medrese ve İlahiyat kavşağında İslÂmÎ İlİmler...

17
Medrese ve İlahiyat Kavşağında İSLÂMÎ İLİMLER (Uluslararası Sempozyum) ّ ﻗﻠﻴﺪﻱ◌ّ ◌◌َ ﻳﻨﻴﺔ ﺍﻟﺖّ ﺓ ﺑﻴﻦ ﺍﻟﻤﺪﺍرﺱ ﺍﻟﺪّ ◌◌َ ﺍﻟﻤﺆﺗﻤﺮ ﺍﻟﺪوﻟﻲ ﻟﻠﻌﻠﻮﻡ ﺍإﻟﺴﺎﻟﻤﻲ ﺓ ﺍﻟﻤﻌﺎﺻﺮﺓّ ﻳﻨﻲ◌ّ ﺍﺕ ﺍﻟﺪّ وﺍﻟﻜﻠﻲ◌Islamic Sciences at the Crossroad of Madrasah and Theology (International Symposium) 29 Haziran - 1 Temmuz 2012 29 June – 1 July 2012 Editör Yrd. Doç. Dr. İsmail N A R İN Bingöl Üniversitesi Yayınları 2013 1. Cilt

Upload: others

Post on 16-Jan-2020

11 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Medrese ve İlahiyat Kavşağında

İSLÂMÎ İLİMLER

(Uluslararası Sempozyum)

المؤتمر الدولي للعلوم اإلسالميَ◌ّ◌ة بين المدارس الدّ◌ينية التَ◌◌ّقليديّ◌ة

والكليّ◌ات الد◌ّينيّ◌ة المعاصرة

Islamic Sciences at the Crossroad of Madrasah and Theology

(International Symposium)

29 Haziran - 1 Temmuz 2012

29 June – 1 July 2012

Editör

Yrd. Doç. Dr. İsmail NARİN

Bingöl Üniversitesi Yayınları

2013

1. Cilt

Medreseler İle İlahiyat Fakültelerinde Fıkıh İlminin Eğitim

ve Öğretimi

Emran ÇELİK1

1. Fıkhın Tanımı ve Önemi

Din, insan hayatının en önemli değeridir. İnsan doğuşundan ölümüne kadar bü-tün hayatı din içerisinde değerlendirilir. Belli bir takım ilâhî kâide ve kurallardan meydana gelen bir sistem olarak da tanımlayabileceğimiz din, mensuplarını bu kâi-de ve kuralları öğrenmek ve hayatlarına tatbik etmekle mükellef tutmuştur.

Son hak din olan İslâm’ın öğrenilmesi gereken temel bilimleri başlıca şunlardır: Tefsir, Hadis, Fıkıh, Akaid ve Siyer. Tefsir ilmi doğrudan yüce Allah’ın Cebrail va-sıtası ile Hz Peygamber’e (s.a.s.) vahiy olarak indirdiği kelam-ı ezeliyi konu alırken; Hadis ilmi Hz. Peygamber’in fiil, söz ve uygulamalarını konu alan bir ilim dalıdır. Bu itibarla Kur’an, vahy-i metluv olarak İslâm dininin birinci derecede temel kayna-ğını teşkil ederken, Hz. Peygamber’in sünneti de vahy-i gayri metluv olarak ikinci derecede temel kaynak olarak kabul edilmiştir. Kur’an (Tefsir) ve Sünnet (Hadis), İslâm dinin temel iki kaynağını teşkil etmesi bakımından son derece önem arz et-mektedir. Fıkıh ilmi ise Kur’an ve Sünnet çerçevesinde belirli delillere dayanarak, İslâm dininin pratik hayata ilişkin hükümlerini ortaya koyan ve böylece ferdin dinî hak ve yükümlülüklerini bilmesini sağlayan bir ilimdir. Fıkıh ilmi, pratik hayata dair kuralları belirlemesi açısından en az Tefsir ve Hadis kadar önem arz etmekte-dir. Hatta fıkıh ilmi, hem havas hem de avam kesimi ilgilendirmesi açısından tefsir ve hadisten daha çok önem arz ettiği de söylenebilir.

1 Arş. Gör., Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi / DİYARBAKIR [[email protected]].

734 Medrese ve İlahiyat Kavşağında İSLÂMÎ İLİMLER

Lügat manası anlamak, kavramak ve idrak etmek olan fıkhın ıstılahî manası için çeşitli tanımlar yapılmıştır. Ebu Hanife, “Kişinin leh ve aleyhindeki şeyleri bilme-sidir.” diye tarif ederken; İmam Şafiî, “Dinin ameli hükümlerini, muayyen delil ve kaynaklarından alarak elde edilen bilgidir.” diye tarif etmiştir.2

Fıkıh, temelde ilahî vahye dayanmakla birlikte oluşumunda insanî unsurlara da (içtihat, maslahat, örf ve adetler vb.) yer vermektedir. İbadeti, ameli, ahlakı, iktisâdi ve ictimâi münasebetleri içine alacak kadar geniş bir kapsama sahip bulunan Fıkıh ilmi, tüm İslâm milletini tek çatı altında toplayan, ümmetin birliğinde önemli bir işlevi bulunan müstesna bir müessesedir. Kulun Allah’la ilişkisi olan ibadetlerden iktisadi hayata, sosyal adaletten aile hayatına, insanın şahsi ihtiyaçlarından toplum intizamı için gerekli düzenlemelere kadar, kısaca ferdin doğumundan ölüm ve son-rasına kadar her şey fıkha konu olmaktadır.

Fıkıh ilminin ortaya koyduğu kuralların hemen hepsi, doğrudan ya da dolaylı olarak insanların canlarının, akıllarının, dinî inançlarının, mallarının ve namusları-nın korunmasını amaçladığı gibi insan hakları, hürriyet, eşitlik, adalet gibi huku-kun değişmeyen genel ilkelerini, kuram ve uygulama bazında ön plana çıkarmaya çalışır. İşte hayatın her alanıyla alakadar olan fıkhın, günümüzde eğitim ve öğreti-minin nasıl ve nerede yapıldığını ortaya koymaya çalışacağız.

2. Yüksek Dinî Eğitim Kurumları: Medreseler ve İlahiyat Fakülteleri

Tefsir, Hadis, Fıkıh, gibi tüm temel İslâm bilimleri İslâm’ın doğuşundan günü-müze kadar eğitim ve öğretim metoduyla, nesilden nesile aktarılarak gelmiştir. Bu bilimlerin eğitim ve öğretimi, İslâm tarihi boyunca camiler, medreseler ve ilim mec-lisleri gibi çeşitli mekânlarda yapılmıştır. Bugün ise ülkemizde söz konusu bilimleri üst seviyede öğreten kurumlar, Medreseler ile İlahiyat Fakülteleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yüksek dini eğitimin verildiği bu kurumlar, toplumun din ve inanç konusundaki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla öğrenci yetiştirip mezun etmekte-dir.

