançlarda ortak birlik ve uyuma dayanır.
Öğrenciler, kendi değerleri ile örgütsel sistemin temsil ettiği değerler arasındaki
çatışmayı gidermek amacıyla sistemi değiştirecek kadar kendilerini yeterli
hissediyorlarsa, yabancılaşmaları uzak bir olasılıktır. Fakat bireysel düzeyde, bu
ortak değer ve inançları paylaşmayanların yabancılaşacakları öne sürülebilir.
Öğrencilerin kendi değerleriyle sınıf örgütünün ileri sürdüğü değerler arasında köklü
bir çelişki varsa ve öğrenciler hem kendilerini, hem de örgütsel sistemi bu çelişkiyi
giderecek ya da azaltacak yeterlikte ya da güçte görmüyorlarsa yabancılaşmanın
güçsüzlük, anlamsızlık ve kendine yabancılaşma boyutlarını yaşamaları olasıdır
(Alkan ve Ergil 1980: 272–273).
2.2.6. SINIFIN EKONOMİK ÖZELLİKLERİ
Çeşitli kuruluşların, belirli kuralların ışığı altında üretim, dağıtım mal ve
servislerin kullanımı ile ilgili davranış biçimlerini belirleyen ekonomi, sistem
içerisinde yer alan örgütlerin neyi, nasıl yapacağı ile üretilenlerin nasıl bir dağılım
göstereceğini belirleyen çevre, örgütün ekonomik çevresini oluşturur (Tosun 1990:
1). Russell, ekonomik etkenlerin eğitim-öğretime etkisini şu noktalar etrafında
toplamıştır (Tezcan 1997a: 77–78):
• Bir ülkenin ekonomik koşullarına göre eğitime ayırabileceği para miktarı
değişiktir. Örneğin, Batı ulusları sanayi devrimi ile varlıklı duruma
gelmeseydi, herkes için zorunlu eğitim olmazdı.
71
• Eğitimin amaçlarından birisi verimin artırılmasıdır. Verimi en yüksek
düzeye çıkarma isteği, teknik eğitim, bilimsel öğretim ve araştırmayı
geliştirmiştir. Eğitilmiş bir işçinin daha verimli, becerikli olduğu açıktır.
• Dağıtım düzeninin de eğitim üzerine etkisi var. Dağıtım düzeni, toplumun
tabakalara bölünmesini ortaya çıkarır. Tabakalı bir toplumda her tabaka
ayrı eğitimi görecektir.
• Kişiler tarafından yapılan bağışlar da eğitimi etkiler. Batı ülkelerine bazı
eski üniversiteler bağışlarla kurulmuşlardır. Kişiler servetlerini böyle
amaçlara bırakabilir. Örneğin ABD’de bağışlar seçkin varlıklılardan gelir.
Bunlar tutucu ve örgün eğitimden geçmemiş kimseler olabilmektedirler.
Bu nedenle eğitimde ilerici hareketleri geciktirir, eğitimi tutucu yaparlar.
Sınıf içi ekonomik koşulların gelişme yön ve eğilimleri, çok çeşitli nedenlerle
oluşan ekonomik değişimler sınıf örgütlerinin yapısı üzerinde önemli etkiler
yapabilmektedir (Ülgen 1993: 130). Yapılan birçok araştırma, temel gereksinimlerini
karşılamaktan yoksun bırakılan öğrencilerin saldırgan ve uyumsuz davranışlar içine
girdiklerini bulgulamıştır (Toprakçı 2004: 58). Adler’e göre, öğrencinin ailesinin
ekonomik sorunları onu doğrudan etkilemektedir. Evinde sınıf ve dersleriyle ilgili
işleri yapacak özel bir odasının olmaması, araç-gereçlere ayıracak parasının
olmaması onun sınıf içindeki performansını etkileyebilmektedir. Aile yaşamında
yoksulluk ve sıkıntı yaşayan, başka işlerin peşinden koşmaktan dolayı okula ayıracak
vakitleri olmayan çocukların cesaretlerini yitirmeleri söz konusu olmaktadır
(Toprakçı 2004: 59). Ailelerin ekonomik durumu çok iyi olan öğrenciler için de
birtakım sıkıntılar söz konusudur. Ailesi tarafından hafta içi gündüz sınıfa devam
etmenin yanında, hafta sonu dershaneye ve akşamları özel ders almaya; arta kalan
zamanda sportif veya sosyal etkinliklere katılmaya zorlanan bir öğrenci düşünelim.
Bu öğrenci, güçlü bir olasılıkla kısa bir süre sonra bedensel ve zihinsel bakımdan
yorgun düşecektir. Dolayısıyla sınıf içindeki dikkati dağılacak; etkinliklere
katılımında düşüş yaşanacak; sınıftan uzaklaşmak isteyecektir. Öğrencinin kendi
72
kendini uyarlaması olanakları çoktur, ne var ki temel gereklilikleri tatmin etmeyen
olanaklar yabancılaşmaya yol açmaktadır (Pars 1982: 104).
Aynı durum öğretmen için de söz konusudur. Chidolue’ye göre; ekonomik
yeterliğin bir göstergesi olarak öğretmen maaşı, öğretmenin tutumunu etkilediğinden
(Toprakçı 2004: 58) öğretmen maaşı ile sınıfta yabancılaşma arasında önemli bir
ilişki vardır. Maaşının düşüklüğü nedeniyle temel gereksinimlerini karşılayamayan
ve bu nedenle hafta içi sınıfta, hafta sonu ve akşamları özel ders ya da dershane ile
uğraşmak zorunda kalan bir öğretmen, bir süre sonra yorgun düşecektir. Bu
yorgunluğun sınıf içindeki yansıması, verimliliğin azalması ve sınıftan ve
öğrencilerden soğuma şeklinde olacaktır; öğretmenin performansında düşüş
gözlenecektir.
Schweitzer (1976)’e göre ekonominin seyrini ve sistemin yapısını etkileyen
öğretmen ya da öğrencinin kendini güçsüz hissetmesi veya baskıya maruz kaldığını;
etkinliklerinin yeteneksizlik olarak anlaşıldığını hissetmesi; sistemin kendini haksız
görmesi veya onlar mantıklı, mantıksız ideolojik herhangi bir sebep yüzünden sistem
tarafından karşıt veya yumuşak olarak görülmesi durumları yabancılaşma olduğunun
kanıtlarıdır (Demir 1999: 33).
Sınıf örgütünde yabancılaşmanın kaynağının değerlendirilmesinde, diğer bir
boyut da ekonomik yapının içinde yer alan kentleşme sürecidir. Kentleşme,
ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin
büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında artan oranda örgütleşme, işbölümü ve
uzmanlaşma oluşturan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere
yol açan bir nüfus birikimi sürecidir (Keleş 1993: 19-42). Kentleşmenin ortaya
çıkardığı tecrit ve güçsüzlük duygusu, öğrenciyi yabancılaştırır.(Türkdoğan 1988a:
124).
73
Başta ulaşım sistemindeki gelişme olmak üzere, kitle iletişim araçlarının
yaygınlaşması, köy yerleşme birimlerinden çok farklı görünüm ve yaşam tarzı
sergileyen “kent”lere doğru bir psikolojik çekilim ortamı yaratmaktadır. Dolayısıyla
değişmesi bir insanın ömrünü aşacak olan statüyü, kentteki olanaklarla anında
değiştirebilme umudu ve beklentisi, bu araçların da yardımı ile büsbütün
güçlenmekte ve kitleleri kent doğrultusunda yerinden oynatmaktadır (Berkay 1981:
81). Kırsal alandan kentlere göç, bireylere yeni olanaklar getirmekle birlikte, sosyal
ve kültürel sorunları da katlayarak büyütmektedir. İnsanlar, kalabalık içinde
yalnızlıklara itilerek yabancılaşmaktadırlar (Gürdoğan 1993: 31).
Bu çerçevede kırsal alanlardan gelenlerin kent yaşamına uyum problemleri
sınıf yapısında rol ve statü değişmelerini de artırmaktadır (Korkmaz 1988: 111).
Gökçe (1973: 251)’ye göre, kırsal bölgeden kendi kültürüyle kente gelen birinci
kuşak öğrenciler kentin kültürüyle uyum sağlayamamaktadır. Kırdan kente göç eden
herhangi bir ailenin mensubu olan öğrenci, hem bir bütün olarak toplumun yaşadığı
yabancılaşma ve anominin etkisi altında bulunmakta, hem de bizzat kendisi kapsamlı
derin bir anomi ve yabancılaşma ortamı içinde bulunan ve bu doğrultuda hızla
dönüşen büyük kentin yeni bir üyesi olmaktadır (Tolan 1981: 256). Bu nedenle
kentin sosyal ve kültürel yapısına uyum sağlamak, özellikle köyden kente göç eden
öğrencilerde problemli olmaktadır (Türkdoğan 1988: 194). Bu öğrenciler, iki yaşam
tarzı arasında bocalamaktadırlar. Bu ikilem yabancılaşma ve anomik durumu
beraberinde getirmektedir (Bayhan 1995: 84). Bu anlamda kentleşme, öğrenciyi
kendi yalnızlığı içine çeker; dost ve yakınlarıyla olan içten bağlılığını yitirir. Tüm
toplumsal temasları yıkılır; öğrenci güçsüz ve dayanıksız kalır. Böyle bir süreçte
öğrenciler, bastıkları zeminde kayarlar, tutunamayarak kenarlara doğru itilirler
(Türkdoğan 1988: 194). “Kalabalık içinde duyulan yalnızlık” öğrenciyi soyutlamakta
ve kent, öğrencinin duygu dünyasında bazen bir tür hapishane duygusu meydana
getirmektedir (Tosun 1990: 778).
Diğer taraftan, aralarında duygu ve heyecan bağı olmayan öğrencilerin, yine
nüfus yoğunluğunun etkisiyle, mekân üzerinde birbirlerine yakın olarak yaşamaları,
74
onlarda yarışma, sivrilme arzusu, karşılıklı olarak birbirini istismar etme, birbirinden
uzaklaşma veya çekingenlik gibi davranış özellikleri meydana getirmiştir. Pek çok
sayıda öğrencinin dar bir mekân içerisinde olmaları; aynı zamanda, sinir
gerginliklerine veya sinir hastalıklarına, parçalı bir kişilik yapısının gelişmesine
neden olmuştur (Yörükan 1968: 57–58). Kentlerin yüksek düzeydeki fiziksel ve
duygusal korumasızlığı, öğrencinin sınıf üyelerine karşı kapalı olmasına neden
olmaktadır (Akyıldız 1989: 138).
Öğrencilerin sayısı arttıkça, öğrenciler arasındaki farklılaşma da artmış;
ekonomik ve sosyal statüye, zevklere ve değerlere göre birbirinden ayrılmış olan
gruplar ortaya çıkmıştır. Diğer yandan, sayı bakımından artış sınıf içi ilişkilerin
karakterini değiştirmiştir. Öğrenciler arasındaki ilişkiler gitgide yüzeysel, geçici, kısa
süreli ve parçalı olmaya başlamıştır. Ayrıca kentin kalabalık topluluğu içinde
yaşamış olma, öğrencinin, bir yandan aile, komşuluk grupları, köy cemaati gibi
birinci dereceden grupların baskı ve kontrolünden kurtulmasına, böylece
bireyselliğini ve kişiliğini kazanmasına yol açarken; diğer yandan anomik duruma ve
kararsızlık hâli içerisinde kalması gibi bir sonuç doğurmuştur (Yörükan 1968: 57) ve
kent, deyim geçerli olduğu oranda ruhunu yitirmiştir (Tolan 1981: 259).
2.2.7. SINIFIN TEKNOLOJİK ÖZELLİKLERİ
Teknoloji, bir örgütün girdilerini çıktılarını dönüştürmede kullandığı temel
teknikler veya süreçler (Şimşek 1994: 186) olup; sınıfta yabancılaşmayı ve kişisel
eylemlerin bireysel kontrolünü etkilemektedir (Aldemir 1985: 163). Bunun yanında
teknolojinin sınıf yaşamına giren karmaşık bir güç olarak, öğretmen ve öğrencinin
bilişsel yetenekleri ile anlaşma hâlinde olduğu da tam olarak söylenemez (Özel 1992:
148).
Teknolojinin en göze çarpan yanı olan makineler, sınıf üyelerini kendi
hızlarına uymaları için peşlerinden sonu gelmez bir yarışa itmiş durumdadır.
75
Teknolojinin sınıf örgütü üzerindeki gücü büyürken, gizli ve açık tehlikeleri de hızla
artmaktadır (Gürdoğan 1993: 44). Barnet ve Müler (1976), teknoloji karşısında sınıf
üyelerinin; hayranlıkla başlayan, aşağılık duygusu ile gelişen ve tükenişle sona erme
olasılığı olan bir sürece girdiklerini belirtmektedirler (Yeniçeri 1991: 113).
Gelişen teknoloji, sınıfta bulunanları yan yana olmaktan uzaklaştırmıştır.
Öğretmen ve öğrenciler, öğretimi bütünü ile gerçekleştirebilen bireyler olmaktan
çıkmış; öğretim süreci içinde, öteki bireylerle öğretim ilişkisi olan bir bütünün
parçası hâline dönüşmüşlerdir (Gülerman 1983: 55). Teknolojinin doğal sonucu
olarak bıkkınlık, tik ve baş ağrısı gibi bazı hastalıklar, öğretmen ve öğrencinin
bilişsel ve duyuşsal varlığını kemirmesine neden olmuştur (Turan 1973: 16).
Öğretimde kullanılan araç gereçler de birer teknolojik üründür. Araç-gereç, sınıf
ortamında olması gereken ve öğrenme öğretme sürecinin vazgeçilmez ögelerini
oluşturan malzemelerden, daha etkili bir öğrenme-öğretme sürecinin yaratılmasına
katkıda bulunan teknolojik ürünlere kadar kullanılan her türlü materyali kapsar. Bu
anlamda en basit veya klâsik olarak adlandırılan kara tahta ve tebeşirden bilgisayara,
kullanılan araç ve gereçlerin kullanılma anı geldiğinde sınıfta olup olmaması
öğrenme ve öğretmenin etkililiğini belirler (Toprakçı 2004: 56-57). Sözgelimi
ilköğretim okulunda bir sınıfta fen ve teknoloji konularından biri ile ilgili deney
yapılması plânlandı. Fakat deney için gerekli araç-gereçlerden biri ya da birkaçı yok.
Bu durumda deney yapılamayacak, öğrenme-öğretme süreci sekteye uğrayacaktır.
Dolayısıyla öğrenci çaresizlik içinde kalacak ve sınıfa karşı ilgisizlik duyguları
besleyecektir. Konuya ilişkin önemli olan bir başka nokta da öğrencilerin araç-gereci
kullanma yeterliğidir. Eğer sınıf yöneticisi, var olan araç-gerecin doğru kullanımına
ilişkin gerekli bilgiyi vermemiş ise öğrencide güçsüzlük, kendini aşağı görme ve
anlamsızlık duygularının doğması kaçınılmaz olacaktır.
Öğretmenlerin bu araç gereçleri kullanma yeterliğindeki düşüklük (Toprakçı
2004: 57) de sınıf örgütünün yabancılaşması açısından önemli bir sorundur.
Teknolojik ilerlemenin gerisinde kalan ve yeni araç gereçleri kullanamayan bir
öğretmen, kendini zayıf ve çaresiz hissedip, yetersiz görebilir.
76
Böyle bir ortamda bulunan öğrenci ya da sınıf yöneticisi seçme yeteneği
olmayan, içinden gelen ve kendisinin yönlendirdiği etkinliklerde bulunamayan; olsa
olsa sabırlı, yumuşak başlı, tekdüze iş görmeye neredeyse acınası bir biçimde
alıştırılmış; ama seçmeleri azaldıkça sorumsuzluğu da artan bir insanın özelliklerine
sahip olmuştur. Sonuçta ise yalnız koşullu tepkileriyle yönetilen yaratık. Böyle
yabancılaşmış birisi için söylenecek en güzel övgü sözü şudur: “Sorun çıkarmıyor.”
(Fromm 1996: 243).
Sınıf örgütünde yabancılaşmanın kaynağının değerlendirilmesinde, diğer bir
boyut da temelinde teknolojik gelişmelerin olduğu sanayileşme sürecidir. 19.
yüzyılda buhar makinesinin icadı ile simgelenen “sanayi devrimi”, makineli fabrika
üretimi ile seri hâlde üretimi getirmiştir. Üretimin niteliğinin değişmesi toplumsal
yapıyı kökten değiştirmiştir. Üretim merkezi evden fabrikalara aktarılmış; eğitim ve
öğretimin önemi artarak, eğitimle statü elde edilmesi önem kazanmış; orta
tabakalaşma büyümüş; ulaşım ve haberleşme araçları gelişmiş, dolayısıyla sosyal
hareketlilik hızlanmıştır. Sanayi devriminin arka-plânında Rönesans, Reform ve
Aydınlanma Felsefesi, temelinde ise bilimsel ve teknolojik gelişmeler vardır (Bayhan
1995: 76). Sanayi toplumları, işbölümünün geliştiği, nüfusun arttığı, bunların sonucu
olarak da “mekanik ilişkiler”in egemenliğinin görüldüğü toplumlardır. Bu toplumlar,
karmaşık yapısının, yüzyüze ilişkilerin sınırlılığının biz duygusunu ortadan
kaldırması ve benzer nitelikleri ile günümüz insanını çepeçevre kuşatmıştır (Atalay
1984: 6).
Sınıf örgütünde gerçekleştirilen etkinliklerde kullanılan araç ve gereçlerin
öğretmen ya da öğrencilerin psikolojik ve bilişsel yapılarına etkisi; sanayi
toplumlarında ihmal edilmiş ya da gelişmelerin gerisinde kalmıştır (Carrel 1970:
251). Bu düzende eşyalar insanlardan daha kolay yönlendirildiği için, insanlara eşya
gibi davranılır. Önemli olan kişi değil, üstlenilen roldür (Bell 1976: 147). Bu durum,
insansal özelliklerden olan esnekliği de ortadan kaldırmıştır (Russel ve Russel 1979:
32).
77
Sanayi toplumundaki öğretmen ve öğrenci, geleneksel toplumlardaki
öğretmen ve öğrencilere oranla çevre baskısından daha az etkilenir ve bu anlamda
daha özgürdür. Ne var ki, taşıdığı amaçtan emin değildir. Hızlı bir sosyal değişme
geçiren toplumların bireylerine özgü olan kimlik yitirmenin yani yabancılaşmanın
anlamı işte budur (Türkdoğan 1988: 44). Bütün sanayi toplumları belli bazı ortak
değerleri aynen paylaşırlar. Bu ortak değerler şu şekilde belirtilebilir (Kerr, Dunlop,
Harbison ve Myers 1991: 93): Sanayi toplumunda bilime ve teknik bilgiye önem
verilir; dolayısıyla bilim adamlarının ve teknologların prestijleri ve maddî kazançları
yüksektir. Teknik değişmeye karşı olan tabular yıkılmıştır. Eğitim, sosyal
hareketliliğin bir koşulu olduğu için ve bilime verilen önemden ötürü en çok istenen
şeydir. Sanayileşme, esnekliği ve rekabeti şart kılar; dolayısıyla da aile, sınıf, din, ırk
ve kast temellerine oturtulmuş statü kalıplarını reddeder. Sanayi toplumu, çoğulcu
olup bünyesinde çeşitli dernekler, gruplar, birlikler ve büyük ölçekli işletmeleri
barındırır. Dolayısıyla sanayi toplumundaki öğretmen ve öğrenciler çeşitli gruplara
ve örgütlere girerler; ilişkilerde bulunurlar. Bu durum, sınıf örgütü üyelerinde
etkilerde bulunabilir. Örneğin sınıfın sonlarda gelen bir tercih yaşaması
yabancılaşmayı hızlandırabilir.
Endüstrileşmenin başlangıcından beri her sınıfta söz konusu olabilen
huzursuzluklar, zaman zaman yoğunluk kazanmış, fakat gereksinmelerinin doyumu
oranında bu huzursuzluklar en aza indirilmiştir. Ancak öğretmen ve öğrenci
gereksinmelerinin sosyal ve ekonomik yaşamdaki değişimler doğrultusunda farklılık
göstermesi, doyumsuzlukların daha değişik türde ve boyutlarda devam etmesine
neden olmaktadır. Dolayısıyla sınıfta mükemmel bir uyum sağlanması olanaklı
olmamakta ve bunun sonucu olarak da sınıf içi huzuru tehdit eden devamsızlıklar,
geç kalmalar, şikâyetler, moral bozuklukları, kavgalar, çeşitli yıpranmalar gibi
hareketler meydana gelmektedir (Bingöl 1990: 179). Levent (1990), bu yabancılaşma
ilişkisinin; öğrenci ve sınıf örgütü için, sınıf ortamından başlayarak arkadaşlık ve aile
ilişkilerine kadar, toplumla bütünleşme ve yaşama bağlanmaya kadar pek çok alana
78
yansıdığını, her düzeydeki insan ilişkilerini etkileyen bir ilişki biçimi olarak
gerçeklik kazandığını vurgulamıştır (Demir 1999: 47–48).
