michel butor’un İzelges veacikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4102/4580.pdfeserinde romanda...
TRANSCRIPT
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
BATI DİLLERİ ve EDEBİYATLARI ANA BİLİM DALI
FRANSIZ DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ
MICHEL BUTOR’UN ZAMANIN KULLANIM ÇİZELGESİ ve
ALAIN ROBBE-GRILLET’NİN SİLGİLER ADLI ESERLERİNDE
“ŞÜPHE” ve “ARAŞTIRMA” İZLEKLERİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
Yüksek Lisans Tezi
F. Pınar AND
Ankara – 2008
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
BATI DİLLERİ ve EDEBİYATLARI ANA BİLİM DALI
FRANSIZ DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ
MICHEL BUTOR’UN ZAMANIN KULLANIM ÇİZELGESİ ve
ALAIN ROBBE-GRILLET’NİN SİLGİLER ADLI ESERLERİNDE
“ŞÜPHE” ve “ARAŞTIRMA” İZLEKLERİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
Yüksek Lisans Tezi
F. Pınar AND
Tez Danışmanı
Doç. Dr. Zümral ÖLMEZ
Ankara – 2008
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
BATI DİLLERİ ve EDEBİYATLARI ANA BİLİM DALI
FRANSIZ DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ
MICHEL BUTOR’UN ZAMANIN KULLANIM ÇİZELGESİ ve
ALAIN ROBBE-GRILLET’NİN SİLGİLER ADLI ESERLERİNDE
“ŞÜPHE” ve “ARAŞTIRMA” İZLEKLERİNİN
KARŞILAŞTIRILMASI
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı İmzası
…………………………………………….. ………………………….
…………………………………………….. ………………………….
…………………………………………….. ………………………….
…………………………………………….. ………………………….
…………………………………………….. ………………………….
…………………………………………….. ………………………….
Tez Sınav Tarihi ……………………………….
IV
ÖNSÖZ
Tez danışmanım Sayın Doç. Dr. Zümral Ölmez’e, Bölüm Başkanımız Sayın
Prof. Dr. Tuna Ertem’e, jüri üyem Sayın Yrd. Doç. Dr. A. Latif Armağan ve tüm
hocalarıma, bu süreçte gösterdikleri sabır ve ilgi için teşekkürlerimi sunarım.
V
ÖNSÖZ IV
İÇİNDEKİLER V
GİRİŞ 1
I. BÖLÜM
GELENEKSEL ROMANDAN YENİ ROMANA 7
1.1. Yeni Romana Genel Bir Bakış 7
1.2. Yeni Romanda Anlatım Teknikleri 18
1.2.1. Ayrıntılı Betimleme 18
1.2.2. Zaman Akışının Kurgusu 21
1.2.3. Anlatı Kişilerinin Konumu 23
1.2.4. İç İçe Anlatı Yöntemi 25
1.2.5. Metinlerarası İlişkiler 26
VI
II. BÖLÜM
SİLGİLER VE ZAMANIN KULLANIM ÇİZELGESİNDE ŞÜPHE VE
ARAŞTIRMA İZLEKLERİ 28
2.1. Gerçeğin Şüpheli Sunumu 28
2.2. Polisiye Roman Öğeleri 37
2.3. Mitolojik Öğeler 65
SONUÇ 111
KAYNAKÇA 113
ÖZET 123
SUMMARY 124
RESUME 125
1
GİRİŞ
Yeni Roman kavramı, 1950’li yıllarda “Minuit” yayınevi etrafında
toplanan Alain Robbe-Grillet, Michel Butor, Nathalie Sarraute, Claude Simon,
Robert Pinget gibi yazarların, 19. yüzyıl romanının artık günümüz dünyasına
uymadığı düşüncesiyle yaptıkları çalışmalardan doğmuştur. Öte yandan, yeni
romanın öncü yazarları arasına belli bir zaman akışı içinde katılan yazarlar da
vardır. Bunlar arasında özellikle, Jean Ricardou ile Claude Mauriac’ı ve bazı
açılardan yeni romanın geniş çizgileri içinde yer alabilen Marguerite Duras’ı
saymak gerekir.
Klasik romanın günümüz dünyasında anlamını yitirmesi 19. yüzyılın son
yıllarında fark edilmeye başlanır. Bu farkındalık içinde bulunan yazarlardan biri
olan Huysmans, A Rebours (Ters Yönde) adlı eserinde, bir diğeri Edmond
Goncourt ise, 1882’de yayımladığı La Faustin’de, romanın kullanılan alışılmış
kurallarla artık yazılamayacağını duyururlar.
Diğer taraftan bu dönemde, roman türü, birkaç değişikliğin dışında
herhangi bir gelişme gösterememiştir. 20. yüzyılın başlarında hâlâ klasik roman
2
türüne bağlı yazarlara rastlanır. Bu yazarlara örnek olarak Jules Romains, Roger
Martin Du Garde, Georges Duhamel ve Louis Aragon sayılabilir. Ayrıca,
Montherland, François Mauriac ve Georges Bernanos’un eserleri de devam eden
bu akımın içinde yer alırlar. Burada kısaca değindiğimiz romanın gelişim
sürecini, çalışmamızın birinci bölümünde daha ayrıntılı olarak ele alacağız.
1953’lere gelindiğinde, bazı gelişmeler, yazarların diğer ülke
edebiyatlarından haberdar olmalarına olanak sağlar. Matbaanın gelişen yapısı ve
her türlü seyahatin yaygınlaşması, kıtalararası ilişkilerin güçlenmesine neden
olur.
İşte bu dönemde Fransız yazarlar, Kafka, Dostoievsky ve Faulkner gibi
ünlü yazarların eserlerini kendi ülkelerinde değerlendirme olanağı bulurlar.
Çalışmamızın konusunu oluşturan roman türünü incelemeye geçmeden
önce, ele alacağımız romanların dâhil oldukları yüzyıl olması nedeniyle 20.
yüzyıldan kısaca sözetmek yararlı olacaktır. Roman, oluşum sürecinde, ortaya
çıktğı yüzyıldan etkilenmektedir.
Birinci bölümde daha ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz 20. yüzyıl,
sanayileşen ve yeni sosyal sınıfların(işçi sınfı) oluşmasına tanık olan bir zaman
3
dilimidir. Bununla beraber, ülkeler arasında ortaya çıkan ekonomik ve siyasal
rekabet, uzun zaman dünya barışını tehdit etmiştir. Kısa bir süre sonra da iki
büyük dünya savaşı arka arkaya patlak verir.
Kendisini böyle bir ortamda bulan insan, bunalım ve düş kırıklığı içine
düşmüştür.
Aynı şekilde, giderek makinelere bağımlı hale gelen dünyada, insan da
kendini bu dünyaya bağımlı olarak bulur. Bu bağımlılık, insanı yalnızlık,
anlamsızlık, umutsuzluk, gibi sıkıntılarla karşı karşıya getirir.
20. yüzyıldaki sosyolojik ve politik gelişmeler, insanın kendisini, yaşadığı
toplumu farklı şekillerde algılamasına neden olur.
İşte bu gelişmeler ışığında, yirminci yüzyılın insanlık tarihinde önemli bir
yüzyıl olduğunu söylemek mümkündür. İnsan zihinsel ve ruhsal olarak değişim
içindedir. Dolayısıyla, anlatmak istedikleri de değişim göstermektedir.
Böylelikle değişik anlatım biçimlerinin, daha önce denenmemiş anlatım
tekniklerinin ortaya çıkması doğal karşılanacaktır. Çünkü insanın yaşadığı dünya,
daha önce anlatmayı denediği dünya değildir artık.
4
Bu bağlamda, yeni roman kavramı, roman türünü yenilemeyi düşünen,
eski formların yerine yenilerini koymak isteyen bazı yazarların ürünü olarak
karşımıza çıkar.
Biraz önce sözünü ettiğimiz değişimlerin toplumda yarattığı baskı,
kendini edebiyat alanında basmakalıplıktan uzaklaşma gerekliliği ve hiçbir
katılığın roman yazımında kullanılmak istenmemesiyle kendini gösterir. Yani,
roman yazımında kullanılan tüm kuralların yerini, artık bu kuralların reddi
almalıdır.
Yüzyılar boyunca, klasik roman, okura olayların kurmaca bir dünyada
geçtiğini unutturmak istemiştir. Yeni roman yazarları oluşturulmak istenen işte
bu dünyaya karşı çıkarlar. Onlara göre artık roman türü, kullandığı tekniklerle
gerçek olarak nitelendirilen dünyayı yansıtamamaktadır.
Bu düşünceden hareketle, roman türü yeni tekniklerini, yeni anlatım
şekillerini, uygulayacağı yeni yöntemleri kendisi belirleyecektir. Yeni roman
yazarları, romanın bir araştırma olabileceği üzerinde fikir birliğine varırlar.
Araştırılacak olan, romanın yeni kurulmak istenen teknikleridir. İşte bu teknikler,
yazarların romanlarını yazmaları aşamasında kendiliğinden oluşacaktır.
5
Biz bu çalışmamızda, yeni roman akımına dâhil iki yazarın birer eserini
inceleyeceğiz. Bu yazarlardan ilki Alain Robbe-Grillet, diğeriyse Michel Butor
olacaktır.
Alain Robbe-Grillet’nin Silgiler ve Michel Butor’un Zamanın Kullanım
Çizelgesi adlı eserlerinde “Şüphe” ve Araştırma” izleklerini, bu iki eserde
“Şüphe” izleğinin “Araştırma” izleğine yön verdiğini saptamaya ve yine bu iki
romanın içinde barındırdığı bu izlekler nedeniyle “Polisiye Roman” özellikleri
taşıdıklarını kanıtlamaya çalışarak inceleyeceğiz. Bunların yanı sıra, yazarların
eserlerinde kullandıkları mitolojik öğelerin, şüphelenilen konular ve araştırılacak
konularla bağlantılı olduğunu da göstermeye çalışacağız.
Bu saptamaları yaparken karşılaştırmalı edebiyat biliminden
yararlanacağız. Bu arada, 18. yüzyılın ortalarında, yapılan coğrafi keşifler ve
seyahat olanakları sayesinde, yazarların daha önce ziyaret edemedikleri
ülkelerdeki edebiyatları tanıyarak, kendi edebiyatını karşılaştırma düşüncesiyle,
karşılaştırma yöntemlerinin bilim olma yolunda gelişme gösterdiklerini
söylemeden geçmemeliyiz.
Çalışmamız iki ana bölümden oluşacaktır. Birinci bölümde, “Geleneksel
Romandan Yeni Romana” ana başlığı altında, yeni roman tekniğinin doğuş ve
gelişim sürecini, edebiyat alanındaki yerini, daha sonra, “Yeni Romana Genel Bir
6
Bakış” ve “Yeni Romanda Anlatım Teknikleri” alt başlıkları içinde yeni romanı,
roman türü olarak gelişim sürecinde inceleyeceğiz ve kullanılan tekniklerin
üzerinde duracağız.
İkinci bölümde ise, “Silgiler ve Zamanın Kullanım Çizelgesi”adlı eserleri
“Şüphe” ve “Araştırma” izlekleri açısından ele alacağız. Bu bölümde, “Şüphe ve
Araştırma İzlekleri” ana başlığı altında, ilk önce “Gerçeğin Şüpheli Sunumu”
başlığıyla, her iki eserdeki gerçeklik anlayışının şüphe duygusu içerdiğini,
“Polisiye Roman Öğeleri” başlığıyla, duyulan bu şüphenin polisiye roman
türünün bir öğesi olduğunu, eser kahramanlarının da dedektiflik özelliğine sahip
olduklarını, son olarak, “Mitolojik Öğeler” başlığı altında, incelediğimiz
izleklerin, kahramanları yönlendirdiği ve sonrasında mitolojik öğelerle
karşılaşmalarına neden olduğunu saptamaya çalışacağız.
Çalışmamızın devamında, şüphe duygusun eserlerdeki kahramanları
araştırma yapmaya yönlendirdiğini, olayların değişik bakış açılarıyla ele
alındığını, işlevini yitirmiş roman tekniklerini ortadan kaldırıp yepyeni bir teknik
yaratılmak istendiğini göstermeye çalışacağız.
7
I. BÖLÜM
GELENEKSEL ROMANDAN YENİ ROMANA
1.1. YENİ ROMANA GENEL BİR BAKIŞ
Giriş bölümünde de sözettiğimiz gibi, yeni roman akımının ortaya çıktığı
20. yüzyıl, insanlık tarihi açısından önemli bir yüzyıldır. Üzerlerinde çalışmakta
olduğumuz eserleri daha iyi inceleyebilmek için, yazıldıkları dönem olan 20.
yüzyılı daha iyi anlamak, bu yüzyılda gerçekleşen olayları daha yakından
tanımak yararlı olacaktır.
Bu bağlamda, 20. yüzyılın en önemli iki olayı I. ve II. Dünya Savaşlarıdır.
Bu savaşları hazırlayan gelişmeler, 19. ve 20. yüzyılda, hatta 18. yüzyılın
sonlarında oluşmaya başlamıştır.
Özellikle Fransız Devrimi beraberinde yeni görüşler, siyasi ve sosyal
değişimler getirmiştir. Miliyetçilik düşüncesi bu sayede yayılmış ve etkisini
göstererek, büyük imparatorluklar parçalanıp, yerlerini ulus-devletlere
bırakmalarına neden olmuştur.
8
19. yüzyılın diğer bir önemli gelişmesi de Sanayi Devrimi’dir. Sanayi
Devrimi sonrası sömürgecilik anlayışı etkili olmaya başlamış; Avrupa’daki
gelişmesi aşamasında hızlı davranan ülkeler hammadde ve pazar arayışına
girişmiş ve hâkimiyetlerini Afrika ve Uzak Doğu’ya kadar ilerletmişlerdir. Bu da
Avrupa Devletleri arasında ekonomik ve siyasi rekabete neden olmuştur. Örnek
olarak, I. Dünya savaşı, Avrupa’da dört asıl devletin başlattığı, Avrupa’daki ve
diğer kıtalardaki yirmibeş devletin yer aldığı bir savaştır.
İnsanlık, ekonomik, sosyal, siyasal, psikolojik anlamda değişim içindedir.
Değişen toplumda insanlar tüketime odaklı hale gelmeye başlamışlardır.
Dolayısıyla, nesne tüm dünyanın merkezindedir.
Bu dönemle ilgili olarak, Michel Butor, Michel Butor Üstüne
Doğaçlamalar, Dönüşen Yazı adlı eserinde, çocukluk yıllarının II. Dünya Savaşı
dönemine rastladığını ve 1939’dan önceki en büyük sömürgeci gücün, dünyanın
en önemli, en zengin ve nüfusu en kalabalık ülkesi Fransa olduğundan sözeder.
(Butor,1996:12)
İnceleceğimiz eserlerin ortaya çıktığı ülke olan ve Michel Butor’un biraz
önce bahsettiğimiz eserinde kendi hayatından kesitleri, yaptığı alıntılarla aktardığı
Fransa’ya odaklanmak gerekirse, ülkenin I. Dünya Savaşı’dan galip çıktığını
öğreniyoruz. Bu gelişmenin sonucunda da o dönemde, halkın tamamında bir
9
coşku havasının hâkim olduğunu hatta bunun edebi eserlere de yansıdığını
öğreniyoruz.
Ancak tüm bu güzel duygular, II. Dünya Savaşı’dan sonra değişim
gösterirler. Birinci Dünya Savaşı’ndan galip çıkan Fransa, ikincisinde aynı
başarıyı yakalayamaz ve mağlup olur. İşgaller başlar. İşte hem bu yenilmişlik
duygusu hem de hayatlarında ilk defa hissettikleri acizlik duygusu insanların,
hayata karşı tamamiyle karamsar olmalarına neden olur.
O döneme kadar, doğadaki en üstün varlık olduğunu düşünen ve kendisini
hiçbir şekilde tehdit altında hissetmeyen insan, artık başka bir dünyada olduğunu
kavramıştır. Savaş, artık insanların çatışmaları değil, büyük sermayelerin
peşindeki devletlerin, büyük çıkarlar peşinde koşan güçlerin savaşıdır. Ve bu
doğrultuda, toplumda yaşamını sürdürmekte olan insan, aslında ne kadar güçsüz
bir varlık olduğunu kavrar. İnsan ölümlüdür ve ölüm ansızın, belki sadece
kendisinden daha güçlü olanların çıkarları nedeniyle gelebilmektedir. O zamana
kadar ölümü şövalyelik unsuru olarak bilen insan, ölümün bir amacı olmak
zorunda olmadığını farkeder.
Bu genel saptamaların ardından, yirminci yüzyılı edebiyat tarihi
açısından incelemek istediğimizde, 1912-1928 yılları arasındaki dönemin en
önemli yazarlarından Marcel Proust Kayıp Zamanın Peşinde (A La Recherche Du
10
Temps Perdu) adlı eserinde anlatı tekniklerine yeni bir bakış getirirken, 1914’de
André Gide yayımladığı Vatikan’ın Mahzenleri (Les Caves Du Vatican) adlı
eserinde romanda anlatıcıyı ortadan kaldırır. Yine bu dönemde, Franz Kafka
1915’de Dönüşüm adlı eserini yayımlar. Apollinaire’in Calligrammes adlı eseri
(dizeleri herhangi bir şekil oluşturacak biçimde yazılmış şiir) yazımda bir
eşzamanlılık denemesidir. Yazma işlemi esnasında yazı kendiliğinden
oluşmaktadır. Yazar yazacaklarını aramaz, yazı kendi kendisini arar. İşte bu
dönemde yapılan çalışmalar, yeni romanın oluşumuna hız kazandırmışlardır.
Bu savaş yıllarında bir yandan yeni roman yazarlarının o güne
kadar kullanılan edebi kuralları değiştirme ve yenileme, diğer yandan o döneme
kadar ortaya çıkmış eserleri yok sayma istekleri belirir.
Yeni roman yazarlarına göre, insanlık, dünyaya ve kendine verdiği derin
anlama rağmen böylesine büyük bir katliyamın içinde yer alabiliyorsa, insanın
evrendeki varoluşuyla ilgili geliştirilen tüm düşüncelerde, yorumlarda, bir
yanlışlık olmalıdır. 20. yüzyılda insanın kendi ırkına duyduğu hayranlık zarar
görmüştür. Toplumdaki insan artık bu çirkin gerçeklikte varolmak
istememektedir. Bunun sonucunda, daha önce de sözettiğimiz 19. yüzyıl
romanının üzerinde ısrarla durduğu gerçeğe benzerlik kavramı tüm anlamını
yitirmiştir.
11
Bu bağlamda, insanın evrendeki yeri ve önemiyle ilgili gerçeklik tekrar
bulunmalı ve artık önceden ifade edilenden farklı ifade edilmelidir.
Tüm edebi sanatlara, edebi türlere, felsefi akımlara rağmen insanlık bu
noktaya gelmiştir.
Yine bu dönemde, Avrupa içinde serbest dolaşım hakkı, kültürel alışverişi
sürekli hale getirmiştir. Tüm Avrupa’da, polisiye roman dalgası, Arsène Lupin
serisi ve Fantômas seri filmleriyle yayılmıştır.
Daha önce de sözettiğimiz gibi, toplum bu dönemde ahlaki yönden de bir
dönüşüm sürecindedir. Eski dönemlerin burjuva erdemliliği diye bilinen ama
artık bir ikiyüzlülük ifadesi olarak algılanan tüm değerler edebiyat eserlerinde
irdelenirler. Roger Martin Du Gard Thibault Ailesi’nde, André Gide
Kalpazanlar’da, François Mauriac ise Thérèse Desqueyroux’da incelemeyi
dener bu konuları.
Daha açıkça belirtmek gerekirse, bu dönemdeki roman anlayışı,
edebiyatın insanlara uzun zamandır varolmayan bir rüyayı sunduğu üzerinedir.
André Gide Kalpazanlar adlı eserinde, edebiyat dünyasına “şüphe” fikrini
12
sokmuştur. Marcel Proust ise Kayıp Zamanın Peşinde serisiyle aslında hayali
olanın peşinden gitmektedir.
Yine aynı dönemde gelişmekte olan sinema, belli bir zaman dilimiyle
sınırlı bir sürede insanlara sunduğu görüntülerle, gerçek diye bilinenin yerine,
hayali olanı koymakta etkili bir yöntem olarak ortaya çıkmaktadır. Dönemin
yazarları, sinema sanatının, yazmaktan bile daha etkili olabileceği
düşüncesindedirler.
Ayrıca, 1928-1932 yıllarında, dönemin önemli bilim adamları Nietzsche,
Freud ve Marx eserlerini vermektedirler. Marx toplum düzeni olarak sosyalizmi
geliştirirken, Freud psikoloji alanında yaptığı çalışmalar sonucunda, tüm insan
davranışlarını bilinçaltımızdaki cinsel dürtülere bağlar. Nietzsche ise felsefe
alanında özelikle de Fransa’da bir felsefe akımı olarak şüpheciliği geliştirir;
hayatımızdan, yaşadıklarımızdan, öğrendiklerimizden şüphe etme duygusunu
insanlara aktarır.