Bu iki kurumdan biri olan medreseler, yüzyıllar boyunca İslâm âleminde yegâne eğitim kurumu olarak var olagelmiştir. Selçuklular döneminde sistemli bir eğitim kurumu haline gelen medrese, Osmanlı devletinin fiilen sona ermesine kadar da yüksek eğitim veren en önemli kurum olarak devam etmiştir. Medreseler Osmanlı devletinin sona ermesinden sonra, onun yerine kurulan devletin yetkilileri tarafın-dan resmi olarak kapatılmıştır. Artık yasa dışı kabul edilen medrese, ülkemizin batı

2 Hayreddin Karaman, İslam Hukuk Tarihi, s. 24 (Tehanevi, Keşşâfu ıstılahâti’l-fünûn’dan naklen)

735Emran ÇELİK

bölgelerinde tamamen varlığını kaybetse de doğu bölgelerinde özellikle de Güney-doğu Anadolu bölgesinde zor şartlar altında varlığını sürdürmüştür. Devlet des-teğinden mahrum kalan hatta onun hedefinde olan medrese, bu bölgelerde kutsal bildiği ilimin eğitim ve öğretimini devam ettirmek için her türlü zorluğa katlanarak yoluna devam etmiştir. Çeşitli baskılara maruz kalan medreseler, her geçen gün gerileyerek güç kaybetmiş ve doksanlı yılların sonuna doğru iyice zayıflamıştır. Ancak baskıların kalktığı şu son yıllarda medreselerde yeniden bir canlılık kendini göstermeye başlamış ve medreselerin sayısında her geçen yıl bir artış gözlenmeye başlanmıştır.

Medreseler günümüzde bir kısmı Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Kur’an Kur-su olarak yarı resmi bir hüviyet kazanmış bulunmakta, diğer bir kısmı da gayri resmi olarak eğitim faaliyetlerine devam etmektedir. Kur’an Kursu olarak resmiyet kazanan medreseler, medrese gibi faaliyet gösterip çeşitli İslâm bilimlerini okutu-yorsa da devlet tarafından bu şekliyle henüz tanınmamıştır. Çünkü medreselerde elde edilen bilgi ve birikimin, mezun olurken de alınan icazetin, resmi din görevli-leri alımında henüz bir geçerliliği bulunmamaktadır.3 Medrese kurumunu ele alır-ken daha çok kastettiğimiz ülkemizin doğu bölgelerinde halen faaliyette olan gayrı resmi medreselerdir.

Ülkemizde yüksek din eğitimi veren diğer kurum ise İlahiyat fakülteleridir. Şu an devletin idaresi ve denetiminde resmi olarak dinî eğitim veren tek kurumdur. İlahiyat fakülteleri modern yüksek eğitim kurumları olan Üniversitelerin bünye-sinde eğitim vermektedir. Bu gün itibarıyla devlet üniversitelerinin yaklaşık ola-rak yarısından fazlasında İlahiyat fakülteleri bulunmaktadır. İlahiyat fakülteleri İmam-hatip okullarından sonraki bir üst öğretim kurumu olarak yüksek din eğitimi verirken Medrese, dini eğitimi baştan sona kademesiz olarak vermektedir. Medrese bu şekliyle ilk, orta ve yüksek öğretimi kapsayan hatta asistanlık derecesini bile ihtiva eden dini bir kurumdur.

İlahiyat fakülteleri Medreseye kıyasla çok yeni sayılmaktadır. 1924 yılında İs-tanbul Darü’l-Fünunu’na bağlı açılan İlahiyat Fakültesi 9 yıl devam edebilmiştir. Çünkü Darü’l-Fünun lağvedildikten sonra yerine kurulan İstanbul Üniversitesi’n-de, İlahiyat Fakültesine yer verilmemiştir. Bu tarihten itibaren Ankara Üniversitesi bünyesinde 1949 yılında İlahiyat Fakültesinin açılmasına kadar Din eğitimi resmi olarak kesintiye uğramıştır. 21 Kasım 1949 yılında resmen açılan Ankara Üniver-sitesi İlahiyat Fakültesi bu günkü İlahiyat fakültelerinin temeli ve başlangıcı oldu.

3 Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2012 yılında sözleşmeli personel olarak aldığı ve kamuoyunda Mele ya da Molla alımı diye bilinen 1000 kişilik kontenjanı bundan istisna edebiliriz. Zira bu tek bir defaya mahsus olarak yapılmıştır.

736 Medrese ve İlahiyat Kavşağında İSLÂMÎ İLİMLER

Medrese ile İlahiyat Fakültelerinin geçmişinden kısaca bahsettikten sonra, bu iki kurumda Temel İslam Bilimlerinin en önemli dallarından biri olan ve yukarıda önemine kısaca değindiğimiz Fıkıh ilminin eğitim ve öğretimine geçelim.

3. Medreselerde Fıkıh Eğitimi ve Öğretimi

Medreselerde üzerinde en çok durulan ilimlerden birisi şüphesiz Fıkıh ilmidir. Osmanlı dönemi öncesinden Fatih dönemine kadar medreselerde, fıkıh ilminin öğ-retildiği kesin olmakla beraber medreselerde okutulan ders müfredatı hakkında ke-sin bir bilgi elimize ulaşmamıştır. Fakat Fatih ve sonrasındaki Osmanlı döneminde bütün medreselerde Fıkıh ve Fıkıh usulü dersleri okutuluyordu.4 1 Ekim 1914 yılın-da yayınlanan ”Islah-ı Medâris Nizâmnâmesi” ile bütün medreseler Darü’l-Hilafe-tü’l-Aliye Medresesi adı altında birleştirildi. Medreseler, her birinin öğretim süresi dört yıl olan Tâli Kısm-ı Evvel, Tâli Kısm-ı Sâni ve Kısm-ı Âli olarak üç kısma ay-rılmıştı. Nizamnamenin medreseler için öngördüğü ders programında, Tâli Kısm-ı Evvel’in III. ve IV. yılında Fıkıh derslerine yer veriliyordu. Tâli Kısm-ı Sâni’nin ilk iki yılında Fıkıh dersi son iki yılında da hem Fıkıh hem de Usul-i Fıkıh dersleri konulmuştu. Kısm-ı Âli’nin ise her dört yılında da hem Fıkıh hem de Usul-i Fıkıh dersleri yer almaktaydı.5

Osmanlı döneminde resmi hüviyete sahip olan tüm medreselerde ağırlıklı ola-rak Hanefi fıkhı öğretiliyordu. Bunun en büyük nedeni, Osmanlı yönetiminin ve onun merkezine yakın bölgelerde bulunan halkın büyük çoğunluğunun Hanefi mezhebine mensup olmasıdır. Osmanlı medreselerinde okutulan Fıkıh ve Fıkıh Usulü derslerinden bazıları şunlardır:

Bidâyetü’l-Mübtedî, Burhaneddin el-Merginânî (ö.1197) ve yine bunun üzerine yazdığı el-Hidâye şerhi.

Ekmel (el-İnâye), Bayburtlu Muhammed Ekmeleddin (el-Babertî) (ö.1348).

Vikâye (Vikâye er-Rivâye fî Mesâili’l- Hidâye), Ubeydullah b.İbrahim el-Mahbubî el-Hanefî (ö.1274).

ed-Dürrü’l-Muhtâr fî Şerhi Tenvîri’l- Ebsâr, Alâüddin el-Haskefî (ö.1676).

İbn Âbidin (Reddü’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l-Muhtâr) Seyyid Muhammed Emin b. Ömer (ö.1836).

4 Mefail Hızlı, “Osmanlı Medreselerinde Okutulan Dersler ve Eserler”, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergi-si, C:17, Sayı: 1, Sayfa: 37, Yıl: 2008.

5 Mustafa Şanal, “Osmanlı Devleti’nde Medreselerde Ders Programları, Öğretim Metodu, Ölçme Ve Değerlendirme, Öğretimde İhtisaslaşma Bakımından Genel Bir Bakış”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 14, Yıl: 2003 s. 155-156.