2.2.8. SINIFIN KÜLTÜRÜ
Tylor’a göre kültür; bilgiyi, inancı, sanatı, ahlâkı, örf ve âdetleri, bireyin bağlı
olduğu toplumun bir organı olması nedeniyle kazandığı alışkanlıklarını ve diğer
bütün hünerlerini içeren gayet karmaşık bir bütündür (Turhan 1994: 36). Sınıftaki
öğrenciler, hem kendi yararları hem de görevleri için birlikte davranmak
zorundadırlar. Birlikte davranmak, öğrencilerin aynı dili kullanmalarını; aynı inanç
ve ilkede birleşmelerini; aynı kuralları, görüşleri uygulamalarını gerektirir. Birlikte
davranan öğrenciler, bu eylemlerini yüceltici, haklı gösterici, yargılayıcı ölçüler
geliştirirler. Böylece sınıf içinde kültürel bir yapı oluşur (Başaran 1991: 241). O
hâlde sınıf örgütü bakımından örgüt kültürü, öğretmen ve öğrenciler tarafından
paylaşılan inançlar ve beklentiler bütünü olarak tanımlanabilir (Şimşek 1994: 180).
Smircisch ise örgüt kültürünü, sınıf üyelerince paylaşılan algılar, anlamlar, inançlar
ve değerler bütünü (Şişman 1994: 58) biçiminde tanımlar. Başka bir deyişle bir
örgütün temel değerlerini ve inançları ile bunları çalışanlara ileten simge, tören ve
mitolojilerin tümü (Çelik 1993: 137) olan örgütsel kültür; Moran ve Volkwein ’ın
vurguladığı gibi eylemlerde süreklilik ve davranışlarda uyum sağlar (Çelik 1993:
143); örgüte diğerlerinden farklı özellikler veren biçimleri, arıtılmış değerleri, sanat
biçimlerini, giyim ve stilleri ve daha birçok standartları birbirine bağlar. Bunlara ek
olarak, bir sınıf örgütüne kimliğini vermekten dolayı da örgüt kültürü, o öğrenciye
kendisini tanıtma ve uyum sağlama olanakları verir. Eğer öğrenci, sınıftaki
pozisyonundan hoşnut ise güven duyacak, kabul edecek ve anlayışlı davranacaktır
(Hicks 1979: 210).
79
Bir sınıftaki öğrenci, tüm kişilik nitelikleriyle birlikte kültürel değer sistemini
de beraberinde getirir ve karar ve davranışlarını bu sisteme göre oluşturur. Ancak her
sınıfın da kendine özgü bir kültürü vardır. Bu nedenle örgüt üyelerinin kültürü ile
kendi oluşturduğu kültür arasında bir temas ve çatışma alanı oluşabilir. Sınıf, kendi
amaçlarına en etkili ve en verimli bir biçimde hizmet edecek kültürel sistemin gerekli
kıldığı bir uygulama düzenini üyelerine kabul ettirmeye çalışırken, üyeler de kendi
değer sistemine uygun bir düzeni uygulamaya çaba harcayarak ona karşı direnerek ve
böylece, mikro anlamda bir çatışma mekanizması harekete geçecektir (Tosun 1990:
147). Buradan yola çıkarak denilebilir ki, sınıftaki öğrencilerin örgütsel
davranışlarında, o sınıf örgütünde baskın olan değerler, normlar, inançlar, gelenek ve
töreler, törenler ve toplantılar ve örgütle ilgili semboller önemli rol oynamaktadır
(Arslan, Kuru ve Satıcı 2005: 450).
Konuya ilişkin önemli olan bir başka nokta ise sınıf yapısındaki kültürel
değişimdir. Ogburn’a göre, kültürün birbiriyle ilişkili iki parçasından birisi, diğeri
değişmeden değişirse veya ondan fazla değişir ve aralarında uyumsuzluk olursa
“kültürel gecikme” (Cultural lag) meydana gelmektedir (Appelbaum tarihsiz: 57).
Sınıf örgütü kültürünün değişmesinde en ideal olan, serbest kültür değişmesine göre
değişimin meydana gelmesidir. Çünkü serbest kültür değişmesinde “kültürün
seçiciliği” vardır. Kültür, yeni karşılaştığı kültür ögelerini, gereksinimine yanıt
verdiği çerçevede fonksiyonlarına göre seçmektedir. Dolayısıyla kültür değişmesi
sürecinde yeni kültürel ögeleri özümseme ve uyum kendiliğinden olduğundan
yabancılaşma daha az olmaktadır (Bayhan 1995: 101).
Değişim özellikle de köklü değişimler, her zaman sancılı olur ve sosyal
bunalımlar doğurur (Bayhan 1995: 50). Bu köklü dönüşüm içerisinde öğrenciler,
büyük bir uyumsuzluk bunalımı ve giderek kargaşa içine sürüklenmişlerdir.
Öğrenciler, hangi norm ve değerleri davranışlarına yansıtacaklarını bilemez hâle
gelmişlerdir (Tolan 1981: 249). Sınıfın örgütünün yapısının niteliği, değişme
sürecinde yeniden bütünleşme ve uyum düzeyine bağlıdır. Öğrencilerin, sınıf
örgütünün kültürüne uyum sağlaması gereklidir. Öğrencilerin, örgüt kültüründeki
80
değişimi, toplumsal ve kültürel yapının gereksinimi oranında özümsemesi
“bütünleşme”ye; değişmenin benimsenmemesi ve var olan yapıyla çatışması ise,
“çözülme”ye neden olmaktadır (Bayhan 1995: 111–112).
Bütünleşme olmaksızın öğrenciler, davranış model ve rollerini yeterince
gerçekleştiremezler. Dolayısıyla sınıf eşgüdümünü yitirir ve sonuçta sınıf örgütü
çözülür (Fichter tarihsiz: 205). Çözülme, sınıftaki örgütsel ilişkilerin bütünlüğü
çözecek şekilde çözülmesidir (Bilgiseven 1986: 297–298). Başka bir deyişle sınıftaki
dengenin bozularak düzensizliğin ve kararsızlığın baş göstermesine sınıf örgütünün
yapısı açısından çözülme denir (Eroğlu 1995: 128). Çözülme sonucunda sınıf üyeleri
arasında suç, şiddet, alkolizm, zihinsel hastalıklar ve intihar gibi bazı problemler
gözlenebilir (Kızılçelik ve Erjem 1992: 371).
Sınıf örgütünde gerçekleşebilecek bir çözülme, öğrenciyi referans
çevresinden koparır. Bu çözülme bir yandan öğrencinin kişiliğinin saydamlaşması ve
belirginleşmesi sonucunu doğurabilir; ama diğer yandan da, kendini çevreleyen
insanlar karşısında bir dışsallık, yalnızlık duygusuna kapılmasına yol açabilir. Bu
durumda yabancılaşma söz konusudur (Tolan 1981: 308). Illich (1998: 43), kültürün
etkisiyle gerçekleşen yabancılaşmanın, ekonomi kaynaklı yabancılaşmaya oranla
daha kötü olduğunu vurgulamaktadır.
3. ÜÇÜNCÜ ALT PROBLEME İLİŞKİN BULGULAR VE YORUM
Bu bölümde, “Sınıf örgütünde yabancılaşmanın yaşanma biçimleri
(sonuçları) nelerdir?” şeklinde ifade edilen üçüncü alt probleme yanıt verilmeye
çalışılmıştır.
3.1. SINIF ÖRGÜTÜNDE YABANCILAŞMANIN YAŞANMA
BİÇİMLERİ (BOYUTLARI)
81
Nef’e göre, yabancılaşmanın sınıf örgütünde doğurduğu genel sonuçlar;
doyumsuzluk, iletişim sorunu, sorumluluk ve karar almadan kaçış, bürokrasi
sempatisi, yenilik korkusu, sürekli şikâyet durumu, yakın iletişimi yük olarak
algılama şeklinde sıralanabilir. Nef, buna bağlı olarak yabancılaşmış sınıf üyelerinde
gözlenen başlıca kişilik özelliklerini ise yaratıcılığın yok olması, zihinsel
bozukluklar, toplumsal ilişkilerden kaçınma, yaşama karşı ilgisizlik, uyuşturucu ve
intihar eğilimi, düzensiz yaşam ve kötü ilişkiler, sınıfın ve toplumun değer
yargılarına-normlarına ilgisizlik ya da karşıtlık, aşırı bencillik, boyun eğme,
teslimiyetçilik, sorgulamaksızın kabullenme ve kadercilik olarak sıralamıştır (Nef
1980: 86). Öğrenci, yabancılaşma sonucunda sıkılmakta, yaptığı etkinliklerden zevk
alamamakta ve bu kısır döngü onu tüketmektedir. Yabancılaşma sonucunda öğrenci;
“kendini kendi güçlerinin, kendi zenginliğinin etkin yaratıcısı olarak değil de,
dışındaki güçlere bağımlı, canlı özünü bu güçlere yansıtmış, yoksunlaşmış bir nesne
olarak algılar.” (Fromm 1996: 119). Bir sınıftaki öğrenciler, örgütlerinin kurallarını
yeniden düzenlemek veya gözden geçirmek istediklerinde ve bu sonuca ulaşmada
kendi davranışlarının hiç veya çok az sayılabilecek düzeyde etkili olacağını
düşündüklerinde, onların bulundukları sınıfa yabancılaştıkları söylenebilir (Aldemir
1983: 67). Yabancılaşan öğrenci bir süre sonra a) Eğitim-öğretim sürecini ilgisiz
başka amaçlara ulaşma yolu olarak değerlendirmeye başlayabilir. Bir başka deyişle,
o sınıf ve eğitim-öğretim süreci onun için birincil önemini yitirmiştir, b) Rolüne
göre, kendine verdiği değer bakımından, kendi yeterliliğine güvenemez hâle
gelebilmiştir, c) Örgütsel amaçlara bağlılığı azalır ya da yok olabilir. O zaman o
sınıfın adına değer vererek, verimliliğiyle ilgilenme gibi bir duygu, kaygı veya
davranıştan da uzaklaşabilir (Varol 1993: 101). Kendine verdiği örgütsel ve
toplumsal konumu, saygınlığı reddeder. Sınıfın yönetimine, toplumsal etkinliklerine,
görevi dışındaki işlere arkasını dönmüştür. Sınıfı ile gurur duymaz. Kendine sınıf
örgütü dışında doyum kaynakları arar (Başaran 1991: 208).
Yabancılaşmış öğrencide gözlemlenen belirgin özelliklerden birisi,
yaratıcılığının yok olmasıdır. Yaratıcılığı yok olmuş öğrencinin, sınıfın verimliliğini
olumsuz yönde etkileyebilmesi için sınıf örgütünün öğrenciden yaratıcılık beklemesi
82
gerekir. Sınıf, yoğun etkinliklerde bulunuyorsa öğrencilerin işe kendilerinden bir
şeyler katıp, bir ürün ortaya koymasına, öğrencinin potansiyel gücünü ve
yaratıcılığını kullanmasına, sınıfın büyük gereksinmesi olacaktır. Yabancılaşmış
öğrencide gözlemlenen diğer bir belirgin özellikse zihinsel bozukluktur. Zihinsel
bozukluklar, daha çok öğrencinin sınıfla uyum içinde olmamasından, insanî
ilişkilerin azlığından; yalnızlık, güçsüzlük ve çaresizlik içinde bulunmasından
kaynaklanır (Aybar 1995: 137–138). Yabancılaşmış öğrenci kendisini
arkadaşlarından ayrılmış, devamlı onlarla bir ilişki içinde bulunmayan ve onlara
bağlı olmayan bir “yalnız ada” gibi görebilmekte ve bir tür tecrit olgusunu kabul
etmiş görünmektedir. Öğrencinin ilgisi zayıf, yaşamını anlamsız buluyor, kendisini
diğer insanlara göre herhangi bir şey yapmayan biri olarak görüyor ve “Ben kimim?”
sorusuna cevap vermek için zor geliyorsa; bu durumda bireysel bakımdan izole
olmuşluk ve yabancılaşma doğmuş demektir (Şimşek, Akgemci ve Çelik 2001: 205).
Modern yaşamın yabancılaşan öğrencisinde, şiddetli biçimde tanık olunan bir
başka şeyin bireysel ve yığınsal yalnızlık, sıcak ilişkiler yoksunluğu ve diyalog
kopukluğu olduğu söylenebilir (Kılıç 1984: 28–29). Makinenin kölesi olan birey,
kısa bir süre sonra, kendisi de makine olur çıkar (Guenon 1990: 77). Buradan,
“sınıfta yabancılaşma” ya da yabancılaştırılma oluşumuna her karşı çıkışın, sınıf
üyelerini birbirine kenetleyici bir “esprit”yi ilk sırada olmak üzere bünyesinde
taşınması zorunluluğu çıkmaktadır (Kılıç 1984: 29).
Seeman, yaptığı araştırmalar sonucunda, yabancılaşmanın beş boyutu
olduğunu vurgulamıştır. Bunlar güçsüzlük, anlamsızlık, normsuzluk, yalıtılmışlık ve
kendine yabancılaşmadır (Ergil 1980; Tolan 1981; Demirer ve Özbudun 1998).
Şimdi bunları daha yakından irdeleyelim.
3.1.1. GÜÇSÜZLÜK (POWERLESSNESS)
83
Öğrencinin, kendi davranışının istediği sonuçları elde edemeyeceğine ya da
aradığı desteği bulamayacağına ilişkin olumsuz algılamasından, beklentisinden
kaynaklanan duygudur (Ergil 1980: 77). Güçsüzlük, öğrencilerin kendi kaderlerini
kontrol etmekte karşılaştıkları başarısızlık derecesi ile yakın bir ilişki içindedir
(Şimşek, Akgemci ve Çelik 2001: 205). Bu duygu öğrencinin yalnız başına bir şey
yapamayacağı, başaramayacağı duygusu olarak da tanımlanabilir (Tolan 1983: 302).
Mau (1992)’ya göre ise güçsüzlük, öğrencinin belli hedeflere çok fazla değer
yüklemesini, ama bu hedefleri başarabilme konusunda beklentilerinin az olması
durumunu ifade etmektedir. Örneğin yüksek not almaya fazla değer yükleyip, başarı
notları zayıf olan öğrenciler güçsüzlük hissederler. Kendini güçsüz hisseden
öğrenciler ise dersi bölmek veya karşı gelmek gibi davranışlar göstermektedir
(Sanberk 2003: 34).
Seeman’a göre, yabancılaşmanın bu ögesi, öğrencinin kapitalist toplumdaki
durumuna ilişkin Marxist görüşte ortaya çıktığı hâliyle yabancılaşma nosyonunu
verir. Burada, öğrenci karar ayrıcalığı ve araçları sınıf yöneticisi tarafından
sahiplenilecek ölçüde yabancılaşmıştır. Yabancılaşmanın bu varyantı, öğrencinin
kendi davranışının aradığı sonuçları ya da destekleri belirlemeyeceği beklentisi ya da
olasılığı olarak düşünülebilir (Demirer ve Özbudun 1998: 39). Pearlin uyguladığı
yabancılaşma çalışmasında, güçsüzlüğün yabancılaşmada etkili olduğunu
gözlemlemiş; bunun nedeninin ise, yönetsel kurallardaki eksiklikten veya yönetim
alanının büyüklüğünden kaynaklandığı sonucuna ulaşmıştır (Şimşek, Akgemci ve
Çelik 2001: 205).
3.1.2. ANLAMSIZLIK (MEANINGLESSNESS)
Öğrencinin davranış sonuçlarını yorumlayan ve yargıda bulunmasını sağlayan
kesin bir inanç sisteminin eksikliği olarak tanımlanır (Türkdoğan 1985: 59). Yani
bireysel ve toplumsal olayları anlayamama duygusudur (Başaran 1992: 229).
84
G. Victor’a göre, sınıfta, karar vermek için gerekli ölçünün açık olmadığı
(Şimşek, Akgemci ve Çelik 2001: 205) ve öğrencinin neye inanması gerektiği
konusunda net bulunmadığı durumlarda anlamsızlık boyutunda yabancılaşmadan söz
edilebilir. Seeman’a göre, öğrenci alternatif yorumlar konusunda seçim
yapamamakta; çünkü işlevsel akıcılıktaki artış ve uzmanlaşma ve eğitim-öğretim
süreci üzerindeki vurgusu böylesi bir seçimi olanaksızlaştırmaktadır (Demirer ve
Özbudun 1998: 39–40).
Mau (1992)’ya göre yabancılaşmanın bu boyutunda, öğrenciler, bazı derslerin
içeriklerinin gelecek açısından hiçbir işe yaramayacağını düşünmektedirler. On beş
yaşındaki bir öğrenci “Okulun saçma olduğunu, çünkü eski çağ tarihi gibi şeylerin
hiçbir işe yaramayacağını” söylemiştir. Dahası, sınıftaki etkinlikleri gelecekteki
etkinliklerle ilişkilendiremeyen öğrenci, daha çok anlamsızlık hissetmektedir
(Sanberk 2003: 35).
3.1.3. ANOMİ-NORMSUZLUK (NORMLESSNESS)
Anomi (anomie) kavramını ilk defa Grekçe aslından alıp kullanan Emile
Durkheim olmuştur (Sezal 1991: 22). Durkheim dâhil bütün sosyologlar “anomi” yi
bir grup ya da toplum üyelerinin nerede, nasıl ve ne şekilde hareket etmelerini
belirleyen normların veya sosyal kuralların saygınlık ve etkinliklerinin azalması;
normlara olan bağlılığın zayıflaması sonucu bireylerin bir çeşit başıboşluk,
düzensizlik, kargaşa, kararsızlık, karamsarlık ve belirsizlik içine düşmelerini ifade
eden bir kavram olarak görmektedirler (Erdoğmuş 1985: 163). Kelime anlamı,
“normsuzluk” ya da “kuralsızlık” olan “anomi”; birey ve toplum yaşamındaki
bunalımlı bir durumu ifade eder. Dolayısıyla, “anomi” toplumda ya da bireyde ölçü
ve değerlerin çökmesi ya da amaç ve ülkü yoksunluğu sonucunda oluşan dengesizlik
durumudur (AnaBritannica 1993: 324). Seeman; kolektif standartların disipline edici
etkisi zaafa uğradığında ve kültürel olarak öngörülmüş hedeflerin elde edilebilmeleri
için gerekli amaçlarla örtüşmediği durumlarda, anomi ve normsuzluğun, kültürel
bakımdan meşru olsun olmasın, teknik bakımdan en etkili işlemin kurumsal olarak
85
öngörülen davranışın yerini alacağı ölçüde gelişeceğini söyler (Demirer ve Özbudun
1998: 40–41).
Normsuzluk, bireysel davranış üzerindeki sosyal normların gücünü
düzenlemede beliren bozulmalardır. Yani sınıf örgütünde bulunan öğrencilerin,
örgütün belirlediği kurallara ve normlara karşı ilgisiz kalmaları, onları
benimsememeleri hâlidir. Böylece kabul edilmiş kurallardan öğrencilerin soğuması,
ilgisiz kalması yabancılaşmanın bir anlamını gösterir (Urick 1970: 8). Mau (1992)’ya
göre; sınıf bağlamında normsuzluk, öğrencilerin sınıf yöneticisinin kendileri yerine
karar vermesine karşı çıkma şeklindedir. Not verme ile öğrenciler akademik
farklılığın göz önünde tutulduğu bir sınıflama içerisine sokuluyorlar. Toplumsal
karşılaştırma süreci ile kenarda kalan öğrenciler, sınıf yapısına ve bütününe karşı
bağlanma duygusu geliştiremiyorlar. Bu öğrencilerin çoğu, sınıf kurallarını izlemek
olan öğrencilik rolleriyle derslere katılma ve verilen ödevleri yerine getirme gibi
kuralları kabul etmemektedirler. Okul ve sınıf kurallarını önemsiz, gereksiz olarak
görmektedirler (Sanberk 2003: 36).
Cohen’e göre, yönetim duygusundaki eksiklik ya da davranışlara egemen
olan toplumsal standartlardaki bozulma, anomiyi oluşturur (Mutlu 1984: 82).
Merton’a göre, anomi, kültürel amaçlar ve bu amaçlara ulaşmayı sağlayacak
kurumsal araçlar arasındaki kopukluğun bir sonucudur (Poloma 1993: 38). Parsons’a
göre ise, toplumun bireye önerdiği amaçlar (değerler) ile bireyin sahip olduğu araçlar
(kurallar) arasındaki uyumsuzluk anomiye neden olmaktadır. Değer-kural çatışması
bağlamında amaç-araç çatışmasının meydana getirdiği anominin en olası biçimi,
bireylerin ulaşmayı arzuladıkları amaçlara uygun araçlara sahip olmaması
durumudur. Bir başka olasılık ise, belli amaçların haklı çıkardığı araçların bireyin
gözünde açıklığa kavuşmamış olmasıdır. Anominin bir üçüncü biçimi de asıl
amaçlarla, kurumsal amaçlar arasındaki uyumsuzluğun bireylerin gözünde açık bir
duruma gelmesidir (Özkök 1985: 92). Başka bir deyişle anomi, hızlı toplumsal
dönüşüm dönemlerinde değerler sistemi ve normatif yapının; toplumsal yapı ile ilişki
ve uyumunun bozulması ve sınıf üyelerinin davranış, düşünce ve eylemleri
86
üzerindeki belirleyici ve yönlendirici niteliğinin yitirilmesi (Tolan 1981: 171);
toplumsal ilişkileri düzenleyen kural ve değerlerin aşınmasının doğurduğu karmaşa
ve kuralsızlık (Demir ve Acar 1993: 30) durumudur. Kuralsızlığı ise toplumsal
normların belirlediği başarı hedeflerine ulaşabilmek için toplum dışı davranışlara
yönelinmesi olgusu doğurmaktadır (Şimşek, Akgemci ve Çelik 2001: 205).