Bu dönem, eski kuralların ve eski doğruların kaldırılmaya çalışıldığı
dönemdir. Fransız öğretim görevlileri Marie-Claire Banquart ve Pierre Cahné, 19.
Yüzyıl Fransız Edebiyatı adlı çalışmalarında, Montherland’nın, İspanyolca
kaleme aldığı bir tiyatro oyununda, değerlerin de ölümlü olduğundan, yerlerine
13
yenilerini koyabilmek içinse ölümlerini çabuklaştırmak gerekliliğine
değindiğinden bahsederler. (Banquart-Cahné, 1992: 215)
İşte bu saptamalar, sanatın bir değer koyucu olarak algılandığını doğrular.
Toplumlar, değerler koyarken ve onlardan vazgeçerken de sanattan
faydalanmaktadır. Çünkü sanat, insanları toplu olarak etkileme ve eğitme
konusunda önemli bir işleve sahiptir.
Şüphe izleği, 20. yüzyıldaki tüm eserlerde görülür. İşte bu düşüncelerle
beraber edebiyat alanında, sınıflandırılamayan ve adına Anti-Roman denilen
yeni bir tür yazı oluşmaktadır. Jean-Paul Sartre’ a göre, yaşadıkları yüzyıl bir
düşünme yüzyılıdır ve herkesle beraber roman da kendi üzerinde düşünmektedir.
(Banquart-Cahné, 1992:216)
İnsanlık artık, hayatın anlamsız olduğunu bilmektedir. Dolayısıyla
toplumlarda eski zamanlara dönük bir hayranlık başlar. Michel Butor, Michel
Butor Üstüne Doğaçlamalar, Dönüşen Yazı adlı eserinde, kaybedilen değerlerin
bir gün tekrar kazanılacağını, özellikle daha önceki nesillerin savaşın sona
ermesiyle, eskiye dönebileceklerini düşündüklerini, fakat asıl tahribatın
akranlarının oluşturduğu yeni nesilde görüldüğünden bahseder. Bu açıdan, antik
dönemdeki hayat, insana yakışan tek yaşama biçimi olarak algılanmaya başlanır.
Mitolojik efsaneler hâlâ hayranlık uyandırmaktadırlar. Kendini kirlenmiş ve
14
bozulmuş hisseden insan, Antik dönemdeki erdemliliğine ve saflığına tekrar
kavuşmayı düşlemektedir. Mitoloji, işte bu sebepten, yeni romanda önemli bir
öğe olarak karşımıza çıkar. (Butor, 1996:20)
Bu düşüncelerle sarsılan 1955-1975 yılları arasındaki dönem eserlerine
örnek olarak Nathalie Sarraute’un Kuşku Çağı, Samuel Beckett’in Kral Ölüyor,
Albert Camus’nün Düşüş’ü verilebilir. Eserlerin isimlerinden de
anlayabileceğimiz gibi yazarlar üzerinde savaşların negatif izleri görülür.
İnsanlardan geriye şüpheler, düşüşler, ölümler, karamsarlıklar kalmıştır.
Bu dönem, yeni romanın oluşum dönemidir. Yeni romanı daha açık hale
getirmek için, romanın önceki yüzyıllardaki durumunu biraz daha yakından
incelemek yararlı olacaktır.
Roman, sözettiğimiz bu yenilenme sürecine girene kadar, geleneksel
şekilde yazılmaktaydı. Geleneksel roman olarak da adlandırılan klasik roman, en
iyi örneklerini veren Balzac’la özdeşleştirilmiştir.
Balzac romanının en belirgin özelliklerinden ilki, ilgi çekici bir konuya ve
bir olay örgüsüne sahip olmasıdır. Olaylar, bir bütünlük içinde ele alınır. Roman
kişisi, romanın merkezinde tutulur. Bu kişilerin fiziksel ve ruhsal çözümlemeleri
büyük bir titizlikle en ayrıntılı şekilde yapılır. Zaman ve mekân arasındaki birlik
sağlanmak zorundadır.
15
Romanda olayın geçtiği mekân titizlikle betimlenir. Zaman ise, belirli bir
süreklilik, belirli bir çizgiselik üzerine oturtulur. Geçmiş zamanlar, eski
dönemler geriye dönüşlerle verilir. Bu geriye dönüşler sırasında, zamanın
çizgisinde bir sapma olmaz.
Roman toplumun bir aynasıdır, toplumun akla uygun ve tutarlı bir
görüntüsünü vermek zorundadır okurlarına.
Böylece, klasik romanı ana hatlarıyla açıklamış oluyoruz. Yeni romanı
anlamak amacıyla, klasik romandan yola çıkmak, yeni romanın, klasik romanın
yaptıklarının tam tersini yapmak istediği düşünüldüğünde, yararlı olacaktır.
Yeni roman, değişen dünya düzenine, insan bilincine yeni yeni ifadeler
getirme çabasıdır. Bu dönem yazarlarının yapmak istedikleri, kendileri için yeni
olan dünyayı, yeni formlarla aktarmaktır. Bu bölümde, Alain Robe-Grillet’nin
Yeni Roman adlı eserinden bu konuyla ilgili fikirlerini alıntılamak yerinde
olacaktır:
“Yeni Roman bir evrim sürecidir. Yeni Roman biçimlerini arayan insanla
dünya arasındaki bağlantıları anlatabilen yeni bir roman bulmaya, yani yeni bir
insan bulmaya karar veren kişileri kapsıyor (Alain-Robbe Grillet,1981:31)”
diyerek yeni romanı geleneksel romandan ayırır. Çünkü Balzac romanında
yazar, yeni bir şey anlatmak yerine, varolanı olduğu gibi aktarmaktaydı.
16
Başka bir değişle, yeni roman, klasik romana ait ne varsa ortadan
kaldırmak ister. Örnekse, yeni roman zaman kavramı üzerinde çalışır.
Yeni romanda zaman, bize takvim ve saatle bildirilen, günlük hayatta
kullandığımız zaman değildir; insanın içindeki zamandır, kendi hissettiği
zamandır.
Klasik romandaki uzun mekân betimlemeleri ve kişi analizleri, biçim
değiştirerek, nesnelerin uzun ve ayrıntılı betimlemeleri haline dönüşür. Klasik
romanın insan odaklı anlatım biçimleri, yerini nesne odaklı biçimlere
bırakmıştır. Bu anlatım şekli, daha önce de değindiğimiz gibi, nesnenin insandan
daha önemli olduğu bir dünyayı anlatmada etkilidir.
Kullanılan dil de yalın bir dildir. Fakat bazen yazarlar tarafından dilbilgisi
kuraları da sorgulanır, uygulanmayan kalıplaşmış kuralların yanı sıra yeni
dilbilgisi düzenlemeleri de denenir.
Yeni romanın en önemli uygulayıcılarından bazıları, daha önce de
sözettiğimiz gibi, Michel Butor, Zamanın Kullanım Çizelgesi (L’Emploi Du
Temps, 1956), Değişme (La Modification, 1957), Alain Robbe-Grillet, Silgiler
(Les Gommes, 1953), Kıskançlık (La Jalousie, 1957)’tır. Ayrıca, bu isimlere ek
17
olarak, Nathalie Sarraute, Yönelim (Tropisme), 1938, Robert Pinget, Adamın Biri
(Quelqu’un, 1965) Jean Ricardou ile Claude Mauriac’ ı saymak gerekir. Ayrıca,
Jean Cayrol, Taşınma (Le Déménagement, 1956), Claude Simon, Rüzgâr (Le
Vent, 1957), Marguerite Duras, Küçük Park (Le Square, 1955) , yeni romanın
gelişmesi için çalışmalar yapmışlardır.
Yeni roman akımını, oluşum sürecinden itibaren ele aldığımız bu
bölümde, bu akımın üzerinde ayrıntılı olarak durmuş; klasik romanın özelliklerini
hatırlamakla da, aslında yeni romanın neye karşı olduğunu görmüş oluyoruz.
Çalışmamızın bundan sonraki bölümünde yeni romanın anlatım teknikleri
üzerinde duracağız. Bu bölümde inceleyeceğimiz teknikler, çalışmamızın ikinci
bölümünde oluşturacağımız eser incelemelerinde de yararlı olacaktır.
18
1.2. YENİ ROMANDA ANLATIM TEKNİKLERİ
Yeni roman yazarları, çalışmamızın bir önceki bölümünde de sözettiğimiz
gibi, klasik romanın tüm yazım kurallarına karşı çıkmakta, onları değiştirmek,
hatta ortadan kaldırmak, yerlerine yenilerini koymak, yaşadıkları dönemi daha iyi
yansıtan bir roman yazımı oluşturmak istemektedirler. Yeni romanı daha iyi
anlayabilmek için, klasik romandan ayrılan tüm yazım şekillerini başlıklar altında
inceleyeceğiz.
Yeni romancıların geliştirdikleri ayrıntılı betimleme ve ekleme-üst üste
koyma yöntemlerini, zaman kavramını, anlatı kişilerini, iç içe anlatı yöntemini ve
son olarak da metinlerarası ilişkiler yöntemlerini inceleme olanağı bulacağız.
1.2.1. AYRINTILI BETİMLEME
Betimleme roman yazımında kullanılan önemli tekniklerden biridir.
Klasik romanda, uygulanan ayrıntılı betimleme yöntemi, yeni romanda yön
değiştirmiş gözükür.
Klasik romanda, anlatıcı, bir gözlemcinin bilemeyeceği, göremeyeceği,
kadar anlatır dış dünyayı, mekânı, roman kişilerini. Betimlemeler roman kişisini
19
romandaki en üst yere koyar. Tüm olayların onun etrafında dönmesini sağlar.
Nesneler, klasik romanda insana bağımlı, insan olduğu için varolan, insanın
sosyal statüsünü belirleyen, insanları tanımada okura yardımcı olan kavramlar
olarak karşımıza çıkar. Michel Butor Roman Üstüne Denemeler adlı eserinde:
“ Balzac’la birlikte roman nesnelere boğulur. İnsanlık Güldürüsü’ nün
kimi bölümleri, eski eşyalarla dolup taşan dev bir tavan arasına benzer. Bu
nesneler, Balzac’ın, bir toplumdaki temel sarsıntıyı gözler önüne sermesine
yardımcı olacaktır (Butor,1991:80)” diyerek nesnelerin dönemi yansıtmadaki
işlevlerinden bahseder.
Yeni romandaysa, betimlemeler sadece nesneler üzerinedir. Uzun
betimlemelere rastlanmaz. Buna karşılık, kısa tutulan betimlemeler son derece
ayrıntılıdır. Etrafta dolaşan bir kameranın, nesnelere odaklanıyor olduğu hissini
yaratır. Teknik olarak, klasik romanın, masanın üzerindeki elmaya ulaşabilmek
için, betimlemeye evden başlaması, sonrasında, odaya girmesi, odadaki
eşyalardan bahsetmesi ve son olarak masaya ve masanın üzerindeki elmaya
gelmesi mümkün iken, yeni romanda evden bahsedip, içeri girdiğini
öğrendiğimizde, anlatıcının gözüne çarpan, doğrudan masanın üzerindeki elma
olabilmektedir. Yeni romanda nesneler sadece varoldukları için, o andaki
görünüşleriyle ve algılanışlarıyla betimlenirler. Algılandıkları şekilleriyle
aktarılırlar.
20
Alain Robbe-Grillet Yeni Roman adlı eserinde, “Eskiden betimleme
varolan bir gerçekliği yeniden kurduğunu ileri sürerdi; şimdi ise, kendi gerçeğini
yaratıyor. Eskiden betimleme eşyayı göstermek için kullanılırken, şimdi ise onları
yok etmeye çabalıyor(Alain-Robbe Grillet,1981,90)” der.
İşte bu teknik, aslında gerçekliği kurma çabasındansa, onu yok edip,
yerine yenisini kurma hatta kendi kendisini kurmasına izin verme girişimidir.
Bir diğer açıdan Mehmet Rifat, çevirisini yaptığı Michel Butor ‘un Roman
Üstüne Denemeler adlı eserinin başlangıç bölümü için yazdığı Yeni Roman,
Michel Butor ve Roman Üstüne Denemeler adlı yazısının Yeni Romanın Düşünsel
Temelleri adlı bölümünde yeni romanın betimleme tekniği ile ilgili şunları söyler:
“Yeni romancıların betimlemeye yönelmelerinin düşünsel temelindeki
nedense, ancak gerçek anlamdaki bir yazı tekniğinin dünyadaki nesneleri
yakından tanımayı, kavramayı, sınırlarını belirlemeyi başarabileceği inancıydı
(çünkü bu dünya ne yeterince anlamlıydı ne de saçma, yalnızca vardı. En önemli
özelliği de var olmasıydı, öyleyse varolan tanınmalı, betimlenmeliydi
(Butor,1991:9)”
21
Bölümümüzün sonunda, yeni roman türünde kullanılan ayrıntılı
betimleme tekniğini açıkça görmüş oluyoruz.
Çalışmamızın bir sonraki bölümünde, yeni romanda zaman kavramına ve
onun aktarılmasında kullanılan tekniklere değineceğiz.
1.2.2. ZAMAN AKIŞININ KURGUSU
Bir önceki bölümümüzde yeni romanın, romanda betimleme yöntemine
getirmek istediği yenilikler üzerinde durduktan sonra, şimdi de yeni romanda
zaman kavramı ve onun aktarılması konusu üzerinde çalışacağız.
Yeni romanda zaman kavramı, geleneksel romandaki aktarılışından
biçimsel olarak farklılıklar gösterir.
Buna göre, geleneksel romanda, romanın başlangıcından itibaren zaman
kavramı bir çizgisellik üzerine kurgulanır. Sözü edilen zaman dilimi, kesin
tarihlerle ve kesin saatlerle belirlenmeye çalışılır. Tam tarih gün, ay, yıl olarak
aktarılır ve böylece romanın, gerçekçi bir zemine oturtulduğu düşünülür.
Belirtilen bu zaman dilimi, belli bir süreklilik içerir ve olaylar bu süreklilik içinde
gelişir. Olaylar oluş sıralarına göre sıralanır ve geriye dönüşlerle aydınlatılır. Bu
22
sayede kahramanların hayatları hakkında bilgi sahibi olunur ve olayları
destekleyen, açıklığa kavuşturan geçmiş olaylar böylece aktarılmış olur.
Yeni romanda zamanın verilişi açısından gerçeğe benzerlik düşüncesi,
klasik romanla benzerlik taşımaz. Geleneksel romanın aksine, yeni romanda
geriye dönüşler romandan çıkarılmak istenir. Çünkü yeni romancılara göre,
anlatımda biraz önce bahsettiğimiz sadece “varolanı konu etme” düşüncesi, ancak
böyle gerçekleşebilir. Kahramanların geçmişleri, iç dünyaları, öykünün geçtiği
dönemle ilgili tarihsel bilgiler artık romanda verilmez. Böylece, roman
kahramanları neredeyse nesnelerle aynı düzlemde yer alırlar.
Michel Raimond, Romanın Krizi (La Crise du Roman) adlı çalışmasında,
yeni romanda zaman kavramının, yazarın ne geçmişten bahsederek geçmişi ne de
şimdiki zamandan bahsederek şimdiyi yakalayabileceği fikri etrafında oluştuğunu
belirtir. Bunun sonucunda da yeni romanın öykü anlatmaya müsait bir roman
türü olmadığının altını çizer. (Raimond,1969:245)
Böylece, yeni romanda zaman kavramının, klasik romana göre farklı bir
yapıda geliştiğini görmüş oluyoruz.
23
Bir sonraki bölümümüzde, roman kişisinin yeni romanda, kendine nasıl
bir yer bulduğunu inceleyeceğiz.
1.2.3. ANLATI KİŞİLERİNİN KONUMU
Klasik romanda, romanda adı geçen kişiler hakkında oldukça geniş bir
bilgiye sahip oluruz. İlk olarak, adları soyadları, nereli oldukları, yaşları, ailevi
yapıları, meslekleri ve hangi sosyal statüye ait oldukları, her biri için tekrar tekrar
aynı özenle verilir. Fiziksel görünümleri yine aynı titizlikle verilirken, psikolojik
analizleri de roman boyunca diğer bilgilere eşlik eder.
Yeni romanın bakış açısıysa, romanda tüm bu bilgilerden kurtulmaktır.
Çünkü asıl gerçeğe benzer olanın eski betimleme tekniği olmadığı konusunda
fikir birliği içindedirler. Şöyle ki, roman kahramanı bizim için sokakta
karşılaştığımız her hangi bir insandan farksızdır. Dolayısıyla bizim bu kişi
hakkında fazlasıyla bilgiye sahip olmamız, gerçeklikten çok bir kurmaca gibi
gözükmektedir. Bu bağlamda, yeni romancılar, okurun roman kahramanıyla ilk
karşılaştığında bilemeyeceği ne varsa betimleme sırasında vermekten kaçınırlar.
Okur romanda ilerledikçe, yani zaman içerisinde roman kahramanıyla tanıştıkça,
onunla ilgili gerekli bilgiye sahip olabilecektir.
24
Roman kahramanı yeni romanda, romanın diğer öğeleriyle benzer bir
öneme sahiptir artık. Ondan, erdemli olması veya insanüstü değerler göstermesi
beklenmez. O da doğanın bir parçası, çoğu zaman edilgen, eskiden olduğu gibi
aşırı mutluluklara, heyecanlara sahip olmayan birisidir. İşte daha önce de
bahsettiğimiz gibi, bireyin 20. yüzyılda, toplum içindeki durumu böylece
aktarılmış olur.
Yine, Michel Raimond’un, Romanın Krizi (La Crise du Roman) adlı
çalışmasından öğrendiğimize göre, 19. yüzyılın burjuva kişisinde problemli bir
durum vardır; yeni romanla beraber bu problemli durum roman kişisinden,
yazarın bizzat kendisine geçmiştir. Romanın artık, psikolojik ve sosyal bir
sorunu olmasından çok, kendisi başlı başına estetik ve edebi bir sorun haline
gelmiştir(Raimond,1969:249).
25
1.2.4. İÇ İÇE ANLATI YÖNTEMİ
İç içe anlatı yöntemi, bir anlatı içerisinde diğer bir anlatıyı kullanma
tekniği olarak tanımlanabilir. Bu teknik, kullanıldığı metinlerin konularına açıklık
getirmek amacıyla eklenen sözler, sözceler veya başka metinlerin kendileri
olabilir. Bir metnin düzlemi üzerinde, tamamlayıcı ve açıklayıcı bir başka düzlem
oluşturur. İç içe anlatı yöntemi, gerçekte varolan, daha önceden bilinen,
okunabilecek uzaklıkta olan bir başka metine yapılan göndermelerden oluşur.
Yapılan alıntının, asıl metinle genel anlamda benzerlikler taşıması halinde, iç içe
anlatı yöntemi bahsettiğimiz asıl metne, istenilen desteği sağlayabilir.
Bu teknikle ilgili, Kubilay Aktulum Metinlerarası İlişkiler adlı eserinde,
bu teknikten 1893 yılında Journal adlı eserinde ilk bahsedenin, André Gide
olduğunu dile getirir(Aktulum,1999:159).
Şimdi de metinler arası ilişkiler tekniğini daha yakından inceleyelim.
26
1.2.5. METİNLERARASI İLİŞKİLER
Metinlerarası ilişkiler okuma düzeyinde kendini gösteren bir tekniktir. İki
metin arasındaki bağ, okuyucunun dikkati ve bilgisi dâhilinde açığa çıkabilir
bilgilerdir. Bu bilgiler okur tarafından farkedildiği ölçüde metne anlam katarlar.
Bu teknik kendini alıntılar, göndergeler şeklinde gösterir. Bu alıntılar ve
göndergeler, roman kahramanının sosyal düzeyini, iç dünyasını yansıtırlar.
Metinlerarası ilişkiler tekniği, karşımıza daha çok mitolojik göndermeler
şeklinde çıkarlar. Michel Raimond, Romanın Krizi (La Crise du Roman) adlı
çalışmasında, Michel Butor ve Alain Robbe-Grillet başta olmak üzere, çoğu yeni
romancının eserlerinin mitolojik gerçeklik üzerine kurulduğunun altını çizer. Bu
tekniğin çıkış noktasının, 20. yüzyıl yazarları James Joyce ve Franz Kafka’ya ait
olduğunu dile getirir(Raimond,1969:245).
Raimond’a göre, Alain-Robbe Grillet ve Michel Butor, Oidipus efsanesini
başka bir hikâyeye dönüştürerek kullanırlar(Raimond, 1969,245).