737Emran ÇELİK

Fıkıh Usülü ve Feraizle ilgili okutulan kitaplardan bazıları da şunlardır:

Takvîmü’l-Edille, Ebû Zeyd ed-Debûsî (ö.1038).

Usûl-ü Pezdevî, el-Pezdevî (ö.1089).

Tavzih ve Tenkih, Sadrüşşerîa (ö.1274).

Menâr (Menârü’l-Envâr), Ebu’l-Berekât Hafizüddin en- Nesefî (ö.1310).

Mir’ât, Molla Hüsrev (ö.1480).

Cem‘u’l-Cevâmî, Takiyüddin es-Subkî (ö.1355).

Ferâizü’s-Secâvendî (Ferâiz-i Sirâciye/es-Sirâciye fî’l-Ferâiz), Sirâcüddin Muhammed b. Mahmud es-Secâvendî (ö.1200).

Şerh-i Feraiz (Şerhu’s-Sirâciyye), Seyyid Şerif el-Cürcanî (ö.1413).

Osmanlı medreselerinde Fıkıh ve Fıkıh Usulünün iyi derecede öğretildiği tarihi kaynaklarda mevcuttur. Fakat asıl meselemiz olan bu günkü medreselerde durum biraz farklıdır. Bu günkü medreselerden kastımız büyük çoğunluğu şark medrese-leri olan ve az bir kısmı batı bölgelerinde bulunan medreselerdir. Bu medreselerin en yoğunlukta olduğu iller Siirt, Batman, Diyarbakır, Mardin, Şırnak Van ve Şan-lıurfa’dır. Bu medreselerde fıkıh eğitim ve öğretiminin Osmanlı dönemine kıyasla daha az olduğu muhakkaktır. Bu günkü medreseler, Alet ilimlerine (Sarf, Nahiv, Belağat, Beyan, Bedi’, Mantık vs.) önem verdikleri kadar Ulum-i Âliye dediğimiz Tefsir, Hadis, Fıkıh, Akaid ve Siyer gibi ilimlere önem vermemişlerdir. Medresede Fıkıh ilimi okutulmakla beraber henüz Sarf ve Nahiv kadar ilgi görmemiştir. Bu gün bu açığın farkında olan medreseler, Fıkıh konusuna her geçen gün biraz daha eğilmesine rağmen henüz olması gereken seviyeye ulaşmamıştır.

Medreselerdeki fıkıh ilminin eksikliğini gösteren en bariz husus medrese müfre-datında herhangi bir fıkıh kitabının yer almamasıdır. Medreselerdeki şu an mevcut müfredat tamamen Sarf, Nahiv, Mantık, İstiare, Belagat, Beyan, Bedi’ ve Vazı’ gibi ilimlerden oluşmaktadır. Fıkıh dersi almak, fıkıh kitaplarını mütalaâ6 edip anlama-ya çalışmak talebenin tercihine bırakılmıştır. Talebeler, medresenin ana müfredatı-nı oluşturan sıra kitaplarını tamamlayıp icazet aldıktan sonra medresede kalmaya devam edecekse başta Fıkıh olmak üzere Tefsir, Hadis, Akaid ve Siyer gibi ilimlere

6 Medreselerde kullanılan bir terimdir. Talebelerin okuyacağı dersi önceden çalışması ve derse hazırlıklı olması demektir. Ders çalışılan odaya da mütalaâ odası denir. Bu odada herkes sessizce çalışmak zorundadır. İsteyen okuduğu dersin dışında başka kitaplara da çalışabilir.

738 Medrese ve İlahiyat Kavşağında İSLÂMÎ İLİMLER

yönelerek onları tahsile çalışır. Fakat icazetten sonra talebeler ekseriyetle fahri ya da resmi görev alarak medreseyi terk etmektedir. Bu da tabii olarak Fıkıh konusunda yeteri malumat elde edilmeden medreseden çıkmalarını netice vermektedir.

Medresede fıkıh eğitim ve öğretiminin yeteri düzeyde olmadığını en çok dile getiren yine medrese erbabıdır. Medreseden mezun olan talebeler dini bir görev aldıktan sonra, bu eksikliği daha iyi hissetmektedirler. Zira bunlar hiç beklemedik-leri kadar dinî (fıkhî) sorulara muhatap olmakta ve eğer fıkhı iyi öğrenmemişse bu sorulara cevap vermekte zorlanmaktadır.

Medresede Fıkıh Usulü öğretimi fıkıhtan da daha çok ihmal edilmiştir. Medre-sede fıkıh adına duyulan ihtiyacın kahir ekseriyeti füru’a dairdir. İleri seviyedeki talebeler füru’la ilgili kaynaklara ilgi duydukları kadar usule ilgi duymamışlardır. Usulün yeteri kadar ilgi görememesinin altında yatan sebep, bazı medrese hocala-rının zaman zaman dile getirdikleri şu kanâat yatmaktadır: Klasik kaynaklar fıkıhla ilgili her şeyi ayan beyan ortaya koyduğu, günümüzde ortaya çıkan çağdaş mesele-ler için dahi eski kaynaklarda yeteri malumat olduğu ve bu meselelere çözüm bulu-nabildiği görüşüdür. Usul öğrenimi konusunda çok tutucu davranan bazı medrese hocalarının usul öğrenmeyi bir nevi müçtehitliğe soyunmak olarak algıladığı da vakidir.

Medrese camiası ekseriyet itibarı ile günümüzdeki fıkhi meselelere hep klasik fıkıh mecmualarında çözüm ararken, diğer taraftan günümüzde ictihad yapmaya ehil kimsenin bulunmadığı kanaatindedir. Zira ictihad için usul kitaplarında belir-tildiği gibi bir takım şartlar gerekiyor. Bu şartları haiz kimsenin bulunmadığı gerek-çesiyle bidat ve dalaletlerin çok yaygın hale geldiği günümüzde, ictihad kapısının kapalı tutulması gerektiğine inanırlar. İşte bu nedenle usul öğrenimine medreseler-de yeteri kadar rağbet edilmemiş ve Fıkıh ilmi daha çok klasik mezhep kitaplarını baştan sona okumak suretiyle Füru kısmıyla sınırlı kalmıştır. Usul ilmine olan bu yaklaşım her medrese için geçerli olmadığı gibi her müderris veya her talebe için de geçerli değildir.

Medreselerde Fıkıh eğitiminin istenen düzeyde olmadığını belirtmekle beraber, Fıkıh ilminin tamamen ihmal edildiğini ve hiçbir fıkhi eserin okutulmadığını söy-lemek yanlış olur. Dikkat çekmeye çalıştığımız asıl husus, başta Fıkıh olmak üzere diğer İslâmî ilimlerin alet ilimlerinin gölgesinde kalması ve onlar kadar tahsil edil-memesidir. Bazı medrese hocaları, Fıkıh ve Fıkıh usulü öğrenimine ihtiyaç oldu-ğunu belirtip bu alana eğilirken; bir kısmı da ağırlığını alet ilimlerine verip Fıkıh öğrenimini ikinci planda tutmayı tercih etmişlerdir.