3.1.4. YALITILMIŞLIK (ISOLATION)
Jong ve Gierveld (1987)’a göre yalıtılmışlık olgusu; sınıf örgütlerindeki
işbölümü, uzmanlaşma ve belirlenen yerde belirli bir işi belirli bir sürede tamamlama
zorunluluğunun ortaya çıkardığı doğal bir sonuçtur. İki türlü yalıtılmışlık söz konusu
olur. Birincisi, öğrencinin diğer öğrencilerden ayrı ve fiziksel olarak uzak bir yerde
bulunması durumudur. İkincisi ise, öğrenci sınıf içerisindedir, kalabalık arasında
bulunmaktadır; ancak iletişim kurmaya ve ilişkide bulunmaya olanak ya da zaman
bulamamaktadır (Yeniçeri 1991: 108–109).
Genel olarak yalıtılmışlık duygusu, temel yerleşik değer ve kuralları
benimsememiş ya da kısmen benimsemiş olan öğrencilerce duyulur (Alkan ve Ergil
1980: 254). Başka bir deyişle, toplum tarafından özellikle yüksek değer verilen
şeylere, öğrencilerin düşük ödül değeri vermelerinden doğan sonuçtur (Ergil 1980:
77). Seeman, yalıtılmış anlamdaki yabancılaşmışlığı, verili bir toplumda tipik olarak
yüksek sayılan inanç ya da hedeflere düşük ödül değeri vermeyle tanımlar (Demirer
ve Özbudun 1998: 41). Yalıtılmışlık durumu, ortaya yalnızlık duygusunu
çıkarmaktadır. Bu koşullarda öğrenciler, sınıfla bütünleşme sağlayamamakta, pasif
bir kişilik geliştirmekte ve yabancılaştırmaktadırlar. Kendilerini sosyal açıdan
yalıtmış öğrenciler, yalnızlığı severler ve etkinliklere katılmazlar. Fakat Mau
(1992)’ya göre, derslere düzenli bir şekilde katılım gösterdiklerinden, genelde sınıf
yöneticisi onları yabancılaşmış olarak kabul etmez. Kısaca, sosyal uzaklaşmış
87
öğrenciler, sınıfı karmaşık ve hoşgörüsüz, hayal kırıklıklarına uğradıkları bir mekân
olarak algılamaktadırlar. Birçoğu evde kalmayı, sahile gitmeyi ya da arkadaşlarıyla
dışarıda olmayı tercih etmektedir (Yeniçeri 1991: 108-109; Sanberk 2003: 36).
3.1.5.KENDİNE YABANCILAŞMA (SELF-ESTRANGEMENT)
Geyer ve Schweitzer (1976)’a göre modern yaşamdaki sınıf örgütünde,
sadece güçsüzlük, anlamsızlık, kuralsızlık ve yalıtılmışlık değil; kendine
yabancılaşma da sınıfta yabancılaşmanın başlıca boyutlarındandır (Demir 1999: 38).
Öğrencinin davranışlarının, kendinin geliştirdiği gerçek değer, düzgü, gereksinme ve
isteklerine dayanmaması hâlidir (Başaran 1992: 229). Yani öğrencinin kendi yetenek
ve özgüçlerini kendisi dışında, kendine yabancı görmesi olarak betimlenebilir (Tolan
1983: 303). Başka bir deyişle kendine yabancılaşma, öğrencinin şimdiki durumunun,
örgütsel koşulların daha elverişli olacağı ideal bir durumdan daha kötü olduğuna
inanmasından kaynaklanan duygu (Ergil 1980: 77); son tahlilde sınıf örgütünün
koşullarının farklı olması durumunda, olabileceğinden daha az bir şey olmaktır
(Demirer ve Özbudun 1998: 41). Sınıf örgütü bağlamında “kendine yabancılaşma”,
öğrencinin bir süreç içinde öz benliğine soğuması ile ilgili olup, yaşamını kendine
tatsız kılacak ve uyum zorlukları doğurabilecek bir yapıya bürünmesidir (Şimşek,
Akgemci ve Çelik 2001: 206).
4. DÖRDÜNCÜ ALT PROBLEME İLİŞKİN BULGULAR VE YORUM
Bu bölümde, “Sınıf örgütünde yabancılaşmayı önlemek için yapılması
gerekenler nelerdir?” şeklinde ifade edilen dördüncü alt probleme yanıt verilmeye
çalışılmıştır.
4.1. SINIF ÖRGÜTÜNDE YABANCILAŞMANIN AZALTILMASI
88
Yabancılaşma, her toplumda ve her çağda vardır. Çünkü her dönemde
durumlarından hoşnut olmayan birey ve gruplar vardır ve olacaktır. Dolayısıyla, bu
gruplar var oldukça tartışma, yabancılaşmanın varlığı ve yokluğu alanında değil,
derecesi veya yoğunluğu ve toplum katları arasında nasıl dağıldığı alanında olmalıdır
(Ergil 1979: 253). Yabancılaşma olgusunu, J. J. Rousseau’nun insanı doğal
çevresinden kopmuş olarak göstermesi fikrine kadar götürmek olanaklıdır (Sezal
1991: 135). 19. yüzyılın ikinci yarılarına doğru Kierkegaard (1813–1855), 20. yy.
medeniyetinin temel özelliklerinin “yabancılaşma” ve “insana soğuma” olacağını, bir
sismograf duyarlılığıyla haber veriyor; dahası, çelişkili bir dünyanın bunalımını
kendinde yaşayarak, kendisine, “bir evin çatı katında oturan, üstelik evin çökmesinin
yakın olduğunu bilen bir insan” diyordu (Kılıç 1984: 31). Pappenheim (2002) ise
yabancılaşmanın daha baştan modern yaşamın bütün alanlarında kendini belli
ettiğini, varlığının sadece yakın tarihin bazı rastlantıları sonucu olmayıp, çağımızın
temel yönelimlerinden birini örneklediğini gösteren önemli gelişmeleri göz ardı
etmemize neden olacağını belirtmektedir (Sanberk 2003: 3).
Lewis’e göre, yabancılaşma kavramı, öyle bulanık bir anlamda kullanılıyor
ki, neredeyse herkesin dilinden düşmeyen basit bir sözcük olup çıkmıştır ve bu bir
şanssızlıktır. Çünkü sözcük, çok anlamlı bir sınıf yaşantısına gönderme yapmaktadır.
Bu yaşantı, bir hüzün, bir zihin perişanlığı; bir şaşkınlık ve bir yoğun yalnızlık
duygusudur, üstelik kaçınılmaz bir olgudur da. Terim sonradan gelse de, yanlış
kullanılmış olsa da, gösterdiği şey yine olduğu gibi durmaktadır (1987: 59).
Günümüzde sosyolojik ve psikolojik literatürün geniş bir bölümü, ilişkilerin
parçalanmaları sonucu doğan yabancılaşmaya ayrılmıştır. Varoluşçulukta ve öğrenci
ayaklanmalarının temelinde, bu parçalanmalar yatmaktadır (Toffler 1981: 90; Meriç
2006: 515–516). Kitle hareketlerinin taraftar çekmesi ve bu taraftarları elinde tutması
onun ortaya koyduğu doktrinin gücünden değil; fakat endişeler, olanaksızlıklar ve
anlamsızlıklar içindeki yaşamından kurtulmak isteyen öğrencilere sığınacak bir yer
teklif etmesinden dolayıdır (Hoffer 1993: 62–63). Yabancılaşmanın var olduğu bir
sınıfta, öğrenciler, hem onları birleştiren hem de ayıran ortak bir dünyadan yoksun,
89
ya umutsuz bir terk edilmişlik içinde ayrı düşmüş ya da bir araya getirilmiş
insanlardan oluşan bir yığın söz konusudur (Arendt 1996: 235).
Bugün, sınıfın amacına ulaşabilmesinde ve öğrencilerin verimliliğinin
artırılabilmesinde, yabancılaşma olgusunun kontrol altına alınarak amaçlar
doğrultusunda önlenmesinin/azaltılmasının yaşamsal önemi olduğu konusu artık
tartışılmamaktadır. Tartışmalar, bu olguyu, en uygun şekilde yönetmenin nasıl
olması gerektiği noktasında yoğunlaşmış bulunmaktadır. Aslında denilebilir ki, bu
olgu denetim altına alınmaz ve belirli sınırlar içerisinde önlenmez/azaltılmaz ise,
sınıfın diğer hiçbir sorununa çözüm getirilemez (Yeniçeri 1991: 2).
Yabancılaşmanın özüne ilişkin görüşün farklı olmasına bağlı olarak,
yabancılaşmanın üstesinden gelmek için önerilen araçlar da farklılaşmaktadır.
Yabancılaşmayı “psikolojik” bir olgu olarak görenler, “koşullar”daki herhangi bir
dışsal değişimin önemini ve hatta sorunla ilgisini tartışma konusu yapmaktadırlar ve
öğrencinin moral çabasının öz benlik içindeki bir devrimin tek tedavi yolu olduğunu
öne sürmektedirler. Yabancılaşmayı nevrotik bir fenomen olarak kabul edenler de
psikanalitik bir tedavi önermekte oldukça tutarlıdırlar (Marksist Düşünce Sözlüğü
2002: 626). Yabancılaşma ile mücadelenin başarı şansı, “insan doğası” ve “insan
özü” gibi tarih dışı soyut kavramlarla değil, devamlı evrimleşen gerçek toplumsal
koşulların biçimlendirdiği insan varlığının olanaklarıyla ölçülebilir (Tolan 1981:
209).
Mandel ve Novack (1975: 125)’a göre, yabancılaşma, insanın yaptığı her şey
gibi yine insan tarafından yıkılabilir. Lefebvre (1986: 8–10) ise, yabancılaşmanın
kaynağının din olduğunu belirttikten sonra yabancılaşmanın yıkılmasının, dinin
ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabileceğini savunmaktadır. Amerikalı sosyolog
White’a göre ise yabancılaşma, farklılaşmadan doğan kopma, bölünme ve
parçalanmanın kontrol altına alınmasına yönelik toplumsal bütünleşme
mekanizmalarının gelişmesiyle ortadan kalkacak olan geçici bir olaydır (Tolan 1981:
208). Öyle olmakla beraber Weisskopf’a göre gerçek, yabancılaşmanın tam olarak
ortadan kaldırılamayacağıdır. İnsan olmak demek yabancılaşmak demektir. Hiçbir
90
koşul altında insan, potansiyellerinin tamamını gerçekleştirebileceği bir varoluşu
başaramaz (1996: 22).
Tezcan’a göre, toplumda sosyo-ekonomik reformların gerçekleştirilmesi,
plânlı kalkınma, bürokrasinin azaltılması, gençliğe sorumluluk verilmesi, iletişimin
yoğunlaştırılması; kitle iletişim araçlarıyla gelen yabancı kültürün etkisine karşılık,
gençliğe ulusal kültürü geniş ölçüde aşılamak, öğretmek ve benimsetmek; yeni
kuşakların doğru ve hakça olana yönlendirilmesi sınıfta yabancılaşmayı da belirli
ölçülerde azaltacaktır (1991: 230–231). Bayhan’a göre ise yabancılaşma boyutlarının
önlenebilmesi, bilimin insanlaştırılmasıyla olanaklı olabilir. “Bilimi yaratan insan ve
insan aklıdır. Dolayısıyla bilimi bir idol hâline getirip, ayrı bir nesne imiş gibi bütün
yükü bilime yüklemek bir paradokstur. Bilimi ve teknolojiyi üreten insan olduğu için
insanın bilimi kendisi, toplum ve dünya için olumlu gelişmeler sağlamak
çerçevesinde geliştirilmesi ve kullanması, insanın var kalması için gerekli olan ve
olması gereken amaç olmalıdır” (1995: 59). Erkal’a göre ise, toplumlar üretim
sürecinde yer alan üretim aracı olmasının üstünde insanı insan olarak görürlerse,
yabancılaşma ve onun doğurduğu toplumsal hastalıklardan da korunabilirler (1984:
130)
Tolan ise konuya ilişkin şunları söylemektedir: “Bir kez yabancılaşmanın
belirmesini önlemek için, gelişmenin getirdiklerinden vazgeçmenin sağlıklı ve
gerçek bir çözüm olmadığı açıktır. Gelişmeyi yabancılaşmaya bağlayan diyalektik
bağın bilincinde olmak kaydıyla, en az yabancılaşmayla en fazla ilerlemeyi denemek
zorundayız, bu da ancak, toplumsal plânlamanın geliştirilmesi, anarşinin de
minimum bir düzeye indirilmesi yoluyla gerçekleştirilebilir.” (1981: 208).
Bütün bu bilgilerin ışığında, sınıfta yabancılaşmanın önlenmesi,
çözümlenmesi veya işlevsel hâle getirilmesinde alınabilecek başlıca önlemler
aşağıdaki gibi sıralanabilir (Toffler 1989; Reward 1989; Aybar 1995):
91
• Yabancılaşmaya ilişkin program ve stratejik politikalar üretilmelidir.
• Öğrencileri birbirine bağlayan ortak değerleri geliştirmek, toplumsal
işbirliği ve dayanışmayı gerçekleştirmek,
• Yabancılaşmaya yol açabilecek çevresel ve örgütsel etmenler bir ekip
tarafından sürekli analiz edilmelidir.
• Öğrenci ya da öğretmeni yabancılaştıran toplumsal değerler ve çevresel
faktörleri ortadan kaldırmaya gayret etmek,
• Bireysel amaçlarla toplumsal amaçlar arasında uyum sağlamak,
• Sağlam yapılı aileler oluşturmak,
• İnsanın özgünlüğünü, farklılığını yok etmeyen, onu taklitçiliğe itmeyen,
düşünmeye, kendini geliştirmeye ve gerçekleştirmeye yönelten bir eğitim
sistemi oluşturmak,
• Toplumsal değişmeleri, özellikle kültürel değişmeleri doğal seyrinde
yapmak veya hızlı değişimler gerekiyorsa toplumu hazırlayarak ve
toplumsal katılımı sağlayarak değişimleri gerçekleştirmek,
• Hızlı, sağlıksız ve alt yapısız kentleşmenin önüne geçmek,
• Adil bir disiplin anlayışı sergilemek,
• Yabancılaşmaya ilişkin bir erken uyarı sistemi kurulmalıdır. Görsel his ve
ön sezi sahibi olan bir örgüt yöneticisi, yabancılaşmaya ilişkin erken uyarı
sinyallerini rahatça alıp, bu yönde etkinlik sağlayacak sistemler
geliştirmelidir.
92
• İşbölümünde işi aşırı bölme yerine anlamlı parçalara ayırma,
• Gerektiğinde iş rotasyonu yapma,
• İnsanlara kendilerini geliştirme ve gerçekleştirme olanağı sağlama,
yeteneklerini ve potansiyel güçlerini kullanma, işi tamamlama ve anlamlı
bir yapıt ortaya koyma olanağı verme,
• Sınıfta etkin bir haberleşme ağı kurarak insanları yapacakları işler
hakkında ve örgüt hakkında bilgili kılmak. Sınıf içinde insan ilişkilerini
artırmak,
• Demokratik bir sınıf yönetimi anlayışı,
• Öğrencilerin de yönetime katılmalarını sağlamak,
• Sınıfın fiziksel donanımını insanca çalışmaya olanak verir hâle getirmek,
• Sınıfta çalışma kalitesi artırılmalıdır.
4.1.1. SINIF ÖRGÜTÜ BAĞLAMINDA YABANCILAŞMAYI
AZALTMAYA DÖNÜK GELİŞTİRİLEN BAZI YAKLAŞIMLAR
Sınıf örgütünde yabancılaşmayı azaltmaya dönük yaklaşımlar, iki grupta
toplanabilir. Birincisi klâsik yaklaşımdır. Bazı önemli klâsik yaklaşım sahiplerinin
yabancılaşmanın önlenmesine/azaltılmasına ilişkin düşünceleri, sınıf örgütüne
genellendiğinde, birtakım farklılıklarla karşılaşılır. Hegel’e göre yabancılaşmanın
önlenmesi olanaklıdır. Sınıfta yabancılaşma sürecinin aşılabilmesi için, öncelikle
öğrencinin bu sürecin farkında olması gerekir. Ona göre bu süreç, ancak öğrenciler
öz bilinçlerine kavuştukları zaman son bulabilir. Feuerbach da yabancılaşmanın
93
önlenebileceği konusunda, Hegel ile aynı görüştedir. Ancak Feuerbach, bunun
öğrencinin özünü kendi dışına yansıtmayıp, tersine içine yansıtarak olanaklı
olabileceğini savunmuştur. Yabancılaşmayı üretim düzleminde değerlendiren Marx,
yabancılaşmanın aşılmasının, kapitalist eğitim-öğretim anlayışının yerini sosyalist bir
eğitim-öğretim anlayışının almasına ve sınıf üyelerine bağlı olduğunu vurgular;
devrimi şart koşar.
İkinci yaklaşım ise temelde klâsik yaklaşımlardan beslenen çağdaş
yaklaşımdır. Öyle olmakla beraber bu yaklaşımlar, modern yaşamın özellikleri de
dikkate alınarak geliştirilmiştir. Örneğin Marcuse’un yabancılaşmaya ilişkin birçok
görüşü, Marx’ın görüşleriyle örtüşmekle beraber; o, Marx’ın aksine, sınıfta
yabancılaşmanın aşılmasının sınıf üyelerine değil; sınıf dışındaki marjinal yapılara
bağlı olduğunu savunur. Yabancılaşmanın beş boyutunu (güçsüzlük, anlamsızlık,
kuralsızlık, yalıtılmışlık ve kendine yabancılaşma) sistematik biçimde ortaya koyan
Seeman ise, yabancılaşmanın önlenmesini bu beş boyut düzleminde ele almıştır. Ona
göre bu boyutları ortaya çıkaran faktörler kontrol altına alınırsa yabancılaşma bir
ölçüde önlenmiş olacaktır. Marcuse ve Seeman’ın dışında, yabancılaşmanın
önlenmesini çağdaş toplum düzleminde ve sistematik biçimde ele alan başka
yaklaşımlar da vardır.
Likert, bireyler üzerinde emir-komuta yoluyla kurulan denetim
mekanizmasının ne bir araç ne de amaç olduğu, bu konuda yapılan birçok
araştırmanın; sıkı denetimin yararlı sonuçlar doğuracak bir yol olmadığını ortaya
çıkardığını iddia etmiştir. Öğrenciler üzerinde baskı, tehdit ve sıkı gözetimin kısa
vadede verim artışı sağlasa bile uzun vadede moral bozukluğu, sınıftan ayrılma,
örgütü yavaşlatma, direnmeler ve yabancılaşma gibi eğitim-öğretim sürecini felç
eden sonuçlar doğuracağını ifade etmiştir. Öğrencinin, yaptığı işten sorumluluk
duymasının doğal bir olgu olduğunu ve öğrencilerin yeteneklerine güvenerek
yaptıkları işten dolayı sorumluluk yüklemenin sınıf örgütünü başarılı ve sağlıklı
kılacağını savunmuş, yabancılaşmayı en az düzeye indireceğini vurgulamıştır
(Sabuncuoğlu 1987: 18). Likert, örgütlerin yönetim sistemlerini 1’den 4’e kadar
94
uzanan bir süreklilik içinde olduğunu ileri sürerek aşağıdaki şekilde açıklamaktadır
(Erdoğan 2004a:15–16): Sistem 1 (Sömürücü): Öğrencilerin karar verme sürecine
ender olarak katılma olanağı verilmekte ve onlara güvenilmemekte; öğrenciler daha
çok korku, tehdit ve ceza yöntemleriyle çalıştırılmaktadır. Öğrenci ve sınıf yöneticisi
arasındaki ilişkiler, az olduğu kadar korku ve güvensizliğe dayalıdır. Bu sistemi
görev eğilimli, otoriter ve biçimsel bir yönetim şekli olarak nitelenebilir. Sistem 2
(Tatlı-Sert): Öğrencilere güvenilmektedir. Kararların önemli bir kısmı, üst
düzeylerde alınırken; birçoğu da bazı sınırlamalar çerçevesinde öğrencilere
devredilmektedir. Öğrenciler hem ödüller hem de cezalar yoluyla güdülenmektedir.
Sistem 3 (Danışmacıl): Öğrencilere, tam olmamakla birlikte önemli ölçüde güven
duyulmaktadır. Kararlar geniş ölçüde üst düzeyde verilmekle birlikte, öğrenciler
teknik konularda karar verebilmektedir. Güdüleme aracı olarak ödüller, öğrenci
sorunlarıyla ilgilenmeler ve ender olarak da cezalar kullanılmaktadır. Ayrıca
öğrencilere sorumluluklar da verilmektedir. Sistem 4 (Katılımcı-takım): Öğrencilere
duyulan güven tamdır. Karar verme, dengeli bir şekilde bütün sınıfta geniş ölçüde
dağıtılır. Öğrencilere amaçlar saptama gibi olanaklar verilmektedir. Örgüt içi
iletişim, sadece tek yönlü değil aynı zamanda yatay olarak da gerçekleşmektedir. Bu
sistem, grup çalışmasına ve karşılıklı güvene dayanan ilişkilere sahiptir. Likert,
yönetim anlayışının Sistem 4’e yakın olması ölçüsünde verimli ve etkili olacağına,
yabancılaşmayı önleyeceğine inanmaktadır.