Çalışmamızın buraya kadar olan bölümünde, 20. yüzyıldan genel olarak
bahsetmeye çalıştık. Bu yüzyılın insanlık açısından önemine değindik. Yüzyılın
genel yapısına sıkıntı, çöküş ve karamsarlığın hâkim olduğunu saptadık. İnsanın,
27
ilk defa yaşadığı ve bildiği her şeyden şüphe duymakta olduğunu ve böyle bir
ortamda da, edebiyatçıların kendilerini ifade edebilecekleri yeni bir roman
düşüncesi, yeni romanın bir roman türü olarak ortaya çıkmakta olduğunu
kanıtladık.
“Yeni Romana Genel Bir Bakış” adlı ilk alt başlığımızda, yüzyılın genel
özelliklerinden bahsettikten sonra, ikinci alt başlığımızda yeni romanda anlatım
tekniklerine kısaca değindik, klasik romanla karşılaştırıldığında yeni romanın,
anlatım teknikleri açısından farklıklar gösterdiğini gözlemledik.
Genel hatlarıyla, 20. yüzyıla ve yeni romana değindikten sonra,
çalışmamızın ikinci bölümünde, Michel Butor’un Zamanın Kullanım Çizelgesi ve
Alain Robbe-Grillet’nin Silgiler adlı eserlerini bu yeni akımın en önemli
örneklerinden olmaları açısından inceleyeceğiz. Seçtiğimiz yazarları ve onların
eserlerini kısaca tanıttıktan sonra, bu iki romanda da varolan “Şüphe” ve
“Araştırma” izlekleri üzerinde duracağız. Buradan hareketle, bu iki romanın da
polisiye roman özellikleri taşıdığını kanıtlamaya çalışacağız. Ve son olarak da,
eserlerdeki mitolojik öğeler üzerinde durup, bahsetiğimiz bu öğelerin inceleme
konumuz olan “Şüphe” ve “Araştırma” izlekleriyle ne denli kaynaşmış
olduklarını, bu izleklerlerin oluşmasında ne denli önemli olduklarını saptamaya
çalışacağız.
28
II. BÖLÜM
SİLGİLER VE ZAMANIN KULLANIM ÇİZELGESİNDE “ŞÜPHE”
VE “ARAŞTIRMA” İZLEKLERİ
2.1. GERÇEĞİN ŞÜPHELİ SUNUMU
Yeni romana genel olarak değindiğimiz birinci bölümümüzde, roman
tekniğinin 19. yüzyılda nasıl bir yapı oluşturduğunu, 20. yüzyıla girilirken,
değişen toplum yapısıyla nasıl farklılıklar gösterdiğini incelemeye çalıştık.
Çalışmamızın bu bölümündeyse ,“Şüphe” ve “Araştırma” izlekleri
açısından inceleyecegimiz Zamanın Kullanım Çizelgesi ve Silgiler adlı eserleri,
biraz daha yakından tanımaya, hem yazarları hakkında hem de eserlerin içerikleri
hakkında biraz daha bilgi sahibi olmaya çalışacağız. Böylece, araştırmamızın
bundan sonraki kısmının açıkça anlaşılmasına olanak sağlamış olacağız.
Zamanın Kullanım Çizelgesi, Michel Butor’un 1956 yılında yayımladığı
eseridir. 1926 doğumlu yazar, Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe eğitimi aldıktan
aldıktan sonra Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde öğretmenlik yapmıştır. 1950’li
yıllarda Fransa’da ortaya çıkan yeni roman akımına dâhil olan yazar, diğer
29
yazarlardan bazı açılardan ayrı durmuştur. İlk romanı Milan Geçidi’ni 1954’de,
Değişme’yi ise, 1957’de, Zamanın Kullanım Çizelgesi’nden sonra yayımlamıştır.
Diğer önemli eseri Yerin Büyüsü1958’de yayımlamıştır.
Alain Robbe-Grillet ise, 1922’de Brest’de dünyaya gelmiştir. 1942’de
Ulusal Tarım Enstitüsünden mezun olup tarım uzmanlığı yapmaya başlamıştır.
Bu dönemde, biyoloji alanında araştırmaları olmuştur. 1950-1951 yılları arasında
Sömürge Ürünleri Enstitüsü mühendisliği görevindeyken, Fas, Gine, Martinik ve
Guadelup’ta bulunmuştur.
Silgiler 1953’de yayımlanan eseridir. Diğer bir romanı Gözetleyici
1953’de, bir başka eseri Kıskançlık ise 1957’de yayımlanmıştır.
“Şüphe” ve “Araştırma” izlekleri açısından inceleyeceğimiz bu eserleri,
biraz daha yakından tanımak amacıyla kısaca konularına da değinmekte yarar
vardır.
Zamanın Kullanım Çizelgesi adlı eserde, anlatıcı-kahraman Jacques
Revel’dir. Roman, anlatıcı-kahramanın, gerçekte İngiltere’nin Manchester şehri
olduğunu bildiğimiz Bleston’a gelmesiyle başlar. Revel burada bir yıl süreyle
kalacaktır. Matthews and Sons adlı bir ithalat-ihracat şirketinda çalışacaktır.
30
Şehre varış tarihi ekim ayı olarak verilmiştir. Gelişinden sekiz ay sonra, mayıs
ayı geldiğinde bir günlük tutmaya başlar. Eylül sonunda ayrılacağı Bleston’da
günlüğünü tutabilmesi için, beş ayı kalmıştır. Bu nedenle günlüğünü beş bölüme
ayırmıştır. Birinci bölümde, anlatıcı-kahraman, geriye dönerek, ekim ayında
başından geçmiş olan olayları yazmaya koyulur. İkinci bölüm, haziran ayındaki
yazdıklarıyla, kasım ayındaki olayları anlatmasına olanak sağlar. Bu bölümde
haziran ayında olmakta olan olaylar, kasım ayında olmuş olan olaylarla aynı
ortamda ele alınır. Üçüncü bölümde, temmuz ayında yazar, aralık ayına ait
olayları anlatır. Dördüncü bölümdeyse, ağustos ayının olaylarını, ocak olaylarıyla
beraber anlatır. Beşinci bölüm, eylül ayının olaylarını anlattığı bölümdür.
Michel Butor romanının bu kuruluş biçimiyle ilgli olarak : “ Beşinci
bölümde eylül ayı, beşinci bir ses olarak gelecektir. Birincisi de sürmektedir bu
arada: Ekim, kasım, aralık ve ocak olaylarından sonra şubat olaylarını anlatır.
İkincisi de sürmektedir: Haziran, temmuz ve ağustostaki olaylardan sonra,
eylülde olup bitenleri anlatır. Üçüncüsü de: Mayıs ve nisan aylarından sonra
mart ayına döner. Dördüncüsü: Haziranda yazmış olduklarından sonra,
temmuzda yazdıklarını okur” diyerek romanın kuruluş yapısından
bahseder(Butor,1996:62-63).
Silgiler ise yine roman kahramanının bilinmeyen bir şehre varışıyla
başlar. Dedektif Wallas, bir cinayeti araştırmak amacıyla, bulunduğu şehirden
başka bir şehre gelir. Olayın geçtiği yer, Zamanın Kullanım Çizelgesi’nde olduğu
31
gibi kesin çizgilerle belirlenmemiştir. Çünkü Zamanın Kullanım Çizelgesi adlı
eser Bleston şehrinin planıyla başlarken, böyle bir kesinlik Silgiler’de yoktur.
Romana konu edilen zaman, dedektif Wallas’ın cinayeti çözme
aşamasında geldiği şehirdeki bir gününü kapsamaktadır. Zamanın Kullanım
Çizelgesi’nden farklı olarak romanda anlatılan olayların süresi çok daha kısadır.
Silgiler romanı, yapısal açıdan tiyatro eserleriyle benzerlik gösterir.
Kuruluşu itibariye, öndeyiş ve sondeyişin dışında beş bölümden oluşur. Bu beş
bölümde kendi içinde bölümlere ayrılmıştır. Sadece üçüncü bölüm beş, dördüncü
bölümse yedi alt bölümden oluşur. Bu iki bölüm dışında alt bölümler eşit olarak
ayrılmıştır. Eserin içinde tiyatro eserini çağrıştıran birçok durum vardır. Bu
benzerliği, yazar şu cümlelele ortaya koyar:
“(…)operelere Türk kılığında çıkanları andıran koca, kahverengi bıyıklı,
açıkça daha yaşlı birinin resmi yapıştırılmıştır.”(Robbe-Grillet,2005:100)
“Sahne son bulacak.” (Robbe-Grillet,2005:101)
“Zaten Wallas da küçük kahveyi terk edip yeniden sahneye çıkmıştı.”
(Robbe-Grillet,2005:102)
32
“(…)yasa tarafından belirlenmiş dekor içinde(…)(Robbe-Grillet,2005:18)
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi, kahramanın hareketleri veya
bölümdeki bir olayın son buluşu sanki bir tiyatro eseri gibi şekillenir.
Çalışma konumuzu oluşturan “Araştırma” ve “Şüphe” izleklerini, bu iki
eserde incelemeye çalışacağız. Yine bu anlamda, yapacağımız çalışmayı daha
açık hale getirebilmek için, seçtiğimiz izlekleri sözcük anlamlarıyla göstermeye
çalışalım:
Şüphe, insanın bir şeyi merak etmesiyle gelişen bir duygu; araştırmaysa
şüphenin arkasından gelen, insanın merak ettiği şeyi anlamlandırmak için
başladığı eylemidir.
Bu tanımlarla beraber, inceleyeceğimiz izleklerin her iki romanda da
hangi olaylara neden olduğunu, hangi olayların nedeni, hangilerinin de sonuçları
olduklarını ayrıntılı biçimde inceleyeceğiz.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi her iki romanın da yazıldıkları çağ şüphe
çağıdır. Bu durum, dönemin yazarlarının verdikleri eserlerinin isimlerinden de
belli olur. En belirgin örneği, Natalie Sarraute’un Kuşku Çağı (L’Ere de
Soupçon)’ adlı eseridir.
33
Geçmiş zaman hafızaya dayalı bir beyin fonksiyonu olarak
tanımlanmaktadır. Fakat hafıza, güvenilebilecek bir yapı değildir. Her iki eserde
de hafızanın kesin bir gerçeklik sunmadığı verilmiştir:
“(…)günlerin sırasını yeniden kurmayı boşu boşuna dener: dün akşam
başlanılan bu işi yarın bitirmiş olmalı, dün ile yarın arasındaki zamanın yeri yok
artık.” ( Robbe-Grillet,2005:39)
“Bugün…Pazartesi…
_Salı, diye düzeltir Wallas, utanıp sıkılarak.(…)
_Peki diyelim ki Salı.” ( Robbe-Grillet,2005:74)
“(…)ve de terk edilmiş gemi iskeletini bizzat görmüştü. Ama bütün
bunlar başka bir gün, başka bir yerde, hatta bir düşte bile yaşanmış olabilirdi”
(Robbe-Grillet,2005:111)
“Şu meşhur korumaların gerçekte var olup olmadığı da kesin değil
zaten.” ( Robbe-Grillet,2005:201)
34
“Dünküyle aynı hikâye değil ki. Bu, dün akşamdı ve de dün, önceki
gündü(…) Dünle bugünü karıştırmasan daha iyi edersin.” (Robbe-
Grillet,2005:211)
Silgiler adlı romanda Daniel Dupont adlı bir profesörün ölümü verilmekte
ve bu ölüm haberi dedektifleri araştırma yapmaya yönlendirmektedir. Profesörün
ölümü ertesi gün bile sırını korumaktadır, çünkü dedektifler hâlâ cesedi
bulamamışlardır:
“-Doğrusu, cesedi görmedim; belki de Albert Dupont’a aittir.” (Robbe-
Grillet,2005:60)
“Daniel Dupont’nun ölümü mankenlerin kendi aralarında tartıştıkları
soyut bir olay yalnızca.” (Robbe-Grillet,2005:73)
Dedektif Wallas şehre geldiğinde geceyi geçirmek için bir kafenin boş
odalarından kiralar. Fakat bu kafenin de kaydı yoktur poliste. Böyle bir yer olup
olmadığı da kesin değildir:
“-Tuhaf ama, kaydı yok; çok odası var mı?” (Robbe-Grillet,2005:60)
35
Buraya kadar, Silgiler adlı eserde şüphe uyandıran olayları inceledikten
sonra, şimdi de Zamanın Kullanım Çizelgesi’ndeki şüpheli durumları birkaç
örnekle belirtmeye çalışalım:
“(…)sanırım ayın 26’sı, günlerden de pazartesiydi. Salonda tesadüfen mi
karşılaştık yoksa randevulaştık mı buluşmak için? Hiç bilemiyorum bunları(…)
Ama hepsi çok uzakta kaldı. Çok flu, bir sürü şüphe(…)Yazmakta çok geç
kaldığım bir sürü şey, unutmaya ve deforme olmaya elverişli.” (Butor,1956:168-
169)
“Nasıldı ki? Hiç hatırlamıyorum(…)”(Butor,1956:154)
“(…)hala azaltamadığım yedi aylık süre daha da fazla açılmasın
diye(…)”(Butor,1956:184)
“(…)yazmakta geciktiysem onları unutma ve bozma riskim var.”
(Butor,1956:169)
Eserde, Jacques Revel’in okuduğu bir kitabın yazarının geçirdiği
kaza olayı düşle karışık olarak anlatılır:
36
“(…)çünkü bana, romanını üzerine kurduğu bir kazaya maruz kaldığını
düşündüğünü ve hatta suçluyu bulması gerektiğini hayal ettiğini, bir seferliğine
şu dedektif rolünü kendisinin oynadığını anlattı (…)mesleğinin gerçekleştirdiği
düşlerdi bunlar.” (Butor,1956:327)
“(…)sadece basit bir kazadan başka bir şey olarak kalmayacaktır, bu
kötü rüyanın çözümü durmaktadır(…) bütün bu ilüzyonlar
sayesinde(…)(Butor,1956:345)
Alıntılarda da belirttiğimiz gibi, her iki eserde de, gerçek hafızada
aranmaktadır. Fakat hafızanın güvenilir bir işleyiş olmadığı, gerçeği bulmak için
başvurduğumuz bu beyinsel işlevin, insanı herhangi bir kesinliğe götürmediği
görülmektedir.
Bu bölümde incelediğimiz şüphe duygusu, bir sonraki adım olarak
araştırmaya yol açacaktır. Şüphe bir merak duygusudur ve merak edilen şey de
araştırılarak öğrenilir. Bu durum da bizi bu konu üzerinde durmaya yöneltir.
Gerçeğin şüpheyle sunulması, romanlarda araştırmayı gerektirecek
birşeyler olduğunu bize gösterir.
37
2.2. POLİSİYE ROMAN ÖĞELERİ
Yukarıda incelediğimiz gibi gerçeğin şüpheli olarak verilmesi bize
araştırılacak konular olduğunu gösterir. Şüphe ve araştırma izlekleri polisiye
roman türünün en belirgin iki özelliğini oluşturur.
Çalışmamızın bu bölümünde, şüphe ve araştırma izleklerini Silgiler ve
Zamanın Kullanım Çizelgesi adlı romanlarda inceleyeceğiz. Bu izleklerin
incelediğimiz romanlara, polisiye roman özellikleri kattığını görmeye çalışacağız.
İlk olarak şüphe izleği üzerinde duracağız daha sonra bu şüphenin nasıl
araştırmalara neden olduğunu, öyküleri nasıl yönlendirdiklerini ve neler
kattıklarını göreceğiz.
Şüphe izleği sadece gerçeğin sunumu sırasında ortaya çıkmaz. İki
romandaki kahramanlar, şüphelendikleri birçok olayla karşılaşırlar. Örnek olarak,
Silgiler romanının başkahramanı dedektif Wallas’dır. Şüphe izleği romanın
başından başkahramanın mesleğiyle verilmiştir. Dedektiflik mesleği kendi
içerisinde hem şüpheyi hem de araştırmayı barındırmaktadır. Bir dedektifin
görevi, ne olduğu, nasıl olduğu, yapanın kim olduğu bilinmeyen bir olayla ilgili
38
önce şüpheler duymak, sonra da bu şüpheler doğrultusunda araştırmaya
başlamaktır.
Başkahramanın dedektif olarak verilmesi, romanda bilinmeyen bir olay
olduğunun göstergesidir. Bu olay, dedektif denince ilk akla gelen şey olarak bir
cinayet olacaktır.
Başkahramanın mesleği dedektiflik olmayan Zamanın Kullanım Çizelgesi
adlı romanda, Jacques Revel, bir ithalat-ihracat şirketinde çalışmak üzere bir
seneliğine stajer olarak gelmiştir Bleston’a. Eserde daha önce sözettiğimiz
metinlerarası ilişkiler tekniğini oluşturan, bu tekniği bölümün sonunda ayrı bir
başlık altında inceleyeceğiz, bir başka kitabın varlığından sözedilir. Kitabın adı
Bleston Cinayeti’dir. Bu romanda, Bleston şehrinde işlenmiş olan bir cinayetten
bahsedilmektedir. (Silgiler’de olduğu gibi, cinayet Zamanın Kullanım
Çizelgesi’nin asıl konusu değildir.) Bu cinayet, Zamanın Kullanım Çizelgesi’nin
başkahramanının hareketlerini yönlendirir. Bu cinayeti öğrenmesi başkahramanın
dedektif gibi davranmasına ve gerçekte bir cinayet olup olmadığını bulmak için
araştırmalara başlamasına yol açar. Kendisinin bulunduğu şehirde işlendiği
anlatılan bu cinayetle ilgili bilgi toplamaya başlar. Kitapta adı geçen yerleri,
cinayet mahali olarak verilen yerleri görmeye gider.
39
Tam bu sırada da, kitabın yazarı dostu trafik kazası geçirir. Kesin olarak
görülememiş bir araba, üzerine doğru gelip onu ezmek istemiştir. Ortada
bulunması gereken bir şüpheli vardır. Artık Jacques Revel de bir dedektiftir.
Silgiler romanındaki dedektif Wallas ise, bir cinayeti çözmek için
başkentten gönderilmiştir. Her iki dedektif de şüphelendikleri olaylarla
karşılaşmaya başlarlar.
Silgiler romanında cinayet teması daha romanın başında verilmiştir:
“Daniel Dupont göğsüne sıkılan bir kurşunla dün işte bu konakta
öldürüldü”(Robbe-Grillet,2005:12)
Bu cinayeti araştırmak için polis devreye girer:
“…Ağır biçimde yaralanan kurban, acilen semt kliniğine götürüldü ve
kendine gelemeden yaşamını yitirdi. Polis henüz izine rastlanmayan katilin
kimliğini soruşturmaktadır. (Robbe-Grillet,2005:23)
40
Öldüğü zannedilen Daniel Dupont aslında ölmemiştir. Sadece öyle
bilinmesini istemekedir. Bu ölüm arkasından şüpheyi getirmektedir. Bu cinayetin
bir sorumlusu olmalıdır. Dupont’nun doktoru, Marchat ve Dupont, doktorun
kliniğindedirler. Şüphe konuşmalarında gizlidir:
“(…)her yerde ve her şeyden haberi olacak zaten; ama şimdilik bu kentte
kime güvenilebileceğini pek bilmiyoruz” ”(Robbe-Grillet,2005:24)
“(…)Peki, ya konuşmanız dinlendiyse?”(Robbe-Grillet,2005:26)
“(…)Bu adama güveniyor musun?” ”(Robbe-Grillet,2005:26)
“(…)İkiyüzlü gibi sanki.” (Robbe-Grillet,2005:27)
Komiser Laurent araştırmaktan vazgeçer:
“Yaptırdığı araştırmalardan en ufak bir sonuç bile çıkmadı.(…)Toplanan
öteki bilgiler ise, nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine ilişkin hiçbir ipucu
sağlamadı.” (Robbe-Grillet,2005:29)
41
Wallas, bu cinayeti aydınlatmak için geldiği şehirde dolaşmaya başlar.
Amaçsız bir yürüme, bir boş dolaşmadır yaptığı. Öldüğü zannedilen adamın bir
karısı olduğunu hatırlar. Onu sorgulamak gereğini hisseder:
“_Karısı mı vardı? Cinayet sırasında nerdeymiş? ”(Robbe-
Grillet,2005:26)
(…)dün akşam saat yedibuçukta ne yaptığını sorun isterseniz
gidip(…)Dupont’dan haklı olarak hatırı sayılır bir miras beklentisi içinde
bulunduğu için, bildiğim kadarıyla, onu ortadan kaldırmakta çıkarı olabilecek
ender kişilerden biriydi.”(Robbe-Grillet,2005:58-59)
“Evelyne. Şimdi ne yapıyor acaba? (Robbe-Grillet,2004,)
Laurent elindeki verilere dayanarak Wallas’tan da şüphelenmektedir:
“(…)karşıma çıkan ilk ciddi şüpheli de siz olursunuz(…)
“-Revolveriniz var mı?