739Emran ÇELİK

Osmanlı zamanında yaygın olan Fıkıh ilminin bu günkü Medreselerde biraz za-yıflamasının bir takım nedenleri vardır. Bu günkü medrese yetkilileri durumun far-kında olmakla beraber içinde bulundukları şartlar onları bu durumla karşı karşıya getirmiştir. Bu nedenleri şöyle sıralayabiliriz:

Medreselerin resmi olarak kapatılması. Tevhid-i Tedrisat kanunuyla eğitimin bir-leştirilmesi sonucunda kapatılan medreseler, büyük bir buhran geçirdiler.7 Yüzyıl-lar boyunca hizmet veren medrese yasak hale getirilerek din dersi veren hocalar ağır cezalarla cezalandırıldılar. Hiç beklemedikleri bu durumla karşı karşıya kalan medrese hocaları, bu elverişsiz şartlarda âlet ilimleriyle yetinmek zorunda kaldılar. Neticede fıkıh ve diğer İslamî ilimler ikinci planda kalmış oldu.

Âlet ilimleri (Sarf, Nahiv v.s.) diğer Âli ilimlerin öğrenimi için şart olduğundan önce-liğin bunlara verilmesi. Malum dur ki; İslâmiyetin doğuşundan XX. yy.’a kadar Fıkıh ilmine dair telif edilen kaynakların hemen hemen tamamı Arapçadır. Arapça iyi derecede öğrenilmeden bu kaynaklara inilemeyeceği ve bunları anlayıp kavrama imkânı olamayacağından hareketle fıkıh ilminin öğrenimi için gerekli olan Sarf ve Nahiv ilimlerinin öğrenimine ağırlık verilmiştir.

Bir kısım medrese talebesinin ilmini tamamlamadan medreseden ayrılarak tahsilini yarı-da bırakması. Medresede yaklaşık 6-7 yıl kalan talebeler yaşları ilerlediği için Asker-lik, evlilik ve iş bulmak gibi çeşitli ihtiyaçlara binaen medreseden ayrılmak zorun-da kalabiliyorlar. Bu nedenle Medrese hocaları, onlara medresede kaldıkları süre zarfında Arapçayı iyi seviyede öğretip, Medrese hayatı sonrasında Fıkhî metinlere ulaşabilmelerini sağlamak amacıyla Arapçayı önceleyip Fıkhı, talebenin kendi gay-retine bırakmışlardır.

Geleneğe bağlılık. İslâm tarihi boyunca Arapça, temel İslâmî ilimlerden sayılarak en az Tefsir, Hadis ve Fıkıh kadar önemli bulunmuştur. İslâm’ın iki temel kaynağı-nın Arapça ve ilk muhataplarının Arap olması nedeniyle eskiden beri Arapça ilmi-ne çok ehemmiyet verilmiştir. Nitekim fıkıhta en yetkili konumda olan müctehid için aranan en önemli şartlardan birisi de Arap dili ve belagatini çok iyi seviyede biliyor olmasıdır. Medreselerde müstesna bir yeri olan Arapça, Yüzyıllar boyunca dini eğitim ve öğretimin yegâne dili olmuştur. Neticede Arapça öğretimi bir yan-dan zaruret olurken diğer yandan Âli ilimlerden öncelenmesi hususunda bir gele-nek oluşmuştur. Konumuz açısından mevzubahis olan medreselerdeki hocalar da kendi hocalarından hep bu şekilde öğrenmişler ve Fıkhın Arapçadan sonra geldiği geleneğini devam ettirmişlerdir.

7 Geniş bilgi için bkz. M. Halil Çiçek, Şark Medreselerinin Serencâmı, Beyan Yay., İstanbul, ts.

740 Medrese ve İlahiyat Kavşağında İSLÂMÎ İLİMLER

Medreselerdeki Fıkıh eğitiminin yeterli seviyede olmaması aslında ihmalden çok elverişsiz şartların doğurduğu bir sonuçtur. Biz inanıyoruz ki, Medreseler dev-let tarafından yasadışı addedilip kapılarına kilit vurulmasaydı ve Medrese hocaları kapalı devre sistemiyle medrese eğitimini kırsal alanlara kaydırıp gizliden ders ver-mek zorunda kalmasalardı, Arapçada olduğu gibi başta Fıkıh olmak üzere, diğer İslâmî ilimlerin tümünde üstün bir başarı elde ederlerdi. Bütün bunlarla beraber Medresede fıkıh eğitiminin azımsanmayacak derecede olduğu da muhakkaktır.

Fıkıhtaki yetersizliğin kahir ekseriyeti talebelere yöneliktir. Medrese hocaları ise çoğunlukla fıkha hâkimdirler. Onlar fıkıh kitaplarını çokça mütalaa ettikleri için yüksek seviyede bir fıkhî bilgiye sahiptirler. Nitekim medreselerin toplum üzerin-deki etkisinin temel sebeplerinden birisi de halkın birçok fıkhî meselede medrese hocalarına başvurması ve tatminkâr cevaplar almasıdır. Doğu medreselerinin hu-kuki davalarda bir mahkeme işlevi görmesi, verdikleri kararların her iki taraftan da kabul görmesi Medrese hocalarının fıkıh ilmine derin vukufiyetlerini göstermekte-dir. Medreseler toplumun fıkhî problemlerini çözmesi itibarıyla huzur ve barışın tesisinde çok önemli payı vardır.

Medreselerde Fıkıh ilminin öğrenimine ilişkin önemli hususlardan birisi, Fıkhî metinlere inebilmek, onları anlayıp kavrayabilmek için gerekli olan Arapçanın ile-ri seviyede öğretilmesidir. Talebeler Arapçayı öğrenerek fıkhın bir nevi altyapısını elde etmektedir. Artık o medreseden ayrılsa bile herhangi bir fıkhi meseleyle karşı-laştığında kaynaklara müracaat ederek meseleyi çözebilir. Medreseden mezun olan birçok talebe mezuniyet esnasında çok fazla fıkhî bilgiye sahip değilken, ileriki yıl-larda bu altyapı sayesinde fıkhî bilgisini çok üst seviyelere çıkarabilmektedir. Zira o, fıkıh kaynaklarını anlamak için kilit konumunda olan Arapçaya tam anlamıyla hâkim bulunmaktadır. Fıkhî kültür mirasımız tamamen Arapça kaynaklardan oluş-tuğu için bu mirasın kapısını açacak anahtara (Arapça) çok ihtiyaç vardır. Bu anah-tarı elde eden medrese mezunları için Fıkıh kaynaklarını mütalaâ edip bilgi sahibi olmak artık çok zor gelmemektedir.

Hemen her medresede şu veya bu şekilde fıkıh eğitimi yapılmaktadır. Fıkıh dersi alma çoğunlukla talebenin tercihine bırakılmıştır. Yakın zamanlara kadar medreselerde herkes Alet ilimlerden oluşan sıra kitaplarını okuma mecburiyetinde bulunurken Fıkıh dersi almak gibi bir zorunluluk yoktu. Talebe, sıra kitaplarını tamamlayıp hiç fıkıh dersi almamış olsa bile icazet alabiliyordu. Ancak bu, talebe-lerin fıkıhtan çok uzak durdukları anlamına gelmiyor. Her talebe istediği müder-riste seviyesine göre bir fıkıh kitabını okuyabiliyordu. Genellikle zeki ve başarılı talebeler okudukları sıra kitaplarına paralel olarak başta fıkıh olmak üzere hadis, akaid, siyer gibi dallarda küçük çaplı kitaplardan ders alıyorlardı. Müderrisler âlet

741Emran ÇELİK

ilimleri derslerini talebeye bire bir verdikleri için vakitleri pek kalmıyordu. Çünkü bir müderris günde 8 ila 15 ders veriyor. Her bir ders 35-40 dakikadan hesaplandı-ğında yaklaşık olarak 8-10 saat ediyor. Bu sebeple hocalar fıkıh dersi almak isteyen talebeleri dörder, altışar, yedişer, sekizer gibi gruplar halinde toplayarak ders ver-mekte ve bu şekilde zamandan tasarruf etmektedir. Ders esnasında talebe konuyla ilgili istediği soruyu hocaya sorabiliyor. Zaman ne kadar uzarsa uzasın bir ders ya da konu anlaşılmadan kesinlikle başka bir konuya geçilmiyordu. Tillo gibi bazı medreselerde talebeler icazet aldıktan sonra bir iki yıl daha medresede kalarak ken-dilerini tamamen fıkıh tefsir hadis gibi âli ilimlerin tahsiline vermektedir.