Argyris ise, bireylerin geliştikçe olgun olmayan özelliklerinden olgun
(mature) olan özelliklere doğru değiştiklerini ileri sürmüştür. Argyris, olgun ve olgun
olmayan kişilik durumlarının iki ayrı ucu oluşturduğunu, her bireyin bu iki uç
arasında bir yerde bulunduğunu ileri sürmüştür (Koçel 1989: 88). Olgunlaşabilmek
için ise yükselme ve yetki kullanma olanaklarının olması gerektiğini ileri sürer. Bu
şekilde öğrenci, hem kendisi hem de sınıf örgütü için yararlı olabilir (Erdoğan 2004a:
17). Diğer yandan Argyris, otoriter yönetim biçimlerinin kişiliğin gelişiminin temel
özellikleriyle uyuşmadığını da ısrarla belirtmiştir. Otoriter yönetim biçiminin
bağımsız ve aktif bir öğrenci yerine; pasif ve bağımlı bir öğrenci tipi ortaya
çıkardığını belirtmiştir. Bu şekilde düşmanca muamele gören öğrencilerin sınıfa ters
95
düşecek şekilde başkaldırmalarını ve yabancılaşmalarını doğal karşılamaktadır.
Argyris, bu güçlükleri yenebilmek için öğrencinin kendi kişiliğini bulmasına olanak
verilmesinin zorunlu olduğunu ortaya koymuş; bunun en kestirme yolunun da
yönetime katılma olduğunu ifade etmiştir (Denhardt 1972: 94–95).
McGregor ise, sınıf yöneticilerinin, öğrencileri algılama, değerlendirme ve
onlarla ilgili tutumları bakımından iki grupta incelenebileceğini ileri sürmüştür.
McGregor’a göre, “X” grubuna giren yöneticilerin öğrenci davranışları hakkındaki
düşünceleri şöyledir: Tipik olarak öğrenci çalışmaktan hoşlanmaz, sorumluluktan
kaçınır, en çok aradığı şey güvenliğinin teminidir. Öğrenci çalıştırılmak için
zorlanmalı, denetlenmeli ve cezalandırılmalıdır. Zira öğrenci, etkinlikten kaçınmak
için o kadar güçlü bir arzu duyar ki yalnız ödüllerle yeterli çalışma elde edilemez
(Davis 1984: 15). McGregor, “Y” grubuna giren yöneticilerin öğrenci davranışları
hakkındaki düşüncelerini ise şöyle ifade etmiştir: Tipik bir öğrenci için çalışmak
eğlenmek kadar doğaldır. Öğrenciler, normalde tembel değildirler. Onları tembel
yapan, örgütlerde geçirdikleri kötü deneyimlerdir. Öğrenciler, sorumluluk almaya ve
amaçlar doğrultusunda kendilerini yönetmeye uygundurlar ve potansiyel olarak
güçlüdürler. Öğrencilerin, eğitim-öğretim sürecine uygulanabilecek hayal güçleri,
zekâ ve yaratıcılıkları vardır. McGregor, etkin ve başarılı yönetimin “Y” tipi bir
yönetim anlayışıyla olanaklı olabileceğini belirtmiştir (Yeniçeri 1991: 33). “Y”
anlayışına sahip olan sınıf yöneticisi; öğrencileri çalışkan, kapasiteli, güvenilir ve
potansiyel yeteneklere sahip olarak görmektedir. Bu durum yönetime katılma
anlayışının gerekçesini meydana getirir (Yeniçeri 1991: 33).
4.1.2. SINIF ÖRGÜTÜ BAĞLAMINDA YABANCILAŞMAYI
AZALTMAYA DÖNÜK GELİŞTİRİLEN BAZI TEKNİKLER
Yabancılaşmayı azaltmaya dönük geliştirilen tekniklerden ilki yerinden
yönetimdir. Merkezden yapılan yönetimlerin ortak özellikleri, yetkinin yalnızca
belirli el veya ellerde toplanmasında görülür. Genelde yetkinin toplandığı el veya
elleri, hiyerarşik yapıda üst kademede bulunanlar meydana getirmektedir. Yerinden
96
yönetim ise, her şeyden önce yetki devrini esas alır. Sorumluluk kimde ise yetkinin
de onda olması gerektiği mantığından hareket eder. Alt kademelere serbestçe karar
verme ve hareket etme yeteneği tanır (Özgen 1988: 27–28). Yerinden yönetim,
yabancılaşma bağlamında, yönetim alanını derinden etkileyen bir ilkedir.
Yönetimin yerine göre düzenlenmesi, yalnız yönetim alanını değil, aynı
zamanda yöneticilerin ve örgüt yapısı içindeki düzeylerin sayısını da etkiler. Böylece
otorite devrinin, olanaklar ölçüsünde, en alt düzeye kadar indirilmesi tümüyle örgütü
etkileyici sonuçlar doğurur (Kazmier 1979: 145). Bu tablo, en başta sınıfta
yabancılaşma olgusunun işlevsel duruma getirilmesinde önemli bir rol oynar.
Yerinden yönetim ilkesinin motive edici yanı dikkate alınırsa, kişiyi yönetime
yaklaştırması, aktif duruma getirmesi, ilgili kişi yapması dolayısıyla demokrasi
ilkesinin bizatihi kendisidir. Denilebilir ki yerinden yönetim, bütün katılma
modellerinin kaynağıdır. Konuşma, tartışma ve danışma ile desteklendiği takdirde,
en şevkli ve olaylara en yakın öğrencilerin alınacak kararlara katılımını sağlar (Adalı
1986: 25).
Yabancılaşmayı önlemeye dönük geliştirilen tekniklerden bir diğeri de Ouchi
tarafından geliştirilen kalite kontrol çemberleridir. Kalite kontrol çemberleri, aynı
sınıf örgütü içinde yer alan, beş ile on kişi arasında değişen gönüllü öğrencilerin
oluşturdukları küçük bir gruptur (Efil 1988: 4). Ouchi (1987), bunların görevinin,
koordinasyon ve eğitim-öğretim süreci sorunlarının yöneticilerle birlikte ekip olarak
belirlemek ve çözümlemede aynı sorumlulukları paylaşmak (Yeniçeri 1991: 36)
olduğunu vurgulamıştır. Yine Ouchi (1987), öğrencilerin saygı gördükleri, yaptıkları
işin anlamlı olduğunu hissettikleri bir sınıfta etkinliklerde bulunmalarının çok daha
güzel olduğunu; yabancılaşmayı azaltıcı etkisinin olduğunu; kalite kontrol
çemberlerinin tam olarak bunu başarmaya çalıştığını söylemektedir (Yeniçeri 1991:
36).
Yabancılaşma sorununun çözümünde yararlı olacağına inanılan tekniklerden
biri de rotasyon (iş değiştirme) dur. İş değiştirme yoluyla yapılan eğitim-öğretim,
97
özellikle yabancılaşmanın boyutlarını azaltmak için kullanılan etkili bir tekniktir.
Teknolojik gelişmelerin doruğuna ulaşmış ülkelerdeki sınıf örgütlerinde, öğrenciler
çok küçük alanı kapsayan belirli işi her gün tekrarlamaktan bıkkınlık ve isteksizlik
duymaktadırlar (Sabuncuoğlu 1987: 149). Bu şekilde ortaya çıkan yabancılaşma
sorunlarına karşı getirilen en etkili çözüm olarak iş değiştirme tekniği
uygulanmaktadır (Yeniçeri 1991: 39). Sınıfta gerçekleştirilen etkinliklerde, sürekli
olarak benzer görevler verilen öğrencinin, bu tekdüzelikten kurtulması sağlanır.
4.2. YÖNETİM SÜRECİ BAĞLAMINDA SINIF ÖRGÜTÜNDE
YABANCILAŞMANIN AZALTILMASI
Sınıf örgütünde yabancılaşma olgusu, somut biçimde yönetim sürecinde
gözlenebilecek bir olgudur. Çünkü yabancılaşma, herhangi bir sınıfta yoğun biçimde
yaşanıyorsa, yönetim sürecinin bir ya da birkaç aşamasında yanlış ve yersiz
uygulamalar gerçekleştiriliyor olabilir. Ayrıca Toprakçı (2004)’nın da vurguladığı
gibi, yönetim sürecinin her ögesi birbirinin tamamlayıcısıdır. Dolayısıyla bu ögelerin
herhangi birinde gerçekleşebilecek aksama, diğerlerini de etkileyecektir.
Yabancılaşma sorunsalının nereden kaynaklandığını bulmak, sınıfın örgütsel yaşamı
bakımından çok önemlidir. Sınıfta yabancılaşmanın kaynağını bulmak kadar, bu
sorunsalı gidermek/azaltmak veya işlevsel hâle getirmek de yaşamsal bir öneme
sahiptir. Bunun için, yönetim sürecinin ögelerinden hareket edilmelidir. Çünkü
yönetim sürecinin her bir aşamasının etkili gerçekleştirilmesi, aynı oranda sınıf
örgütünde yabancılaşmayı azaltacaktır.
Efil (1995)’e göre yönetim süreci, belirlenen amaçlara başkaları aracılığı ile
ulaşma veya başkalarına iş gördürme etkinliklerinin toplamıdır (Erdoğan 2004a: 43).
Buna göre, bir sınıf yöneticisi sınıfı yönetirken çeşitli durumlarda kararlar vermekte,
bir kararı verdikten sonra plânlama yapmakta, plânı uygulayabilmek için çalışanları
örgütlemekte, örgütlenen bireyleri birbirinden haberdar etmek için iletişimi tesis
etmekte, bireylerin eylemlerini eşgüdümlemekte, onların en etkin ürünü ortaya
koymaları yönünde davranışlarını etkilemekte, bütün bu yapılanlarda son durumu
öğrenmek ve daha başarılı olmak için de değerlendirme yapmaktadır. Her bir süreçte
98
en fazla başarıyı sağlamak için de liderliği işe koşmaktadır (Toprakçı 2004: 153–
154).
4.2.1. KARAR VERME SÜRECİ VE YABANCILAŞMANIN
AZALTILMASI
Karar verme, bir sorunun çözümüne ilişkin olası yollardan en uygun olanın
seçilmesi (Erdoğan 2004a: 49) olup, aynı zamanda önemli bir kontrol kaynağıdır ve
yapılacak eylemi belirlemektedir (Toprakçı 2004: 155). Karar verme, olay veya
sorun ile ilgili bilgileri yorumlayarak ve karşılaştırma yaparak bir yargıya varma
sürecidir (Taymaz 2003: 28).
Karar süreci, sınıf örgütünde değişiklik yapmak, bir çatışmayı önlemek veya
çözmek, öğrencileri etkilemek (Erdoğan 2004a: 49) ve yabancılaşmayı
önlemek/azaltmak amacıyla kullanılır. Örgütün yaşaması ve yabancılaşmanın
olumsuz etkilerinden korunabilmesi, alınan kararların doğruluğuna bağlıdır. Sınıf
yöneticisinin doğru ve verimli karar alabilmesiyse her şeyden önce, karar modelleri
ve aşamaları hakkında bilgili olmasını gerektirir (Gürsel 2006: 64).
Sınıf yöneticisinin karar süreci bakımından yapacağı ilk girişim, sınıf
yönetimini etkileyen ögelerin her birini birer karar organı olarak görebilmek ve kabul
edebilmektir. İkinci olarak, karar sürecine katılma ilkesinin önemini kavramalı ve bu
ilkeyi uygulamalıdır. Bir kararın etkileyeceği öğrenci veya gruplar, o kararın
alınmasına ne kadar çok katılırsa, uygulamaya da o kadar katılır. Bu olanak
kendilerinden ne kadar esirgenirse, uygulamaya da o kadar karşı çıkarlar
(Bursalıoğlu 2005: 82).
99
Kararlara katılma, öğrencinin kendi benliğinin doyumu için önemli olanaklar
sağlar. Öğrencinin ruhunda, sorunları bulmak ve onlara başarılı çözümler sağlamak
konusunda bir arzu vardır. Bu arzunun kararlara katılma ile giderilmesi, öğrenciye
küçümsenemeyecek bir doyum sağlayacaktır (Eren 1989: 335). Bu koşullar içinde
öğrencideki güvensizlik hissinin azalması olanaklıdır. Böylece sınıftaki
yabancılaşma bertaraf edilmiş, hiç değilse azaltılmış olacaktır (Ekin 1987: 166).
Aydın (1991)’a göre; bir sınıf örgütünde alınan kararlara, bu kararlardan etkilenecek
olan öğrencilerin katılması demokrasinin gereğidir (Toprakçı 2004: 155). Sınıf, insan
ilişkilerinin yoğun olduğu veya olması gerektiği bir örgüt olduğundan, alınacak
herhangi bir karardan etkilenecek olan öğrencilerin, bu kararda söz sahibi olmak
istemeleri doğal bir sonuç olarak görülebilir. Yapılan bir araştırmada, karar sürecine
katılan öğrencilerin problem çıkarmadıkları bulgulanmıştır (Toprakçı 2004: 155–
156). Bununla birlikte katılmanın düzeyi, oldukça önemlidir. Katılmada düzey,
sınıfların gelişmişlikleriyle olduğu kadar demokratik birikimlerinin ve şartlarının
uygunluğuna ve sınıf örgütün yapısına da bağlı olarak değişiklik göstermektedir
(Kaldırımcı 1981: 88).
Öğrencilerin sınıfın kaderine “katıldığını” duymaya gereksinimleri vardır.
Düşünülmek güven aşılar. Bilgili kılınmak, fikirlerini söylemek olanağına sahip
olmak, iyileştirme etkinliklerine katılmak, sonuçta sınıfın hiç olmazsa bir kısmının
yaşamına katılmak suretiyle ona etkide bulunmak, sınıfa ait olmak duygusunu artırır.
(Sabuncuoğlu 1987: 150). Ayrıca yabancılaşmanın temelinde bulunan korku,
anlamsızlık, güçsüzlük, suskun kalma zorunluluğu, stres ve nefret gibi oluşumlar da
katılma ile önemli ölçüde nitelik değiştirir (Yeniçeri 1991: 178). Ayrıca katılma,
denetim ve gözetimi de kolaylaştırır. Çünkü kararlara katılan öğrenciler, katıldıkları
kararların yürütülmesinden sorumluluk duyacaktır. Öğrenci kendini kararlara ne
kadar çok katılmış hissederse sınıftaki güç farklılaşmasının da o ölçüde azaldığını
hissedecektir. Bunun doğal sonucu da öğrencinin kendisini sınıftaki otoritenin bir
parçası olarak algılamasıdır. Öğrenciler kararlara ne kadar çok katıldıklarını
100
hissederlerse, alternatif oluşumlar üzerinde de o kadar çok denetim ve egemenlik
kurarlar (Onaran 1971: 167).
Kararlara katılma, bir sınıftaki öğrencilerin, o sınıfta alınan tüm kararlara söz
ya da oy hakkıyla katılmalarıdır (Dicle 1980: 11). Kararlara katılma, öğretmen-
öğrenci arasında daha fazla etkileşim ve iletişimi gerekli kılacak; yöneten ve
yönetilen belirlilik şartları altında, eşit durumda ve kişiliklerinin tüm yönleriyle ilişki
kuracaklar (Yeniçeri 1991: 175); daha kuvvetli bir işbirliği ve uyumlu olma bilincini
geliştireceklerdir. Bütün bunlar verimliliği artırır, takım çalışması ruhunu geliştirir ve
uyuşmazlıkları azaltabilir (Turan 1973: 34). Böylece birbirlerini daha iyi tanıma
fırsatı bulurlar ve yabancılaşmayı en aza indirebilirler (Adalı 1986: 61). Bize ve
Milhaud (1990), herhangi bir öğrencinin sınıfta bir dosya, bir sicil numarası olarak
değil nitelikli ve saygıdeğer bir birey olarak görüldüğünü ve değerlendirildiğini
bilmesinin oldukça önemli olduğunu belirtip; bu algıyı sağlamanın en kısa yolunun
da kararlara katılma olduğunu vurgularlar. Zira öğrenci, bir amacın tayin edilmesine
katıldığını algıladığı veya hiç olmazsa bu amacın ne olduğunu bildiği, onun çok
karmaşık ve çok uzak olduğunu öğrendiği zaman kendini daha güçlü, daha
emniyette, daha değerli ve önemli görür (Yeniçeri 1991: 175).
Karar verme sürecine dâhil edilmeyen öğrencilerin, sınıf içi kurallara ve
birtakım etkinliklere katılmak istememeleri doğal bir davranıştır. Bu tip öğrencilerin,
zamanla sınıftan soyutlanarak kendilerini yalnız hissedecekleri ve en sonunda
yabancılaşacakları söylenebilir. Öyle olmakla beraber sınıf yöneticisi gizlilik,
önemsememe, güvenmeme ve çekinme gibi nedenler söz konusu olduğunda,
öğrencileri karar sürecine katmayabilir (Taymaz 2003: 33).
Öğrencilerin kararlara katılmaları, yönetim sürecinde etkin olmalarıyla ilgili
bir sorundur. Öğrencilerin yönetim sürecini etkileyip değiştirebilecek nitelikte
olmayan biçimsel (göstermelik) “söz veya oy” haklarının olması, onların gerçek
anlamda katıldıklarını göstermez. Katılma, her türlü formelliğin ve sınırlandırmaların
ötesinde düşünülmesi gereken bir kavramdır (Adalı 1986: 76). Katılmanın amaçlarını
101
öğrencilerin etkinliklerinin plânlanmasına, uygulamaya ve denetime katılmasını
sağlamak (Turan 1973: 54); öğrencilere sorumluluk ve otorite vererek, onlara işin bir
parçası olduklarını hissettirmek (Kırel 1993: 165) ; öğrencilerin mutlu olabileceği bir
ortam yaratmak (Dicle 1980: 46–47); verimliliği artırmak, öğretmen ve öğrencilerin
yabancılaşmasını önlemek (Akçaylı 1984: 19) şeklinde sıralamak olanaklıdır.
Öğrencinin, katılımını sağlamanın basit ve tek bir yolu yoktur. Bu, çok yönlü
bir süreçtir. Bu nedenle, öğrencinin katılımını sağlamak için bir değil bir dizi önlem
alınması gerekir (Özçelik 1998: 178). Katılma şekilleri –sınıfa uyarlanmış olarak- ise
üç tip olup şöyle sıralanabilir (Turan 1973; Kaldırımcı 1981; Özkalp 1983; Yeniçeri
1991):
• Eşit Sayıda Katılma: Yasal olarak, yönetici ve öğrenci temsilcilerinin eşit
sayıda katıldıkları bir yönetime katılma biçimidir. Yönetime katılma
uygulamaları içinde en etkini olduğu ileri sürülmektedir. Chauvey (1970)’ye
göre bu tip katılma; basit bir haber alma hakkı ile en ağır bir veto hakkı
arasında yer alan, fikir beyan etme, danışılma, kontrolde bulunma vb. hakları
da içeren bir seri farklı durumun bileşimidir.
• Temsili Katılma: Hukuksal olarak, öğrenci ve yönetici temsilcilerinin
ortaklaşa oluşturdukları “okul komitelerinin” yönetime katılma biçimidir.
Sistemin temel ilkesi; okulun yönetim fonksiyonu üzerinde etkili olabilecek
yetkilerle donatılmış bir konsey veya komite kurulmasıdır.
• Gönüllü Katılma: Gönüllü katılma, öğrenci ve yönetici temsilcilerinin
karşılıklı görüşmeleriyle kararlaştırılan şekilde uygulamaya konulur.
Genellikle katılma kurulan ortak komiteler aracılığıyla gerçekleştirilir.
Yabancılaşma kavramı, katılma sorununun tartışılmasında yardımcı
olmaktadır; zira sınıf örgütlerine yeni bir yapı kazandırma çabaları, çoğu kez insanın
102
mevcut kurumlardan yabancılaşmış olduğu varsayımına dayanmaktadır.
Yabancılaşmanın varlığı kabul edilince, katılmaya ilişkin istekler, bu durumun (yani
yabancılaşma olgusunun) ortadan kaldırılması çabaları olarak açıklanabilir (Denhardt
1972: 93). Mıhcıoğlu (1966)’na göre; kararlara katılmanın, yabancılaşmayı doğrudan
öğrenciler ve sınıf lehine çözümleyebileceği veya istenilen düzey ve niteliğe
ulaştırabileceği gibi yabancılaşmaya neden olan koşulları, durumları ve olayları
etkilemek suretiyle dolaylı katkıları da söz konusu olabilecektir (Yeniçeri 1991:
156). Yabancılaşmanın, öğrencileri boşluğa ve bunalıma sürüklediği, katılmanın ise
adeta bu psiko-sosyal hastalığa karşı ilâç gibi kullanılabileceği yolundaki görüşler
hiç de az değildir (Sabuncuoğlu 1987: 156).