-Evet var, der, Wallas.
(…)-Bir mermi eksik, der.” (Robbe-Grillet,2005:61)
42
Garinati Bona’dan Wallas adlı dedektifi izlemesini ve kendisine rapor
etmesini ister:
“(…)(…)özel bir ajan gönderiyorlar bize!(…)Şu Wallas’ın izini bulmak
zor olmadı, ama onu da kaçırdı elinden. Yeniden bulması zor olmayacak.”
(Robbe-Grillet,2005:31)
Wallas da Jacques Revel gibi şehri araştırmak için bir kent planı edinmek
ister:
“Yola çıkmadan önce yanına bir kent haritası alacak zamanı olmadı
Wallas’ın; bu sabah dükkânlar açılır açılmaz bir kent haritası almayı
tasarlıyor(…)”(Robbe-Grillet,2005:36)
Doktor Juard da tutarsız cevaplar verip şüpheleri üzerine çekmektedir:
“Hâlâ yürüyebiliyor muydu? Kendinde olmadığını söylememiş miydiniz
dün akşam? (Robbe-Grillet,2005:65)”
“Şu Doktor Juard gerçekten de sağlam pabuç değil sanki. (Robbe-
Grillet,2005:66)”
43
Kâhya kadın da Dr. Jaurd’dan şüphelenmektedir:
“(…)şu uğursuz doktoru çağırmam gerekti, o da arabasına koyup götürdü
Mösyö Dupont’u.(…) “Kalbi dayanmadı” dedi o melek yüzlü sahtekâr! (Robbe-
Grillet,2005:75)”
Wallas girdiği kırtasiyede, bir başka müşteriden şüphelenir:
“Bir an için kaygılanır Wallas: meslek itibariyle, tam tersine… (Robbe-
Grillet,2005:150)”
“Kadın dükkâna geldiğinde hasta görünüşlü, üstünde kirli bir şapka ve
yeşilimsi uzun bir palto bulunan yoksulca giyimli ufak tefek bir adam vardı”
(Robbe-Grillet,2005:152)
Wallas da şüpheliler arasındadır. Civardaki postanenin çalışanlarından
biri, katilin o olabileceğinden şüphelenir. Aslında romanın konusunun, bir
sonraki bölümümüzde detaylı olarak inceleyeceğimiz mitolojik bir efsane
olduğunun ispatıdır. Başka birisinin gözünden, dedektif, katil gibi görülmektedir:
44
“Madam Jean yaşlı kızın tarif ettiği koca gözlüklerle kafasında
canlandırmaya çalışır Wallas’ın; gerçekten de doktor olduğu hemen kabul
edilebilir. Katil olmasını engellemiyor ama bu.” (Robbe-Grillet,2005:169)
Wallas görüşmek istediği Doktor Juard’la şehrin tren garında buluşur.
Doktorun önerdiği bu yer Wallas’ı şüphelenmesine neden olmuştur:
“Juard buluşma için bu alışılmadık yeri- garın bekleme salonu-seçmekle
özel müfettişin kuşkularını pekiştirmekten başka bir şey yapmadı ama bir yandan
da merakını uyandırdı.” (Robbe-Grillet,2005:173)
Olay yerini araştırmak için polisler eve giderler:
“Müfettişler evin ilk katında dört ayrı parmak izi buldular(…)”(Robbe-
Grillet,2005:54)
Komiser Laurent olayın bir intihar olmasından şüphe duyar:
“-Dupont’nun intihar ettiğine inanıyor musunuz gerçekten?
-Hiçbir şeye inanmıyorum. Elimdeki verilere göre bunun imkânsız
olduğunu düşünüyorum.” (Robbe-Grillet,2005:56)
45
Araştırılacak olan yapılmış olan bir hatadır:
“-Kusursuz suç olmadığını bilirsiniz değil mi, herhangi bir yerde bir hata
olmalı, bu hatayı aramalıyız.” (Robbe-Grillet,2005:58)
Garinati Wallas’ı takip etmektedir:
“-Wallas adındaki adamı buldunuz mu?
-Geceyi nerede geçirdiğini biliyorum.
-Bu sabah ne yapıyor? (Robbe-Grillet,2005:83)
Zamanın Kullanım Çizelgesi’nde de benzer anlamda bir şüphe görülür.
Anlatıcı –kahraman Jacques Revel, Bleston’a gelişinin ilk dakikalarında şehrin
havasını yabancı olarak niteler. Bu yabancılık bir merak uyandırır. İnsan da
yabancı olanı merak eder ve onun hakkında bilgi edinmeye çalışırız:
“(…)bu yabancı havada (…)”(Butor,1956:11)
46
Yol sormak için durdurduğu zenci adamla beraber bir şeyler içmeye
gitmesi onu şehrin banliyöleriyle tanıştırır. Yani şehrin en kötü taraflarıyla daha
en başında karşılaşır:
“Bleston’nun manzaralarına ve insanlarına duyduğu nefreti en sonunda
gösterdiyse şayet(…)”(Butor,1956:36)
İlerleyen günlerde tekrar Horace Buck’u bulmaya gider fakat bir türlü
oturduğu evi bulamaz:
“(…)beni Beyaz Sokak ve Göktelen Sokak’taki dört yol ağzına götüren 17
numaralı otobüse bindim, geçen gece Horace Buck’den ayrıldığım Brandy
Köprüsü Sokağı durağına kadar giden 27 numaraya bindim(…)(Butor,1956:43)
Jacques Revel, daha sonra şehirde kalacak yer bulamaması sebebiye ilk
gelişinde aceleyle kiraladığı evde pek rahat edemediği için, kendisine daha yugun
bir ev arayacağından bahseder. Aradığı bu ev, onun şehirde dolaşmasına, şehirle
ilgili daha detaylı bilgi edinmesine neden olur. Bu araştırmaya bir şehir planı
satın alarak başlar. Bu şehir planının yardımıyla aradığı evi kendi çabalarıyla
bulmak ister. James ile gittiği kırtasiyede şehirdeki ilk arkadaşlarından birisi olan
Ann Bailey ile karşılaşacaktır:
47
“-Biraz uzak ama Göktelen Sokak’ta satıcısını tanıdığım bir kırtasiye var,
bu akşam isterseniz…”
İşte böylece Ann Bailey ile tanıştım” (Butor,1956:43)
Bu cümle tekrarlanır:
“İşte gerçek araştırma şimdi başlıyor(…)”(Butor,1956:45-46)
Satın aldığı şehir planı sayesinde kendisini, Bleston şehrine kanserli bir
hücreye, üstten mikroskop yardımıyla bakan bir doktor gibi görür. Şehri en ince
detayına kadar görmektedir:
“(…)mikroskobunu kuşanmış bir laboratuar adamı gibi o kocaman
kanserli hücreyi inceleyebiliyordum(…)(Butor,1956:54)
Odasını ararken, gazete büfesinde Bleston Cinayeti adlı romanın afişini
görür. Romandan edinmeye karar verir. Kitabı okumaya başladığında görür ki,
kitapta bahsedilen cinayet, isminden de anlaşılacağı gibi, Bleston’da işlenmiştir.
48
Satın aldığı Bleston Cinayeti adlı romanda bir kardeş cinayeti konu
edilmiştir. Ann Bailey’nin, kitabı satın aldığı kitapçıdaki bayanın kuzeninin bir
arkadaşı, kardeşini üç sene önce trafik kazasında kaybetmiştir. Bu kazanın
kitaptaki cinayetle ilgisi olabileceği olasılığını düşünerek, bu arkadaşından
şüphelenir.
“(…)tavlamak üzere olduğum Ann Bailey’i iyice inceleyerek, üç sene önce
kardeşi trafik kazasında ölmüş olan şu Richard Tenn hakkında bilgi toplamak
için kendimi zorladım”(Butor,1956:80)
“(…)şu Richard Tenn’le ve kardeşinin ölümüyle ilgili şüphelerimin
ciddiliğini anlamalarını istemiyordum(…)”(Butor,1956:82)
Bu cinayetle ilgili, çalıştığı şirketteki arkadaşı James Jenkins da,
şüpheliler arasındadır. Bleston Cinayeti adlı romanın yazarı J. C. Hamilton takma
adıyla yayınlamıştır kitabını. Asıl adı Georges Burton olan yazarın adını
öğrendikten sonra bazı şüpheli hareketler fark eder arkadaşında. Bu konuyla ilgili
birkaç örnek verebiliriz:
“(...)Bailey’lerden, J.C.Hamilton’nın gerçek ismini öğrendiğim günün
önceki günü(…)”(Butor,1956:151)
49
“(…)James’in o zamandan beri hareketlerindeki şüphe götürmez
değişiklik(…)”(Butor,1956:160)
“(…)Bu James’in benden daha fazla ne sakladığını bilmek
isterdim(…)”(Butor,1956:175)
“(…)adı George Burton. Yeniden kızardı, yavaşça bardağından bir
yudum aldı(…)”(Butor,1956:178)
“(…)Bütün bunlar son derece rahatsız edici, son derece tuhaf ve anormal
hareketler James için(…)”(Butor,1956:180)
Revel, James ve annesiyle yediği akşam yemeği sırasında her ikisinin de
sergiledikleri garip davranışları fark eder:
“(…)bu akşam yemeği sırasında hareketlerini
inceliyordum(…)(Butor,1956:220)
“(…)Bayan Jenkins’in sessizliği, ihtiyatı ve sesinin
tonu(…)(Butor,1956:198)
“(…)herzamankinden daha şüphelidir James(…)(Butor,1956:311)
50
Bu sırada, Georges Burton bir kaza geçirir. Yolda bir arabanın şöförü
üzerine arabasını sürmüştür. Yaşanan bu kaza sonucunda Burton hâlâ hayattadır.
Jacques Revel, bu kazayla ilgili yine James’ten şüphelenmektedir:
“(…)bu kazanın bir parçası veya sorumlusu olması sebebiyle bu
James’ten şüpheleniyorum(…)(Butor,1956:361)
James, J.C.Hamilton’un kaza geçirdiği günden bir gün önce, bu olayı
rüyasında gördüğünü anlatır Revel’e. James gördüğü şeyin rüya olup olmadığına
karar veremez. Olayın gerçek olduğundan ve katilin James olduğundan
şüphelenmektedir. Gerçeğin sunumu daha önce de bahsettiğimiz gibi kesin
değildir:
Bailey’lerdeki bir akşam yemeğinde, kuzeninin arkadaşı Richard Tenn ile
tanışır. Gizlice dinlediği konuşmalardan Tenn’in arabasının tamirde olduğunu
öğrenir. Kazaya dair önemli bir ipucu olabileceğini düşünür:
“(…)Bu Richard Tenn’i bir bayana arabasının bugün tamirde olduğnu
birkaç gün içinde hazır olacağını söylerken duydum(…)(Butor,1956:271)
51
“(…)suçlu kuzenlerinin şu arkadaşıydı(…)suçlunun şu Richard Tenn
olduğunu düşünüyordum(…)(Butor,1956:276)
Çalışmamızın bundan sonraki bölümünde inceleceğimiz şüphe içeren
unsurların, kahramanların araştırma yapmalarına neden olduğunu, araştırma
yaparken de başka hangi olaylara neden olduğunu göreceğiz.
Araştırma izleği, Silgiler’de Wallas’ın şehre cinayeti çözmek üzere
gelişiyle kendini gösterir. Başkomiserin yanına gitmek üzereyken, daha vakti
olduğu için, cinayetin işlendiği eve gidip bakmak ister.
Geldiği şehir Wallas’da merak uyandırır. Şehirde boşboş dolaşması bu
yüzden onun için bir araştırmaya dönüşür:
“(…)birbirine örülü sokakları kendi başına öğrenmek için kullanacak.”(
Robbe-Grillet,2005:36)
“Yolundan ayrılmadan, hızını kesmeden yürür Wallas.”( Robbe-Grillet,
2005:39)
52
Cinayetle ilgili araştırmasına başlar Wallas. Cinayetin işlendiği yer olan,
Daniel Dupont’un evine gider. Araştırmaya, evin kâhyası, yaşlı kadından
başlamak ister:
“İzin verirseniz sizinle konuşmak istiyorum(…)size kısa birkaç şey
soracağım, o kadar” (Robbe-Grillet,2005:70)
Wallas araştırma yapmaya başladığı sırada, cinayetin sorumlusu olarak
verilen kişi, Garinati, Wallas’la ilgili bilgi toplamaya çalışır. Wallas’ın cinayeti
aydınlatmak için şehre geldiğini haber almıştır:
“Garinati bazı açıklamalar elde etmeye çalışır; ikna olmamıştır,
kuşkularını açığa vurmak ister.”( Robbe-Grillet,2005:83)
“-Wallas adındaki adamı buldunuz mu?
(…)-Bu sabah ne yapıyor? (Robbe-Grillet,2005:83)
“Ama nerede olmalı? Ve de nasıl tanımalı?” (Robbe-Grillet,2005:85)
53
Daha sonra tekrar gittiği evde bu sefer, evin kapıcısıyla karşılaşır ve
onunla konuşmaya başlar. Pencereden bir şeyler görmüş olabileceğini düşündüğü
yaşlı kadınla görüşmek için yukarı çıkar:
“Hayır, der kadın, dikkatimi çeken hiçbir şey olmadı.” (Robbe-Grillet
,2005:89)
Wallas’ın şehirde yaptığı araştırma sırasında aradığı bir başka şey de
silgidir:
“-Bir silgi rica edecektim, der Wallas.
-Peki, ne tür bir silgi? (Robbe-Grillet,2005:106)
Romanda, Doktor Juard olarak verilen kişi, Daniel Dupont vurulduğu
sırada yanında olup onu hastaneye götüren kişidir. Yani tek görgü tanığıdır.
Wallas onunla konuşmak ister. Doktorun garip hareketleri onu şüpheliler arasına
sokar:
“Öğle yemeğinden önce Doktor Juard ile konuşabilecek kadar zamanı
var.” (Robbe-Grillet,2005:108)
54
Araştırmasına, postaneye giderek devam etmek ister. Ona göre personelin
sorgulanması gerekmektedir. Fakat öğle tatilidir ve personel yerinde yoktur:
“Wallas soruşturmaya başlamak için tüm personel orada oluncaya kadar
beklemeyi tercih eder.” (Robbe-Grillet,2005:128)
Daha önce görüşemediği Doktor Juard’ı görmeye gider yine:
“Bu defa, Doktor Juard’a gider(…)”(Robbe-Grillet,2005:138)
Wallas, daha önceden kendisinden şüphe duyduğu Dupont’un eşini
bulmaya çalışmak yerine, Doktor Juard’ın peşine düşmüştür:
“Wallas bu hanımefendinin çok değerli bilgiler verebileceğini ciddi
biçimde düşünmüş olsa, komiser Laurent’ın söz ettiği kişinin, yani Dupont’un
ayrıldığı eşinin adresini bulmak için, daha bu sabahtan itibaren aramaya
koyulmuş olması gerekirdi. Oysa o başka kişileri soruşturmayı daha acil
bulmuştu, sözgelimi Doktor Juard bunlardan biriydi, ama ona da ulaşamamıştı
bir türlü.” (Robbe-Grillet,2005:148)
55
Bu sırada hâlâ Doktor Juard’ın peşindeyken ve ona ulaşamamışken
sokaklarda yürümeye ve düşünmeye devam etmektedir. Daha önce de
bahsettiğimiz gibi başıboş dolaşma durumu araştırmaya neden olan etkenlerle
içiçedir. Başıboş dolaşırken kahramanlar hem düşünür hem de önlerine çıkan
izleri takip ederek araştırmalarına devam ederler. Girdiği bir dükkânda, bir
adamdan şüphelenen Wallas, onu izlemeye karar verir:
“Kadın dükkâna geldiğinde hasta görünüşlü üstünde kirli bir şapka ve
yeşilimsi uzun bir palto bulunan yoksulca giyimli ufak tefek bir adam
vardı.”(Robbe-Grillet,2005:152)
“Wallas iz sürmeyi taktı aklına. (Robbe-Grillet,2005:153)”
Öğle tatili bittikten sonra, postane personelinden üç kişiyi sorguya alırlar:
“Emniyet Müdürlüğünde Laurent ile Wallas postanede görevli kadınlara
yöneltilmesi gereken soruları belirlemekle işe başlıyorlar(…)”(Robbe-
Grillet,2005:154)
Wallas bir kez daha doktor’un yanına gitmek ister:
56
“İki dakika sonra Wallas 11 numaralı kapıyı çalıyordu. Kapıyı ona gene
aynı hemşire açtı(…)”(Robbe-Grillet,2005:182)
Bu sefer de doktora ulaşamaz. Bu, onu Marchat’nın evine yönlendirir:
“Zamanı olduğu için tüccar Marchat’nın evine gitti Wallas.” (Robbe-
Grillet,2005:183)
Araştırma izleği Zamanın Kullanım Çizelgesi’nde, Revel’in geldiği
Bleston’da kendine kalacak bir yer bulma isteğiyle ortaya çıkar:
“(…)yarından itibaren daha iyi bir lojman bulmak için araştırmaya
başlayacağım.” (Butor,1956:23)
Ev bulmak için dolaşması sırasında daha önce de bahsettiğimiz gibi
Akşamüstü Haberleri gazetesi satıcısında bir kitabın afişine rastlar. Bu kitap
Bleston Cinayeti’dir. Satın aldığı bu polisiye roman, onu şehri biraz daha
tanımaya ve kitapta geçen yerleri merak edip araştırmaya başlamasına neden
olur. Kitaptaki cinayet Eski Katedralde işlenmiştir. Revel’de burayı ziyarete
gider.
57
Revel gittiği Eski Katedral’ de katil vitrayı bilgisine ulaşır. Bu ziyaret, bir
sonraki bölümümüzde inceleceğimiz mitolojik öğelere rastlamasına neden olur:
“Bleston Cinayeti’nin ilk cümlesini okuduktan sonra, Bleston’nun Eski
Katedrali Katil Vitrayı’yla ünlüdür, sadece ilk ziyaretimde uzaktan görebildiğim
bu vitrayı incelemeye gitmeye karar verdim” (Butor,1956:83)
Kitabın ilk sayfalarında adı geçen restoran, kitaptaki dedektif
karakterinin, daha sonra ölecek olan Johnny Winn’in, yemek yediği yerdir. J.
Revel de gerçekte var olan bu restorana gider. J.Revel’in masasının üzerindeki
kendi kitabını fark eden J. C. Hamilton, onunla tanışmak için masasına oturur:
“(…)diğer tarafta kalabalığın etrafını sardığı bir yer gördüm(…)Bleston
Cinayeti’nin ilk sayfalarında, sonradan dedektif olacak kişiyle sonradan
öldürülecek olan kişinin birinci katta, Eski Katedral manzaralı bir masada
karşılaştıkları Doğulu Bambu Restoranı(…)” (Butor,1956:103)
Ann ve Rose Bailey’yle yaptıkları sohbet sırasında Revel, kitabın
yazarının gerçek ismini bildiğini söyler. Bu arada da romanda bahsi geçen evin
kuzenlerinin arkadaşı Richard Tenn ve kardeşinin evine çok benzediğni öğrenir:
58
“İki kardeşin oturduğu evin, yani, katil ve ölünün, her bölümünün, her
eşyasının, Richard Tenn ve kardeşinin oturduğuna benzediğini ileri
sürdü(…)(Butor,1956:80)
İpuçları arasında, araştırması ve bulması gereken şüphelinin Morris marka
siyah bir arabayla bu kazayı yaptığı yer almaktadır:
“(…)ismini bulmam gereken kişi, siyah bir Morris sahibi(…)(Butor,
1956:228)
Ayrıca Richard Tenn’nin kardeşinin bir otomobil kazasında ölmüş olması
onu bu kişi üzerinde araştırma yapmaya sevk eder:
“(…)Asıl bulmam gereken şey kazayı yapanın Bailey’lerin kuzeninin
arkadaşı olup olmadığıydı(…)(Butor,1956:233)
“(…)Bailey’lerin kuzeninin arkadaşı Richard Tenn’i hâlâ araştıramadım
ki, şüphelenmek için birçok sebebim var(…)(Butor,1956:248)
Tenn arabasının tamirde olduğunu ve o sıralar arabasının olmadığını
anlatır:
59
“(…)bir bayana ona bugün arabasının olmadığı, serviste olduğu birkaç
gün içerisinde hazır olacağı cevabını veriyor(…)”(Butor,1956:271)
Richard Tenn’i takib ederek evinin adresini öğrenir:
“(…)o Richard Tenn, 27 numaralı otobüsten indi(…)karanlık içerisi J.C.