Medreselerle ilgili cumhuriyetten bu yana kesintisiz devam eden yasak ve baskı-nın son birkaç yılda kesilmesi sonucunda medrese hocaları medreseyi revize ederek eksikler üzerinde düşünmeye başladılar. Bu meyanda en çok hissedilen Kur’an-ı Kerim tecvidi, Alet ilimlerinin eğitiminin hızlandırılması, fıkıh, fıkıh usulü, tefsir, hadis gibi ilimlerin okutulmasına biraz ağırlık verilmesi gibi hususlar üzerinde çok durulmuştur. Nitekim doğu medreseleri son yıllarda tecvit konusunda çok mesafe kat etmişlerdir. Bu da gösteriyor ki, edep ve terbiyenin, saygı ve sevginin, ceht ve gayretin yuvası olan medreselerde, herhangi bir vesayet, baskı ve kapatılma kor-kusu olmazsa, başta Fıkıh olmak üzere bütün İslâmi ilimlerde önemli bir sıçrama meydana gelebilir.

26 Mayıs 2012 tarihinde Medrese ehli tarafından kurulan İlim Eğitim Kültür ve Dayanışma Vakfı (İLEKDAV) tarafından Diyarbakır’da gerçekleştirilen ve çok sa-yıda medrese hocasının katıldığı toplantıda, Medrese hocalarından müteşekkil bir heyetin hazırladığı bir kitapçık katılımcılara dağıtıldı. Bu kitapçıkta medreselerin revize edilerek bir dizi değişikliğin yapılması öngörülüyordu. Bunlardan en önem-lisi medrese eğitim müfredatının gözden geçirilerek Fıkıh, Fıkıh Usulü, Tefsir ve Hadis gibi ilimlerle zenginleştirilmesiydi. Katılımcıların büyük çoğunluğu tarafın-dan kabul gören bu programa göre medrese eğitimi, her biri yaklaşık bir yıl sürecek olan altı safhadan oluşuyor. Birinci safhadan itibaren Fıkıhla ilgili küçük hacimli öz bir metnin okunmasından başlanarak her safhada fıkıh ve fıkıh usulü derslerinin zorunlu olarak verilmesi öngörülüyor. Bu medreselerin ileriye dönük etkin çalış-malar yapacağının bir göstergesidir.

Medreseler ekseriyetle doğu bölgelerinde yer almaktadır. Doğu halkının da bü-yük çoğunluğu Şafii mezhebine mensuptur. Medreselerdeki talebe çoğunluğu da Şafiî mezhebine mensuptur. Bu nedenle fıkıh eğitiminde Şafii fıkhı daha ağırlık-tadır. Ancak Tillo medresesi, Erciş medresesi, Konya felah medresesi gibi büyük medreselerde Hanefi mezhebine mensup talebelerin sayısı da az değildir. Talebeler hangi mezhebin fıkhını öğrenmek istese o mezhebin kaynaklarından ders alabilir.

742 Medrese ve İlahiyat Kavşağında İSLÂMÎ İLİMLER

Talebeler çoğunlukla mensubu oldukları mezhebin fıkhını tahsil eder. Fakat bu-nunla beraber diğer mezheplerin fıkhından haberdar olmak için o mezhebin fıkhını okuyan talebelerin dersine dinleyici olarak katılır ve dersten istifade eder.8

4. Medresede Okutulan Fıkıh Kaynakları

Medreselerde usul ve füru’ olmak üzere çeşitli fıkıh kitapları okutulmaktadır. Fakat füru’a daha çok ehemmiyet gösterilmiştir. Bununla beraber usul dersleri de okutulmaktadır. Talebelerin ekseriyeti Şafiî mezhebinden olduğundan bu mezhe-bin kaynakları daha ziyade okutulmaktadır. Hanefi mezhebinin yoğun olduğu ba-tılı bölgelerden gelen talebeler ise Hanefi fıkhını okumaktadırlar.

5. Medreselerde Ders Olarak En Çok Okutulan Şafiî Fıkıh Kitapları

Gayetü’l-İhtisar: Müellifi Kadi Ebi şüca’ Ahmed bin Hüseyin bin Ahmed el-İsfa-hani’dir (v.593 h.). kitabın bir diğer adı da et-Takrib fi’l-ıkıh’tır. Adından da anlaşıldı-ğı üzere son derece muhtasar bir kitaptır. Fakat muhtasar olmakla beraber Fıkhın belli başlı konularını özlü bir şekilde ele alır. Üzerinde şerh ve hâşiyeler yazılmıştır. Medreselerde fıkıh öğrenimine genellikle bu kitapla başlanır. Bazı medrese talebe-leri tarafından ezberlenmektedir. Kimi talebeler de sadece ibadetler kısmını ezber-lemektedir.

Fethu Karibi’l-Mucib fi şerh-i Elfazi’t-Takrib: Müellifi Şemsüddin Ebu Abdullah Muhammed bin Kasım el-Ğazzî’dir. Yukarıda geçen Gayetü’l-İhtisar’ın şerhidir. Bu da ders olarak okutulmaktadır. Ders okunurken daha geniş bilgiye ihtiyaç duyul-duğunda bunun üzerine yazılan Hâşiyetü’l-Beycuri’ye müracaat edilmektedir. Bey-curi hâşiyesi, İbrahim b. Muhammed b. Ahmed el-Beycuri’ye (v.1277/1860) aittir. Metin, şerh ve hâşiye birlikte aynı kitapta yer alarak iki cilt halinde basılmış bulun-maktadır.

Umdetu’s-Salik ve Uddetu’n-Nasik: Müellifi Şihabuddin Ebi’l-Abbas Ahmet bin Nakib el-Mısrî’dir (v.702 h.). Bu kitap da muhtasar olmakla beraber Gayetü’l-İhti-sar’dan daha geniştir. Bunun üzerinde de Muhammed Zührî el-Ğamravî’ye ait En-varu’l-Mesalik adında kısa bir şerh vardır.

Minhacu’t-Talibin: Müellifi Muhyiddin Ebu Zekeriya Yahya b. Şeref en-Nevevî-dir. (631-676/1234-1277)9 Şark medreselerinde Şafii fıkhı olarak en çok okunan ki-taptır. Fıkhın bütün konularını vasat bir şekilde ele almış ve Şafiî fıkhında en çok tutulan kitap olmuştur. Üzerinde çok şerh ve hâşiye yazılmıştır. Bunlardan en meş-

8 Tillo medresesinde bu duruma çokça rastlanır.

9 İbrahim Harranî, Tuhfetu’l-İhvani’l-Medresiyye fi Teracümi ba’zi musannifi’l-Kütübi’d-Dirasiye, s. 207, y.y, h. 1427.