Diğer yandan da katılma, özellikle yabancılaşmanın önemli unsurlarından
olan “güçsüzlük” durumunu tedavi eden bir ilaç olarak görülmektedir (Fişek 1972:
75). Öğrencilerin bizatihi verdikleri veya verilmesine katıldıkları kararlara kolayca
uydukları, doğruluğu denenmiş gerçeklerdendir. O hâlde öğrencinin kararlara
katılması, yönetici tarafından alınacak kararlara karşı onda doğabilecek olumsuz
tepkileri önlemenin ve onun işbirliğini sağlamanın en etkili araçlarından birisidir
(Yeniçeri 1991: 159).
Kararlara katılma, dinamik ve radikal birtakım ilişki ve özellikleri de
beraberinde getirir. Bu da sürekli diyalog, danışma, anlama, anlatmayı gerekli kılar.
Öğrencilerin psikolojik dünyaları, kişiliği, tutum ve davranışları başkalarıyla
kurdukları ilişkilerle gelişir. İçine kapanık, başkalarıyla görüşmekten kaçınan
öğrenci, kendi öz dünyasında da denge kurmakta güçlük çeker (Sabuncuoğlu 1987:
101).
Karar verme süreci bağlamında, sınıf örgütünde yabancılaşmayı azaltmak için
sınıf yöneticisinin şu ilkelere dikkat etmesi gereklidir (Bursalıoğlu 2005: 96; Taymaz
2003: 31; Erdoğan 2004a: 51–53): (1) Örgütte karşılaşılan her sorun, hakkında karar
vermeyi gerektirir; (2) Karar vermenin etkili olabilmesi için öncelikle örgütsel
yapının doğru karar vermeyi ve peşinden etkili eylemin gerçekleşmesini sağlayacak
103
şekilde olması gerekir; (3) Kararın etkileyeceği öğrencilere katılma olanağı
verilmelidir. Böylece daha sağlıklı kararlar verilebilir. Katılım, verilen kararların
anlaşılmasında, benimsenmesinde ve etkili bir şekilde uygulamaya konulmasında da
önemli rol oynar. Katılım olduğu zaman öğrencilerin yeniliklere karşı direnmesi de
önlenmiş olur; (4) Karar verirken pragmatik olmak yani yaşantı ve deneyimleri göz
önünde bulundurmak gerekir; (5) Büyük bir karar verme durumu ile karşı karşıya
kalındığı zaman, kararın küçük kararlara bölünerek alınmasında yarar vardır; (6)
Karar verilecek konuya ilişkin bilimsel çalışmalardan haberdar olunmalıdır; (7)
Sınıfta demokratik bir hava yaratılmalıdır; (8) Güdüleyen, uzlaştıran ve koordine
eden bir eylem gösterilmelidir; (9) Karar vermede zamanlama çok önemlidir.
Zamanından önce verilen kararlar çıkacak fırsatları kaybettirir, sonra verilecek
kararların da yararı olmaz; (10) Amaç, sorun, neden açık olarak ortaya konmalıdır;
(11) Karar verirken ortaya çıkabilecek riskler de göze alınabilmelidir; (12) Karar
vermeyi gerektiren sorunla ilgili yeterli bilgi sağlanmalı, söylenti karar vermede esas
olarak alınmamalıdır; (13) Alternatiflerin en iyisi değil, en uygun ve uygulanabilir
olanı seçilmelidir; (14) Karşılaşılan sorunla ilgili “başka çare yok” yargısı kabul
edilemez; (15) Verilen her karar değerlendirilerek uygunluğu hakkında yargıya
varılır; (16) Sınıf değer ve davranışları dikkate alınmalıdır; (17) Verilen karar zaman
geçirilmeden uygulamaya konulmalıdır.
4.2.2. PLÂNLAMA SÜRECİ VE YABANCILAŞMANIN
AZALTILMASI
Plânlama, sınıfın eğitsel, örgütsel ve yönetsel amaçlarını gerçekleştirmek için
gereken girdilerin sağlanma ve kullanma yollarının kararlaştırılma sürecidir (Başaran
1996: 43). Podol’a göre plânlama; ne yapılması gerektiğini, nasıl yapılacağını, ne
zaman harekete geçileceğini ve bu sorumluluğu kimin üzerine alacağını belirtmek ve
saptamaktır (Tortop, İsbir ve Aykaç 1999: 51). Plânlamanın amacı yararlı bilgi ile
koordine edilmiş eylem arasında bir köprü kurmak; geleceğin kontrolünü şimdiden
eylemlerle sağlamak (Erdoğan 2004a: 71) ve olası yabancılaşma tehlikesini en aza
indirmektir. Bir sınıfta plânlama, sınıfın insan ve madde kaynaklarının etkili ve
104
verimli şekilde kullanılarak amaçlara ulaşmak üzere yapılır (Taymaz 2003: 38).
Ayrıca neyi, nerede, ne zaman, nasıl ve niçin yapacağını bilmeyen bir öğretmen ya
da öğrenci eğitim-öğretim sürecinin tamamında anlamsızlık ve kuralsızlık
yaşayabilir. Dolayısıyla iyi bir plânlama süreci hem öğrenci hem de öğretmen
açısından yabancılaşmayı önleyici bir niteliğe sahiptir.
Bu süreçte sınıf yöneticisinin öncelikle sınıfının amaçlarını belirlemesi
gerekmektedir. Doğal olarak bu amaçlar eğitimin ve okulun amaçlarıyla koşut
olmalıdır. Bu amaçlardan biri, eğitilen kişi sayısını artırmak; ikincisi, öğrencileri
eğitim amaçlarına uygun olarak en iyi biçimde eğitmektir. Bu amaç, nicel ve nitel
plânlamayı gerektirir. Bu zorunluluk, sınıf örgütünün girdilerini sağlama ve kullanma
yollarının kararlaştırılmasını içerir (Toprakçı 1994: 101; Toprakçı 2004: 165).
Amaçların belirlenmemesi durumunda, öğrencilerde, amaç kargaşası içerisinde
anlamsızlık, kuralsızlık ve güçsüzlük duyguları gelişebilir.
Plânlamadan beklenen, en yüksek verimin alınması ve taraflara doyum
sağlayarak yabancılaşmanın olası yaşanma biçimlerini en alt düzeye indirmektir.
Buna bağlı olarak plânlama, çalışmalarda işbirliği ve gereksinimlerin önceden
bilinmesini sağlar (Gürsel 2006: 70). Ayrıca plânlar, birtakım teknik çalışma ve
bilgilere dayandığı için daha sonra gelenler tarafından da kolaylıkla benimsenir
(Tortop-İsbir ve Aykaç 1999: 55). Böylece gelecekte de yabancılaşma ve yaşanma
biçimlerinin en az düzeyde yaşanması sağlanmış olur.
Plânlama süreci ile ilgili önemli iki kavram, plânlama ilkeleri ve plânlama
süreci aşamalarıdır. Plânlama ilkeleri, plânlama sürecinde mutlaka olması gereken
ilkeler olarak düşünülür (Toprakçı 1994: 102). Bu ilkelere dikkat edilmesi, sınıfta
yabancılaşma kaynaklarının anlaşılması ve azaltılması bakımından da yaşamsal
öneme sahiptir. Bu ilkeler şöyle sıralanabilir (Başaran 1996: 44–46): Yönetim plânı,
sınıfın eğitsel, örgütsel ve yönetsel amaçlarından sapma göstermemelidir. Böylece
yabancılaşmanın anlamsızlık ve güçsüzlük boyutları en alt düzeye indirgenmiş
olacaktır. Bu amaçların dışında başka amaçlar edinen ve bu amaçlara kaynak ayıran
105
bir yönetim plânı, savurganlığa yol açarak öğrencilerin sayısını ve niteliğini
düşürmeye yönelebilir. Ayrıca yönetim plânı, öğrencilerin gereksinmelerini
karşılamayı ve işten doyumlarını yükseltmeyi güvenceye almalıdır. Öğrencilerin
kendine yabancılaşmalarını azaltmak için bu şarttır. Plânlama süreci, sınıfın hem tüm
öğrencilerini kapsamalı hem de bunları birbirine uyumlu kılarak bütünleştirmelidir.
Yönetimin amaçlarını gerçekleştirmek için plâna konan hedeflere ne oranda
ulaşabildiğinin bilinmesi zorunludur. Ayrıca hedeflere ulaşma çabalarının ne oranda
hedef doğrultusunda yapıldığının; ne oranda bu doğrultudan sapıldığının bilinmesine
de gereklilik vardır. Yönetim plânı, zamanla ortaya çıkan kusurlarını gidermek ve
yeniliklere kapısını açmak için geliştirilmeye elverişli olmalıdır. Ama plânın bu
esnekliği, hedeflerinden saptıracak boyutlara ulaşmamalıdır. Plânın uygulanması
sırasında, hedeflere ulaşmayı daha iyi sağlayacak ya da yönetimin amaçlarının
gerçekleştirilmesinde yönetimi daha etkili kılacak yeni gelişmeler ortaya çıkabilir.
Plân, bu yeni gelişmelere ve yeniliklere açık bir yapıda hazırlanmalıdır. Sınıf açık
kaldığı sürece, sınıf yönetimi de yönetim plânını yapmayı sürdürmelidir. Yönetim
plânına güvenilebilmelidir. Plânın güvenilebilirliğinin yüksekliği, plânlama
sürecinde kullanılan yöntem ve bilgilerin doğru olmasına bağlıdır. Plân için gerekli
bilgiler, bilimsel yöntemlerle toplanmalıdır. Yönetim plânı, amaçları, içeriği,
kullandığı yöntemleri, uygulama koşulları, denetim yöntemleri, değerlendirme
ölçekleri ile yalın olmalıdır. Bütün bu ilkelere uyulması durumunda, öğrencilerin
yabancılaşmanın yaşanma biçimleri azaltılmış olacaktır.
4.2.3. ÖRGÜTLEME SÜRECİ VE YABANCILAŞMANIN
AZALTILMASI
Örgütleme, ortak bir çabayı gerektiren bir amacın gerçekleştirilebilmesi için
gerekli yapının oluşturulmasına yönelik olarak yapılan eylemlerdir. Örgütleme,
düzensizlikten bir düzen yaratma sürecidir. Örgütleme süreci sonunda oluşan yapı
sayesinde değişik yararlar sağlanır. Öncelikle örgütleme ile amaçlara ulaşmak
kolaylaşır. Elde bulunan kaynakların kullanımı etkinleşir. Bu şekilde verimlilik de
yükselir. Ayrıca sınıftaki öğrencilerin sorumluluklarını daha iyi bir biçimde yerine
106
getirmeleri sağlanır. Öğrencilerin görevleri ve sorumlulukları daha belirginleşir ve bu
da yabancılaşmanın azalmasını sağlar (Erdoğan 2004a: 65–66). Örgütleme süreci,
özellikle yabancılaşmanın kuralsızlık ve anlamsızlık boyutlarının önlenmesinde,
önemli bir süreçtir.
Örgütlemenin değişmeyen (statik) ve bir de değişen (dinamik) yönü vardır.
Statik yön örgütün yapısının, örgütün asıl amacına uygun biçimde ayarlanmasıdır.
Dinamik yönü ise, sosyal, ekonomik ve siyasal koşullar, malzeme, insan gücü ve
usuller karşısında örgüte yeni bir yön verme aşamasıdır. Bu aşamada örgüt, sürekli
bir değişiklikle karşı karşıyadır. Sınıf örgütü kurulduktan sonra, beklenen görevlerin
sürekli olarak yerine getirilmesi için, değişen koşullara uyması ve denetlenmesi
zorunludur (Tortop, İsbir ve Aykaç 1999: 73–74).
Sınıf örgütünde yabancılaşmanın azaltılabilmesi bakımından etkili bir
örgütleme şarttır. Etkili bir örgütlemenin gerçekleşmesi için ise öncelikle, öğretmen
ve öğrenciler arasında amacın ne olduğu konusunda ortak bir bilinç oluşmalıdır. Her
görevin, yeni yapılacak işin ne olduğu açık bir şekilde belirlenmelidir. Aynı
doğrultuda, sınıftaki öğrencilerin sahip oldukları yetki ve sorumluluklar
belirlenmelidir. Her öğrencinin kimden ve kime karşı sorumlu olduğunu gösteren
hiyerarşik bir yapı belirlenmelidir. Ancak yetki ve sorumluluklar eşit ve dengeli bir
şekilde dağıtılmalıdır. Görevler, öğrencilerin yeterlilik durumuna göre verilmelidir.
Örgütlemenin merkezileşme derecesi iyi ayarlanmalıdır (Erdoğan 2004a: 68).
Örgütleme sürecinde, yabancılaşma ve yaşanma biçimlerinin azaltılması ya da
kontrol altına alınabilmesi için temel olarak şunlar gerçekleştirilmek durumundadır
(Toprakçı 2004: 181): Yetki ve sorumluluklar açıkça belirlenmeli ve tanımlanmalı;
yetki-sorumluluk dengesi gözetilmeli; sınıf yapısının içindeki ilişkiler açıkça
belirlenmeli ve tanımlanmalıdır; işbirliği sağlanmalı ve gerekli araç-gereç ve
malzeme zamanında temin edilmelidir.
4.2.4. İLETİŞİM SÜRECİ VE YABANCILAŞMANIN
AZALTILMASI
107
Sınıf açısından örgütsel iletişim, sınıfın işleyişini sağlamak ve hedeflerini
gerçekleştirmek amacıyla gerek sınıfı oluşturan çeşitli bölüm ve ögeler, gerekse sınıf
ile çevresi arasında gerekli ilişkilerin kurulmasına olanak sağlayan toplumsal bir
süreçtir. İletişim süreci, tüm iletişim ögelerinin katıldığı bir süreçtir (Toprakçı 1994:
117). Sınıf yöneticisi, kurulan bu ilişkileri örgütün amacına doğru yönlendirmek
durumundadır. Bu yönüyle iletişim, sınıf yönetimi sürecinin vazgeçilmez bir ögesi
olmaktadır (Toprakçı 2004: 203).
Yabancılaşmayı ortaya çıkaran ve belirginleştiren en önemli nedenlerden
birisi de iletişim eksikliğidir (Sabuncuoğlu 1987: 122). Sınıfta, öğretmenle öğrenciler
genellikle birbirlerini olduklarından farklı görmekte, bu yüzden de birbirlerinin
davranışını algılamaları pek gerçeğe uymamaktadır. Bundan başka özellikle,
öğrencilerin öğretmenlerine kendilerini tanıtmak konusunda çekingen davrandıkları
da bilinmektedir (Onaran 1971: 225). İletişim olmadan anlaşılmış ve benimsenmiş
bir ortak amaç, böyle bir amaca katkıda bulunmak isteyenlerin eşgüdümlenmiş bir
çabası söz konusu olamaz. Dolayısıyla iletişimi, sınıflarda oluşan sorunlarla –
özellikle yabancılaşma sorunsalı- baş edebilmek için başvurulan bir araç (Erdoğan
2004a: 56) ve demokratlaşmayı sağlama yolunda etkili bir öge olarak görmek
olanaklıdır (Bursalıoğlu 2005: 111). Sınıf içinde öğretmen-öğrenci ve öğrenci-
öğrenci ilişkileri şöyle ya da böyle kurulur. Burada önemli olan nokta, kurulan bu
ilişkilerin niteliğidir. Çünkü sınıf örgütünde yabancılaşmanın hızını, aynı zamanda
bu ilişkilerin niteliği belirlemektedir. Dolayısıyla sınıfta etkili bir iletişim sürecinin
olması gerekir. İletişimin sağlıklı olmasında ideal olan ilişki biçimi, hem kaynağın
hem de alıcının etkin olmasıdır. Bu iletişim biçiminde çözümün kim tarafından
getirildiği değil, her iki tarafça da benimsenmesi önemlidir (Erdoğan 2004: 87).
Öğretmen kendisini hep mesaj gönderen kişi olarak algılamamalı, öğrencinin de
kendisine mesaj gönderebileceğini kabul etmelidir (Erdoğan 2004: 85). Böylece
öğrencinin ilişki kurmakta sorunlu ve sınırlı olması, sorunlarını başkalarıyla
paylaşma sonucunda ortadan kalkar (Sabuncuoğlu 1987: 122). Tam ve serbest bilgi
akışının geliştirilmesi, sınıf içindekiler için olduğu kadar sınıfın daha geniş toplumsal
108
sistemle ilişkilerindeki sorunlar için de sağlıklı bir ileri adımdır (Katz ve Kahn 1977:
246). Sınıf örgütünde yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya bilgi akış yoluyla
öğrencilere bilgi verilmesi, onların bilgi ve görüşlerinin alınması; öğrencilerde ruhsal
bir rahatlık sağlayacak ve buna bağlı olarak davranışlarında iyileşme,
yabancılaşmanın yaşanma biçimlerinde bir azalma olacaktır (Bingöl 1990: 93).
Sınıf yöneticisinin, sınıfta yabancılaşmayı azaltmak/kontrol altına almak için
izleyeceği iletişim stratejisi ve ilkeleri ise şöyle özetlenebilir (Erdoğan 2004a: 62–
65):
• Gönderilen mesaj cevap vermeyi sağlayacak kadar güdüleyici olmalıdır.
• Etkisiz olan iletişim eylemlerini gözden geçirmek, düzenlemek ve
gerekirse ayıklamak gerekir.
• Mesajı alan ve gönderen kişilerin ortak yaşantı alanının geniş tutulması
gerekir. Ortak yaşantı alanı ne kadar büyük olursa iletişim o kadar sağlıklı
olur.
• İletişimi gerçekleştirecek kişi öncelikle kendisini tanımalı, bunun dışında
kendisini başkalarının nasıl tanıdığını da bilmelidir.
• Hem kaynak hem de alıcı aktif olmalıdır.
• Karşıdaki kişiler yargılanmamalı ve aşırı bir şekilde denetlenmemelidir.
Gönderilecek mesajlarda kullanılacak terimler, ilkeler, semboller ve dilde
birlik sağlanmalı.
• Sınıfın yapısına uygun bir iletişim modeli geliştirilmelidir.
• Mesajın ulaşması için birçok yöntem kullanılmalıdır.
109
• Mesajı gönderen, mesajın alıcıya ne kadarının ne biçimde ulaştığını
değerlendirmelidir.
4.2.5. EŞGÜDÜMLEME SÜRECİ VE YABANCILAŞMANIN
AZALTILMASI
Aydın (1991), eşgüdümlemeyi, belli bir amacı gerçekleştirme doğrultusunda
eldeki insan ve madde kaynaklarının katkılarını bütünleştirme süreci olarak
(Toprakçı 2004: 211) tanımlamaktadır. Sınıfta yabancılaşmanın önlenebilmesi için
görev bölümünün yapılması ve insan çabalarının yeterli düzeyde eşgüdümlenmesi
gerekir (Başaran 1992: 265).
Sınıf açısından eşgüdümleme; öğrenci katkılarının sınıf, sıra, bilgisayar, kitap
vb. araç ve gereçlerin katkılarıyla bütünleştirilmesini ifade eder (Toprakçı 2004:
211–212). Eşgüdüm, bir etkinliğe katılan öğrencilerin birbirlerinin eylemlerinden
haberli olmalarını öngörür. Bir orkestra şefinin hareketleri, nasıl ki çeşitli
enstrümanları çalanlar arasında bir ahenk yaratıyorsa, koordinasyonun kullanılması
da, sınıfta bir uyum yaratmaktadır (Gürsel 2006: 81). Böylece öğretmen ve
öğrencinin eğitim-öğretim sürecinden zevk alması, öğrencilerin etkinliklere katılımı
sağlanmış; yabancılaşma ve yaşanma biçimleri azaltılmış olur.
Öğrencilere kazandırılacak herhangi bir yeterlik için, öğrenciye dersi olan
tüm öğretmenlerin, bu yeterliği oluşturmada gereken eylemleri zamanında ve yeterli
etkileşimle eşgüdüm içinde yapmaları zorunludur (Başaran 1996: 53). Eşgüdümleme
beş evrede gerçekleşen bir süreç olarak değerlendirilebilir. Bu evreler ortak bir
davranış plânı oluşturma, öğrencilerin bu plânı anlamalarını sağlama, öğrencileri
plâna uygun davranmaya özendirme, içeriği uygulama ve değerlendirme olarak
adlandırılabilir (Toprakçı 2004: 212–213).
110
Eşgüdümleme sürecinin iyi işlemesi, sistemin amaçlarının öğrenciler
tarafından iyi anlaşılması ve benimsenmesine bağlıdır. Sınıfta, öğrencilerin amaçları
anlaması ya da farklı amaçlar içinde olmaları onların eylemlerinin eşgüdümlenmesini
zorlaştıracaktır. Öğrencilerin sınıfın amaçlarını algılamaları, onların paylarına düşen
görev ve sorumluluğu açıkça anlamalarına yardımcı olabilir; anlamsızlık, güçsüzlük
ve yalıtılmışlık duygularının oluşmamasına katkı sağlayabilir (Toprakçı 2004: 212-
213). Sınıftaki görev ve sorumluluklarını anlayamamış ya da benimsememiş bir
öğrenci; kendini bir boşlukta bulacak, sınıfı işe yaramaz olarak nitelendirecektir.
Kendine ve sınıfa yüklediği anlamsızlık onu yabancılaştıracaktır.