Hamilton tarafından doğrulukla betimlenen, cinayet evi, numarasını
göremediğim fakat 216’ dan fazla uzak olmayan Lichen sokağındaki evlerden
birine girdi(…)(Butor, 1956:272)
Yeni Katedrali ziyaret ettiği bir gün yine bir bayan heykeli dikkatini
çeker. Tanıdık bulur bu yüzü. İş arkadaşı James Jenkins’ın annesi olduğunu fark
eder. Heykeli yapan sanatçının ismi vardır elindeki broşürde. Ve bu durumu
araştırmaya başlar. Öğrendiklerine göre, James’in dedesi, E.C.Dougles, Yeni
Katedral’deki heykelleri yapan adamdır. Fakat J. C. Hamilton’nun Bleston
Cinayeti adlı romanını okuduklarında, heykellerden kötü bir şekilde
bahsedildiğini görürler. İşte bu yüzden James’in, J. C. Hamilton’na arabayla
çarpmak isteyebileceğini düşünmüştür. Ayrıca James’in kullandığı çalıştıkları
şirkete ait arabayla, kazayı işleyen araba aynıdır.
60
Revel özellikle son bölümde Bleston’dan bir kişiymiş gibi bahseder. Ve
bu kişinin kendisinden nefret etmekte olduğunu düşünmektedir. Tüm olanların
Bleston’un kendisinden öç almak için bizzat yaptığını düşünmektedir. Bu
şüphesi, romanın başından beri şehirle ilgili yaptığı araştırmaya dönüşmüştür.
Roman bir labirent gibi örülmüştür:
“(…)ölüme mahkûmdum.”(Butor,1956:258)
Klasik polisiye roman özeliklerinden biri olarak, olayın geçtiği yer
romanda çok önemli bir yer tutar. Çünkü öyküyü hazırlayan ve öykünün bir
polisiye öykü olarak geçmesini sağlayan asıl etken olayın geçtiği yerdir. Örneğin,
şehir kapalı, dışarı çıkılamayan bir yer olarak verilmelidir ki cinayetler
işlenebilsin ve insanlar kaçamasın. Tüm şehir görünür olmalı ve tüm işaretleriyle
varolmalıdır. Otobüs numaraları, levhalar, trafik ışıkları, evlerin bina numaraları,
hepsi gözümüzün önünde olmalıdır. Bu durum her iki romanda da mevcuttur.
Şehir gerçeğe giden tüm yolları hazırlayan etkendir. Dedektif, bu yollardan
geçerek doğruyu bulacak ve gerçeği açığa çıkaracaktır. Oysa her iki romanda da
yaşadıkları şehirler, kahramanların doğru araştırmalar yapmalarından çok, hayali
başıboş dolaşmalar yapmalarına elverişlidir. Buna neden olansa, daha sonraki
bölümümüzde bahsedeceğimiz şehrin labirent vari yapısıdır.
Gerçek anlamda bir polisiye roman olmayan Zamanın Kullanım Çizelgesi,
beklediğimiz gibi bir sonuç bölümü çıkarmaz karşımıza. Tüm şüpheleri ve
61
sonrasında araştırdıkları, anlatıcı dedektif kahramanımızı bir sonuca götürmez.
Tüm şüphelerinden ve araştırmalarından onları çürütecek bilgiler bulduktan sonra
vazgeçer. Örneğin Richard Tenn’nin suçlu olmadığına karar verir, çünkü
Tenn’nin arabasının açık gri olduğu ortaya çıkar, kazaya sebep olan araçsa siyah
renktedir:
“(…)Richard Tenn’in Morris’i siyah değil, gri, hatta oldukça
parlak(…)”(Butor,1956:276)
Kazayı geçiren polisiye roman yazarı George Burton bu olayın sıradan bir
kazadan fazlası olduğunu düşünmektedir. James ise hâlâ araştırmaktadır:
“(…)Jacques siz de bunun başka bir şey olabileceğini
düşünmüyormusunuz?(…)bilgi almaya çalışıyorum, arıyorum hâlâ(…)(Butor,
1956:290)
Jacques Revel yaptığı araştırmanın boşuna olduğunu yavaş yavaş
anlamaya başlar:
“(…)bütün şüphelerim, bütün araştırmalarım, haftanın her akşamı
yaptığım bütün çalışmalarım boşuna(…)(Butor,1956:309)
62
Artık Richard Tenn’den Burton da şüphelenmiyordur:
“(…)şüphelendiğimiz Richard Tenn’in bu kazada masum olduğunu
keşfetmişti(…)(Butor,1956:327)
James de değildir şuçlu. Revel, 29 Ağustos günü yazdıklarında, suçlunun
ne James ne de Richard Tenn olduğundan bahseder. Ona göre katil başka birisidir
bu kazaya yeltenen ama kim olduğunu kendisi de bilmemektedir. Ve soruları
yanıtsız bırakarak ayrılacaktır Bleston’dan:
“(…)bu ne Richard Tenn’in ne de James’in(…)bu başka bir adamdı başka
siyah bir Morris’de (…), Bleston’du, senden öcalmak için J.C.Hamilton, onun
sayesinde bana ulaşmak, beni kaybetmek, bana hakaret etmek için(…)(Butor,
1956:370-371)
James, şüpheli hareketlerinin sebebini anlatır. Kazadan bir hafta önce bu
kazayı yaptığına dair bir rüya görmüştür. Ertesi hafta haberini alınca kendisinden
şüphelenmiştir. Fakat daha sonra kendisinin suçlu olmama ihtimalini düşünmeye
başlamıştır:
“(…)yaralandığı bu kazayla ilgili aynı akşam bir rüya gördüm(…)ben
değilsem suçlu diye düşündüm(…)(Butor,1956:372-373)
63
Michel Butor, polisiye roman türünü seçmesi hakkında: “Demek ki,
romanın kendi içinde de bir giz taşıması çok önemlidir. Okur romanı okumaya
başlarken, nasıl biteceğini bilmemelidir. Benim için bu değişikliğin gerçekleşmesi
gerekir, ayrıca bir şeyi bitirirken onu daha önce bilmediğimi, önceden
sezinleyemediğimi, başkalarının da bunu, kitabı okumadan kestiremeyeceğini
bilmem gerekir. Bu olgu da, en açık anlatımını, polis romanı gibi popüler
biçimlerde bulur(Butor,1996:118)” der.
Michel Butor, polisiye romanın kendi içinde bir heyecan taşıması
nedeniyle bu türü tercih ettiği üzerinde durur. Polisiye roman, sonu önceden
tahmin edilemeyen, olayların akışının önceden kestirilemeyeceği bir türdür.
Böylece roman kendiliğinden, yazıldığı anda şekilleniyormuş gibi olacaktır.
Ayrıca daha önce de değindiğmiz gibi, roman türünü bir araştırma olarak gören
yeni romancılar, polisiye romanın bu heyecan özelliğinden yararlanmaktadırlar.
Roman bir araştırma olduğuna göre, sonunu da kendisi araştırmaktadır. Araştırma
hiç bitmeyeceğine göre, her iki romanın da sonu kesin bir olaya bağlanmaz. Yani
alıştığımız sonlara pek benzemez. Kesin bir bitişi olmadığı için, roman türü hâlâ
kendi kendisini araştırıyor denebilir. Aslında her şey birbiriyle bağlantılıdır.
Şüphe çağı, romanın kendisinden şüphelenip romanınh kendisini araştırma
konusu yapmasına sebep olmuştur. Michel Butor, polisiye romanın heyecan
içermesi ve okunma sebepleriyle ilgili şunları söyler:
64
“Klasik polisiye romanın birinci kuralı, bir gecede okunabilir olmasıdır.
İnsan gündelik yaşamda çok büyük güçlüklerle karşı karşıyadır, gerilimlerimiz
vardır. Bizi hem nitelikleri hem kusurları olan üstlerimize itaat etmek zorunda
bırakan hiyerarşiler içinde sıkışmış kalmışızdır. Allahtan çoğu zaman nitelikli
olduklarını hissederiz bunların, ama özellikle kusurlarını gördüğümüz ve
kendilerinden kurtulmayı çok istediğimiz günler de vardır(Butor,1996:118)”.
İncelediğmiz bu bölümde, Silgiler ve Zamanın Kullanm Çizelgesi adlı
romanlarda şüphe ve araştırma izleğinin nasıl şekillendiğini ve şüphelenilen
durumların hangi araştırmalara neden olduğunu görmeye çalıştık. Bu
araştırmaların sonucunda kahramanların, mitolojik öğelerle karşılaştıklarını
gözlemledik.
Buradan hareketle, bir sonraki bölümümüzde, her iki eserdeki mitolojik
öğeleri inceleyeceğiz.
65
2.3. MİTOLOJİK ÖĞELER
İncelediğimiz iki romanda da başkahramanların şüphelendikleri olayların
ve şüpheli olaylarla ilgili yaptıkları araştırmaların sonrasında mitolojik öğelerle
karşılaşmaları daha önce de bahsettiğimiz bir durumdur.
Buna bağlı olarak, mitolojik öğeleri incelemeye geçmeden önce,
Mitolojinin ne olduğuyla ilgili bilgi edinmekte yarar vardır:
Mitoloji, bir din veya bir halkın kültüründe tanrılar, kahramanlar, evren
ve insan yaratılışına dair tüm sözlü ve yazılı efsane birikiminin ve bu efsanelerin
doğuşlarının, anlamlarını yorumlayıp, inceleyen ve sınıflandıran bilim dalının
adıdır.
Michel Butor’a göre, yeni romancıların mitolojik öğeleri eserlerine katma
girişimleri, yaşadıkları zamanda bulamadıkları mutluluğu, geçmiş zamanlarda
bulma isteğinden kaynaklanmaktadır. 20. yüzyılda insan insana olan tüm
inancını kaybetmiştir. İnsanın kendini yüce hissettiği, ilahî bir amaca hizmet
etmek için bu dünyada bulunduğunu düşündüğü zamanlar, artık efsanelerde
kalmıştır:
66
“Şair kendisine göre, gerçeğin öbürlerinden ayrılan bu parçacıklarıyla
yitik bir altın çağı yeniden kurmaya, bu olağanüstü anları, bu olağanüstü yerleri,
bu olağanüstü erkekleri ya da kadınları bir prozodi aracılığıyla birbiriyle
kaynaştırıp, yitik bir mutluluğu, eski bir yaşamı, kavuşulacak bir zamanı yeniden
oluşturmaya çalışacaktır”(Butor,1991:49)
Hatta Butor, romanlarda bu gerçekliği oluşturma düşüncesinin bir başka
boyutuna değinmektedir. Kurulan bu mitolojik gerçeklik, varolan dünyada
yaşamak istemeyen insanın, bu acı gerçeklikten kurtulma, kaçma, kendine başka
bir dünya kurma özlemidir. Bu dünya artık düşsel bir hâl almaktadır:
“İlk aşamada, yitik bir geçmişe dönüş olan şiirsel düşünce hareketi,
sonradan sürekli olarak daha ileriye yöneltilecektir. Ve bu, öylesine ileriye
dönük olacaktır ki şair yaşadığı dünyanın ve zamanın ötesinde, (…)bir düşsel
zamanda, tam da hepimizin arzuladığı biçimde karşımıza çıkacak olan tarih
dışında rahata kavuşabilecektir ancak. ”(Butor,1991:50)
Daha önce de incelediğimiz gerçeğin şüpheli sunumunda gördüğümüz,
düşsellik, gerçeğin, kahramanın hafızasındakilerin kesin olarak verilememesi
durumu hep bu nedendendir. Gerçek, artık gün içersinde yaşanılan, hissedilen,
düşünülen bir şey değildir; gerçek artık bildiğimiz anlamda verilmemektedir.
67
İşte bu eski ama yeniden kurgulanan ve aslında tekrar elde edilmek
istenen bir durum olan mitolojik gerçeklikle, kahramanlar yaşadıkları dünyadan
şüphe duydukları ve bazı yönleriyle onu araştırmaya giriştikleri zaman
karşılaşırlar.
Bu sebepten, her iki kahraman da geldikleri dünyaya yabancıdırlar, her
iki kahraman da geldikleri gerçek dünyanın bu belirli zamanında, belirli yerinde
fazla kalmayacaklardır. Wallas da Revel gibi kentten trenle ayrılacaktır:
“Wallas ilk trenle terk edecek kenti.” (Robbe-Grillet,2005:209)
İncelemekte olduğumuz Silgiler romanında dedektif Wallas’ın şehre
gelmesinin nedeni bir cinayeti araştırmaktır. Şüpheleri doğrultusunda
araştırmalarına başlar. Romanda daha önce de değindiğmiz bu araştırmalar
sırasında, roman kahramanı mitolojik öğelerle karşılaşır.
Dedektif Wallas, sürdürdüğü bu araştırma boyunca geçtiği yollarda
dikkatini çeken dükkanlara girerek bir silgi aramaktadır. Aramakta olduğu bu
silgi onu mitolojiyle karşılaştıran öğelerden en belirgin olanıdır. Bu silgiyi şöyle
tarif eder:
68
“(…)ortadaki iki harf (“di”harfleri) çözülebiliyordu bir tek; önce de
sonra da en azından ikişer harf daha olmalıydı”(Robbe-Grillet,2005:107)
Aradığı bu silgi, girdiği bir kırtasiyede, Wallas’ın Thebai Kenti’nin
kalıntılarını gösteren bir fotoğrafla karşılaşmasına neden olur:
“-Tanıdınız mı? Tebai kentinin yıkıntıları.” (Robbe-Grillet,2005:106)
Düşsel nesne olarak bahsedilen bu silginin, gerçekte olmadığı
anlaşılmaktadır:
“(…)dükkâna küçük bir silginin bedeli kadar harcamak üzere değil de
adını, haklı olarak, tam olarak söyleyemediği efsanevi bir markaya atfedilen
düşsel bir nesneyi bulmak üzere mağazanın altını üstüne getirmeyi tercih etmişti-
bir tek,” (Robbe-Grillet,2005:107)
Robbe-Grillet için silgi önemli bir nesne, silme işlemi de önemli bir
işlemdir. Yazara göre, yazmak, aslında silmek demektir. Yeni roman eskiyi
silerek yeniyi yaratacaktır. Robbe-Grillet’nin eserlerinde okur, silinecekleri
silmeye, ardından da Robbe-Grillet’nin ve kendisinin öyküsünü yeniden
kurmaya davet edilmektedir.
69
Aynı zamanda silgi, roman kahramanı için başka bir dünya kurmanın
yoludur. Silgi, kahramanın yaşadığı gerçek dünyayla efsanevi dünya arasında bir
köprü görevi görmektedir. Aradığı silgi sayesinde, eserde Oidipus efsanesine
göndermeler olduğu kanıtlanmaktadır.
Zaman kavramı da yine romanda mitoloji ve gerçek dünya arasında bir
köprü kurmaktadır. Romanda zamanın, dedektif Wallas’ın Daniel Dupont’nun
sahte ölümüyle durduğunu, romanın son bölümündeki gerçek ölümüyle tekrar
işlemeye başladığını görürüz. Tüm öykü gerçek zamanda açılan bir parantezin
içinde geçmektedir. Sonuçta eserdeki, gerçek bir zaman dilimi değildir. Buna
bağlı olarak da yukarıda bahsettiğimiz gibi olayların gerçek olup olmadığı
şüphelidir:
“(…)Alışıldık biçimde saate bakar ve aletin yeniden çalışmaya
başlamadığını saptar; dün akşam saat yedi buçukta durmuştu(…)”(Robbe-
Grillet,2005:34)
Eserde Oidipus efsanesine göndermeler olduğundan daha önce
bahsetmiştik. Wallas, yer sormak için girdiği bir dükkânda silgi aradığından
bahseder satıcıya. Thebai kenti’nin kalıntılarını gösteren bir fotoğraf görür yine:
“-Çok yumuşak bir silgi rica edecektim, desen için.(…) Thebai kenti
kalıntıları” (Robbe-Grillet,2005:143)
70
Cinayetin işlendiği yer, Daniel Dupont’nun köşkü, Thebai kentiyle aynı
yer olarak verilmektedir. Bu da, Silgiler romanınında olayların geçtiği yerin
aslında, efsanevi Thebai kenti olduğunun bir göstergesidir:
“Thebai kenti kalıntıları. Şu pazarları resim yapanlardan bir meraklı,
kente hâkim bir tepeye, selvi ağaçlarının gölgesine yerleştirilmiş
sehpasını(…)Genç kadın neden bu konağın fotoğrafını çekmişti? (Robbe-
Grillet,2005:144)
Oidipus efsanesine göre, babası, Laios’un oğluna tecavüz ettiği için,
Oidipus lanetlenir. Lanete göre, Laios’un yeni doğan oğlu Oidipus, babasını
öldürecektir. Bunun üzerine Laios, oğlunun ayak bileklerini iplerle sardırır ve
ormana, kurtlara ve kuşlara yem olması için bırakılmasını emreder. Fakat
yardımcısı Laios’a ihanet eder ve küçük çocuğu götürüp bir çobana teslim eder.
Çoban da Oidipus’u, çocukları olmayan Korinthos kralı Polybos ve kraliçe
Merope’ye armağan eder. Polybos ve Merope onu kendi öz çocukları gibi
severler. Korinthos kral ve kraliçesi oğullarıyla beraber mutlu mesut yaşarlarken,
günün birinde bir şölen sırasında oldukça sarhoş bir davetli Oidipus’un evlatlık
olduğunu söyler. Ertesi gün, genç adam annesini ve babasını sorgular. Her ikisi
de inkâr ederler. Oidipus yine de şüphe içinde kalır. Bunun üzerine Delphoi’ye
doğru yola çıkar. Kâhin onu başından savar; kendisini iğrenç bir geleceğin
beklediğini haber verir: Oidipus annesiyle beraber olacaktır. Zina ürünü bir soyu
türetecek ve kendisine hayat vermiş olan babasının katili olacaktır. Dehşete
71
düşen Oidipus nereye gideceğini pek düşünmeden oralardan kaçar; bir daha asla
Korinthos’a dönmeyecektir.
Delphoi’de çıkarken yol ağzında arabaya binmiş, yanında da birkaç
hizmetçi bulunan bilinmedik yaşlı bir adama rastlar. Geçiş önceliği için
çekişirler: Oidipus, arabanın yanından geçmekteyken, yaşlı adam onun kafasının
orta yerine iki kamçı darbesi indirir. Oidipus hemen sert karşılık verir: Sopasıyla
ihtiyarı hemen yere yıkar, sonra da tanıkları öldürür. Artık yollarda başıboş
dolanmaya başlar, Thebai’ye varır. Bu şehrin üzerinde bir bela vardır.
İlerleyen günlerde bir sfenksle karşılaşır. Sfenks yolcuları gözetleyip, her
birine bilmecisini sorar; hiç kimse bilmeceyi çözemez, o da hepsini parçalayıp
yer. Thebai’liler her gün agoraya toplanarak bilmecenin cevabını bulmaya
çalışırlar; kralları yeni öldürülmüş olduğundan kendilerini sfenksten kurtaracak
olan kimseyeşehrin tahtını da söz verirler. Oidipus oradan geçerken bilmece ona
da sorulur. Oidipus soruya doğru cevap verir. Sfenks sorusunun doğru
bilinmesiyle intihar eder. Thebai’liler kurtarıcılarını alkışlarlar, onu kral yapar ve
kraliçeyle evlendirirler. Şu halde, Oidipus, İokaste ile evlenmiş olur. Ondan iki
oğlu, iki de kızı olur.
Birkaç yıl sonra Thebai’de veba salgını başlar. İnsanlar Oidipus’a onları
kurtarması için yalvarır. Oidipus Delphoi kâhini’ne danışır; kâhin kendisine
orada mutluluk içinde yaşamakta olan günahkârı ülkeden kovmasını önerir.
72
Oidipus eski Kral Laios’a karşı işlenip cezasız kalmış olan cinayetin söz konusu
olduğunu düşünür; suçluyu cezalandırmaya ant içer. Kâhin katilin Oidipus
olduğunu açıklar. Aynı zamanda annesinin de kocası olmaktadır. Oidipus
konuyu araştırınca yolda karşılaştığı ve öldürdüğü adam aklına gelir. Öte andan
Oidipus, İokaste’den duyduğu bir öyküyü hatırlar. Bu öykü İokaste’nin ilk
kocasından olan bir çocuğunun ölmesi için ormana bırakıldığıdır. Oidipus
ormana bırakılan çocuğun kendisi olduğunu anlar. Kehanet gerçek olmuştur.
Günahları yüzünden kan ve kedere gömülen, herkes tarafından terk edilen
Oidipus artık sadece kör bir dilencidir.
Efsanede de görüldüğü üzere, Oidipus’un bulunduğu yer Thebai kentidir.
Daniel Dupont’nun köşkü, mitolojiyle gerçek dünyayı aynı düzleme koyar.
Daniel Dupont’nun evi, aslında Wallas’ın kendi evidir. Çocukken ayrıldığı o eve,
büyüdüğünde kader onu geri getirmiştir.