743Emran ÇELİK

hur olanlar şunlardır: Hatib eş-Şirbini’ye ait Muğni’l-Muhtac ila ma’rifeti maâni’l-Min-hac, Nuh bin Ahmed er-Ramlî’ye ait Nihayetu’l- Muhtaç ila Şerhi’l-Minhac, M. Zühri el-Gamravî’ye ait es-Siracu’l-Vehhac ve Ebu’l-Abbas Şihabuddin Ahmet b. Muham-med İbn-i Hacer el-Heytemînin (h.909-974) Tuhfetu’l-Muhtac bi şerhi’l-Minhac adlı eserleridir. Minhac okunurken bu hâşiyelerden en az iki veya üçüne, hatta mesele anlaşılmıyorsa hepsine de müracaat edilmektedir. Talebeler özellikle dersten önce bu şerh ve hâşiyeleri mütalaa ederek derse hazırlanmaktadır. Minhac’ın okunması yaklaşık 8 ila 11 ay kadar sürmektedir.

Fethu’l-Muîn bi-Şerhi Kurreti’l-Âyn: Müellifi Zeynuddin bin Şeyh Abdulaziz bin Zeynuddin bin şeyh Ali bin Şeyh Ahmet el-Mibarî el-Fennanî’dir. Bu şerh üzerine Seyyidi’l-Bekrî diye meşhur olan Ebu Bekir bin Muhammed ed-Dimyatî’nin Hâşiye-tu İanetu’t-Talibin ala Halli elfazi Fathi’l-Muin isminde bir şerhi vardır. Medreselerde Fethu’l-Muin şerhi ders olarak okunur. İanetu’t-Talibin hâşiyesi de mütalaa edilir ve ders esnasında ihtiyaç duyulduğu durumda müracaat edilir.

Medreselerde herhangi bir fıkıh kitabı okunurken sadece o kitaba bağlı kalın-maz. Bazen bir meselenin çözümü için yukarıdaki kaynakların tümüne hatta gere-kirse İmam Nevevi’nin el-Mecmû gibi çok hacimli eserlere müracaat edilerek mesele çözüme kavuşturulur. Bu araştırma ve tetkikten talebeler büyük bir zevk alır. Özel-likle hocaların yönelttikleri bazı fıkhi meselelerin çözümü için talebeler adeta bir-birleriyle yarışırlar. Çözümünü bulan talebe de kaynağı hocaya göstererek ondan çok iltifat ve taltifler alır.

6. Medreselerde En Çok Okunan Hanefi Fıkıh Kitapları

Kitâbü’l-Kudûrî: Ebu Hasen Ahmed bin Muhammed el-Kudûrî el-Bağdadî (428/1037). Muhtasar bir kitaptır. Hanefi mezhebinin en meşhur ve muteber eserler-dendir. Üzerinde çok sayıda şerhler yazılmıştır. Medreselerde bazı Hanefi talebeler bu kitabı ezberlerler.

Merâki’l-Felâh Şerhu Nûru’l-Îzah: Müellifi Hasan bin Ammar bin Ali eş-Şürün-bülâlî’dir (v. 1069/1659). Muhtasar bir kitaptır. Sadece ibadetler konusunu ele alır.

el-Lübab fi Şerhi’l-Kitap: Muhammed Muhyiddin Abdülhamid el-Meydânî (1298/1881) Kudurî’nin şerhi olarak bilinir.

Mülteka'l-Ebhur: Müellifi İbrahim bin Muhammed bin İbrahim el-Halebî’dir (v. 956/1549). Eserde Kuduri, Muhtar, Kenz ve Vikaye kitaplarındaki meseleler kolay bir üslupla ele alınır. Mecma’ ve Hidaye’den de bazı ilaveler yapılır. İmamlar arasın-daki ihtilaflara değinir. Bu kitap üzerine Şeyhizâde Damad (v. 1078/1667)’ın, Mec-mau’l-Enhur adlı bir şerhi vardır.

744 Medrese ve İlahiyat Kavşağında İSLÂMÎ İLİMLER

el-İhtiyâr li Ta'lîli'l-Muhtâr: Abdullah bin Mahmud bin Mevdud el-Mevsılî (v. 683/1284). el-İhtiyar, Muhtar’ın şerhidir. Her ikisi de aynı müellife aittir. Ders olarak muhtasar olan muhtar okunuyor. Fakat ihtiyaç duyulduğunda İhtiyar’a da bakı-lıyor. Talebeler dersten önce İhtiyar’ı mutlaka mütalaâ ederler. Müellif görüşleri belirtirken hangi imama ait olduğunu rumuzlarla göstermiştir.

Reddu’l-Muhtâr ale’d-Durri’l-Muhtâr Şerhu Tenvîri’l-Ebsâr: Müellifi Muhammed Emin bin Ömer bin Abdilaziz Abidin ed-Dımeşki’dir (1252-1836). Reddu’l-Muhtâr, Durrü’l-Muhtâr’ın hâşiyesi, Durrü’l-Muhtâr da Tenvîri’l-Ebsâr’ın şerhidir. Eser Hâşi-yetü İbn Abidin diye meşhur olmuştur. Sadece muteber görüşlere yer verilen en kap-samlı hâşiyedir. Kendinden önceki tüm kitapların sahih muhtevasını cem etmiştir. Medreselerde ders olarak okutulmuyor fakat mütalaâ edilip meselelerin detayı için çok müracaat ediliyor.

5. Medreselerde Okunan Fıkıh Usulü Kitapları

el-Varakat fi Usuli’l-Fıkıh: Müellifi Abdülmelik bin Abdullah el-Cüveyni’dir (v. 478). Oldukça kısa bir metin olan varakât, 20 küsur sayfadan oluşur, fıkıh usulünün temel kavramlarını ele alır. Tillo gibi bazı medreselerde sıra kitaplarından sayılarak icazetten önce okunması zaruridir. Dersten önce Celaluddin el-Mahalli ile Dimya-ti’nin şerhleri de beraberinde mütalaâ edilir.

Cemu'l-Cevâmi fi Usûli'l-Fıkh: Müellifi Sübkî Taceddin Abdülvehhab bin Ali es-Sübkî’dir (v. 771). Medreselerde en çok okunan usul kitabıdır. Fakat ibaresi çok rekik ve ağır olduğu için bazı talebeler okumuyor. Bazı Medrese hocaları da ders-ten önce mütalaa etmedikleri zaman dersini vermekte zorluk çekiyorlar. Okunması Yaklaşık 9-10 ay kadar sürmektedir.

el- Veciz fi Usuli’l-Fıkıh: Müellifi Abdulkerim Zeydan’dır. Yine aynı isimde Suri-yeli âlim Vehbe Zühyalî’nin de bir üsul kitabı var bazı medreselerde okunmaktadır.

7. İlahiyat Fakültelerinde Fıkıh Eğitim ve Öğretimi

Yüksek din eğitiminin resmi olarak yapıldığı İlahiyat fakültelerinde fıkıh eğiti-minin medreseye kıyasla daha da yetersiz olduğu görülmektedir. Esasen İlahiyat fakültelerinin eğitim müfredatı çok zengindir. Temel İslam Bilimlerinden Felsefe ve Din Bilimlerine, İslâm Tarihi ve Sanatlarından Türk Dili ve İnkılâp Tarihine ka-dar birçok ders okutulmaktadır. Ancak medrese mezunları ile ilahiyat mezunları arasında toplumsal algı bakımından çok fark vardır. Medreselerin yoğunlukta ol-duğu Doğu bölgelerinde halkın büyük bir kesimi yeni atanan din görevlilerinin medrese mezunu olup olmadığına çok dikkat etmektedir. Medrese eğitimi almayan imam-hatip lisesi ya da İlahiyat mezunları genel itibariyle fıkıh konusunda yeter-siz olduklarından halk nezdinde yeteri kadar ilgi görmüyorlar. Özellikle cenaze,

745Emran ÇELİK

nikâh, taziye ve kandiller gibi durumlar başta olmak üzere, birçok fıkhî konuda halkın beklentilerini karşılayamayan din görevlileri çok tenkit edilmektedir.