4.2.6. ETKİLEME SÜRECİ VE YABANCILAŞMANIN
AZALTILMASI
Etki, A kişisinin B’nin tutum ve davranışlarını değiştirme süreci olarak
tanımlanabilir. A kişisinin söz konusu değişimi sağlayabilmesi için, güce sahip
olması gerekmektedir. Buna göre güç, A’nın değişimi sağlamasını mümkün kılan
şeydir. Sınıf yöneticisi, örgütün amacına ulaşması doğrultusunda sınıf ile ilgili bütün
değişkenleri kontrol etmek durumundadır. Bu nedenle sınıf yöneticisinin etkilenmeyi
sağlayacak güce sahip olması gerekmektedir. Söz konusu güç, çeşitli etkileme yolları
ile sağlanabilir. Etkinin dış yolları yetki, bilgi ve hizmet-içi eğitim; iç yolları ise
bireysel gereksinmelerin karşılanması, sınıf örgütünün öğrencilere benimsetilmesi ve
ortak eylem oluşturmadır (Toprakçı 2004: 228–229). Etkinin dış yollarındaki
aşırılığın ya da iç yollarındaki boşluğun, sınıfta yabancılaşmayı tetikleyici bir niteliği
vardır. Sözgelimi yetkiyi gereğinden fazla kullanan bir sınıf yöneticisi, öğrenciler
tarafından acımasız, sıkıcı, soğuk bir kişilik olarak görülebilir. Sevilmeyen bir sınıf
yöneticisinin, sınıfı yönetmesi de güçleşecektir. Sonuçta ise öğretmen-öğrenci
çatışmalarının yaşanması; öğretmen ya da öğrencinin birbirlerine, sınıfa ve okula
yabancılaşmaları kaçınılmaz olacaktır.
Bir sınıf sadece yetki ile yönetilemez (Bursalıoğlu 2005: 121). Bir sınıf
yöneticisi, zorunlu kalmadıkça öğrencileri etkilemek için yetkiye başvurmamalıdır.
111
Bir yönetici değişik etki yollarını deneyip, istenilen sonucu alamazsa, son çare olarak
yetkiyi kullanmalıdır (Gürsel 2006: 80). Sadece yetki ile yönetilen bir sınıf
örgütünde, öğrenciler kendilerini güçsüz, yalıtılmış hissederek sınıftan
soyutlayabilirler. Yöneltme ya da kontrol terimlerinin yerine etki teriminin seçimine
neden, birinci ve ikincinin sadece yetkiye dayalı eylemler olması, üçüncünün ise
çeşitli yollar aracılığıyla çalışmasıdır. Zaten sınıfta yabancılaşmayı etkileyen dış
ögelere, yetki yoluyla yön verilebilmesi olanaklı değildir. Sınıf içindeki
öğrencilerden beklediği davranışları, onları özendirici durumlar yaratmakla
sağlayabilir (Bursalıoğlu 2005: 120-121).
4.2.7. DEĞERLENDİRME SÜRECİ VE YABANCILAŞMANIN
AZALTILMASI
Değerlendirme, herhangi bir programın veya etkinliğin belirlenen amaç
doğrultusunda ne ölçüde ya da ne kadar iyi gerçekleştirildiğinin saptanması;
standartlara ulaşma derecesinin belirlenmesidir (Erdoğan 2004: 142). Sınıf
yöneticisi, örgütü amacına ulaştıracak çalışmalara giriştikten ve böylece sonuçları
adım adım elde ettikten sonra; bunların gereği gibi yapılıp yapılmadığı, amaca
ulaşılıp ulaşılmadığı, hangi ölçüde ulaşılıp hangi ölçüde ulaşılmadığı gibi konuları
belirlemek durumundadır. Bu belirleme, değişmeyen tek şeyin değişim olduğu bir
ortamda yöneticinin sınıf örgütünü bu değişime ne oranda uyumlaştırdığı ile ilgilidir.
Söz konusu uyum, sınıf örgütünde gerçekleştirilmesi gereken iş ve eylemlerin yerine
getirilebilmesi için harekete geçirilen yönetim süreci ögeleri ile sağlanabilir. Her biri
başlı başına bir süreç olarak kabul edilen yönetim süreci ögelerinin ayrı ayrı ve bir
bütün olarak değerlendirilmesi bu çabayı kolaylaştırır (Toprakçı 2004: 249). Ayrıca
değerlendirme, sınıf örgütünde görülen yabancılaşmanın, yönetimin hangi süreç ya
da süreçlerinden kaynaklandığını anlamak bakımından da önemlidir.
Değerlendirme, bir açıdan bakıldığında, yabancılaşma bağlamında
yetersizliklerin ortadan kaldırılması için başvurulan bir araçtır. Değerlendirmenin
amacı genel olarak örgütsel etkililik derecesini artırmak ve böylece sınıf örgütünde
112
yabancılaşmanın görülme riskini azaltmaktır. Değerlendirme yolu ile
yabancılaşmanın kaynakları ve etkileri saptanır, vurgulanır; yetersizlikler belirlenir,
azaltılır ya da giderilir (Erdoğan 2004a: 75). Yabancılaşma olgusunun da sınıfın
etkililiğini olumsuz yönde etkileyen bir öge olması, yönetim sürecinin yabancılaşma
açısından da değerlendirilmesini gerekli kılar. Değerlendirme sonucunda,
yabancılaşmaya yol açan faktörlerin niteliği saptanır; yabancılaşmanın nasıl
giderilebileceği ya da azaltılabileceğine ilişkin çözüm önerileri geliştirilir. Öyle
olmakla beraber değerlendirme sürecinde, dikkat edilmesi gereken ilkelere
uyulmaması durumunda, sorun daha da büyüyebilir. Bu ilkeleri şöyle sıralamak
olanaklıdır (Erdoğan 2004a: 78–79):
• Değerlendirme amaçlı olmalıdır. Amaçları açık olmalıdır. Açık
standartlara bağlı olarak yapılan değerlendirmeler, yabancılaşma
kaynaklarının anlaşılmasını sağlayabilir.
• Değerlendirme plânlı olmalıdır. Böylece yabancılaşma nedeni tam olarak
saptanabilir.
• Değerlendirme sürecine genel bir katılım özendirilmelidir. Böylece
öğrencilerin tutum ve davranışları da ayrıca gözlenebilir.
• Değerlendirme süreklilik içinde olmalıdır. Hızla değişen dünya ve insan
doğası, değerlendirme yargılarının uzun dönem geçerli olmasını
zorlaştırmaktadır. Bu yüzden değerlendirme geçmişi, bugünü ve geleceği
yansıtmalıdır (Başaran 1996).
• Değerlendirme sürecinde tek tek eylemlerle birlikte bütün de
gözetilmelidir. Değerlendirme yaparken çevre değişkenleri de
gözetilmelidir.
• Değerlendirme yaparken kullanılan ölçüt sayısı mümkün olduğunca
birden fazla olmalıdır.
113
• Değerlendirme sürecinde, yabancılaşma ile ilgili verilerin doğru
yorumlanmasına dikkat edilmelidir.
• Değerlendirme korkutucu değil özendirici olmalıdır. Bu şekilde öğrenci
kendisinin değerlendirilmesinden korkmaz ve daha rahat bir şekilde
çalışır. Değerlendirmenin korkutucu olması öğrencilerin verimliliklerini
ve yabancılaşmalarını olumsuz yönde etkiler.
Sınıf yöneticisinin değerlendirme ilkelerine uymasının, yabancılaşma
nedenlerinin ortaya konması ve sorunun giderilmesi bakımından yaşamsal bir önemi
vardır. Örneğin not vermede yanlı olup olmama konusunu ele alalım. Eğer bir
öğrencinin, öğretmenin not verirken yanlı davranarak, bir arkadaşına hak ettiğinden
fazla ya da eksik not verdiğine olan inancı çok güçlü ise o öğrenci için yabancılaşma
süreci hızlı işleyecektir. O öğrenci arkadaşından ve öğretmeninden soğumakla
kalmayıp eğitim-öğretim sürecine, sınıfa da soğuyacak, uzaklaşmak isteyecektir.
Kendini zayıf ve yalnız hissedecektir. Kurallara olan bağlılığında zayıflama söz
konusu olacaktır. Bütün bunlar, o öğrencinin yabancılaşması demektir. Yabancılaşma
süreci bağlamında değerlendirme süreci, aynı zamanda, diğer yönetim süreçlerinin
değerlendirilmesi bakımından da önemlidir. Bu süreç sayesinde, sınıftaki olası bir
yabancılaşmanın nedenleri saptanabilir ve gerekli önlemler alınabilir.
4.2.8. LİDERLİK SÜRECİ VE YABANCILAŞMANIN
AZALTILMASI
Liderin değişik açılardan değişik tanımları yapılmıştır. Grup birliği ve kişiliği
açısından lider, üzerinde göze görülebilen etkiler yapan kimsedir. Lider aynı
zamanda grubun yaşantılarını değerlendirip düzenleyen ve bu yaşantılar yoluyla
grubun gücünden yararlanan kimsedir. Lider, büyük plânların yaratıcısı ve
114
başlatıcısıdır. Bu plânların gerçekleşmesini ise yöneticiler sağlar (Bursalıoğlu 2005:
204). Yönetici, bir örgütün amaçlarını gerçekleştirmek için var olan örgüt yapısını ve
prosedürü kullanan kişidir. Lider ise örgütsel yol göstericilere mekanik olarak
uymanın üstünde ve ötesinde bir etkileme gücüne sahip olan kişidir. Bu anlamda
liderlik, bir örgütün amaçlarını gerçekleştirme ya da bu amaçları değiştirmek için
yeni bir yapı ve prosedür başlatma olarak tanımlanabilir. Buna göre bir yönetici,
yönettiği personelin düşüncelerini, duygularını, değer yargılarını, inançlarını ve
davranışlarını etkilemede ve yönlendirmede, alışılmış uygulamaları ve belirli otorite
kaynaklarını aşabilmişse liderlik özelliğini de sergilemiş olur (Erdoğan 2004a: 35).
Liderlik davranışı, yönetim sürecinin her ögesine yansıyabilir her ögenin daha
etkili olmasında önemli rol oynayabilir (Toprakçı 1994: 144). Çünkü liderlik süreci,
bütün yönetim süreci aşamalarının mayasında vardır. Böylece başlangıçta
belirttiğimiz gibi yabancılaşmanın önlenmesi veya azaltılmasında sargı bezi görevi
görebilir.
Öğretmen, aynı zamanda yasal gücünü kullanarak görevini yerine getirmeye
çalışır. Öğretmenin aşırı şekilde yasal gücü kullanması, öğrencileri rahatsız edebilir
ve öğretmen ile öğrenciler arasında değişik çatışmaların çıkmasına yol açabilir.
Öğrenciler, aşırı olarak yasal gücü kullanan öğretmene karşı düşük düzeyde bir itaat
duygusu geliştirebilirler (Çelik 2003: 205–206). Bu ise yabancılaşmanın yaşanma
biçimlerinden normsuzluk ve anlamsızlığın yaşanmasına neden olabilir.
Sınıfı yönetme görevi üstlenen öğretmenin etki alanı, sınıf ortamıyla sınırlı
değildir. Öğretmen, sınıf içinde ve sınıf dışında etkili bir liderlik davranışı
gösterebilmelidir. Öğretmene yönelik geleneksel bakış açısı, öğretmenin liderliğinin
daha çok sınıfın dışında olması gerektiğini vurgulamaktadır. Öğretmen sınıfın
dışında bir çevre lideri ve sınıfın içinde de sınıf lideri olmak zorundadır. Öğretmen,
çok değişik beklentilere sahip olan öğrencileri, ortak bir amaca yönlendirmek
zorundadır. Böylece yabancılaşma boyutlarından anlamsızlık ve kuralsızlığın en alt
düzeyde yaşanması sağlanır. Öğretmenin liderliği, öğrenme ve öğretim üzerinde
115
olduğu kadar, öğrencilerin davranışlarını yönlendirme açısından da büyük önem
taşımaktadır. Liderliğin doğasında etkileme vardır. Öğretmen sınıf içinde öğrencileri
etkileme gücünü kullanarak; öğrenciler üzerinde etkili liderlik davranışları
gösterebilir. Her öğretmen sınıfın yöneticisidir; ancak her öğretmen bir sınıf lideri
değildir. Buna karşılık her öğretmen sınıf lideri olabilir. Öğretmenler, öğrenciler
üzerinde güç ve otoritelerini kullanmaya çalışırken öğrencileri olumsuz yönde
etkileyebilirler. Aşırı otorite, öğrenciyi bıkkınlığa, nefrete ve kural tanımazlığa
sürükleyebilir. Bu nedenle otoritenin yerinde kullanılması büyük önem taşımaktadır
(Çelik 2003: 200–204).
116
V. BÖLÜM
SONUÇ VE ÖNERİLER
Bu bölümde, araştırmanın bulgularına dayalı sonuçlara ve geliştirilen
önerilere yer verilmiştir.
SONUÇLAR
• Her örgütte şu ya bu şekilde yabancılaşma vardır. Sınıf da bir örgüttür.
Dolayısıyla sınıfta da yabancılaşma vardır ve sınıfın işleyişini tehdit eden
ve çözüme kavuşturulması gereken bir sorundur.
• Sınıf örgütünde yabancılaşma; sınıf yöneticisinin veya öğrencinin kendi
özünden, ürettiklerinden, doğal ve toplumsal çevresinden koparak onların
egemenliği altına girmesi; kendini yalnız, zayıf ve çaresiz hissederek
sınıftan soyutlanması hâlidir.
• Yabancılaşma olgusunun kapsamının geniş, değişken ve ideolojik
algılamalara uygun niteliği; her toplumdaki yansımalarının farklı oluşu ve
birçok sosyal bilim disiplininin ilgi alanına girmesi gibi nedenlerle
yabancılaşmanın kaynakları, sonuçları ve önlenmesine ilişkin farklı
yaklaşımlar söz konusudur.
• Sınıf örgütünde yabancılaşma olgusu, iç (örgütsel) ve dış (çevresel)
olmak üzere pek çok faktörden etkilenir.
o Sınıfta yabancılaşmayı etkileyen çevresel faktörler bürokratik yapı
(genel yönetim ve merkez örgütü, eğitim müdürlüğü, okul yönetimi),
aile, kitle iletişim araçları ve akran gruplarıdır.
117
o Sınıfta yabancılaşmayı etkileyen iç (örgütsel) faktörler ise sınıf
yönetimi anlayışı, sınıfın fiziksel yeterliği ve çalışma koşulları (sınıfın
büyüklüğü, estetik, gürültü, yerleşim düzeni, aydınlatma), bilgi akışı-
iletişim, işbölümü, inanç ve tutumlar, ekonomik-teknolojik ve kültürel
yapıdır.
• Bürokratik yapının rutin kurallara kıskançlık ölçüsünde bağlılık,
esnekliğin kurallara feda edilmesi, inisiyatif ve yeniliğin reddi, yavaş
değişim; bürokratların niteliği, hiyerarşi, sınıf örgütüne bakışı, gayri
şahsîlik ve bürokratik üslup ile resmî dil gibi özellikleri sınıfta
yabancılaşma sürecini etkilemektedir.
o Eğitim örgütlerinin merkezden ya da yerinden yönetilmesi, sınıfta
yabancılaşmayı etkileyen önemli bir ögedir. Merkezî yönetimde
yabancılaşmanın görülme riski, yerinden yönetimdekinden kat be kat
fazladır.
o Genel yönetim ve merkez örgütü tarafından hazırlanan öğretim
programları veya program ögeleri yabancılaşmaya yol açabilmektedir.
Bilimsel gerçekler, toplumsal değer ve yargılar ile program hazırlama
ilkeleri göz ardı edilerek hazırlanmış bir program veya program
ögeleri, yabancılaşmayı tetikleyici nitelik taşır.
o Eğitim müdürlüğü tarafından alınan bir karar ile okullarda ve
sınıflarda meydana gelen büyük ve ani çaptaki değişmeler,
yabancılaşma kaynağıdır.
o Yabancılaşmayı etkileyen diğer bir öge ise okul yöneticisinin yönetim
anlayışıdır. Yetkeci bir yönetim anlayışı, okulun binasının her yerinde
bir korku estirir. Öğrenciler, “okul yöneticisi korkusu” nedeniyle
kurallara uymaz, boyun eğerler. Oysaki istenen şey, öğrencilerin
kuralları içselleştirerek uyma davranışı sergilemeleridir. Ayrıca
118
okulda, öğrencilerin ilgi alanları doğrultusunda gereksinimlerini
karşılayacak yapıların olmaması, öğrencilerde dışlanmışlık duygusu
ve beklentilerine değer verilmediği düşüncesinin doğmasına neden
olur. Bu da yabancılaşmayı tetikler.
o Okul yöneticisi ile sınıf yöneticisi arasındaki olası bir anlaşmazlık,
sınıfta yabancılaşmaya yol açan diğer bir ögedir. İki yönetici
arasındaki gerilim, öğrencileri olumsuz etkileyecektir. Öğrenciler,
sınıf yöneticisine ve okul yöneticisinden birine ya da ikisine birden
karşı tavır geliştirebilir. Bunun sonucunda okuldan veya sınıftan
soğuyabilirler.
• Ailenin yapısı, yönetim biçimi, ekonomik durumu, toplumsal konumu,
çocuk yetiştirme biçimi, öğretmen ve okul yöneticisi ile ilişkilerinin
niteliği; ana-babanın öğrenim durumu, eğitim-öğretime bakışı gibi
etkenler de sınıfta yabancılaşmayı etkileyen dış faktörlerden biridir.
• Kitle iletişim araçları, dış faktör olarak sınıfta yabancılaşmayı etkileyici
bir güce sahiptir. Anlaşılır olmayan ve hızlı işlemeyen, mesajın biçimini
ve özünü değiştirerek iletebilen ve bilgi akışını zorlaştırıcı özelliklere
sahip kitle iletişim araçları sınıfta yabancılaşmayı yoğunlaştırıcı bir
ögedir. Ayrıca öğretmen ya da öğrencinin bu araçların kullanımına ilişkin
bilgisizliği, kitle iletişim araçlarının yabancılaştırıcı niteliğini güçlendirir.
• Akran gruplarının niteliği, sınıfta yabancılaşmayı doğurabilecek bir dış
faktördür. İllegal ya da anti-sosyal eylemler içerisinde olan, öğrenciyi
ailesinden ve sınıfından çok kendisine bağlayan bir akran grubu sınıfta
yabancılaşma sürecini hızlandırır.
• Sınıf yönetimi anlayışı, sınıfta yabancılaşmaya yol açan iç faktörlerden
biridir. Sınıf yöneticisinin yönetim biçiminin öğrenciler tarafından
119
benimsenmemesi, bir yabancılaşma nedenidir. Yetkeci, koruyucu ya da
destekçi bir yönetim anlayışının egemen olduğu bir sınıf örgütünde,
yabancılaşma kaçınılmazdır.
• Sınıfın fiziksel yeterliği ve çalışma koşulları, sınıf örgütünde
yabancılaşmayı etkileyen bir diğer iç faktördür.
o Sınıfın büyüklüğü, yabancılaşma açısından önemli bir faktördür.
Öğrenci sayısının fazla olduğu bir sınıfta, öğrenci-öğrenci ve
öğretmen-öğrenci etkileşimi kısıtlı oranda gerçekleşecektir. Kalabalık
sınıflar, yabancılaşmaya yol açabilmektedir. Böyle bir sınıfta her bir
öğrenciye gerekli ilgi gösterilemez, soru sorulamaz. Dolayısıyla
öğrenci, kalabalık sınıfı anlamsız ve gereksiz bularak dikkatini sınıf
dışı ögelere yoğunlaştırabilir. Aynı durum, sınıfın alansal olarak geniş
olduğu durumlar için de söz konusudur. İletişim ve etkileşimin
sağlıklı işlemediği bir sınıfta, yabancılaşmanın görülme riski çok
büyüktür.
o Estetik bakımdan öğretmen ve öğrenciye hitap etmeyen, iç karartıcı
sınıfların yabancılaşma sürecini hızlandırıcı etkileri vardır.
o Gürültünün sınıf örgütünde yabancılaşma sürecini hızlandırıcı bir
niteliği vardır.
o Sınıftaki yerleşim düzeni, yabancılaşmayı tetikleyen bir diğer
faktördür. Klâsik yerleşim düzeninde arka sıralara oturmak zorunda
kalan bir öğrenci, kendisinin eğitim-öğretim ve arkadaşlarından
soyutlandığı hissine kapılarak sınıfta bir yabancı gibi
davranabilmektedir.
120
o Sınıf ortamının öğrencilerin gelişim düzeylerine uygun ve doğru
biçimde aydınlatılmaması, sınıfta yabancılaşmaya yol açabilen başka
bir faktördür.
• Sınıf örgütündeki bilgi akışı ve iletişimin niteliğinin yabancılaşma olgusu
üzerinde etkisi vardır.
• İşbölümünün niteliği, sınıf örgütünde yabancılaşma sürecini
etkilemektedir. Aşırı işbölümü öğrencinin yaptıklarının neye yaradığını
anlayamamasına ve amacın kaybolmasına ya da tam tersi öğrencinin
yaptığı işe aşırı önem vermesine yol açabilmektedir. Bu her iki yansıma
da yabancılaşmanın birer göstergesidir.