Efsaneye yapılan göndermelerden bir diğeri de, Wallas’ın, Daniel
Dupont’nun karısını sorguladıktan sonra, hayalle karışık bu işte onun suç ortağı
olduğundan bahsetmesidir:
“(…)tahrik edici ve suç ortağı…cıvıldaşan küçük gülüşüyle bekleyen hoş
kadını fark etmemişti…Kendi karısını.”( Robbe-Grillet,2005:150)
73
Efsaneye yapılan göndermeler eserin en başından beri verilmektedir.
Wallas’ın yabancı olduğu Thebai kentine gelişi, bir cinayeti soruşturacak olması,
eserin efsane üzerine kurulu bir yapısı olduğunu kanıtlamaktadır.
Romanda, sanki Wallas’ın onun oğlu olduğunu doğrular nitelikte Daniel
Dupont’nun genç bir oğlu olduğundan bahsedilir:
“Öğrenciyi andıran ama çok daha basit biçimde giyinmiş, kısa boylu,
hatta cılız bile denilebilecek bir delikanlı söz konusu(…) Dupont’un bulunduğu
odanın penceresi açık olduğu için delikanlının her gelişinde sık sık yüksek sesle
konuştuklarını duymuştu kapıcı; en son gün ise şiddetli bir tartışmayla son
bulmuştu delikanlının ziyareti(Robbe-Grillet,2005:162)
“(…)çok sinirli bir havası vardı bu çocuğun, belki de biraz fazla
içiyordu- pröfesörün evinden çıktığında Café des Alliés’ye gidiyordu bazen”
(Robbe-Grillet,2005:162)
Buraya kadar yaptığımız incelemeleri bir kez daha gözden geçirirsek,
bahsi geçen genç delikanlının Wallas’ın gençliğindeki hali olduğunu açıkça
anlarız.
74
“Bundan yirmi yıl kadar önce Dupont’un “yoksulca” bir kadınla
“düzenli ilişkisi vardı”, bir süre sonra bu kadının bir erkek çocuğu oldu. “Bu
talihsiz olayın gerçekleşmemesi için (?) elinden gelen her şeyi yapan” ve
evlenmeye zorlanan profesör evlenmeyi kesinlikle kabul etmemişti. “Peşinden
koşulmasına bir son vermek” için başka bir yol bulamayınca da, kısa bir süre
sonra kendi çevresinden bir genç kızla evlenmişti. Söz konusu piç zamanla
büyümüştü, şimdi de önemli miktarda para sızdırmak niyetiyle gelip gidiyordu;
ne var ki, her geldiğinde sert tartışmalar patlak veriyordu.” (Robbe-
Grillet,2005:162-163)
İşte bu örnekte de görüldüğü gibi, Silgiler romanı Oidipus efsanesinin
yeniden yorumlanması gibi gözükmektedir.
Wallas yaptığı araştırmalar sonucunda öğrendikleri üzerine düşünürken,
Dupont’u öldüren kişinin onun çok yakın akrabası olduğundan bahseder.
Romanda italik harflerle verilmiş olan bu bilgi bizi yine aynı efsaneye götürür:
“(…)çünkü kendisine ateş eden kişi çok yakın akrabasıydı.” (Robbe-
Grillet,2005:164)
Romanda öykünün bir tiyatro eseri olarak veriliyor olması da romanın
Oidipus efsanesiyle özdeşleştirildiğinin bir başka kanıtıdır:
75
“Burada, başkentte, oynanmıştı dram … oynanıyordu dram.(Robbe-
Grillet,2005:167)
“Az önce sergilediği oyun gibi gereksiz olan bu küçük oyunu düşününce
gülümser” (Robbe-Grillet,2005:203)
“(…)tiyatro sahnesinde acemice bağırmış gibi olur.” (Robbe-
Grillet,2005:73)
Eserin en başından itibaren, sanki olay bir tiyatro eseriymiş gibi verilir.
Olayların geçtiği yer, aslında bir tiyatro sahnesiymiş gibi düşünülür:
“(…)sahnede bulunan biricik kişi kendine özgü varoluşa bürünmedi
henüz.” (Robbe-Grillet,2005:7)
Kartpostalın üzerinde bulunan resimdeki kenti anımsamaktadır Wallas.
Fakat anımsadıkları çok bulanıktır. Kafasındaki karmaşıklık onu kırtasiyedeki
kadın imgesine götürür. Bu kadının annesi olduğunu hisseder. Bize öykünün
aslında Oidipus efsanesi olduğunu düşündüren şey annesiyle aradıkları kişinin
babası olduğudur:
76
“Yitip giden görüntünün yerini, iyice esmer genç bir kadının hoş yüzü
alır-Victor Hugo Sokağın’daki kırtasiyeci ve gırtlaktan gelen hafif gülme sesi.
Yüz gülmüyor ama.
Wallas ile annesi, çıkmaz sokak halini alan bu kanala gelmişlerdi
sonunda(…)Kadın akrabalarından birini aramıyorlardı: erkek akrabalarından
birini, deyim yerindeyse Wallas’ın tanımadığı bir erkek akrabalarını arıyorlardı.
Wallas o gün de göremedi onu. Babasıydı. Nasıl unutmuş olabilir ki?” (Robbe-
Grillet,2005:193)
Romanın son bölümünde Daniel Dupont evinde unuttuğu ve Marchat’dan
alması için rica ettiği belgeleri Marchat almaktan vazgeçince, kendisi gidip
almak zorunda kalır. Evine döndüğünde Wallas da oradadır. Saat yedi buçuktur.
Kaçmak üzere olduğu şehirden o da çıkamamıştır:
“(…)saatine göz atar. Yirmi dakikası daha var: saat tam yedi otuz.”
(Robbe-Grillet,2005:204)
Wallas, evde karşılaştığı Daniel Dupont’u vurmuştur. Eserde anlatılan
olayların Oidipus efsanesine uygunluğu bir kez daha gözükmektedir. Wallas’ın
vurduğu kişi babası, aradığı katil de kendisidir. Gerçek zamanda açılan parantez
77
kapanmıştır. Böylece, mitolojik saat durmuş, gerçek zaman tekrar işlemeye
başlamıştır:
“Wallas saatine bakar; saat yedi otuz beş. Saatin yedi otuzda durduğunu
anımsar birden. Saatini kulağına götürür ve hafif bir tik-tak sesi duyar.” (Robbe-
Grillet,2005:206)
Aslında romanda zaman akışı baştan sona doğru gidiyormuş gibi gözükse
de, tam tersine, sondan başa doğru işlediğini görüyoruz. Örnek olarak romanın
sonunda olması beklenen olay, romanın başında anlatılmıştır.
“Daniel Dupont göğsüne sıkılan bir kurşunla dün işte bu konakta
öldürüldü”(Robbe-Grillet,2005:12)
Silgiler romanında ayrıca fantastik öğelere de rastlanır:
“(…)ama çok daha inatçı hayaletlerin peşine düştü,(…)” (Robbe-
Grillet,2005:11)
“(…)belki de perili bir evdeymş gibi gıcırdar.” (Robbe-Grillet,2005:73)
78
“(…)sokakları istila eder, canavarlarını ve çamurlarını yayar bütün
kente…”( Robbe-Grillet,2005:209)
“Tanıdık hayaletler dönüp durur(…)(Robbe-Grillet,2005:213)
Dupont’nun evinde bulunan tablo Habil ve Kabil efsanesindeki sahneyi
yansıtmaktadır. Habil ve Kabil efsanesi Zamanın Kullanım Çizelgesi’nde de
işlenmektedir:
“(…)Fırtınalı bir geceyi gösteren romantik bir peysajdır bu: bir şimşek
bir kulenin yıkıntılarını aydınlatmaktadır; kulenin hemen dibinde yere uzanmış
iki adam görülmektedir, etraftaki gürültüye rağmen uyuyakalmışlardır; yoksa
yıldırım mı çarpmış? Belki de kulenin tepesinden düşmüşler. (Robbe-Grillet,
2005:19)”
Her iki eserde de ortak olarak kullanılan mitolojik öğe Habil ve Kabil
efsanesidir. Bu efsaneye geçmeden önce, Zamanın Kullanım Çizelgesi’nde
mitolojik öğelerin kurgulanışlarına değinmek yararlı olacaktır.
Zamanın Kullanım Çizelgesi’ndeyse mitolojik öğeler dört mekânda
ortaya çıkar. Anlatıcı-kahraman Jacques Revel’in, staj için gittiği Bleston
79
şehrinde mitolojik eserlerle karşılaşması, satın aldığı polisiye roman Bleston
Cinayeti’ni okumaya başlamasıyla başlar. Satın aldığı bu kitapta konu edilen
cinayet Bleston’da geçmektedir. Kitabın ilk cümlesi, onu Eski Katedral’de
işlenmiş bu cinayeti araştırmaya yönlendirir:
“Bleston şehrinin Eski Katedral’i, Katil Vitrayı ile ünlüdür…”(Butor,
1956:72)
“(…)4 Kasım Pazar günü (…)ziyaret ettiğim Eski Katedral’deki Katil
Vitrayını gayet iyi hatırlıyorum(…)(Butor, 1956:89)
Katedralde karşılaştığı vitrayı okuduğu kitaptan tanımaktadır:
“(…)büyük ,resimli cama bakıyordum(…) Bleston Cinayeti’ni okuduğum
için biliyordum(…)Kabil kardeşi Habil’i öldürürken, zırh içinde Kabil, Theseus
gibi butunun üzerinde dalgalanan kurdelelerle kanını dövmektedi , yaklaşık
olarak aynı tutumdadır Theseus’la Minotauros’la savaşan,onun gibi eğilmiş,
gerilmiş olan düşmanının göğsündedir sol ayağı, fakat kırmızı gök yüzünde
etrafa dağılmiş sallanan bir kütüğün kökleri, kafası yaralı çıplak” (Butor, 90)
80
“Kabil’i toprağı işlerken ve Tanrı’ya meyveler sunarken görüyorsunuz.
Sunağından yükselen duman tüm gökyüzünü kaplar ve tekrar onu kaplamak için
yere iner.” (Butor,1956: 92)
Eski Katedral’deki vitray Kabil efsanesini anlatmaktadır. Katedraldeki
din adamı, ona vitrayları tanıtır. Mitolojiye göre, Habil ve Kabil, Adem ve
Havva’nın oğullarıdır. Kabil çiftçi olur, Habil ise çobandır. Bir gün, Kabil
toprağının meyvelerinden, Habil ise sürüsünün en iyi hayvanlarından birini, tanrı
için bağışlar. Tanrı ise, Habil’in armağanını beğenirken, Kabil’ninkini
beğenmez. Kabil bu duruma sinirlenir ve kardeşini öldürür. Tanrı Kabil’i
lanetler. Onu kim tarafından bulunursa bulunsun öldürülemeyceği bir cezaya
mahkum eder.
Kabil’in Henoc diye bir oğlu olur. Bir şehir kurar ve şehre oğlunun adını
koyar. Henoc’un soyundan olanlar arasında, sürülerin yanlarında tentelerin
altında oturanların babası, Yabal vardır. Yubal, kaval ve arp çalanların babası,
Tubalcain ise, demir ve tunçtan yapılan tüm enstrümanları dövenlerin tanrısıdır.
Zamanın Kullanım Çizelgesi’nde, papaza, Katedral’deki vitrayları yapan
sanatçının, olabildiğince kutsal metinlere sadık kaldığını düşünmektedir. Kabil
ilk önce toprağı havalandırırken gösterilir. Çakılların arasına sabanının belini
batırırken sonra da Tanrı’ya başak ve meyveler armağan ederken gösterilir.
81
vitrayın tam ortasındaki, cinayet çemberinde, Kabil’in, Habil’i öldürmesinden
sonra, Tanrı’nın sürülerin arasına sarı bir yıldırım gönderdiği resmedilmştir.
Daha sonra Kabil tarafından inşa edilen şehir sunulur, Yabal tarafından
oluşturulan, tentenin altında inekleriyle çevrilmiş olarak, Yubal ise üflemeli
çalgılarıyla erkek çocuklarının ortasında, yaylı çalgılarıyla kız çocuklarının
ortasında ve Tubalcain, sol elinde kerpeteni örsün üstüne bir tekerlek tutarken
resmedilmişlerdir.
Kabil kurduğu bu şehirde, politik oluşumların ve saygı kurallarının
egemen olmasını ister. Kabil’nin soydaşları Yabal, Yubal ve Tubelcain örme
sanatını, müzik yapmayı, ve üretmeyi keşfetmişlerdir. Bu tanrılar sadece örme
işçilerinin, müzisyenlerin veya işçilerin ataları değillerdir. Çünkü onlar tüm
insanlara sosyal uyumu öğretmişledir.
Kabil vitrayı, bir başka gerçeğe dikkat çeker. Kabil bir yandan uygarlığın
kurucu atasıyken, yani kurucuyken, diğer yandan kardeşinin katili, yani yıkıcıdır.
Uygarlık, ikili bir anlam üzerinde oluşmuştur. Aslında kurabilmek için
yıkmak gereklidir. Eski Katedral’deki Papazın Revel’e anlattığı gibi,
Blestonlular eğer Bleston’a zarar vermeselerdi, Yeni Katedral kurulmamış
olacaktı.
82
Şehir fikri, insanların bir konser misali, beraberce uyum içinde
yaşamalarına olanak sağlamak amacıyla gelişmiştir. Fakat aslında, konser
Fransızca etimolojik olarak politik anlamda tartışma, toplumsal anlamda savaş
demektir. Şehir büyük bir ailedir; ailenin üyeleri de birbirilerine bağlıdırlar.
Fakat bu bağ ille de sevgi bağı olmak zorunda değildir; nefret de insanları
birbirine bağlayan bir duygudur.
Vitray’da efsane anlatılmaya şöyle devam etmektedir:
“Evet bu Tanrı’dır ona büyük bulutlar arasından görünüp, bu yıldırımı,
bu sarı ışını gönderen(…)(Butor,1956:92)
“Yabal, tüm örenlerin atası, tuval bezi üretenlerin, Yubal tüm
müzisyenlerin atası, Tubalcain tüm metal işleyenlerin, sol elinde kerpetenleri,
örs üzerinde bir tekerlek tutan(…)”(Butor,1956:94)
İnsan için sol taraf lanetlenmiş taraftır. Bleston’la ilgili her şey Revel’in
solunda durmaktadır.
“Nasıl oluyor da Kabil sağda, Habil ise solda oluyor? Sol taraf kınamayı
göstermezmiydi? (Butor,1956:96)
83
(…)Tanrı Kudüs’ün ortasında, sağında kutsanmışlarla oturur, (…)
solunda, lanetlenmişler, Kabil’den sonra lanetlenmiş şehirler
(…)(Butor,1956:97)
Eski Katedral’deki papaz Revel’e diğer lanetlenmiş şehirleri tanıtır:
“İşte Babel(…)Sodome(..)Gomorrhe ve Ölüdenizin diğer
şehirleri(…)Babylone(…)(Butor,1956:98)
Papazın Jacques Revel’e anlattığı gibi, Bleston da lanetlenmiş şehirler
arasındadır. Çünkü savaş anlamı içermektedir. Bleston’da Babil, Sodom ve
Roma ile beraber lanetlenmiş şehirler arasında yer alır.
Gittiği bu katedralde Bleston şehrinin hikâyesini öğrenir. Bleston
yıkıntılar üzerine kurulmuş olması açısından, Henoc’la bir tutulur:
“Kurucu Kabil’nin soydaşları sessizce lavta ve kornoyla eşlik ediyorlar
şarkı söylüyorlar ve inşa ediyorlar, minareleri, kubeleri, kuleleri, hilalleri, Eski
Katedral’in camlı duvarındaki gibi(…)” (Butor,1956:152-153)
84
Revel, kendisini kurucu Kabil gibi hisseder. Yazdıklarıyla yeni bir dünya
inşa etmektedir. Aynı zamanda da Bleston’la savaşıyordur, Habil ve Kabil’in
savaştıkları gibi:
(…)oluşturuyorum, maden dövüyorum, dokuyorum, Kabil’in oğlu, bu
insan cinayetinden sonra, planının yanışı, Bleston, bu savaş ilanından sonra,
benim senin savaşına girişimden sonra, Belli Civitas, Bellista, Bleston
(…)(Butor,1956:350)
Papaz Eski Katedral’in yıkılıp, Yeni Katedral’in inşa edildiğini anlatır.
Revel bu iki Katedral arasında da bir şeyler olduğunu düşünür. Katedralleri de
Habil ve Kabil’e benzetir. Bu iki kardeş gibi, Yeni Katedral de varolablimek için
eskisini öldürmüştür. Bleston’nun eski isimlerinde de bu savaş anlamı yer
almaktadır:
“(…)İ.S ikinci yüzyılda Bellista, Belli Civitas (…)(Butor,1956:323)
İncelemekte olduğumuz Zamanın Kullanım Çizelgesi adlı Romanda
geçen iki cinayet vardır. İlki kriket oyuncusu Johny Winn’nin kardeşi tarafından
Yeni Katedral’de öldürülmesi, ikincisiyse, dedektif Barnaby Morton’nun kardeş
katili Bernard Winn’i Eski Katedral’de öldürmesidir.
85
Ayrıca eserde de Oidipus efsanesine göndermeler bulunur. Silgiler
romanında olduğu gibi dedektifin katilin oğlu olduğundan bahsedilir:
“Dedektif katilin oğludur. Oidipus, sadece bir bilmeceyi çözdüğü için
değil adını borçlu olduğu, o olmadan var olamayacağı kişiyi öldürdüğü için de
öyledir aynı zamanda. Çünkü bu cinayet ona doğduğu sırada söylenmiştir
(…)”(Butor,1956:193)
Revel çalışma izniyle ilgili polis karakoluna çağrılır. Karakoldan
çıktığında, yakındaki Bleston Güzel Sanatlar Müzesi’ni fark eder. Gezmek için
girdiği müzedeki salonların beşincisinde Theseus efsanesini anlatan onsekiz
halıya rastlar. Halılarda:
“Theseus’un Çocukluğu, Sinnis Cinayeti, Sciron Cinayeti, Cercyon
Cinayeti, Procruste Cinayeti, Theseus’un Babası Tarafından Tanınması,
Pallantides’lerin Cinayeti, Helen’in Kaçırılması, Antiop’un Kaçırılması, Crète
Şehrine Hareket, Minotauros’un Ölümü, Ariadne’nin Terkedilişi, Egeus’un
Ölümü Atina’nın Kralı Theseus, Cehenneme İniş, Phaidra ve Hippolyte,
Oidipus’la Karşılaşma ve Theseus’un Sürülüşü” başlıklı öyküler anlatılır.
86
Revel, şehrin orta bölümüne denk gelen tabloyu incelemeye koyulur.
Theseus’un Minotauros’u öldürüşünün sahnelendiği tablodur bu:
“Solumdaki duvarda, onyedinci panoda, şehrin ortasındaki
meydanda(…)genç adamın Minotauros’u öldürdüğü görülür, bu
Theseus’tur(…)(Butor,1956:206)
Alıntılarda da görüldüğü gibi eserde Theseus efsanesi konu edilmiştir.
Theseus Atina’nın efsanevi kralıdır. Annesinin Ethra, babasının da Egeus olduğu
söylenir.
Efsaneye göre, Girit kralı Minos’a yenilen Atina’lılar barış antlaşması
gereğince dokuz yılda bir, Minotauros adlı öküz başlı canavara yedi genç kız ve
erkeği kurban etmek zorundadır. Theseus, canavarla savaşmaya gönüllü olur.
Babasına eğer muzaffer olursa dönüşte beyaz bir yelken açacağını söyler.
Kral Minos’un kızı Arian, Theseus’a aşık olur ve Minotauros’un da
içinde bulunduğu labirentten çıkabilmesi için ona ip yumağı verir. Theseus,
Minotauros’u çıplak elleriyle öldürür. Atinalı gençleri kurtarır ve ip yumağını
kullanarak labirentten çıkmayı başarır. Arian’ı yanına alıp Atina’ya yelken açar
ancak Nakşa adasında mola verdiklerinde Ariadne’yi adada unutur.
87
Theseus, Atina’ya yaklaştıklarında da beyaz yelkeni çekmeyi unutur.
Kıyıdan koyu renk yelkeni gören baba Egeus, denize atlayarak intihar eder.
Dolaylı olarak Theseus da babasının katili olmuştur. Eserde konu edilişi
bu nedenledir.
Silgiler adlı roman’da şehir labirentik bir yapı gösterir. Şehir kapalı bir
yapıdadır. Gemilerin yüklerini bu şehre boşalttığından bahsedilmektedir; fakat
gidişleriyle ilgili herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır:
“(…)yakın kıyı ticaret yapan tekneler, salapuryalar, römorkörler(…)yük
gemilerinin düdükleri(…)mürettebat yabancı ülkelerden toplanır; buranın
insanları karada ticaretle uğraşmayı tercih ederler, içlerinden en maceraperest
olanlarıysa kıyıdan otuz milden fazla açılmazlar, ringa balığı avına çıkarlar.