Doğu bölgelerinde talebeler medreselerde fıkıh öğrenirken öncelikli olarak sık sık karşılaştığı konulara ağırlık verirken, ilahiyat mezunları bu hassasiyeti yeterli derecede gösterememektedir. İlahiyat mezunları fıkhın genelinde yetersiz olduk-ları gibi ibadetler konusunda hatta bilinmesi en elzem olan namaz ve oruçla ilgili mevzularda dahi bildikleri çok sınırlıdır.

İlahiyat fakültelerinde fıkıh eğitiminin pek iç açıcı olmamasının pek çok nedeni vardır. Medrese mezunu bir ilahiyatçı olarak her iki kurum hakkındaki bilgilerimiz çerçevesinde gözlem ve müşahedelerimize dayanmakla birlikte, her iki kurumdan bizden daha tecrübeli hocalar ve medrese mezunu ile İlahiyat mezunu arkadaşları-mızla yaptığımız görüşmeler sonucunda İlahiyat fakültelerindeki Fıkıh eğitimi ile ilgili vardığımız kanaatleri şu şekilde sıralamak mümkündür.

İlahiyat Fakültelerinin ders müfredatında fıkıh derslerinin yeterli sayıda olma-ması fıkıh eğitimini olumsuz kılan en önemli etkenlerden biridir. Madem İlahiyat fakülteleri topluma din hizmeti sunacak elemanlar yetiştirmektedir. O halde önce-likli olarak öğrenmesi gereken konular toplumun dini alanda en çok ihtiyaç duydu-ğu konular olmalıdır. İlahiyat öğrencisinin din hizmetinde en çok ihtiyaç duyacağı alanlar Fıkıh, Tefsir ve Hadis olmasına rağmen genel olarak en düşük notu bu ders-lerden almaktadır.

İlahiyat fakültelerinin mevcut eğitim müfredatında fıkıh derslerinin oranı he-men her üniversitede aşağı yukarı şöyledir: üçüncü yılın her iki döneminde haf-tada ikişer saat fıkıh usulü; dördüncü yılın da her iki döneminde ikişer saat Fıkıh dersi okutulmaktadır. Ayrıca seçmeli derslerden Günümüz fıkıh problemleri ile İslâm hukuku metinleri adında fıkıhla ilgili iki ders bulunmaktadır. İlahiyatın bir diğer bölümü olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) bölümünde durum daha da kötüdür. DKAB müfredatında hiçbir zorunlu fıkıh dersi bulunmamaktadır. Bi-rinci yılda haftalık üç saat olan Temel Dini Bilgiler dersinde bir kısım fıkhî bilgiler verilse de çok azdır. İkinci ve üçüncü yıllarda Fıkıh dersi Kelamla beraber haftalık iki saat seçmeli ders olarak yer almaktadır. Hâlbuki Fıkıh, Tefsir, Hadis ve Kelam gibi seçmeli derslerin dışında bunlar kadar ehemmiyeti bulunmayan birçok ders zorunlu olarak okutulmaktadır. Yani İlahiyat ve DKAB müfredatlarında en büyük problem derslerin önem sırasına göre belirlenmemesi ve yeni ihdas edilen derslerin çok önemli olan temel İslâm bilimlerinin yerine ikame edilmesidir. Bu tablodan an-laşılan İlahiyat öğrencileri üniversitede aldığı dersler dışında kendi gayretiyle Fıkıh çalışıp bilgilerini geliştirmezse fıkıh konusunda kendisinden bekleneni veremeye-cektir. Aslında bu diğer bütün dersler için geçerli olmakla birlikte özellikle Fıkıh,

746 Medrese ve İlahiyat Kavşağında İSLÂMÎ İLİMLER

Tefsir Hadis ve Akaid için geçerlidir. Haftalık 20 ile 28 saat arası değişen miktarda verilen derslerin istenen sayıda olmaması tabiîdir. Fakat Temel İslam Bilimleri ders-lerinden çok Felsefi derslerin müfredatta ağırlık kazanması kanaatimce olumsuz bir durum teşkil etmektedir. Öğrenciler Felsefi derslerden daha çok hoşlandığı için ağırlığını bunlara vermekte fıkıh, hadis gibi önemli dersleri ihmal etmektedir. Felse-fi derslerin etkisinde kalan öğrenci ve hocalar kimi zaman Fıkıh, Tefsir ve Hadis gibi dinde nass olarak kabul edilen ve teslimiyeti gerektiren konularda dinin ruhuna aykırı yorumlar getirebiliyor. Artık İslâmi hükümlerden söz edilirken bazı hoca ve ya öğrencilerin “bence…” diye söze başlaması, hakkında nass bulunan hükümleri ve ümmetin icma’ ettiği konularda farklı görüşler ileri sürmeye yeltenmesi İlahiyat camiası adına bir talihsizlik olarak addedilmektedir.10 Zannediyorum İlahiyatçıla-rın kamuoyunda Medrese hocaları kadar ilgi görmemelerinin altında yatan temel sebeplerden biri fıkhî ve itikadî konularda gereken hassasiyetin gösterilmemesidir.

İlahiyat Fakülteleri Fıkıh eğitimini ilmihallerle ya da tercüme kitaplarla yapmak-tadır. Arapça bilgisi kaynaklara inecek seviyede olmadığından tercümelere başvur-mak zorunda kalınıyor. Burada Fıkıh eğitimi için önemli bir aşama olan Arapçanın ehemmiyeti üzerinde biraz durmak istiyoruz. İslâm ülkelerinin çoğunda din eği-timinde Arapçanın çok müstesna bir yeri vardır. Zira malum olduğu üzere İslâm dininin temel kaynakları Arapçadır. Bu nedenle İslâm’ın yayılmaya başlamasından bu yana, Araplar dışındaki diğer milletler İslâm’ı aslına uygun, öz kaynağından alıp doğru bir şekilde anlamak için Tefsir, Hadis ve Fıkıh kadar Arapçaya önem vermişlerdir. Neticede Arapça yüzyıllarca din eğitiminde tüm Müslümanların or-tak dili olarak öğrenile gelmiştir. Cumhuriyet döneminde Arap harflerinin tedavül-den kaldırılarak yerine Latin harflerinin yerleştirilmesi, ülkemiz Müslümanlarının Arapçadan uzaklaşmasına neden oldu. Medreselerin resmi olarak kapatılmasından sonra tamamen yasak hale gelen Arapça, artık unutulmaya terk edildi. Medreseler yasağa rağmen Arapçaya sahip çıkarken 1949 yılından sonra yeni açılan İlahiyat fakülteleri çoktan Arapçaya yabancı hale gelmişlerdi. Öyle ki, akademisyen alım-larında dil aranırken bu dilin batı dili olması şart koşuldu. Bütün mirası ve faaliyet kaynağı Arapçadan oluşan İlahiyatçılar için dahi Arapça yabancı dil olarak kabul edilmedi. Bu sebeple İlahiyatçılar İslâmî alanda pek de geçerliliği bulunmayan batı dillerini öğrenmek için uğraş verirken İslâm’ın bütün kültür mirasını oluşturan Arapça kaynaklardan uzak kaldılar. Batıya özenmekle sonuçlanan bu durumda, artık çoğu İlahiyatçı için Batılı Şarkiyatçıların İslâm dini ve temel bilimleri üzerine yaptıkları çalışmalar ilham kaynağı oldu ve neticede biz Müslüman ilahiyatçılar,

10 Burada hiçbir ilahiyatçının söz söyleme hakkına sahip olmadığı iddiasında değilim. Ehil olan kimseler elbette nasslara ve ümmetin icma’ına aykırı olmamak şartıyla yeni görüşler ortaya koyabilir. Bizim asıl eleştirdiğimiz husus ehil olmayan kimselerin dini konularda rastgele hiçbir sağlam delile dayanmadan hüküm bildirmesidir.