• Sınıf örgütünün ekonomik koşulları, sınıf örgütünde yabancılaşma
açısından önemli bir etkendir.
• Teknolojinin niteliği ve onu kullanma biçimi, sınıf örgütünde
yabancılaşmayı etkileyen bir faktördür. Günümüzde teknolojik
gelişmeler, hiç olmadığı kadar hızlı işlemektedir. Bu durum, teknolojinin
insan yaşamındaki yerini de sağlamlaştırmaktadır. Artık teknoloji
yaşamın vazgeçilmezi olmuştur. Fakat teknolojinin yanlış ya da kötü
amaçlar için kullanımı, teknolojinin olumlu olan bütün yönlerini
olumsuza çevirebilmektedir. İnsanın teknolojiyi değil teknolojinin insanı
kontrol etmesi söz konusudur. Günümüzde, teknolojinin egemenliği, her
yerde ve her alanda hissedilmektedir. İnsan, kendini teknoloji karşısında
güçsüz, tükenmiş ve aşağı görmektedir.
• Sınıf üyelerinin ve sınıf örgütünün kültürel özellikleri, sınıf örgütünde
yabancılaşma üzerinde belirleyici rol oynamaktadır.
121
• Sınıf örgütünde yabancılaşmanın yaşanma biçimleri (boyutları), ana
hatları ile güçsüzlük, anlamsızlık, anomi, yalıtılmışlık ve kendine
yabancılaşma olarak gözlemlenmektedir.
o Yabancılaşma sonucu, sınıf örgütü üyelerinde sınıf üyelerinde;
yaratıcılığın yok olması, örgütsel ilişkilerden kaçınma, sınıfın değer
yargılarına ilgisizlik ya da karşıtlık, uyuşturucu ve intihar eğilimi,
bencillik ve boyun eğme gibi kişilik özellikleri gözlenebilmektedir.
o Yabancılaşan bir öğrencide, güçsüzlük duygusu gelişmiştir. Bunun
sonucunda ise öğrenci; kendisinin hiçbir işe yaramadığını,
başkalarının yardımı olmadan asla bir şeyleri başaramayacağını,
öğretmensiz ve arkadaşsız hiçbir etkinliği başarılı biçimde
bitiremeyeceğini sanır. Aşağılık duygusunu derinden hisseder.
Güçsüzlük duygusunu yoğun biçimde hisseden bir öğrenci, eğitim-
öğretim sürecini bölmeye çalışabilir, hatta bu sürece bütün olarak
karşı çıkabilir.
o Yabancılaşan öğretmen ya da öğrencide, anlamsızlık duygusu da
şiddetli biçimde hissedilir. Böyle bir birey, yapıp ettiklerinin
sonucunu yargılayacak bir inanç sisteminden yoksundur. Önüne
konan alternatifler arasında seçim yapmakta güçlük çeker; kararsızlık
içindedir. Sınıf içindeki yaşamına anlamsızlık yükler. Onun için
işlenen dersler, yapılan etkinlikler, ders araç-gereçleri, öğretmenler,
öğrenciler, başarılı ya da başarısız olmak; kısacası her şey gereksizdir.
Bütün bunların hiçbir anlamı yoktur.
o Herhangi bir toplum için en büyük tehlikelerden biri olan anomi
(normsuzluk), yabancılaşmış öğrencilerde gözlemlenir. Öğretmen ya
da öğrencilerin kendi gereksinimlerine karşı olan ilgisizlikleri, hiçlik
duygusu, geleceğe ilişkin umutsuzluk duyguları anomiyi tetikler. Bu
tip öğrencilerin toplumsal ve örgütsel normlara olan bağlılığı
122
zayıflamıştır. Öğrenciler bir amaçsızlık, kargaşa, kararsızlık ve
belirsizlik içine düşmüşlerdir. Okul ve sınıf kurallarını gereksiz ve
önemsiz bularak bunlara karşı çıkarlar, saldırgan bir tutum takınırlar.
o Yabancılaşmış öğrenci, kendini sınıftan soyutlar ve diğer bireylerle
diyalog kurmaktan sakınan bir görüntü sergiler. Böylece sınıfta
gerçekleştirilen etkinliklere katılmaya, eğitim-öğretim sürecinin aktif
bir ögesi olmaya karşı çıkar. Sınıfta yapılanlara ve yapılacaklara karşı
kayıtsızdır. Sınıf dışında, aile ya da yakın arkadaşlarıyla yapabileceği
etkinlikleri, sınıfta yapabileceklerine tercih eder. Onun için dışarıda
top oynamak, sınıfa gelmekten daha fazla doyum sağlar.
o Yabancılaşan bir öğrenci, kendi yeteneklerini, gücünü kendi dışında
görür. Sınıfta, şimdiki durumundan hoşnut değildir. Öğrenci öz
benliğine yabancılaşmış olup, kendi yaptıkların bir anlam veremez.
Kendine olan güvenini kaybetmiştir. Bu nedenle kendine verilecek bir
görevden ve sorumluluklardan kaçınır. Yani girişimciliği yok
olmuştur.
o Yabancılaşan öğrenci, sınıf yöneticisine ve geleceğe ilişkin
güvensizlik içindedir. Yine yabancılaşan öğretmen ya da öğrencinin
bireysel ilişkilerinde doyumsuzluk egemendir.
• Sınıfta yabancılaşma olgusu yapısı karmaşıklığı ve değişkenliği nedeniyle
önlenemez. Öyle olmakla beraber azaltılabilir, kontrol altına alınabilir bir
olgudur.
• Sınıf örgütünde yabancılaşma olgusu, somut biçimde yönetim sürecinde
gözlenebilecek bir olgudur. Çünkü yabancılaşma, herhangi bir sınıfta
yoğun biçimde yaşanıyorsa, yönetim sürecinin bir ya da birkaç
aşamasında yanlış ve yersiz uygulamalar gerçekleştiriliyor demektir.
123
ÖNERİLER
Araştırma bulgularına dayanılarak hazırlanmış öneriler, aşağıda verilmiştir.
• Sınıfta yabancılaşma olgusunun azaltılabilmesi ya da kontrol altına
alınabilmesi, öncelikle sorunun hissedilmesini ve doğru biçimde
algılanmasını gerekli kılar. Bunun için belirli bir bilinç düzeyine
gereksinim vardır. Öğrencilerin çoğu, yabancılaşmanın ayırdına
varamayabilir. Dolayısıyla burada yükümlülük, sınıf yöneticisine
düşmektedir. Sınıf yöneticisi, yabancılaşmanın olası yansımalarına karşı,
sürekli olarak dikkatli olmalı ve nitelikli gözlemler yapmalıdır. Ayrıca
sınıf yöneticisi, yabancılaşma olgusu hakkında yeterince bilgiye sahip
olmalıdır. Aksi takdirde, gözlemlediği tutum ve davranışların hangisinin
yabancılaşma belirtisi, sonucu ve nedeni olduğunu anlayamaz.
• Sınıfta yabancılaşmanın azaltılabilmesi için, öğrenci yabancılaşmasından
önce sınıf yöneticisi yabancılaşması üzerinde durulmalıdır. Sınıf
yöneticisinin yabancılaşmasına yol açan faktörlerin niteliği
düzeltilmelidir. Bu noktada yapılabilecekleri şöyle sıralamak olanaklıdır:
Öğretmenlerin maaşları artırılmalı; öğretmenlik mesleğinin toplumsal
statüsünün daha saygın hâle gelmesi için gerekenler yapılmalı; özlük
haklarındaki eksiklikler giderilmelidir.
• Öğretmen yetiştiren kurumlarda, yabancılaşma eğitimi de verilmelidir.
Yabancılaşmanın tanımı ve kapsamı, nedenleri, yaşanma biçimleri,
azaltma yöntemleri gibi konular, geleceğin öğretmenlerine tam ve doğru
biçimde öğretilmelidir.
• Geliştirilen öğretim programları, program geliştirme ilkelerine uygun,
toplumsal değer ve yargılara saygılı, bilimsel gerçeklere göre
hazırlanmasında titizlik gösterilmelidir.
124
• Genel yönetim ve merkez örgütü, kimi kararlarda, sınıf yönetimine
esneklik sağlayabilmelidir.
• Genel yönetim, merkez örgütü ve eğitim müdürlüğü, sınıf örgütünü de
ilgilendiren konuların tamamında ani değişikliklerden kaçınmalıdır.
• Sınıfı, 40 dakikalık derslerin işlendiği bir yer olarak gören anlayış değil;
bir örgüt olarak gören anlayış sınıf örgütlerinde egemen kılınmalıdır.
• Okulun ve sınıfın büyüklüğü azaltılmalıdır. Öğrenci sayısı 25’in altında
olan, kalabalık olmayan sınıflarda öğrencinin derse daha fazla katılımı
sağlanacak ve yabancılaşma kaynakları azalacaktır.
• Okul ve sınıf seçiminde, öğrenci ve ana-baba gönüllü bir seçim
yapmalıdır. Zorlamalar ya da zorunluluklar olmamalıdır.
• Öğrencilerin, öğretmenle sürekli iletişim ve etkileşim içerisinde olmaları
sağlanmalıdır. Bunun sağlandığı öğrencilerde güven duygusu gelişir, ya
da birlikte boş zaman etkinlikleri, yemek yeme, spor yapma, satranç
oynama gibi etkinliklere katılırlarsa genişletilmiş roller fazlalaşır.
Böylece yabancılaşma, büyük ölçüde azaltılmış olacaktır.
• Öğretmen-veli işbirliğinin güçlendirilmesi; ev ziyaretleri, ana-babalar için
sosyal etkinlikler düzenlenmesi sınıfta yabancılaşmanın azaltılması
bakımından çok yararlı olacaktır. Sınıf yöneticisi ile aile arasında etkili
bir iletişim kurulmalıdır. Öğrencinin aile yaşamı hakkında yeterli bilgiye
sahip bir sınıf yöneticisi, yabancılaşmanın çözümünde daha başarılı
olabilecektir.
• Öğrenci, ana-baba ve öğretmen tarafından akran gruplarına katılmaya
denetimli ve ölçülü biçimde teşvik edilmelidir. Ayrıca sınıf yöneticisi ve
125
aile, öğrencinin olumsuz amaçlar taşıyan akran gruplarına katılımını
engelleyici uyarılarda bulunmalıdırlar.
• Aile içi ilişkiler dengeli ve düzenli olmalıdır. Sağlam, ideal bir aile
yapısının, yabancılaşmanın azaltılması ya da kontrol altına alınması
açısından yaşamsal bir önemi vardır. Bunun için eğitim örgütünün çeşitli
yapıları aracılığıyla ana-baba eğitimi yaygınlaştırılmalıdır. Ailelere
yabancılaşma ve onun yansımaları hakkında bilgi verilmelidir.
• Sınıf örgütünün iç düzeni, öğrenci estetiğine uygun biçimde
hazırlanmalıdır. Okul ve sınıfın duvarlarının boyanmasında kullanılan
renkler, öğrencinin gelişim düzeyine uygun olmalıdır. Koyu, soğuk
renklerin kullanımından olabildiğince kaçınılmalıdır.
• Okul binaları, ya gürültüden olabildiğince uzak yerlere yapılmalı ya da
okulun dış duvarı ve sınıfları birbirinden ayıran duvarların ses yalıtımı iyi
yapılmalıdır.
• Sınıftaki aydınlatmanın öğrencilerin gelişim düzeylerine uygun biçimde
düzenlenmesi gerekir.
• Okulun ve sınıfın, fiziksel ve psikolojik anlamda, güvenli birer ortam
olmaları için gerekli önlemler alınmalıdır.
• Sınıfın amaçlarındaki büyük açıklık ve uygunluk, yabancılaşmanın
önlenmesinde etkili bir yoldur.
• Sınıf yöneticisi, sınıf örgütün iklimini olabildiğince insancıllaştırmalıdır.
• Öğrencileri bürokrasinin yabancılaştırıcı etkisinden uzak tutacak önlemler
alınmalıdır. Okul ve sınıf yönetimine öğrenci katılımı sağlanmalıdır.
126
• Kitle iletişim araçlarından iletilen mesajların denetiminde, yabancılaşma
olgusu da göz önünde bulundurulmalıdır.
• Sınıftaki yerleşim düzeni, gerçekleştirilecek etkinliklerin niteliği ve
öğrenci beklentileri göz önünde bulundurularak ayarlanmalıdır.
• Sınıfta etkili bir iletişim süreci gerçekleştirilmelidir. Çift yönlü, yüz yüze
ilişkinin olduğu bir sınıf atmosferi, yabancılaşmanın azaltılması
bakımından çok önemlidir.
• Sınıf yöneticisi, değişik kültürlerden gelen öğrencilerin uyumunu
kolaylaştırıcı uygulamalarda bulunmalıdır.
• Sınıf yöneticisi, örgütün kültürü ile öğrenci kültürü arasında uyumu
kolaylaştırıcı uygulamalar gerçekleştirmelidir.
• Aşırı işbölümü ve uzmanlaşmadan kaçınılmalıdır.
• Sınıf yöneticisi tarafından sınıf örgütünde, farklı inanç ve tutumlara
saygıyı öngören bir anlayış egemen kılınmalıdır.
• Sınıfın ve sınıf üyelerinin ekonomik koşulları ve teknolojik yeterlikleri
iyileştirilmeli, geliştirilmelidir.
• Sınıf örgütünün yönetimi sürecinde, sanayileşme ve kentleşme sürecinin
öğrenciler üzerindeki etkileri göz önünde bulundurulmalıdır.
• Yabancılaşmanın azaltılması, kontrol altına alınabilmesi için
uygulanabilecek en etkili yol, yönetim sürecinin doğru ve tam biçimde
gerçekleştirilmesidir. Etkili bir karar verme, plânlama, örgütleme,
127
iletişim, etkileme, eşgüdümleme, değerlendirme ve liderlik süreci sınıf
örgütünde yabancılaşmayı azaltacak/kontrol altına alacaktır.
• Sınıf örgütünün yönetimi uzmanlık isteyen bir iştir. Bu nedenle
üniversitelerin eğitim fakültelerinde sınıf yöneticiliği bölümü açılmalı ve
sınıf yöneticileri yetiştirilmelidir.
• Sınıf örgütü ve yabancılaşma ilişkisini araştıran çalışmaların sayısı
artmalıdır.
128
KAYNAKÇA
ADALI, Sacid (1986): Daha İyi Hizmet Görme Açısından Katılmalı Yönetim.
İstanbul: Türk Dünyası Araştırma Vakfı Yayınları.
ADLER, Alfred (1997): Okulda Güç Eğitilebilir Çocuklar. (Çev. Kâmuran Şipal).
İstanbul: Cem Yayınları.
AKÇAYLI, Nurhan (1984): Yönetime Katılma ve Özyönetim. Bursa: Uludağ
Üniversitesi Yayınları.
AKTUNA, Yıldırım (1988): “Gençlik Döneminde Toplumsallaşma ve Kuşak
Çatışması.” Konya: II. Millî Gençlik Kongresi (Tebliğler, 6-8 Kasım 1986).
Selçuk Üniversitesi Yayınları.
AKYILDIZ, Hayrettin (1989): “Davranış Kaynağı Olarak Kent.”
İzmir:D.E.Ü.İ.İ.B.F.
Dergisi. Cilt: 4. Sayı: 1-2.
AKYÜZ, Hüseyin (1992): Eğitim Sosyolojisinin Temel Kavram ve Alanları Üzerine
Bir Araştırma. İstanbul: M.E.B. Yayınları.
ALDEMİR, M. Ceyhan (1983): “Yöneticilerin Güç Tipleri ile İş’e Yabancılaşma ve
İş Doyumu Arasındaki İlişkiler.” Ankara: Amme İdaresi Dergisi. Cilt: 16.
Sayı: 1.
ALDEMİR, M. Ceyhan (1985): Örgütler ve Yönetimi. İzmir: Bilgehan Basımevi.
ALKAN, Türker ve D. ERGİL (1980): Siyaset Psikolojisi. Ankara: Turhan Kitabevi.
ANABRITANNICA (1993): İstanbul: Cilt: 2.
129
APPELBAUM, Richard P. (Tarihsiz): Toplumsal Değişim Kuralları. Ankara:
Türkiye İş Bankası Yayınları.
ARENDT, Hannah (1996): Geçmişle Gelecek Arasında. (Çev. Bahadır Sina Şener).
İstanbul: İletişim Yayınları.
ARON, Raymond (1986): Sosyolojik Düşüncenin Evreleri. (Çev. Korkmaz
Alemdar).
Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları.
ARSLAN, H., M.KURU ve A.SATICI (2005): “İlköğretim ve Ortaöğretim
Okullarındaki Örgüt Kültürünün Karşılaştırılması.” Ankara: Kuram ve
Uygulamada Eğitim Yönetimi Dergisi. Sayı: 44.
ATALAY, Beşir (1984): Sanayileşme ve Geleneksel Yapı. Ankara: DPT Sosyal Plan
Yayınları.
AVCI, Nabi (1990): Kitle Kültürü Enformatik Cehalet. Ankara: Rehber Yayınları.
AYBAR, Şakir (1995): “Yabancılaşma ve Yabancılaşmanın İş Tatmini Üzerine
Etkileri” (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Erzurum: Atatürk
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
AYDIN, Ayhan (2002): Sınıf Yönetimi. İstanbul: Alfa Yayınları.
BAŞAR, Hüseyin (2001): Sınıf Yönetimi. Ankara: Pegem A Yayıncılık.
BAŞARAN, İ. E (1991): Örgütsel Davranış. Ankara: Gül Yayınevi.
BAŞARAN, İ. E (1992): Yönetimde İnsan İlişkileri. Ankara: Gül Yayınevi.
130
BAŞARAN, İ.E. (1996): Eğitim Yönetimi. Ankara: Yargıcı Matbaası.
BAŞARAN, İ. E (1997): Eğitim Psikolojisi. Ankara: Özkan Matbaacılık.
BAYHAN, Vehbi (1992): “Enformasyon Toplumunda Kültür. 21. Yüzyıla Girerken
Kültürel Dönüşümlerin Bazı Belirtileri.” (Basılmamış Bilim Uzmanlığı Tezi).
Malatya: İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
BAYHAN, Vehbi (1993). “Toplum ve Dil.” Malatya: Logos Dergisi. Sayı: 1.
BAYHAN, Vehbi (1995): “Üniversite Gençliğinde Anomi ve Yabancılaşma.”
(Yayımlanmamış Doktora Tezi). Malatya: İnönü Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
BAYINDIR, Birkan (2002): “Ortaöğretim Dal Öğretmenlerinin Mesleğe
Yabancılaşmaları ile Öğretme-Öğrenme Sürecindeki Davranışları Arasındaki
İlişki.” (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
BAYSAL, Can ve E. TEKARSLAN (1987): Davranış Bilimleri. İstanbul: İ. Ü.
İşletme Fakültesi Yayınları.
BELL, Daniel (1976): The Cultural Contradictions of Capitalism. New York.
BERKAY, Fügen (1981): “Köy-Şehir İlişkileri ve Bu İlişkilerin Ülkemizdeki
Görünümü.” (Basılmamış Doçentlik Tezi). İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
BERKAY, Fügen (1990): “20. Yüzyılda Sosyal Değişme ve Millî Kültür
Varlığımız.” II. Milli Kültür Şûrası Bildirileri, 5-8 Aralık 1989. Ankara:
Kültür Bakanlığı APK Kurulu Başkanlığı Yayınları, I. Cilt.
BİLGİ, Alaattin (1987): “Yabancılaşmış Emek.” İstanbul: Bilim ve Sanat Dergisi.
131
Sayı: 84.
BİLGİSEVEN, A. Kurtkan (1986): Genel Sosyoloji. İstanbul: Filiz Kitabevi.
BİNGÖL, Dursun (1990): İşyeri Disiplini ve Çalışma Barışı. İstanbul: Özgün
Matbaacılık.
BİT (1993): “Çalışma Yaşamındaki Psiko-Sosyal Etmenler ve Bu Etmenlerin
Çalışanların Fiziksel ve Ussal Sağlığına Etkileri”. (Çev. Gülten İncir).
Ankara: MPM Yayınları.
BUDAK, Gülay (1991): “Küçük ve Sanayi İşletmelerinde Yönetim Biçimleri,
Örgütsel Yapı Arasındaki İlişkilerin İncelenmesi.” İzmir: D.E.Ü.İ.İ.B.F.
Dergisi. Cilt: 6. Sayı: 1.
BURSALIOĞLU, Ziya (1978): Eğitim Yöneticisinin Yeterlikleri. Ankara: A.Ü.
Eğitim Fakültesi Yayınları.
BURSALIOĞLU, Ziya (2005): Okul Yönetiminde Yeni Yapı ve Davranış. Ankara:
Pegem A Yayıncılık.
CARREL, Alexis (1970): İnsan Denen Meçhul. İstanbul: Yağmur Yayınları.
CELEP, Cevat (2000): Sınıf Yönetimi ve Disiplini. Ankara: Anı Yayıncılık.
CELKAN, H.Yıldırım (1993): Eğitim Sosyolojisi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi
Yayınları.
CEVİZCİ, A (1997): Felsefe Sözlüğü. Ankara: Ekin Yayınları.