(Robbe-Grillet,2005:14)”
“(…)birbirine örülü sokakları kendi başına öğrenmek için kullanacak.”
(Robbe-Grillet,2005:36)”
“Arpenteurs Sokağı’ndan itibaren hiç sapmadan dosdoğru yürüdüğüne
göre hep aynı yerlerde dönüp durmuş olamaz(…)(Robbe-Grillet,2005:42)”
88
(…)bir dolambaçta buldu kendini, birden sapan sokaklar, sert dirsekler
arasında yolunu kaybetti(…)(Robbe-Grillet,2005:69)”
Katilin olay yerine geri döneceği düşüncesi labirentik yapıyı desteklemesi
açısından önemlidir:
“Geri dönüp iğağaçlarından yapılma çitin altında bekleyecektir onu(…)
“Katil hep geri döner…” (Robbe-Grillet,2005:32)
“Başarılamayan hareket ikinci kez geri döner başlangıç noktasına…
Saatin göstergesi kadranı tam bir kez dolaşır ve mahkum tiyatrovari hareketini
tekrarlar(…)”(Robbe-Grillet,2005:82)
Silgiler’de olduğu gibi Zamanın Kullanım Çizelgesi’nde de labirent izleği
daha eserin başında verilir. Bleston şehri labirentik bir yapıdadır:
“(…)sanki ilerlemiyor gibiydim(…)aynı yerde dönüp duruyor
gibiydim(…)(Butor,1956:42)
Revel gittiği halıcıda, Ariadne’nin labirent’in kapısında resmedildiği
tabloya iyice yaklaşır. Daha sonra da kardeşiyle beraber verilir Ariadne:
89
“Deniz kıyısında, labirent’in kapısında ayakta duran Ariadne’a iyice
yaklaştım(…)(Butor,1956:206)
Revel bir ay önce Lanes Parkı’na gittiğini ve orada küçük bir labirentle
karşılaştığını yazar:
“(…)küçük bir labirenti olan patika bahçesi (…)”(Butor,1956:61)
Theseus’u kendisiyle, Ann Bailey’i de Arian’la özdeşleştirir. Faidra da
Rose’u simgelemektedir:
“Ann, Ariadne’yi simgeliyordu, Phaidra, Rose’u, ben genç prens
Theseus’tum(…)”(Butor,1956:227)
“Rose’umun neredeyse kırmızı saçlarında, benim Giritlim, benim küçük
Phaidra’m(…)”(Butor,1956:151)
“(…)adasını yağmurlar aracılığıyla aradığım Ann, Ariadne hâlâ garip
bir şekilde uzak olan(…)”(Butor, 1956:325)
90
Theseus ve Oidipus’un ne kadar birbirilerine benzediklerinden bahseder.
İkisi de baba katilidir. Oidipus efsanesi her iki esere de konu olmuştur.
“(…)ikisi de babalarının katili(…)(Butor, 1956:228)
Mitolojiye göre, Arian’nın ipliği Theseus’un cehenemden kurtulmasına
yardımcı olmaktadır. Bleston’u cehennem olarak gören Revel için yine yardımcı
Arian olacaktır. İpliğiyse, Revel’in günlüğünde yazdıkları, yani kurduğu uzun
cümleler, onu bu cehennemden kurtaracaktır. Bu öykü, müzedeki beşinci
salondaki onbirinci panoda aktarılmaktadır.
“Zırhını kuşanmış bir prens tarafndan boğazlanmış boğa kafalı bir adam,
karışık duvarlarla çevrili bir çeşit mahzenin içinde, solunda yukarda denizin
kıyısına açılan bir kapının eşiğinde, genç bir kız kurşunla süslenmiş elbisesiyle,
soylu, dikkatli, sağ elinde bir iplik tutar, iğine açılan bu iplik bir elinin
başparmağıya diğer elinin ortaparmağı arasında tutar, bu iplik kalenin
dolambaçlarında ve koridorlarında kıvrıla kıvrıla gider, kan dolu bir atardamar
gibi kalın, prensin öcünün boynuna ve kendi göğsüne sapladığı hançere
bağlanır, sağında genç bir kız görünür, uzakta, yol alan bir geminin
puruvasında, geminin siyah yelkeni rüzgardan şişmiştir, aynı prens ve diğerine
çok benzer fakat daha küçük olan menekşelerle bezenmiş başka kız eşliğinde.”
(Butor,1956:88)
91
“Beni, örmeye başladığım 1 mayısa geri götüren ve beni yeniden
bağlayan bu yığın içinde çöreklenen cümlelerin kordonu, ki bu kordon Arian’nın
ipliğidir çünkü ben labirentteyim(…)Bestondaki günlerimin labirenti(…)”(Butor,
1956:247)
“(…)o gece Ariane’nın efsanevi likörünü içtiğim yer(…)”(Butor,
1956:318)
James ile gittikleri müzede ona halıların da karmaşık ve labirent vari bir
yapıda olduğunu göstermiştir:
“(…)tabloların çoğu belli bir döneme ait olayları anlatmaktadır(…)bir
tek panoda toplanmış, birçok birbirini izleyen sahne, aynı kişi iki kez
gözükmektedir, üç defa (…)(Butor, 1956:278)
Özellikle eserin sonuna doğru önceden yaşadıklarını tekrar hatırlayarak
onlardan bahsetmesi sanki labirent vari ağ gibi gözükmktedir:
“Doğal olarak bu akşam cümlelerime okumakta olduğum eski yazıdan
bazı parçalar karışıyor(…)(Butor, 1956:369)
92
(…)George Burton, hafızanın ve zamanın labirent gibi yapısıyla ilgili
bazı bilgiler vermeye başladı(…)”(Butor, 1956:386)
Revel, kendisi için çizilmiş bir plan olduğunu düşünür. Gazetecide
gördüğü bir afiş onu kitaba, kitapsa, katil vitrayına, bu vitray da Yeni Katedrale
yönlendirir. Aslında romanda bir şeyler aydınlanıyormuş gibi gözükse de her şey
daha karmaşık hale gelir. Tıpkı bir labirent gibi görür şehri, tanıdığı bildiği
sokakları yerleri geçtikçe şehrin daha da içine saplanmaktadır:
“Bir gazete afişi J.C.Hamilton’nun Bleston Cinayeti adlı romanına
yönlendirdi, bu kitabı okumak Katil Vitrayına ve papazla konuşmasının sonunda
Yeni Katedral’e, bu benim rızamla çizilmiş bir yol , bir pist ki her etabında bir
sonraki konunun aydınlanmasına, bir pist ki kaybolmam için çok elverişli olan.”
(Butor, 1956:103)
Aynı olayların tekrarlanması durumu bizi şehrin labirent vari yapısına
götürür. Bleston şehri labirent gibi düzenlenmiş bir yerdir:
“Lanes Parkı, içinde çimentodan kayalarla bezenmiş küçük bir labirent
barındıran patikalar bahçesi(…)(Butor,1956:61)
93
“(…)yürüyüşümün önceden mahkûm edildiği ve göz aldanmasının sebep
olduğu kişiler ve kapılarla gizemli görünen bir duvarın etrafında dönüp
durduğum izlenimine karşı savaşmak zorunadydım(…)(Butor,1956:62)
George Burton’nun polisiye romanından bahsetmesi, Revel’in Bleston’da
geçirdiği sürenin ve hatıralarının labirent vari bir hâl almasını sağlamıştır.
Revel’in Bleston’da geçirdiği bir yıl labirent içinde geçmiş bir yıldır:
“(…)George Burton’un bize polisiye romanından bahsetmesi, hafızanın
ve zamanın labirent vari yapısı hakkında bazı bilgiler vermeye
başlamıştı(…)”(Butor,1956:386)
Haber Tiyatrosu’nda bu kez Bombay üzerine bir film seyreder.
Sinemalar ve bu filmler bir hapisane gibi olan, bir labirenti andıran Bleston
şehri’nin dışarıya açılan kapılarıdır. Ancak bu şekilde dış dünyadan haberdar
olunabilir Bleston’da. Gemilerin yük bıraktıkları bir liman kenti olduğundan
bahsedilir:
“(…)Haber Tiyatrosu’nda(…)Hint şehri Bombay(…)hergün bir dolu çay
senin kuzey- doğu limanına boşaltılıyor(…)(Butor,1956:353)
94
James Jankins daha önce hiç Bleston’dan ayrılmamıştır. Şehir bir tür
hapisane gibidir:
“-Ben hiç Bleston’dan ayrılmadım, Bay Revel…”(Butor,1956:115)
“Başka şehirleri, başka bölgeleri sadece filmlerde gördüm ama bana
burada kendine has bir şeyler varmış gibi geliyor, tüm bu kitapların başka yerde
geçen betimlemelerinin tatmin edici hiçbir yanı olmadığını düşündüren birşey,
bir çeşit sürekli duyulan bir korku gibi.” (Butor, 1956:116)
Eserlerdeki mitolojik göndermeler sayesinde metinlerarası ilişkiler
tekniğinin kullanılmış olduğu kanıtlanmıştır. Metinlerarası ilişkiler tekniğinin bir
başka kullanıldığı yer, papazın vitrayı açıklamak için kullandığı incilden yaptığı
alıntlardır.
Papazın dediklerini doğrulamak için bir İncil satın alır:
“(…)papazın anlattıklarının garip gelen kısımlarını doğrulamak için
İngilizce yazılmış bir İncil aldım(…)”(Butor, 1956:120)
95
Yine romanda, Lazarus efsanesine gönderme vardır. Lazarus Hz. İsa’nın
ilk gösterdiği mucizenin kahramanıdır. Lazarus öldükten sonra kendisini bir
mağaraya gömerler ve kapısını taş ile kapatırlar. Yakınları Hz. İsa’ya kendisini
hayata geri döndürmesi için yalvarırlar. Bu yalvarmalara dayanamayan Hz. İsa
tek başına mağaraya girer, Lazarus’u tekrar hayata döndürür ve kapıdan
beraberce çıkarlar.
“(…)şerit şerit bezlere sarılı Lazarus mezarından çıkacak…”( Robbe-
Grillet,2005:17)”
Üçüncü sırada bulunan sinemalar onu efsanelerle buluşturan mekânlardır.
Haber Tiyatrosu isimli bir sinema Phaidra ile ilgili bir üçleme göstermektedir.
Girit’te bir Minare adlı eserde Yunanlılardan Labirent şatosundan Ariadne ve
Phaidra’dan bahsedilmektedir. Kraliyet Sineması ise, Roma’nın öyküsünü
anlatmaktadır. Yine Haber Tiyatrosu’nda Cnossos’u tanır.
İsrail ve Ölüdenizle ilgili bir film görmeye gider Haber Tiyatrosu’na:
“(…)Ölüdeniz ve İsrail üzerine yeni doküman, altında Sodom’un
küllerinin üzerinde uyuduğu çöl bataklıkları üzerine, Lüt Kadını adını alan bu
tuz tepesinin yakınlarındaki(…)”(Butor,1956:166)
96
“(…)Roma’nın kalıntıları üzerine olan bu film(…)”(Butor,1956:311)
Bir diğer gidişinde, Roma üzerine bir film seyreder. Gelecek program
Atina’yla ilgili ve bir önceki programsa San Fransisco’yla ilgilidir
“(…)Haber Tiyatrosu’nda Roma’nın kalıntıları üzerine bir film
seyrettim(…)Grit’in göğü tekrar gözükür(…)(Butor,1956:247)
“(…)Phaidra’nın görüntüleri, Baalbeck tapınağının
görüntüleri(…)”(Butor,1956:320)
Yine aynı yerde Yeni Zellanda ile ilgili bir film seyreder:
(…)Yeni Tiyatro’ya Yeni Zellanda üzerine bir film seyretmeye
gitim(…)”(Butor,1956:369)
Yeni Katedral’i ziyaret ettiğindeyse, Theseus efsanesiyle, Kabil
efsanesiyle, Oidipus efsanesiyle karşılaşır. 24 Kasım günü James’le beraber Yeni
Katedral’e giderler. Hayvan figürleriyle karşılaşırlar. Bleston Cinayet’indeki
cesedin de etrafında hayvan figürleri gösterilmiştir:
97
“-Sinek var mı?
-Çok güzel, diğer tarafta, ortada.
-Devam ediyor mu?
-Bu sütunda, balıklar, kurbağalar, semenderle beraber, kertenkeleler,
tilkiler, kaplumbağalar, kuşlar, diğerinde, memeliler, ortada, maymunlar.
“Kardeşi tarafından öldürülen kriket oyuncusu Johny Winn’nin ortasında
yatıyor olduğu çarmıhın dört ayağını, maymunların ve devasa böceklerin onu
kaldırmaya çalıştığı dört direği düşünüyordum.” (Butor,1956:165)
Yeni Katedral’den aldığım bu küçük kitapta sineklerle ilgli hiçbir bilgiye
rastlayamadım(…)”(Butor,1956:200)
“(…)Üniversiteye gittiğimde doldurulmuş, kurutulmuş ya da alkole
yatırılmış aynı temele göre sınıflanmış, Bayan Jenkins’in babası E.-C. Douglas
tarafından yapılmış Yeni Katedral’in sütunlarına yontulmuş bütün bu hayvanlar
(…)”(Butor,1956:308)
George Burton’a bir sineğin yaklaştığından sözeder. “Sinek” öğesiyle
Antigone efsanesine gönderme yapılmaktadır.
98
Efsaneye göre, Antigone Thebai kralı Oidipus’un kızıdır. 20. yüzyılın
önemli yazarlarından biri J. P. Sartre da bu efsaneyi Sinekler adlı eserine konu
etmiştir. Oyunun temel kişilerinden olan Orestes, annesi Klytaimnestra’nın
sevgilisi Aigisthos’la birlik olup, bir entrika sonucu babası kral Agamennon’un
öldürülmesi olayına ses çıkarmamışlar, aksine Argos halkını pişmanlık ve ölüye
saygı adı altında dinsel terör, korku ve baskıyla yönetmektedirler. Öç ruhları olan
sineklerse kenti adeta bir veba gibi sarmışlardır.
“(…)George Burton’nun kafasının etrafında giderek küçülen daireler
çizen bu sineği fark ettim. (Butor,1956:231)
“(…)bir grup sinek kafamın etrafında vızıldamaya
başladı(…)”(Butor,1956:344)
“(…) şu sana ait olan sinekler konusu, sana bağlı
olan(…)(Butor,1956:386)
Daha önce ayrıntılı olarak ele aldığımız roman içinde roman tekniğini,
Revel’in Bleston şehrinde geçirdiği süre boyunca yaptıklarını anlattığı günlüğü
oluşturur.
99
Kitabına çizdiği ve halıcıda karşılaştığı kaplumbağa figürünün Fransızca
karşılığında eski zamanlara ait bir anlam yatar. “La Tortue”, “Kaplumbağa
Figürü”, zorlanan bir kaleye yaklaşmak için savaşçıların kalkanlarnı kaldırıp bir
araya getirerek oluşturdukları siperdir. Burada da Revel’in Bleston’daki
yaşantısıyla ilgili gizli bir anlam vardır. Revel de Bleston’a dâhil olabilmek,
Bleston’nun kendisine olan nefretinden korunmak için ve orada yaşayabilmek
için kalkanlarını kaldırmak zorunda kalmıştır. İşte bu yüzden kalkan görevi
görsün diye kitabına kaplumbağa resmi çizer:
“(…)Bleston Cinayeti’nin üzerine çizdiğim kocaman kalumbağa gibi,
Eğlence Bahçesin’ de gördüğüm gerçek kaplumbağadan sonra Müze’nin üçüncü
halıcısındaki canavar gibi etobur kaplumbağayı bir sonraki gün görmeye
gitmeye karar verdim. (Butor,1956:198-199)
Şehirden öcalmasının bir diğer yolu olarak yazılarını görür. Kendisini bu
konuda Theseus’la özdeşleştirir. Cümleleri, Arian’ın ipliğidir ve yazmak onu
kurtaracaktır. Yani yazı Revel için sevmediği, hoşlanmadığı şeylerden bir kaçış
yoludur. Bu da demek oluyor ki, cümleleri de gerçek dünya ve düş arasındaki
köprülerden birisidir.
Halıcı Bleston’u cehennem vari ve labirent var olarak gösterir. Yeni
Tiyatro’da gösterilen filmdeki Roma şehri gibi Bleston da mitolojik bir şehir
100
olarak verilir. Bleston’daki yangınlar da işte onun cehennem vari birer
göstergesidir:
“Yangın, Bleston felaketi, bir diğeri gerçekleşti, bu akşam bir diğerini
James’in evine çok yakın olan onuncu bölgede gördüm”(Butor,1956:188)
“(…)altıncı bölümde yangın(…)” (Butor,1956: 203)
“(…)dün gece yine onuncu bölümde bir petrol deposu yanıyordu”
(Butor,1956:205)
Şehirde arka arkaya çıkan yangınların kendisinin kaderi olduğunu
düşünür. Efsanelerdeki Atina şehri ve Eski Katedral’deki katil vitrayının arka
planındaki kırmızı göğü düşünür:
“(…)Müzenin son halıcısındaki Atina’yı yok eden alevleri ve Eski
Katedral’deki Kabil Vitrayı’nın arkasındaki kırmızı göğü
düşündüm(…)”(Butor,1956:161)
Eğlence Dükkânı adlı yerde de yangın çıkmıştır:
101
“Eğlence Dükkanı mı? Hâlâ açılmadı mı? Olay olalı çok zaman oldu.
Küçük bir yangın sonuçta(…)(Butor,1956:282)
Bleston’a alevleri yüzünden seslenir:
“(…)Bleston, alevlerin ne kadar da siyah, şiddetli, ve dayanılmazdır.”
(Butor,1956:293)
“Eğlence Bahçeleri’nde yangın mı?” (Butor,1956:298)
Revel şehri saran alevlerin şehri ele geçirdiğini ve şehir yandıkça ondan
öcaldığını düşünür.
“(…)yayılan alevleri hissediyordum, şehri ele geçiriyordu, şiddetli
intikamcı bir tatminle beraber hissediyordum(…) (Butor,1956:299)
“(…)nefretim bu en küçük tahriple beraber su yüzüne çıkmaya
çalışıyordu(…)(Butor,1956:300)
102
“(…)Bleston şehri’nin planını yakmıştım(…)”(Butor,1956:304)
“(…)son haftalarda artan bu yangınların külleri(…)”(Butor,1956:312)
Bleston’nun duvarlarının yanmaya elverişliolduğunu hatta alevlerin bu
duvarların kaderi olduğunu söyler:
“(…)alevlere mahkûm bu duvarlara bakıyordum(…)(Butor,1956:302)
Bleston’u gerçekte yakan Revel’in günlüğünde yazdığı yazılardır:
“(…)yazım seni yakıyor(…)(Butor,1956:345)
Bu yangınları söndürmek içinse, yağmurlar hiç kesilmemektedir. Lanetli,
cehennem vari bir şehirde insanlar ancak böyle yaşayabilmektedirler. Buna
rağmen şehirde yinde de ardı ardına yangınlar görülmektedir.
“(…)bu alandaki yangın(…)sağanak yağmurla çabucak sönüverdi”
(Butor,1956:181)
103
Şehre ilk geldiğinde edinmiş olduğu şehir planını kendisi yakmıştır:
“(…)eskisini isteyerek yakmıştım(…)”(Butor,1956:262)
Hatta bu şehrin kendisine olan hislerinden o kadar rahatsız olur ki,
kendisine tılsımlı bir mendil alır korunmak için. Bu şehirde adını koyamadığı,
açıklayamadığı bir şeyler vardır. Şehre ilk geldiğinde ilk karşılaştığı tanıştığı kişi
Horace Buck da bunlardan birisidir. Ev sahibi Bayan Grosvenor böyle birinin
olmadığından bahseder:
“Bayan Grosvenor’un gerçek anlamda sürgün edilmiş bu siyahın
varlığını inkar ediyor(…)”(Butor,1956:138)
Zaten insanlarda siyah olanları şeytanla özdeşleştirmişlerdir. Onları
dışlamış ve potansiyel suçlu olarak görmektedirler.