747Emran ÇELİK

gayr-i müslim şarkiyatçıların dinimizle ilgili çalışmalarını referans alarak onlara muhtaç hale geldik. Hâlbuki Şarkiyatçılar çok yabancı oldukları İslâm dini ve öğ-retilerini öğrenmek maksadıyla Arapçaya çok önem vermişler ve iyi derecede öğ-renmeyi başarmışlardır. Hatta biz Müslümanların henüz yapamadığı bazı önemli çalışmaları da ortaya koymuşlardır. Onlar İslâm dinini asli kaynaklarından öğren-dikleri halde İslâm’ı ve onun temel disiplinlerini çarpıtarak yanlış bir imajla dün-ya kamuoyuna sunmuşlardır. Neticede kendi emelleri doğrultusunda İslâm’ı ger-çeğinden çok uzak, çarpık bir şekilde kendi ülkelerinin yöneticilerine göstermeyi başarmışlardır. Kanaatimce onların başarısında Arapçayı iyi öğrenmiş olmalarının büyük katkısı vardır. Artık Müslüman İlahiyatçılar da başta Fıkıh, Tefsir ve Hadis olmak üzere temel İslâm bilimlerini asli kaynaklarından öğrenmek için Arapçaya gerekli ehemmiyeti göstermeleri gerekmektedir.

İlahiyat öğrencileri öğrenmekten çok sınavları geçmek için çalıştıklarından sınav haftası birçok bilgiyi ezberler. Bu ezberler en fazla iki hafta sonra unutulur gider. İlahiyatta öğretilen fıkhî bilgiler pratik hayatta yeteri kadar uygulanamadığından kalıcı hale gelmiyor. Hâlbuki Fıkhın en önemli özelliği pratik yönünün olmasıdır. Bu ihmal edildiği takdirde fıkıh tam anlamıyla öğrenilemez.

Öğrenci derslere tam anlamıyla konsantre olamamaktadır. Bunun çeşitli neden-leri vardır: Karma eğitim, ergenlik çağının hevesâtı, oyun eğlence düşkünlüğü gibi durumlar sadece fıkıh eğitimine değil bütün eğitim ve öğretime zarar veriyor. Üni-versite öğrencisinin Üniversiteyi bir ilim yuvasından çok özgürlük ortamı ve canı-nın istediği her şeyi yapabileceği bir mekân olarak görmesi yine eğitimi olumsuz kılan etkenlerden biridir.

Öğrencinin derse katılma zorunluluğu bulunmamaktadır. Bu sadece devamsız-lık durumu için geçerli değil. Aynı zamanda sınıfta olduğu halde dersi dinlemeyip zihnini başka şeylerle meşgul etmesi şeklinde de oluyor. Öğrencilerin ödevlerini hazırlarken kolaycılığa kaçarak hazır ve dijital metinlerden toplaması hatta kimi za-man hazırladığı ödevi bir iki kere okuma zahmetine bile girmemesi yine öğrenmeyi zorlaştıran başka bir problemdir.

Sınıflar kalabalık olduğundan her öğrenci derse katılma ve istediği soruyu sor-ma imkânına sahip bulunmamaktadır. 40-45 kişilik sınıfta bir iki kişi sorsa dahi üçüncü veya daha fazlasının soru sormasına imkân verilememektedir. Zira İlahiyat fakültelerinde belli bir müfredat vardır ve bunun belirli bir sürede bitirme zorunlu-luğu bulunmaktadır. Öğrencilerin birbirleriyle ders müzakere edememeleri de der-sin anlaşılıp kavranması için olumsuz bir durum teşkil etmektedir. Eğer öğrenciler belirli gruplar halinde bir araya gelip dersle ilgili bilgilerini birbirleriyle paylaşabil-selerdi yüksek bir verim elde edilirdi ve bilgiler daha kalıcı hale gelirdi.

748 Medrese ve İlahiyat Kavşağında İSLÂMÎ İLİMLER

Derslerde bir fıkıh kitabı baştan sona kadar bitirilememektedir. İlahiyat fakülte-lerinde kimi zaman belirli konular seçilip ders bunlardan işlenmekte ve o dalda tam bir bütünlük sağlanamamaktadır. Belli bir kitap takip edildiği durumlarda kitabın yarısında dönem ya da sene sonu gelmekte ve geriye kalan konular işlenememek-tedir. Bu durumda öğrenciler birçok konuyu öğrenmeden hatta bazen ismini bile duymadan o kitaptan ya da konudan iyi not alarak bu konuları bilmiş sayılmakta-dır.

Fıkıh derslerinin öğrenilmesi adına olumlu sayılabilecek hususlardan biri ders hocasının dersi sıkı tutması devamsızlığa pirim vermemesi, derse ilgisiz kalan ya da hiç çalışmayanlara hak ettikler nottan daha fazlasını vermeyerek dersi ciddiye alması ve disiplinli davranmasıdır. Bu şekilde hareket eden hocaları işin kolayına kaçmak isteyen öğrenciler ilk başta eleştirse dahi sene sonunda en çok istifade ettiği ve onun dersinden verim aldığını itiraf etmektedir.

KaynakçaÇiçek, M. Halil, “Resmi Olmayan Yüksek Din Eğitimi: Şark Medreseleri”, Dem

Dergi, Ensar Neşriyat, sayı: 8, Ocak-Nisan 2011, İstanbul.

--------, Şark Medreselerinin Serencâmı, Beyan Yay., İstanbul, ts.

Harranî, İbrahim, Tuhfetu’l-İhvani’l-Medresiyye fi Teracümi ba’zi musanni-fi’l-Kütübi’d-Dirasiye, yy., h. 1427.

Işık, Vahdettin, “Medreseden Mektebe Âlimden Aydına”, Dem Dergi, Ensar Neş-riyat, sayı:8, Ocak-Nisan 2011, İstanbul.

Karaman, Hayreddin, İslam Hukuk Tarihi, İz Yay., İstanbul 2009.

Mefail Hızlı, “Osmanlı Medreselerinde Okutulan Dersler ve Eserler”, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C.17, Sayı 1, Sayfa 37, 2008.

Şanal, Mustafa, “Osmanlı Devleti’nde Medreselere Ders Programları, Öğretim Metodu, Ölçme Ve Değerlendirme, Öğretimde İhtisaslaşma Bakımından Genel Bir Bakış”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 14 Yıl: 2003 s. 155-156.

Tehavî, Keşşâfu ıstılahâti’l-fünûn, Daru’l-Kutubi’l-Îlmiyye, Beyrut 1998.

Zengin, Zeki Salih, “Medreseden Dâru’l-Fünun’a Ulûm-i Diniyyeden İlâhiyata”, Dem Dergi, Ensar Neşriyat, sayı:8, Ocak-Nisan 2011, İstanbul.