ÇAPAR, Mustafa (1996): “Kültürel Yabancılaşma Olgusu ve Türkiye’deki
Yansımaları.” (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Ankara: Hacettepe
132
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
ÇELİK, Vehbi (1993). “Eğitim Yönetiminde Örgütsel Kültür ve Önemi.” Ankara:
Amme İdaresi Dergisi. Cilt: 26, Sayı: 2.
ÇELİK, Vehbi (2003): Sınıf Yönetimi. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
ÇUBUKÇU, Aydın (1993): “Fetişin Meta Karakteri.” İstanbul: Evrensel Kültür
Dergisi. Sayı: 24.
ÇULPAN, Refik (1978): “Bireysel ve Örgütsel Davranış: Beklentiler Dengesi
Modeli.”Ankara: Amme İdaresi Dergisi. Cilt: 11, Sayı:1.
DAVIS, Keith (1984): İşletmede Davranış, Örgütsel Davranış. (Çev. K. Tosun ve
diğerleri). İstanbul: İ. Ü. İşletme Fakültesi Yayınları.
DEMİR, Ö. ve M. ACAR (1993): Sosyal Bilimler Sözlüğü. İstanbul: Ağaç
Yayınları.
DEMİR, Taner (1999): “Marx’ta ve Marcuse’de Praxıs ve Yabancılaşma.”
(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
DEMİRER, Temel ve S. ÖZBUDUN (1998): Yabancılaşma. Ankara: Öteki
Yayınevi.
DENHARDT, Robert B. (1972): “Yabancılaşma ve Katılma Sorunu.” (Çev. Emine
Örs). Ankara: Amme İdaresi Dergisi. Cilt: 5. Sayı: 2.
DİCLE, İ. Attila (1980): Endüstriyel Demokrasi ve Yönetime Katılma. Ankara:
ODTÜ Yayınları.
133
DOĞAN, İsmail (1998): İletişim ve Yabancılaşma. İstanbul: Sistem Yayıncılık.
DÖKMEN,Üstün (1994): İletişim Çatışmaları ve Empati. İstanbul: Sistem
Yayıncılık.
DRAKE, İ. Richard ve J.S. PETER (1978): Sanayide Davranış Bilimleri. (Çev.
Kemal Tosun) İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları.
EDMUND, Leonard ve A.T. SPROAT (1977): Örgüt Kuramı ve Politikası. Ankara:
TODAİE Yayınları.
EFİL, İsmail (1988): İşletmelerde Yönetim ve Organizasyon. Bursa: Sidre Yayınları.
EKİN, Nusret (1987): Endüstriyel İlişkiler. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları.
ELMA, Cevat (2003): “İlköğretim Okulu Öğretmenlerinin İşe Yabancılaşması.”
(Yayımlanmamış Doktora Tezi). Ankara: A.Ü. Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
ERDEN, Münire (2005): Sınıf Yönetimi. İstanbul: Epsilon Yayıncılık.
ERDOĞAN, Mustafa (1990): “Bilgi Çağı’nda Yaşamak.” Ankara: Milli Kültür
Dergisi. Sayı: 76.
ERDOĞAN, İrfan (2004): Sınıf Yönetimi. İstanbul: Sistem Yayıncılık.
ERDOĞAN, İrfan (2004a): Okul Yönetimi ve Öğretim Liderliği. İstanbul: Sistem
Yayıncılık.
ERDOĞMUŞ, Zeki (1977-1978): “Sosyalizasyon.” Ankara: Sosyoloji Dergisi.
ERDOĞMUŞ, Zeki (6-8 Kasım 1985): “Türkiye’de Sanayileşme ve Kentleşmenin
Birlikte Etkilediği Bazı Sosyal Problemler.” Eskişehir: 9. Dünya
134
Şehircilik Günü Kolokyumu.
EREN, Erol (1989): Yönetim Psikolojisi. İstanbul: İ.Ü. İşletme İktisadı Enstitüsü
Yayınları.
EREN, Erol (2006): Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi. İstanbul: Beta Yay.
ERGİL, Doğu (1979): “Yabancılaşma ve Siyasal Eylem: Siyasal Eylemcilerin
Toplumsal Nitelikleri.” Ankara: A.Ü. S.B.F. Basın ve Yayın Yüksekokulu
Yıllık.
ERGİL, Doğu (1980): Yabancılaşma ve Siyasal Katılma. Ankara: Olgaç Matbaası.
ERKAL, Mustafa E. (1984): “Sanayileşme ve Yabancılaşma İlişkisi.” İstanbul:
Sosyoloji Konferansları. XX. Kitap, İ. Ü. Yayınları.
ERKAL, Mustafa E. (1984a): Sosyal Meselelerimiz ve Sosyal Değişme. Ankara:
Mayaş Yayınları.
EROĞLU, Feyzullah (1995): Davranış Bilimleri. İstanbul: Beta Yayıncılık.
ERTÜRK, Mümin (1994): “Organizasyonlarda Çatışma, Çatışma Nedenleri,
Çatışmanın Yönetimi ve Erciyes Üniversitesinde Bir Anket Uygulaması.”
Kayseri: Erciyes Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi. Sayı: 11.
FICHTER, Joseph (Tarihsiz): Sosyoloji Nedir? (Çev. Nilgün Çelebi). Konya:
Toplum Yayınları.
FİŞEK, Kurthan (1972): Yönetime Katılma. Ankara: T.O.D.A.İ.E. Yayınları.
FROMM, E. (1989): Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum. (Çeviren: N. Arat). İstanbul:
135
Say Yayıncılık.
FROMM, E. (1993): Sevme Sanatı. (Çev. Selçuk Budak). Ankara: Öteki Yayınevi.
FROMM, E. (1994): Erdem ve Mutluluk. (Çev. Ayda Yörükan). Ankara: Türkiye İş
Bankası Yayınları.
FROMM, E. (1996): Sağlıklı Toplum. (Çev. Y. Salman ve Z. Tanrısever). İstanbul:
Payel Yayınevi.
GORDON, Thomas (1999): Etkili Öğretmenlik Eğitimi. (Çev. Emel Aksoy).
İstanbul:
Sistem Yayıncılık.
GÖKA, Erol (1990): “Baudrillard’da Yabancılaşma ve Cinsel Kimlik.” İstanbul:
Türkiye Günlüğü Dergisi, No:10.
GÖKÇE, Birsen (1973): “Şehirleşme Sürecinin Gençlik Üzerindeki Etkileri.”
(Doçentlik Tezi). Ankara: Hacettepe Üniversitesi, 1973.
GUENON, Rene (1990): Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alametleri. (Çev. Mahmut
Kanık). İstanbul: İz Yayıncılık.
GÜLERMAN, Adnan (1983): “Endüstrileşmenin İşletme İçi ve İşletme Dışı İnsan
İlişkilerine Etkisi.” İzmir: D.E.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi. Yıl: 1. Sayı: 1-2.
GÜRDOĞAN, Ersin (1993): Kirlenmenin Boyutları. İstanbul: İz Yayınları.
GÜRSEL, Musa (2006): Okul Yönetimi. Konya: Eğitim Kitabevi.
HALİS, İsa (2001): Sınıf Yönetimi. Konya: Mikro Basın Yayım Dağıtım.
136
HANÇERLİOĞLU, Orhan (1980): Felsefe Ansiklopedisi. İstanbul: Remzi Kitabevi.
HICKS, G. Herbert (1979): Örgütlerin Yönetimi. (Çev. O. Tekok. ve B. Aytek).
Ankara: Turhan Kitabevi.
HOFFER, Eric (1993): Kesin İnançlılar. Kitle Hareketlerinin Anatomisi. (Çev. E.
Günür). İstanbul: Akran Yayınları.
ILLICH, I. (1998): Okulsuz Toplum. (Çev. M. Özay). İstanbul: Şule Yayınları.
KAĞITÇIBAŞI, Çiğdem (2004): Yeni İnsan ve İnsanlar. İstanbul: Evrim Yayınevi.
KAHL, Joseph A. (1981): “Endüstrileşme ve Şehirleşmenin Bazı sosyal Sonuçları.”
(Çev. Beşir Atalay). Ankara: Ankara Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi.
Cilt: 5. Sayı: 2.
KALDIRIMCI, Nurettin. (1981): “İşletmelerde Yönetimin Etkinliği Açısından
İşçilerin Yönetime Katılması ve Bir Uygulama.” (Yayımlanmamış Doktora
Tezi). Erzurum: Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi.
KALKANDELEN, Hayrettin. (1986): Hedeflere Yönelik Sevk ve İdare. Ankara: İM
Eğitim Araştırma Yayın ve Danışmanlık A.Ş.
KATZ, Daniel ve R. L. KAHN (1977): Örgütlerin Toplumsal Psikolojisi. (Çev. H.
Can ve Y. Bayer). Ankara: TODAİE Yayınları.
KAZMIER, Leonard J. (1979): İşletme Yönetimi İlkeleri. Ankara: TODAİE
Yayınları.
KELEŞ, Ruşen (1970): “Türkiye’de Şehirleşme Eğilimleri.” Ankara: A.Ü. Siyasal
137
Bilgiler Fakültesi Dergisi. Cilt: 25.
KELEŞ, Ruşen (1993): Kentleşme Politikası. Ankara: İmge Kitabevi.
KENISTON, K. (1972): The Varieties of Alienation: An Attempt at Definition.
Alienation and The Social System (Ed. A.W. Finifter). New York: John
Wiley and Sons Inc.
KERR-DUNLOP-HARBISON-MYERS (1991): “Sanayileşmenin Mantığı.”
Sosyoloji Yazıları. (Derleyen: İhsan Sezal). İstanbul: Ağaç Yayınları.
KILIÇ, Sadık (1984): Yabancılaşma. İstanbul: Rahmet Yayıncılık, 1984.
KIREL, Çiğdem (1993): “Örgütsel Stres Yönetimi.” Ankara: Ankara Üniversitesi
İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. Cilt: 11. Sayı: 1.
KIZILÇELİK, S. ve Y. ERJEM (1992): Açıklamalı Sosyoloji Terimleri Sözlüğü.
Konya.
KIZILTAN, G. Savaş (1986): Çağımızda Yabancılaşma Sorunu. İstanbul: Metis
Yayınları.
KOÇEL, Tamer (1989): İşletme Yöneticiliği. İstanbul: İ. Ü. İşletme Fakültesi
Yayınları.
KONGAR, Emre (1979): Toplumsal Değişim Kuramları ve Türkiye Gerçeği.
Ankara:
Bilgi Yayınevi.
KORKMAZ,Abdullah (1988): “Şehirleşme ve Suç-Malatya Araştırması 1981-1985.”
(Basılmamış Doktora Tezi). İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
138
KÜÇÜKAHMET, Leyla (2003): Öğretimde Planlama ve Değerlendirme. Ankara:
Nobel Yayın Dağıtım.
KÜÇÜKAHMET, Leyla (2004): Sınıf Yönetimi. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
LEFEBVRE, Henri (1986): Marx’ın Sosyolojisi. (Çev. Selahattin Hilav). İstanbul:
Öncü Yayınları.
LEFEBVRE, Henri (1990): Marksizm. (Çev. Vedat Günyol). İstanbul: Alan
Yayıncılık.
LEVIN, W. L. (1994): Sociological Ideas: Concepts and Applications. California:
Wadsworth Publishing Company.
LEWIS, John (1987): “Yabancılaşma.” ( Çev. Yakup Şahan). Felsefe Dergisi. Sayı:
3.
MANDEL, Ernest ve G. NOVACK (1975): Marksist Yabancılaşma Kuramı. (Çev.
Olcay Göçmen). İstanbul: Yücel Yayınları.
MAGEE, Bryan (1985): Röportajlar-Yeni Düşün Adamları. (Çev. Mete Tunçay ve
diğerleri). Ankara: Birey ve Toplum Yayınları.
MARKSİST DÜŞÜNCE SÖZLÜĞÜ (2002): (Çev. Mete Tunçay). İstanbul: İletişim
Yayınları.
MARX, Karl (2000): Yabancılaşma. (Çev. Kenan Somer ve diğerleri). Ankara: Sol
Yayınları.
MERİÇ, Cemil (2006): Kırk Ambar 2. İstanbul: İletişim Yayınları.
MILLS, C. Wright (1974): İktidar Seçkinleri. (Çev. Ünsal Oskay). Ankara: Bilgi
139
Yayınevi.
MUTLU, Kayhan (1984): “Anomie and Normative Reactions to Normlessness.”
Journal of Human Sciences.
NEF, John (1980): Sanayileşmenin Kültürel Temelleri. (Çev. Erol Güngör). İstanbul:
Kalem Yayınları.
ONARAN, Oğuz (1971): Örgütlerde Karar Verme. Ankara: A. Ü. SBF Yayınları.
OSKAY, Ünsal (1990): “Günümüzü Anlama Açısından Viyana Baroku.” Türkiye
Günlüğü Dergisi. Sayı: 10.
ÖZÇELİK, D. Ali (1998): Eğitim Programları ve Öğretim. Ankara: ÖSYM
Yayınları.
ÖZEL, İsmet (1992): Üç Mesele: Teknik-Medeniyet-Yabancılaşma. İstanbul: Çıdam
Yayınları.
ÖZGEN, Hüseyin (1988): “Yöneticiliğin Günümüzdeki Anlamı, Nitelikleri ve
Karşılaştığı Başlıca Organizasyon Sorunları.” Yönetici Geliştirme Bildiriler.
Adana: Ç. Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yayınları.
ÖZKALP, Enver (1983): “Endüstriyel Baskı Grupları ve Yönetime Katılma.”
Eskişehir: Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi.
Cilt: 1, Sayı: 2.
ÖZKALP, E. ve Ç. KIREL (1996): Örgütsel Davranış. Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Yayınları.
140
ÖZKÖK, Ertuğrul (1985): İletişim Kuramları Açısından Kitlelerin Çözülüşü.
Ankara:
Tan Yayıncılık.
PARS, Esin (1982): İşbölümü Yabancılaşma ve Sosyal Politika. Ankara: Siyasal
Bilgiler Fakültesi Yayınları.
POLOMA, Margaret (1993): Çağdaş Sosyoloji Kuramları. (Çev. Hayriye Erbaş).
Ankara: Gündoğan Yayıncılık.
ROGERS, Dorothy (1987): “Ergenlikte Kültür ve Yabancılaşma.” (Çev. İpek
Gürkaynak). Ergenlik Psikolojisi (Derleyen: Bekir Onur). Ankara:
Hacettepe Taş Kitapçılık Yayıncılık.
ROSENTHAL, M. ve P. YUDIN (1980): Materyalist Felsefe Sözlüğü. (Çev. Aziz
Çalışlar). İstanbul: Sosyal Yayınları.
RUSSEL, Dora ve Bertrand RUSSEL (1979): Endüstri Toplumunun Geleceği.
Ankara: Bilgi Yayınevi.
SABUNCUOĞLU, Zeyyat (1987): Çalışma Psikolojisi. Bursa: Uludağ Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yayınları Basımevi.
SANBERK, İsmail (2003): “Öğrenci Yabancılaşma Ölçeği.” (Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi). Adana: Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
SEZAL, İhsan (1991): Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar. Ankara: Akçağ
Yayınları.
SEZGİN, Ö. (1989): Marx, Kapital ve Diyalektik Materyalizm. Ankara: Verso
Yayıncılık.
141
SOYSAL, Murat (1995): “Tanzimattan Günümüze Yabancılaşma.” (Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi). İstanbul: İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü.
SOYSAL, Abdullah (1997): “Örgütlerde Yabancılaşmaya İlişkin Teorik ve
Uygulamalı Bir Çalışma.” (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Konya:
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
ŞİMŞEK, M. Şerif (1975): Teknolojik Değişim ve Yönetim Sorunları. Erzurum:
Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi Yayınları.
ŞİMŞEK, M. Şerif (1994): Yönetim ve Organizasyon. Konya: Atlas Basım
Yayımevi.
ŞİMŞEK, M.Ş., T. AKGEMCİ ve A. ÇELİK (2001): Davranış Bilimlerine Giriş ve
Örgütlerde Davranış. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
ŞİŞMAN, Mehmet (1994): Örgüt Kültürü. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Yayınları.
TANNENBAUM, Arnold S. (1978): İşletmede Sosyal Psikoloji. (Çev. N. Sağtürk).
Ankara: MEB Yayınları.
TAYMAZ, Haydar (2003): İlköğretim ve Ortaöğretim Okul Müdürleri İçin Okul
Yönetimi. Ankara: Pegem A Yayıncılık.
TEBER, Serol (1990): Politik Psikoloji Notları. İstanbul: Ara Yayıncılık.
TEKİN, Halil (1991): Eğitimde Ölçme ve Değerlendirme. Ankara: Yargı Yayınevi.
TEKOK, Osman, B. BUMİN ve B. AYTEK (1978): İşletme Ders Notları. Ankara:
A.İ.T.İ.A. Yayınları.
TEZCAN, Mahmut (1991): Gençlik Sosyolojisi Yazıları. Ankara: Gündoğan
142
Yayıncılık.
TEZCAN, Mahmut (1995): Sosyolojiye Giriş. Ankara: Şafak Matbaacılık.
TEZCAN, Mahmut (1997): Gençlik Sosyolojisi ve Antropolojisi Araştırmaları.
Ankara:Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları.
TEZCAN, Mahmut (1997a): Eğitim Sosyolojisi. Ankara: Zirve Ofset.
TDK SÖZLÜĞÜ (1998): Ankara: Türk Tarih Kurumu Basım Evi.
TOFFLER, Alvin (1981): Gelecek Korkusu. Şok. (Çev. Selami Sargut). İstanbul:
Altın Kitaplar Yayınevi.
TOFFLER, Alvin (1981a): Üçüncü Dalga. (Çev. A. Seden). İstanbul: Altın Kitaplar
Yayınevi.
TOLAN, Barlas (1981): Çağdaş Toplumun Bunalımı Anomi ve Yabancılaşma.
Ankara: A.İ.T.İ.A. Yayınları.
TOLAN, Barlas (1983): Toplum Bilimlerine Giriş. Ankara: Savaş Yayıncılık.
TOLAN, Barlas (1993): Sosyoloji. Ankara: Adım Yayıncılık.
TOPRAKÇI, Erdal (1994): “Okul Yönetiminin Kendine Özgü Yönleri.” (Basılmamış
Bilim Uzmanlığı Tezi). Malatya: İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
TOPRAKÇI, Erdal (2004): Sınıf Örgütünün Yönetimi. Ankara: Ütopya Yayınevi.
TORTOP, N., E. G. İSBİR ve B. AYKAÇ (1999): Yönetim Bilimi. Ankara:Yargı
Yayınevi.
143
TOSUN, Kemal (1990): Yönetim ve İşletme Politikası. İstanbul: İstanbul
Üniversitesi İşletme Fakültesi Yayınları.
TUNA, Orhan ve N. EKİN (1970): Otomasyon ve Sosyal Meseleler. İstanbul:
İstanbul Üniversitesi Yayınları.
TURAN, Kamil (1973): İşçilerin Yönetime Katılması ve Türkiye Uygulaması.
Ankara: A.İ.T.İ.A. Yayınları.
TURHAN, Mümtaz (1994): Kültür Değişmeleri. İstanbul: Marmara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları.
TÜRKDOĞAN, Orhan (1985): Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği. Ankara: Mayaş
Yayıncılık.
TÜRKDOĞAN, Orhan (1988): Değişme-Kültür ve Sosyal Çözülme. İstanbul: Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı.
TÜRKDOĞAN, Orhan (1988a): Ziya Gökalp Sosyolojisinde Bazı Kavramların
Değerlendirilmesi. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
URICK, Ronald V. (1970): Alienation. New Jersey: Prentice-Hall Inc.
ÜLGEN, Hayri (1993): İşletmelerde Organizasyon İlkeleri ve Uygulaması. İstanbul:
İ.Ü. İşletme Fakültesi Yayınları, 1993.
VAROL, Muharrem (1993): Halkla İlişkiler Açısından Örgüt Sosyolojisine Giriş.
Ankara: Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları.
WEISSKOPF, Walter (1996): Yabancılaşma ve İktisat. (Yayına hazırlayan: Prof.Dr.
144
Oya Köymen. Çevirenler: Ç. Koç, Y. Marda, D. Eryar, K. Erçel, C. Özselçuk,
A. Önder, K. Badur). İstanbul: Anahtar Kitaplar Yayınevi.
YATES, Jere E. (1986): Gerilim Altındaki Yönetici. İstanbul: İlgi Yayınları.
YAĞCI, Tevfik (1995): “Küreselleşmenin Getirdiği Yeni Oluşumlar Karşısında
İşletme Yönetiminde İletişim’in Önemi ve Etkinliği.” (Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi). K. Maraş: K. Maraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
YENİÇERİ, Özcan (1987): “Örgütlerde Yabancılaşma Sorunları ve Yabancılaşmanın
Önlenmesinde Yönetime Katılmanın Rolü.” (Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi). Bursa: Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
YENİÇERİ, Özcan (1991): “Örgütlerde Çatışma ve Yabancılaşma Sorunlarının
Yönetiminde Etkili Bir Araç Olarak Yönetime Katılma ve Bir Uygulama.”
Kayseri: Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
YÖRÜKAN, Ayda (1968): Şehir Sosyolojisinin Teorik Temelleri. Ankara: İmar ve
İskân Bakanlığı Yayınları.