“tüm bu “siyah şeytanlar”(…) (Butor,1956:139)
Bayan Grosvenor da gazetede gördüğü cinayet de bir siyah tarafından
işlenmiştir:
104
“(…)beşinci bölgede bir siyah tarafından işlenmiş cinayetin
özeti(…)”(Butor,1956:139)
Şehirde yeni bir ev bulmasına yardımcı olanın yine fantastik bir durum
olduğunu düşünür. Madame Grosvenor’la görüşmeye gittiğinde verdiği isim
Madame Wilson efsanelerdeki susam etkisi yapar. Ona istediği kapıları açar:
“(…) adının gerçek bir “Susam” etkisi yaptığı Madame Wilson
(…)”(Butor,1956:140)
Yeni evini bulamaması halinde yaşamının şehirdekiler gibi olacağını
düşünür:
“(…)uyurgezer, hayalet, kurtçuk.” (Butor,1956:145)
(…)James’i düşünmeden edemiyordum(…)bu odada bulunan bir hayalet
gibiydi(…)”(Butor,1956:235)
“(…)heryerde bir bayramın gölgesi vardı, ölü bir bayramın
hayaleti(…)”(Butor,1956:237)
105
Daha önce Zamanın Kullanım Çizelgesi’nde olduğundan bahsettiğimiz
fantastik öğeler, Silgiler adlı eserde de karşımıza çıkar. Wallas’ın şehirde
yaşadıklarının, gördüklerinin arasında hayaletler de vardır:
“(…)birçok gölge, birçok sonuç, birçok rastlantı, birçok
hayalet(…)(Butor,1956:288)
Revel ise, Bleston’da kaldığı süre içinde kendisinin de hayalete
dönüştüğünden sözeder:
“(…)benim dönüşümüm bu hayalete(…)”(Butor,1956:341)
“(…)bir şeytan gibi ruhuma sızan (…)(Butor,1956:341)
Bleston Jacques Revel’le konuşur. Kendisinden fantastik olarak sözeder:
“Ölümümü isteyen Jacques Revel, şu yeni ejderha suratına bakın, nasıl
da güçlü(…)”(Butor,1956:305)
106
“(…)bu fantastik şehir(…)”(Butor, 1956:306)
(…)bu metin size şehrin bana düşman olduğunu
gösterecektir(…)(Butor,1956:328)
J.C.Hamilton’nun romanıyla ilgili karşı koyamadığı, anlam veremediği
bir durum gerçekleşmiştir:
“Dün akşam Doğulu Gül’de, tüm konular bizi hassas noktaya geri
getiriyordu, her seferinde kısa dönüşler yapmak zorunda kalıyordum, bu
manyetik engel(…)sessiz ve dingin bir korkunun etrafımı sardığını
hissediyordum, (…) etrafımda gizlice bir şeyler hazırlanıyordu (…)
(Butor,1956:160)
Jacques Revel Bleston’nun bu karşı koyamadığı, tanımlayamadığı gücüne
karşı savaş açar:
“(…)bu Bleston şehri, ona karşı açtığım bu savaş
yüzünden(…)”(Butor,1956:260)
107
“(…)Bleston’nun garip gücü yüzünden(…)”(Butor,1956:250)
J.C. Hamilton’nun yazdığı romanının arkasında olması gereken
fotoğrafının yerine boş beyaz bir kutu olması Revel’in dikkatini çeker ve Revel
yazar hakkında düşündüklerini söyler:
“J.C.Hamilton’nın, sadece bir oyalayıcı olmasındansa, yazdığı kitabın
başlığından yola çıkarak şehirle işbirliği yapmış olabileceğinden, bu tip
tehlikelere alışık bir cadı, beni yeterinde kuvvetli güçlerle donatabilecek,
kötülüklerle vuruşmama yarayacak, bu seneyi zaferle atlatabileceğim, burada
kalışımın ki daha henüz ne kadar pis kokulu ve sinsi, ne kadar sabırlı bir
aşınmaya sebep olacağını bilmediğim” (Butor,1956:71-72)
Horace Buck’a bakmaya gider fakat gittiği evde onu bulamaz. Horace
kendi istediği zamanlarda karşına çıkmaktadır. Varlığı kesin olmayan bu adamın
fanstastik bir görünümü vardır:
“Adını bilmiyordum , sokağın adını hatırlamıoyrdum (…)
-Siyah mı, hangi siyah?
-Birçok geliş ve gidişten sonra, tereddütlü birkaç turdan sonra(…)hiç
tereddüt etmeden geri döndüm(…)(Butor,1956:43)
108
“Horace Buck’a bakmaya gittiğimde kapısını kapalı bulmam
yüzünden(…)”(Butor,1956:167)
“(…)Horace’ın evde olup olmadığını görmek için bu mahalleye
dönmeden önce, penceresini karanlık bularak(…)”(Butor,1956:238)
Horace Buck’le karşılaşmışlar mıydı yoksa sözleşmişler miydi
hatırlamamaktadır; onunla olmak yine çok müdahale edebildiği bir şey değildir:
“(…)onunla salonda mı karşılaşmıştım oraya beraber gitmek için
randevulaşmışmıydık hatırlamıyorum(…)”(Butor,1956:168)
“(…)kendi kendimi kaybettiğimin bir kanıtı ve sinsi çok büyük bir gücün
oyuncağı ve boyunduruğu altındayım(…)(Butor,1956:179)
“(…)Horace Buck’ün kapısını çaldım(…) cevap alamayınca Şehir Otel’i
Meydanı’na doğru yol aldım(…)(Butor,1956:182)
109
Eserde, “Simulacre” kelimesi de birkaç kez tekarlanır. Fransızca
Simulacre kelimesinin anlamı hayalet, görüntü gibi gerçek olarak
tanımlayamadığımız şeylerdir:
“(…)yumurta görüntüleri (Butor,1956:322)
(…)bulut görüntüleri(…)(Butor;301)
Artık Jacques Revel de William Burton’nun başından geçen kaza
olayında doğaüstü bir durum olduğundan şüphelenmektedir:
“(…)sadece bir “kaza” diyemeyiz(…)(Butor,1956:316)
Çalışmamızın bu son bölümünde Zamanın Kullanım Çizelgesi ve Silgiler
adlı romanlardaki mitolojik öğeleri incelemeye çalıştık. Her iki romanda da, her
iki kahramanın da şüphelerini izleyerek giriştikleri araştırmaların sonunda
mitolojik öğelerle karşılaştıklarını gördük.
Her iki romanda da mitoloijk öğelerin kullanılması, kesin olmayan fakat
yeniden kurulmak istenen bir gerçekliğin varlığını kanıtlamamıza yardımcı
olmuştur.
110
Bu yaptığımız mitolojik öğe çalışması, bize daha önce üzerinde
durduğumuz metinlerarası ilişkiler tekniğinin bu iki eserde de kullanıldığını
açıkça göstermiştir.
111
SONUÇ
Bu çalışmamızda Alain Robbe-Grilet’nin Silgiler (Les Gommes) ile
Michel Butor’un Zamanın Kullanım Çizelgesi (l’Emploi du Temps) başlıklı
romanlarında “Şüphe” ve “Araştırma” izleklerini incelemeye çalıştık.
Çalışmamız iki ana başlıktan oluşmaktadır. Birinci bölümde, geleneksel
roman olarak adlandırılan 19. yüzyıl romanında uygulanan tüm yöntemlere karşı
1950’li yıllarda yeni roman adıyla ortaya çıkan hareket, oluşum süreci içinde
incelenmiştir. Yine bu bölümde, yeni roman genel olarak anlatım teknikleriyle
birlikte ele alınıp, irdelenmiştir. Söz konusu teknikler, ayrıntılı betimleme, zaman
akışının kurgusu, anlatı kişilerinin konumu, iç içe anlatı yöntemi ve metinlerarası
ilişkilerden oluşmaktadır.
İkinci bölümdeyse Silgiler ve Zamanın Kullanım Çizelgesi romanlarında
“Şüphe” ve “Araştırma” izlekleri ayrıntılı olarak incelenmeye çalışılmıştır. Bu
bölümde de üç alt başlık oluşturularak gerçeğin şüpheli olarak sunumuna, her iki
romanda da karşımıza çıkan polisiye roman öğelerine ve son olarak da
eserlerdeki mitolojik öğelere değinilmiştir. Bu inceleme, mitolojik öğelerin
metinlerarası tekniğini oluşturduğunu ortaya koymaktadır.
112
Çalışmamızda, şüphe duygusunun araştırmaya dönüştüğü, bu araştırmanın
insanın evrendeki mutsuzluğunu, umutsuzluğunu ve kaybolmuşluğunu aktardığı
ve böylece roman kahramanlarını yönlendirdiği sonucuna varılmıştır.
“Şüphe” ve “Araştırma” izleklerini eserlerini yaratırken kullanan yeni
roman yazarları tanımladıkları gibi romanın bir laboratuar olduğunu böylece
kanıtlamakta ve bunun yanı sıra, tüm eskimiş ve günümüzde artık işlevini
yitirmiş olan roman tekniklerinden kurtulup, yaşadığımız çağın getirdiklerine
uygun yeni roman tekniklerinin roman yazımında kullanılır hale geldiğini
koymaktadırlar.
113
KAYNAKÇA
İNCELENEN KİTAPLAR
I. AKTULUM, Kubilay, Metinlerarası İlişkiler, Öteki Yayınevi,Ankara
1999.
II. AYTAÇ, Gürsel, Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi, Say Yayınları,
İstanbul, 2003
III. VALETTE, Bernard, Entretien avec Michel Butor, Etude sur Butor La
Modification, ellipses, l’Edition Marketing, S.A,1999, Paris:7 2,84
IV. BUTOR, Michel, L’Emploi du Temps, Les Editions de Minuit, Paris,
1956
V. BUTOR, Michel, Michel Butor Üstüne Doğaçlamalar, Çev. İsmail
Yergüz, Y.K.Y.
VI. BUTOR, Michel, Roman Üstüne Denemeler, Çev. Mehmet Rıfat
Güzelşen, Sema Rıfat Güzelşen, Düzlem Yayınları, İstanbul 1991.
VII. ERHAT, Azra, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitapevi İstanbul 1972.
VIII. ERTEM, Tuna, Çağdaş Fransız Edebiyatı Eleştirisi Seçkisi, T.C. Kültür
Bakanlığı Yayınları / 2727 Ankara, 2000.
IX. KERBRAT, Marie-Claire, Leçon litteraire sur L’Emploi du temps de
Michel Butor, Presses Universitaires de France, Paris, 1995
114
X. ÖLMEZ, Zümral, Michel BUTOR Yapıtlarında Anlatım Teknikleri,
Ürün Yayınları, Ankara, 2002
XI. PAGEAUX, Daniel-Henri, La litterature gérénale et comparée, Armand
Colin Editeur, Paris, 1994
XII. RAIMOND, Michel, Le Roman Depuis La Révolution, Armand Colin,
Paris, 1969.
XIII. ROBBE-GRILLET, Alain, Yeni Roman, Çev. Asım BEZİRCİ, Ara
Yayıncılık, İstanbul, 1981
XIV. ROBBE-GRILLET, Alain, Silgiler, Çev. Alp TÜMERTEKİN, YKY,
İstanbul, 2005
XV. ROBBE-GRILLET, Alain, Les Gommes.Paris,Editions de Minuit.
MICHEL BUTOR’UN YAPITLARI
Passage de Milan
Edition de Minuit, Paris, 1954.
l’Emploi du Temps
Editions de Minuit, Paris, 1956.
La Modification
Editions de Minuit, Paris, 1957.
115
Le Génie du Lieu
Editions Bernard Grasset S.D Paris, 1958.
Degrés
Editions de Gallimard,(Roman), Paris, 1960.
Répertoire I
Editions de Minuit,(Essai) Paris, 1960.
Répertoire II
Editions de Minuit,(Essai) Paris, 1964.
Répertoire III
Editions de Minuit,(Essai) Paris, 1968.
Répertoire IV
Editions de Minuit,(Essai) Paris, 1974.
Répertoire V
Editions de Minuit,(Essai) Paris, 1982.
“Première vue de Philadelphie”,
Les Lettres Nouvelles, Paris, 1960
116
Histoire Extraordinaire
Editions Gallimard, Essai sur un réve de Baudelaire, Paris, 1961.
Mobile étude pour une représentation des Etas-Unis
Editions Gallimard, ( récit Poético-descriptif.), Paris, 1962.
Réseau Aérien
Texte radiophonique, Editions Gallimard,Paris,1962.
Votre Faust
En collaboration avec Hneri Pousseur, fantaisie variable genre opéra, tiré a part de la N. R. F. (janvier, février, mars, avril) en 1962; dans Méditation de l’été 1963, une autre vivante et un somaire, 1962.
Descriptions de San Marco
Editions Gallimard, ( Récit Poético-descriptif) Paris,1964.
Essai sur les Modernes
Editions Gallimard,cool. “Le Chemin”, (Poèmes) Paris,1964.
6.810.000 litres d’eau par seconde
Etude stéréophpnique, Editions Gallimard, Paris, 1965.
Portrait de l’Artiste en Jeune Signe
Editions Gallimard, ( Récit poétique) Paris,1967.
117
Intervalle
Anectode en expansion, Editions Gallimard, Paris, 1973
Matière de Rêves, cinq volumes
Onigrographie, Gallimard, Paris 1975-1985.
Improvisations sur Rimbaud
Editions de la différence, Paris, 1989
Essai sur le Roman
Editions de Minuit,Paris, 1992
Improvisations sur Michel Butor
Edition La Différence, Paris 1993.
Improvisations sur Balzac, Tom I, II, et III
Editions de la différence, Paris, 1998.
Michel Butor
Seghers, Paris, 2003.
L’horticulteur itinérent
Edition Léo Scheer, Melville, 2004.
Anthologie nomade de Michel Butor
118
Gallimard, Paris, 2004.
Improvisations sur Flaubert
Editions de la différence, Paris, 2005.
.
ALAIN ROBBE-GRILLET’NİN YAPITLARI
Les Gommes
Editions de Minuit, Paris, 1953
Le Voyeurs
Editions de Minuit, Paris, 1955
La Jalousie
Editions de Minuit, Paris, 1957
Dans Le Labyrinthe
Editions de Minuit, Paris, 1959
L’année Dernière à Mariebad
Editions de Minuit, Paris, 1961
Instantanées
Editions de Minuit, Paris, 1962
L’immortelle
119
Editions de Minuit, Paris, 1963
La Maison de rendez-vous
Editions de Minuit, Paris, 1965
Projet Pour Une Révolution à New York
Editions de Minuit, Paris, 1970
Glissement Progressifs Du Plaisir
Editions de Minuit, Paris, 1974
Topologie d’Une Cité Fantôme
Editions de Minuit, Paris, 1976
Un Régicide
Editions de Minuit, Paris, 1978
Souvenir Du Triangle d’Or
Editions de Minuit, Paris, 1978
Djinn.
Un Trou Rouge Entre Les Pavés Disjoints
Editions de Minuit, Paris, 1981
Le Mirroir Qui Revient
Editions de Minuit, Paris, 1985
120
Angélique Ou l’Enchantement
Editions de Minuit, Paris, 1988
Les Derniers Jours Du Corinthe
Editions de Minuit, Paris, 1994
La Reprise
Editions de Minuit, Paris, 2001
C’est Gradia Qui Vous Appelle
Editions de Minuit, Paris, 2002
La Forteresse
Editions de Minuit, Paris, 2009
121
DERGİLER
ÖLMEZ, Zümral, Michel Butor’un Dreceler adlı Romanında Anlatımsal
Yapı ve Anlatım Yöntemleri, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Dergisi, 46, 2006.
ÖLMEZ, Zümral, Michel Butor’un “Zamanın Kullanım Çizelgesi adlı
romanında Metinlerarası ilişkiler”, Littera Edebiyat Yazıları, cilt 9 , ürün
yay. Ankara 1999.
İNTERNET KAYNAKLARI
ASAL, Raşel Rakella, Alain Robbe-Grillet’nin Nesne Odaklı Dünyası,
13.12.2006
http://www.dipnot.net/ROMAN/Silgiler.htm 22.02.2007
VAROL, Kemal, Yeniyi Yazmak İçin Eskiyi Silmek, 15.08.2007
http//www.radikal.com.tr 15.08.2007
http://www.ituoyuncuları.itu.edu.tr/html/oyunlar/sinekler/oyun/sinekleroy
unhakkinda.htm
hhtp://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=6565
hhtp://www.kibris.net/basin/yazarlarimiz/serbest/aatun/arsiv/2005/mart/7
_mart_2005.htm
122
tr.wikipedia.org/wiki/Theseus'un_gemisi
tr.wikipedia.org/wiki/Antigone
BİLDİRİ
Ölmez, Zümral, “Alain Robbe- Grillet’nin Silgiler, Michel Butor’un
Zamann Kullanım Çizelgesi Başlıklı Yapıtları Polis Romanı mıdır?,
Yabancı Dil Eğitimi olarak Fransızca Öğretimi 3. Ulusal Sempozyumu,
Gazi Üniversitesi, G. E. F, 07.-08. Nisan 2008, Ankara.
123
ÖZET
“Silgiler” Alain Robbe-Grillet’nin, “Zamanın Kullanım Çizelgesi” de
Michel Butor’un aynı dönem eserleridir. İki roman da yeni roman akımına dâhil
olmaları ve polisiye roman türüne yakınlıkları açısından incelenmiştir.
Bu inceleme yapılırken “şüphe” ve “araştırma” izleklerinin, birbirini
izleyen süreçler olduğu gerçeğinden yola çıkılmıştır.
Çalışmanın sonunda, “şüphe” ve “araştırma” izleklerinin, eserlere polisiye
roman özelliği kattığı, şüphe duygusu araştırmaya dönüştüğünde, roman
kahramanlarını yönlendirdiği saptanmış ve böylece, yeni roman yazarlarının,
kendilerinin de açıkladığı gibi, romanın bir laboratuvar olduğunu kanıtladıkları
anlaşılmıştır. Öte yandan, günümüz dünyasında kullanılmayan tekniklerin yerini
yenilerinin alması gerekliliği ortaya konmuştur.
124
SUMMARY
“Erasers” by Alain Robbe-Grillet and “Passing Time” by Michel Butor
are novels that belong to the same period of time. These novels had been studied
by that they are included in new novel school and their proximity to crime
novels.
In this study, it’s a fact that the themes “doubt” and “research” are
processes that follow each other.
Finally, it had been seen that the themes “doubt” and “ research” add a
characteristic of crime novels to these works and when the sense of doubt
transformed into research, it manipulated the heroes of the novel. It’s been
realized that the new novel school writers proved that novel is a labratory.
Besides, it’s necessary to replace the old techniques with the new ones.
125
RESUME
Les Gommes et l’Emploi du Temps sont des œuvres de même époque
d’Alain Robbe-Grillet et de Michel Butor. Ces deux œuvres sont analysées par
leur ressamblances au roman policier et par leur place dans le courant du nouveau
roman.
Ce travail est préparé par la réalité que le suspect et la recherche sont des
thèmes successifs.
A la fin de notre recherche, nous avons constaté que, ces thèmes ajoutent
à ces romans la qualité du roman policier, que le suspect se transforme à la
recherche, qu’ils dirigent les héros et que les nouveau romanciers démontrent que
le nouveau roman est un laboratoire. De l’autre côté, nous avons souligné la
nécessité de remplacement des techniques anciennes qu’on n’utilisent guèrre par
des nouvelles.
MICHEL BUTOR’UN ZAMANIN KULLANIM ÇİZELGESİ ve ALAIN
ROBBE-GRILLET’NİN SİLGİLER ADLI ESERLERİNDE “ŞÜPHE” ve
“ARAŞTIRMA” İZLEKLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
Fikriye Pınar AND
ÖZET
“Silgiler” Alain Robbe-Grillet’nin, “Zamanın Kullanım Çizelgesi” de
Michel Butor’un aynı dönem eserleridir. İki roman da yeni roman akımına dâhil
olmaları ve polisiye roman türüne yakınlıkları açısından incelenmiştir.
Bu inceleme yapılırken “şüphe” ve “araştırma” izleklerinin, birbirini izleyen
süreçler olduğu gerçeğinden yola çıkılmıştır.
Çalışmanın sonunda, “şüphe” ve “araştırma” izleklerinin, eserlere polisiye
roman özelliği kattığı, şüphe duygusu araştırmaya dönüştüğünde, roman
kahramanlarını yönlendirdiği saptanmış ve böylece, yeni roman yazarlarının,
kendilerinin de açıkladığı gibi, romanın bir laboratuvar olduğunu kanıtladıkları
anlaşılmıştır. Öte yandan, günümüz dünyasında kullanılmayan tekniklerin yerini
yenilerinin alması gerekliliği ortaya konmuştur.
THE COMPARISON OF THE THEMES “DOUBT” AND “RESEARCH” IN
“PASSING TIME” BY MICHEL BUTOR AND “ERASERS” BY ALAIN
ROBBE-GRILLET
Fikriye Pınar AND
SUMMARY
“Erasers” by Alain Robbe-Grillet and “Passing Time” by Michel Butor are
novels that belong to the same period of time. These novels had been studied by that
they are included in new novel school and their proximity to crime novels.
In this study, it’s a fact that the themes “doubt” and “research” are processes
that follow each other.
Finally, it had been seen that the themes “doubt” and “ research” add a
characteristic of crime novels to these works and when the sense of doubt
transformed into research, it manipulated the heroes of the novel. It’s been realized
that the new novel school writers proved that novel is a labratory. Besides, it’s
necessary to replace the old techniques with the new ones.